Necip Tosun
14
Murakami’nin dev roman : 1Q84 Ali Emiro lu
22
Suat Y ld r m’dan oryantalistlere cevap Metin Karaba o lu
KAPAK: ORHAN NAL IN
4
Bachelard ve dü lerin poetikas
6
ELE T R Ömer Ayhan
Edebiyat savunulmaya muhtaç m ?
33 GÜNCEL
Kemal Suskun
Bülent Kene ’in gözünden ran ve Türkiye
44 EDEB YAT
Ebubekir Ero lu
i’r-i Kadim yaz lar
Yak n dönemde yay mlanan ‘Moliére Efendi’ ile ‘Oscar Wilde ve Mum I Cinayetleri’ adl kitaplardan hareketle, dünya ve Türk edebiyat nda kahraman yazar ve air olan romanlar ele ald k. Önümüze, gerçekle kurmaca aras ndaki s n rlar n belirsizle ti i eserlerden olu an hayli zengin bir liste ç kt . Sayfa 8’de
46
USTA GÖZÜYLE Recai Güllapdan ve rfan Külyutmaz
Z A M A N G A Z E T E S Ý ’ N Ý N Ü C R E T S Ý Z AY L I K K Ý TA P E K Ý D Ý R . Y I L : 7 S AY I : 7 6 7 M AY I S 2 0 1 2 PA Z A R T E S Ý
K A PA K 8
ROMAN KAHRAMANI OLARAK YAZAR
Yerli bir felsefeci 21 Kitab n uzun serüveni 27 Bir aktivistin roman 30 Gerçe i buland ran ada 30
17 18 20 28
Prof. Dr. Ümit Meriç 19. ve 20. yüzy l Avrupa’s n n yeti tirdi i önemli sosyolog, antropolog ve tarihçilerin klasikle en makalelerinden derledi i çevirilerini bir kitapta toplad .
ngiliz edebiyat n n güçlü ismi John Fowles’un, ele tirmenlerce en otobiyografik ve en önemli roman olarak tan mlanan Daniel Martin otuz be y l sonra dilimizde yay mland .
Özlem Fedai, Garip ve kinci Yeni’nin Kav a nda B çk n Bir air: Metin Elo lu ve iiri adl kitab nda edebiyat m z n s ra d airlerinden Metin Elo lu’nu farkl yönleriyle inceliyor.
Hilal Karahan’ n haz rlad , V. B. Bayr l’ n yap t n aç mlamaya çal an Öteki Poetika: Bayr l iiri Üzerine Yaz lar raflarda yerini ald . Kitapta, Bayr l ile yap lan söyle ilere de yer veriliyor.
Barbarlar bekleyen nöbetçiler 32 Herkes için Nebe’ Sûresi 34 Öncesiz ve sonras z 37 Talihsiz dilin yolcusu 38
Güne bakan edebiyat yaz lar 38 Son ahitlerden yeni an lar 41 Hiçbir ey göründü ü gibi de il 42 Futbol penceresinden görünen dünya 43
Biyografi ile kurmaca aras nda debiyat tarihinde, ba ki isi bir yazar olan unutulmaz romanlar var. Gerçekle kurmaca aras ndaki s n rlar n belirsizle ti i bu türden eserler hep çekici olmu tur. Peki ama bir romanc neden böyle i e soyunur; ba ka bir yazarla hesapla mak m , onun isminin verdi i güvene s rt n dayamak m yoksa yerle mi alg lar de i tirmeye çal mak gibi daha zor bir i e giri mek mi? Biyografiyle kurmaca aras ndaki s n r nerede biter? Geçti imiz günlerde yay mlanan iki roman (Moliére Efendi ile Oscar Wilde ve Mum I Cinayetleri) f rsat bilerek bu ilginç konuyu kapa m za ta d k. Mustafa Tatc ’n n büyük emekle haz rlad Yunus Emre’nin Divan- lahiyat’ , Yunus Emre çal malar nda bir dönüm noktas niteli inde. Eseri Sad k Yals zuçanlar de erlendirdi. Edebiyat çevrelerinde son haftalar n bir ba ka ilgi gören kitab Kurgu Hedef Tahtas nda’y Ömer Ayhan’ n kaleminden okuyacaks n z. Yay mland her ülkede büyük ilgi gören Haruki Murakami’nin 1Q84’ü de nihayet dilimizde. Roman Ali Emiro lu tan t yor. Belki biraz gereksizce uzun bir roman ama Murakami, Murakami’dir. Necip Tosun’un de erlendirdi i Gaston Bachelard’ n Dü lemenin Poetikas adl eseri de yay n dünyam z n son dönemdeki en önemli kazançlar ndan… Ay n sürprizi ise Ebubekir Ero lu’nun, Kitap Zaman ’nda bir dizi halinde yay mlanacak olan “ i’r-i Kadim” yaz lar … Bu yaz lar n ilgi görece ini ve verimli tart malara zemin haz rlayaca n umuyoruz. yi okumalar…
E
FEZA GAZETECÝLÝK AÞ ADINA ÝMTÝYAZ SAHÝBÝ: ALÝ AKBULUT GENEL YAYIN MÜDÜRÜ: EKREM DUMANLI GENEL YAYIN MÜDÜR YARDIMCISI: MEHMET KAMIÞ GENEL YAYIN EDÝTÖRÜ: ALÝ ÇOLAK EDÝTÖR: CAN BAHADIR YÜCE GÖRSEL YÖNETMEN: FEVZÝ YAZICI SAYFA TASARIM: AHMET BÝÇER SORUMLU MÜDÜR VE YAYIN SAHÝBÝNÝN TEMSÝLCÝSÝ: HAYRÝ BEÞER REKLAM GRUP BAÞKANI: MEL H KILIÇ REKLAM SATIÞ D REKTÖRÜ: ALÝ DEMÝRHÝSAR, REKLAM SEKTÖR YÖNETÝCÝSÝ: EREN ENES REKLAM SEKTÖREEL UZMANI: MELEK TINMAZ YAYIN TÜRÜ: YAYGIN SÜRELÝ ADRES: ZAMAN GAZETESÝ 34194 YENÝBOSNA-ÝSTANBUL TEL: 0212 454 1 454 (PBX) FAKS: 0212 454 14 96 REKLAM TEL: 0212 454 82 47 BASKI: FEZA GAZETECÝLÝK A.Þ TESÝSLERÝ HTTP://KÝTAPZAMANÝ.ZAMAN.COM.TR E-POSTA: KÝTAPZAMANÝ@ZAMAN.COM.TR HER AYIN ÝLK PAZARTESÝ GÜNÜ YAYIMLANIR twitter.com/kitap_zamani
facebook.com/kitapzamanicom
32
Christopher Isherwood’un en bilinen eseri olan Ho ça Kal Berlin, yeniden raflarda. Eser, birbirinden ba ms z görünen fakat ba lant l hikâyelerden olu uyor.
34
M. Fatih Ç tlak’ n Safer Efendi’nin huzurunda tuttu u notlar bir araya getiren Huzur Defteri, bir döneme, yak n tarihimize farkl bir pencereden k tutuyor.
36
Ayd n Büke, Romantizmin I Clara adl kitab nda, 19. yüzy l n önemli piyanistlerinden Clara Schumann’ n hayat n anlat yor. Yazar, piyanonun alt n ça n müzisyenlerin izini sürerek resmetmi .
40
Harun Tokak imzal Önden Giden Atl lar, sevgi, sab r, cesaret, vefa ve ö retme a k yla dünyan n dört bir yan na da lm gönüllülerin hikâyelerini bir araya getiriyor.
DÜ ÜNCE
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Neden ba ka ey dü ünürken iir okunmaz? Gaston Bachelard’ n Dü lemenin Poetikas adl kitab , hayal gücünün imkânlar n anlamaya, çözümlemeye çal anlar ve özellikle iirin do as n daha yak ndan bilmek isteyenler için önemli bir kaynak. Yazar n amac sadece hayal gücünü irdelemek de il, iirin dünyas n anlamaya çal mak. DÜ LEMEN N POET KASI, GASTON BACHELARD, ÇEV.: ALP TÜMERTEK N, THAK YAYINLARI, 240 SAYFA, 18 TL
M
NEC P TOSUN
ekân n Poetikas ’n n unutulmaz yazar Gaston Bachelard bu kez Dü lemenin Poetikas ile Türkçede. Özellikle felsefe-edebiyat ili kisinin parlak örneklerini veren Bachelard, kitab nda dü lemenin do as n ve bunun sanat yap t na dönü me serüvenini incelerken, dü ile dü leme aras ndaki farka, dü leme biçimlerine, çe itli disiplinlerin dü lemeyi de erlendiri lerine bakar. Edebiyat n varolu gerçeklerini odak al r ve bu temel kriterleri önceleyerek iir odakl bir çözümlemeye giri ir. Kitapta dü lerin kurulma ortamlar , bu ortamlar n yaratt dü ler, dü farkl l klar , dü lerin cinsiyete göre ayr m tart l rken, bu dü lerin airlerin dizelerinde buldu u hayatiyet ortaya konur.
R N DÜNYASINI ANLAMAK Bachelard’ n amac n n sadece hayal gücünü irdelemek de il, tüm bu dü tart mas yla asl nda iirin dünyas n anlamaya çal mak oldu u net bir ekilde görülür. Çünkü iir, hem dü kuran hem de dü kuran n dünyas n in a eder. Yazar, kitap boyunca edebî yarat üzerinde yo unla t için psikologlar n dü kurman n do as hakk ndaki saplant lar na ve gözden kaç rd klar gerçeklere i aret eder. Onlar, kap ld klar gerçekçilik sarho lu u içinde dü kurman n “kaç ” özelli i üzerinde srarla durur ve dü kuran poetikle tirdi ini kabul etmezler. Oysa Bachelard’a göre, dü kuran taraf nda psikolojik bir poetika vard r ve psi e poetikas diye nitelenebilecek bir poetikle tirme gücü bulunmaktad r. Böyle Bachelard hayal gücünü bilgi teorisinin bask s ndan kurtararak dü lemeyi daha çok sanatsal yarat ba lam nda farkl bir zemine oturtur. Poetik dü lemeyi tan mlarken onun yarat c yanlar n ve söze dönü me gücünü a rl kl olarak gündeme getirir: “Poetik dü lemede duyular n tümü uyan r ve birbirine uyum sa lar. Poetik dü leme, i te duyular n bu çok seslili ine kulak verir; poetik bilincin kaydetmesi gereken de bu çok sesliliktir zaten.” Bachelard, geçici ve üpheli bir nesnelli e sahip hayal gücünün, airin devreye girmesiyle nas l kal c ve öznel de erlere kavu abilece ini iirden, airlerden örnekler vererek aç klar. Herhangi bir dü ün, s radan bir insan n elinde ölüp gidecekken, airin dokunu uyla yeni bir dünya olabilece ini iiri merkeze alarak gösterir. Çünkü air sözcüklerle hayal kurar. Söze dokunur, onu canland r r. iir, sözün yazg lar ndan biridir: “ iirler düzeyinde dilin bilincine var lmas n daha incelikli hale getirmeyi denerken, yeni sözün insan na dokundu umuz izlenimine kap l r z; dü ünceleri ve duyumlar dile getirmekle kendini s n rlamay p, bir gelece e
Gaston Bachelard
dirgemeye giri meden, nesnellik kayg s gütmeden, hatta kendi fantezisini de yazar nkine ekleyerek dü lerinin bir ad m ötesine var ncaya kadar okumaya cüret edebilmelidir. Okur bu deneyimi ya ad nda, hayal gücünü özünde tan yabilecektir. Ate e, suya, havaya, rüzgârlara ve uçmaya ili kin ayr cal kl hayallerden kaynaklanan farkl dü lerin pe ine tak l r z. Uçma dü leri, yüzme dü leri görürüz. Bir airin durgun su kar s nda dald dü lemeyi izler, oca n kar s nda dü lemeye dalan ki inin aç ld evreni anlamaya çal r z. Bachelard i te tam buralarda, bunlar n aras ndaki fark , dü lemenin boyutlar n , derinli ini ve giderek alg y aç klar. Dü ün do as na bakarken pek çok özelli ine dikkati çeker. nsan dü kurarak olgunla r, dü leri biriktirerek dünyan n güzel bir nesnesine nimetleri, güçleri, kokular y mak mümkün olur. Yeryüzü daha dönmedi i zamanlarda, mevsimler dü lerle olgunla rd . Bachelard’a göre, dü kurma özgürlü ümüzden ba ka psikolojik özgürlü ümüz yoktur.
sahip olmaya yeltenen bir sözdür bu. Poetik hayalin kendi yenili iyle, dilin gelece ine kap açt söylenebilir.” airlerin bize getirdi i hayaller kar s nda tek ba m za asla hayal edemeyece imiz durumlarla kar la r z. O da bizden hayal kurmam z , kurulan hayale e lik etmemizi ister. Bu yüzden ba ka ey dü ünürken iir okunmaz. Çünkü airin sunumu yarat c hayal gücünün yorumudur. Dü leme ço unlukla haf zadan yoksundur. Aç kça gerçe in d na kaçmakt r. Bu süreçte bilinç gev er, da l r ve dolay s yla karar r. Dü gören önce dinginli e ula r, sonra yükselir ve kendini unutmaya ba lar, yaln zl n en ucuna var r, içine bo luk dolmaya ba lar, orada dünyalardan dünyalara, gerçe in biraz daha ötesine geçer; bu durum güzelli i art r r, art k yeniden yarat lm bir dünya ile kar kar yad r, her ey sadece dü kuran n görebildi i bir ey olur ç kar. Bütün bunlar sözcüklere döküldü ünde de bu hayaller ancak ayn dü lemeyi yapabilen ki iye görünecektir. airin bu dü ünceyle birlikte götürdü ü yerde kalmay z, renklerin pe inde yeni dü lere dalar z, çünkü okumak ayn zamanda dü görmektir. Bu nedenle iiri ayn hayal gücüyle okumam z gerekir. O, dünyan n gözüyle tüketilemez ve anla lamaz. O evrene dald m zda zaten aya m z n alt ndan toprak parças n n çekildi ini hissederiz. iir sayesinde yeni bir dünyan n e i indeyizdir art k. Okur bu sözcükleri geçi tirmeden, in-
A R DÜ GÖRÜR, DÜ GÖRDÜRÜR Ama Bachelard’ n as l arad ey sözcükleri dü leyen airin vard yer ve bizi götürdü ü dü lerin yap s , niteli idir. air sadece sözcüklerle dü görmez, ayn zamanda dü gördürür. Bir air, dünyan n güzel hayallerini yenileyerek dü kuran n yard m na ko ar. Asl nda okumak bir dü görmektir. Dü lemeye dalan ki i gündelik haya-
4
t n tüm tela ndan s yr l r, kayg lardan kurtulur, kendi yaln zl n n faili olarak, kendinde bir varl n aç ld n hisseder. Bachelard, birçok airin afyona ba vurmas n n nedeninin dü lemek oldu unu belirtir. Böylece hayal gücünü elde etmeye çal rlar. Henri Michaux’dan u al nt y yapar: “Afyona gerek yok. Öteki tarafta ya amay seçen biri için her ey uyu turucudur zaten.” iir ân da çok tekinsiz bir zaman dilimi de il midir: “Güzel bir iir, elden geçirilmi bir delilik de il de nedir? Yoldan sapm hayallere biraz poetik düzen getirmek de il midir? Hayalî uyu turucular kullan rken, zekice kanaatkâr olmakt r. Dü leme, o deli dü leme sürükler ya am .” Bachelard dü lemenin poetikas n irdelerken, bunun iirin poetikas olmad n belirtir. Dü lemenin aire sa lad uyan k dü durumuna ili kin belgelerin birer iir liyakatine ula abilmesi air taraf ndan i lenmesi, çoklukla da uzun uzun i lenmesi gerekir. Ama eninde sonunda dü lemenin olu turdu u bu belgeler, iir olarak biçimlendirilmeye en yatk n malzemelerdir. air dü lemeyi yap t haline getirir, hayalleri sözcüklerle ifade eder. Dü lemenin Poetikas , hayal gücünün imkânlar n anlamaya, çözümlemeye çal anlar ve özellikle iirin do as n daha yak ndan görmek isteyenler için bulunmaz bir kaynak. Kitap okunduktan sonra insanda pek çok iire yeniden dönme iste i uyand rmakta.
ELE T R
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Edebiyat n savunulmaya ihtiyac var m ? Gregory Jusdanis’in Kurgu Hedef Tahtas nda-Edebiyat n Savunusu adl kitab , iddial dü ünceler ve ezber bozan yorumlar içeriyor. Jusdanis, roman ölüyor mu, iirin bir gelece i var m gibi iyice eskimi sorulara itiraz ederken, internet ç k l hipermetinleri yeni bir imkân olarak selaml yor. KURGU HEDEF TAHTASINDA-EDEB YATIN SAVUNUSU, GREGORY JUSDANIS, ÇEV.: Ç ÇEK ÖZTEK, KOÇ ÜN V VERS TES YAY., 204 SAYFA, 18 TL
G
ÖMER AYHAN
regory Jusdanis’in k k rt c kitab Kurgu Hedef Tahtas nda-Edebiyat n Savunusu’nu merakla ve usul usul ço alan soru i aretleriyle okudum. Jusdanis’in kimi görü lerine kat lmad m ba tan belirtmeliyim. Zaten kitab edebiyata tutkuyla ba l okur için ‘tereddütlü ve çekici’ k lan, bu iddial dü ünce ve öneriler. Güzel bir tart ma zemini açmak için kurdu u tek cümle bile ba l ba na yeterli. “Gerçekli i kurgusalla t rarak hakikate var r z.” diyor Jusdanis. Kitaba ba ta fazla s namay m , edebiyat n savunulmas ihtiyac na ikna olmay mla aç klayabilirim. De i ik dönemlerde ku kularla yakla lan, somut olarak ne i e yarad tart ya konulagelen edebiyat n bir savunuya ihtiyac var m d r? Diyelim ki, Jusdanis’in gerçekten mahir yorumlar bu ‘görevi’ yerine getirmi tir. Yine de eninde sonunda edebiyat n ne oldu u, bireyde ya da toplumda birtak m de i ikliklere yol aç p açmad , her eyden çok okurun bak aç s na ba l de il mi? Jusdanis’in dedi i gibi, “ ster gerçekçi ister deneysel olsun, bir eseri okumak epey bir entelektüel, duygusal ve estetik yat r m gerektirir.” u halde Jusdanis’in argümanlar na kar ç kmak için bile s k bir edebiyat okuru olmak gerekiyor. Aksi halde bu savunma ideolojisinin afakîli ini konu mak zorunda kal r z. Zaten Jusdanis bir noktadan sonra ç kar yor baklay a z ndan; roman ölüyor mu, iirin bir gelece i var m gibi iyice eskimi sorulara itiraz ederken, matbaaya bir tehdit gibi gözüken internet ç k l hipermetinleri de yeni bir imkân olarak selaml yor.
SANATIN K L N TEL Kitab n benim için ku ku uyand r c ana ö esi metnin iskeletini olu turan parabasis kavram . Aristophanes’ten ödünç ald kavram , etkileyici örneklerle Eski Yunan tragedyalar ndan postmodern edebiyata kadar getirip önümüze b rak yor ve gelece in edebiyat nda da kavram n bir tür ana arter olmas dile inde bulunuyor yazar. K saca, izlenen oyunun ya da okunan kitab n bir kurgu oldu unun bir noktada seyirciye/okuyucuya hat rlat lmas diye aç klayabiliriz parabasis’i. Aristophanes’in eserinde koro üyeleri oyunun bir ân nda bir ad m öne ç kar. Maskelerini ç kararak izleyiciye aktör de il yurtta olarak seslenirler. Koronun bu de i ken i levi, sanat n ikili niteli ini öne ç kar r. Hem haz veren hem de siyasî bir yönü olan, toplumu ayd nlatan eserdir parabasis ile ima edi-
EZBER BOZAN YORUMLAR Buraya kadar kitab n iki ana unsurunu ele tirdim. Edebiyat n bir savunmaya ihtiyac oldu u krine kat lmad m gibi, parabasis’in öne ç kar lmas n da çok önemli bulmuyorum. Ama yine de kitab edebiyatseverlere önermekten geri durmayaca m. Kariyerini edebiyat profesörü olarak sürdüren Jusdanis çok donan ml bir ele tirmen. Parabasis kavram n temsil eden edebî metinleri incelerken edebiyat ve sanata getirdi i yakla mlarla etkileyici bir çal maya imza atm . Kitab n büyüsü Jusdanis’in önerilerden çok analizlerle yol ald bölümlerde öne ç k yor. Yazar ezber bozucu yorumlar yla okuru bir biçimde dü ünmeye zorluyor. te birkaç örnek: “Edebiyat n dünyay tekrar tekrar in a edebilecek bir hareket alan vard r; böyle bir özgürlük ancak rüyalarda ve delilikte bulunur.” “Sadece özerk sanat muhalif olabilir.” “Edebiyat bizi sahici bir yere götürmek yerine, yap l olanla gerçe e benzeyen aras ndaki gerilimde ortaya ç kar.” “Edebiyat n varolu nedeni, tabiri caizse, hayat ile kurgu aras ndaki fark n alt n çizmektir.”
SANAT SANAT Ç N M D R?
Gregory Jusdanis
bir klasik, kimi zaman ba yap t olarak yorumlan rken, roman olarak nicedir popüler edebiyat kategorisindedir; ne ele tirmen ne de s k okur için yeri Dostoyevski’nin yan ba d r. Keza Rudyard Kipling’in bugün sömürgeci söylemleriyle ilgi çeken hikâye ve romanlar popüler kültür okumalar nda daha çok yer buluyor kendine. Bir zamanlar sürekli Türkçeye çevrilen Somerset Maugham’ n egzotik romanlar da süreç içinde kan kaybetti. Örnekler ço alt labilir. Bob Dylan’ n ark sözlerinin T. S. Eliot’ n veya Baudelaire’in iirleriyle yan yana incelenebilece i gibi zekice bir önermeyle k k rt c bir çentik daha at yor Jusdanis. Dylan ve muadillerini modern ça ozan olarak selamlamak bana hiç de a r bir yorum gibi gelmiyor. Yan yana incelenmelerinde de bir beis yok ku kusuz. Ama iir ve ark sözü birbirinden tamamen farkl iki alan. Birbirlerinin yerini ikame edebilmeleri için Jusdanis’in sözlerinden fazlas gerekli.
len. Do rusu Jusdanis sanatta estetizmi de d lamayarak bir sentez öneriyor bize. Asl nda verdi i örneklerle kavram n yüzy llard r kesintisiz ekilde edebiyat n içinde var oldu unu da gösteriyor. Jusdanis’in umdu u gibi hipermetinlere uygunlu uyla bilgisayarlar, parabasis’in soluk alabilece i yeni ve uygun bir zemini müjdeleyebilir. Kendi pay ma edebiyat güçlü k lan n, sa lam argümanlarla çat lm olsa da uzla t r c reçetelerden ziyade farkl l klar ve benzemezlikler oldu u kanaatindeyim. Jusdanis’in kimi örneklemeleri de ku ku uyand r c . Sözgelimi, “Herhangi bir tarihsel anda edebiyat olarak görülen ey de de i ir. Dünün popüler roman bugün yüksek sanat olarak selamlanabilir.” demi . Oysa tam tersi geçerli daha çok; dünün yüksek sanat olarak hayranl k uyand ran birçok roman günümüzün popüler kültür temsillerine dönü mü durumda. Rüzgâr Gibi Geçti sinema tarihinde önemli
6
Bizde Edebiyat- Cedide yazarlar n n savundu u ve bu yüzden a r ele tirilere maruz kald klar sanat sanat içindir dü üncesini bamba ka yorumlam Jusdanis. Ona göre bu dü ünce, sanat n metala ma olgusunu lanetlemi tir. Bu görü asl nda günümüz edebiyat dünyas na da k tutuyor. Balzac’ n daha 19. yüzy lda sanat n metala mas na dair kayg lar n dile getirdi i Yitik Hayaller roman ndan söz eden Jusdanis öyle söylüyor: “Sanatç lar bir yandan bu olguyu (metala may ) kötülerken, sanat kamusal bir fenomen olarak anlad lar. Okuma turlar yapmak, kitap kopyalar n tan t m yaz s yazd rmak üzere ele tirmenlere ve tan t mc lara göndermek, reklam dünyas ndan ödünç al nan malzemeler…” te bugünkü edebiyat ortam m z ortaya koyan bir yakla m. Jusdanis, tan t m, da t m, güdümlü ele tiri, hat r yaz s , reklam gibi tart mal bir ‘etik’le ku at lm sanat n çeli kili hali için, sanat özgür oldu unca zincire vurulmu tur, cümlesini kuruyor. Edebiyat, hatta bütünüyle sanat sizin için vazgeçilmezse Kurgu Hedef Tahta-s nda-Edebiyat n Savunusu, Jusdanis’in tüm iddialar ve dört dörtlük metin çözümlemeleriyle -dü üncelerine kat lsan z da kat lmasan z dazihninizi açacakt r.
İçine dönmeden kendini bulamazsın... “Bilgi l çağını bbilgelik l l k çağına ddönüştürürken k yol göstericimiz Mevlana olacaktır. Çünkü o ruhsal yapımızdaki şifrelere dokunuyor, bizde var olan duyarlılığı harekete geçiriyor.” Nevzat Tarhan
İnsanlık Mevlana’yı yeniden keşfediyor. Çünkü onun öğretisi yaşadığı zamana hapsedilemeyecek kadar ölümsüz. Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu kitapta, Mesnevi’nin çağları aşan bilgeliğini ve ruhlara nasıl şifa olabileceğini anlatıyor.
ayfa 240 S
Mesnevi Terapi tüm seçkin kitapçılarda. Tükenmeden alın.
iyi ki kitaplar var...
timas.com.tr
facebook.com/timasyayingrubu
twitter.com/timasyayingrubu
0 -¨14,0
KAPAK
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Hayattan kurmacaya: Roman Geçti imiz günlerde, edebiyat tarihine mal olmu ünlü yazarlar kahramanla t ran iki roman yay mland dilimizde. Mihail Bulgakov’un Moliére Efendi (Everest Yay nlar ) roman ünlü Frans z oyun yazar Moliére’i, Gyleth Brandreth’in Oscar Wilde ve Mum I Cinayetleri (Sel Yay nc l k) adl polisiyesi ise Oscar Wilde’ ba karakter olarak a rl yordu. Bu iki kitaptan yola ç karak yazarlar kahramanla t ran belli ba l romanlar ele al yoruz.
H
MEHMET ÖZTUNÇ
iç ku kusuz kalemin kâ da de di i ilk andan roman türünün sahneye ç kt zamana de in, yaz dedi imiz o büyülü u ra n köprüsünün alt ndan çok sular akt . Roman, o zamana kadar biriken yaz nsal toplam n üstünde yeni bir tür olarak belirdi. Geçi dönemi eserlerinden itibaren roman n akraba türlerle aras na koydu u temel ayr m “kahraman” odakl yd . Büyük romanc lara bakt m zda, onlar as l de erli k lan n anlatt klar kadar, var ettikleri kahramanlar oldu u ortadad r. Prens Mi kin, Anna Karenina, Mrs. Dalloway, Gonçarov, Julien Sorel, Bazarov, Dorian Gray… Bu kahramanlar, o güne de in edebiyat n ba aramad ekilde ete kemi e bürünerek hayat m za s zd lar.
‘MADAM BOVARY BEN M’ Pri vin’in, “Sak n bir yazar n ustal ki ili inde olmas n? Bu konuda bir kitap yaz labilir.” demesi belki bir yazar n hayat n n ard na dü mek için k k rt c bir söz. Ama e er öyleyse bile Cervantes’in, “Don Ki ot’un asl benim”; Flaubert’in, “Madam Bovary benim”; Clarissa Dalloway’in, “Clarissa bile de ilim, sadece Mrs. Dalloway’im” sözlerinden ya da Tolstoy’un Sava ve Bar , Anna Karenina gibi yap tlar n dahi reddedip, “Bunlar eytan n yapt rd i lerdi.” demesinden sonra, yazar dedi imiz o ki ilikten geriye bir ey kalm m d r ki, yazar n ustal üzerine bir roman yaz ls n? Hele bir de Ortega y Gasset’nin, “Sanatç olmak demek, sanatç olmad m z zamanlar oldu umuz o pek ciddi ki iyi ciddiye almamak demektir.” diye kesin ve sert tembihinden sonra... Tam da burada sorman n yeridir: Bir yazar niçin tamamen kurmaca bir kahraman n kolayca kullanabilece i imkânlar n bir tarafa b rak r da önemli, büyük bir yazar bir roman kahraman , bir kurmaca kahraman olarak yeniden var eder?
Mihail Bulgakov
Pessoa’n n hayaleti ile kar kar ya getirir. Hiç ku kusuz, bunu yaparken çok daha karma k ve zorlu bir kurmaca düzene i olu turmu tur. Pessoa’n n, “Ben yaz lacak bir roman n kahraman y m.” sözüne Saramago, “Ricardo Reis’in Öldü ü Y l, ba ka bir hayat n, bir yalan n var olmas na imkân tan yor; dolay s yla ba ka bir gerçeklik, ba ka bir maske de var olabilir.” eklinde yan t verirken, maskenin de en az yüz kadar gerçek oldu unu söylüyor. Saramago, bir müsteardan yola ç karken kurmacay tersyüz etti i kadar, kar s na ç kard hayat da (Pessoa) yeniden tersyüz ederek yönünü tekrar kurma kurmacaya çevirmeyi ustal kla ba ar yor. Pri vin’in, “Sak n bir yazar n ustal ki ili inde olmas n?” sözüne dönersek, amaçlanan, “yazman n büyüsünü” yakalamak, o ustan n gizine s zmakt r. Dahas o ustal n hünerini kendi ustal na çalmakt r. Belki de hesab yap lan, yazman n ‘empatik’ deneyimidir. Bütün çabalar na kar n romanc lar n bu alana s zmakta zorland klar n da söylemek gerekir. Çünkü pe inde olunan ey, ya anm l n içinde gizli bir s r de ildir.
KURMACA LE B YOGRAF N N SINIRLARI Sorunun tonlamas n n, hayat n n mahremleri k r lm bir yazar n kurmacan n içine dâhil edilmesinin daha zorlu bir tercih olu unu içerdi inin de elbette fark nday m. Çünkü bir yazar hayat ndan söküp kurmacan n içine almak, daha farkl bir terazi kurmay gerektirir. E er roman yaz lacak yazar n ya anm l klar çok ciddiye al n rsa o zaman eser roman de il biyogra olarak kalabilir; yok e er ya anm l klar tamamen bir kenara b rak l rsa bu sefer de konu edilen yazar n skalanmas , hayat n n yok say lmas gibi bir tehlike ortaya ç kar. Usta yazar José Saramago, Fernando Pessoa’n n müstear isimlerinden biri olan Ricardo Reis’i, Brezilya’dan anayurdu olan Portekiz’e dönme karar alan bir doktor olarak kurgular ve Ricardo Reis’in Öldü ü Y l roman nda
Fernando Pessoa
BULGAKOV’UN MOLIÉRE’ Tiyatro tarihinin en büyük isimlerinden Moliére, e ine az rastlan r bir ustal kla, ço u kez tamamen ki isel durumlardan yola ç k p toplumsal projeksiyonlu eserler var etmi ti. nsan denilen varl n zeminine o kadar sahici, derinden dokunmu tu ki, onu kat kat perdelerin ard nda bir evren, bir dünya olarak açm t . Mizah denilen kara kehanetin üzerindeki bulutlar
8
al rken mizah h m na en çok maruz kald silahla donatm , bir dü ünme edimi biçiminde kurgulam t . Mihail Bulgakov, Moliére Efendi adl roman nda Moliére’i kendisinin de hakikatine dokunan bir yazar olarak kurgulam , öyle anlatm t r. Moliére’e olan borcunu onu yazarak ödemeye çal rken, öte taraftan kendi hakikatini onun ya amöyküsü sarmal nda anlatarak ona tekrar borçlanm t r. Romanda da görüldü ü üzere Moliére, herkes gibi ki isel husumetleri de olan bir insand r; ama o öldükten sonra bile kinini sürdüren bir kurum vard r: Kilise. Bu da Moliére’in sanat n n sorumluMoliére luk lu boyutunu kodlayan bir b durumdur. Ancak bir ba ka kurumun çökmeb sinden sonra tam anlasi m yla do an Bulgakov m da d benzer bir sorumluk ta mam m d r? Bulta gakov, Moliére’i Jurg gaz g Yay nevi’nin “Ünlü nsanlar n Ya amlar ” n adl dizisi için yazm a t r. t Yaln z kitap Sovyet d dü ünce çizgisinin uzaMOL ÉRE na dü mekle ele ti rilmi ve Bulgakov’dan ri ya onu yeniden yazmas istenmi tir. Roman 1962’de Molodoya Guardiya Yay nevi taraf ndan bas ld nda ise Bulgakov öleli 22 y l olmu tur. Yazar, ölümünden önce Moliére Efendi roman n sahneye koymak isteyen yönetmen N. M. Gorçakov’a u notu iletmi tir: “Moliére’imi de i tirip düzeltmeyi kesinlikle reddediyorum, çünkü anlad ma göre temel dü ünce yok edilmek ve bana ba ka bir oyun yazd r lmak isteniyor.” Bulgakov, bu mutlulu u ya amadan ölmü tür ama Moliére, Tartuffe’ün sahneleni ini bütün engellere ra men görmü , hatta bu oyunu kral n huzurunda oynam t r.
KAPAK
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
kahraman olarak yazar Asl nda ne kadar benzer ya amlard r ikisininki! Moliére, babas n n sayg nl n n, itibar n n gölgelenmesi u runa -ki o dönemde tiyatro köçeklik, çengilik düzeyinde bir itibara sahipti- tiyatroyu ye ler; Bulgakov ise sanat u runa sadece yaz nsal kariyeri de il hayat pahas na sanattan yana tav r al r.
T YATRO SAHNES NDEK ANLATICI Bulgakov, “Moliére’im” dedi i roman nda, bir tiyatro adam n anlatt n n fark ndad r, bu yüzden roman adeta bir tiyatro sahnesi biçiminde kurgular. Sahnedeki oyuncular n en önünde duran, seyircilere (okura) ve oyunculara su e veren bir anlat c vard r. Bulgakov henüz romana ba larken, alt na girdi i yükün de fark ndad r. 13 Ocak 1622’de erken do an erkek çocu un ebesine: “E er bu eban ma dünyaya getirdi i çocu un kimli ini aç klayabilseydim, hem yeni do an yavruya hem de Fransa’ya zarar dokunacak kadar tela lan p heyecanlanabilirdi.” diye yazan Bulgakov, sonra hemen kendi do um sanc s na döner: “Cepleri kocaman bir ceket giymi im ve elimde çelikten de il kaz tüyünden bir kalem var. Önümde balmumu mumlar eriyerek yan yor ve beynim alev alev.” Bulgakov romanda Moliére’i kronolojik bir seyirle anlat r ve do um sahnesi ile aç lan perde ölüm sahnesi ile kapan r. Ku aklar boyu hal c l k ve saray dö emecili i yapan inanm H ristiyan Jean Baptiste, en büyük o lu Moliére’i de baba mesle inin varisi olarak görür. Ama tiyatro denilen o büyük sahneye ç kal kilisenin h m na u ram olan Moliére’i hiçbir papaz defnetmek istemez. Sonunda Moliére kral n arabuluculu u ile vaftizsiz çocuklar n, müntehirlerin gömüldü ü bir yere gömülür. Ancak cesedi evinden ç kart l p de n yerine götürülürken evin etraf ndaki kalabal ktan yükselen alk sesine yuhalama sesleri de kar r. Ne var ki, Frans z Devrim’ini gerçekle tirenler Moliére’e olan borçlar n n fark ndad r, ona ait oldu undan emin olmasalar da Moliére niyetine bir mezardan ç kard klar kemikleri bir an tkabire ta rlar. Çünkü onunla, Avrupa sekülerli inin akl olan Fransa’da belki de ilk kez kilise ile edebiyat bu kadar gözüpekçe kar kar ya gelmi tir. Bulgakov roman n sonunda sanki Moliére’e o an tkabir üzerinden de il de günahkârlar mezarl üzerinden seslenmi ve onunla vedala m t r: “Ve ben onu hiç görme olana bulamam olan ben, onu selaml yor ve
Virginia Woolf
elveda diyorum.” Seyirci gitmi , oyuncular susmu , anlat c yitmi tir. Roman, Moliére mizah n n tersine, som kederden bir veda ile kapanm t r.
