OCAK-MART’2017
> EN İYİ DEĞİŞİMLER KENDİMİZLE BAŞLAR. Delia S. GUZMAN > ÖFKE, Güner ÖRÜCÜ > HOŞGÖRÜLÜ OLMAK, Maria COELLO > HAYVAN GÖÇÜNDEKİ GİZEM, Julian SCOTT > GIORDANO BRUNO, Güner ÖRÜCÜ > ŞİİR: EY, KADER !, N. Karen BEKTAŞ
Sayı: 77
Editör Köşesi
Bu Sayıda
Merhaba, Uzun bir aradan sonra tekrar karşınızdayız. Dergimiz, ismine yaraşır bir şekilde küllerinden tekrar doğmayı bilebildi. Bu dergiye isim ararken yine benzer bir şekilde içimizdeki küllenen değerlerin tekrar alev alması için feniks kuşu diğer ismi ile zümrüt-ü Anka ya da Simurg kuşu bize ilham olmuştu. Bu yıl düzenli bir şekilde çıkacak 4 sayı hedefliyoruz. Tabii ki her zaman olduğu gibi insanın gelişimine faydalı olabilecek her konuda..
EN İYİ DEĞİŞİMLER KENDİMİZLE BAŞLAR. Delia Steinberg GUZMAN, Sayfa 3 ÖFKE Güner ÖRÜCÜ, Sayfa:6
HOŞGÖRÜLÜ OLMAK
Bu sayımızla birbirinden değerli 5 makale ve 1 şiirle sayfalarımızı doldurmaya çalıştık. Eminiz ki sadece felsefi, psikolojik ya da bilimsel amaçlı bir kaç yazı daha okumayacaksınız. Hepsinin ötesinde bir ağacın büyümesine yardım eden su gibi sizleri iç olarak büyüten faydalı öğretileri içmiş olacaksınız.. İyi Okumalar..
Maria Coello, Sayfa 13
HAYVAN GÖÇÜNDEKİ GİZEM Julian Scott, Sayfa 17
Künye YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ, Feniks, Felsefi, Kültürel ve Hümanist E-Dergi Sayı: 77 Yıl : 22 Ocak-Şubat-Mart 2017, 3 Ayda bir çıkar. Sahibi: Yeni Yüksektepe Kültür Derneği adına Oya UYSAL Yazı İşleri Müdürü: Gülsen ÇELİK Editör: Nazım ÖZDEMİR İletişim: Hoşdere Cad. Fuar Sok No: 11/13 Çankaya/Ankara www.aktiffelsefe.org, dergi@aktiffelsefe. org Tel: 0 312 438 69 44
GIORDANO BRUNO Güner ÖRÜCÜ, Sayfa:22 ŞİİR, EY KADER! N. Karen BEKTAŞ, Sayfa 29 2
FELSEFE EN İYİ DEĞİŞİMLER KENDİMİZLE BAŞLAR.
D
ünyanın dört bir yanında insanlara ıstırap veren olayların bir listesini yeniden yapmanın hiçbir manası yok, nitekim medya bu olayları yayma görevini zaten üstlenmiş durumda ve nitekim bizler bunları tekrar ederek, bir çözüm bulmaksızın sadece kötülükleri büyütmekteyiz.
Delia Steinberg GUZMAN Filozof, Araştırmacı Edebiyatta, Sanatta ve Bilimde Paris Nişanı Sahibi
Bu hususta en çarpıcı olan, bu duruma karşı genel yaklaşım tarzıdır ya da en azından, hemen bir çözümü bulunmayan şeyleri rayına oturtma konusunda pek az şey yapabilenlere gösterilen yoldur. Her türden otorite sahibi kişiler hataları işaret etme görevini kendi üstlerine alıyorlar. Buna hiç şüphe yok. Oysa hepsi suçu diğerlerine atıyor; başka bir gruba, başka bir partiye mensup olanlara yahut farklı bir entelektüel ya da radikal duruş sergileyenlere...
Bu, hepsinin umutla beklenen çözüme sahip olduklarının bir işareti olabilirdi. Fakat ne yazık ki, eleştirilerin ve boş vaatlerin ardında bir yenilik filizlenmiyor. Herkes diğerlerinin ya değişmelerini ya da başkalarının iyiliği için nüfuzlu pozisyonlarından azledilmelerini talep ediyor. İşe kendinden başlamaya niyetlenen kimse yok; şimdiki zamandan daha iyi bir geleceğe ulaşmayı gerçekten istediğimizdeyse insanlığın 3
FELSEFE
nasıl daha iyi olabileceğine ve olması gerektiğine dair çok özel bir örnek sunan hiç kimse yok.
dolandırılmasını da eklemeliyiz.
Her gün dizginlenemeyen fanatizmin kurbanı olan insanların sayısını görmek kahredici. Bizler her gün, farklı şekilde düşünenleri ya da Tanrı’nın farklı bir biçimine inananları öldürmeye kimin hakkı olduğunu merak ediyoruz. Azınlığın elinde dolaşan serveti ve çoğunluğa zulmeden yoksulluğu görmek kahredici. Tabii bunlara, hiçbir şeyi olmayanların istismar edilmesini ve kötü emeller için kullanılmasını, iyi niyetlerle bağışta bulunanların
Herkes hayatını, başkalarına ne olduğuna umursamadan yaşamak istiyor. Bu durumu tarif etmek için daha doğru bir söz olamaz: “Benden sonra, tufan...” Lakin daha ne kadar bu şekilde devam edebiliriz ki? Dünya nüfusunu, dünyayı ve gelecek umudumuzu etkileyen her türden problemle yüzleştiğimiz ortada. Oysa yaşamaya değer diyebileceğimiz bir gelecekte yaşamak istiyorsak eğer, bir an önce yola koyulmalı ve işe 4
kendimizden başlamalıyız. Uygulamaya dökülen felsefenin kıymeti, başkalarından bir şeyler talep etmek yerine, bizi sağlıklı içsel bir dönüşüme çağırmasında ve bizi kendi bilincimizle yüzleştirmesindedir. Hoşgörü istiyorsak, işe daha anlayışlı olmakla başlamalıyız. Ekonomik problemleri çözmek istiyorsak, sorumluluk almayı ve kendi mali işlerimizi yönetmeyi öğrenmeliyiz. Talan edilmek istemiyorsak, talan etmeyi ya da ahlaki
FELSEFE
tuzaklarla dolu fırsatlardan çıkar sağlamayı bırakalım. Yaşamak istiyorsak, öldüren her kim olursa olsun cezasız kalmasına müsaade etmeyelim. Pek çok cezai suçun, açıklığa kavuşturulmadan öylece karanlıkta kaldığını düşünmek ya da tarih için dişe dokunur bir ilerleme kaydetmek maksadıyla, iyi bir imajı devam ettirmenin yeterli olduğuna inanmak kolaydır. Fakat hayır! Her birimizin, kendi amansız yargıcı olması ve insanoğlunun içinde var olan gizli izzetin, küçük ya
da büyük, iyi birer örneğine dönüşmesi zaruridir.
olan fikrin itkisini içinde taşır. Biz iyi bir şekilde ve iyilik için çalışalım; iyilik, filozof Platon’un da deyimiyle, hep birlikte paylaştığımız şu dünyada zaten yerini bulacaktır.
