O’nun izinde
NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi
Eylül 2013 1434
Yıl: 1 Sayı: 10 - Fiyatı: 5 TL
www.nebevihayatyayinlari.com
Öncü Neslin Özellikleri Nedim Bal Hayırda Yarışanların Vasıfları ve Mükafatları Hakan Sarıküçük Kanımla Yazıyorum Seyyid Kutub Bundan Sonra Bir Müslüman Sandığa Güvenebilir mi? Robert Fisk
GEVŞEMEYİN
ÜZÜLMEYİN EĞER İNANIYORSANIZ
ÜSTÜN GELECEK OLANLAR SİZLERSİNİZ! (Âl-i İmran, 139)
facebook.com/nebevihayatdergisi twitter.com/nebevihayat
Zilkade
HADİS İMAMLARI SERİSİ
1
İMAM BUHÂRÎ Hayatı, Eserleri ve Hadis İlmiyle İlgili Koyduğu Usuller Ramazan Zenbil
K DA O Ç KIN YA 192 Sayfa Amerikan Bristol Kapak 70 gr. 2. Hamur 0212
515 65 72
satis.nebevihayatyayinlari.com
FÎ ZILÂL-İL KUR’AN indirimli 90.00 TL
satis.nebevihayatyayinlari.com Kitap Adı: Yazar: Tercüme: Yayınevi: Etiket Fiyatı: Kağıt - Cilt: Ebat:
Fizilal il Kuran Tefsir Seyyid Kutub M. Emin Saraç İ. Hakkı Şengüler Bekir Karlığa Araştırma Yayınları 275 TL kdv dahil 1.Hamur 16 Cilt küçük boy
Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul
Tel-Faks: (0212)
515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63
www.nebevihayatyayinlari.com - siparis@nebevihayatyayinlari.com
MA’RUFU EMRETMEK VE MÜNKERİ NEHYETMEK VAZİFESİ FARZDIR
KAPAK GÜNDEM Hasan Karakaya
5
Hayra Çağıran, İyiliği Emreden, Kötülüğü Engelleyen DAVETÇİLERİN ÖZELLİKLERİ
KAPAK GÜNDEM Zafer Mert
10
BU YOLUN YOLCULARINA
KAPAK GÜNDEM Hüseyin Nohut
15
MÜSLÜMANLARI BEKLEYEN FELAKETLER
KAPAK GÜNDEM Nedim Bal
Sahibi
İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Şükrü Yıldız
Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Dağıtım Sorumlusu Turhan Güncü (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz
20
Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları Yurt içi yıllık: 60 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)
ÜMMETİN VARLIK NEDENİ! Muhammed Ali Mücahid
24
CAHİLİYE TOPLUMLARININ İSLÂM DAVETÇİLERİNE TUZAKLARI Adem Sözkesen
30
SELEFİ SALİHİN’İN YOLU Ramazan Zenbil
34
RAMAZAN’DAN SONRA NE YAPMALI?
55
Hakan Sarıküçük
EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’LMÜNKER İLE KUŞANMAK YA DA DUALARIN ÖNÜNÜ TIKAMAK Ali Yücel
37
İSLÂM DAVETÇİLERİNİN AZIĞI SABIR Abdullah Aydın
KİTAPLIK
HAYIRLI ÜMMET’İN İNŞÂSINA DOĞRU Said Özdemir
Seyyid Kutub (1906-1966) Hakan Sarıküçük
EĞER BÖYLE BİR EŞE SAHİPSENİZ NE MUTLU SİZE Yusuf Yılmaz Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Eylül 2013
41
47
İSLAM DAVETÇİLERİ
61
50 52
DÜNYADAN HABERLER
Yazı kuralları • • • •
Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir.
•
• •
Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.
62
EDİTÖR Allah’ın adıyla Hamd, “Müminler ancak kardeştir” (Hucurat, 10) dusturu ile bizleri dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlik bağı ile birbirine bağlayan Yüce Rabbimize, salât ve selam “Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.” (Buhârî, Müslim) buyuran efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabilerine ve bu nurlu yolun hizmetkârlarına olsun. Değerli Dostlar Kanayan coğrafyamızda bir yanımız daha kanatılmış, silinmesi mümkün olmayan acı yaralar açılmıştır. Filistin, Irak, Afganistan, Suriye derken Mısır da zulmün pençesine düşürülmüş darbeciler ve onların hain işbirlikçileri kardeşlerimize açıkça kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden saldırıya geçmişlerdir. Binlerce kardeşimiz şehit edilmiş bir o kadarı fazlasıyla yaralanmış ve yüzlerce kişide hapishanelere doldurulmuştur. Bu olaylar bir kere daha bize batının ve taraftarlarının çirkin yüzünü, onların yerli uşaklarını ve kirli ittifaklarını ayan beyan ortaya çıkarmıştır. Rabbimizin “…Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler…” (Bakara, 217) ayetinin tecellisini bir kere daha müşahede etmiş olduk. Sözde demokrasi ve ilkesel duruşlarının ne kadar gerçekçi olduğu görmüş olduk. Aslı İslam’a ters olan demokrasinin aslında onlar için de bağlayıcı olmadığını sadece kendi çıkarları için kullandıkları bir sistem olduğunu bir kere daha gördük. Cezayirde, Filistinde yaptıkları gibi Mısır’da da seçimle işbaşına gelen kişiler yok sayılarak hareket edildi ve binlerce insan kaltedildi. Bu demokrasinin acıkınca yedikleri doyunca taptıkları bir put mesabesinde olduğunu ortaya çıkardı. Değerli Dostlar Duruşumuzu beşeri sistemleri referans alarak değil, Kur’an ve Sünnet merkezli bir hayat sistemi talebiyle konumlandırmalıyız. Bugün işlerine geldiği için demokrasiyi dayatanlar yarın başka bir sistem işlerine geldiğinde bunu dayatacaklarından hiçbir şüphemiz olmamalıdır ki her geçen gün yaşanan olaylar bunu ortaya koymaktadır. Müslümanlar Rabbimizin razı olduğu ve seçtiği İslam nizamını talep etmeli ve her yolla bunun tebliğini yapmalıdırlar. Değerli Dostlar Diğer yandan kardeşlerimiz dünyanın dört bir yanında zulüm altında inim inim inlerken pasif kalmak, sessiz kalmak kabili mümkün değildir. Meşru her zemin ve platformda mazlum müslümanlar desteklenmeli ve bunun için elden gelen her türlü yardımlar yapılmaya çalışılmalıdır. Başta maddi yardımlar olmak üzere dualarımızda kardeşlerimizi unutmamalıyız.
NEBEVÎ HAYAT
Değerli Kardeşler
4
Bu sayımızda da sizlere faydalı olacağını umduğumuz zengin bir içerik hazırlamaya çalıştık. Öncü neslin özellikleri ve mükafatları, günümüz davetçilerine önemli ilkeler, istiklal mahkemeleri, bir ayet ve hadis köşemiz, bu ayın şehitlerinden Ömer Muhtar’ın kısa hayatı ve İslam dünyasından haberler ile güzel bir dergi hazırlamaya çalıştık. Beğenerek okumanız ve istifade etmeniz dularımızla. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duasıyla… EYLÜL’13
KAPAK GÜNDEM
Nedim Bal
Öncü Neslin Özellikleri
İslam ümmetinin başına gelen zillet, gün gibi apaçık ortadadır. Zayıflık, bitkinlik, umutsuzluk ve tembellik hastalığı Ümmet-i Muhammed’in bedenini sarmış durumda. Bizler yeryüzünün en çaresiz, en zavallı kimseleri olduk. Sayımızın, varlığımızın, sözümüzün bir değeri yok.
İ
slam ümmetinin başına gelen zillet, gün gibi apaçık ortadadır. Zayıflık, bitkinlik, umutsuzluk ve tembellik hastalığı Ümmet-i Muhammed’in bedenini sarmış durumda. Bizler yeryüzünün en çaresiz, en zavallı kimseleri olduk. Sayımızın, varlığımızın, sözümüzün bir değeri yok. Hıristiyan emperyalistlerin, siyonist yahudilerin ve onlara köpeklik yapmayı beceri zanneden münafık idarecilerin ayakları altında çiğneniyor ve kurşunlanıyoruz. Evlatlarımızı öldürüyorlar, evlerimizi yıkıyorlar. Gençlerimizi kelepçeleyip zindanlara tıkıyorlar. Bütün bunlar dünyanın gözü önünde oluyor. Bu hal İslam Ümmetinin yaşadığı en zelil haldir. Dünya gözüyle baktığımızda şöyle denilebilir: “İslam düşmanlarının maddi ve teknolojik üstünlüğü ortadadır. Bizlerin şu an için onların bu üstünlüğüne ulaşmamız mümkün değildir. Kaldı ki İslam düşmanları da bizlerin güçlü olmasına ve
onlara yetişmemize izin vermeyeceklerdir. Bu durumun devam etmesi demek, İslam Ümmetinin içinde bulunduğu halin devam etmesi anlamına gelmektedir. Siyonistlerin ve Haçlıların dünya hırsı ve İslam düşmanlığı Müslüman coğrafyaların daha da kötüleşeceğini, zulmün ve baskının daha da artacağını göstermektedir. Bu sebeple lanetlenen maymunların ve sapık domuzların torunlarıyla iyi geçinmekten başka çaremiz yoktur.” Evet, tüm bunlar meselelere sadece dünya gözüyle bakanların hesap ve yorumlarıdır. İman ehlinin yaptığı hesap ise bambaşkadır. İman ehlinin baktığı pencereden bakıldığında; orada insan aklının sınırlarının hayal dahi edemeyeceği bir kuvvetin varlığı görülür. Düşmanın gücü, imkanları ve üstünlüğü ne kadar büyük olursa olsun şayet o kuvvetin sahibi; zayıf güçsüz ve biçare olan topluluğa yardım eder ve desteklerse, zafer o topluluğun yanındadır. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
Bismillahirrahmanirrahim
5
İşte o kuvvet; ilahi kuvvettir. O, Subhan, Cebbar, Kahhar, Züntikam olan Allah’ın kuvvetidir. O, Allah ki yerlerin ve göklerin askerleri O’nundur. O, her şeye hükmeder. O, rüzgar ve fırtınalara hükmeder. O, yıldırımlara ve yağmurlara hükmeder. O, depremlere ve volkanlara hükmeder. O, denizlere ve okyanuslara hükmeder. En önemlisi de O, düşmanların soluduğu havaya ve aldığı nefeslere hükmeder. İşte bu aziz ve hamid olan kuvvet; alçak düşmanlarımıza karşı koyarken, ümit beslediğimiz sırtımızı dayadığımız, bize şerefimizi iade edecek ve bizleri insanlığa tekrar üstün ve rehber kılacak TEK KUVVETTİR. Yüce Rabbimiz kitabında şöyle buyuruyor. “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur, 55) Yüce Rabbimiz, yeryüzünde hakimiyet ve zafer vadettiği bu topluluğun ortaya çıkmasıyla ilgili ne bir yer, ne de bir zaman tayin etmiştir. Tam aksine Yüce Allah, herhangi bir zamanda veya herhangi bir coğrafyada ortaya çıkacak olan öncü nesil için bazı şartlar ve özellikler tayin etmiştir. Aziz ve Hamid olan Allah’ın hakimiyet ve zafer vaadi; bu şartları ve özellikleri taşıyanlar için muhakkak gerçekleşecektir. Kara bulutların üzerimize çöktüğü, tuzak, hile, hainlik ve aldatmaların bizleri çepeçevre kuşattığı, Müslümanların kanlarının oluk oluk aktığı,
“Yok mu bu karanlık gecelerin sabahı?” dediğimiz şu dönemde, kendilerine yeryüzünde zafer ve hakimiyetin verileceği bizzat Yüce Allah tarafından vaat edilen o nesli, o öncü nesli ortaya çıkarmak için ümmet olarak omuz omuza vermeliyiz. Bu bir grubun, bir cemaatin tek başına üstesinden geleceği bir şey değildir. Bu ümmetin her kesiminin yeniden diriliş projesi olmalıdır. Neye mal olursa olsun bu öncü neslin ortaya çıkması için gayret göstermeliyiz. Bu hususta ilk öncü nesil olan sahabe neslini iyi düşünmemiz gerekir. Yüce Allah’ın yeryüzünde hakimiyet ve zafer vaadine mazhar olan bu öncü neslin hangi şartları yerine getirdikleri ve hangi özelliklerle vasıflandıklarını çok iyi bilmek gerekir. Şunu da asla unutmamak gerekir ki; sebepler yalnız başına zafere götürmez. Bilakis zaferi gerçekleştiren Alemlerin Rabbi Allah’tır . “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i-İmran, 160) İşte, yeryüzünde hakimiyet ve kesin bir zafer vaat edilen, öncü neslin özelliklerinden birkaçı; 1. İHLASLI BİR NESİL Allah’ın yardım ve zaferine mazhar olacak nesil, hiç şüphesiz ihlaslı bir nesildir. Bu ihlaslı neslin fertlerinde olması gereken özellikler ise şunlardır: • Hayırlı bir ameli yaparken liderinden, hocasından, amirinden herhangi bir övgü veya ünvan yahut da diğer dava kardeşleri arasında öne çıkarılma gibi bir karşılık ve mükafat beklemeyecek. • Mümkün olduğunca yaptığı ameli gizlemeye çalışacak. O amelin duyulması
NEBEVÎ HAYAT
Kara bulutların üzerimize çöktüğü, tuzak, hile, hainlik ve aldatmaların bizleri çepeçevre kuşattığı, Müslümanların kan-
6
larının oluk, oluk aktığı, “Yok mu bu karanlık gecelerin sabahı?” dediğimiz şu dönemde, kendilerine yeryüzünde zafer ve hakimiyetin verileceği bizzat Yüce Allah tarafından vaat edilen o nesli, o öncü nesli ortaya çıkarmak için ümmet olarak omuz omuza vermeliyiz.
EYLÜL’13
Bu işin aslı şudur ki, kişi sevdiğini çokça zikreder. Biz Rabbimizi ne kadar zikrediyor, ne kadar anıyor, ne kadar onu yüceltiyor ve tespih ediyorsak, sevgimiz de o kadardır. Bu hususta, nefislerimizi kandırmayalım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır. “Allah’ı zikredenle, O’nu zikretmeyenin misali, diri ile ölü misalidir.”
• İnsanların yaptığı amel hususunda ne düşündüklerini öğrenme çabası içinde olmayacak. Aksine işlediği hayırlı amelin unutulması, gizlenmesi ve hakkında konuşulmaması yolunda gayret gösterecek. • Şöhrete kapılma duygusundan korkacak ve imkanı ölçüsünde bundan kaçmaya çalışacak. • İnsanların övgüsünü bir tehlike görecek ve yapılan övgüleri savmaya çalışacak. • Yaptığı amelin başkalarına atfedilmesi durumunda dahi içinde bir daralma hissetmeyecek. • Sadece kendisi ile Allah arasında gizli kalan salih amellerini saklı tutacak, ifşa etmeyecek.
İşte, Allah’ın yardım edeceği ve zafer vereceği öncü neslin, ihlas alametleri bunlardır. 2. KALBİ ALLAH VE RASULÜNÜN SEVGİSİ İLE DOLU BİR NESİL Bu öncü neslin en büyük özelliği kalbindeki Allah ve Peygamber sevgisinin, baba, kardeş, hanım, çocuk, akraba, millet, mal, mülk ve ticaret sevgisinden daha büyük olmasıdır. Öncü neslin fertleri için, dünya ve içindekiler bir yana, Allah ve Rasulü bir yanadır. Bu öncü neslin Allah ve Peygamber sevgisinin işaretleri şunlardır: • Öncü nesil, hayatını Allah’ın emirlerine göre düzenleyecek. • Öncü nesil, bir günah veya hata işlediğinde derhal Rabbine yönelecek, tevbe ve istiğfarda bulunacak. • Öncü nesil, verdiği tüm nimetler için Allah’a şükredecek.
• Kendisinin daha tecrübeli ve bilgili olduğu bir işe başkasının seçilmesi durumunda, içinde asla sıkıntı hissetmeyecek, hatta seçilen kişiye nasihatte bulunacak ve tecrübelerini aktaracak.
• Öncü nesil, musibetlere karşı sabırlı ve kadere razı olacak.
• Bulunduğu makamı; kendisi, akrabaları ya da dostları için dünyevi menfaat elde etme aracı olarak kullanmayacak.
• Öncü nesil, Allah’ın sevdiklerini sevecek, Allah’ın buğz ettiklerine buğz edecek.
• Yaptığı salih amellerin ardından çokça tevbe ve istiğfar edecek. • Başkalarına yaptığı iyiliği başa kakmayacak, bu iyilikleri onlara hiçbir şekilde hatırlatmayacak. • Kendini asla muhlis biri olarak görmeyecek, nefsini sürekli kınayacak ve münafıklıktan çokça korkacak.
• Öncü nesil, Allah ile başbaşa kalmak için geceleri fırsat bilecek, tenhada gözyaşı dökecek.
• Öncü nesil, Allah’ın kitabını sevecek, onu rehber edinecek ve her daim onunla meşgul olacak. • Öncü nesil, Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar çiğnendiğinde, O’nun şeriatı yok sayıldığında ve kitabının hükmü kaldırıldığında, bundan ızdırab duyacak ve öfkelenecek. • Öncü nesil, Allah’ı çokça zikredecek. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
ve öğrenilmesi yönünde herhangi bir girişim ve imada bulunmayacak.
7
Bu işin aslı şudur ki, kişi sevdiğini çokça zikreder. Biz Rabbimizi ne kadar zikrediyor, ne kadar anıyor, ne kadar onu yüceltiyor ve tespih ediyorsak, sevgimiz de o kadardır. Bu hususta, nefislerimizi kandırmayalım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır. “Allah’ı zikredenle, O’nu zikretmeyenin misali, diri ile ölü misalidir.” (Buhari) 3. ALLAH’TAN KORKAN BİR NESİL Kendilerine yardım ve zafer vaat edilen öncü nesil, ölüm anındaki sekarattan, kabir hesabından, kıyamet gününün dehşetinden, Allah ile karşı karşıya gelmekten, hesap ile baş başa kalmaktan, o gün kötülüklerin ağır, iyiliklerin hafif gelmesinden, sıratı geçememekten, cennete ulaşamamaktan, çok korkar. Bu korku, öncü nesli Allah’a itaate, günahlardan uzaklaşmaya, mekruhları terk etmeye, ve kul haklarına dikkat etmeye götürür. 4. İBADETE DÜŞKÜN BİR NESİL Öncü nesil, Allah’a çokça ibadet eden bir nesildir. Bu öncü nesil, Allah’ı çokça zikreder. Bu nesli melekler tanır. Melekler onları Allah katında anar. Mescitler onlara şahitlik eder. Kur’an onlara şahitlik eder. Onlar namazlarını asla terk etmezler. Namaz onların göz aydınlığıdır. Rükû ve secdelerini uzun yaparlar. Rablerine çok yalvarırlar. Onlar nafilelerle özellikle de gece namazlarıyla Allah’a yaklaşırlar. Öncü neslin, günlük zikirleri vardır. Bunları asla terk etmezler. Öncü nesil, infakta bulunur, oruç tutar ve çok dua eder. Öncü nesil, insanları İslam’a davet etmeyi ve meşguliyetlerini bahane ederek, kendi nefsiyle uğraşmaktan, O’nu ibadet, zikir, istiğfar ve dua ile ezmekten geri durmaz. “And olsun Zikir’den sonra Zebur’da da: “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık. Bu Kur’ân’da da elbette Allah’a ibadet eden kimseler için bir mesaj vardır.” (Enbiya, 105-106)
5. MÜTEVAZİ BİR NESİL Öncü neslin önemli bir özelliği de alçak gönüllü olması, Müslümanları sevmesi, cemaatçilik ve hizipçilik yapmaması, sadece kendini hak, diğerlerini batıl görmemesi, tüm Müslümanlara şefkatle yaklaşması, kendini onlardan üstün görmemesi ve her daim haddini bilmesidir. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide, 54) 6. DÜNYAYA DÜŞKÜN OLMAYAN (ZAHİD) BİR NESİL Dünya sevgisi ve dünyaya yönelmek, kul ile Allah arasındaki dostluğun önündeki en büyük engellerden biridir. Bu ümmetin içine düştüğü zayıflık ve zilletin en büyük sebebi de aşırı dünya sevgisi ve onunla meşgul olmaktır. Öncü nesil şunu unutmayacaktır; az olup da yeten mal, çok olup da meşgul eden maldan daha hayırlıdır. Öncü nesil şu parolayı da unutmayacak: “Dünya, bir gölge gibidir. Sen onu yakalamak için kovaladıkça, o senden kaçar. Sen onu kovalamaktan vazgeçip, geri dönünce o seni takip eder.” Öncü nesil ihtiyaçlarını giderecek, ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ve başkalarına el açıp sadaka dilenmeyecek kadar, dünya için çalışacak. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır; “İnsanların en hayırlısı, başkalarına muhtaç olmayanlardır.” (Müslim)
Öncü neslin, günlük zikirleri vardır. Bunları asla terk etmezler. Öncü nesil, infakta bulunur, oruç tutar ve çok dua eder.
NEBEVÎ HAYAT
Öncü nesil, insanları İslam’a davet etmeyi ve meşguliyetlerini bahane ederek, kendi nefsiyle uğraşmaktan, O’nu ibadet,
8
zikir, istiğfar ve dua ile ezmekten geri durmaz. “Ant olsun Zikir’den sonra Zebur’da da: “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık. Bu Kur’ân’da da elbette Allah’a ibadet eden kimseler için bir mesaj vardır.” (Enbiya, 105-106)
EYLÜL’13
Mücahid öncü nesil için üç damla çok kutsaldır. Allah’a duyduğu muhabbet ve haşyetin eseri olan gözyaşı, Allah yolunda koştururken akıttığı ter ve Rabbinin yüceliğine ve nizamının üstünlüğüne şahitlik yaparken verdiği kan. Öncü neslin, sırf Allah rızası için akıttığı, kan, ter ve gözyaşı, kıyamet günü ona şahitlik yapacaktır.
7. MÜCAHİD BİR NESİL Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!...” (Enfal, 39) Yüce Allah’ın yeryüzünde hakimiyet ve zafer vereceği öncü nesil, hayatını ve tüm imkanlarını bu hedefi gerçekleştirmek için seferber edecek. Bu gayret ve çabalamada, asla cimri olmayacak. O, Allah yolunda cehd ederken, sağında ve solunda kimse var mı diye bakmayacak. Benim olmadığım yerde hiç kimse yoktur düsturunu kendine şiar edinecek. Allah yolundaki cehdinde, Rabbinin rızası dışında bir beklentisi olmayacak. Mücahid neslin bir özelliği de Allah yolunda cihad ederken hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamasıdır. (Maide, 54) Bu öncü nesil, hedefi uğrunda hayatını vakfedecek, kendisi ve Muhammed ümmeti için nefsinin arzuladığı şeylere elveda diyecek. Öncü nesli, hayatını Allah yoluna vakfetmeye iten sebep ve onun yüreğini parçalayan şey, şu an yeryüzünde Müslümanların içine düştüğü eşi benzeri görülmemiş bir zillet ve esarettir. Bu öncü nesil, sürekli Allah yolunda bir şeyleri feda etmeye hazır olacak. İslam’ı güçlendirme ve sancağını yüceltme, gayreti içinde olacak. Bu uğurda, ilmini, vaktini, malını, canını vermekten asla geri durmayacak. Mücahid öncü nesil için üç damla çok kutsaldır. Allah’a duyduğu muhabbet ve haşyetin eseri olan gözyaşı, Allah yolunda koştururken akıttığı ter ve Rabbinin yüceliğine ve nizamının üstünlüğüne şahitlik yaparken verdiği kan. Öncü neslin, sırf Allah rızası için akıttığı kan,
ter ve gözyaşı, kıyamet günü ona şahitlik yapacaktır. 8. SABIRLI BİR NESİL Allah’ın yeryüzünde hakimiyet ve zafer vaadettiği nesil sabırlı olacak. Karşılaştığı baskı ve zulümlere tahammül edecek. Engeller karşısında yılmayacak. Yokuşlarda tıkanmayacak. Gördüğü ilk zorlukta kayış atmayacak. Yüce davası uğrunda karşılaştığı musibet ve zorluklara sebat edecek. Öncü neslin evlatları, kendilerini yüce gayeye ulaştıracak yolu, güllerle,çiçeklerle ve alkışlarla döşenmediğini iyi bilecek. Tam tersine bu yolun dikenlerle, engellerle, zorluklarla, acılarla, çilelerle, hakaretlerle ve şehadetle dopdolu olduğunu bilecek. Kendilerine hakimiyet ve zafer verilecek öncü nesil şunu unutmayacak: “İmtihanlara tabi tutulmadıkça, hakimiyet ve zafer asla gelmeyecek.” Bu sünnetullahtır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”(Bakara, 214) “Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 31) Rabbimizin sünnetullahı gereği, bu imtihanlarla yüzleştiğinde ise öncü neslin tavrı şu olacak: “ Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara, 250) ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
Öncü nesil, dünyanın değil, ahiretin nimetlerini elde etmek için hırslanacak, gayret ve cehdini bu yöne kaydıracak.
