Feniks sayi 80

Page 1

Ekim-Kasım-Aralık’2017

Sayı: 80

>Neden Düşüncelerimiz Ve Duygularımız Hakkında İletişim Kuramıyoruz? - Delia Steinberg GUZMAN >Shalott’lu Hanımefendi Üzerine Felsefi Bir YorumGüner ÖRÜCÜ >Açgözlülüğün Geldiği Son Nokta- Oya UYSAL >Somuncu Baba- Ezgi UZGEL >Şiir: Ben, Attike’li - Kemal KARADAYI


Editör Köşesi Merhaba, Bu yılın en son sayısıyla tekrar sizlerle buluşmaktan mutlu olduğumuzu ifade etmek isteriz. Çünkü her sayı bizler için tarifi zor bir coşkunun ortaya çıkmasına neden olur. Bir dergiyi çıkartmanın ve sürdürmenin zorluğunu tahmin edebilirsiniz ama her türlü zorluğa rağmen bu dergiyi çıkartmak için bizim bir çok nedenimiz var: Felsefe seminerlerinde aktarmakta olduğumuz bilgileri bu yolla sizlerle paylaşmak istememiz, bizdeki tecrübe ve bilgi birikimin yazı yoluyla geleceğe bir değerli bir miras olarak bırakmak isteyişimiz gibi bir çok neden... İşte bu düşünceyle geçmiş sayılardaki yazılara kolayca erişebilmeniz için feniks dergiyi internet ortamına almaya karar verdik. Geçmiş sayılardan itibaren yazıları bu ortamdan takip edebilirsiniz: http://www.feniksdergi.org/ İyi okumalar. Nazım ÖZDEMİR Editör Künye YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ, Feniks, Felsefi, Kültürel ve Hümanist E-Dergi Sayı: 80 Yıl : 22 Ekim-Kasım-Aralık 2017, 3 Ayda bir çıkar. Sahibi: Yeni Yüksektepe Kültür Derneği adına Oya UYSAL Yazı İşleri Müdürü: Gülsen ÇELİK Editör: Nazım ÖZDEMİR İletişim: Hoşdere Cad. Fuar Sok No:11/13 Çankaya/Ankara www.aktiffelsefe.org, dergi@aktiffelsefe.org Tel: 0 312 438 69 44

Bu Sayıda FELSEFE: Neden düşüncelerimiz ve duygularımız hakkında iletişim kuramıyoruz? Delia Steinberg GUZMAN, Sayfa 3 FELSEFE: Shalott’lu Hanımefendi üzerine Felsefi bir yorum Güner ÖRÜCÜ, Araştırmacı Sayfa:7 FELSEFE: Açgözlülüğün geldiği son nokta Oya UYSAL, Sosyolog, Sayfa:13

SİNEMA:Somuncu Baba Ezgi Uzgel, Araştırmcı Sayfa 21

ŞİİR: BEN, ATTİKE’Lİ Kemal KARADAYI, Araştırmacı, Yazar Sayfa:24


FELSEFE

Neden düşüncelerimiz ve duygularımız hakkında iletişim kuramıyoruz? Delia Steinberg GUZMAN Filozof, Araştırmacı Yazar Edebiyatta, Sanatta ve Bilimde Paris Nişanı Sahibi

Anlık ve kitlesel iletişim çağındaki birçok paradokstan biri de, insanların birbirleriyle gerçekten iletişim kurmayı giderek daha zor bulmalarıdır.

A

nlık ve kitlesel iletişim çağındaki birçok paradokstan biri de, insanların birbirleriyle iletişim kurmayı giderek daha zor bulmalarıdır.

Bugün birkaç saat içinde, hatta bazen dakikalar, dünyanın diğer ucunda neler olduğunu öğrenebiliyoruz. Haberler son sürat ulaşıyor; radyo, televizyon, gazete ve magazinler büyüklü küçüklü olayları, her birini tercih edilen rengin tonlarına bulayıp yayıyor. Sanki televizyon ekranına ya da radyoya konuşuyormuş; günlük ga-

3


FELSEFE

zeteyle, ünlü kimselerle dolu magazinlerin renkli sayfalarıyla söyleşiyormuş gibi…

bazen sırf ihtiyaçlar ve gelenekçilik yüzünden korunuyor ama gerçek bir sevgi ve bu sevginin doğal ifadesi ortada yok. İçimizden geldiği şekliyle, duygusal bağlarımızın varlığını gösteren sözlerin, jestlerin eksikliği söz konusu.

Hâlbuki arkadaşlarımızın ve akrabalarımızın ruhunda neler olup bittiği hakkında çok az şey biliyor ya da hiçbir şey bilmiyoruz; ne düşündüğümüz ne hissettiğimizden emin değiliz ve daha da kötüsü başkalarıyla iletişim kurmakta zorlanıyoruz.

İnsanlar sevdiklerini düşünüyorlar ve düşündüklerine inanıyorlar, ama kendi his ve fikirlerinin gerçekliği konusunda ikna olmuş değiller.

İnsanlar sevdiklerini düşünüyorlar ve düşündüklerine inanıyorlar, ama kendi his ve fikirlerinin gerçekliği konusunda ikna olmuş değiller. Bunun kanıtı birçok insanın fikirlerini ve arkadaşlarını, eşlerini değiştirmedeki hızından görülüyor. Aile bağları

Basmakalıp selamlaşmaları, farklı durum ve ara sıra yaşanan tartışmalar için önceden hazırlanmış sözleri bir kenara bırakırsak, insani temas, bu dürtülerin kendisi gibi aynı değişkenlikle gidip gelen, bir görünüp bir kaybolan duygusal dürtüler seviyesine indirgeniyor.