Herkesten evvel biz iyi ve cömert olmakta hem fikir olursak; başkaları yapmasa bile biz yaparsak; kendi bilincimizin Delia Steinberg Guzman kanaatinden hoşnut olur ve yalnız kendi konforumuzu değil başkalarını da düşünüp Çeviren, Ali Onur Üzer böyle davranma konusunda hür olursak, o zaman dünya daha iyiye doğru değişecektir. Başlamamız gerek. Peki, neden şimdi olmasın? Her eylem, kendisine ilham 5
PSİKOLOJİ
Öfke!
Ö
fke insanlığın en büyük sorunlarından biri olarak karşımıza çıkar. Aynı zamanda karşımıza çıkan başka birçok sorunun da nedenidir. Eğer bir sorunu kökeninden çözmüyorsak, tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır. Seneca, öfkeyi insan duyguları arasındaki en
“Hiç bir bela insan ırkına bu kadar pahalıya mal olmamıştır.” Seneca korkunç ve yıkıcı olan olarak tanımlar. Öfke ortaya çıktığında azgın bir hınç ile en insani olmayan şekilde şiddetin her türüne başvurarak bir öç alma, cezalandırma, karşıdakine herhangi bir şekilde zarar verme arzusu hâkimdir.
düşünürsek, bu bizi korkutur. Bunu daha açıkça kendi hayatımızda da görebiliriz: kendimize hayatımızda kaç kez öfkeye boyun eğip, istemediğimiz sonuçlardan dolayı pişmanlık duyduğumuzu ve acı çektiğimizi sorabiliriz.
Eğer bir dakikalığına durup insanlığın tarihinde öfkenin yol açtığı yıkımı
Ülkeler arası savaşlarda ve her iki tarafa getirdiği yıkımda öfkenin ne kadar
6
PSİKOLOJİ
rolü olmuştur? Öfke yüzünden kardeşler birbirine düşman kesilir, dostlar birbirine yabancılaşır. Eğer insanlık tarihi boyunca öfkenin yol açtığı acı ve gözyaşını bir araya toplasak, bu yığın Himalayalar’dan daha yüksek ve okyanuslardan daha büyük olacaktır.
homurdanmalar, saldırgan sözlerdir ve tüm beden korkutucu bir görüntü alır. Öfke ortaya çıktığında, kendine hâkim olma, akıl yürütme, olayları değerlendirme ve iyi ve kötüyü ayırma kabiliyeti tamamen ortadan kalkar.
Diğer insani kusurlar kendini gizleyebilir ve Felsefi gelenekler öfkeyi farklı görüntüler altında geçici bir delilik olarak kendilerini saklayabilir ama niteler. Deliliğin işaretleri öfke için bu söz konusu cüretkâr ve utanmaz hal değildir. Öfke kendisini ve hareketler, kızgın ne kadar çok ve büyük ve korkutucu bir yüz, gösterebilirse o kadar huzursuzluk, sık sık nefes amacına ulaşma şansının alma, tenin renginin değişmesi, titreyen dudaklar, yüksek olacağını sanır. birbirine kenetlenmiş dişler, “Hayatımızda öfkeden daha 7
zalim ne vardır, öfkeden daha düşmanca davranan biri var mıdır?” Bu nedenle bu korkunç düşmana karşı her zaman eğitimli ve hazır olmalıyız. Seneca ökenin insan doğasına tamamen karşı olduğunu şöyle açıklar. - İnsan karşılıklı birbirine yardım için doğmuştur, öfke karşılıklı yıkımı amaçlar. - Biri birliği arzular diğeri parçalamayı. - Biri yardım etmeyi diğeri zarar vermeyi. - Biri yabancılara bile yardım edecektir, diğeri en sevdiklerine bile zarar verecektir.
PSİKOLOJİ
- Biri başkasının iyiliği için kendini harcamaya hazırdır, diğeri eğer başkalarını kendisiyle birlikte düşürebilecekse tehlikeye atlamaya hazırdır. Bazılarımız öfkenin bazen bizi cesur yaptığını ve faydalı olduğunu düşünebilir. Öfkemizi bu şekilde hiç bir zaman haklı çıkaramayız. Öfkenin hâkimiyetindeki cesaret ancak şiddet doğurur. Seneca der ki eğer öfkeli olmadan cesur olamıyorsak öfkeli olmak yerine cesur olmamak daha iyidir. Hiçbir zaman öfkeden bir
fayda gelmez. Sonunda öfkenin tek getireceği sonuç yıkımdır. Seneca kusurları erdemlerle karıştırmamamız konusunda bizi uyarır: - Eğer öfkeli olmadan cesur olamıyorsan, - Eğer açgözlü olmadan çalışkan olamıyorsan, - Eğer korkak olmadan sessiz olamıyorsan... Bir erdeme ulaşmak için bir kusuru haklı çıkaramayız. Bu kusurların büyük bir yalanından başka bir şey değildir ve insanlar 8
arasında çok hızla yayılır ve birden hayatımız kusurlarla işgal edilmiş olur yani kusurlar hayatımızı yönetmeye başlar zaten bu nedenle bunları kusurlar olarak adlandırıyoruz, özgürlüğümüzü bizden çaldıkları için. Bir diğer açıklanması gereken konu ılımlı bir öfkenin aynı ılımlı bir aç gözlülüğün ve ılımlı bir kıskançlığın olmadığı gibi olmasının mümkün olmadığıdır. Ilımlı gibi gözüken öfke sonunda zalim bir efendiye dönüşür. Eski bir bilgelik metni olan
PSİKOLOJİ
daha da kötüleştirecek ve sevdiğimiz kişiye daha fazla zarar ve üzüntü getirecektir. Saygılı olmayan birine öfke göstermemek veya tepki vermemek korkaklık değil ama soylu bir ruhtan gelebilecek akıllı bir davranıştır der Seneca. Sokrates’in kendisine tekme Öfke konusunda diğer atan kişiye hiçbir tepki bir yanlış anlama vermediğinde yanındaki “sevdiklerimizi korumak müritlerinin şaşırmasını için öfke duymamız” hatırlayalım. Sokrates onlara gerektiğidir. Yani bir başkası şöyle sorar, sizi bir eşek sevdiğimiz birine kibar teptiğinde siz de onu teper konuşmadığı veya saygılı misiniz? Öfkenin hâkim davranmadığı zaman. olduğu bir insanda akıl Bu durumda öfkelenmek yürütme uçup gittiğinden bir sadakatin veya arkadaşlığın hayvandan farkı kalmamıştır bir işareti değildir ve o yüzden bir tepkiyi hak içinde bulunulan durumu etmez. “Sessizliğin Sesi”nin dediği gibi “kusurların gölgesinin bile sana yaklaşmasına izin verme.” yani kusurların gölgesinin bile bize yaklaşmasına müsaade etmemeliyiz çünkü onlar her fırsatta bizi yönetmeye çalışacaklardır.
