Nebevi Hayat Dergisi 12. sayı (2013)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Kasım 2013 1435

Yıl: 1 Sayı: 12 - Fiyatı: 5 TL

AHDE VEFA ve Emanet İmandandır Mahmut Varhan facebook.com/nebevihayatdergisi twitter.com/nebevihayat

www.nebevihayatyayinlari.com

AHDE VEFA’NIN ZİRSEVİ SAHÂBE’NİN BİATLERİ Mustafa Tatlı

AHDE VEFA ZAMANI

Harf İnkılâbı ve Götürüleri

Medyatik Kuşatma ve Müslümanlar Rıdvan Badur

Hakan Sarıküçük

Metin Eken

Muharrem

Müslümanlar İçin Hicretin Önemi Muhammed Ali Mücahit Şehit Abdulaziz Rantisi Hüseyin Kalender


E Y İ ED

H

YENİ ABONE KAMPANYASI ABONELİK

BEDELİ/ 1YIL

70.

00 TL

İrtibat 0534 403 64 25 0212 550 63 77 Online Abonelik

dergi.nebevihayatyayinlari.com siparis@nebevihayatyayinlari.com

Yeni yayın dönemimizde,

abone olan herkese

İBNU'L MÜBÂREK EL-MEVSİLİ'nin hazırladığı, "8 Hadis İmamının Kitabından Rivayet Edilen EMİR ve YASAK HADİSLERİ"

Hediye Ediyoruz

dergi.nebevihayatyayinlari.com


K

M

N-I KER A ’ İ UR

M

AL

A SI

ME Bİ

L G İSİ Y A R I Ş

İRTİBAT 0533 167 19 92 0212 550 63 77

SON

BAŞVURU TARİHİ 29 Ocak 2014

ÖDÜLLER 1. Tam Altın 2. Yarım Altın 3. Çeyrek Altın

A’RAF SURESİ

14-19 YAŞ ARASI

TEST USULÜ

AYRICA İlk 20’ye girenlere değişik kitap setleri hediye edilecektir

16 ŞUBAT 2014 SAAT: 10:00

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Güneşli İstanbul Kayıt formlarını İmam Buhari İlmi Araştırmalar ve Hizmet Vakfı’ndan alabilirsiniz. www.imambuharivakfi.org


AHDE VEFA VE EMANET İMANDANDIR

KAPAK GÜNDEM Mahmut Varhan

5

AHDE VEFA’NIN ZİRVESİ SAHÂBE’NİN BİATLERİ

KAPAK GÜNDEM Mustafa Tatlı

11

AHDE VEFA ZAMANI

KAPAK GÜNDEM Hakan Sarıküçük

15

MÜSLÜMANLAR İÇİN HİCRETİN ÖNEMİ

Muhammed Ali Mücahit

20

Sahibi

Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş

Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük

Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63

İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına

Abone ve Dağıtım Sorumlusu Yusuf Çelebi (0534 403 64 25) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2014 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 70 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)


MÜBTELA OLDUK HER TÜRLÜ ZEVK-Ü SEFAYA RİAYET KALMADI AHDE VEFAYA Ali Yücel

SÖZLERİN EN BÜYÜĞÜ Nedim Bal

HARF İNKILÂBI ve GÖTÜRÜLERİ Rıdvan Badur

ŞEHİT ABDULAZİZ RANTİSİ Hüseyin Kalender

OĞLU AHMET, BABASINI ANLATTI ŞEHİT DR. ABDULAZİZ RANTİSİ RÖPÖRTAJ

TEBLİĞDE VEFALI OLMAK Ebubekir Eren

SAİD BİN HARİSE VE HALİDE Abdullah Nergiz

25 29 32

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Baskı Cilt: Marki Matbaa

Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Kasım 2013

• •

Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa

YER ve GÖK KİMLERE AĞLAR?

47

35 38

NEBEVİ HAREKET METODU S. Ramazan Aycil

51

43 46

DÜNYADAN HABERLER

SİZDEN GELENLER

48

Yazı kuralları •

53

Yusuf Yılmaz

Hatice Hayat Cemresi

MEDYATİK KUŞATMA VE MÜSLÜMANLAR GÖSTERİ TOPLUMU - 2 Metin EKEN

DÜNYA VE BİZ

• •

58

63

yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir. Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.


EDİTÖR Allah’ın adıyla Hamd, “Ve onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyetkârdırlar” buyuran Yüce Rabbimize, salât ve selam “Ahde vefa göstermeyenin dini yoktur” buyuran efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabilerine ve bu nurlu yolun hizmetkârlarına olsun. Değerli Dostlar, Zaman, ahde vefa zamanı. Vefakârlık ve ahde vefa, İslam ahlakının temel esasları olarak kabul edilmiştir. Her iki haslet de İslam’ın ahlaki erdemler hiyerarşisinde en üst mertebelerde tutulmuştur. Mümin, her şeyden önce Rabbine karşı hakşinas, kadirbilir ve vefakârdır. Rabbine karşı vefakâr olan, O’nun kullarına karşı da kadirşinas ve vefakâr davranacaktır. İnsan daha varlık sahnesinde vücut bulmadan önce hayatının en büyük ahdini, en büyük sözünü hem de varlık âleminin Rabbine vermiştir. İnsan bir misakla varlık âlemine gelmiştir. Yüce Allah’ın elest bezminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ hitabına: “Evet (buna) şahidiz.’’(A’raf, 172.) diyerek karşılık veren insan, böylece büyük bir emanet ve ağır bir sorumluluk üstlenmiştir. Bu emanet dağlara tevdi edilmiş, dağlar bu emaneti yüklenmekten kaçınmışlardır. İnsanoğlu bu büyük sözünde durmayıp emanete ihanet ettiğinde zalûm (çok zalim) ve cehûl (çok cahil) sayılacağını bile bile büyük bir cesaretle bu emaneti kabul etmiş ve Allah’a söz vermiştir. (Ahzab, 72.) İnsanoğlunun verdiği bu söz, sıradan bir söz değildir. Yaratıcısına verdiği bir ahittir, bir misaktır. Varoluşumuzun nihai anlamı, verdiğimiz bu ahde sadakatimizde yatmaktadır. Bu aynı zamanda hayatımızın ve yaratılışımızın da gayesidir. Bu söze sadık kalan kişi, hiçbir zaman ahde vefasızlık etmez. Dolayısıyla ahde vefanın gerçek manası, Allah’a verdiğimiz erdemli ve güvenilir olma sözümüzü hatırlayıp, ne pahasına olursa olsun bu söze sadakat göstermekle başlar. Değerli Dostlar, Ahde vefasızlık ise Kur’an’da, verilen sözlerin yerine getirilmemesi Allah katında en sevimsiz davranışlardan biri olarak kabul edilmekte, dünyevi beklenti ve çıkar nedeniyle verdiği sözden dönenler, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.’’(Al-i İmran, 7.) ayet-i celilesi ile uyarılmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de verilen her sözü borç ve emanet olarak telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Ahde vefa göstermeyenin dini yoktur.’’ (Ahmed b. Hanbel, III, 134.) Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet edilmeyen anlaşma ise, toplumsal çöküşü hızlandıracak, ahirette de bize büyük sorumluluklar yükleyecektir. Söz, Müslüman’ın onurudur. Değerli Dostlar, Bizler de bu sayımızı ahde vefanın önemine ayırarak sizlere bu konuda istifade edeceğinizi düşündüğümüz yazılar hazırladık. Ahde vefa ve emanet imandandır, ahde vefa zamanı, sahabenin biatları gibi yazılarla bu konuya değinmeye çalıştık. Ayrıca Dr. Rantisinin şehadet yıldönümü olması sebebiyle Rantisinin hayatı ve oğlu ile yapılan ropörtajı, harf inkilabının bu aya denk gelmesi sebebi ile harf inkilabının etkileri, dünyadan haberler, kitap köşesi bölümlerimizle zevkle okumanızı ümit ettiğimiz bir dergi hazırlayamaya çalıştık. Değerli Kardeşler, Allah’a hamdu senalar olsun bu sayımızla bir seneyi tamamlamış bulunuyoruz. Rabbim bizleri muvaffak eylerse hizmet için çıkmış olduğumuz bu yolculuğumuzu daha bir kuvvetle devam ettirmek istiyoruz. Tebliğimizi, sesimizi daha bir gür çıkarmak, daha fazla okuyucuya ulaşmak için çalışmalarımıza başladık. 2014 yılı abonelik kampanyamıza start verdik. Yeni yılımızda bir yıl abone olan bütün kardeşlerimize Hz. Peygamberin “Emir ve Yasak Hadisleri” isimli hadis kitabını hediye edeceğiz. Ancak dergimizin fiyatını üzülerek 5 liradan 6 liraya çıkarmak zorunda kaldığımızı da sizlere bildiriyoruz. Dergi maliyetlerimizin yükselmesi bizi bu kararı almak durumunda bıraktı.

NEBEVÎ HAYAT

Değerli Kardeşler;

4

Siz değerli dostlarımızdan istirhamımız abonelik kayıtlarınızı 2014 yılı için yenilemeniz ve her okuyucumuzun en az bir yeni abone bulmak için şimdiden çalışmalarına başlamasıdır. Her okuyucumuzun bir abone yapması durumunda tirajımızı ikiye katlayacağımız hepimizin malumu. Hep beraber hayırda yarışalım. Bu güzel hizmetten daha iyi faydalanmak ve hayrın yayılmasına vesile olmak, daha geniş kitlelere sesimizi duyurabilmek için abone olalım, abone bulalım… Bu hizmetten istifade ettiğimiz gibi, başka kardeşlerimizin de istifade etmesine gayret gösterelim. Bu vesile ile Nebevi Hayat Dergimize canı gönülden destek veren tüm okurlarımıza teşekkür eder, ecir ve mükâfatlarını Rabbimizin bol bol vermesini niyaz ederiz. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duasıyla… KASIM’13


Mahmut Varhan

KAPAK GÜNDEM

AHDE VEFA VE E

manet’i kübrayı insanlığa yükleyerek mü’minleri saâdet ehli ve kâfirleri de şakâvet ehlinden kılan Allah Teâlâ’yı her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Daha bi’setinden önce el-Emin sıfatı ile tanınan Hz. Mustafa’ya, onun vefakâr ve emanet ehli olan âline, ashabına ve etbâına salât ve selam olsun. Değerli müslüman kardeşlerim, Allah Teâlâ’nın kitabında ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnet ve siyretinde en fazla üzerinde durdukları hususlardan biri de ahde vefa ve emanete riâyet etme mevzusudur. Allah’ın dinine davet edecek insanlar için bu mevzu o kadar önemlidir ki, bu özellikler davetçilerde bulunmadığında davetleri hiçbir meyve vermez. Bu özellikleri hakkıyla nefislerinde bulunduran davetçilerin davetleri ise, her zaman olgun meyveler vermiştir. Âdeta davetlerinin başarılı olması veya başarısızlığı bu özelliklere sahip olup olmamaları ile orantılıdır. İşte bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ’nın inayeti ve terbiyesi ile davetçilerin rehberi olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, daha cahiliyye döneminde bile Muhammedü’l-Emin sıfatı ile meşhur olacak kadar ahdine

vefalı ve emanete riâyet etmekteydi. Davetine başladıktan sonra ahde vefa göstermeyi ve emanete riâyet etmeyi o kadar şiddetle emretmekte ve bu mevzu onun getirdiği dinde o kadar büyük bir yer tutmaktaydı ki, onun dinini özetleyecek olan mü’min veya kâfir herkes mutlaka bu hasletleri de sayardı. Nitekim Necaşi’nin huzurunda İslam’ı en güzel bir şekilde özetleyen Hz. Ca’fer, emanete riâyet etmeyi de saymıştı. Yine Herakliyus’un Peygamber efendimiz ve dini hakkındaki sorularını cevaplayan Ebû Süfyan, Herakliyus’un “O size neyi emrediyor?” sorusunu cevaplarken ahde vefa göstermeyi ve emanete riâyet etmeyi de zikretmişti. Hâlbuki o esnada Ebû Süfyan henüz kâfirdi. Kâfir olmasına rağmen Peygamber efendimizin bu hasletleri emrettiğini ve bu faziletlerin onun dininin bir parçası olduğunu biliyor ve ikrar etmek durumunda kalıyordu. İşte davetçilerin bu hasletleri o kadar büyük bir hassasiyetle hayatlarında tatbik etmeleri gerekir ki, düşmanlarının dahi onların bu faziletlere sahip olduklarını ikrar ve itiraf etmek durumunda kalmaları gerekir. Âdeta bu hasletlerin, onların alâmet’i farikası haline gelmesi gerekir. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

EMANET İMANDANDIR

5


Ey İslam davetçileri! Biliniz ki ahde vefa ve emanete riâyet imanın en önemli şubelerindendir. Öyle ki Allah Teâlâ, kurtuluşa ve felaha nâil olan mü’minlerin en temel sıfatlarını sayarken şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyetkârdırlar.” (Mü’minûn: 8) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de emanete riâyetin ve ahde vefanın dindeki büyük yerini şöyle beyan etmektedir: Enes b. Malik dedi ki: “Allah’ın peygamberi bize her hutbe okuduğunda muhakkak şöyle buyururdu: “Emanete riâyet etmeyenin imanı yoktur. Ahdine vefa göstermeyenin dini yoktur.”

Ey İslam davetçileri! Biliniz ki ahde vefa ve emanete riâyet imanın en önemli şubelerindendir. Öyle ki Allah Teâlâ, kurtuluşa ve felaha nâil olan mü’minlerin en temel sıfatlarını sayarken şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyetkârdırlar.” (Mü’minûn: 8) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de emanete riâyetin ve ahde vefanın dindeki büyük yerini şöyle beyan etmektedir: Enes b. Malik dedi ki: “Allah’ın peygamberi bize her hutbe okuduğunda muhakkak şöyle buyururdu: “Emanete riâyet etmeyenin imanı yoktur. Ahdine vefa göstermeyenin dini yoktur.”1 Bunun sebebi şudur ki, daha sonra açıklayacağımız üzere emanete riâyet ve ahde vefa dinin tamamını kapsamaktadır. Zira insanın bütün davranışları Rabbine, kendisine ve insanlara karşı emanete riâyet etmesi ve verdiği ahidlere vefa göstermesi çerçevesinde cereyan etmektedir.

NEBEVÎ HAYAT

Ahde vefalı olmanın temeli emin olmaktır. Emanetin kaynağı da selim bir kalbe ve müstakim bir fıtrata sahip olmaktır. İşte Kur’an-ı Kerim ve sünnet’i seniyyeden ancak bu sıfatlara haiz olan kimseler kâmil anlamda faydalanır ve tam bir şekilde anlayıp amel ederler. Şimdi bu konuda Peygamber efendimizin çok önemli ve kapsayıcı olan şu hadis’i şerifini okuyalım:

6

Huzeyfe İbnü'l-Yemân radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber bize şunları söyledi: “Şüphesiz ki emanet, insanların kalplerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’an indi. Bu sayede insanlar Kur’an’dan ve sünnetten (emaneti) öğrendiler.” Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve KASIM’13

sellem bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şöyle dedi: “İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet çekilip alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden emanet alınır; bu defa da ayağının üzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu, içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün." Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde yuvarladı. Sözlerine de şöyle devam etti: “Neticede insan o hâle gelir ki, insanlar alış-veriş yaparlar da, neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle denilir: “Filan oğulları arasında emin bir adam varmış.” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı bir kişi!” denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur.” (Huzeyfe dedi ki:) “Şüphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alış-veriş yapacağıma aldırmazdım. Çünkü alış-veriş yaptığım kişi müslümansa, dini kendisini benim hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet hıristiyan veya yahudi ise vâlisi benim hakkımı vermeye onu sevk ederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç kişiyle alış-veriş yapıyorum.”2 Eğer daha Sahabe’i kiramın yaşadığı asırdaki insanlar hakkında, Huzeyfetü’l-Yemanî’nin kanaati bu şekildeyse; 1400 sene sonra gelen bizim asrımızın insanları acaba ne haldedir! Bizler şu ahir zamanda her alandaki ihanetlerle dolu karanlık halimizi yaşayarak müşahede ediyoruz. Asrımızda her tarafı hakiki imandan mahrum emanetsiz hâin kimseler doldurmuşlardır. Ticarette, siyasette ve hatta ilmiye sınıfında bile geçer akçe hile ve ihanettir. Mensubu bulunduğu sınıfın içinde emin ve ahdine vefalı kimseler teessüf ki pek azdırlar!


Emanete riâyet etmek ve ahde vefa göstermek büyük bir sorumluluğun göstergesidir. Buna ancak mes’uliyetini müdrik sorumluluk sahibi kimseler hakkıyla riâyet ederler. Mes’uliyetinin idrakinde olmayan sorumsuz kimseler ise, emanetlere ihanet etmeyi ve ahidlerini bozmayı bir hüner ve uyanıklık sayacak kadar büyük bir aldanmışlık ve gafletin içerisindedirler. Zira bu kimseler hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini harap ettiklerinin farkında değillerdir. Emanet ve ahde vefa, kıyamet gününde insana en fazla yardımcı olan ve sıratın üzerinden geçmesini sağlayan amellerdendir. Emanete ihanet ve ahidleri bozmak da kıyamet gününde insanı en fazla rezil rüsvay eden kötü huy ve sıfatlardandır. Rabbimiz Celle Celâluhû, insanların ahidlerinden mes’ul olduklarını ve ahidlerine vefalı davranıp davranmadıklarının kendilerine sorulacağını beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden (dolayı) sorumluluk (mes’uliyet) vardır.” (İsrâ: 34) Yani insanlarla yaptığınız muahede ve sözleşmelere riâyet edin. Çünkü bu ahid ve akitler muhakkak onları akdedenlere kıyamet gününde sorulacaktır. Ebû Said el-Hudri’nin rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Ahdini bozan her bir kimsenin kıyamet gününde (dikili) bir bayrağı vardır. Bu bayrak onun ğadrinin büyüklüğüne göre yükseltilir. Agah olun ki yöneticinin ğadrinden daha büyük ğadri olan kimse yoktur.”3 Huzeyfetü’l-Yemanî ve Ebû Hureyre’nin rivayet ettikleri hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “...

Emanet ve rahim (akrabalık bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar...”4 Böylece emanet ve rahim sıratın iki kenarında duracak ve sırattan geçenlerden haklarını isteyeceklerdir. Ne mutlu o gün emanete riâyet eden ve akrabalarına vefakâr davrananlara! Zira bu ikisi onun sırattan kolayca geçmesini sağlayacaklardır. Ne bedbahttır o gün emanete ihanet eden ve akrabalık hukukuna vefasız davranan kimse! Emanete riâyet etmeyi ve ahde vefa göstermeyi sağlayan en büyük neden sıdk ve doğruluktur. Çünkü ancak sadık/dürüst ve özü-sözü doğru olan bir kimse emanete riâyet eder ve ahdine vefa gösterir. Bu da asla haktan bâtıla meyletmeyen, hakikatten şaşmayan hakşinas ve şahsiyetli bir kimsede bulunur. Şahsiyetsiz, menfaatperest kimseler ise itimatsız, hâin, vefasız, yalancı ve sahtekârdırlar. İşte bunlar mü’min ile münafığı birbirinden ayıran alâmetlerdir. Ehli iman kimsenin özü ve sözü doğru iken, münafık yalancıdır; mü’min ahdine vefa gösteren ve emanete riâyet eden sorumluluk sahibi bir kimse iken, münafık sorumsuzca davranan bir hâindir; mü’min hakkın hatırını âli tutan ve hiçbir hatıra feda etmeyen, en büyük bir menfaati için bile hakkın zerresinden vazgeçmeyen şahsiyet sahibi biri iken, münafık en hasis bir menfaati için en hakikatli bir hakkı feda eden ve çıkarları için her dâim bâtıla meyleden şahsiyetsiz bir kimsedir. Şimdi Rasul’i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e kulak verelim: “Dört haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse halis bir münafık olur; kimde de bu hasletlerden biri bulunursa, onu terkedinceye kadar onda nifaktan bir

Emanete riâyet etmek ve ahde vefa göstermek büyük bir sorumluluğun göstergesidir. Buna ancak mes’uliyetini müdrik sorumluluk sahibi kimseler hakkıyla riâyet ederler. Mes’uliyetinin idrakinde olmayan sorumsuz kimseler ise, emanetlere ihanet etmeyi ve ahidlerini bozmayı bir hüner ve uyanıklık sayacak kadar büyük bir aldanmışlık ve gafletin içerisindedirler. Zira bu kimseler hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini harap ettiklerinin farkında

O’nun İzinde...

değillerdir. Emanet ve ahde vefa, kıyamet gününde insana en fazla yardımcı olan ve sıratın üzerinden geçmesini sağlayan amellerdendir. Emanete ihanet ve ahidleri bozmak da kıyamet gününde insanı en fazla rezil rüsvay eden kötü huy ve sıfatlardandır.

