Nebevi Hayat Dergisi 11. sayı (2013)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Ekim 2013 1434

Yıl: 1 Sayı: 11 - Fiyatı: 5 TL

www.nebevihayatyayinlari.com

Zilhicce

“Allah’a ve Râsulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız, gücünüz (kesilir, devletiniz yıkılıp) gider. Bir de sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 46)

Müslümanların Önündeki En Tehlikeli Girdap: İhtilaf ve Tefrika Mahmut Varhan facebook.com/nebevihayatdergisi twitter.com/nebevihayat

Cemaatleşmi Bilinci ve Farklılıklara Tahammül Zafer Mert

Müslümanların Vahdeti ve İhtilaf Kültürü Nedim Bal

Cemaatin Temel Unsurları Yasin Karataş

Kurban İbadeti Muhammed Emin Aksoy

Hac, Müminler Denizinden Bir Damla Olabilmektir Mustafa Tatlı

Şeyh Ahmet Yasin'in Oğlu Babasını Anlatıyor Ropörtaj



GÖNÜL DOSTLARIMIZLA BU SEZONDA DA BİRLİKTEYİZ HADİS DERSLERİ

Her haftanın Pazar günü 08:00 - 09:00 saatleri arası Sezonun ilk dersi: 6 Ekim 2013 Pazar

TEFSİR DERSLERİ

15 günde bir Cumartesi günü Saat: 20:00 Sezonun ilk dersi: 26 Ekim 2013 Cumartesi Hasan Karakaya Hocaefendi’nin Anlatımıyla

SEMİNERLER

Her ayın ilk Cumartesi günü Saat: 20:00 Sezonun ilk dersi: 5 Ekim 2013 Cumartesi GÜNAHLARIN FERT VE TOPLUMLAR ÜZERİNDEKİ ZARARLARI Konuşmacı: Ali Yücel Ders ve Seminerlerimizi

www.imambuhari.org saatinde canlı olarak izleyebilirsiniz.


MÜSLÜMANLARIN ÖNÜNDEKİ EN TEHLİKELİ GİRDAP: İHTİLAF VE TEFRİKA

KAPAK GÜNDEM Mahmut Varhan

5

CEMAATLEŞME BİLİNCİ VE FARKLILIKLARA TAHAMMÜL

KAPAK GÜNDEM Zafer Mert

10

İSLAM CEMAATİNİN VE BİREYLERİNİN ÖZELLİKLERİ

KAPAK GÜNDEM Hakan Sarıküçük

14

MÜSLÜMANLARIN VAHDETİ VE İHTİLAF KÜLTÜRÜ

KAPAK GÜNDEM Nedim Bal

18

Sahibi

Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş

Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük

Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63

İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına

Dağıtım Sorumlusu Abdussamed Girgin (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları Yurt içi yıllık: 60 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)


KAPAK GÜNDEM

Cemâatin Temel Unsurları

Yasin Karataş

23

HAC, MÜ’MİNLER KAPAK DENİZİNDEN BİR GÜNDEM DAMLA OLABİLMEKTİR Mustafa Tatlı

27

DİRİ KALPLER MEZAR OLMAYAN EVLER

43

Yusuf Yılmaz

KURBAN İBADETİ Muhammed Emin Aksoy

ZİLHİCCEYİ UNUTMA! BÜYÜK SEVABI KAÇIRMA! ZİLHİCCE AYININ FAZİLETİ Muhammed Ali Mücahid

İBRAHİM TESLİMİYETİ GÖSTEREBİLENLER İSMAİL ADANMIŞLIĞI BEKLEYEBİLİRLER Ali Yücel

AHİRETİ DÜHYAYA TERCİH ETMEK Ebubekir Eren

30

RÖPORTAJ

İMAM EVZÂİ’NİN NASİHATİ Hüseyin Nohut Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

35

Baskı Cilt: Marki Matbaa

Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Ekim 2013

• •

Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa

Sıla-i Rahim Davetçiyim! Mum Gibi Eriyorum... Said Özdemir

51

38 Metin Eken

39

DÜNYADAN HABERLER SİZDEN GELENLER

42

Yazı kuralları •

47

33

HASAN EL-BASRİ Hüseyin Kalender

Abdülhamit Yasin BABASINI ANLATIYOR

• •

54 60 64

yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir. Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.


EDİTÖR Allah’ın adıyla Hamd, “Allah’ın ipine toptan sımsıkı sarılın” (Âl-i İmran, 103) buyuran Yüce Rabbimize, salât ve selam: “Allah’ın bana emrettiği beş şeyi bende size emrediyorum: Cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad” buyuran efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabilerine ve bu nurlu yolun hizmetkârlarına olsun. Değerli kardeşlerimiz Rabbimize hamd olsun O’nun yardımı ve sizlerin maddi, manevi destekleri ile yeni bir sayımızla karşınızdayız. Kaçınılması mümkün olmayan sona doğru hızla ilerlediğimiz dünyada bir iz bırakabilmek gayretiyle uğraşan kardeşlerimiz dolu dolu bir dergi ile sizlere tekrar merhaba diyor. Bu sayımızın ağırlığını cemaatleşme ve kurban ibadeti oluşturuyor. Değerli Dostlar, İslam ümmetinin uluslara, mezheplere, cemaatlere bölünmüş ve aralarındaki birliği kaybederek başsız kalmış olması, geçirmekte olduğumuz dönemin en büyük musibetlerinden biridir. İslam cemaatinin tamamını ifade eden “ümmet” anlayışımızın Ulusçuluğa indirgenmesi, Müslüman halkların arasına İslam düşmanları tarafından sunî sınırlar çizilmesi, 3 Mart 1924’de TBMM’de alınan karar ile halifeliğin ilgası bu parçalanmışlığı daha bir artırmıştır. Bununla birlikte sevinilecek bir husus varsa, o da Müslümanların, bu süre içinde, geçirdikleri onca ağır imtihanlara rağmen ümit ve inançlarını yitirmeyerek, sürekli çare aramaları, farklı metodlar deneyerek cemaat ve cemiyetler meydana getirmiş olmalarıdır. Dinimiz özü itibariyle ayrılığı, tefrikayı ve bölünmeyi yasaklamıştır. Gerek hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim gerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmasını emir buyurmuşlar, tefrikayı yasaklamışlardır. Rabbimiz ayeti kerimede: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılıp ayrılmayın.” (Âl-i İmran, 103) “Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfal, 46) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Allah’ın bana emrettiği beş şeyi ben de size emrediyorum: Cemaat, dinlemek, itaat etmek,hicret ve cihad”, “Allah’ın eli cemâatle beraberdir.” buyurmuşlardır. Değerli Dostlar,

NEBEVÎ HAYAT

Bunca ayet ve hadise rağmen ümmetin dağınıklığı hepimizin malumudur. Her müslüman bu ortamda üzerine düşen görevleri ifa etmekten kaçınmamalıdır. Müslümanlar, Allah için Kur’an ve sünnet çerçevesinde bir araya gelmeli, Allah için çalışanlara iyilik ve takva merkezli yardımcı olmalı, farklılıklara rağmen bütün Müslümanların kardeşleri olduğu bilinci ile hareket etmeli, asla hizipçilik veya gurupçuluk dar kalıplarına sıkışmamalı, ehl-i sünnet dairesindeki bütün görüşlere müsamahalı yaklaşmalı, Allah için vermiş olduğu sözlere riayet etmeli, ferdiyetçilikten kaçınarak birarada olmanın vermiş olduğu sıkıntılara Allah için sabretmelidir.

4

Değerli Dostlar, bir yandan da teslimiyetin, adanmışlığın ifadesi olan kurban atmosferinin içerisine girmiş bulunmaktayız. Kurban ibadetini yerine getirirken bir hayvan kesmekten ziyade Hz. İbrahim’in en sevgilisi olan İsmail’ini feda etmesi gibi bizim de dinimizi yaşamamıza ve onun yolunda hakkıyla çalışmamıza her ne engel oluyorsa onu yatırıp kestiğimizi veya kesmemiz gerektiğini unutmayalım. Ayrıca dünyanın dört bir yanında mazlum ve mağdur kardeşlerimizi de kurban yardımlarımızda unutmayalım. Rabbim bayramımızı mübarek eylesin. Son nefesini kendi yoluna kurban olarak vermeyi nasip eylesin. Allah’a emanet olun. Selam ve dua ile... EKİM’13


KAPAK GÜNDEM

Mahmut Varhan

MÜSLÜMANLARIN ÖNÜNDEKİ EN TEHLİKELİ GİRDAP

iz müslümanları tek bir ümmet kılarak: “İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir.

gelirin en âdil bir şekilde bütün topluma dağılma-

Ben de Rabb’inizim. O halde Bana ibadet/itaat

yeme ve içme vakitlerine varıncaya kadar pek çok

edin” (Enbiyâ: 92) buyuran Allah Teâlâ’ya hamd;

hususta birlikte hareket etmelerini, beraber oruca

bu ümmetin numune’i imtisal rehberi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya, onun âline, ashabına ve etbaına salât ve selam olsun.

sını sağlamıştır. Bir ay boyunca bütün ümmetin

başlayıp birlikte bayram yapmalarını emrederek çok derûnî sırlarla ümmeti birbirine bağlamış ve kaynaşmasını sağlamıştır. Irk, renk ve lisan ay-

Bilinmeli ki İslam’ın en fazla üzerinde dur-

rımı yapmaksızın bütün müslümanların, dün-

duğu hususlardan biri de müslümanların birliğini

yanın her tarafından lebbeyk nidâları ile Kâbe’i

sağlamak ve bu birliğe zarar verecek, müslümanlar

muazzamayı haccetmelerini ve ilk mescid olan o

arasında ihtilaf ve tefrika meydana getirecek dav-

mukaddes mabedin etrafında dolunayın hâlesi

ranışlardan şiddetle sakındırmaktır. Ezcümle şe-

gibi bir zikir halkası kurarak hep birlikte tavaf et-

hadet kelimesi ile müslümanların inanç ve söz birliğini sağlayan İslam, namazların cemaatle kılınmasını emrederek müslümanların saflarını özenle düzenlemiş ve namaz saflarında meydana gelecek herhangi bir bozukluğu, müslümanların ihtilafına sebep olacak kötü bir davranış olarak kabul etmiştir. Cuma namazını farz kılarak, daha geniş bir çerçevede müslümanların kuvvetini ve birliğini ilan etmiştir. İslam toplumunun daha iyi

melerini ve böylece tek bir ümmet olarak bir tek olan Rabb’lerine kulluklarını arzetmelerini emrederek cihanşumul bir vahdet ve uhuvvet örneğini ortaya koymuştur. Diğer taraftan emr’i bi’l-ma’ruf, nehyi ani’lmünker ve fitne kalmayıp din yalnız Allah Teâlâ’nın oluncaya kadar i’lâyı kelimetullah davası için cihadı farz kılarak insanlık âleminin

kaynaşması, bütün tabakaları arasında karşılıklı

diğer topluluklarını da bu ümmete dahil etmeyi

merhametin, hürmetin ve muhabbetin yayılması

ve böylece bütün insanlığı tek bir çatı altında top-

için zenginlerinden alınarak fakir ve muhtaçla-

lamayı (ki Hz. İsa’nın zamanında bu da olacaktır)

rına taksim edilen zekâtı farz kılmış ve böylece

hedeflemiştir. ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

B

İHTİLAF VE TEFRİKA

5


“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kenarında iken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (Âl-i İmrân: 102- 103)

Denizden bir katre misali mevzubahis etti-

ve rüzgarınız (kuvvetiniz) gider. Sabredin, mu-

ğimiz bu hususların yanında Allah Teâlâ’nın ki-

hakkak ki Allah; sabredenlerle beraberdir.”

tabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

(Enfâl: 46)

sünneti ittihadı, uhuvveti, muhabbeti ve teâvunu emreden; ihtilafı, tefrikayı, haksız rekabeti, taassup ve tarafgirliği ve günah ile düşmanlık üzerinde yardımlaşmayı şiddetli bir şekilde yasaklayan ve bu çirkin davranışların kötü akıbetlerini bizlere gösteren nasslarla doludur. Burada birkaç tane ayet’i kerimenin meâlini ve hadis’i şerifin tercümesini kaydetmemiz faydalı olacaktır: 1-

Allah

Teâlâ

şöyle

buyurmaktadır:

“Mü’minler; ancak kardeştirler. Öyle ise iki kar-

zillet, perişanlık ve mağlubiyetleri de ihtilaf ve tefrikadadır. Bunu cihan padişahı Yavuz Sultan Selim ne de güzel ifade etmektedir: İhtilaf’u tefrika endişesi, Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni. İttihadken savlet-i a’dâyı def’a çaremiz, İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni.

ki, esirgenesiniz.” (Hucurât: 10)

4- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İçi-

2- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey

nizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötü-

iman edenler! Allah’tan nasıl korkup sakınmak

lükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte

gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak

onlar, kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık

müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum

deliller geldikten sonra, parçalanıp ihtilafa dü-

üzerinde) ölmeyin. Allah’ın ipine hepiniz sım-

şenler gibi olmayın. İşte onlara büyük bir azab

sıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın

vardır.” (Âl-i İmrân: 104- 105)

siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kenarında iken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah,

NEBEVÎ HAYAT

izzeti, kuvveti ve devleti birlik ve bereberlikte;

deşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun

sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani

6

Evet, tarih göstermiştir ki müslümanların

5- Allah Azze ve Celle şöyle ferman buyurmaktadır: “Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabb’ inizim. Ben’den korkun. Ama onlar işlerini kendi aralarında bölük bölük ayırdılar. Her bölük kendi

size ayetlerini işte böyle açıklar.” (Âl-i İmrân:

tuttuğu yoldan memnundur.” (Mü’minûn: 52-53)

102- 103) Görüldüğü gibi İslam üzere birlik ve

6- Allah Azze ve Celle yine şöyle ferman bu-

beraberlik kurtuluş; ihtilaf ve tefrika ise ateş çukurunun kenarında olmak kabul edilmiştir.

yurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlarla

3- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’a

artık senin bir alâkan kalmamıştır. Onların işi

ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin.

ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte oldukla-

Sonra korkuya kapılırsınız da zaafa düşerseniz

rını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

EKİM’13


7- Sevban radıyallahu anhu dedi ki: Rasû-

yurdu: “Mü’min, mü’min için (tuğlaları) biri diğerine

lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

kuvvet ve destek veren bir bina gibidir.” böyle buyu-

“Pek yakında topluluklar, yemek yiyenlerin birbirlerini

rurken parmaklarını birbirine geçirmişti.”3

yemek köşesine çağırdıkları gibi size karşı birbirlerini kışkırtacak (ve size saldıracak)lardır.” Birisi: “O gün bizim az olmamızdan dolayı mı?” diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bilakis siz o gün çok olacaksınız. Fakat siz selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah Teâlâ düşmanlarınızın sinelerinden sizden korkma duygusunu çekip alacak ve sizlerin kalplerinize “vehn” (hastalığını) atacaktır.” Denildi ki: “Vehn de nedir ey Allah’ın Rasûlü?” Şöyle buyurdu: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak (ahiretten gafil olmak)tır.”1 Kâfirler tarafından istihzâ konusu edilen biz müslümanların işte en büyük sorunlarımızdan biri de budur. Selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık ve paramparça olmak. Hedeflerimiz ve bu gayelere ulaşma metodlarımız birbirinden farklı ve yönlerimiz ayrı ayrı iken, bu küfür ve zulüm seline karşı ne yapabiliriz ki? Bunun da asıl sebebi ahiretten gafil olmamız ve dünyayı sevmemizdir. Dünyevi çıkarlarımızı dini-dünyevi maslahatları-

Gerçekten mü’minler cemaatinin kendisine benzetilmesi gereken en münasib şey bir beden ve muhkem bir binadır. Nasıl ki beden ancak sıhhatli olduğu zaman iş görür ve bir bina da ancak sağlam olduğu zaman sıcaktan, soğuktan ve yağmurdan korursa; aynı şekilde mü’minler cemaati de ancak uhuvvet, merhamet, hürmet, şefkat ve adalet bağları kuvvetli olduğu zaman kendisine yüklenmiş bulunan emanete riayet edebilir ve mukaddes vazifesini deruhte edebilir. Uzuvları dağılmış, parça parça olmuş bir vücut hiçbir işe yaramaz ve hiçbir faaliyet gerçekleştiremez. Organlar tek başlarına hiçbir şeye güç yetiremezler. Aynen bir vücuda benzeyen müslümanlar da dağınık oldukları zaman hiçbir tesirleri olmaz. Şayet müslümanlar bir tesir sahibi olmak istiyorlarsa ilk önce bu dağınıklıktan, bu çer-çöplük halinden kurtulmaları gerekir. Bunun için de etrafa dağılmış bu uzuvları bir araya toplayacak ve yeniden onları düzgün bir şekilde di-

mızın önüne geçirmiş ve her birimiz kendi şahsi

zayn edecek bir ruh, inandığı gibi yaşayan hikmet,

çıkarını öncelemiştir. Bu da sefalet ve zilletten

feraset, basiret, ilim sahibi âdil bir lider ve onları

başka bir yarar sağlamamıştır.

kuvvetli bağlarla birbirine bağlayan uhuvvet ve

8- Nu’man b. Beşir radıyallahu anhuma dedi

muhabbet bağları gerekir.

ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

10- Ömer b. Hattab radıyallahu anhu dedi

buyurdu: “Mü’minlerin birbirlerini sevmede, birbir-

ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

lerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkatli dav-

buyurdu: “Cemaate yapışın ve ayrılıktan sakının.

ranmada örnekleri; bir bedenin misali gibidir. Ondan

Zira şeytan tek olan kişi ile birlikte olup, iki kişiden

bir âzâ rahatsız olursa, bedenin diğer âzâları da uyku-

daha uzaktır. Her kim cennetin ortasına girmek isti-

suzluk ve ateş ile ona ortak olurlar.”

yorsa, cemaate yapışsın.”4

2

9- Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi

11- İbni Abbas radıyallahu anhuma dedi

ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu-

ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

rinden farklı ve yönlerimiz ayrı ayrı iken, bu küfür ve zulüm seline karşı ne yapabiliriz ki? Bunun da asıl sebebi ahiretten gafil olmamız ve dünyayı sevmemizdir. Dünyevi çıkarlarımızı dini-dünyevi maslahatlarımızın önüne geçirmiş ve her birimiz kendi şahsi çıkarını öncelemiştir. Bu da sefalet ve zilletten başka bir yarar sağlamamıştır.

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

Selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık ve paramparça olmak. Hedeflerimiz ve bu gayelere ulaşma metodlarımız birbi-

7


buyurdu: “Allah Teâlâ’nın eli (yardımı, beraberliği ve

birbirine karşı müvazenede bulunsa, bir küçük

rahmeti...) cemaatle birliktedir.”5

taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; bi-

12- Ebû Derdâ radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cemaatten ayrılma. Zira kurt, sürüden ayrılan koyunu yer.”6 13- Haris el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “...Allah’ın bana emrettiği beş şeyi size emrediyorum: Dinlemek, itaat etmek, cihad etmek, hicret ve cemaat...”7 Son olarak Said Nursi rahimehullah’tan birkaç paragraf aktarıp yazımızı bitirelim: “Evet, tevhid’i imanî, elbette tevhid’i kulûbü ister ve vahdet’i itikad dahi, vahdet’i ictimaiyeyi iktiza eder.”

8

“Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyyet-i kübra olan

rini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı ictimaiyenizle alâkanız varsa, “mü’min, mü’min için (tuğlaları) biri diğerine kuvvet ve destek veren sağlam bir bina gibidir” düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şakavet-i uhreviyeden kurtulunuz.”10 “Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. “Boş söz (veya çirkin bir davranışla) karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip giderler” şeklindeki edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci

İslamiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı ictima-

ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip,

iyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduttur,

yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle em-

zarar verici ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için

rettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp,

zehirdir.”9

bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli

“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâ-

bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.”11

fınızdan istifade eden zalimlere karşı “mü’minler

“Ey ehl-i hakikat ve şeriat! Hakka hizmet,

ancak kardeştirler” kal’a-i kudsiyesi içine giriniz,

büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza

tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza

etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara

ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Ma-

ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha zi-

lumdur ki, iki kahraman birbirleriyle boğuşurken,

yade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle

bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ

dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin

“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “mü’minler ancak kardeştirler” kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki, iki kahraman birbirleriyle boğuşurken, bir

NEBEVÎ HAYAT

çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa, bir küçük taş, müvazenelerini

8

bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı ictimaiyenizle alâkanız varsa, “mü’min, mü’min için (tuğlaları) biri diğerine kuvvet ve destek veren sağlam bir bina gibidir”

EKİM’13


“Ey ehl-i hakikat ve şeriat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini itham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar olmak... Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır» düsturu ile amel etmek...”

kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve

leğimdir” veyahut “Güzel yalnız benim meşre-

daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müfte-

bimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber

hirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki

edinmelidir.

rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini itham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar olmak... Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu “Eğer bir meselenin münazarasında

4.Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu bilmelidir. 5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahsı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o

kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve

şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mu-

kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız

kavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak

ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır»

tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o

düsturu ile amel etmek...”12

müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti

Müslümanlar arasında ihtilaf ve tefrika çıkmasından sakınmak için şu altı ölçüyü tatbik etmek gerekir: 1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun

muhafaza etmelidir. 6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için, nefsini ve enâniyetini, ve yanlış düşündüğü izzetini, ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanıp, vazifesini hakkıyla ifa etmelidir.”13

fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın. repte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak etmelidir. 3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mes-

-------------------------------------------------------------------1. Ebû Dâvûd: 4297. Senedi Hasendir. 2. Buhari: 6011; Müslim: 2586 3. Buhari: 2446; Müslim: 2585 4. Tirmizi: 2304. Sahih bir hadistir. 5. Tirmizi: 2306. İsnadı sahihtir. 6. Ebû Dâvûd: 543. Sahihtir. 7. Tirmizi. Hasen-Sahih 8. Mektûbat: 302 9. Mektûbat: 301 10. Mektûbat: 309 11. Lem’alar: 194 (Bazı düzeltmelerle birlikte) 12. Lem’alar: 196 (Bazı düzeltmelerle birlikte) 13. Lem’alar: 189 (Bazı düzeltmelerle birlikte)

O’nun İzinde...

2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meş-

ZİLHİCCE 1434

9


KAPAK GÜNDEM

Zafer Mert

Cemaatleşme Bilinci ve Farklılıklara Tahammül İ

slam ümmetinin uluslara, mezheplere, cemaatlere bölünmüş ve aralarındaki birliği

aleyhi ve selem şöyle demişti: “Size ashabımı bıra-

kaybederek başsız kalmış olması, geçirmekte

sonrakileri. Sonra yalancılık yaygınlaşır. Öyle ki, kişi

olduğumuz dönemin en büyük musibetlerinden

yemin eder, yeminine itibar edilmez; şahitlik yapar,

biridir. İslam cemaatinin tamamını ifade eden

şahitliğine güvenilmez. Dikkat edin, bir kadınla baş-

“ümmet” anlayışımızın Ulusçuluğa indirgenil-

başa kalan erkeğin üçüncüsü şeytandan başka bir şey

mesi, Müslüman halkların arasına İslam düş-

değildir. Cemâat olmalısınız, tefrikaya düşmemelisiniz.

manları tarafından sunî sınırlar çizilmesi, 3 Mart

Şeytan kesinlikle yalnız kişiyle beraberdir, iki kişiden

1924’de TBMM’de alınan karar ile halifeliğin il-

uzaktadır. Kim cennetin en nadide yerini istiyorsa,

gası bu parçalanmışlığı daha bir artırmıştır.

cemâate sımsıkı yapışsın. İyiliği kendisini sevindiren,

Dinimiz özü itibariyle ayrılığı, tefrikayı ve bölünmeyi yasaklamıştır. Gerek hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim gerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Müslümanların birlik ve beraberlik içinde

olmasını emir buyurmuşlar, tefrikayı yasaklamışlardır. Rabbimiz ayeti kerimede: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılıp ayrılmayın.”(1) “Allah

NEBEVÎ HAYAT

kötülüğü kendisini üzen kişi var ya, size söyleyeyim mü’min odur.”(5) Fakat maalesef İslam ümmeti bunca nassa rağmen bölük pörçük olmuş, birçok cemaatlere ve gurupçuklara bölünmüştür. Ümmetin gücü bölünmüş, izzeti gitmiş, onuru ayaklar altına alınmıştır.

ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekiş-

İslam’ın gücü, Müslümanların bir arada

meyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz

toplanıp birbirini dost edinmesiyle oluşan iman

gider.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Al-

velayeti olmadan meydana gelmez. Allah-u Teâlâ

lah’ın bana emrettiği beş şeyi ben de size emrediyorum:

şöyle buyurur: “Mü’min erkeklerle mü’min ka-

Cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad” , “Al-

dınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği

lah’ın eli cemâatle beraberdir.” , Ömer bize hutbe

emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dos-

verdi ve şöyle dedi: Ey insanlar! Ben bugün Allah

doğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasulü’ne

Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem‘in aramızda olduğu za-

itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.

mandaki makamında bulunuyorum. O sallallahu

Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.”(6) Bu

(2)

10

kıyorum. Sonra onlardan sonrakileri, sonra onlardan

(3)

(4)

EKİM’13


ayeti düşündüğümüz zaman, Allah-u Teâlâ’nın

halifeye bey’at edilirse, ikincisini öldürünüz.” İkinci-

emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker amelini

sinin öldürülmesini emreden bu hadislere dikkat

İslam’ın beş temelinden olmasına rağmen, namaz

etmemiz gerekir. Nevevi Rahimehullah şöyle der:

kılmak ve zekat vermekten öne aldığını görürüz.