9
Bazılarının bir başka yanlış düşüncesi de öfkenin kontrol edildiğinde faydalı olabileceğidir. Öfkenin tam da doğası kontrol edilemez olmasıdır, bu nedenle öfkenin ortaya çıkışını engelleyici yöntemleri bilmek onu önlemenin tek yoludur. Öfke ve Sağduyu birbirini dışlar. Doğru ve yanlışı veya iyi ve kötüyü ayırt etme akıl yürütme ile mümkün olabilir. Sağduyu hayattaki birçok akıl yürütmelerin sonucu elde edilmiş tecrübelerin birikimidir
PSİKOLOJİ
ve insanı insan yapan akıl yürütebilmesidir. Öfke ortaya çıktığında akıl yürütme yani insan doğası sürgüne gönderilir. Öfke hiç bir şeyle yarışmayı kabul etmez ve tam bir kontrol ve tek efendi olmayı ister. Akıl yürütme ve öfke birlikte var olamazlar, birinin varlığı diğerinin yokluğunu gerektirir. Bazı insanlar çok uzun bir süredir öfkeyle yaşadığımız için onun doğamızın bir parçası olduğuna inanırlar. Ancak öfke sonradan elde edilmiştir ve doğamızın bir parçası değil doğamıza aykırıdır. Seneca aşağıdaki tabloda öfke ve aklıselim olmak karşılaştırır. Öfke Aklıselim olmak
Öfke her zaman öç alma amacıyla hareket eder. Bu öç alma düşüncesi ne kadar çocukça ve akılsızcadır. Biri diğerine zarar vermek ister çünkü kendisinin zarar gördüğüne inanır. Eğer bu düşünceyi çocuklarımıza öğretmiyorsak neden onu takip ediyoruz? Ne zaman incindiğimizi düşündüğümüzde öç alma düşüncesi ortaya çıkıyor. Gerçekten inciniyor muyuz yoksa incindiğimizi mi düşünüyoruz? Birçok Hükümlerinde kaprislidir ve kanılarımızın gerçeklerle hükmü yanlış bile olsa hiç bir alakası olmadığını bir zaman kabul etmez. biliyor muyuz? Çoğu Kararlarında adil ve dürüst zaman kanılarımızın olmayı amaçlar. eğitim sistemi, yetişkinler, kültür ve adetler, modalar Diğerini her pahasına yenmeyle daha çok ilgilenir. ve arkadaşlar tarafından Sorunu anlamaya ve en adil şekillendirildiğinin farkında değil miyiz? çözümü bulmaya çalışır. Şimdiye kadar birçok Diğerini dinlemeyi reddeder yanlış kanılar yüzünden ve kendini savunmasına izin ne kadar basit tartışmalar vermez. Her iki tarafı ve gereksiz üzüntülere dinlemeye önem verir. neden olmuşuzdur. Tüm kanılarımızı kendimizi Tamamen dengesizdir yanlış kanılardan kurtarmak ve sadece ileri atılmak için gözden geçirmemiz için sabırsızlanır. Eylemi gerekir. erteleyerek gerçeği bulmak için zaman kazanmaya “Öfke kendi deliliğini çalışır. haklı çıkarmak için ne tür Konunun dışındaki ıvır zıvır oyunlar oynar!” der Seneca. Gerçekten de öfkemizi haklı şeylerden etkilenir. Sadece konuya yoğunlaşır onu daha çıkarmak için ne kadar çok “amalar” buluruz: “ama iyi anlayabilmek için. böyle dedi, ama bunu yaptı, ama o haksızdı vb.” Şunu iyi bilmeliyiz ki öfkeyi hiç bir şey haklı çıkaramaz. 10
PSİKOLOJİ
her tür saldırıya veya beklenmedik durumlara İnsan öfkelendiğinde karşı bizi korur. Sabır özgürlük uçar gider ve öfke olduğunda öfke büyümek tek efendi olur. Bu nedenle için uygun ortamı öfkeli insanlara karşı daha bulamaz. Bedende sabır anlayışlı olmalı ve merhamet ne zaman soğuk, sıcak, göstermeliyiz çünkü açlık veya yorgunlukla öfkenin kölesi olmuşlardır. karşılaştığımızda İletişim yolları öfkeli insan öfkelenmemektir. ile tamamen kapanır, akla Akılda sabır ne zaman dayalı konuşmalar yapmak kibar olmayan sözler imkânsız hale gelir. Öfkenin duyduğumuzda veya en büyük ilacı sabır ve beklenmedik zorluklarla zamandır. Öfke çok uzun karşılaştığımızda zihinsel zaman efendilik yapamaz olarak sakinliği ve ve bir süre sonra ayrılmak sağduyuyu koruyabilmektir. zorundadır ve o zaman Sabır herkeste geliştirilebilir. iletişim tekrar kurulabilir Shantideva sabrı dikenlerle ve fikirler değiş tokuş dolu bir dünyada çıplak yapılabilir. ayaklarımıza giyilen bir ayakkabı gibi görür. Tüm Öfke için bazı çareler. dünyadaki dikenleri lastikle Öfkeye karşı bazı taktikler kaplamayacağımıza göre ve yetenekler geliştirmemiz kendi ayaklarımızı kaplamak faydalı olacaktır. bizi bütün dikenlerden koruyacaktır der. • Sabrı geliştirmek. Sabır bir kalkan gibi bizi • Öfkenin ilk işaretini görür Öfkeli insan özgür değildir.