MUHARREM 1435

7


İslam'ın en fazla üzerinde durduğu hususlardan biri de müslümanların bir birlik ve cemaat halinde yaşamalarıdır. Zira İslam şeriatını en güzel bir şekilde yaşamak ve bütün insanlara ulaştırmak ancak cemaat yoluyla mümkün olabilir. Cemaatin birliğini muhafaza etmek, İslam’ı toplum hayatında tatbik etmek ve Allah’ın dinini cihana yaymak için de müslümanlar cemaatine bir halife ve lider nasbetmek de farzdır. İşte müslümanların bu gayelerle belirlenmiş olan imamlarına biât etmeleri, bu ahidlerine sadık kalarak ona itaat etmeleri dini bir sorumluluktur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasûlüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir." (Nisâ: 59) Bu ayet’i kerime açık bir şekilde ifade etmektedir ki, yöneticiler Allah’a ve Rasûlüne itaat ettiği, İslam şeriatı üzere hareket ettiği, Kur’an ve sünnetle amel ederek adaleti ikame ettiği müddetçe onlara itaat etmek farzdır. Bu konuda varid olan pek çok hadis’i şeriften bir tanesi de şudur: Abdullah b. Amr radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse (müslüman) devlet başkanına biat eder, elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa; elinden geldiği kadar ona itaat etsin.”

haslet bulunmuş olur: Konuştuğu zaman yalan söyler, muahede yapınca ğadreder, söz verince sözünden cayar ve davalaşınca haddi aşarak bâtıla meyleder (ve yalan/ sahte delillere başvurur).”5 Buhari ve Müslim’de geçen meşhur rivayet şöyledir: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”6 Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade de bulunmaktadır: “...Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini müslüman zannetse bile...”7

NEBEVÎ HAYAT

Vefa Gösterilmesi Gereken Bazı Ahidler

8

Emanet, insanın emin ve itimad edilir olması, kendine maddi ve manevi bir şeyin gönül rahatlığı ile korkusuzca teslim edilebilir ve istenildiğinde sağlam bir vaziyette alınabilir halde bulunması demektir. Ayrıca insanın bu eminliği sebebiyle, gerek Allah gerek insanlar tarafından herhangi bir surette kendisine bırakılmış olan şeye de emanet denilir. İnsan, Allah Teâlâ’nın emanetini taşıyan bir emin, bir vekil olma niteliğine sahip yegâne varlıktır. Bu sebeple, bütün yaratıklar üzerinde hüküm ve tasarruf yetkisi, sadece insana verilmiştir. İnsan, bu yetkiyi ne kadar mükemmel kullanıp yerine getirir ve emaneti yerli yerine koyabilirse, kıymeti o derecede artar ve yükselir. Diğer taraftan emin olan bir insanın vefa göstermesi gereken pek çok ahidleri bulunmaktadır. Ezcümle Allah Teâlâ’ya verdiği ahdine, Hz. KASIM’13

Peygamber’e yaptığı biatına, imama/yöneticiye verdiği sözüne ve insanlarla olan muahedelerine sadık kalması ve vefakâr olması gerekir. Gördüğümüz üzere emanete riâyet ve ahde vefa dinin bütününü kapsamaktadır. İşte bu iki sıfatın büyük önemi de diğer her şeyin temeli olmalarında saklıdır. Şimdi de bunları tek tek özetle anlatmaya çalışalım: 1- Allah Teâlâ’ya verilen ahde, vefâ göstermek Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz emaneti göklere, yere, dağlara arzettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korkup titrediler. İnsan onu yüklendi. Muhakkak ki insan pek zalim ve çok cahildir.” (Ahzâb: 72) Allah Teâlâ’nın göklere, yere ve dağlara sunduğu emanet; gerek kendi hukukuna, gerek insanların hukukuna yönelik emir ve yasaklardan, zorlama ve cebirle değil, rıza ve seçme hürriyetiyle yaptırmak istediği fiiller, vazife ve mükellefiyetlerdir. Bu emanet, gök, yer ve dağların dayanamayacakları kadar zor, mes’uliyeti çok büyük bir yüktür. Ancak insan bu ağır yükün altına girmeyi kabul etmiştir ki, şu ayet’i kerime de bunu ifade etmektedir: "Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet


İşte insanın yaptığı en değerli ve en ağır sözleşme bu fıtrî muahedesidir ki, mükerrem bir varlık olması bu ahdine vefa göstermesine bağlıdır. Allah Teâlâ, bu kulluk ahdine vefa göstererek iman edenlerle bir akit daha yaparak, onların canlarını ve mallarını satın aldı. Bu mübarek sözleşmeyi şu ayet’i kerimede bize bildirdi: “Muhakkak ki Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kendi üzerine hak bir vaaddir. Kim Allah’tan daha çok ahdini yerine getirebilir? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe: 111) Allah Teâlâ, verdikleri bu sözlerine sâdık kalan ve ahidlerine vefa gösteren yiğit kullarını överek şöyle buyurmaktadır: “Mü’minlerden öyle erler vardır ki; Allah’a verdikleri ahde sadakat göstermişlerdir. Böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi (bu uğurda canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.” (Ahzâb: 23) Ne mutlu Rabbü’l-âlemin'in bu övgüsüne mazhar olanlara! Ne mübarek insanlardır şu âhir zamanda sözlerine vefakâr davrananlar! Allah Teâlâ bizleri de bu mübareklere ilhak eylesin! 2- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yapılan biata ve ona verilen ahde sâdık kalmak Sahabe’i kiramın, Hz. Peygamber efendimiz’e biat ederken vermiş oldukları sözleri, ona iman eden ve ona tâbi olan biz mü’minler de onun ümmeti olmamız hasebiyle vermiş bulunuyoruz. Bu biatın gereği olarak ona itaat etmeli, onun sünnetini öğrenip amel etmeli, onu kendimizden, zürriyetimizden ve bütün insanlardan daha fazla sevmeliyiz. Onun haysiyet ve şerefini, getirmiş olduğu din’i mübin’i İslam’ı muhafaza etmek için malımızı

ve canımızı fedâ edebilmeliyiz. Bu biatın gereği olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vermiş olduğumuz ahid ve sözlere örnek olması için sadece bir hadis-i şerifi aktaralım: Cabir radıyallahu anhu dedi ki: “Biz (Akabe’de): “Ya Rasûlallah! Ne üzerine sana biât edelim?” dedik. Şöyle buyurdu: “Bana, sevinçli ve sıkıntılı anlarda dinleyip itaat etmek, darlıkta ve kolaylıkta infak etmek, ma’rufu emredip münkeri nehyetmek, Allah için hakkı söyleyip Allah’ın rızası sözkonusu olduğunda azarlayanın azarından korkmamak ve bana yardım ederek, size geldiğim zaman kendinizi, hanımlarınızı ve evlatlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumak üzere bey’at edin. Bütün bunları yaparsanız size cennet vardır.”8 3- İmama/yöneticiye verilen ahidlere sâdık kalmak İslam'ın en fazla üzerinde durduğu hususlardan biri de müslümanların bir birlik ve cemaat halinde yaşamalarıdır. Zira İslam şeriatını en güzel bir şekilde yaşamak ve bütün insanlara ulaştırmak ancak cemaat yoluyla mümkün olabilir. Cemaatin birliğini muhafaza etmek, İslam’ı toplum hayatında tatbik etmek ve Allah’ın dinini cihana yaymak için de müslümanlar cemaatine bir halife ve lider nasbetmek de farzdır. İşte müslümanların bu gayelerle belirlenmiş olan imamlarına biât etmeleri, bu ahidlerine sadık kalarak ona itaat etmeleri dini bir sorumluluktur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasûlüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir." (Nisâ: 59) Bu ayet’i kerime açık bir şekilde ifade etmektedir ki, yöneticiler Allah’a ve Rasûlüne itaat ettiği, İslam şeriatı üzere hareket ettiği, Kur’an ve sünnetle amel ederek adaleti ikame ettiği müddetçe onlara itaat etmek farzdır. Bu konuda varid olan pek çok hadis’i şeriften bir tanesi de şudur: Abdullah b. Amr radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse (müslüman) devlet başkanına biat eder, elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa; elinden geldiği kadar ona itaat etsin.” 9 MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

(Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir." (A’raf: 172) Aynı şekilde her çocuğun fıtrat üzerinde doğacağını, daha sonra anne-babası tarafından yahudi, hıristiyan, mecusi ve müşrik yapılacağını belirten sahih hadis’i şerif de aynı anlamı ifade etmektedir.

9


4- İnsanlarla yapılan muahedelere vefâ göstermek İnsan tabiatı gereği medeni bir varlık olduğundan dolayı, insanların toplumsal bir hayat yaşamaları zaruridir. İctimai hayatta insanların

arkadaşlarına gönderirdi. Bazen (dayanamayıp) Rasûl’i Ekrem’e: “Sanki dünyada Hatice’den başka kadın kalmadı!” Derdim. Rasûl’i Ekrem ise Hatice’nin çeşitli özelliklerini sayar ve: “Üstelik o, çocuklarımın anasıydı” buyururdu.”11

birbirlerine ihtiyaçları olduğu için de çeşitli alış-

Abdullah b. Dinar, Abdullah b. Ömer’in şu

verişler ve muahedeler behemehal meydana gele-

olayını anlattı: Bir defasında İbni Ömer Mekke’ye

cektir. İnsanlar ve toplumlar arasında çeşitli söz-

gitmek üzere yola çıktı. Deveye binmekten usan-

leşmeler yapılacaktır. İşte İslam’ın müslümandan

dığı zaman üzerinde istirahat edeceği bir merke-

istediği husus, yaptığı sözleşmelere özenle riâyet

biyle, başına sardığı bir de sarığı vardı. Bir gün

etmesi, kâfirlerle bile olsa verdiği ahidlerine vefa göstermesidir. Bu konu üzerinde çok hassasiyetle durulmuş ve bu hususta pek çok ayet’i kerime nazil olmuş ve birçok hadis’i şerif varid olmuştur. Ezcümle Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Akidleri yerine getirin.” (Mâide: 1) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben kıyamet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Benim adıma and içerek söz verdikten sonra sözünden cayan kişi. Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi. Ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi."10 Allah Teâlâ’nın kıyamette bir kulun hasmı olmasından daha büyük bir felaket tasavvur edilebilir mi?! Bu ne büyük ve çaresiz bir felakettir! Böyle bir akıbetten Sen bizleri koru ya Rab! 5- Eş, dost ve akrabalara karşı vefakâr olmak

İbni Ömer eşeğin üzerinde dinlenirken bir bedeviye rastladı. Ona: “Sen falan oğlu falan değil misin?” diye sordu. Adam: “Evet” deyince eşeği ona verdi ve: “Buna bin” dedi. Sarığı da ona uzatarak, “bunu da başına sar” dedi. Arkadaşlarından biri İbni Ömer’e: “Allah seni bağışlasın. Üzerinde dinlendiğin eşek ile başına sardığın sarığı şu bedeviye boşuna verdin” deyince; İbni Ömer şunları söyledi: “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken duydum: “İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesini kollayıp gözetmesidir.” Bu adamın babası, (babam) Ömer radıyallahu anh’ın dostuydu.”12 İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri vefa duygusudur. Bu duygu, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir ölçüsüdür. Vefa duygusuna sahip olmayanlar sadece kendini, zevkini ve çıkarını düşünen bencil kimselerdir. Böyle şahıslardan, hâtıralara hürmet ve fe-

Akrabalar arasında fıtrî bir bağ mevcuttur.

dakârlık gibi asil davranışlar beklemek boşunadır.

İslam şeriatı da bu bağı iyice kuvvetli hale ge-

Allah Teâlâ bizleri fedakâr, vefakâr olan salih

tirmiş ve bu bağın korunmasını, akrabalara karşı vefakâr olunmasını emretmiştir. Kur’an-ı Kerim

kullarından eylesin!

ve sünnet’i seniyyenin sıla’i rahim üzerinde ne kadar hassasiyetle durdukları herkesin malumudur. Biz burada sadece iki hadis’i şerifi dik-

NEBEVÎ HAYAT

katlerinize arzetmekle yetinelim: Hz. Âişe radı-

10

yallahu anha şöyle dedi: “Peygamber aleyhisselam’ın hanımlarından hiçbirini Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Üstelik onu (Rasûl’i Ekrem’in yanında) hiç görmedim. Fakat Rasûl’i Ekrem onu sık sık anardı. Bir koyun kesip etini parçaladığında, çoğu zaman Hatice’nin dost ve KASIM’13

-------------------------------------1 İmam Ahmed, Müsned: 12383. Hasen hadistir. 2 Buhari, Rikak: 35; Müslim, İman: 230 3 Müslim: 1738 4 Müslim, İman: 329 5 Müslim: 207. Abdullah b. Amr’dan... 6 Buhari, İman: 24; Müslim, İman: 107. Ebû Hureyre’den... 7 Müslim, İman: 109 8 İmam Ahmed, Müsned: 3/322 (14456) İsnadı sahihtir. 9 Müslim: 4776 10 Buhari, Büyu’: 106 11 Buhari: 3818; Müslim: 2435 12 Müslim, Birr: 11-13


KAPAK GÜNDEM

Mustafa Tatlı

AHDE VEFA’NIN ZİRVESİ

SAHÂBE’NİN BİATLERİ

Kendilerini örnek aldığımız ve almaya çalıştığımız sahâbilerin Hz. Peygamber’e yaptıkları biatler, ahde vefaya verilebilecek en güzel örneklerdendir. Misallere geçmeden önce biat terimini kısaca açıklamak yerinde olacaktır. Kelime olarak, söz vermek, vaatte bulunmak ve verilen sözü el sıkarak kuvvetlendirmek anlamına gelen biat; Allah’ın ve Rasulü’nün emir ve yasaklarına kesinlikle itaat ederek İslam’ı bütünüyle yaşamaya söz vermektir. Biat kelimesinin salt anlamında satın almak anlamı vardır. Biat yapıldıktan sonra el sıkma da buradan gelmektedir. Yani biat karşılığı va’d edilen cennet bir nevi ticarettir. Hayat boyu sürecek bir alış veriş. Rabbimizin Kur'an'da bize bildirdiği ticaret işte budur: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.

Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.”1 Biatın ruhu, gönülleri Allah’a bağlamaktır. Sahâbe şartlar ne olursa olsun, İslam’ın esaslarını yaşayacaklarına, Allah ve Rasulü’ne itaat edeceklerine dair Hz. Peygamber’e söz vermişler, biat etmişlerdir. Ensardan Enes b. Nadr (r.a ) Bedir gazvesine katılamamıştı. Gazveye katılamaması onu derinden üzmüştü. Peygamberimize gidip “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer Allah Bedir gibi başka bir savaş nasip ederse neler yapacağımı göstereceğim” der. Uhud günü geldiğinde Rabbine verdiği sözü, yemini yerine getirir. Savaşın en zor anlarında, Peygamberimizin öldürüldüğü nidaları arasında “Ondan sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın O’nun öldüğü uğurda siz de ölün” der. Daha sonra savaş esnasında Sa’d b. Muaz’la karşılaşır. Sa’d’ın Enes’e nereye sorusuna bakın nasıl cevap vermiştir: “İşte fırsat Sa’d! İşte fırsat! Cennetin kokusu ne güzel Sa’d” der ve şehit olana kadar çarpışır. Şehid olduğunda tanınmayacak bir haldedir. Onu ancak kız kardeşi parmaklarından tanıyabilmiştir.2 Bu nasıl bir ahde vefa Rabbim? Ölümü karşına çıkmış bir fırsat olarak görüyor. Genel bir kanı olması için sahâbilerin biatlerinden bir örnek verdikten sonra yapılan biatleri MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

İ

slam bir bütündür, onu yaşamak her zaman ve mekânda şüphe götürmez bir vecibedir. Müslüman kimliğine sahip olduktan sonra her anımızı onunla geçirmeli ve onunla son bulmalıyız. Müslüman bireyin, hayatı boyu sözünü tutması gereken en önemli yemini imanıdır. Ve bu imanı koruma çabası ahde vefanın bir göstergesidir. Bu sebeple Müslümanın sahip olduğu ahlaki özelliklerden biri de ahde vefadır. Rabbine, kendisine, ailesine ve daveti ulaştırdığı tüm insanlara karşı kendini sorumlu hissetmesi, ahdine sadık olması demektir.

11


Biatın ruhu, gönülleri Allah’a bağlamaktır. Sahâbe şartlar ne olursa olsun, İslam’ın esaslarını yaşayacaklarına, Allah ve Rasulü’ne itaat edeceklerine dair Hz. Peygamber’e söz vermişler, biat etmişlerdir. Ensardan Enes b. Nadr (r.a ) Bedir gazvesine katılamamıştı. Gazveye katılamaması onu derinden üzmüştü. Peygamberimize gidip “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer Allah Bedir gibi başka bir savaş nasip ederse neler yapacağımı göstereceğim” der. Uhud günü geldiğinde rabbine verdiği sözü, yemini yerine getirir. Savaşın en zor anlarında, Peygamberimizin öldürüldüğü nidaları arasında “Ondan sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın O’nun öldüğü uğurda siz de ölün” der. Daha sonra savaş esnasında Sa’d b. Muaz’la karşılaşır. Sa’d’ın Enes’e nereye sorusuna bakın nasıl cevap vermiştir: “İşte fırsat Sa’d! İşte fırsat! Cennetin kokusu ne güzel Sa’d” der ve şehit olana kadar çarpışır. Şehid olduğunda tanınmayacak bir haldedir. Onu ancak kız kardeşi parmaklarından tanıyabilmiştir. Bu nasıl bir ahde vefa Rabbim? Ölümü karşına çıkmış bir fırsat olarak görüyor.

kronolojik olarak sıralamaya çalışacağız. Beşir b. Hasasiye (r.a) şöyle anlatıyor: “Allah Rasulü’nün huzuruna geldim ve dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü, hangi hususlarda sana biat edeyim?” Hz. Peygamber elini uzattı ve şöyle buyurdu: “Ortağı olmayan tek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet etmen, beş vakit namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, hacca gitmen ve Allah yolunda cihad etmen üzere biat et.” Ben de dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü, hepsine gücümüz yeter. Ancak ikisi benim gücümün üstündedir. Biri zekâttır. Allah’a yemin olsun ki, ailemin süt ve binek ihtiyacını karşılayan on deveden başka bir şeyim yok, nasıl zekât verebilirim? Diğeri de cihaddır. Ben korkak bir adamım, hâlbuki halk “Kim savaştan kaçarsa, Allah’ın gazabına uğrar” diyorlar. Bir savaş çıkarsa nefsimden çekinerek savaştan kaçacağımdan ve bu yüzden de Allah’ın

NEBEVÎ HAYAT

gazabına uğrayacağımdan korkuyorum.” Bunun

12

üzerine Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem elimi tuttu, kuvvetlice sıktı ve şöyle buyurdu: “Ey Beşir, sadaka verilmeyecekse, savaşa gidilmeyecekse, Cennet’e ne ile nasıl girilir?” Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, uzat elini sana biat edeyim.” Elini uzattı ve bütün hususlarda kendisine biat ettim.”3 KASIM’13

1. Akabe Biatı Peygamberliğinin 11. yılının hac mevsiminde Yesrib halkından 6 kişi İslam’ı kabul etmiş ve kavimlerine İslam’ı tanıtmışlardı. Ertesi yıl 12 kişi olarak aynı vakitte yine geldiler. Ubade b. Samit Peygamberimizden şöyle rivayet ediyor: “Gelin; Hiçbir şeyi Allah’a şirk koşmayacaksınız, Hırsızlık yapmayacaksınız, Zina etmeyeceksiniz, Evladınızı öldürmeyeceksiniz, Elinizdeki çocukların nesebi konusunda iftira ve bühtan etmeyeceksiniz, Hiçbir meşru meselede bana isyan etmeyeceksiniz diye bana biat edin. Sizden kim bu biatinde vefakârlık gösterirse ecri Allah’a aittir. Kim de bu günahlarından birini işler de dünyada cezasını görürse bu onun kefareti olur. Allah dilerse cezalandırır, dilerse affeder”. Ubade b. Samit : “Efendimize bu şartlarla biat ettik” diyor.4 Birinci Akabe biatinden bir yıl sonra yani peygamberliğin 13. yılı hac mevsiminde yetmiş küsur kişiden oluşan topluluk Mekke’ye geldiler. Bu defasında Peygamberimizin yanında amcası Abbas (r.a)'da vardı. Yesrib’den gelen Müslümanlara durumun ciddiyetini anlattı. Daha sonra sözü Efendimize verdiler. Cabir ibn Abdullah şöyle anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasulü! Ne üzerine sana biat edelim?” Efendimiz: Çalışkanlıkta ve tembellikte söz dinleyip itaat etmeye, Darlıkta ve genişlikte Allah yolunda harcamaya, iyiliği emretmeye ve kötülüğe mani olmaya, Allah için gayret etmeye, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmemeye,


Akabe biati, nedenleri itibariyle hakka ve hakka yardım etmeye iman biatidir. Kuşanım ve iç durum itibariyle savaş meydanlarında büyüklüğü ve ağırlığı Allah’ın yardımlarının gözlerinden kaybolmayan ve davanın etrafını saran korkunç güçlere karşı koyan bir kuvvettir. Bu biat eserleri itibariyle, din Allah’ın oluncaya dek yeryüzündeki bütün müstekbirlere karşı ila-i kelimetullah yolunda sahip oldukları cihad ve kıtalin bütün araç ve gereçlerini hazırlamaya sevk eden bir sınama hareketidir. Siyer ve tarih kitaplarına baktığımızda akabe biatine katılanların birçoğu şehid olmuş. Diğerleri ise bütün savaşlara katılmış, Rasulullah’ın yanında yer almışlardır. Akabe biatine katılan Ensar, Allah’a ve Rasulü’ne verdikleri ahde sadık kaldılar. Bunlar gibi numunelerle İslam devleti kuruldu. Bu örnek nesil verir ama almazlar, her şeyi sunarlar ama cennetten başka hiçbir şeyi talep etmezler. Huneyn gazvesinden sonra dağıtılan ganimetlere karşı ortaya koydukları tavır bunu göstermektedir. Bütün asırlarda ve bütün zamanlarda tarih bu erkeklerin ve kadınların emsallerini kendi sayfalarına sığdırmaktan aciz kalır.