Hayat ve onun sosyal, politik, ekonomik, kültürel, dini ve tüm diğer yönleri hakkındaki fikirlerimiz değişken modalara göre farklılaşıyor ve bizler, hiç

4


FELSEFE

birimiz “tuhaf ” olarak damgalanmayı istemediğimizden, modalara uyup fikirlerimizi esen rüzgâra göre değiştiriyoruz. Kendi düşüncelerimizi temiz ve manalı bir şekilde de sunamıyoruz, çünkü gerçekten düşünmüyor ve düşündüğümüz nadir zamanlarda ise kendimizle ilintili olmayan şeylere kafa yormuyoruz.

lık sakin sohbetlerden alıkoyar vaziyette… Sık sık ekran karakterlerinin, artık sevdiklerimize söylemeye gerek duymadığımız aşk nidalarını dinliyoruz. Dahası kurgunun gücü, dışa vurulmamış olası söylemlerimizi daha da kurgusal hale getiriyor.

Birlikte harcadığımız saatler, sık sık yapay şekilde ele geçirilmiş, bizleri yanımızdakilerle birkaç dakikalık sakin sohbetlerden alıkoyar vaziyette.

Bugünün iletişim dünyasında, diğerlerinden kopuşumuzu bu şekilde sürdürüyoruz. Medya bizi “sterilize” ederken, ilişki dünyalarımız başladığı yerde son buluyor. Birlikte harcadığımız saatler, sık sık yapay şekilde ele geçirilmiş, bizleri yanımızdakilerle birkaç dakika-

Peki, neler oluyor? İki sorun görebiliyorum: hislerin ve fikirlerin eksikliğiyle (Çünkü bizlere, onları geliştirmek öğretilmedi) neyin eksik veya bizler için tanımsız ve bulanık olduğunu ifade etme yeteneğinin yoksunluğu.

Her gün yaşadığımız duygusal başarısızlıklar kadar, büyük ve küçük ölçekli ideolojilerdeki başarısızlıklar sağlam

5


FELSEFE

bir zemine oturmamış his ve duyguların değişkenlikleri hakkında birer uyarı işaretidir.

mızdan kaçınarak onları kontrol etmek ve olumlu olanları geliştirmek de bizlere bağlıdır.

İster kendimize ve isterse başkalarına ait olsun iletişim eksikliği bir şeyleri ifade etme veya yapma konusundaki kafa karışıklığının neden olduğu, özgüvensizliklerden kaynaklanmaktadır.

Özellikle de ana akım fikirlerce neyin kabul edilebilir, neyin edilemez olduğu konusunda bir etki altında kalmaksızın kendi kendimize muhakeme edebilmeyi öğrenmemiz gerek. Bu aşamadan sonra kendi hislerimizi doğru şekilde ifade etmek artık sadece bir adımlık yoldur.

Bence artık hisler dünyasını yeniden ölçüp tartmanın ve hislerimizi olumlu şekilde kabullenerek, her birine altından kalkabilecekleri ve hayatımızda oynamaları gereken rolü vermenin zamanıdır.

Gerçekten hissetmek fakat ifade edememek, düşünmek fakat düşündüklerimize göre hareket etmemek kadar imkânsızdır. İletişim dünyasına, ne hakkında iletişim kuracaklarını bilen insanlar arasındaki iletişim eklenmelidir.

Analiz etmek, seçmek, karar vermek ve duygularımız ile uyumlu şekilde hareket etmek için düşünmeye gereken kıymeti vermek kadar, olumsuz duyguları6


FELSEFE

Shalott’lu Hanımefendi üzerine Felsefi bir yorum

T

ve edebiyat çevreleri üzerinde uzun bir süre büyük bir etki uyandırmıştır. Onunla ilgili yazılmış şiirler vardır, en meşhurlarından birisi de şair Alfred Lord Tennyson’a aittir ve bu makalede yorumlayacağımız şiirdir. Resim dünyasında bu efsanenin çeşitli sahneleri birçok kez resmedilmiştir.

üm toplumların tarihinde efsaneler hep karşımıza çıkar. Dünya’da nereye gidersek gidelim efsaneler, hikâyeler, mitlerle karşılaşırız. Bunlar bir anlamda birçok kuşakların hafızasında korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu efsaneler toplumun zaman içinde edindiği tecrübeleri ve bilgeliği içerir. Hikâye şeklinde olduğundan kulaktan kulağa kolayca aktarılmış, kolay ve sevildiği için de hafızada kalmıştır.

Kral Arthur efsanesinin Hristiyanlık öncesi döneme ait olduğu kabul edilir. İdeal bir yönetici ve yönetim şekli açısından bütün toplumların her zaman hayali olmuştur.

“Shalott’lu Hanımefendi ” Kral Artur Efsaneler sözel geleneğin bir parçasıdır efsanesi ile ilişkilidir. Bu efsane sanat ve bir tür bilgelik ve yaşam deneyimi 7


FELSEFE kesinin kabinesidir. Bunlar şövalyelerdir ama sadece savaşmayı bilen değil ama içlerinde adalet, gerçek ve güzellik değerlerini geliştirmiş kişilerdir ve bu değerler aracılığıyla hareket ederler. Şövalyeler insanlığı adalet, gerçek ve güzelliğe ulaştırmak için savaşırlar, hayatlarını buna adamışlardır. Bir anlamda şövalyeler filozoflardır çünkü adalet, gerçek ve güzelliğin sürekli arayışı içindedirler ve onu gerçekleştirmeyi çalışırlar. Şövalyeler insanları yıldıran ve acı çekmelerine neden olan öfke, şiddet, nefret, açgözlülük ve bencillik gibi yıkıcı güçlere -ki efsanelerde canavarlar olarak temsil edilirler- karşı savaşırlar. Şövalyeler her zaman zulüm görenlerin ve muhtaç olanların yanındadır çünkü diğerleri için merhamet ve sevgi beslerler. Yuvarlak masa birliğin sembolüdür yani etrafında birleştikleri değerlerin birliği. Şimdi Tennyson’un şiirinden bazı mısraları yorumlayalım.

içerirler. Bu nedenle her biri ayrı ayrı felsefi açıdan incelenmeye ve yorumlanmaya değerdir.