11
görmez ona karşı durmak. Öfkenin ortaya çıkabileceği ortamlardan uzak durmak yani hijyen gibi hastalığı engellemek hastalık ortaya çıktıktan sonra onunla savaşmaktan daha kolaydır. • Öfke yavaş yavaş büyür bu nedenle onun varlığını fark etmek için sürekli kendimizi gözlemek ve öfke tohum aşamasındayken onu yok etmek. Burada kanılarımızı da değiştirmenin büyük faydası olacaktır. • Seneca biraz acı çekmenin öfkelenmekten daha iyi olduğunu söyler. Öfkeye kurban düşmektense biraz zorluk ve acı çekmek hiç sorun olmamalıdır çünkü öfkenin getireceği acı hiçbir şeyle karşılaştırılamaz. • Öfkenin eline düştüğümüzde, hiç bir kelime söylememeye, hiç
PSİKOLOJİ geliştirinceye ve kendimizi yeterince tanıyıncaya kadar öfkenin neden olacağı sayısız acılardan geçeceğiz. Hepimiz Dünya Barışına katkıda bulunmak istiyoruz. Bunun en kısa ve çabuk yolu kendi öfkemizle mücadeledir. Bu gezegende ne kadar az öfke olursa o kadar çok canlı mutlu ve huzurlu olabilir.
bir eylem yapmamayı ve hiç bir karar vermemeye çalışmalıyız. Başkalarından kendini uzaklaştırarak zaman kazanmaya çalışabilirsin. Senaca der ki “öfkeyi önlemenin en iyi yolu onu geciktirmektir” yani bir kaç dakika daha öfkeye direnebilirsek bizi terk etmiş olacaktır. • “Kibir ve cehalet bizi öfkelenmeye meyilli kılar” diyor Seneca. Kibir çünkü hiç bir eleştiri ve rekabet kabul etmez. Cehalet çünkü öfkeli insanın özgür olmadığını bilmez ve bu nedenle öfkeli olanın sözlerine ve eylemlerine tahammül gösteremez. Seneca der ki “öfke diğer kusurlar gibi aklı baştan çıkarmaya çalışmaz ama onu zorla kaçırır.” Bu neden dolayı öfke en yıkıcı kusurdur ve arkasında harabeye dönüşmüş birisi
bırakır. Seneca bizi yine uyarır “hiç kimse kendisini öfkeden güvende hissetmesin çünkü kibar ve yumuşak olanları bile zalim ve şiddet dolu eylemlere sürükleyebilir.” Kendimize güvenmek yerine aldığımız kişilik eğitimine güvenmeliyiz. Bizi neyin öfkelendirdiğini gerçekten bilmiyoruz. Öfkeye karşı kendimizi her zaman hazırlıksız bulabiliriz bu nedenle herkesin bu konuda felsefi bir eğitim ve terbiyeye ihtiyacı vardır. “Tüm kötülüklerin en büyüğü öfkeden kaçmak ne büyük mutluluk çünkü onun yoldaşları delilik, gaddarlık, zalimlik, hiddet ve diğer yıkıcı kusurlardır!” diyor Seneca. Öfke barış ve mutluluğumuz önündeki en büyük engeldir. Sabrımızı yeterince 12
Öfke ve buna benzer yıkıcı güçlere karşı bizi hazırlayacak felsefi bir eğitimin değerini kim inkâr edebilir? Seneca’nın yaşadığı zamanlara göre bizim yaşadığımız zaman çok farklı olabilir ama insanın öfkeyi yok etme konusunda çok fazla ilerlemediğini görüyoruz. Hatta günümüz şartlarının öfkenin yeşermesine daha çok olanak verdiğini bile söyleyebiliriz. Öfke denen düşmanı daha çok tanıdıkça ona karşı her zaman bir adım önde olabiliriz. Felsefenin çağrısını tekrarlamanın zamanı “Kendisi Tanı”. Güner Örücü, Araştırmacı Kaynaklar 1. Moral Epistles, About Anger, Lucius Annaeus Seneca (Translated by Richard M. Gummere) 2. A Guide to the Bodhisattva’s Way of Life, Shantideva
PSİKOLOJİ
Hoşgörülü Olmak
B
aşkalarıyla yakınlaşmak için insanlar arasındaki mevcut farklılıkları kabul edip hoşgörülü olmak gerekir.
yardım edecektir. Söylenenleri dinlemek ve konuşmaları doğru bir şekilde yargılamaktır.
İletişim kurmayı bilmek. Bizim gibi olmayan insanları dinlemeyi ve Bizden farklı düşünen ve onlarla fikir alışverişinde yaşayan insanlarla birlikte bulunmayı bilmek yaşam çok kolay bir şey gerekir. Kendini tanımak değildir. Zor çatışmaları önlemek için aşağıda verilen hoşgörünün artmasına tavsiyeleri uygulamak iyi bir katkıda bulunur. çözüm olabilir. Önyargılardan kaçınmak. Önyargı, anlayışlı olmayı Empatiyi uygulamak. engelleyen bir tutumdur, Kendimizi başkalarının daha objektif olmak için yerine koymak, kendimizi zihnin açılması şarttır. daha iyi anlamamıza ve fazla eleştirel olmamamıza 13
Pozitif bir sosyal tutumla hareket etmek. İnsanlara kabul gördükleri ve değer verildikleri hissini vermeye çalışmalıyız. Eleştiri, suçlama ve sürekli sansürden kaçınmak gerekir zira tüm bunlar karşımızdaki insanı rencide eder ve birlikte yaşamı zorlaştırır. Farklılıkları kabul etmek. Herkesin bizim ikiz ruhumuz olduğunu sanmamalıyız çünkü herkesin dünyayı anlama tarzı farklıdır. Herkesi kendi kişiliği ile kabul etmek gerekir.
PSİKOLOJİ
Çözüm aramak. Çatışmalar karşısında esnek ve proaktif olmak, her iki taraf açısından uzlaşma ve çözüm aramak gerekir. Saygı anahtar kelimedir. İnsanların kendi fikir ve inançlarından bağımsız olarak başka insanlarla uyum sağlaması için onlara saygı duyması gerekir. Voltaire şöyle der: “Sizinle aynı fikirde değilim ama onları savunabilmeniz
için hayatımı feda etmeye hazırım.”
Kişiyi, davranışından ayırt etmek
Olumlu eleştiri nasıl yapılır?
Özgüveni yaralamamak için eleştiriler kişiye değil davranışına yönelik olmalıdır (sen düzensiz değilsin, senin ofisin düzensiz).