9
9. ADALETLİ VE ÖLÇÜLÜ BİR NESİL Öncü neslin diğer bir özelliği de, herhangi bir topluluğa, herhangi bir cemaate duyduğu öfke, onu adaletsizliğe sürüklemez. Öncü nesil, onlarda olmayan vasıflarla, onları anmayacak. Oradan buradan duyduğu, kesin olmayan sözlerle, diğer Müslüman kardeşleri hakkında hüküm vermeyecek. Öncü nesil, “kişinin duyduğu her şeyi söylemesi, ona yalan olarak yeter” hadisi şerifini asla unutmayacak. Öncü nesil, onlarda gördüğü güzellik ve hayırları gizlemeyecek. Kıskanmayacak, haset etmeyecek. Öncü nesil, onların tevhid akidesini bozacak, imanlarını tehlikeye sokacak bir hallerine şahit olduğu vakit eleştirisini, nasihatini ve davetini; dengeli, mütevazi, hikmetli ve delilli bir şekilde ortaya koyacak ve davasını ispat edecek. Fakat öncü nesil bilecek ki, şu zaman birbirimizle uğraşma ve birilerini üzerimize güldürme zamanı değildir. Öncü nesil, ibadetlerinde dengeli olacak, nefsinin ve ailesinin haklarını unutmayacak. Öncü nesil, hal ve hareketlerinde ölçülü olacak, ifrat ve tefridden kaçınacak, her hak sahibine hakkını verecek. Öncü nesil, küçüğü büyük, büyüğü küçük yapmayacak. Öncü nesil, önce nefsini ıslah edecek, sonra evini, sonra da toplumu. Öncü nesil şunu unutmayacak: “Topluma daveti götürürken, evine ve ehline daveti götürmeyenler, helak olmuştur.” 10. ET VE TIRNAK GİBİ KAYNAŞMIŞ BİR NESİL
NEBEVÎ HAYAT
Zafer ve yeryüzünün hakimiyeti vaat edilen neslin fertleri, birbiriyle alakasız, birbirinden kopuk, birbirine soğuk olamaz. Hastalandıklarında ziyaretleşmeyen, cenazelerinde bulunmayan, düğünlerine iştirak etmeyen, sıkıntı anlarında birbirlerinden uzak duran, birbiri hakkında kötü zanlarda bulunan kibirli bir topluluğa Allah rahmet ve yardım etmez.
10
Öncü nesil bu kötü amellerden uzak duracak. Öncü neslin evlatları birbirleriyle et ve tırnak gibi olacak. Kardeşinin ter kokusunu kendi ter kokusu gibi görecek. Kardeşinin başına gelen musibet, onu da ağlatacak. Kardeşi sevinçten güldüğünde, o da gülecek. Öncü neslin evlatları arasında birbirini çekememezlik, kin, kıskançlık olmayacak. Öncü nesil, birbirlerine dua edecek. Kendisinde EYLÜL’13
olan nimetlerin kardeşlerinde de olmasını isteyecek. Öncü nesil, tüm bunları en yüce makamı, Makam-ı İlahiye’yi razı etmek için yapacak. “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 4) Sonuç olarak, Allah’ın kesin bir zafer ve yeryüzünde hakimiyet vaadettiği öncü nesil, işte böyle bir nesildir. Bu neslin vasıflarıyla vasıflanmaktan başka bir çaremiz yoktur. Ey kendisini İslam’a ve İslam davasına nispet eden tüm kardeşlerimiz! Bizler öncü nesil olamadık. İnançlarımızı hayatımıza geçiremedik. Rabbimize dosdoğru bir kul olamadık. İslam için fikrimiz ve dilimiz çalıştı ama, bedenimiz yattı. Gösteriş ve riya içimizde kol gezdi. Az ile yetinirken çokla doymayan bir topluluk olduk. Liyakat sahibi olanları değil, dayı sahibi olanları işlerimizin başına geçirdik. Dünyayı ve nimetlerini içimize çok soktuk. Bizler birbirimizle çok uğraştık. Şeriat delil isterken, bizler kuru zanlarla ve tek taraflı haberlere dayanarak birbirimiz hakkında çok hükümler verdik. Maalesef kardeşlerimizin etini de çok yedik. Birbirimize karşı tahammülü, insafı, hoşgörüyü, affı, gülümsemeyi, merhameti unuttuk. Kendisine karşı anlayış bekleyenlerimiz başkalarına karşı anlayış göstermedi. Sesini çok çıkartanlar, hep haklı oldu. Sessizler ise hep mazlumdu. Sesini çok çıkaranlara ibret olsun diye, hep mazlumları cezalandırdık! İbadetlerimiz rutin adetlere döndü. Ailemize ve yakın akrabalarımıza karşı, sorumluluklarımızı yerine getirmemekle maalesef övünür olduk. Bunun adını da “İslami tavır ve İslami çalışma” koyduk. Bizler maalesef öncü nesil, örnek nesil olma trenini çoktan kaçırdık. Hiç olmazsa evlatlarımız, öncü nesil olma fırsatlarını kaçırmasın. Bizlerin düştüğü kuyulara onları da atmayalım. Böyle bir nesil olamadıysak, bari böyle bir nesil yetişmesi için dert ve istikamet sahibi olalım. Belki o zaman sevaplarımızı tüketen dağ gibi günahlarımız affolunur da Yüce Rabbimiz bizlerin üzerine rahmetini gönderir ve bizleri bağışlar. Dert ve istikamet sahibi olanlara selam olsun.
Hakan Sarıküçük
Kapak Gündem
Hayırda Yarışanların Vasıfları ve Mükâfatları “İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre de kilittirler. Öyleleri de vardır ki, şerre anahtar, hayra kilittirler. Allah’ın, ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! Allah’ın, şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!”
slam dini bütün insanları hayra davet etmekte ve bizlerden faydalı işler yapmamızı istemektedir. Aynı zamanda iyilik yolunda da başkalarına örnek olmayı ve hayırda yarışmayı teşvik etmektedir.(1) Hayırda öncü olmak her Müslümanın şiarı olmalıdır. Müslüman bir lokomotif misali hayır vagonlarını çekmek için çalışmalı her gittiği yere hayrı da götürmelidir. Diğer bir tabirle lokomotif olan Müslüman arkasında nereye gideceğinin şuurunda olmayan vagon misali kitleleri doğru istikamete yönlendirmek için çaba sarfetmelidir. Nitekim dinimizin üzerinde en çok durduğu ve teşvik ettiği konulardan biri olan iyilik ve hayırda yarışma hususunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İyiliklerde yarışın. Zira hepinizin dönüşü Allah’adır.”(1) ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
İ
11
“Herkesin yöneldiği bir cihet vardır, Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.”(2) Mümin hayırda öncü olmalı, günahlardan ise devamlı kaçınmalıdır. Bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır. “İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre de kilittirler. Öyleleri de vardır ki, şerre anahtar, hayra kilittirler. Allah’ın, ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! Allah’ın, şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!”(3) Müslüman, hem kendisi hem de tüm insanlık için hayrı isteyen, hayra teşvik eden ve kötülüklerden uzaklaşıp başkalarını da uzaklaştırmaya çalışan kişi olmalıdır. Bunu da Allah rızası için yapmalıdır. Bu amelin maddi ve manevi kazancına dair “Allah bu ümmete, ancak zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım eder”(4) ve “Siz, güçsüzleriniz sayesinde rızka ve zafere kavuşursunuz”(5) buyuran Peygamber Efendimiz, hayırda yarışmanın ne derece önemli olduğunu beyan etmektedir. Hayırda öncü olan Müminlerin vasıflarını şu şekilde zikretmek mümkündür. 1. Hayırda öncü olanlar salih kimselerdendirler. “Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar. İşte onlar salihlerdendirler.” (Âl-i İmran, 114.) 2. Onlar Rablerine iman edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselerdendirler. “Hem o kimseler ki, onlar Rablerinin âyetlerineîmân ederler. Yine o kimseler
ki, onlar Rablerine ortak koşmazlar.” (Mü´minûn, 58-59) 3. Kalpleri Ürpererek Allah korkusuyla infak eden kimselerdir. “Ve o kimseler ki, şüphesiz onlar Rablerine dönecek kimseler oldukları(nı bildikleri) için, verdikleri şeyleri kalpleri ürpererek verirler. İşte bunlar, hayırlı işlerde koşuşurlar ve onlar bunlarda (o hizmetlerde)sâbikūn(önde gidenler) dir.” (Mü´minûn, 60-61.) 4. Mükâfatları cennettir İnşaallah. “Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun!” (Âl-i İmran, 133.)
“Onun da duasını kabul buyurduk. Ona Yahya’yı armağan ettik. Bunun için de eşini çocuk doğurmaya elverişli hale getirdik. Doğrusu onlar hayırlı işlere koşuşur, iyilikte yarışır,
NEBEVÎ HAYAT
hem ümit, hem endişe içinde Bize yakarırlardı. Gerçekten
12
Bize derin bir saygı gösterirlerdi.” (Enbiya, 90)
EYLÜL’13
“Sizi katımızda değerli kılacak ve Biz’e yaklaştıracak olan, ne mallarınız ne de evlâtlarınızdır. Ancak îmân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir. Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler.” (Sebe’, 37)
“Bir hayra delâlet eden, onu yapan kimse gibi sevap kazanır” EbûDâvûd, Edeb, 114-115
Hayırlı işler yapanlara mükâfatları kat kat fazlasıyla verilir. “Her kim bir iyilik yaparsa ona, o yaptığı iyiliğin on katı vardır…” (En’âm, 160)
6. Allah onların dualarını kabul eder ve Dünyevi olarak ta onları destekler.
9. Kendilerine Cennette her türlü ikramlar yapılır.
“Onun da duasını kabul buyurduk. Ona Yahya’yı armağan ettik. Bunun için de eşini çocuk doğurmaya elverişli hale getirdik. Doğrusu onlar hayırlı işlere koşuşur, iyilikte yarışır, hem ümit, hem endişe içinde Bize yakarırlardı. Gerçekten Bize derin bir saygı gösterirlerdi.” (Enbiya, 90)
“Kendilerine ağzı mühürlü saf şarap şişelerinden şarap ikram edilir. Hitamı misktir, içildiğinde sonu mis gibi kokar. İşte yarışacaklarsa insanlar, bu cennet devletine konmak için yarışsınlar!” (Mutaffifin, 25-26)
7. Hayırda öncü olanlara AllahuTeâla Kitabı Miras olarak vermiştir. “Sonra o kitâbı,kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (senin ümmetine)mîras verdik. Artık onlardan nefsine zulmeden de var, içlerinden muktesid(orta yolda giden) de var.Bir de onlardan Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçen var.” (Fâtır, 32) 8. Yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfatlandırılırlar ve Emniyet içinde Cennet köşklerinde bulunurlar. “Sizi katımızda değerli kılacak ve Biz’e yaklaştıracak olan, ne mallarınız ne de evlâtlarınızdır. Ancak îmân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir.Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler.” (Sebe’, 37)
10. Öncü kimseler Allah’ın Rahmetine ermede de öncü olan kimselerdir. Ve o yarışıp öne geçenler, öncüler!İşte, onlardır (Allâh’a) yaklaştırılanlar,Nimet cennetlerinde.Çoğu öncekilerden,Birazı da sonrakilerden (olan bu insanlar),Altın ve cevahirle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.Onların üzerinde karşılıklı yaslanırlar.Çevrelerinde, ebedi yaşamağa erdirilmiş gençler dolaşır… (Vakıa 10-17) Ayette söz konusu edilen öncülerin çocukluklarından itibaren hiç günaha bulaşmamış ve bu hal üzere yaşayıp ölenler (Zemahşerî,elKeşşâf,s,1075) peygamberler, her toplumun iman öncüleri, Kur’ân ehli, Allah’a ibadette ve Allah yolunda olmakta öne geçenler olduğu bildirilmiştir. Ayette iki kere es-sâbikûn ifadesi tekrar edilmiştir. Bu tekit için olmakla beraber, Allah’a taatte öncü olanların, Allah’ın rahmetine ermede de öncü olduklarına dikkat çekmek içindir. (İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, VIII, 133-134) ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
5. Hayır yapmaya çağıranlarda yapanlar kadar ecir kazanır.
13
Hayır yolları Kolaydır Cenâb-ı Hak, nihâyetsiz lutfunun bir eseri olarak kullarına hayır yapma yollarını kolaylaştırmıştır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellembunu hadîs-i şerîflerinde şöyle haber verir: 1. “İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” (Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56) 2. “Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey, kıyâmet gününe kadar o müslüman için sadaka olur.” (Müslim, Müsâkât, 10)
NEBEVÎ HAYAT
Hayırlı işlerde Geri kalmak rahmet ve lütuftan mahrum bırakır.
14
Şayet insanlar ilim, ahlâk ve fazilet yolunda ilerlemez de ihmalkâr ve bigâne davranırlarsa, Allah Teâlâ da onları rahmet ve lütfundan mahrum bırakır. Böyle bir bedbahtlığa maruz kalanların her bakımdan geri kalacaklarında ise hiç şüphe yoktur. Hayırlı ameller hususunda daima ileride olmanın ehemmiyetini gösteren şu rivayetler oldukça dikkat çekicidir: EYLÜL’13
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashabının gerilerde saf tutmaya çalıştığını görmüştü. Bunun üzerine onlara: “Öne doğru gelin ve bana tâbî olun! Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir topluluk devamlı surette gerilerse, Allah da onları geri bırakır.” buyurdu. (Müslim, Salât, 130; EbûDâvûd, Salât, 97/680) Yine Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Zikir(yâni hutbe) esnasında hazır bulunun, imama yakın olun. Zira kişi, uzaklaşmaya devam ede ede, girse bile cennette de geri kalır.” (EbûDâvûd, Salât, 232/1108) Bir kimse mâzeretsiz olarak hayır hizmetlerinden uzak kalmaya devam ederse, cennete girse bile çok az hayra sâhip olacağından, aşağı mertebelerde yer alır. Hâlbuki insanoğlu kıyamet günü en küçük bir hayra bile muhtaç olacaktır. Enes -radıyallâhuanh-’ın anlattığına göre Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Kıyâmet günü insanlar saf saf olurlar. (Bir rivâyete göre; cennet ehli saf saf olurlar.) Derken cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine rastlar ve: –Ey filân! Hatırladın mı sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der (ve bu suretle şefaat ister). Mümin de o kimseye şefaat eder. (Cehennemlik olan bir başka) kimse, cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:
–Hatırlıyor musun, sana bir gün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder. Yine cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine: –Ey filân! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim.» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8 ) Diğer salih ameller de burada nakledilenlere kıyas edilirse, büyük-küçük ayırt etmeksizin her türlü hayırda yarışmak icap ettiği anlaşılmış olur. Zira herkes âhirette -iyi veya kötü- yaptığı her amelin karşılığını görecektir. Hadîs-i şerîfte, o zor gün şöyle tasvir edilir: “Allah, sizin her birinizle tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak; ahirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak; ahirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak; karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecek. O hâlde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz (söyleyip gönül almak sureti) ile kendisini korusun.” (Buhârî, Zekât 10, Rikâk 31, Tevhid 36; Müslim, Zekât 97) Ebû Zer -radıyallâhuanh- şöyle der: Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana hitâben buyurdu ki: “Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi tabiî bir iyiliği bile sakın küçük görme!” (Müslim, Birr, 144; EbûDâvûd, Libâs, 24; Tirmizî, Et’ime, 30) Şairin dediği gibi, Rabbin yolunda durmadan çalışanlar! Size Rabbim takacaktır cennette nişanlar!
Hayırda aceleci Davranmak Unutmayalım ki mümin, hayır işlemeye doymaz ve bir hayrın şerefi de, geciktirilmeden, hemen yapılmasındadır.Her hayrı nimet bilip hemen ifa etmek gerekir. Sonraya tehir edilen hayruhasenât için çeşitli engeller ortaya çıkabilir. Zira hayırlı amelleri erteleyenler hakkında; “Yarın yaparım diyenler helâk oldu.” buyurulmuştur. Hayır ve sevap kazanma hususunda acele davranmak gerektiğini gösteren şu misaller ne kadar ibretlidir: 1. Câbir -radıyallâhuanh- nakleder: Uhud Savaşı’nda bir adam Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e: “–Eğer öldürülürsem, nerede olurum?” diye sordu. Peygamber Efendimiz de: “–Cennette!” cevâbını verdi. Bunun üzerine adam, (yemekte olduğu) elindeki hurmaları bir kenara bıraktı; derhal harbe daldı ve şehid düşünceye kadar savaştı. (Buhârî, Meğâzî, 17; Müslim, İmâre, 143; Nesâî, Cihâd, 31) 2. Esmâbint-i Yezîd, Peygamber Efendimiz’e ilk bey’at eden Medîneli hanım sahâbî idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu. İhtiyaç olduğunda Rasûl-i Ekrem Efendimiz’inhuzûruna çıkar, kadınların sormaya çekindikleri mevzuları rahatlıkla sorardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Esmâ’yı takdir eder, hayâ hissinin dînlerini öğrenmeye mânî olmadığını söyleyerek Medîneli hanımları medhederdi. Birgün hanım sahâbîler Hazret-i Esmâ’yı Allah Rasûlü’ne gönderdiler. Esmâ -radıyallâhu-
“Allah, sizin her birinizle tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak; ahirete gönderdiklerinden başka bir şey nemden başka bir şey göremeyecek. O hâlde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz (söyleyip gönül almak sureti) ile kendisini korusun.” (Buhârî, Zekât 10, Rikâk 31, Tevhid 36; Müslim, Zekât 97)
ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
göremeyecek. Soluna bakacak; ahirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak; karşısında cehen-
15
Hayırda yarışan hanım sahâbîlerden biri de ÜmmüRi’le el-Kuşeyrî’dir. Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna çıktı. “es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh” deyip hürmet ve tâzîmini arz ettikten sonra büyük bir edeb ve nezâketle söze başladı. Kadınların perde arkasında, haremde kaldıklarından, kocalarına hizmet etmek, çocuk beslemek ve beşik düzeltmek gibi ev işleri ile meşgul olduklarından bahsetti ve: “–Bizim için gazâya gidip büyük ecirlere nâil olmak mümkün olamıyor. Bize öyle bir şey öğretiniz ki, onunla Allâh’a yaklaşabilelim!” dedi.
anhâ-, RasûlullahEfendimiz’inhuzûruna çıkınca şunları söyledi: “–Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Ben Sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah Sen’i bütün erkek ve kadınlara peygamber göndermiştir. Biz Sana ve Sen’in Rabbine îmân ettik. Kadın olduğumuz için evlerimizde kapanıp kalmış, sizin için huzur ve sükûnet kaynağı olmuş ve çocuklarınızı büyütüp terbiye etmişizdir. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak, câmiye ve cemaate devâm etmek, hastaları ziyâret etmek, cenâzelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz. Bütün bunların en mühimi de Allah yolunda cihâd etmektir. Fakat siz hac ve umre için veya düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız zaman mallarınızı biz koruruz, iplik eğirip size elbise yaparız, çocuklarınızı besleriz. Buna göre bizler, kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olur muyuz?” Hazret-i Esmâ’nın bu sözleri Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çok hoşuna gitti. Ashâbına dönerek:
NEBEVÎ HAYAT
“–Siz hiç dîn husûsunda soru soran bir kadından bundan daha güzel sözler işittiniz mi?” diye sordu. Sonra da ona şunları söyledi.
16
“–Ey hanım! İyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara da iyice anlat ki, bir kadının kocasıyla güzel geçinip onun memnûniyetini kazanması, sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin hepsine denktir.” Hayırda yarışan hanım sahâbîlerden biri de ÜmmüRi’le el-Kuşeyrî’dir. Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna çıktı. EYLÜL’13
“es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh” deyip hürmet ve tâzîmini arz ettikten sonra büyük bir edeb ve nezâketle söze başladı. Kadınların perde arkasında, haremde kaldıklarından, kocalarına hizmet etmek, çocuk beslemek ve beşik düzeltmek gibi ev işleri ile meşgul olduklarından bahsetti ve: “–Bizim için gazâya gidip büyük ecirlere nâil olmak mümkün olamıyor. Bize öyle bir şey öğretiniz ki, onunla Allâh’a yaklaşabilelim!” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona: “–Gece gündüz devamlı Allâh’ı zikrediniz, gözlerinizi yabancıya bakmaktan ve seslerinizi onlara işittirmekten muhâfaza ediniz!” buyurdu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, VIII, 204) Hadis âlimi İbn-i Avn şöyle der: “Üç şey vardır ki, ben onları hem kendim hem de kardeşlerim için istiyorum: 1. Sünneti öğrenip tatbikâtına gayret etmek. 2. Kur’ân’ı anlamak, üzerinde tefekkür edip araştırmak. 3. İnsanları ancak hayır üzere bırakmak, hayırla muâmele etmek veya insanları yalnızca hayra dâvet etmek.” (Buhârî, İ’tisâm, 2) Hâsılı, hayırda yarışmak ve hayır işlerinde acele etmek, sayılı dünya günlerini değerlendirmenin en güzel yoludur. Sâlih ameller yapan ve hayır işleyen kişi, ancak kendi faydasına çalışmış olur.ZîrâCenâb-ı Hak şu vaatte bulunur: “Zerre kadar hayır işleyen, onun karşılığını (mutlaka) görür.” (Zilzâl, 7) “…Hayır olarak ne yaparsanız Allah onu muhakkak bilir.” (el-Bakara, 273)
“…Hayır olarak kendiniz için önceden ne gönderirseniz, onu Allah katında daha hayırlı ve mükâfâtı daha büyük olarak bulursunuz…” (Müzzemmil, 20) Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: “Ömrü ancak birr (her çeşit hayırlar, iyilikler, ihsanlar) uzatır; kaderi de ancak duâ geri çevirir. Kişi, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum bırakılır!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 10) Amel defterini hayırlarla doldurarak cennette yüksek bir makâma nâil olmak isteyen mümin, acele etmeli ve vaktini iyi değerlendirmelidir. İmkânı nisbetinde gücünün yettiği her hayrı işlemeye gayret etmelidir. Ancak hayırda yarışırken sâlih amelleri aceleye getirerek kusurlu ve noksan yapmamalıdır. Nitekim meşhur âlim Aliyyu’lKârî, bu hususta şu açıklamayı yapar: “Allâh’ın emirleri olan taatleri yapma hususunda acele edip hayra koşmak ile onları yerine getirirken acele etmek arasında büyük fark vardır. Bunlardan birincisi güzel ve medhedilmiş, ikincisi ise zemmedilmiştir.”
Yâni ibâdet ve hayırları tam vaktinde yapmak için acele etmek lâzımdır. Lâkin bunları alelacele ifa ederek hemen bitirmeye çalışmak doğru değildir. Zîrâ Cenâb-ı Hak, yapılan işlerin düzgün ve sağlam olmasından râzı olur. Şunu da unutmamak lâzımdır ki, Yüce Rabbimiz, ufacık bir hayra bile kat kat fazlasıyla ecir vermektedir. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına büyük bir lutfu olan bu keyfiyet, âyet-i kerîmelerde şöyle beyan buyrulur: “…Hayır olarak kendiniz için önceden ne gönderirseniz, onu Allah katında daha hayırlı ve mükâfâtı daha büyük olarak bulursunuz…” (Müzzemmil, 20) Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyetlerin tefsîri mâhiyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Hayırda yarışmak ve acele etmek, kâmil ve makbûl bir mü’min olmanın alâmetlerindendir. “İbâdetlerin
O’nun İzinde...
kabul ediliş alâmetleri, o ibâdetlerden sonra başka ibâdetlere girişmek, birbiri ardınca hayırlara koştukça koşmaktır.”
ZİLKADE 1434
17
İnsanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunandır. O halde biz de birbirimizle hayırda yarışalım. Zira bu uğraşlar, insanı manevi açıdan mutlu ettiği gibi onun cennete girmesine de vesile olacaktır. Unutulmamalıdır ki bu yarış, kaybedeni olmayan ve sonunda herkesin kazanacağı bir yarıştır. Rabbimiz hayırlı amellerle uğraşmayı, hayırlara vesile olmayı, hayırda yarışmayı ve bu yarışta kazanmayı bizlere nasib eylesin.
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (Hicr, 99) buyrulmaktadır.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da bu arzuyu hemen tatbikâta geçirirse, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hattâ kat kat fazlasıyla yazar.