David Lodge
iki hayat daha anlat r. Bayan Clarissa (Dalloway) 20. yüzy l sonunda New York’ta, Bayan Brown ise 1949’da Los Angeles’ta ya amaktad r. Woolf 1923’te henüz Mrs. Dalloway’i yazmaya çal maktad r; yazar Clarissa kendisine Dalloway ismini takan Carrouthers ödülünü alm AIDS hastas air arkada Richard’ n ere ne bir parti vermenin tela ndad r. Bayan Brown ise hamiledir ve yata nda bir yandan Woolf’un Mrs. Dalloway roman n okurken bir yandan da küçük o lu Richard ile vakit geçirmektedir. Cunningham bir kum saatini çevirircesine kurmacay ve gerçe i dönü ümlü anlat rken büyük bir ustal kla üç hayat da Woolf’ta birle tirmeyi, ona ak tmay ba ar r. Woolf’un kederinin yak c l n göstermek istercesine romandaki kederi Clarrissa, Bayan Brown ve air Richard aras nda üle tirir; ama bu öylesine güçlü bir kederdir ki, her üç hayat da yakar. Woolf’un romanlar ndaki parçalanmalara, k r lmalara kar n Cunningham üç hayattan yekpare bir öykü ç kar r. Üç farkl dokuyu, zekân n har yla tek bir bünyede pi irmeyi ba aran Cunningham’ n roman lme de uyarlan r ve ba rol oyuncusu Nicole Kidman’a Oscar getirir. Cunningham, belki cüretini yat t rmak için, roman n henüz ba nda insan n inanmakta zorland u sözü söyler: “Bir zamanlar Mrs. Dalloway de bir i e mürekkep ve bo sayfalardan ibaretti.” ngiliz romanc David Lodge Yazar, Yazar adl yap t nda ngiliz edebiyat -
WOOLF’UN TEK NS Z KARANLI I Michael Cunningham, zekân n zehirledi i süzme kederden dövülmü bir hayat , ona denk bir kurgu ile yazd Saatler’de Virginia Woolf’un tekinsiz karanl n efkatin klar yla ayd nlatm t r. Sanki ba lanm , b rak lm , yeniden ba lanm ama hep eksik kalmaya mahkûm bir roman gibi ya anm bir hayatt r Woolf’unki. Çekti i i kenceler kar s nda suçunu itiraf eden bir mahkûm gibi, kendini cebinde ta larla rma n sular na teslim etti inde, ard nda bir suçun itiraf gibi bir hayat b rakt . Leonard’a veda mektubunun sonunda u cümle vard : “Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan dü ünemiyorum.” Cunningham, Woolf’un bedeninin a z kapal saydam bir cam i e gibi kâh suya bat p kâh ç kt o saatlere u rar ilkin. Y l 1941, aylardan martt r. Woolf, yine garip sesler duymu tur, bu seslerin onu yeniden teslim almas na art k tahammülü yoktur. Ve karar n vermi tir. Leonard, Woolf’un b rakt mektubu okurken o çoktan suya batm t r. Cunningham, zaman geriye sarm 1921’e geri dönmü tür, yani Woolf’un intihar na henüz 20 y l vard r. Virginia Woolf’un hayat sadece onun ya ad klar üzerinden ayd nlanacak bir hayat de ildir. Ve Cunningham, Virginia’n nkine ko ut
9
n n kö e ta lar ndan Henry James’in hikâyesini anlat r. James, döneminin en önemli romanc lar ndan biridir; ama hiç hesapta olmayan küçük bir detay, onun sakin ve endi esiz hayat na burnunu sokmaya ba lam t r: Romanlar art k eskisi kadar ilgi görmemektedir. Azalan teli er, dü en tirajlar, bir de kaybolaca ndan korktu u ilgi James’i ba ka türde eserler yazmaya, belki de rü dünü yeniden ispata zorlar. Ayr nt y romanc l n n alametifarikas yapan James’in, gözleri yava yava kör olmaya ba lam ressam arkada Du Maurier’nin çocuksu bir hevesle yazd Trilby roman ise döneminin en çok satan roman olmu tur. Asl nda David Lodge baht tahterevallisinin bir ucuna James’i di er ucuna Du Maurier’yi oturturken, bizi yazarl n ve ba ar n n do as ile de yüzle tirmek ister: Ne kadar gördü ünüz, neyi, nas l anlatt n z çok da önemli de ildir, önemli olan yazd n z n size nas l geri döndü üdür.
BA KAHRAMAN HENRY JAMES Romana ba larken James’ten yap lan, “Biz çal r z, elimizden geleni yapar z; her eyimizi veririz. Ku kumuz tutkumuzdur ve tutkumuz görevimiz. Gerisi sanat n ç lg nl d r.” al nt s asl nda Yazar, Yazar’ n temel sorunsal n özetler. “Anglo Amerikan Balzac olmak istiyorum.” diyen James için kaybedilen ilgi, Balzac olma hesaplar n altüst eden bir azaba dönü ür. Bekledi i kar l alamad birkaç romandan sonra tiyatro yazarl na heveslenir. James’in ne ilk oyunu The American ne de o çok ey bekledi i Guy Domville umdu u ilgiyi görür. “Yazar! Yazar!” ç l klar aras nda sahneye ça r lma beklentisi, hayallerinde kal r. Ama James tiyatro yazarl ndan tekrar romana döndü ünde eskisine nazaran daha güçlü diyaloglar yazd n fark eder. Yazar n bu tesellisini Jamesvari bir detay olarak kayda geçiren Lodge, her zaman için onun as l kimli inin romanc l k oldu unu gösterir. Lodge, kurgu ile gerçe i birbirine bu kadar yakla t rmas na ra men kurguyu ziyan etmez. Çünkü çok derin bir efkatle yakla t bu adam n biyogra den çok da hazzetmedi ini bilir. James’in azab , ba ka yazarlar n romana kat lmalar ile daha da harlan r. Sözgelimi Henry James bu s k nt lar ya arken Oscar Wilde henüz o tepeyi yere daha sert çak lmak için ç kt n bilmez, mutlu ve kibirli olman n key ni sürmekle me guldür.
KAPAK
KÝTAP ZAMANI
“ROMANDAK BÜTÜN S MLER GERÇEKT R” Roman n ba nda kar m zda ölüm dö e inde olan bir Henry James vard r. Kendisine devlet taraf ndan Liyakat Ni an verilmi tir, ama James bu ödülü ald n fark edemeyecek kadar hastad r. Lodge bizi Henry James’in ba ucunda çok tutmaz, hemen ikinci bölümde orta ya lar na götürür. Çünkü hikâyenin çekirde i bu dönemde sakl d r. Henry James’in hiç de uzaktan bak ld gibi dertsiz, tasas z bir hayat sürmedi ini görürüz. Kitab n sonunda Lodge, ona Liyakat Ni an ’ndan çok daha de erli bir hediye vermek istercesine öyle der: “E er James’i görseydim ona: ‘Sen ngiliz diline sadece bir kelime katt n Henry James, ama gurur duyulacak bir kelime: Jamesvari.’ derdim.” Lodge bizi kurmaca bir eser yazd hususunda uyard ktan sonra küçük bir istisnay vurgular, “romandaki bütün isimler gerçek, ya am kimselerdir.” u uyar da bizi bir yazar n etraf nda kurgulanan romanlar hakk nda tekrar dü ünmeye ça r r: “Bu kitap bir romand r ve bir roman olarak yap land r lm t r.” Saatler lminde rol alan Nicole Kidman’ n, James’in Bir Kad n n Portresi adl roman ndan uyarlanm lmde de oynad n belirtelim.
ROMANLA TIRILAN DOSTOYEVSK Dostoyevski gibi Yahudi dü man , Rus milliyetçisi bir yazar n hayat n n, biri Yahudi öteki rkç l k kar t iki yazar taraf ndan romanla t r lmas elbette çok yönlü bir de erlendirmeyi, okumay mümkün k lar. Baden Baden’de Yaz roman n n yazar Leonid Ts pkin bir Rus Yahudi’sidir ve Dostoyevski’nin Yahudi dü manl ile katmerli bir biçimde ‘ötekile tirdi i’ Yahudiler, Rus Yahudileridir. Petersburglu Usta’n n Nobel ödüllü yazar J. M. Coetzee ise ülkesi Güney Afrika’da rkç Apartheid rejimine kar verdi i mücadeleden sonra ülkesini terk edip Avustralya’ya yerle mi bir isimdir. Leonid Ts pkin de t pk Bulgakov gibi Stalin rejiminin h m na u ram ve eseri Amerika’da bas ld ktan sonra ancak yedi gün ya am t r. Roman n ba nda anlat c (Ts pkin), Dostoyevski hayran d r ve onun hayat na daha yak ndan bakmak için trenle Moskova’dan Petersburg’a do ru yola ç kar. Elinde Dostoyevski’nin Bir Yazar n Günlü ü kitab vard r; anlat c , günlükteki “Yahudi Sorunu” bölümüne gelince Dostoyevski romanlar ndaki Yahudi tiplemelerin bir dökümünü yapar. Ecinniler’in Lyam in’i, Ölüler Evinden An lar’ n say Fomiç’i, Suç ve Ceza’n n itfaiyecisi, Karamazov Karde ler’in Yahudi görünü lü Liza Hohlakova’s ; hepsi kötülü-
ü simgeleyen cins isimler gibi hoyrat bir cömertlikle kullan lm t r. Yahudi kahramanlar na bu denli ac mas z davranan bu adam roman tarihinin en büyük kahramanlar n yazm olan Dostoyevski’dir. Ts pkin bir yandan da Petersburg’dan bir süre önce ç km , Baden Baden’e gitmi olan Dostoyevski’nin hikâyesini anlat r. Susan Sontag, romana yazd önsözde Ts pkin’in cesaretini “gözüpekçe” bir te ebbüs olarak niteler. Çünkü Ts pkin, “geçip gitmi Dostoyevski’nin hayat na” “ imdiki zamandaki kendi hayat n ” dolam t r. Dostoyevski’nin “Rus’un kutsal bünyesinden” söküp atmaya nerdeyse ahdetti i Yahudilerden biri, yazar n ölümünden onlarca y l sonra kan n onun kan yla dü ümlemi tir. Ve Ts pkin’in i aret etti i üzere, o som nefrete ra men, Dostoyevski incelemelerinde Leonid Grosman’dan Borçevski’ye kadar Yahudi “oyma ndan” onlarca yazar neredeyse tekel olabilecek bir konumdad r. Ts pkin sonunda Petersburg’a varm t r, ehir bütün ruhu ve varl ile Dostoyevski’dir. Dostoyevski romanlar nda okudu u sokaklarda gezer, Raskolnikov’un cinayeti i ledi i apartmana girer ve yazar n son nefesini verdi i, sonradan müze olan evi ziyaret eder. O Petersburg’u gezerken, Dostoyevski ise Baden Baden’den dönmü ve ölümü bekledi i yatakta hastad r art k. Yazar gözlerini bu dünyaya kaparken, Ts pkin o gözlerin hiçbir zaman ölmedi ini gösterir.
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Henry James
Fyodor Dostoyevski
“RUSYA’YA NANIYORDU” Ts pkin’in Dostoyevski’si H ristiyan’ken, Coetzee’nin Dostoyevski’si Rus’tur. Bir ba ka Yahudi yazar n, Zweig’ n u tespitini hat rlatmak isterim: “Rusya H ristiyan oldu u için Dostoyevski H ristiyan’d r, o H ristiyanl a de il Rusya’ya inan yordu.” Ts pkin’in roman nda Baden Baden’e, Dresden’e giden Dostoyevski, sekreteri Anna Grigoriyevna ile yeni evlenmi ve üvey o lu Pa a’y Petersburg’da b rakm t r. Henüz onu Dostoyevski yapacak kitaplar yazmam t r. Yoksulluk, sara nöbetleri, kumar illeti daha o y llarda bile büyük bir sadakatle onunla beraberdir. Ama onurunu ortaya koyacak kadar da borçlu bir adam de ildir, henüz. Coetzee’nin Dostoyevski’si ise alacakl lar ndan kurtulmak için Dresden’e kaçm t r. O, Dresden’de iken üvey o lu Pavel anar ist, nihilist Neçayev’in örgütüne kat lm ve aibeli bir biçimde intihar etmi tir. Ts pkin’in Pa a’s babas ölüm dö e inde iken görmek istemedi i üvey çocuk iken, Coetzee’nin Pavel’i ölümü ile babas n n hayat n allak bullak eden, onun için hayat n
J. M. Coetzee
Oscar Wilde
10
tehlikeye att bir delikanl d r ve ya ad klar yla Dostoyevski’nin tövbe etti i gençli inin kar l d r. Ts pkin, göz önündeki Dostoyevski’nin gerçek hayat na kendi bilinmeyen hayat n ekleyerek kurgusal in as n gerçekle tirirken, Coetzee ise Dostoyevski’den tamamen fantastik, kurmaca bir eser ç kar r. Coetzee, Pavel’in masumiyetinin ve nihilist Neçayev’in ac mas zl n n tam ortas nda duran bir Dostoyevski in a eder. Ts pkin ise onun gerçek hayattaki görüntüsünü roman na ta m t r. Ts pkin büyük bir hayranl kla bu eserleri yazan adama bakarken; Coetzee’nin Dostoyevski’si, görünümü ve ya ad klar ndan ötürü insanlar n yazd klar n a k nl kla kar lad , küçük gördü ü bir insand r. Coetzee’nin Dostoyevski’si roman n sonunda anlat c n n a z ndan im ek çak m gibi cümleler yazar, hayat n onu kahreden azab ndan yaz n n ona hayat veren azab na atar kendini. Coetzee roman n , t pk Dostoyevski’nin kahramanlar n vicdanlar yla kar kar ya getirdi i sonlara benzer bir sonla bitirir. Dostoyevski belki hayat ile romanda yoktur ama ruhu hep o roman n kuytular nda dola r. Usta, romana rengini vuran ruhtur.
OSCAR WILDE, B LD N Z G B DE L! Gyles Brandreth, dilimize yak nlarda çevrilen Oscar Wilde ve Mum I Cinayetleri adl kitab nda, ok stratejisiyle, Wilde’ n skandallarla dolu hayat n “bildi iniz gibi de il”cilikle, polisiye bir kurgunun içinden anlat yor. Yaln z 35 ya ndaki Wilde’ n hayat ndan çok, o muhte em dehas n ön plana ç karmaya çal yor. Ama Brandreth, Wilde’ n dehas na o kadar fazla tesadüf yükü bindiriyor ki, bir süre sonra anlat Wilde’ n dehas ndan çok tesadü erin kontrol etti i bir düzleme geçiyor. Do rusu yazar, tesadüflere Wilde’ n zekâs n çalmaya çabalasa da ortaya ç kan sorunlar, onlar çözen dehadan daha karma k ve gizemli kald ndan, art k dehay da a an bir gücü gereksinir, bu da tesadüftür. Wilde, döneminin önemli yazarlar ndan biridir; ama ba yap t Dorian Gray’in Portresi’ni henüz yazmaya ba lam t r. Onun Dorian Gray’i yazma hesaplar yapt günlerde Londra’da 16 ya ndaki Billy Wood vah ice öldürülür. lk anda Wood’un ölümü kar s nda duyars z kalan Wilde, daha sonra olay n pe ine dü er ve cinayetin müfetti Aidan Fraser taraf ndan i lendi ini ortaya ç kar r. Gyles Brandreth’in romana Sherlock Holmes’ün yazar Arthur Conan Doyle’u da dâhil etmesi renklili i art rsa da kitab n heyecan na ve dinami ine bir güç kazand rmaz. Bütün bir roman boyunca Wilde’a e -
KAPAK
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
lik eden arkada Robert Sherard ayn zamanda hikâyenin anlat c s d r; ama Wilde’ n zekâs na g pta eden, onun insan ötesi güçleri kar s nda acze dü en bir adamd r. u saptamas da roman n temel dinami inin itiraf gibidir: “Oscar Wilde’la arkada olman n en temel ko ullar ndan biri, kurallar onun koydu unu kabul etmektir.” Billy Wood cinayetinin Dorian Gray’in öyküsüyle birçok benzerli i vard r ki, Wilde’ n handiyse bir savsöz hükmüne geçmi , “sanat n art k do aya de il do an n sanata öykündü ü” saptamas na yakla t r r bizi.
ACKROYD’UN GÖZÜNDEN OSCAR WILDE Wilde’ n ya am bir ba ka yazar, Peter Ackroyd taraf ndan bu kez Oscar Wilde’ n Son Vasiyeti ad yla romanla t r l r. Ackroyd, Gyles Brandreth’in aksine, Wilde’ n skandallar n belini büktü ü, onu Paris’te yataklara dü ürdü ü son günlerine gider. Roman bir günlük biçiminde kurgulanm t r ve Ackroyd, “bildi iniz gibi de il”den ziyade, Wilde’ o muhte em mektubu De Profundis’te etti i tövbenin nda okur. Roman n ba nda, “En basit dersler, en son ald klar m z oluyor. T pk Tanr ’y görmek için kendini ate e at p kül olan Semele gibi ben de gözümü üne diktim ve o ate beni kavurdu. Tozpembe, alt n ça mda içimi dünyaya açabilece imi dü ünürken dünya içyüzünü gösterdi bana.” sözünü söyleyen bir Wilde vard r. Oscar Wilde’ n Son Vasiyeti 9 A ustos 1900 günü yaz lmaya ba lanan ve 30 Kas m 1900 günü yaz lm k sa bölümlerle biten kurmaca bir günlük toplam d r. Wilde, günlü ün son be gününü yazabilecek güçte de ildir, bu yüzden “dostum” dedi i Maurice Gilbert’tan dediklerini yazmas n ister. Cezaevinden ç kt ktan sonra yitirdi i sadece sayg nl k de il, yazman n i di edilen gücüdür de ve onu as l kahreden budur. Kaydedilen son sözü de: “Bir kere daha dilin ve hayat n efendisi olaca m, de il mi anne?”dir.
Lev Tolstoy
ye Övgüler’e bakt m zda Novalis “sar n n” de il, “vahiylerin güçlü rahmi” olarak adland rd gecenin, yani “mavinin” airidir. Geceye Övgüler’in bir yerinde sevgilisini anan Novalis, “Gözlerinde sonsuzluk dinleniyordu” diyor. Mavi Çiçek’i okuduktan sonra insan n içinden geçen, ke ke Penelope Fitzgerald da onun gözlerindeki sonsuzlu un pe ine dü seydi sözü oluyor. Fitzgerald, bir ihtiyat pay olarak Novalis’ten, “Romanlar, tarihin kusurlar ndan do arlar.” sözünü epigraf yapm .
kimli ine varmadan önceki ya ant s n anlatt için Novalis’in romantik kimli i roman boyunca geri planda kal yor. Bu tercihten dolay da iirlerindeki Novalis ile Penelope Fitzgerald’ n Mavi Çiçek roman ndaki Philipp von Hardenberg aras ndaki makas kapanmayacak kadar geni görünüyor. “D dünya sadece bir gölgeler dünyas d r- gölgelerini n dünyas na yans t r.” diyen bir airi, göründü ü kla de il de gölgesiyle anlatmak elbette ki Novalis’ten çok ey al p götürmü tür. Fitzgerald, Geceye Övgüler’in airini romantizmin iki önemli renginden biri olan ‘mavi’ ile anlat r. Zaten Gece-
FLAUBERT’ N PAPA ANI Yazarlar roman kahraman olarak kurgulayan yap tlar içerisinde hiç ku kusuz çok de erli bir yere sahip olan Flaubert’in Papa an , ngiliz romanc Julian Barnes’ n en önemli eseri. James Wood, Kurmaca Nas l ler yap t nda, “ airler nas l bahara ükran duyuyorlarsa romanc lar da Flaubert’e öyle ükran duymal d r. Gerçekten de Flaubert’ten önce ve Flaubert’ten sonra olmak üzere iki ayr zaman vard r.” der. Barnes bu te ekkürü en tok biçimde ödeyen yazarlardan. Flaubert gibi gerçekçili in babas olarak adland r lm bir yazar hayat, kurmaca ve gerçekçilik düzlemlerinde ko ut bir okumaya tabi tutmak sadece cesareti ve yetene i de il, çok me akkatli bir süreci de gereksinir. Yazar, Flaubert’in gerçek papa an n n pe ine dü en roman n ba kahraman ve anlat c s olan Doktor Geoffrey Braithwite’ n aray n en sonunda ‘gerçekçili in’ mihengine vurur. Barnes, romanda iki ko ut hikâye anlat yor. Birincisi Doktor Geoffrey Braithwite’ n kar s n n mahrem hayat , di eri de Flaubert’in papa an n n aran n n hikâyesi. Bu iki ko ut öykü,
NOVALIS VE MAV Ç ÇEK Penelope Fitzgerald, Romantizmin kurucular ndan Alman air Novalis’in henüz Philipp von Hardenberg ad yla bilindi i günlerini gerçe e çok sad k bir kurguyla anlat yor Mavi Çiçek roman nda. 29 y l gibi k sa bir ömre s d rd iirlerle ad Goethe, Hölderlin, Schiller gibi airlerle birlikte an lan Novalis, ba l kald ak m n tastamam hakk n veren bir duyarl kla iirler yazm t r. Ama Penelope Fitzgerald, onun air Gustave Flaubert
12
Novalis
roman n potas nda zaman zaman öyle bir tavda dövülür ki, kurmaca ile gerçeklik iç içe geçer. Belki de Barnes, Doktor Geoffrey Braithwite’ n e inin hikâyesini tam da Flaubert’in, “Ne garip. Romanlarda ac lar kalbimi d ar ya aç p beni duygularla doldururken, gerçek ac lar içimde ta gibi kal p burukla yor ve do ar do maz da kristalle iyor.” sözlerinin kar s na dikiyor. Barnes, Flaubert’in “Saf Bir Yürek” adl öyküsündeki konu ma yetisinden hemen hemen yoksun olan Felicite ile dilin temsili olan papa an Loulou’dan yola ç k p Flaubert’in hayat na s zarken u denklemi kurar: Felicite+Loulou= Flaubert. Barnes, “Daha ortaya ç kmadan önce bile diri diri derimi yüzüyorlar.” sonras nda ise “E er günün birinde ortaya ç kacak olursam, ba tan a a z rhlara bürünmü olarak ç kaca m.” diyen Flaubert’i, belki de iyimser bir kâhin konumunda tutmamak için bu iki tespitinin aras nda bir yerde anlat yor.
TOLSTOY’U ANLATAN ROMAN Jay Parini, Son stasyon roman nda çalkant l bir denize benzeyen bir ya am , Lev Nikolayeviç Tolstoy’u a rl yor. Tolstoy, Yasnaya Polyana istasyonunda 82 ya nda ölürken, terk edip kaçt e i Sonya 66 ya ndad r ve ona tam on üç çocuk vermi tir. Parini, bir belge-roman yazmak istemesinden ötürü bütün kahramanlara mikrofon uzat p kendisini kenarda bir seyirci olarak tutar. Bu tercih gerçek bir Tolstoy roman ndan çok kurmacayla suland r lm bir biyogra ortaya ç karm t r. Parini, Tolstoy’u onun dilinden anlatt kadar, kar s Sofya Andreyevna’n n can dostu, yay nc s Çertkov’un ve son dönemlerindeki sekreteri Bulgakov’un sözleriyle de anlat r. Tolstoy’un hayat n bu denli silkeleyen, k y lar n döven iç azaplar yaz k ki romana sinmemi tir. Parini, roman n sonunda, “Tolstoy’un hayat n n son y l n olu turan gerçek olaylar n sahiline olabildi ince yakla t m.”
KAPAK
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
FOTO RAF: ZAMAN, TURGUT ENG N
KÝTAP ZAMANI
Jale Parla
diyor ama roman n gerçekli ini kurmak sadece gerçe e yakla makla mümkün olmuyor. Tolstoy, romandaki günlüklerinin birinde e i Sofya’ya, “E er gelecekte birileri benim senin ya ad m mücadelenin en s cak anlar nda yaz klar mdan yola ç kacaklarsa eksiksiz bir portre sunmu olamazlar.” diyor. Ölümünden sonra Moskova’da o kadar büyük bir kalabal k toplan r ki, Çar bir isyandan korkar ve güvenlik güçlerinin say s art r l r, günlerce okullarda dersler verilmez, gazetelere sansür uygulan r. Parini, Tolstoy’un di er yazarlarla kurdu u ili kileri de yans t r. Tolstoy, Gandi’yi mücadelesi için kutlarken ona uyar larda da bulunur, Bernard Shaw’u Tanr ve er meselesini aka konusu yap lamayacak kadar ciddi bir mesele oldu u hususunda uyar r, züppe ve sevimsiz buldu u Turgenyev’i ise “Rusça yaz lm Frans zca romanlar yazmakla” ele tirir.
c l m z için rükün say labilecek bir yazar etraf nda yaz lm roman say s , yaz k ki oldukça s n rl say dad r. Türk edebiyat n n meccani arkeolo u Selim leri bu ba lamda akla gelen ilk yazar. leri, Mavi Kanatlar nla Yaln z Benim Olsayd n ve Daha Dün adl romanlar nda, Abdülhak inasi Hisar’ kahramanla t r rken, Ya mur Ak amlar adl öykü kitab nda “ ark ve Garp, Ne ark Ne Garp” adl uzun öyküsünde ise Ahmet Hamdi Tanp nar’ kahramanla t r r. leri, özellikle bu öyküde Tanp nar etraf nda o kadar katmanl bir okuma gerçekle tirir ki, Akif’ten Re k Halit’e, Sabahattin Ali’den Azra Erhat’a, Taranc ’dan Ha im’e birçok air ve yazar a rlar. Cemil evket Bey, Aynal Dolaba ki El Revolver roman nda ise Nahid S rr Örik’i kahramanla t rm t r leri. Be ir Ayvazo lu, Bozgunda Fetih Rüyas adl roman yla Yahya Kemal’i, skender Pala ise Od roman yla Yunus Emre’yi eserinde a rlar. Son döSelim leri nemde Sema Kaygusuz Karaduygun adl roman na Birhan Keskin’i buyur eder. Bu romanlar, yazarlar n daha fazla göründükleri bir alt tür olarak alg lanabilir. Ama sanat n ve sanatç n n rolü ve i levi üzerine en çok kafa yoran romanc lardan biri olan Flaubert, “Sanatç gelecek ku aklar hiçbir zaman ya amam oldu una inand rmay ba armal d r.” diyor. Belki de yazarlar kahramanla t ran romanlar, tam da Flaubert’in dedi ini tamaml yor, o etiyle, kan yla, can yla var olmu ki ileri bir roman n içine ta yarak onlar gelecek ku aklar n gözünde ya amad klar na inand r yor, tamamen edebiyata mal ediyor.
EDEB YATIMIZDA ‘YAZAR’ ROMANLARI Jale Parla, Türk Roman nda Yazar ve Ba kala m adl ufuk aç c yap t n n ilk bölümünde, künstler-roman (sanatç romanlar ) ba lam nda söz al rken hem bu roman türü ile ilgili ontolojik bir saptama yapar hem de söz konusu romanlar n ideolojik i levine de inir: “Künstler-roman türünün ba ki ileri air ve yazarlard r; ama bu durum, sanatç romanlar n n esas meselesinin sanat olmas ndan kaynaklan r.” Ahmet Mithat’tan Vedat Türkali’ye, Halit Ziya’dan Orhan Pamuk’a de in onlarca yazar, künstler türü romanlar yazm t r. Ama özellikle eserleri ile roman-
13
Yapı Kredi Yayınları
ROMAN
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Büyülü geçmi in izinde Haruki Murakami’nin bütün dünyada yank uyand ran 1Q84 adl roman Türkçede. George Orwell’ n ünlü 1984’ünü kendine ç k noktas alan, hem bir a k hikâyesi, hem bir aray kitab , hem ya ad m z dünyan n gerçekli i üzerine dü ünmemizi isteyen bir metin, hem de zaman zaman gerçeküstücü bir hale bürünen uzun bir roman denilebilir 1Q84 için. 1Q84, HARUKI MURAKAMI, ÇEV.: HÜSEY N CAN ERK N, DO AN K TAP, 1256 SAYFA, 48 TL
FOTO RAF: REUTERS, BAZ RATNER
H
AL EM RO LU
aruki Murakami’nin bütün dünyada büyük yank uyand ran ve sadece Japonya’da dört milyonun üzerinde satan son roman 1Q84, ad ndan da anla laca üzere, George Orwell’ n ünlü fütüristik ve distopik roman 1984’e göndermeler içeren, bu kitab kendine referans alan ama temelde çok farkl ba lamlara ta nan bir roman. (Q har nin Japoncada dokuz say s na tekabül etti ini ve bir çe it soruyu da bar nd rd n unutmamam z gerekiyor.) 1984 ve 1Q84 aras nda, gerek kahramanlar, gerek gelecek veya geçmi krinin kurgulanmas , gerekse romanlar n üzerine in a edildi i niyet düzeyinde çok fazla benze me var. Ama iki roman aras nda temel bir fark Murakami’nin kendisi de aç klama ihtiyac duyuyor: Orwell, kitab n uzak bir gelece i tasarlayarak yazarken, Murakami gelecek yerine geçmi i konu al yor. Bir yanda tekinsiz, bask larla örülmü , dünyay bekleyen tehlikelere odaklanan bir roman; di er tarafta Orwell’ n gelecek tasar m n da a an bir geçmi kri.
Öte yandan, bu uzun roman boyunca hem Orwell’a hem de ondan sonraki pek çok yazara ve Japon halk masallar na göndermeler içeren bir yap ya do ru ilerliyor Murakami. Roman n erkek kahraman Tengo, bir ölçüde Orwell’ n roman ndaki Winston karakterinin izdü ümüdür. Yine Orwell’ n Julia adl kahraman ile Aomome aras nda ba lar mevcut. ki kitap aras ndaki göndermeler bunlardan ibaret de il. Orwell’ n roman ndaki O’Brien adl ajan ile Murakami’nin roman ndaki U ikava adl dedektif aras nda da birtak m paralellikler görülebilir. 1Q84’te hayli anlaml bir yeri olan NHK adl kurum ve “paralel dünyada” kar m za ç kan Little People’la Orwell’ n roman ndaki Big Brother kri aras nda da benzerlikler kurulabilir. Bu ba lamda, 1984’ü kendisine ç k noktas alarak ilerleyen, hem bir a k hikâyesi, hem bir aray roman , hem de ya ad m z dünyan n gerçekli i üzerine de dü ünmemizi isteyen, zaman zaman fantastik, zaman zaman gerçeküstücü bir hale bürünen uzun bir roman denilebilir 1Q84 için.
GERE NDEN FAZLA UZUN…
K PARALEL H KÂYE 1Q84 pek çok yan hikâye ve kahraman bar nd rmakla birlikte temelde iki ana kahraman üzerinden ilerliyor. Otuzlu ya larda bir kad n olan Aomome ve ilkokul arkada Tengo’nun paralel hikâyeleri bu uzun roman boyunca ba ba a yürüyor. ki hikâye zaman zaman birbirine olabildi ince yakla mas na ra men, roman n sonuna kadar bir türlü bulu muyor. Aomome, kendine has bir yöntemle insanlar öteki dünyaya gönderen bir seri katildir. Ona bu görevi veren Madam, öldürülecek insanlar kad nlara iddet uygulayan erkekler aras ndan seçen hayli varl kl biridir. Aomome’nin görevi Madam’ n belirledi i bu insanlar fark edilmeyecek bir ekilde öldürmektir. Ama günün birinde kendisine verilen görev, en zoru olur. Çünkü bu kez öldürülecek ki i, ba lang çta sol bir örgüt olarak kurulan, ormanda bir çe it komün hayat ya arken birdenbire dinsel bir cemaate dönü en ve ad m ad m ülkenin en önemli örgütlerinden biri haline gelen Öncüler’in gizemli lideridir. Cemaatten kaçan öz k z na bile iddeti reva gören bu adam öldürme görevi verilir Aomome’ye. Di er hikâyede kar m za ç kan erkek karakter Tengo, bir matematik ö retmeni ve romanc aday d r. Günün birinde ken-
ORWELL’A GÖNDERMELER
Haruki Murakami
disine bir roman dosyas verilir ve onu yeniden yazmas istenir. Edebî bir oyun havas nda ba layan bu giri im Tengo’yu sonu gelmez bir cenderenin içine çeker. Düzeltilip yeniden yaz lan roman on yedi ya nda bir k za aittir; k z Öncüler cemaatinin bask lar ndan kaç p cemaatin dünyas na ait birtak m nüveler içeren bir roman yazm t r. Roman beklendi i gibi k sa sürede ilgi oda olur. Öte yandan tüm dikkatler cemaate ve onun gizemli liderine çevrilir. Böylece on ya nda birbirlerinden ayr lan, birbirlerini yirmi küsur y l boyunca bir kere bile görmeyen Aomome ve Tengo’nun paralel hikâyeleri örülür. Kad nlara zarar veren erkekleri öldüren bir seri katil ile onun öldürdü ü son adam n cemaatini anlatan roman n gizli (yeniden) yazar Tengo aras nda bir aray , kaç p kovalamaca, yak nla p uzakla ma hikâyesi ba lar. üphesiz, kitab böyle özetlemek 1256 sayfa uzunlu undaki romana haks zl k olur. 1Q84’te yüzlerce alt hikâye ç k yor kar m za. Dahas , kitab n sonuna do ru Öncüler Cemaati’nin tuttu u U ikava adl dedekti n hikâyesi de bu paralel hikâyeye ekleniyor. Böylece kaçan ve kovalayan, av ve avc aras nda, zaman zaman yer de i tiren gizem-
li bir hikâye do uyor. Giderek çok katmanl ve çok sesli bir hale bürünen 1Q84’te bir yandan bildik bir a k, kavu amama ve aray hikâyesi anlat l rken, bir yandan da “Ya ad m z dünya gerçek mi?” sorusuna cevap aran rcas na, modern dünyan n yozla mas n ve yabanc la mas n daha iyi anlatmak için dü sel bir serüvene davet ediliyor okur. Böylece, 1984 y l nda, yani Orwell’ n i aret etti i y lda geçen roman, birdenbire dü sel bir dünyaya, garip bir ‘ imdiki zaman’a geçi yap yor. Aomome, gökyüzünde iki ay n belirdi i bu dü sel dünyaya tam da roman n ba nda geçer. Bir otobanda taksiden inip bir tünele do ru ilerlerken, kendini bir anda 1984 y l nda de il de, 1Q84 y l nda bulur. 1Q84 y l , kolektif bilinçalt n temsil eden ve ad na Little People denilen garip canl lar taraf ndan yönlendirilen, dü sel oldu u kadar gizemli bir zamand r. Bir yanda gerçek hayat, di er yanda dü sel bir zaman dilimi. Bir yanda iyilik, di er yanda kötülük. Böylece 1Q84’te Orwell’ n tekinsiz gelecek krinden uzakla arak yine tekin olmamakla birlikte içinde her zaman bir parça inanç bar nd ran bir ba lam yarat yor Murakami.
14
Roman n ço u yerinde kad nlar n salt bir cinsel nesne olarak gösterilmesine, gereksiz tekrarlara ve roman n gere inden fazla uzun tutulmas na ra men bütün bu anlat lanlar ilgiyle takip etti inizi anl yorsunuz sayfalar ilerledikçe. Dahas Murakami’nin kendisi de kitab n gere inden fazla uzun oldu u ele tirisini i itmi gibi, sonlara do ru Proust üzerinden e lenceli bir biçimde bu ele tirilere cevap veriyor. Roman n kad n kahraman Aomome, kendisini her yerde arayan adamlardan kaç p adresi bilinmeyen bir yerde saklanmaktad r. Bu gizli yerde Madam’ n sad k yard mc s Tamaru sayesinde ihtiyaçlar kar lanmaktad r Aomome’nin. kisi telefonda konu urken bir çe it ihtiyaç listesi olu turmaya çal rlar. Aralar nda öyle bir diyalog geçer: “Proust’un Kay p Zaman n zinde’sine ne dersin?” dedi Tamaru./ “E er okumad ysan okuman için iyi bir f rsat olabilir.”/ “Sen okudun mu?”/ “Hay r. Benim hapishaneye girmi li im yok. Bir yerlerde uzun süre gizlenmemi gerektiren bir durum da olmad . Öyle bir durum ç kmay nca Kay p Zaman n zinde’yi okuman n zor oldu unu söylüyorlar.” “Bir yerlerde uzun süre gizlenmenizi gerektiren bir durum” varsa Murakami’nin hayli gereksiz yere uzat lan 1Q84 roman orada iyi vakit geçirmenize yard m edebilir üphesiz.