Hoşgörülü olmak, gördüğümüz ve katıldığımız her şeyde müsamahakâr ve pasif olmak anlamına gelmez. Birlikte yaşamı daha iyi hale getirmek için bazı durumlarda etrafımızdaki insanların hatalarını işaret etmek zorundayız. 14
Eleştirileri pozitif yargılarla desteklemek Eleştiriye olumlu bir şey söyleyerek başlamak ardından durumu belirtmek ve başka bir övgü ile
PSİKOLOJİ
tamamlamak (öğrenmek için ne kadar kapasiteli olduğunu biliyorum ancak son zamanlarda sınavlarında başarısız oldun, eğer zamanını iyi bir şekilde planlarsan ders çalışabilirsin çünkü sen sorumlu bir insansın). Objektif olmak Genellemelerden ve abartılardan kaçınmak gerekir “sürekli her şeyi dağınık bırakıyorsun”, “odan bir savaş alanı gibi”. Böyle bir tarz karşımızdakini gücendirir. Maria Coello Çeviri: Zeynep Elkırmış
Düşünmek için bir hikâye-Kırık Vazo:
R
oma imparatorlarından biri bir gün konuklarıyla felsefi konular üzerine sohbet ediyordu, o sırada kölelerinden biri çok pahalı bir cam vazoyu elinden düşürür ve vazo paramparça olur. Tüm misafirler korkuyla yerlerinden sıçrar, bir tek imparator sakin bir şekilde oturmaya devam eder. Yanındaki arkadaşları “Efendim bu köleyi beceriksizliği sebebiyle cezalandırmayacak mısınız?” diye sorar. İmparatorsa onlara şu şekilde cevap verir: “Hayır, şimdi yapmayacağım. Şimdi ceza verirsem adil bir şekilde olmayacak çünkü olay nedeniyle kendimi etkilenmiş hissediyorum.” Bir kişi ya da bir olay hakkında adil ve objektif bir yargıda bulunabilmek için muhakkak önceden üzerine düşünülmeli ve ancak ondan sonra konu ya da kişi ile ilgili bir karar alınmalıdır. 15
FELSEFE
HAYVAN GÖÇÜNDEKİ GİZEM H ayvan göçünde dünya rekoru kuzey sumrusu adı verilen bir kuşa aittir; kuluçkadan çıkmasının ardından birkaç hafta içerisinde kuzey Grönland’den başlayan yolculuğu, toplamda yaklaşık olarak 11,000 mil civarında bir yol kat ederek Antartik Okyanusu üzerinden güney kutbuna uzanan yolda Avrupa’nın batı kıyılarına ve Afrika’ya doğru devam eder. Bir yıldan daha az bir zaman sonra ise, evine geri dönmek için aynı yolculuğu tekrarlar. Ancak, burada etkileyici olan tek şey kat edilen yol değildir. İngiliz kırlangıçları, evlerinden 6.000 mil uzakta, Güney Afrika’da kış beslenme alanları için olan yolu nereden biliyorlar ve genellikle bir önceki yıl yuva kurdukları yere, bahar döneminde çiftleşmek için geri dönmeyi nasıl başarıyorlar?
Köpekler ile ilgili kitabında bu ve buna benzer soruları irdeleyen biyolog Rupert Sheldrake, sahipleri eve gelen köpekler ve hayvanların diğer açıklanamayan güçlerinden bahseder. Göçebe hayvanların olağanüstü yolculuk yeteneklerini betimlemek adına başka bir örnek verir. “Ascension Adasının sahillerinde yumurtalarından çıkan bebek yeşil deniz kaplumbağaları, Atlantik’in ortasında, okyanus üzerinden Brezilya sahillerindeki atalarına ait beslenme alanlarını bulurlar. Yıllar sonra, yumurtalarını bırakma vakitleri geldiğinde, yalnızca altı (6) mil genişliğinde ve 1,400 mil uzaklıkta, arasında hiçbir kara parçası olmayan güzergâh üzerinden Ascension Adasına geri dönerler.” Sheldrake, onların yön bulma kabiliyetlerinin 17
biyolojide çözülmemiş en büyük gizemlerden biri olduğunu söylüyor. “Daha da şaşırtıcı olanı” diye devam ediyor, “genç kuşların, önceden aynı yolu takip etmiş kuşlar tarafından yönlendirilmeden atalarına ait kışlaklara dönme yeteneği. Farklı türlerde kuşlar tarafından büyütülen Avrupalı guguk kuşları kendi ailelerini bilmezler. Her şekilde, yeni nesil gitmeye hazır hale gelmeden önce yaşı daha büyük guguk kuşları Temmuz veya Ağustos ayında güney Afrika’ya doğru yola koyulurlar. Yaklaşık dört hafta sonra, genç guguk kuşları, herhangi bir yardım almadan ve kendilerine eşlik edilmeden Afrika’daki atalarına ait beslenme alanlarına giden yolu bulurlar.” Bunu nasıl yapıyorlar?
Birçok biyolog tarafından kabul görmüş mevcut varsayım, bu göç eden hayvanların, güneş, ay ve yıldızlar, manyetik bir algı ve hatta bazı durumlarda koku duyusu ile elde edilen bir yönelme kullanımı üzerinden kendilerini belirli bir güzergâhta yönlendiren ve doğuştan gelen bir genetik programları olduğunu öne sürüyor. Belirtilen tüm bu faktörlerin birer rol üstlendiğini kanıtlamak adına başarılı deneyler gerçekleştirilmiş olsa da, bu teori tam anlamıyla yeterli değildir. Eksik kaldığı noktalardan biri, konu balıklar veya deniz kaplumbağaları olduğunda gökcisimlerinin; bulutlardan dolayı her daim görülebilir
konumda olmamalarıdır, zira bu hayvanlar su altında yaşarlar. Koku duyusuna gelirsek, bu his, hayvana varmak istediği noktaya yaklaştığında yardımcı olabilir – tıpkı kendi bölgesindeki suları koklayabilen somonlarda olduğu gibi – fakat bunu yapmak okyanusun ortasında, yuvasından binlerce mil uzakta yapmak mümkün değildir. Ayrıca, albatros gibi kuşlar belirli bir güzergâhı takip etmezler ve herhangi bir yolu kullanarak evlerine dönebilirler. Bu hayvanların çoğu gibi, takip edecekleri yolu sezgisel olarak biliyorlarmış gibi gözükürler. Göçebe hayvanların 18
navigasyonel yetilerini açıklamak adına temel alternatif teori “hedefodaklı” denilen sistemdir. Bu teori, hayvanların varmayı hedefledikleri noktadan, nereye gideceklerini “bilmesini” sağlayan bir çekim aldığını iddia eder. Hayvanlar, doğuştan gelen bir sezgi yetisine ek olarak, güneşin, ayın ve yıldızların konumu ya da dünya üzerindeki manyetik alanlar gibi diğer navigasyonel yardımları da kullanabilirler – ancak bunlar olmadan da kullanmaları gereken yolu bulabiliyorlar. Yapılan birçok deney “hedef odaklı” teoriyi desteklemektedir. 1950’lerde Hollandalı