Bir hadislerinde Peygamberimiz, mümin cennete girene kadar hayr dinlemeye ve hayır işlemeye doymazbuyurur. (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 302)
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister, sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenâlığı sadece bir günah olarak yazar.” (Buhârî, Rikâk, 31; Müslim, Îmân, 207, 259; Tirmizî, Tefsîr, 6/3073) Diğer bir hadîs-i şerîfte de şu îkazlar yer alır: 1. “Yedi şey gelmeden evvel hayırlı işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz; 2. (İbâdet ve tâati) unutturan fakirlik, 3. Azdıran zenginlik, 4. (Her şeyi) bozup perişan eden hastalık, 5. Saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık, 6. Ansızın geliveren ölüm, 7. Gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâlve, 8. Kıyâmetten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz? Kıyâmet ise belâsı en müthiş ve en acı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 3/2306)
NEBEVÎ HAYAT
Devamlı surette hayır yapmak
18
Hayırda yarışmak ve acele etmek, kâmil ve makbûl bir mü’min olmanın alâmetlerindendir. “İbâdetlerin kabul ediliş alâmetleri, o ibâdetlerden sonra başka ibâdetlere girişmek, birbiri ardınca hayırlara koştukça koşmaktır.” Velhâsıl bir mü’min, son durağı cennet oluncaya kadar hiçbir hayra doymaz. Zîrâ Hicr Sûresi’nde: EYLÜL’13
Sonuç: Ahiret gününe kat’î bir imanla inanan bir müslüman, amel defterini hayırlarla doldurabilmek için hayat sermayesini en verimli bir şekilde kullanmalı ve dâimâ amel-i sâlih işleme gayreti içinde bulunmalıdır. Karşısına çıkan her türlü hayır imkânını Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu olarak değerlendirmeli, bulunmaz bir fırsat bilmelidir. İnsanların bazı hayırlara iltifat etmediğine bakarak aldanmamalı, imkân bulabildiği her hayra koşmalıdır. İnsanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunandır. O halde biz de birbirimizle hayırda yarışalım. Zira bu uğraşlar, insanı manevi açıdan mutlu ettiği gibi onun cennete girmesine de vesile olacaktır. Unutulmamalıdır ki bu yarış, kaybedeni olmayan ve sonunda herkesin kazanacağı bir yarıştır. Rabbimiz hayırlı amellerle uğraşmayı, hayırlara vesile olmayı, hayırda yarışmayı ve bu yarışta kazanmayı bizlere nasib eylesin. AMİN.
----------------------------------------1. Maide, 5/48 2. Bakara:148 3. İbn-i Mâce, Mukaddime, 19 4. Nesâî, Cihâd, 43 5. Müslim, İmâre 133; EbûDâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14
Kapak Gündem
Said Özdemir
Suriye... Mısır...
Doğ Ey Güneş! Erit Taştan Adamı rında... Yine aynı senaryolar yine aynı söylentiler yine ezilen müslüman yine çığlıklara boğulan müslüman bacılar. Bir gece vakti ansızın vuruldu minik bedenler, ağzı süt kokan bebecikler... Sabahın ilk saatlerinde çığlıklar arşa yükseldi. Ölüm kustu kimyasal bombalar, yerlere düştü körpecik bedenler.. Onlardan kimisi kızarmış gözleriyle baktı ümmete, kimisi bir köşede son nefeslerini veriyordu kendisine tat vermeyen hayata, kimisi işaret parmağıyla suskun yüreğiyle titreyerek/ kalplerimizi titreterek ayrıldı bu dünyadan... Zaten gündüzleri kurşun seslerinin verdiği etkiyle sabahı bile beklemiyorlardı, bir bomba, bir kurşun bekliyorlardı sadece, tahmin edemediler kimyasal silahla vurulacaklarını... O gün, gece boyunca ağıtlar, haykırışlar, gözyaşları semaya yükseldi, Giden her bebek, her çocuk şikâyet etti Rahman’a bunca olan şeyleri. Yine hüzün çöktü yüreklerimize yine âhlar heyhatlar birbirine karıştı mazlum coğrafyalarda... Daha Afganistan, Çeçenistan, Irak, Mısırdaki yaşananları, öldürülen müslümanların yarala-
rını saramadan ansızın Suriye de kardeşlerimize karşı kullanan sarin gazıyla bir kez daha sarsıldık. Rengi ve kokusu olmayan bu gaz, önce kardeşlerimizin akciğerlerini tahrip edip sonrada sinir sistemlerini etkisiz hale getiriyormuş. Ekranlara yansıyan ilk görüntülerde kardeşlerimizin o hallerini izleyince içimizden bin âh koptu. Belkide hayatımızda ilk defa gördük bu kadar can çekişen can veren çocukları... Aman Allahım bunlar bizim kardeşlerimiz, bizim canlarımız nasılda gazın etkisiyle yerlere yıkılmışlar, nasılda yerlerde acılarar içinde kıvranıyorlar...
َولا َ َت ْح َس َب َّن اللّ َه َغا ِفلا ً َع َّما َي ْع َم ُل ال َّظالِ ُمو َن إِنَّ َما ص ِفي ِه الأ َ ْب َصا ُر ُ ُي َؤخِّ ُر ُه ْم لِ َي ْو ٍم َتشْ َخ
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim/42)
Allahım ne yapabiliriz? Ne desek ne söylesek de acılarımız hafiflese? Müslüman kardeşlerimizin başlarına gelene mi yoksa ümmetin tembelliğine mi üzülsek? Biz bu Tih çölünden ne zaman kurtulacağız ya Rabb?! Suriye, Mısır ve daha bir ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
Ö
lüm ve korku, kan ve gözyaşı kol geziyor müslüman coğrafyamın sokakla-
19
çok İslam coğrafyası bu haldeyken hangi uykudan bahsediyoruz?! Tağutlar, diktatör kafirler İslam mukaddesatlarını çiğneyip geçerken hangi diyalogtan, hangi anlaşmadan bahsediyoruz?! Yüreklerimiz daha ne kadar yanacak, bu acı sessizlik daha nereye kadar sürecek?! Aslında bunların nereden başımıza geldiği belliydi müslümanlar! Bizler sekiz şeye gönül bağladık, gönüller bunlara kapılınca üç şey de bizi terketti, bizden uzaklaştı... Allahu Teala bizlere gerektiğinde terkedeceğimiz, kalplerimizi asla sonsuz bir şekilde onlara bağlamayacağız bazı sınıflar saydı. Farkında mısınız bilmem ama bu sınıflar insanlık tarihi boyunca en can alıcı sınıflardı. “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ti-
caret, hoşlandığınız meskenler...” (Tevbe/24) İşte biz bu maddelere düşkün olduk, hesaplarımızı hep bunlara göre yaptık, olmazsa olmaz dedik, gözlerimizi birde açtık ki asıl dünyalık biz olmuşuz, lanetli dünyanın bir oyuncağı olmuşuz! Bir zamanlar başkasının düştüğü rahatlık, zevkü sefa çukuruna bizde düşmüşüz! Dünyalık olmayan müslüman kaldı mı acaba söyler misiniz?! Rasululullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular. (Buhârî, Tirmizî) Biz bu sekiz sınıfla imtihan olunca/bize fitne olunca üç şeyde bizi terk etti;
Allahu Teala bizlere gerektiğinde terkedeceğimiz, kalplerimizi asla sonsuz bir şekilde onlara bağlamayacağız bazı sınıflar
NEBEVÎ HAYAT
saydı. Farkında mısınız bilmem ama bu sınıflar insanlık tarihi boyunca en can alıcı sınıflardı.
20
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler...” (Tevbe/24)
EYLÜL’13
“Kahire katliamı: Bugünden sonra herhangi bir Müslüman seçim sandığına yeniden güvenebilir mi?” başlıklı yazısında İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk aslında doğru söylüyordu. Müslümanlar bu konuda acemi değillerdi ama gaflet bazen galip gelebiliyordu. 1992 Cezayir seçimleri müslümanların bu yola baş vurmamalarını gösteren en büyük emâreydi. En sonunda 2013 Mısır seçimleri ve sonrasında yaşanan katliamlar...
İnanın bu olaylar başımıza geldikçe ‘Kavmim bu Kur’an-ı terketti’ diyen peygamberin şikayeti gözlerimizin önüne geliyor. Biz 100 yıldır Allah’ın bize emrettiği kanunları terkettik Allah da bizlere bu ilahi cezayı verdi. Abdullah b. Ömer Allah ondan razı olsun şöyle rivâyet etmiştir:
Rasulullah’ın yanında bulunan on kişiden biriydim. Yüzünü bize çevirdi ve şöyle buyurdu: -Bir millet ahdi bozarsa Allah onlara başka milletlerden düşman musallat eder. Onlar da ellerindekini alırlar. -Yöneticileri Allah’ın kitabında indirdiği hükümlerle hükmetmezse Allah onları birbirine düşürür.” (İbni Mâce, Sünen’inde)
redir. Onlar tıpkı Mekke müşrikleri gibi yaptıkları helvadan putlarını, demokrasilerini yemişlerdir. “Kahire katliamı: Bugünden sonra herhangi bir Müslüman seçim sandığına yeniden güvenebilir mi?” başlıklı yazısında İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk aslında doğru söylüyordu. Müslümanlar bu konuda acemi değillerdi ama gaflet bazen galip gelebiliyordu. 1992 Cezayir seçimleri müslümanların bu yola baş vurmamalarını gösteren en büyük emâreydi. En sonunda 2013 Mısır seçimleri ve sonrasında yaşanan katliamlar... Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki, bu Kur’an’ın bir ucu Allah’ın elinde, diğer bir ucu da sizin elinizdedir! Kur’an’a sımsıkı sarılınız! Sizler ondan sonra ebediyen sapmayacak ve asla helak olmayacaksınız!”
Ayrılığımız, yitirilmişliğimiz, kaybedişimiz bundan dolayıdır.
2- Altının değeri ateşe girince belli olur. Kalite o zaman ortaya çıkar. İman o zaman kendini gösterir. Bu son olan olaylar müslümana asıl dostundüşmanın kim olduğunu göstermiştir.
Bu son olan olaylar bizlere bazı ibretlik sahneler göstermiştir ki onlardan bazıları şunlardır;
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resulüdür, iman edenlerdir.” (Maide/55)
1- Müslümanlar hayat metotlarını Kur’andan almaları gerekmektedir. Fransa’da doğan, Cezayirde büyüyen, Mısırda ölen ‘Demokrasi putuna’ artık inanmanın vakti değil reddetmenin zamanıdır. 1400 küsür yıldır bize inen tertemiz şeriat dururken batı’nın kirli mahsulü olan bu puta, bu oyunlara daha ne zamana kadar bel bağlayacak müslümanlar?! Daha nereye kadar savunacaklar?! Şu anlaşılmıştır ki; Amerika ve onun yandaşı olan İsrail, yıllardır müslümanlara aşılamaya çalıştıkları demokrasi fikrinin devri artık kapanmak üze-
Aralarda dolaşanlar, bir oraya bir buraya yaranmaya çalışanlar, hizmet edenler, ne dini açıkça kabul edip ne de açıkça reddeden münafıklar elhamdulillah ortaya çıkmaya başlamıştır. “Kalblerinde hastalık bulunanların: “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün.” (Maide/52) 3- Acı bir tecrübedir ama bu yaşananlar müslümanların tembelliğinin en büyük göstergesidir. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
“ ...size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe/24)
21
Eğer bizler hakkıyla dünya ve içindekileri boşayıp, Allah yolunda davet-cihad edebilirsek işte o zaman ömür defterimize rahmet kapıları açılacak, bize zulmedenlerin zulmü başlarına geçecektir. İzzet, çok sevdiğimiz bedenlerimizi Allah’ın çizdiği yolun kenarına bırakmak, kanlarımızla ise ümmeti uyandırmak için şekiller yapmaktır…
Dinimizi dert ediniyor muyuz? Suriye de akan kanlar var, Mısır da, Afganistan da, Arakan da, hunharca katledilen, ırza geçilen körpecik canlar var bunları her gün düşünebiliyor musunuz? Bugün Birleşmiş Milletler, Nato, ISAF, İran, Lübnan da Hizbullah ordusu, Rusya, Çin vb. ülkeler Allah Rasulü’nün haber verdiği üzere topyekün İslam ümmetine saldırmaktadır. Bunlar böyke hareket ederken müslümanlar hala neyin tartışmasını yapmakta, neyin peşinde koşmakta, nelerin hayalini kurmaktadır?! Amerika Japonya’ya atom bombası attıktan sonra Japonlar çocuklarının ellerinden tuttu ve ‘Oğlum eğer çalışmazsan bir daha bunları yaşarsınız’ dediler. Peki bizim başımıza bunlardan daha büyüğü geldi de biz neden çalışmıyoruz? Allah için yaptığımız faaliyetlerimizi neden kesintiye uğratıyoruz! İnşallah yaşanan bu zulümler, akan kanlar gelecekte bir zaferin, bir muştunun habercisidir. Bakın Ashab-ı Uhdud’a, bakın Mekke’de 13 yıl boyunca işkence gören müslümanların Bedir Gazvesi’ne, bakın Ayn Calut Savaşı’na, bakın Moğollara, Tiranlara dur diyenlere...
NEBEVÎ HAYAT
Bu acılar bu ümmeti olgunlaştıracak, yarınlara zafer gözüyle baktıracaktır. Musibetler ümmetin içindeki ihanet hamlelerinin ifşası ve münafıkların tasfiyesi içindir. Ümmet Allah’ın izniyle şuurlanma ve çelikleşme mevsimindedir.
22
}6{ ً} إِ َّن َم َع الْ ُع ْس ِر ُي ْسرا5{ ًَف ِإ َّن َم َع الْ ُع ْس ِر ُي ْسرا
“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (İnşirah/5-6)
Bundan sonra; Uzun uykudan, gafletten uyanma vakti gelmiştir. Nefsimizi Allah’a avuçEYLÜL’13
larımızla sunacağımız an çok yakındır. Yürümüş olduğun bu dikenli, çileli yollara hakiki kararlarını, değerlerini damlat… Ya Cennet’e ya da ebedi cehennem’e, üçüncü bir yol olmayacak! Eğer bizler hakkıyla dünya ve içindekileri boşayıp, Allah yolunda davet-cihad edebilirsek işte o zaman ömür defterimize rahmet kapıları açılacak, bize zulmedenlerin zulmü başlarına geçecektir. İzzet, çok sevdiğimiz bedenlerimizi Allah’ın çizdiği yolun kenarına bırakmak, kanlarımızla ise ümmeti uyandırmak için şekiller yapmaktır… Yazımızı, İslam Şehidi’nin şu sözleriyle bitirelim; “Zillet duvarları ancak kurşunun gücüyle yıkılır. Özgür bir insan ise idareyi asi ve kâfirlere teslim edemez.Ve kan dökülmeden alınlardaki leke asla silinmez.” Sen yardım et ya Rabb! İslam ümmeti kan ağlıyor. Her tarafta kan ve gözyaşı… Mısır’da, Suriye’de, Arakan’da, Irak’ta, Afganistan’da, Tunus’ta, Filistin’de katledilen çocuklar, talan edilen yuvalar… Ve ümmet dağınık, paramparça... Mısır’da bir günde dört bini aşkın Müslüman şehit edilirken, Suriye’de çoğunluğunu henüz günah yüzü görmemiş yavrumlarımızın oluşturduğu Müslümanlar kimyasallarla boğulurken aslında geleceğimiz de boğulmaya çalışılıyor. Merhametinden başka sığınacak kapımız yok Ya Rabb! Bize merhamet et, ihtilaflarımızı gider, zulme karşı tek vücut olmayı nasip et! --------------------------------------------------------1. (İbni Ebi Şeybe 7/164/1, Albânî Sahiha 713, Albânî Sahihu’tTerğib ve’t-Terhib 1/93/35)
Seyyid Kutub Merhum Şehid Seyyid Kutub’un Gazze’deki direniş ehli için yazmış olduğu satırları Mısır’daki kardeşlerimiz için yayınlıyoruz.
Kanımla Yazıyorum!
1
Ey şanlı Gazze’deki cihad ve direniş ehli! Siz, Yüce Allah’a sebat konusunda, davet ve cihad konusunda, geri adım atmama konusunda biat ettiniz. Allah’ın (cc) yardımı konusunda ümitsizliğe düşmeyiniz.
Davet Zordur Davetçiler davetin getireceği yükümlülükleri düşünemiyorlar, bu yüzden davete meylediyorlar, işin içine girince de onu taşımakta zorlanıyorlar ve çoğu zaman terk ediyorlar. Hak ve batıl ancak sadık ve güvenilir olanların, zaferin bu hayatta onlara gelmeyeceğini düşünseler bile Allah’ın davetinden ayrılmayanların direnebileceği zorluk anlarında belirginleşir. (...)
tünlüğe ulaşamadı, gücünü toplayamadı, bütün
Zafer Nedir, Hezimet Nedir?
hücreleri potansiyelini ve gücünü kavrayarak ha-
“Y
ulaşsa bile en kısa zamanda yine kaybeder; zira
üce Allah’ın dünya hayatında peygamberlerine ve müminlere zafer
vaadi nerede?” diye sormadan evvel görüntü ve değerlerle ilgili bizim yorumumuz nedir diye bakmaya ihtiyacımız var. Bununla birlikte yakın ve görünür bir şekilde zaferin tamamlandığı birçok durum vardır. Bu, bahsedilen yakın görünür şekiller, baki ve sabit şekillere bağlandığında gerçekleşir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken zafere ulaştı; çünkü bu zafer bu akidenin yeryüzünde tam anlamıyla ve bütün yönleriyle ikame edilmesiyle bağlantılıdır. Ve bu akide ferdin yüreğinden, egemen olan devlete kadar insanlığın toplumsal hayatını ve genel gidişatını kuşatmadan tamama ermez. Bu yüzden Allah diledi ki, bu akidenin önderini hayattayken zafere ulaştırsın. Ki bu akideyi kâmil manada gerçekleştirsin ve bu hakikati sınırlı bir tarihi vakıada yaşanmış olarak bıraksın; böyle olunca yakın vadeli zafer, uzun vadeli zafere bağlandı. Allah’ın takdiri ve düzenlemesiyle görünen suret, hakiki suretle birleşti.
onu uzun süre koruyacak güçten yoksun. Mümin ümmet kuvvetinin son damlasını ve elinde kalan son imkânı harcayana, hiçbir şeyi sakınmayıp gönül hoşluğuyla Allah yolunda harcayana kadar ZAFER GECİKECEKTİR. Mümin ümmet bütün güç ve imkânlarını ortaya koyana ve bu güç ve imkânların Allah’ın desteği olmadan tek başına zaferi garantilemeyeceğini idrak edene kadar ZAFER GECİKECEKTİR. Mümin ümmet dert ve elem çekip darmadağın olurken, Allah ile bağını güçlendirsin diye ZAFER GECİKECEKTİR. (...) ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin ümmetin karşı karşıya olduğu şer cephesi içinde hâla hayırdan bir parça var. Yüce Allah, şerri hayırdan tamamen arındırmak ve öyle yok etmek istiyor. ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin ümmetin savaştığı batılın gerçek yüzü insanlara tam anlamıyla görünmüş değil. Müminler onu alt ederse
NEBEVÎ HAYAT
24
rekete geçip birleşemedi. Bu durumdayken zafere
(...) Yardım ve Zafer Neden Gecikiyor?
aynı anda, ona aldanmış, kötülüğü ve yok olması gerektiği konusunda henüz ikna olmamış insanlardan yardımcılar bulur; kendilerine hakikat gös-
ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin üm-
terilmemiş masumların nefislerinde kök salmaya
metin bünyesi henüz tam olgunluğa eremedi, bü-
devam eder. Bu yüzden Cenab-ı Allah, insanlara
EYLÜL’13
bütün çıplaklığıyla görünene kadar
elçi, beraberindeki müminlerle
batılın sürmesini ve sonra da kalın-
‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ di-
tısız bir şekilde ardından üzülün-
yordu...” (Bakara, 214)
diliyor. (...) Ey, şanlı Gazze’deki cihad ve direniş ehli! Siz, Yüce Allah’a sebat konusunda, davet ve cihad konusunda, geri adım atmama konusunda biat ettiniz. Allah’ın (cc) yardımı konusunda ümitsizliğe düşmeyiniz. (...) Bunlar kritik zamanlardır. Batıl; azgınlık ve zorbalık göstermekte, ihanet ve kötülüğüne devam etmektedir. Peygamberler ilahî vaadin gerçekleşmesini bekliyorlar; fakat onlar için vaat bu yeryüzünde gerçekleşmiyor; ruhlarına derin bir kaygı yerleşiyor... “Acaba vaat gerçekleşmeyecek mi?” Acaba bu dünya hayatında başarı ve zafer dileme konusunda nefisleri onlara yalan mı söyledi? Bir peygamber, sıkıntı, üzüntü ve eziyet bir beşerin taşıyabileceği seviyenin üstüne gelmeden böyle bir duruma düşmez. Konuyla ilgili öbür ayeti de zikredeyim: “Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda
Bu ve bir önceki ayeti belirtirken bir peygambere bu derece etki eden korkuyu hayal etmekten, bu endişelerdeki temel korkuları, bir peygamberin yüreğini böylesine sıkan sarsıcı sıkıntıyı, buna benzer anlardaki halet-i ruhiyesini ve altında ezildiği elem karşısında ne hissettiğini tasavvur etmekten ürperti duymadan edemedim. Sıkıntının tahakküm ettiği, darlığın peygamberlerin boğazına yapıştığı ve dayanma gücünün zerresinin kalmadığı bu lahzada... İşte bu lahzada, bu en kritik anda yardım ve zafer bütün ihtişamıyla çıkagelir: “...Onlara yardımımız gelmiştir; biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Suçlu günahkarlar topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir.” (Yusuf, 110) Bu, davet yolunda Allah’ın bir sünnetidir. Bütün sıkıntılar, bütün eziyetler karşısında yapabilecek bir şey kalmadığı, dayanacak takatin tükendiği bir zamanda, yardım ve zafer, o ümitsizlikten sonra, insanların bağlı olduğu bütün görünür sebepleriyle çıkagelir. Yardım ve zafer Allah’ın katından çıkagelir ve kurtulmayı hak edenleri kurtarır. Müminler, yalanlayanları alıp götüren helaktan kurtulurlar; zalimlerin yaptığı işkence ve saldırılardan kurtulurlar.
Davet Zordur Davetçiler davetin getireceği yükümlülükleri düşünemiyorlar, bu yüzden davete meylediyorlar, işin içine girince de onu taşımakta zorlanıyorlar ve çoğu zaman terk ediyorlar. Hak ve batıl ancak sadık ve güvenilir olanların, zaferin bu hayatta onlara gelmeyeceğini düşünseler bile Allah’ın davetinden ayrılmayanların direnebileceği zorluk anlarında belirginleşir.
ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
meyecek bir şekilde yok olmasını
25
Davetçiler bilmelidirler ki, Allah’a davetin sorumlulukları çoktur; cahilî toplumun direnişi karşısında ona bağlanmanın yine yükümlülükleri çoktur. Bu yüzden evvel emirde mustazaf kitleler bu davaya bağlanmaz, koca bir toplumda ona sadece küçük bir çekirdek grup, rahat ve güvenli bir yaşama, dünya hayatının bütün cazibelerine rağmen bu dinin hakikatine teslim olan küçük bir topluluk bağlanır. Bu özel grubun mensupları her zaman çok az olur. Fakat Yüce Allah onların ve kavimlerinin arasını uzun veya kısa süren bir cihadtan sonra hak ile açar. Bir de bakarsın ki kitleler fevc fevc Yüce Allah’ın dinine giriyor. Allah’ın azabı, suçlu günahkârları yok edici
Malî gücü elinde bulunduran; siyahı beyaz,
bir şekilde çarpar; ona direnemezler. Ne bir dost
beyazı siyah olarak görebilecek kitleleri yönlen-
ne de bir yardımcı onları bundan koruyabilir.
direbilen tağutlarla karşı karşıya kalabileceğine
Bu durum, zaferin ucuz, davetin de bir şaka konusu olmaması içindir. Zafer ucuz bir şey olsaydı her gün bir davetçi çıkar ve ona hiçbir şey yüklemeyen veya az bir şey yükleyen bir davet ortaya koyardı. Hak davetin abes ve eğlence olması düşünülemez, böyle algılanması doğru değildir. O, insanlığın hayatı ve gidişatı için bir temel yapı taşıdır. Davetçilere yakışan onu koruyup kollamaktır.
lere karşı kışkırtabilirler; kitlelerin her türlü şehvetini azdırarak Allah’a davet edenlerin kitleleri bu şehvetlerden mahrum bırakmak istediği yönünde tehditler savurabilirler. Davetçiler bilmelidirler ki, Allah’a davetin sorumlulukları çoktur; cahilî toplumun direnişi karşısında ona bağlanmanın yine yükümlülükleri çoktur. Bu yüzden evvel emirde mustazaf kitleler
Davetçiler davetin getireceği yükümlülükleri
bu davaya bağlanmaz, koca bir toplumda ona sa-
işin içine girince de onu taşımakta zorlanıyorlar ve çoğu zaman terk ediyorlar. Hak ve batıl ancak sadık ve güvenilir olanların, zaferin bu hayatta
dece küçük bir çekirdek grup, rahat ve güvenli bir yaşama, dünya hayatının bütün cazibelerine rağmen bu dinin hakikatine teslim olan küçük bir topluluk bağlanır.
onlara gelmeyeceğini düşünseler bile Allah’ın da-
Bu özel grubun mensupları her zaman çok
vetinden ayrılmayanların direnebileceği zorluk
az olur. Fakat Yüce Allah onların ve kavimlerinin
anlarında belirginleşir.
arasını uzun veya kısa süren bir cihadtan sonra
Allah’a davet kısa vadeli bir ticaret değildir. Bu davet, yeryüzünde belirli, sınırlı bir kazanç da
NEBEVÎ HAYAT
Bu tağutlar, bu kitleleri Allah’a davet eden-
Davet Zordur düşünemiyorlar, bu yüzden davete meylediyorlar,
26
kendisini inandırması gerekir!
hak ile açar. Bir de bakarsın ki kitleler fevc fevc Yüce Allah’ın dinine giriyor.
sağlayabilir, dostları tarafından daha yakın bir ka-
İzzetin, onurun ve zaferin kenti “Gazze”deki
zanç ve daha kolay bir hâsılat getirecek başka bir
dostlarıma yazdığım bu son mektubun sonuna
ticaret uğruna terk de edilebilir!
geliyorum.