EDEB YAT
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
‘Söylemezsem bu a k derdi beni bo ar’ Dr. Mustafa Tatc ’n n haz rlad Yunus Emre’nin Divan- lahiyat’ Kap Yay nlar ’nca okura sunuldu. Çal ma, Yunus Emre’nin yaln zca görkemli eserini de il; ya am n , ö retisini, dilini ve dünyas n da yans t yor. Tatc , böylece y llara yay lan çabalar n n özetini tek ciltte toplam oluyor. D VAN-I LAH YAT, HAZ.: MUSTAFA TATCI, KAPI YAYINLARI, 1190 SAYFA, 49 TL
FOTO RAF: ZAMAN, MEHMET YAMAN
Y
SADIK YALSIZUÇANLAR
unus Emre’nin Dr. Mustafa Tatc ’n n haz rlad Divan- lahiyat’ Kap Yay nlar ’nca okura sunuldu. Ne s bir kapak/cilt ve iç bask yla yay mlanan bu mütekamil, neredeyse kusursuz Divan’ n, “Türkçenin Cebrail”i diye nitelenen Yunus Emre’nin sadece görkemli eserini de il; ya am n , ö retisini, dilini ve dünyas n da yans tt n söylemek mümkün. Tatc , y llara sâri çabalar n n özetini böylece tek kitapla bize iletmi oluyor. Bu yay n , yine y llard r Yunus Emre’nin hermetik dilini çözmeye çal an Tatc ’n n bir Divan erhi, itin Ey Yarenler izleyecek. Bu iki kitab n bütün kitapl klarda bulunmas gerekiyor dense yeridir. Yunus yorumlar n n tek kitapta toplanmas isabetli olacakt r. 1177 sayfal k kapsaml kitapta, söz ba ve k saltmalardan sonra u ba l klar görüyoruz: Yunus Emre’nin Hayat , Eserleri, Türkçesi, Edebiyat m zdaki Yeri, Dü üncesi ve Sanat . Devam nda, Yunus Emre Divan metni, “Risalutü’n-Nushiyye”, bir ba ka Yunus’un  k Yunus’a ili kin bilgi ve iirlerinden seçmelerle kavramlar dizini…
TÜRKÇEN N KURUCU A R Yunus Emre -Tatc ’dan ö reniyoruz ki- k r Türkçesini bir irfan ve dü ünme diline dönü türmü olan kurucu bir airdir, bir ariftir. Hünkâr Hac Bekta - Veli’ye bu day talebiyle giden, giderken arma an olarak götürdü ü da al çlar n n her çekirde ine bir, üç veya yedi nefes önerilen, kabul etmeyerek bu day al p köyüne dönerken uyanan, tekrar dönen, bu day iade edip nefes dileyen, fakat çilingiri olacak Tapduk Emre’ye yollanan ve y llarca o ocakta e itim gören bir insan- kâmildir. Gerisindeki Aziz’ce Türk dilinde konu turulmu , dili bir bilgelik ortam na dönü türmü , farkl sembolizm alanlar n kullanarak marifetullah gündelik dile indirmi tir. iirleri yal n, hatta basit görülebilir. Ki bu onun, bilgiçler veya cahiller aç s ndan tuza da say lmal d r. Yunus Emre, hakikati Türkçe söyleyen bir ariftir. Marifeti Hak’tan alm , üstad na teslim olmu , can vermi canan bulmu tur. lahileri, kendi manevi yetkinle me sürecinde söyledikleridir. O, “Dilsizler haberini kulaks z dinleyesi/ Dilsiz kulaks z sözü can gerek anlayas ” diyen bir dil virtüözü, bir hakikat avc s , bir kâmil dervi tir. Dervi lerin ni an olmazm . Yunus Emre, ni ans zl n ni an d r ve iirlerini gönül kitab ndan okumu , söylemi tir. Yunus’u bir kâ if gibi bize yeniden tan tan ve gizlerini aç a vuran o e siz yorumlar yla Mustafa Tatc her türlü övgüyü hak etmektedir. Onun bir kar nca sabr yla nas l y llarca çal t n yak ndan bilenler
Mustafa Tatc
teli inde çal malara da imza atm , ari ere özgü o hermetik dilin kodlar n çözmü , bizi hakikat denizine ta m t r. Bu aç dan öncüdür denilebilir. Yunus için bir ari n söyledi i, “sonradan gelenlerin ilki, önceden gelenlerin sonuncusu”dur. Bu, kendi ifadesiyle, “her dem yeni do makt r.” Her dem yeni do ar z, bizden kim usanas … Yunus Emre, devr ü zaman gelince a ka dü mü , Hak i tiyak yla Hazreti Pir gibi yanm , üstad n n tezgah ndan geçmi , nihayet, “söylemezsem bu a k derdi beni bo ar” diyecek kadar dolmu ve ta m t r. A ktan söyleyen dilinin belirdi i bu süreçte bir irfan bülbülü olarak ak maya ba lam t r. Zaman zaman, “münaf klar elinden mana yüzünü örtmü ”, bazen, “Ben bir acip ile geldim kimse halim bilmez benim/ Ben söylerem ben dinlerem kimse dilim bilmez benim” diyerek Hak s rr na ula an ari n o büyülü yaln zl n ifade etmi tir.
dahi irfan n n derinli ini kavrayamam lard r. Özünü tenhaya çekmi , i ini hafada i leyen bilgenin izine basarak sadece Yunus Emre’nin de il, onun yolundan yürüyen di er ari erin iirlerini ve dünyas n da sahih biçimde yorumlayabilmektedir. Böylece Yunus, oryantalistçe s l klara kurban edilmekten kurtulur olmu tur. Bu hazinenin henüz edebî kamu yeterince ayr m na varamasa da, yak n bir gelecekte Tatc ’n n Yunus ve di er ari ere ili kin çal malar n n k ymeti gün yüzüne ç kacak ve teslim edilecektir. Kap Yay nlar ’n n okura arma an etti i bu kapsaml Divan- lahiyat’la birlikte art k Yunus Emre, beylik yorumlardan da ezberlerden de ar nm bir iç gözle okunabilecektir.
HER DEM YEN DO MAK Yunus Emre’nin gerek irfan gerekse edebiyat tarihimiz aç s ndan yerini/konumunu ve de erini en iyi Dr. Mustafa Tatc bilir. Onun son yetkin çal malar ve yorumlar , Fuat Köprülü ve ard llar n n hâs l etti i birikimi defalarca katlam , geli tirmi , o büyük arif airin i retisinin k lcal uçlar na de in s zmam za imkân haz rlam t r. Tatc sadece Yunus Emre çal makla kalmam , farkl irfanî kollar n pirlerinin hayatlar n , eserlerini ve ö retilerini aç a ç karan ke if ni-
BU D VANDA R SAYISI DAHA FAZLA Sunumda da belirtildi i üzere, “Bu Divan, Yûnus’un yeni yeti en nesiller taraf ndan anla lmas , kirlerinin daha do ru ve sa l kl bir ekilde de erlendirilebilmesi için ne redilmektedir. Yûnus Emre’nin Dîvân- lâhîyât’ ndaki iirler, yirmiye yak n yazma nüsha ve mecmuan n kar la t r lmas sonu-
16
cunda ortaya ç km t r. Bu eserin, daha önce yay nlanan ‘Yûnus Emre Dîvân ’ adl çal malardan muhakkak ki farkl pek çok özelli i vard r. Her eyden evvel bu eserde, önceki ne irlere göre iir say s daha fazlad r. Bilinen baz iirlere yeni beyitler ilave edilmi tir. Beyitler aras nda meydana gelen m sra atlamalar as llar na uygun bir ekilde yeniden düzenlenmi tir. Pek çok yanl okuma düzeltilmi ve en önemlisi, iirler en do ru yazmalardan tercih edilmeye çal lm t r. Ne var ki, kulland m z yazmalardan kaynaklanan baz hata ve eksiklikler do al olarak burada da giderilememi tir. Dolay s yla baz beyitlerde görülebilecek hece eksiklikleri veya fazlal klar , kulland m z yazmalardan kaynaklanmaktad r. Elinizdeki bu Divan haz rlan rken baz imlâ özellikleri günümüz telaffuzuna yakla t r lm olmakla birlikte, a r müdahaleden de kaç n lm t r. Bu çerçevede, mesela ünlü yuvarlakla malar oldu u gibi b rak lm t r. Zira yuvarlak gelen bir ek düzle tirildi inde, özellikle ikinci teklik ve çokluk ah s çekim ekleriyle üçüncü ahs gösteren yükleme (akkuzatif) hal eki birbiriyle kar t r lmaktad r. Bu eser, Yûnus Emre’nin tan nmas nda, anla lmas nda, ça n ve gelece in Yûnus’lar n n yeti tirilmesinde faydal olabilirse amac na ula m olacakt r…”
DĂœ ĂœNCE
KĂ?TAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESĂ?
Do u da Bat da O’nundur Prof. Dr. Ăœmit Meriç 19. ve 20. yĂźzy l Avrupa’s n n yeti tirdi i Ăśnemli sosyolog, antropolog ve tarihçilerin klasikle en makalelerinden derledi i çevirilerini I k Bat dan da Gelir isimli kitapta bir araya getiriyor. Derlemedeki ufuk aç c yedi makalenin tamam Frans zcadan çevrilmi . I IK BATIDAN DA GEL R, ĂœM T MER Ç, T MA YAYINLARI, 332 SAYFA, 16.50 TL
te Comte’un. Comte, yeniça n H ristiyan dĂźnya gĂśrĂź ĂźnĂźn yerini almak isteyen Ayd nlanma gelene inin ard ndan, tabiat ilimleriyle ayn yĂśntemleri benimseyen bir insanl k ilminin kurulmas için Pozitif Felsefe Dersleri’ni yazm t . Pozitivizmin de kurucusu kabul edilen Comte’dan “Pozitif Felsefe Derslerine Giri â€? makalesi çevrilmi . kinci makale dĂźnyan n ilk sosyoloji derslerini Bordeaux Ăœniversitesi’nde vererek sosyolojiyi kurumsalla t ran Durkheim okulundan iki isme ait: Marcel Mauss ve Paul Fauconnet. Sosyoloji tarihinde manifesto kabul edilen makale, bir bilim olarak sosyolojinin konusunu, metodunu ve bĂślĂźmlerini inceliyor. Tarihçilerin en sosyolo u olarak bilinen Fernand Braudel’in “Tarih ve Sosyolojiâ€? isimli makalesi tarihsiz ve mekâns z bir toplumun olup olamayaca n , tarihin nerede bitip sosyolojinin nerede ba lad n konu ediyor.
at ’n n sekĂźlerle me ve rasyonelle me yoluyla zik dĂźnyay Ăśnemli Ăślçßde elinde tutmas ve teknolojik geli mede tarihte e ine rastlanmayan ba ar lar elde etmeye ba lamas Do u toplumlar n derinden sarst ve toplumsal bilinçlerinin yar lmas na sebep oldu. Bat l la ma ya da Avrupa modernitesine ula ma, iki yĂźzy l a k n sĂźredir yĂźzleri Bat ’ya dĂśnĂźk ayd nlar taraf ndan ko ulsuz benimsenen bir hedef olarak gĂśrĂźldĂź. Modernle me projesinin Bat kar s nda bir savunma arac olmaktan ç kar l p bir varolu amac na dĂśnĂź mesinin tarihi bizde Me rutiyet’le ba lam t r. Cemil Meriç Bu Ăœlke’de, “Tanzimat sonras TĂźrk ayd n na en çok yak an s fat mĂźsta rip. Edebiyat m z bir gĂślge-edebiyat. DĂź Ăźncemiz bir gĂślge-dĂź Ăźnce. ĂœĂ§ edebĂŽ nevi itibardad r: Taklit, intihal, tercĂźme.â€? der. Yak n geçmi e kadar Said Nursi, Tanp nar, Kemal Tahir, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Peyami Safa, O uz Atay, Erol GĂźngĂśr, dris KßçßkĂśmer gibi bir avuç edebiyat ve dĂź Ăźnce adam n n eserleri d ta tutulursa, n sadece Bat ’dan gelebilece i dĂź Ăźncesi, kir hayat m z n hâkim e ilimiydi. Cemil Meriç 1984 y l nda I k Do udan Gelir’i yay mlad nda çok yaln zd ve bĂźyĂźk bir dĂśnĂź ĂźmĂźn i aret e ini yakt n n fark nda de ildi. Geçen zaman toplumsal ve dĂź Ăźnsel de i imleri beraberinde getirdi. smet Ă–zel’in bir iirinde “Eve dĂśn! ark ya dĂśn! Kalbine dĂśn!â€? dedi i gibi, bĂźyĂźk dĂśnĂź Ăźmler ça n ya yoruz. Her kesimden ayd nlar m z “gĂśzĂź s ms k kapal â€? ve “yĂźzĂź kay ts z arts z Bat ’ya dĂśnĂźkâ€? olmaktan uzakla yor. D. Shayegan’ n ifadesiyle, yaral bilinçlerinden kaynaklanan kĂźltĂźrel izofrenilerini a yorlar. Komplekslerinden kurtulup kendileri olabilirlerse her yĂśne dĂśnebileceklerini, her yerden bir ey alabileceklerini biliyorlar. Ne de olsa Do u da Bat da Allah’ nd r.
YENi
144 sayf 14 ya
LÉVI-STRAUSS’TAN BRUHL’A
KLAS KLE EN MAKALELER Prof. Dr. Ăœmit Meriç 19. ve 20. yĂźzy l Avrupa’s n n yeti tirdi i sosyolog, antropolog ve tarihçilerin klasikle en makalelerinden derledi i çevirilerini Tima Yay nlar ’ndan ç kan I k Bat dan da Gelir isimli kitapta bir araya getirmi . Hepsi Frans zcadan çevrilen ufuk aç c yedi makale var kitapta. Her bĂślĂźmĂźn ba nda o makalenin yazar n n k sa ya amĂśykĂźsĂźne, makale ile ilgili aç klay c bir giri e, eksiksiz bir bibliyografyaya ve yazar hakk nda yaz lanlardan Ăśrneklere yer verilmi . lk makale sosyolojinin hem kurucusu hem de isim babas kabul edilen Augus-
17
+D\DWĂ \D]PDN ELU \ĂšQÄ‘\OH NROD\ ELU \ĂšQÄ‘\OH ]RUGXU +HOH NDOHPLQL] OLVDQĂ DÄ…N ROXUVD )LNULQL] NDÛà W Ä‘]HULQGH GHVHQLQL GRNXUNHQ RQXQ R VHUEHVWLVL LĂ?LQGH Ă?L]JLQL]L NRUXPDN ]RUXQGD NDOĂ UVĂ QĂ ] )DWLK 'XPDQ GD EĂš\OHVL WHKOLNHOL DPD NH\LÄ L ELU \ROFXOXĂ›D GDYHW HGL\RU EL]L eKĹ‚WD eK EĂš O L G OLG O EL O O Ă› eK EĂš\OHVL GHOLGROX ELU \ROFXOXĂ›XQ HGHEĂŁ OLVDQOD G EĂŁ OL O Ă?Ă NĂ OPĂ Ä… LON DGĂ PODUĂ QĂ ROXÄ…WXUX\RU
.LWDEĂ LQFHOHPHN LĂ?LQ PRELO FLKD]Ă QĂ ]GDQ EDUNRGX RNXWDELOLUVLQL]
0212 551 32 25
facebook.com/nesilyayinlari
nesilyayinlari.com
twitter.com/nesilyayinlari
320 SAYFA
Kitab n en ilgi çekici bĂślĂźmĂź, yap sal antropolojinin kurucusu ĂźnlĂź Frans z antropolog Claude LĂŠvi-Strauss’un makalesi. LĂŠvi-Strauss, sviçreli dilbilimci Saussure’den çok etkilenmi , Descartes ve Sartre’a iddetle kar ç km t . LĂŠvi-Strauss’a gĂśre biz Ăśncelikle bilincin de il, dilin, kĂźltĂźrĂźn ve e itimin ĂźrĂźnĂź olan toplumsal varl klar zd r. Kitaptaki “Antropolojiâ€? isimli makalesinde LĂŠviStrauss, antropolojinin temel kavramlar n ve Ăśzellikle sosyoloji ile ili kisini ele alm . Bu temel metinlerin yan s ra kitapta daha spesi k birkaç makale daha var. lki, hukuka sosyolojinin verilerini dâhil ederek modern hukuk sosyolojisinin kurucular ndan biri olan H. Levy Bruhl’un, “Suç ve Suçlunun Sosyolojisiâ€? adl makalesi. Bir di eri televizyonun iktidar , kĂźltĂźr ve de erler Ăźzerindeki etkisi hakk nda Jean Cazeneuve’ßn Televizyonun GĂźcĂź isimli kitab n n birinci bĂślĂźmĂź, “Medya ve nsanâ€?. Sonuncusu ise Ăœmit Meriç’in, tercĂźmesine babas ile ba lay p tek ba na bitirdi i, Comte’la ba layan pozitivist paradigman n çÜkĂź ĂźnĂź haber veren bir kimyac n n imzas n ta yan, Bat ilminin nereden yola ç k p nereye do ru gitti ini sorgulayan ilginç bir yaz : K. Denbigh’dan “ lmi Metod: DĂźzen mi Ă–zgĂźrlĂźk mĂź?â€?. Avrupal sosyal bilimcilerin dĂźnya dĂź Ăźnce tarihini kendi bak aç lar yla de erlendirdikleri bu metinler Ăźlkemizdeki sosyoloji Ăś rencilerine ve konuya ilgi duyanlara yeni ufuklar açman n yan s ra, Bat ’n n geçti i dĂź Ăźnce yolunu ayd nlat rken kendi Ăźlkemizi ve kendi toplumumuzu da tan mam za yard mc olacak.
224 SAYFA
B
CEM MERT
ROMAN
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Geriye kalan, ss zl ktan ibaret ngiliz edebiyat n n güçlü ismi John Fowles’un, ele tirmenlerce en otobiyografik ve kariyerinin en önemli roman olarak tan mlanan Daniel Martin otuz be y l sonra Türkçede. Yazar yine çok geni bir duygu, dü ünce ve ‘belirsizlik’ co rafyas nda, kaybolmaktan hiç korkmadan dola yor. DANIEL MARTIN, JOHN FOWLES, NURAY YILMAZ, AYRINTI YAYINLARI, 720 SAYFA, 45 TL
B
A. ESRA YALAZAN
n ” söyleyen, hayal gücüyle gerçe i bulu turmay seven yazar, insan ve çok sevdi i tabiat hep tutkuyla anlatt . On üç y lda bitirdi i Büyücü’yü yazarken taslaklar sürekli at p Ege’yi, orman , mevsimleri kendi de i ken ruh haline göre seyrederken hep yeniden ba l yormu . 1977’de yay mlanan Daniel Martin’i kaç y lda tamamlad bilmiyorum ama kurgusuna, diline epey emek verdi i daha ilk cümlelerindeki anlat mdan belli oluyor. O bir mekân , insan , a ac tasvir etmeye ba lad nda yal n iirinin sesiyle kendinizi hemen orac kta, o insan n kar s nda buluyorsunuz. Kendi çocuklu u oldu unu k vrak diliyle hissettirdi i bölümde, yazarla birlikte k sac k bir an n içindeyiz: “Çocuk, en yüksek kayalar n aras na yaln z, demetlerin topland ve imdi bo kalan tarlan n yukar s ndaki kireçli vadide, her ilkbaharda misk kokulu, küçük, tuhaf, çabucak solan dört yaprakl moscahatel’i bulmak için gitti i yer buras . (…) Çocuk s rt n kay n gövdesine yaslay p oturuyor, a a daki tarlada ye ile bak yor. Geçmi ve gelecek yok, zamandan ar nm , varolu a gebe bugünü biriktiriyor.”
ir roman n ne anlatt sorusunun birkaç cümleyle izaha muhtaç b rak lmas na üzülürüm, zira bu kolayc l k hem okuru hem de yazar zor durumda b rak r. Romanlar n kimi zaman biraz da n k da olsa olay örgüsü, kurgusu, meselesi vard r elbet, ama gücünü çok katmanl yap s ndan, ayr nt lardan, hayat yeniden canland ran imgelerden, ça r m zenginli inden alan esasl romanlar öyle kolay özetlenemez. ngiliz edebiyat n n yirminci yüzy l na derin ve hakiki izler b rakan John Fowles da o ‘zor’ yazarlardan biri i te. Onun edebiyat n anlatmay güçle tiren sadece romanlar n n yap sal özelli i de il. Modern roman yap s içinde felsefe, psikoloji, mitoloji, estetik, sanat tarihi, mistisizm, arkeoloji, antropoloji, co rafya ve kültür tarihçili i gibi farkl disiplinleri fazla öne ç karmadan hikâyelerine yayabilmesi onu benzersiz k l yor.
EN OTOB YOGRAF K ROMANI Ele tirmenlerin en otobiyogra k ve kariyerinin en önemli roman dedi i Daniel Martin de di erleri gibi özetlenemez. Otuz be y l sonra nihayet Türkçeye çevrilen bu hacimli kitab n di erleri gibi çok geni bir duygu, dü ünce ve ‘belirsizlik’ co rafyas nda, kaybolmaktan hiç korkmadan dola t söylenebilir. Bu müphem tari n bir ad m ötesine geçip yay nc lar n sevdi i türden basit bir tari e, “Roman, Hollywood’da ba ar l bir senaryo yazar olan Daniel Martin’in ölmek üzere olan yak n bir arkada ndan ald telefonla ngiltere’ye dönerek hayat n sorgulamas n ve de i imini anlat yor. Yazar, y llar evvel evlenmesi gerekti ine inand arkada n n kar s Jane’i ve kendisini yeniden ke fediyor.” türünden arka kapak cümleleri kurmak da mümkün ancak bu önce Fowles’la henüz tan mam okura haks zl k olur. Di er romanlar nda oldu u gibi yazar, okurunu somut bilgiyle rahats z edip s kmaktan imtina ederek sezdirme yetene ini kullanm . Geriye dönü ler ve gelece e savrulmalarla hiç durmadan s çrad zaman tünelinde, hikâyelerin derinli inde bo ulmadan dü ünceleri, olaylar birbirine ba layabilme ustal , ona neden hayran oldu umu bir kez daha hat rlatt . Birinci tekil ah sla üçüncüyü ‘iç seslerle’ dengeleyi indeki incelikli dil, insan tabiat na derinlemesine nüfuz edebildi ini gösteriyor. O zekâs n ve birikimini kullan rken bir yazar olarak kendini hep biraz geride tutmay bilmi . Okumad m tek roman Daniel Martin’in tasvirleriyle, çarp c diyaloglar ve gizli felsefesiyle örülü dünyas na girince öncelikle bunu dü ün-
‘ZAMANDAN ARINMI LIK’
John Fowles
zar n ‘otobiyogra k’ bir roman tasarlarken amac n n, ya ad klar n aynen aktarmak oldu unu sanm yorum. Ya arken tan may tutkuyla arzulad m tek yazarla ölene kadar inzivaya çekilip ya ad Lymes Regis’deki evinde kar la sayd m e er, ac çekmenin zehrini zarif bir so ukkanl l kla anlatabilmesinin ve kabullenmesinin s rr n sormak isterdim ona. Ama bu sorulmaz de il mi, zaten hepsi romanlar ndan üstü üste y lan hikâyelerle ak p geçiyor. O okuyucular yla kar la maktan pek hazzetmezmi zaten. “Benimle konu mak istemelerinin sinirime dokunaca n fark etmiyorlar, onlar böyle al t ran öhret budalas yazarlardan nefret ediyorum” diyormu . Muhtemelen s rr n bir k sm , o kesif yaln zl k duygusuyla ormandaki bir kulübede ya ayarak insan tan may , anlatmay tercih etmesinde sakl yd . Anlataca ki ileri gerçek hayattan seçmesinin, Frans z Te menin Kad n , Büyücü ve Koleksiyoncu gibi sinemaya uyarlanan romanlardaki “gerçekli in” hayat nda ciddi bir kar l var. Romanlar n yazmaya ba larken “asl nda gizemli bir oyuna ba lad -
düm. Otobiyogra k roman öyle hayat ndan süzülenleri hat rlad n gibi aktarman n ötesinde çok ayr cal kl , k vrak bir yazarl k yetene ine ve so uk olmayan bir mesafe duygusuna sahip olmay da gerektirir çünkü. Bu romanda oldu u gibi ‘kendi hayat n n senaryosunu’ yazabilme cesaretini ve zaa ar n geçti imiz yüzy l n en samimi ve edebî otobiyogra lerini yazan Zweig, öyle anlat r: “Gerçe i bilecek güvenilir bir organ m z yoktur, otobiyogra mizi anlatmaya ba lamadan önce gerçekten ya anm eyler konusunda haf zam z bizi yan ltm t r. Çünkü haf zam z, her eyin tarihi aç dan güvenilir ve de i mez bir ekilde yaz ya geçirildi i, her olay n ad m ad m, hayat m zdaki tüm gerçeklerin belgeleriyle birlikte sakland bir kalem odas de ildir. Aceleyle bir isim buldu umuz ve haf za dedi imiz bu akan ve geçip giden eyin içinde olaylar, t pk akan bir derenin dibindeki çak l ta lar gibi yerlerinden oynarlar, birbirlerini yontarlar ve tan nmayacak hale getirirler.” Fowles gibi maddi zaman n kabu unu k rmak, hayal gücüyle hep bir ad m daha öteye, ‘bilinmeyene’ geçmek isteyen bir ya-
18
Bu girizgâh n son cümlesindeki “zamandan ar nm l k” asl nda onun bütün romanlar na, hatta hayat na sirayet etmi . Belki de bu sebeple romanda Daniel Martin olan John Fowles, kendini aldatan insan n çaresizli ini, bilerek skalanan hayatlardaki bo luklar , eksiklik duygusunun neden oldu u ac lar , hayal ettiklerimizle sahip olabildiklerimiz aras ndaki derin uçurumu, yaln zla an insan n içini kemiren, onu toplumdan uzakla t ran ‘öteki’ sesleri anlatmay seviyor. Toplumun koydu u kurallara onlar n bir parças olmaya mahkûm insan n suretini göstererek cevap veriyor. ngilizlere ngiliz olman n neye benzedi ini, ironisi ve tarihsel perspekti yle anlat yor mesela. Üstelik bunu aslen bir ö retmen oldu u halde ö retmenin, ak l vermenin buyurgan kibrinden soyunarak, edebiyat n, hikâye etmenin ve dilin imkânlar n kullanarak yap yor. Roman, “Bütün manzara ya da geriye kalan her ey ss zl ktan ibaret.” cümlesiyle aç l yor. Ve tam da ‘oyuncu’ ve melankolik bir yazardan beklendi i gibi gizemli bir edayla son buluyor. Fowles bir anlamda, roman da hayaletini de sonunda bir sihirbaz gibi görünmez peleriniyle uçuruyor. Hayat n n roman n yazmay tasarlayan ve bunu saklayan Dan Martin, Fowles’a sonradan kendini anlatt racak ilk cümleyi söyletiyor: “Geriye kalan her ey ss zl ktan ibaret.” Hayat n çemberi usulca tamamlan yor. Acaba sinemac lar bu yüzden mi onun ‘hayat ndan’ lm yapmaya cesaret edemediler?
EDEB YAT
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Üsküdar airi Metin Elo lu Özlem Fedai, Garip ve kinci Yeni’nin Kav a nda B çk n Bir air: Metin Elo lu ve iiri adl kitab nda edebiyat m z n argo söyleyi li s ra d airlerinden Metin Elo lu’nu farkl yönleriyle inceliyor. Kitapta Elo lu’nun iir serüveninin yan nda, Türk iirinin geçirdi i evreleri ve de i imi de görmek mümkün. GAR P VE K NC YEN ’N N KAV A INDA BIÇKIN B R A R: MET N ELO LU, ÖZLEM FEDA , ULE YAYINLARI, 346 SAYFA, 18 TL
B
ALÂATT N KARACA
ir iirinde “Ben keçileri kaybettim/ Elo lunda usta çoban/ Bu soyad bana haram” diyor Metin Elo lu, soyad na göndermede bulunarak. 1940 sonras nda, önce Garip’in iir sular nda, ard ndan k smen kinci Yeni’nin sular nda boy atm t iiri. Özlem Fedai, edebiyat m z n bu argo söyleyi li b çk n delikanl s n ele alm Garip ve kinci Yeni’nin Kav a nda B çk n Bir air: Metin Elo lu ve iiri adl kitab nda. Önce tarihsel bir koridor açm ; Türk iirinin geçirdi i evreleri ve de i imi, Tanzimat’tan ba layarak 1950 sonras kinci Yeni’ye de in ana çizgileriyle özetlemi ara t rmac . Klasik bir “Giri ” bu, airi bir zaman dilimine yerle tirmek, bu de i im/dönü üm çizgisinde sa l kl bir ekilde de erlendirmek için. Sonra “Metin Elo lu’nun Hayat , Mizac ve Edebi Ki ili i” üzerinde duruluyor.
ÜSKÜDAR ÇOCU U Kitaptan ö rendi imize göre, Hasan Efendi adl bir bahç van ile Nahide Han m’ n o ludur Mehmet Metin Elo lu. 1927’de dünyaya gözlerini açm t r. Çocuklu u Üsküdar, K s kl ve Çaml ca’da geçer. O nedenle iirlerinde bu semtler geni yer tutar. Hatta iirlerinde Üsküdar’a çok yer veri inden olsa gerek, Tar k Dursun K. “Üsküdar Çocu u” demi onun için. “Gel Karde im Üsküdar/ Hadi bize gidelim” diyecek kadar Üsküdar’ sevmi Elo lu. Kendi deyi iyle, “ stanbul’suz edecek” adam de ildir, stanbul’dur onun evi, sevgilisi. Sonra ö rencilik y llar , zor matematik, sevilmeyen co rafya, tarih dersleri… Ortaokulda Türkçe ö retmeni Sabahattin Kudret Aksal’d r. Herhalde onun etkisiyle olsa gerek, Garip’in iirlerini sever, Varl k dergisini okur ha ar Elo lu. 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne girer. 16-17 ya lar nda, stanbul’un air ve yazarlar n n, ressamlar n n sohbet etti i Nisuaz’a, Mösyö Lambo’nun Meyhanesi’ne tak l r. Kovan, Servet-i Fünûn ve stanbul dergilerinde ilk iirlerini yay mlar. Sonra Varl k, Fikirler, De irmen, Yeditepe gibi dergiler… Ve 1951’de ilk iir kitab : Düdüklü Tencere. siz ve paras z geçen günler. Bir evlilik, bir ayr l k, bir yaln zl k. K r k bir ya ama ad m atar ard ndan. Güzin Ergur’la evlenirler, sonra ayr l rlar, k z iir Elo lu, bir daha ancak 11 ya nda görebilir babas n . airli i yan nda, ressamd r da Elo lu. Bedri Rahmi Eyübo lu ve Ahmet Zeki Kocamemi’nin atölyelerinde çal r. Orhan Peker’e, Turan Erol’a, Fikret Otyam’a u rar. sizlik ve paras zl k itmi tir onu biraz
Metin Elo lu
Bedri Rahmi’ymi , Balaban’m … bo verir öyle eylere (…) Gitse gitse Muhsin’e gider Dümbüllü’ye gitmez tabii” Özlem Fedai de saptam bunlar . Metin Elo lu’nun iirindeki en belirgin özelli in humor ve ironi oldu unu, bu nedenle b çk n bir dil kulland n , argo söyleyi lere s kça yer verdi ini. Ama aç kça söylemeli, bu dil, Elo lu iirinin ayn zamanda dezavantaj d r da. Çünkü a z bozuktur airin, çünkü halk n dini de erlerine, geleneklerine bile sald r r bu âsi ve bozuk diliyle.
da ressaml a. Ba lang çta mai et derdiyle çizse de, sonra iir gibi, resim de onun için bir “hayata tutunma” vesilesi olur.
DERYAD L VE MÜSTEHZ Sonra ba ka a klar, ba ka evlilikler… K r k hayatlar, ayr l k, ac , hüzün, alkol, yaln zl k ve bunalt l günler. Savruk, düzensiz, âsi, öfkeli, sözünü sak nmayan bir mizac vard r airin. Sivri dillidir. Yazd klar nedeniyle kimi kez yarg lan r da. Bu muhalif ve âsi mizac iirine de yans m t r. Nitekim Ahmet Oktay, “Türk iirine bir muhalif olarak girmi , ya am n n sonuna kadar da öyle kalm t r.” der onun için. Daha Düdüklü Tencere adl ilk kitab bas ld nda, Behçet Necatigil’in de dikkatini çekmi tir bu âsi ve müstehzi dil. “ iirlerde zalim bir istihza, dokunakl bir alay havas esiyor.” diye yazar, Elo lu’nun iiri için. Bu üslûp, ku kusuz ilkin, onu Orhan Veli iirine yakla t r r. Kendi halk ndan kopuk ayd nlara, zenginlere, iktidar sahiplerine iirlerinde verip veri tirir. Örne in fukaray dü ünmeyen zengin zümreyle; “Bir yerini sinek s rsa/ Pamukla ka r” diye alay eder. Bu iirlerde argo bir dil göze çarpar. Örne in u iirinde de öz sanat n küçümseyen, Bat sanat hayranlar n öyle ele tirir: “Mozart hat rlat nca da, Beethoven ezber; Koskoca Yahya Kemal’e tenezzül etmemi kad n Ayaküstü Verlaine, yata a girince Baudelaire…
ELO LU R N N EVRELER Özlem Fedai, airin iir evrenini üç a amada de erlendirmi . Birinci a amada Elo lu, Garip iirinin etkisi alt nda. Düdüklü Tencere kitab nda Orhan Veli’nin Yenisi adl yap t n n etkisi oldukça bariz. Zaten Elo lu ilk iirlerinden bir k sm n Orhan Veli ve arkada lar n n ç kard Yaprak’ta yay mlam . Sonra Garip’in izini 1960’lara kadar, Sultan Palamut, Odun adl yap tlar nda sürmü . 1960’lar n ba ndan itibaren, iirinde Toplumcu Gerçekçi a ama ba l yor Elo lu’nun. Bu dönemde militan, kavgac iirler kaleme al yor. Hatta Demokrat Parti dönemini zaman zaman sert biçimde ele tiriyor. Sonra Horozdan Korkan O lan (1961) adl iir
20
kitab yla toplumsal mesajdan giderek uzakla yor ve kinci Yeni’nin sular na giriyor air. Türkiye’nin Adresi ve Ay emay e ile daha soyut bir dile, anlamca daha da kapal bir iire yöneliyor. Ancak benim kanaatim, Elo lu’nun bütünüyle kinci Yeni içinde de erlendirilemeyece idir. Onun iiri büyük oranda Garip iirinin sular nda yeti mi ve geli mi tir. Özlem Fedai, 1971’den sonra Dizin kitab yla Elo lu’nun iirde ustal k dönemine eri ti ini belirtmi . Yaln zl k, b kk nl k, usanç bu dönemde yazd iirlerde i lenen ba l ca temalar. Yap tta, bundan sonra s ras yla airin edebî dü ünceleri, iirlerinin temalar , biçim ve dil özellikleri inceleniyor. Öfkenin, isyan n, muhalif bir iirin temsilcisiydi Metin Elo lu. Ço u zaman a z bozuk, kara n bir air. Garip’e özenip ironi, alay, nükte ve hicve yaslad iirini, o poetik arkta boy att . Halk ndan kopuk ayd nlara, kültürünü küçümseyen sosyete çevresine, fukaray ezen zenginlere, sonradan görmelere verip veri tirdi. Bar , adalet, hürriyet, e itlik gibi kavramlara da s kça yer verdi. Dili uzun ve sivriydi. Toplumun kutsallar na sald rmaktan da geri durmad . H rç nd Üsküdarl air. Zaman zaman umutsuzdu: “A Kemâl, uyan p da ya asan ne olacak yani?/ Yüre in içi geçmi ; dürtme bari uyanmas n” diyecek kadar umutsuz.