Biat şartları hakkındaki görüşme tamamlanıp, biatin akdedilmesine başlamak hususunda ittifak edildikten sonra peygamberliğin on birinci ve on ikinci yılında Müslüman olan iki Yesribli ayağa kalkarak söz istediler. Bu iki Müslüman, toplananlar açıkça basiret etsinler diye mesuliyetin büyüklüğünü onlara bir defa daha ifade etmek için, topluluğun fedakârlık kabiliyetini anlamak ve bunu pekiştirmek için birbiri ardı sıra ayakta konuşmuşlardı. İbn İshak der ki: Topluluk, biat için toplandıklarında Abbas b. Ubade b. Nadbe topluluğa hitaben: “Bu zata, ne üzere biat ettiğinizi biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar: “Evet” dediler. Abbas b. Ubade: “Siz O’na kızıl ve kara derililerle savaşmak üzere biat ediyorsunuz. Eğer siz mallarınıza bir musibet gelip şereflileriniz öldürüldüğünde onu muhaliflere teslim edecekseniz, şimdiden bırakın. Vallahi böyle bir şey yapmak dünya ve ahirette rezil-rüsva olmaktır. Eğer malların zayi olması, şereflilerin öldürülmesi durumunda bile ona vefakâr olacaksanız bu biati yapın. Vallahi bu, dünya ve ahiretin en hayırlı amelidir.” dedi. Topluluk: “Biz mallarımıza musibet gelmesi, şereflile-

rimizin öldürülmesi durumunda bu biate bağlı kalacağız. Biz bu biatimizde sadık kalırsak, bize karşılık olarak ne var ya Rasulallah?” dediler. Efendimiz: “Cennet!” deyince: “Uzat elini o halde!” dediler. Efendimiz elini uzattı ve onlar da biat ettiler.6 Akabe biati, nedenleri itibariyle hakka ve hakka yardım etmeye iman biatidir. Kuşanım ve iç durum itibariyle savaş meydanlarında büyüklüğü ve ağırlığı Allah’ın yardımlarının gözlerinden kaybolmayan ve davanın etrafını saran korkunç güçlere karşı koyan bir kuvvettir. Bu biat eserleri itibariyle, din Allah’ın oluncaya dek yeryüzündeki bütün müstekbirlere karşı ila-i kelimetullah yolunda sahip oldukları cihad ve kıtalin bütün araç ve gereçlerini hazırlamaya sevk eden bir sınama hareketidir. Siyer ve tarih kitaplarına baktığımızda akabe biatine katılanların birçoğu şehid olmuş. Diğerleri ise bütün savaşlara katılmış, Rasulullah’ın yanında yer almışlardır. Akabe biatine katılan Ensar, Allah’a ve Rasulü’ne verdikleri ahde sadık kaldılar. Bunlar gibi numunelerle İslam devleti kuruldu. Bu örnek nesil verir ama almazlar, her şeyi sunarlar ama cennetten başka hiçbir şeyi talep etmezler. Huneyn gazvesinden sonra dağıtılan ganimetlere karşı ortaya koydukları tavır bunu göstermektedir. Bütün asırlarda ve bütün zamanlarda tarih bu erkeklerin ve kadınların emsallerini kendi sayfalarına sığdırmaktan aciz kalır. 7 MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

Size geldiğim zaman bana yardım etmeniz ve kendinizi, hanımlarınızı ve çocuklarınızı şerrinden koruduğunuz şeylerden beni de korumanız üzerine (biat edeceksiniz). Böylece cennete gideceksiniz” buyurdu.5

13


2. Rıdvan Biati Hicretin 6. senesinde Peygamberimiz ve ashabı umre yapmak için Mekke’ye yöneldiler. Kureyşle karşılıklı konuşmalar sonucunda Osman b. Affan Mekke’ye elçi olarak gönderildi. Osman (r.a) Hz. Peygamber’in mesajını Kureyş liderlerine iletti. Tek başına tavaf yapmayı da kabul etmedi. Kureyş Osman (r.a)’ı geri vermedi. Mekke’de kaldığı süre uzamaya başlamıştı. Müslümanlar arasında Osman (r.a)’ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bu haber Rasulullah’a ulaşınca: “Bu kavimle hesaplaşmadıkça buradan ayrılmayacağız!” buyurdu. Sonra da ashabıyla (semre) denilen bir ağacın altında oturarak, Osman öldürülmüş ise, ölünceye kadar savaşacaklarına dair biat aldı. Ashab-ı Kiram savaştan kaçmamak üzere biat etmek üzere son derece istekliydiler. Ve “Ölüm” üzerine O’na biat ettiler.8 Kur'an’da bu biat hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”9

NEBEVÎ HAYAT

3. Hanımların Biati

14

Hz. Peygamber hanımlardan genel olarak birinci akabe biatindeki maddeler üzerine biat almıştır. Bundan dolayı birinci akabe biatine kadınlar biati de denmiştir. Allah, Rasulüne kadınların seçme hakkını tanıyan biatleri konusunda da Kur'an'da söz etmektedir: “Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”10 Bu maddeler dışında farklı zamanlarda hanımlardan kendi durumlarıyla alakalı zikredeceğimiz şu konulurda da biat almıştır: KASIM’13

Ölünün arkasından bağıra çağıra ağlamamaya,11 İyiliğe isyan etmemeye, Felaket anında yüz tırmalamamaya, Ah-Vah diye velvele koparmamaya, Yaka-paça yırtmamaya, Saç-baş yırtmamaya.12

4. Biat Edilen Diğer Bazı Maddeler Hz. Peygamber sahâbilerinden farklı zamanlarda biat almıştır. Yukarıda zikrettiğimiz maddeler dışında tespit edebildiğimiz kadarıyla şu maddeler üzerine de biat almıştır: Her müslümana nasihat etmek,13 Açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamak, Nerede olunursa olunsun hakkın söylenmesi,14 Zina etmemek, İftira etmemek, Hicret ve Cihad etmek,15 Baştan sona kadar aktarmaya çalıştığımız biat maddelerinin hepsi büyük öneme sahiptir. Her bir madde tek tek ele alınıp konuşulmayı gerektirir. Bizim buradaki gayemiz, sahâbenin biatlerinden asla geri dönmediklerini, ahde vefa gösterdiklerini sunmaktı. Hayat boyu süren bir ticaretin sonunda cennet kazanılmıştır. Biatlere katılanlar, Hz. Peygamber’e olan bağlılıklarından dolayı hayatları boyu süren mücadelede İslam davası için tereddüt göstermeden canlarını vermişlerdir. Kendimize şunu sormamız gerekir: Sahabenin biat ettiği maddelere biz de biat edebiliyor muyuz? -----------------------------------------1 Tevbe Suresi, 111. ayet. 2 Mubarek Fûri, Safiyyurrahman, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, s. 267. 3 Kandehlevî, Hayatu’s-Sahâbe, c. 1 s. 240. 4 Buhâri, Câmiu’s-Sahîh, İman, 11. 5 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/316 6 Mubarek Fûri, Safiyyurrahman, a.g.e, s. 156. 7 Sallabî, Muhammed, Siyer-i Nebi, c. 1, s. 400. 8 Mubarek Fûri, Safiyyurrahman, a.g.e, s. 344. 9 Fetih Suresi, 18-19. ayetler. 10 Mümtehine Suresi, 12. ayet. 11 Buhâri, Câmiu’s-Sahîh, Cenaiz, 46; Müslim, es-Sahîh, Cenaiz, 31,32. 12 Ebu Davud, es-Sünen, Cenaiz, 25. 13 Buhâri, Câmiu’s-Sahîh, İman, 42; Müslim, es-Sahîh, İman, 97,98. 14 Buhâri, Câmiu’s-Sahîh, Ahkâm, 42; Müslim, es-Sahîh, İmare, 41. 15 Buhâri, Câmiu’s-Sahîh, Cihad, 138; Müslim, es-Sahîh, Birr, 5.


Hakan Sarıküçük

KAPAK GÜNDEM

AHDE VEFA ZAMANI moğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp

yönünü, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva

da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben

eder.

sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği vakit, “Pe-

Vefa: Sözünde durmak, ödemek anlamındadır. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen “ahde vefâ” İslam ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir. Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır. Allah’ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz. Adem’in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir.

kala Rabbimizsin, şahidiz” dediler. (Bunu) kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” demeyesiniz diye (yapmıştık).”1 Buyurarak yaratılmışlığın sebeb-i ilahiyesini ve verilen söze uymanın gerekliliğini belirtmiştir. Kur’ân’da ahde uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara büyük ödüller vaad edilmiştir; “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerinMUHARREM 1435

O’nun İzinde...

A

Nitekim AllahuTeâlâ: “Bir de Rabbin, Ade-

hd: Hem yemin, hem de kesin söz verme anlamındadır. Yemin, ahdin dinî

15


“Bir de Rabbin, Ademoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği vakit, “Pekala Rabbimizsin, şahidiz” dediler. (Bunu) kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” demeyesiniz diye (yapmıştık).”

dedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”2 Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların âhirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiş ve verdikleri sözü yerine getirmeyenler bozguncu (fasık) olarak nitelendirilmişlerdir: “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”3 “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”4

NEBEVÎ HAYAT

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.”5

16

İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için dikkat edilmesi gereken husus, ahde vefâdır. Bu yüzden, Allah Teâlâ, Kur’ân’da, insanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durur. Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kur’ân-ı Kerîm, gerek insanlar arası ve gerekse uluslararası KASIM’13

ilişkilerinde ahde vefaya ayrı bir önem atfeder. Kur’ân-ı Kerim, ahde vefa gösterilmesini bütün hayatın esası ve faziletli bir yaşamın ön şartı kabul eder. Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır. Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta; “(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.”6 “...Allah’ın ahdini yerine getiriniz...”7 buyurmaktadır. Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar. Ayrıca Allah azze ve celle ahdine vefa göstermeyen bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler var ya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.” 8 buyrularak buna dikkat çekilmiştir. “....Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.”9 “Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.”10 Ayetlerden anlaşıldığına göre, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek,


ahlaksızca bir tutum olur. Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir. Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur. Kısaca, bu âyetler, kişinin Allah’a olan inancından dolayı manevî, ahlâkî, toplumsal ve uluslararası ilişkilerdeki sorumluluklara işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelerin, bütün antlaşmaların ilke olarak Allah’la yapılmış sayılacağını ve dolayısıyla bunlara tam bir riayet gerektirdiğine dikkat çeker. Zikredilen âyetlerden de anlaşıldığı üzere, Kur’ân, sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği saymıştır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve verilen sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

dığından ahdini bozmayı düşündüğü an Allah’ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için hayırlar hazırlandığının şuurundadır. Kuran-ı Kerim Allah’u Teala’ya verdikleri ahidlerine uymayanları: “Sana uyan azgınlardan başka” Ahidlerine uyan mü’minlerin üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını da: “Kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur.” 13 buyurarak bildirmiştir. Allah azze ve celle “Allah’ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.”14 buyurmaktadır. Yani Allah adına verdiğiniz sözleri, dünya hayatının getirdiği cazibe ve süsü ile değişmeyin. Zira bu dünyadaki göstermelik lezzetler müminin ahirette karşılaşacağı nimetler yanında hiçtir. İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”12

Verilen sözün yerine getirilmesi Kur’ân’ın emridir. Müslümanın sözü senet gibidir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan insan verdiği sözden caymaz. Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilir. Peygamberimiz buyuruyor ki: İbnu Amr İbni’l-As radıyallahuanh anlatıyor: “Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar.” 15

Bir Müslümanın sözü gerçekten Allah’a verilmiş bir sözdür. Müslüman, Allah korkusu taşı-

Şanı yüce olan AllahuTeâla; “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri

“Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.”11 Kur’ân’da, verilen sözün yerine getirilmemesi hususu Allah katında en çirkin davranışlardan biri, hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

“Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da

O’nun İzinde...

dini yoktur.” Kur’ân’da, verilen sözün yerine getirilmemesi hususu Allah katında en çirkin davranışlardan biri, hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

MUHARREM 1435

17


için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.”16 buyurmuştur. Bu sözlerle münafıkların vasıfları zikredilmiş ve bu sıfatlar hayat bulduğu sürece, kendini mümin olarak adlandırsa bile yaptıkları bu kötü vasıfları düzeltmezler ve tevbe edip rücu etmezlerse Allah’uTeâla bu vasıfları taşıyanların akıbetlerinin iyi olmayacağını beyan buyurmuştur: “Şüphesiz ki münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.”17. Mü’minlerin vasıflarını bildiren Rabbimiz bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.”18 Kulluğun en başta gelen özelliği sözünü yerine getirmektir. “O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.”19 Yüce Mevlamız örnek gösteriyor: “Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir rasul, bir nebi idi.”20 Rabbimizin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber kitapta anılmasına sebebiyet veren özelliği de sözüne bağlılıktır. Abdullah İbnuEbi’l-Hamsa radıyallahuanhanlatıyor: “Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem’e daha bi’set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vaadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi. “ Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç

gündür burada seni bekliyorum!” buyurdular.”21 Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin şu hareketi her türlü takdirin üstünde olsa gerektir… Hicretin 6. yılında (M. 628) Allah Rasulü ile beş yüz kadar ashabı, hacc maksadıyla, yola çıkmıştı. Yanlarında sadece basit birer kılıç vardı. Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmemişlerdi. Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi. Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada müşriklerle bir antlaşma yapılmıştı. Bu antlaşmaya göre: “Müşriklerden müslümanların saflarına geçecek erkekler iade edilecek.” Müslüman olmuş ve Rasulullah’a iltica etmiş her erkek, kâfirlere iade edilecekti. Rasulullah: “Bu olmaz!” dedi. Kâfirlerin murahhası, onların heyetinin başı Süheyl ise: “Bu olmazsa anlaşma da olmaz. Kılıçlarımızla üzerinize geliriz” diyerek diretti. Allah Rasulü ısrar edince, Süheyl”de direnerek “Ben imza atmıyorum” dedi. Rasulullah zahirde çok ağır olan bu maddeyi kabul etti. Henüz müzakere bitmiş, fakat antlaşma yazılmamış, yürürlüğe girmemişti. Tam bu sırada oraya Süheyl’in oğlu Cendel geldi. 17-18 yaşlarında bir genç idi. Daha yeni müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden binbir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerin şakırdısıyla kendini Allah Rasulü’nün huzuruna attı. “Merhamet Ya Rasulallah!” dedi. Vücudundaki mızrak, zincir, kırbaç, sopa yaralarını gösterdi. Allah Rasulü: “Ahidname daha imzalanmamıştır. Ben bunu alıkoya-

“Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan

NEBEVÎ HAYAT

söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu

18

kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.”

KASIM’13


Rabbimizin nezdinde beğenilen İsmail Peygamberin kitapta anılmasına sebebiyet veren özelliği de sözüne bağlılıktır. Abdullah İbnuEbi’l-Hamsa radıyallahuanhanlatıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e daha bi’set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vaadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi. “ Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!” buyurdular.”

cağım” deyince, Süheyl karşı çıktı. “Gördün mü Ya Muhammed! Anlaşmamıza göre oğlumu bana teslim edeceksin!” dedi. Peygamberimizbir söz vermişti, sözünden dönemezdi.

-“Allah’ın Peygamberiyim. Fakat ben Allah’ın dediğinden başka şey yapmam.”

Peygamberimizin içi kan ağlıyordu, onu vermek istemiyordu. Ama bir anlaşma vardı. “Ya Cendel, ne yazık ki seni iade etmemiz gerekiyor” dedi. Babası oğlunun yakasından tutmuş, çekiyor, çekiyordu. Cendel kafasını öbür tarafa çevirmiş, peygamberimizin yüzüne bakıyor. Ya Rasulallah, beni geri mi gönderiyorsun? Ümitlenmiştim, bana sahip çıkacaksın zannediyordum. Beni babamın, bu azgın insanların yanına mı gönderiyorsun, Ya Rasulallah, ben bu ümitlerle zincirlerimi kırmamıştım diyor ve ağlıyordu. Hz. Peygamber ne yapayım ben antlaşma yaptım. Antlaşma yaptığımdan dolayı geri gönderiyorum. Mecburum, dediğinde; Demek antlaşma yaptın Ya Rasulallah, Sen git mi diyorsun gideceğim. Yeter ki sen emret, ben gideceğim, Öl de öleceğim dedi.

Allah’ın Peygamberiyim, ama ben Allah’a isyan etmem.

Ashab-ı Kiram’ın hepsi kılıçlarını yarıya kadar çektiler. “Ya Rasûlallah! Olmaz bu”! dediler. Ömer radıyallahu anhu o kadar galeyana gelmişti ki, Allah Rasûlü ile arasında şu sözler geçti: -“Ya Rasûlallah, Sen bize vaad etmedin mi ki, Kâbe’yi ziyaret edeceğiz.” -“Ben yapmam.”

Allah’ın

dediğinden

başkasını

-“Ya Rasûlallah, sen Allah’ın peygamberi değil misin?”

İşte ahde vefa örneği... Peygamberimiz Hz. Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.” Rabbimiz bizleri de ahdine vefa gösteren rehberi ve önderi olan efendimiz Aleyhissalatuvesselamın izinden yürüyen muvahhid müminlerden eylesin. Amin . Selam ve Dua ile.

------------------------------------------1 A’raf suresi ayet-172 2 Fetih, 48/10 3 Al-i İmrân, 3/77. 4 Bakara, 2/27 5 Ra’d, 13/25 6 En’am,6/152 7 Nahl,16/91 8-Ra’d suresi ayet-25 9 İsrâ, 17/34. 10 Nahl,16/91. 11 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251. 12 Saf,61/ 2-3. 13 Hicr suresi ayet-42 14 Nahl suresi ayet-95 15 Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116). 16 Tevbe suresi ayet-77 17 Nisa suresi ayet-145 18 Mü’minun, 23/8 19 İnsan, 76/7 20 Meryem, 19/54 21 Ebu Davud, Edeb 90, (4996). MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

“Pekâlâ. Cendel git! Allah seni ve seninle beraber bütün mazlumları kurtaracak. İslâm’ın geleceği için benim böyle hareket etmem lâzım” dedi.

-“Ya Rasulallah! Sen Allah’ın Peygamberi değil misin?”

19


"K

im Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde gidecek, barınacak bir çok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhacir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse mükafatı Allah'a aittir." (Nisa, 100)

Muhammed Ali Mücahit

MÜSLÜMANLAR İÇİN HİCRETİN ÖNEMİ HİCRETLE MÜSLÜMANLAR NELER KAZANDI "Hicret, ilk defa, insanlık semâsının ayı, güneşi sayılan Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Musâ, Hz. İsâ gibi

peygamberler tarafından başlatıldı; sonra da bu aydınlık yolun eşsiz rehberi, insanlığın iftihar tablosu ve Efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu yoldan yürüyüp gitti. Kapıyı da kıyâmete kadar arkadan gelenlere açık bıraktı... Ne Mutlu O kapıdan girenlere…."

NEBEVÎ HAYAT

İ

20

slâmî literatürde yer aldığı şekliyle hicretin gayesi, Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek, davete uygun yeni bir merkez oluşturmak, İslâm toplumunu özgür ortamda kendi başına karar verebileceği bir sosyal dokuya, bir millet yapısına kavuşturmaktır. Dolayısıyla Medine'ye, hicretin Müslümanlar için bir kaçış, bir sığınma düşüncesinden kaynaklandığı söylenemez. Elbette hicrette Müslümanların Mekke'de karşılaştıkları dayanılmaz işkence ve tazyikten kurtulma ve güvenli bir ortama intikal etme arzuları da söz konusudur. Ama indirgemeci bir yaklaşımla hepsini sadece buna irca etmek, hicreti bütünüyle anlamamak demektir. KASIM’13

Çünkü hicret, Müslümanlar için son gaye değil, esas hedeflere ulaşmak için bir plânlama dönemi sayılır. Bu mânâda hicret, okun hedefini bulmak için yola çıkmadan önce yayın gerilme ânını temsil eder. Bir başka açıdan ise; şâyet hicret, kuru bir göçten ibaret olsaydı, Mekke ve çevresindeki müşriklerin, Müslümanları rahat bırakmaları gerekirdi. Hâlbuki gerek Habeşistan, gerekse Medine Muhâcirleri, hicretten sonra da müşriklerce sürekli rahatsız edilmişlerdir. Çünkü onlar, Müslümanların, hicret diyarında güçlenerek Mekke’yi geri alacaklarının farkındaydılar.


“Gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarını terk edendir.” Buradan bize şu pay çıkar: Bizim hergün sayısız kere yapabileceğimiz bir hicret çeşidi vardır. Hem de Hz. Peygamber (sav) tarafından en fazîletli hicret diye adlandırılan bir hicret. Allah’ın yasakladığı şeyleri terketme... Günahlardan uzak kalma.. İşleyebilecekken, hiç mani yokken bile, küçük bir isyan da olsa terketme.. Haramlardan helâllere hicret.. İsyandan itaata hicret.. Mekruhlardan sakınıp, bid’atlardan uzak kalarak nafileleri yapma ve sünnetleri yaşamaya hicret.