“Zararı ancak öldürülmesi ile önleniyorsa, bi-

İhtimaldir ki bunun sırrı, Müslümanın namazı tek

rinci halifeden daha faziletli de olsa ikincisi öldü-

başına veya küçük bir toplulukla kılabilmesine

rülür. Çünkü daha üstün olanın ortaya çıkması,

rağmen, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker

üstün olanın (ilkinin) bey’atını geçersiz kılmaz.”

amelini, ancak Müslümanların birbirini veli

İkinci halifenin öldürülmesi, görünürde zarar ve

edinip işbirliği ile oluşan kuvvet ve güç ile yerine

bozgunculuktur. Çünkü hilafet makamına layık

getirilebilmesidir. Ayet, emr-i bi’l-maruf ve nehyi

bir insanı öldürmektir. Ancak Müslümanların bir-

ani’l-münker amelinin, namaz ve zekât amelle-

liğini bozmak olan daha büyük zararın önlenmesi

rinden öne alınmasına uygun olarak mü’minlerin

için daha küçük olan bu zararın işlenmesi emredil-

birbirlerinin velileri olduğu ile başlamıştır. Bu ise

miştir. Bu da Müslümanların birliğinin ne kadar

emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker ameli için

büyük ve önemli bir yarar olduğunu gösterir. Bu,

mü’minlerin birbirlerini dost edinmelerinin öne-

şu fıkıh kaidelerinin de pratik uygulamasıdır:

mini belirtir. Bu, Allah-u Teâlâ’nın “Küfredenler

“Genel zararı önlemek için özel zarara katlanılır.”

birbirlerinin velileridir. Bunu yapmazsanız, yer-

“Büyük zarar küçük zararla önlenir.” “İki zarar

yüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur” aye(7)

tine benzer. Yani kâfirlerin yaptığı gibi, mü’minler birbirinin velisi olmazsa fitne ve büyük bir fesat olur.

söz konusu olduğunda, büyük zarar göz önünde bulundurulur. Yani küçük zarar işlenerek büyük zarar önlenir.” “İki kötülükten hafif olanı tercih edilir.” Çünkü cemaatlerin birden çok olmasında

mü’minlerin karşısına çıkarlar, onları öldürür, işkence eder, dinlerinden döndürür ve küfür hükümlerini üstün kılarlar. Acaba bundan daha büyük fitne ve fesat olur mu? Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın insanları birbirleriyle gidermesi olmasaydı, yeryüzü fesada uğrardı.” Ka(8)

firleri ve fesatlarını önlemek için gereken kuvveti, Müslümanlar, dağınık ve bölünmüş bir haldeyken nasıl bulabilirler? Şüphe yok ki Müslümanlar bölünüp dağıldıkları için bu fesadın büyük bölümünden kendileri sorumludur. Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Başınıza ne musibet gelirse, ellerinizle yaptıklarınız sebebiyledir” (9) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem birden çok hadiste şunu belirtmiştir. Müslim, Arfece’den merfu olarak şöyle rivayet eder: “Şunlar şunlar olacaktır. Toplu olan bu ümmetin birliğini bozmak isteyen kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.” Yine merfu olarak şöyle rivayet edilir: “Bir kişi, toplu olduğunuz halde birliğinizi dağıtmak veya cemaatinizi bölmek is-

Müslümanlar için sayılamayacak kadar zararlar vardır ve bunu herkes bilmektedir. Bunca ayet-i kerime, hadis-i şerif, ulemamızın tavsiye ve emirleri olmasına rağmen maalesef ümmet, imamesi olmayan tesbih taneleri gibi yeryüzünün dört bir tarafına dağılmış, İslamî cemaatlerde bulundukları ülkelerde çok başlılıktan kurtulamamıştır. Bununla birlikte sevinilecek bir husus varsa, o da Müslümanların, bu süre içinde, geçirdikleri onca ağır imtihanlara rağmen ümit ve inançlarını yitirmeyip, sürekli çare aramış, farklı metotlar deneyerek cemaat ve cemiyetler meydana getirmiş olmalarıdır. Zamanımızda, Allah’ın dinine yardım etmek için cemaatsel yapıya bürünmemiz ve ayrı durmamamız gerektiğine göre, cemaatlerin birden çok olmasına karşı tavrımızın ne olması ve Müslüman bireyin kimlerle birliktelik kurması gerekmektedir?

terse, öldürünüz.” Müslim, Ebu Said el-Hudri’den

Müslümanın birinci görevi, “Hep birlikte

merfu olarak şöyle rivayet eder: “İki

Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parça-

radıyallahu anhu

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

Çünkü kâfirler birlik halinde, dağınık haldeki

11


Müslümanın beşinci görevi, ehl-i sünnet ve’l-cemaat kapsamına dâhil olan bütün Müslümanlar ile dayanışmaktır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaati oluşturan bütün itikadi -Eş’ârî, Maturîdî, Selefiyye- ve fıkhî -Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Hanbelî- mezheplerini kabul etmeli ve bunlar arasındaki ihtilaflı konuları bayraklaştırarak tefrikaya yol açmamalıdır. Mezhepler arasındaki ihtilaflı konularda tercihi ve ameli farklı bile olsa kardeşini itham ederek, rencide ederek konuşmamalıdır. İlim sahibi olan Müslümanlar ilim talebesine yakışır bir edep ve adap ile bu konuları konuşmalı ve nihayete erdirmelidir. Gerek itikadî konularda gerekse fıkhî konularda bulunan ve yıllardır müzakereleri yapılan meselelerin bir anda çözümünü beklememelidir. Kendi mutmain olduğu görüş ile amel etmeli ama asla diğer görüşle amel eden kardeşlerini itham etmemelidir.

lanmayın.”(10) ayeti kerimesi gereğince Kur’an ve

Teâlâ’nın emretmiş olduğu cemaat çalışmasını

Sünnet’e bağlı olan güvendiği Müslümanlarla be-

hiçbir zaman hizipçilik, gurupçuluk anlayışına

raber olmasıdır. Bencilliğin ve enaniyetin teşvik

çevirmemelidir. Müslümanlar cemaatleşme ile

edildiği günümüzde bu fitnelere aldanmayıp

hizipçilik arasındaki farkı çok iyi anlamalıdırlar.

salih insanların oluşturduğu İslam cemaati ile bir-

Maalesef bazen hizipçilikten kaçınacağız derken

likte hareket etmelidir.

bazı Müslümanlar cemaatleşmekten kaçınıyorlar,

Müslümanın ikinci görevi, Allah Subhanehu ve Teala yolunda çalışan cemaate yardımcı olmaktır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, kötülük ve haksızlık üzerinde yardımlaşmayın.”(11) Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Kendilerine açık ayetler geldikten sonra bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için acıklı bir azap vardır.”(12) Cemâatleşmeler her ne kadar hiyerarşik yapılar olup kendilerine göre bir takım işleyiş sistemleri olsa da Müslümanlar bu hiyerarşik yapıları da bozmadan “iyilik ve takva üzerine” yardımlaşmayı esas almalıdırlar.

NEBEVÎ HAYAT

düşülebiliyor. Rabbim bizi her iki musibetten de korusun. Ümmetçi olarak hareket etmeyi, Müslümanların hangi cemaatten olursa olsun kardeşler olduğu bilinci ile hareket etmeyi nasip etsin. Müslümanın beşinci görevi, ehl-i sünnet ve’l-cemaat kapsamına dâhil olan bütün Müslümanlar ile dayanışmaktır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaati oluşturan bütün itikadi -Eş’ârî, Maturîdî, Selefiyye- ve fıkhî -Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Hanbelîmezheplerini kabul etmeli ve bunlar arasındaki ihtilaflı konuları bayraklaştırarak tefrikaya yol açmamalıdır. Mezhepler arasındaki ihtilaflı ko-

Müslümanın üçüncü görevi, bütün Müs-

nularda tercihi ve ameli farklı bile olsa kardeşini

lümanları kardeşleri olarak görmesidir. Müslü-

itham ederek, rencide ederek konuşmamalıdır.

manlar, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse

İlim sahibi olan Müslümanlar ilim talebesine ya-

kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı

kışır bir edep ve adap ile bu konuları konuşmalı

gelmekten sakının ki size merhamet edilsin” ,

ve nihayete erdirmelidir. Gerek itikadî konularda

“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla be-

gerekse fıkhî konularda bulunan ve yıllardır mü-

raber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine

zakereleri yapılan meselelerin bir anda çözümünü

karşı da merhametlidirler…”

ayetleri ışığında

beklememelidir. Kendi mutmain olduğu görüş ile

bütün Müslümanlara kardeşçe muamele etme-

amel etmeli ama asla diğer görüşle amel eden kar-

lidir.

deşlerini itham etmemelidir.

(13)

12

bazen de cemaat olunacak derken hizipçiliğe

(14)

Müslümanın dördüncü görevi, Allah-u EKİM’13

Müslümanın altıncı görevi, bulunmuş ol-


meli, en doğru diyerek diğerlerini küçük düşürmemelidir. Bu hususta Said Nursi’nin şu cümleleri kulaklara küpe edilmelidir: “Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bazen hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine “Hüve hakkun” demeli, “Hüve’l-hakku” dememeli. Veyahut “Hüve hasen” demeli, “Hüve’lhasen” dememeli.(18) Her Müslüman şunu çok iyi bilmelidir ki, Kur’an ve Sünnet’in bir araya gelmeye dair emir ve yasaklarını hakkıyla yerine getirmediğimiz takdirde sırtımız yerden kalkmayacaktır. Zulme kızan ama hakka destek olmayan, İslam cemaatine duğu cemaat Kur’an ve Sünnet’e muhalefet etmediği müddetçe cemaat çalışmalarına destek olmak ve Allah için verdiği söze sadakat göstermektir. Müslümanlar, “Hayır! Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.”(15) “Onlar emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.”(16) Müslümanların sık sık cemaat değiştirmeleri veya verdikleri sözlere riayet etmemeleri bugün ümmetin başındaki en büyük musibetlerden birisidir. Nasıl ki bir araya gelirken Kur’an ve Sünnet merkezli bir araya geliniyor ise gitmek içinde bunlardan birisine muhalefet görülmelidir ki Allah katında

destek vermeyen her Müslüman bu manada sorumluluk altında olduğunu unutmamalıdır. Müslümanlar kendilerine düşen görevi yerine getirerek safları sık tutmalıdırlar. Rabbimizin “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”(19) ayetinin ifadesi ile cemaat olmalı ve hakta birleşmelidirler. Aksi takdirde şunu unutmamalıyız ki ya hep beraber var olacağız ya da tek tek yok olacağız. Rabbim ümmete kelime-i tevhid sancağı altında toplanmayı nasip eylesin. Livau’l-hamd sancağı altında toplanmak duasıyla.

ayrılıktan dolayı mesuliyet gerçekleşmesin. Aksi takdirde İslam cemiyetinden ayrılan hata etmiş girmiş olur. Müslümanın yedinci görevi, “İnsanların arasına karışıp onların eziyetlerine sabreden mü’minin ecri insanların arasına karışmayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen mü’minin ecrinden daha çoktur.” (17)

hadisi ile amel ederek, insanların ve cemaat ol-

manın getirmiş olduğu zorluklara katlanması ve ecrini de âlemlerin Rabbinden beklemesidir. Müslümanın sekizinci görevi, ihtilafların bu derece çoğaldığı günümüzde kendi görüşünü sunarken karşı tarafı incitmeyecek bir üslupla sunmasıdır. İhtilaflı konularda bu en doğrusudur şeklinde keskin cümleler yerine bu doğrudur de-

----------------------------------------------------------------1) Ali İmran, 103. 2) Enfal, 46. 3) Ahmed ve Tirmizi rivayet etmiştir. 4) Tirmizî, Fitneler, 2092-2093. 5) Tirmizî, Fitneler, 2091. 6) Tevbe, 71. 7) Enfal, 73. 8) Bakara, 251. 9) Şûra, 30. 10) Al-i İmran, 103 11) Maide, 2. 12) Al-i İmran, 105. 13) Hucurat, 10. 14) Fetih, 29. 15 Âl-i `İmrân, 76. 16 Mu’minûn, 8. 17) Bu hadisi İbni Mace, İbni Ömer radıyallahu anhuma kanalıyla rivayet eder. 18) Hakikat Çekirdekleri. 19) Saf, 4. ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

ve verdiği ahdi bozduğundan dolayı vebal altına

13


Hakan Sarıküçük

KAPAK GÜNDEM

İSLAM CEMAATİNİN VE BİREYLERİNİN ÖZELLİKLERİ İ

NEBEVÎ HAYAT

slâm cemaat dinidir. Cemaat her tür bereketin adıdır. Velayetin, vahdetin, uhuvvetin, rahmetin taşıyıcısıdır. İslam’ı pratize etmenin zeminidir. Müminleri bir arada tutan tutkal, bir duvar misali kaynaştıran harçtır. Medeniyetleşme ile gelen köklü yıkıma karşı duracak tek potansiyel güç İslam’dır. İslâm’ın ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaatle beraber yerine getirilir. Bu sebeple İslâm, Müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Cemaatin teşekkülü bir vucubiyet, cemaatsizlik ise bir vebaldir. Nitekim hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır”1buyurmaktadır.

14

Cemaat tüm zamanların bir zaruretidir. Bu işin keyfiyeti kişinin kendi isteğine bırakılmamış “olmazsa da olur” değil, aksine “olmazsa olmazımızdır.” İnsanın ihtiraslarından, çıkarcı, bireyci, bencil, dünyacı olmaktan ve zulûmattan kurtulup gün yüzüne çıkması ancak cemaat ortamlarının rahmet ve bereketiyle mümkün olabilir. Kişi EKİM’13

cemaat potasında olgunlaştıkça toplumsal duyarlılığı gelişir. Ümmete daha yararlı bir fert haline gelir. İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamber aleyhisselamın yolu üzerine kurulur. Cemaat mensubu bireyler arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedâkârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur. Cemaat olan müminler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla kederlenirler. ‘Ümmet-i Muhammed’i oluşturan fertler umumi manada Müslümanları hayra davet eden; onların içinde ancak özel olarak yetişmiş bir topluluktur. Bu hususi yetişmiş cemaat; halkın çoğunun dünya işlerine daldığında, çeşitli musibetler ve karşılarına çıkan yeni meseleler karşısında kararsızlığa düştüğünde, onlara taze bir iman ve ümit aşılayacak bir manevi kadro olmaları gerekir.


Cemaati oluşturan fertlerin en belirgin özelliklerinden biri de , “ben” değil, “biz” duygusudur. İslâm cemaatlerinin asıl hedefi herhangi bir maddî çıkar değil, manevîdir, iman hizmetidir. Dolayısıyla cemaat fertleri, “Ben böyle düşünüyorum, cemaat yanlış yapıyor, öyle değil, böyle olmalı!” diye çıkış yapamaz, yapmamalıdır. Zira bu, “enaniyetini/benliğini havuza atıp eritme” ve “biz” prensibiyle çelişir. Cemaatlerde bireyleri bir arada tutan da resmî prosedür değil, gönül, duygu bağları ve prensipleridir.

bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dilinden ifadesidir. Birlik, beraberlik ve bütünlük, ancak bu ulvî yollarla gerçek mânâda sağlanabilir. Öyle ise, cemaatle yapılan hizmet, tefekkür, sosyal faaliyetler de ferdin/bireyin yaptıklarından kat kat üstündür. İşte cemaatleşme, bu ihtiyacı en güzel ve azamî istifade edilecek derecede temin eder; fikir, kültür ve tecrübe alış verişini de sağlar. Cemaat şuuru, birlikteliği meyve verir. Bu şuurun pratik hayata yansıması için gönül birliğinin yanında fiilî birliktelik de gerekir. Özellikle günümüzün şartları cemaatleşmeyi zarurî kılmaktadır. İslam âlimlerinden birinin ifadesiyle “Zaman cemaat zamanıdır.” Cemaat fertlerinin özelliklerini ayetler ve hadisler ışığında maddeler halinde özetle aşağıdaki şekilde zikretmek mümkündür. Tabi ki bu özellikler bu kadarıyla sınırlı değildir. Fakat misal olması kabilinden burada zikretmekte fayda görüyoruz. 1. Allah’a ve Rasulüne itaat eden fertlerdir. 2. Sabır en büyük silahlarıdır. “Allah ve Rasûlune itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46) 3. Birlik ve beraberlik içinde olurlar. Cemaatten ayrılmazlar. Rabbimiz, Kuran’ı Kerim’de müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye dâvet ediyor. “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

Cemaati oluşturan fertlerin en belirgin özelliklerinden biri de , “ben” değil, “biz” duygusudur. İslâm cemaatlerinin asıl hedefi herhangi bir maddî çıkar değil, manevîdir, iman hizmetidir. Dolayısıyla cemaat fertleri, “Ben böyle düşünüyorum, cemaat yanlış yapıyor, öyle değil, böyle olmalı!” diye çıkış yapamaz, yapmamalıdır. Zira bu, “enaniyetini/benliğini havuza atıp eritme” ve “biz” prensibiyle çelişir. Cemaatlerde bireyleri bir arada tutan da resmî prosedür değil, gönül, duygu bağları ve prensipleridir. Cemaat fertleri arasında kimi zaman iletişim kopuklukları yaşanabilir. Zira insan olan yerde problemlerin olması mümkündür. Önemli olan problemleri çözmek, engelleri aşmak, sıkıntıları atlatmak için ferdî hareket değil, yine cemaat şuuru, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmaktır. İletişim ve etkileşimin sağlıklı olabilmesi için cemaatin işleyiş sistemini öğrenmek son derece önem arz eder. Şahsı manevî olan cemaat fertlerden oluşur. Manevî gelişme ve üretim; cemaat sisteminin düzenli ve sağlıklı işletilmesiyle sağlanabilir. “Cemaate intisap edip dahil olanların cemaat veya cemiyetin kanunlarını ihlâl etmemesi” gerekir. Bu da, ferdin istişare/danışma, ittifak, uhuvvet, muhabbet gibi temel mefhumları anlama, benimseme, özümseme ve pratiğe geçirmesi nisbetindedir. Eğer empati ve bunun gereği iletişim, dayanışma ve yardımlaşma sağlanamazsa, ferdi fikirlerin ve şahsî tasavvurların girdabına, yani, yalnızlığın, bireyselliğin pençesine düşülür. Oysa cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur. Fert dâhi de olsa, cemaatin şahs-ı manevisine karşı sivrisinek kadar kalır. Şahıs ne kadar güçlü ve dâhi de olsa şahs-ı maneviye karşı mağlûp düşebilir. Bir hadiste, “Cemaatle kılınan namazın, yalnız başına kılınandan yirmi yedi kat sevaplı olduğu”2 beyan edilir. Bu aynı zamanda İslâmda cemaate verilen önemin

15


idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (Âl-i İmran, 103) Hadisi Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın eli cemâatle beraberdir.” (Tirmizî, Fiten, 7). “Bereket cemâatle beraberdir. “ (İbn Mâce, At‘ime, 17) 4. İhtilaf ve tefrikadan sakınırlar. “Allah’a yönelerek O’na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız.” (Rûm, 32) 5. Cihadı her an gündeminde tutarlar ve bu uğurda cihad edenleri severler. Çünkü Allah-u Teâlâ’da kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir. Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever. (Saff, 4) 6. İstişareye önem verip işlerini ortaklaşa yaparlar. 7. Allah yolunda kendilerine verilen rızklardan infak ederler. 8. Hak uğrunda her türlü zulme karşı yardımlaşırlar. “Onların işleri aralarında şûra-danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. Bir haksızlığa uğradıklarında üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar.” (Şûrâ: 38-39)

NEBEVÎ HAYAT

9. Hayra çağıran, İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan fertlerdirler.

16

EKİM’13

şiniz içinde arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.”(Buhari-Muslim) • Hz. Peygamber aleyhisselam: ”Müminlerin birbirlerine karşı sevgi ve merhametlerindeki örneği bir vücudun örneği gibidir. Bir azası rahatsızlandığında tüm vücut uykusuzluk ve ateşle ona ortak olur.”(Buhari-Müslim) buyurmuştur. • Diğer bir hadiste ise efendimiz aleyhisselam buyurur ki: “Kıyamet günü Allah-

u Teâlâ şöyle buyurur: Celalim için birbirlerini sevenler nerededir? Benim gölgemden başka gölge bulunmayan bu günde, ben onları gölgemde gölgeleyeceğim.” (Müslim) • “Allah için birbirini seven ve O’nun için bir araya gelip ayrılan iki kişi” de Allah’ın, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde kendi gölgesinde gölgelendireceği kimselerdendirler.”(BuhariMüslim) • “Nefsim elinde olana yemin olsun ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim Îmân, 94) • Diğer bir rivayetinde de: “Birbirinizi sevmenize sebep olacak ameli söyleyeyim mi! Aranızda selamı yayın.” buyurulmuştur. Hayatın hiçbir alanında ayrı ayrı ferdler halinde Allah’a yönelmek bir Müslüman için mümkün değildir. Nitekim Ebu Said’den Rasu-

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Al -i İmran 104)

lullah aleyhisselam’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Üç kişi yolculuğa çıktıkları takdirde, mutlaka başlarına birilerini emir tayin etmelidirler.” [Ebu Davud, 2241]

10. Allah’ın rızası her türlü rızanın önündedir. Kendi nefsi her zaman davasının ve kardeşlerinin arzularından sonra gelir.

Tabi ki normal hayatta mümkün görülmeyen bu durum Allah’ın huzurunda kıyamda durulduğu vakitte mümkün görülemez.

• Enes b. Malik radıyallahuanh’den: Rasulullah aleyhisselam buyurduki: “Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini karde-

Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur. ”Üç kişi bir mecliste olupta cemaatle namaz kılmazlarsa şeytan onları mağlup etmiştir.” (Buhari)


İslam ümmetinin cemaatler teşkil etmesinin tarihi, İslam tarihiyle özdeştir. İlk tesis olunan İslam cemaatinin, Peygamberimizin etrafında kümelenen Sahabe-i Kiram hazerâtı olduğunu kabul edecek olursak, dinimizin, ilk devrinden itibaren cemaatleşme metodu ile varlık kesbettiğini anlamakta zorluk çekmeyiz. Bu çekirdek cemaatin, Peygamberimiz etrafında gittikçe genişleyen halkalar şeklinde büyüdüğünü, bir evvelki halkanın, yeni eklenen halkalara “İslam’ın nasıl yaşanacağına dair” örnek teşkil ettiklerini biliyoruz. Nitekim Peygamberimizden sonra Sahabe’ye, Sahabe’den sonra da onlara tabi olanlara uyulmuş, böylece onların teşkil ettiği cemaat, kurtuluşa ermek isteyenlerin yapıştığı bir “hablullah” ( “Allah’ın ipi”) olarak, İslam ümmetinin içinde varlığını sürdürmüştür. Nitekim böyle olması, peygamberimizin emir ve tavsiyesinin icabıdır. İslam tarihinin bundan sonraki devirlerinde ne zaman Peygamberimizin haber verdiği çeşitli fitneler, sapkınlıklar ve bid’atlar ortaya çıksa, mutlaka bunlara karşı peygamberimizin sünnetini ihya eden cemaatler ve fertler bulunmuş; çağdaşlarını doğru yola davet etmişlerdir. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir cemaat bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran; 104) İnsan sosyal bir varlıktır. Kendini herkesten tecrid ederek yaşaması fıtraten zor bir durumdur. Bir zaman bunu başarabilse dahi zamanla çevresiyle birlikte olma ve onlarla hayatını paylaşma arayışına geçer. Bu arayış neticesinde de bir topluluğa uyar. Kimileri dünya zevklerine dalmış menfaat ve zevk ehline, kimileri de geçici hayatını Allah yolunda sarf etmeye azmetmiş ilim ve hizmet ehline tabi olarak bu fıtri arzusunu yerine getirir. Doğal olarak tabi olmak ve uymak, insan yaratılışının icabı olduğu için, bu özelliği kötülemek yerine iyiye kullanmak daha uygun olur. İşte bu sebeplerden dolayı, İslam ümmetinin asr-ı saadetten beri uyguladığı prensip, cemaatleşmedir. Cemaatleşmenin özelliği, sevilen bir kişinin merkezinde durduğu, onun etrafında ama onun şahsını aşan bir sistem oluşturmasıdır. Cemaatler,

yıldız şahsiyetlerin etrafında, onların İslam’dan alıp yansıttığı ışıkla aydınlanan insanlar yetiştirir. Yetişen nesil, o cemaati sürdürmekten öte onu ilerleten, yeni ufuklara taşıyan kişiler olmalıdır. Ancak zaman zaman tenkitlere konu olduğu üzere, cemaatlerde bazen aşırı bağlılık ve taassup yüzünden bir tür kabuklaşma görülebilmektedir. Elbette tutkulu bir bağlılıkla bir araya gelmiş olan insanların kendi yollarını, üstatlarını veya onların metodunu çok fazla sevmeleri anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bu durum, aracın amaç haline gelmesi durumunda rahatsız edici olabilmektedir. Hepimizin bildiği gibi, İslami ilimlerin yasaklandığı, din hizmetlerinin ciddi bir kesintiye uğradığı devirlerde dahi bir kısım değerli zatlar, üstün fedakârlıklarla gelecek nesle iman aşısı vurmaya gayret etmiştir. Bu gibi şahısların birer güneş misali etraflarını aydınlatmaları, gönlü manaya susamış temiz insanların etraflarına toplanmalarına ve cemaat teşkil etmelerine vesile olmuştur. Tamamen gönüllülük esasıyla müesseseleşen bu cemaatler, yok edilmeye çalışılan manevi değerlerin diriltilmesi ve duyguların canlanmasında hiç kuşkusuz önemli bir rol oynamışlardır. Son söz olarak, cemaatleşmek Muhammed ümmetinin uyanışı ve eğitiminde önemli yere sahiptir. Yeter ki cemaatler, mensuplarını; cahiliye asabiyetini andırır bir şekilde dışa kapalı birer gruba dönüştürmesin. Yeter ki, cemaat mensupları kendilerini Fussilet suresi 33. ayette bildirildiği üzere Allah’ın isimlendirdiği isimden; “Müslüman” adından başka bir isimle isimlendirmesin. Bir de Fetih suresinin son ayetinde sahabeyi örnek gösteren ruh halinde olduğu gibi, “Müslüman kardeşine karşı rahmetle, küffara karşı şiddetle dolu” olsun. Selam ve Dua ile. Allaha emanet olunuz.

O’nun İzinde...

İslam Cemaat Dinidir

--------------------------------------1. İbnHanbel, IV,145. 2. Tirmizî, Salat, 161. ZİLHİCCE 1434

17


Nedim Bal

KAPAK GÜNDEM

MÜSLÜMANLARIN VAHDETİ VE İHTİLAF KÜLTÜRÜ

Vahdet; müslümanların birlik olması, Vahdet; müslümaların ortak hareket etmesi, Vahdet; müslümanların fikirlerinin, yüreklerinin ve bileklerinin küfrün karşısında birleşmesi, tek olması, Vahdet; müslümanların ayrı gayrı, bölük pörçük olmaması Vahdet; müslümanların birbirleriyle çekişmemesi, birbirleriyle çatışmaması. Vahdet; şanı yüce Allah’ın, iman ettiğini iddia eden mü’minlere kesin ve kat’i bir emri…. Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, parçalanmayın. (Âl-i İmran, 103)

İ

slam dünyasının; emperyalist batı, sömürgeci Amerika ve Rusya’nın, Siyonist İsrail’in karşısında bu kadar ezilmesinin, bu kadar zayıf düşmesinin, müslümanların topraklarının ve namuslarının bu kadar fitneye uğramasının sebebi nedir?

NEBEVÎ HAYAT

Bu zilletin en büyük sebeplerinden biri de yüce Allah’ın beyan ettiği gibi müslümanların birbirleriyle çekişmeleri, birbirleriyle çatışmaları ve birbirleriyle hakiki anlamda veli/dost olmamalarıdır.

18

“Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) Tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan şanı yüce Allah’ın, kesin emrine rağmen, dünya müsEKİM’13

lümanları arasında henüz gerçekleşmemiş olan bu birlik beraberlik yani VAHDET, maalesef küfrün ve şirkin elebaşları olan modern dünya devletleri arasında gerçekleşmiş durumdadır. Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba aynı kıbleye yönelen müslümalar arasında dışarıdan bakıldığında ortak noktaları çok, dostlukları kuvvetli gözüksede maalesef ve maalesef ki, akaid konularında asli olmayan tali ihtilaflara, idari ihtilaflara, fıkhi ihtilaflara dayanan ayrılıkların doğurduğu büyük ve derin düşmanlıklar yaşanmaktadır. Öyle ki; hac zamanı ihramlıyken bir karıncayı bile öldürmenin diyetini ve günahını konuşurken, Mısır’ın yeni Firavunu General Sisi’nin emriyle ödürülen binlerce masum kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun kanı, canı, karıncalar kadar konuşulmaya, tartışılmaya değer bulunma-


Müslüman; akıl, zeka, mizac, yetenek, bazı konulardaki görüşleriyle ne kadar birbirinden farklı olsa da ortak bir davete, ortak bir çağrıya iman edip teslim olan kimsedir.