biyolog A.C. Perdeck tarafından gerçekleştirilen bu deneylerden biri, göç eden kuşları hedeflerine gidecekleri yol boyunca görüntülü şekilde kayıt altına almayı, onları kendi normal döngülerinin dışında bir bölgeye uçak ile götürmeyi ve yine de ilgili noktaya varıp varamayacaklarını görmeyi içeriyordu. Diğer bir deney ise, 1865 yılında Ascension Adasından İngiltere’ye bir kaplumbağa götürüldüğünde yanlışlıkla gerçekleşmiş oldu. Gemi İngiliz kanalına girdiğinde, kaplumbağanın sağlığı iyi gözükmüyordu, bu yüzden gemiden atıldı. İki yıl sonra bu kaplumbağa Ascension Adasında tekrar yakalanmış ve kaplumbağa işaretlendiğinden dolayı
öncesinde gemiden atılan kaplumbağa olduğu anlaşılmış. Peki, bunu nasıl başardı? Bununla birlikte, bazı “ilkel” olarak adlandırılan insanların da – örn.; doğa ile daha çok içiçe olanlar – oldukça gelişmiş navigasyonel yetilere sahip olduğu gerçeği de oldukça ilginçtir. “Bu yetinin en muhteşem örneklerinden biri, Tahiti yakınlarında, mallarına el koyulmuş bir lider ve Raiatea’den gelen bir denizci olan Tupaia’ya aittir. Kaptan James Cook bu kişiyle 1769 yılında, ilk büyük keşif yolculuğuna çıktığında tanışmış ve onu Endeavour üzerinde kendisiyle birlikte yolculuk etmeye davet etmiştir. 19
6,000 milin üzerinde bir yolculuk sırasında Tupaia, aralarındaki mesafeye ve geminin karmaşık rotasına bakmaksızın her daim Tahiti’nin nerede olduğunu gösterebiliyordu.” Bu eşsiz yeteneklerin açıklaması nedir? David Attenborough, Life on Earth adlı kitabında, “Bunun tek bir cevabı yokmuş gibi gözüküyor: birçok yöntem kullanıyorlar. Bazıları anlamaya başlıyor; bazıları bizde hayret uyandırıyor ve daha olacağına dair şüphe dahi duymadığınız yeteneklere bağlı olanlar da mevcut olabilir.” diyor. Rupert Sheldrake bu bilinmezliğin kendisine ait olan “morfik rezonans” teorisi ile açıklanabileceğine
FELSEFE inanıyor. Göç eden hayvanların, kendi yaşam alanlarına, besleme alanlarına ve kışlaklarına kendi söylemiyle “morfik alanlar” üzerinden bağlı olduğunu öne sürmektedir. “Bu alanlar, göç eden bir kuş gibi belirli bir organizmanın aynı türde önceden göç eden kuşlar ile uyumlu hislere sahip olmasına sebep olan morfik rezonan tarafından aktarılan içsel bir belleğe sahiptir. Bu yüzden, genç bir guguk kuşu İngiltere’den Afrika’ya göçmek istediğinde, atalarına ait kolektif bir bellekten yararlanır. Kendi göç güzergâhındaki morfik alan içerisinde içselleşmiş bu bellek ise, sınır taşlarını, besleme ve dinlenme alanlarını göstererek, gittiği yolda ona kılavuzluk yapar. Bu kolektif bellek ayrıca varış noktasını tanımasını da sağlar.” Ezoterik gelenek bu bilinmezliği (kısmen) açıklamak adına “grup ruhu” tabirini kullanmaktadır. Hayvan gruplarının eski üyelerinin tüm bilgi dağarcığı, bu bilgileri işleyen ve mevcut olan ve gelecekte oluşacak hayvan grupları için kullanılabilir hale getiren kolektif bir zihin içerisinde toplanır. Kelebekler de bu noktada
örnek olarak gösterilebilir. Her yaz dönemi, “diken kelebeği” çiftleşmek için Britanya’dan Kuzey Afrika’ya göç eder – 1,000 millik kesintisiz bir yolculuk. Vardığında, vakit kaybetmeksizin yavrulama yapar ve sonbahar döneminde Afrika’ya dönüş yolculuğu yapacak grup ise bu ikinci kuşak diken kelebeği olur. Başka bir deyişle, geriye dönen kelebekler, aynı kelebekler değil de, daha öncesinde hiç bu rota üzerinde seyahat etmemiş olan kelebekler olur, fakat buna rağmen yolu bilirler. Bu ve doğanın diğer şaşırtıcı olayları üzerine yapılan çalışmalar (insan doğası dâhil olmak üzere) doğal süreçlerin; saf mekanik ve otomatiklikten uzak olduğu, ayrıca her şeyi mümkün olan en sıradan tabirler ile görmeyi sevenlerin materyalist bakış açısı ile tam anlamıyla açıklanabilir
olduğunun daha fazla farkına varmamızı sağlayabilir. Doğada sıra dışı olaylar, indirgemeci bilim tarafından tam anlamıyla açıklanamayan bilinmezlikler var. Bu, bahsi geçen bilinmezlikler ve sıra dışı olaylar için hiçbir açıklama olmadığı, ya da bunların anlaşılamayacağı anlamına gelmez, ancak kimi zaman bunları algılamak için mevcut en uygun araç sezgisel zekâdır. Bu yüzden şiirsel ve hayali ruh, bu gibi hususlara her zaman bir katkı sağlayabilir, bu yüzden yakın bir zamanda göç eden bir kırlangıç üzerine Güney Afrika’dan Galler’e kadar kırlangıçların göç yolunu takip eden muhteşem bir isme sahip “Horatio Clare” tarafından yazılmış bir kitaptan alıntı yaparak bitirmek isterim (A single Swallow, 2009). “Oraya gitmeden önce,
onları (kırlangıçlardan) estetik açıdan sevdim: güzel ve hızlıydılar. Şimdi ise onların gücüne ve dayanıklılığına da hayranım. Kırlangıçların, sürekli risk altındayken kanatlarıyla yaptıkları yaşamaya değer şeyler. Bu sadece onların nasıl yaşadıklarıyla ilgili değil, bu duygusallığı nasıl hissettikleriyle de ilgili: korkusuzluklarını, yaşama sevinçlerini ve maceraperestliklerini seviyorum onların. O kadar muhteşem ve zariflerdi ki, onlarla birlikte olmanın bir ayrıcalık olduğu hissetmeye başlamıştım.” Kendi hislerini yansıtan materyalist bir şekilde anlatıyor, fakat neden olmasın? İnsan doğanın bir parçası ve doğa da bizim bir parçamız. Bizler ve kırlangıçlar aslında aynıyız. Julian Scott İngilizceden çeviri: Sevil ÖZDİREKTÖR
GIORDANO BRUNO
FELSEFE Sürekli Değişim Yunan felsefesinde ve Heraklitus’ta karşılaştığımız sürekli değişim ilkesini savundu. Evrende her şey daima değişir. Gezegenimiz sürekli değişir; iklim, yeryüzü, kıtalar ve okyanuslar. Biz sürekli değişiriz; bedenimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz. Sürekli değişim, mükemmelliğe ulaşmak içindir. Eğer gelişmeye gayret etmezsek, doğa ile uyum içinde olamayız. Her varlık, mükemmele biraz daha yaklaşabilmek için sürekli değişmektedir.