DÜ ÜNCE
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Yerli bir felsefeci Selahattin Hilav’la Konu malar adl kitap, seçkinci bir tav rla, fazla yazmam ve konu mam bir dü ünce adam n n çocuklu undan yeti ti i çevreye kadar, hayat n , daha çok da dü ünce dünyas n tan mak için iyi bir f rsat sunuyor. SELAHATT N H LAV’LA KONU MALAR, HAZ.: SELAHATT N BA DATLI, YKY, 196 SAYFA, 12 TL
S
SÜREYYA SU
la beraber, Bat dü üncesinden “intihal” olarak felsefe yapmaya bir merak do mu ; ama dersini iyi çal amam olmaktan kaynakl bir kavram karga as içinde dü ünceden çok söylemlere dayal bir disiplin kurulmu tur. Örne in, yak n zamanlara kadar ne oldu u pek de anla lmayan bir siyaset felsefesi kavram olan “kamusal alan” gibi. Neyse ki, aram zda kavramlar n namus bekçili ini yapan baz felsefeciler var da, ipin ucu kaçmadan konu bir yerden sonra toparlanabiliyor. Selahattin Hilav da i te bunlardan biriydi. Hilav için felsefe bir “kavram jandarmal ”d r. Onun çok yerinde tespitiyle, kavramlar tan mlamadan, onlar n ba ka kavramlarla anlam ili kisi kurulmadan ve farkl lozo arda ve felsefe okullar nda kazand özgül anlamlar bilinmeden felsefe yap lamaz.
elahattin Hilav, Türkiye’de Marksist dü üncenin önemli isimlerinden biri, yabanc la ma ve Asya Tipi Üretim Tarz tart malar n ba latanlardan. Bence çevirmen olarak daha önemli bir ki idir. Türkiye’de felse dü üncenin geli imine katk lar bu yolla olmu tur daha çok diyebiliriz. Akademik felsefeye pek s cak bakmam olsa da, toplumsal hayat n içinde de pek bulunmam t r. Selahattin Hilav, Türkiye toplumunda yüzy llard r felsefî dü üncenin kurumsalla amamas dolay s yla ve bir felsefe gelene inin olu amamas yüzünden, dü üncenin iir ve edebiyat dünyas nda hayat buldu unu söyler. Gerçekten Türkiye toplumunda felsefe, akademik bir disiplin olman n ötesinde, hayata nüfuz edememi tir. Bunun yerini güçlü bir iir ve edebiyat gelene i doldurmu tur. Nitekim özellikle son yüz y ld r, dü ünce dünyam zda öne ç kan birçok isim, as l olarak air ve edebiyatç kimlikleriyle ün yapm ki iler olmu tur. Bunda elbette, Türkiye toplumunun dü ünce gelene i aç s ndan, ilmin irfana, bilginin de hikmete gönderme yapan bir anlam ili kisi içinde kurulmu olmas esas etkendir. Dü ünce, özünde ki inin kendini bilmesi üzerine bir etkinliktir, bir ya am bilgeli i tarz d r. Felsefe ise Bat meta zik gelene inde oldu u gibi, dü ünceyi hayattan koparm , kelimeleri kavramlar haline getirerek eylerle aram zdaki mesafeyi daha da art rm t r. Dü ünceyi akl n bir i levine ve üretimine indirgemi tir.
KAVRAM FANAT ZM NE KAR I üphesiz kavramlar n sabit ve de i mez anlam içerikleri yoktur. Hiçbir kavram ilk üretili indeki anlam koruyamaz, süreç içerisinde ona yeni anlam ve vurgular eklemlenir. Kavramlar bir yönüyle tarihseldir, di er yönüyle genel ve soyuttur. Onlar bu halleriyle her eyi çözüveren sihirli anahtarlar de ildir. Nerde kullan laca n bildi imiz takdirde i levsel bir alet gibi olabilirler. Bu husus kavram jandarmal n n bir kavram fanatizmine dönü mesini engeller. Hilav, kavram fanatizmine özellikle üniversitede, akademik felsefede daha s k rastland n belirtir. Bu yüzden de felsefe hayata aç lamamaktad r. Halbuki felsefenin bir görevi, kavramlar yeni sorunlar kar s nda aç klay c olabilecek ve yeni ba lamlarda kullan labilecek ekilde yeniden üretmek olmal d r. Selahattin Hilav’ n akademik dünyaya ve akademik felsefeye kar genellikle olumsuz tavr n n ard nda bu hususlar vard r. Fakat kendisi de maalesef felsefeyi hayata ta ma, kavramlar toplum sorunlar n anlama ve aç klamada kullan labilecek ekilde yeniden üretme konular nda, ondan beklenen ya da vaat etti i ölçüde ba ar l olamam t r. O bilakis yaln zl , suskunlu u, bohem bir hayat tarz n seçmi tir. Belki de kendi felsefî tavr n en iyi yans tan önermeye göre bir tercihti onunki: “Üzerinde konu ulamayan konusunda susmal ”. Yap Kredi Yay nlar ’ndan ç kan Selahattin Hilav’la Konu malar adl kitap, seçkinci bir tav rla fazla yazmam ve konu mam bir dü ünce adam n n, çocuklu undan yeti ti i çevreye kadar, hayat n ve daha çok dü ünce dünyas n tan mak için iyi bir f rsat sunuyor.
B ZDE FELSEFE NEDEN GEL MED ? Oysa dü ünce, elbette akl n bir i levi ve ürünü olsa da, bütünüyle akl n edimine indirgenemez. Dü ünce duygular n, alg lar n ve imgelemin de birer ürünüdür. Ne var ki, Bat meta zi i duyumsamay ve imgelemi, dü ünceyi belli ölçüde etkileseler de, ak l d na iterek iirsel ve edebî alana hapsetmi tir. iirsel ve edebî alan ile felsefî alan aras nda bir s n r çizmi ; hatta bu alanlar üzerinde akl n tiranl n kurmaya çal m t r. Felsefeye biçilen bu disipliner misyon, dü üncenin do as ndaki nai i in belirtileri olan hayret ve merak , akademik bir so ukluk ve ciddiyetle de i tirmi tir. Dolay s yla bizde felsefenin geli memesi, yak n bir geçmi e kadar kapitalizmin geli memi olmas gibi, dünyaya ve hayata bak la ilgili bir tercihin sonucudur. Bu bak mdan toplumumuza dair bir gerilik ya da eksiklik olarak tan mlanamaz. Ne var ki, Bat l la may-
21
Prof. Dr. Kemal H. Karpat'ın kalemiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden günümüze kadar Türk dış politika tarihinin tüm önemli dönemeçlerine ışık tutan sıradışı bir çalışma; Türk Dış Politikası Tarihi… Avrupa’da Osmanlı yönetim politikalarından, Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girişi ve bunun ardından cereyan eden hadiselerin günümüze ulaşan etkilerine, Cumhuriyet’le beraber Türkiye’nin Arap dünyası ve İsrail’le olan ilişkilerinden Kıbrıs üzerinden Enosis trajedisine, AKP’nin gerçekleştirdiği açılımlardan Arap Baharı, Kıbrıs, Ermeni Meselesi ve AB gibi pek çok önemli konu bu eşsiz çalışmada sizleri bekliyor…
DÜ ÜNCE
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Oryantalistler nerede yan l yor? Prof. Dr. Suat Y ld r m’ n kaleme ald Oryantalizmin Yan lg lar , müminin iar olan adaleti ve dengeyi asla yitirmeden, oryantalizmin slam’a sald rd temel noktalarda ta d çeli ki ve yanl lar gösteriyor. Oryantalistlerin ortaya att temelsiz iddialardan etkilenmi herkesin bu kitaptan alaca çok ders var. ORYANTAL STLER N YANILGILARI, PROF. DR. SUAT YILDIRIM, I IK YAYINLARI, 296 SAYFA, 13 TL
FOTO RAF: ZAMAN, MEHMET YAMAN
o
metin karaba o lu
ryantalizm, bizim için, her aç dan ‘sorunlu’, zihnimizde olumsuz ça r mlar uyand ran bir kelime. Sorunlu; çünkü Bat l lar taraf ndan ‘Bat l ’ bir gözle, “Bat Bat d r, Do u da Do u; bu ikisi birbirinden ayr d r ve asla bulu amaz” önyarg s yla ‘Do u’yla ilgili yap lan ara t rmalar bütününü ifade ediyor. Yine, sorunlu; çünkü ‘Do u’ derken özellikle slam dinini ve Müslüman dünyay kastediyor, Bat slam kar tl n öngören, çat mac bir zihniyeti ça r t r yor. çerdi i ‘sorun’ daha isimlendirme a amas nda apaç k ortaya ç kan oryantalizmin, Do u’ya, özelde slam dünyas na dair -önyarg l da olsa- salt bir bilgilenme aray n yans tmad ; bilakis, Bat ’n n ‘Bat d ’ dünyaya yönelik sömürgeci politikalar yla eklemlenmi oldu u da bir gerçek. Tam da bu özelli i yüzünden, onun Müslüman zihinlerdeki kar l u üç kelimede özetleniyor: “Emperyalizmin ke if kolu.” Oryantalizmle ilgili bütün bu gerçekler, onun Bat yay lmac l na hizmet etmekten öte, Bat l ‘s radan’ insanlar n nezdinde slam imaj n olumsuz ekilde belirledi i; dahas slam dünyas nda birçok zihni derinden derine etkiledi i gerçe ini de i tirmiyor. Dolay s yla, oryantalizmin iddialar na ve yakla m na bir cevap vermek; en az ndan, söz konusu zihinleri slam hakk nda önyarg lardan kurtarmak aç s ndan gerekli gözüküyor. Prof. Dr. Suat Y ld r m
ORYANTAL ZM N ÇEL K LER Prof. Dr. Suat Y ld r m’ n kaleme ald Oryantalizmin Yan lg lar isimli kitap, i te bu bak mdan ziyadesiyle önem ta yor. 320 sayfal k çal ma, müminin iar olan adaleti ve dengeyi asla yitirmeden, sükûnetini de ustal kla muhafaza ederek oryantalizmin slam’a sald rd temel noktalarda ta d çeli ki ve yanl lar gösteriyor. Prof. Y ld r m, kitaba ismini veren bu konuya geçmeden önce, oryantalizmin do u una ve geli imine dair çok ufuk aç c bir çerçeve sunuyor okuyucuya. Bu çerçevede, oryantalizmin bir bütün olarak ta d olumsuz çizgiye kar l k, ‘oryantalizm’ disiplini içerisinde de erlendirilen, ama slam’a bak n Bat l önyarg lardan uzak ekilde olu turabilmi nadir isimlerden de bizi haberdar ediyor. Prof. Y ld r m’a göre, “Asl nda be eriyetin en muhtaç oldu u ideal, taassuplardan uzak olarak gerçe i ara t rmakt r; ‘lâ arkiyye ve lâ garbiyye’ (Nur suresi, 35) tutumunu gerçekle tirerek hakikate teslim olmakt r.” Ne var ki, oryantalizm, hakikatte ne ark n, ne de garb n mal olan zamanlar ve mekânlar üstü Ezelî Hakikate kulak veremedi, çünkü “sömürgecili in tesirinden kurtulamad .” Bu noktada, Adrien Reland gibi, genel oryantalizm ak m içerisinde ismi unu-
ve edebiyat incelemelerinin ciddi bir biçimde yap ld ilk enstitüyü kurmu . Latince olarak kaleme ald bir kitab nda slam’ öven, Hazreti Muhammed’e yönelik sald r lara cevap veren bu isim, 58 ya nda, fakir ve kimsesiz olarak ölmü . Böylesi istisnalar d nda, oryantalizmin, sömürgecilikle eklemlenmi bir ekilde, slam hakk nda önyarg lar besleyici, Kur’an hakk nda üpheler üretici, Müslümanlar aras nda tne ç kar c bir çizgide ilerledi ini; birçok ünlü oryantalistin ayn zamanda ülkelerinde d i leri veya istihbarat birimleriyle ili ki içinde görev yapt klar n örnekleriyle anlat yor Prof. Y ld r m. “Sömürgecilik, bu a amada oryantalizmin ürünlerinden fazlas yla yararlanm t r.” diyor. Sonras nda oryantalistlerin çal malar n ve bu çal malarda ortaya koyduklar yan lg lar irdelemeye geçiyor yazar. Bu noktada, oryantalizmin en önemli ar zalar ndan biri olarak, ‘sathîlik’e i aret ediyor. “Mesela ngiliz hukukunu incelerken ihtisasa riayet ettikleri halde, f k hta böyle bir ihtisasla ma görmüyoruz. Bu sathilik, arkiyatç lar n slami çal malar nda, ilmin hemen bütün bran lar nda kendini gösterir. Nitekim müste r klar n yapt klar slam ara t rmalar n n, Bat da di er alanlar
tulmaya mahkûm edilmi bir isme bilhassa dikkati çekiyor Prof. Y ld r m. “E er arkiyatç l k Bat da, mesela bir Adrien Reland (ö. 1718) çizgisinde ilerlemi olsayd , insanl k, arkiyat çal malar ndan böyle bir netice elde edebilirdi.” diyor. Gelin görün ki, slam’a kar bir önyarg yla yola ç kan ana ak m oryantalizm, “ slam’ oldu u gibi anlamak yerine, kendi zihninde tasavvur etti i bir slam ortaya ç karm t r.” Bunun en önemli istisnas olarak, Hollanda’n n Utrecht Universitesi’nde Do u dilleri profesorü olan Adrien Reland’ (ö. 1718) ayr nt l bir ekilde anlat yor Prof. Y ld r m. Ö rendi imize göre, Reland, 1705 y l nda Latince slam Dini adl iki ciltlik kitab n yay mlam . Eser büyük bir yank uyand rm , hatta bu durum, kitab n yazar hakk nda, slam propagandas yap yor itham yla çe itli üphelerin ortaya ç kmas na sebep olmu . Bundan ötürü kitap, Kilise taraf ndan yasak kitaplar listesine konulmu . Reland’dan sonra, Alman oryantalizmi içinden J. J. Reiske’nin (1716-1774) ahs nda, yine slam’a kar l ml tutumun yeni bir öncüsüne tan k olmu Bat dünyas . Bu zat, asr ndaki Arap lologlar n n en önde gelen üstad ve zikre de er ilk Alman arkiyatç s olarak, Almanya’da Arap dili
22
üzerindeki tesirleri çok nadirdir.” Kitab n ilerleyen bölümlerinde, yanl l n sadece burada olmad n da görüyoruz. Kitap, Kur’an ayetlerinin ini s ras na göre kronolojik tertibi üzerinden, er-Rahmân ism-i eri üzerinden, sahih hadis kaynaklar n n hiçbirinde geçmeyen Garanik rivayeti üzerinden, kas tl tercümeler üzerinden slam hakk nda sözümona üpheler üretmeye çal rken; hakikat ve akademik ciddiyet noktas nda kendilerini nas l da mahcup duruma dü ürecek te ebbüslere imza att klar n ayr nt lar yla gösteriyor. Me hur oryantalist D. S. Margoliouth’un namazla ilgili iddialar n bir örnek olarak verelim: “Margoliouth ‘Namaz seremonileri askeri e itimle çok s k ili ki içinde oldu undan, ordunun kurulmas ndan önce namaz n me ru k l nmad dü ünülebilir’ demektedir. Bundan ç kan sonuç u oluyor: Namazda mutlaka okunmas gereken Fatiha suresi, Hicretten sonra nazil olmu tur. Zira Hz. Peygamber’in (a.s.) ordu kurmas , ancak Medine’ye hicret etmesinden sonra olmu tur. Fakat bu çocukça, hatta saçma bir iddiad r. Çocukçad r, zira namaz uygulamas n askeri e itim tarz nda alg lamak gülünçtür. Saçmad r, çünkü Fatiha suresinin Hicretten sonraya ait oldu unu söylemek, Hz. Muhammed’in ve ona iman edenlerin Medine’ye hicretten önce namaz k lmad klar n kabul etmeyi gerektirir. Zira Fatiha okunmaks z n namaz k l namayaca hadislerde kesin bir ekilde yer almaktad r.”
BÖYLE B R ESERE NEDEN HT YAÇ VAR? Peki, bu kadar saçma, çocukça ve gülünç iddialara giri ebildikleri halde, neden Oryantalizmin Yan lg lar benzeri kitaplarla onlara cevap vermek gerekiyor? Prof. Dr. Suat Y ld r m, ak llara gelen bu soruya u cevab veriyor: “Bana zor gelen i lerden biri de, bedihi gerçekler hakk nda yazmak veya konu makt r. Ama kesin gerçeklere itiraz ederek kendilerine yer açmak ve adlar n duyurmak isteyen ilim ehli geçinen kimselerden birileri ç k p o konular kurcalayan makaleler yay nlay p halk m z n kirlerini kar t rmaya çal nca, ister istemez, okuyucular ayd nlatmak da bir görev olmaktad r.” Oryantalizmin Yan lg lar , slamî ilimler alan ndaki müktesebat yla her kesimden müminin hürmetini kazanm bir isim taraf ndan, i te böyle bir görev idrakiyle yaz lm bir eser. Az say da iyi niyetli oryantaliste bedel bindirilmi k talar gibi birbiri ard nca dizilmi bir oryantalistler güruhunca ortaya at lan iddialardan etkilenmi herkesin bu kitaptan alaca çok ders var. Bu durumda olmayanlar n da… Bât l bir yolda, dünyevî bir h rsla oryantalistlerin yapt çal malara bak nca, insan hak bir yolda uhrevî bir endi eyle yapmas gerekti i halde yapamad klar na daha bir hay an yor!
KĂ?TAP ZAMANI
TAR H
7 MAYIS 2012 PAZARTESĂ?
Gt Č‚
Čą k <
Kitab n uzun serĂźveni Albert Labarreâ&#x20AC;&#x2122;in Kitab n Tarihi adl çal mas , bir nesne olarak kitab n uzun serĂźvenini anlat yor. SĂźmerlerin çivi yaz s yla ba layan yolculuk Mezopotamyaâ&#x20AC;&#x2122;ya, oradan M s r hiyerogliflerine, kil tabletlere, papirĂźsten par Ăśmene ve gĂźnĂźmĂźzde bilgisayar ekran na kadar uzan yor. K TABIN TAR H , ALBERT LABARRE, Ă&#x2021;EV.: I IK ERGĂ&#x153;DEN, DOST K TABEV YAYINLARI, 142 SAYFA, 8,50 TL
SAK NE KORKMAZ
Ăź veya hangi medeniyetin bu tekni e kaç nc yĂźzy lda geçti i vs. vsâ&#x20AC;Ś Bunlar anlatacak de ilim elbet. Yaln zca Kitab n Tarihiâ&#x20AC;&#x2122;nde bu bilgilerin yan nda, matbaaya geçi evresinin; Gutenbergâ&#x20AC;&#x2122;in rakiplerinin aras ndan nas l s yr ld n n; yaz n n ve kitab n geli iminin yan nda ciltleme, sĂźsleme, illĂźstrasyon gibi mesleklerin; yay nc l n ve bas n n olu um ve geli iminin; hĂźmanizma, reform ve sanayi devriminde kitab n etkisinin de okunabilece ini belirtelim.
-kitapâ&#x20AC;&#x2122; a rt c bir h zla yayg nla rken kĂźltĂźr sanat sayfalar için hemen ba l klara ta nacak bir konu ç km t : â&#x20AC;&#x153;Kitap tarihe mi kar yor?â&#x20AC;? Bu konu gĂźndemdeyken iki ihtiyar delikanl n n sĂśyle i kitab hĂźzĂźnlĂź okurun gĂśnlĂźne su serpti. Umberto Eco ve J. C. Carrièreâ&#x20AC;&#x2122;in sĂśyle tikleri Kitaplardan Kurtulabilece inizi Sanmay nâ&#x20AC;&#x2122;da (Can Yay nlar ) Eco, â&#x20AC;&#x153;Kitap t pk ka k, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazs n z.â&#x20AC;? diyordu. HĂźzĂźnlĂź okur derin bir nefes ald . Mâlumatfuru lu u entelektĂźel olmakla kar t ran, ne bulsa okuyan obur okur ise Eco ve Carrièreâ&#x20AC;&#x2122;in muazzam haf zalar n n ve birikimlerinin kar s nda h rslanmaya ba lam ken, onlar yine Eco frenledi. KĂźltĂźrĂźn, Napolèonâ&#x20AC;&#x2122;un tam ĂślĂźm tarihini bilmek olmad n ; baki olan n, elindeki gereçlerden en iyi ekilde yararlanmay bilmek oldu unu sĂśylĂźyordu. Evet, Ecoâ&#x20AC;&#x2122;ya gĂśre kĂźltĂźr, Hilmi Yavuzâ&#x20AC;&#x2122;un s k tekrarlad bir ifadeyle sĂśylersem, â&#x20AC;&#x153;neyi nerede bulaca n bilmektirâ&#x20AC;?. Kitab n tarihi konusunda ise nereye ba vuraca n bilmeyen okur için Dost Kitabevi I k ErgĂźdenâ&#x20AC;&#x2122;in çevisiyle Albert Labarreâ&#x20AC;&#x2122;in Kitab n Tarihi adl çal mas n yay mlad . Kitab n Tarihi 90â&#x20AC;&#x2122;l y llarda Yeni YĂźzy l gazetesinin, imdi sahaf ra ar nda çokça gĂśrdĂź ĂźmĂźz, â&#x20AC;&#x153;Cep Ă&#x153;niversitesiâ&#x20AC;? Ăźst ba l alt nda da tt kitaplardand .
YENi
KĂ&#x153;TĂ&#x153;PHANEC L K MANASTIRLARDA BA LAMI TI
B R K TAP NED R? Kitab n ne oldu undan ba lamak gerek, yukar da ad geçen her iki kitapta da tart lan bir mesele bu. Kitab tarif ederken biçimi mi yoksa metni mi Ăślçßt alaca z? E er biçimi Ăślçßt al rsak dikilita lardan ancak yĂźzy llar sonras n beklememiz gerekir. Metni Ăślçßt al rsak bir dikilita , Ăśrne in Orhun Abideleriâ&#x20AC;&#x2122;ni, de kitap olarak kabul edebiliriz. Bu yĂźzden san r m kronolojiyi yaz yla ba latmak gerekiyor. SĂźmerlerin çivi yaz s yla ba latt yolculuk Mezopotamyaâ&#x20AC;&#x2122;ya, M s r hiyerogli erinden kil tabletlere, papirĂźsten par Ăśmene, oradan kitaba, kitaptan da ekrana evriliyor. Burada papirĂźs veya par Ăśmenin hammaddesinin ne oldu u, yĂźzy llar sĂźren geli imleri, Bizans edebiyat nda yĂźzlerce metrelik papirĂźslerden bahsedildi i, neye codex neye volumen dendi i, 1500â&#x20AC;&#x2122;e kadar bas l her kitab n inculabula diye adland r ld , ilk inculabulaâ&#x20AC;&#x2122;n n 42 sat rl k Kutsal Kitap oldu u, Ecoâ&#x20AC;&#x2122;nun 30 inculabulaâ&#x20AC;&#x2122;ya sahip bulundu u, oymabask tekni inin kaç yĂźzy l sĂźrdĂź-
1453 VE TĂ&#x153;RK ETK S HĂźmanizma ve kitap ili kisinin incelendi i bĂślĂźmde ise Labarre, â&#x20AC;&#x153;1453 y l nda TĂźrk istilas ndan kaçm olan Bizansl okur yazarlarâ&#x20AC;? n talyaâ&#x20AC;&#x2122;ya s n ndan bahsediyor. Labarreâ&#x20AC;&#x2122;in verdi i bu bilgiyi kontrol etme ihtiyac hisseden okurlar Franz Babingerâ&#x20AC;&#x2122;in Fatih Sultan Mehmet ve Zaman (O lak Yay nlar ) kitab na bakabilir. Babinger, stanbulâ&#x20AC;&#x2122;un fethinden sonra Bizansl bĂźyĂźk ilim adamlar n n say ca bĂźyĂźk bir k sm n n Bat â&#x20AC;&#x2122;ya, Ăśzellikle talyaâ&#x20AC;&#x2122;ya gittiklerini onayl yor fakat bir sĂźre sonra onlara ba lang çta gĂśsterilen ilgi ve itibar n azalmas Ăźzerine (hatta Babinger onlar için â&#x20AC;&#x153;se l dilencilerâ&#x20AC;? ifadesini kullan yor) stanbulâ&#x20AC;&#x2122;a dĂśnmeyi tercih ettiklerini yaz yor. Kitab n Tarihi, â&#x20AC;&#x153;neyi nerde bulaca n bilenâ&#x20AC;? okurun kĂźtĂźphanesinde bulunmas gereken bir kitap.
27
2QXQ ĂšĂ&#x203A;UHWLVLQGH DNOĂ Q YH NDOELQ GHQJHVL KLĂ? ER]XOPDGĂ 0DULIHWLQ D\DNODUĂ KLĂ? DNVDPDGĂ Ä˝ 3URI 'U 1HY]DW 7DUKDQ %HGLÄ&#x2018;]]DPDQĹ&#x201A;Ă Q DNĂ OOD NDOEL EXOXÄ&#x2026;WXUDQ WHIHNNÄ&#x2018;U VLVWHPLQL DQODWĂ \RU
Ĺ?%HGLÄ&#x2018;]]DPDQ GÄ&#x2018;Ä&#x2026;Ä&#x2018;QFH VLVWHPLQL ROXÄ&#x2026;WXUXU YH LQDQFĂ QĂ GHOLOOHQGLULUNHQ PDQWĂ N LOPLQL QDVĂ O NXOODQGĂ " Ĺ?+HQÄ&#x2018;] NXDQWXP Ä&#x;]LĂ&#x203A;L RUWD\D Ă?Ă NPDPĂ Ä&#x2026;NHQ DWRP LĂ?L GÄ&#x2018;Q\DODUGDQ WHYKLG KDNLNDWLQH QDVĂ O ELU \ROFXOXN JHUĂ?HNOHÄ&#x2026;WLUGL"
Ĺ?5XK PHOHNOHU YH ĂšOÄ&#x2018;PGHQ VRQUD GLULOLÄ&#x2026;L Ĺ?%HGLÄ&#x2018;]]DPDQ QDVĂ O LVEDW HGL\RU" Ĺ?0DGGHFL YH WDELDWĂ?Ă DQOD\Ă Ä&#x2026;Ă Q LOHUL VÄ&#x2018;UGÄ&#x2018;Ă&#x203A;Ä&#x2018; WH]OHUL QDVĂ O Ă?Ä&#x2018;UÄ&#x2018;WWÄ&#x2018;"
.LWDEĂ LQFHOHPHN LĂ?LQ PRELO FLKD]Ă QĂ ]GDQ EDUNRGX RNXWDELOLUVLQL]
296 SAYFA
Kitab n Tarihiâ&#x20AC;&#x2122;ne ili kin bu bilgilendirmenin d nda çal mada a rl kl olarak Ăśne ç kan bir nokta manast rlar n ve H ristiyan din adamlar n n kitab n tarihinde nas l bir yer tuttu u. KĂźtĂźphanecili in manast rlarda olu maya ba lad n biliyoruz. Ke i ler gĂźnlĂźk i lerinin yan s ra elbirli iyle elyazmas kitaplar ço alt rlard . Birkaç gĂźnde biten elyazmalar oldu u gibi yaz m y llar sĂźren elyazmalar vard r. Manast rlarda nam salm kopya atĂślyelerinden ve manast rlar dĂśnemi olarak an lan bir dĂśnemden sĂśz edilir. Bu dĂśnemi Albert Labarre, â&#x20AC;&#x153;BĂźyĂźk manast rlar entelektĂźel ya am n tek merkeziâ&#x20AC;? diye tan ml yor. Din adamlar n n etkileri bu dĂśnemle s n rl kalmaz. Matbaan n yay lmas nda dinĂŽ metinler Ăśnem te kil eder, hatta teologlarla matbaac lar birlikte çal r. Gelgelelim Lutherâ&#x20AC;&#x2122;le birlikte, Reform dĂśneminde ayn otorite bu kez yok etme eylemine ba lar. unu sĂśylĂźyor Labarre: â&#x20AC;&#x153;(â&#x20AC;Ś) bu yĂźzy l yaln zca kitaplar yok etmekle kalmayan, bunlar basan, satan, da tan ya da elinde bulunduran ki ileri de ortadan kald ran odun alevleriyle ayd nlan r.â&#x20AC;?
224 22 4 sayfa
E â&#x20AC;&#x2DC;
0212 551 32 25
facebook.com/nesilyayinlari
nesilyayinlari.com
twitter.com/nesilyayinlari
R
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
iir, mele in geçti i an! Melek Geçti, er Cisimler ve son olarak Arzuda Tenhâ ile Türk iirinde kendine özgü bir yer edinen V. B. Bayr l’ n yap t n aç mlamaya çal an bir kitap yay mland geçti imiz günlerde: Öteki Poetika: Bayr l iiri Üzerine Yaz lar. Hilal Karahan’ n der-ledi i ve bir sunu yaz s yazd çal ma, Mühür Kitapl taraf ndan okura sunuldu. ÖTEK POET KA: BAYRIL R ÜZER NE YAZILAR, HAZ.: H LAL KARAHAN, MÜHÜR K TAPLI I, 175 SAYFA
FOTO RAF: ZAMAN, SA M EK
Y
KEMÂL YANAR
üz y ldan uzun bir zaman önce Stéphane Mallarmé, airin görevini kusursuz bir ekilde tan mlam t bile: “Onun tüm yapabilece i, bir gözü sonsuzlu a dikili olarak giz içinde çal mak ve arada bir, kendilerini varsaymad ndan ku kulan p da ta a tutmas nlar diye ‘ya ayanlara’ kart n , birkaç dizesini ya da soneyi göndermektir.” Charles Baudelaire ise, “Ben iirimi kurmak için içimdeki isteriyi bir gül a ac gibi büyüttüm.” der. airi mitsel bir persona’ya dönü türmek de ildir amaçlar ; belki de sadece, onun ta d a r yükün/yükümlülü ün belirlenmesi, buna i aret edilmesidir sözlerinin alt nda yatan gerçek. Bugün art k tarihin a rl ndan yorulmu bedeni ve zihniyle aire dü en sözcükler tektir oysaki: “An ld kça emsâl oldum. Bilmez oysa/ kimse. Ta aynalar gibi yoruldum/ ta d m bu lanetli güzellikten.”
‘B R KALP, DÜNYAYA BA KA NASIL D RENEB L R K ?’ Mele in geçti i âna tan kl k eden ender isimlerden V. B. Bayr l’a ait bu son dizeler. Bayr l, ya ad ve yazd imdiki zaman ‘geni zamanlar’a dönü türen; iirin (ve hatta her eyin) hikâyesinin asla ve asla bugünden ibaret olmad n , tarihin aynas nda puslu da olsa hiçbir görüntünün kaybolmad n bilen, bize hat rlatan bir air: “Yine de tayfalar z biz, biliriz melek/ dönecek, bekleriz. Tetikte, namütenahi.// Hem bir kalp, dünyaya ba ka nas l direnebilir ki?” Melek Geçti, er Cisimler ve son olarak Arzuda Tenhâ ile Türk iirinde kendine müstesna bir yer edinen, ‘dil evi’ni süsleyen V. B. Bayr l’ n yap t n aç mlamaya çal an bir kitap yay mland geçti imiz günlerde: Öteki Poetika: Bayr l iiri Üzerine Yaz lar. Hilal Karahan’ n derledi i ve bir sunu yaz s yazd kitap, Mühür Kitapl taraf ndan okura sunuldu. Giri yaz s nda da belirtildi i gibi, dergilerde kalmak, okurdan gittikçe uzakla mak günümüzde birçok di e dokunur yaz n n kaderi. Dergiler “hür krin kalesi” olma özelli ini yitirip sahih ile vasat n harmanland yerlere dönü tükçe, say lar artsa da nitelik ç tas n a a çekmeyi sürdürecekler gibi görünüyor. Bu sebeple, her ne kadar parçal -bütün bir yap ya sahip olsalar da, Karahan’ n da söyledi i gibi, bu türden derleme kitaplara ihtiyac m z var: “Bu kitab n sonunda okuyaca n z yaz ya haz rlan rken, do all kla Bayr l hakk nda daha önce yaz lm yaz lar arad m. Gördüm ki, iirleri hakk nda epey yaz yaz lm . Kendisiyle röportajlar da yap lm . Birço u kapanm dergilerde ve gazete kö elerinde kalm bu yaz lar n ve röportajlar n. Bayr l iiri üzerine geni bir bak aç s , derinlikli ve renkli yo-
rum alanlar sunan bu yaz ve röportajlar n gözden yitip gitmesinin yeni air ku aklar aç s ndan bir kay p oldu unu dü ündüm. Ben söz konusu yaz lara ula mak için epey çaba sarf etmek zorunda kalm t m çünkü. Kendisinden önceki ku aklar n edebî etkinli i üzerinde dü ünmek, onlar hakk nda yaz lanlar bulmak zorlu bir u ra günümüz yay n ortam nda. Hele söz konusu ki i, Bayr l gibi pek ortalarda görünmeyen, görünmekten de ho lanmayan biri olunca.”
de ritmiktir… Bir imgeden çok bir söyleyi gibi… Fakat kimi zaman da bir imge gelir… Çok gençken, bir ruh durumu da beraberinde gelirdi. çimden bir ey yükselirdi. imdi ise zihnimde oluyor daha fazla her ey… Orada dönüp dönüp duruyor… Di er k sm n ça r yor.” Bayr l ve ku a ndan airlerin birço u için yap lagelen “eski kelimeler”i neden kulland klar ele tirisine dair ise unlar söylüyor air: “Benim yapt m biraz da Cumhuriyet iiri paradigmas n n etraf m za çevreledi i çiti y kmakt . Benjamin’in söz etti i art k gözden dü mü eylerdeki enerjiyi, potansiyeli hat rlamak ve onlar yeniden kazanmak… Kimi kelimelere iirsel mekân n yeniden kazand rmak… Terk edilen, y k nt lar aras nda gizemle par lday p duran, geçmi in nesnelerinde sakl kimi enerjileri, sesleri, imkânlar , tarihin ve zaman n izlerini, deneyimin, ya ant n n e yada, dilde, duyu ta yol açt etkileri d ar ya sal vermek. Onlar geri ça rmak. Hâlesini yitirmi o enkaz parçalar na kimi zaman hâlesini iade etmek. Bir tür simyac l k yapmak.”
B R TÜR S MYACILIK… Öteki Poetika, daha önce farkl dergi ve gazetelerde yay mlanm di er yaz ve söyle ilerin aksine; Can Bahad r Yüce’nin airle yapt ve ilk kez bu kitapla gün na ç kan uzun bir söyle iyle aç l yor. ki airin bu diyalo u, airin en iyi yorumcusunun yine kendisi oldu u dü üncesini do rularcas na, V. B. Bayr l iirine dair önemli ipuçlar bar nd r yor. air, söyle i boyunca babas n n bir arkada vas tas yla iirle tan mas ndan kinci Yenicilerin kendisinde uyand rd “dilsel ürperti”ye, düzyaz yla ili kisinden yazma ritüellerine dek (“Yazarken önümde bir duvar olmas ndan ho lan rd m eskiden. Duvara bakarak yazard m. Daha iyi konsantre olurdum. Ama zamanla geçti.”) özel alan n çe itli noktalar na de iniyor. iirin zihinde ilk olu ma sürecine dair söyledikleri ise ilgi uyand r c : “Genellikle bir dize gelir. Fakat ilk gelenler genel-
HAYDAR ERGÜLEN’DEN ERCAN YILMAZ’A… Kitapta yer alan yaz lardan ilki, Bayr l’la ayn ku aktan bir di er air Haydar Ergülen’e ait. “Bayr l’ n iirlerini okurken ‘kelimelerin sesini’ duyuyorum: ‘Canl ’ bir iirden söz ediyorum evet. Sanki iirlerini kâ da de il de, geceye yaz yormu gibi.” diyen Ergülen, airin eskil sözcüklerle ya-
28
ratt “ iddetli çarp ma”ya vurgu yap yor. Osman Hakan A. ise yaz s nda, Bayr l iirinin sese verdi i önem ve dikkat üzerinde duruyor. Kitapta göze çarpan bir di er önemli ve ilginç unsur ise Bayr l iirine dair en yak n ve do ru yakla mlar n Alphan Akgül, Ercan Y lmaz gibi daha genç ku aktan airlere ait olu u. Özellikle “‘Saf Mermer’den Kopu , ‘Porselen A klardan’ Kaç ” ba l kl , psikanalitik çözümlemelere de yer veren yaz s yla Akgül, kitab n önemli metinlerinden birine imza at yor. airin konumuna i aret eden Mallarmé ile ba lad k söze, iirin gelece inden haber veren Bayr l’la bitirelim: “ iirin i levi sürecek. Uyaran i levi. çten bir dua gibi… iir, üzerindeki tarihsel yüklerden ar na ar na gelece e uzan yor. Ba lang ca dönüyor. Kâinat , varolu u, var olan’ ve Varl k’ dile tercüme eden bir hayret olarak. nsanl n yeryüzündeki ilk anlar na. Hatta dilden önceki halinin tan kl na… iir, tarihten kurtuldu. Pedagojiden kurtuldu. Hikâyeden kurtuldu. Tiyatrodan kurtuldu. Felsefeden kurtuldu. Edebiyattan kurtuldu. Kalabal klardan kurtuldu. Son olarak da kapitalizmin meta tuza ndan kurtuluyor. Zira kapitalizmin yaz nsal türü romand r. iir, kültür endüstrisinin, kitap endüstrisinin marj nda kendi varolu unu sürekli yeniden kuruyor. Kullan m, yeniden kullan m döngüsü olmayan bir ey olarak. ‘E retilemelerin yüksek cebri’ olarak, bir ‘anti-madde’ olarak…”
.XOODQร OPร รญ NDรฐร WODUร WRSOD\ร S EXUV YHUHQ IHGยผNDU JHQร 6DKLS ROGXรฐX LNL OLUDQร Q WDPDPร Qร 3DNLVWDQnD Jร QGHUHQ LVLPVL] NDKUDPDQ .DSร Vร QD JHOHQ $IJDQOร LOH \HPHรฐLQL SD\ODรญDQ KDQร PHIHQGL 3DUD EXODELOPHN Lร LQ DOWร Q GLรญLQL VDWDQ FHIยผNDU HVQDI .XPEDUDVร QGDNL KDUร Oร NODUร Qร EDรฐร รญOD\DQ \ร UHรฐL Eร \ร N ร RFXN YH GDKD QLFHOHULe
Ali Demirel 13,5x21 cm 176 Syf. 4,90
รฑ\LOLN \ROXQGD KDWร UODQPD\D GHรฐHU LQVDQODU SDKD ELร LOHPH\HQ JHUร HN KDWร UDODUร \OD EX NLWDSWD
ROMAN
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Gerçe i buland ran ada
Bir aktivistin roman Yazarl n n yan s ra bir çevre aktivisti olarak da tan nan ilili Luis Sepulveda’n n dünyada tan nmas n sa layan A k Romanlar Okuyan htiyar’ n, Can Yay nlar ’nca 19 y l sonra yeniden okura sunuldu. Do adan uzakla t kça insanla t m z alg s n n sorguland bir metin var kar m zda.