Hatta aynı mezhepten, aynı cemaat’ten aynı fırkadan, aynı örgütten aynı akidevi tercihlerimizden olmayan ama zulme uğramış bu müslümanlara dua etmek, onları sabra ve direnişe davet etmek, zalimlere lanet okumak için sokaklara dökülmek, farklı gruplara mensup müslümanlarla bir arada olmak, beraber namaza durmak, beraber kunut duaları yapmak, beraber kahrolsun zalimler diye haykırmak EN BÜYÜK FİTNEDİR!!! Maalesef grup, parti, cemaat taassubu müslümanları bu hale getirmiştir. Allah Rasulü’nün sözü gün gibi ortaya çıkmıştır. Fitneler müslümanları kuşatmış, birbirlerine kafirler diyerek boyunlarını vurmuş veya müslüman kardeşlerinin boyunlarını kafir ve zalimlerin kılıçları altına itmişlerdir. Peki, müslümanlar bu acınacak halde iken küfür cephesinde durum nedir? Çoğu zaman birbirlerine düşman ve muhalif olan emperyalist ve Siyonist devletler; mesele menfaat, çıkar, sömürü ve İslam olunca muazzam bir birlik ve beraberlik yaşamaktadırlar. Yani küfür cephesi bu anlamda bir vahdet içerisindedir. Müslümanların vahdetten uzak, birbirleriyle ayrı gayrı olmalarının, birbirleriyle çekişmelerin, hatta birbirlerine düşmanca davranmalarının en büyük sebebi ihtilaflara yaklaşım meselesidir. Müslümanlar arasında bir ihtilaf kültürünün bir ihtilaf fıkhının yeterince bilinmemesidir. Birçok konuda farklı kaynaklardan beslenen, dolayısıyla farklı yönelişlere, farklı anlayışlara, farklı değer ölçülerine sahip olan müslümanlar, elbette ihtilaflara düşecek ve elbette ihtilaflar çerçevesinde tartışacaklardır.

Dolayısıyla kıyamete kadar müslümanların arasındaki ihtilafların kökünü kazımak ve tamamen yok etmek mümkün değildir. Fakat bu ihtilafları asgariye indirmek ve özlenen VAHDET çizgisine yaklaşmak mümkündür. Bunun ilk adımı ihtilaflara yaklaşma usullerimizin netleşmesidir. 1- BÜYÜTÜLMEMESİ GEREKEN İHTİLAFLAR Bu tür ihtilaflar, yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinde müslümanlara serbest bıraktığı veya seçim hakkı verdiği veyahut içtihada açık meselelerdeki ihtilaflardır. Müslümanlar, bu gibi meselelere yaklaşırken; Vahdeti engelleyici, tahrik edici, karşı tarafı zedeleyici, küçük düşürücü ve ötekileştirici türden davranışlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdırlar. Bu tür ihtilafların müslümanlar arasında fitne ve fesada yol açmasını engellemenin yolu, bu tür meseleleri İslam’ın öncelikli ve en önemli meseleleri haline getirmemektir. Kişiler veya gruplar yahut cemaatler bu tür meselelerde kendi görüşlerinin en makbul görüş olduğunu savunabilirler. Fakat bu durumda karşı tarafın da görüşünün makul olabileceğini unutmamalılar. Makbul ve makul ayırımını ve dengesini oturtamayan müslümanların vahdetten söz etmesi dahası vahdeti gerçekten istiyor olabilmeleri mümkün bile değildir. Namaz kılarken ellerini kaldıranlarla, ellerini kaldırmadan rükû ve secdeye gidenlerin, Fatihadan sonra açıktan âmin diyenlerle demeyenlerin, sakalını uzatanlarla uzatmayanların, bıyığını kısaltanlarla kazıyanların, şalvar giyenlerle pantolon giyenlerin, kurbanı bayramın üçüncü gününde kesenlerle dördüncü gününde kesenZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

maktadır!!! Peki neden? Çünkü onlar bizim cemaatten değildir. Çünkü onlar bizim gruptan, bizim mezhepten, bizim tarikatten, bizim coğrafyadan değildir!!!

19


lerin, kan aktığında abdesti bozulanlarla bozulmayanların, Allah’ın eli vardır ama biz keyfiyetini bilemeyiz diyenlerle Allah’ın elini kudret diye tevil edenlerin, teravih namazını 20 rekat kılanlarla 8 rekat kılanların, teyemmümün farzının iki olduğunu söyleyenlerle üç olduğunu söyleyenlerin kendi aralarındaki bu çekişmelerine, küskünlüklerine, kavgalarına ve düşmanlıklarına iyi bilin ki kan emici Siyonist İsrail ile emparyalist batı ve Amerika kıkır kıkır gülmektedirler. Âlemlerin rabbi olan Allah’ın, hakkında kesin ve kat’i bir hüküm indirmediği, Rasulullah’ın kesin ve kat’i bir hüküm vermediği, alimler arasında bile ihtilafa ve ictihada konu olan meselelerde, Allah için ne olur bu ümmetin yakasından fitne ellerinizi çekin. Bu din bir kişinin, bir grubun, yada bir cemaatin kabul ettiği görüşlere ya da fetvalara göre yaşanması gereken bir din değildir. Bu dinin kaynağı da ortadadır, bu dini bizlere tebliğ eden peygamberin sünneti de ortadadır, âlimlerin içtihatları da ortadadır. 2- KESİNLİKLE ÇÖZÜLMESİ VE NETLEŞTİRİLMESİ GEREKEN İHTİLAFLAR Bu tür ihtilaflar dinin asli meselelerinde meydana gelebilecek olan ihtilaflardır. İslam dini; tevhidi önceleyen ilahi bir dindir. Şayet inanmış olduğumuz bu din, beşer/insan kaynaklı bir din olsaydı o zaman insanlardan kaynaklanan bu tür ihtilaflarıda görmezden gelebilir, içimize sindirebilirdik. Lakin bu dinin sahibi Allah’tır. Bu dinin temel esaslarını belirleyen ve bildiren de Allah’tır. Bu dinin temel esaslarına peygamberler dahil hiçbir beşer etki etmemiştir ve edemez. Dolayısıyla bu temel esaslar üzerinde pa-

zarlık yaparak “şunu atalım bunu alalım, şunu görmezden gelelim, bunu öne çıkaralım” gibi imana ve teslimiyete aykırı davranmak mümkün değildir. Bize düşen görev; Yüce Allah’ın bildirdiği temel esaslara şeksiz, şüphesiz ve pazarlıksız bir şekilde iman etmek ve teslim olmaktır. Bu sebeple dinimizin temel meselelerinde ihtilafa yol açaçak insan kaynaklı bütün görüşler ne kadar mantıklı ve çağdaş görülsede asla ve asla hoşgörüyle karşılayabileceğimiz, makul görebileceğimiz görüşler değildir. İslam dini akla ve akletmeye önem vermekle beraber bu din “akılmantık” dini değildir. Bu din Allah’a ve Allah’ın hükümlerine/şeriatına tertemiz bir kalple iman etme ve teslim olma dinidir. Müslüman; akıl, zeka, mizac, yetenek, bazı konulardaki görüşleriyle ne kadar birbirinden farklı olsa da ortak bir davete, ortak bir çağrıya iman edip teslim olan kimsedir. Allah’ın zatında ve sıfatlarında birliği ortak kabulümüzdür. Kur’an’ı Kerim’e ve içindeki tüm hükümlere inanmamız ve O’nu bir yaşam kitabı olarak kabul etmemiz ortak kabulümüzdür. Allah’ın Rasulüne, O’nun elçiliğine, O’nun rehberliğine ve O’nun beyan ettiği hükümlerin doğruluğuna inanıp teslim olmamız ortak kabulümüzdür. Şeytan/tağut ve dostlarını düşman kabul etmemiz ve zalimlere karşı oluşumuz ortak kabulümüzdür. İslam’ın bizlere seçim hakkı vermediği bütün temel esaslarımızdaki kabul ve redlerimizde görüş farklılıkları olmaması gerekir. Burada değerli davetçi kardeşlerimize önemli

Tevhid dininin temel esaslarını beyan eden ilahi hükümler, tüm müslümanların hiçbir ihtilafa düşmeden kabul etme-

NEBEVÎ HAYAT

leri ve yaşamaları gereken hükümlerdir. İlahi hükme dayanan bu temel esasların yerine veya yanına ona benzer, ona

20

alternatif olabilecek “insan kaynaklı görüşlerin, fikirlerin” koyulması veya anılması asla kabul edilebilecek, makul görülebilecek bir şey değildir. Bu durum, ilahi olan tevhid dinine beşerin aklını ve düşüncelerini karıştırmaktır ki ortaya çıkan bu yeni dine tevhid değil şirk dini denir.

EKİM’13


Örnğin; bir cemaat; “Allah’ın zatında ve sıfatlarında birliğinin” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırırken, diğer bir cemaat “tağutların red edilişi” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler. Bir başka cemaat ise; “cihat ameli” üzerinde önemle durup, çalışmalarını ve davetlerini bu yönde yoğunlaştırabilirler. Burada, İslam’ın temel esaslarını kabul ve tasdik hususunda bir farklılık, bir ayrışma yoktur. Yani Allah’ın zatı ve sıfatları üzerinde yoğunlaşanlarda tağutun reddedilmesi gerektiğini bilir ve iman ederler. Cihat amelini önemseyenler ve bu amelin üzerinde yoğunlaşanlar da Allah’ın zatı ve sıfatlarının önemini bilir ve gereği gibi iman ederler. Fakat buradaki farklılık ve ayrışma yani ihtilaf; bunların hangisinin yaşadığımız coğrafyada öncelenmesi ve çalışmaların bu yönde yoğunlaştırılması noktasındadır. Maalesef bu önemseme ve öncelemedeki ihtilaf; insanların, grup ve cemaatlerin birbirlerini red etme ve ilişkileri tamamen kesme noktasına götürmektedir. Burada öncelikle cemaat liderlerine ve abilerine düşen en büyük görev; bu tür ihtilaflara insaf, ihtiyat ve dengeyle yaklaşmaktır. Çünkü meselelerin fıkhına vakıf olan ilim sahibi önderler ve abiler, nerede duracaklarını bilirken bu meselelerin ilmine ve inceliğine vakıf olamayan cemaat mensubu kardeşlerimiz bir diğer cemaatteki insanları yerine göre batıl, yerine göre müşrik, yerine göre fasık, yerine göre kâfir görebilmektedirler. İslam’ın temel esaslarına ait önemseme ve önceleme hususundaki ihtilaflar tabiki asgariye indirilmesi gerekmektedir. Kanaatimizce bu hususdaki önem ve öncelik; yüce Rabbimizin, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yirmi üç yıl boyunca bu dini indirirken önemsediği ve öncelediği konulardır. Yüce Allah, ilk vahiyle birlikte peygamberinin takip etmesi gereken yolu adım adım bil-

dirmiştir. Şayet bizler tarafsız bir gözle bu aşamaların neler olduğunu ciddi bir şekilde araştırırsak yolumuzu aydınlatacak, yoldaki işaretleri bulabiliriz. Tevhid dininin temel esaslarını beyan eden ilahi hükümler, tüm müslümanların hiçbir ihtilafa düşmeden kabul etmeleri ve yaşamaları gereken hükümlerdir. İlahi hükme dayanan bu temel esasların yerine veya yanına ona benzer, ona alternatif olabilecek “insan kaynaklı görüşlerin, fikirlerin” koyulması veya anılması asla kabul edilebilecek, makul görülebilecek bir şey değildir. Bu durum, ilahi olan tevhid dinine beşerin aklını ve düşüncelerini karıştırmaktır ki ortaya çıkan bu yeni dine tevhid değil şirk dini denir. Müslümanların din adına gerçekleştirecekleri vahdet, insanların akli, nefsi, nazari görüş ve kabullerinin üzerinde değil yüce Allah’ın bildirdiği temel esas ve hükümler üzerinde olacaktır. Çünkü insanların kendi kafalarından ürettikleri görüş ve kabullerine iman edip, kabul ve tasdik etme mükellefiyetimiz yokken, yüce Allah’ın bildirdiği esas ve hükümlere iman edip, kabul ve tasdik etme mükellefiyetimiz vardır. Dolayısıyla İslam’ın temel esaslarında en küçük bir ihtilafı hoş karşılamamız, makul görmemiz mümkün değildir. Bu aslında ileride doğacak olan fitne ve fesatları hoş karşılamak, makul görmek anlamına gelir ki, bundan Allah’a sığınırız. Sonuç olarak; İslam’ın temel esaslarına iman etme, bunları kabul ve tasdik etme hususunda bir farklılıkları olmayan fakat bunların önem ve önceliği hususunda farklı düşünen kişiler, gruplar ve cemaatlerle Allah’ın razı olduğu ve emrettiği vahdet’e giden yolda ortak çalışmalar yapılabilir, yapılmalıdır. İnsanlarda derin saplantı haline gelmiş bazı ihtilaflar vardır ki bu ihtilafların dünya gözü ile çözümü mümkün değildir. İnsanlarda derin saplantı haline gelen bu ihtilaflar, adil ve mutlak hakim olan Yüce Allah’ın vereceği hükümle ancak çözülebilecek ihtilaflardır. Bu ihtilafları şöyle sıralayabiliriz; a. Kaynağa bağlı ihtilaflar: Tüm dünya müslümanları için yegane ilahi kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Müslümanların, ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

bir hususu, günümüz vakıasını hatırlatmamız gerekir; İslam’ın temel esaslarına iman etme ve teslim olma hususunda kişiler, gruplar, cemaatler arasında bir farklılık olmasa bile bazen bu temel esasların önemi ve önceliği hakkında farklı düşünceler olabilir.

21


Yeryüzünde zulmün sona ermesi, mazlumların intikamının alınması, şirk, tuğyan ve küfrün boynunun kırılması ve yeryüzünden fitnenin kalkması müslümanların vahdetine bağlıdır.

Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve hayata geçirmelerinde ikinci kaynakları ise, Kur’an’ın da ifade ettiği gibi, korunmuş olan sahih sünnettir. Bunun dışında, tüm kaynaklar kim yazarsa yazsın beşeri kaynaktır. Bu beşeri kaynaklara Allah’a ve kitabına iman eder gibi iman edildiği zaman, bu kaynaklara dayandırılarak ortaya konulan ihtilaflar asla ve asla çözüme kavuşturulamayacak ihtilaflar grubuna girer. Bir alimin kaleminden çıksa da, bu beşeri kaynakları ilahi zanneden ve ilahi zannettiği bu kaynaklara bilinçsizce iman eden kimselerin, yine bu kaynaklara dayanarak sürdürdükleri ihtilaflar ancak ve ancak kıyamet günü Yüce Rabbimizin kesin bir hükme bağlayacağı ihtilaflardır. Kaynak meselesi çözülmeden, bu ihtilaflar da çözümlenemeyecektir. Bu sebeple bu tür ihtilaflar üzerinde uzun uzadıya durmaya, cedelleşmeye hiç gerek yoktur. b. Akli delillere dayanan ihtilaflar: Aklını dine uyduranlar ile dini aklına uyduranların aralarındaki ihtilaflar kıyamete kadar çözülemeyecek ihtilaflar gurubuna girer. Aklını, ilahi vahyin üstünde gören, ilahi vahyin doğruluğunu akıl terazisinde tartmaya çalışıp tartamadığını da atıp yok sayan zihniyet mensupları aslında Allah’a değil akıllarına iman etmektedirler.

NEBEVÎ HAYAT

İlahi vahyin denetiminde olmayan akıl; nefis ve hevanın denetimine girecektir. Vahyi değil aklı esas alanlar; inanç meselelerini, fıkhi meselelerini, hareket yöntem ve üsluplarını akıl ve mantık süzgecinden geçirerek şekillendirmekte ve bunları bir ön kabul/vahiy gibi görmektedirler.

22

EKİM’13

Onlar aklı, bizler nakli esas alırken; onlar akla, bizler nakle iman ederken; onlar mevcut realiteye göre Hakkı değiştirmeye, bizler Hakk’a göre mevcut realiteyi değiştirmeye çalışırken bu temel ayrılıktan doğan ihtilafların çözümünü Allah’a havale etmekten başka çaremiz yoktur. Bu tür akılperest insanlarla ortak eylem, ortak tavır, ortak söylem gerçekleştirmek pek mümkün gözükmemektedir. De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin. (Zümer, 46) Sonuç olarak; Yüce Allah’ın biz müslümanlardan istediği asıl vahdet din noktasındadır. Davetçi kardeşlerimiz şunu iyi bilmelidirler ki Yüce Allah’ın vahdet hususunda tüm müslümanlara verdiği öğüt; birbiriyle çekişmemeleri, birbirlerine düşmanlık yapmamaları, aynı dinin dindaşları olarak bir araya gelmeleri ve birbirlerine hakkıyla velilik yapmalarıdır. Yeryüzünde zulmün sona ermesi, mazlumların intikamının alınması, şirk, tuğyan ve küfrün boynunun kırılması ve yeryüzünden fitnenin kalkması müslümanların vahdetine bağlıdır. Allah’ın yardımına mazhar olmamız vahdete bağlıdır. Düşmanlarımızın azgın gücüne karşı zafer kazanmamız vahdete bağlıdır. İslam’ın hakimiyeti ile müslümanların kurtuluşu yine vahdete bağlıdır. Müslümanlar, ayrışmalarına sebep olan ihtilafları yukarıdaki tasnifleri de göz önüne alarak diğer guruplar ve cemaatlerle, vahdete giden yolda ortak deneme ve çalışmalar yapmak zorundadırlar. Selam ve dua ile...


KAPAK GÜNDEM

Yasin Karataş

Cemâatin Temel Unsurları emâat” Arapça bir kelime olup, toplamak, derlemek manalarına kökünden türetilmiştir. gelen Sözlükte;“insan top luluğu” manasına gelen bir isimdir. İnsan dışında ağaç ve bitki topluluğu için de isim tamlaması olarak kullanılmıştır.(1) Istılah manası için farklı tanımlar yapılmıştır. Hiçbir tanım eksiklikten hâlî değildir: • Fıkıhta, Müslümanlar’ın din kardeşliği

• Bir inancın bir araya getirdiği insan topluluğudur. • Aynı fikir etrafında toplanmış insan topluluğudur. • Aynı inanıştan insanların oluşturduğu, maddi ve manevi işbirliği esası üzerine kurulmuş topluluktur.

esasına dayalı olarak gerçekleştirdikleri

• Aynı imama uyarak namaz kılmakta

ve katılmak zorunda oldukları birlik, be-

olanların, imamla beraber oluşturduğu

raberliktir.(2) • Sahabenin tamamı; müctehid imamlar veya her devirdeki Müslümanlar’ın büyük çoğunluğu gibi anlamlara gelir. Aynı zamanda Ehl-i Sünnet kastedilerek de kullanılan bir tabirdir.(3) • Hadîs ilminde, daha çok Kutub-u Sitte müellifleri hakkında kullanılan bir terimdir.(4) • Sosyolojik anlamda cemâat, aralarındaki münasebetleri, din, örf ve adetlere göre tanzim eden; akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi bağlarla birbirlerine bağlı insan topluluğudur.(5)

topluluk da cemâattir. Bu manasıyla cemâat, fıkhî bir terimdir. • `Abdullah b.Mes`ûd radiyallahu anh’a göre “Cemâat, tek başına bile olsan, hakka uygun olandır.”(6) Sözlük anlamı “cemiyet” kelimesiyle hemen hemen aynı olsa da her iki sözcük arasında belirgin farklar vardır. Cemâate mensup kişiler arasında yoğun bir bağ vardır. Bu bağ manevi duygulardan ibarettir. Cemâat ilişkilerinde ‘ben’ düşüncesinden öte ‘biz’ düşüncesi hakimdir. Kişiler herhangi bir maddi çıkar gözetmeksizin birlikte olur, duygu ve düşüncelerini paylaşır ve birbiriyle kaynaşırlar. Oysa cemiyette ilişkilerde manevi yön çok zayıf olmakla birlikte bazen hiç

• Aynı duyguyla hareket etmek için bir

yoktur. Cemiyete mensup kişiler ‘ben’ duygu-

arada bulunan kişilerin oluşturduğu top-

suyla hareket ederler ki, bu durum cemâatle ara-

lumsal birlikteliktir.

larında olan en belirgin farktır. ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

“C

23


Topluluklar öncelikle liderleriyle tanınır. Liderin dış görünüşünden iç âlemine, özel hayatından gündelik yaşamına kadar her yönüyle cemâati yansıtıyor olması liderlere diğer cemâat fertlerine yüklenenden daha fazla sorumluluklar yüklemektedir. Herhangi birisi için mübah olan bir fiil bile, liderden sâdır olduğunda çok olumsuz sonuçlar doğurabilmekte ve hatta cemâatin darmadağın olmasına sebebiyet verebilmektedir. Zaten bu yüzden cemâat liderleri cemâatin en yetişmiş fertlerinden biri olmalıdır.

Cemâatin Temel Unsurları Bu kelimeye getirilen tanımlara göre cemâatin unsurları şunlardır: • • • • • • •

Bir topluluk, Lider, Ortak amaç, Ortak inanç, Ortak metod, Ortak prensipler, İşbirliği ve hiyerarşi.

Şimdi bu unsurları ayrı ayrı inceleyelim: Bir Topluluk

NEBEVÎ HAYAT

Kişiler fert olarak yapabileceği fiilleri zaten kendileri yaptığından, yalnız başlarına yapamayacakları işler için cemâatleşirler. Cemâatleşmek için de belirli bir topluluğun mevcut olması gereklidir. Bu topluluk cemâatin niteliklerini taşımalıdır. Yani topluluktaki her bir ferdin amacı ve inancı ortak olmalı, aynı metodu kullanarak, işbirliğiyle, prensiplere uyarak amacı gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Fertlerin amaca ve prensiplere aykırı davranması gibi olumsuz sonuçların ortaya çıkmaması için fertlerin yeterince eğitilmiş olması gereklidir. Aksi halde ya cemâat içinde görüş ayrılıkları ve fitneler çıkar ve yahut da ayrılmalar kaçınılmaz olur.

24

Lider Topluluklar öncelikle liderleriyle tanınır. Liderin dış görünüşünden iç âlemine, özel hayatından gündelik yaşamına kadar her yönüyle cemâati yansıtıyor olması liderlere diğer cemâat fertlerine yüklenenden daha fazla sorumluluklar EKİM’13

yüklemektedir. Herhangi birisi için mübah olan bir fiil bile, liderden sâdır olduğunda çok olumsuz sonuçlar doğurabilmekte ve hatta cemâatin darmadağın olmasına sebebiyet verebilmektedir. Zaten bu yüzden cemâat liderleri cemâatin en yetişmiş fertlerinden biri olmalıdır. Liderlerde olması gereken önemli özelliklerden bazıları şunlardır: Davayı yeterince iyi biliyor olması: Çünkü amaca ulaşılması ve ulaşıldıktan sonra devamının sağlanması, ancak davayı en iyi şekilde bilen ve davaya en fazla inananların yapacağı bir iştir. Davaya gerçekten inanıyor olması: Ancak inanmış bir insan mümkün olan herşeyini feda edebilir. Cemâatler fedakârlık olmaksızın amaçlarına ulaşamazlar.Cemâatin her kademesindeki liderin, eli altındakilerden çok daha fazla davaya inanması gereklidir. Aslında bu ifade ters çevrildiğinde doğrudur: Davaya en fazla inanan insanlar cemâatte lider olmalıdır. Dirayetli olması: Demokratik ülkelerin yöneticileri sayı saymayı ve iki sayıdan hangisinin diğerinden büyük olduğunu bilmekle lider olurlar. Çünkü onlarda asıl olan çoğunluktur. Fakat İslâm cemâatinde asıl olan çoğunluk değil, nasslarla tespit edilmiş sabitelerdir.Cemâatin tamamı prensiplere aykırı bir fiilin icra edilmesini istese ve bunda ittifak etse lidere düşen,nasslara bağlı kalmaktır. Bunun için bazen cemâati veyahut da cemâatin bazı fertlerini feda etmesi gerekebilir. Bu fertler cemâatin önemli kadrolarında yer alıyor da olabilir. Burada “Cemâat mi dava içindir, dava mı cemâat için...?” sorusuna verilecek cevap önemlidir. Amacı cemâatin menfaatinden üstün görmesi: Cemâat ve cemâate ait maddi varlıklar sa-


dece amacın yerine getirilmesini sağlayacak unsurlardır. Amaç ise, cemâatin varlık sebebidir. Dolayısıyla cemâatin devamı için davayı değil, gerekiyorsa davanın devamı için cemâati feda etmelidir. İ`lâ-i Kelimetullah için mücadele, amaç için fertleri belki de cemâatin tamamını feda etmek değildir de nedir? Diğer fertlerden çok daha fazla çalışması ve en fedakar olması: Liderin önde gidiyor olmasındandır ki, fertler liderler kadar çalışmamaktadırlar. Zaten lider bundan dolayı lider olmuştur. Cemâat liderinde olması gereken özelliklerin tamamını burada saymamız konumuzdan uzaklaşmak olacağından, konuyla ilgili olarak yazılmış kitaplara müracaat edilmesini tavsiye ederek bu kadarını yeterli görüyoruz. Ortak Amaç Cemâatler, kuruluş gayesi olan bir ya da birden fazla amaç belirlemelidirler. Yoksa cemâatleşmenin manası olmaz. Bu amacın ya da amaçların da inanca, metoda ve prensiplere aykırı olmaması gereklidir. Yoksa cemâat kendi içinde çelişkili halde olur ve bu sebep kaynaklı problemlerden dolayı amacını veya amaçlarını gerçekleştiremez. Ortak İnanç Her cemâatin, fertlerinin tamamı tarafından kabul edilmiş olan ya da kabul edilmesi zorunlu olan birtakım inançları olmalıdır. Bu inanç cemâat üyelerine güç verir, belirli bir formatta tutar. Aksi takdirde birinin ‘ak’ dediğine diğeri ‘kara’ der ve böylece cemâatin devamlılığı düşünülemez. İnancın ortak olmasının manası her bir meseleye bakış açısının aynı olması demek değildir.