G
erçek anlamda bir filozof olan Bruno, 1548 yılında küçük bir İtalyan kasabası olan Nola’da doğdu. Orta Çağın yobazlığı, cehaleti, batıl inançları ve fanatizmiyle yaşamı pahasına savaştı. Rönesans’ın doğuşu, Avrupa’nın antik bilgeliğinin canlandırılması, antik felsefenin uyandırılması için zihinlerin bağnazlık ve batıl olandan özgürleşmesi için mücadele etti. Bruno, kusurların erdemlerin yerini aldığı bir dönemde yaşadı. Her yerde budalalık, safsata ve yozlaşma hâkimdi. Atalarına ait kahramanlık ve kutsalla dolu ışık neredeyse
tamamen sönmüştü. Değişimin her zaman kötü olduğuna inanan cahillerin direnişiyle karşılaştı ve şunları yazdı: “İnanç alışkanlıklarının ve çocukluktan beri kati fikirlerle büyütülmenin, en açık şeylerin bile anlaşılmasını engellemekte ne kadar güçlü olduğunu biliyor musunuz?” (1) İktidardakilerin korkusundan dolayı ismi uzun zaman anılmadı. 17 Şubat 1600’de Roma’nın büyük Çiçekli Meydanı’nda kazığa bağlanarak yakıldı. Onun mesajı batı dünyasının tüm köşelerinde yankılandı. 23
Bruno için evrendeki her şey birbirine bağlıdır. Evren, birçok sebep sonucun iç içe örüldüğü bir ağdır. Her şey birçok sonucun sebeplerini oluşturur. Var olmaları başka şeylere bağlıdır. İşte bu yüzden her şey gerçek değildir. Ve evrendeki her şey birbirinden ayrılamayan birleşik bir yapıdadır. Zaman, bu sürekli değişimin ve sürekli hareketin bir beden tarafından hissedildiği ve ölçüldüğü bir sayıdır. Eğer bir beden yoksa hareket de yoktur, olmayan hareket ölçülemez ve dolayısıyla zaman da yoktur. (2)
FELSEFE
Yıldızlar ve Gezegenleri
tek güneş sistemi bizimki değildir. Güneş, evrenin merkezinde değildir, sadece merkezlerden birisidir. Evrendeki gezegenler, sadece bizim güneşimizin etrafındakiler değildir. Bruno’ya göre; diğer güneşler ve gezegenlerde bulunan bazıları bizden daha zeki, bazıları daha az zeki olan başka türde varlıklar vardır.
Bruno, güneş sistemimiz, diğer yıldızlar ve onların etrafındaki gezegenlerle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Dünyanın, diğer gezegenlerin, başka yıldızlar ve etraflarındaki gezegenlerin dairesele yakın hareketlerini tarif etti ve Copernicus’un ötesine geçti, o sırada Copernicus hala diğer yıldızların yer aldığı sabit göklerden Sonsuz Bir Evren bahsediyordu. Bruno’ya göre evren sonsuzdu. Sonsuz sayıda varlıBruno, yıldızların etraflağın yaşadığı, sonsuz sayıda rında başka gezegenlerin dünyalar vardı. Sonsuz döndüğü başka Güneşler olduğunu söyledi. Bu, evren evrenin içinde her bir dünhakkında devrim niteliğinde ya sonluydu. Sonsuz evren hareketsizdi, çünkü onun bir düşünceydi. Buna göre; 24
ötesinde hiç bir şey yoktu, gidebileceği başka bir yer yoktu. Evrenin tekliği kendi “birliği” içinde değişmezdi ve sonsuza kadar böyle kalacaktı. Bu, her şeyi kendi içinde birleştiren evrenin temel özelliğidir. Şekillerin ve şeylerin çokluğunun ötesinde bu birlik ilkesi, insan ve hayvan arasındaki, insan ve bitkiler arasındaki, dünya ve diğer gezegenler arasındaki, güneşimiz ve diğer güneşler arasındaki gibi benzerlikleri anlamak için anahtar rolündedir. Bu birlik ilkesi ile birlikte Yunanlı filozoflar Antik felsefenin temel ilkelerinden birisini oluşturmuşlardır;
FELSEFE
“Kendini tanı, böylece evreni tanırsın”. Yaşayan Bir Evren Bruno, Platon’da gördüğümüze benzer şekilde, sonsuz sayıda güneş sisteminin hücrelerini oluşturduğu dev bir hayvanın vücudunu andıran, yaşayan bir evrenin tarifini yaptı. Bu evrende tıpkı vücudumuzun parçaları gibi her şey canlıydı. Pythagoras ve Platon’ da olduğu gibi Bruno’ya göre de göksel cisimler büyük yaşayan varlıklardı. Bu göksel varlıklar, canlı olmanın ötesindeydi. Onlar, gezegenler ve güneş ile ilişkili olan Mars, Jüpiter,
Venüs, Merkür ve Apollo gibi ilahiyetlerle bağlantılı kutsal varlıklardı. Bu canlı bedende, bozulmayı ve yeniden oluşan şekilleri içeren sürekli devam eden bir süreç vardır. Bruno, aynı ilkeden geldikleri için bozulma ve yeniden oluşumu aynı şey olarak anlatır. Bozulmanın son noktası oluşumun başlangıcıdır. Bu yüzden, bozulma bir oluşmadır, oluşma ise bir bozulmadır. Karşıtlıkların Buluşması Farklı varlıkların, farklı dünyaların altında yatan Birlik ilkesi, karşıtlıkların uzlaşmasını sağlar. Uzlaşma, 25
anlaşmazlıklardan ve şüphelerden sıyrılmamıza imkân verir. Bruno’nun yaşadığı 16. yy siyasi ve dini açıdan büyük bir şiddetin yaşandığı bir dönemdi. Bruno, karşıtlıkların buluşması ilkesi ile farklı Hıristiyan grupları uzlaştırmaya çalıştı. Birbirinden çok farklı görünen şeylerin özünde karşıt olmadıklarını göstermeye çabaladı. “En yüksek sıcaklık ve en düşük sıcaklık aslında aynı şey değil mi?” diye sorar Bruno. Soğuğa doğru harekete başladığımız nokta aslında en sıcak noktanın sınırı değil midir? Yani bir karşıtın en uç noktası, diğer