Cahilî toplumlarda Allah’a davet sorumluluğunu üstlenen kişi, kolay bir yolculuğa çıkmadığı, kısa vadeli bir maddî ticarete kalkışmadığı konusunda nefsini hazırlamalıdır! EYLÜL’13
--------------------------------------------------------------1. Seyyid Kutub’un “Gazze’nin direniş kahramanlarına” başlıklı yazısından parçalar.
Hz. Âişe radıyallahu anha Peygamberimiz hakkında: “Onun ahlakı Kur’an idi” buyurmaktadır.
Mahmut Varhan
GÜZEL AHLÂK güzel ahlaklısı olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e,
ashabına ve ona tâbi olan bütün müslü-
manlara salât ve selam olsun.
Ahlâkın Tarifi ve Mahiyeti Arapça bir kelime olan ahlâk sözlükte huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, insanın doğuşundan olan veya sonradan kazandığı zihni veya ruhi halleri ve bu hallerinden doğan iyi veya kötü tavır ve hareketleri gibi manalar ifade eder. Istılahi bir terim olarak ahlâk için İmam Gazali şöyle bir tanım yapmaktadır: “Ahlâk, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki fiiller, hiçbir fikri zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar. Şayet o meleke sayesinde, şer’an ve aklen güzel görülen fiiller ortaya çıkarsa o melekeye güzel ahlâk; yok eğer şer’an ve aklen çirkin sayılan fiiller ondan çıkarsa kötü ahlâk diye isimlendirilir.”
Abdullah İbnü’l-Mübarek rahimehullah güzel ahlâkı tarif ederken şöyle demiştir: “Güler yüz göstermek, herkese iyilik etmek ve kimseye zarar vermemektir.”1 “Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillerden de yüz çevir” (A’raf, 199) ayet’i kerimesi de ahlâkın mahiyetini bizlere beyan etmektedir.
Ahlâkın Kaynağı ve Gayesi Müslüman olmayan bilim adamları ve bunlara göre şekillenen cahili toplumlar, ahlâkın ölçüsü olarak aklı, vicdan ve toplumu almışlardır. Ahlâkın gayesi olarak kimi bedensel hazzı, kimi ruhsal hazzı, kimi de toplumsal veya bireysel menfaati ön plana çıkarmıştır. Böylece ahlâk toplumdan topluma, fertten ferde değişen keyfi kurallar haline gelmiştir. İslam’da ise Kur’an ve sünnetin nasları ile çerçevesi belirlenen ahlâkın gayesi, ilahi rızaya nail olmaktır. Böylece insanı şahsi veya ictimai bencillikten kurtarmıştır. Ahlakı da cemiyetten cemiyete, fertten ferde ve zamanla değişen keyfi ve tesadüfi kaideler yığını olmaktan çıkarıp, Allah’ın emirlerine uygunluğu esas almakla birlik ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
İ
nsanları en güzel yaratılışla yaratan Rabbimize hamd ve senalar olsun. İnsanların en
27
Bu ahlaksızlık tufanına karşı koyabilmek, dayanabilmek için mükemmel bir ahlaka sahip olmak gerekir. Böyle bir ahlaka sahip olmayanlar birer birer ahlaksızlık tufanının altında kalıp boğulmaktadırlar. Günümüz küfür ve zulüm odakları insanların ahlaklarını bozmak, onları bâtılın bataklığında boğup boyun eğmeye alıştırmak için iki kuvveti kullanmaktadırlar. Bunlardan birisi; insanların ruhları üzerinde etki yapıp ruhen onları çökertmektir. Ruhen sıkıntılı olan insanlar kendilerini sefahat bataklığında bulurlar. Çünkü sıkıntı sefahatin, sefahat de sefaletin sebebidir. Kullandıkları ikinci kuvvet ise, maddi güç kullanmak yoluyla insanları bâtıla boyun eğmeye alıştırmaktır. ve beraberliği ve devamlılığı sağlamıştır. Hz. Ömer radıyallahu anhu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle işittiğini rivayet ediyor: “Ameller niyetlere göredir. Herkese yalnız niyet ettiğinin karşılığı vardır. Her kimin hicreti Allah ve Rasûlü’ne ise, hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Her kimin hicreti de kavuşacağı bir dünyalık veya evleneceği bir kadın için ise, hicreti o göç ettiği şeyedir.”2 Görüldüğü gibi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Allah rızası için yapılmayan, dünyevi bir menfaat için yapılan hicret amelini karşılıksız olarak nitelendiriyor. Diğer tüm ameller de bunun gibidir.
Güzel Ahlâkın Önemi ve Fazileti Yaşadığımız zaman ve zemin, ahlaksızlık tufanının her tarafı bastığı, ahlaksızlaştırma operasyonlarının her tarafı yakıp yıktığı bir zaman ve zemindir. Amerika başta olmak üzere yeryüzünde bulunan bütün tağuti sistemler, insanlardan yüce değerleri çekip çıkararak onları hayvanlaştırmak istemektedirler. Buna paralel olarak yaşadığımız toplumda ahlak namına hiçbir şey kalmamış durumdadır. M. Akif şu sözleriyle bu ahlaksızlıkları ne de güzel tabir eder:
NEBEVÎ HAYAT
“Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkaakımız: Çünkü izzet nerde, bir bak, nerdedir ahlâkımız. Müslümanlık pâk siretten ibaretken, yazık! Öyle saplandık ki levsiyyâta: Hâlâ çıkmadık! Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak; Kendi âsudeyse, dünya yansa, baş kaldırmamak; Ahdi nakzetmek, yalan sözden, tehâşi etmemek; Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek;
28
EYLÜL’13
Mübtezel birçok merasim: inhinâlar, yatmalar, Şaklabanlıklar, riyâlar, muttasıl aldatmalar; Fırka, milliyet, lisan nâmıyle dâim ayrılık; En samimi kimseler beyninde en ciddi açık; Enseden arslan kesilmek, cebheden yaltak kedi... İşte bu sözlerin sarf edildiği tarihten, takriben yüz sene daha ilerlemiş bulunan günümüz ahlaksızlığı bundan çok daha vahim bir hal almıştır. Bu ahlaksızlık tufanına karşı koyabilmek, dayanabilmek için mükemmel bir ahlaka sahip olmak gerekir. Böyle bir ahlaka sahip olmayanlar birer birer ahlaksızlık tufanının altında kalıp boğulmaktadırlar. Günümüz küfür ve zulüm odakları insanların ahlaklarını bozmak, onları bâtılın bataklığında boğup boyun eğmeye alıştırmak için iki kuvveti kullanmaktadırlar. Bunlardan birisi; insanların ruhları üzerinde etki yapıp ruhen onları çökertmektir. Ruhen sıkıntılı olan insanlar kendilerini sefahat bataklığında bulurlar. Çünkü sıkıntı sefahatin, sefahat de sefaletin sebebidir. Kullandıkları ikinci kuvvet ise, maddi güç kullanmak yoluyla insanları bâtıla boyun eğmeye alıştırmaktır. Bu iki kuvvetten birincisini kadın, ikincisini cop ile hülasa eden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bunlar hakkında Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyuruyor: “Cehennem ehlinden iki grup vardır ki, ben onları görmedim: Ellerinde ineklerin kuyruğuna benzer kırbaçlar bulunan, onlarla insanları kırbaçlayan bir topluluk. Giyinmiş olduğu halde çıplak olan, erkeklere meyledip erkeklerin dikkatlerini üzerlerine çeken, başları bir tarafa mey-
“Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillerden de yüz çevir” (A’raf, 199)
letmiş deve hörgücü gibi olan kadınlar. Bunlar cennete girmeyecekleri gibi cennetin kokusunu dahi almazlar. Oysa ki cennetin kokusu şu kadar mesafeden hissedilir.” Başka bir rivayette beş yüz yıllık mesafeden hissedildiği belirtilmiştir.3 Aynı hadisin başka bir rivayetinde; insanları kırbaçlayanların sabah Allah’ın gazap ve kızgınlığında olacakları, öğleden sonra Allah’ın lanetine uğrayacakları belirtilir. İşte bu denli maddi ve manevi zulüm karşısında dayanabilmek için mükemmel bir ahlaka sahip olmak gerekir. Burada güzel ahlakın önemini ve gerekliliğini bildiren bazı hadisleri kaydedelim: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”4 Ebû Zer, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderildiğini duyunca kardeşini onu dinlemesi için Mekke’ye gönderir, gidip gelen kardeşi şöyle der: “Ben onu güzel ahlakı emrederken gördüm.”5 Yani emrettiği her şey güzel ahlaka uygundu, güzel ahlaktan ibaretti. Yüce dinimizde güzel ahlak imandan bir parça kabul edilmiştir. Amr b. Abese Peygamber efendimize imanın hangi bölümünün daha hayırlı
olduğunu sorduğunda o şöyle cevap vermiştir: “Güzel ahlak.”6 Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Mü’minlerden imanı en mükemmel olanı ahlakı en güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız hanımına en iyi olanınızdır.”7 Usame b. Şerik rivayet ediyor: Bedeviler Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e insanlara verilen en hayırlı şeyin ne olduğunu sorduklarında o şöyle cevap verdi: “Güzel ahlak.”8 Bu dünyada olduğu gibi ahirette dahi insanlara en faydalı şey güzel ahlaktır. Bu konuda birçok hadis bulunmaktadır. Ezcümle: Cabir’in rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Sizin bana en sevimli olanınız, kıyamet gününde bana en yakın olanınız, ahlakı en güzel olanınızdır. Sizden, en çok buğzettiğim ve kıyamet gününde benden en çok uzak olanınız çok konuşan, (edebi konuştuğunu göstermek için) avurtlarını doldurarak konuşan ve kibirlenenlerinizdir...”9 Ebû Derda’dan rivayet edilen bir hadiste
Cabir’in rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Sizin bana en sevimli olanınız, kıyamet gününde bana en yakın olanınız,
O’nun İzinde...
ahlakı en güzel olanınızdır. Sizden, en çok buğzettiğim ve kıyamet gününde benden en çok uzak olanınız çok konuşan, (edebi konuştuğunu göstermek için) avurtlarını doldurarak konuşan ve kibirlenenlerinizdir...”
ZİLKADE 1434
29
şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde mü’minin tartısına, güzel ahlaktan daha ağır bir şey konulmaz. Güzel ahlaklı kişi, güzel ahlakı sayesinde namaz kılan ve oruç tutan kimsenin derecesine ulaşır.”10 Ebû Hureyre anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e insanları en çok cennete koyanın ne olduğu soruldu. Şöyle buyurdular: “Allah’tan korkup sakınmak ve güzel ahlak.” İnsanları en çok cehenneme koyanın ne olduğu sorulduğunda ise şöyle cevap verdiler: “Ağız ve tenasül uzvu.”11 İşte bu son derece veciz sözleriyle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanların zulmetmelerinin, zulme ses çıkarmamalarının ve güzel ahlaka aykırı tüm söz ve davranışlarının sebebini açıklamaktadır: Ağız ve tenasül uzvu! Ebû Ümame el-Bahili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Ben, haklı da olsa tartışmayı kesen kimse için cennetin avlusunda bir eve kefilim. Şaka dahi yapsa yalan söylemeyen kimse için cennetin ortasında bir eve kefilim. Ahlakı güzel olan kimse için de cennetin en güzel yerinde bir eve kefilim.”12 Bu ahlaksızlık ortamında biz mü’minlerin, ahlakımızı güzelleştirmesi için devamlı Allah’a yalvarmamız gerekiyor. Hz. Ali, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, her namaza kalktıklarında şu duayı yaptığını naklediyor: “Allah’ım! Beni güzel ahlaka eriştir. Sen’den başkası güzel ahlaka hidayet etmez. Çirkin ahlakı benden gider. Ancak Sen kötü ahlakı giderebilirsin.”13
Ahlâkın Muhtevası
NEBEVÎ HAYAT
Nevvas b. Sem’an peygamber efendimize iyiliğin ve günahın ne olduğunu sorunca, şöyle cevap verir: “İyilik güzel ahlaktır. Günah ise, insanların muttali olmalarını (bilmelerini) istemediğin, kal-
30
bine gelip giden şeydir.” (Kalbinin itminan ile kabul etmediği şeydir.)14 Zeyd b. Talha’dan rivayet edilen başka bir hadiste de efendimiz şöyle buyuruyor: “Her dinin kendisine özgü bir ahlakı vardır. İslam’ın kendisine özgü ahlakı hayâdır.”15 Bu ve benzeri hadislerde güzel ahlak sınırlandırılmamış, sadece ahlaki fiillerden örnekler verilip, bildirilen davranışların ehemmiyeti vurgulanmak istenmiştir. Esasen güzel ahlak Allah’ın emir ve yasaklarının tümüne riayet etmektir ki, Hz. Âişe radıyallahu anha da Peygamberimiz hakkında: “Onun ahlakı Kur’an idi” buyurmaktadır. Yani Kur’an’ı en güzel şekilde yaşayan o idi. Kur’an ve sünnetteki ahlaki esaslar çok fazla olduğundan, biz burada sadece ahlakın ana temelleri üzerinde duracağız. Bunları dört başlık altında toplayabiliriz: 1. Hikmet: “O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse muhakkak ona pek çok hayır verilmiş demektir. Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünemez.” (Bakara: 269) Hikmet kavramı, Kur’an, ilim, peygamberlik, akıl ve marifet, ilahi emirleri düşünmek diye tefsir edilmiştir. Hikmet, insan iradesine dayanan bütün ihtiyari fiillerde iyiyi kötüden ayırt etme melekesidir. İfrat ve tefritten uzak olarak hikmet sahibi olan insan, her şeyi layık vechile yürüten, keskin görüşlüdür. İşlerin inceliklerini ve nefsin gizli afetlerini bilir. 2. Şecaat: Cesurluk, yiğitlik ve korkusuzluk manalarını ifade eden şecaatin asıl menbaı imandır. Bazı insanlar fıtraten cesur olsalar bile, hakiki ve istikametli cesaret ancak imanla elde edilebilir. Çünkü Allah’tan hakiki manada korkan bir kimse, Allah’ın dışında hiçbir şeyden korkmaz. Burada şecaatten maksadımız gazap
Ebû Ümame el-Bahili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Ben, haklı da olsa tartışmayı kesen kimse için cennetin avlusunda bir eve kefilim. Şaka dahi yapsa yalan söylemeyen kimse için cennetin ortasında bir eve kefilim. Ahlakı güzel olan kimse için de cennetin en güzel yerinde bir eve kefilim.”12
EYLÜL’13
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın Ne irfanın kalır tesiri kat’iyyen, ne vicdanın. Hayat artık behimi’dir... Hayır ondan da alçaktır; Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr’i mutlaktır.
3. İffet: “Kim iffetli olmaya çalışır, iffetli olmak isterse Allah onu iffetli yapar.”17 İffetten maksat bedensel ve ruhsal arzuların ilahi emir ve yasaklara göre terbiye edilmesi, şehevi arzuların kontrol altında tutulmasıdır. İffetli olmak hususunda Hz. Yûsuf aleyhisselam mükemmel bir örnektir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’tan korktuğu için güzel ve soylu bir kadının teklifini reddeden bir kimseyi kıyamet gününde arşın gölgesinde olmakla müjdelemektedir. İfrat ve tefritten uzak bir şekilde iffetli olan kimse cömert, hayâlı, sabırlı, müsamahakâr, kanaatkâr, takvalı ve nezaket sahibi olur. 4. Adalet: “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adil olun. Çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah
bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide: 8) Bu dört sıfat ahlakın temelleridir. Kişide bu dört sıfat ne kadar mükemmel olursa ahlakı da o derece güzelleşir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de hepsi kemal derecesinde bulunuyorlardı. Bunların mükemmel veya noksan olması nispetinde kişi efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e yakın veya uzak olur.
Güzel Ahlaka Yardımcı Unsurlar 1. Tahkiki iman: “Allah’ı şanına yakışacak bir şekilde takdir edemediler.” (En’am: 91) Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, hem Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerini, hem de kısmen Kur’an’da belirtildiği kevni ayetlerini çok iyi düşünmekle olur. Bu şekilde Allah’ı tanıyan insan Allah’ı hakkıyla sever. Allah’ı gerçekten seven bir kişi O’nun habibine tâbi olur. “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân: 31) Aynı şekilde Allah’ı tanıyan kimse Allah’tan hakkıyla korkar. “Ey iman edenler, Allah’tan korkulması gerektiği şekilde korkun...” (Âl-i İmrân: 102) Zaten Allah’tan korkmadan kişinin ahlakı mükemmelleşmez. M. Akif bunu şu şekilde açıklıyor: Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın Ne irfanın kalır tesiri kat’iyyen, ne vicdanın. Hayat artık behimi’dir... Hayır ondan da alçaktır; Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr’i mutlaktır. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
duygusunu ilahi dine ve akla uygun bir şekilde kullanmaktır. İfrat ve tefritten uzak bir şekilde kişi şecaat sahibi olursa cömert, yardımsever, gözü pek, nefsini kıran, başkasının eziyetine sabredip öfkesini yutan ve düşman karşısında sebat eden biri olur. İnsanların en cesuru Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu ile beraber mağarada iken, hiçbir kurtuluş sebebi yok iken bile onu teselli etmek için: “Korkma, Allah bizimle beraberdir” diyerek Allah’a güvenilip dayanılması gerektiğini, sıkıntıya kapılıp korkmanın gereksizliğini açıklayarak mükemmel bir şecaat örneği göstermiştir. Yine Medine dışından düşman saldırısını andıran bir ses geldiğinde herkesten önce gidip tetkik eder ve gelip bir şey olmadığını söyler.16
31
İnsan iki yolla güzel ahlaka sahip olur. Birincisi: Kişinin güzel ahlak üzere yaratılmasıdır. Hz. İsa, Hz. Yahya ve bütün peygamberler (aleyhimü’s-selam) bu kabildendir. İkinci yol ise, nefisle mücahede sonucunda kişinin güzel ahlakı kazanması, elde etmesi şeklindedir. Mesela cimri olan bir kimse, nefsi istemediği halde Allah yolunda malını harcamaya nefsini zorlar, neticede bu onun tabii bir huyu haline gelir ve ona haz verir. Artık o isteyerek ve severek Allah için malını harcayan biri olur. Diğer ahlaki fiiller de buna kıyaslanabilir. İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakı da birinci kısımdan yani yaratılıştan gelen bir ahlak türüydü. 2. Namaz: “Sana vahyolunan kitabı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz insanı, hayasızlıktan ve münkerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise elbette en büyüktür. Allah ne yaptığınızı bilir.” (Ankebût: 45) Günde beş defa Allah’ın karşısına geçip kıyama duran bir insan, tüm vakitlerinde Allah’ın murakabesini hisseder. Böyle birisi elbetteki şer’an ve aklen yerilen, çirkin görülen şeylerden kendisini korur. Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Namazı kendisini hayasızlıktan ve münkerden alıkoymayan kişi, namazıyla sadece Allah’tan uzaklaşır.” (İbni Kesir bu hadisin İbni Abbas’a mevkuf olarak sahih olduğunu belirtmiştir.)18
NEBEVÎ HAYAT
3. Rabıta-i mevt: “Lezzetleri tahrip edip kesen ölümü çokça hatırlayın”19 buyuran Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizleri, ölümü hiç hatırdan çıkarmamaya sevkediyor. Zaten bu şekilde zillet altında oluşumuzun en önemli sebebi de ölümü unutmak hatta ondan korkup istememek değil midir? Lezzetler, insanın meşru veya gayri meşru bütün arzularını ifade eder. İşte ölümü çokça düşünüp hiç hatırdan çıkarmamak insanın ahlakını güzelleştirip insanı, şer’an ve aklen çirkin görülen şeylerden uzaklaştırır.
32
4. Güzel ahlaklı arkadaş: “Kişi dostunun dini üzeredir. Dolayısıyla sizden birisi kiminle dostluk yaptığına dikkat etsin”20 buyurarak Efendimiz aleyhisselam bizden, arkadaş seçiminde çok dikkatli davranmamızı istemiştir. 5. İnsanların arasına karışıp onlarda ayıp olarak gördüğü şeylerden kendisini arındırması da insanın ahlakını güzelleştirir. Bunu ifade için EYLÜL’13
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Mü’min mü’minin aynasıdır” buyurmuştur.21
Peygamber Ahlâkı İnsan iki yolla güzel ahlaka sahip olur. Birincisi: Kişinin güzel ahlak üzere yaratılmasıdır. Hz. İsa, Hz. Yahya ve bütün peygamberler (aleyhimü’s-selam) bu kabildendir. İkinci yol ise, nefisle mücahede sonucunda kişinin güzel ahlakı kazanması, elde etmesi şeklindedir. Mesela cimri olan bir kimse, nefsi istemediği halde Allah yolunda malını harcamaya nefsini zorlar, neticede bu onun tabii bir huyu haline gelir ve ona haz verir. Artık o isteyerek ve severek Allah için malını harcayan biri olur. Diğer ahlaki fiiller de buna kıyaslanabilir. İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakı da birinci kısımdan yani yaratılıştan gelen bir ahlak türüydü. Evet, o bütün ahlaki fiillerde kemal derecesindeydi. Öyle ki onun terbiye edicisi Allah’u Teâlâ, onun hakkında ezeli ve ebedi kelamında şöyle buyuruyor: “Şüphe yok ki sen büyük bir ahlaka sahipsin.” (Kalem: 4) Yüce âlemden gelen, âlemin sahibi tarafından yapılan bu şehadet gerçekten çok büyük bir şahitliktir. Hakkında şahitlik yapılan kimse de bu şahitliğe layık idi. Bütün ümmet, hatta düşmanları da dahil icma etmişlerdir ki o, bütün güzel fiilleri kendisinde toplamış ve bütün çirkin fiillerden arınmıştır. Peygamberliğinden önce ondaki güzel ahlakın kemaline tercüman olan Muhammedü’l-Emin ünvanıyla meşhur olmuştur. İşte icma’ı ümmetle, kesin tevatürle sabittir ki o; insanların sireten ve
“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 21)
Onun ahlakı hakkında birçok hadisi şerif nakledilmiştir. Örnek olarak birkaç tanesini zikredeceğiz: Sa’d b. Hişam der ki: Hz. Âişe’ye geldim ve ona: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakından bana haber ver” dedim. O da şöyle dedi: “Sen Kur’an okumuyor musun?” Ben: “Evet, ben Kur’an okuyorum” dedim. O: “İşte Allah’ın Rasûlü’nün ahlakı Kur’an idi” dedi.22 Bununla Hz. Âişe yukarıda naklettiğimiz ayete işaret etmekle beraber Peygamber efendimizin Kur’an’da belirtilen ahlaki ölçüleri mükemmel bir şekilde yaşadığını ifade etmiştir. Ebû Abdullah Cedeli Hz. Âişe’ye Peygamber efendimizin ahlakını sorduğunda o şöyle demiştir: “O’nun yapısında kötü söz söyleme olmadığı gibi, o bunu âdet de edinmemiştir. Sokaklarda bağırmaz, kötülüğü kötülükle cezalandırmazdı. Müsamahakâr davranıp affederdi.”23 Enes radıyallahu anhu anlatıyor: “Ben Allah’ın Rasûlü’ne on sene hizmet ettim. Hiçbir zaman bana “of” demedi, yaptığım herhangi bir işe niye yaptın veya terkettiğim herhangi bir iş için niye yapmadın demedi. Rasûlullah insanlar arasında ahlakı en güzel olan idi. Ben Rasûlullah’ın elinden daha yumuşak ne bir ipeğe ne de başka
bir şeye dokunmadım. Onun ter kokusundan daha güzel kokan bir misk de koklamadım.”24 Evet, ne zaman ki biz Rasûlullah’ı kendimize örnek alır, onun ahlakıyla ahlaklanırsak zafere, zillet ve perişanlıktan kurtulmaya bir adım daha yaklaşmış oluruz. Bugün bizim sorunumuz peygamberi bir ahlaktan uzak olmaktır. Allah’u Teâlâ bize, ona uymayı emrederek şöyle buyuruyor: “Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 21) Biz onun ahlakıyla ahlaklanırsak diğer insanlar grup grup İslamiyete gireceklerdir. Zaten bizim de kurtuluşumuzun tek çaresi ona uymaktır.