Cemâatin temel taşlarını oluşturan unsurlardaki ortak inanç, cemâatleşme için yeterlidir. Yoksa her konuda aynı inanışa sahip insan bulmak imkânsızdır. Ortak Metod Cemâat, amacını gerçekleştirmek için çerçevesi tamamen belirlenmiş bir metod tespit etmek zorundadır. Eğer metod belirli olmazsa cemâati oluşturan fertler kendi görüşlerini metod edinirler ve yönetimce verilmiş bir karar olmadığından diğer üyelere itiraz hakkı doğar. Bu metodun kesinlikle genel prensiplere, cemâatin inancına ve amacına aykırı olmaması gereklidir. Amacı gerçekleştirmeyi sağlayacak bu metodun, mümkün olan en pratik ve uygulanabilirliği en mümkün olan yöntem olması gereklidir. İnsanlar havanda su dövmeyi sevmezler ve bir süre sonra bıkarlar. Ortak Prensipler Cemâatin, dışına çıkılamayacak belirli prensipleri olmalıdır. Bu prensipler devletlerin anayasaları gibidir. Cemâatin, üzerinde kâim olduğu değişmezlerdir. Bu prensiplerin kaynağı, inanç olmalıdır ve amaca yönelik olmalıdır. Prensipler, metod ile hemen hemen aynı önemdedir. Çünkü metod ile prensiplerin çelişmemesi, cemâatin istikrarını gösterir. Metod genel, prensipler ise daha özeldir ve metodun detayı mesabesindedir. İşbirliği ve Hiyerarşi Cemâati cemâat yapan işbirliğidir. Fertler aralarında işbirliği ve görev dağılımı yaparak amaç için çalışırlar. Bunu yaparken uyum içinde olunamazsa, amaçtan uzaklaşılır ve çabalar dünyada sonuçsuz kalır. Uyum içinde olmanın manası şudur:

Diğer fertlerden çok daha fazla çalışması ve en fedakar ol-

O’nun İzinde...

ması: Liderin önde gidiyor olmasındandır ki, fertler liderler kadar çalışmamaktadırlar. Zaten lider bundan dolayı lider olmuştur.

ZİLHİCCE 1434

25


Görev paylaşımı yapıldıktan sonra herkes kendi işiyle uğraşmalıdır. Kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışmakla beraber diğer görevlilerin görevlerine karışmaması da kişinin hikmetli davranmasındandır.

• Görev paylaşımı, olması gerektiği gibi yapılmalıdır. Herkes kendi ilgi ve beceri alanında görevlendirilmelidir. Kişilerden yeteneklerini aşan işler beklemek hayal olur, önemli işleri sekteye uğratır.

ve fertler bu sözleşmeye bağlı kalmak

• Görevli fertler vazifelerini yerine getirebilmek için bütün çabalarını sarf etmelidirler. Kendilerini iyi tahlil ederek neler yapabileceklerinin farkına varmalıdırlar.

çıkarlar. Sözleşme infisah olur yani ken-

• Görev paylaşımı yapıldıktan sonra herkes kendi işiyle uğraşmalıdır. Kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışmakla beraber diğer görevlilerin görevlerine karışmaması da kişinin hikmetli davranmasındandır. • Fertlerin her biri, amaca ve gerekliliğine inanması için eğitilmelidir. • Yönetici kişiye, prensipler dahilinde mutlak itaat edilmelidir. İtaatin olmadığı yerde bir cemâatin varlığından söz edilemez. • Görevli kişilere sorumlulukları kadar yetki vermek. Kişiler kendi işlerini yapabilme yetkisine sahip değillerse mutlaka görevleri aksayacaktır. Yönetim bu kişiye maalesef zulmetmiştir.

NEBEVÎ HAYAT

• Cemâatin fertlerinin birbirlerine güvenmesi. Karşılıklı güven, fertlerin davaları için daha istekli ve ısrarlı bir şekilde çalışmalarına vesile olur. Bu güvenin en önemlisi, fertlerin görevlilere ve özellikle de yöneticiye güvenmesidir. Çünkü cemâatleşme, karşılıklı sözleşmedir. Sözleşme yürürlükte olduğu sürece fertler ve yöneticiler sözleşmeye bağlı kalacaklarını taahhüt etmişlerdir. Bu süreçte cemâat

26

EKİM’13

zorundadırlar. Sözleşmede belirlenen sürenin dolması ya da amaca ulaşmak, sözleşmenin ortadan kalkması demektir. Bu durumda fertler cemâate ait olmaktan diliğinden ortadan kalkar. • Cemâatin fertlerinin birbirlerini sevmesi. Eğer cemâatin üyeleri arasında sevgi bağı yoksa mutlaka problemler olacaktır. Kişilerin birbirlerini sevmesi, kalben sevemiyorsa da onu kendisine sevdirecek vesileler araması gereklidir. Kişi de kendisini diğer üyelere sevdirmeye çalışmalıdır. Kalp bağı görev birlikteliğinden daha güçlüdür. • Fertlerin, görevini yerine getirmeye çalışan görevlilere yardımcı olmaları. Buna en çok ihtiyacı olan kişi cemâati yönetme görevi kendisine verilendir. En fazla yetkinin kendisinde olması, en fazla sorumluluğun kendisinde olmasındandır. Bu kadar sorumluluğu olan bir kişiye de merhametle yardım etmek gereklidir. En itaatkâr üyeler, kendisi de aynı zamanda yönetici olanlardır. Rabbim bizlere kelime-i tevhid sancağının altında toplanmayı nasip eylesin. ----------------------------------------maddesi. 1. Lisânu’l-’Arab,İbnMenzûr, 2. TDV İslâm Ansiklopedisi, c.: VII, sn.: 288. 3. TDV İslâm Ansiklopedisi, c.: VII, sn.: 287. 4. TDV İslâm Ansiklopedisi, c.: VII, sn.: 289. 5. İslâmî Prensipler Ansiklopedisi, c.: I, sn.: 263. 6. İbn‘Asâkir, TârîhuDimeşk, c.: II, sn.: 322.; el-Lâlekâî, ŞerhuUsûli’tikâdiEhli’s-Sunne, 160. el-Elbânîsahîh bir senetle rivayet edildiğini söylemiştir.


Mustafa Tatlı

KAPAK GÜNDEM

HAC,

MÜ’MİNLER DENİZİNDEN BİR DAMLA OLABİLMEKTİR

Hac ibadetinin fert ve Müslüman toplum açısından sağladığı manevi kazançları kişiden kişiye, toplumdan topluma ve devirden devire fark eder. Bundan dolayı hac müteşabih ayete benzetilmiştir. Lafızlardan anlaşılan farklılık gibi kişi de hacdan kendi nispetince manalar çıkarır. Muhtevası da

müteşabihtir. Çünkü hac, içinde taşıdığı her şeyi, belirli bir vakitte, belirli bir neslin değerlendirmesine sunacak kadar basit değildir. Bir anlayış ihtiyacı, bir hislenme, duygulanma kudreti için göğsündekileri, hazır bir sofraya dökecek kadar sade de değildir. Öyle olsa, başka zamanlara, hacdan hiçbir şey kalmazdı. Adet olarak tekrarlanıp durulurdu. Sonraki nesillere nasip olan, yalnızca kalıplaşmış tefrişat ilişkileri ve ibadet hükümleri olurdu. Abes, içi boş, ruhsuz, kelamsız, rolsüz, etkisiz, eskimiş, zamanı geçmiş ve tarihe gömülmüş!.. Öyle olunca hac, bir inancı, bir prensibi veya bir değeri biçimlendirmezdi. Hac, İslam’ın kendisidir. Kelimelerle İslam’dır. Kuran’dır, insanlara imamdır.(2) Hac, bir taraftan Allah’a iman, tevhid inancı, peygamberlere iman, ahiret inancı gibi inanç esaslarını pekiştirirken, diğer taraftan da Müslümanlara takva, sabır, sevgi, saygı, kardeşlik, fedakârlık, cömertlik gibi ahlakî güzellikleri kazanma ve yaşama imkânı sunar. Bu yönleriyle hac, hem akaid, hem ibadet, hem de ahlak dersleri yoğunlaştırılmış olan bir eğitim merkezi gibidir.(3) Haccın ‘kast ve yönelme’ şeklindeki kelime anlamıyla oynadığı manevi rol arasında ilişki vardır. Hac esnasında yapılan tüm davranışların şekilsel boyutu dışında ruhu terbiye eden, manevi iklimde

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

M

ü’minin hem malı hem bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibadet olan hac, insanın bütün varlığını ilgilendirir ve bu haliyle külli bir teslimiyetin ifadesidir. Diğer yükümlülükler gibi hac da insan merkezli ve insanın ihtiyaç duyduğu hayırların tahakkukunu hedef alan bir ibadettir. Mümin, hac ibadetini yerine getirmekle rabbinin rızasını kazanır, rabbinin buyruğuna lebbeyk diyerek cevap verir. Fert olarak, kendisini hacca hazırlarken, menasikini ifa ederken ve ibadetini tamamladıktan sonra kendi kabiliyetine göre olumlu sonuçlar elde eder. Bunun yanında ümmeti oluşturan fertlerin bu ibadeti sadece Allah rızası için yerine getirmesi, kişisel faydaların dışında ümmet bilincini ayakta tutmayı da sağlar. Haccın önemi ve hikmeti, kul-rab arasındaki ilişkisi sonucu kulun kendi hayatında ve içinde bulunduğu ümmet üzerindeki etkisinde ortaya çıkar. Hac, dinin kemale ermesi ve teslimiyetin tamamlanmasıdır.(1)

27


NEBEVÎ HAYAT

yaşama götüren bir yanı vardır. Hacdaki her bir durak yeri her bir kavram başka bir ibadetle bağlantılı olarak karşımıza çıkar.(4) İhram, dünyadan ahirete intikalin elbisesidir. İhramın giyilmesiyle beraber, insan ölümün kendisine olan yakınlığını hisseder. Yanına alabileceği hiçbir şey yoktur artık niyetinden, amellerinden başka. Mahşeri prova yapılır beyaz elbiseler içinde, herkes tek renk, tek model, hiç kimse hiç kimseyi tanımaz. Sadece kıyafet değişikliği değildir ihram. Mümin bireyin davranış biçiminin köklü bir davranış değişikliğine uğramasıdır. Kâbe, atamız İbramin aleyhisselam’ın mücadelesini, İsmail’i kurban edişini, Hacer validemizi hatırlatır. Beş vakit yüzümüzü döndüğümüz kıblemizi görmek, oradaki hak din uğrunda yapılan mücadeleleri hatırlamak bizi manevi bir atmosfere sokar. Bununla beraber her ibadette olan imtihan ve yasaklar burada da karşımıza çıkar. Kulluk sınavımız burada da devam eder. Hacca niyet eden mümin sadece Allah’ın emrini yerine getirmek için, yurdunu, ailesini ve dostlarını, mallarını terk etmeye, bazı arzularına karşı koyup sıkıntıları göğüslemeye hazır olduğunu gösterir.

28

Hac, belli bir zaman ve belirli mekânlarda gerçekleşen bir ibadet olduğu için Müslümanlara zaman ve mekân mefhumunu, dünyada her şeyin belli bir düzen içinde gerçekleştiği şuurunu kazandırır. Buna göre hac, bir ay içerisinde başlayıp biten bir ibadet değildir. Bireyin iç dünyasının evrensel olana açılımı ve toplum hayatının kaynaştırıcı bir mayasıdır. Kâbe ve çevresi için kullanılan ‘harem’ tabiri, bölgedeki bütün ilişkilerin Allah’ın emir ve yasaklarına göre düzenlendiğini, bölgedeki bütün varlıkların ilahi koruma altına alındığını ifade eder. Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir. Sa’y, Müslüman’ın sırf Allah için katıldığı bir yürüyüştür; Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. ‘Hervele’ ismi verilen çalımlı ve hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini EKİM’13

yansıtır. Arafat’ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsilî bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Arafat’ta rabbine yönelen insan daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda O’nun huzurunda durmanın mânasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar; üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar. Hac esnasında çeşitli münasebetlerle yapılan dualar, sadece Allah’a teslim olmanın ve bunu söz ve davranışlarla yaşamanın özlü bir ifadesidir. Özellikle telbiye çok anlamlıdır: “Buyur Allah’ım, buyur! Davetini duydum, sana yöneldim. Şerikin yok Allah’ım! Emrine uydum, kapına geldim. Hamd sanadır; nimet senin, mülk senindir. Şerikin yok Allah’ım!”. Nihayet orada kesilen kurban, müminin sırf Allah istediği için malından vazgeçebildiğini belirtmesi ve bizzat kendini dahi Allah yolunda kurban edebileceğini fiiliyle göstermesi açısından manidardır. Sonuç olarak hac esnasında Müslüman daha önce teorik olarak haberdar olduğu, fakat lâyıkı ile yaşayamadığı bir dizi imanı ve ahlâkî özellikler kazanır; sahip bulunduğu olumlu niteliklerde ise daha çok sebat ve güç kazanır. Hac müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.(5) Hac, Müslümanların manevî yönlerini güçlendirecek, morallerini takviye edecek, izzet ve şereflerini artıracak, sorumluluk bilinçlerini geliştirecek, onlara birlikte hareket edebilme yetisi kazandıracak en önemli ibadetlerden biridir. Bu mübarek iklimde Müslümanlar, karşılıklı olarak sevgi, bilgi, görgü, tecrübe ve kültürel alış-veriş yapma, birbirlerinden yararlanma imkânına kavuşurlar. Hac, dünyanın her tarafından gelen Müslümanların aynı amaç için bir araya toplanmalarına ve böylece kolektif bilincin oluşmasına imkân veren evrensel bir olaydır. Dilleri, renkleri, ırkları, ülkeleri, kültürleri, sosyal ve ekonomik durumları farklı olan milyonlarca Müslüman, inanç ve duygu birliği içerisinde yekvücut olduklarını, kardeş olduklarını, bir bütün olduklarını


Hac, İslam kardeşliğinin tüm hatlarıyla ortaya konduğu tablolarla doludur. Haccın nimetlerini tadanlar, hayatlarında hiç görmediği Müslümanlarla karşılaşınca, onları kendi kardeşi gibi bağrına basar, kalplerini Müslüman kardeşlerine açarlar. Afrika’dan, Avrupa’dan, Asya’dan tüm dünyadan ırkları, renkleri farklı Müslümanlar bir denizin damlaları gibidirler. Hepsi bir tarağın dişleri gibidirler. Aralarındaki tek fark takvadır.

Haccın, birey ve toplum için önemi ve hikmetinden bahsettikten sonra, yazımız da Müslüman toplumun yeniden dirilmesi, bilinçlenmesi için ne gibi etkilerinin olduğunu vurgulamak ve dış dünya tarafından nasıl anlaşıldığından da bahsetmek yerinde olacaktır. Hac sırasında dünyanın her tarafından Kâbe’ye gelen müminler, aralarında önceden yapılmış herhangi bir anlaşma olmaksızın aynı fiilleri aynı şekilde gerçekleştirirler. Böylece Müslümanlar, birbirlerinden habersiz olarak aynı ideallere yönelik bir gayret içinde bulunduklarını fark ederler; bu arada kendileri dışında milyonlarca insanın aynı amacı paylaştığı bilincine ulaşırlar. Hac, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar, bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Hacca giden Müslüman bir ailenin ferdi, bir köyün, bir kasabanın veya bir şehrin sakini olarak beldesinden ayrılır, bir ümmetin ferdi olarak memleketine döner.(7)

Sonuç olarak; zulmün, acının var olmadığı tek bir İslam coğrafyası yoktur. Bize zulmü reva görenler nimetlerimizi de elimizden alıp, değerlerimizi soyutlaştırıyorlar. Sıkıntılarımızı paylaşma fırsatı veren nimetlerden bir tanesi de hacdır. Sıkıntıları hep beraber yaşamaktayken, neden bu birlikteliği çözüm için kullanmayalım. Ümmetin yeniden inşası için her sene bir araya gelmeyi fırsat bilmeliyiz. Hacdan anladığımız şey turistik bir gezi olmamalıdır. Rabbimizin nimetlerini hak edebilmek ve bu nimetlerle hayat bulabilmek duasıyla… -----------------------------------------1 Görgün, Tahsin, DİA, XIV, s. 397 2 Şeriati, Ali, Hacc, s. 20. 3 Erul, Bünyamin; Keleş, Ekrem; Haccı Anlamak, s.10. 4 Erul, Bünyamin; Keleş, Ekrem; Haccı Anlamak, s.13 5 Görgün, Tahsin, DİA, XIV, s. 398. 6 Erul, Bünyamin; Keleş, Ekrem; Haccı Anlamak, s.14 7 Görgün, Tahsin, DİA, XIV, s. 399 ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

yaşayarak idrak ederler. Bu hâliyle hac, Müslümanlar arası etkileşim ve iletişim için bulunmaz bir fırsattır. Kısa bir sürede ortak duygu, düşünce ve amacın gizemli güdülemesiyle, aynı toplumun bireyleri olduklarının bilincine vararak, tüm hayatları boyunca unutamayacakları dostluklar kurarlar. Böylece hac, uluslararası barış, birliktelik ve dayanışma için de fırsat bahşeder. Müslümanlar, kardeşlik duyguları içinde birbirleriyle tanışıp, karşılıklı görüş alışverişinde bulunurlar, problemlerine birlikte çözüm ararlar.(6)

Müslümanların bugün ellerindeki en değerli hazinelerden biri hacdır. Hac, bütün dünya Müslümanları arasında bir kaynaşma ve bütünleşme ortamının oluşmasına vesiledir. Dolayısıyla bunu bir fırsat bilmek ve çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Hac bir ümmet zirvesidir. Müslümanlar ellerindeki hazinenin değerini bilmemektedirler. Kimsenin zorlaması olmadan her yıl Müslümanlar bir araya gelmektedir. Sorunlarını istişare edebilecekleri, dertlerini paylaşabilecekleri büyük bir nimettir hac. Öyle ki, İslam’ı yanlış anlayan Müslümanların, gerçek İslam ile tanıştıkları bir hidayet rehberidir kimi zaman.

29


Muhammed Emin Aksoy

KURBAN ADANMAKTIR

KURBAN İBADETİ

A

NEBEVÎ HAYAT

llah’a yakınlaşmak anlamına gelen “kurban” ibadeti; kurban olarak kesilmesi uygun olan hayvanın, ibadet niyetiyle usulüne uygun şekilde kesilmesidir. Kurbanın başlıca, udhiyye kurbanı (kurban bayramında kesilen kurban), adak kurbanı, akika kurbanı ve Hac ile ilgili olarak kesilen hedy kurbanları gibi kısımları vardır. Kurban, Allah Teâlâ’ya yakınlaşmak gayesi ve ibadet kastı ile Kurban Bayramı günlerinde kesilen özel hayvana denir.

30

Kurban, hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Meşruiyeti Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir. Kitab ve Sünnet’ten delilleri şunlardır: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser, 2) “Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse bizim mescidimize yaklaşmasın.” (İbn-i Mâce, Edahi 2; Ahmet bin Hanbel, Müsned II, 231) Kurban ibadetinin pek çok hikmeti ve amacı EKİM’13

vardır. Kurban sadece et yardımı amaçlı bir ibadet değildir. Bu ibadetin özü Allah’a yaklaştıran maddi bir fedakarlık ve O’nun emrine bir bağlılıktır. Kur’an‐ı Kerim kurban ibadetinin eski millet ve topluluklar tarafından yerine getirilen bir ibadet olduğunu ifade etmektedir. Zira, Kur’an‐ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş; diğerininki ise kabul edilmemişti..…” buyrulmuştur. (Maide Suresi; 27) Saffat Suresinde de (Ayet: 107); Hz.İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yerine bir kurbanın, Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği açıkça bildirilmektedir. Ayrıca diğer bazı ayetlerde de kurban ibadeti ile ilgili nasslar mevcuttur: “... Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun.” (Hacc Suresi, 28) “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.” (Hacc Suresi; 34) “Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır: Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hacc Suresi; 37) Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hicretten itibaren on yıla yakın bir süre hep kurban (Udhiyye) kesmiştir. (Bkz: Tirmizi 20, K.El‐Edahi 11,Hadis No: 1507)


Kurbanla İlgili Dini Hükümler

Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları

Kurban kesen, Allah’a yaklaşmış ve O’nun

tam ve besili olması, hem ibadet açısından,

manda bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma örneğidir. Kesilen kurbanlardan maddi olarak daha çok yoksullar yararlanır. a. Kimler kurban kesmekle yükümlüdür? Kurban kesmek, akıllı, buluğ çağına ermiş, dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve misafir olmayan Müslümanın yerine getireceği mali bir ibadettir. b. Hangi hayvanlar kurban olarak kesilir? Bu hayvanlar hangi nitelikleri taşımalıdır? Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak kesilemezler. Kurban olabilmesi için, kurbanlık hayvanın süt dişlerini değiştirmiş olması gerekir. Bu da, deve 5; sığır ve manda 2; koyun ve keçi 1 yaşını doldurunca gerçekleşir. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması halinde kurban edilebilir. Koyun ve keçi bir kişi için kurban edilir. Sığır ve deve yedi kişiye kadar kurban edilebilir. Büyükbaşa ortak olan kişilerin hepsi ibadet kastı ile ortak olmalıdırlar. Sadece et niyeti ile katılan olursa diğerlerinin ibadeti de fasit olur. Ancak ortaklardan isteyen nafile, isteyen adak, isteyen akika için katılabilir. Bir Hayvanın Kurban Olmasına Mani Özellikler • Bir veya iki gözünün kör olması, • Dişlerinin ekserisinin düşmüş olması, • Boynuzlarının biri veya ikisinin kırık olması, • Çok zayıf olması, • Kesileceği yere gidemeyecek kadar topal olması, • Cinsinin aksine kulaksız veya kuyruksuz olması.

hem de sağlık bakımından önem arz eder. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzları kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez. c. Kurban ne zaman kesilir? Kurban (udhiye), eyyâm‐ı nahr (Kurban kesme günleri) denilen Zilhicce ayının onuncu, on birinci ve on ikinci günleri kesilir. Kurban kesim vakti, Bayram namazı kılınan yerlerde, bayram namazı kılındıktan sonra, bayram namazı kılınmayan yerlerde ise ikinci fecrin doğumundan sonra başlar; Zilhiccenin on ikinci günü güneş batıncaya kadar devam eder. Kurbanı Bayramın birinci günü kesmek daha faziletlidir. Diğer kurbanlarda ise herhangi bir vakit söz konusu değildir. d. Kurban Nasıl Kesilir? Kurban kesecek kimse keskin bir bıçak hazırlar ve bu bıçağı hayvanın görmeyeceği bir yere koyar. Daha sonra kurbanlık hayvanı yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırır. Hayvanın sağ arka ayağını serbest bırakır. Bıçak ele alınır ve: “Ya Rabbi! Bu sendendir ve Sana’dır” der. Sonra “Şüphesiz ki ben hakka eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim.” (En’âm, 79) ayetini okur. Bundan sonra yine: “De ki şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.” (En’âm, 162-163) ayetlerini okur. Daha sonra tekbir getirir, arkasından “Bismillah-i Allahu Ekber” der ve hayvanı keser. Kurbanlık hayvanın yemek ve nefes ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

hoşnutluğunu kazanmış olur. Kurban, aynı za-

31


boruları ile şahdamarı denilen iki damarından en az birini keser. Canı çıktıktan sonra da derisini yüzer. e. Vekaletle kurban kestirilebilir mi? Kurbanı, kişinin kendisi kesebileceği gibi, vekalet yoluyla başkasına da kestirebilir. Zira kurban mal ile yapılan bir ibadettir; mal ile yapılan ibadetlerde ise vekalet caizdir. Vekalet yoluyla kurban kestiren kişi kendi bulunduğu yerde birisine vekalet verebileceği gibi, başka bir yerdeki kişi veya kuruma da vekalet verebilir.

NEBEVÎ HAYAT

f. Kurban eti nasıl değerlendirilmelidir?

32

EKİM’13

• • • • • •

Kılları karışık ve mat halde olan, Bakışları ve dış görünümü canlı olmayan, Salya akıntısı bulunan, Pis kokulu ishali olan, Pis kokulu burun akıntısı olan, Çevreye karşı aşırı tepkili veya çok duyarsız, hayvanların satın alınmaması gerekmektedir.

Sağlığınız İçin Dikkat İnsanoğlu ihtiyaçları gereği hayvanlarla iç içe yaşamakta, onların başta eti ve sütü olmak üzere birçok ürününden yararlanmaktadır. Bunların

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesmeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, birinin de evde bırakılmasını tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10). Ailenin durumuna göre etin tamamı da evde bırakılabilir. Ancak, toplumda muhtaçların arttığı dönemde kurban etinin dağıtılması uygun olur.

doğal bir sonucu olarak da hayvanlarda görülen

g. Kurban derisi nasıl değerlendirilmelidir?

hayvanlara ait etlerin tüketiminde (saklama, ha-

Kurbanın derisi, bir fakire veya hayır kurumuna verilmelidir. Hz. Peygamber, veda haccında Hz. Ali’ye, kurban olarak kesilen develerinin başında durmasını ve bunların derileri ile sırtlarındaki çullarını sadaka olarak vermesini, kasap ücreti olarak bunlardan bir şey vermemesini emretmiştir (Ebu Davud; Menasik, 20). Buna göre kurban derilerinin para karşılığında satılması, kurbanın kesimi veya bakımı için ücret olarak verilmesi uygun değildir.

zırlama, pişirme vb.) gerekli hassasiyetin gösteril-

ve zoonoz olarak adlandırılan bazı hastalıklar insanlara bulaşabilmektedir. Bunlardan kist, hidatik, toksoplazmozis, teniyazis, brusellozis, şarbon ve verem gibi hastalıklar ülkemiz açısından önem arz etmektedir. Ancak bu hastalıkların birtakım basit kuralları uygulamakla önlenebileceği de unutulmamalıdır. Özellikle Kurban Bayramlarında çok sayıda hayvanın kesilmesi, kesim öncesi ve kesim sonrası gereken kontrol ve hijyen kurallarına dikkat edilmemesi, kesilen

memesi birçok zoonoz hastalığının yayılmasına ve çok sayıda insanımızın da bu hastalıklara yakalanmasına neden olabilmektedir. Bütün enfeksiyonlarda ve enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi, zoonoz hastalıklardan korunmanın yolu, korunma önlemlerini bilmek ve uygulamaktır.

Çevremizi Temiz Tutalım Kurbanların satış ve kesim işlemleri yapı-

Kurbanlık Satın Alınırken Dikkat Edilecek Hususlar

lırken çevre temizliğine önem verilmesi, bu yer-

• • • • •

kirliliğe sebep olmasını engelleyecek şekilde ön-

Çok zayıf olan, Gebe olan, Yeni doğum yapmış olan, Yüksek ateşi olan, Çok genç ve etleri olgunlaşmamış olan,

lerdeki atıkların kaldırılması ve herhangi bir lemlerin alınmasının sağlanması kurban hizmetlerinin yürütülmesinde dikkat edilmesi gereken hususlardandır.