Shalott’lu Hanımefendi bir nehrin ortasındaki ada olan Shalott’ta bir kulede yaşayan bir kadının hikâyesini bize anlatır. Bu nehre paralel olan ve Camelot’a giden bir yol vardır. Şövalyelerle ilgili efsanelerde sıkça görülen bir konu şövalyelerden birinin bir kadına aşık olmasıdır. Aslında bu kadın kendisinde güzellik, iyi yüreklilik ve zarafeti bulduğumuz ruhun bir sembolüdür. Aşık olduğu kadının peşinde koşan şövalye ruhunun yani en

Kral Artur efsanesinde Camelot; adalet, gerçek ve güzellik tarafından yönetilen ideal bir ülkeyi temsil eder.

Örneğin, Kral Artur efsanesinde Camelot; adalet, gerçek ve güzellik tarafından yönetilen ideal bir ülkeyi temsil eder. Kral Arthur da adalet, gerçek ve güzelliğin bedenleşmiş halidir. Tennyson “Camelot” kelimesini şiirinde biri hariç bütün kıtaların sonunda tekrarlar. “Camelot” mükemmel yani ideal ülkedir, insanlığın hedefidir, herkesin ulaşmayı hayal ettiği yerdir. Yuvarlak Masa Şövalyeleri Camelot ül-

8


FELSEFE

Aslında bu kadın kendisinde güzellik, iyi yüreklilik ve zarafeti bulduğumuz ruhun bir sembolüdür. Aşık olduğu kadının peşinde koşan şövalye ruhunun yani en iç varlığının arayışı içinde olan filozofu temsil eder. iç varlığının arayışı içinde olan filozofu temsil eder. Kulede hapsedilmiş kadın, Platonik öğretilere göre bedene hapsolmuş ruh yani cehaletin mağarasındaki insandır. Nehir ve Camelot’a giden yolsa insanın kendisine yani gerçek varlığına yolculuğuna işaret eder.

Eğer Camelot’a bakmak için dokumayı bırakırsa, üzerine bir lanet gelecektir. Lanetin ne olduğunu bilmez, Ve bu nedenle durmadan dokur…

Shalott’lu Hanımefendi, kulenin etrafında yaşayan insanlar için periye benzer biridir. İnsanlar onun sesini duyarlar; onun hikâyesini biliyorlardır ancak onu hiç bir zaman görmemişlerdir. Aynı ruhumuzla ilgili bildiğimiz ve duyduğumuz birçok hikâyelere rağmen bize bir peri gibi ulaşılmaz ve hayali bir varlık gibi gelir.

Kendisine hiç bakmaz Shalott’lu Hanımefendi. Her gün, Shalott’lu Hanımefendi odasındaki aynaya yansıyan manzaranın resmini bir duvar halısına dokur. Lanetten dolayı dokumayı bırakamadığından, pencereye gidip dışarıya bakma imkânı olamaz ve manzaranın aynadaki yansımasıyla yetinmek zorunda kalır. Dokuma eski geleneklerde kutsal bir iştir. Örneğin eski Yunan mitolojisinde üç “Kader ” tanrıçası karşımıza çıkar. Bunlar Clotho (eğiren), Lachesis (tahsis

Gece gündüz orada Parlak renklerle büyülü bir kilim dokur. Kulağında bir fısıltı duyar, 9


FELSEFE

eden) ve Apropos’dur (geri döndürü- bile kızar, diğerlerini kırar ve incitmeye lemez olan). Bunlar, Doğu Gelenekle- devam edebiliriz. rindeki Karma Yasasına benzetilebilir. Shalott’lu Hanımefendi Eylemlerimiz, sözdokumayı bırakırsa lanet lerimiz ve düşünceüzerine gelecektir; dokuGeçmişte yapılan lerimizle kendi hamayı durdurmak karmayı yatlarımızı sürekli eylemlerin bir sonucu üretmeyi durdurmak dedokuruz bir anlamda; mektir yani hiçbir negatif olarak insanlar hayatta karşılaştığısöz, düşünce ve eylemde mız hem hoşa giden kulede esirdir, yani artık bulunmamaktır. Geçhem de acı veren her mişte yapılan eylemlerin hayata gelmeye şeyin nedeni kendibir sonucu olarak insanlar mize ait eylemlerdir. mahkûmdurlar. kulede esirdir, yani hayata Lachesis; eylemlerigelmeye mahkûmdurlar. mize, sözlerimize ve düşüncelerimize göre bize tahsis edi- Bu nedenler ortadan kaldırıldığında leni verir. Sürekli durmadan dokuma esaret de ortadan kalkacaktır, yani bir durmadan yarattığımız Karmayı yani tür Nirvana, sonsuz mutluluk hali elde sonuçlarını daha sonra göreceğimiz edilecektir. Sıradan insanlara lanet gibi etkileri işaret eder. Düşüncelerin, söz- gözüken şey manevi yolda olan birisi lerin veya eylemlerin olmadığı tek bir için kurtuluş ve mutluluktur. Kaderin an yoktur, hatta uykumuzda bile eylem üç tanrıçasının elinden kurtulmak yani yapmaya devam ederiz, yani rüyamızda kaderini aşmak mümkündür. 10


FELSEFE

Tüm yıl boyunca önünde asılı olan Berrak aynaya yansıyarak Dünyanın gölgeleri ortaya çıkar.