----------------------------------------------------1. Tirmizi: 2005 2. Buhari, Müslim 3. Müslim, 51. kitap, no: 7123 4. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/381 5. Buhari, Edep, 38 6. Müsned, c. 4, s. 385 7. Tirmizi, no: 2615 8. Müsned, c. 4, s. 278 9. Tirmizi, Birr, no: 2018 10. Tirmizi, Birr, no: 2002 11. Tirmizi, Birr, no: 2004 12. Ebû Dâvûd, no: 4800. Sahih bir hadistir. 13. Müslim, 6. kitap, no: 201 14. Müslim, Birr, no: 14 15. Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, no: 9 16. Buhari 17. Müslim, Zekat, no: 124 18. İbni Kesir Tefsiri, c. 3, s. 454 19. Tirmizi, Kıyamet, no: 26 20. Tirmizi, Zühd, no: 45 21. Ebû Dâvûd, Edep, no: 49 22. Müslim, bab 18, no: 139 23. Tirmizi, Birr, bab 29, no: 2016 24. Tirmizi, Birr, bab 69, no: 2015
O’nun İzinde...
sureten en güzeli, en halimi, en sabırlısı, en zahidi, en mütevazisi, en iffetlisi, en cömerdi, en kerimi, en adaletlisi, en merhametlisi, herkesten ziyade mürüvvet, vakar, affetme, doğru anlama, şefkat gibi ne kadar yüksek seciye varsa en mükemmel bir fihriste’i nuranisidir.
ZİLKADE 1434
33
Abdulkadir Kızmaz
Günümüz Davetçilerine Önemli İlkeler
“R
•
Davetçinin ahlakı ve davranışları mükkemmel olmalıdır.
Daveti, hikmetle, öğütle ve ölçüyü aşmadan tartışarak yapmak gerekir.
•
Çalışma ve azim göstermelidir.
•
Dengeli ve ölçülü olmalıdır.
•
Şehrin en uzak yerlerinden çıkıp merkezlerde karşılık beklemeden davet etmelidir.
•
Davet’te hikmet ile muamele, temsil, tebliğ ve tebyin ile olmalıdır.
•
Davet’te itaat ölçüsüne dikkat ederek cemiyet ile hareket etmelidir.
•
Batıl davalar uğruna gösterilen fedakârlıklar İslam davetçisini daha çok tetiklemelidir.
•
Davetçinin, önünde engel teşkil eden tembellik, nemalazımcılık ve enaniyet zafiyetlerinden arınması gereklidir.
•
Her an düşmanın tuzaklarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır.
•
Davet ederken tanışma ve yardımlaşma ilkelerine dikkat etmelidir.
•
İman-ihlâs-amel bütünlüğünü hayatına yansıtmalıdır.
•
Davetçi zamanından, malından ve canından fedakârlık etmelidir.
•
Güçlülerin sofralarında kendini zelil ve menfaatçı durumuna düşürmemelidir.
“Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.” (Al-i İmran, 104) Bir topluluk bulunmalıdır. Bu topluluk, iyiliğe çağıran, doğruluğu emreden, fenalıktan meneden ve başarıya odaklı olmalıdır. İyiliğe çağıranlar, kötülüğe çağıranlardan daha çok ve nitelikli olmadıkça iyilik kötülüğe galip gelemez.
NEBEVÎ HAYAT
Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
34
de bir destekçi olarak görmelidir.
abbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle DAVET ET; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.” (Nahl, 125.)
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9.) Ya sorumluluğu yerine getiririz, ya da belaları bekleriz, tercih hakkı bize verilmiş, son pişmanlık fayda vermez!
EYLÜL’13
•
İmanı kuvvetli davetçi kadrolar olmalıdır.
•
Bütün İslam davetçilerini kendine rakip değil
Muhammed Ali Mücahid
BİR KONU BİR AYET
KİM BUNLAR! َ ّ السا ِب ُقو َن َ ّ َو السا ِب ُقو َن اُو ٰل ِئ َك ا ْل ُم َق ّ َر ُبو َن
“(Hayırda) önde olanlar (ecirde de) öndedirler. İşte bunlar naim cennetlerinde (Allah’a) en yakın olanlardır. (Onların) çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerdendir. Onlar cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde, karşılıklı oturup yaslanmışlardır. Onların çevrelerinde ölümsüz genç hizmetçiler (ellerinde) onların başlarını ağrıtmayan, sarhoş etmeyen ve tertemiz içeceklerle dolu sürahiler, ibrikler ve kadehlerle dolaşır dururlar. (Onlara) beğendikleri meyveler, Canlarının çektiği kuş etleri, Saklı inciler gibi, iri gözlü huriler, Yaptıklarına karşılık olarak (verilir.)” (Vakıa56/10-24)
N
e muazzam bir ayet, ne muazzam bir övgü, ne muazzam bir ödül. Övgü ve
Peygamberin çağrısına teslim olma erdemini
ödülü hak edebilmek için ayetin asıl kilit noktası,
gösterenler, adlarını çağlara altın harflerle yaz-
onları bu kadar değerli kılan hususun ana teması
dıranlardır. Asrı Saadetteki sahabei güzin, yani
belirtiliyor, “Bütün bunlar yaptıkları amellere
İslamın ilk nesli her şeyi yeniden öğrenmiş, şirk
mükâfat içindir.” Önde gidenler bu dünyada
koşarak inandıkları Allah’a, Rablerinin istediği
çalışan, koşturan, ahirette semeresini alanlar-
şekilde inanmayı, hayatı ve yaşama gayelerini ye-
(cennet) hayatının tadını çıkarırlar. Bu ayetleri
niden öğrenmişlerdir. Bir inançtan kopmanın ve
okuyup onlara özenmemek mümkün değil, dik-
kişiliğini yeni bir inançla donatmanın güçlüğünü
katimizi bu atmosfere çevirecek olursak tefekkür
bütün zorluklarıyla yaşamışlardır.
dağarcığımızı biraz daha genişletmiş olacağız.
Bütün insanlar, karşısında cephe almışken
ÖNCÜLER; Geçmişten günümüze, asrımızdan kıyamete kadar bu ümmet içinde öncü-
Bir davada önde bulunanlar ne kadar dava-
lerden olan fertler ve topluluklar her zaman olacaktır. İlk kez davaya muhatap olanlarla, ilk kez Bedir’e şahit olanlarla, ilk kez Rasulullah’ın tebli-
ları için fedakârlık yapabiliyorsa, başarıda o kadar
ğiyle Mekke’de oluşan küçük ama kıymetli İslam
kaçınılmazdır. İslam’da ilk iman edenlere ve İs-
toplumunun fertleri, dağlar gibi ağır, kasırgalar
lami mücadeleyi yüklenenlere “SABİKUN” denir.
gibi şiddetli zulmün, işkencenin ve fitnenin her
Allah’ın dininde yaşayıp-yaşatmada hayırda öne
türlüsü ile karşı karşıya kaldıklarında onların bu
geçen, davayı yüklenmekte yarışanlara denir “sa-
olaylara karşı sarsılmaz imanları ve fedakarlıkları
bikun”.
daha net görülür. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
NEDEN ÖNDE GİDENLER
35
ص ْب َغ ًة َون َْح ُن لَ ُه َعا ِبدو َن ِ ّ الل َو َم ْن أ َ ْح َس ُن ِم َن ِ ّ ص ْب َغ َة ِ الل ِ
“Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara, 138) Aklı, fikri, zikri, ahlakı, tefekkürü, duruşu, bakışı, yürüyüşü, istikameti, ibadeti, hüznü, sevinci, bolluğu, darlığı Sünnetullah nazarı ile olmalı.
NEBEVÎ HAYAT
İlk kez bir davaya muhatap olanlarla sonradan muhatap olanlar arasında fark vardır. Sonradan gelenler için nispeten kolaylık vardır. Bir kere gidilen yol ayak izleriyle sonradan gelenlere öncülük eder. İslam’a inanıp peygambere tabi olmada da durum aynıdır. İslam’a ilk muhatap olanların inançlarına yakin bir şekilde bağlılıkları sayesinde imanın önü açılmıştır. Sinelerde var olan cahiliye hastalıkları aşılarak, kalpler bir tek olan Allah inancına yani tevhide alışmıştır.
36
Rasulallah’a en zor zamanlarda iman edip tabi olan ilk nesilden sonra gelenlerin tümü, onların yürüdükleri yolu yürümenin öncü neslin ayak izlerine basmanın kolaylığını yaşamışlardır. Aslında başlığımızdaki ayet her zaman önde olabilmenin gayreti içerisinde olabilmeyi aşılamaktadır. Ve onlar daha çok rızıklandırılmaktadır denilmektedir adeta. Dünya işlerinde bile önde olmak ayrı bir psikoloji, meziyet ve becerileri yanında getirir. Sabah koşularında eğer devamlı önde iseniz kendinize güveniniz tam olur, asla geride kalmak istemezsiniz. Geridekilere nazaran hedefe daha erken varırsınız. Eğer koşunuz maratonsa 1., 2. ve 3. olmak istersiniz. Ödüllerin büyüğü onlarındır, ün yaparsınız. Önünüzdeki fırsatlar o nisbette artar. Geride kalanlar ise her zaman onlara özenti ile bakarlar ve onlar gibi olmak isterler. İster bu okuldaki bir öğrenci, ister iş yerindeki bir işçi, isterse müsabakadaki bir yarışmacı olsun hayatın her safhasında zaten bunu görmekteyiz, yaşamaktayız. Hal böyle iken elbette ki İslam rehberlerinin, öncülerinin de meziyetleri ve ödülleri olacaktır. Rabbimiz bizleri de bu öncülerden eylesin. (amin) EYLÜL’13
AHİRETİN MİLYARLARINI KAZANMAK İSTEYENİN VASIFLARI Ödüle ulaşabilmek için koşturan öncülerin belli başlı ortak özelliklerinden başlıcaları şunlar olduğunu görürüz. Başka bir ifade şekli ile; ÖNCÜ ADAYDA ARANILACAK VASIFLAR:
1. Allah’ın Boyası İle Boyanmalı;
ص ْب َغ ًة َون َْح ُن لَ ُه َعا ِبدو َن ِ ّ الل َو َم ْن أ َ ْح َس ُن ِم َن ِ ّ ص ْب َغ َة ِ الل ِ
“Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara, 138) Aklı, fikri, zikri, ahlakı, tefekkürü, duruşu, bakışı, yürüyüşü, istikameti, ibadeti, hüznü, sevinci, bolluğu, darlığı Sünnetullah nazarı ile olmalı. Net, ak, pak, bilinçli olmalı. Allah’ın boyası ile boyanmayanlar o ilahi beyanı ile insanları nasıl boyayabilirler.? Bu çaba uğrunda karşılarına çıkan maddi, manevi, psikolojik baskılara karşı korkutmalara, zulümlere karşı renklerinde solma olanlar veya grileşenler batıla karşı nasıl mücadele edebilirler? Ayrıca rengini gösterebilme cesaretini gösteremeyeler hedeflerine nasıl ulaşabilirler? Allah’ın boyası onun gönderdiği dindir. Bu dinin ruhu tevhiddir. Kâinattaki tüm mahlûkat ona teslim olduğu gibi insanlarda yalnız ona teslim olmalı, onun yetkilerine ortak olmaya kalkışmamalıdır. Batı Medeniyetinin demokrasi havariliğinden soyunup, İslam Medeniyetinin atmosferine girmelidir. Madem ki her şeyin sahibi O’dur, o halde O’nun dediği olmalıdır. İşte öncü nesil bunun mücadelesini vermelidir. Allah celle celaluhu’nun gönderdiği iman esaslarıyla, ibadetlerle, ahlak ölçüleriyle, muamelata dair koyduğu
hükümlerle kullarını kendi boyasıyla boyarken, koyduğu haramlarla da, bizi başka boyalardan ve boyaların karışımından korur. Çünkü Efendimiz aleyhisselam şu şekilde belirtmektedir. “Mümin günah işlediğinde kalbinde siyah bir leke oluşur. Şayet tevbe eder bağışlanma dilerse, kalbi temizlenir (cilalanır, siyah boyadan kurtulur.) Eğer o günahta ısrar ederse kalbi pas tutar.” (berbat bir renge girer.) (Tirmizi) Tabiri caiz ise her bir günah kendine göre zararlı boyalar içermektedir. Haram denilip bu günahlara set çekmesi zararlı boyalar ile boyanmamaktır. İslam medeniyetini kurmayı emrederek, başka medeniyetlerin tesiri altında rengimizin bozulmasını ve açılmasını engeller.
2. Hür Yürekli Öncüler “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” Derler: Kendilerine ayak bağı olan dünya metaını, dünya endişesi ve telaşını gerektiğinde paçalarını silkeleyerek atmaları ve “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” demeleridir. Yani, beni yoktan var eden, iman ettiğim, secde ettiğim, tevekkül ettiğim, Rabbe yönelerek; Ya Rabb! Emrine amadeyim, senin sözün karşısında boynum kıldan incedir, derler. “Anam-babam sana feda olsun ya Rasulallah” deyip yapması gerekeni harekete geçirirler. Ancak bu sözleri çoğumuzun yapageldikleri gibi, bu işin edebiyatını değil, gerçek anlamda icraatlerinde, hayat işlevlerinde konuştururlar. Tıpkı Hz. Ebu Bekr gibi müslüman olduktan sonra babasını alıp Rasulullah’a götürür ve babasından Allah Rasulunün nübüvvetini dinlemesini ister, aleyhisselatu vesselam “Ey Ebu Bekr biz babanın yanına giderdik” dediğinde o, sen peygambersin o senin yanına gelsin Ya Rasulallah.
Minvalindeki buyruğu ile, Sa’d b. Ebi Vakkas’ın müslüman olduktan sonra kendisine tavır koyan hayatta en çok sevdiği annesine karşı “Ey Anneciğim kendine bu kadar eziyet etme, değil senin bir canını vermen, bin başın (canın) olsa her gün bunları birer birer feda etsen yine de ben dinimden dönmem.” Sözü ile; Hendek Savaşı’nda müslümanlar açlık, yorgunluk, soğukla mücadele ederken sahabeler arasında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Huzeyfe radiyallahu anh’a; Kalk ey Huzeyfe düşman saflarına gir ve bize nasıl hareket edecekleri hakkında bilgi getir dediğinde, Huzeyfe radiyallahu anh hiç bir bahanede bulunmadan “Lebbeyk” demiş ve itaat etmişti. Ebu Musa el-Eşari, Ebu Hureyre’ye; bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beş altı kişi uzunca bir yola çıktık. Yolda ayak tırnaklarımız döküldü, ayaklarımız yara bere içinde kaldı. Üstümüzde bulunan elbiselerimizi ayağımıza sarıp (adeta onları çarık yapıp) varacağımız yere geldik... Derken hiç bir mazeret ve bahane ileri sürmeksizin “Lebbeyk” demişlerdi. Aynı şekilde bir çoban olan Rib’i bin Amir düşman kumandanı Rüstem’in karşısına sultanlar gibi çıkmış, gözlerinin içine bakıp aslanlar gibi İslam’ı tebliğ etmiş ve Rüstem’in kalbine bir korku, bir ürperti yerleştirmiştir. “Kimdi bu adam, hangi cesaretle bu şekilde karşıma çıkıyor ve bu şekilde konuşuyordu, bu cesareti nerden alıyordu.” Evet, bu cesaretin kaynağının tek bir izahı vardı; Onlar yalnız ve yalnız Rabblerine hakkaniyetle “Lebbeyk” demişlerdi. Bundan dolayı onlar öndelerdi, öncülerdi. Çünkü onlar “Hür yürekli! Sözleriyle özleri bir olan öncülerdendiler.”
Kendilerine ayak bağı olan dünya metaını, dünya endişesi ve telaşını gerektiğinde paçalarını silkeleyerek atmaları ve Rabbe yönelerek; Ya Rabb! Emrine amadeyim, senin sözün karşısında boynum kıldan incedir, derler. “Anam Babam Sana Feda Olsun Ya Rasulallah” deyip, yapması gereken fiili harekete geçirirler. Ancak bu sözleri çoğumuzun yapageldikleri gibi, bu işin edebiyatını değil, gerçek anlamda icraatlerinde, hayat işlevlerinde konuştururlar.
ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
“Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” demeleridir. Yani, beni yoktan var eden, iman ettiğim, secde ettiğim, tevekkül ettiğim,
37
- Uhud’da Rasulullah s.a.v eline bir kılıç alıp “Bunu benden kim almak ister” diye sordu. Mücahidlerin her biri ellerini uzatıp: “Ben, ben” diye cevap verdiler. Nebi s.a.v. bu defa “Hakkını vermek şartıyla onu kim alır?” buyurdu. Bunun üzerine hemen herkes durakladı; Fakat Ebu Dücane r.a. “Hakkını vermek, şartıyla ben alıyorum!” dedi aldı ve onunla müşriklerin kellerini ikiye ayırdı. (Müslim, Fezailü’s Sahabe 128)
3. Hür Yürekli Öncüler Hayra Susayan Babayiğitlerdir: Efendimiz buyurmaktadır ki; “Mü’min cennete girinceye kadar hayra doymaz.” (Tirmizi) İla-i Kelimetullah uğrunda, her zaman bir yarış, bir maraton, bir koşuşturma, hareket ve aksiyon... Rabbe karşı nazik bir hassasiyet, ihlâs ve samimiyet çarkında sabır, sebat ve tevekkül ile hayat sermayesini dolu dolu geçirebilmek ve adeta şu ayeti minhac etmek “Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.” (Al-i İmran, 133) Bundan dolayı koşmak, koşuşturmak, yılmaksızın, yıkılmaksızın, yorulmaksızın bu yolun engebeli sathında yorgunluğunun, kendisini cennete ulaştıracağını ümit ederek, tatlı bir yorgunluk haline çevirip bu yorgunluğun hazzını doruklara çıkarmak ve tekrar iştahı tükenmeksizin yolunda istikrar ile sağlam adımlarıyla yürümeye devam edebilmektir babayiğitlik. “Nice babayiğitler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alışveriş Allah’ı anmaktan alıkor.” (Nur, 24/37) Rabbimiz bizleri bu babayiğitlerden eylesin. (Amin)
Bedir’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “Vallahi sen denize dalsan biz de seninle birlikte dalarız ve içimizden bir kişi bile geride kalmaz.” Diyen Sa’d b. Muaz gibi itaatkâr bir nesli örnek alırlar. - Uhud’da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem eline bir kılıç alıp “Bunu benden kim almak ister” diye sordu. Mücahidlerin her biri ellerini uzatıp: “Ben, ben” diye cevap verdiler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu defa “Hakkını vermek şartıyla onu kim alır?” buyurdu. Bunun üzerine hemen herkes durakladı; fakat Ebu Dücane radiallahu anh “Hakkını vermek şartıyla ben alıyorum!” dedi. Kılıcı aldı ve onunla müşriklerin kellelerini ikiye ayırdı. (Müslim, Fezailü’s Sahabe 128) - Savaşa giderken nehirden içmemekle imtihan edilen, Talut’un askerlerine “Sudan içmeyin” denildiğinde, sebep ve hikmetini anlamasa da teslimiyet gösterip içmeyen sabırlı bir nesli örnek alırlar. İşte bunlar görevlerini hakkıyla yapan öncülerden sadece birkaçıdır.
5. Hür Yürekli Öncülerin Tevekkülleri, Onları Ayakta Tutan Bitmek Bilmeyen Bir Enerjidir.
NEBEVÎ HAYAT
4. Hür Yürekli Öncüler Aldıkları Görevin Hakkını Verirler:
38
Onlar, ehliyetli ve liyakatli kimselerdir. Aldıkları görevin hakkını verirler, teslimiyet göstererek itaat ederler, şaşmazlar.
َاس َت ِق ْم َك َما أ ُ ِم ْر َت ْ ف
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud, 11/112) ayetini baş tacı ederler. EYLÜL’13
Elinden gelen her şeyi yapmakla beraber, denizle Firavun arasında kalsa da yine Allah’a tevekkülü elden bırakmayanlardır. İnsanlar onlara: “Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı da: “Allah bize yeter. O ne güzel Vekil’dir” dediler.” (Al-i İmran, 173)
Öncü neslin geri vitesi yoktur. İman esaslarında, farz ve haramlarda geri adım atmaz, taviz vermez. “O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem, 68/9) Öncü nesil tavizsiz olurken de, müsamahakâr olurken de Peygamberini örnek alır. O’ndan daha sert de olmaz, daha yumuşak da. “Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurat, 49/1) Öncü nesil, disiplinli bir nesildir. Dağdan akan su gibi değil, barajdaki su gibidir. Kontrolsüz değil, kontrollüdür; potansiyel enerjiye sahiptir, hizmet üretir. Açıkça haramla emrolunmadıkça davasının büyüklerine itaat eder, görevini aksatmaz ve geciktirmez. Gözleri yaşlı, yüzleri tebessümlü, kalpleri parlaktır. “Müminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal, 8/2) İbadeti severek yaparlar. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte olanlar hakkında Kur’an’da buyrulduğu gibi: “Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler.” (Fetih, 48/29) Onlar, yalnızken de insanlarla beraberken de aslında Rabb’leriyle beraberdir. O’ndan ve O’nun davasından başka bir şey düşünemezler.
Öncü nesil, rızkın da ecelin de bir tane olduğuna inanmıştır. Cömertlik rızkını azaltmayacak, cimrilik çoğaltmayacaktır; cesaret ömrünü azaltmayacak, korkaklık ömrünü uzatmayacaktır. Buna inanan, ne rızkından korkar ne de ecelinden. Öncü nesil, hareket edebilmek için rüzgâr bekleyen yelkenli gemiler gibi değil, rüzgâr esse de esmese de giden vapurlar gibidir. Motoru kendindendir. Olayların ve ortamın uygun olmasını beklemez. Hakiki iman onları harekete geçirir. Harekete geçirmeyen iman, hakiki iman değildir. Ve bir an dikkatimizi verip düşünelim; şu an yeryüzünde ne kadar öncü var acaba, ülkemizde, cemiyetimizde, çevremizde vagonları çeken kaç lokomotif var? Yıllardır İslam’i hassasiyet ve gayreti içinde olduğunu sandığımız biz, siz veya onlar! Bu atmosferin neresindeyiz, uzağında mı, yakınında mı yoksa içinde mi? Aslında ruhlarımızın sıkıldığı, göğüs kafeslerimizin daraldığı zulmün bir karabasan gibi çöreklendiği, artık ortalama her gün binlerce kişinin katledildiği, TEK KELİMEYLE berbat bir dünyada, atmosferde en büyük eksikliğimizin adam gibi “Lebbeyk” diyemediğimizin farkında mıyız? Evet “Lebbeyk” diyen babayiğitler var PEKİ KİM BUNLAR! Bir elin parmağını geçmeyecek kadar az, gece-gündüz koşturan ve bu büyük davanın yükü altından hayatlarını adeta ezenler, diğer tarafta milyonları bulan sürü yığınlarının hayatlarını “lay lay lom” ile yaşayan saf, tembel, berbat bir düzende yaşayanlar. Rabbim! ümmetin içinde önde gidenlerin sayısını arttır. Bizi onlardan kıl. (amin) ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
DEĞERLİ OKUYUCU KARDEŞİM:
39
Ali Yücel
BİR HADİS BİR YORUM
AĞLAYIN,
İSLAM’IN İZZETİNE RAĞMEN MÜSLÜMANLARIN ZİLLETİNE
AĞLAYIN!