FELSEFE karşıtın olduğu tarafa doğru bir yaklaşımdır. Her şey, bir uçtan diğer uca sürekli değişimlerin yaşandığı karşıtlıklardan oluşur, gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder, yazın ardından kış, kışın ardından yaz gelir. Karşıtı olmaksızın hiç bir şey hoş değildir, bu da acı verir. Bu karşıtlıklar fazlalaştığında kusur haline gelirler ve ruh dengesini kaybeder. Kusur, doğasından, yani bir olmanın mükemmelliğinden uzaklaşmış bir sapma halidir. Aşırılıkların buluştuğu orta nokta, yani artık aynı ve bir olma hali; erdemdir. Erdem ölçülülüğün yeridir, ruhun güçlü olması ve herhangi bir karşıtlığa geçit vermemektir. Cehalete Karşı Savaş Bruno, kendi döneminde cehalet ve bağnazlığına karşı savaşan kahraman bir ruhtu. “Sebep, İlke ve Birlik” kitabında “Kör hata, açgözlü zaman, kör talih, sağır haset, aşağılık öfke, düşmanca gayret, zalim kalpler, yoldan çıkmış ruhlar, garip tutkular önümdeki havayı kapatmayacak, gözlerimi bağlamayacak, güzel güneşimi seyretmemi engellemeyecek” diyerek kendi döneminin şartlarını canlı bir şekilde anlatmıştır (3). 26
FELSEFE
“Değerli şeyleri elde etmek Bruno, bu zorlu zamanları aşmasını sağlayan ruh halini zordur. Sonsuz mutluluğa giden yol dar ve dikenlişöyle açıklamıştır: dir…”(4). Zor olan ile iyi -Kolay teslim olmamak olan arasında gizemli bir bağ olduğu söylenir. İyi’ ye -Ümitsizliğe kapılmamak ulaşmak için çaba harcama-Sürekli maruz kaldığım nız, çok çalışmanız gerekir, yalan suçlamalar seline, ca- ancak çaba harcanmadığında hillerin hasetine, sofistlerin kötülüğe ulaşmak çok kolayküstahlığına, art niyetlilerin dır. Diğer bir deyişle hedefi gözden düşürme çabalarına, ıskalamak çok kolay, vuruşakların kötü sözlerine ve mak ise zordur. paragözlerin aşağılamalarına boyun eğmemek. Bruno’ ya göre, Dünyayı 27
yönetmek için ukalalık hiç günümüzdeki kadar yüceltilmemişti. İnsanlık her şeyin özünü, ruhunu bırakıp sadece biçimleri ve kuralları takip etmeye başladığında, karanlık çağın belirtisi olarak ukalalık ve bilgiçlik ortaya çıkar. Filozof her şeyi sorgular, tıpkı bir toplumda veya dinde karşılaşılan adetlerde olduğu gibi. Bruno’ ya Göre Felsefe Bruno’ ya göre gerçek bir filozofun ülkesi tüm dün-
FELSEFE yadır. Filozof, bir dünya vatandaşı olarak ülkelerin ve sınırların ötesinde yaşar. Bu fikri Stoacı filozoflarda da buluruz. Dünya vatandaşı kendisini insanlığa karşı sorumlu hisseder ve insanlığın birliğine inanır. Tıpkı felsefenin hayatın karmaşasında yaptığı gibi bir anne de çocuklarına bakar. Bruno bir kitabında “felsefe, benim canım annem” demiştir. İlginç bir şekilde Budistler de mükemmel bilgeliği (prajnaparamita), tüm Buda’ların anası olan bir tanrıça olarak betimler. Bruno, bilgiçlerin, sofistlerin, cahil ve yobazların elinde olan felsefeye gerçek anlamını ve değerini geri vermek istedi. Onlara göre felsefe sadece entelektüel bir uğraştı, gerçekleri bulmak ve yaşamı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Bruno için ise en iyi felsefe, doğanın gerçeklerine uygun olarak insan aklının gücünü en kolay ve yüce şekilde ortaya çıkartandır. Felsefe, insanın kendi gerçek Ben’ini, doğasını ifade edebilmesi için zihin gücünü mükemmelleştireceği yoldur.
felsefedir, gerçek şiir veya müzik ise kutsal bilgeliktir ve resimdir. Felsefe geçmişte sanat, bilim ve din gibi farklı alanları birleştiren bir disiplin olarak düşünülürdü. Filozof olmadan bir ressam, şair, müzisyen veya bilim adamı olmak zordur.
yolculuğumuzda felsefe yeniden bizlerle olsun.
“Hakikatten uzak dünyevi şöhreti ve içi boş başarıyı Tanrı’ ya karşı duyulan nefret, alçaklık ve onursuzluk olarak anlarım. Ancak, işte bu yüzden gerçek bilgelik aşkı için kendimi tüketir, eziyet eder ve kırar, gerçek düşünceye ulaşmak için gayret ederim.” (5)
(4. The Ash Wednesday Super, Bruno Giordano.)
Bu, Bruno’nun hayat amacıydı. Bilgelik dışında unvanlar, makamlar ve dünyevi güçlerle ilgilenmedi. Hayatını bilgeliği aramaya adadı. Bruno, Yunan ve Roma uygarlıklarının omurgası olan antik bilgeliği yeniden canlandırdı. Avrupa’nın uzun zaman önce kaybettiği Bilgelik Tanrıçasını geri döndürmek için çabaladı.
Onun cehalet, bilgiçlik, fanatizm ve yozlaşmaya karşı verdiği savaş, ondan sonra Gerçek felsefe için müzik ve gelenler için savaşı sürdürşiir de bir çeşit resimdir, ger- mekte esin kaynağı oldu. çek bir resim ise müzik ve Bilgeliğe doğru olan uzun
(1. The Ash Wednesday Super, Bruno G.) (2. On the Infinite Universe and Worlds, Bruno Giordano) (3. Cause, Principle and Unity, Bruno Giordano.)
(5. On the Infinite Universe and Worlds, Bruno Giordano.) Güner Örücü Araştırmacı İngilizceden çeviri: Bülent TOPAKOĞLU
ŞİİR
Ey Kader! Yeni zaferler ver bize. Ne göğün karanlığını Ne karanlıktaki azabı hatırlayalım sonunda. Ey Kader! Yeni ekinler ver bize Altın sarısı ışıldayan. Öyle bir renk olsun ki Ne rehberimin gözlerindeki şüphe Ne de bırakıp gidenlerin derin acısı kalmasın. Kalbimiz yoğrulsun incelikle. Ey Kader! Öyle bir doğalım ki, Öyle bir gelelim ki sana, Aşkınla karışarak. Bir elimiz sende Bir elimiz insanlıkta. Nur Karen BEKTAŞ
29