1. Hicret Edenler: Dış Dünyayı İmar Edebilmek İçin İç Dünyalarını İmar Etmelidirler Kendi değerlerine aşkla bağlı topluluklar, fikirlerini başkalarına ulaştırmak için her türlü zahmete katlanmayı göze alırlar. Ancak bunun öncesinde şu husus hicretin kamil manada olmazsa olmazlarından sayılır. İslam Medeniyetinin inşasında rol alanların ortak özelliklerinin, iç dünyasını imar edebilenler olduğu görülür. İşte bunlar dış dünyayı da hakkıyla imar etmişlerdir. Kendini aşabilenler başkalarına rehberlik edebilmişlerdir. Bu şahsiyetler şu hadisi minhac edinenlerdir: “Gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarını terk edendir.”1 Buradan bize şu pay çıkar: Bizim hergün sayısız kere yapabileceğimiz bir hicret çeşidi vardır. Hem de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından en fazîletli hicret diye adlandırılan

bir hicret. Allah’ın yasakladığı şeyleri terketme. Günahlardan uzak kalma... İşleyebilecekken, hiç mani yokken bile, küçük bir isyan da olsa terketme. Haramlardan helâllere hicret... İsyandan itaata hicret. Mekruhlardan sakınıp, bid’atlardan uzak kalarak nafileleri yapma ve sünnetleri yaşamaya hicret. 2. Hicret Edenler: Aksiyon Sahibi, Çalışkan ve Diri Olmalıdırlar Bu mânâda yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkaran önemli gelişmelerden biri hicreti takip

eden yıl içinde Muhâcirlerin Medine’ye uyum sağlayabilmeleri ve Ensâr’la ülfetlerini sağlayıcı kardeşliği tesisidir.2 Buna göre kardeşler, ortaklaşa çalışacaklar, elde ettikleri geliri bölüşeceklerdi. Üstelik aralarında miras da geçerli olacaktı. Bu formül herkese duyuruldu. Bütün halkın rıza gösterdiği anlaşılınca Hz. Peygamber (s.a.v) süratle Muhâcirlerden 186 aileyi aynı sayıda Ensâr’ın yanına yerleştirdi. Ensâr, mal varlığının yarısını kardeşlerine vermek istese de Muhâcir kardeşleri onların hurmalıklarında çalışarak gelir elde etmeyi yani alın teri-el emeğiyle geçinmeyi tercih ediyorlardı. Bazıları da Ensâr kardeşlerinden borç alarak çarşı-pazarda iş yapıyorlardı. İleride Bahreyn arazisi ve Benî Nadîr’den kalan ganimetler taksim edilirken Ensâr, hisselerine düşen paydan Muhâcirler lehine vazgeçtikleri gibi, onları bahçe gelirlerine de hissedar etmeye devam ettiler. (Enfâl sûresinin 75. âyetiyle kardeş yapılanlar arasında önceden geçerli olan miras hükmü kaldırılmış; veraset kan akrabalığına ait kılınmıştır.)3 Ve böylece kardeşini kendi egolarından önde tutan ince örnekler yaşandı. Yardımlaşma konusunda en çaplı örneklere bu dönemde rastlanır. Öte yandan Muhâcirler de 13 yıl boyunca edindiği tecrübeleri Ensâr kardeşlerine aktaracaklardı. Böylece iki zümre arasında arzulanan mefkûre beraberliği sağlanmış olacaktı. Sonuç olarak başlığımızın cevabını şu başlıklarla verebiliriz. 1- Hicret; Geçmişe Format Atar, İnsanları Yeniler İnsan, bulunduğu yerde zamanla eskir. İnsanlık gereği geçmişte yaptıkları hatalarıyla anılır. Dolayısıyla komşuları, çevresi, ana-babası ve akMUHARREM 1435

O’nun İzinde...

HİCRETİN MEYVELERİNİN OLGUNLAŞMA SÜRECİ

21


rabaları tarafından ya dünkü çocuk veya şöyle böyle yapmış bir kişi olarak anılır. Ancak hicret düşüncesiyle gittiği yerde âdeta sıfır kilometre olur. Başkaları tarafından kabulü daha kolay olur. Mazisiyle yâd edilmez. Çocukluk günlerinde yaptığı küçük hatalarla anılmaz. Bu da muhacire, anlatacağı şeylerin tesirinde önemli bir güç vermiş olur. Nitekim hicret eden Ashab’a baktığımızda bunu oldukça net olarak görmemiz mümkün. Mekkeliler Hz. Bilal’e siyahî bir köle olarak bakıyorlardı. İbn Mes’ud’un yanlarında bir değeri yoktu. Zeyd b. Harise azatlı da olsa netice itibariyle bir köleydi. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebu Talib’in yetimiydi... Ancak Medine döneminde durum tamamen farklı oldu. Onlar Medine’de birer efendi olarak karşılandı. Köleliklerinden herhangi bir eser kalmadı. Birer muallim ve üstad olarak kabul edildiler. Zira hicret, onların hayatlarında bereketli ve yeni bir sayfa açtı.

bir kişi dahi olsa insanların kalplerine girip onları şirkten ve puta tapıcılıktan uzaklaştırmaktı. Taif’e bu maksatla gitmiş, orada kendisine içecek ikram eden Rukayka adlı bir kadına “Onların putuna tapma, ona dönerek dua edip namaz kılma.” diyerek, İslâm’ı tebliğ etmiştir. Kadının “Böyle yaparsam beni öldürmelerinden korkuyorum.” demesi üzerine “Sana bunu söylerlerse, ‘Rabbime ve bu putun Rabbine’ de; dua ettiğinde de sırtını ona dönerek dua et” buyurarak, müşrik kavmi içinde imanını nasıl koruyacağını öğretmiştir. Taifliler, Müslüman olduktan sonra Rukayka’nın çocukları Allah Rasûlü’nün huzuruna gelmişler; Rasûl-i Ekrem Efendimiz Taif hicretinin meyvelerinden birisi olan Rukayka’nın durumunu çocuklarına sormuş; onlar “Senin bıraktığın hâl üzere öldü.” deyince, Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “O hâlde anneniz Müslümandır.” buyurarak, farklı din mensupları arasında imanı muhafazanın ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir.5

2- Hicret; Tebliğ İçin Yeni İhtidalara Vesiledir.

NEBEVÎ HAYAT

Ashab-ı Kiram, Efendimiz’in dâr-ı bekaya irtihalinden sonra muhacir olarak farklı beldelere gidip yerleşmiş; talebelerine Kur’ân ve Sünnet’i öğreterek İslâm’ın o bölgelere yerleşmesine vesile olmuştur. Kuzey Afrika’dan, Orta Asya’ya kadar birçok beldede sahabî kabirlerinin mevcudiyeti, hattâ bu kabirlerin bulundukları bölgelerdeki insanların zihinlerinde dinî açıdan taşıdığı önem, onların kabirleri ile bile halen çağrılarını ve hizmetlerini sürdürdüklerini göstermektedir. Meselâ İstanbul’da Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin ve Semerkant’da Şah-ı Zinde lakabıyla anılan Kusem b. Abbas’ın (r.a.) kabirlerinin, bulundukları toplumun hayatında önemli bir yeri vardır. Kusem b. Abbas, Hz. Ali Efendimiz’in şehit edilmesinden sonra Semarkant’a gitmiş ve uzun süre o bölgede kalarak Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) davetini o bölgeye taşımıştır.4

22

Peygamber Efendimiz, bi’setten sonra sürekli hicret edip, İslâm’ı tebliğ edebileceği insanlar aramıştır. Allah Rasûlü (s.a.s.), hac ve panayırlara katılmak maksadıyla Mekke’ye gelip Mekke civarında konaklayanlara uğramış, “Kureyş, Rabbimin (azze ve celle) kelamını tebliğ etmemi engelledi. Beni, kavminin yanına götürecek bir kişi yok mu?” diyerek, hicret edeceği bir belde ya da kabile aramıştır. O’nun maksadı KASIM’13

“Sana bunu söylerlerse, ‘Rabbime ve bu putun Rabbine’ de; dua ettiğinde de sırtını ona dönerek dua et”

3- Hicret; Fetih İçin Mukaddes Beldelerden Bile Ayrılmaktır “Ümmetimin seyahati cihaddır.”6 Mekke-Medine, Allah Rasûlü’nün ifadesiyle, ibadet maksatlı ziyaret edilebilecek üç mescidden ikisini barındıran ve her köşesinden dinî hayatı canlı tutma adına hâtıra ve işaretlerin fışkırdığı mübarek beldelerdir. Kâbe her Müslüman’ın görmek için can attığı, Mescid-i Nebevî ve Ravza komşusu olmak için fedakârlıklara katlanılan yerlerdir. Ancak Mekke ve Medine’nin Efendimiz zamanındaki sahipleri olan sahabîler, bu mukaddes topraklardan ayrılıp başka yerlere göç etmişlerdir. Demek ki, onlara göre bu mukaddes beldelerde kalmaktan daha önemli şeyler vardı: Hicret ve Cihad. Peygamberimiz hayatta iken kaç sahabî olduğuna dair farklı rivayetler vardır. Yüz bin, yüz otuz bin rakamları zikredilmektedir. Bunun yanında Medine’de medfun sahabîlerin sayısı on bin civarında tespit edilmiştir. Mekke ve yakın yerlerdekiler de düşünülürse bu sayı yirmi-otuz bin civarındadır. Demek ki, geriye kalan sahabîler


İslâm tarihinde hicret, fedakârlığın, azmin, sabrın, Allah rızası için uzak mekanlara İslâmî telâkkiye göre hicret, dinî ve ahlâkî alanda bütün inanış, bağlanış, sadakat ve samimiyet örneklerinin müjdeler götürmenin, ciddiyetin, gayretin, çalışkanlığın, üretkenliğin, yardımseverliğin, ihsanın, îsârın, siyasî ve idarî alanda müesseseleşmenin, mabet ve mektep oluşumunun, birlik ve dayanışmanın, üstün vazife şuurunun, derin sorumluluk anlayışının hem eseri hem de kaynağıdır.

Sonrasında da İslam tarihi boyunca bu babayiğitler varolmuştur. Fetihler ve diplomatik münasebetler hicret için bir vesile bilinmiştir. Hicret düşüncesi Müslümanları sürekli yeni imkânlar aramaya ve farklı milletlerin arasına girmenin yollarını araştırmaya sevk etmiştir. Mukaddes göçler, her zaman evrensel medeniyet havuzlarının ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. MS. 756 yılında Abbasi Halifesi Ebû Cafer el-Mansûr’un askerleri, bir ayaklanmada Çinlilere yardım etmişler, buna karşılık Çinliler dört bin kadar Müslüman askerin Çin’e yerleşmesine izin vermişlerdir. Çin’e yerleşip, yerli halkla evlenen Müslümanlar, zamanla çoğalmışlar; kıtlık zamanlarında Çinlilerin yetim kızlarını alıp büyütmüşler ve evlendirmişlerdir. Böylece Çin’de İslâm, hicret ile yayılmıştır. Keza Yuan hanedanı döneminde Çin’e büyük bir Müslüman göçü olmuş; âlimler, sanatkârlar ve tacirler gelip Çin’e yerleşmişlerdir. Bu ilk Müslüman muhacirlerin astronomi ve takvim konusundaki bilgileri ve zanaatlarındaki başarıları onların Çinliler tarafından saygı ifade eden Hui-hui şeklinde anılmalarına sebep olmuştur. Bu hanedan döneminde önemli devlet görevlerinin birçoğunda Müslümanların bulunduğu kaydedilmektedir.7 Çin’e yerleşen Müslümanlar İslâmî kimliklerini kaybet-

memişler; ama Çinlilerin dil ve kültürlerini benimsemişlerdir. Camilerinde, giyim ve kuşamlarında Çin mimarisinin tesirini görmek mümkünse de dinlerini muhafaza etmeleri onlara yeni bir terkip imkânı sunmuş, en eski Müslüman cemaatlerinden birisi olan Çin Müslümanları, varlıklarını ve medeniyetlerini bugün hâlâ zor da olsa devam ettirmektedirler. 4- Hicret; İlim İçin İlim tahsili maksadıyla ashâb-ı kiram döneminden itibaren uzun yolculuklar yapılmıştır. Hatta birçok âlim tek bir hadisi öğrenmek için uzun yolculuklara çıkmışlardır. Hayatı boyunca birçok beldeye yolculuk yapmış tabiîn âlimlerinden Şa'bî “Bir kimse, hikmetli bir tek söz için Şam’ın bir ucundan Yemen’in öbür ucuna kadar gitse bile bu yolculuğu boşuna yaptığını düşünmem.” demiştir.8 Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz, fethedilen Kuzey Afrika’ya İsmail b. Abdullah’ı vali olarak atamış, yanında da on seçkin âlimi eğitim için görevlendirmiştir. Afrika’da İslâm’ın yayılmasında göçler ve eğitimin önemli bir yeri vardır. Müslümanların gittikleri yerlerde yaptıkları ilk iş, çocuklar ve yerli halk için okullar kurmak olmuştur. Böylece her gittikleri yere inanç ve kültürlerini taşımışlar; medeniyetlerini tesis etmişlerdir 5.- Hicret; İslam Devletinin Gücünü Arttırmak İçindir İslam sancağının hakim olduğu topraklarda asla İslam orduları durmamış, durgun bir su olmamış, devamlı çağlayan gibi akmışlardır Osmanlı İmparatorluğu sürecinde akıncılar buna çok güzel bir örnektir. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

memleketlerini, inandıkları hakikatleri insanlara ulaştırmak için, dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Onlar, “Mekke-Medine gibi, insanları büyüleyen güzel yurtlarından ayrılarak, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in nurunu, davasını dünyanın dört bir yanında bir bayrak gibi dalgalansın diye gittiler; gittiler ve bir daha da geriye dönmediler. Mesela, bunlardan biri Ümm-ü Haram’dır. O, Efendimiz’den aldığı müjde ile, yaşlı haliyle çıktığı Kıbrıs seferinde şehit olmuş ve oraya gömülmüştür.”

23


GERÇEK MUHACİRLER;

olmazsa olmaz şartı olan özgür ortamın sağlan-

"HİCRETİ, KÜLFET GÖRENLER

bir kavşaktır. Dolayısıyla İslâm’ın toplum de-

ması ve istiklâle ulaşılması noktasında” önemli

DEĞİL HİCRETİ NİMET

ğerlerinin insanlık ufkunda kanatlanması adına

SAYANLARDIR"

üçlüsünün gerekliliğinden uzak kalan, şuurunu

“İman; hicreti celbeder; hicret de, cihadı celbeder.” “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar.”9 İslâm tarihinde hicret, fedakârlığın, azmin, sabrın, Allah rızası için uzak mekanlara İslâmî telâkkiye göre hicret; dinî ve ahlâkî alanda bütün inanış, bağlanış, sadakat ve samimiyet örneklerinin

önemli bir dönüm noktasıdır. İman, hicret ve cihat kaçırmış olan günümüz Müsmanları da elbetteki yukarıdaki kazanımların çoğundan uzak kalmışlardır. Ve bundan sebeptir ki hicret bunların nazarında adeta sıradanlanmış, günü geldiğinde bir mevlüt kandili gibi kutlanır hale gelmiş ve fertleri camilerde hicret hadisesini bir masal gibi dinler hale getirmiştir. Ey Rabbimiz! Bizleri, hicreti gerçek anlamda kavrayan ve yaşayanlardan eyle. (Amin)

müjdeler götürmenin, ciddiyetin, gayretin, çalışkanlığın, üretkenliğin, yardımseverliğin, ihsanın, îsârın, siyasî ve idarî alanda müesseseleşmenin, mabed ve mektep oluşumunun, birlik ve dayanışmanın, üstün vazife şuurunun, derin sorumluluk anlayışının hem eseri hem de kaynağıdır. Hicretin mayası çok verimli bir zemindir. Bütün İslâmî güzelliklerin, hicret bahçesinde çiçek açıp en güzel meyvelerini verdiğinden hiç

NEBEVÎ HAYAT

şüphe yoktur. Öte yandan hicret, sosyo-ekonomik

24

alanda ve eğitim-öğretim sahasında müesseseleşmenin kaynağı olarak bilinir. Bu açıdan hicret, İslâm tarihine “içtimâî oluşumun temellerini atabilme, kendi başına karar verebilme, İslâm toplumunun güçlenmesi ve İslâm’ın yayılması adına taktik ve stratejiler geliştirebilme gibi hususların KASIM’13

-----------------------------1 (Buhari, iman 4) 2 İbn Hişam, es-Sîre, 2/150-153; İbn Sa’d, Tabakât, 1/238-239; Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 2; Müslim, Fedâil 203, 204, 205, 206; Kardeşliğin verimli sonuçlarının Medine-İslâm toplumuna yansıması konusunda örnekler ve yorumu için bk. Hüseyin Algül, İslâm tarihi, 1/330-335.3 Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 10/15; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul ts., 7/4843. 4 (İbnu'l-Esîr, 4/392) 5 (Heysemî, 6/35) 6 (Ebu Davud, cihad 6) 7 (Ebulfazl İzzeti, İslamın Yayılış Tarihine Giriş, İnsan Yay.) 8 (İbn Abdilberr, 1/94,95) 9 Tevbe 9’20


Ali Yücel

BİR HADİS BİR YORUM

MÜBTELA OLDUK HER TÜRLÜ ZEVK-Ü SEFAYA

RİAYET KALMADI AHDE VEFAYA َ ّ ‫الخدْ ِري رضي‬ :‫وس ّلَم َقال‬ ُ ‫ص ّلى ا‬ ُ ‫َع ْن أبي َس ِعي ٍد‬ َ ‫هلل َعلَ ْي ِه‬ َ ‫الل َعن ُه أ ّ َن النبي‬

‫ أال وال َغادر أ ْعظ ُم َغدْ ًرا ِم ْن أمير عا ّ َم ٍة‬، ‫إس ِته يَ ْو َم ال ِقيام ِة يُ ْر َف ُع لَ ُه ِبقدْ ِر غدْ ِر ِه‬ ْ ‫لِ ُك ِّل َغا ِد ٍر لِوا ٌء ِعن َد‬ sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”3 Kitabı Mübin’de vefasızlık, Rabbine karşı gelenlerin, nankörlerin, ilahi lanete düçar olanların, rahmet-i ilahiden kovulanların, helaka uğrayanların vasfı olarak anlatılmaktadır. Vefa ise, yiğit adamların, sadıkların, emanete güvenilir bir şekilde sahip çıkanların özelliği olarak anlatılmaktadır. “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadakat gösterenleri sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tövbe ederlerse) tövbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”4 Ahde vefa imanın gereğidir. Müslüman’ın sözünden cayması beklenilen bir şey değildir, O sözüne sadık olmakla bilinir. Şartların zorluğu, kendisini söz verdiği şeyi yerine getirmekten alıkoymamalıdır. Uhud savaşının en nazik ve hassas zamanında Enes b. Nadr’ın “Cennetin kokusunu Uhud’da duyuyorum” diyerek meydana atılıp şehit oluncaya kadar çarpışması en zor şartlarda MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

A

llah (azze ve celle) kudretiyle insanoğlunu yaratmış, sayılamayacak nimetleri emrine amade kılmış ve ibadet ile mükellef tutup kendisinden ahit/söz almıştır. “Ey Âdemoğulları! Şeytana kulluk yapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size ahit vermedim mi?”1 Allah’ın emirlerini yerine getirip fıtratına uygun davrananlar olduğu gibi O’na isyan edip yaratılış fıtratına muğayir davrananlar da olmuştur. Ahdine sadık olanlar yeryüzünü ihya ettiği gibi vefasız davrananlar da yeryüzünü meşgul edegelmişlerdir. “Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler”2 buyruğunda ifade edilen misaka ve ahde imtihan dünyasında vefalı davrananlar, kulluk görevini tam manasıyla yapmaya çalışanlar Allah’ın insanı sorumlu tuttuğu emanet-i kübraya ihanet etmemiş buna mukabil hıyanet içerisinde bulunan hasta ve bozuk fıtratlılar ise bir zamanlar ikrar edip kabul ettikleri ahde ve söze sadakatsiz davranmakta beis görmemişlerdir. Nuh, Âd, Semud, Medyen kavimlerinin kıssalarını öğüt almamız için hatırlattıktan sonra şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz: “Onların çoğunda,

25


O’nun vefakarlığı ile ilgili anlatılan şu olay, Hz. Peygamber’in hassasiyetini en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır: Abdullah b. Ebu’l-Hamsâ anlatıyor: “(Peygamber olarak) gönderilmeden önce Rasûlullah (aleyhisselam) ile bir alışveriş yapmıştım. Kendisine bir miktar vereceğim kalmıştı. Borcumu kendisiyle anlaştığımız bir yere getireceğime dair söz vermiştim. Ama ben (bu sözümü) unuttum, (ancak) üç gün sonra hatırladım. Bunun üzerine hemen (yola çıkıp kararlaştırdığımız yere) vardım. Bir de ne göreyim! O, sözleştiğimiz yerde hâlâ duruyordu. “Delikanlı bana zahmet verdin. Ben burada üç gündür seni bekliyorum” buyurdu. Söz verdiği zaman sözünde durmayan, randevusuna geç kaldığı gibi "ne olacak beş-on dakikadan, bir-iki saatten" diye pişkinlik gösteren onun ümmetinin fertlerinin vefa anlayışıyla gerçek vefanın arasında ne kadar da fark var! “Ey iman edenler! Akitleri/sözleşmeleri yerine getiriniz”, “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir” “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır” ilahi buyruklarına tam manasıyla teslim olanla inandığı kitabın mahiyetinden habersiz zavallıların sözde durma anlayışı ne kadar da farklı! Ya Rabbi! Sen, bizi sözünde duranlardan eyle!