َ عن أ ب ي م و س ىر ض ي َّ ا ل ل ه ع ن ه قا ل : ق ا ل ِ ر س َع َل و ي ه ل َّ ا و ل ْ َّ ل س ه ل م ّ ص : ل َ َ ى « إِ َّن الل ُه َّ ا ل ل َ ه ِ ل ي ِ م ل ي ْ ِ َّ ُ ل لظا ل َ م َ ِ ف ِ َ إ ذ ا أ َ َخ ذ َ ه ُ ل ْم ُي ْفلِ ْت ُه
NEBEVÎ HAYAT
K
40
abil’in Habil’i öldürdüğü günden beri var zalim de mazlum da. Belki İblis’in alemlerin Rabbi’ne isyan ettiği günden beri. Ta o zamanlardan beri vicdanları sarsar, insafları zorlar mazlumların hali. Ashab-ı Uhdudların, Uhudların, müminlerin, Yasirlerin, Sümeyyelerin, Hubeyblerin, Said b. Cübeyrlerin, Bennâların, Udehlerin, Kutupların, Şeyh Saidlerin, Atıf Hocaların, Zerkavilerin, Azzamların ve isimlerine yalnızca kendilerini yaratanın vakıf olduğu nicelerinin. Birilerinin eğlencesi olsun diye yırtıcı hayEYLÜL’13
vanların önüne atılan, kimi müstekbirlerin makamlarını yükseltmek için koltuklarına payanda yapılan, duygu ve düşüncesi hayvanlaşmışlar tarafından zevk ve ihtiras için hedef yapılan, “Rabbim Allah’tır” dedikleri için her türlü zulme tabi tutulan mazlumların halleri, dertlerini anlatmaktan bile aciz ama İblis’in uşaklarınca hiç bir değer ifade etmeyen kundaktaki bebelerin durumu sadece akıl tutulmasına, kalp kararmasına, vicdan travmasına tutulmuşları rahatsız etmez. Bundan da acısı rotasız müslümanlar yığını ya da rotası tamamen yanlış İslam iddiasındaki zavallıların durumu. Bu gün kan ve gözyaşı coğraf-
Nasıl ki cahiliyye zamanın bir bölümüne ait olmayıp her zamanda görülebilen bir düşünce yapısı ise, aynı şekilde zulüm de böyledir. Geçmişte iman ettiği için ateş çukurlarında yakılarak öldürülmek suretiyle cezalandırılanlar olduğu gibi bu gün de Budist çeteler tarafından ibadet ederken yakılarak öldürülen müminler vardır. Müslüman kanına susamış Moğol eşkıyalarına rehberlik eden sözde ilim adamı İbnü’l-Alkami gibi Ezher şeyhleri var zalimlere koltuk değnekliği yapan. Arenalarda vahşi hayvanların önlerine atılıyordu batıda insanlar, bu gün aynı batının yetiştirdiği insan suretli hayvan tıynetli zalimler insanlara, müslümanlara saldırıyorlar al görmüş boğa gibi. Yani zulüm değişmiyor, çeşidi değişiyor gözükse bile. Sadece kılık değiştiriyor. Bütün bu olanları ve kalemin, kelamın kifayetsiz kaldığı başka hadiseleri düşününce insan kendini alamıyor yer yer, adalet duygusu izmihlale uğruyor, şaşkın kalıyor. “Adaletin bu mu dünya?” serzenişleri yükseliyor. Ama dünyaya nizam ve düzen vermeye çalışanların adalet anlayışı bu ise dünya ne yapsın ki? İslam ümmetini halifesiz, hilafetsiz, başsız ve öndersiz bırakanlar kahraman telakki edilip arkasından dualar ediliyorsa elinden ne gelir dünyanın? Stalin zaliminin söylediği “Bir kişinin ölümü trajedi olurken milyonların ölümü istatistik oluyor” sözü bizzat aynı zalimin yaptığı zulümlerde karşılığını buluyor ise neylesin dünya? Adaleti bu yorgun dünyanın, zalimlerin at gezdirdiği, Allah’a kulluk edenler ölümlerden ölüm beğendiği dünyanın. Ama iş bunun ile bitmeyecek, her işinde hikmet olan, kullarına kapalı kalsa bile hikmet gizleyen Allah (azze ve celle), okyanusların altında adına insanların hâlâ vâkıf olamadığı nice canlı yaratan ve onların rızkını veren, toprak altında debelenen, hareket eden nice canlılardan haberdar olan el-Habîr’in, zalimlerin yaptıklarından habersiz olduğu düşünülebilir mi hiç? “(Resûlüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!
Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar. Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: “Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım” diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki:) “Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına, yemin etmemiş miydiniz? “ “(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik.” Hilelerinin cezası Allah katında (malum) iken, onlar, tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!” (İbrahim Suresi 42-46) Kundaktaki bebeleri uykularında kimyasal silahlarla katledecek kadar, onlara ölümü defalarca tattıracak kadar zulüm abidesi olanların yaptıkları sadece BM’nin, uşak ve kölelerinin, sahtekar demokrasi havarilerinin yanında kâr kalabilir. İki yüzlü, medeniyet denilen maskara mahlûkun mahkemelerince temyiz edilebilir kubh-i necâset firavunlar ve yaptıkları. Adaletlilerin en âdili, elMuksit olanın mahkeme-i kübrasında boynuzsuz koyun boynuzlu koçtan hakkını alacaksa, bu zalimlerin yaptıkları da yanlarına kâr kalacak değildir. “Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir! Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun). Bundan ötede şiddetli bir azap da vardır.” (İbrahim Suresi, 1617) “İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar; Serin ve hoş olmayan.” (Vâkıa Suresi 42-44) “Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!” (Vâkıa Suresi, 52-56) “O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!” (Mü’min Suresi, 52) “Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe soZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
yasına dönüşmüş müslümanların yaşadığı ülkelerde cereyan eden katliamlara kimi yöneticilerin, çare olarak bu katliamların asıl müsebbibi batılı ülkeleri görmeleri hangi insafla bağdaşabilir ki? Çağdaş Haccacların müslüman kanı dökülsün diye milyon dolarları seferber ettiğini müşahede etmemiz nasıl izah edilebilir ki?
41
kacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki azabı tatsınlar!” (Nisa Suresi 56)
NEBEVÎ HAYAT
Evet, zalimlerin adalet anlayışıyla kirletilmiş bir dünya ve ahiretin adaleti, din gününün sahibi ve maliki olan hakimler Hâkimi’nin adaleti! Sûr’a üfürülüp Kıyamet denilen hadisenin tabiri caiz ise düğmesine basıldığında, düzeni ve nizamı ile koca kainat alemlerin Rabbinin emriyle yok olduğunda, serinlik için varolan büyük okyanus ve denizler tutuşturulduğunda, yeryüzünde sapasağlam kazıklar gibi çakılı duran yüce dağlar “Ol” emriyle savrulmuş yün ve toz zerrecikleri gibi olduğunda, alevli ateşi gören gözler yuvalarından fırladığında zalimlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmayacak ve yaptıklarının hesabını zerresiyle ve habbesiyle ödeyeceklerdir.
42
Ya müslümanlar ne yapacak, ne yapmalılar? Bunu bile sorgulamayan bizler ağlayalım ümmet olarak halimize. Çağdaş Zû-Nuvâs’lar Ashab-ı Uhdudları şehit ederken, firavunların torunları iktidarlarını alaşağı edecek Musaları öldürme gayretindeyken, müslüman olduğunu beyan eden yöneticiler gaflet içersinde kimisi slogan derdinde sömürgen batıdan medet umarken, kimisi Âd ve Semud’un yolundan giderken, İslam başladığı günlerden daha garip, müntesipleri tarafından yalnız bırakılmışken; sadece ağla ey müslüman, utanmadan mazeret bulmaya çalışmaktansa sadece ağla. Ağla ki, ıslansın vicdanın. Ağla ki, ilahi rahmet filizleri açsın çorak yüreğinde. Ağla, ağla ki, rahmet-i Rahmân-ı celbedebilesin. Ağla ki, gözyaşların ulaştırsın dualarını alemlerin Rabbine. Ağla, manevi Bedirlerde ridan sırtından düşer belki. Ağla, kim bilir arş-ı Rahmân gölgelendirir seni? Nâr-ı cehenneme sitâr olacak belki ağlaman, nereden bileceksin ki? Ağla sen, aldırma “erkek adam ağlamaz” diyenlere, bilakis erkek adam ağlar tarih böyle aktardı bize. Hem Bedir’de peygamberlerin serdarı bile, ağlamadı mı gözlerinden yaşlar süzüle süzüle? Ya O’nun güzide ashabı, nasıl ağlıyorlardı hallerine? Memleket hasreti çekenler, işgal edilmiş topraklarımız için ağlayın! Nice asırlardır kan ve gözyaşıyla ıslanan İslam topraklarına, Hayvan hakları müdafileri, motorlu testerelerle insafsızca boEYLÜL’13
ğazlananlar için ağlayın! Tarihi eserden, sanattan dem vuranlar, bombalanan mihraplar, minareler için ağlayın! Ahıra, haram yuvasına çevrilen mescitler için. Kızını gelin ederken gözyaşı dökenler, ırzları çiğnenen İslam gelinleri için ağlayın! Ebu Gureyb, Tedmür, Sina ve adı bilinmeyen işkence hanelerdeki bacılara, Sümeyra, Esma ve Fatmalara, Ayşe, Emine ve Zehralara. Ticari kesata uğradığında bunalanlar, kriz geçirenler, manevi iflaslarımıza, kayıplarımıza ağlayın! Şeyhleri, önderleri için gözyaşı dökenler, Peygamberiniz için ağlayın! Haremine dil uzatılan Peygamberiniz için. İnsan haklarından dem vuran maskeli vicdanlılar, körpe bedenlere olsun ağlayın! Sınav için üzülen, strese giren öğrenciler, ahiret sınavı için ağlayın, onu dert edinin biraz da onun için strese girin! İslam’ın izzetine rağmen Müslümanların zilletine ağlayın! Daha da ağlayamıyorsanız, ağlayamadığınıza ağlayın, ağlayın, ağlayın... Zalimler ve akıbetleri ile alakalı söz en kısa ve öz olanını beyan eden efendiler Efendisine sözü bırakıyoruz: Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” (Hud Suresi 102)(1) Yer yüzünde şimdiye kadar mazlum bir şekilde Rabbine kavuşan insanların sayısınca lanet zalimlerin üzerine olsun, deve iğne deliğinden geçene kadar Allah’ın lanetinden kurtulamasın müslümanların kanını helal gören bütün zalimler. Rejimlerinin, sistemlerinin, mevki-makamlarının gitmemesi için zalimlere yardım edenler, alemlerin Rabbinin azabına ve lanetine duçar olsunlar. Âd, Semud, Medyen ve diğerleri nasıl ilahi rahmetten uzak olduysa aynı şekilde uzak olsun müslümanların zilletine sebep olanlar.
--------------------------------------------
Buhârî, Tefsîru sûre (11); Müslim, Birr 61. Ayrıca bk. Tirmizî Tefsîru sûre (11); İbni Mâce, Fiten 22.
Ebubekir Eren
BİR KISSA BİN ÖĞÜT
Mükemmel Bir Tevekkül Dersi
şündüm ve bazı dersler çıkardım. O adam, Allah’ı
çıkar. Biraz yürüdükten sonra iki rekât namaz
lamış. O kartviziti almamakla Allah’a olan tevek-
kılmak için bir mescide girer, mescidin bir köşe-
külünü ispat etmiş oldu. O kartvizitin kendisine
sinde bir adamın hıçkırarak ağladığına şahit olur.
uzatılması tam anlamıyla bir imtihandı ve o bu
Dayanamaz ve o adamın neden ağladığını sorar.
imtihanı başarılı bir şekilde geçti.
5.000 riyal (yaklaşık 2.000 TL) borcunun olduğunu ve bu sıkıntıdan kurtulmak için Allah’a yalvardığını söyler. Zengin olan iş adamı, bu rakamın kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini bildirir. Ve cebinden 5.000 riyal çıkarıp verir. Para ile birlikte
görür gibi iman etmiş ve ihsan derecesini yaka-
Allah dualara icabet edendir. “Ummadığımız yerden rızıklandırırım” ayetinin tecellisini görmüş olduk. O kartviziti alsaydı neler olabileceğini dü-
olası ikinci bir ihtiyaç durumunda kendisini ara-
şündüm; “Yalancı bir ağlama olduğu kanaatine
ması için kartvizitini adama uzatır. Adam parayı
varırdı. Kartvizitini veren kişi mescid’den çıkınca
alır ama kartı iade eder. Sebebini sorması üzerine,
düşünür ve üçkâğıtçı olduğunu zannedebilirdi.
ömür boyu unutamayacağı şu harika sözü işitir;
İkinci aramasına cevap vermeyebilirdi. Ya da ona
“İkinci kez ihtiyaç hissettiğimde yine Allah’a yal-
neden Allah’tan istemiyorsun?” derdi. Kartvizit’i
varacağım seni aramayacağım, çünkü seni bana
alınca o an aldatıldığını zanneder, belki de 5.000
gönderen, senden başkasını da gönderir!” Sübha-
riyali geri isterdi, ama o adam tevekkül imtihanını
nallah!!!
Allah’ın yardımıyla başarılı bir şekilde verdi…
O kıssayı dinledikten sonra uzun uzun dü-
(Fîkhul Cihad. 258) ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
D
ubai’de zengin bir adam yemek yedikten sonra evinden dışarı yürüyüşe
43
YAKIN TARİH
Rıdvan Badur
İSTİKLÂL MAHKEMELERİ: KURULUŞU VE ÇALIŞMALARI İ
stiklâl Mahkemeleri, kuruluşu itibariyle masum bir görüntüye sokulmaya çalışıl-
cuda getirdiği esaslı bir yöntem olarak karşımıza
makta olan, başlangıcı itibariyle de Ankara’da ku-
1920’de kabul ettiği bir kanunla kuruldu. Bu ka-
rulmuş olan TBMM hükümetinin cephe dışında
nunun esas adı “Firariler Hakkında Kanun”dur.
güvenliği sağlamak amacıyla oluşturduğu bir ya-
İstiklâl Mahkemeleri de bu kanunun bünyesinde
pıdır.
teşekkül etmiştir. Kanunun ilk maddesinde be-
29 Nisan 1920’de çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu, bu mahkemelerin fikirsel olarak oluşumunu sağlayan ilk adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, nedir bu mahkemelerin esas
NEBEVÎ HAYAT
amacı? Nerelerde kurulmuş ve kimler hakkında
44
nasıl hükümler verilmiştir? Bu soruların cevaplarını şimdi açıklamaya çalışalım.
çıkmaktadır. Bu mahkemeler TBMM’nin 11 Eylül
lirtilen İstiklâl Mahkemeleri’nin görev alanı firar olaylarıyla sınırlı kalıyordu. Bu haliyle İstiklâl Mahkemeleri bir nevi özel mahkeme gibi oluşmuştu. Fakat bu mahkemeler, Ankara’da oluşturulmuş yeni hükümetin otoritesini kabul ettirmek ve sonucu ne olursa olsun asayişi sağlamak için kurulmuş bir yapıydı. Bu sebeple mahkeme üyeleri gerekli gördükleri bütün davalara hüküm ve-
Kurulmakta olan yeni bir devletin ayakta
riyorlardı. Zaten İstiklâl Mahkemeleri’nin karar-
durmasını bir şekilde sağlamak gerekiyordu. Bu
larında, göze çarpacak derecede isabetsizliklerin
da ancak caydırıcı bazı yöntemlerle gerçekleşe-
olması, henüz ilk günlerinde dahi çeşitli iddialarla
bilirdi. İstiklâl Mahkemeleri de yeni rejimin vü-
yorumlamalara sebep olmuştur. Zanlı, savunma-
EYLÜL’13
sını kendi başına yapmak durumunda kalıyor ve zanlı hakkında verilen cezalar da bekletilmeden infaz ediliyordu. Tenkid konusu olan bir diğer husus da karar merciinin, yani İstiklâl Mahkemesi üyelerinin tamamen mebuslardan seçilmiş olmasıdır. Her ne kadar tenkid edilmiş olsa da bazı tatmin etmeyen gerekçelerle tüm tenkidlere kayıtsız kalınmıştır. Zaten cezaları belli olan davaları karara bağlamak için donanımlı hâkimlere de ihtiyaç yoktu! Az evvel bahsettiğimiz “kararda isabetsizliğin” sebebi de bu olsa gerek… İstiklâl Mahkemeleri iki dönem olarak teşekkül etmiştir. Birinci dönem İstiklâl Mahkemeleri Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır; ikinci dönem İstiklâl Mahkemeleri ise Kastamonu, Konya, Samsun ve Yozgat gibi bölgelerde kurulan mahkemelerdir. Bu mahkemeler, yetki mekanizmalarını o kadar genişletmişlerdi ki neredeyse bütün kanun maddelerinin üzerine çıkacak ölçüdeydi. Olağanüstü yetkilerle ilk etapta üç, daha sonra ise dört üye ve bir savcıdan meydana gelen İstiklâl Mahkemeleri’nin verdikleri karar katî idi. Ayrıca bu kararlara itiraz kabul edilemiyordu ve kararların temyizi de yoktu. Kararların uygulanmasından da mahkeme sorumluydu. Fakat mahkeme üyeleri vermiş oldukları kararlardan dolayı da sorumlu tutulmuyorlardı. “Bizim belli, milli bir amacımız vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.” Lütfi Müfit Bey(İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi Hâkimlerinden)
İstiklâl Mahkemeleri, kurulup görev mıntıkalarına dağıldıklarında bölge askeri ve sivil idarecileriyle iletişim kurarak bölgedeki diğer mahkemelerin ellerinde bulunan davaları da –kendilerini ilgilendirdiği ölçüde- devralıyorlardı. İstiklâl Mahkemeleri’nin Çalışmaları
İstiklâl Mahkemeleri içinde en yoğun çalışanı, merkezi bir noktada bulunması hasebiyle Ankara mahkemesidir. 1920-1922 yılları arasında mahkemede 13096 dava incelenmiş olup 435 idam kararı alınmış, 470’i beraat etmiş ve 12191’i de içinde kalabend ve ağır hapis gibi mahkûmiyetlerin bulunduğu çeşitli cezalar almışlardır. İstiklâl Mahkemeleri’nde verilen resmî kararlar neticesinde ulaşılan sonuçlara göre yaklaşık 4124 kişi idama mahkûm edilmiştir. Ancak, akademik camianın İstiklâl Mahkemeleri konusunda referans olarak gösterdiği Ergün Aybars dahi bu rakamı “çok eksik” şeklinde ifade etmektedir. Yine Ergün Aybars’a göre İstiklâl Mahkemeleri çeşitli suçlara önem derecelerine göre şu cezaları veriyordu: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8.
Asılarak ve kurşuna dizilerek idam, Kal’a-bend, kürek ve ağır hapis, Sürgün, Dayak (değnek vurarak, 40 – 100 adet), Tazmin (zararı ödetme), Görevden uzaklaştırma, Halk ve asker önünde teşhir, Millî Mücadele’nin sonuna kadar gözaltında tutma, 9. Mala ve mülke el koymak, yıkmak ve yakmak (hukuk dışı bulundu ve çok sert tepkilere yol açtı),
İstiklâl Mahkemeleri iki dönem olarak teşekkül etmiştir. Birinci dönem İstiklâl Mahkemeleri Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır; ikinci dönem İstiklâl Mahkemeleri ise Kastamonu, Konya, Samsun ve Yozgat gibi bölgelerde kurulan mahkemelerdir. Bu mahkemeler, yetki mekanizmalarını o kadar genişletmişlerdi ki nereve bir savcıdan meydana gelen İstiklâl Mahkemeleri’nin verdikleri karar katî idi. Ayrıca bu kararlara itiraz kabul edilemiyordu ve kararların temyizi de yoktu. Kararların uygulanmasından da mahkeme sorumluydu. Fakat mahkeme üyeleri vermiş oldukları kararlardan dolayı da sorumlu tutulmuyorlardı.
ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
deyse bütün kanun maddelerinin üzerine çıkacak ölçüdeydi. Olağanüstü yetkilerle ilk etapta üç, daha sonra ise dört üye
45
“Bu sehpada asılmama asla değer vermem. Yeter ki mücadelem ve savaşım Allah ve din uğruna olsun…” (Şeyh Said) Ayrıca Şeyh Said’in açtığı bayrak da “Bağımsız Kürdistan” bayrağı değil “hilâfet ve şeriat” bayrağıydı. “Bu sehpada asılmama asla değer vermem. Yeter ki mücadelem ve savaşım Allah ve din uğruna olsun…” (Şeyh Said) Şeyh Said’in İstiklâl Mahkemesi’nde söylediği şu sözler onun amacını da açıkça ortaya koyuyordu:
10. Asker kaçağının yerine en yakınını askere almak, köy ve mahallesinden ağır para cezası (200 lira) almak (bu ceza da hukuk dışı bulunmuş ve sert tepkilere yol açmıştır).(1)
NEBEVÎ HAYAT
İstiklâl Mahkemesi’nde karara bağlanan davalardan ikisini burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü bu iki dava İstiklâl Mahkemeleri’nin bir resmî terör ve korku aracı olarak iyice ünlenmesini temin etti.(2) Bunlardan ilki Şeyh Said meselesi; diğeri ise Şapka İnkılâbı bünyesinde gerçekleşen İskilipli Âtıf Hoca meselesidir.
46
Şeyh Said ayaklanması, Doğu’da baş gösteren ayaklanmalardan farklı bir özellik arz eder. Çünkü diğer ayaklanmaların kökeninde yağma ve derebeylik gibi nedenler yatarken, Şeyh Said isyanının kökeninde şeriat düzenine sahip çıkmak isteği vardır.(3) Kimi çehreler bu isyanın “Bağımsız Kürdistan” amaçlı olarak nitelemeye çalışsa da Şeyh Said’in amacının yalnızca hilafeti yeniden tesis etmek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. EYLÜL’13
“Bizim fıkıh kitaplarımızda vardır; imam ve nakibi şeriatı uygulamazsa ayaklanma şer’an vacip olur. Biz hükümete şeraitten vazgeçmemesini hatırlatacaktık. Allah’ın kaderi beni bu işe düşürdü. İçine bir düştüm bir daha çıkamadım.” Şeyh Said, kendisini kendi ile bağlantısı olmayan ve kendi keyfine göre hareket eden kişilerin arasında bulduğunu ifade eden, “Ben bu hareketin ne önündeyim ne de arkasındayım. Herkes gibi içindeyim. Bi’n-nefis kumanda etmedim. Harbi ne uzaktan ne yakından görmedim. Aşiretler kendi akıllarıyla hareket ediyorlardı.” sözleriyle durumunu iletmiş olsa da bu savunma, sonucu bir miktar dahi etkileyecek nitelikte değildi. Çünkü sonucu belli bir davanın savunması ne denli kuvvetli olursa olsun bu, üyeleri mebuslar arasından seçilen ve yargı merciini tüm gücüyle elinde bulunduran, ayrıca verdikleri kararlardan da sorumlu tutulmayan mahkeme üyeleri için çok da mühim değildi. Amaca ulaşmak için her yol mübah görülüyordu. Sonuç itibariyle 28 Haziran 1925’de yapılan karar duruşmasında aralarında Şeyh Said’in de bulunduğu 47 kişi idama mahkum edildi. Bir diğer dava “Şapka Kanunu” bünyesinde
Ankara İstiklâl Mahkemesi, kasım sonlarında seyyar çalışmak üzere Anadolu’ya hareket etti. Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Erzurum gibi birçok il gezen bu mahkeme onlarca duruşmayı sonlandırdı. Onlardan bir tanesi de İskilipli Âtıf Hoca davasıydı. Ancak burada ilginç bir noktaya değinmek istiyorum. İskilipli Âtıf Hoca’nın henüz suç tarif edilmeden ve oluşmadan çok önce yazmış olduğu “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli risalesinin hadisede kışkırtıcı olduğu tespit edilmiştir. İskilipli Âtıf Hoca’nın yazmış olduğu bu risale sebebiyle 3 Ocak 1926 tarihinde verilen kararla idama mahkûm edilmesi
vicdanları rahatsız edici bir hadise olarak tarihe kazınmıştır. 28 Şubat 1927’de yapılan CHP grup toplantısında hadiselerin yatışmış olmasına binaen alınan bir kararla İstiklâl Mahkemeleri’nin 7 Mart 1927’de sona erecek görev süresi uzatılmayacaktır. Ancak bu mahkemelere vücut veren İstiklâl Mehâkimi Kanunu ve ekleri ancak 4 Mayıs 1949’da yürürlükten kaldırılmıştır. “Hiçbir devrim ve devrimci, kendisini yıkmak isteyen muhalefete imkân tanımaz, tanıyamaz. Bu, bir devrim yasasıdır.” (Ergün Aybars)
---------------------------------------------1. Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir, 1988, s.156. 2. Ahmet Turan Alkan, İstiklâl Mahkemeleri ve Sivas’ta Şapka İnkılâbı Duruşmaları, Ağaç Yayıncılık, İstanbul 1993, s.83 3. Sümer Kılıç, İstiklâl Mahkemeleri Adil miydi ? İzmir suikastı : İddianame ve Kazım Karabekir’in Savunması, Emre Yayınları, İstanbul 1994. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
gerçekleşen İskilipli Âtıf Hoca’nın idamına karar verilen davadır. 24 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da, kendisini karşılamaya gelenleri Panama türü bir şapkayla karşılayan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, büyük tepkilere yol açacak “Şapka İnkılâbı”nı da başlatmış oldu. Şapka giymeyi herkese emreden kanun 25 Kasım 1925’te çıkarıldı. Hükümet, bu inkılâba olağan tepkileri bertaraf etmek için yine İstiklâl Mahkemeleri’ni kullandı.