Muhammed Ali Mücahid

ZİLHİCCEYİ UNUTMA BÜYÜK SEVABI KAÇIRMA

ZİLHİCCE AYININ FAZİLETİ .‫َم ْن َح ّ َج َه َذا ا ْل َب ْي َت َفلَ ْم يَ ْرف ُْث َولَ ْم يَف ُْس ْق َر َج َع َك َمـا َولَ َد ْت ُه أ ُ ُّم ُه‬

“Kim ihlaslı olarak hacca gider, bu esnada kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara bulaşmazsa –kul hakları hariç- annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak –vatanına- döner.” (Buhari, Hac, 4)

Bu ayın fazileti olarak ilk sırada hac ibadeti gelir. Nasıl ki Ramazan ayında müminler için diğer aylardan farklı bir heyecan ve bereket görülüyorsa, hac sezonunda Kabe’de bulunan müminlerde de ayrı bir heyecan, farklı bir mutluluk ve bereketin yaşandığı aşikâr bir şekilde görülür. Bu güzel tablo karşısında orada bulunan müminler amel ve sevap bakımından diğer bir çok kimselerden daha faziletlidirler. Sanki hacılar

ayrı bir dünyada, beride kalanlar ayrı. Ve sanki her türlü illetten kuvvetli, geniş çaplı bir antivirüs deryasının içinde ak’landıkça, paklandıklarını hissederler. Her anı pozitif duygularla; insanın duygu seli saflaşır, paklaşır, berraklaşır. Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’in şu mübarek sözleri bu fazileti özetliyor aslında; “Hac, suyun kirleri temizlediği gibi, günahları yok eder.” (Taberani) “Kim ihlaslı olarak hacca gider, bu esnada kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara bulaşmazsa –kul hakları hariç- annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak –vatanına- döner.” (Buhari, Hac, 4)

Hac’da, nübüvvet yolunun, müminler arası sosyalleşmenin, vahdetin, rahmetin ve sıratı müsZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

S

amimi bir kul olarak rabbimizin rızasını aramak hiçbir şeye değiştirilemeyecek kadar büyük bir nimettir. Kur’an’da “O on geceye yemin olsun ki;” ifadeleriyle övülen ve üzerine yemin edilen bu on gecenin kıymetini ne yazık ki bilmiyoruz. Bu gecenin kıymetini hatırlatmada fayda gördük.

33


takimin gölgesi altında olduğunu hisseder insan. Ve bu bereketin tecellisini aslında tüm dünyada görmek ister insan. Çünkü her bir mümin, her bir insan aslında buna çok muhtaçtır. Tıpkı Tih Çölü’nde susuzluk girdabına girmiş manevi açlığın doruklarında sürünen ve yaşam savaşının son demlerini yaşarcasına bir havayı teneffüs eden ve çırpınan insan gibidir yurduna döndüğünde.

Zilhiccenin bereketinden yararlanan, bu mübarek topraklarda ibadetlerini ifa eden müminlerin hemen akabinden bir adım gerisinde bulunan ikinci sırada olan diğer mü’minler gelir. Bizler, zilhiccenin biri ile onu arasında yapmamız gereken ibadetlerin faziletlerini okuduğumuzda bizi harekete geçiren sebeplere de sarılmış olacağız.

HADİSLERLE ZİLHİCCE AYININ FAZİLETİ “Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir

Nitekim İbn-i Ömer’in -Allah ondan ve ba-

iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha fazi-

basından râzı olsun- yukarıda zikredilen rivâye-

letli ve yüce, Allah’a daha sevgili olsun...” (Tirmizi,

tinde belirttiği gibi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

Savm 52; Darimi, Savm 52)

şöyle buyurmuştur:

“Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan (her bir) oruç,

“Allah Teâlâ nezdinde içerisinde sâlih amel iş-

bir yıl oruç tutmaya, bir gecesini ihya etmek de Kadir

lenen bu on günden sevabı daha büyük ve O’nun daha

gecesini ihya etmeye bedeldir.” (Tirmizi, Savm 52;

çok hoşuna giden başka günler yoktur. O halde, bu

İbn Mace, Sıyam 39)

günlerde bol bol tehlil, tekbir ve tahmid getirin.”

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Arefe gününün fazîletine dair: “Arefe gününden daha çok Allah’ın cehennem ateşinden insanları âzât ettiği bir gün yoktur.” (Müslim, Sıyâm 196) “Arefe günü tutulan orucun bundan önce ve sonra birer yıllık günahları örteceği Allah’tan umulur.” (Müslim, Sıyâm 197) buyurur. “Şeytan, Arefe gününden başka bir günde daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez.” (İmam Malik) “Allah indinde zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Taberani) Bugünlerde bol bol

tesbih (Sübhanallah),

NEBEVÎ HAYAT

tahmid (Elhamdülillah), tehlil (Lâ ilâhe illallah)

34

İmam Buhârî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir: “İbn-i Ömer ve Ebu Hureyre -Allah ikisinden de râzı olsun- Zilhicce’nin ilk on gününde çarşıya çıkıp yüksek sesle tekbir getirirler, insanlar da onlarla birlikte tekbir getirirlerdi.” Zilhiccenin

ilk

on

gecesinde

yapılan

amel için, 700 misli sevab verilir. (Beyhaki) Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah katında içinde bulunduğumuz şu günler (Zilhicce’nin ilk on günün)deki salih amelden daha sevimli (salih amelin bulunacağı) başka günler yoktur.” Sahabeler, sordular:

ve tekbirin (Allahu ekber) çoğaltılması da tavsiye

“Ya Rasulallah, Allah yolunda cihat da mı?”

edilmiştir. İmam Malik’in (Muvatta, Hac 246) ri-

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem cevap verdi:

vayet ettiği bir hadiste de, arefe günü dua etmenin

“Evet, Allah yolunda cihat da. Meğerki bir adam ca-

ve “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh : Allah

nıyla ve malıyla cihada çıkıp da kendisine ait mal ve

birdir, Ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da

candan hiçbir şeyi geri getiremez olursa, o başka.”

yoktur.” sözünü tekrarlamanın en faziletli amel

(İbni Mâce, Sıyam: 39.İbni Hacer, 5:119 benzeri

olduğu açıklanır.

Buhari)

EKİM’13


Ali Yücel

BİR HADİS BİR YORUM

İBRAHİM TESLİMİYETİ GÖSTEREBİLENLER İSMAİL ADANMIŞLIĞI BEKLEYEBİLİRLER

‫الل عنها‬ َ ‫أن رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم قال َع ْن‬ ُ َ ّ ‫عائش َة رضي‬

‫ما عمل آدمي من عمل يوم النحر أحب إلى اهلل من إهراق الدم‬ ‫إنها لتأتي يوم القيامة بقرونها وأظالفها وأن الدم ليقع من اهلل بمكان‬ ‫قبل أن يقع من األرض فطيبوا بها نفسا وأشعارها‬ ‫قال أبو عيسى هذا حديث حسن غريب‬

A

ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.”(1) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, ve hayra da mâni olurlar.”(2) Nasıl ki maket bir eşya ile gerçeği, şekil açısından birbirine benzese de aynı görevi göremiyorsa aynı şekilde hareketler açısından birbirine benzer gözüken iki ibadet de Allah tarafından aynı karşılığı görmeyebilir. “Adem’in iki

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

llah’a (azze ve celle) teslimiyetin, emirlerine itaat ve nehiylerinden uzak kalmanın adıdır ibadet ve bu sebebe mebni yaratılmıştır insanoğlu. Kul tarafından yerine getirildiği sırada mahiyetinde bulundurduğu özelliklere göre ibadet, ya insanoğlundan kabul edilecek ya da reddedilecektir. Bu da ibadetin sadece bir takım şekillerden ibaret olmayıp bünyesinde bir çok vasfı bulunduran/bulundurması gereken bir kavram olduğunu öğretmektedir. Şekil açısından aynı olan namazı Allah’ın yeryüzüne varis kıldığı salih kulların özelliklerinden biri olarak zikreden Kitab-ı Mübin, bir başka yerde aynı ibadeti yerine getirdiğini zannedenlere “yazıklar olsun..!” diyerek adeta veryansın etmektedir. “Onlar (o müminler)

35


Nasıl ki maket bir eşya ile gerçeği, şekil açısından birbirine benzese de aynı görevi göremiyorsa aynı şekilde hareketler açısından birbirine benzer gözüken iki ibadet de Allah tarafından aynı karşılığı görmeyebilir. “Adem’in iki oğlunun kıssası” bunu öz ve veciz bir şekilde izah etmektedir. İnsanlığın varlığı ile var olduğunu bu kıssa vesilesi ile anladığımız kurban ibadetinde asıl olanın ne olduğunu bize hatırlatan ve bir çok ibreti bünyesinde barındıran ayet-i kerimeler şu şekilde başlar: “Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti.”(3) oğlunun kıssası” bunu öz ve veciz bir şekilde izah etmektedir. İnsanlığın varlığı ile var olduğunu bu kıssa vesilesi ile anladığımız kurban ibadetinde asıl olanın ne olduğunu bize hatırlatan ve bir çok ibreti bünyesinde barındıran ayet-i kerimeler şu şekilde başlar: “Onlara, Adem’in iki oğlunun

haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti.”(3) Aynı ayet-

i kerimenin devamında Allah için takdim edilen iki kurbandan birinin kabul edilip diğerinin kabul edilmemesinin gerekçesi ise şu şekilde açıklanmaktadır: “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.” Ebu’d-Derdâ’dan (Allah ondan razı olsun) nakledilen “Allah’ın tek bir namazımı kesin olarak kabul etmiş olduğunu bilmem yeryüzü ve içindekilere sahip olmamdan daha sevimlidir zira O, “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.” buyuruyor”(4) sözü ve selef-i salihinden nakledilen benzer sözler, takva ve ihlasın ibadetlerdeki konumunu açıklama hususunda oldukça calib-i dikkattir. O zaman, mesele yalnız bir takım şekil ve ritüeller, kurban edilecek hayvanlar ve et meselesi değil, Allah’ın emrine ittiba ve bunu gerçekleştirirken takınılan maddi-manevi tavırlardır. es-Samed olan, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın (azze ve celle) katına kurbanlıkların etleri ve kanları ulaşmayacağına göre, O’nun nişanelerinden olan kurbanı tazim edenlerin teslimiyeti ve takvası ulaşacaktır. “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a

ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır.”(5)

NEBEVÎ HAYAT

Zaten Allah’ın nişanelerine de kalbinde takva bulunanlar saygı gösterip tazimde bulunur. “Bu

36

böyledir; kim Allah’ın nişanelerine saygı gösterirse, şüphesiz o kalplerin takvasındandır.”(6)

Kurbanda hatırlanması gereken en önemli hususlardan biri teslimiyettir. Hz. Nuh’un şahsında suyu yüce dağlar gibi coşturan teslimiyet, aynı suyu Hz. Musa’nın şahsında bir asaya boyun eğecek uysallığa ulaştırmıştır. Teslim olmamada direten Firavun için ise ilahi cezanın adı olmuştur EKİM’13

su, bir zamanlar sahibi ve maliki olduğunu iddia ettiği su, kendisinin ve sahte ilahlığının sonunu getirmiştir. Hz. İbrahim’e teslimiyetinden ötürü serin ve selamet kılınmıştı ateş, “Rabbim bana yeter! O, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır” diyerek teslim olmuştu. Bu vazifeyi yerine getirmeyenler, teslimiyet göstermeyenler için ise ateş, homurdanmakta ve neredeyse öfkesinden çatlamaktadır. Hz. Peygamber’i yüceler yücesine, öteler ötesine, mi’raca ulaştırdığı gibi teslimiyet, kendisinden yoksun olanları esfel-i sâfiline, en aşağıya derk edecektir. Bir parmak işaretiyle ayı ortadan ikiye yaran teslimiyet, eşkiya Fudayl’ı evliyaya, Harameyn’in biricik âbidine çevirmiştir. Burada kastettiğimiz teslimiyet, İbrahim’in (aleyhisselam) teslimiyetidir, pazarlıksız, şüphesiz ve endişesiz bir teslimiyet. “Rabbi ona: Teslim ol,

demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.”(7) Kendisine tevcih edilen emrin büyük

ve uygulamasının zor olmasına rağmen İbrahim (aleyhisselam), ilahi emre teslim olmuş ve neticesinde alemlerin Rabbi’nin övgüsüne, selamına muhatap olmuştur, öyle bir selam ki kıyamete kadar hanif dininin temsilcisi müslümanlar tarafından da gururla ve muhabbetle tekrar edilecektir. “İbrahim’e selam (olsun)! Biz iyileri böyle

mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.”(8) Belki de bu teslimiyetin müka-

fatlarından biri olarak tahiyyatlarımızda Rasulü Zi-Şân efendimize salât-ü selâm getirirken bile İbrahim peygamberi ve ailesini anıyoruz, “Allah’ım! İbrahim ve ailesine salât/rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve ailesine de salât/rahmet et” diyoruz.

Oğlu İsmail (aleyhisselam), babasının yolunu sürdürmüş, ilahi fermana boyun eğmiş ve neticesinde Allah’a adanmışlığın, kurbanın sembolü haline gelmiştir, Allah’a kurban olmayı öğretmiştir, “Rabbimin emriyse ey babacığım üzülme yerine getir emri, sabredenlerden bulacaksın inşâallah beni” diye teslimiyet göstermiştir. Kelâmullah’ın


İlahi emre teslimiyet göstermeyenleri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in “yaklaşmasın namazgâhımıza”(9) diye azarlayıp paylaması bu konuda ne kadar hassasiyet gösterildiğinin önemli bir ipucudur. Müslümanlar da gevşeklik göstermeden İbrahim (aleyhisselam) gibi tasdik edip teslimiyet göstermeli, lütfu ve ihsanı bol olan Cenabı Hakk’ın ikram ve bereketini beklemelidir. Ödenen ücrete nispetle hesapsız karşılık vermek de celâl ve ikram sahibi yüce Allah’ın şanına yakışmaktadır. İbrahim’e (aleyhisselam) bahşedilen nimetleri bu zaviyeden değerlendirebiliriz. Bizler de içersinde bulunduğumuz onca hata ve isyan çeşidine rağmen teslimiyet gösterip ibadet ederek/kurban keserek kurbiyet kazanabiliyorsak ilahi rahmetin genişliği hususunda en ufak bir endişemiz de olmamalıdır. Hiç bir dahlimiz olmadan sayısız nice nimetleri emrimize musahhar kılan yüce Zât’ın, kendisine yaklaşmamız ve yaradılış maksadına mebni olarak -tabiri caiz ise- nûrâni bir kisveye bürünmemiz için emretmiş olduğu ibadetler bile bir ödül iken bu ibadetlerin karşılığında mükafatlar vaat edilmesi/verilmesi başlı başına bir bahtiyarlıktır insanoğlu için. Kurbandaki kurbiyet manasını da asla göz ardı etmemek gerekir zira kurban, lügatlere göre “yaklaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve O’na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir. Allah’ın emrini samimiyetle yerine getiren müslümanlar ilahi rahmete yaklaşacaklar, uğrunda dünyalıkları kurban ettikleri yüce Allah’ın rızasına kavuşacaklardır. Merhametlilerin en merhametlisi ile arasına girebilecek bütün dünyalıkları kurban eden insan, Allah’ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu hissedecek ve kazandığı kurbiyetle ilahi nusreti, teyidi ve desteği celbedecek, yaratıcısı bütün işleri ona âsân edecektir. Hadis-i Kutsi’de şöyle geçmektedir: “Her kim (ihlas ile bana kulluk

eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harp ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.

Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.”(10) Kurban günü yapılacak en güzel iş kurban kesmektir, alemlerin Rabbi’nin emrine imtisal ederek, İbrahim Halîlullah’ın izinden yürüyerek, Muhammedü’l-Emin’in sünnetine tabi olarak kurban kesmek. Kabil’in kardeşi Habil’i kıskanmasına ve neticede yeryüzünde ilk kanın -o da kardeş kanının- dökülmesine vesile olan dünya ve mal sevgisini kurban etmektir, enaniyetin ve benliğin ihtiraslarına karşı, nefsinin arzu ve isteklerine kurban olmuşlara karşı azîz ve celîl olan Allah’a İbrahim gibi teslim olmaktır, İsmail gibi boyun eğmektir ilahi buyruklara. Efendiler efendisi sallallahü aleyhi ve sellem, Hz. Aişe radıyallâhü anhâ’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet günü boynuzları, kılları ve tırnaklarıyla gelir. Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. (Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntılı değil) gönlünüz hoş olsun.”(11)

Habil gibi kurban takdim edenlerin; takva sırrına erenlerin, ihlasla Rabbine yönelenlerin; İbrahim gibi teslim olanların, İsmail gibi boyun eğenlerin; “Rabbim Allah’tır” dedikleri için kurban olan Sümeyye, Yasir, Ammar ve Bilallerin; Allah’ın dini yeryüzünde hakim olsun diye nefislerini Rablerine cennet karşılığında satanların; zalimlere hakkı haykıran İslambûli, Kutub ve Bennaların; ilmini ve kalemini satmayan Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Nevevilerin; kıblesine sahip çıkan Selahaddinlerin; Allah’ın azameti karşısında tir tir titreyen ama zalimlerin korkulu rüyası Said b. Cübeyrlerin bayramı mübarek olsun! Ve sen, ey üzerine ölü toprağı serpilmiş ümmet! Fertlerin paramparça, garip, mazlum, gücün ve şevketin dağılmış, selin üzerindeki çer çöp halinle hâlâ bayramdan bahsediyorsan, bayramın mübarek olsun!

-----------------------------------------1. Hac Suresi 41. 2. Mâûn Suresi 4-7. 3. Maide Suresi 27. 4. Kandehlevi, Hayâtü’s-sahâbe (muhtasar), 421. 5. Hac Suresi 37. 6. Hac Suresi 32. 7. Bakara Suresi 131. 8. Saffât Suresi 109-111. 9. İbn Mâce Edâhi 2 (hadis no: 3123) 10. Buhari, Rikâk 38 (hadis no 6502). 11. Tirmizi, Edâhi 1 (hadis no: 1493) İbn Mâce Edâhi 3 (hadis no: 3126).

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

ifadesiyle “apaçık bir imtihan” olan bu durumdan ikisini de başarıyla çıkaran iman, ihlas, takva, teslimiyet ve sabırdır. Müslüman, adının ve dininin gereği olarak aynı teslimiyeti gösterebilen insandır. Eğip bükmeden, hevesine göre yorum yapmadan, zannettiğini değil emrolunduğunu yerine getirendir.

37


Ebubekir Eren

BİR KISSA BİN ÖĞÜT

AHİRETİ DÜNYAYA TERCİH ETMEK Ş

akik b. İbrahim el –Belhi anlatıyor. Kendisine arkadaşlık yapan Hatem el-Esam’a şöyle sorar: “Bizimle kaldığın bu müddet içerisinde bizden ne öğrendin.” Hatem el-Esam şöyle der: “Sizden şunları öğrendim”; 1- İnsanların haline baktım gördüm ki her insanın geçici olan dünyalık şeylere sonsuza kadar kalacakmış gibi bağlandıklarını gördüm. Kabre konulduğunda sevdiği bu şeylerin kendisinden ayrıldığını gördüm. Bende iyiliklerimi kendim için sevilen şey kıldım ki, kabirde benimle beraber olsun. 2- Allah’ın şu buyruğunu düşündüm: “Her kimde Rabbinin makamından korkmuş ve nefsi hevadan nehyetmiş ise, onun varacağı yer muhakkak cennetir.” (Nâzi’ât, 40). Nefsimi hevadan alı koymak için gayret gösterdim ta ki Allah’a itaat üzere olsun.

NEBEVÎ HAYAT

3- İnsanların haline baktım, her birinin yanında kendisine değer verdiği ve koruduğu şeylerin olduğunu gördüm. Daha sonra Allah’ın şu buyruğunu hatırladım: “Yanınızdakiler tükenir, Allah’ın yanındaki bakidir.” (Nahl, 96). Her ne zaman yanımda değerli bir şey olduysa onu Allah yolunda sarf ettim ki benim için Allah yolunda baki kalsın.

38

4-Allah’ın şu buyruğunu düşündüm: “Haberiniz olsun ki Allah katında en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.” (Hucurât, 13). Allah katında üstün olabilmek için takvalı olmaya gayret ettim. 5- Aynı şekilde insanların haline baktım, birbirlerine karşı kin beslediklerini gördüm ve Allah’ın şu buyruğunu hatırladım: “Onların dünya hayatlarında maişetlerini biz taksim ettik.” EKİM’13

(Zuhrûf, 32). İnsanlara karşı kin tutmayı bıraktım. 6- İnsanların birbirine düşman olduklarını gördüm ve Allah’ın şu buyruğunu hatırladım: “Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır. Öyleyse siz de onu bir düşman olarak kabul edin.” (Fatır, 5). İnsanlara düşmanlığı bıraktım, sadece şeytanı düşman edindim. 7- İnsanların rızıklarını kazanırken, rızık tasalarının olduğunu ve bütün gayretlerini sarf ettiklerini gördüm ve Allah’ın şu buyruğunu hatırladım: “Yeryüzünde hiçbir canlı yok ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 6). Allah’ın üzerimdeki haklarını eda için gayret gösterdim, Allah katındaki rızkımı da Allah’a bıraktım.(1) KISSADAN ALINMASI GEREKEN ÖĞÜTLER -Kur’an-ı tedebbür ile okuyup hayatımızla mukayese etmeliyiz. - Salih kimselerle beraber olmak, marifeti elde etmeyi kazandırır. - Salih amelleri işlemeye gayret gösterip geçici dünya hayatına kapılmamak. - Nefsimiz en büyük düşmanımızdır, dolayısıyla nefsi arındırmaya ve nefsin hevasına uymamaya azmetmek. - Allah’ın huzuruna varıp hesap verileceği günü asla unutmamalıyız. - Müslümanlara karşı kin beslememeliyiz, onlar hakkında hüsnü zanda bulunmalıyız. - Her işimizde olduğu gibi rızkımızı tedarik ederken Allah’a tevekkülü unutmamalıyız. ------------------------------------------------1. Muhtasır Minhacil Kâsidîn


Hüseyin Kalender

ÖNDERLERİMİZ ONLAR ÖNCÜLER

HASAN EL-BASRİ

HASAN EL-BASRİ’NİN HAYATINA DAİR GENEL BİR BAKIŞ

T

abiin döneminden günümüze kadar müslümanlar tarafından en çok takdir edilen ve İslami oluşumlar üzerinde en güçlü ahlaki otoriteye sahip ender şahsiyetlerden biridir. Döneminde var olan hemen bütün İslami disiplinlerin künhüne vakıf olmuş, onları özümsemiş ve onlara yön vermiş bir önder olarak Hasan el-Basri gelecekte her biri farklı bir fırkanın-kurucu-babası- olacak olan alimlere hocalık yaparak hemen her tür İslami disiplin ve oluşumun geleceğini şekillendirmede etkin rol oynamıştır. Ölümünden sonra hayatı, fikirleri veya yaşam tarzı üzerine en çok araştırılan alimlerden biri olması, onun İslam dünyasındaki bu konumundan dolayıdır. Hasan el-Basri, yaşadığı toplumda yalnızca bilgeliği ve ilim adamlığı cihetiyle değil, aynı zamanda ilmiyle amil yönüyle de ortaya çıkıyordu. Onun hayatı, düşünceleri ve çağındaki konumu

üstüne araştırma yapan alimlerce -tek başına bir ümmet- olarak nitelendirilmesi, Hasan el-Basri’nin akli ve nakli ilimler alanındaki yetkin kişiliğinden ve düşüncesiyle yaşam biçimi arasında kurduğu olağanüstü tutarlılıktan kaynaklanıyordu. Ahireti hiçbir zaman göz ardı etmemek, bu nedenle dünyayı yalnızca öte dünyanın kazanılacağı yer görmek ve ona gerektiğinden fazla değer vermemek Hasan el-Basri’nin düşüncesini öne çıkaran en önemli unsurlardan biridir. Onu görenlerin “Biz Hasan’a gittiğimizde ona ahiretle ilgili hususlardan başka bir şey soramazdık ki; O da bize ahiretten başka bir konuda konuşmazdı” demeleri, onun dünyadaki bütün çabasının ahirete yönelik olduğunu gösterir. Daima özü sözüne uygun bir alim profili çizen Hasan el-Basri, olay ve olgular karşısında ilmiyle amil duruşuyla alimlik misyonunu bihakkın yerine getirmeye çalışmıştır. Kendisini anlatan rivayetlerin hemen hepsinin vurguladığı gibi, özü sözüne uygun; içi dışına, sözleri davranışlarına, davranışları da sözüne uygun bir alim olarak zamanın meselelerine önce kendi hayatında uygulayarak, olabilirliğini gösterdiği çözümler getirmiştir. Kendisinden, “Hasan insanlara bir şey emrettiğinde, onu en çok kendisi yapar, insanlara bir şeyi yasakladığı zaman da, o şeyden en çok kendisi sakınırdı. Ondan daha doğru söyleyen görmedik.” ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

“Hamd, hakiki manada kendisini hamdettiğimiz, cemal ve celal sıfatların sahibi olan Allah’a mahsustur. Selamların en güzeli ve temiz olanı, iki cihan güneşi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in, ashabının ve kıyamete kadar onların izinden giden tüm müslümanların üzerine olsun.

39


Kişinin yapması gerekirken yapmadığı şeyler, onun imtihanı kaybetmesi için yeterli bir sebeptir. Ona göre kişinin yaşadığı her gün ona adeta şöyle seslenir. “Ey adem oğlu! Ben yeni günüm; yapıp ettiklerine şahitlik ediyorum. Senden ayrıldığımda bir daha geri gelmem. Bunun için ne yapacaksan şimdi yap; çünkü ilerde şu an yaptığın şeyi bulamayacaksın. Dilediğini ise ertele; fakat bil ki bu fırsat bir daha eline geçmeyecektir.”