Kurt Vonnegut’ n Kedi Be i i adl roman n n merkezinde izofrenik bir aray yer al yor. Amerikal yazar, ad m ad m ördü ü bir yalan n gerçekli ine do ru sürüklerken, kitab n sonunda, gerçe in ne oldu u konusunda birçok soruyla ba ba a b rak yor okuru.
A K ROMANLARI OKUYAN HT YAR, LUIS SEPULVEDA, ÇEV.: EMRAH MRE, CAN YAYINLARI, 115 SAYFA, 10 TL
KED BE , KURT VONNEGUT, ÇEV.: SERKAN GÖKTA , APR L YAYINCILIK, 256 SAYFA, 20 TL
P
EFE ERTEM
inochet’nin ülkeyi ele almas n n hemen ard ndan hapse at lan ve sonra sürgüne gönderilen ilili yazar Luis Sepulveda, 1977’de ülkesinden ayr larak Ekvador’a geldi. Yerlilerin aras nda ya ad buradaki hayat n n merkezine ekolojiyi yerle tirdi ve UNESCO projelerinin yan s ra Greenpeace’te çe itli görevler ald . Ard ndan Avrupa’da ya amaya ba lad . Ekolojist yan ve do ac l eserlerinin birço unda belirgindir. Ancak 1989’da yay mlanan A k Romanlar Okuyan htiyar, hem zaman hem mekân olarak yazar n Shuar yerlileriyle ya ad Ekvador dönemini ve aktivist yan n en yo un aktaran eserlerinden biri say labilir. iir, roman ve denemeler yazan, birçok edebiyat ödülüne de er görülen yazar n bir dünya yazar say lmas da bu kitab n yay mlan yla olmu tur.
D RENC N ROMANI ili’deki darbenin ard ndan “illegal” örgütlenmelere kat lan Sepulveda, asl nda direncin öyküsünü, roman n yazar. Bir hayat kahraman olarak fa ist Pinochet’ye direnen yazar n kahramanlar da dirençlidir. Antonio Jose Bolivar Proano yaln zca a k romanlar okuyan bir ihtiyar de ildir örne in. Beyaz adama kar direnen “yerli”nin de sembolüdür. Ne ki bu ihtiyar asl nda yerli de il, ya ad do ayla bütünle meyi ve ruhen yerlile meyi ba aran bir beyazd r. A k Romanlar Okuyan htiyar, oldukça basit ve bilindik bir gerçek hikâyenin (beyaz adam-K z lderili) Amazon ormanlar na uyarlanm hali. Balta girmemi ormanlarda ya ayan Shuar yerlilerinin, kürk avc lar , alt n aray c lar ve baz yerle imcilerin “medeni” bak lar ve alg lar yla do ay talan etmelerine kar koyamama hikâyesi… Yerliler için de er ve anlam ta mayan alt n n beyaz adamda uyand rd açl k, h rs ve yerel yöneticinin (iktidar n) beyaz adamla, yerliye ra men kurdu u ili ki… Sepulveda, do a belgesellerine de s kça konu olan do al dengenin bozulmas sorununa ayn dil ve örneklerle hikâye boyunca s kça de iniyor. Do al ya am alanlar na tecavüz edi-
B
“
len hayvanlar n do al olmayan davran lar sergilemesi ve intikam hisleriyle insanlara sald rmas bunun en belirgin örne i. Hikâyede do aya yabanc la an –medeni- insan n yaban ortam nda ne kadar gülünç -ya da ac nas - oldu una ahitlik ediyoruz. Yavrular kürk avc lar taraf ndan avlanan bir jaguar n bölgedeki insanlardan intikam almas ve sonunda, deneyimli bir avc olan kahraman m zla kar kar ya gelmesi hikâyenin ana konusu.
SERDAR ÇEL K
u kitapta yazan hiçbir ey gerçek de ildir.” epigraf yla ba l yor Kurt Vonnegut’ n Kedi Be i i adl roman . Kitab n, gücünü bu k sac k cümleden ald n söylemek abart l olmaz. Nitekim metnin sonlar na do ru, gerçek de il denen eylerin, insan do as n n y k c l na, modern insan n delili ine, bunal m na i aret etti ini; son yüzy la damgas n vuran toplumsal de i imlerin ana izle indeki bilimin, bu y k c l n hem nedeni hem de kurtar c s olarak gösterildi ini fark ediyoruz. nsana ait gerçekli in izofrenik s n rda aranmas gerekti ine i aret eden Jacques Lacan, ba kas n n yaratt ve ki iye ait olmayan bir dünyan n parças olmaktansa, insan kendi izofrenik gerçekli inin (yalan n n) parças olmal d r, der. Bu ba lamda, Kedi Be i i’nin ana izle inin de, benzer ekilde bir tür izofrenik aray oldu unu söylemek yerinde olur san r m. Nitekim metnin bizi ça rd yer, anlat c n n tabiriyle insan n foma’s d r. Bu durumda u soru sorulabilir belki: Kitapta yaz lanlar gerçek de ilse, anlat ya dönü en bunca meselenin gerçeklikle ba nedir? Yazar bu gerçek d l a foma diyor; zarars z yalanlar yani. Bu noktada, yalana dair bir tür gerçek d l k eklinde anlat ya dönü en metin, okurda olu an merak duygusu nedeniyle giderek sürükleyici bir hal al yor. Yazar, anlat y yer yer bilim kurgunun, yer yer de fantastik birtak m ö elerin s n rlar nda dola t rarak okurun ilgisini diri tutuyor. Ard ndan meselesini metaforik bir düzleme ta yarak foma’n n s n rlar n geni letip yaratt hayal dünyas yla da ba ka bir gerçekli in izini sürüyor.
B R ENGEL OLARAK MEDEN YET A k Romanlar Okuyan htiyar, do adan uzakla t kça insanla t m z alg s n n sorguland bir metin asl nda. En ileri teknolojileri bar nd ran e yalara sahibiz. Hayat m z n her alan nerede duraca bilinmeyen bir teknolojiyle sar l . Ancak bu ya am tarz ne kadar insana özgü? Do an n bir parças oldu unu bilen ve öyle ya ayan yerlilerin bir maymun sürüsü taraf ndan öldürülmedi i Amazon orman na dalan “medeni” bir avc n n ölümü maymunlardan oluyor. Çünkü medeniyet, bir maymun gibi dü ünebilmenin önündeki en büyük engel. Balta girmemi ormanlarda maymun bölgesine giren yerliler, üzerlerinde par ldayan, ng rdayan, sallanan ne varsa ç kararak giriyorlar. Çünkü bir maymunun, ilgisini çeken bir e yay almak için vazgeçmeksizin Luis Sepulveda mücadele edece i bilgisine sahipler. Oysa beyaz adam, hem do an n bilgisinden yoksun hem de do aya s n rs z müdahale edecek kadar cüretkâr, do an n hâkimi oldu unu sanacak kadar aciz. Ate li silahlar ve teknolojisiyle, kendisini do ayla ba edebilecek denli büyük gören beyaz adam n ne yaz k ki her seferinde do a talanc l ndaki ba ar s n ispat etmesi, bugün dünyan n geldi i ac nas noktan n da yegâne nedeni. Beyaz adam talan ediyor, gezegeni kendi zihniyeti ve tasavvuruna göre ekillendiriyor. Do a art k onun için bir ya am alan de il, kendi hâkimiyetindeki mesire bölgesi. Do al hayat da olsa olsa bir belgesel lmin ad . Daha ac olan, talan edilen do ada yaln zca binlerce tür hayvan n de il, “yerli” olarak kodlanan ve insanl a beyaz adamdan daha yak n bir mesafede duran bir “türün” de neslinin tüketilmesi.
‘DÜNYANIN SONA ERD GÜN’ Kitab n ba karakteri Jonah (John), “Dünyan n Sona Erdi i Gün” isimli bir kitap yazmaya niyetlenir. Bu kitapla amaçlad ey, Amerikal lar n Hiro ima’ya att atom bombas n n yaratt y k m ve baz Amerikal lar n (özellikle atom bombas n Hiro ima’ya b rakan Nobel ödüllü zikçi Dr. Felix Hoenikker) bu y k m sonras ndaki ya amlar nda ne gibi de i imlerin meydana geldi ini ara t rmakt r. Roman n, bu yönüyle, modern insan n anlam aray eklinde okunabilecek bir metin oldu u da söylenebilir. Vonnegut, roman n n birçok yerinde ‘dünyan n sonu’ndan bahseder. Metin ilerledikçe anlar z ki, dünya-
30
n n sonu denilen durum, yani bir aray a dönü en bu olgu, asl nda insan n yaratt kendi sonudur. Nitekim buz dokuz denen bir madde vard r ki, bir taraftan bunun nas l öldürücü oldu u anlat l rken, di er taraftan neden böyle bir maddeye gereksinim duyuldu u konusunda insanc l bir sorgulaman n kap lar aralan r. Yarat lan k yamet metaforuna insanlar n nas l da teslim olduklar , ad m ad m kendi sonlar na do ru nas l sürüklendikleri anlat l r. Bu sürüklenme hali ile ortaya ç kan hakikat, insan n yaln zl na dair bir ada ile kar l n bulur. Bu ada, Karayip Denizi’ndeki çak l ta l plajlar n ve keskin mercan kayal klar n n oldu u San Lorenzo Cumhuriyeti’dir. Bu cumhuriyet y llarca Bat l ülkelerin sömürgesi olarak kalm bir ada ülkesidir. Neredeyse onar y l arayla yönetimi el de i tiren bu küçük ülke en son Amerikan sömürgesine dönü mü tür. Yazar n, Dünyan n Sonu kitab için arad bütün Amerikal lar da o adadad r.
B R YALANIN GERÇEKL izofrenik bir yalan n gerçekli ine s n p bu gerçekli in pe inde ko an anlat c n n srarla kaç nd ve ba kas n n gerçekli i olarak niteleyebilece imiz bu durumun, söz konusu adayla uzamsal boyutta bir kar l k buldu unu söylemek mümkün. Di er bir ifadeyle, bu adaya bilimin insan ruhsuz k lan so uklu u da denilebilir. Bu noktada, bilimin insanlar n elindeki irkiltici ruhsuzlu unu sorgulamaya ba layan yazar, okuru ad m ad m dinsel bir ar nman n k y s na sürükler. Bu dinsel ar nmaya da Bokononculuk ad n verir. Bununla yetinmez, insan n ruhsuzlu unu sorgulad gibi, hâlihaz rdaki ideolojik yönleriyle ülkeleri ve bu ülkelerin rejimlerini de sorgular, ele tirir. nsan n kendisini bu durumun parças k lmas ndansa, yaratt izofrenik yalan n parças olmas n n daha iyi olaca n söyler. Vonnegut, okuru ad m ad m ördü ü bir yalan n gerçekli ine do ru sürüklerken, kitab n sonunda, gerçe in ne oldu u konusunda birçok soruyla ba ba a b rak r. “Gerçeklik, bizim ya ad klar m z m , yoksa bize gerçek diye sunulan m d r?” sorusu bir belirsizli in ortas nda yapayaln z b rak r bizi. Yazar, yitirilen bir masumiyetin nerede kald n sorgularken, bizi “kedi be i i” isimli, daha çocukken yitirilen bir oyunun imgesine götürür; gerçekli in oyunun yitirili iyle ba lad n , aray n ise onu izofrenik bir s n rda bulana dek devam etti ini söyler.
EDEB YAT-DENEME
KÝTAP ZAMANI
Barbarlar bekleyen nöbetçiler
Bir zamanlar Berlin…
C
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Christopher Isherwood’un en bilinen eseri olan Ho ça Kal Berlin, birbirinden ba ms z görünen fakat ba lant l hikâyelerden olu uyor. Bir kahraman n bir önceki bölümde yar m b rak lan hikâyesine ba ka bir bölümde yeniden rastl yoruz. Kitap, tiyatro sahnesine ve sinemaya da uyarlanm t .
Y k ld Büyük Babil, M. Nedim Hazar’ n kö e yaz lar nda i aretlerini verdi i “derin yolculu un” meyvelerini sunuyor. Yazar n tabiriyle “bir kö ede birikmi ” bu metinler, felsefeden sosyolojiye, bilimden edebiyata geni bir sahada yol al yor.
HO ÇA KAL BERL N, CHRISTOPHER ISHERWOOD, ÇEV.: ZEHRA GENCOSMAN, YKY, 212 SAYFA, 12 TL
YIKILDI BÜYÜK BAB L (BARBARLARI BEKLERKEN), M. NED M HAZAR, KARAKUTU YAYINLARI, 199 SAYFA, 12 TL
MEHMET MEHMEDO LU
hristopher Isherwood’un 1930’lu y llar n ilk yar s ndaki kozmopolit Berlin’e odakland Ho ça Kal Berlin’in önce tiyatro sahnesine, sonra da sinemaya I am a Camera ad yla uyarlanm olmas manidard r. Yazar n bir di er kitab Yaln z Adam’ n da sinemaya uyarlanmas Isherwood’un anlat c s yla ilgili ipuçlar verecek türdendir. Bir foto raf makinesi veya kamera ta yormu gibi o sahneden bu sahneye gezinen anlat c s , fazladan bir söz etmek ya da yorumda bulunmak yerine görsel imkânlara ba vurur eserlerinde. Yazar, kahramanlar n n iç dünyas na e ilmektense onlar çepeçevre saran dünyan n tasvirini yapar ço unlukla. Bizden de kahraman n ya ad dünyan n s n rlar na ula mam z bekler. lk ba larda okuru büyülemeyen, anlat c n n imkânlar n n k s tland , adeta edilgenle tirildi i bu teknik, giderek okurun zihni yerine merakl bak lar n kamç layarak onu metnin dehlizlerine çeker bir bak ma. Do runun, hakikatin yan nda veya kar s nda yer almaktansa onu oldu u gibi göstermenin çekicili ine s n r Isherwood’un yap tlar .
TAMAMLANAN YARIM H KÂYELER Yazar n en bilinen eseri olan Ho ça Kal Berlin, birbirinden ba ms z görünmekle birlikte, gerek anlat c n n hep ayn ki i olmas , gerek her bölümde Berlin’in mekân olarak öne ç kmas , gerekse de her bölümün bir sonrakine i aretler b rakmas sayesinde gayet etkileyici bir kitaba dönü üyor. Bir kahraman n bir önceki bölümde yar m b rak lan hikâyesine ba ka bir bölümde yeniden rastl yoruz. Böylece yar m kalm hikâyeler çe itli dönemlerin yard m yla tamama erdiriliyor. Öte yandan, be bölümden olu an roman n anlat c s , yazarla ayn ad ta yor. Bu husus asl nda Ho ça Kal Berlin’e özgü de il. Yazar n hemen hemen bütün eserlerinde kendisiyle ayn ad ta yan bir anlat c ya rastlan r. Bu hususun, bir yan yla Isherwood’un yap tlar na otobiyogra k bir bak katt gibi, bir yan yla da kitaplarda anlat lan olaylara bir gerçeklik kazand rd a ikâr. Yazar n hayat hikâyesiyle kurgunun iç içe geçti i bu tercih zaman içinde okur için etkileyici bir hal al yor. Ho ça Kal Berlin’in anlat c s , kendisiyle ilgili çok fazla bilgi vermeden “bir
Ü
kamera yard m yla” Berlin’den farkl manzaralar sunuyor bize. Yahudilerden göçmenlere, oyuncu olma hayalleri kuran genç k zlardan durmadan didinen annelere, dar ve bas k evlerde ya ayan yoksullardan insanlar üzerinde tuhaf tasarru arda bulunan doktorlara, Nazi sempatizanlar ndan komünistlere kadar onlarca ilginç ve unutulmaz kahraman n etraf nda örüyor kitab n . Hemen her bölümde ba ka bir ki inin öyküsünü okuyoruz. Isherwood ayn anlat c n n çevresinde hayat bulan bu kahramanlar n dünyas na k tuttukça, sönmekte olan n yaln z bu kahramanlar n olmad n , Berlin’in de giderek bir karanl a gömüldü ünü görüyoruz. Belki de as l kahraman her zaman Berlin’dir bu kitapta. Hikâyesi tamamlanan, korkunç bir tehlikenin gölgesindeki Berlin. Ad m ad m yakla an, önce insanlar n gündelik hayat na s zan, dü üncelerini rehin alan, onlara yön veren, sonra da tarihin görüp görece i en büyük y k mlardan birine sebep olan bir karanl n alt ndaki Berlin.
A. YAVUZ ALTUN
niversitede y llar mda, ülkenin de i ik yerlerinden gelen “Zaman okurlar ” oturup sohbet ederken genelde küçük bir “Nedim Abi fanlar ” grubu olu urdu. Yere gazete serilip çay içilen ak amlarda kar m za bir kö ede “Nedim Abi” ç karsa, hemen muhabbet ba lard . “Biz”le ilgili de erlere dil uzatan, “biz”i a a layan, asla be enmeyenlere kar Nedim Abi’nin k vrak diliyle verdi i cevaplar okurdu fanlar ve “biz”i bizim ad m za böyle güzel savunabildi i için g yab nda çok severlerdi. “Bak Nedim Abi yine nas l ayar vermi !” derlerdi. Sadece Türkiye’nin 28 ubat sonras “puslu” havas nda de il, 11 Eylül’ün getirdi i “yeni dünya düzeni” içinde yer almak ve burada “genç” olmak, bizi ister istemez “gazete”ye bakmaya yöneltiyordu. Her medeniyetin, barbarlar vard . Ne zaman gelecekleri; neye, kime sald racaklar belli olmuyordu. Romal imparator Aurelianus, barbar sald r lar na kar içinde nöbetçilerin gezebildi i devasa surlar in a ettirmi ti. “Gazete” i te bu Aurelianus suruydu.
ADIM ADIM FA ZME… Yazar n anlatt Berlin henüz bütünüyle Nazilerin denetimine geçmemi ama buna ramak kalm t r. Hal böyle olunca renkli oldu u kadar kasvetli bir ehir portresi çiziyor Isherwood. Fa izmin önce gündelik hayatta mayalan n , oradan habis bir leke gibi kolayl kla büyüyerek bir yönetim biçimine dönü mesini sat r aralar nda ve gayet etkili örneklerle anlat yor. Nazilerin iktidara geli biçimini büyük söylemlerle anlatmak yerine sokaktaki insan n bu dü üncenin etkisine nas l girdi ini, bir zaman sonra tarihin en zalim yönetimlerinden birinin nas l ba tac edildi ini ve bütün bir Alman toplumunun buna nas l r za gösterdi ini trajik örneklerle betimliyor kitap. Sahillerin bile Nazi bayraklar yla donat ld , Nazilere kar oldu unu söylemelerine ra men insanlar n bu dü üncenin etkisine nas l da kolayca giriverdikleri, kimi cemaatlere kar gündelik hayatta ne türden bir nefretin duyuldu u apaç k gösteriliyor Isherwood’un “kameras ndan.” Sonras n anlatm yor yazar. Hitler’in iktidara gelmesiyle terk etti i Berlin’in ad m ad m fa izme haz rl n göstermeye çal yor yaln zca. Fa izme zemin haz rlayan gündelik hayat n ne türden dinamiklerle beslendi ini göstererek trajik insan hikâyelerine çeviriyor bak lar m z .
B R KES ME ÖZGÜVEN A ILIYOR Sonra üniversite bitti ve gazeteye geldim. Meslek erbâb , yeni muhabirlere nasihat ediyordu. Ahmet Turan Alkan’ n bizimle sohbeti esnas nda öyle bir soru soruldu: “Neden hiciv üslubu kullan yorsunuz?” Ahmet Turan Hoca, meseleyi etra ca i leyip bütün argümanlar tek tek çürütebilecek birikime sahipken, genelde durumu hicvediyor ve okurlar n tebessümler e li inde mutmain ediyordu. “Bizim çocuklar hep eziktir çünkü.” demi ti hoca, “Y llarca sa camiayla alay ettiler. Onlar n k r lm gururlar n tamir ediyorum.” Nedim Hazar da öyleydi. Üslubundaki incelik, ironi ustal sadece biçimsel bir kayg de ildi belli ki. Bir kesime “kendine güven” a l yordu. Bu güven san laca gibi, “kar tara a alay edebilme imkân ” sebebiyle gelmiyordu. Bilakis, meselelerin asl nda basit tara ar vard . Büyük la ara, tumturakl kavramlara ihtiyaç bile yoktu. Yanl ‘ p diye’ tespit edebiliyor, “mahalle bask s ” ile bunalm kitlelere havadar bir menfez aç yordu. Durumu e itliyordu. Yorum sayfas n n sorumlulu u omuzlar ma yüklendi inde, çok da uzakta olmayan o üniversite y llar n
32
hat rlad m. Yazarlar “bir gün önceden” okuman n verdi i o tatl heyecan aras nda, önceleri pazar ve cuma günleri, imdilerde pazar ve sal günleri Nedim Abi’nin yaz s e-posta kutuma dü tü ünde meraklan yorum. tiraf etmeliyim, üniversitedeki o küçük sohbetlerde “Nedim Abi fanlar ” aras nda yer almad m hiç. Yaz lar n okurken içimde, kendini frenledi i hissi uyan rd . Evet, Türkiye’nin hemen her yerindeki “gazete” okurlar için Nedim Abi’nin yeri ayr yd . 28 ubat’ n kaset furyalar n n, “barbarlar n sald r lar n n” yo unla t o günlerde kalemini ku anm bir “halk kahraman ”yd . Ama “benim kahraman m” olmayan bir kahramand . Kimi zaman anlamlar kapal la an (sözgelimi 10 Ocak 2011 tarihli “Sevda” isimli yaz s ) sat rlar na bakt kça, içinde büyüyen bir kayg oldu unu hissediyordum. Nihayet buldum; Y k ld Büyük Babil kitab n n giri inde kendisi itiraf ediyordu i te: “Günlük gazete yazmay hep usta bir heykelt ra n kendine de il piyasaya yapt heykellere benzetirim. (...) Fakat bazen, yaz tutar elinizden ve al p götürür tahmin bile etmedi iniz boyutlara. (...) Gündelik ritmin s sular nda dikine bir yol kat etmeye ba lars n z.”
BAB LL LER N SÖYLE MES ark kültüründe “Babil’in y k lmas ” ve insanlar n farkl diller konu arak ayr maya ba lamas , hay rl bir vaka olarak görülürmü . Bat l lar bunu “birli in sona ermesi” gibi alg l yor oysa. Yani ba kala ma, dü manla ma. Nedim Hazar’ n da bahsetti i “muhavere-i tebabuliye” (Babillilerin söyle mesi) herkesin konu tu u ama kimsenin anla amad bir karga a an . Belki de Romal lar, barbarlarla “konu may ” denemedi i için sonunda medeniyetlerinin y k l n seyretmek zorunda kalm lard . Nedim Hazar, ça n çok iyi anlayan Pakistanl kbal Ahmet’in u sat rlar n aktar rken bu fark n da alt n çiziyor: “[Ça da slamc lar n derdi] maneviyat de il, iktidar; insanlar n çile ve beklentilerini payla p ha fletmek de il, politik amaçlarla onlar mobilize etmektir. Onlar nki, çok s n rl ve zamanla ba l bir siyasî gündemdir.” Birkaç cümlede Do uBat fark ! Do u’nun “barbarlar bekleyen nöbetçileri” de i te böyle bir farkla yap yor vazifesini. Nöbetin “nerede” ve “nas l” tutuldu unu hat rlamak için Nedim Hazar’ n kitab ndan okunacak çok ey var...
GÜNCEL
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
ran ile Türkiye dost olur mu? ran: Tehdit mi, F rsat m ? isimli çal ma, Todays Zaman Genel Yay n Yönetmeni Bülent Kene ’in 1979’daki ran Devrimi’nden 1990’lar n sonuna kadarki süreçte Türkiye- ran ili kileri üzerine haz rlad doktora tezinin kitapla m hali. Kene , ran’ n d politika üslubunu bu titiz çal mayla de ifre ediyor. RAN: TEHD T M , FIRSAT MI?, BÜLENT KENE , T MA YAYINLARI, 400 SAYFA, 18,50 TL
FOTO RAF: ZAMAN, MÜHENNA KAHVEC
B
KEMAL SUSKUN
ülent Kene ’in ‘ ran: Tehdit mi, F rsat m ?’ isimli kitab iki rastlant y birden bar nd r yor. lkinin hikâyesi u: Kene , 1979’daki ran Devrimi’nden 1990’lar n sonuna kadarki süreçte Türkiye- ran ili kileri üzerine bir doktora tezi haz rlamaya giri ir. Dan man hocas Prof. Dr. Ahmet Davuto lu’dur. Ancak 28 ubat süreci sebebiyle 1998’de çal ma kesintiye u rar. 2009’da ç kan aftan yararlanarak tekrar çal maya ba layan Kene , 1979’dan 2011’e kadarki ili kileri inceleyecektir art k. Tez kabul edilmesinden k sa süre sonra, Nisan 2012’de kitapla p yay mlan r. 28 ubat süreci kimi yorumculara göre, yarg lamalar n ba lamas ve e itim reformlar ile sona ermi tir. Ve Davuto lu art k Türkiye’nin d politikas na yön vermektedir. kinci rastlant ise Türkiye- ran ili kilerinin geldi i noktayla ilgili. Ahmedinejad 2008’deki Türkiye ziyaretinde, Sultanahmet Camii’nde k ld cuma namaz ve halka yak n tav rlar yla dikkati çekmi ti. 2010’da Birle mi Milletler Genel Kurulu’nda, ran’a yönelik yapt r m karar oylamas nda iki çekimser oydan biri Türkiye’nindi. Bölgede iki önemli mütte k olarak görülen Türkiye ve ran’ n ili kileri, özellikle Arap Bahar ’ndan sonra belirgin bir biçimde kötüle ti. ran’ n bölgede nüfuzu yükselen Türkiye’yi önleme çabas , Suriye konusunda ters dü ülmesi ve Ba bakan Erdo an’ n son ran ziyaretindeki so uk tav rlar bunun önemli göstergeleri. Tam bu dönemde, hâlen 79’daki “devrim” sürecini ya ayan ran’la Türkiye aras ndaki ili kilerin dinamiklerine k tutan kitap, alan nda önemli bir bo lu u dolduruyor.
RAN’IN DI POL T KA ÜSLUBU
1979’DAN BUGÜNE TÜRK YE VE RAN 1979’dan bu yana Türkiye’de, ran’da ve her iki ülkenin önemli aktörler oldu u Ortado u (Bat Asya) co rafyas nda k r lmalar, de i imler oldu. ran’da Humeyni’nin önderli inde ba layan devrim dalgas , Kene ’in tabiriyle “ideolojik idealizm” tarz bir siyaset getirmi ti. Devrimi talyan gazetesi Corriere della Sera ad na izleyen ve ran’dan makaleler yazan Frans z dü ünür Michel Foucault, ah döneminin çarp k, karikatürize ve abart l modernizmine dikkati çekerek Humeyni’yi göklere ç karm t . Hatta onun tarz na “meta zik siyaset” diyecekti. 1979, literatürde s kl kla 1917’deki Bol evik Devrimi ile k yasland ve içeri indeki “anti-emperyalist” tona özellikle dikkat çekildi. Sovyet deste iyle yap lan 79 Devrimi’nden k sa süre sonra “komünist av ” ran’da da ya and . Ayn y llarda “devrim mahkemeleri”ni izleyen Robert Fisk ise ah rejiminin yozla m l n hat rda tutarak, devrim döneminin “vah i ve naif, provokatif ve tehlikeli” oldu unu ya-
kiye, ran olmas n!” eklindeydi; çünkü bu cinayetlerle birlikte laiklik kar t hamleler ran’la ili kilendiriliyordu. Bu s rada Sovyetler Birli i da ld ve Sovyet ülkeleri ard ard na ba ms zl na kavu tu. Ancak Türkiye, 1993’te yakalad “aç k toplum olma” trendini Turgut Özal’ n üpheli ölümüyle ba layan bir dizi olay neticesinde yitirdi ve 1997’deki 28 ubat postmodern darbesiyle bir anlamda “Özal öncesi”ne döndü.
Bülent Kene
zacakt . Ancak Fisk’e göre ran’ n devrimden sonra bir “necrocracy”ye (ölülerce yönetilen ülke) dönü mesinin alt nda yatan sebep, 1980-88 aras nda ran’la Irak aras ndaki sava t . Genç Saddam Hüseyin, ABD’nin k k rtmalar yla tanklar n ran’a yöneltmi ti. Devrim sonras ran, ABD ve srail taraf ndan bask alt nda tutuldu, bölgedeki terörizmin ve “radikal slam” n yay lmas n n kayna olarak gösterildi. Ayn y llarda Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu. 1983’ten itibaren ülke, Turgut Özal’ n liderli inde küresel ekonomik bir
vizyon geli tirdi ve So uk Sava ’ n etkilerini üzerinden atmaya ba lad . 12 Eylül’e kadar Türkiye’yi sarsan “anar i” ortam n n yerini “ekonomik kalk nma” ve “dünyaya aç lma” söylemleri alm t . 1970’lerin toplumsal alanda belki de tek bakiyesi 1980’lerde giderek yükselen PKK terörüydü. Buna 90’l y llarda ortaya konulan Hizbullah kar -terörü eklendi. Bu y llarda Türkiye’deki pek çok faili meçhul cinayet Hizbullah-PKK-J TEM üçgeninde dü ümlendi ama hiçbiri ortaya ç kar lamad . 90’l y llar n bir di er söylemi de “Tür-
33
Bülent Kene , Türkiye- ran ili kilerini bu süreçler aras nda ranl liderlere göre bölümlendiriyor. Ayetullah Humeyni döneminde ran, karizmatik bir lidere, “yeni” bir ideolojiye ve sava n da etkisiyle toplumsal bir kenetlenmeye sahipti. ABD kar tl ve srail nefreti pragmatik sebeplerden çok “ilkesel” de erlendirmelere dayan yordu. Haliyle NATO üyesi ve srail’le ili kileri iyi bir Türkiye’ye ilkesel düzeyde “olumsuz” bak lsa da, pratikte yak n ili kiler geli tirilebiliyordu. Humeyni’nin “ slam” vurgusu, iki Müslüman toplum aras nda köprüler kurabilirdi. 1989’da Humeyni’nin ölümüyle yerine geçen Rafsancani, Kene ’in de erlendirmesiyle, daha pragmatik bir politikaya yönelmi ti. Devrimin renkleri solmu ve “ iilik” temelinde daha kat ideolojik bir pratik yerle mi ti. 97’ye kadar süren bu dönemde Sovyetler’in y k lmas , ran’ bölgede nüfuzunu art rmaya ve “devrim ihrac ” meselesine kafa yormaya itmi ti. Türkiye ile ili kiler de bu çerçevede gerçekle ti. Sonras nda seçimleri kazanan Hatemi, ran’ n “en l ml ” lideri olarak öne ç kt . Hatemi’nin bölgede “olumlu bir ran imaj ” çizme gayretleri Türkiye ile ili kileri iyiye götürse de; 28 ubat etkisi, PKK sebebiyle Türkiye-Suriye aras nda ya anan gerilim ve nihayet 2003’te ABD’nin Irak’ i gali, Hatemi’nin anss zl klar olarak görülebilir. Kitap, ran’ n tarihine ve uluslararas ili kiler stratejisine bilimsel düzlemde yakla sa da, yazar n n ran hakk ndaki yaz lar ve röportajlarda söyledikleri, bugün ad na daha ilginç bir foto raf ortaya koyuyor. Kitab n son iki bölümünde i lenen “Kürt sorunu” ve “nükleer silah” konular , son dönemde ran’ n Türkiye’deki nüfuzunun incelenebilece i mühim laboratuvarlar. Y llard r s kl kla vurgulad “ slam Cumhuriyeti” kavram na ra men ran, bölgede nüfuzunu art rmak isteyen ve kendi ç karlar n di er ülkelerin ve halklar n ç karlar n n üstünde tutan s radan/tipik bir aktör görünümünde. Bu sebeple ran’ n d politikas , ilkesel ya da söylemsel düzeyde vermek istedi i (ideolojik idealist) “iç görüntü” ile çeli mese de, pratikte bir ba ka “ ran” imliyor. Kene ’in bu noktada literatüre en önemli katk s da, ran’ n “d politika üslubu”nu titiz bir çal mayla de ifre etmesi san r m.
D N-TASAVVUF
KÝTAP ZAMANI
Herkes için Nebe’ Sûresi
D
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Huzurda tutulan notlar
Prof. Dr. Davut Aydüz’ü, akademik kimli inin yan nda, halk n ihtiyac n görüp ona göre bilgiler sundu u kitaplar yla tan yoruz. Nebe Sûresi Tefsiri de bu kapsama giren eserlerden biri. Aydüz, Nebe Sûresi’nin anlam n geni kitlelere ula t ran, kolay okunabilecek bir esere imza atm .
M. Fatih Ç tlak’ n Safer Efendi’nin huzurunda tuttu u notlar bir araya getiren Huzur Defteri, Karagümrük Cerrahî Asitânesi eyhlerinden Fahreddin Efendi’nin hayat etraf nda, imparatorluktan cumhuriyete geçi s ras ndaki sars nt lara farkl bir pencereden k tutuyor.
NEBE’ SÛRES TEFSÎR , PROF. DR. DAVUT AYDÜZ, I IK AKADEM YAYINLARI, 160 SAYFA, 6 TL
HUZUR DEFTER , M. FAT H ÇITLAK, SUF K TAP, 320 SAYFA, 15 TL
AHMET KURUCAN
avut Aydüz Hoca, piyasada var olan kitaplar n n da ehadetiyle, yapt okumalar iyi derleyen ve bunlar halk n seviyesine indirebilen bir kalem erbab d r bana göre. Akademisyen kimli i bu okumalar yapmas na, halk n içinde halktan biri olarak bulunmas ise insanlar n ihtiyac n görüp bilgilerini ona göre sunmas na imkân veriyor. Yay mlad eserlere bak nca hocam z n bunu kendine bir misyon olarak benimsedi i kanaati uyan yor bende. Nebe Sûresi Tefsiri de bu kapsam içine giren eserlerden biri. Nitekim giri bölümünde yazar bunu aç kl kla ifade ediyor. Dolay s yla sözü edilen zincir içindeki ilk eser de il bu. htimal son da olmayacak. Nebe sûresi, yazar n da giri bölümünde belirtti i gibi, halk m z n ezbere bildi i surelerdendir. Halk aras nda me hur olan, “Sabah namaz n n farz nda 40 ayetten az okuyanlar n namaz tembel namaz d r.” deyi inden hareketle olsa gerek, Nebe Sûresi genelde sabah namaz nda okunur. Çünkü Nebe Sûresi’nin ayet say s k rkt r. Belki de büyük bir zat n ke , tespiti ya da dü üncesi olarak ortaya ç kan bu kelam- kibar, Nebe Sûresi’nin ezberlenmesinde etkin bir rol oynam t r diye dü ünüyorum.