47
Hüseyin Kalender
ŞEHİTLERİMİZ ONLAR ÖNCÜLER
Ömer Muhtar (1858-1931)
H
amd; insanlar içinden her asırda kandil gibi insanları ortaya çıkarıp, onlar vesilesiyle kullarına yol gösteren, Allah’a mahsustur. Salat ve selamların en güzel ve en temiz olanı âlemlere rahmet, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen kâinatın güneşi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in, ashabının ve kıyamete kadar nübüvvet kandiline yapışan kulların üzerine olsun. MÜCADELE İLE GEÇEN BİR ÖMÜR; Ömer Muhtar; ileri seviyede dini birikime sahip, kesin tavırlı bir huyu olan, dine ait hiçbir şeyi ihmal etmeyecek ve dinini her hangi maddi bir menfaat karşılığında satmayacak kadar üstün bir kişiliğe sahiptir. Hayatı boyunca hiçbir çıkar peşinde koşmayan bu örnek şahsiyetin her çağın toplumuna kazandıracağı değerli erdem ve tavırlarının bulunduğu aşikâr bir gerçektir. Ömer Muhtar kendisinden sonra çağa iz bırakan bir şahsiyettir. DOĞUMU, YETİŞMESİ VE EĞİTİMİ;
NEBEVÎ HAYAT
Libya’daki cihadın öncüsü ve sembolü Ömer Muhtar, 1858 yılında Libya’da Barka sınırları içinde kalan defne bölgesinin Batman kasabasında, Muhtar b. Ömer isimli bir babanın ve bint Muharip isimli bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Mensubu olduğu menfiye kabilesi izzet ve şerefiyle meşhur bir topluluktur. Babası Muhtar, mertliği, cesareti ve güçlülüğü ile tanınmış kahraman bir şahsiyetti. Ömer Muhtar,
48
EYLÜL’13
ŞAHSİYETİ İlmi Şahsiyeti; Ömer Muhtar yukarıda da anlatıldığı üzere köklü bir din bilgisine sahiptir. Çok küçük yaşlardan itibaren bu eğitime başlamış ve cihadın başladığı yıllara kadar ilim ortamından kopmamaya azami gayret göstermiştir. İtalyanlara karşı verdiği uzun ve çileli mücadeleyi 20 yıl sürdürmesinde, bu köklü İslami eğitimin büyük katkılarının olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Dini Şahsiyeti; Ömer Muhtar’ın son derece köklü ve sağlam Allah inancı vardı. Allah’a tam bir teslimiyet ve güven içindedir. Bu inanç ona üstün bir anlama ve sezgi kabiliyeti kazandırmıştır. Bu sebeple olaylara dair, sağlam ve açık bir bakış açısına sahiptir. Kur’an’la arasında sıkı ve derin bir bağ kurmuştur. Onu yanından asla ayırmazdı. Çok Kur’an’ı okuduğu, hatta haftada bir kez Kur’an’ı hatmettiği anlatılır. Bu alışkanlığını çetin cihad döneminde de bırakmamıştır. Cihad süresince birlikte olduğu arkadaşlarından Mahmut el-Cehmi hatıralarını anlatırken, onun bu üstün yaşantısından övgüyle şöyle bahseder: “Uzun yıllar onunla beraber oldum. Aynı sofrada yemek yedik, aynı çadırda uyuduk. Hiçbir zaman onun bütün geceyi uyuyarak geçirdiğini görmedim. İki veya üç saat uyur, sonra kalkar, abdest alır, namaz kılardı. Uzun müddet Kur’an okurdu. O mükemmel bir ahlak ve huya sahip, takva timsali biriydi.” Yine onun silah arkadaşlarından Muhammed Tayyip el-Eşhep de onun bu özelliği hakkında şu açıklamayı yapar: “Ömer
Muhtar’ı çok iyi tanıyorum. Onunla aynı çadırda çokça uyurdum. Allah rahmet etsin ondan pek çok şey öğrendim. O zaman genç bir delikanlıydım. O, gece yarısında kalkar, abdest alır, namaz kılar ve Kur’an okurdu. Savaş günleri aşırı yorgunluğuna ve yine ağır kış gecelerinin soğukluğuna rağmen gece namazını ve Kur’an okuyuşunu asla terk etmezdi. O zorlu geceler de bizi de uyandırır ve namaz kılmamızı sağlardı.” Ahlâk-i Şahsiyeti; Ömer Muhtar, son derece istikrarlı bir şahsiyetti. Söz ve davranışlarında ciddi, bugünün işini yarına bırakmayan, üstlendiği görev ve sorumlulukları eksiksiz olarak yerine getiren biriydi. Bu özellikleriyle son derece yakın arkadaş çevresini değil; aynı zamanda öğretmen ve hocalarını ve toplumun çeşitli kesimlerin de tam güvenini kazanmıştır. Ömer Muhtar, cömertlik ve kanaati kendisine prensip edinmiş bir kişiydi. Kendisine gelen misafirlerine ikram etmekten zevk alır, bunun yanı sıra sahip olduğuyla yetinir, daha fazlasına tamah etmezdi. O şöyle derdi; “Biz mevcut olanı kimseden esirgemez ve onda cimri davranmayız. Olmayan şeyler için de neden yoktur diye tasalanıp üzülmeyiz.” Askeri - Siyasi Şahsiyeti; Mertlik ve yiğitliğiyle zulmün her çeşidine karşıydı. Zalim, karşısında önce onu bulurdu. Onun yiğitlik ve korkusuzluğuyla ilgili olarak anlatılan gerçek bir hikâyede onun bir aslanı öldürdüğü anlatılır. O, bu yetenek ve özellikleriyle, cihad döneminde herkese nasip olmayacak üstün başarılara imza atmayı başarmıştır. Cihad hareketinin ileri gelenlerinden biri, Osmanlı subaylarına onun bu başarılarından şöyle söz eder; “Şayet Ömer gibi on adamımız olsaydı bize yeterdi.” Ömer Muhtar deha sayılabilecek bir askeri ve siyasi yeteneğe sahipti. O, bu yeteneği sayesindedir ki beraberindeki çok az bir Mücahid ve basit silahlarla bir Avrupa devletinin modern ordusuna karşı cihadı 20 yıl sürdürebilmiştir. Defalarca onları yenilgiye uğratmıştır. Onun bu askeri ve siyasi dehası düşmanları tarafından açıkça itiraf edilmiştir. Nitekim İtalyan General Graziani hatıraları arasında bu yenilgilerinden biri olan (11 Nisan 1930 el Faidiyye Saldırısı) hakkında şunları yazar. “Bu hezimet bizim moralimizi bir hayli ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
baba evindeki ilk İslami eğitim ve terbiyesinin ardından eğitim ve terbiyesini Senûsi ekolüne bağlı cenzur medresesinde alır. Babasının vefatından sonra eğitimini Çağbub İslami Bilimler Akademisi’nde sürdürür. Ömer Muhtar, bu medresede 8 yıl köklü dini eğitim görür. Ömer Muhtar, bu enstitüde Şeyh Zeruali el-Mağribi’den Kur’an ilimleri öğrenir. Bunun yanı sıra Seyyid el-Ceyyani, alleme Fatih bin Muhammed ve başka birçok değerli hocadan çeşitli dini ilimler okur. Bu eğitim ve öğreniminin sonunda derin bir dini kültür ve birikiminin yanında, yüksek ruhi bir terbiyeye sahip olur. Çağbub İslami Bilimler Akademisi, onun düşünce ve gönül dünyasını şekillendirir.
49
bozup kalplerimize büyük bir sıkıntı verdi. Buna karşılık bu yenilgimiz, Mücahidlere büyük bir moral verip maneviyatlarını bir hayli kuvvetlendirmiştir. Bunun üzerine Ömer Muhtar Mücahidlere hitaben şöyle demiştir; “Şayet Bingazi’den Cebeli Ahdara doğru gürleyen bir aslan sesi işitirseniz sakın korkmayın. Zira olaylar ve zafer dolu günler, size aslan kürkü içinde yatan bir eşeğin olduğunu göstermiştir.”
rülmesi için sen mi emir verdin?
General, kendisini kasteden bu hakaret yüklü sözü Ömer Muhtar’ın büyük dehasına duyduğu hayranlık sebebiyle, hatırasında nakletmekten çekinmemiştir.
-Peki, o zaman bizimle niçin savaştın? Amacın neydi?
İTALYAN KOMUTANI GRAZİANİ İLE ÖMER MUHTAR ARASINDAKİ SON GÖRÜŞME; Ömer Muhtar Bingazi yakınlarındaki hapishaneden alınıp, dört gün sonra göstermelik olarak yargılanacağı İtalyan sıkıyönetim mahkemesine çıkarılmadan kısa bir süre önce, Libya’daki İtalyan ordusunun genel komutanı General Graziani ile görüştürülmek üzere odasına götürüldü. Ömer Muhtar, komutan karşısında İslami asil duruşunu hiç değiştirmemişti. Aralarında geçen konuşmalarından bazıları şunlardır. -Neden böyle şiddetle faşist İtalyan hükümeti ve ordusuna karşı durmadan savaştın? -Dinim ve vatanım için.
NEBEVÎ HAYAT
-Bizim iki Kumandan ve pilotumuzun öldü-
50
-Evet! Savaştaki bütün sorumluluk ve ithamlar kumandanındır. Savaşın gereği budur. Zira savaş, ismi üzerinde savaştır. -Ey Ömer Muhtar! Sen azıcık askerin ve basit silahlarınla, bizi yenebileceğini ve Barka’dan çıkarabileceğini bir gün olsun hiç düşündün mü? -Hayır… Bu imkânsız bir şeydi.
-Cihaddan başka hiçbir şey. Bir Mücahid olmam bana yeterliydi. Gerisi kaderin eline kalmış bir şey. Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız ya da ölürüz… Sizler bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun (ahireti kast ederek) yaşayacağım.” General Graziani daha sonra Ömer Muhtar’la olan bu görüşmesine dair düşüncelerini şöyle anlatacaktır: “O, odama girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece hayranlıkla bakıp durdum. Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran kaldım. VE İDAM ANI Bingazi’deki toplama kamplarının birinde Ömer Muhtar’ın idam sehpası kurulmuştur. Ömer Muhtar, 20 bin kişilik büyük bir halk topluluğu önünde, yanından hiç ayırmayıp, dilinden hiç düşürmediği Kur’an’ı Kerim’den ayetler okuyarak idam sehpasına doğru ilerliyordu. Yanından geçtiği insanlar onun Fecr Sûresi’nin “Ey huzura kavuşmuş nefis! Sen ondan o da senden hoşnut Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir” (27-30) ayetlerini okuduğunu duymuştur. Ömer Muhtar son derece sakin, korkusuz ve kendinden emin adımlarla idam sehpasının üzerine çıktı. Dudaklarından ayetler inci taneleri gibi dökülmekteydi. Özgürlüğü her şeyi aldığı Cebeli Ahdar’ın yeşil dağlarına son bir kere baktı ve bir milleti yetim bırakarak ebed âlemine doğru kanatlandı. Allah sana rahmetiyle muamelede bulunsun. Senin kendisinden sonra gelecek nesillere örnek ve önder eylesin. Rahman olan Allah’tan bizlere de hayatı mücadele ile süslendirip, şehadet tacı ile taçlandırmayı nasip eylesin. Allah’umme Âmin… (Ömer Muhtar, Osman Arpaçukuru, özetle alıntı yapılmıştır.)
EYLÜL’13
Bundan sonra bir Müslüman sandığa güvenebilir mi?
“
“
Robert Fisk'ten çok çarpıcı Mısır analizi
İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Mısır’da yaşananların ülkede iyileşmesi yıllar alacak bölünme yarattığını yazdı.
ahire katliamı: Bugünden sonra herhangi bir Müslüman seçim sandığına yeniden güvenebilir mi?” başlıklı yazısında Fisk, Mısır’da yaşananların trajik bir dönüm noktası olduğunu ve ülkenin yaralarını sarmasının yıllar alacağını belirtti. Mısır’ın ulusal birliğinin, dün Müslüman Kardeşler’i bastırmaya yönelik yapılan katliam sonucu bozulduğunu vurgulayan Fisk, “Milyonlarca Mısırlı için demokrasi yolunun yıkıldığını ve dinine dayalı bir devlet isteyen bir Müslümanın bir daha seçim sandığına güvenmeyeceğini” kaydetti. Cezayir hatırlatması “Yaşananların sadece Batı’nın yansıtmaya çalıştığı gibi Müslüman Kardeşler’le ordunun karşı karşıya gelmesi olmadığını” vurgulayan Robert Fisk, şunları kaydetti: “Dünkü şiddet Mısır toplumu içinde, iyileşmesi yıllar alacak acımasız bir bölünme yarattı. Solcular, laikler ve Hristiyanlarla Sünni köylüler arasında, halkla polis arasında, Müslüman Kardeşler’le ordu arasında bir bölünme. Muhammed El Baradey’in istifa etmesinin nedeni buydu. Kiliselerin yakılması bu korkunç işin kaçınılmaz sonucuydu. Cezayir’de 1992’de, Kahire’de 2013’te Müslümanlar adil ve demokratik bir şekilde seçilerek iktidara geldi ve sonra iktidardan çekilip alındılar. Müslüman Kardeşler’in ne kadar hata yaptığının önemi yok. Demokratik şekilde seçilmiş Muhammed Mursi ordu tarafından
devrildi. Bu bir darbeydi ve John McCain bu kelimeyi kullanmakta haklıydı.” “Dün Mısır’da bir şey öldü” Mısır’ın geleceğinin belirsizliğine, yazısında değinen Fisk, “Mısır’ın başka bir Suriye olmayacağını, Mısır’ın tarihinde ayrıca mezhepsel sıkıntıların bulunmadığını” vurguladı. Fisk, “Ama evet, dün Mısır’da bir şey öldü. Süresi dolan şey, Mısır’ın Arap ulusunun ebedi annesi olduğu düşüncesiydi. O ulusal ülküde Mısır tüm insanlarını çocukları olarak görüyordu. Polis ve hükümet yanlılarının yanında Müslüman Kardeşler mağdurları da Mısır’ın çocuklarıydı. Onlar halkın düşmanlarına, teröristlere dönüştüler. Bu, Mısır’ın yeni mirası” ifadesini kullandı. Bu arada, Fisk’in yazdığı Independent gazetesi bugün “Mısır’ın Utanç Günü” manşetiyle çıktı. Mısır’da darbe karşıtlarına yönelik katliam bugün birçok İngiliz gazetesinin ilk sayfasında fotoğraflarla yer aldı. Guardian “Mısır’ın kanlı askeri baskısı”, Times gazetesi “Mısır’ın katliam gününde yüzlerce kişi öldü”, Daily Telegraph gazetesi ise “Mısır iç savaşın eşiğinde” gibi başlıklar kullandı. Gazetelerin birçoğu İngiliz Sky haber kanalı kameramanı Michael Deane’nin dün Mısır’da vurularak öldürülmesine de geniş yer verdi. KAYNAK: İNCA NEWS ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
“K
51
Yusuf Yılmaz
NEBEVİ AİLE
NEBEVÎ HAYAT
İSA aleyhisselamın ÜMMETİ GİBİ YAPIN
52
“Haberiniz olsun, iman çarkı (ilelebet) dönecektir. Bu çark her nerede dönüyorsa Allah’ın kitabına uygun olarak döndürün. Haberiniz olsun Sultan ve Kitab birbirinden ayrılacaktır. Sakın sakın siz kitaptan ayrılmayın. Haberiniz olsun, başınıza öyleleri reis olarak geçecek ki onlara itaat etseniz sizi dalalete ve sapıklığa atarlar, itaat etmeyip isyan etseniz sizi öldürürler. Orada bulunanlardan biri sorar: ‘ey Allah’ın Rasulü! Peki ne yapalım?’ Rasulullah şöyle cevap verir: ‘İsa’nın ümmeti gibi yapın. Onları ateşe attılar, testere ile biçtiler (fakat dinlerinden vazgeçmediler) Allah’ın itaati uğruna ölmek, Allah’a isyan içinde yaşamaktan daha iyidir.” (Ebu Heysemi; İbni Hacer el-Askalani) Allah (c.c), nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i Kitabı Kuran-ı Kerim ile terbiye etti. Bilmediklerini gökten indirdiği vahiyle ona öğretti. Ahlakını yine bu kitab ile kemale erdirdi EYLÜL’13
ki müminlerin annesi Hz.Aişe’ye onun ahlakını soranlara cevabı çok açıktı;”Siz hiç Kuran okumaz mısınız? Onun ahlakı Kuran’dı.” Allah Rasulü hayat bulduğu kitab ile hayat kurtarmaya başladı. Sahabelerini olgunluğa Kuranla taşıdı. Davetinin merkezine onu koydu. İnsanları ona çağırdı ve onu yaşatmaya çalıştı. Onun için dayak yedi, onun uğruna hakarete uğradı ve yine onun için hicret etti. Medine’de onun hâkimiyeti uğruna çaba harcadı, onunla hükmolundu ve onunla hükmetti. Bütün beşer ürünü hukukları, kendisine anayasa kıldığı kitabla ayaklar altına aldı. Şahısların hükümranlığını, ilahi hükmün gücüyle yıktı. Her işini onunla çözdü ve çözdürdü. Hayatın tıkalı damarlarını onunla açtı. Karanlığı onun nuruyla aydınlattı.
Tüm bunları gerçekleştirirken evlatlarının ba-
Peygamber aleyhisselam, bu çürük anlayışa
şına gelecek sıkıntıları dillendiren bir baba gibi as-
isyan etmenin bedelini şöyle ifade etmekte: “
habının karşına geçti ve “Haberiniz olsun Sultan
Sizi öldürürler.”Tıpkı insanlığa rahmetten başka
ile Kuran birbirinden ayrılacak” diye uyardı. Yönetmek için gelen Kuran ile yöneticiler arasına kalın bir duvar örülecek. Allah rasulünün ‘Benim sizin için en çok korktuğum ısırıcı yönetimdir’ dediği Kur’an’sız sultanlar hakimiyetlerini insanlara kabul ettirdi. Hatta bugün öyle bir duruma gelindi ki İslamla hükmolunmayı istemek bir suç haline getirildi. Kur’an’ı evinde oku, arabanda dinle ama sakın hayata müdahalesini diline değil aklından bile geçirme. Çünkü Kur’an genişleyen çağın şartlarına cevap veremez düşüncesini acizlere kabul ettirmişlerdi. Aklı vahyin önüne geçirerek heva ve heveslerine göre yaşam biçimleri benimsemişler ve benimsetmişlerdi.
bir şey getirmeyen peygamberlerin bir kısmının
ifade etmiş: “Sizi sapıklığa ve dalalete atarlar.” Aynen de böyle olmuş. Bugün geldiğimiz duruma baksanıza. Aile hukukumuzu ve ahlakımızı ortadan kaldırmışlar. Evliliklerimizin içi boşaltılmış.
gibi. Peygamberlerin bıraktığı mirasa sarılanların ateş çukurlarına atılması, kızgın yağ kazanlarında yakılmaları, hendek içlerinde başlarının ortadan ikiye ayrılması gibi öldürüleceksiniz. İsyancı denip idam sehpasında üzerinize isyancılar için inen ayetler asılacak. Ölümüne dövülüp sakat bırakılacak ya da akli melekeleriniz kaybettirilecek. Siz ölümü yaşamdan daha arzular hale geleceksiniz işkenceler altında. Irzlarınız kirletilip mukavemetiniz zayıflatılacak. Çocuklarınızın saçlarını beyazlatan zulümlerle karşı karşıya kalacaksınız. Kimyasal silahlarla öldürülürsünüz. Dokunmaya kıyamadığınız çocuklarınızın kollarını, bacaklarını koparırlar en gelişmiş bombalarla. Aynı bugün İslam coğrafyalarında yaşanan ölümler gibi. Kur’an’sız sultanlarına itaat et-
Sadece cinsel ihtiyaçların karşılandığı meşru bir
mekten sakınan müminlerin ölümleri gibi. Devrin
kurum haline gelmiş. Bir yandan da her tarafa
firavunlarına, karunlarına, hamanlarına, nem-
insanların cinsel duygularını ayağa kaldıracak,
rutlarına… Zorba olan ehli kitab ve budistlerine
hanımı olmasına rağmen zina yapmaya teşvik
isyan edip diri diri yakılmayı, kesici aletlerle par-
edecek unsurları gözlerimizin ve kalplerimizin
çalanmayı, aç ve susuz kalmayı önceleyen mü-
içine sokmuşlar. Dün Bizans pazarlarında satılan
minler gibi…
köle kadına ağlayan göz, günde onlarca azgına satılan kadınlarımızı görmez olmuş. Dünün kadınının çıkmazlarını anlatan diller, annelik hayalleri ile büyüyen kızların barların ve pavyonların demirbaşları haline getirilmelerine sessiz kalmış. Bir zamanlar evlerimizin içini şenlendiren evlat-
Ey Mısır’ın, Şam’ın, Afgan’ın, Çeçenya’nın, Arakan’ın, Patani’nin ve adları unutulan müminlerin sakinleri! Kadınlarınız ve çocuklarınızdan daha korkak, yaşlılarınızdan daha aciz olduğumu itiraf edip size peygamberinizin sesini iletiyorum;
larımız ellerimizin arasından kayarak uyuşturucu
“İsa’nın ümmeti gibi yapın. Onları ateşe at-
ve benzeri melanete bulaşmakta. Dününe baka-
tılar, testere ile biçtiler (fakat dinlerinden vazgeç-
mayan, yarınını hesaplayamayan, kendinden baş-
mediler)”
kasını düşünemeyen bu gençlik; faizle insanların bel kemiğini kıran bu ekonomik anlayış; hırsızlığı, rüşveti, adam öldürmeyi, çılgınca harcamayı… vs. gördüğümüz ve göremediğimiz, sayabildiğimiz ve sayamadığımız her türlü yozlaşmanın tek nedeni Sultan ve Kuran’ın birbirinden ayrılmasıdır. Ardından onların meşrulaştırılmasıdır.
Ey bu uğurda ölmeyi, ciğerpare yavrularını bu yolda ölümlere göndermeyi şeref bilen müminlerin erkekleri ve kadınları! Pişman olmayın sakın. Zira;
“Allah’ın itaati uğruna ölmek, Allah’a isyan içinde yaşamaktan daha iyidir.” ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
Onlara uyanların sonunu Allah rasulü şöyle
ölümle tehdit edilip bir kısmının öldürülmesi
53
RÖPORTAJ
Karanlıklardan Aydınlığa Deso Dogg: “İslâm’ı kimse durduramaz”
NEBEVÎ HAYAT
G
54
erçek adı Denis Mamadou Cuspert olan Alman Rap Şarkıcısı 1975 yılında Almanya Berlinde doğmuştur. Annesi Alman, babası ise Gana’lıdır. 2010 yılında İslam ile tanışan Rap Şarkıcısı Abu Talha al Almani adını almıştır. Almanya da yaptığı konuşmalar ve Kutsal Savaş (Cihad) çağrıları nedeni ile takip altında tutulmuştur ve Almanya dışına çıkması yasaklanmıştır. 2010 yılında İslam ile tanıştıktan sonra müzik kariyerini bitirdiğini belirterek Afganistan, Irak, Çeçenistan ve Somali’deki Mücahidlerin zaferi için dua ettiğini belirterek Alman Berlin Şehrini Küfür Metropolü olarak adlandırmıştır ve Alman toplum ve medyası tarafından tepkiler almıştır. Müzik kariyerine son veren alEYLÜL’13
Almani Müslüman olduktan sonra İslami Neşitler söylemeye devam etmiştir. Birçok defa göz altına alınan al Almani 2012 yılında ülkesini terk etmiştir. 2013 yılı Ağustos ayında Suriye’de Nusret Cephesi saflarında Beşar Esed güçlerine karşı savaşırken görüntüleri ortaya çıkmıştır (Kaynak: www.wikipedia.org) 2012 yılında Abu Talha al Almani ile Alman ZDF Televizyonun yaptığı röportajdan kısa bir bölüm: ZDF: Bay Cuspert, Alman yetkililerin genç Müslümanları radikalize ettiğiniz söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Al Almani: Daha önce Alman Başsavcılığı
Daha önce Alman Başsavcılığı ile yaptığım görüşmede Yurt dışına çıkmama izin vermelerini ve bu sayede benden kurtulacaklarını ve rahat edebileceklerini belirtmiştim . Fakat çıkışıma izin vermediler. Bende burada olduğum sürece işimi ve yapmam gerekeni yapmaya devam edeceğim. Müslüman Gençliğimizi sokaklardan kurtarıp onlara sünneti anlatacağım ve Peygamberin getirmiş olduğu kanunları takip etmeleri için ikna edeceğim.
vermelerini ve bu sayede benden kurtulacaklarını ve rahat edebileceklerini belirtmiştim . Fakat çıkışıma izin vermediler. Bende burada olduğum sürece işimi ve yapmam gerekeni yapmaya devam edeceğim. Müslüman Gençliğimizi sokaklardan kurtarıp onlara sünneti anlatacağım ve Peygamberin getirmiş olduğu kanunları takip etmeleri için ikna edeceğim. ZDF: 2011 yılından beri hakkınızda yurt dışına çıkma yasağı mevcut. Yasak kalksa nereye gitmek istersiniz ? Al Almani: Türkiye veya Afrika’ya gitmek isterim . ZDF: Fakat bu durumda Türkiye veya Afrika’dan internete videolar yüklemeye devam edeceksiniz sanırım? Al Almani: Almanya beni kesinlikle ilgilendirmiyor. Şu an bu ülkede yaşadığım ve bulunduğum için bu ülke hakkında konuşuyorum. Kendimi alim veya hoca olarak görmüyorum. Birçok insan eski hayatımdan dolayı beni takip ettiği için insanları İslam’a davet ediyorum.
ZDF: Tam olarak insanlara verdiğiniz mesaj nedir? Al Almani: Biz gerçek dini duyurmak istiyoruz. Yani Allah’tan başka İlah olmadığını ve Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun elçisi olduğunu. ZDF: Bu sonuçta Allah’ın sözlerinin ve Kanunlarının tüm Dünya da hakim olacağı anlamına da geliyor mu? Al Almani: Aynen öyle. Artık İslamı durduramazsınız. Biz cennetin sözünü aldık. Bunu anlayan müslümanları durdurmanız imkansız. ZDF: Peki Müslüman olmayanlar? İslam yeryüzüne hakim olduğunda onlara ne olacak? Al Almani: Peygamberimiz (a.s) zamanında da Hıristiyanlar ve Yahudiler yaşıyordu. ZDF: Yani İslam dünyaya hakim olsa da herkes müslüman olmak zorunda değil? Al Almani: Hayır, Kur’an’da belirtildiği gibi: Dinde zorlama yoktur. ZDF: Peygamberiniz hakkında yayınlanan karikatürler ile ilgili Avrupa da birçok gösteriler yapıldı. Peygamberinizi koruma sınırınız nedir? Yani nereye kadar koruyacaksınız?