mız şartlar ve sonuçlar nedeniyle zihnimizin ortaya çıkardığı görüntülerdir. Shalott’lu Hanımefendi eğer pencereden doğrudan dışarıya bakarsa lanetlenecektir. Bu lanetten korkma toplumun genel akışına bireyi hapis eder, herkesin gittiği yolda gider, kalabalığın verdiği aldatıcı güvenle korkularından kaçar. Alışılagelmiş düşünce kalıplarına ve yollarına meydan okumak cesaret gerektirir. Ama ancak kendi yolumuzda yürürsek kendimizi keşfetme şansımız olabilir. Maceracı ve kâşif ruhlu olmamız gerekir yoksa yeni şeyler öğrenmek ve keşfetmek mümkün olmayacaktır. Alışkanlıklarımızı ve rutin yaşamımızı, önyargılarımızı ve düşünme kalıpları-

Şeylerin yansımalarını aynada görmek Plato’nun Mağara Efsanesi’deki gölgeleri bize hatırlatır. Platon bu dünyayı yansımalar ve gölgeler dünyası olarak tasvir eder yani gerçek olmayan, hayalimizin ürünü olan görüntüler dünyası olarak. Şartlanmış zihinlerimizden ve alışılagelmiş düşünme şekillerimizden dolayı bu görüntüler dünyasını gerçek sanarak, görüntülerin peşinde koşar dururuz. Bu görüntüler, aynı aynadaki görüntü gibi nedenlerin ve şartların sonucu olarak ortaya çıkar. Hayattaki görüntüler bizim yarattığı-

İçine hapsolduğumuz dünyayı tıpkı etrafındaki kozayı ören ipek böceği gibi kendimiz ördük.

11


FELSEFE

gülümseyen bir yüz ifadesiyle ölür çünkü ulaştığı yerde mutludur. Bu hapsolduğu dünyanın, cehaletin, gölgeler ve görüntüler dünyasının ölümüdür. Fiziksel ölüm, bir çeşit manevi dünyada Shalott’lu Hanımefendi yansımalardan doğmaktır. ve rutinden yorulduğu için lanetine meydan okur. Aynada gördüğü ve aşık Sanırım Shalott’lu Hanımefendi heolduğu şövalyesi Lancelot’a ulaşmak için pimizle bir şeyler paylaşıyor. Her biridokumayı bırakır ve pencereden dışarı miz zaman zaman onun gibi hissettik, bakar. Aşk, kendini aramanın ve keş- hayatımızı değiştirmek istedik ama her fetmenin itici gücüdür. Bu aşk bilgeliğe zaman onun cesaretini kendimizde buduyulan aşktır, maneviyatta ilerlemeye lamadık. duyulan aşktır. Bu Gerçeğe, Adalete ve Güzelliğe duyulan aşktır. Aşk sayesinde Efsaneler içimizdeki derinliği korumak, ruhumuzla bağımızı sürekli canlı alışkanlıklar ve rutin kırabilir. tutmak için bize yardım ederler, bize Sonunda kuleyi terk eder ve nehirde yaşadığımızı hissettirirler. bulduğu bir sala binerek kendisini Camelot doğru akan nehire bırakır. Ha- Shalott’lu Hanımefendi kendimize olan pis olduğu kuleyi terk etme cesaretini yolculuğa çıkabilmek için ihtiyaç duybulduktan sonra aşık olduğu şövalyeye, duğunuz aşkı ve gücü hepimize vermesi yani Gerçek, Adalet ve Güzelliğe doğru dileğiyle. yolculuğa başlar. Yolculuğun sonunda, Güner Örücü, Araştırmacı mızı kırmak özgürlüğe açılan kapı olacaktır. İçine hapsolduğumuz dünyayı tıpkı etrafındaki kozayı ören ipek böceği gibi kendimiz ördük.

12


FELSEFE

AÇGÖZLÜLÜĞÜN GELDİĞİ SON NOKTA

H

epimiz bir çevrenin içerisinde yaşıyoruz, havasını soluyoruz, meyvelerini tüketiyoruz, suyunu içiyoruz. Sanıyoruz ki, çocuklarımız da bizler gibi bunları “doğal” olarak elde edecek. Orhan Veli’nin söylediği “Hava bedava, su bedava!” gibi değil artık ve çok yakın gelecekte “doğal olanı” doğal olmayan yollardan yani karaborsadan satın almak zorunda bile kalabiliriz, eğer açgözlülüğümüze dur demezsek.

san olduğunu, doğadaki her şeyin insan için yaratıldığını ve doğanın insanın yönetiminde olduğunu halka anlattı. Bu zihniyet bizi şimdi, birbirimizle yaşadığımız çatışmalar gibi, doğa ile aramızda da benzer bir çatışma noktasına taşıdı.

Konumuz çevre sorunları ve özellikle de iklim değişikliği. Doğa ile aramızda bir çatışma var, savaş var. Materyalist zihin yıllarca, doğanın efendisinin in-

“Hepimiz bir gökyüzünün altında yaşıyoruz” dedik ama maalesef sağlıklı bir ortam bulmak zorlaştı. Şehirlerimizde hava kirli, musluklarımızdan içme suyu kalitesine uygun olmayan sular akıyor,

Böyle bir savaş olmalı mıdır? Uyumlu bir birlikte yaşamı oluşturamaz mıydık? Oysaki ekoloji kavramı “Oikos-logos” kelimelerinden türemiş olup, yaşadığımız evin bilimi demektir.