DUYA DUYA OKUMAK… Ezber önemli ama as l mesele ezber de il; önemli olan o ezberlerin ibadet esnas nda duya duya, doya doya okunmas d r. Her bir ayetin, ayet içindeki her bir kelimenin hakk verilerek, mana ve muhteva bütünlü ü içine dal narak -isterseniz derya diyelim- mülahaza deryas n n içinde yüzerek okunmas d r. Bu ise en az ndan ayetlerin birebir manas n bilmekle mümkün olur. Arapça bilmeyen, Kur’an’ n mana ve muhtevas na nüfuz edecek bilgi birikimine sahip olmayan insanlara i te tam da bu noktada bahse medar kitaplar büyük fayda sa lamaktad r. Kitapta yer alan bilgilerin tamam ak lda kalmasa bile mealin çok çok ötesine geçen tefsirlerin uzun uzad ya anlat lmas , mülahaza
K
deryas na dal nd nda zihnin ça r mlar yapmas na vesile olmaktad r. Hatta unu da ilave edebilirim; yazar Arapça, Türkçe tefsirlerden yapt derlemeler üzerinde bir de erlendirmede bulunmasa, tercihini ortaya koymasa bile, halktan bir insan n 150 sayfal k kitapta yer alan bilgilerin toplam na ula abilmesi tek kelime ile imkâns zd r. Bu aç dan da özellikle merakl lar için bu ve benzeri kitaplar Kur’an’a aç lan birer pencere hükmündedir. Çocuklu umdan hat rlar m, memleketim Tav anl ’da tefsir hatimleri yap l rd . 8-10 ki ilik, kendini bu i e vermi insanlar özellikle yats namazlar ndan sonra bir araya gelir ve tefsir okurlard . Hiç bitmezdi okumalar … Çünkü Elmal l bitince zmirli smail Hakk , o bitince bir di eri ba lard . imdi Kur’an’a o seviyede bir ilginin oldu unu dü ünmüyorum. Ama Nebe Sûresi Tefsiri gibi kitaplar halk aras nda böylesi bir ilginin yeniden do mas na da vesile te kil edebilir dü üncesindeyim.
AHMET DO RU
aragümrük Cerrahî Asitânesi eyhlerinden merhum Fahreddin Efendi (1885-1966) çocukluk ya da gençlik y llar nda, o dönem postta oturmakta olan babas R zaeddin Efendi’yle birlikte bir cemiyet için Balat yolu üzerindeki Dra man Sümbülî Tekkesi’ne gider. Namaz k l n p lokma yap ld ktan sonra mevlid ba lar. Tevhidhanedeki ziyaretçi maksuresinde tekkeye kom u kilise ve havralardan gelmi gayrimüslimler de bulunmaktad r. Bunlar aras nda içlerinde hahamba n n da yer ald be alt ki ilik bir Yahudi cemaati dikkati çekmektedir. Mevlidin dua k sm na gelindi inde hahamba , meydan görevlilerinden bir dervi vas tas yla eyh efendiden “Bir a r okuyabilir miyim?” diye izin ister. “Buyurun haham efendi, tabii ki okuyabilirsiniz.” denilmesinden sonra hahamba eûzü besmele çekerek a r- erife ba lar. Tâhâ sûresinin ilk sayfas n stanbul a z olarak bilinen tarzda ve mükemmel bir k raatle okur. Ard ndan mealini arz etmek için müsaade ister, okudu u ayetlerin ne ifade etti ini bir hatip üslubuyla anlat r. Mealin ard ndan bu kez “Müsaadeniz olursa bir de tasavvufî olarak bir meal ve tefsir yapay m” der. eyh efendi nezaketen müsaade buyurunca oradaki birçok ki iyi hayrette b rakacak bir tefsir dersi verir. Fahreddin Efendi, bu hat ras n öyle tamamlar: “Adam n haham oldu unu bilmesem kalk p hocaefendi diye elini öpece im. Hiç falso yok. K raat, meal, tefsir, dirayet… Hayran kald m. te o gün anlad m ki; iman ayr ey, ilim ayr eymi . lim imana vesile olur ama bu, her ilim sahibinin imanl oldu u mânâs na gelmez.”
SAYFA NUMARALARI VER LMEL YD Sözlerimi ba larken, ke ke diyorum, istifade edilen kaynaklar n sayfa numaralar n da verseydi hocam z. Her ne kadar kendisi istifade edilen kaynaklar n bask yeri ve tarihi de i ti i için yer ve sayfa numaralar n n verilmedi ini söylese de bunun yanl Davut Aydüz bir tercih oldu unu kanaatindeyim. Mürekkebin kâ t üzerinde yaz haline gelmesi, günümüz diliyle dü üncelerin matbaa mürekkebi ile bulu mas sonucu ortaya ç kan eser, ehl-i ilim dâhil herkesin istifadesine ve tenkidine aç k hale geliyor. Kald ki bu zaviyeden bak nca her kitap bir iddiay bünyesinde ta r. Dolay s yla iktibaslar n akademik usullere göre verilmesi bu ba lamda ayr bir önem ta r. Bir ba ka itiraz noktam ise u: Ke ke hocam z her bir ayetin sonunda yapt iktibaslara ilaveten kendi tercihlerini de be er-onar cümleyle bile olsa ortaya koysayd . Bu nokta, kitab n günümüze hitap etmesinde hayati bir ehemmiyete sahiptir. Kitab m z Kur’an üzerine bir ç rp da okunabilecek böylesi bir çal maya imza atan hocam z tebrik ederim.
B R MÜR D N HUZURUNDA Bilmek ve inanmak, bilmek ve ya amak, bilmek ve olmak aras ndaki fark çok güzel ortaya koyan bu hat ra, M. Fatih Ç tlak’ n Su Kitap’tan ç kan Huzur Defteri kitab nda yer al yor. Ehlinden tevarüs ettiklerini sohbetleriyle, konferanslar yla, kitaplar yla istifadeye arz eden Ç tlak, ‘bir mür id’in huzurunda seneler boyu tuttu u notlar bir araya getirmi Huzur Defteri’nde. lk kitab n “Hazreti eyh brahim Fahreddin evkî Efendi’yi ve onunla alâkal hadiseleri” k smen ihtiva etti ini, Allah izin verdi i takdirde di er kay tlar n da seri halinde gün yüzüne
34
ç kaca n söylüyor Ç tlak. “Bu büyük manevî ahsiyeti okurken bir dönemi, seyr u sülûku, kendimizi, tarihimizi, maneviyat m z ve daha birçok hissiyat m z ö renmi olaca m z kanaatini ta maktay m. Maksad m z bir ahs veya me rebi medh ü senâ etmek yani övmek de ildir. Ya anm olan hadiseler üzerinden hayat m z n hakikatini ke fetmektir.” diyor. Kitap, “Fahreddin Efendi Hazretleri’nin ve Safer Efendi Hazretleri’nin sohbet meclislerini idrak edebilmek için” Pîr Nûreddîn Cerrâhî’nin menk beleriyle ba l yor. Fatih Ç tlak, “Nur-i Muhammedî’nin ve say s z birçok velîdeki nurun XVII. as rda stanbul sur içinde, Edirnekap ’da mâkes buldu u bir mübarek zât” diyerek ba l yor Pir Hazretleri’ni anlatmaya. Büyükbabas Abdülazîz Zihnî Efendi, amcas Yahya Gâlib Efendi, babas R zâeddin Ya ar Efendi hakk nda nakledilenler kayda geçirildikten sonra s ra Fahreddin Efendi’ye geliyor. Kitab n sayfalar nda dola t kça, bir ‘âsitâne eyhinin’ kim oldu u, nas l yeti ti i, manevî derinli i, onun yeti mesine vas ta olan âmiller zihninizde, gönlünüzde netle meye ba l yor.
“ANLATTIKLARIM S ZE H KÂYE, BANA HAK KAT” Be -alt ya lar nda misa r gitti i dergâhta zikir meclisi kendisine açt r lan, ‘tâc h rkas yla do anlardan’ Fahreddin Efendi’nin hayat etraf nda bir dönem de ekilleniyor. Padi ahlardan meczuplara, eyh efendilerden medrese hocalar na, çokça tan nan, gizli kalan pek çok isim ufuk aç c hikâyeleriyle yerini al yor bu resm-i geçitte. Safer Efendi, uykular n günde bir-iki saat kaylule ile geçi tirip y llar y l hizmetine ko tu u efendisinin hat ralar n yutkunup gözya lar n içine ak tarak naklederken muhabbetten, teslimiyetten örnekler veriyor. Bu zevk-i manevîden haberdar olmayanlar n hayret edebilecekleri hat ralar anlatanlar, sözlerini u cümleyle noktal yor: “Anlatt klar m size hikâye, bana hakikat.” Huzur Defteri, stanbul’da bir dergâh n ve dergâhlar seddolundu unda postunda oturmakta olan bir eyh efendinin menk belerini konu edinse de, Fatih Ç tlak’ n da i aret etti i gibi, ‘bir döneme’, yak n tarihimize, stanbul’un payitaht oldu u zamanki kültürüne, imparatorluktan cumhuriyete geçi s ras ndaki sars nt lara, velhas l pek çok konuya, farkl bir pencereden k tutuyor. Bu aç dan farkl okumalara aç k bir kitap.
MÜZ K
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Y ld z bir piyanistin portresi Ayd n Büke, Romantizmin I Clara adl çal mas nda, 19. yüzy l n büyük piyanistlerinden Clara Schumann’ n hayat n anlat yor. Yazar, piyanonun alt n ça n Avrupa’n n ünlü müzisyenlerinin izini sürerek resmetmi . Beethoven’ n açt yolda ilerleyen Chopin, Çaykovski, Liszt, Wagner gibi ça n müzik dehalar da kitab n sat rlar nda beliriyor. ROMANT ZM N I I I CLARA, AYDIN BÜKE, CAN YAYINLARI, 608 SAYFA, 48 TL
AY E BA AK
türüyor. Bu evlilik neticesinde babas yla tüm ba lar kopuyor. Clara, 1840’tan Robert Schumann’ n akl n yitirip hayata veda etti i 1856 y l na dek süren 16 y ll k evlili i boyunca 10 hamilelik ya yor, sekiz çocuk do uruyor. Kitaptan ö reniyoruz ki, me hur piyanist Clara’n n e i olarak an lmak, onun paras yla hayat n idame ettirmek Schumann’ pek mutlu etmese de a k dolu mektuplar nda, günlüklerinde kar s na olan hayranl n hiç durmadan aktar yor. Aralar ndaki a k, dostluk ve ba l l k çok büyük. Dönemin el üstünde tutulan y ld z piyanisti Clara, pek çok zorlu a gö üs germek zorunda kal yor, 77 y ll k ya am nda evlat ac lar pe ini hiç b rakm yor, sevgili kocas n n delirip ölmesine ahit oluyor. Tüm bu hengâme ve hayat gailesi içinde düzenli piyano çal may ve çalmay , konserler vermeyi hiç aksatm yor.
stanbul Devlet Senfoni Orkestras üt sanatç s Ayd n Büke, yeni kitab Romantizmin I Clara’da, 19. yüzy l n ilk büyük “star” piyanisti Clara Schumann’ n hayat öyküsünü anlat yor. Piyano ö retmeni ve sat c s Friedrich Wieck’in k z olarak dünyaya gelen, güzel, ba ar l , imrenilen bir piyanist olarak yeti tirilen, dik ba l l yla Robert Schumann’ n kar s olmak için babas n kar s na alan, evlili i boyunca çe itli zorluklara katlanan, sekiz çocuk annesi ve Johannes Brahms’ n vazgeçilmez a k Clara Schumann... Konserleriyle Avrupa’da yank uyand ran, krallar , kraliçeleri mest eden, yetmi yedi y ll k ya am 19. yüzy l Avrupa’s nda klasik müzi in öyküsüyle iç içe geçen Clara Schumann...
P YANONUN ALTIN ÇA I Bu kapsaml biyogra yi elinize ald n zda sizi saran merak kadar eserin spesi k bir alana yönelik bir ilgiyi kar layabilece ine dair önyarg içinde olabilirsiniz. Yazar Ayd n Büke, bu kayg y daha kitaba ba lar ba lamaz, herkese hitap edecek bir biyogra okudu unuzun i aretlerini vererek ortadan kald r yor. Kitap, 19. yüzy lda müzi in geli imini, Romantizm ak m n , ça n sanatsal atmosferini, çeki meleri, ele tirileri anlamak için önemli bir f rsat. 608 sayfal k eser, titiz ara t rmalar, uzun y llara yay lan okumalar neticesinde haz rlanm . Büke, piyanonun alt n ça denebilecek bu dönemi, Avrupa’n n en ünlü müzisyenlerinin izini sürerek resmetmi . Clara Schumann’ n biyogra sini okurken ayn zamanda Robert Schumann’ n ve Johannes Brahms’ n hayatlar na da dâhil oluyorsunuz. Beethoven’ n açt yolda ilerleyen Berlioz, Chopin, Çaykovski, Dvorák, Liszt, Mendelssohn, Paganini, Wagner gibi ça n müzik dehalar da kitab n sat rlar nda beliriyor. Clara Schumann’ önemli k lan, müzik tarihinde ayr cal kl bir yere oturtan pek çok özelli inin aras ndan üçü öne ç k yor. Bunlardan birincisi Clara’n n 19’uncu yüzy l n ilk büyük y ld z piyanisti olmas . lk kez 9 ya nda sahneye ç k yor ve 72 ya na kadar tam 63 y l boyunca -hemen hemen kesintisiz- sahne al yor. kincisi iyi bir besteci olu u. Gerçi biyogra bize Clara’n n bestecili i hususunda alçakgönüllü davrand n , pek iddial olmad n söylüyor; çünkü hayran oldu u e i Robert’ n yan nda kendisini bestecili e lay k bulmuyor, yetene ini bir me gale gibi görüyor. Üçüncüsü ise Schumann ve Brahms’ n en yak n ndaki insan olmas . Kitab n merkezinde Clara Schumann olsa da onun Robert Schumann ve Johannes
BRAHMS’LA TANI MA
Clara Schumann - Robert Schumann
Brahms ile iç içe geçen ya amöyküsü bize bu üç ünlü müzisyenin biyogra sini okudu umuz hissini veriyor. Clara’n n dünyaya geldi i 1819 y l nda piyano giderek popülerle en bir müzik aletiydi ve o dönemde orta s n f ailelerin hemen hepsinin evinde mutlaka bir piyano bulunuyordu. Clara böyle bir ortamda henüz dokuz ya ndayken sahne almaya ba l yor. Ayd n Büke, okuyucuya müzik tarihi aç s ndan önemli bulu malar ve anekdotlar aktar yor. Clara’n n henüz 10 ya ndayken Paganini için çalmas gibi. Leipzig’e gelen Paganini, küçük k z be eniyor ama ele tirmeyi de ihmal etmiyor. çinde, Mendelssohn ve Chopin’in geçti i an lar, bu büyük müzik insanlar n ete kemi e büründürüyor. Robert Schumann da küçük k z n hayat na bu dönemde giriyor ve kendi ölümüne dek hiç ç km yor. Kitapta, yollar n n kesi mesi, ili kilerinin ilerleyi i ve evlenmeleri, her iki sanatç n n geli imi, Brahms’ n hayatlar na girmesi, verdikleri eserler ve konserler yer buluyor. Tüm bu k ymetli detaylar, tarihi belgelere, sanatç -
lar n günlüklerine, ar ivlere, çe itli kaynak kitaplara dayan yor. Büke’nin kitab n n sonuna koydu u kapsaml kaynakça ve dizin, çal man n titizli inin ispat . Kitab n sat r aralar nda Clara’n n gündelik ya am yla ve geli mesiyle ilgili ilginç ipuçlar sakl . Piyano ba nda her zaman büyük bir güce sahip olan Clara, çocuklu undaki sessizli ini, çekingenli ini geride b rak yor ve zaman içinde güçlü bir bireye dönü üyor. Gündelik ya am nda da kendi ayaklar üzerinde duruyor, babas n n hâkimiyetini k r yor. 19 ya nda Avusturya mparatorluk Ni an alan Clara, uzun y llar boyunca k yaslanaca ve konser sahnelerindeki en büyük rakibi olacak Franz Liszt ile bu dönemde kar la yor. (Bu kar la man n ard ndan hayat boyunca Liszt’in piyanistli ine hayran kalacak ama yap tlar n hiç be enmeyecek.) Bu önemli geli melerden iki y l sonra ise ba ar s ndaki pay yads namayacak olan babas n kar s na alarak, onun tüm itirazlar na ra men Robert Schumann ile gizlice yürüttü ü ili kisini evlili e dönü -
36
Bu ya am içinde Johannes Brahms’ n yeri ayr ... lk kez Düsseldorf’da kar la an üçlünün hayat bir daha geri dönmemecesine de i iyor. Bu kar la ma çok uzun ya amayacak olan Robert Schumann için onun yolunda yürüyecek vârisi bulmas , 19. yüzy l n sonlar na do ru Avrupa’n n en önemli bestecileri aras na girecek Brahms için ise ilerleyece i rotan n belirlenmesi anlam na geliyor. Bu üçlü 1800’lü y llar n ikinci yar s nda Frans z Liszt ve Robert Wagner’in kar cephesinde yer alarak döneme damgalar n vurmay ba ar yor. Kitapta özellikle üç müzisyen için sanatsal ve ya amsal aç dan belirleyici olan 1853-1856 y llar titizlikle ele al nm . Günlükleri, yaz malar hayatlar n n detaylar na k tutuyor. 19. yüzy lda Liszt-Wagner ve Schumann-Brahms ekolleri aras ndaki mücadelede önemli rol üstlenen, onu anlamadan Schumann’ ve Brahms’ anlaman n mümkün olmad Clara’n n titizlikle haz rlanm biyogra si tavsiye edilmeyecek gibi de il. Dramatik kurgusu, sürükleyici dili, okuru 19. yüzy l Avrupa’s nda klasik müzi in öyküsünü anlamaya yakla t r rken, bir kad n n hayat kar s nda duru unu tasvir etti i so stike detaylar yla, notalardan örülü dünyas yla okuyucusunu s k ca kavr yor. Romantikli iyle, gerçekle mesi olanaks z ama hayal etmesi güzel, Robert Schumann’ n mektuplar gibi: “Sen bende Bach’ , ben sende Bellini’yi sevece im, s k s k dört el çalaca z. Ak amlar gün bat m nda senin yan nda do açlama yapaca m ve bazen sen bana ha f bir ark m r ldanarak e lik edeceksin. Kalplerimiz kutsal bir ba ile birle ecek ve ‘ya am m z n böylesine güzel olaca n hiç dü ünmemi tim,’ diye f s ldayacaks n.”
ELE T R
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Öncesiz ve sonras z Orhan Koçak’ n dergilerde kalm yaz lar n bir araya getiren Kopuk Zincir, farkl airlerin yap tlar üzerine on dokuz yaz dan olu uyor. Kitap, tek tek airlerin yap tlar ndaki problemlere odaklan rken, bir yandan da ayn sorunlar modern Türk irininin seyri içinde, çe itli disiplinleri de dâhil ederek inceliyor. KOPUK Z NC R, ORHAN KOÇAK, MET S YAYINLARI, 288 SAYFA, 20 TL
O
AL EM RO LU
neyimine ve beliren problemlere odaklan rken, di er yandan da ayn sorunu modern Türk irininin seyri içinde, ama buna çe itli disiplinleri de dâhil ederek inceliyor. Tam da burada bir hat rlatma yapmak gerekiyor kan mca. Ondan önceki ço u ele tirmenin böyle bir kayg s oldu unu sanm yorum; yer yer denemeye yakla an, zaman zaman bu türün s n rlar n da hiçe sayan, büyülü, etkileyici bir dili var Orhan Koçak’ n. nceleme nesnesine yakla rken en az nesnesi kadar etkileyici olmay arzulayan bir dil. Kopuk Zincir’de yer alan yaz lar daha önce dergilerde yay mland için bütün halinde görmek mümkün olmam t ama imdi bu yaz lar bir arada okuyunca Koçak’ n çabas daha belirgin ekilde öne ç k yor. Kitapta yer alan yaz lardan baz lar birtak m genel yarg lar de i tirecek türden. Ba lam ndan koparma tehlikesine ra men bu örneklerin baz lar n buraya almam gerek. Örne in, Nâz m Hikmet’le ilgili s kl kla sarf edilen Yahya Kemal ve Mayakovski etkisiyle ilgili u sonuca var yor Koçak: “Mayakovski olmasayd Yahya Kemal’e de yeti emezdi Nâz m; öte yandan Yahya Kemal orada olmasayd Mayakovski’ye gitmesi zaten gerekmeyecekti. kisine de u rayarak, ikisini de birbirine k rd rarak ve aralar nda dola arak açt kendi ‘benzersiz’ alan n .” Keza, lhan Berk’le ilgili yazd “Kalmak mkâns z” adl yaz s nda özerk alanlar in a etme deneyiminin lhan Berk iiri üzerinden nas l belirginle ti ini sapt yor ele tirmen. Ayn ekilde, örne in Oktay Rifat’ n 1950’li y llar n sonundan itibaren bir yüksek üslup airi olarak kendini nas l yeniden icat etti ini görüyoruz Koçak’ n incelemesinde.
rhan Koçak’ n kendi ele tiri deneyimi ile ilgili ender olarak söz ald , daha aç k söylemek gerekirse niyetini belli etti i tek söyle i Necmiye Alpay’la yapt söyle idir belki de. Bu söyle inin bir yerinde, “Ele tiri nedir?” sorusuna, “birbirleriyle çeli mek zorunda olmayan ama farkl düzeylerde birkaç farkl cevap” verir Koçak: “Zevk alarak okuma, yap ta bir problem olarak bakma ya da belki yap t n problemini görmeye çal ma. Bir de rekleksif bir okuma tarz . Son olarak da ayn zamanda [ele tirmenin yap ttan ald ] zevkin sebepleri, ko ullar üzerinde dü ünmek.” Ama Orhan Koçak’ n bir metne yakla ma yöntemi konusunda ay rt edici bir husus daha var. Onun ço u zaman, hatta bütünüyle “yap t n kendi kendisini icra etmesini sa lamak” düsturuyla yola ç kt n fark etmi tir okurlar . Nitekim yine ayn söyle inin bir yerinde, “Her yap t asl nda görünürde dura an, ama hareket etmeyi, hareket ettirilmeyi, neredeyse sahneye konulmay bekleyen, tutulmu bir enerjidir.” der. “Yap t n mümkün oldu u kadar çok yan n görünür hale getirmek, anlam dünyas na dâhil etmek, sorular-cevaplardan olu an, süregiden sorulardan ve süregiden cevaplardan olu an bir anlam dünyas na dâhil etmek yap t , mümkün oldu u kadar çok yönünü, ayr nt s n [görünür k lmak].” Bu çabas n n en belirgin halini Turgut Uyar’la ilgili yazd Bahisleri Yükseltmek kitab nda gözler önüne serer Koçak. Metne çe itli sorular sorarak, onun kendi kendisini icra etmesine olanak sa layarak inceledi i metnin katmanlar na, yap t n problemlerine ula maya çal r.
‘K L T’ KEL MELER Benzersizlik, özerk alanlar olu turma, etkilenme, kopu , kendini yeniden icat etme… Bunlar Orhan Koçak’ n s kl kla kulland kilit kelimeler. Hepsi de yaratma deneyimine yap p kalm bir endi enin uzant s asl nda. “Her güçlü air” diyor kitab n bir yerinde Koçak, “kendi iirini olu tururken ba ka airleri de okur; ama as l, ba kalar n okurken kendi iirinin potansiyellerini de okur.” Her airin ba ka metinlerle kurdu u ili ki kadar, ayn airin kendi metnine dair bir yakla ma çabas n da ayd nlatmaya çabal yor Orhan Koçak’ n kitab . Böylece, zincirin sadece bir taraf ndan de il, iki taraf ndan da kopmak isteyen, öncesiz ve sonras z kalmay dü leyen bir iire ve kopuk bir zincirin halkalar na odaklanan bir kitapla kar kar ya oldu umuzu anl yoruz. Dar s , Orhan Koçak’ n henüz kitapla mam roman ele tirilerinin ba na!
DERG LERDE KALMI YAZILAR Orhan Koçak, kendi yöntemlerini s ralarken “zevk alarak okuma” ilkesini ilk s raya yerle tirir. Durum böyle olunca, hakl olarak günümüz iirinden sevdi i, anlam n çözmeye çal t , bir problemin s n r nda buldu u metinler hakk nda söz al r s kl kla. Ama onun ele tiri deneyiminde esas problemin, kopu ve kendini yaratma deneyimleri oldu unu daha iyi görebiliyoruz art k. Gerek Turgut Uyar’la ilgili yazd Bahisleri Yükseltmek’te gerekse birço u art k saha arda bile bulunamayan dergilerde kalm yaz lar n toplad Kopuk Zincir adl yeni kitab nda, bu deneyimlerin birbirinden ba ms z kimi airlerde nas l tezahür etti ini inceliyor. Farkl airlerin yap tlar üzerine on dokuz yaz n n yer ald Kopuk Zincir, bir yan yla tek tek bu airlerin yap tlar ndaki yaratma de-
37
EDEBİYAT
KÝTAP ZAMANI
Talihsiz dilin yolcusu
G
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Güne bakan edebiyat yazıları
Yüksel Topaloğlu’nun Şemsettin Sami adlı çalışması, günümüzde Kamus-i Türkî, Kamus-i Fransevî gibi sözlük çalışmalarının yanında Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanı ile de hatırlanan bu önemli edebiyatçının dergi ve gazetelerde kalmış yazılarını bir araya getiriyor..
Günebakan, akademisyen Bahtiyar Aslan’ın, daha önce Türk Edebiyatı başta olmak üzere Yedi İklim, Bizim Külliye, Şiiri Özlüyorum gibi dergilerde yayımlanmış yeni Türk edebiyatı üzerine değerlendirmelerini bir araya getiriyor.
ŞEMSETTİN SAMİ, YÜKSEL TOPALOĞLU, ÖTÜKEN NEŞRİYAT, 392 SAYFA, 27 TL
GÜNEBAKAN - YENİ TÜRK EDEBİYATI YAZILARI, BAHTİYAR ASLAN, KESİT YAYINLARI, 213 SAYFA, 14 TL
YUSUF GÜNDÜZ
ünümüzde yazarlar ve sanatçıların en büyük serzenişi ve artık klişesidir dilin bozulmakta oluşu. Dil evrilen ve ‘devrilen’ yapısı içinde bu şekilde yaşamaya devam edecekse belki yüzlerce yıl sonra Türkçe ya da bir başka dil hakkında bunları konuşmayı sürdürecek yazarlar. Tıpkı bundan bir asır önce Şemsettin Sami gibi Tanzimat aydınlarının Türkçeye kafa yormaları gibi… Yukarıdaki başlık Tanzimat döneminin mühim simalarından Şemsettin Sami’ye ait. Kırılgan ve naif Türkçenin siyatikli yazarı günümüzde Kamus-i Türkî, Kamus-i Fransevî gibi sözlük çalışmalarının yanında Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanı ile de hatırlanır. Bu çalışkan yazarın asıl derdini ise dil üzerine yaptığı çalışmalar anlatıyor bize. En azından bu çalışkan kalemin dergilerde kalmış yazılarını yayımlayarak istifademize sunan Yüksel Topaloğlu’nun çalışması bizde bu izlenimi uyandırıyor. Şemsettin Sami’nin dergi ve gazete sayfalarına hapsolmuş makalelerini titizlikle yayına hazır hale getiren Topaloğlu bir yanda bu muazzam zekânın hayatından izdüşümleri görüş alanımıza sokarken bir yandan da onun, dönemine göre sıra dışı görüşlerini bize aktarmış oluyor.
BALKANLAR’DA DOĞMUŞ BİR YAZAR Yüksel Topaloğlu, Kamus-i Türkî’nin yazarını teferruatlı bir şekilde inceleyen çalışmasını farklı bölümlere ayırmayı tercih etmiş. Bu bölümlerin biri Sami’nin hayatına, bir kısmı da dil ve edebiyata dair fikirlerine ayrılmış. Şemsettin Sami’nin hayatına dair şu bilgiler, onun yetiştiği ortamı anlamak bakımından da ipucu olabilecek ayrıntılar taşıyor. Şemsettin Sami Balkanlar’da dünyaya gelmiş ve küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş bir göçmendir. Abisinin himayesinde büyüyen yazar ilerleyen yaşlarında Dersaadet’e gelmiş. Öğrenim hayatını bitirince gazetecilik de yapmış, devlet işlerinde memur olarak da bulunmuş. Vakit olmuş tek başına sırtlanmış hayatın yükünü, vakit olmuş devrin padişahı tarafından açıktan açığa desteklenmiş. Türk kültürüne, diline ve medeniyetine dair birçok önemli yazı yayımlamış. Bütün bu maceralardan sonra da Sultan Abülhamid Han tarafından, bir rivayete göre evde ikamete mecbur bırakılmış. İşte Şemsettin Sami’yi bugün bize hatırlatan sözlük çalışmaları da bu yıllarda ortaya çıkmış. Kamus-i Türkî, Kamus-i Fransevî ve Kamus-i Arabî gibi
B
hâlâ kıymetini muhafaza eden eserler bu maaşlı ikamet yıllarının ürünüdür. Her ne kadar son yıllarında Sultan Abdülhamid için iyi şeyler söylemese de... Gelelim Yüksel Topaloğlu’nun çalışmasındaki diğer bölümlere. Yani Şemsettin Sami’nin dil ve edebiyat hakkındaki görüşlerine. Çalışmanın asıl amacı da bu zaten. Bunun için ciddi bir tarama yapan Topaloğlu farklı zamanlarda farklı kalemler tarafından yayımlanmış Şemsettin Sami hatıralarını bir araya getirerek bunları kritik de etmiş. Çalışmada yer alan dipnotların bile başlı başına bir kitap boyutuna ulaşabilmesi eserin hakkı teslim edilmesi gereken bir başka özelliği. Araştırmacı, anlatacağı mesele etrafında oldukça büyük bir bilgiyi de dipnotlara depolamayı tercih etmiş. Tek başına bu yönüyle bile yapılan çalışmanın kıymete haiz olduğunu söylemek çalışmanın ciddiyetini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
YAVUZ ULUTÜRK
ir edebiyat araştırmacısının olmazsa olmazıdır edebiyat dergileri. Şiirler, hikâyeler ilk oralarda görücüye çıkar. Zira pek çok kalem erbabının ortak kanaatidir; genç öykücü ve şair ilk ürünlerini dergilerde yayımlamalı, deyim yerindeyse dergilerde palazlanmalıdır. Nitekim bugüne kadar, az sayıda istisna hariç, ‘iyi’ yazarlar böyle yetişmiş ve yetişmeye devam ediyor. Edebiyat dergileri sadece şair ve yazarın, şiir ve kurmaca metinleriyle boy gösterdiği bir alan değil elbette. Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar Aslan, bugüne kadar çeşitli dergilerde yaptığı Yeni Türk edebiyatı değerlendirmelerini Günebakan adlı kitapta topladı. Kesit Yayınları’nca okura sunulan kitapta yer alan yazıları okurken bir taraftan da kitabın kapak resminde yer alan günebakanları -Anadolu’da daha çok ayçiçeği- ve kitabın ismini düşündüm. Bir şiir geleneğinden bahsediliyor, gerçekle imge zaman zaman birbirine karışıyor, Msn’de masallar anlatılıyordu. Sonra Yahya Kemal, Cahit Sıtkı, Attilâ İlhan, Zarifoğlu, Karakoç… Evet, kitapta anlatılanlar, bugüne bakan konulardı.
KÖKLÜ AMA TALİHSİZ DİL... Şemsettin Sami’nin dil ve edebiyat hakkındaki görüşlerinden de bazı ipuçları verelim şimdi. Yaşadığı zamana göre oldukça ileri düşünceleri benimseyen Sami, Türkçeyi yazının başlığında olduğu gibi köklü ama talihsiz bir dil olarak tanımlıyor. Yazılarında dilin milletin oluşumundaki önemini de yine yüz yıl öncesinden fısıldıyor kulaklarımıza. Şemsettin Sami’nin en büyük özelliği devrinin kalıplarına ve ezberlerine takılıp kalmaması. Bu yönüyle dil meselesinde bilimsel bir bakış açısı geliştirmeye çalıştığı da rahatlıkla söylenebilir. Dil ve alfabe meselelerinin tartışıldığı bu dönemde harf ve sesler meselesi de Sami’nin ilgi alanına giriyor. Arapça harflerin kullanılışında dikkat çeken noktaları ve Türkçeye Lisan-i Osmanî denilmemesi gerektiği gibi hususlar da onun bohçasındakilerden. Dönemin dil zevki ve şartları itibariyle “dil, meramını anlatmak içindir” fikri de yazıların içinde karşılaşacağımız örneklerden. Bütün bunlar Cumhuriyet dönemi dil politikalarının da temeli gibi duruyor bir yandan. Dergilerde kalan bu yazıları bin bir emekle derleyen Yüksel Topaloğlu’nun çalışması akademik dünyada nasıl bir boşluğu doldurur bilinmez. Fakat kütüphanelerde saklanacak bu arşivlik çalışmanın sadece dipnot bilgileriyle bile dönemi ve yazarını doğru okumamızı sağlayabileceğini söyleyebiliriz. Ve Şemsettin Sami’ye dair onca eksik şeyi bu eserle ortaya koyması da Yüksel Topaloğlu’nun edebiyat ve kültür tarihimize yaptığı en büyük katkılardan.
YAZMAK, KENDİNİ ARAMAKTIR En başa dönelim. Şöyle diyor Bahtiyar Aslan önsözde: “Yazmak, her şeyden evvel ve her şeyden çok kendini aramaktır. Okumak gibi ve okumakla birlikte. Okurken başkalarının metninde; yazarken hem başkalarının, hem de kendisinin metninde kendini aramaktır.” Kısacası Aslan, kendi arayışına davet ediyor bu kitapta okurunu: “Ne kadar süreceğini hiç kimsenin bilemeyeceği bir arayışın sesleri, belki de yankısı bu yazılar.” Günebakan’da yer alan yazılar, ilk bakışta tasnif edilmiş gibi görünmese de, iki bölümde ele alınabilir. İlk bölümde –kitabın ilk yedi yazısı- Aslan önce bir gelenek tasavvuru yaparak başlıyor işe. Yazıda, şiir ve gelenek, gelenekle modernin çatışması, geleneğin ıslahı ve olumsuz sonuçları üzerinde duruluyor. Ardından gelen “Şiir, Şair ve Özgürlük” başlıklı yazıda Aslan, “şiirin ve şairin kendi öznellikleri içinde özgürlük kavramı karşısında aldıkları pozisyonu” konu ediniyor. Sonraki yazıda şiir ve imge için bir tarif denemesi yapıyor. İlk yedi yazı da kendi arasında bir ayrıma tabi tutulacak olursa şayet, ilk üç yazının tespit, tenkit ve sonuç bildiren tavrına karşılık diğer dört yazı bir arayış halinin ardından gelen sorularla yüklü daha çok. Aslan, “Niteliksiz Top-
38
lumda, Nitelikli Okuma” başlıklı yazısında, toplum olarak kitaplarla ve okumayla nitelikli bir ilişki kuramayışımızı nedenleriyle açıklıyor. Söz dönüp dolaşıp yine ‘geleneğe’ geliyor: “Bir topluma nitelik kazandıracak olan şey, kendine özgü bir dünya anlayışı, kavrayışı ve yorumlayışı inşa etmek olmalıdır. Bu ise bir birikim ve sürekliliği gerektirir. Oysa toplumumuz değişime kara verdiği andan itibaren birikimiyle yani gelenekle arasında belli bir mesafe koymayı tercih etmiş bir toplumdur.” Günebakan’ın ikinci bölümünde yazar adeta şairlere resm-i geçit yaptırıyor. “Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda Kültürel Hafıza” başlıklı ilk yazıda Aslan, Yahya Kemal’in bu şiirinde, göstergebilimin sunduğu imkânlarla imgeler üzerinden kültürel bir okuma yapıyor. Şiirde kullanılan mabet, bayram, camideki nefer, ufuk, destanî söylem, mekân ve ruh kavramlarını bir bir açıklayan yazar, şu sonuca ulaşıyor: “Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiri, Süleymaniye Camii yaşadığı sürece yaşayacak ve millî hafızayı ayakta tutmaya devam edecektir.” Cahit Sıtkı, Attilâ İlhan, Cahit Zarifoğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Sezai Karakoç, Haydar Ergülen, Cahit Koytak... Aslan, bu şairleri anlatırken bir yazıya daha yer vermiş: “Kurşun Kubbelerden Şiir Damıtmak”. Başlığı, İlhan Berk’in “İstanbul’dan” adlı şiirinin ilk mısrasından mülhem olan yazıda Aslan, İlhan Berk’i ve İstanbul’u anlatmakla kalmıyor. Aslan’a göre İstanbul, aktif bir sanatkâr gibi sanata katılan bir şehirdir. Ve hiçbir şehir bir yazara İstanbul’un verdiğinden fazlasını vermez. Can alıcı soru ise şu: İstanbul’u edebi muhit kılan şairler midir? Yoksa onları şair kılan İstanbul mudur? Şairler geçidi ile başlayan ikinci bölüm Kemal Tahir, Sait Faik, Cevat Şakir, Rasim Özdenören, Dilaver Cebeci, Ali Haydar Haksal ve Selim İleri ile devam ediyor. Dikkatli dergi okurları fark edecektir; “Sait Faik’in Balıkları” adlı yazı Türk Edebiyatı dergisinin “Edebiyatımızda Balık ve Balıkçılık” dosyasında da yer almıştı. Yine Cevat Şakir ve babası Şakir Paşa’nın anlatıldığı yazı, aynı derginin “Babalar ve Oğulları” adlı özel sayıdan kitaba dâhil olmuş. Yayın editörlüğünü Prof. Dr. Ömür Ceylan’ın yaptığı Günebakan, genç akademisyen Bahtiyar Aslan’ın, Türk Edebiyatı başta olmak üzere Yedi İklim, Bizim Külliye, Şiiri Özlüyorum gibi dergilerde daha önce yayımlanan yeni Türk edebiyatı değerlendirmelerini bir araya getiriyor.