Al Almani: Ölümüne kadar. Her Müslüman için ölümüne kadar. Bende Peygamberimize karşı yapılan hakaretleri kabul etmeyeceğimi göstermek için gösterilere katıldım. ZDF: Peygamberiniz için ölür müsünüz? Al Almani: Onun için ölmek her Müslüman için bir onurdur. Tabii benim için de. ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
ile yaptığım görüşmede Yurt dışına çıkmama izin
55
Cihan Malay
DÜNYADAN HABERLER
İslam dünyasına ‘sokaklara çıkın’ çağrısı! Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Karadavi, Tüm insanların ve özellikle İslam Dünyasının meydanlara inmelerini istedi.
K
aradavi “Mursi’nin yandaşları hamam böceği değildir. Katliama kalkmak vaciptir” Çünkü bizim kardeşlerimiz sokaklarda öldürüldüler” dedi. Arap Birliği’ne ve AB’ye çağrıda bulunan Karadavi katliamların sorumlularının hesap vermesi gerektiğini söyledi. Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Karadavi “Mısır’da Mursi destekçilerinin safına katılmak “farz-ı ayn”dır” dedi.
Mekke imamı Şeyh Suud Eş-Şureym Mısır’daki askeri cuntayı ağır ifadelerle eleştirdi. K
işisel sahifesinden açıklamalarda bulunan Şureym, Mısır’da askeri darbeyi yapanların kendisine karşı olan herkesi terörist ilan eden Amerika eski başkanı Bush’a çok benzedikleri gibi, kendisine karşı olan her türlü sesi bastıran ve yok eden Firavun’un öğrencileri olduğunu söyledi.
Prof. Nefisi: Arap rejimleri şeytanın dostudur! K NEBEVÎ HAYAT
uveyt’li Profesör Abdullah El Nefisi Arap rejimlerinin şeytanın dostu, ABD’nin kuklası olduğunu iddia etti.
56
İslam dünyasının işgal altında olduğunu belirten Nefisi Taliban lideri Molla Muhammed Ömer ile iktidarı döneminde görüştüğünü belirterek: “O bu asrın insanı değil. Batı işgaline karşı direnecek asıl bireyler onun gibilerdir.” dedi. Batı’lıların terörist dediği kişilerin dünyanın en iyi en takvalı bireyleri olduğunu iddia eden Nefisi sivil eylemleri yasaklamak için fetva veren din adamlarına da kapıkulu uleması dedi. EYLÜL’13
DÜNYADAN HABERLER
Mescid-i Nebevi hocalarından Şeyh El Suheybani, Mısır Halkını Savundu “Müslümanlar Mısır’daki kardeşlerimizi fesattan ve yolsuzluklardan kurtaracak bir hükümetin gelmesine sevinmişti. (Mursi) hükümeti, gayet temkinli davranıyordu. Fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar İslam’ın kokusunu alınca harekete geçtiler.
ahudiler ve Hıristiyanlar, parayla (Mısır’da) münafıkları harekete geçirdiler. Allah’ın laneti onların üzerine olsun.Allah’ın laneti Yahudiler,Hıristiy anlar,münafıklar ve (darbecilere) para gönderenlerin üzerine olsun. Akan kandan sorumlular. “Canlarla ve kanlarla nasıl oynadıklarına bakın. Onlara lanet edin, Allah da onlara lanet etsin. Onlar facirler ve hainler. Zındıklık ve inançsızlıklarını herkes gördü. İslam’ı hiçbir şekilde istemiyorlar. “Mesele bir grup veya cemaat meselesi değil. İslam’a karşılar. Eskiden olduğu gibi Firavunluk olsun isti-
yorlar.” (Darbecileri) onaylayan apaçık bir dalalettedir. Zınlıklığı ve inançsızlığı yeniden getirmek isteyenleri nasıl onaylarlar? “Mısır, alimleri ve konumuyla İslam dünyasının anası. Allah’tan kardeşlerimizi bu facir ve kafirlerden kurtarmasını dileriz.” “İslam ülkelerine ve İİT’na hayret. Mısır’da kafirler arabuluculuk yapıyor. Oysa komplonun arkasında onlar var.”
Dubai Şeyh’in kızından babasına: Bu kanlar...
Dubai Şeyhi’nin kızı Mehra Facebook hesabından ‘Özür dilerim babacığım, ama bu kanların dökülmesinin nedeni bizim paralarımız’ yazdı.
Hasan El-Benna’nın şehid olan torunu Halid El-Benna...
O’nun İzinde...
Y
ZİLKADE 1434
57
DÜNYADAN HABERLER
Hizbullah: “Savaşmak için Suriye’ye gitmeye hazırız” Lübnan’daki Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, savaşmak için kendisi ve örgütün tamamının Suriye’ye gitmeye hazır olduğunu söyledi. Hizbullah Örgütü lideri, Suriye’deki mevcut 5 bin askerini yakında 10 bine çıkaracağını duyurdu.
Faysal El Kasım: ‘Neden Guantanamo’da hiç Şii yok?’
El Cezira televizyonu program yapımcılarından Dr. Faysal El Kasım’ın sosyal paylaşım siteleri üzerinden paylaştığı bazı sorular düşündürdü. 1- Neden otuz yıldır ‘Amerika’ya ölüm’ diye bağırdıkları halde Guantanamo’da hiçbir İranlı Şii bulunmuyor? 2- Amerika neden İran’la bağlantılı grupları, Irak ve Suriye’de İran destekli militanların işlediği katliamlara karşın terör listesine almıyor? 3- Neden ABD insansız uçakları Yemen’de Ensaru’ş Şeria’yı bombalıyor da Husileri bombalamıyor? 4- Fransa neden Hizbullah’ın terör listesine sokulmasını engellemekte ısrar ediyor? 5- Batı neden Afganistan’dan Somali’ye Mali ve Yemen’e kadar hiçbir yerde Sünni İslami yönetimin hakim olduğu bir devlet kurulmasına izin vermiyor da buna karşılık Şii İran’a Körfez’de büyük güç olma izni veriyor? 6- Neden Şii İran’a ‘hayır işleri’ kisvesi altında Afrika’ya uzanması izni veriliyor da Sünni hayır kurumları engelleniyor?
Müslümanlar diri diri yakıldı
NEBEVÎ HAYAT
Mısır’da katliam yaşanıyor. Nahda Meydanında Müslümanlar çadırlarında diri diri yakıldı.
58
M
ısır’da 30 Haziran gösterileriyle başlayan, 3 Temmuz’da ordunun yönetime el koyması ve
ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevinden uzaklaştırılması ile tırmanan siyasi gerilim neticesinde yapılan katliamların bilançosunun 3 bin 533 ölü, 11 bin 520 yaralı olarak belirlendi.
EYLÜL’13
Mısır Sağlık Bakanlığı, hastane kaynakları ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı’ndan alınan bilgilere göre, Kahire ve Giza, ülkenin doğusundaki Sina Yarımadası, sahil kenti İskenderiyye, Süveyş Kanalı’nın kıyısında bulunan İsmailiyye, Asyut, Feyyum Beni Suveyf, Eş-Şarkiyye, Kefr eş-Şeyh, Dekahliye, Kalyubiyye ve diğer kentlerde 3 bin 533 kişi hayatını kaybetti. (AA)
DÜNYADAN HABERLER
MISIR FİRAVUNU KANA DOYMUYOR
Mısır’da son durum: 3 bin 533 ölü Askeri darbe sonrası başlayan olaylarda Mısır ordusunun sivil halka ateş açması sonucu ölenlerin sayısı 3 bin 533 e ulaştı. Yaralı sayısı ise 11 bini aştı ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
ve NİL YİNE KANA BULANDI
59
DÜNYADAN HABERLER
SURİYE’DE KATLİAM
Suriye’deki savaş 3.yılına yaklaşırken gün olmuyor ki bir katliama daha şahit olmayalım. Beşar (Allah’ın Laneti Üzerine Olsun) her gün en az 100 müslümanı şehid ediyor. Tank,uçak,bomba ve kimyasal silah kullanarak müslümanlardan intikam alıyor. Allah akan kanda onu boğsun inşallah... Diğer diktatörlere verdiği bela ve musibetlere, hatta daha fazlasını ona ve onu destekleyenlerinin başına getirsin.
E
sed güçlerinin Şam’ın Doğu Guta bölgesine düzenlediği ve kimyasal silahların kullanıldığı iddia edilen saldırıda ölü sayısı 1300’ü geçti. Sarin gazı kullanıldı Bölgedeki doktorlardan Halid Mahmud, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çok sayıda kişinin kullanılan “sarin gazı”ndan etkilendiğini ifade etti. Yaralılarda nefes darlığı, kusma, göz bebeklerinde küçülme, bilinç kaybı yaşandığını belirten Mahmud, acil olarak tıbbi malzemeye ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Sarin Gazı
NEBEVÎ HAYAT
Sarin (NATO’nun adlandırmasına göre rumuzu: GB) bir sinir gazıdır. 1938`de Alman Kimyageri Gerhad Schrader tarafından bulunmuştur. Sarin gazı aşırı
60
İ
zehirli bir sinir ajanıdır, vücuttaki sinir sistemlerinin dengesini bozarak felç meydana getirir. Çok küçük bir damlası bile insanı öldürebilir. 1991’de Birleşmiş Milletler tarafından kitle imha silahları kategorisine alınmıştır. Sarin gazının üretimi ve depolanarak saklanması 1993’te CWC (Kimyasal Silah lar Konvensiyonu) tarafından yasaklanmıştır. “Hastanelerde bu gazı iyileştirecek ilaç yok” Araplar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (ARAPDER) Genel Başkanı Şükrü Kırboğa, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Suriyelilerin beyanlarına göre şu anda bine yakın ölü, yüzlerce de yaralı var. Hastanelerde bu gazı iyileştirecek ilaç yok. Sadece su serperek insanları bundan kurtarmaya çalışıyorlar” dedi.
İsrail İstihbarat Bakanı: Esed kimyasal silah kullandı
srail İstihbarat ve Stratejik İşler Bakanı Yuval Steinitz, istihbarat servisinin, Esed ordusunun Suri-
kesinin istihbarat servisinin, Esed ordusunun sivil
ye’nin başkenti Şam’ın banliyösü Doğu Guta’da kim-
rüşünde olduğunu belirterek, “Kimyasal silah kulla-
yasal silah kullandığı görüşünde olduğunu söyledi. Steinitz, İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, ülEYLÜL’13
halkına gerçekten kimyasal silahlarla saldırdığı gönıldı ve bu ilk kez yapılmadı” dedi. İsrailli bakan, acımasız bir rejimle karşı karşıya olduklarını ifade etti.
ين َكف َُروا ُي ْن ِفقُو َن اَ ْم َوالَ ُه ْم لِ َي ُصدُّوا َع ْن َس ٖبيلِ اللّٰ ِه َف َس ُي ْن ِفقُون ََها ثُ َّم َ اِ َّن الَّ ٖذ ين َكف َُروا اِلٰى َج َه َّن َم ُي ْح َش ُرو َن َ َت ُكو ُن َع َل ْي ِه ْم َح ْس َر ًة ثُ َّم ُي ْغ َل ُبو َن َوالَّ ٖذ “O kafirler şüphesiz mallarını, Allah yolundan alıkoymak için harcarlar. Yakında da onları harcayacaklar. Sonra bu, onlara bir yürek acısı olacaktır. Sonra da yenilgiye uğrayacaklardır.. Kafir olanlar toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” (Enfal, 36)
Suud Kralı Abdullah yaptığı açıklamada İhvanı Müslimin’i resmen “terörist” ilan etti ...
S
uudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz, “Mısır’ı teröre karşı savaşında desteklediğini” açıklayarak, “Mısır’ın içişlerine karışarak
fitneyi ateşlemeye çalışanlar karşısında Mısır’la birlikte duruyoruz” ifadelerini kullandı. Mısır’ın seçilmiş ilk lideri Muhammed Mursi’yi görevden alan askeri darbe yönetimine daha önce 5 milyar dolarlık yardım sözü veren Suudi Arabistan Kralı Abdullah, darbe karşıtlarına yönelik katliamla uluslararası toplum tarafından sertçe eleştirilen orduya verdiği destek mesajında, “Tüm dürüst Mısırlı ve Arap insanlarını, Muslüman ve Arap tarihinin ön sıralarında yer alan bir ülkeyi istikrarsızlaştırmak çabalarına karşı tek yürek, yek vücut olmaya çağırıyorum. Mısır’ın istikrarı, kin dolu insanlarca hedef alınıyor. Mısır’ın içişlerine karışarak fitneyi ateşlemeye çalışanlar karşısında Mısır’la
Ürdün ve BAE’den Kral Abdullah’ın açıklamasına destek
Ü
rdün resmi haber ajansı PETRA’da yer alan habere göre, Dışişleri Bakanı Nasır Cude,
ülkesinin ve Ürdün Kralı Abdullah›ın, «kardeş Mısır»ın yanında yer aldığı ve Suudi Arabistan Kralı›nın açıklamalarına destek verdiğini belirtti.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz’in, “Mısır’ın içişlerine karışarak fitneyi ateşlemeye çalışanlar karşısında Mısır’la birlikte duruyoruz” açıklamasını destekledi. Ürdün/Bahreyn ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
birlikte duruyoruz” ifadelerini kullandı.
61
SİZDEN GELENLER
bilgi@nebevihayatyayinlari.com
NEBEVÎ HAYAT
“S
62
özümüz kalmadı...tek bir çocuk cesedi,
sıra yürurken gençlerimiz,uğradığı her ev halkının yü-
hayatı karartılmış tek bir kadın,şerefi
reğine ateş gibi iniyorsa ölüm, tüm bunların kıyasının
çiğnenmiş tek bir esir ,gözü yaşlı tek bir masum ye-
bile uzerinde misilleri yaşandı yıllarca..bir canımıza
terdi..bir ömür yara gibi taşınmak için bir teki yeterdi..
bedel üçü beşi, ya RAB sayılması dahi kolaymişcasına
anlatmak,resimleri gözümüzün önünde dönüp dolaş-
şehit edildi tek bir aileden. BAKMAYA DAYANA-
tırmak, meydanlara dökülmek hepsine farklı anlamlar
MADIĞIMIZ VE DAHA GÖRMEDİĞİMİZ fotoğraf-
yükledik.kimimiz elinden bir tek bunun geldiğini
ları yaşadı çocuklar..o topraklarda vahşet bile vasıfsız
düşündü,kimimiz bunların gerçekten destek oldu-
kaldı! Kelamın dökulmeye, tasvirlerin çizilmeye dahi
ğuna, kimimiz çare olacağına inandı! Bazen vicdanı-
titrediği,yandığı bir demdeyiz bunlardan bahsederken.
mızı bastırmak için,bazen samimiyetle ...aslında böyle
Bir şey yapamıyorum diye şikayetin eşiklerini aşmalı
dönüp dolaşırken aynı hikaye belki bir ümitsizlik sak-
ve anlamalıyız ki Allah HER ŞEYİ kuşatıcıdır ve MER-
lamaya çaıştığımız yada gülüp oyalanıp sonra basit
HAMETLİLERİN EN MERHAMETLİSİDİR..kendi elle-
dertlerle tükenirken tamda zulmün, kederin, acının,
rimizle işlediklerimiz yüzünden belki ama bütün işlerin
bütün hüzünlerin ta kendisiyle, ansızın gülücükleri-
hesapların üzerinde ki tek Allah a iman ettik,binbir hik-
mizi dudaklarımızda dondurur gibi yuzyuze geldik
metiyle bu dönüp dolaşan günler O nun takdiriyledir..
;nette gazetelerde dergilerde yada dinlediğimiz bir
zalimlerin mallarına boykot,mitingler,maddi yardımlar
fotoğraf karesinde,defalarca..başımı çeviriyorum da
bizzat onlarla savaşmak bunlar hep bir butünün par-
kabul ettiklerini yaşayan müslümanlar oyle az ki bu
çası.Ve en önemlisi artık savaşlar bitsede bizim doku-
dunyada..sürekli bölünen, tefrikaya düşen,bir diğerini
namayacağımız kadar derinde yaralar,o kadar ki ça-
ötekileştiren onunlada yetinmeyip cahilce ,peygam-
resiz dinmez bir ızdırap taşımaya mahkum milyonlarca
berin o mübarek duruşunu karalarcasına kardeşinin
müslüman..tarumar..İşte bu yüzden dualar bizim için
kanını, namusunu, malını
caiz görürcesine naralar
slogan olmaktan çıkmalı,dillerde dolaştırdığımız ama
atanlar,duyarsızlar,bir yerde Allah için koşup başka bir
yaşatmadığımız bu soylemci kisveden sıyrılmalı,bu
yerde Allah ın hatrını gözetmeyenler,suskun toplum
çıkmaz sokakta çaremiz hakiki manasıyla dua iken
önderleri alimler,dünyayı yüreklerinin en derinine iş-
samimiyetlerimizi sınayacak olan mizan işte yine dua
leyenler...sözümüz kalmadı..zulmet tüm
müslüman
dır.’ şüphesiz ki senden önceki ümmetlerede peygam-
coğrafyaları terketse,yarına silah sesleri işitmese hiç bir
berler gönderdik.bize yalvarıp yakarsınlar diye onları
mazlum;yıllarca akan her damla kan bizim ellerimizle
darlık ve Sıkıntı ile yakaladık’ enam 42 Eğer yalvara ya-
sarılamayacak yaralar açtı, tahribatlar bıraktı.Çocu-
kara bir duamız yoksa onlar için kendimizi sorgulamalı
ğunun ruh sağlığını düşünen bir anne vahşetin bir resim
o zaman bir şey yapamıyorum diye şikayetçi olmalıyız.
parçasını dahi ondan gizlerken,hayatının onda birinden azını mahkum geçiren bir müslümanın ailesi maddi manevi sarsılıp çocuklar tramvalar atlatırken,abisini arkadaşını şehit veren dunya gözunde kaybolup peşi EYLÜL’13
Biliyor ve diliyorum ki Dağılanı toplayan sadırlara şifa veren Allah dır,Rabbim onların üzerlerine sabır yağdır ve ayaklarını sabit kıl..’’ Rukiye Demircan / İstanbul
SİZDEN GELENLER
AŞK
Herkes korkup kaçarken, bürünürken sükuta… Ve sığınırken karanlıklara, bir yavrunun annesine sarılışı gibi... İnsanlar gömerken yüreklerine sevdalarını... Bizler; göğsümüzde coşkuyla haykıracağız! Umut umut büyüyeceğiz yarınlard... Bedeller ödeyeceğiz bu yolda...
Bir avuçluk dualarla rabbe iltica edeceğiz... Tek azığımız Rahman’a olan teslimiyetimiz olacak... İnsanlar gömerken yüreklerine sevdalarını... Bizler; göğsümüzde coşkuyla haykıracağız! Korkmadan, usanmadan... Rumeysa Eser / İstanbul
ZİLKADE 1434
O’nun İzinde...
Ekmeğin aşkı doyana kadar, Suyun aşkı içene kadar, kulun aşkı kavuşana kadar, mecnunun aşkı leyla’yı bulana kadar, ve nitekim mecnun leylayı bulduğu halde, sordu: sen leyla isen ya bu içimdeki leyla kimdir diye. Onunki de mevlayı bulana kadar. Züleyhanın aşkı da bi o kadar, Dünya aşkı çukura düşene kadar, Mal aşkı ismi gibi olana kadar, Mevki, makam aşkı helak eder aşıkın bendini, Hem de taptırır aşıkı kendine, bu hususta biline… Gel sen hele, bir gel kendine, Aşk dediğin aşk değerinde olmalı. Aşk dediğin Aşıkı aldatmamalı. Vel hasılı yoldaş; Her türlü aşk fani iken ölüm dahi ani iken, Sözün özü aşk, aşk gibi olmalı. Oda bu olsa gerek; cihad aşkı. Ölüme bile aşık eder tevhid erlerini. Cihad aşkı; kurşunu göğüsleyip kanını tevhid ve şeriat gemisinin altına salana kadar. Ve şehadet…. Aah şehadet! Şehadet aşkı ise gülümseyerek rabbe yükselip, ‘’kulum ben senden razıyım’’ hitabı ilahiyeye muhatap olana kadar. Gerçek aşk budur, aşkın gerçeği budur. Rabbim sen kulunun zannı yanındasın. Bu aşkı şu kalbe verecek verebilecek ancak sensin. Rabbim bana gerçek aşkı tattır. Ve… ısrarla aşk aşk aşk diyorum, Ve aşkını istiyorum. Aşkına şahitlik etmek istiyorum. Şehadetini istiyorum ALLAHım. Çünkü benim aşkım senin rızan için kanımla yıkanana kadar Ve… ebede… M.Hayri GÜLERYÜZ.
63
KİTAPLIK
إقرأ باسم ربك الذى خلق Yaratan Rabbinin adıyla oku!
RİSALELER
E
ser Merhum Şehit Hasan el-Benna tarafından kaleme alınmıştır. Kitap Nida Yayınları tarafından basılarak okurlarımıza sunulmuştur. Kitap büyük boy,
cilti ve itinalı baskısı ile hak ettiği kalitede basılmış, okuyucuyu yormayan bir tasarıma sahiptir. Risaleler, 1906 yılında Mısır’ın Mahmudiyye kasabasında doğup, 12 Şubat 1949 yılında 43 yaşında şahadet şerbetini içerek ahirete irtihal eden, çalışmaları ile Mısır tarihine ve İslam ümmetine yön veren İhvan-ı Müslimin cemaatinin kurucusu Hasan el-Benna’ya aittir. İsminden de anlaşılacağı üzere birçok bölümden oluşan kitap Hasan el-Benna’nın hayatı boyunca yapmış olduğu çalışmaların bir özeti mahiyetindedir. Hem İhvan-ı Müslimin cemaatinin kuruluş ve aşamalarının tanınması adına hem de mümin bir ferdin kuşanması gereken, ahlaki, itikadi ve teşkilatlanma anlamında istifade edebileceği bir eserdir. Risalelerde İslam davetinin esasları, davetçinin ahlakı ve takip etmesi gereken merhaleler, İslami yönetim sisteminin nasıl olması gerektiği, cihad risalesi, Müslüman kadın, ilkeler risalesi çeşitli kongre bildirileri, akaid ve sabah-akşam zikirleri gibi çok geniş bir yelpazede doyurucu bilgiler bulunmaktadır. 43 yıllık ömrünü dolu dolu geçirmiş, bu günün hayalleri yarının gerçekleridir, işimiz vaktimizden çok, hayat iman ve cihadtır, vakit hayattır gibi sözlerle yolumuzu aydınlatan sözler, binlerce talebe ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanları etkileyen bir yol haritası bırakan Hasan el-Benna’nın bu eseri muhakkak her Müslüman tarafından okunmalı ve gerekleriyle amel edilmeye çalışılmalıdır. Hasan el-Benn Müslüman kardeşlere seslenerek şöyle demektedir: Ey Müslüman Kardeşler! Sizler, ne bir hayır kuruluşu, ne bir siyasi parti ve ne de sınırlı bazı amaçlar için kurulmuş bir heyetsiniz. Sizler, bu ümmetin kalbinde yer alan ve Kur’an’la insanları selamlayan yeni bir ruh, Allah’ın marifetiyle maddenin karanlık etkisini dağıtan bir nur ve Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve selem davetini haykıran yüksek bir sedasınız. Gerçekte sizler kendinizi; insanların taşımaktan çekindiği bu davanın yükünü tek başına taşıyan birileri şeklinde hissetmelisiniz. Sizlere, ‘İnsanları neye davet ediyorsunuz?’ şeklinde bir soru yöneltildiğinde şöyle cevap verin:
NEBEVÎ HAYAT
- Bizler, Hz. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve selem getirdiği İslam’a davet edi-
64
yoruz. İktidar olmak İslam’ın bir gereğidir. Hürriyet ise, onun farzlarından birisidir. Eseri yazan muhterem Hasan el-Benna’ya, tercümesini yapan Doç. Dr. Mehmet Akbaş, Recep Songül, Mehmet Eren, Ahmet Akbaş’a ve eserin basımını üstlenen Nida Yayınlarına Rabbimizin mükâfatlarını vermesini niyaz ederek nice hayırlı hizmetlere muvaffak olmalarını dileriz. Yeni bir kitap tanıtımında buluşmak ümidiyle… EYLÜL’13
Kitabın İsmi: Risâleler Yazarı: Hasan el-Bennâ Çeviri: Doç. Dr. Mehmet Akbaş Recep Songül Mehmet Eren Ahmet Akbaş Yayın Evi: Nida Yayınları
HAYAT
İNTERNETTE DE GÜZELLEŞİYOR... Birbirinden Güzel
Yeni Sitelerimiz Çok Yakında Hizmetinizde
www.imambuharivakfi.org www.nebevihayatyayinlari.com
dergi.nebevihayatyayinlari.com
satis.nebevihayatyayinlari.com
cix
b
e yN