NEBEVÎ HAYAT

bile ahde vefa gösterilmesi gerektiğinin örneklerindendir. Hz. Enes’in yeğeni ve Peygamber efendimizin hizmetkârı Enes b. Malik, “Allah’a verdiği sözde duran yiğit erler” ayetinin Enes b. Nadr ve benzerleri hakkında nazil olduğunu belirtmektedir.5

26

Tur dağının şahitliği ve gölgesinde Allah’a verdikleri sözü bozmakta beis görmeyen İsrailoğulları, karakter haline getirdikleri bu hastalıklı davranışlarının neticesinde peygamberlerini bile öldürmekte beis görmemeye başlamış, ahit ve sözlerine ihanet etmişlerdir. Verdikleri sözde durmadıkları için ilahi lanete düçar olmuşlar, kalpleri katılaşmış/mühürlenmiş, öyle ki taşlar bile onların kalpleri yanında daha yumuşak telakki edilmiştir.6 Yahudilerden sonra hristiyanlar da aynı davranışı devam ettirmiş ve ilahi ahde sadakatsiz davranmışlardır.7 En büyük ahde, vefa göstermemenin neticesinde insanlar arasındaki muamelelerinde de aldatıcı davranmaktan çekinmemişlerdir. Zaten Allah’a verdiği sözde sadık olamayanlardan, O’na karşı vefalı davranmayanlardan vefa beklemek abesle iştigal etmektir. Ümmet-i Muhammed ise, doğru yoldan sapmış ve Allah’ın kendilerine gazap ettiği kimselerden söz olarak Allah’a sığınırken davranış olarak onlara benzememelidir, onun önünde her türlü erdem ve ahlakın tamamlayıcısı ve zirvesi bir önder, bir peygamber vardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da O’nu kendine rehber ve örnek almalıdır. KASIM’13

Hz. Peygamber’in ahdine sadakatini, kendisine amansız düşmanlık yapan müşriklerin bile ikrar edip “el-Emin” diye kendisini tesmiye etmeleri onun bu konuda ne kadar hassas olduğunun bir işaretidir. Bizans imparatoru Heraklios’un, o zamanlar daha müslüman olmayan Ebu Süfyan’a Hz. Peygamber ile alakalı sorduğu sorulardan biri de “Hiç sözünde durmamazlık yaptı mı?” sorusuydu. Ebu Süfyan, alemlere rahmet Hz. Muhammed’in (aleyhisselam) ahlakından ötürü “Hayır, yapmadı” cevabını vermek zorunda kalmıştı.8 Vefasızlığı münafıklık alameti, davranış bozukluğu ve kişisel hastalık olarak değerlendiren Rasûl-ü Ekrem efendimiz, Allah’a ve ahiret gününe iman eden, Allah'ı her daim zikreden ve gerektiği gibi O'na ibadet etmeye çalışan herkesin her konuda "en güzel örneği" ise şayet, ahde sadakat ve vefa konusunda da "en güzel örnek" olmalıdır, onun davranış ve sözleri vefakârlık anlayışımızın temel referansını oluşturmalıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rabbinin ahdine sadık kaldı, yalnız bırakılsa da, her türlü baskıya maruz kalsa da, yerinden yurdundan edilse de vefasız olmadı, taşlansa da ahdini bozmadı, durmadan yılmadan davasını anlattı. Ailesine karşı vefakardı, onları mahcup etmedi, ettirmedi. Amcası Ebu Talib’e her zaman vefalı davrandı. Komşularına, akrabalarına o kadar güven telkin etmişti ki insanlar kendilerinden çok ondan emin-


Söz verdiği zaman sözünde durmayan, randevusuna geç kaldığı gibi "ne olacak beş-on dakikadan, bir-iki saatten" diye pişkinlik gösteren onun ümmetinin fertlerinin vefa anlayışıyla gerçek vefanın arasında ne kadar da fark var! “Ey iman edenler! Akitleri/sözleşmeleri yerine getiriniz”,11 “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”12 “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır”13 ilahi buyruklarına tam manasıyla teslim olanla inandığı kitabın mahiyetinden habersiz zavallıların sözde durma anlayışı ne kadar da farklı! Ya Rabbi! Sen, bizi sözünde duranlardan eyle! Savaş şartlarında bile antlaşmasına, sözüne ve ahdine sadık kalmıştır Hz. Peygamber. Huzeyfe b. el-Yeman (radıyallahu anhu) anlatıyor: “Bedir’de bulunmamdan beni meneden bir şey yoktu. Şu kadar var ki ben, babam Huseyl ile beraber (yola) çıktım. Kureyş kâfirleri bizi yakaladılar. "Siz muhakkak Muhammed'in yanına gitmek istiyorsunuz!" dediler. "Biz onun yanına gitmek istemiyoruz; biz ancak Medine'ye gitmek istiyoruz." dedik. Bunun üzerine bizden Medine'ye gideceğimize ama Rasûlullah ile birlikte savaşmayacağımıza dair Allah adına ahd-ü misak aldılar. Sonra Rasûlullah’ın (aleyhisselam) yanına gelerek haberi kendisine ilettik. O da şöyle buyurdu: “Haydi gidin! Biz onlara verdiğimiz sözü tutar, onlara karşı Allah’tan yardım dileriz!”14 MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

diler çünkü ona, “el-Emin” diyorlardı, insanların nazarında en güvenilir kimseydi. Bütün insanlara vefalı idi, Rabbinin davasını tastamam anlatmış, bu konuda her türlü çabayı sarf etmiş ve elinden geleni ardına koymamıştı. Hudeybiye Musalahasında, o çetin anlaşma şartlarına ve sahabelerin içinde bulunduğu duygu yoğunluğuna rağmen huzuruna bukağılar içerisinde getirilen Mekke müşriklerinin temsilcisi Süheyl b. Amr’ın, yeni müslüman olan oğlu Ebu Cendel’i, anlaşmanın gereği olarak müşriklere teslim etmiş, ahdine sadık kalmıştır. Mekke’de müşrikler içerisinde kendisine ilişmeyen ve koruyup kollayan, hoşlanmadığı şeyleri yapmayan ve ona eziyet etmeyen, boykot belgesinin yırtılması için teşebbüslerde bulunan Ebu’l-Bahteri’ye olan vefakarlığından dolayı Bedir Savaşında öldürülmemesini istemişti Efendiler efendisi.9 O’nun vefakarlığı ile ilgili anlatılan şu olay, Hz. Peygamber’in hassasiyetini en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır: Abdullah b. Ebu’l-Hamsâ anlatıyor: “(Peygamber olarak) gönderilmeden önce Rasûlullah (aleyhisselam) ile bir alış-veriş yapmıştım. Kendisine bir miktar vereceğim kalmıştı. Borcumu kendisiyle anlaştığımız bir yere getireceğime dair söz vermiştim. Ama ben (bu sözümü) unuttum, (ancak) üç gün sonra hatırladım. Bunun üzerine hemen (yola çıkıp kararlaştırdığımız yere) vardım. Bir de ne göreyim! O, sözleştiğimiz yerde hâlâ duruyordu. “Delikanlı bana zahmet verdin. Ben burada üç gündür seni bekliyorum” buyurdu.10

27


Ebu Said el-Hudri’den (radıyallahu anhu) rivayet edildiğine göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü her vefasız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefasızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefasızlık açısından umumun idaresini üstlenmiş yöneticiden daha büyük vefasız yoktur.”

Cahiliye devrinde yapılan antlaşmaların bile bozulmasını istemeyen Rasûl-ü Zi-Şan efendimiz bu konuda da oldukça duyarlı ve hassas davranmıştır. Abdurrahman b. Avf’ın (radıyallahu anhu) belirttiğine göre şöyle buyuruyor Efendimiz: “Amcalarımla birlikte Mutayyibîn antlaşmasında bulundum. Benim kırmızı develere/maddi imkanlara sahip olmam karşılığında bile o antlaşmayı bozmak istemem.”15 Mekke’nin fethinde, Kabe’nin basamaklarında şöyle buyurmuştu: “Kimin cahiliyet devrinden kalma bir antlaşması varsa, (bilsin ki,) İslam ona kuvvetten başka bir şey ilave etmez/antlaşmasının gereğini yerine getirmesini ister.”16

NEBEVÎ HAYAT

Önünde böyle bir örnek, önder ve rehber bulunan İslam ümmetinin vakıası, yaşantısı, ticareti, siyaseti, aile içi münasebetleri, arkadaş ilişkileri vefasızlığın her türlüsüne şahit olabilmektedir. Allah’a verdiği ahitte vefalı olmayan peygamberine, onun sünnetine vefasız davranabilecektir. Mukaddesatına vefası olmayan ailesine ihanet edebilecektir. Bir çok yitik yadigarımız gibi vefa hissi de tekrar canlandırılıp diriltilmeden, bu konuda hassas davranılmadan ilerlemek, hedefe varmak mümkün olmayacaktır. İlahi desteğe ulaşmanın yollarından biri de hiç şüphesiz vefalı olmaktır. Zira yahudileri ilahi rahmetten kovan vefasızlıklarıdır.

28

Verilen sözü yerine getirmenin en temel kaidesi, isyan ve günah için değil hak ve hayır için verilmiş olmasıdır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Her kim Allah'a itaat etmeyi nezrederse, Allah ‘a itaat etsin. Her kim de Allah ‘a karşı masiyet işlemeyi nezrederse, sakın Allah'a asi olmasın!"17 Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hiç konuşmamaya, gölgelenmemeye, oturmamaya söz veren sahabesi Ebu İsrail’e müdahale etmiş ve bu sözünden vazgeçmesini emretmiştir. İnsan, günah KASIM’13

sayılan hususlarda söz vermiş ise bu söze riayet etmemesi, daha hayırlı olanı yapması gerçek vefakârlıktır. Vefanın bir çeşidi de geçmişten ibret almaktır. Eskiden fakir olup sonradan imkânı düzelenin eski halini unutmaması gerçek bir vefakârlık örneğidir. Bireylere ve toplumlara yönetici olanların vefasızlık yapması yönettikleri insanların sayısınca kendilerine vebal olacak ve ihanetleri de o ölçüde karşılık görecektir. Bu gün hayatın normal bir parçasıymış gibi telakki edilen, bir çok vaatlerle yönetici olmuş ama verdiği sözleri tutmamakta beis görmeyen kimselerin ve vefasızlığı önemsemeyip küçük gören herkesin kulaklarına küpe mahiyetinde şu hadis-i şerifle sözü “Efendiler efendisine” bırakıyoruz. Ebu Said el-Hudri’den (radıyallahu anhu) rivayet edildiğine göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü her vefasız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefasızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefasızlık açısından umumun idaresini üstlenmiş yöneticiden daha büyük vefasız yoktur.”18 ---------------------------------------------------1 Yasin Suresi 60-61. 2 A’raf Suresi 172-173. 3 A’raf Suresi 102. 4 Ahzab Suresi 23. 5 Bkz. Buhari, Cihad 12 (Hadis no: 2805, 4048, 4783) 6 Konuyla ilgili olarak bkz. Bakara Sûresi 63, 74, 93. Maide Suresi 13. 7 Bkz. Maide Suresi 14. 8 Hadis için bkz. Buhari, Bed’ül-Vahy 6. 9 İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye 3/428-429. 10 Ebu Davud, Edeb 89 (Hadis no: 4996) Şuayb el-Arnavut, hadisin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir. 11 Maide Suresi 1. 12 İsra Suresi 34. 13 Ra’d Suresi 20. 14 Müslim, Cihad ve Siyer 35 (Hadis no: 1787) 15 Buhari, Edebü’l-Müfred 567. 16 Buhari, Edebü’l-Müfred 570. 17 Buhari, Eymân 28 (Hadis no: 6696, 6700) 18 Müslim, Cihad 15-16. Ayrıca bkz. Tirmizi, Fiten 26.


Nedim Bal

BİR KONU BİR AYET

SÖZLERİN EN BÜYÜĞÜ ‫ين ُيوفُو َن بِ َع ْه ِد اللّٰ ِه َو َلا‬ َ ‫اَلَّ ٖذ‬ َ‫َي ْنق ُ​ُضو َن الْ ٖمي َثاق‬

“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.” (Rad, 20)

A

llah ve Rasulüne iman edip emirlerine itaat eden, salih amellerle meşgul olup

şirk, küfür ve günahlardan sakınan HAK ehli ile tağutlara iman edip onların emirlerine itaat eden şirk ve küfür içinde bulunup günahlarla meşgul olan Batıl ehlinin mücadelesi kıyamet gününe kadar devam edecektir.

“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.” (Rad:20) Ahid; söz vermek, yemin etmek, ittifak kurmak, bir şeyi korumak anlamlarında kullanılan İslami bir kavramdır. Ahid muhatapları açısından üç kısma ayrılır: 1- İnsanların yüce Allah’a verdikleri ahid:

Şanı yüce olan Allah, razı olduğu ve kendile-

Bu, insanoğlunun kendisini ve kainatı yoktan

rini razı edeceği HAK ehlinin üstün özelliklerini

var ederek yaratan yüce Allah’a verdiği iman, tes-

bizlere açıklamaktadır.

limiyet ve kulluk sözü/ahdi'dir. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

Bismillahirrahmanirrahim

29


“Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sülblerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” (Araf:172) 2- Yüce Allah’ın müminlere verdiği ahid/söz: “Yemin olsun ki, hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Benim yolum da eziyete uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin günahlarını örteceğim ve onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükafat Allah tarafındandır.” (Ali İmran:195) “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetleri hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Bende size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.”(Bakara: 40) 3- İnsanlar arasındaki ahitleşmeler: İnsanlar arasındaki ahid/sözleşmeler sosyal, ticari ve askeri alanların tümünü kapsamaktadır. Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün ele başlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riâyet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.” (Tevbe:12) “Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Müminun:8) “Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl:91) “Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.”

NEBEVÎ HAYAT

İbni Kesir (rahimehullah) bu ayeti kerime

30

hakkında şöyle der: “Allah’a iman edip teslim olan müminler, anlaşma yaptıklarında ihanet eden, düşmanlıkta haddi aşan, söz söylediğinde yalan söyleyen, kendine bir emanet verildiğinde ihanet eden münafıklar gibi değillerdir.” Aynı ayeti kerime için Seyyid Kutub (rahimehullah) şunları ifade ediyor: “Allah’a verilen söz bütün sözlerin üzerindedir. Allah ile yapılan anlaşma bütün anlaşmaların üzerindedir. Sözlerin en üstünü iman (La ilahe illallah) sözüdür. Anlaşmaların en büyüğü de bu imanın gereklerini yerine getirme anlaşmasıdır. Bizim inancımıza göre, bu söz/ahid daha henüz sülbündeyken Ademoğlundan alınan ahittir. “Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sülblerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”(Araf:172) İnsanoğlu bu ahitle yalnızca Allah’a kulluk etme, O’na boyun eğme, salih ve yararlı ameller işleme ve yalnızca sözün sahibi olan Allah’a yönelme gibi imanın gereklerini ortaya koyma görevlerini üstlenmiştir. Sonra insanlarla yapılan tüm sözleşme ve anlaşmalar ilahi sözleşmeye ve anlaşmaya dayanacaktır. İster bu anlaşmalar Peygambelerle yapılsın ister insanlarla, ister akrabalarla yapılsın ister topluluklarla kısaca kiminle yapılırsa yapılsın durum aynıdır. Onun için Allah’a verdiği ilk söze riayet eden, diğer sözlere de riayet eder. Çünkü bunlara riayet etmek farzdır. Aynı şekilde Allah ile anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getiren kimse diğer insanlarla yaptığı anlaşmaların da yükümlülüklerini yerine getirir. Çünkü bu Allah ile olan ilk sözün yükümlülükleri arasındadır.”

“Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” (Araf:172)

KASIM’13


Bir müslüman için ahid çok önemlidir. Çünkü ahit, Allah’a verilmiş bir söz gibidir. Müslüman Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an yüce Allah’ın kendini hesaba çekeceğini hatırlayarak bundan vazgeçer. Çünkü müslüman, ahdine sadık kaldığı, sözünü yerine getirebilmek için çabaladığı zaman yüce Allah’ın kendisine büyük bir mükafat hazırladığını bilir. “Her kim ahdini yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükafat verecekir.”(Fetih:10)

Ahdi bozan kimseler azimetten yoksun ve şahsiyeti bozuk kimselerdir. Şu ayeti kerime bu kimselerin halini ne güzel anlatıyor; “Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.”(Nahl:92) İmanlı, şahsiyetli ve akıllı bir kimsenin böyle bir davranışta bulunarak kötü karakterli kadınlara benzemesi mümkün müdür? Bu ayet günümüz dünyasının iki yüzlülüğünü ne kadar güzel anlatıyor öyle değil mi?. Yüce Allah’ın değil, gücün ve kuvvetin üstünlüğüne iman edenlerin doldurduğu bir dünya! Müslümanlarında bu gidişata ayak uydurdukları bir dünya! Zalim devletler bir araya toplanıp mazlumları yok etmeye, esir etmeye, öldürmeye niyetlendikleri vakit, Allah’ın değilde gücün ve kuvvetin üstünlüğüne iman eden müslüman görünümlü kişi ve devletlerin telaşlandıklarını ve korkularından neredeyse gözlerinin yerinden fırlayacağını hissedersiniz. Allah’a ve ahiret gününe iman ettiğini iddia eden bu zavallı çevrelerin “real politik gerçekler, Konjektörel şartlar gereği” diyerek, yapılan zulümlere ses dahi çıkarmadıklarını hatta istikballeri ve menfaatleri uğruna koşar adım za-

limlerin safında yer aldıklarını görürsünüz. Halbuki onlar Allah’a söz vermişlerdi. Onlar tağuta değil, Allah’a kul olacaklardı. Onlar zalimin değil, mazlumun; batılın değil, hakkın; isyanın değil, itaatın yanında saf alacaklardı. Ama düşmanın gücü ve imkanı karşısında imanı küçük ,nifakı büyük bu insanlar sözüne güvenilmeyen kötü kadınlar gibi davranmışlardır. Bunlar hakkında kesin hükmü, hakimler hakimi yüce Allah verecektir. Güç, kuvvet ve izzet tamamen Allah’a aittir. Müslümanların verdikleri sözü tutmalarından dolayı tarihte bir çok topluluğun İslam'a akın akın girdiği görülmüştür. Müslümanların inançlarındaki samimiyet ve ihlas, davranışlarındaki doğruluk ve sadakat bir çok kişiyi ve toplumu hayran bırakmış, onların İslam dinine olan meraklarını artırıp sonunda hidayet bulmalarına sebep olmuştur. Şunu da unutmamak gerekir ki, İslam; günah, isyan, zulüm, kötülük üzere yapılan hiçbir antlaşmayı kabul etmez. Bu hususlarda ahid yapmak büyük bir günah, bu ahdi yerine getirmek ise daha büyük bir günahtır. Bir müslüman için ahid çok önemlidir. Çünkü ahit, Allah’a verilmiş bir söz gibidir. Müslüman Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an yüce Allah’ın kendini hesaba çekeceğini hatırlayarak bundan vazgeçer. Çünkü müslüman, ahdine sadık kaldığı, sözünü yerine getirebilmek için çabaladığı zaman yüce Allah’ın kendisine büyük bir mükafat hazırladığını bilir. “Her kim ahdini yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükafat verecekir.”(Fetih:10) Selam ve dua ile... MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

İslam ahde vefayı emreder. Ahdi bozmayı ve vefasızlığı yasaklar. Orucu kasden bozmanın kefareti vardır. Yemini bozmanın kefareti vardır. Fakat ahdi bozmanın günahı kefaret ile ortadan kalkmaz.

31


YAKIN TARİH

Rıdvan Badur

HARF İNKILÂBI ve GÖTÜRÜLERİ B

ir toplumun değerlerini yok etmenin

değişikliği ya da ıslahatı gibi konular gelmiştir.

belli başlı yöntemleri vardır. Ancak yok

Bu dönemde geri kalmışlığın nedenleri arasında,

olan değerlerin, toplumu ne denli etkilediğini ve

başta kullanılan Arap alfabesi gösterilmiş ve bu

tekrar elde edilmesinin ne kadar güç olduğunu

yüzden de alfabede bazı değişikliklerin yapılması

tarih sayfalarından rahatlıkla öğrenebilmekteyiz.

gerektiği öne sürülmüştür.1 Bu dönemde konuyla

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında içine sürüklendiği buhranlar, devlet içinde çeşitli fikirlerin peyda olmasına sebep olmuştur. Bu fikirler büyük oranda “Bu süreç içinde devletin tekrar canlanmasını nasıl sağlayabiliriz?” sorusuna cevap niteliği taşımaktaydı ki genel anlamda bir “batılılaşma” düşüncesi devlet erkânının zihninde yer etmeye başlamıştı. Bu yazımızda da “batılılaşma” düşüncesinin etkisiyle uygulanmak istenen ve “sonucu ne olursa olsun!” fikriyle sonuçlandırılan bir inkılâp hareketi olan Harf İnkılâbı’nı incelemeye gayret edeceğiz. Fertler ve kültürlerarası iletişimi sağlayan en önemli araç dildir. Fertler, dili kullanarak ko-

NEBEVÎ HAYAT

nuşur, anlaşır, gelişir, ilerler ve birçok ihtiyacını

32

gidermeye çalışır. Bununla beraber toplum, elde etmiş olduğu ilmî birikimi de yine dili aracılığıyla sağlamıştır.

ilgili çok sayıda cemiyet de kurulmuştur. Tartışmalar, İmlâ Komisyonu(1909), Ta’mim-i Maarif ve Islâh-ı Hurûf Cemiyeti(1911), Yeni Yazı Öğretme Derneği gibi cemiyetler etrafında yapılmıştır.2 Enver Paşa’nın da bu hususta çeşitli çalışmaları vardır. Ordu içerisinde harfleri ayrı ayrı yazmak suretiyle (hurûf-ı munfasıla) Yeni Yazı, Ordu Elifbası ve Enverî Hattı gibi isimler verilen yeni bir yazı tarzını ortaya çıkarmıştır. Arap alfabesinin ıslahı da düşünülmekle beraber yeni bir alfabe yani “”Latin alfabesi” meselesi de zihinlerde yer etmiş ve Millî Mücadele döneminde de tekrar ortaya çıkmıştır. Tabii ki bu fikre herkes katılıyor değildi. 1923 Şubatında İzmir’de toplanan Türk İktisat Kongresi’nde Latin harflerinin kabulü konusunda kongreye bir önerge verilmesi kongre başkanı Kazım Karabekir Paşa tarafından tepkiyle karşılanmış3 ve Kazım Karabekir, “Latin harflerinin kabulü meselesi, Avrupalılarca bizi bölmek

Tanzimat döneminin en çok tartışılan me-

ve İslam âleminden koparmak için atılan bir nifak

selelerinin başında eğitim, eğitimin geri kalış se-

tohumudur.” sözleriyle önergeyi toplantıyla ala-

bepleri ile onunla doğrudan alâkalı olan alfabe

kası olmadığını belirterek reddetmiştir. Hatta

KASIM’13


1923 Şubatında İzmir’de toplanan Türk İktisat Kongresi’nde Latin harflerinin kabulü konusunda kongreye bir önerge verilmesi kongre başkanı Kazım Karabekir Paşa tarafından tepkiyle karşılanmış3 ve Kazım Karabekir, “Latin harflerinin kabulü meselesi, Avrupalılarca bizi bölmek ve İslam âleminden koparmak için atılan bir nifak tohumudur.” sözleriyle önergeyi toplantıyla alakası olmadığını belirterek reddetmiştir. Hatta bu konuda 5 Mart 1923(1339) günü Hâkimiyet-i Milliye gazetesine bir de demeç vermiştir. “Latin Harflerini Kabul Edemeyiz” başlığı ile çıkan demeçte bu fikrin bir felaket olduğunun anlaşıldığını, Latin harflerinin kabulü durumunda bütün İslam âleminin üzerimize gelebileceğini, kısacası yazı değişikliği düşüncesinden vazgeçilmesi gerektiğini anlatmıştır.

bu konuda 5 Mart 1923(1339) günü Hâkimiyet-i

anketi bir kamuoyu oluşmasını sağlamıştır. Ar-

Milliye gazetesine bir de demeç vermiştir. “Latin

dından “Dil Encümeni”, “Dil Heyeti”, Alfabe He-

Harflerini Kabul Edemeyiz” başlığı ile çıkan de-

yeti” gibi adlarla anılan bir komisyon kurulmuş

meçte bu fikrin bir felaket olduğunun anlaşıldı-

ve komisyonda alınan kararları Falih Rıfkı, Ata-

ğını, Latin harflerinin kabulü durumunda bütün

türk’e sunmuştur. Falih Rıfkı ile Atatürk arasında

İslam âleminin üzerimize gelebileceğini, kısacası

şu konuşma cereyan etmiştir:

rektiğini anlatmıştır.4 Bu düşünceler yurtiçinde

“Atatürk bana sordu:

hareketliliğe sebep olmakla beraber dış dünyada

Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?

da yankılar yapmıştır.5 Bu süreçten sonra hem

“Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa

Sovyet Rusya hem de Avrupa’nın yakından takip

mühletli iki teklif var.” dedim. Teklif sahiplerine

edeceği hareketlilikler yaşanacaktır.

göre ilk devirler iki yazı bir arada öğretilecektir.