13


FELSEFE

14


FELSEFE

Şöyle düşünelim: Bir kaza sonrasında hastaneye gelen kazazedeye ilk ve acil olarak müdahale edilmesi gereken konu nedir? Onun el parmaklarındaki kırıklar veya gözüne batan bir cisim ile mi ilgilenilir yoksa onun hayati fonksiyonlarını sürdürmesini engelleyen konuyla mı ilgilenilir? Acil müdahale; onu yaşatma amaçlıdır. Benzer şekilde çevre sorunlarımız konusunda, ilk olarak müdahale edilecek konu yerel, bölgesel ve küresel boyutlardaki sorunlardan hangisi olmalıdır sizce?

çöplerimizi koyacak yer bulamıyoruz ve daha birçok sağlıksız unsur var hayatımızda… Ancak biliyor musunuz, bu çevre sorunları yerel olduğundan çözümü de nispeten daha kolay. Yerel yetkililerin inisiyatifi ile yerel sorunlarımızı hızlı ve kolay bir şekilde çözüme kavuşturabiliriz. Diğer yandan Irak’ta bir fabrikada çıkan yangından dolayı güneydoğumuzdaki illerde yaşayan insanlarımız nefes alamaz ve tarım ürünlerimiz yenemez hale geldi. Karadeniz sahillerimize zehir dolu variller vurdu. Akdeniz’i zehirli balıklar bastı. Bölgesel olan bu çevresel sorunlarımız ise, bölge karar vericilerinin işbirliğini zorunlu hale getirmektedir.

Bu sorun, top yekûn tüm halkların katılımı ile çözüme kavuşturulabilir.

Yapılan bir araştırma göstermiştir ki dünyada karar vericiliğe soyunan adaylara yöneltilen sorular arasında küresel çevre sorunları en azdır. Yani önce karnımızın doymasını sağlayacak ekonomik konular hakkında sorular en yoğun olarak sorulurken, doğayı ve insan

Ancak bunlardan çok daha acil ve önemli küresel boyutta bir çevre sorunu ile karşı karşıyayız: İklim değişikliği. İşte bu sorun, top yekûn tüm halkların katılımı ile çözüme kavuşturulabilir. 15


FELSEFE

tümüze de ikinci bir battaniye örttük. Bu aşırı sıcaklardan evdeki yaşlılarımız, hamilelerimiz, çocuklarımız nefes alamaz hale geldiler, bebeklerimiz pişik oldular, yemeklerimiz ve soğan-patates ve bakliyatlarımız daha hızlı bozulur, çürür hale geldi vb. Kaliforniya Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümü’nde Yard. Prof. James Hansen’in deyişi ile tüm dünyadaki insanların kullandığı enerji miktarından 20 kat daha fazla enerji ile dünyayı ısıtıyoruz. Başka bir deyişle 365 gün boyunca her gün 400.000 adet atom bombasını dünyaya bırakıyoruz. Bu enerji dengesizliğine hiçbir şey dayanamaz. Neden? Neden, bu kadar fazla enerji kullanıyoruz, neden fosil yakıtlarının bu kadar CO2 emisyonu yaymalarına izin veriyoruz?

yaşamını doğrudan tehdit eden iklim değişikliği ile ilgili bir konu hiç gündeme gelmemektedir. Ya da diğer bir deyişle hastanede doktorlarımız hastanın gözündeki cismi çıkarmaya uğraşırken, onun kalbinin durmasını engellememektedir. “İklim değişikliğinden bana ne!” diyemeyiz artık. Dönülmez bir yola giriyoruz. 1980’lerden beri bilim adamlarının haykırışları ile 2017’ye geldiğimizde dünya nüfusunun sadece %70’i iklim değişikliğinin sebebinin insan faaliyetleri olduğu konusunda hemfikir olup, bir farkındalığa ulaşmış iken, hayatlarımızdaki önceliği hala sıfırdır. Kendinizden pay biçin, iklim değişikliği ile ilgili neler biliyorum ve neler yapıyorum diye 1 dakika düşünün!

Çevre kirliliği, sonuçtur ve sebeplere baktığımızda kapitalist zihniyet görünürde nüfus artışı, sanayileşme, doğal olaylar, atıklar, kentleşme, nükleer çalışmalar ve savaşları sayarken, gerçeğe ulaşmak için felsefi olarak bunların da

İklim değişikliği, yani fosil yakıtların oluşturduğu CO2 emisyonu, dünya üzerinde enerji dengesizliği yarattı. Örnek olarak, evimiz sıcaktı ama biz kaloriferi daha fazla ısıya getirdik, üs16


FELSEFE arkasına bakmaya ihtiyaç vardır.

termişlerdir. Bugün, materyalist zihin, almaya alışmış, vermeyi enayilik olarak görmüş olabilir mi?

Sanayileşme dönemi ile birlikte bu sorunlarla yüzleştiğimiz tespitini yapıyorsak, o zaman antik çağlarda doğa anlayışına bakalım ve o dönemlerde neden çevre sorunlarından bahsedilmediğini araştıralım.

Geldiğimiz durumu özet olarak şöyle açıklayabiliriz: İklim bölgeleri kaydı, tarımsal ürün yelpazesi değişti. Kuzey Amerika ve Asya’da kurak bölgeler ortaya çıkmaya başladı. Kimi bölgelere normalin dışında aşırı yağış oldu. Mersin’de yağmur suyu altyapı sistemi olmasına karşın planlanan yağışın onlarca katı yağınca, felaket oldu. Deniz seviyesi yükseldi, buzullar eridi, mercan resifleri yok olmaya başladı. Ulusal Çevre veri merkezi bilgilerine göre ; sadece 2016 yılında normal olmayan tayfunlar, yangınlar, seller, kuraklıklar, sıcaklıklar tüm dünyada etkisini göstermiştir. Sosyal medyada bir haber dolaşıyor; 2016, 1800’lerden beri dünya üzerinde son 3 yıldır en yoğun sıcakların yaşandığı yıl oldu. 2000’li yılların başında Pentagon bir rapor yayınladı ve içilebilir su kaynaklarının deniz seviyesinin yükselmesi ile tuzlanacağından ve daha az kalan bu kaynaklara doğru büyük göçler yaşanacağından bahsetti. Aynı durum, verimli toprakları kaybedeceğimiz ve yiyecek stoklarımızın eriyeceği anlamına da gelmektedir. Gezegenimizde, suda ve karada yaşayan canlı türlerinin %30-50’sini kaybedeceğimiz anlamına da gelmektedir ki bu biyolojik döngünün kırılmasıdır. Geçmiş zamanlarda deniz kenarına aynı gerekçelerle yerleşmeyen atalarımızı hatırlayacağız. Virüs tabanlı hastalıklar artacak, alerji, solunum yolları sorunları ve kanser