şeklinde söz edilmesi, onu doğruluğa, dürüstlüğe ve özü sözüne uygun bir duruşa ne denli önem verdiğini açıklar. Hasan el-Basri, düşünce ile hayatın kaynaştığı çok özel bir alim tipini temsil eder. Yunus bin Ubeyde’ye, “Hasan kadar iyi amel sahibi tanıyor musun?” diye sorulduğunda; “Allah’a yemin ederim ki, O’nun gibi iyi amel sahibi birini nasıl göreyim.” diye cevap vermesi Hasan el-Basri’nin iman ile ameli, teori ile pratiği, yani düşünce ile hayatı bilinçli olarak bir alim profili çizmede ne denli başarılı olduğunu gösterir. Hasan el-Basri’ye göre Allah’a kulluk için yaratılan insan için hayat ne kadar uzun olursa olsun, sayılı günlerden ibaret olduğundan, imtihan edilen kişinin yaşadığı her an bir defalıktır. Ve yaşanan bu an bir daha geri gelmeyecektir. Bu nedenle kişi, içerisinde yaşadığı anı emredildiği gibi yaşayıp yapması gereken şeyleri hiç bir surette ertelememelidir. Kişinin yapması gerekirken yapmadığı şeyler, onun imtihanı kaybetmesi için yeterli bir sebeptir. Ona göre kişinin yaşadığı her gün ona adeta şöyle seslenir. “Ey adem oğlu! Ben yeni günüm; yapıp ettiklerine şahitlik ediyorum. Senden ayrıldığımda bir daha geri gelmem. Bunun için ne yapacaksan şimdi yap; çünkü

NEBEVÎ HAYAT

ilerde şu an yaptığın şeyi bulamayacaksın. Di-

40

lediğini ise ertele; fakat bil ki bu fırsat bir daha eline geçmeyecektir.” Buraya kadar dahiyane öngörüleriyle kendisinden sonraki çağlara ışık tutan Hasan el-Basri’nin düşünce dünyasına kısaca değindik. Bundan sonraki yerlerde ise onun doğumu, yetişmesi ve kişiliğine değineceğiz. EKİM’13

DOĞUMU, YETİŞMESİ VE EĞİTİMİ Asıl adı, Ebu Said el-Hasan b. Ebil Hasan Yesar el-Basri’dir. Hicri 21 (641/728)’de Medine’de dünyaya gelmiştir. Hayatından söz eden eserlerin hemen hemen hepsinde Hasan el-Basri’nin çocukluk dönemini Medine’nin kuzeyinde yer alan “Vadi’lKura”’da geçirdiği kaydedilmiştir. Birçok sahabinin duasını alan ve düşünceleri daha çok Hz. Ömer’in fikirlerine benzetilen Hasan el-Basri’nin, on iki yaşında Kur’an’ı ezberlediği söylenir. Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Aişe, Talha, Zübeyr ve Ebu Musa el-Eşari gibi sahabelerin önde gelenlerinin yaşamlarına tanıklık etmiş olan Hasan el-Basri’nin, yetmişi Bedir gazisi, yaklaşık 500 kadar sahabi ile görüşme imkanı bulduğu rivayet edilir. ŞAHSİYETİ Fazileti yönüyle kendi döneminde “örnek bir şahsiyet” olan Hasan el-Basri, zühd, takva ve abidliğinin yanında mücahitliği ile de şöhret bulmuştur. O yetişkinliğinde Afganistan dolaylarında Doğu İran Fethine ( ... / 663) katılmıştır. Bu tavrıyla o, “gece zahid, gündüz mücahid” vecizesinde ifadesini bulan bir yetkinliğe ulaştığını kanıtlamıştır. Hasan el-Basri, yumuşak huylu olduğu kadar cesur, yiğit ve kahramandı. O, varlığında İslam irfanının bütün boyutlarıyla ifadesini bulduğu bir kişiliği barındırmasının yanı sıra, aynı zamanda bir vakar, vera, cesaret ve şecaatin de timsaliydi. Hasan el-Basri’nin cesaretini simgeleyen şöyle bir rivayet kaynaklarımızda yer almaktadır: “Haccac, (dönemin zalim yöneticisi) Vasıt’taki yeşil köşkü bitirince, insanları oraya toplayarak söz konusu köşk için hayırlı


sıkıntı zamanındaki koruyucum, ey zorluk zamanımda bana arkadaşlık eden Sahibim, ey velinimetim, ey benim ve atalarım Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub’un ilahı! Beni ona karşı koru ve eziyetini benden defet şeklinde bir dua ettim ve Rabbim gerekeni yaptı.” dedi. Bu örnek Hasan el-Basri’nin yiğitlik ve cesaretle zirvede olduğunu gösteren en açık bir delildir. Ve son olarak Hasan el-Basri ömrünün sonlarında hastalanmış, son günlerini hastalıklarla mücadele ile geçirmiştir. Onun ölüm döşeğindeyken sürekli olarak “Biz Allah’ın kuluyuz, sonunda ona döneceğiz” mealindeki ayeti okuduğu rivayet edilmiştir. Vasıl bin Ata, hocası Hasan el Basri’nin ölüm anını şöyle anlatır; “Hasan el-Basri, son sözlerini söylerken kendi kendine eseflendi, günahlarını itiraf etti. O sırada alnındaki terleri sildiğini gördüm. O şöyle diyordu; ‘Allah’ım! Artık yükümü hazırlamış, yolculuk vaziyeti almış ve kabirdeki yerime doğru yola çıkmış bulunuyorum. Ben öldükten sonra bana nispet edilen şeylerden dolayı beni muaheze etme. Allah’ım! Ben peygamberden bana ulaşan her şeyi tümüyle kabul ettim. Beni bağışla.” Allah sana rahmetiyle muamelede bulunsun ey zahid ve abitlerin efendisi olan Eba Said. Bizlere de fani olan bu dünya hayatında, baki olan ahiret için azık toplamayı kolaylaştırsın. Ve bizlere; sana ve peygamberinin getirmiş olduğu şeylere iman etmiş bir şekilde kavuşmayı nasip eylesin. Allahümme Amin. Kaynak: Hasan El-Basri Kitabı ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

dua etmelerini istedi. İnsanlar onun etrafında toplandılar. O (Haccac’ı ima ederek) “ey falan, fasıkların en fasığı ve ey kötülerin en kötüsü, biz seni gördük. Gök ehli senden nefret ediyor, yeryüzü ehli de seni lanetliyor.” diyerek oradan ayrıldı. Sonra şöyle dedi: “Allah gerçeği söylemeleri ve gizlememeleri konusunda, alimlerden misak/söz almıştır. Hasan el-Basri’nin bu sözleri Haccac’ın kulağına gidince, “Ey Şamlılar! Basralı kölelerden bir tanesi yanınızda benim aleyhime gelişigüzel konuşuyor ve siz de yadırgamıyorsunuz. Sesinizi çıkarmıyorsunuz. Onu bana getirin.” dedi. Ve kılıç ile insanların üzerine yatırılıp öldürdükleri deriden yapılmış şeyin de getirilmesini emretti. Bu hususta acele edilmesini istedi. Kapıda Haccac’ın özel kalem müdürü bekliyordu. Hasan yaklaşınca bekçinin onun dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler mırıldandığını gördü. Ne varki Hasan içeri girince, Haccac onu yakınında bir yere oturtarak ona şöyle dedi; “Ali ve Osman hakkında ne düşünüyorsun?” Hasan şöyle dedi; “Musa’nın Firavun’a söylediğini söylüyorum. Zira Firavun, Musa aleyhisselam’dan geçmiş toplumların haberini sorduğunda o şöyle demişti; “Onların bilgisi Rabbimin katındadır.” (Taha, 20) Bunun üzerine Haccac, “Sen alimlerin en büyüğüsün ya Eba Said.” dedi. Daha güzel kokular getirterek onun sakalına sürdü. Hasan dışarı çıkıncı, Haccac’ın bekçisi ona eşlik ederek, “Haccac’ın yanına girdiğinde dudaklarını kıpırdatıyordun. O zaman ne diyordun.” diye sorunca Hasan el-Basri; “Ey

41


Hüseyin Nohut

İMAM EVZÂİ’NİN NASİHATİ

A

bbasi hanedanının ilk sultanı Ebul- Abbas es- Seffah’ın komutanı ve aynı zamanda amcası olan Abdullah b. Ali, Şam’a girip Ümeyyeoğullarını oradan sürdükten sonra, Şam’ın ileri gelenleri onu ziyarete başladılar. İmam Evzâi de Şam’ın hatta o dönem de İslam âleminin en meşhur âlim, muhaddis, müctehidlerinden biri idi. Fakat ziyaret edenler arasında İmam Evzâi yoktu. Yanına gitmemek için üç gün gözlerden kayboldu, sonra yanına geldi. İmam Evzâi anlatıyor: (Komutanın) yanına girdiğimde, tahtına oturmuş elinde de bir baston, bastonla yere vuruyordu. Özel birlikleri de sağında ve solunda sıra tutmuş elleri kılıçlarındaydı. Selam verdim selamımı almadı, bastonuyla yere vurmaya devam etti. Ardından şöyle dedi: “Söyle bakalım Evzâi! Ne dersin bu zalimlerin, hem vatan hem de millet üzerinden iktidarlarını kaldırdık, yıktık. Bu cihat ve ribat mıdır?” Dedim ki: Ben Yahya b. Said el- Ensari’den işittim, (dedi ki) Muhammed b. İbrahim et- Teymi’den işittim, (dedi ki) Alkame b. Vakkas’tan işittim, (dedi ki) Ömer b. Hattab (r.a)’tan işittim, (dedi ki) Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Şüphe yok ki ameller niyetlere göredir. Her kişiye de niyetinin karşılığı vardır. Kim hicretiyle Allah ve Rasulünü kastederse, Onun hicreti Allah ve Rasulünedir. Kim de bir dünyalık elde etmek yahut bir kadınla evlenmek için hicret ederse, ona da hicret ettiği maksadın karşılığı vardır.” Bu sefer daha sert bir şekilde yere vurmaya başladı. Yanındaki askerler de kılıçlarının kabzalarını sıkı sıkı kavramaya başladılar. Sonra şöyle dedi: - Evzâi! Ümeyyeoğullarının kanları için ne dersin? Dedim ki: -Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir müslümanın kanı, başka bir müslümana şu üç şeyden birini yapmadıkça helal olmaz: -Cana kıymaya karşılık can, -Evli olduğu halde zina eden, -Dininden irtidat edip müslümanların cemaatini terk eden” Daha da sert vurmaya başladı: -Peki malları için ne dersin? Dedim ki: Eğer onlar, haram bir yoldan elde etmiş olanı ellerinde tutuyorlarsa bu senin içinde haramdır. Yok onların helal mallarıysa, meşru bir yol olmadan asla helal olmaz. Daha da sert vurarak dedi ki: -Seni kadılığa tayin etsek, kabul etmez misin?

NEBEVÎ HAYAT

Dedim ki: Senden önce buraya hâkim olanlar beni bu işe zorlamadılar, sen de onların yaptığı bu iyiliği devam ettir.

42

Dedi ki: Sanki gitmek istiyorsun? Dedim ki: Arkamda ailemi bıraktım, onların bana ihtiyacı var, onlara bakmam, iffetlerini korumam, nafakalarını karşılamam lazım. Benden dolayı da tedirginler. İmam diyor ki, artık kellemin uçup yere düşmesini bekliyordum ki, gitmeme izin verip gönderdi. EKİM’13


Yusuf Yılmaz

NEBEVİ AİLE

DİRİ KALPLER MEZAR OLMAYAN EVLER ve sellem şöyle buyurdu:

“Rabbini zikredenle zikretmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Buhârî, Daavât 66) Müslim ise bu hadisi şöyle rivayet etmiştir: “İçinde Allah’ın anıldığı ev ile Allah’ın anılmadığı evin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Müslim, Müsâfirîn 211) Bu iki hadiste Allah Rasulünün cevami’ul

kelim; az söz ile çok anlamlar ifade eden özelliğini

görmekteyiz. Özellikle bu tür hadisler yani iki şeyi birbirine kıyas ettirip mesaj veren hadisler meseleyi daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Aklı selim olan biri ölüyle-diri arasındaki bu farkı kabul eder; çünkü bu ikisi arasındaki fark doğu ile batı arası kadardır. Bunu kimse rededemez. Ölünün hayati fonksiyonları bitmiş, bütün azaları durmuş, üretecek, düşünecek, hareket edecek, kendisine sesleneni işitecek ve cevap verecek yeteneklerini kaybetmiştir. HeyeZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

E

bû Mûsâ el-Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi

43


Evet! Allah’ı zikreden ve O’nun istediği gibi yaşayan kişi hayata renk katan bir güce sahiptir. O yorgunluğunu çalışarak, çareler bularak, umut olarak giderir… Onun zihni canlıdır; sürekli düşünür, çözümler üretir, yeni şeyler ortaya koymaya çalışır. Onun kalbi canlıdır; hislidir, yanında olan olaylara karşı duyarlıdır. Ağlar, güler… Yüreği huzurun adresidir. “Bunlar iman edip kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir; haberiniz olsun ki, kalpler sadece Allah’ın zikriyle huzur bulur” (Ra‘d, 28)

canları sönmüş, hisleri tükenmiştir. Onu hareket ettirmede sizin elinizde bir oyuncak gibidir. Borcunuzu isteseniz alamazsınız, intikamınızda acı veremezsiniz. Faydalı olmasını taleb etseniz çare bulamazsınız. Faydalı olmayı bırakın yavaş yavaş ondan zarar bile görmeye başlarsınız. Vücudu şişer, içindeki pislik dışarı çıkmaya başlar, bedeni parçalanıp kokar. Hemen ondan kurtulmanın yollarını ararsınız ki o da, kendinizin girmeye korktuğu toprağın altıdır. İşte hadis bize bu hakikatı bu veciz söz ile gösteriyor. Yani Allah’ı zikretmeyen, O’nun istediği gibi yaşamayan insanlar ölü gibidir. Zihni, dili, bedeni ve kalbi fonksiyonlarını yitirmiştir. Kendisine, ailesine, insanlara faydalı işleri düşünecek ve üretecek faaliyetler içinde bulamazsın onu. Hayata canlılık ve renk katacak, insanların sıkıntılarına çare bulacak, yüzü asıkları güldürecek, morali bozuklara derman olacak söz ve ameli onda göremezsin. Çünkü o, ölü gibidir. Üzerindeki enerji çekilmiştir. Kabir ehlinden tek farkı nefes almasıdır. Evet! Allah’ı zikreden ve O’nun istediği gibi yaşayan kişi hayata renk katan bir güce sahiptir. O yorgunluğunu çalışarak, çareler bularak, umut olarak giderir…

NEBEVÎ HAYAT

Onun zihni canlıdır; sürekli düşünür, çözümler üretir, yeni şeyler ortaya koymaya çalışır.

44

Onun kalbi canlıdır; hislidir, yanında olan olaylara karşı duyarlıdır. Ağlar, güler… Yüreği huzurun adresidir. “Bunlar iman edip kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir; haberiniz olsun ki, kalpler sadece Allah’ın zikriyle huzur bulur” (Ra‘d, 28) EKİM’13

Onun bedeni canlıdır; “Vücutta bir et parçası vardır. O sağlamsa, bütün vücut sağlam olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir.” (Buhârî,Müslim) Organları askere, kalbide komutana benzetebiliriz. Komutan hayırlı ve iyi olursa askerler onun iyiliğini ve hayrını takip edecektir. Komutan onları sürekli güzel olana teşvik edecektir. Allah’ın zikriyle mutmain olmuş bir kalpte bedenimizi salih amellere sevk edecektir. Böyle bir bedeni, bıkmadan- usanmadan, hep ben mi? demeden her hayırlı amelin başında kendisine, ailesine, komşusuna, mahallesine, toplumuna ve dünyasına fayda verecek işlerin kucağında bulacaksın…Böyle bir mümin’i bulacağınız tek adres hayır bahçeleridir. Allah’ı her fırsatta huşu ve tevazuyla zikredenlerin evleri de canlı ve aktif bir yapı haline gelecektir. Fertlerinin imanlarının coşkusu, duvarlarından halısına kadar sekinenin yayıldığı bir mekan haline gelecektir. Bu evlerde müslüman bireylerin yetişmesi sancısı Erkam’ın Mektebi’ni faaliyete sokacaktır. Sokağına ve mahallesine İslam Daveti’ni taşıma aşkı, bu evin içerisinde projelenecektir. Çocukları nasıl İslam ahlâkı ile yapılandırabiliriz, anne ve babalarına nasıl ulaşabiliriz, kahve ve benzeri ortamlarda kararan ruhları Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünnetiyle nasıl aydınlatabiliriz kaygısı yine Allah’ı zikreden bu fertlerin, evlerinin içinden geçmektedir. Kardeşlerim, hem kendimizi ölüler sınıfından çıkarmak hem de evlerimizi kabir olmaktan kurtaracak bazı zikir virdlerini aile fertleri ile uygulamaya özen gösterelim; 1. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır:

ْ َ ّ ‫ ُس ْب َحا َن‬،‫الل َو ِب َح ْم ِد ِه‬ ‫يم‬ ِ َ ّ ‫ُس ْب َحا َن‬ ِ ‫الل ال َع ِظ‬

Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben Yüce Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim” (Buhârî, Daavât 65; Müslim, Zikir 31.) Kimsenin telaffuzunda zorlanmayacağı, tartıya konduğunda ağır gelen ama bunun da ötesinde Rahman olan Allah’ın dilimizde duymaktan hoşlanacağı bu sözü günlük vird haline getirme konusunda bak Allah Rasulü nasıl buyuruyor; “Kim sabah akşam yüz defa sübhânallâhi ve bihamdihî: ‘Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim.’ derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.” (Müslim, Zikir 26) 2. Ebû Hureyre radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi:

“Bir kimse her gün yüz defa, ‘lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derse, on köle âzâd etmiş kadar sevap kazanır; ona yüz iyilik sevabı yazılır; yüz günahı bağışlanır; bu zikir o gün akşama kadar o kimsenin şeytandan korunmasını sağlar. Bu zikri ondan daha fazla tekrarlayan kimse dışında hiç kimse daha faziletli bir iş yapmamış olur.” (Buhârî; Daavât; Müslim, Zikir 28.) Eğer günde 100 defa bu zikri yapmak sana ağır gelecekse o zaman Allah Rasulünü dinle; “Bir kimse on defa, ‘lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derse, İsmâil aleyhisselâm’ın soyundan dört kimseyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır.” (Buhârî, Daavât 64; Müslim, Zikir 30.) 3. Sa‘d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunuyorduk. Bize: “Sizden biri her gün bin sevap kazanmaktan âciz midir? diye sordu. Yanında oturanlardan biri: Bir kimse her gün bin sevabı nasıl kazanır? diye sordu. Rasul-i Ekrem şöyle buyurdu: Yüz defa sübhânallah der, ona bin iyilik yazılır veya bin günahı bağışlanır.” (Müslim, Zikir 37) Bir iyiliğe on sevap verileceği bir ilâhî kanun olup bunu bizzat Cenâb-ı Hak “İyilik edene, yaptığı iyiliğin on misli mükâfat verilir. Kötülük yapan da yaptığının dengiyle cezalandırılır” (En`âm, 160) âyet-i kerîmesiyle haber vermiştir. Rasul-i Ekrem Efendimiz de bu kanuna dayanarak “yüz defa sübhânallah diyene bin sevap yazılacağını” veya o kimsenin Allah hakkı ile ilgili günahlarından bin tanesinin bağışlanacağını belirtmiştir. Hadisin bazı rivayetlerinde “veya” yerine “ve” dendiği görülmektedir ki, bu takdirde günde yüz defa sübhânallah diyen kimseye, vadedilen bu mükâfatların ikisi birden verilecektir. 4. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrâ gecesinde İbrâhim aleyhisselâm’a rastladım. Bana şunu söyledi: Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun tatlı, arazisinin son derece geniş ve dümdüz, ağaçlarının da sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber’den ibaret olduğunu haber ver.” (Tirmizî, Daavât 59 ) Yine bu zikir virdi için Allah Rasulü ne buyurmaktadır; “Sübhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber demek, benim için, üzerine güneş doğan her şeyden daha kıymetlidir.” (Müslim, Zikir 32.) 5. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her namazdan sonra kim otuz üç defa sübhânallah, otuz üç defa elhamdülillâh, otuz üç defa Allâhü ekber der, yüze tamamlamak için de lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve

45


hüve alâ külli şey’in kadîr: Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter” derse, günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile affedilir.” (Müslim, Mesâcid 146)

1. Osman İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem

Bunların yanında faydasını göreceğimiz bazı

“Kim her sabah ve her akşam üç defa bismillâhillezî

duaları ezberlemede ailemizle bir yarış içinde

lâ yedurru maa’ismihî şey’ün fi’l-ardı velâ fi’s-semâ’

olalım;

ve hüve’s-semîu’l-alîm: İsmi sayesinde yerde ve gökte

1. “Allâhümmağfir lî verhamnî vehdinî verzuknî”

(Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver.) (Müslim, Zikir 33-36)

َ ‫سن‬ ُ ، ‫اَل ّلَ ُه ّ َم أٔ ِع ِّني َعلَى ِذ ْك ِر َك‬ ِ ‫ َو ُح‬، ‫وش ْك ِر َك‬ ‫ِعبادتِ َك‬

2. “Allâhümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve

hüsni ibâdetik” (Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!) (Ebû Dâvûd, Vitir 26.)

َ ‫ َو ِم ْن‬، ‫اب َج َه ّ َن َم‬ ِ ‫اَل ّلَ ُه ّ َم إِ ّنِي أٔ ُعو ُذ ِب َك ِم ْن َع َذ‬ ‫ َو ِم ْن َش ِّر‬، ‫ات‬ ِ ‫ َو ِم ْن ِف ْت َن ِة ا ْل َم ْح َيا وا ْل َم َم‬،‫اب ال َق ْب ِر‬ ِ ‫َع َذ‬ َ ّ ‫ِف ْت َن ِة ا ْل َم ِسيح‬ ‫ال‬ ِ ‫الد ّ َج‬ ِ

3. “Biriniz namazda tahiyyâtı bitirdiği zaman, dört şeyden Allah’a sığınarak şöyle desin: Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem ve min azâbi’l-kabr ve min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât ve min şerri fitneti’l-mesîhi’d-deccâl: Allahım, cehennem azâbından ve kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden, kör deccâlin fitnesine uğramaktan sana sığınırım.” (Müslim, Mesâcid 128.)

NEBEVÎ HAYAT

isterim;

şöyle buyurdu:

‫ َوا ْر ُز ْق ِني‬، ‫ َو ْاه ِدنِي‬.‫اَل ّلَ ُه ّ َم ا ْغ ِف ْر لِي َوا ْر َح ْم ِني‬

46

Son olarakta birkaç hadisi gönlüne sokmak

َ ‫ َوا ْل َعف‬، ‫ َوال ُّت َقى‬، ‫اَل ّلَ ُه ّ َم إِنِّي أ َ ْسأَلُ َك ا ْل ُهدَى‬ ، ‫َاف‬

‫َوا ْل ِغ َنى‬

4. “Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’t-tükâ ve’l-afâfe ve’l-gınâ” (Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.) (Müslim, Zikir 72) EKİM’13

hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla. O herşeyi duyar ve bilir” derse, ona hiçbir şey zarar vermez.” (Ebû Dâvûd Edeb 101) 2. Abdullah İbni Hubeyb radıyallahu anh şöyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Akşam ve sabah vakitlerinde Kulhüvallâhü ahad ile Muavvizeteyn sûrelerini üçer defa oku. Her türlü kötülükten korunman için bunlar sana yeter.” (Ebû Dâvûd, Edeb 101) 3. Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Bir adam Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: - Dün gece beni sokan akrep yüzünden ne büyük acılar çektim, dedi. Rasul-i Ekrem de: - “Eğer akşamleyin eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min şerri mâ halak: Yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel kelimelerine sığınırım, deseydin o sana zarar vermezdi” buyurdu (Müslim, Zikir 55) Not : Bazı rivayetlerde bu duanın sabah ve akşam okunması, bazılarında da üçer defa tekrarlanması tavsiye edilmektedir. 4. Kim sabah ve akşam günde 3 defa “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem‘den razı oldum derse kıyamet günü o kulu razı etmek Allah’ın üzerine bir haktır.”

َ ‫الل َر ًّبا َو ِب ْا ِإل ْس‬ ‫ال ِم ِدي ًنا َو ِب ُم َح ّ َم ٍد نَ ِب ًّيا‬ ِ ّٰ ‫ض ْي ُت ِب‬ ِ ‫َر‬

Kalplerimizin ve evlerimizin Allah’ın zikriyle diri kalması duasıyla.


RÖPORTAJ

ŞEYH AHMET YASİN’İN OĞLU

(Abdülhamit Yasin)

BABASINI ANLATIYOR

S

iz sürekli Şeyh Ahmet Yasin’le birlik-

baren gülümsemeye başlıyor ve “Belki bu sefer

teydiniz. Hatta Şeyh’in şehadet anında

şehid oluruz” diyordu. Şeyh mescidden çıkar

da O’nun yanındaydınız. Bize Şeyh’in son gece-

çıkmaz ilk füze atıldı. Ben yanına doğru koşmaya

sini ve şehadet anını anlatır mısınız?

başladığım an ikinci füze de benim üzerime atıldı.

Babam son gecesini evinin yanındaki mescidde sabaha kadar ibadet yaparak geçirdi. Birlikte yatsı namazına gittik. Yatsı namazından sonra çoğu zaman yaptığı gibi nafile namaz kılmaya başladı. Namaza bazen ara veriyor ve bu aralarda mesciddeki gençlere nasihatlerde bulunuyordu. Gece geç saatlerden itibaren Şeyh’in evinin etrafında ve mescidin üstünde Apaçi helikopterleri uçmaya başladı. Sabah namazını da birlikte mescidde kıldık. Bazı gençler Şeyh’e Apaçi helikopterlerin kendisini hedef alabileceğini ve bu yüzden mescidden çıkmaması gerektiğini söylediler. Şeyh gençlerin bu isteğine nasıl cevap

Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Çünkü ağır şekilde yaralandım ve 2 hafta boyunca kendime gelemedim. Şeyh evde nasıl bir insandı? Bize Şeyh’in insani özelliklerinden bahseder misiniz? Şeyh Ahmet Yasin birçok özelliği kendinde barındıran bir insandı. Kimi zaman komutan gibiydi, kimi zaman bir arkadaş gibiydi, kimi zaman da bir baba gibiydi. Ev işlerinde mutlaka ailesiyle istişare yapardı. Dünyaya hiç değer vermezdi; fakat ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya da büyük önem gösterirdi. Mala-mülke en ufak tenezzül etmezdi; çocukları, mücahidleri ve fakirleri çok severdi.

Şeyh gülerek; “Ne güzel, biz zaten Rabbimize sürekli olarak şehadet için dua ediyoruz.” dedi. Apaçiler daha önce de çoğu kez Şeyh’e korku ve-

“EN ÇOK NAMAZDAN ZEVK ALIRDI” Ev ehline özel nasihatlerde bulunur muydu?

rebilmek için O’nun üstünden uçmuşlardı. Fakat

Bize hep basit yaşamayı, makam-mevki sa-

Şeyh asla İsrail Savaş uçaklarından korkmuyordu

hiplerine değil takva sahiplerine, cihad ehline

ve uçaklar üzerinde uçmaya başladığı andan iti-

sevgi ve saygı göstermemizi söylerdi. Şeyh mizaç ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

verdi?

47


Şeyh Ahmet Yasin birçok özelliği kendinde barındıran bir insandı. Kimi zaman komutan gibiydi, kimi zaman bir arkadaş gibiydi, kimi zaman da bir baba gibiydi. Ev işlerinde mutlaka ailesiyle istişare yapardı. Dünyaya hiç değer vermezdi; fakat ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya da büyük önem gösterirdi. Malamülke en ufak tenezzül etmezdi; çocukları, mücahidleri ve fakirleri çok severdi.

olarak da çok dengeli bir insandı. Kimi zaman

gibi basit bir şekilde yaşıyor. Hamas’ın diğer ön-

ciddi olur, kimi zaman da yaptığı şakalarla ev

derleri de tıpkı Şeyh gibi dünyaya değer vermi-

ehlini güldürürdü. Şeyhin beni en çok etkileyen

yorlar ve bu durum Filistin Halkı’nın Hamas’a

yönü ise namaza verdiği önemdi. Şeyh namaz

olan ilgi ve sevgisini daha da arttırıyor. Hamas’ın

kılmayı çok severdi ve bu yüzden vakitlerinin ço-

kısa zamanda bu kadar güçlenmesinde bence

ğunu Mücemaa el-İslami’nin mescidinde namaz

Şeyh’in hareket metodu da çok önemli.

kılarak ve mescide gelen gençlere ders vererek geçirirdi. Şeyh dünyada en çok zevk aldığı amelin namaz kılmak olduğunu ve namazın Allah tarafından Müminlere sunulan büyük bir nimet olduğunu söylerdi. Babam davasına çok bağlı bir insandı. Hayatını Filistin’deki Yahudi işgalinin sona ermesi ve Filistin topraklarında İslam’a göre yaşayan bir topluluk oluşmasına adadı. Mescidlerde verdiği sohbetlerle binlerce genç yetiştirdi ve bu gençler bugün Şeyh’in hedeflerini gerçekleştirmek için tıpkı Şeyh gibi çalışıyorlar. Şeyh Ahmet Yasin elinde bir çok imkân olmasına rağmen hep fakirlik içinde yaşadı. Şeyh sizce niçin böyle bir hayatı seçti? Eğer Şeyh böyle bir hayatı seçmeseydi Hamas kısa zamanda bu kadar güçlenemezdi. Şeyh İslami hareket önderlerinin örnek bir hayat yaşamaları gerektiğini ve cemaatin önderlere değil; önderlerin cemaate hizmet etmesi gerektiğini savunurdu. Şeyh’in kaldığı evin duvarları bir hayli eskimişti.