Kurulmakta olan yeni devletin esas amacı, birçok ilim adamı, dahası İsmet İnönü’nün de hemfikir olduğu bir görüşle okuma-yazma oranının artmasını sağlamak değil yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, İslam dünyasından bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktır. Böylece yeni nesil, yeni alfabeyle büyüyecek, okuyacak ve yüzlerce yıllık bir birikimle ortaya konulan eserlere yüz çevirir bir halde yaşamını devam ettirecektir. Böylece yeni devlet çağdaş(!), uygar(!), ileriyi gören(!) bir toplumu oluşturmuş olacaktı. Ne var ki bunu yapmaya çalışırken 1400 yıllık bir geçmişi bir çırpıda silip attığını hissettirmeyecekti. Çünkü amaç “batılılaşmak”tı. Bu düşünce birçoğunun zihninde soru işareti bıraktığından yapılacak yeni uygulama bilimsel temellere dayandırılmaya çalışılacaktır.

Gazeteler yarım sütundan başlayarak yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Yüzüme baktı: “Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz.” dedi.” Bu süreçte Latin alfabesinin kabul edilmesi gerektiği bazı gerekçelere dayandırılacaktır. Bu gerekçelerden bazıları şunlardır: Eski yazı (Arap alfabesi) hem geç hem de zor öğrenilmektedir.6 Bu fikri çürütmek çok zor olmasa gerek. Ortaçağ Tarihi alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi” adlı eserinde belirttiği şu sözleri durumu aydınlatmaya yeter mahiyettedir: “Gerçekten İslâm harfleri şakulî, ufkî, ve inkinaî olduğundan onunla bir metnin yazılması ve okunması, zaman ve emek tasarrufu sağlar; Latin harfleri gibi sadece ufkî ve uzun olmadığı için

1926 yılında Akşam gazetesinin düzenlediği

muhakeme mana üzerine toplanır. Latin harfle-

“Latin harflerini kabul etmeli mi etmemeli mi?”

riyle yazılı bir kelime incelenirken, eski yazı ile MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

yazı değişikliği düşüncesinden vazgeçilmesi ge-

33


Kurulmakta olan yeni devletin esas amacı, birçok ilim adamı, dahası İsmet İnönü’nün de hemfikir olduğu bir görüşle okuma-yazma oranının artmasını sağlamak değil yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, İslam dünyasından bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktır. Böylece yeni nesil, yeni alfabeyle büyüyecek, okuyacak ve yüzlerce yıllık bir birikimle ortaya konulan eserlere yüz çevirir bir halde yaşamını devam ettirecektir. Böylece yeni devlet çağdaş(!), uygar(!), ileriyi gören(!) bir toplumu oluşturmuş olacaktı. Ne var ki bunu yapmaya çalışırken 1400 yıllık bir geçmişi bir çırpıda silip attığını hissettirmeyecekti. Çünkü amaç “batılılaşmak”tı. Bu düşünce birçoğunun zihninde soru işareti bıraktığından yapılacak yeni uygulama bilimsel temellere dayandırılmaya çalışılacaktır.

bir bakışta bir cümle okunur, hatta bir sahifenin

önce de belirttiğimiz gibi “batılılaşma” mefkû-

muhtevasına nüfuz edilir…”

resi etkin rol oynamaktadır. Bu konuda Niyazi

Az çok öğrenim görenler bile bir yazıyı hatasız okuyamamaktadırlar.7 Bu madde için de yukarıdaki açıklama yeterlidir. Ancak komisyonun çalışmalarını yaparken atladığı bir şey var ki o da ortaçağ boyunca batı âlemine ilmî mükemmeliyet ve çalışmalarıyla yön veren İslam âlimlerinin Arap alfabesini kullan-

ele almaktadır.8 Ne var ki bu süreçte âlim olarak bilinen insanlar bu kanunla beraber cahil durumuna düşmüş ve yeni nesil, dininden soyut bir toplumun fertleri olarak yetişmeye başlamıştır. Arap harflerinin gelişmeye engel hiçbir tarafı yoktur. Zaten Harf İnkılâbı’nın esas amacının okur-yazar oranını artırmak olduğunun söylen-

can’da Latin alfabesini yerleştirmeye çalışmasının

mesi çocukları bile güldürür cinsten bir söylem

amacını B. Lewis “İslamlığın etkisini azaltmak”

olacaktır. Eğer okur-yazarlık ile Latin alfabesi ara-

olarak açıklamıştır. Yani bir bakıma yeni devletin

sında bir bağ kurulacak olursa bu teoriyi İsrail tek

Komisyon, çalışmalarını sürdürürken Ata-

başına çürütecektir. Bu inkılâpla 900 yıllık geçmiş bir çırpıda silindi ve toplumun geçmişiyle bağları

türk İstanbul’da Sarayburnu Parkı’ndaki gazi-

tek hamlede koparıldı. Peki, bu amacına ulaşmış

noda 8 Ağustos 1928 günü bir gece toplantısında

bir girişim midir?

Harf İnkılâbı’nı başlatan konuşmasını yapmıştır. Böylece 1 Kasım 1928’de kurulan 15 kişilik bir komisyonun hızlı bir şekilde verdiği karar üzerine kanun aynı gün “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla kabul edilmiş ve 3 Kasım 1928’de de yürürlüğe girmiştir. Kabul edilen kanun maddelerinin bazıları şunlardır:

NEBEVÎ HAYAT

hareketini tek kelime ile laikleşme süreci olarak

dığıdır. Aynı süreçte Sovyet Rusya’nın Azerbay-

amacı da aynı denebilir.

34

Berkes bütün bu yapılan inkılâp ve modernleşme

1 Ocak 1929’dan itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması zorunludur. Bütün okulların Türkçe yapılan öğretiminde Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle basılan kitaplarla öğretim yasaktır. Latin alfabesinin kabul edilmesinde daha KASIM’13

Eğer ilmî gelişmelerden yoksun, geçmişini bilmeyen bir toplum murad edilmişse evet bu girişim amacına ulaşmıştır. Fakat amaç tam tersi ise siz de takdir edersiniz ki bu hezimetten başka bir şey değildir. -------------------------------1 Seda Bayındır Uluskan, Atatürk’ün Sosyal ve Kültürel Politikaları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2010, s. 187. 2 Uluskan, a.g.e., s. 188. 3 Cengiz Dönmez, Tarihi Gerekçeleriyle Harf İnkılâbı ve Kazanımları, Gazi Kitabevi, Ankara 2009, s. 200. 4 Uluskan, a.g.e., s. 192. 5 Bilal N. Şimşir, Türk Harf Devrimi Üzerine İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2006, s. 1. 6 Durmuş Yalçın, Yaşar Akbıyık vd., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 2010, s. 112. 7 Yalçın, Akbıyık, A.g.e., s. 112. 8 Yalçın, Akbıyık, A.g.e., s. 119.


Hüseyin Kalender

ŞEHİT ABDULAZİZ RANTİSİ

ÖNDERLERİMİZ ONLAR ÖNCÜLER

Haydi! Kalk ayağa ve tarih yaz, çünkü Putların takipçileri kirletmiş bulunmaktadır tarihi Gayret et engelleri aşmaya Ta ki yol bulasın zirvelere ulaşmaya Terk et nefsinin arzularını ki Ebediyen horlanıp alçalmayasın Gecenin korkunç karanlığını del Onun libasını çıkar at! Uyandır artık fecrin mahmur gözlerini Ağlamak mı onu kadınlara bırak! Hüzün elbisesi giymek yakışmaz sana Kirletilen Kudüs’ün fedaisi nerede? Kim kurtaracak Kudüs’ü Candan geçen olmasa şayet Haybere haykırınız! İsteklerin peşine düşerseniz şayet Ve adetlerini yaşarsanız yahudinin, Bir zevki olmaz mücadelesiz hayatın Bu durumda müjdeliyorum Hz. Ali’nin arkasında saf tutan Fedaileri.


“H

amd; bir damla sudan bizleri yaratarak, vahdaniyet ve Rububiyetine şahidler kılarak, yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de ve şerefli elçisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in dili ile kendisini bizlere tanıttıran, kendisini tanıyıp itaat edenlere cenneti, tanımayıp isyan edenlere de cehennemi va’deden yüce yaratıcı olan Allah’a mahsustur. Selamların en güzeli Rasûller kervanının piri ve önderi, alemlerin süsü ve güneşi olan Hz. Muhammad (s.a.v)’in temiz ailesinin ve kıyamete kadar kendisine “Muhammedi nuru” kandil yapan tüm muvahhidlerin üzerine olsun. Hayatını okuyacağımız bu örnek ve önder insan, şehid Abdulaziz Rantisi de hakkıyla Allah’ı tanıyıp Muhammedi yola başını ve kanını feda eden yiğitlerden bir tanesidir. Biz öyle hüsnü zan besliyoruz; inşaallah Allah katında böyledir.

NEBEVÎ HAYAT

DOĞUMU, YETİŞMESİ VE TAHSİL HAYATI

36

Abdulaziz, Ali, Abdullahhafiz Rantisi 23.10.1947 Filistinin Yebna köyünde (Askalan ve Yafa arasında) doğdu. Ailesi 1948 savaşından sonra Gazze şeridine sığındı ve Han Yunus kampına yerleştiler. Rantisi o zaman henüz altı aylık bir bebekti. Rantisi dokuz erkek ve üç kız kardeş arasında büyüdü. O altı yaşında Filistinli mültecilere yardım derneğine ait bir okula kaydoldu. Ailesinin yaşadığı zor şartlardan dolayı aile bütçesine katkıda bulunmak için henüz okul yaşlarında çalışmak zorunda kaldı. 1965’te lise öğrenimini bitirdi ve İskenderiyye Üniversitesi'nde tıp öğrenimi görmek için oraya gitti. 1971’de üniversite öğrenimini üstün başarıyla tamamladı ve Nasır Hastanesi'nde çalışmak için Gazze’ye döndü. Bu hastane Han Yunus’un büyük hastanesiydi. Evli, altı çocuk (2 erkek, 4 kız) babası ve on torun dedesi.... 1984'te hastanedeki işinden zulmen uzaklaştırıldıktan sonra 1986'ya kadar ki dönemde Gazze'deki İslam Üniversitesi'nde konferansçı olarak çalıştı. Hastanedeki işine tekrar geri dönmesine izin verilmedi. Siyonist yetkili, dosyasının üstüne şöyle bir not düşmüştü: “Savunma bakanından yazılı bir izin olmadan tekrar hastanede çalışmasına izin verilemez.” Aralık 1987'de ortaya çıkan Filistin intifadaKASIM’13

sından sonra Hamas Hareketi'nin tutuklanan ilk lideri oldu. 15.10.1988 ‘de yatak odasına zorla girmeye çalışan işgalci güçlere karşı direndi ve onları içeri sokmadı. Bu olaydan sonra 21 gün tutuklu kaldı.

ZİNDAN HAYATI 1987 intifadasının başlamasından 37 gün sonra yani 15 Ocak 1988 tarihinde gece yarısından sonra kalabalık bir işgalci asker birliği, Prof. Dr. Rantisi’nin evini kuşatmaya aldı. Evin kapısını büyük gürültülerle kırarak içeri giren askerler Rantisi’yi tutukladılar. Böylece onun için zindan dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda Hamas'ın kuruluşunun ilan edilmesinden sonra, lider kadrosunda tutuklanan ilk kişi oluyordu. 1 ay zindanda tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Ama çok geçmeden 4 Mart 1988 tarihinde tekrar tutuklandı. Bu ikinci tutuklanmasından sonra 2.5 yıl zindanda tutuldu. Dr. Rantisi ceza evinde (1990) Kur’an-ı Kerim hıfzını tamamladı. Şeyh Ahmet Yasin ile beraber aynı hücrede kaldıkları dönemde yazdığı bazı şiirlerde mevcuttur. Siyasi makaleleri ise gazetelerde yayınlanmıştır. Dr. Rantisi tutukluluk halinin çoğunu siyonist işgal gücünün zindanlarında geçirdi. Filistin yönetiminin zindanlarında tutukluluğu ise hep tek kişilik hücrelerde geçmiştir. Dr. Rantisi, Filistin'in sadece Allah yolunda cihad yoluyla kurtulacağına inanıyordu.

CEZAEVİNDE KERAMET Dr. Rantisi şöyle der: Nakip denilen bir çöl yerinde tutukluydum. Yıl 1998’in yaz ayı, sıcaklık şiddetliydi. Ramazanın son gecelerinden birinde sahur yemeği için kalktık. Bir de baktık ki sıcaklık dayanılacak gibi değil, zor bir günün eşiğinde olduğumuzu anladık. Sabah namazını eda etmek için saf tuttuk. İslam üniverisitesi öğrencilerinden biri öne geçip bize namaz kıldırdı. Allah-u Teala bu kardeşimize Kur’an-ı güzel okuma kabiliyeti vermişti. İkinci rekâtın rükûsundan sonra imamımız ellerini açtı ve ağlayarak dua etti. Biz de


eden bir araç olarak şiiri değerlendirmiştir. Yazdığı kasidelerin birinde bakın davası hakkında ne şekilde haykırıyor:

Sonra yağmur damlaları düşmeye başladı, yağmur damlalarıyla tutukluların göz yaşları... Herkes bunu Allah’tan bir mucize ve bir kerâmet olarak gördü. Hamd ve tesbih ile yüce Allah'ın sabah namazındaki duamızı kabul etmesine hep beraber sevindik...

BİR ŞAİR OLARAK RANTİSİ Dr. Rantisi sadece evrensel İslam Hareketi'nin lider şahsiyetlerinden biri değildir. O aynı zamanda bir hatip, edip ve şairdir. O şiiri sadece bir hobi olarak görmemiştir. Kendi davasına hizmet

VE RANTİSİNİN ŞEHADETİ Dr. Abdulaziz Rantisinin şehadetinden bir kaç saat önce ağzından şu cümleler dökülüyordu: “Benim en büyük temennim Rabbimin beni Cennete koymasıdır.” İnşallah Allah seni o büyük emeline ulaştırmıştır. Mü’min kardeşlerinden iki yiğidin eşliğinde arabasına biniyordu ki, o an siyonistler onu kalleşçe vurdular. Amerikan yapımı apaçi helikopterinden atılan iki füze, onun Allah yolunda çok işkencelere uğramış bedeninden temiz Ruhunu aldı götürdü. Etrafını çepeçevre saran melekler ve kendisinden önce bu mübarek kafileye katılmış şehit kardeşinin nağmeleri arasında tarih Nisan 2004’te görkemli bir düğünle Rabbine yürüdü. O korkak, alçak siyonistlere göre Rantisi ölmeliydi. Oysa siyonist teröristler, Rantisinin ölümü ne kadar arzuladığını bilmezlerdi. Hem onlar gerçekte Rantisinin ölmediğini füzelerin savurduğu kanının hem Filistin hem de Filistin dışında onun gibi binlercesini çıkaracağını da bilmediler. (Hatıralar, Amir Şemah, Dua Yayınları, özetle alıntı yapılmıştır.) MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

arkasından âmin diyorduk. Duâsında şöyle yakardı: “Ey Rabbim bize bulut gönder ve yağmur yağdır, bizleri rahmetinden umut kesenlerden kılma.” O esnada bizden biri şöyle diyordu: “Bu Nakip Çölü gibi bir yerde bulut nereden gelecek? Peşinden sabah sükûn etti ve yer tutuşmaya başladı. Çadırlara girsek tam bir hamam... Dışarı çıksak sanki Cehennem bizi her yerden kuşatmış oluyordu. Güneşin yükselmesinden kısa bir zaman sonra birde baktık ki uzaktan bir bulut yavaş yavaş bize doğru geliyor, ta ki gelip kampımızın bir bölümünü gölgeledi. Gözlerimize inanamadık, sonra bir bulut daha ve peşinden gelen bulutlar bütün kampı kaplayıp gölgelediler. Biz yerden bulutların sınır çizer gibi gölgeledikleri mesafeyi gözlerimizle görüyorduk. Bu sınırın gerisinde ise yeri kavuran sıcaklık ....

Haydi! Kalk ayağa ve tarih yaz, çünkü Putların takipçileri kirletmiş bulunmaktadır tarihi Gayret et engelleri aşmaya Ta ki yol bulasın zirvelere ulaşmaya Terk et nefsinin arzularını ki Ebediyen horlanıp alçalmayasın Gecenin korkunç karanlığını del Onun libasını çıkar at! Uyandır artık fecrin mahmur gözlerini Ağlamak mı onu kadınlara bırak! Hüzün elbisesi giymek yakışmaz sana Kirletilen Kudüs’ün fedaisi nerede? Kim kurtaracak Kudüs’ü Candan geçen olmasa şayet Haybere haykırınız! İsteklerin peşine düşerseniz şayet Ve adetlerini yaşarsanız yahudinin, Bir zevki olmaz mücadelesiz hayatın Bu durumda müjdeliyorum Hz. Ali’nin arkasında saf tutan Fedaileri.

37


RÖPORTAJ

OĞLU AHMET, BABASINI ANLATTI

ŞEHİT DR. ABDULAZİZ RANTİSİ B

ize babanızı anlatır mısınız? Kimdir

“Ağabeyin Suud’a yalın ayak gitmesin. Ayak-

Abdülaziz Rantisi?

kabını çıkarıp ağabeyine ver.” demiş. Babam da

Biz asıl olarak Ramallah yakınlarındaki Rantis köyündeniz. Fakat dedem 1948 sürgününden önce Yafa yakınlarındaki Yebne köyüne yerleşmiş. Babam Dr. Rantisi de 1947 yılında Yebne köyünde dünyaya gelmiş. 1948 sürgünü olunca dedem ailesiyle birlikte Gazze’nin Han Yunus bölgesine göç etmiş. Babamın çocukluğu Han Yunus’taki mülteci kamplarında geçmiş. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Han Yunus’ta okumuş. Babam 15 yaşındayken dedem vefat etmiş. Babam ve amcalarım geçinmek için hem okuyor hem de çalışıyorlarmış. Babanız o zamanlar ne iş yapıyormuş? Geceleri Han Yunus’taki arazi sahiplerinin topraklarında bekçilik yapıyor, gündüzleri de okula gidiyormuş. O zamanlar çektikleri fakirlikle ilgili babamın bir anısını sizinle paylaşmak

NEBEVÎ HAYAT

istiyorum.