KÝTAP ZAMANI
DENEME
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Ya amak öldürür... Öykücü Necmettin Evci’nin Ya amak Öldürür Beni adl kitab , yazar n daha çok felsefe ve irfandan beslenen metinlerini bir araya getiriyor. Kitaptaki metinlerin formunu tan mlamak zor… Makaleye s zm bir denemecinin ‘ben’inde gizlenemeyen bir öykücü konu uyor sat rlarda. YA AMAK ÖLDÜRÜR BEN , NECMETT N EVC , AY VAKT K TAP, 262 SAYFA, 12 TL
K
N HAT DA LI
lece bile kalmaz, içine do ru k vr larak çürür; olmadan ölür. Ancak ‘ba ka’s yla, kendinden ötede duranla yolu kesi ti inde kendinden öteye s çrar. Harman yay n na son vermi , ben onun açt yoldan dere tepe düz gitmi tim. stanbul’dan okuyucusuna giden dergilerde kalbimi aç yordum. Evci ile halle melerimiz devam ediyordu, ancak onun kendine okuma ve yazmayla yetinmesine raz de ildim. Yay mlamaya devam etmese de okumaya ve yazmaya devam etti ini bilmem k smen rahatlat yordu beni. Sonra zmir’den ayr ld ; ‘çevre’nin ‘merkez’e yürümesi diyebilece imiz bir sosyoloji içinde Ankara’ya ta nd . Bir TBMM çal an olmu tu. Biraz daha korkmu tum. Ankara, yani ‘merkez’ biraz iktidar demekti… Evci’nin Ankara’ya s amayaca , iktidar n kalbine dar gelece i hissi içindeydim. Yan lmad m, bir süre sonra Ankara onu yaz ya kaç rd ; merkezde bir rari oldu.
oca kentte yaln z ba ma gibiydim; omuzlar mda hayat n türlü sorular … Hayat çok, ben az bir eydim. Omuzlar m c l z, ellerim bir yere kadar uzan yordu. Hayat n tacizleri sonras nda kaçt m kitaplardan pay ma yazmak dü mü tü; içimde birikenleri, sonradan ö rendi im dilin cümleleriyle d ar at yordum. Bir gün, okumalar kendine yurt bilmi bu âdemin kar s na bir vesile ç kt , güzel bir adam… Ziyaretlerinin birinde yazd m metinlerden birini al p gitmi ti. Ne yapacakt ki? Sormad m kendisine bunu. Çantamdan eksik etmedi im kitaplar ma yaslanarak ya amaya devam ettim. Bir zmir sabah nda yolumun üzerindeki kitabevine u ram t m. lk kez fark etti im bir dergiye gitmi ti ellerim. Birkaç sayfa çevirmi , orada öylece kalm t m. O güzel dostumun al p götürdü ü metin kar mda duruyordu. Y l 1993’tü ve ben ilk kez bir edebiyat dergisinde yer al yordum. Hiç unutmam, o gün ba ka türlüydü. Kendimden d ar ya, bol rüzgâr alan bir yere ç km t m. Bahar m yd ? Bilmiyorum, her bir ey çiçek açm gibiydi.
FELSEFE VE RFANDAN BESLENEN MET NLER Ve nihayet, kitab yla da ç k p gelebildi. Ya amak Öldürür Beni kitab ndan bahsediyorum. Yolculuklar ma e lik etsin diye çantama att m kitab . Sonra Evci’yi arad m. zmir’den ayr l n n kendisine yarad n söyledi. Bana, Mustafa Kayl ’ya muzipçe dokundurmalar yapt . Dahas , öykü dosyas n n da kitapla aca n haber verdi. Nas l sevindim, nas l heyecanland m bilemezsiniz. Sayfalar n çevirdim kitab n; te etler, duyu lar, geçi ler ve susku aralar nda uzun uzun oturdum. Evci esasl bir öykücüydü, ama Ya amak Öldürür Beni daha çok onun felsefe ve irfan ndan haberdi. Kitab olu turan metinlerin formu konusunda tan ms z kald m. Makaleye s zm bir denemecinin ‘ben’inde gizlenemeyen bir öykücü konu uyordu. Hadi, o anlats n kendini: “Bilememekle bulamamak aras nda s k m tela lar m oldu. D tan sakin, durgun hatta biraz dervi çe gözüktü üme bakmay n, içimde bir tela bir a k nl k ki sormay n. Sona kalaca m n, kap y açamayaca m n, d ar da kalaca m n tela ; geç kalman n, ula amaman n, bulamaman n, bulu amaman n, ba aramaman n a k nl … Var yok bilme, yo u var bilme bilinciyle mukayyet olmak ne güzel diyorum. Akl m burada buz, kalbim orada ate içinde. Bir yan m hep sönük, hep sökük kald .” Sahih bir edebiyat, dil, dü ünce ve irfan n yay nc l ktan sürgün oldu u gerçeklikte Necmettin Evci’yi tan y n derim. Sürgüne gönderilenlere yaslanarak cümle ve dil kuran bir yazardan ç km Ya amak Öldürür Beni’yi okuyun…
ÜÇ GÜZEL ADAM Çok geçmedi, kendimi derginin adresinde bulmu tum. Kar mda üç adam: Mustafa Kayl , Süleyman Aln aç k ve Necmettin Evci… Harman, bu üç güzel adam n omuzlar nda sayfalar n aç yordu. O günden sonra s kl kla u rad m bir adresim oldu, yazd m bir dergi… Bugün birçok kitapta imzas olan air ve öykücülerin bir k sm yolculuklar na Harman ile ba lam t . Kendimden d ar bir yola girmi tim, kar ma çok yüz ç km t . Yaln z de ildim art k; uzak ehirlerde bil(in)di im ve oku(n)du um onlarca yolda m vard . Sanat tarihinde yüksek lisans yapm k demli bir öykücü ve pertavs z okunamayan uzun metinlerin yazar Necmettin Evci’nin dostlu uyla olmu tu bu. Bir kez daha edebiyata dü mü tüm; roman, iir ve öyküye… Evci’nin öte bir yerden konu tu unu hissediyor, ama oray tan m yordum. Uzaklardan, yolculuklardan ç k p gelmi gibiydi; zihni ba ka türlü çal yor, kalbi ba ka türlü kar l yordu. Evine gitmelerim, sevgili e i Fatma ablam n kurdu u sofralar, ortal k yerdeki hayat nda görünürlü ü, içinde k vr l p oturdu um kli eleri bozuyordu. Edebiyat ve dü üncenin dilin içinde kuruldu unu ve dil üzerinden görünebildi ini o süreçte ö rendim. Anlad m ki, ba kas cand r. nsan kendisiyle ve benzeriyle kald nda öy-
39
HATIRA
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Ya ad klar ne hayal ne rüya...
Peygamber goncas , inci çiçe i
Harun Tokak imzal Önden Giden Atl lar, sevgi, sab r, cesaret, vefa ve ö retme a k yla dünyan n dört bir yan na da lm gönüllülerin destans hikâyelerini bir araya getiriyor. Kitapta anlat lanlar bütünüyle gerçek; ama gerçek olamayacak kadar da hayal ve rüya kar m ndan dam t lm gibi... ÖNDEN G DEN ATLILAR, HARUN TOKAK, KAYNAK YAYINLARI, 136 SAYFA, 6,50 TL
G “
ALPER SARI
erçek bir hikâyeden al nm t r.” Baz lmler ba larken böyle bir ibare kar lar izleyenleri. Bu, biraz sonra görülecek birçok sahneye dikkati çekme ve insanlar n “…böyle eyler de oluyor muymu hayatta?” sorusuyla ba ba a kal nca, yap lan i in gerçeklik boyutuna sar lmalar na katk yapma niyeti ta maktad r. Böylelikle lm, henüz ba lang çta izleyenlere ya anm l k gözlüklerini da tm t r. Önden Giden Atl lar da içerdi i hikâyelerle böyle bir erken uyar y hak ediyor. Zira bütün anlat lanlar gerçek; ama gerçek olamayacak kadar da hayal ve rüya kar m ndan dam t lm gibi... Yine baz lmlerde gördü ümüz, her imdat diyene ko an kahramanlar misali “süper” i lerin alt na imza atan insanlar n hayatlar yer al yor kitapta.
‘BEN BU TOPRAKLARA GÖMÜN’ Kitaba da ad n veren ilk hikâye, bu seferberli in ilk temsilcilerinden birini a rl yor. Memleketinden, sevdiklerinden binlerce kilometre uza a, Mo olistan’a hicret eden, gözden ve gönülden rak bu diyara e itimin n ta maya niyetlenmi bir simay görünür k l yor. Âdem Tatl , büyük imkâns zl klar içinde bu mahrumiyet bölgesine okul açmak, bozk r n tam ortas nda kurulacak rengârenk bir bahçeden taptaze güller dev irmek için dü mü yollara. Kendisiyle beraber gelen arkada lar yla bir in aat i çisi gibi çal m , okul aç ld ktan sonra da maddi aç dan oldukça s k nt l günler geçirmi . Ama çekip gitmeyi asla dü ünmemi ; “…dönmeye de il, ölmeye geldik.” demi kendisine ne zaman Türkiye’ye dönece i soruldu unda. Ge-
Harun Tokak
çirdi i bir tra k kazas nda a r yaral bir halde, “Beni bu topraklara gömün.” vasiyetinde bulunmu , vefat ndan sonra da o topraklardan ayr lmam . Ba ka bir e itim gönüllüsü de Orta Asya’n n steplerinde boy gösteriyor. Bu seferberli e geç dâhil olmu , bu yüzden hiç durmadan dört bir yana el uzatman n tela n ya yor. Ya l ; kalbi ve tansiyonu var. Bunlara ald rmadan yeni aç lacak okullar n antiyelerinde ihtiyaçlarla me gul oluyor, ö rencilerle ayn ortamlarda bulunmaya özen gösteriyor. Sürekli olarak bu topraklara gelmekte geç kal nd ndan, yap lacak birçok i in oldu undan bahsediyor. En son Tacikistan’daki iç sava y llar nda okul açmak derdi ile ko u tururken görülüyor. Baz engelleri ortadan kald ramaman n zd rab n hazmedemeyen kalbi bu yüksek tempoya daha fazla dayanam yor. Ba ka bir hikâye de vefan n ve vedan n ac yüzüyle kar l yor bizi. Afrika’ya, insanlar n derileri gibi bahtlar n n da kara
oldu u bu k taya gitmek üzere havaalan nda görüyoruz bir kahraman . U urlamaya gelen e i ve evlatlar yla hasret gideriyor. Bu ana kadar kendini tutan brahim ö retmen, küçük k z n n baca na sar l p gitmemesini istedi inde metanetini kaybediyor. Ama biliyor gitmek zorunda oldu unu… Kongo’daki ilk zamanlar nda beyaz insanlara gösterilen hakl tepkiye maruz kal yor o da. Yakla an Kurban Bayram ’n önyarg lar y kmak için bir f rsat olarak görüyor. Kurban etlerini buradaki yoksul insanlarla payla mak beyazlar n yapaca bir i de il ama brahim ö retmenin rüyas gerçek oluyor. Bir hikâye de bu topraklardan… Mu ’ta yeni bir yurt açmak için kar k demeden yollara dü enler var bu kez sat rlarda. Onlar n do unun sert ikliminde, her yan kaplayan karlar üstünde bir umut gibi kardelenler bitirme sevdas n n ç rp n lar okunuyor. Terörün bir tipi gibi taze danlar k rd bir devirde aç lan yurt çölde bir vaha gibi hayat a l yor çevresine. Bunu görenler, dört bir yandan çocuklar n getiriyor; onlardan biri de po ulu bir amca… Çocu unun elinden tutmu ve onu bu yurda yerle tirmek için k k yamet demeden gelmi . “Al o lumu, yatak da istemez, ranza da!” diyor Müdür Mustafa Bey’e. Kapasitenin azl yüzünden kaydedilemeyen çocu unun ak betini bir zaman sonra yurda tekrar gelen po ulu amcadan dinliyoruz: “Bu yurda kabul etmedi in o lumu, teröristler da a al p götürdü.” En güzel niyetlerle yola ç k p sevgi, sab r, cesaret, vefa, ö retme a k dolu gönülleriyle her yand m diyene su ta yan ve dünyan n dört bir yan na da lm sakalar n seferberli inin destans hikâyesi olarak okunabilir Önden Giden Atl lar.
NC Ç ÇE HAZRET FATIMA, MAHMUT AÇIL, I IK YAYINLARI, 208 SAYFA, 6 TL
nci Çiçe i, Allah Resûlü’nün (sas) ci erparesi Fat ma validemizin (r.anhâ) binbir çile ve gözya yla dolu hayat n anlat yor. Mahmut Aç l, Fat matü’z-Zehra’y bir inci çiçe i olarak anlat yor. ‘Gözya çiçe i’ olarak da bilinen, narin, nazenin, bembeyaz ve tertemiz bir inci çiçe i… ncecik dal ndan a a do ru bakan, yüzü yere dönük, boynu bükük, mütevaz … “ nsanl n ftihar Tablosu babas na nübüvvet geldi inde henüz küçücük bir k zd r. Vefat nda ise gencecik bir inci çiçe i. Hüzün, çile ve zd rap…” diyor Aç l.
Cephe gerisinde Osmanl kad n BALKAN SAVA INDA KADINLARIMIZ, EF KA KURNAZ, ÖTÜKEN, 144 SAYFA, 10 TL
Osmanl toplumunu derinden sarsan Balkan Sava , kad nlar cephesini de hareketlendirmi ti. Kad nlar taraf ndan kurulan yard m dernekleri askerlere para, e ya ve gönüllü hastabak c l k yard m n organize etti. Balkan Sava nda Kad nlar m z kitab , Müdafaa-i Millîye Cemiyeti Han mlar Heyeti taraf ndan 1913 ubat’ nda Darülfunun konferans salonunda düzenlenen ve Halide Edip, Fatma Aliye, Nigar Han m, hsan Raif gibi tan nm isimlerin de kat ld iki toplant daki konu malar bir araya getiriyor.
Camlar s n rs z aynalard r CAM KOR DOR, HANDAN ACAR YILDIZ, GÖKYÜZÜ YAYINCILIK, 112 SAYFA, 10 TL
Cam Koridor, Handan Acar Y ld z’ n ikinci öykü kitab . Öyküleri Dergâh, Bir Nokta, Yedi klim gibi dergilerde yay mlanan Y ld z kitapta, k r lganl na ra men güçlü olmay ba arabilmek için u ra an ve sonunda ba aran insanlar n öyküsünü anlat yor. ‘Kader’ denen o girift kavram n anlam n irdeleyen yazar, “Sürekli dövülen ki i, günün birinde döven olursa suçlu mudur?” sorusunu sorarken, masum çocuklar n gözleri akl na çivi gibi çak lm bir kad n n bu yükle nas l yürüdü ünü anlat yor.
Ça da Alman yazarlar Edgar Allan Poe’dan iirler RLER, EDGAR ALLAN POE, ÇEV. ERDO AN ALKAN, VARLIK YAYINLARI, 126 SAYFA, 12 TL
Poe’nun son günlerini anlatan bir lmi konu tu umuz u günlerde, Varl k Yay nlar , Amerikan edebiyat n n bu çok yönlü ustas n n iirlerini Erdo an Alkan çevirisiyle yay mlad . “Annabel Lee” alt ba l kl kitapta Alkan, Poe’nun iirlerini ngilizce asl ndan, ölçülü ve uyakl olarak aktarm dilimize. Kitapta, iirlerin ard ndan aç klay c bilgiler ve Poe’nun ya amöyküsü de yer al yor. Kitab n bir sürprizi de Poe zaman nda dünya edebiyat nda yay mlanm baz önemli kitaplar n listesi…
Haf za, tarih ve unutu
Fatma Aliye’nin ilk roman
HAFIZA, TAR H, UNUTU , PAUL RICOEUR, ÇEV.: M. EM N ÖZCAN, MET S YAY., 561 SAYFA, 35 TL
MUHADARAT, FATMA AL YE HANIM, ÖZGÜR YAYINLARI, 384 SAYFA, 17 TL
Filozof Paul Ricoeur, Haf za, Tarih, Unutu adl kitab nda birbiriyle yak ndan ilgili üç meseleyi üç ayr yöntemle ele al yor. lk k s mda “haf za” konusunu temel felse metinlerden yola ç karak inceleyen titiz bir fenomenoloji; ikincisinde tarih “biliminin” yöntemi ve olanakl l k ko ullar üstüne önemli tarihçilerle diyalog içinde gerçekle tirilen “epistemolojik” bir dü ünme; üçüncü k s mdaysa haf za ve tarihin karanl k yüzü olan “unutu ” konusunun insanl k durumuyla ili kisi üstüne bir yorumbilgisi söz konusu.
Ahmet Mithat Efendi’nin ö rencisi ve Türk roman n n ilk kad n yazar Fatma Aliye Han m’ n kendi ad yla yazd ilk roman Muhadarat, Prof. Dr. Faz l Gökçek taraf ndan yeniden yay na haz rland . Fatma Aliye, bu romanda, bir a k hikâyesi ve k skançl k çerçevesinde, Tanzimat dönemi Türk roman n n belli ba l konular ndan olan kad n n toplumdaki yeri meselesine de iniyor. Kitapta, günümüzde kullan lmayan kelimeler, parantez içinde kelimenin hemen yan nda verilmi .
40
ÇA DA ALMAN EDEB YATI, GÜRSEL AYTAÇ, DO UBATI YAYINLARI, 526 SAYFA, 24 TL
Gürsel Aytaç’ n iki ciltlik Alman Edebiyat çal mas n n ikinci cildi Ça da Alman Edebiyat , Do ubat Yay nlar taraf ndan yeniden yay mland . Daha önceki bask larda Natüralizm’e kar ak mlar ve Rilke, Zweig ve Hermann Hesse gibi temsilcileri, Ekspersyonizm ve Dadaizm temsilcileri, Kafka, Thomas Mann, Bertolt Brecht gibi Yeni Nesnelciler, sava sonras Alman edebiyat nda iir, nesir ve tiyatro gibi konular yer al yor. Aytaç, bu yeni bask ya Alman edebiyat n n postmodern yazarlar n da dâhil etmi .
R SALE- NUR
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Son ahitlerden yeni an lar
Bediüzzaman’ n tefekkür sistemi
Ömer Özcan’ n Risale-i Nur’a hizmet eden, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin yan nda bulunmu ya da onunla görü me imkân bulmu isimleri sat rlara ta d “A abeyler Anlat yor” serisi be inci kitab na ula t . Serinin bu kitab nda daha önce yay mlanmayan bilgi ve belgelere a rl k verilmi . A ABEYLER ANLATIYOR 5, ÖMER ÖZCAN, NES L YAYINLARI, 336 SAYFA, 12 TL
Ö
AHMET DO RU
mer Özcan’ n Risale-i Nur’a hizmet eden, hal-i hayat nda Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin yan nda bulunmu ya da bir ekilde onunla görü me imkân bulmu iman ve Kur’an hizmetkârlar n anlatt “A abeyler Anlat yor” serisi be inci kitab na ula t . Serinin son kitab ndaki 30 isimle birlikte Özcan, 176 Risale-i Nur hizmetkâr n n hayat n ve hat ralar n tarihe kaydetmi oldu. zmir’de ikamet eden emekli ö retmen Ömer Özcan, Risale-i Nur’la 1968 y l nda ö renciyken tan r. Bu tarihten itibaren de görü tü ü Risale-i Nur hadimlerinin sohbetlerini kaydeder, kasete al r, resimlerini biriktirir, belgeler toplar. Zamanla hazine k ymetinde geni bir ar iv olu ur. 2000’li y llarda bu hazine kitapla maya, yaz lanlar okurla bulu maya ba lar.
KAYDA GEÇEN HATIRALAR “Kâ da geçmeyen her ilim zayi olmu tur.” derler. ah slar n kendilerini alâkadar eden, a ikâr olmas nda fayda bulunmayan hususlar istisna edilirse, en büyük eksiklerimizden biri de bu hükme göre amel etmememiz. Yaz lmayanlar unutuluyor, unutulanlar istifade edilmekten mahrum kal yor. Birkaç nesil unutmadan ifahi olarak aktarsa bile pek çok bilgi de i ikli e u ruyor. Üstad’ n yak n nda bulunmu , Risale-i Nur’lar n yaz lmas na, iman ve Kur’an hizmetlerinin tohumlar n n at lmas na ahit olmu isimlerin hat ralar n kayda geçirmek de bu aç dan bak ld nda önemli, o nispette zor bir i . Hizmet kahramanlar n tek tek tespit etmek, ya ad klar yerlerde aray p bulmak, tevazuyu iar edinen a abeyleri
konu maya ikna etmek, foto ra ar n çekmek, yap lan görü meleri yaz ya dökmek, sözlü anlat mlar kaynaklarla kar la t r p haf zalardaki yan lmalar tespit etmek elbette kolay de il. Önemli bir hizmet; baharda gelenlerin, içinde bulunduklar nimetin k ymetini bilmeleri, mirasyedi konumuna dü memeleri, k mevsiminde neler çekildi ini iyi bilmeleri gerekiyor. Mesela u hat ra serinin son kitab ndan: stanbul’da Risale-i Nur hizmetini ilk ba latanlardan Abdülkâ Talu’ya ait. Talu, Mehmet Emin Birinci ile bir gün Süleymaniye’de oturan ve Risale-i Nur’un teksir i ini yapmakta olan Halil Yürür’ün yan na gider. Kendi tabiriyle “garibanl k var ya”, çay kaynat p kaynat p içmektedirler. Biraz sonra ac k rlar. “Yiyecek bir eyin yok mu Halil? Ac kt k biz.” diye sorarlar. Talu anlat yor: “Var ama
siz yiyemezsiniz onlar , diye m r ldanmaya ba lad . ‘Yeriz can m, ekmek de il mi bu?’ dedik. Me er çöpten topluyormu ekmekleri mübarek. Halbuki Halil ticarî kabiliyeti olan bir adamd r; çal sa iyi kazan rd . Ama hizmetten çal maya f rsat bulam yordu. Ekmekleri getirdi ama yere dü üp kalkt belli. ‘Bunlar var. Ben sürekli teksir yap yorum. Hizmeti b rakamad m için bir yerde çal am yorum.’ dedi mahcup bir ekilde. A z m z aç k kald . çimiz çekmese de yedik art k.” Çekilen s k nt larla ilgili bir ba ka hat ra ise Vanl Fahreddin Say ’ya ait. Askerli i zmir’e ç k nca “Sak n görmeye çal ma! Al p götürürler seni.” ikazlar na ra men Isparta’ya gidip Bediüzzaman ile görü en Say , Ceylan Çal kan’a Üstad’ n gözlerinin neden çapakl oldu unu sorar. “Gözlerinin kör olmas için i ne vurdular. n allah geçer.” cevab n al r. “A abeyler Anlat yor” serisinin be inci kitab nda daha önce yay mlanmayan bilgi ve belgelere a rl k verilmeye çal lm . Anlat lan isimlerin ço u kamuoyunda pek tan nmayan ahsiyetler. Kitab okudukça insan bazen hüzünleniyor, bazen tebessüm ediyor. Sat r aralar ndaki bilgiler risalelerdeki baz kapal ifadelere de k tutuyor. Mesela Emirda Lâhikas ’ndaki “buran n korkak müftüsü” ibaresinin arka plan anlat l yor kitapta. Eserin en önemli özelli i, hat ralar n birinci elden derlenmi olmas . Ömer Özcan, hat ralar anlatmaya geçmeden önce bahse konu olan ‘a abey’ hakk nda bilgiler veriyor, görü meleri s ras nda geçen olaylar naklederek okuyucuyu da sohbete dâhil ediyor. Kitapta bahsedilen son isim ise bir ‘a abey’ de il; Bediüzzaman’ n han m talebelerinden Zehra Dülek.
AKILDAN KALBE YOLCULUK, NEVZAT TARHAN, NES L YAYINLARI, 222 SAYFA, 10 TL
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ça n Vicdan Bediüzzaman adl kitab tamamlayan ikinci çal mas n da yay mlad . Ak ldan Kalbe Yolculuk-Bediüzzaman Modeli adl kitapta, Bediüzzaman Said Nursî’nin tefekkür sistemi, kâinat görü ü ve ula t imanî sonuçlar analiz ediliyor. K saca Bediüzzaman’ n hayat nda, insan n ‘ak ldan kalbe yolculu u’… Metin Karaba o lu’nun önsöz yazd kitap “Bedizzaman’ n Tefekkür Sistemi” ve “Bediüzzaman ve Soyut Dü ünce” ba l kl iki ana bölümden olu uyor.
Kayaba ’ n ikinci iir kitab SAAT GER ALDIM, ÜM T ZEYNEP KAYABA , OKUR K TAPLI I, 120 SAYFA, 10 TL
Genç ku a n dikkate de er airlerinden Ümit Zeynep Kayaba , Ka ttan Evler’den sonraki ikinci iir kitab Saati Geri Ald m’da sesini daha da belirginle tirmi . ehir, a k, kad n, çocuk, hüzün, yol gibi temalar üzerinde yo unla yor Kayaba ’ n iiri. Lirizmi elden b rakmayan air, insan n temel problemi varl k, yokluk, ölüm gibi kavramlar etraf nda gezinmeyi seviyor. Yeryüzünde f trat n tersine i leyen düzene itiraz ediyor, hatta kafa tutuyor. Gelenekle s k ili kiler kuran Kayaba , güvenli bir yolda ilerletiyor iirini.
Divan edebiyat nda mersiyeler D LE DURAN ÖLÜM, MUSTAFA SEN, KAPI YAYINLARI, 320 SAYFA, 16 TL
Divan edebiyat n n çok ra bet gören türlerinden biri olan mersiyeler, ölümün en yüksek duyu kat ndan dile geldi i iirlerdir. Prof. Dr. Mustafa sen, klasik edebiyat m zdaki mersiye gelene ini enine boyuna ele ald bu çal mas nda, insan m z n bin y ll k geçmi inde ölüme yükledi i manay irdeliyor. Ölüm iirleri olman n ötesinde mersiyeler, tarihi ve sosyolojik okumalara da imkân veriyor. sen, mersiye yaz lan ki ileri, ehir ve hayvanlar anlat rken, insan n ölümle hesapla mak gibi daima yenilgiyle sonuçlanacak ezeli trajedisini ortaya koyuyor.
iir üzerine teorik tespitler Berekat’tan seçme iirler NEML MASADA SÖZ VE UYKU, SEL M BEREKAT, SEREND P YAYINCILIK, 1012 SAYFA, 8 TL
Suriyeli yazar ve air Selim Berekat’ n iirlerinden bir seçki, Metin F nd kç çevirisi ile Nemli Masada Söz ve Uyku ad yla kitapla t . Kitapta, yazar n 1970-85 y llar aras nda yay mlad ilk iir kitaplar ile bir bölümü 90’l y llarda, bir bölümü de 2000-2005 y llar aras nda yazd son iirlerinden olu an bu seçki, Türkçede ilk defa okuyucu kar s na ç k yor. Arapça yazd kitaplar ça da Arap ve Kürt edebiyat nda önemli bir yer tutan yazar n üç öykü kitab bir de roman var.
San’an eyhi’nin a k
Cervantes ve Don Ki ot
SAN’AN EYH , HASAN Z YÂ’Î, ÇEV: MEHMET KANAR, SAY YAYINLARI, 85 SAYFA, 5 L RA
eyh-i San’an yüzlerce dervi e yol gösteren bir pir iken, bir H ristiyan k za â k olur. Öyle bir a kt r ki yüre ini saran, domuz çobanl na raz olur s rf k z n gönlümü almak için. Sonunda dervi leri toplan p dergâh- ilâhîye niyaz ederler. Hemen akabinde eyh tevbekâr, k z Müslüman olur. Takati kalmayan k z can n teslim eder, mecaz denizinden bir katre iken hakikat deryas na kar p gider. Feridüddin Attar’ n Mant ku’t-Tayr’da anlatt hikâyeyi Hasan Ziyâî mesnevi tarz nda kaleme alm .
DON K OT, ROGER GARAUDY, ÇEV.: CEMAL AYDIN, TÜRK EDEB YATI YAY. 128 SAYFA, 10 TL
“Benim üstad m Don Ki ot’tur.” diyor Roger Garaudy, Ya anm iir-Don Ki ot adl kitab n n arka kapa nda. Don Ki ot’un kahramana dönü me süreci, sorgulayan, insan olan, çökü e kar direnen Cervantes’in hayat hikâyesi ile ba layan kitapta, övalye ve Avrupa Rönesans’ hakk nda bilgiler de veriliyor. Kitapta, Cervantesi’in Dini, Gerçe in ve nsan n Görünü ü, Don Ki ot Roman n n Yap s , Don Ki ot’ta A k Kavram gibi ba l klar ile bir de Don Ki ot roman ndan seçme bölümlere yer veriliyor.
41
R B L NC , AL GAL P YENER, HECE YAYINLARI, DENEME, 167 SAYFA, 13.50 TL
Ali Galip Yener, ‘ iir okuru için teorik tespitler defteri’ olarak nitelendirdi i kitab nda, iir üzerine teorik çözümlemelere giri iyor. Modern Türk iiri üzerine kafa yoran bir isim olan Yener, kitaptaki ele tirel denemelerinde güncel örneklerden ve Türkiye’de modern iir üzerine üretilen dü üncelerden yararlanarak tart yor konular n . Üçgen arzu teorisinin iirde uygulanmas , iir gelenek ili kisi, iirin hakikat ve kötülükle kurdu u ba lar, airin etkilenme endi esi, iir poetikalar gibi ilgi çekici alanlarda 19 deneme yer al yor kitapta.
ÇOCUK
KÝTAP ZAMANI
Hiçbir ey göründü ü gibi de il Burcu Akta ’ n ilk çocuk roman Çarp k Ev, ehirde ya ayanlara tan d k gelecek bir durumu aktar yor çocuklara: Köklerine yabanc la ma… Akta , apartmanlarda ya ayan bir grup çocu un korku ve merakla bakt çarp k ev ile mahalle kültürünü anlat yor. ÇARPIK EV, BURCU AKTA , DO AN EGMONT YAYINCILIK, 112 SAYFA, 10 TL
G
MUSA GÜNER
erçekten tuhaf olan hangisi? Gö ü delen binalar dikip üst üste evlerde ya ayanlar m , çiçekli bahçesine s n p yaln z ba na bir evde, dedesinin, babas n n hayat n seçenler mi? Hangi evden bakt n za ba l bu sorunun cevab . Nerede ya ad n za, hayat n zda neyin önemli oldu una… Böyle tek ba na bir ev var Saksa an Sokak’ta. Bahçeli, kedisi köpe i olan, bahçesindeki a açlara ku lar konan bir ev. Burada Müzeyyen Han m ve torunu Peyami ya yor. simleri bile eski, t pk evleri gibi. Yaln z, eski, bahçeli ev, çevresini saran apartmanlar n penceresinden nas l görünür? Burcu Akta , çocuklar n gözünden bunun nas l olabilece ini gösteriyor Çarp k Ev’de… Çarp k Ev, Akta ’ n ilk çocuk roman . Yazar bu ilk kitab nda ehirde ya ayanlara çok tan d k gelecek bir durumu aktar yor çocuklara: Köklerine yabanc la ma… Kahramanlar m z 9-10 ya lar nda dört çocuk. Batu, Elif Su, Melisa ve Kuzgun… Her ey yolunda giderken, sabahleyin erkenden kalk p kahvalt lar n yapt ktan sonra, güvenlik görevlisince korunan sitelerinin kap s ndan ayn saatte servise binerken birgün bir merak dü üveriyor içlerine. Saksa an Sokak’taki evi merak etmeye ba l yorlar. Büyüklerinin koydu u isimle Çarp k Ev’i… Anne babalar bu evden gelecek ‘tehlike’leri çocuklar na tembihlemi lerdir. Burada bir gizem, bir tuha k olmas çocukluk duygular n harekete ça r yor. Ve burada ba l yor “asl nda neyin çarp k oldu unun” sorgulamas . Çocuklar bu evdeki gizemi çözmek için gözetlemeye, hatta gördüklerini not almaya ba l yorlar. Çocuk gözünden ilginç, tuhaf, korkunç görünen gözlemler bunlar… Oradan bak nca bu evde canavar bir babaanne görünür. Çocu un, Peyami’nin de ola anüstü güçleri vard r; havada uçabilmektedir. Marullar m , evet uçma konusunda onlar da Peyami’den a a kalmaz. Peyami’nin ba n n üstünde uçan karga, olaydaki tuhaf-
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
A açlar kadar vefal olmal insan ÇINAR A ACI, ARIF AKPINAR, MU TU YAYINLARI 146 SAYFA, 4.5 TL
Do du un yer mi, doydu un yer mi? Günümüz insan bu ikisi aras nda gidip geliyor. Ya ad yeri sevse de memlekete vefadan vazgeçemiyor. Mu tu Yay nlar ’n n ç kard Ç nar A ac da vefa temal hikâyelerden olu an bir kitap. Anadolu insan n n hayata ve olaylara bak n , insanc ll n yans t yor. Arif Akp nar’ n kaleme ald kitap genç okurlar muhatap alsa da herkesin kendinden bir ey bulabilece i nitelikte. Vefal hikâyeleri okumak vefa anlay n gözden geçirip insan n bu anlamda kendini sorgulamas için bir f rsat.
Mahalleye ta nan tuhaf adam BAYAN BETON Ç V S , YUSUF ASAL, RES M.: A. DEMIRTA , NES L ÇOCUK, 113 SAYFA, 6 TL
l daha da art r r. Gözlemin parçalar bir araya geldi inde görülür ki, asl nda burada bir tehlike de vard r. Yüksek apartmanlar n yüksek katlar ndan yap lan gözlemlerle kurulan dünyadan bak nca babaanne bir canavard r, karga belki de bir masaldan ç k p gelmi tir buraya. Yumurtan n a açta yeti ti ini sanan ehir çocuklar için bu ev tuhaft r ama içinde ya ayanlar için de mahallenin son kal nt s , mahalle kültürünün son bekçisidir. O evin içindeki hayat ‘bir zamanlar’ var olan , birçok insan içinde asl nda olmas gerekeni temsil ediyor. Burcu Akta geleneksel mahalle kültürünü o çarp k evle sembolize etmi . Müzeyyen Han m radyo dinler, eski ark lar çalar radyo, tiyatro oyunlar yay nlar. Peyami eski oyuncaklarla oynar, hatta orada bir tabela bile vard r. Üzerindeki yaz da ‘bakkaliye’ ve ‘bilhassa’ kelimeleri dikkat çeker. Kaybolan, çerçevelenip yok olmaya mahkûm edilen sadece kültür de il, dildir de... Eski bir bakkaliye tabelas ile dilde kaybettiklerimize de dikkati çekiyor yazar. Çarp k Ev, ilk bak ta çocuk edebiyat nda s kça kullan lan ‘gizemli ev ve buradaki s rr çözmeye çal an afacanlar’ kal b n hat rlat yor. Ama detaylarda farkl l n ortaya koyuyor. Çocuklar n merak duygusunu uyand rd ktan sonra ona kar l k ola-
Ta devrine do ru maceral bir yolculuk TA DEVR NDE TEHL KE, THILO, HAYY K TAP, 116 SAYFA, 9 TL
“Bu Macerada Kahraman Sensin!” dizisinin yeni maceras : Ta Devrinde Tehlike. Bu dizide okur kendi yolunu kendi seçiyor, maceran n kahraman oluyor. Ancak kahraman olmak kolay de il? Okur, 35 bin y l önceye gidecek, hiç bilmedi i bir yerde, hiç bilmedi i hayvanlar n sald r lar n n tehdidi alt nda, hiç tan mad bir çocu u bulmaya çal acak. Macerada mamutlar, aslanlar, yabani atlar, gri kurtlar ve bir de dil bilmeyen ta devri insanlar ile kar la acaks n z.
rak korkunç gerçekler sunmuyor onlara. Gizemli ve tuhaf evden ne cinler periler ne de katiller ç k yor. Çarp k evden ç kan naif babaanne-torun hikâyesi, onu benzer örgüyü kullanan kitaplardan ay r yor. Asl na bakarsan z okuru da rahatlat yor. Çarp k Ev, çocuklar n gözünden ‘hiçbir ey göründü ü gibi de ildir’in alt n çiziyor. Gördü ümüzü sand m z, gerçek diye adland rd n z ey sadece bir alg dan ibarettir. Çocuklar için önemli bir durum bu. Kitap bu yönüyle, gördüklerinin arkas ndaki gerçeklere eri me f rsat sunuyor çocuklara, bu iste i uyar yor. Okura, bakmak ile görmek aras ndaki fark hissettiriyor. Merak ve heyecan bir kere uyand m sonuca ula madan susmuyor. Çarp k Ev’de yazar, yal n, çocuklar n kendi diliyle, tempoyu dü ürmeden bir maceran n içine çekiyor onlar . Sonucun farkl l klasik macera okurunu a rtacak türden. ki farkl dünya bulu uyor ve asl nda hiç de farkl olmad klar n fark ediyorlar. Büyüklerin alt n kal n çizgilerle çizdi i sosyal statüler bir anda yok ediliyor, çocuklar taraf ndan ve naifçe... Çarp k Ev, dokuz ya üstü çocuklara hitap eden bir roman. Kitab n içindeki illütrasyonlar Turgut Yüksel taraf ndan yap lm .