Yaşayan dünya fikri ile karşılaşırız ki bu antik zamanlardan bize kalan fikir, 1970’lerde NASA uzmanı James Lovelock tarafından kamuoyuna Gaia Teoremi olarak tekrar hatırlatılmıştır. Dünya canlıdır, o okyanuslar aracılığı ile nefes alır, onun dolaşım sistemi Gulf Stream gibi büyük okyanus akıntılarıdır. Onun ciğerleri ağaçlardır. Eğer dünya cansız olsaydı, nasıl ki ölü bir anneden canlı bir bebek doğmazsa, her ilkbaharda doğa yeniden hayat bulmazdı. Antikler, doğayı bir ana olarak isimlendirmişlerdir ve kadının 3 safhasına benzetmişlerdir. İlkbahar, doğurganlığının zirvesindeki genç kadındır. Yaz, çeşit çeşit yemişleri ve ürünleri ile besleyici annedir. Kış ise geleceğin tohumlarını içerisinde barındıran yaşlı ama bilge kadındır. Toprak Ana’dır. Bizi, her zaman besleyen, barındıran, doğuran, öldüğümüzde yine bizi kabul eden cömert kadındır. Ancak, kadın ne kadar verimli olursa olsun, her yıl çocuk doğuramaz ve doğuran kadının genç yaşında ölmesi gibi, toprağın da, dünyanın da sürekli giderek artan bir oranda vermesi söz konusu değildir. Antikler, kendilerini, doğanın çocuğu olarak görmüş, doğaya saygı duymuşlar ve minnettarlıklarını her zaman gös-

Dünya canlıdır, o okyanuslar aracılığı ile nefes alır.

17


FELSEFE

bir çevre aktivisti olduğundan bahsetmektedir. Demiştir ki, “Onların ‘Dedem bu sonucu gördü ve bizim için hiçbir şey yapmadı.’ demelerini ahlaksızca bulduğumdan, şimdi dünyanın her yerinde bu konuya dikkat çekmeye çalışıyorum.”

vakaları tavan yapacaktır. Bu sorunlara en fazla gelişmemiş fakir ülkeler maruz kalacak, yaşlılarımız, çocuklarımız ve hamilelerimizde yeni yeni hastalıklar türeyecektir. İnsan, hem bu olaylardan sorumlu olandır, hem de etkilenen-mağdur olandır. Tüm bu sorunlara nüfus artışını da eklemek gereklidir. Bir odada 2 kişi yaşarken, 70 kişi yaşamak gibidir. Nitekim 1950’lerde dünya nüfusu 2,5 milyar, 2000 yılında 6,1 milyar ve 2016’da 7,5 milyardır. Yaşayan dünyamıza baskı tarif edilemezdir.

Elbette iklim değişikliği duracaktır ama dünyanın insanoğlunu elinin tersiyle silip atması bedeli karşılığında duracaktır.

Tüketimden kaynaklı, aşırı fosil yakıtlarının kullanımına devam edersek ne olur? Doğa, her zamanki gibi kendini insanoğluna rağmen iyileştirir. Yani insanoğlunu yok ederek… Nitekim doğanın bu güvenlik mekanizması nedeniyle insanlık geçmişte tufanlar, salgın hastalıklar, türlerin değişimi, su kaynaklarının yok olması gibi sorunlarla karşılaşmış ve neredeyse taş devrine

Prof. James Hansen, torunları olunca 18


FELSEFE değişikliğine sebebiyet veren gazların kullanımında azaltıma gidilmesi konusunda anlaşma yapılmış olmasına rağmen 2000-2010 yılları arasında şimdiye kadarki en fazla emisyon gazının atmosfere verildiği de bulgular arasındadır. “Kirleten öder” prensibi yönetmeliklerimize girmiştir ama bu prensip de dünyamızı korumaya yetmemiştir. Bireysel olarak, evlerimize tasarruflu ampuller ve makinalar almak, hibrit arabalar kullanmak, mevsiminde sebze-meyve tüketmek, damlayan musluklarımızı onarmak, katı atıklarımızı geri dönüşüme kazandırmak, toplu taşıma araçlarını kullanmak, her zamankinden fazla ağaç dikmek, çözünebilir deterjan kullanmak, alternatif enerji kaynaklarına yönelmek, yeni bir şey alırken “gerçekten ihtiyacım var mı?” diye sormak, bir sivil toplum örgütünde nüfus artışına karşı çalışmak iyidir ancak yeterli değildir.

geri dönüşler yapmıştır. Elbette iklim değişikliği duracaktır ama dünyanın insanoğlunu elinin tersiyle silip atması bedeli karşılığında duracaktır.