38

Buyurun…

ayakkabısını ağabeyine verip eve çıplak ayaklarla dönmüş. Bu denli fakirlermiş. Babam fakirliğin kendisine çok şeyler kazandırdığını, zorluklar karşısında ayakta kalma duygusunu fakir olarak geçirdiği çocukluk günlerinde öğrendiğini söylerdi. Dr. Rantisi ayrıca çok başarılı bir öğrenciymiş. Liseyi bitirince Mısır’daki İskenderiye Üniversitesi’ni kazanmış ve İskenderiye Üniversitesi’nde tıp fakültesini bitirip doktor olmuş. Üniversitede doktora eğitimi alırken Gazze’de yaşayan çocukların acilen çocuk doktoruna ihtiyacı olduğunu düşünerek akademik eğitimini yarıda bırakıp 1975 yılında Gazze’ye kesin dönüş yapmış. Babanız İslami harekete ne zaman katıldı? Öğrencilik yıllarında da İslami hareketle ilişkileri var mıydı? Babam öğrencilik yıllarında dindar bir öğrenci olmakla birlikte bu yıllarda İslami hareketle herhangi bir ilişkisi yokmuş. Okulunu bitirip

Büyük amcam çalışmak için Suud’a gitmeye

Gazze’ye döndükten sonra Filistin'deki İhvan-ı

karar vermiş. Babam, babaannem ve diğer amca-

Müslimin hareketine katılarak İslami hareket

larım büyük amcamı uğurlamak için sınıra gel-

içinde faaliyet göstermeye başlamış. Bu yıllarda

mişler. Büyük amcamın ayağında fakirlikten do-

hem İslami hareketin içinde çalışıyormuş hem de

layı ayakkabı bile yokmuş. Babaannem babama,

Han Yunus’a açtığı muayenehanede doktorluk

KASIM’13


mesleğini sürdürüyormuş. Babam fakirliğin ne olduğunu çok iyi bilen bir insandı. Bundan dolayı muayenehanesine gelen yoksul insanlara çok iyi davranır ve onlardan para almazdı. Dr. Rantisi Gazze’de “fakirlerin babası” olarak tanınır ve insanlar babama büyük sevgi duyarlardı. Gazze’de İslami hareketin büyümesinde babamın yoksul insanlarla kurduğu güzel ilişkilerin çok payı oldu. Dr. Rantisi’nin İslami hareket içinde yaptığı faaliyetler İsrail’i rahatsız etmeye başlayınca babama yönelik yasaklar da getirildi. Ne tür yasaklar? Babam Filistinli doktorları bir araya toplayıp onlara İsrail’e vergi ödememeyi teklif etti. Doktorların bir kısmı bu teklifi kabul edip İsrail’e vergi ödemeyeceklerini ilan ettiler. İsrail hükümeti vergi ödemeyen doktorların muayenehanelerini kapatacağını açıkladı. Daha sonra babamın muayenehanesi İsrailli askerler tarafından kapatıldı. Muayenehanesi kapatılınca babam bir taraftan Nasır Hastanesi’nde çalışmaya, diğer taraftan da Gazze’deki İslam üniversitesinde tıp üzerine dersler vermeye başladı. Dr. Rantisi Hamas’ın kuruluşunda nasıl bir rol oynadı? Babam Hamas’ın kurucularındandır. Şeyh Ahmet Yasin, Şeyh Salah Şehade, Üstad İsa Neşşar, Üstad Hasan Şema, Dr. İbrahim Yezuri ve babam Dr. Rantisi yayınladıkları ilk bildiriyle Hamas’ın kuruluşunu ilan ettiler. Hamas’ın kuruluşuyla birlikte babama yönelik baskılar da arttı.

larla kavga etti. Askerler evden çıkmayı kabul ettiler ve babamı kapının önünde beklemeye başladılar. Babam üzerini giydi ve evden dışarı çıkınca askerler tarafından elleri kelepçelendi. İlk tutuklanışında iki sene cezaevinde kaldı. Cezası bittiği gün babamızı karşılamak için yola düştük. Annem ve kardeşlerimle birlikte karşılama yerine doğru yürürken babamın tekrar tutuklandığı haberini aldık. Serbest bırakıldığı gün tekrar mı tutuklandı? Evet. Dr. Rantisi’yi serbest bırakmak için cezaevi arabasına bindirmişler. Araba biraz yol aldıktan sonra askerler arabayı durdurup, “Sana Rabin’den bir hediye var. Altı ay daha cezaevinde yatacaksın.” demişler ve babamı tekrar cezaevine götürmüşler. Altı ay daha cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Babam serbest kaldığı zamanlar evimiz bayram yerine dönerdi ve çok mutlu olurduk. Fakat bu bayramlarımız uzun sürmezdi. Serbest bırakıldıktan üç ay sonra babamı tekrar tutukladılar ve bir sene daha cezaevinde

Babanız ilk olarak ne zaman tutuklandı?

yatırdılar. Bir senelik hapis hayatından sonra eve tekrar döndü. Fakat babamızla yine birlikte olamadık. Çünkü kısa zaman sonra 415 Hamas

Dr. Rantisi ilk olarak 1989 yılında tutuklandı.

mensubuyla birlikte tutuklanıp Lübnan’ın gü-

O zamanlar ben beş yaşında bir çocuktum. Fakat

neyindeki Merci Zuhur bölgesine sürüldüler. Bu

yaşadıklarımızı hatırlıyorum. İsrail askerleri evi-

olay 1992 yılında gerçekleşmişti. İsrailli askerler

mizi ilk defa bastıklarında vakit gece yarısıydı.

babam ve arkadaşlarını Merci Zuhur’daki bir

Babam Yahudi askerleri evden kovmak için on-

dağlık alana bırakmışlar. Bunun üzerine İslami MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

HAPİSHANELERDE GEÇEN BİR HAYAT

39


Şarit El geldiğinde babam ve iki arkadaşının dışında diğer grupların temsilcileri ayağa kalkmış. Şarit El bu duruma çok sinirlenmiş ve babama; “Niçin ayağa kalk mıyorsun?” diye sorunca babam cevap olarak; “Biz Müslümanız, bir Yahudinin karşısında ayağa kalkmayız.” demiş. Babamın bu cevabına daha da sinirlenen Şarit El babama ve iki arkadaşına hücre cezası vermiş. Babamın anlattığına göre bu hücre çok az bir ışığın olduğu, dar bir hücreymiş.

hareket üyeleri Filistin’e geri dönmek için Merci Zuhur direnişini başlattı ve bir sene boyunca yağmurda, karda Merci Zuhur’a kurdukları çadırların içinde kaldılar. Bir sene Merci Zuhur’da direndikten sonra Filistin’e geri dönüşleri İsrail tarafından kabul edildi. Fakat babam eve gelemeden tekrar tutuklandı ve dört sene daha hapis cezasına çarptırıldı ve 1997 yılına kadar cezaevinde kaldı. Bu dönemde Filistin’de Yaser Arafat liderliğinde Filistin Özerk Yönetimi kurulmuştu. Babam 1997 yılında serbest bırakıldıktan bir yıl sonra bu sefer de Yaser Arafat’ın emriyle tutuklandı. İsrailliler ve Amerikalılar Arafat’a babamı tutuklaması için yoğun şekilde baskı yapmışlar. Arafat da bu baskılar nedeniyle babamı tutuklatmış. Hatta şöyle bir olay oldu: Katar Emiri Gazze’ye gelip Şeyh Ahmet Yasin’i ziyaret etmişti. Bu ziyaret esnasında Şeyh Ahmet Yasin Katar Emiri’ne babamın Yaser Arafat tarafından uzun zamandır cezaevinde tutulduğunu söyleyip Katar Emiri’nden babamın serbest bırakılması için yardım istemiş. Katar Emiri Arafat’tan babamın serbest bırakılmasını isteyince Arafat Katar Emiri’ne, “Dr. Rantisi’nin cezaevinde tutulmasını benden Amerikan Yönetimi istiyor. Eğer bu konuda Amerikalıların onayını alırsan ben Dr. Rantisi’yi serbest bırakmaya hazırım.” demiş. Babam üç sene de Filistin

NEBEVÎ HAYAT

Özerk Yönetimi’nin cezaevlerinde kaldı.

40

Babanızın hayatının büyük bir bölümü cezaevinde geçmiş.

YOKSULLARIN VEFASI Nasıl engellediler? Filistin Özerk Yönetimi’ne bağlı askerler babamı tekrar tutuklamak için eve geldiler. Arafat’a bağlı iki yüzden fazla asker evimizin etrafını sardı ve babamın dışarı çıkmasını istedi. Babam askerlere, “Asla evden çıkıp size teslim olmayacağım. Bu evden ancak tabutum çıkar.” dedi. Askerler evimizin kapısını kırmak için uğraşmaya başladıkları an Gazze’deki mescidlerden tekbirler eşliğinde, “Dr. Rantisi’nin evi askerler tarafından sarıldı. Ey Müslümanlar, kardeşiniz Rantisi’yi koruyun.” şeklinde çağrılar yapılmaya başlandı. Binlerce Gazzeli evimize girmeye çalışan askerlerin etrafında toplandı. O gün şiddetli şekilde yağmur yağıyordu. Şiddetli yağmura rağmen binlerce insan sokakları doldurup askerleri muhasara altına alarak babamın tutuklanmasını engelledi. Evimizi saran iki yüze yakın asker olay yerinden kaçtı. İnsanların kimisi kapımızın önünde, kimisi evimizin üstünde, kimisi de sokaklarda sessiz bir şekilde nöbet tuttular. Arafat’a bağlı askerler kısa bir zaman sonra kalabalık bir şekilde geri döndüler. Fakat babamı seven Gazzelilerin dik ve kararlı duruşu nedeniyle askerler evimize yaklaşmaya cesaret edemedi. O gün binlerce insan sabah namazına kadar babamı korumak için evimizin önünden ayrılmadı. Babamın tutuklanmasını engellemek için oluşturulan kalabalığın en önünde yoksul Gazzeliler vardı. Babam bu yoksul insan-

Şehit babam Dr. Rantisi toplam on seneden

lara yıllarca sevgi ve nezaketle yaklaşmış, onların

fazla cezaevinde yattı. Aslında babamın cezaevi

yardımına koşmuştu. Yoksul Gazzeliler de o gün

hayatı daha fazla da uzayacaktı. Fakat Gazzeliler

babama sahip çıkarak büyük bir vefa örneği gös-

bunu engellediler.

terdiler.

KASIM’13


Babanızın Kuran’ı Kerim’i cezaevinde ez-

Babam bu teklifi de reddetmiş. Babam hücrede

berlediğine dair bir bilgi edinmiştim. Bu bilgi

toplam üç ay kaldı ve bu süre zarfında Kuran’ı

doğru mu?

Kerim’i ezberledi. Üç ay sonunda babamın asla

Evet doğru. Babamın hafızlık yapmasının da ilginç bir hikâyesi var. Babam hafız olmayı çok istiyordu. Fakat cezaevinde kaldığı koğuşta diğer İslami hareket üyelerinin başkanlığını yaptığı için hafızlık yapmaya vakit bulamıyordu. Diğer tutukluların sorunlarıyla ilgileniyor, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. O dönem İsrail cezaevlerinin Şarit El isminde bir sorumlusu vardı. Zalim ve kibirli bir insan olan Şarit El’den mahkûmlar korkardı. Şarit El bir cezaevine geldiği zaman bütün mahkûmlar ayağa kalkıp ona saygı gösterirlermiş. Ayağa kalkmayan mahkûm ise şiddetli bir şekilde cezalandırılırmış. Şarit El bir gün babamın kaldığı cezaevine gelip, cezaevlerindeki Filistinli grupların temsilcileriyle görüşmeye karar vermiş. Cezaevi idaresi her gruptan üç kişiyi toplantı için bir odaya çağırmış. Babam da yanına İslami hareket üyesi iki mahkûmu alarak Hamas adına bu toplantıya gitmiş. İsrailli gardiyanlar toplantıya katılacak herkese Şarit El geldiği zaman ayağa kalkmalarını söylemişler. Babam bunu kabul etmemiş. Şarit El geldiğinde babam ve iki arkadaşının dışında diğer grupların temsilcileri ayağa kalkmış. Şarit El bu duruma çok sinirlenmiş ve babama; “Niçin ayağa kalk mıyorsun?” diye sorunca babam cevap olarak; “Biz Müslümanız, bir Yahudinin karşısında ayağa kalkmayız.” demiş. Babamın bu cevabına daha da sinirlenen Şarit El, babama ve iki arkadaşına hücre cezası vermiş. Babamın anlattığına göre bu hücre çok az bir ışığın olduğu, dar bir hücreymiş. Babam tek başına kal-

özür dilemeyeceğini anlayan Şarit El, babam ve iki arkadaşını hücreden çıkarttırdı. Babanızın şehadeti nasıl gerçekleşti? Hamas askeri alanda her geçen gün güçleniyordu. Hamas’a olan halk desteği de artmaya başlayınca İsrail Hamas’ı etkisiz hale getirmeye karar verdi. Bunun için de Hamas’ın önderlerine yönelik suikastlar başladı. Babama yönelik ilk suikast girişimi 2003 yılında oldu. Babam, korumaları ve ben, babamın bir arkadaşını ziyaret etmek için hastaneye gidiyorduk. Arabayı da ben sürüyordum. Birden bir İsrail uçağı üzerimizde uçmaya başladı. İsrail uçağını görünce arabanın hızını arttırdım. Uçaktan ilk füze atıldı; fakat arabaya isabet etmedi. Uçak peşimizi bırakmıyordu. İkinci füze atılınca bu sefer arabanın motoru isabet aldı ve araba zikzak çizerek gitmeye başladı. Arabanın kontrolünü de tamamen kaybettim ve bir direğe vurarak arabayı durdurdum. Önce babama baktım. Babam bacağından yaralanmıştı. Babamın korumaları da çeşitli yerlerinden yaralanmışlardı. Çevredeki insanlar koşup babamı ve yaralı iki korumasını arabadan çıkardılar. Ben de arabadan çıkmaya çalıştım; fakat arabanın kapısını açamadım. Bu sefer arabanın camından çıkmayı denedim. Tam bu sırada arabaya üst üste füzeler atılmaya başlandı. Füzelerden arabaya isabet edenler oldu ve ben kendimi kaybettim. Beş gün komada kalmışım. İki ay boyunca da felçli bir şekilde yaşadım. Daha sonra yavaş yavaş iyileştim.

dığı bu hücrede hafızlığa başlamış. Bir ay hücrede kaldıktan sonra Şarit El, babamın yanına bir gardiyan göndermiş. Gardiyan babama, Şarit El’den

O’nun İzinde...

özür dilediklerine dair bir mektup yazarlarsa affedileceklerini söylemiş. Fakat babam bu teklifi asla kabul etmeyeceklerini belirtmiş. Bir buçuk ay sonra Şarit El yine bir gardiyanı babamın yanına gönderip mektuba gerek olmadığını, sözle özür dilerlerse hücreden çıkarılacaklarını bildirmiş. MUHARREM 1435

41


ve evlenmem için bana para verdi. Daha sonra banyosunu yaptı ve en güzel elbiselerini giydi. Hatta kız kardeşim babama, “Baba tıpkı damatlar gibi süslenmişsin.” deyince babam gülümsedi. Babamın o gülümsemesini hiç unutamıyorum. Daha sonra biz babamla birlikte evden çıktık. Ben belli bir yere kadar babamı arabayla götürüp onu başka bir arabaya teslim ettim. Emniyeti için böyle yapıyor, bir yerden başka bir yere gideceği zaman devamlı olarak araba değiştiriyorduk. Babamı Babamın korumalarından Mustafa Salih bu sal-

başka bir arabaya teslim edip eve döndükten kısa

dırıda şehit düştü. Babam ve diğer koruması ise

bir süre sonra onun bulunduğu arabaya saldırı ol-

kısa bir süre tedavi gördükten sonra hastaneden

duğu yönünde bir haber aldık. Önce yaralı oldu-

çıktılar. Babamın yarası da ağırdı. Fakat ikinci bir

ğunu söylediler daha sonra da babamın şehit ol-

suikast ihtimaline karşı hastaneden çıkarılıp gizli

duğunu öğrendik. Babamın şehadetini öğrenince

bir yerde tedavi edildi.

ailecek secdeye kapanıp şükür secdesi yaptık. Babası İsrail tarafından şehit edilen önemli

“ŞEHİTLERİ ÖZLEDİM” Babanız iyileştikten sonra ne yaptı? Mücadelesini sürdürdü. Fakat artık eve gelmiyordu. Hamas, İsmail Ebu Şeneb'in şehadetinden sonra hareketin liderlerinin yeraltına inmeleri yönünde bir karar aldı. Babam basına demeç verip ortadan kayboluyordu. Bütün faaliyetlerini yeraltından sürdürüyordu. Babamın nerede saklandığını biz bile bilmiyorduk. 2004 yılında Şeyh Ahmet Yasin şehit olunca Hamas’ın liderliğine

bir liderin oğlusun. İçinden neler geçiyor? Duygularını öğrenebilir miyim? Babam şehit olarak çok istediği şehadet makamına ve şehit arkadaşlarına ulaştı. İnşallah biz de babalarımızın yolunu sürdürüp dinimiz ve özgürlüğümüz için canlarımızı Allah’a adayacağız. Kudüs’e tekrar dönene kadar Filistinli gençlerin kanları Allah yolunda akmaya devam edecek. Bu yolda şehit oldukça daha da çoğalıyoruz ve çoğalmaya da devam edeceğiz.

babam getirildi. Biz yine onu fazla göremiyorduk. Arkadaşlarından biri babam gizlendiği sıralarda onu ziyaret etme imkânı bulmuş. Babam kaldığı odada elinde Kuran ağlıyormuş. Arkadaşı babama, “Niçin ağlıyorsun?” diye sorunca babam, “Salah Şehade'yi, Şeyh Ahmet Yasin’i ve şehit

NEBEVÎ HAYAT

olan diğer arkadaşlarımı çok özledim. Şehadete

42

ve şehitlere olan özlemimden dolayı ağlıyorum.” demiş. Şeyh Ahmet Yasin şehit olduktan yirmi bir gün sonra gece babamın eve geleceğine dair bir haber aldık. Hepimiz çok sevindik. Sabah namazından iki saat önce babam gizlice eve geldi. Bir saat bizimle konuştu. Benden evlenmemi istedi KASIM’13

Kaynak: Pınar Yayınları / Ümmet Coğrafyası / Adem Özköse


Ebubekir Eren

BİR KISSA BİN ÖĞÜT

TEBLİĞDE VEFALI OLMAK İ

slam davasını tebliğ ederken ahde vefa göstermek davaya adanmışlığın kendisidir. İslam davasını üstlenmiş her Müslüman, yerine ulaştırması gereken emaneti üstlenmiştir. Meselenin ciddiyetine örnek teşkil edecek gencin kıssası ne kadar manidardır. Suheyb er-Rumi radiyallahu anh'dan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur. (Müslim, 3005) "Sizden önce yaşamış ümmetler içinde bir kral, bir de onun sihirbazı vardı.

O’nun İzinde...

Bu sihirbaz yaşlanınca, krala, "Ben artık yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem" dedi. Kral da ona zeki ve yetenekli bir genç gönderdi. Her gün evinden çıkıp sihirbazın yanına giden bu genç adamın yolu üzerinde bir din alimi bulunmaktaydı. Delikanlı, günün birinde ona uğradı ve yanına oturup konuşmalarını dinledi. Onun söyledikleri çok hoşuna gitmişti. Artık sihirbaza her gittiğinde bu din alimine mutlaka uğruyor ve onun yanında MUHARREM 1435

43


"Bütün insanları geniş bir meydanda topla ve beni de bir hurma kütüğüne bağla. Bana ait ok torbasından bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da "Bu delikanlının Rabb’i olan Allah’ın adıyla!" diyerek oku at. Beni ancak bu

NEBEVÎ HAYAT

şekilde öldürebilirsin." dedi.

44

bir süre kalıyordu. Fakat sihirbaz, yanına geç geldiği için genç adamı azarlayıp dövüyordu. Delikanlı durumu alime şikayet edince o da "Sihirbaz niçin geç geldiğini sorarsa, "Ailem beni alıkoydu" dersin; ailen sorduğu zaman da sihirbazın seni geç bıraktığını söylersin" dedi. Genç adamın bu hali sürüp giderken, bir gün yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı. Kendi kendisine, "Sihirbazın mı, yoksa alimin mi doğru yolda olduğunu anlamanın tam zamanı!" dedi. Bunun için eline bir taş aldı ve "Allah’ım, senin katında alimin yaptıkları, sihirbazın yaptıklarından daha değerli ise şu hayvanı öldür ve insanlar yollarına devam etsinler!" diyerek taşı hayvana doğru fırlattı ve onu öldürdü. Böylece insanlar rahatça yollarına devam ettiler. Daha sonra delikanlı, alimin yanına geldi ve olup biteni ona anlattı. Alim "Genç adam, artık sen benden daha üstünsün. Çünkü gördüğüm kadarıyla, büyük bir mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, yakında bir takım belalarla imtihan edileceksin. Böyle bir şey olduğunda sakın benim bulunduğum yeri kimseye söyleme." dedi. Genç adam, gözleri görmeyen ve alaca hastalığına yakalanmış kişileri iyileştirir, diğer birçok hastalığı da tedavi ederdi. Kralın o sıralarda kör olmuş yakın bir arkadaşı bunu duydu ve değerli hediyelerle delikanlının yanına gelerek "Eğer beni tedavi edebilirsen, bunların hepsi senindir." dedi. Delikanlı "Ben hiç kimseye şifa veremem. Şifayı veren Allah’tır. Eğer sen yüce Allah’a iman edersen, O’na dua ederim, o da dilerse sana şifa verir." dedi. Zaten iyi kalpli olan adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi. KASIM’13

Sonra kralın yanına gelip her zamanki gibi mecliste yerini aldı. Kral onu iyileşmiş görünce "Senin gözlerini kim iyileştirdi?" diye sordu. O da "Rabb’im iyileştirdi" dedi. Bunun üzerine kral öfkeyle "Senin benden başka Rabb’in mi var?" dedi. Adam "Benim Rabb’im de, senin Rabb’in de Allah’tır" diye karşılık verdi. Bu sözler üzerine çileden çıkan kral adamı tutuklattı ve gencin yerini söyleyinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonunda adam gencin yerini söyledi ve delikanlı oraya getirildi. Kral ona "Evladım, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Şunları şunları yapmışsın, öyle mi?" diye sordu. Delikanlı; "Hayır; ben kimseye şifa veremem. Şifayı veren ancak Allah’tır. " dedi. Kral da delikanlıyı yakalattı ve alimin yerini söyleyinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede alim yakalanıp getirildi ve kendisine “Dininden dön, yoksa öleceksin!”denildi. Fakat alim dininden dönmedi. Bunun üzerine kral bir testere getirtip başının tam ortasından alimi ikiye biçtirdi. Parçaların her biri bir yana düştü. Sonra kralın o yakın adamı getirildi ve ona da “Dininden dön!” denildi. Kral onu da başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve “Dininden dön!” denildi. Delikanlı da dininden dönmedi. Bunun üzerine kral onu askerlerinden bir gruba teslim ederek onlara “Bunu filanca dağın tepesine çıkarın. Dağın tam zirvesine ulaştığınız zaman ona dininden dönmesini teklif edin; dönerse ne ala, aksi taktirde uçurumdan atın gitsin” talimatı verdi. Onlar da delikanlıyı götürüp dağın tepesine çıkardılar. Delikanlı “Allah’ım, beni bunların


elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti.

ladı delikanlıyı da bir hurma kütüğüne bağladı

Bunun üzerine dağ sarsıldı ve askerler aşağıya

ve onun sadağından bir ok alıp yayına yerleş-

yuvarlanıp öldüler. Delikanlı ise sapasağlam

tirdi. Sonra "Bu delikanlının Rabbi olan Allah’ın adıyla!" diyerek oku fırlattı. Ok, delikanlının tam

Kral ona “Yanındakilere ne oldu?“ diye

şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağının

sordu. Delikanlı “Allah beni onların elinden

üzerine koydu ve oracıkta öldü. Bunun üze-

kurtardı.” dedi. Bunun üzerine kral, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve "Bunu bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne ala, aksi taktirde onu denize atın gitsin.” dedi. Onlar da delikanlıyı alıp götürdüler. Delikanlı "Allah’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!" diye dua etti. Bunun üzerine gemi içindekilerle bir-

rine insanlar, "Biz delikanlının Rabb’ine iman ediyoruz!" dediler. Daha sonra ileri gelen yöneticiler krala gelerek, "Gördün mü, korktuğun başına geldi; halk iman etti!" dediler. Bunun üzerine Kral, sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını ve içlerinin ateşle doldurulmasını emretti. Sonra da, " Bu yeni dine inanıp da di-

likte alabora oldu ve bütün askerler boğuldu.

ninden dönmeyen herkesi zorla bu ateşe atın!"