NEBEVÎ HAYAT

Korumalarından biri duvara kumaş çekmek istedi;

48

fakat Şeyh; “Bu kumaşa fakirlerin ihtiyacı vardır, kumaşı fakirlere ver” diyerek evinin duvarlarına kumaş çekilmesine karşı çıktı. Şeyh Hamas’a lider olan öğrencilerini de bu şekilde yetiştirdi. İsmail

ŞEYH’İN MÜCADELE METODU… Nedir bu hareket metodu? Bize Şeyh Ahmet Yasin’in hareket metodunu anlatır mısınız? Şeyh, İhvan-ı Müslimin’in kurucusu olan Hasan el-Benna’yı çok iyi anlamıştı. Şeyh önce Filistin’de bir İslam Cemaati oluşturmaya çalıştı. Bu cemaatin toplumun bütün kesimlerini kapsayan bir cemaat olmasına özen gösterdi. Bu nedenle mescidlerde kadınlara, gençlere ve çocuklara dersler verdi. Babam kadınların eğitimine de büyük önem veriyordu. Kadınların cahil bırakılmasına şiddetle karşı çıkıyordu ve onların İslami hareket içindeki etkilerinin artması gerektiğini savunuyordu. Şeyh ayrıca İslami davetin merkezinin mescidler olması gerektiğini savuyordu. Mescidde bir kişi bile olsa ona saatlerce İslam’ı anlatırdı. Yıllar süren çalışmaların sonucunda Filistin’de bir İslami Cemaat meydana geldi ve bu cemaat Filistin Halkı tarafından benimsendi. Daha sonra ikinci safhaya geçildi ve Siyonist işgale karşı mücadele vermek için İzzettin Kassam Birlikleri oluşturuldu. Şeyhin mücadele metodunun özeti önce davet daha sonra ise cihaddan oluşmaktadır.

Heniye de Şeyh’in öğrencisiydi. İsmail Heniye şu

Şeyh hiç Türkiye’den bahseder miydi?

an bir mülteci kampında tıpkı Şeyh Ahmet Yasin

Şeyh Türkiyeli Müslümanları özellikle de

EKİM’13


Abdülhamid Han’ı çok severdi. Şeyh cami sohbet-

zeliler olarak Allah’tan şehadeti istiyoruz ve asla

lerinde Osmanlı’nın yıkılmasının ardından dün-

yatakta ölmeyi istemiyoruz. Mücahidlerin tıpkı

yadaki Müslümanların lidersiz kaldığını söylerdi.

Filistin gibi Afganistan, Çeçenistan, Irak ve Soma-

Şeyh’in ayrıca Türkiye’deki İslami Hareketten de

li’de de zaferler kazanması için dua ediyoruz. Bu

büyük beklentileri vardı. Türkiye’nin tekrar hi-

savaş sadece Filistin’le sınırlı bir savaş değildir. Bu

lafete dönüp Müslümanları bir araya getirmesi

savaş Müslümanların zulme uğratıldığı her yerde

gerektiğini, hilafetin kaldırılmasıyla Filistin’in sa-

süren bir savaştır. Mücahidler Allah’a güvenerek

hipsiz kaldığını savunurdu.

ve İslam’ın ilkelerine sımsıkı sarılarak inşallah kâfir ordularını her yerde hezimete uğratacaklar. Hamas’ın bugünkü durumunu nasıl görü-

FİLİSTİN’DEKİ ZAFERİN SIRRI… Filistin direnişi belki de tarihindeki en büyük zaferi son Gazze Savaşı’nda kazandı. Sizce bu zafer nasıl elde edildi? Şeyh şöyle derdi: “Zayıf hiçbir zaman zayıf olarak kalmaz; güçlü de hiçbir zaman güçlü olarak kalmaz.” Siz eğer sadece Allah’a güvenerek ve sadece Allah’ın ismini yüceltmek için cihad ederseniz mutlaka Allah’ın yardımı gelir. Allah bu savaşta mücahidlere yardımını gönderdi ve mücahidler dünyanın en güçlü dördüncü ordusuna sahip olan Siyonist İsrail’i hezimete uğrattılar. Mücahidlerin bu savaşta galip çıkmalarının bence iki sebebi var: Birincisi mücahidlerin düşmanlarına karşı güç biriktirmeleri, ikincisi de namaz ve sabırla Allah’tan yardım istemeleri. Furkan Savaşında elde edilen zafer Allah tarafından lütfedilen büyük bir zaferdir ve inşallah bu zaferin devamı da gelecektir. Kuvvet silahta ve parada değil; iman ve akidededir. Furkan Savaşı’nda bütün dünya bunu gördü ve Filistinli Mücahidler Siyonist düş-

yorsunuz? Eleştirdiğiniz yönleri var mı? Hamas’ın bütün liderlerini babam yetiştirdi. İsmail Heniye, Mahmud Zahar, Rantisi hepsi Şeyh’in öğrencileridir. Hamas’ın liderleri ellerinde imkân olmasına rağmen asla koltuğa ve dünyaya ilgi göstermiyorlar. Filistin’deki mücadele daha önceden milliyetçi ve komünist grupların elindeydi. Fakat Hamas sayesinde Filistin mücadelesi İslami hareketin eline geçti. Hamas bugün babamın yıllar önce kurduğu hayalleri gerçekleştiriyor. Hamas İslam’ın izzet ve şerefini taşıyor ve bütün insanlığa kurtuluşun sadece İslam’da olduğunu öğretiyor. Hamas dün bir gruptu bugün halk oldu. Siyonistler Hamas’ın önderlerini şehid ediyorlar; fakat kadınlarımız yeni Ahmet Yasinler, Rantisiler, Nizar Reyyanlar, Said Siyamlar doğuruyor. Hamas İsrail’e asla boyun eğmeyecek ve inşallah tıpkı Selahaddin Eyyübi gibi Kudüs’ü tekrar fethedecek.

mana karşı büyük bir zafer kazandılar. Herkes bir

Şeyh Ahmet Yasin Filistinlilerin birliğine

gün mutlaka ölecek, ölümden asla kaçış yok. Gaz-

büyük önem veriyordu. Fakat Şeyh’in vefa-

Şeyh İslami hareket önderlerinin örnek bir hayat yaşamaları gerektiğini ve cemaatin önderlere değil; önderlerin cemaate hizmet etmesi gerektiğini savunurdu. Şeyh’in kaldığı evin duvarları bir hayli eskimişti. Korumalarından

O’nun İzinde...

biri duvara kumaş çekmek istedi; fakat Şeyh; “Bu kumaşa fakirlerin ihtiyacı vardır, kumaşı fakirlere ver” diyerek evinin duvarlarına kumaş çekilmesine karşı çıktı.

ZİLHİCCE 1434

49


Babam kadınların eğitimine de büyük önem veriyordu. Kadınların cahil bırakılmasına şiddetle karşı çıkıyordu ve onların İslami hareket içindeki etkilerinin artması gerektiğini savunuyordu. Şeyh ayrıca İslami davetin merkezinin mescidler olması gerektiğini savuyordu. Mescidde bir kişi bile olsa ona saatlerce İslam’ı anlatırdı.

tından sonra Filistinliler arasında çatışmalar yaşandı. Özellikle Hamas’la El-Fetih arasında yaşanan çatışmalarda birçok Filistinli hayatını kaybetti. Şeyh hayatta olsaydı sizce bu çatışmalar yine yaşanır mıydı?

NEBEVÎ HAYAT

Babam hayatı boyunca Filistinlilerin birliğini savundu. Hatta “Eğer Filistinli bir grup bize silah sıkarsa, biz gerekirse şehit olacağız fakat onlara silah sıkmayacağız” derdi. Fakat Mahmud Abbas Yahudilerle işbirliği yapıyor ve halkına ihanet ediyor. Nizar Reyyan ve Said Siyam şehid olduğunda Mahmud Abbas’ın adamları kutlama yaptılar ve taraftarlarına tatlı dağıttılar. Nizar Reyyan ve Said Siyam’ın şehadetine Mahmud Abbas’ın adamları Yahudilerden daha fazla sevindiler. Hamas’ın El-Fetih’le bir sorunu yok. Çünkü El-Fetih’in içinde Siyonist işgale karşı mücadele eden direnişçiler de var. Bu insanlar Furkan Savaşı’nda da İzzettin el-Kassam’la birlikte İsrail Ordusu’na karşı savaştılar. Fakat Mahmud Abbas’a bağlı ElFetih’in içindeki bir grup Yahudilerin menfaati için savaşıyor. Şeyh işgale karşı verilen mücadelede münafıkların en az Yahudiler kadar tehlikeli olduğunu söylerdi. Mahmud Abbas ve grubu Filistin’de İsrail işgaline karşı verilen mücadelede münafık zümreyi temsil ediyor.

50

“ABDÜLHAMİD’İN TORUNLARI FİLİSTİN’İ TERKETMEDİ” Türkiye halkı’nın Gazze Savaşı esnasındaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye halkı bu savaşta bizim yanımızda durdu. Bu onurlu ve kahramanca bir duruştur. Ayrıca Türkiye’den gelen yardım kuruluşları yapEKİM’13

tıkları yardımlarla Gazzelilerin hayır dualarını alıyorlar. Bu savaş Furkan Savaşıydı ve bu savaş Filistin’in gerçek düşmanlarını ve gerçek dostlarını açık bir şekilde ortaya çıkardı. Biz bu savaş sayesinde Türkiye Halkı’nın bizim gerçek dostumuz olduğunu ve Abdülhamid’in torunlarının Filistin’i hiçbir zaman terk etmediklerini gördük. Gazzeliler olarak Türkiyeli kardeşlerimize dua ediyoruz ve onlara selamlarımızı gönderiyoruz. Kaynak: Pınar Yayınları / Ümmet Coğrafyası / Adem Özköse


Said Özdemir

Sıla-i Rahim

Davetçiyim! Mum Gibi Eriyorum... Akrabalar; “Hayırdır yavrum, artık bize uğramaz oldun. Önceleri gelir gider iki çift İslam’dan kelam ederdin, hal-hatır sorar, bizlere doğruları öğretirdin. Şimdi ne oldu da evimizin yolunu unuttun. Değişen ne oldu!?” Eşler, hanımlar; “-Eşim evliliğimizin ilk günlerindeki gibi değil, bana karşı çok mesafeli, beni anlamıyor, benimle ilgilenmiyor.

“-Dışarı çıkalım biraz nefes alalım, bir kez de dışarıda yemek yiyelim…“ diyorum; “-Bütçemizi düşünmemiz lâzım.“ bu nedir böyle, bir türlü evin içinde duramıyorsun, iki de bir dışarı çıkalım diye tutturuyorsun.“

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

diyor. “Annen seni dışarıda mı doğurdu,

51


Şikâyet şikâyet şikâyet... Hasta kalplerimize

demimiz ne olmalı? Parçalanmış kişiliklerimizi

bir şikâyet düştü yakınlarımızdan, sevdikleri-

birleştirmeye, dağılmış zihnimizi toplamaya, bu-

mizden.

lanmış gönlümüzü berraklaştırmaya ihtiyacımız

Biz, aklı karışık, gündemi yoğun, kalbi parçalanmış, kıyametin gölgesi üzerine düşmüş, hemen her gün dünyanın farklı coğrafyalarında zulüm görmekte olan “bir âhir zaman ümmeti“yiz. Ha bir de ‘davet’çiyiz’. Her akşam yastığa kafamızı koyduğumuzda, bir nebzede olsa içine huşu katmaya çalıştığımız namazlarımızda aklımıza gürültüyle düşen eksiklerimiz-sıkıntılarımız var. İslam’ı yaşamaya çalışan bir müslüman olduğumuz doğrudur. Kafamız ve kalbimiz o kadar karışık ki, her an gündemimiz değişiyor. Dünyanın herhangi bir bölgesinde patlayan bir bomba ya da ülkemizin herhangi bir şehrinde sıradan bir olay, bir anda bütün gazete manşetlerini, haber ve tartışma programlarını esir alıyor. Bazen bir dizi, bazen bir futbol tartışması, bazen bir sinema filmi, bazen falanca mankenin, filanca sanatçının yaşadıkları ya da internette sık tıklanan bir video, “birinci gündemimiz” olup çıkıveriyor.

NEBEVÎ HAYAT

Gündem değişmesine değişiyor ama biz günde-

52

mimizi bir şeye sabitleyemiyoruz. Bu yoğun ve karışık gündem içinde, ger-

var. Kendimizi, akrabalarımızı ve toplumumuzu yeniden inşâ edecek bir güce sahip olmamız gerekmektedir. İslam’ın çokça ehemmiyet verdiği hususlardan biridir sıla-i rahim. Yani akrabalar, yakınlar arasındaki münâsebet... Bunun iyi olması, karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşma esasına dayanması gerekmektedir. Müslüman kardeşlerim bizler akrabalarımızı ne kadar da ihmal etmişiz farkında mısın!? Etrafımıza pür dikkat baktığımız zaman problemlerimiz kendisini gösterecektir. Mühlet verip de ihmal ettiğimiz o kadar çok şey var ki; bunları düzeltmeden kendi toplumumuzu düzeltmemizin imkânı yoktur. Kendi çocuklarımız, hanımlarımız, akrabalarımız ve kendi toplumumuz sırasıyla geliyor. Hepsinin de ayrı ayrı hukukları istekleri var. İlk etapta önemsiz gelse de aslında müslümanın en evvel yapması gereken önemli işlerdendir bunlar. Safa tepesine çıkan akrabalarını İslam’a davet eden senin peygamberindi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i

unutma! Canlarımız O’na feda

çekten hayatî olan hangisi? Bizim görevlerimiz

olsun. Nasıl da akrabalarına düşkündü. Onları

nelerdir? Bizi, aklımızı, gönlümüzü, günümüzü,

her daim ziyaret ederdi. Onlara hakkı anlatır, ‘sizi

gündemimizi ne çalıyor? Biz, kimin gündemle-

cehennem’den sakındırıyorum ben size orada

rinin peşinde ömrümüzü tüketiyoruz? Asıl gün-

bir fayda sağlayamam’ diyordu.

EKİM’13


“Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın”(1) buyruğunu en güzel bir şekilde yerine getiriyordu. “Fakirlere yapılan tasadduk bir sadakadır, ama zî-rahm’a (yani akrabaya) yapılan ikidir: Biri sıla-i rahim, diğeri sadaka”(2) diyerek de onları infaka teşvik etmiştir. Bizden önce geçenler hep kendi nefislerine, eşlerine, çocuklarına ve akrabalarına dikkat etmişler, Onların İslam dışı hayatları onların canlarını sıkmış bazen bu uğurda gözyaşlarını dökmüşlerdir. Ama günümüz müslümanları hep bunları ihmal etmiş durumda, arkasına bile bakmaz olmuştur. Biz nefsimizi, akrabalarımızı unutmuş durumdayız. Onlara karşı olan görevlerimiz nedir onları bile bilmiyoruz. Ne kadar unutursak unutalım, ne kadar ihmal edersek edelim ama biz hep bu acı yönden vurulmuşuz. Şu cehalet asrında yüzümüzü nereye dönersek dönelim acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. İnanın bu gerçekleri hayatın her alanında, bazen Endülüs’ün düşme anında bazen harf harf işgal edilen İslam coğrafyalarında bazen kendi toplumumuzun pervazsızca yaşamalarında görmemiz mümkündür. Müslümanların günümüzdeki kargaşadan bu kadar çok etkilenmesinin en büyük sebebi, hazırlıksız yakalanmak… Biz, daha kendimizi, iç dünyamızı tam olarak inşâ ve ihyâ edemediğimiz için sahip olduğumuz maddî ve mânevî imkânlar, bizi bir anda kıskıvrak yakalıyor ve esir ediyor. Biz ne zaman içimizdeki cehâlet, bencillik, tefrika, atâlet ve nefsâniyet çemberinden çıkacağız; işte o zaman ilim, fedakârlık, birlik-beraberlik, gayret, hizmet ve mâneviyât âlemlerinde varlığımızı isbat edebileceğiz. Geçmişte okuduğum bir yazıda; ‘subhanallah’ dedim. Yazının başlığı ‘Yeryüzü müslümanlarına yardım etmek ister misin?’. Bu yazı da aslında İslam devletinin temellerini oluşturacak

bir o kadarda zor olan bazı maddeler yazıyordu. Bu yazıyı görünce hemen aklıma yine vurulduğumuz acı gerçek geldi. Yine Nefsimiz, yine akrabalarımız yine eksilliklerimiz... Yardım edilecek en temel sebepler vardı orada... 1- Kendi nefsini düzeltmek... Sadık bir imanla, salih amellerle bedenimizi donatacaktık. Allah, imanla, ihlâsla ve amelle hareket eden adamları seviyordu. 2- Kendi evlerimizi ıslah etmek... Çocuklarımızı ibadetle, itaatle yetiştirmek, masiyetlerden uzak tutacak hakkı kavrayacak bilek olmalarını sağlamak, müslümanların dertleriyle dertlendirmek, onları ihmal etmelerine müsade etmemek. Abdullah bin Zübeyir radiyallahu anhu’nun da dediği gibi; “Çocuklarınızı 3 şeyde yetiştirin. -İbadette -Hitabette -Cihadda” 3- Kendi akrabalarımızı ve toplumumuzu ıslah etmek... Onları düzenli bir şekilde ziyaret etmek, hal-hatırlarını sormak yeri ve zamanı geldiğinde de onları İslam’a davet etmek en temel vazifemiz olmalıdır. Eğer bir yerde söylemlerinle fayda sağlamıyorsan o zaman hallerinle, ahlakınla onlara örnek olman gerekir. Sonuçta herkes sözlü bir şekilde imâna gelecek değildir. Eğer bir insan senin sözüne bakmıyorsa o zaman amellerine dikkat et. Üstad Hasan el-Hudeybi, bu manayı ihtiva eden şu ibareyi ne güzel söylemiştir: “İslâm devletini nefsinizde kurduğunuz zaman, yeryüzünde de İslâm Devleti kurulur.” Cenâb-ı Hak, bizi, rızâsına götürecek selâmet yollarına ulaşanlardan eylesin. Âmin.

--------------------------------------------1. Buhari, Sıla-i rahm’in ömürde uzamaya sebep olması meselesi, “Amelde bereket ve tevfîk hâsıl olması, ömrün boşa gitmemesidir, bu durumlar sanki ömrün artması gibidir“ denmiştir. 2. Nesai ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

O temsiliyet makamındaydı;

53


Metin EKEN

“Ey iman edenler eğer bir fasık size bir haberle gelirse onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)

Y

azıya geçmeden önce birkaç can alıcı soru ile başlamak yerinde olacaktır.

İçinde yaşadığımız çağ, medyalar çağı ya da iletişim çağı olarak anılmasına rağmen insanların en büyük problemlerinden bir tanesi de iletişim problemi değil midir? Aynı şekilde, medya aracı-

NEBEVÎ HAYAT

lığıyla bu kadar yoğun bir enformasyon akışına

54

maruz kalmamıza rağmen bu durumun toplumları dünyayı daha anlamlı kılacak bir bilgi ve yorumlama düzeyine eriştirdiğini söyleyebilir miyiz? Bu soruların yazı boyunca aklımızın bir köşesinde durması gerektiği tavsiyemizin hemen ardından yeni bir soruyla yazıya başlayabiliriz. EKİM’13

Medya Nereye Düşer Ya da Neden Medya? İçinde yaşadığımız dünya, özellikle 18. yüzyılda Aydınlanma olarak beliren ve gelenekle ciddi bir hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkan önemli bir zihniyet dönüşümüne şahit olmuştur. İnsanın kendi kendine yetebileceği düşüncesinden hareketle, sosyal, ekonomik ve iktisadi hayatın tüm belirleyenlerinin rasyonelleştiği ve aklın putlaştırıldığı bu süreç, tüm kurumlarıyla vücut bulan ve modern olarak adlandırılan yepyeni bir düzene/düzensizlik zemin hazırlamıştır. Aydın’ın(1) ifadesiyle, ilişki biçiminde sömürgecilik, ekonomide liberalizm-kapitalizm, dünyaya


Birey ve toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelen medya; aile, din, okul gibi kurumların etki ve nüfuz alanlarına da yoğun bir biçimde müdahil olarak gündelik hayatın tam da odak noktasına oturmuştur. Dünyada tek ve hâkim bir kültürün (popüler kültür, tüketim kültürü) yayılması ve tüm değerlerin hiçe sayılmasıyla sonuçlanan bu süreçte medya, kitlelerin iletişiminden ziyade kitlelerin imhasına zemin hazırlamış, sanal arkadaşlıklar, sanal ilişkiler ve sanal gerçekliklerle örülü yepyeni ilişki ağları meydana getirmiştir.

Bu anlamda, medyanın Müslümanca bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, hem içinde yaşanılan modern dünyanın zihinsel kodlarına nüfuz edilebilmesi hem de bu yeni düzen fikrinin medya aracılığıyla küre çapında nasıl ayartıcı bir kontrol ve denetleme mekanizmasına dönüşebildiğinin anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir. Öyle ki medya, bu yeni düzen fikrinin ekonomik, politik ve sosyo-kültürel ideallerinin en önemli taşıyıcısı haline gelmiş, batılı bir yaşam tarzının tüm formlarıyla kürenin her yanında pervasızca yayılmasına zemin hazırlamıştır. Birey ve toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelen medya; aile, din, okul gibi kurumların etki ve nüfuz alanlarına da yoğun bir biçimde müdahil olarak gündelik hayatın tam da odak noktasına oturmuştur. Dünyada tek ve hâkim bir kültürün (popüler kültür, tüketim kültürü) yayılması ve tüm değerlerin hiçe sayılmasıyla sonuçlanan bu süreçte medya, kitlelerin iletişiminden ziyade kitlelerin imhasına zemin hazırlamış, sanal arkadaşlıklar, sanal ilişkiler ve sanal gerçekliklerle örülü yepyeni ilişki ağları meydana getirmiştir. Bu bağlamda, evde, okulda, toplumsal ilişkilerde, medyanın ayartmalarıyla an be an karşı karşıya gelen Müslüman birey, aile ve topluluklar için medyanın nasıl bir bağlama oturduğu, ne

ifade ettiği ve ne gibi etkilere sahip olduğunun anlaşılması zihinleri çevreleyen sis perdelerinin aralanması açısından büyük önem arz etmektedir. Medyanın mahiyeti, aile, çocuk ve toplum üzerindeki etkileri ve ortaya çıkabilecek olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi hususu elbette ki, ciltlerce kitapta anlatılabilecek önemli bir husustur ve bu yönüyle bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Bununla birlikte; bu yazı, Müslüman bilinci çepeçevre kuşatmış medya ağları hakkında bir farkındalık oluşturma ve medyanın ayartıcı işlevlerine karşı bir bilinç düzeyi meydana getirme niyetini içinde barındırmaktadır. “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, kişinin imanını elinde tutmasının kor ateşi elinde tutmasından zor olacağını(2) ifade ettiği bir ahir zamandan bahsediyorsak, bu zamanın en ayartıcı ve yıkıcı unsurlarından bir tanesinin de medya olduğunu ifade etmek durumundayız.” Medyanın Gücü Ya da Gücün Medyası Şimdi bir takım şahsiyetlerin medyanın gücüne yönelik kullandığı ilgi çekici ifadelere bir göz atalım ve onları bu ifadeleri kullanmaya iten sebeplere nüfuz etmeye çalışalım. “Bana kitle iletişim araçları ve özellikle de televizyonları veriniz ve sonra da nasıl bir toplum istiyorsanız o toplumu tarif ediniz; çok geçmeden size öyle bir toplum oluşturayım.” (Amerikalı bir siyaset bilimci) “Ben mermilerin vızıltısından çok gazete ve kalemlerden korkarım.” (Napolyon) “Kamera izleyiciye yöneltilmiş bir silahtır.” (Heidegger) ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

egemen olmada bilim ve teknoloji, yerleşim biçiminde sınai-kent olgusu, politik alanda ulus devlet, sosyal politik hayatta ise insan hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi şeklinde kurumsallaşan bu yeni düzen/düzensizlik fikrinin en önemli köşe taşlarından bir tanesi de medya olarak karşımıza çıkmaktadır.

55


“Propaganda için ayrılan bir dolar, silahlanma için ayrılan on dolardan daha faydalıdır.” (J. Carter, ABD eski başkanlarından)(3) “Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar” (Malcolm X) 1800’lü yıllardan itibaren teknolojik gelişmelerin hızlanmasıyla birlikte iletişim araçlarında da devrim niteliğinde değişiklikler meydana gelmiş ve medya küresel sermayenin ve bu sermaye çevresinde kümelenen iktidar odaklarının elinde çok çeşitli amaçlar için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Birçok Avrupa ülkesi bu bağlamda, kitle iletişim araçlarını bir propaganda aracı olarak

kullanmış ve medya yolu ile insanların zihinlerine nasıl nüfuz edilebileceğine yönelik araştırmaları desteklemiştir. Bu anlamda, iletişim süreçlerine yönelik ilk araştırmaların Amerika’da Siyaset Bilimciler tarafından gerçekleştirilmesi ve bu ilksel teorilerin propaganda faaliyetleri için neredeyse bir model oluşturmuş olması manidardır.