O halde daha fazla ne yapmalıyız? Aktif vatandaşlar olmalıyız. Dünya üzerinde tüm canlılar bir arada yaşıyor. Tüm canlıların yaşam hakkı olduğunu kabul etmeli ve buna saygı duymalıyız. Yaşam alışkanlıklarımızı ve insan merkezcil zihniyetimizi değiştirmeliyiz. Küresel sorunlarımıza öncelik vermeliyiz, sorumluluklarımızı üzerimize almalı, mücadele etmeliyiz. Sorunlarımızı, yasal platformlara taşımalıyız. Tepkimizi doğaya saygılı yöntemlerle üretilen ürünleri satın alarak göstermeliyiz, daha az tüketerek sesimizi yükseltmeli-

Aktif vatandaşlar olmalıyız. Dünya üzerinde tüm canlılar bir arada yaşıyor. Tüm canlıların yaşam hakkı olduğunu kabul etmeli ve buna saygı duymalıyız.

Gerçekten iklim değişikliğine karşı hiçbir şey yapmıyor muyuz? 1997’de CO2 salınımı azaltmaya yönelik küresel bir anlaşma imzaya açılmış; anlaşma ABD, Türkiye, Avustralya gibi bazı ülkelerin imzası olmadan 2005 yılında yürürlüğe girmiş ve nihayetinde 2016’da dünyadaki 200’e yakın ülke içerisindeki 66 ülke tarafından imzalanmıştır. İklim

19


FELSEFE

yiz. Üniversitede araştırmacı isek, alternatif enerji üzerine çalışmalıyız. İklim değişikliği için etkin çalışmalar yapan eski politikacılardan Al Gore ve Prof. James Hansen diyor ki “CO2 emisyonu çıkaran firmalara vergi koyalım ve bu vergiler, devlete gitmesin, o bölgedeki halka üleştirilsin.” Ve belki siz de daha yaratıcı fikirler geliştirebilirsiniz. Afrika atasözü şöyle der: “Eğer hızlı gitmek istiyorsanız, yalnız gidin; eğer uzağa gitmek istiyorsanız, birlikte gidin.” Çevremizdeki herkese zihniyet ve dolayısıyla davranış değişiminde örnek olmalıyız.

manlarca yürütülecek, tüm seçim oyunlarından bağımsız, duyarlı ve esnek bir politikaya çok gereksinimimiz var. Bu uzmanların görevi, insanın sadece “Haklarının” değil, doğaya karşı “Yükümlülüklerinin” de söz konusu olduğu bir bildirgeyi hazırlamak olacaktır.”

İhtiyacımız olan, filozof Jorge Angel Livraga’nın söylediği gibi “Bugün bürokratik engellerden kurtulmuş uz-

Yapabiliriz.

Bugün bürokratik engellerden kurtulmuş uzmanlarca yürütülecek, tüm seçim oyunlarından bağımsız, duyarlı ve esnek bir politikaya çok gereksinimimiz var.

Doğa bir makine değildir. Doğadaki her varlık insana hizmet için yoktur. İnsanların açgözlülüğü ve bencilliği, hepimizin soyunun tükenmesine sebebiyet verecektir. Cehalete birlikte karşı çıkalım. Mahatma Gandhi’nin ünlü bir sözünde söylediği şekilde, “Dünyada görmek istediğin değişim haline gelmelisin.”.

Oya UYSAL, Sosyolog 20


SİNEMA

SOMUNCU BABA: AŞKIN SIRRI

F

bıraktığı hiçbir şey yoktur.

ilmler ve diziler kurgudur ve gerçek değillerdir. Bunları yapan kişilerse normalde bizlerin filmden etkilenebilmesi ve gerçek hissi alabilmemiz için duygularımıza sert etkilerde bulunan öğeler koyarlar. O yüzden normal aşk, entrika vb. olaylarla dolu fragmanlarla bizi çağırırlar veya her bölümde dizi veya filmleri hastane, yaralanma, büyük felaket sahneleriyle doludurlar. Gerçek olmayan bir şey izlediğimizi unutturup, bizlere o sanal gerçekliği kabul ettirmeye çalışırlar. Bu durumda bir şeyler izleriz, çeşitli gergin duygu durumları, acı, şaşırma, şok olmak vb. çeşitli duygu durumlarından geçeriz ama o dizi veya film bittiğinde bir mesaj kaygısı yoksa bizde de

Ne mutlu ki sadece vakit geçirtme veya para kazanma kaygısı gütmeyen yapımlar da var. Onları tanıtmak da belki biz yazarların ödevi. Yönetmen Kürşat Kızbaz’ın daha önce Eskişehir Türk Kültür Dünyası başkentiyken çekilen ”Yunus Emre” filmini izlemiş ve çok beğenmiştim. Filmi izledikten sonra kendisinin Yunus Emre’ye felsefi yaklaşımını, bunu kalpten anlatış biçimini takdir etmiştim. Bugünlerde belki de gecikmiş bir biçimde ”Somuncu Baba: Aşkın Sırrı” filmini izledim. Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Veli’nin hocası, Hacı Bayram-ı Veli de 21


SİNEMA

bir söz söylememiştir.” der. Ne mutlu böyle olabilene. Ben de çok isterdim böyle olabilmeyi. Bu anlamda dilsiz ve sağır.

Akşemseddin’in hocası, Akşemseddin ise birçoğumuzun bildiği gibi Fatih Sultan Mehmet’in hocasıdır. Bir çocuğu eğitmek için nasıl anneannesinden başlamak gerekiyorsa eğitime, bir devrin kapılarını aralayan bir padişahı ruhsal olarak eğitmek için de kaç kuşaktan bu yana çalışan hocalar var demek ki.