Ejderhadan korkmay n! YET K NLER EJDERHALARDAN NEDEN KORKAR?, SHAK REYNA, GÜNI I I K TAPLI I, 200 SAYFA, 15 TL
Yeti kinler Ejderhalardan Neden Korkar? adl kitapta Türk ve dünya edebiyat ndan seçilmi denemeler yer al yor. 30 denemeden olu an seçkinin amac , gençleri edebiyat n bu yenilikçi türüyle yak nla t rmak. Seçkide, Türk edebiyat ndan 15, dünya edebiyat ndan 15 usta yazar n denemeleri yer al yor. Futboldan sanata, mizahtan siyasete, gençlikteki zorluklardan a ka uzanan denemeler, okurun dü üncelerini de hayal gücünü de harekete geçirecek türden.
42
Ç lg n Hademe Peyami’nin bu seferki kom usu ‘beton çivisi’ kadar sert bir bayan. Bütün mahalle ondan korkuyor. Peyami bir yandan bir gazetede kendine özgü yaz lar yazarak ortal kas p kavururken, Bayan Beton Çivisi’yle u ra maktan da geri durmuyor. Mahalleli bu kad ndan neden korkuyor bu belli de, Bayan Beton Çivisi Peyami’den neden çekiniyor ve neden ona bahçesindeki en semiz tavuklardan ikram ediyor? Ç lg n Hademe Peyami, Yumurta Mahallesi’ne geldi geleli ortal k kar k. Üstelik Bayan Beton Çivisi Mars’a gönderilme tehlikesiyle kar kar ya...
Yeni anne baba alma zaman ANNE BABA DÜKKANI, FRANCESCA SIMON, LET M YAYINLARI, 80 SAYFA, 11 TL
Bazen anne babalar çocuklara çok s k c geliyor. Asl nda her eyin kendi iyili i için oldu unu o da biliyor ama yine de s k lmaktan kendini alam yor. Kahraman m z Ava da anne babas n n kendisine sürekli emir vermesinden usanm t r: “Yeme ini bitir! Ödevlerini yap! Odan topla!” Bir gün okuldan eve dönerken, yerde Anne Baba Dükkân ’n n el ilan n bulur. Belki de eskileri götürüp yeni bir anne baba almas n n zaman gelmi tir. Ama belki de anne babas biraz de i irse yenilerini almaktan vazgeçebilir...
S navla korsan al nacak KORSAN OKULU, SIR STEVE STEVENSON, MAV BULUT YAYINLARI, 88 SAYFA, 11 TL
Baz okullarda ö renci olabilmek için s nava girmek gerekir. “Korsan Okulu” da bunlardan biri. Ama s nav ötekilerden biraz farkl ... Jim, Anton, Ondina, Babordo ve Tribordo da Korsan Okulu’na girmeyi çok istiyor. Hepsinin amac efsanevi büyük korsanlar olmak. Onlar , Denizanas Adas ’na var r varmaz zorlu bir s nav kar layacak. Çünkü kaptan onlar vah i ve tehlikelerle dolu adada neye yarad belli olmayan bir avuç aletle b rak p gitmi tir. Bakal m bu zorlu s nav , tehlikeli maceralar geçip Korsan Okulu’na girebilecekler mi?
SPOR
KÝTAP ZAMANI
Futbol penceresinden görünen dünya ABD’li gazeteci Franklin Foer’in Futbol Dünyay Nas l Aç klar? kitab Simon Kuper’in efsanevi Futbol Asla Sadece Futbol De ildir’inin devam gibi okunabilir. Ancak kitapta hem daha de i ik konular yer al yor hem de yazar bunlara daha derinlemesine bak yor. FUTBOL DÜNYAYI NASIL AÇIKLAR?, FRANKLIN FOER, ÇEV.: H. SMA L ÇIRAK, THAK YAYINLARI, 240 SAYFA, 18 TL
Ö
AHMET ÇAKIR
dolar gelir elde edildi ini yaz p durdu. ki irketin i in içinde oldu u bir projeydi. Pele olaydan haberi olmad n iddia etti. Suçu 20 y ll k i orta na att . Önce onu kovdu, sonra aleyhine dava açt ve Pele Spor Pazarlama’y feshetti. Ancak bu öfkesi, 700.000 dolar geri vermesine yol açmad .” Pele asl nda her bak mdan s f r tüketmi biri olabilirdi ama futbolun dünyada dev bir endüstri haline geli i belki de en çok ona yaram t . Art k ba ka yerlerde oynayamayaca dönemde ABD’de milyonlarca dolarl k sözle melere imza atarak yeniden do u u, sonras nda küreselle menin etkisiyle baz dev kurulu lar n reklam ve tan t m yüzlerinden biri olu u, talihin onun kar s na ç kard f rsatlard .
nce kitab n ad pek uygun olmam diye itiraz edecektim ama benim ngilizcem bile özgün ad n n da bu oldu unu anlamaya yetiyor. Yazar m z Franklin Foer bize dünyan n dört bir yan ndan son derece ilgi çekici futbol öyküleri anlat yor. Yapmak istedi i sadece öykü anlatmaya çal mak de il elbet, futbolun dünyay nas l etkiledi ine ili kin derinlemesine bilgi ve analizlerle okuyan zenginle tiriyor. Yine de kitab Simon Kuper’in art k efsanele en Futbol Asla Sadece Futbol De ildir’inin bir devam olarak görmek mümkün. Nitekim yazar m z da bu kitaptan ilham ald n gizlemiyor. Ukrayna’dan ABD’ye, S rbistan’dan ran’a kadar birbirinden çok farkl ülkelerde futbolla ilgili geli meler çe itli yönleriyle ele al n yor kitapta.
TALYA’DA NELER OLUYOR?
BARCELONA, B R KULÜPTEN FAZLASIDIR Barcelona’n n bir kulüpten çok daha fazla eyi ifade etti ini Kuper’den de ö renmi tik. Endi elenmeyin, ö rendiklerimizi tekrar etme s l na dü ecek biri de il yazar m z. Kuper’in ele ald klar ndan daha fazlas n de ilse bile farkl yönleri ele almaya çal yor. Bu da kitab okunmaya de er k lan yanlardan biri. Kitab n bize en çok yakla t iki konu, eski Yugoslavya’n n parçalanma süreci ve sonras nda S rbistan’daki ‘futbol gangsterleri’ ile Ukrayna’n n Karpaty Lviv tak m nda oynayan iki Nijeryal oyuncunun serüveni. Bize yakla t derken bir özlemi de dile getirmeden geçemeyece im: Bizde ne zaman yaz lacak böyle kitaplar? Kitapta ranl kad nlar n, milli tak m n ba ar s n kutlamak için 120 bin ki ilik Azadi Stad ’n dolduran erkeklerle birlikte ayn sevinci ya ama çabas aktar l yor. Elbette ki ran futbolunun özellikle siyasetle ilgili boyutu kaç n lmaz olarak gündeme geliyor. Herhangi bir Türk yazar n bu konuda henüz b rak n kitab , ciddi bir makale bile yazmam olmas kolay aç klanabilecek bir durum mu? Bosna’daki soyda lar m z n katli olaylar na da kar t o dönemde medyada yer alan S rp kasab Arkan’ n ironik ekilde bir Türk ad ald n belirtiyor yazar m z. Bundan çok daha ilginç olan, Arkan’ n tribünlerden gelip bunu kullanarak ak l almaz bir yükseli göstermesi. Bu kanl katilin K z ly ld z kulübünü ele geçirmeye çal mas , yapamay nca Obilic’i sat n alarak yapt klar , futbolun yüz k zart c öykülerinden birini olu turuyor. Ukrayna’n n Karpaty Lviv tak m yla 2010’un yaz aylar nda tan m t k. Galatasaray’ n UEFA Kupas ’nda birkaç ön eleme oynamak zorunda kald dönemde
gidip nas l bir yer oldu unu görme olana da bulmu tuk. ki Nijeryal oyuncunun ayn de ilse de yak n zamanlarda oralarda ya anan serüveni epeyce ilginç. Galatasaray’ n ta çatlasa 10’da 1’i de erinde bir kadroya sahip bu tak ma elenmesinin ard ndan orada tan t m z giri ken bir Türk ö rencinin siyahi oyunculardan birini Türkiye’ye satabilme çabas , bu kapsamda hem onun hem de oyuncunun defalarca beni aramas , kitab okurken daha ayd nlanm olarak gözümün önünden geçti.
PELE VE PARA Kitab n ilginç bölümlerinden biri dünya futbolunun gelmi geçmi en büyük ismi olarak gösterilen Pele ile ilgili. Brezilyal y ld z bir yandan sürekli “O mu büyük yoksa Maradona m ?” tart mas na konu edilirken, bir yandan da futbolculuk sonras ndaki ya am tekrar gözden geçiriliyor. Aç kças futbolun Siyah nci’sinin bu taraf pek parlak görünmüyor. Dünyadaki ve elbette ülkesindeki ola anüstü popülaritesi onun Spor Bakanl yapmas n sa layacak kadar büyüktü. Ancak o bundan do an sorumlulu u yeterince iyi ta m say lm yor. Gerek siyasi, gerekse ticari ve ahlaki tercihleri pek de isabetli görünmüyor. Hatta üzerinde pek durulmayan türden birtak m yolsuzluklara bula t bile ima ediliyor Pele’nin. Bu konuda sözü yazar m za b rakal m: “2001 k boyunca günlük Folha de Sao Paulo gazetesi, Pele’nin sahibi oldu u Pele Spor Pazarlama irketi taraf ndan UNICEF yarar na düzenlenen bir hay r maç ndan 700.000
talyan futbolunun kirli yüzü de kitab n mutlaka sözü edilmesi gereken yanlar ndan biri. Özellikle Juventus’un ba ar lar nda hakemlerin rolü ve daha sonra sahneyi devralan Milan’ n sahibi Berlusconi’nin yapt klar “Futbolun Yeni Derebeyleri” bölümünde incelenmi . Oradan da küçük bir aktarmayla yetinelim: “Hiç kimse Juventus’un hakem k yaklar n nas l elde etti ini bilmezken, futbol uzmanlar Milan’ n bu i i nas l k v rd na a inad rlar: Milan, bas n kontrol alt nda tutar. Kulüp, bana da sundu u effa yla nam salm t r. Juventus, oyuncular n n gazetecilerle konu mas konusunda gönülsüz davran rken, Milan tak m üyelerinin saatler boyunca geyik röportajlar vermesine ses ç karmaz. Meclis muhabirlerine mesafeli duran Berlusconi bile, konu sevgili Milan’ olunca sorular yan tlamaktan kaç nmaz.” Bu mu demeyin! nsan n içini büsbütün karartmayacak bir al nt yapmak istedim. in karanl k yönleri kitapta geni biçimde i lenmi ... Glasgow Rangers-Celtic rekabetinin boyutlar hakk nda bu i lerle ilgilenen her futbolseverin iyi-kötü bilgisi vard r. Yazar m z bize daha fazlas n anlat yor. Chelseali holiganlardan ABD’de bizim bildi imiz futbolun niçin geli emedi inin analizine kadar ilginç konular yer al yor kitapta. Kitab Harun smail Ç rak çevirmi . Bayan çevirmenlerin futbol terimlerine a ina olmay lar ndan do abilen baz s k nt lar bu ekilde engellenmi dersem ayr mc l k yapm olur muyum? Sadece ran’da bayanlar n stada girebilmek için olu turduklar topluluktan “güruh” diye söz edilmesinin pek uygun olmad n söylemek zorunday m. Bir de unu yazm olay m: Tanr ’n n Eli kitab n n yazar Jimmy Burns’ün Barca adl bir kitab varm . Bir çeviren bir de yay mlayan olsa da okusak...
43
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Bir hizmet destan ndan sahneler AKASYA H KÂYELER , AL TOKUL, KAYNAK YAYINLARI, 232 SAYFA, 9 TL
Dünyas n bir bavula s d rm delikanl lar k götürüyor, ilim götürüyor, inanç götürüyor, umut götürüyor. Ve bir vuslat ya an yor, atayurt, anayurtla kucakla yor... Ali Tokul’un kaleme ald Akasya Hikâyeleri bir “hat ra demeti” eklinde bu vuslat ve bu vuslat n müjdeledi i yar nlar hikâye ediyor. Kitab n sonuna “H tamuhû Misk” olarak yerle tirilen yaz s nda Fethullah Gülen Hocaefendi, “Onlar u rad klar her yerde a te ne gönülleri öteden nurlarla ayd nlat yor.” diyerek anlat yor bu hikâyenin kahramanlar n .
Ortayl ’dan yak n tarih bilgileri YAKIN TAR H N GERÇEKLER , LBER ORTAYLI T MA , 252 SAYFA, 14 TL
“Osmanl ’n n Çökü ünden Küllerinden Do an Cumhuriyet’e” alt ba l n ta yan kitap üç bölümden olu uyor: Osmanl ’dan Cumhuriyet’e yak n tarihimiz, Osmanl ’dan günümüze Ortado u, Tarihî miras ve stanbul’un gelece i. Prof. Dr. lber Ortayl , ilk bölümde yak n tarihe dair sürekli gündemde olan konular , ikinci bölümde Ortado u’yu, özellikle Filistin’i, son bölümde ise tarihî gerçekleri ayd nlatmak için kültürel objeler ve maddi kal nt lar n ele al nmas sorununu anlat yor.
Limasol Türkçede L MASOL, YISHAI SARID, ÇEV.: ESRA ÖZDO AN, KOTON K TAP, 192 SAYFA, 15 TL
2011’de Fransa’da En yi Yabanc Polisiye Roman Ödülü alan Limasol, Türkçede. Yishai Sarid’in kaleme ald romanda; srail istihbarat örgütünde çal an bir sorgu memurunun, zorlu görevinden a ka, dost dü man kavram ndan hayat ndaki içsel sorgusuna kadar her noktas n kendi a z ndan anlat yor. Örgüt üyeleri, airler, entelektüeller, uyu turucu ba ml lar , ba nazlar, laik aileler Sarid’in kaleminde psikolojik derinlikleriyle, ayakta kalma çabalar yla ve atalardan kalma de erlerine tutunma içgüdüleriyle kanl canl gürlere dönü üyor.
Bizden insanlar n hikâyesi AYRI DÜ MÜ ZAMANLAR, YILDIRIM TÜRK, ÖTÜKEN NE R YAT, ÖYKÜ, 136 SAYFA, 9 TL
Y ld r m Türk, okulda, i yerinde, hastane koridorunda, sokakta rastlayabilece imiz insanlar n hikâyesini yaz yor. Dikkatli bir gözlemci Türk, fazlal klar ndan ar nm , etkileyici betimlemelerle atmosfer olu turmay ba ar yor. “Ben” anlat c s yla ya amöyküsel hikâye izlenimi veren metinler aras na kimi zaman tan d k isimler, yazarlar, airler, öyküler kar yor. Bir parke ta n n gözünden toplumsal çürümenin anlat ld “Kilitli Parke Ta ”nda oldu u gibi a rt c ve ele tirel yönü öne ç kan öykülere de imza at yor Türk. Gittikçe zenginle en öykümüzün kazançlar ndan biri Ayr Dü mü Zamanlar...
KÝTAP ZAMANI
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
Dile gelen mahremler Ebubekir Ero lu, bu sayfada bir dizi halinde yay mlanacak denemelerinde, “kadim iir”in do as ndan yola ç karak modern öncesi Türk iirinin ba döndürücü serüvenini kurcalayacak. Derin bir alg n n verimi olan denemelerinde Ero lu’nun kapsaml bir yakla m , özgün yorumlar ve iddia ölçüsünde görü leri var. Bu yaz lar n Türkiye’deki iir ortam nda ilgiyle kar lanaca n , iirin alg land zeminde yeni aç l mlara vesile olaca n umuyoruz.
Zengin ve güçlü bir iir gelene ine sahip ba ka dillerde oldu u gibi, Türkçedeki imgelem hazinesi, anlam yüklü bir dünyan n halk n zihinsel donan m yla gerçeklik kazanmas idealine dayal olarak kurulmu tur. Eski iirdeki hayat alg s , iyiye, do ruya, hakikate göre ya amay öngörüyor. Toplu halde geçimli bir hayat sürdürmek için erdem, iyilik, ahlâk güzelli i, ahlâk n mutlulukla örtü me derecesi, hikmet ve konu mada aç kl k ve insan olgunlu unun amaçland (model olarak insan- kâmil’in al nd ) bir dünya alg lay n n geçerli oldu u eski hayatta belli bir düzenin kurulmas gereken ö eler idi. Çerçevesini çizdi imiz bu anlay , Ortaça Avrupa’s için de geçerlidir. Hayat alg s n n dayanaklar olarak hemen hemen bütün insanl n ayn de erlere göndermede bulundu u bir tarihsel dönemden söz ediyoruz; farkl l k bu de erlere verilen anlamdan ve önem derecesinden do uyordu. Modern dünya, günlük gerçe in esas al nmas n talep ediyor. Küreselle me, insanlar piyasan n küresel ölçekte iyi i lemesine göre biçimlenmeye ve ya amaya zorluyor. Bugün bütün dünyada insan alg lar n n birle mesi e itlenmesi, ayn la mas söz konusu olmaktad r. Eski dünyada yaz lm eserler içeri i ile tan nd taktirde kültürlerin bulu mas , insan alg lar n n bulu mas anlam na gelir. Kültürler, bireyin “anlamlar dünyas ”na göre biçimlenmesini dilemi , tercihler anlamlara göre yap lm t . Hayali kullanan, duyu zenginli ini art ran edebiyat n insan ekillendirme çabas ve insanlar n buna kat l m hiç eskimedi.
TÜRKÇEN N ANADOLU’DAK YAPILANMASI i’r-i Kadîm’in eski ça larda sahip oldu u biçimlenmeyi izlerken, Türkçenin Anadolu’daki yap lanmas n esas ald k. Eski iirimizde, insan olgunlu una eri meyi mümkün k lan kavramlar, do al olarak anlam n slam medeniyetinin atmosferinde bulmu tur. 1000’li y llar n ba lar nda, Divan- Lügati’t-Türk’ün yaz l ndan beri geçerli olan dünya kavray n n, bir sözlükten beklenenden daha kapsaml oldu unu da belirtmeliyiz. Hint, Arap, Fars geleneklerini yüklenmi slam alg s , Do u klasiklerinden gelen sonsuza aç l ml hayat görü ünü ve Orta Asya’da yap lm felse çal malar arac l ile Antik Yunan dü üncesini içine al yor. Tarih öncesine yönelen dü ünürlerin, iktidar, güç toplama ve gücün yönetimi gibi kavramlarla hiç ilgilenmeyip
d n z topluluklar n kültürünü yans tan bir iiri hissetmek, o kültürde ya ayan bir insan hissetmeye e de erdir. Büyük iirler, biricikli i eskimeyen ki iliklerin imgelemimizde ekillenmesini sa layarak onu bize tan k lar ya da bizimle bütünle tirirler. iirin özü ne biçimindedir ne de içeri inde; ikisinin bir arada bulundu u airin hissindedir. airini hissederek var rs n z, iirin özüne. iir, gönülden gönüle ak a sahip olmakla, dolays z ve gerçek ileti imin dilidir. iir, hissedildi i anda, insanî yak nl yeniden olu turur ve “zaman-d ” olmaktan ç kar. Ayn imgeleme sahip airlerin zamans z (bir bak ma ça da ) oldu unu hissedersiniz. Ruh akrabal klar sabit bütün airler ça da t r. Dönem ve çevre artlar dekor olarak kalabilir. Çünkü onlar olmadan da airi, bir insan olarak hissedersiniz. Hissetmek yak na getirir, bütünle tirir. iirin soyutlu u, imdi’nin somutlu u ile birlikte alg lanaca hale dönü ür.
DÖNEMLER N ÖNEM YADSINAMAZ
Fuzuli
Yunus Emre
l kl ba ka bir dünyaya aç l yoruz. Eski Türkçe iir, Do u klasiklerindeki duyum a rl kl ifade biçimine ba l kalarak tan nabilen büyük bir kültür evrenini de aç yor önümüze. Türk dilindeki ma, Hazar Denizi’nin do usunda ve güneyinde konu ulan Türkçeden derece derece ayr larak, Anadolu’da, 1200’lerde yeni bir iir dilinin kurulmas yla birlikte yeni bir dil olu umunun da yolunu açt . Türk iiri, imgeleri, mazmunlar , ideal hayat alg lar ve anlamlar n n hede aç s ndan ayn kalmakla birlikte, 1450’den sonra, 1600’lü y llar n ve sonra 1800’lü y llar n ba lar nda k r lmaya, de i ime, ba kala ma u rad . iirin dokusundaki soyut ve soyutlanabilir öz, aruz vezninin kal plar e li inde müzikalitesi ba kala arak, iirlerin yaz ld türlere göre içeri i de i erek devam etti. iirin soyutlu u matematik ya da kimyan n konular ndaki soyutluk gibi de ildir. nsanlar n, maddeye ekil vermekte büyük yarar n gördü ü bilimlerin dünyas ndaki soyutlamalar birer tasar m ve zihin oyunu eklinde görebilirsiniz. mgeleminizle bütünle en bir iir ise insanla temas halindedir; onu insanla birlikte dü ünür, insans z alg layamazs n z. Bu nedenle en eski ve hiç tan ma-
bütün dikkatlerini varl n anlam , aç klamas ve yorumlanmas na hasretmeleri, genel hayat alg lar n ve kendilerine özgü yöntemlere uygun davranmalar n göstermesi aç s ndan da dikkate de erdir. Antik ça daki Yunan ve ran geleneklerini ayn potaya koyan ifadeleri, Suhreverdi gibi mutasavv arda, Fuzulî gibi airlerde ve tabii ki duyumsal yak nl olan ba kalar n n eserlerinde buluyoruz. Onlardaki skolastik nitelikli bilgiler, yan na yakla lamaz, içine girilemez ve nüfuz edilemez (ezoterik) nitelikli bilgiler toplam de ildir. Eski metinlerle içli d l olan ki iler; ki isel ve imgelemsel mahremiyetlere (insanlar n özerklik alanlar na ve dokunulmazl klar na) girer, eskilerin dünyas n birey ölçe inde tan rlar. Yine de, mesela Yunus Emre’nin iirindeki içerik olgunlu unu ve lirizmdeki yetkinli i onun özgünlü ü ile aç klamaktan ba ka yol yok; zira Yunus’u edebî anlamda tan mlanm bir geçmi e ba layam yoruz. Eski iirimizin, tekdüze gidi li ve denizi dalgas z bir dünyada olu tu unu dü ünemeyiz. Bir defa, bu iire nüfuz etmekle eski dünyada Antik Yunan kültürünün d nda kalan, ama o kültürden bir süre beslenmi olan hayal a r-
44
Bu konularda yazmakla, geçmi teki ibda etme ko ullar n bu günün eser olu turma ko ullar n n yerine koymak istiyor de ilim. Büyük eserlerin ortaya konulmas n mümkün k lan dönemlerin önemi yads namaz. O dönemlerdeki toplumsal ortam n anlamsal ve ilkelere ba lanm geçerlili i büyük eserler üzerinden koruma alt ndad r ve sürüp gitmektedir. u var ki, iir vadisinde, söyleyi biçimleri ve yöntemler de erlerini, yerli yerini bulmu kurallar gibi uz bir dile sahip olmalar ndan de il, ya anmakta olan hayat n gerçe i olmaktan al rlar. Bu nedenle, mevcut iir varl n n “onsuz olunmaz” bile enidirler, ayn zamanda. Bugünün yazma yöntemleri, ba ka yöntemlere yer açmak için iptal edilemez; el alt ndaki yöntemler günümüzdeki ko ullar üzerinden ve iirdeki geli melerle birlikte ba kala ma u rayabilirler ancak. Hayat n de i me kabul edebilen gerçe ine ba l olarak yazma yöntemlerinin de kendi içinde dönü ebilmesi, ilham na ekil vermek zorunda olanlar n duydu u güçlükleri ve her an ortaya ç kabilecek yetersizlikleri a man n yolunu açan de erli bir imkând r. Bu imkân n kullan lmas nda ilk akla gelen ö elerden biri, insanl n imgelemini dolduran iir varl d r. Eski iirin duyumsanmas ve iletiminin al mlanmas , iirsel yarat ya ket vurmak amac na hizmet etmez. Bat ’da, Do u’da, ça da m z ya da geçmi teki airler, kendi yarat lar n n güç toplad yerlerde, e iklerin a ld a amada, tutkulardaki bir ta ma olarak ve ba a gelen bir ey gibi ili mi lerdir i’r-i kadîm’in duyumsand alanlara.
USTA GÖZÜYLE
KÝTAP ZAMANI
Dârülbedayi’e, Hilmi Bey’e, san’ate ve tiyatroya müteallik münaka alara dair
RFAN KÜLYUTMAZ
Muhafazakâr san’at ilmihâlini mahvedi imin tafsilidir
Bendeniz tiyatro felan ile alâkadar de ilim. Lâkin, muazzez karda m Hilmi bey, bundan takriben 20 u kadar sene mukaddem, stanbol Büyük ehir Belediyesi’nde Kültür leri Dairesi’ne reis olarak nasbedilmi ve Gencay Gürün ile aralar nda vahîm bir ihtilâf bahis mevzuu olmu idi.
M
uazzez karilerim, nas ls n z, eyi misiniz, eyi olman z Cenâb- Hak’dan temenni ederek lak rd ma ba layorum. Efendim, malûm-u âliniz, bir müddetden beri ortal k, stanbul Dârülbedâyisi ile alâkal bir mes’ele münasebetiylen çalkalanmakdad r. stanbol Büyük ehir Belediyye Riyâseti’nin tasvîbi ile Darülbedayi Edebî Hey’etine ( indi ‘Repertoire Kurulu’ deyorlar!) belediyye bürokratlar n n ta’yin edilmi olmas , Darülbedayi sanatkârlar nda infial uyand rm a benzeyor. Bendeniz tiyatro felan ile alâkadar de ilim. Lâkin, muazzez karda m Hilmi bey, malûmunuz, bundan takriben 20 u kadar sene mukaddem, stanbol Büyük ehir Belediyesi’nde Kültür leri Dairesi’ne reis olarak nasbedilmi ve Darülbedayi’nin o zemanki Umumî San’at darecisi Gencay Gürün han mefendi ile aralar nda vahîm bir ihtilâf bahis mevzuu olmu idi. htilâf n sebebi, Darülbedayi’nin müdiri olan zât n vazifesinden affedilmi olmas idi ise de, daha sonra edebî hey’etin tarz- te ekkülüne müteallik baz tasarruflar, bu ihtilâf büsbütün tahriyk ve te dîd etmi bulunmakda idi…
DA RE RE S H LM BEY Hilmi bey karda mdan istimâ edeyorum: Zeman n Belediye Reisi Nûrîddin Sözen, edebî heyetin, san’atkârlarla beraber tiyatro muharrirleri ile takviyye edilmesini istedi ini Hilmi bey karda ma bildirmi ; Hilmi bey de, tiyatro muharrirleri cem’iyyetine resmen müracaat ederekden edebî hey’et içün bir temsilcinin intihab n istemi dir. Bunun üzerine Tiyatro Muharrirleri Cem’iyyeti, air, hikâyeci ve piyes muharriri Sabahaddin Kudret Aksal a abeyimizi (rahmeten vâsiâ) tensip ederek Sabahaddin a abeyimiz edebî hey’ette vaziyfe alm d r. Edebî hey’ete, Daire Reisi s fat ile Hilmi bey riyaset etmekdedir.[ stitraden arz edeyorum: Eh, kimsenin de Hilmi bey karda m içün nâehil deyecek hâli yokdur, deye dü ünürken, Vedat Türkali ‘Milliyet’ kazatas na verdi i bir mülakatda, Hilmi bey karda m n, stanbol Belediyesinin kültür i lerini tedvirde ‘nâehil’ oldu unu beyan etmi dir. Hilmi bey karda m eyi hat rlamayor amma, Vedat Türkali a abeyimizin, o günlerde Darülbedayi’nin sahneleyecek oldu u ‘Evita’ piyesinin icrâs n n iptal edilece ine dair birtak m
7 MAYIS 2012 PAZARTESÝ
as ls z iddialar üzerine bu lak rd lar telaffuz etmi olmas , agleb-i ihtimaldir.] Efendim, Büyük ehir Belediye Reisi Nûriddin Sözen, malûmunuz, sosyal demokrat bir belediye reisi idi. Darülbedayi’de sahnelenecek piyeslerin tercihinde, o zeman moda olan bir taabirlen, ‘kat l mc ’ bir zihniyetin hâkim olmas n istedi inden, zannedeyorum ya Darülbedayi dare Hey’etinde veya Edebî Hey’ette, Belediye Meclisi’nin de temsil edilmesi muktezas nca Meclis âzâs ndan birinin orada vaziyfe almas n istedi ini de, o zeman, muazzez Hilmi bey karda mdan istimâ etmi idim…
ORHAN ALKAYA EVLÂDIMIZA… Bugünki vaz’iyyetin çok daha farkl oldu u anla layor. Zira Kadir Topba idaresi, Darülbedayi’e, meclis âzâlar veya cem’iyyet temsilcileri gibi Société Civil mensublar n n de il de, bürokratlar n tâyin edilmesini mümkin k lan bir karar alm bulunmakdad r. Sab k Umumî San’at darecisi Orhan Alkaya evlâd m za, Nûriddin Sözen zeman ndaki ‘kat l mc ’ sivil tatbikat ile bugünki bürokratik müdahaleyi ayn kefeye koymakla, fevkalhâd vahîm bir hata yapm oldu unu hat rlatmak isdeyorum. Muazzez kaarilerim, bu ayl k da bu kadar. n allah. Önümüzdeki Haziyran ay bidâyetinde tekrardan beraber olmak temennisiyle, sizleri Rabbime emanet edeyorum. Zât n za ho ca bak n z, Au Revoir canlar m benim… Hâmi : Muazzez karda m Hilmi Bey’den istimâ etdim ve pek e lenceli buldu um için siz aziz muhiblerime de nakledeyim istedim: Efendim, Hilmi bey Ankara’da 7. Cadde’de bir café’de kahvesini içerken, yan na bir zât yakla m ve alayc bir sesle, “Hilmi bey”, demi , “Fî tarihinde siz ‘Orhan Pamuk ne zaman Nobel mükâfat al rsa, o zaman Evropa Birli i’ne gireriz!’ deye yazd n z. Ama ne oldu? Orhan Pamuk Nobel mükâfat n ald , ama biz hâlâ Evropa Birli i’ne giremedik! Buna ne buyrulur?” Hilmi bey’in cevab n nakledeyorum: “‘Aziz dostum’ demi , ‘evet yan ld m, do ru! Lâkin bu yan lman n bir esbâb- mucibesi var. Hat rlarsan z, Fransa’da büyük Frans z filozofu Jean-Paul Sartre, tevkif edilmeye kalk ld nda reisicumhur De Gaulle, öyle demi di: ‘Sartre, Fransa’d r.’ Ben de, ‘Orhan Pamuk, Türkiye’dir!’ zannetmi dim, me er de ilmi !…Mes’ele bu!”
46
RECAÝ GÜLLAPDAN
K
u bizim mahallenin k raathanesinde münaka a olunan eylerin derecesine dikkat kesiliniz. Bazen bakayorum da, birtak m muharrir arkada lar n münaka a etti i eyleri kalibre itibariyle bizim kahvedeki irfan derecesinin taht nda görüyorum sanki...
ahveden içeri girince ses soluk kesiliverdi aniden. Evvelâ bunu, bir mahalle böyü ü olarak bizzat kendi ahs ma tevcih olunan hörmet ve muhabbete haml eyledim. Selâm verip yerime geçiyor idim ki Kahveci ükrü, -Aziz arkada lar, i te mes’elenin mütehass s geldi; lugât varken münaka aya devam etmek edebsizliktir, Recai Bey’e soral m, diye seslendi. “Nedir, n’ooluyor” makaam nda bir nazar atfeylememle Seyyarc hsan Bey k sa bir öksürük akordunda bulunarak mevzûa girdi, -Recai Bey, vâk a siz böyle hâyide ve üzerimize vaziyfe olmayan eylere çene yormam z ho görmezsiniz fekat ihtilâf oldu. Muhafazakâr san’atin kaidelerinden söz aç ld . Bendeniz san’ate kaide konulamayaca nokta-i nazar n müdafaa ettim kar nca karar yla; lâkin diyger arkada lar kar ç k yorlar... -Hmm... sesi ç kararaktan meseleyi sahiplendi imi oradakilere iyice hissettirdikten sonra Seyyarc hsan Bey’e, “Nedir efendim nokta-i nazar n z, müteâlân z takdim buyurunuz” deyu söz verdim. hsan esas iytibariyle deyor ki, “Vaktiyle san’ate kaide konulsa idi, san’at hiç terakkî etmez, oldu u yerde sâbit kadem kal r idi; esasen sanatkâr tak m öyle kaide fülân dinlemedi i içün san’at, sanki yere dökülmü bir le en su gibi kendi kaidelerine tâbi olaraktan akub yolunu bulur...” Bak bak bak... Seyyarc hsan Bey kadastro i lerinden mütekâid. Fakülte ikinci s n ftan, maddi müzâyaka sebebiyle terk. Emekli olduktan sonra küçük bir pazar arabas tedarik ederek “Milyoncu” tabir olunan esnaf n satt Çin mal ufak-tefek satarak pazarc l a ba lad . Dikkatinizi çekerim, nokta-i nazar hiç de hafife al n r cinsinden de ildir. ükrü dedi ki, “Recai Bey, ben ahsan hsan abimizde fecî bir liberalli e meyl-i mahsûs mü a-
hede edeyorum. Bunlar liberal a zlar de il midir?” Kahvede gülü me oldu. Ka lar m çataraktan sükûneti avdet ettirdim. - hsan Bey’in görü ü hörmete lây kt r; sizin deliliniz nedir efendim, deyû herkesi ciddiyete davet edince Rifat Bey söz istedi ve dedi ki, -Olur mu Recai Bey, pazarda i portac l k yapman n, dolmu kuyru unda beklemenin, di f rçalaman n bile âdâb kaidesi varken san’at i leri kaidesiz kalabilir mi? Bilakis yeni yeni kaideler va’zetmenin san’ate ve san’atçiye yeni ilhamlar tevlid edebilece i hususu pek aç kt r. Biz muhafazakâr san’ate bir çeki düzen verilmesi, bu hususta bir ilm-i hâl kaleme al nmas lâz m geldi i fikrindeyiz!
SAN’ATE KA DE GET R LEMEZ Bak n z aziz kaarilerim, u bizim mahallenin k raathanesinde münaka a olunan eylerin derecesine dikkat kesiliniz. Arkada lar mla o an itibariyle iftihar eyledim fakat marmas nlar diye takdirimi belli etmemem iycab ediyordu. Sert ve âbus bir çehre tak narak ükrü’nün getirdi i ac kahveyi a r a r yudumlay p sanki dü ünüyormu gibi yapt m; herkes pür dikkat a z mdan ç kacak sözleri bekleyor, -Efendiler, dedim. “ unu ehemmiyetle tebârüz ettirmeliyim ki san’ate kaide getirilemez fikrini savunan taraf hakl d r zira san’atin güzele vâs l olmaktan ba ka kaidesi yoktur; diyger cihetten san’atin ve san’atçinin – lâ te bih!- ba dan bo anm danalar misâli ba bo b rak lmas da dü ünülemez. Esasen “Güzel olan takdiyr etmesini bilenlertakdir ve talepleri ile meseleye en tabii ölçüyü koyarlar. Bizim yorulmam za hâcet yoktur. Bu cihetten herkese çay smarlayor ve mevzûyu tatl ya ba layorum” Bazen bakayorum da, birtak m muharrir arkada lar n münaka a etti i eyleri kalibre itibariyle bizim kahvedeki irfan derecesinin taht nda görüyorum sanki...