NEBEVÎ HAYAT

Bu noktada, vurgulanması gereken en önemli

56

hususlardan bir tanesi meydanın gündem oluşturma gücüdür. Bu ise, onu iktidar odaklarının

deme getirmektedir. Bu bağlamda, medyanın çok uzun yıllar boyunca iktidar odaklarının elinde kitlelerin uyuşturucusu işlevi gördüğünü ve adeta bir kültür endüstrisi(4) gibi çalışarak küre çapında farklılıkları yok eden hâkim bir değerler sistemi ve kültürel yapı oluşturduğu netlikle ifade edilebilir. Medyanın bu süreçteki en önemli kozu ise görselliği desteklemesidir. Görsellik ise beraberinde sadece imajların etkin olduğu yüzeyselliği, tavırların, giyim tarzlarının gündem tarafından belirlendiği bir topluma, bir gösteriş toplumuna zemin hazırlamaktadır. Bu yeni gösteriş toplumunda, elbiseler televizyonda görülen rol modelin giydiği elbiseler gibi olmalıdır!, saç kesim tarzları futbol starlarına benzemelidir! Çocuk babasıyla televizyonda gördüğü ailedeki gibi konuşmalıdır! Bu anlamda medya; televizyonlar, gazeteler, reklamlar, sinema ve diziler, moda programları ve spor programları yoluyla tedavüle sokulan yeni bir yaşam tarzının muharrik kuvveti olarak çıkar karşımıza. Yeni popülerlikler, yeni starlar ve yeni trendlerle an be an yenilenmesi ise bu yeni yaşam tarzı formatının en önemli özelliğidir. Bu ise, bitmek tükenmek bilmeyen arzulara kapılar aralamakta, kendi varoluşsal gerçekliğinden koparak suyun üzerindeki çer çöp misali oradan oraya savrulan tatminsiz, umutsuz, zeminsiz bireyler meydana getirmektedir. Bu durumda medyanın, toplum mühendisliği olarak da anılan toplumların istenilen şekilde yönlendirilmesi olgusunun en önemli aktörü olarak ayrıcalıklı bir konumda olduğu unutulmamalıdır.

en önemli silahlarından bir tanesi olarak ayrıcalıklı bir noktaya taşır. Dolayısıyla, teknik iletişim medyasının sahip olduğu büyük güç, ‘medyanın gücü mü ya da gücün medyası mı’ sorularını günEKİM’13

Medyatik Kültürün Amentüsü: Tüket Mutlu Ol! Peki, medyanın bu gücü nasıl bir kültürel


Günümüzde, insanlar artık kendilerini tükettikleri üzerinden tanımlar hale gelmiştir. Satın alınan ürünler bir statü göstergesi haline gelmiş, toplumsal konumlar satın alınan ürünler üzerinden değerlendirilmeye başlanmıştır. Medya ise, popüler programlar ve reklam endüstrisi marifetiyle bu durumun en önemli sağlayıcısı olarak karşımızda durmaktadır.

Günümüzde, insanlar artık kendilerini tükettikleri üzerinden tanımlar hale gelmiştir. Satın alınan ürünler bir statü göstergesi haline gelmiş, toplumsal konumlar satın alınan ürünler üzerinden değerlendirilmeye başlanmıştır. Medya

ise, popüler programlar ve reklam endüstrisi marifetiyle bu durumun en önemli sağlayıcısı olarak karşımızda durmaktadır.

Peki, Medya Zihinlerimizi Nasıl Etkiler? İlginç Bir Anektod: “1938 yılı Radyodan yayınlanan bir haberin tüm Amerika’yı nasıl infiale sürüklediğini gösteren ilginç bir olaya sahne olmuştur. Radyo programında, bir yayın arasında aniden haberlere geçilir ve uzaylıların Amerika’yı istila ettiği ve göktaşı yağmurunun Amerika’da birçok bölgede hayatı felç ettiğine dair haberler sunulur. Sonuç ise tam bir felakettir. Etkileyici bir radyo tiyatrosuna ait bu replikler Amerika’da tam bir infiale sebep olur. Polis, itfaiye ve ambulans telefonları kilitlenirken, binlerce insan sokaklara dökülür, kimileri araçlarıyla uzaklaşmaya çalışırken, kimileri av tüfekleriyle uzaylı avına çıkar. Programın sonunda bunun bir radyo programı olduğu ve gerçekleri yansıtmadığı defalarca ifade edilse de, bu insanları sakinleştirmeye yetmez ve bu olay uzun bir süre Amerika gündemini işgal eder.(6)” Bu ilginç olayın hemen ardından medyanın zihinleri ne şekilde etkilediğine dair birkaç madde zikredilebilir; Sürekli olarak edilgen bir konumda izleyen, dinleyen ve okuyan kişi, eleştirel bakışını canlı tutamadığında ve edilgenliği kabullendiğinde zamanla zihin tembelliğine kapılır.(7) Medya mesajları insanları öyle yoğun bir enformasyon yağmuru altında tutar ki, bu durum zamanla duyuş, düşünüş ve algılayış tarzlarında önemli değişikliklere yol açar. Ancak; burada vurgulanması ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

formun oluşmasına sebebiyet vermektedir? Bu sorunun cevabı ise tüketim kültürüdür ve bu kültürün üyelerine sunduğu yeni amentü ise ‘tüket mutlu ol!’ dur. Ve bu yeni tüketim mantığı, bireyi içinde yaşanılan dünyanın hakikatinden soyutlayıp estetize edilmiş büyülü bir evrene, bir yokoluş evrenine itmektedir. Bu bağlamda tüketim, modern zamanlarda bir ihtiyaç olmaktan çıkartılarak, suni ihtiyaçların oluşturulması ve bu ihtiyaçların hızlı bir biçimde doyurularak yeniden aktif hale gelmesi üzerine kurulu sembolik bir endüstri olarak tanımlanabilir. İhtiyaçların yeniden aktif hale gelmesi ise durmak bilmeksizin üretilen ürünlerin yeniden satılması için elzemdir. Ünlü sosyolog Bauman(5) içinde yaşadığımız bu toplumsal yapıdan bahsederken ufuk açıcı izahlarda bulunur. Ona göre, bu tüketim toplumunun tüketicisi, bu zamana kadar görülen herhangi bir başka toplumdaki tüketicilerden tamamen farklı bir yaratıktır. Bu bağlamda, Bauman, atalarımız zamanındaki filozoflar, şairler ve ahlak hocalarının insanın yaşamak için mi çalıştığı yoksa çalışmak için mi yaşadığı sorusuna kafa yordukları gibi, bu günlerde üzerinde en çok kafa yorulduğunu duyduğumuz yeni bir ikilem olduğundan bahseder. Bu ikilem insanın yaşamak için mi tükettiği yoksa tüketebilmek için mi yaşadığı; yani yaşamak ve tüketmeyi birbirinden hala ayırabiliyor ve ayırma ihtiyacı duyuyor olup olmadığıdır.

57


şünme yeteneklerini kaybederek büyük bir akıl tutulmasının kurbanları haline getirildiği bu süreç yeni bir kölelik biçiminin habercisidir ki, alınan emirleri hiç tereddüt etmeden yerine getirmek için adeta bir yarış verilmektedir.

NEBEVÎ HAYAT

gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, bu dönüşümlerin kontrol dışı ve bilinçsizce meydana gelmesidir. Nereye dönerseniz hemen karşınızda duran reklamlar, evlerdeki televizyonlarda karşılaşılan yeni durumlar, sanal ortamda an be an muhatap olunan mesaj yağmurunun öncelikle bilinçaltında demirlediğini unutmamak gerekir. Bu durumun en önemli sonucu ise, kendi adına düşünemeyen, okumayan yönlendirilmeye/güdülmeye muhtaç (ama her şeye rağmen özgürce hareket ettiğini zanneden) bireylerin meydana gelmesidir.

58

Bireyler alışkanlıklar oluşturduklarında artık farkında olmaksızın alışmış oldukları eylemi gerçekleştirirler. Aynı tür medyanın hep aynı temsilcisini takip eden kişi, kendisine o içeriği hazırlayıp sunanların gözünden, onların açık veya örtük değer ve bakış açılarından etkilenir. Farklı bilgi kaynaklarını kullanmadığı sürece bu aynılaşmanın farkında olmadan, medya içeriğinin üreticisiyle aynı şeyleri düşünür, söyler, yapar. Medya içeriğindeki kahramanlar, onların davranış modelleri zihinlere nakşedilmektedir. Nitekim medya içeriğinin taklidi ile toplumsal alanda meydana gelen bazı olaylar arasında ciddi paralellikler saptanmıştır. Bireylerin eleştirel düEKİM’13

Ürünü pazarlamaya çalışırken bir değer algısı da oluşturan reklamlar, bireyin mutlu olmak için neye sahip olması gerektiğini de söylemektedir.(8) Eğer bir genç X markalı bir elbiseyi giyiyorsa diğer arkadaşlarından daha önde olacaktır. Bir bayan X markalı kremi kullanıyorsa daha genç ve mutlu olacaktır. Eğer bir beyefendi X markalı ürünü kullanırsa ne olursa olsun kendini daha iyi hissedecektir. Bu bağlamda, reklamın bir ürünü mü yoksa bir değeri mi (mutluluk, huzur vs.) satma amacı güttüğü düşünülebilir. Öyleyse reklamların, bir takım değerlerle ürünler arasında özdeşim kurarak arzuların ve değerlerin sömürüsü üzerinden satış amacına ulaşmaya çalıştığını unutmamak gerekir. Salt maddi kazanımların mutluluk ve huzur için yeter şart olmadığı herkes tarafından bilinmesine rağmen bu düşler ülkesi vaadinin hülyası bilinçleri öyle kör etmiştir ki belki de daha fakir olmak pahasına bıkmadan ,usanmadan tüketen ve tükenen sözde özgür bireyler meydana gelmiştir.

Sonuç Öncelikle tekrar hatırlatmak gerekir ki bu yazı, medyatik kuşatma olarak isimlendirdiğimiz olgunun mahiyeti ve medyanın küresel ölçekte sahip olduğu gücün anlaşılması noktasında bir giriş yazısı olma özelliği taşımaktadır. Amacı ise, bazen hiç farkına dahi varamadığımız süreçlerle evlerimizi, iş yerlerimizi, toplumsal hayatımızın her anını, hatta hayallerimizi dahi şekillendirebilme gücüne sahip medya hakkında bir bilinç düzeyi ve farkındalık oluşturmaktır. Şunu netlikle ifade edebiliriz ki, kültürel emperyalizm insan topluluklarının sömürülmesinin en önemli yollarından biri haline


emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanırsınız." (Âl-i İmran, 110) ayeti mucibince medyanın Müslüman muhayyile tarafından etraflıca değerlendirilip anlamlandırılması ve sakıncalarına karşı tedbirler alınması sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir. “Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, biz bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara, 286)

Dipnotlar ve Kaynakça ------------------------------------------------1. Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın, Modernite olgusuna Müslümanca bir bakışın imkânı üzerine mülahazalarından oluşan ‘Moderniteye Dışarıdan Bakmak’ adlı kitabında burada ifade edilen kurumlar özlüce incelenmekte ve özenle işlenmektedir. Bkz. Prof. Dr. Mustafa Aydın, Moderniteye Dışarıdan Bakmak, Açılım Yayınları, İstanbul, 2009 2. Bu hadisin tam tercümesi şöyledir: Hz. Enes anlatıyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki dininin gereklerini yerine getirme hususunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.’ Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbniMace, Fiten 21, (4014) 3. Medya’nın etkilerine yönelik bu sözler, Adnan İnaç’ın ‘Bilge Adamlar’ dergisinde yer alan ‘Medya: İmha ve İnşa Sarkacında’ adlı yazısından seçilerek alınmıştır. 4. Kültür Endüstrisi kavramı, Theodor Adorno tarafından kültürel üretimin, bir bütün olarak kapitalist ekonominin ayrılmaz bir parçası haline geldiği modern dönemleri ifade etmek için kullanılmıştır. Bu bağlamda, medyalar eğlence ve haz kültürünü pompalayan ve bu yolla pasifleşen (bilincini kaybeden) kitleler meydana getirmektedir. Detaylı Bilgi için bkz. TheodorAdorno, Kültür Endüstrisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012 5. ZygmuntBaumann, Küreselleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2010, s.93 6. Program 1938 yılında Amerika’da Orson Wells tarafından hazırlanan ‘Dünyalar Savaşı’ adlı bir radyo uyarlamasıdır. 7. Medyayı Kavramak, Hediyetullah Aydeniz, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Aile Eğitim Programı, İstanbul, 2012, s.92 8. Aydeniz, s.93 9. Ahmed Bin Hanbel, Müsned, 5/278 ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

gelmiştir. Artık ülkeleri sömürmek için tank, top ve tüfeğe gerek kalmamış, zihinler üzerinden yürütülen yeni sömürü faaliyetleri ihdas edilmiştir. Geçmişte, ülkelerin toprakları, yer altı kaynakları vs. sömürülürken, artık insanların hayat kaynakları (değerler, din, ahlak, faziletler vs.) pervasızca yok edilmektedir. Bunun en önemli sağlayıcılarının bir tanesi de etkileyici dili, teknik gelişmişliği ve yaygın kullanımıyla medya olarak karşımızda durmaktadır. Bu noktada, Resulullah’tan bizlere nakledilen bir hadisi şerif üzerine yeniden düşünmek gerekmektedir. Sevban rivayet ediyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur. “Sizin üzerinize milletler (Müslüman olmayanlar) adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler. Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi: Bu durum bizim azlığımızdan mı olacak? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz suyun üzerindeki çer çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de sizin kalbinizde vehn bırakacak. Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi: Vehn nedir ya Rasulullah? Vehn dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.”(9) Bu hadisi şeriften hareketle medyanın, hazları, anlık tatminleri, yüzeysel arzuları ve sayılarını artırabileceğimiz dünya sevgisine yönelik diğer birçok arzuyu ayartmasıyla birlikte, ölüm duygusundan uzaklaşmaya zemin hazırladığını (hatta ölümsüzlüğü vaat ettiğini) ve böylelikle suyun üzerindeki çer çöp misali savrulan bireyler, topluluklar meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Bu durum, “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği

59


DÜNYADAN HABERLER

Yüzlerce Rus paralı asker Esed için savaşıyor Rusya Federal Güvenlik Servisi başkan yardımcısı Smirnow, 300 ila 400 Rus paralı askerin Esed rejimi için savaştığını açıkladı.

S

uriye’deki çatışmaların başlamasından bu yana Rusya’nın Esed’e büyük destek verdiği biliniyor. Yüzlerce Rus’un da paralı asker olarak Esed için savaştığı ortaya çıktı. Rusya Federal Güvenlik Servisi’nden (FSB) üst düzey bir yetkili, 300 ila 400 Rus’un Suriye’deki savaşta Esed için savaştığını açıkladı. FSB başkan yardımcısı Sergei Smirnow, bu savaşan kişilerin dönüşlerinde ise Rusya güvenliği için büyük tehlike oluşturacaklarını söyledi.

22 Milyonluk Suriye’den 7 Milyon Mülteci! B

irleşmiş Milletler, Suriye’de yaşanan insanlık dramına ilişkin rapor hazırladı.

Birleşmiş Milletler, Suriye’de iki buçuk yıldır devam eden iç savaş yüzünden yaklaşık 22 milyon olan ülke nüfusunun üçte birinin evlerini terk etmek zorunda kaldığını açıkladı.

NEBEVÎ HAYAT

Uluslararası toplumu da eleştiren Birleşmiş Milletler, sığınmacılar için şu ana kadar toplanan yardım için de “Denizdeki bir damla kadar ancak” ifadesini kullandı.

60

Şiddet olaylarından kaçarak komşu ülkelere giden Suriyelilerin sayısı 2 milyona yaklaşıyor. Suriye içinde daha güvenli yerleşim birimlerine göç edenlerin sayısı ise 5 milyon civarında Suriye’de Esed rejiminin kendi halkının demokratik taleplerini kanla bastırmasıyla başlayan ve iki buçuk yıldır süren iç savaşta şu ana kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 100 bini aştı.

Müslüman Kardeşler’e yasak! D

arbe yönetimi Müslüman Kardeşler’in yasaklanmasına karar verdi. Mısır’da

3 Temmuz’da darbe yaparak yönetimi devralan geçici hükümet, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de mensubu olduğu Müslüman Kardeşleri yasaklama kararı aldı.

EKİM’13


DÜNYADAN HABERLER

Suriye’de katliamın bilançosu: 101 bin 513 ölü

Suriye’de 2011 mart ayından bu yana meydana gelen şiddet olaylarında 101 bin 513 kişinin öldüğü, 215 bin kişinin tutuklandığı ve 3 milyon evin hasar gördüğü bildirildi. “Ülkedeki saldırılarda 284 sağlık çalışanı öldü, 3 bin sağlık çalışanı da tutuklandı” Raporda, ülkedeki gösterilerin başladığı günden bu yana 284 sağlık çalışanının hayatını kaybettiği ve bunlar arasında 143 doktor, 54 eczacı ve 87 sağlık çalışanının bulunduğu belirtildi. Rejim güçlerince tutuklanan 3 bin sağlık çalışanı arasında 600 doktorun bulunduğu ifade edilen raporda, Suriye ordusunun denetimini kaybettiği bölgelerdeki özel ve devlet hastanelerini bombaladığı hatırlatıldı.

yınlanan raporlarda, olayların başladığı 2011 yılının mart ayından, 21 Ağustos 2013’e kadar rejim güçlerince düzenlenen saldırılar ve meydana gelen çatışmalarda 101 bin 513 kişinin hayatını kaybettiği ve 215 bin kişinin de çeşitli nedenlerle güvenlik güçlerince tutuklandığı belirtildi. Hayatını kaybedenlerden 89 bin 644’ünün sivil olduğu, bu rakamın ölenlerin yüzde 88’ine tekabül ettiği aktarılan raporda, söz konusu oranın, yüzde 57 olan 2. Dünya Savaşı’ndaki sivil ölümlerinden daha fazla olduğu vurgulandı. Hayatını kaybeden sivillerden 10 bin 913’ünün çocuk, 9 bin 911’inin de kadın olduğu kaydedilen raporda, hapishanelerde işkence sonucu 2 bin 964 tutuklunun yaşamını yitirdiği, rejim güçleriyle çatışmalarda ise 11 bin 849 silahlı muhalifin öldüğü ifade edildi.

“2 saatte bir çocuk ölüyor”

Raporda, her saat başı 6 kişinin öldüğü, günde ortalama 135 kişinin hayatını kaybettiği, ortalama 2 saatte bir çocuğun, 3 saatte de 1 kadının yaşamını yitirdiği kaydedildi. Esed güçlerinin düzenlediği operasyonlarda 3 bin 399’u kız, 10 bin 913 çocuğun ölümünün belgelendiğine işaret edilen raporda, bunlardan 2 bin 305’inin 10 yaşın altında olduğu ve çocuklardan 530’unun kesici aletlerle öldüğünün tespit edildiği, 79 çocuğun da tutuklu bulunduğu sırada işkence altında hayatını kaybettiği aktarıldı.

Raporda, “ Olayların başladığı günden bu yana rejim güçleri 215 bin kişiyi tutukladı, 80 binden fazla kişi de kayıp. Tutuklular arasında 9 bin çocuk ile 5 bin kadın yer alıyor. Rejim güçleri, hapishanelerde tutuklulara işkence edip, aç ve susuz bırakıyor” denildi. “Ülkedeki operasyonlarda 3 milyon ev, bin 451 cami, 3 bin 700 okul, 270 özel hastane ile 33 kilise ya hasar gördü ya da yıkıldı” Örgütün raporunda, ülkede rejime bağlı birliklerin saldırılarından zarar gördüğü tespit edilen ev, ibadet yerleri, eğitim merkezleri ve sağlık kuruluşlarıyla ilgili rakamlar da açıklandı.

Rapora göre, Esed güçlerinin çeşitli kentlere düzenlediği operasyonlarda bin 451 cami, 3 bin 700 okul ve 270 özel hastane ile 33 kilise yıkıldı veya hasar gördü. Raporda, şimdiye kadar 3 milyon evin hasar gördüğü ve bunlardan 850 bin evin Scud füzesi, havan topu, varil bombası, tank ateşi veya roket saldırıları sonucu yıkıldığının tespit edildiği bilgisine yer

verildi. SNHR, tutuklu ve kayıp olaylarını kayıt altına aldıklarını, ölü ve yaralıları da çektikleri vidoe fotoğraflarla belgelediklerini duyurdu. Öte yandan BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu tarafından yapılan yazılı açıklamada, ülkedeki iç savaşta 6 milyon insanın yerinden edildiği kaydedildi.

ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

S

uriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR) tarafından ya-

“Suriye’de tutuklanan 215 bin kişiden 80 bini kayıp”

61


DÜNYADAN HABERLER

Mısır polisi döve döve öldürdü! Mısır polisi, sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına aldığı bir Fransızın hücrede dövülerek öldürüldüğünü açıkladı.

D

arbe ile devrilen eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi destekleyen göstericiler sebebiyle uygulanmaya başlayan sokağa çıkma yasağını ihlal etmekle suçlanan Fransız, başkentin Zamalek mahallesinde gözaltına alınmıştı. Öğretmen olduğu söylenen şahıs, Kasr el-Nil polis istasyonunda bir hücreye atıldı. Burada saldırıya uğrayan zanlı, aldığı yararlar sebebiyle hayatını kaybetti. Yapılan otopsiden sonra kurbanın ‘iç kanama’ ve ‘kafa travması’ sonucu öldüğü ortaya çıktı.

Sisi’nin imamlardan oluşan yeni ordusu

Mısır Dini Vakıflar Bakanlığı, 55.000 civarında din görevlisinin camilerde vaaz vermesini engelledi.

K

işisel sahifesinden açıklamalarda bulunan Şureym,

atılan adımlardan bir yenisi olarak geldi.

Mısır’da askeri darbeyi yapan-

Ajanslar, Bakan Muhammed Muhtar Cuma’nın ‘sözkonusu din adamlarının vaaz vermek için yetkinlik elde etmesi gerektiğini ve bu kişilerin Mısır güvenliğini tehdit eden aşırılar olduğunu’ iddia eden sözlerini aktardı.

ların kendisine karşı olan herkesi terörist ilan etmesi Mısır’da darbeyle yönetimin değişmesinin ardından halkın çoğunluğunun desteklediği devrik lider Mursi’yi savunmaya yönelik

NEBEVÎ HAYAT

faaliyetlerin engellenmesi için

62

Darbeciler camileri Burma yine kan ağlıyor Burma’da Müslümanların evlerinin kapatmaya başladı distler tarafından ateşe veriliyor. Mısır’daki askeri cunta 2200 caB minin kapatılmasına karar verdi M ısır’ın darbeci Generali Abdulfettah elSisi ve ordusu, şimdi de 2200 camiyi kapattırıyor. Mısır Vakıflar Bakanlığı Genel Müdürü Cemal Ali Younis yaptığı açıklamada, Cuma namazından sonra yapılan gösterilere işaret ederek, 2200 caminin kapatılmasına karar verdiklerini ve imamların ise başka görevlere nakledildiklerini belirtti.

EKİM’13

Bu-

urma’da (Myanmar) Müslümanların evlerinin Budistler tarafından ateşe verildiği bildirildi. Ülkenin kuzeybatısında, Müslüman birinin genç bir kıza cinsel saldırıda bulunduğu iddialarının ardından Budist çetelerin Müslümanlara ait çok sayıda ev ve iş yerini yaktığı, olayda ölen ya da yaralanan olmadığı belirtildi.


DÜNYADAN HABERLER

Amatör bir kamera tarafından çekilen görüntülerde Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyerek ibadete kapatan İsrail asker ve polislerine ait bir konvoyun bugün sabah Kudüs’ün mahallelerinden halkın taşlarıyla kovulduğu görülüyor.

B

u arada Hamas ve İslami Cihad grupları Körfez ülkelerinin ve Mısır’ın desteğiyle Gazze’deki Müslümanca yaşam tarzına yönelik kurulan komplolar karşısında birlikte hareket edilecektir.”beyanında bulundular.

Mısır’daki Darbe Gazze’yi Boğuyor

G

azze, Mısır’daki darbenin ardından Refah Sınır Kapısı’nın yanı sıra bir çok ihtiyacın

karşılandığı tünellerin kapatılmasıyla akaryakıt, su ve elektrik sıkıntısı yaşıyor. İsrail’in 2006 yılında santralini bombalamasıyla, elektrik üretimini Mısır’dan tüneller aracılığıyla temin edilen akaryakıtla gerçekleştirmeye çalışan Gazze’de, Mısır’da ordunun yönetime el koymasının ardından tünellerin bir bir yıkılması nedeniyle bu konuda sıkıntı yaşanmaya baş-

Suudi Arabistan’da imamlara “Suriye ve Mısır” cezası

S

uudi Arabistan makamlarının direktiflerine rağmen hutbelerinde Suriye ve Mısır’da yaşanan olaylara değinen 18 imam disiplin cezalarıyla karşı karşıya kaldı.

landı. ZİLHİCCE 1434

O’nun İzinde...

Mısır’daki Darbe Gazze’nin Su ve Elektriğini Vurdu

63


SİZDEN GELENLER

NEBEVÎ HAYAT

Zalimler anlamadılar Anlamak istemediler Kahpe tuzaklarının bizi yüceltiğini Tercihlerini Kandan, baruttan, cansız bedenlerden Memleketlerin tahribinden yana kullandıklarını Anlamadılar, Nasıl bir çukura yuvarlandıklarını Anlamadılar, İnsanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını Anlamadılar, Vücudumuzu parçalayan bombalarını attıklarında Cesetlerimizin üzerinde tank paletleriyle geçtiklerinde Bize ikram edilen nimetlerin, ruhumuza ruh kattığını Vücutlarımız parçalanırken, ruh gözümüzle yaptıklarını seyrettiğimizi Bize ikram edilen nimetlerden, onların mahrum kalışlarına Nasıl üzüldüğümüzü Anlamadılar. Yüce buyruk diyordu Gözlerimizle gördüklerimiz, denileni harfiyen doğruluyordu Zaten bizi ve onları en iyi bilen, diyordu Vicdanı, iz'anı olanlarda, saddakna diyordu En Yüce diyordu "Onların kalbleri ve kulakları mühürlendi Gözlerinin üzerine bir perde çekildi" Ve yine diyordu "Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler" İçinde bulundukları manzara buydu Bize kıyanların Ali Şükrü'müzü boğdurtanların İskilipli Atif hocamızı astırtanların Şeyh Mahsum'umuzu sürgüne gönderenlerin Şeyh Said'imizi isyancı gösterenlerin Hasan El-Benna, Seyit Kutup'umuzu şehit edenlerin Malcom X'imizi kurşun yağmuruna tutan-

64

EKİM’13

bilgi@nebevihayatyayinlari.com

ların Gencecik, daha yaşamının baharında olan Metin Yüksel'imizi, Furkanımızı, Esma'mızı elimizden alanların Şeyh Yasin'imizin felçli bedeninin üzerine bombalarla saldıranların Ortak karekterlerini bize anlatıyordu Onları böyle tanıttı Yüce Yaradan Anlamalıyız artık, çıkarmamalıyız akıldan Akibetlerini düşünmeyenlerden Varlıklarının, sebebini sorgulamayanlardan Nereden gelip, nereye gittiklerinden habersiz olanlardan Medet beklenmeyeceğini, çıkarmamalıyız akıldan çıkarmamalıyız akıldan çıkarmamalıyız akıldan Mehmet Mahşuk Gülaçar

'IM

LAH

AL İP ET

yı rüme şmayı ü y dik rpı a dim a) gibi ça i d l o y y r. refli Ali ( k verme meyi a Bu şe (r.a) gibi l u ver i r ine k nda can s e s kmey Öme ö n u d l u ı o y ız i um mazl i haykırıp kanlarım çevirmey i a e d ey i tevh a uğrund i galipliğ ini sökm l n v a me eyi liği bu d garip üzenin te şını çekm asip et. n ı re n İslam saçan d nının ba bizle a m v ü m r l ı ' e Zu A AH Rk ALL URS İTLE B / r ŞEH nta h Ka Emra

NAS


HAYAT

İNTERNETTE DE GÜZELLEŞİYOR...

www.imambuharivakfi.org

z i m

e t i iS

n e Y

Çok yakında diğer siteler de yayında www.nebevihayatyayinlari.com dergi.nebevihayatyayinlari.com

satis.nebevihayatyayinlari.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.