Ayrıca filmde yersel ve göksel aşkın nasıl birleşebileceği de çok güzel işlenmiş. Somuncu Baba yersel aşkı bulur ancak onun göksel aşkı aramaya devam etmek için yolculuğa çıkması gerekir. Allah aşkıyla yanan bir derviştir ancak sevdiğini geride bırakmaksa onun için ne zordur. Ama derviş ruhlu olan biri için sadece yersel olana aşk, kalbini doyurmaya yetmez. Diğerini de aramak onun hayat ödevidir. Ne mutlu ki seçtiği eş buna izin veren soylu bir ruha sahiptir.

Somuncu baba filminin beğendiğim yanı hikâyeyi izletmek için yukarıda bahsettiğim taktiklere başvurulmaması, en önemlisi ise güzel ahlakın teşvik edilmesi ve vurgulanması. Filmde şöyle güzel bir sahne var: Somuncu Baba’ya kızını veren hoca der ki kızım sağır ve dilsizdir ancak Somuncu Baba görür ki kız duyuyor ve konuşuyordur. Hemen hocasına geri döner ve “Bu kız duyar, konuşur. Sense başka türlü söylemiştin.” der. Hocaysa “Sağırdır çünkü bugüne kadar kötü bir söz duymamıştır, dilsizdir çünkü kötü

Bu dervişin hissettiğini her zaman hissettim. Bir erkeğe duyduğum aşk ne kadar güçlü de olsa, kalbimde yaradan için olan çok büyük bir yer var ve bunu ancak ona doğru yürüyerek doldurabilirim. O yüzden ancak bu filmdeki 22


SİNEMA

soylu ruhlu hanımın erkek halinin bu yürüyüşüme izin vereceğini biliyorum. Herkese böyle eşler diliyorum.

Sağırdır çünkü bugüne kadar kötü bir söz duymamıştır, dilsizdir çünkü kötü bir söz söylememiştir.” der. Ne mutlu böyle olabilene. Ben de çok isterdim böyle olabilmeyi. Bu anlamda dilsiz ve sağır.

Son olarak filmin müziği “Aşk için gelmişiz” çok çok güzel. Filmi izlemeden önce çok özel bir ortamda bu şarkıyı dinledim. Mustafa Ceceli’nin çok kalpten bir şekilde yorumladığı filmin müziğini de dinlemenizi tavsiye ederim. Mesajının güzelliği nedeniyle izlenmeye değer, iyiliği, güzelliği teşvik eden, samimi nice filmler izlemek dileğiyle. Bu filmin fragmanını Film Köşemiz‘den izleyebilirsiniz. http://eskisehiraktiffelsefe.org/somuncu-baba-askin-sirri/ Ezgi UZGEL Araştırmacı

23


ŞİİR

BEN, ATTİKE’Lİ… Aegeus’un fırtınalı denizinde Matemin yelkenlerini açıyorum Yazgıma ödevin dümenini tutmak düşmüş Dönüyor yüzümü zorluğa, meydan okumaya Erdemin pruvasıyla dalgalar kırıyorum Kader bu… Matemin içinde yol almak, mateme karşı Aklımda tanrılarla savaşmak dahi var Onlar verecek değil yazgımı Felaketin acısı yok üstümde Ne zorluk korkutur beni, ne zorbalık Bir, kaderimi bilir tanrılar İşte ben, Attikeli! Onu almaya geldim. Ben, kendi ayaklarıyla kurban edilmeye gelen... Niyetim gerçek bir kurban vermek, kendimden Büyük ve gizli labirentinde yaşayan ölümden

Bu çürümüş, yönsüz dünyayı tanımazken Onda bir yol bulmaya geldim. Körpe ruhları ölüme, unutmaya yem edilmiş Gençlikleri korkuya, endişeye terk edilmiş Ölümü gösterip yaşamlar hapsedilmiş Ölümün karşısında yaşamaya geldim Temizler temizim çizdi yolumu Cesaretle attım adımı Kuşandı tüm silahlarıyla ruhum da Cenk ile cenk etmeye geldim. Açtım da büyülü iğini Ariadne’min O gösterdi benden bana giden yolu Çözdüm dâhice karmaşasını Daidalos’un da Ödedim kefaretini, lanetlenmiş Minos’un Özümde özümü saklayanı bularak, yenip de Ben olmaya geldim.


ŞİİR Ruhun yüceliğini o gösterdi Bir tiranın yanında açan bir kutsal çiçekti Onda iyiliğe inandım, zerafete Onda buldum bu bilgeliği Yol, bilinmez değildi Işıltısı, hiçliği boğdu Aşkının önünde, yanında korkuya yer yoktu Tecrübenin ipiyle örülmüştü o iğ Bana inanmak sadece, cürret etmek düşmüştü

İndim o gölgeler dünyasının merkezine Şüphe yok, kaderimi ben seçtim. Yenilgilerin kefaretiydi bu, ödedim. Güreştim çirkin ve güçlü devle Kendimi alt ettikçe, onu da alt ettim Borcuydu atamın krallığının bu Ruhuydu insanlığımın Savaştan kaçarak yaşanmazdı çünkü Gölgelerle savaşmadan ışığa çıkılmazdı Yurdumu tinin ışığına taşımaya geldim

Ben, Attikeli Theseus Bir kralın oğlu. Ama soyluluğu atasından degil, ruhunu doğuran bir kadından gelen. Kaç yaşam sürecek olsa da ona, İnsanlara duyduğu aşkın izinden giden... Ben, Attikeli Theseus Atina Kralı Yazgım, yeryüzünde aramak bir yıldızı. Kemal KARADAYI Araştırmacı, Yazar

Bir Theseus vardı diyecekler İnsanlığın yanında ve önünde çarpışan, direnen Direnmeye devam edecek, görecekler İradesi ve cesaretiyle onu daimi genç bilecekler. Tüm bunları ruhuma o koydu Ah, Dionysos’a terk ettiğim yüceliğim Ariadne’m, temizler temizim. 25


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.