Delikanlı ise sağ salim kralın yanına döndü.

dedi. Askerler emri yerine getirdiler. Böylece,

Kral onu yine karşısında görünce "yanında-

hak dini terk etmeyen binlerce insan ateşe atıldı.

kiler ne oldu?" diye sordu. Delikanlı da "Allah

En sonunda, kucağında çocuğu ile bir kadın ge-

beni onların elinden kurtardı" dedi ve "Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin" diye de ilave etti. Kral "Neymiş o?" diye sorunca delikanlı "Bütün insanları geniş bir meydanda topla ve beni de bir hurma kütüğüne bağla. Bana ait ok torbasından bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da "Bu delikan-

tirildi. Ya imanını terk edip yeniden küfre dönecek ya da yavrusuyla birlikte ateşe atılacaktı. Bir ara kararsız kaldı, ateşe düşmemek için sendeleyip geriledi. İşte o anda, henüz kundakta olan çocuğu dile geldi ve zalimlerin saltanatına son verecek yeni bir neslin gelişini müjdelerce-

lının Rabb’i olan Allah’ın adıyla!" diyerek oku

sine "Dayan anneciğim, sakın ateşten korkup

at. Beni ancak bu şekilde öldürebilirsin." dedi.

imanından dönme; çünkü sen hak din üze-

Bunun üzerine Kral, halkı geniş meydanda top-

resin." dedi. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

yürüyerek kralın yanına döndü.

45


Abdullah Nergiz

SAİD BİN HARİSE VE HALİDE

R

afi bin Abdullah anlatıyor; Hişam bin Yahya El Kinani bana: “Sana gözlerimle gördüğüm, bizzat tanık

olduğum bir şey anlatacağım Allah onunla beni faydalandırdı. Belki senide faydalandırır” dedi: “Anlat ey Ebu Velid” dedim. Dedi ki: “88 yılında Müselleme bin Abdulmelik ve Abdullah bin Velid bin Abdulmelik komutasında Rum diyarına (Anadolu) bir savaşa gitti. Bu Allah’ın Tuvana şehrinin fethini müyesser kıldığı savaştı. Biz Basralı ve Arabistanlı iki gurup bir yerdeydik. Hizmet, bekçilik, erzak ve hayvanlar için sırayla çalışıyorduk. Beraberimizde çok ibadet eden gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan Said bin Harise adında birisi vardı. Nöbetinde onun yükünü hafifletmeye çalışıyor, işini biz görüyorduk. Ancak o bunu reddediyor, ibadetlerini aksatmayacak şekilde her işte yer almak istiyordu. Gece olsun gündüz olsun onu her ne vakit gördüysem ibadet eder gördüm. Namaz vakti değilse veya yol yürümekte isek Allah’ı zikreder ve Kur’an okumaktan bir an geri durmuyordu. Rum kalelerinden birini kuşattığımız bir gecede nöbetçilik sırası ikimize geldi. Onun durumu bize çok ağır geldi. Zira o gece o kadar sabır ve sebatla ibadet etti ki, kendimi onun yanında küçük gördüm, bedeninin ibadetteki gücüne hayret ettim. Bildim ki Allah lütûf ve ihsanını dilediğine verir. Said sabaha yorgun ve bitkin çıktı. Ona “Allah sana rahmet etsin kardeşim, nefsinin sende hakkı vardır. Bil ki Rasulullah (s.a.v) “Amellerden yapabildiğiniz kadarını yüklenin” buyurmuştur, dedim ve buna benzer hadisler daha söyledim. Bana “Kardeşim, hayat sayılı nefesler, bitecek ömür ve gelip geçecek günlerden ibarettir. Ben ölümü bekleyen ve ruhumun çıkması için koşan birisiyim” sözleri gözlerimi yaşarttı. Ona yardım etmesi ve sebat ettirmesi için Allah’a dua ettim, sonra “biraz uyu, dinlen; zira düşman ne yapacak bilemezsin bir şey vuku bulursa hiç olmazsa dinç olursun” dedim ve bunun üzerine çadıra gidip uyudu.

NEBEVÎ HAYAT

Arkadaşlarımız dört bir tarafa da-

46

ğıldılar; Kimisi savaşta, kimisi başka uğraşlarda ben ise eşyaların başında nöbetçi kaldım. Onlara yemek yaparken birden çadırın KASIM’13


içinden bir ses duydum. Hayret ettim; çünkü çadırda

okları ve taşlarının önüne attı. Tüm bunları o yaptı.” de-

Said’den başka uyumakta olan biri yoktu. Biri girdide

diler. İçimden “Onun durumunu bilseydiniz onun gibi

görmedim sandım. Çadıra girip baktım, fakat onun

sizde yarışırdınız” dedim. İftarını birazcık yemekle açtı

dışında kimseyi bulamadım. O ise aynı şekilde uyu-

ve gecesini namazla geçirdi, sabaha oruçlu çıktı, dünkü

yordu. Ancak uykusunda konuşuyor, gülüyordu. Kula-

yaptıklarının aynısını yaptı. Gün sonuna doğru yine

ğımı verdim, bazı kelimeleri ezberledim. Sonra bir şey

yanından ayrıldı, arkadaşları döndüklerinde dünkü an-

alıyormuşcasına sağ elini uzattı, sonra gülümseyerek

lattıklarının aynısını anlattılar. Üçüncü gün olup olayın

yavaşca geri çekti, sonra bu gece dedi ve birden uyanıp

üzerinden iki gün geçince “durumuna ve olacaklara

sıçradı. Titriyordu, başını hemen göğsüme koydum ve

tanık olmalıyım diyerek onunla birlikte gittim. Gün bo-

bir süre tuttum. Sağa sola bakıyordum sonunda sakin-

yunca kendisini düşmanın hedefleri önüne attı, onlara

leşti, şuuru yerine geldi. Şehadet ve tekbir getirmeye,

çok hasar verdi, fakat ona hiçbir şey isabet etmedi. Onu

“Beni bundan muaf tutsan” dedi. Arkadaşlık hukukumuzu hatırlatarak “Allah sana rahmet etsin, anlat bana, belki Allah’ın izniyle anlattıklarından bir öğüt ve güzellik alırım” dedi. Bunun üzerine rüyada gördüklerini anlattı. Hayatımda hiç görmediğim güzellikte ve mükemmellikte iki melek bana “ey Ebu Said! Müjdeler olsun sana; zira günahların bağışlandı, gayretin şükranlıkla karşılandı. Amelin ve duan kabul edildi ve dünyadayken sana müjde verilmek istendi, haydi bizimle gel de yüce Allah’ın sana hazırladığı nimetleri gösterelim” dedi. Said gördüğü sarayları, hurileri, hurilerin ve genç kızların onu karşılayışını bir bir anlattı. Gezerken bir de taht üzerinde inci gibi parlak bir huri görmüş. Şöyle anlattı: “Kız bana “seni uzun süredir bekliyoruz” dedi, “Neredeyim ben?” dedim: Me’va cennetinde” dedi: “Sen kimsin?” dedim: “Senin ebedi eşin” dedi: Elimi ona uzattım, kibarca geri çevirdi ve “Bugün hayır, şimdi sen dünyaya döneceksin” dedi. “Dönmek istemiyorum” dedim. “Bu olmak zorunda inşallah. Üç gün kalıp sonra iftarını bizde açacaksın” dedi. Ben “Bu gece bu gece (olsun)” dedim. “Kader böyle” dedi ve sonra kalkıp yerine gitti. O sırada uyandım. Hişam der ki: Ben “Kardeşim Allah’a şükret, bak Allah sana yaptığının mükâfatını göstermiş” dedim. “Bu halimi senin dışında kimse gördü mü?” dedi. “ Hayır” dedim. “Senden Allah aşkına hayatta olduğum sürece bunu kimseye anlatmamanı rica ediyorum” dedi. “pekâlâ”

uzaktan izliyor, yanına yaklaşamıyordum. Sonun da güneş tam batarken o da en dinç halindeyken kalenin duvarının üstünde bir adam belirdi ve ona ok attı. Ok boğazına isabet etti ve gözümün önünde yere yığıldı. İnsanlara bağırdım, hemen yanına koştular ve kendilerine doğru çektiler. Sanki son nefeslerini veriyordu. Onu taşıyarak karargâha getirdiler. Onu görünce “Hayırlı olsun, bu gece iftarını orada açacaksın, keşke bende seninle birlikte olsaydım” dedim. Alt dudağını ısırdı ve gülümseyerek gözüyle “ölene kadar durumumu gizle” diye işaret etti. Sonra “Bize vaadini yerine getiren Allah’a hamd olsun” dedi. Vallahi başka hiçbir kelime konuşmadan ruhunu teslim etti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Hişam der ki: Ölür ölmez avazım çıktığı kadar “Allah’ın kulları! Çalışanlar bunun için çalışsın, size anlatacağım bu kardeşinizin hikâyesini dinleyin” dedim. Askerler etrafımda toplandılar, olayı aynen anlattım. Herkes ağladı. Vallahi o kadar sayıda ağlayan kişiyi hiç görmedim. Sonra öyle bir tekbir getirdiler ki, karargâh sarsıldı. Sonra cenaze namazını kılmak için kalktılar. Haber, komutan Muselleme’ye ulaşınca, “namazını, durumuna tanık olan arkadaşı kıldırsın” demiş. Namazını kıldırdım ve defnettik, insanlar gece boyu bunu birbirlerine anlatıp birbirlerini cihada teşvik ettiler. Sabah olunca kaleye yenilenmiş niyetlerle, Allah’a ulaşma özlemiyle yanan yüreklerle gittiler. Allah aynı günün kuşluğunda onun bereketiyle kalenin fethini nasip etti. (Fedailu’l Cihad El Musemma Fekahatu’l – Ezvak)

dedim: “Arkadaşlarımız ne yaptılar?” dedi. “Bazıları

Me’le bin Ziyad der ki: Harem bin Hayyan bazı

savaşta, bazıları ihtiyaçlarımızı almaya gittiler” dedim.

geceler sokağa çıkar ve avazının çıktığı kadar “Hayret

Kalkıp yıkandı, gusletti, hoş kokular süründü ve sila-

ediyorum o cennete: Talipleri nasıl olup ta uyurlar?

hını alıp oruçlu haliyle savaşa gitti. Akşama kadar sa-

Diye bağırır, sonra “yoksa kasabalılar azabımızın gece

vaştı ve arkadaşlarıyla beraber karargaha döndü. Bana

vakti onlar uyurken gelmesinden emin mi oldular aye-

“Ey Ebu Velid, bugün bu adam hiç görmediğimiz şeyi

tini okur, sonra Asr ve Tekasur sürelerini okur geri dö-

yaptı; şehit olmak için çırpındı, kendisini düşmanların

nerdi. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

Allah’a hamd etmeye başladı. “Ne oldu sana?” dedim:

47


Metin EKEN

B

iz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyuncular (işi, eğlencesi) olarak yaratmadık. (Enbiya, 16)

NEBEVÎ HAYAT

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! (Ankebut, 64)

48

rını ihdas eden görsel kültürün şekillendirdiği bu yeni toplumsal yapıyı ise gösteri toplumu olarak adlandıracağız. Gösteri Toplumunun Kültürel Zemini: Görsel Kültür İçinde yaşadığımız dünyada yaşamın baş-

Medyatik Kuşatma ve Müslümanlar adlı ilk yazımızda, bazen hiç farkına dahi varamadığımız süreçlerle evlerimizi, iş yerlerimizi, toplumsal hayatımızın her anını, hatta hayallerimizi dahi şekillendirebilme gücüne sahip medya hakkında bir bilinç düzeyi ve farkındalık oluşturma amacı güden bir giriş yazısı kaleme almış ve zihinler üzerinde bu denli büyük etkilere sahip olan medyanın, Müslüman muhayyile tarafından etraflıca değerlendirilmesi ve sakıncaları hakkında tedbirler alınmasının öneminden bahsetmiştik.

lamasıyla birlikte, insanların dünyayı anlamlan-

Bu yazımızda ise, medyanın küresel hegemonyasının ortaya çıkarttığı ve insanlık tarihinde bir benzerine daha rastlamadığımız nevzuhur bir toplumsal yapının izlerini süreceğiz. Küreselleşmenin itici gücüyle farklı kültür, din ve inanç sistemlerini yok sayarak her alanda kendi kuralla-

lama özelliği ile farklı mekânlarda ve farklı zaman

KASIM’13

dırmasında sözlü kültürün hâkimiyeti görülmektedir. Bu süreçte, sözel iletişim, düşüncelerin, zihinlerde oluşan sembolik ifadelerin aktarılması için kullanılan en yaygın biçim olarak karşımıza çıkar. Yazının bulunması ve okuryazarlık oranlarının artmasıyla birlikte, insanoğlu duygu ve düşüncelerini, dünyayı anlamlandırma biçimlerini sabitlediği yeni bir araca kavuşmuş olur. Özellikle matbaanın icadıyla birlikte ise, bir yerde üretilen düşünceler, yazının düşünceyi sabitleme ve depodilimlerinde dolaşıma girmeye başlar. Böylelikle sözlü kültürün hâkimiyeti yerini yazılı kültürün hâkimiyetine bırakmış olur. Ancak, yazılı kültür sürecini sözlü kültürün bir devamı olarak da okumak mümkündür. Bununla birlikte, özellikle


Mahremiyetlerin yok edildiği, her şeyin görünür kılınmaya çalışıldığı, görünür olmayanın tehlikeli kabul edildiği bu yeni görsel kültürün hakimiyeti, tüm kadim kültürlerin sıkı sıkıya koruduğu mahremiyetin yok edildiği, hayanın kaybedildiği bir mantığın, tüm dünyayı bir olan Allah’a inanmaktan alıkoyan anı yaşama, gününü gün etme mantığının kölesi haline getirmiştir. Aydın’ın1 nefis bir biçimde ifade ettiği gibi; Deşifre, şov ve gösteriş, modernitenin en temel esprilerinden birisidir. Gösteriş belki de insanın doğasında yer alan duygusal bir özelliktir. Ancak bu duygu kadim kültürler tarafından yıllarca sansürlenmiş, genel olarak hoş görülmemiştir. Hâlbuki modern dünyada her şeyi görünür kılmak esastır. Görünürlükçülük, kadim kültürlerdeki mahremiyetin tam da karşıtıdır. Kadim kültürlerin mahremiyet anlayışına göre her şey herkese gösterilmez. Bazı şeyler yabancıya haramdır. Mahremiyet ailesel ve özel hayatın en temel verilerinden bir tanesidir. Peki, görselin bu gücü nereden geliyordu ve nasıl oluyor da toplumları bu denli etkisi altına alabiliyordu? İşte bu soru, bu yazının düğümlendiği noktaya işaret etmektedir. Bu bağlamda iki önemli hususa dikkatlerimizi yoğunlaştırmamız gerekmektedir. Bunlardan birincisi, görselin küresel iktidar odakları tarafından inşa edilmesi olgusudur. Herbert Schiller’in Zihin Yönlendirenler2 adlı kitabında ifade ettiği üzere, Medya menajerleri, imajların ve haberlerin oluşturulması, işlenmesi ve bunlara riyaset edilmesi; dolayısıyla inançlarımızı, tutumlarımızı, sonuç

itibariyle davranışlarımızı belirleme işini kendilerine iş edinmişlerdir. Realitenin kusurlu olarak algılanmasına, hayatın gerçeklerini kavrama gücünden yoksun bırakılmış bir şuurun oluşmasına sebebiyet veren görsel mesajlar, zihin menajerleri tarafından kasıtlı olarak üretilmiş manipülasyon amaçlı mesajlardır. Ve bu mesajları kullanmak suretiyle manipülatörler, çoğunluğun çıkarları doğrultusunda oluşturulmamış bir düzenin devamını temin için çoğunluğun desteğini kazanırlar. Bu durum, küresel güç ve çıkar odaklarının kendi sistemlerini işletirken, dünyadaki diğer tüm birey ve toplulukların hipnotize edilmişçesine ve şuursuzca oyalanması, kendi hazlarını tatmin etme peşinde sürüklenirken dünyanın nasıl bir açmaza doğru sürüklendiğinin farkına bile varamamasına sebebiyet vermiştir. Modern sömürge olarak bireylerin artık ne ayaklarında pranga ne de boyunlarında tasmalar vardır. Zihinlerin ve yüreklerin yeni teknolojik araçlar ve bu araçların sunduğu uyuşturucu mesabesindeki görsellerle prangalandığını ve çepeçevre kuşatıldığını söylemek pekâlâ mümkündür. Ancak ne ilginçtir ki, modern köleler olarak da adlandırabileceğimiz bireyler ve topluluklar bırakın kendilerini köle olarak hissetmeyi, dünyanın en özgür bireyleri olduklarını düşünmekte, büyük bir iştah ve arzu ile bu yok oluş evreninde yitip gitmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise bizatihi görselin kendisidir. Görsel olan doğası gereği bir olgu ya da gerçekliği somutlaştıran bir ‘temsildir’. Dolayısıyla hakikatin kendisini sunmaktan ziyade hakikatmiş gibi algılanan temsiller sunar. Dursun’un3 ifadesiyle, imgelerin oluşturduğu görsel gerçekliğin en büyük sorunu eleştirelliği, açıklamayı, tekrarı ve düşünmeyi desteklememesidir. Bu bağlamda, görsel imgeler, kişiyi

O’nun İzinde...

modernite olarak adlandırılan, batı düşüncesinin değer, anlayış ve inançlarının şekillendirdiği yeni dönemle birlikte ise, görsel kültürün hâkim olduğu yepyeni bir sürece girilmiştir. Teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla gelişimi insanoğlunu daha önce tarihin hiçbir döneminde rastlamadığı bir biçimde görselin kuşatması altına itmiştir. Resim, fotoğraf, film, televizyon, gazetecilik, internet ve diğer iletişim araçlarıyla birlikte, tüm dünya, hakikatle bağlarını kopartmış, derinlikten yoksun sığ bir medyatik kültürün (görsel kültür) istilasıyla karşı karşıya kalmıştır.

MUHARREM 1435

49


NEBEVÎ HAYAT

50

edilgen bir seyirciye dönüştürmektedir. Örneğin yazılı bir metni okumak zihni başkalaştıran ve derin düşüncelere sevkeden daha üretken bir edim olarak karşımıza çıkarken, görseller, bir mesele ya da olgu hakkındaki sathi (yüzeysel) temsiller olarak karşımıza çıkar. Öyleyse, görselleri bilinçli bir şekilde kurgulanmış anlam taşıyıcıları olarak görmek mümkündür. Ancak buradaki en önemli problem ise, kurgulanan anlamların alıcılar tarafından neredeyse fark edilmeden bilinçaltına yerleşmesidir. Görselin kolay fark edildiği söylenebilir ancak asıl sorun görsel mesajların kişiyi edilgenleştirmesidir. Görselin dili manipülatiftir, kişiyi farkında olmaksızın kuşatır, etki altına alır ve zehirler. Sathi4, yüzeysel ve derinliksiz bilgileri hakikatlermiş gibi sunar. Ünlü düşünür Ellul’un5 ifadesiyle, görsel olan, gerçeklik olarak kabul edilen ve gerçeklikle özdeşleştirilen bir gerçeklik temsiline imkân verir. Böylelikle imajlar, tıpkı gerçekliğin kendisi gibi sorgulanamaz hale gelirler. Temsil, zihinsel çerçevemiz olarak hizmet görmeye başlar; olgular hakkında kafa yorduğumuzu düşünürüz; ancak onlar sadece temsillerdir. Bugün medyanın pervasızca KASIM’13

yaydığı görsel mesajların istilası altındaki bireyin durumu da aynen bu hale gelmiştir. Medyanın sunduğu mesajlar hakikatin kendisi olarak algılanmaya başlanmıştır. Görsel mesajların sunduğu yaşam tarzları sorgulanmaksızın kabul edilmiş, nefsi arzulara hoş gelen, anlık tatminler sağlayan nevzuhur uygulamalar, inançların ve değerlerin şekillendirdiği hikmetle ve derinlikle yoğrulmuş uygulamalara tercih edilmiştir. İnsanlar, eleştirel düşünme yeteneklerini kaybetmekle kalmamış, kendi adına düşünemez ve hareket edemez hale gelmiştir. Bizatihi kendisi putlaştırılan akıl dahi devreden çıkartılmış, zevk ve ihtirasların yoğurduğu yoz ve değersiz bir anlayışlar kümesi meydana gelmiştir. Bu anlayışlar kümesinin içselleştirildiği toplumlar ise, bir gösteri/ş toplumuna dönüşmüştür. “İlginç Bir Anektod: Yaşadığımız görsel enformasyon çağının odak noktasında televizyonun yer aldığını söyleyebiliriz. Ancak televizyon, bir yetişkin ile çocuk arasındaki ayrımı geçersiz kılmaktadır. Bu ifadeleri kullanmamızın en önemli sebebi ise, tüm dünyada televizyon programla-


Gösteri/ş Toplumu Yaşadığımız çağda, insanlar artık görüntülerin kuşatması altındadır. Büyük bir akıl tutulması yaşadığımız bu çağda, duygu ve düşünceler görüntülerle, sembollerle yani gösteri/ş kültürünün sunduğu imkânlarla ifade edilir olmuş, sürekli üretilen görsel malzemelerle tembelleşen zihinler ise, bu büyük gösterinin bir parçası haline gelmiştir(farkında dahi olmadan). Postman’ın7 ifade ettiği üzere dünyayı bizim adımıza sınıflandıran, sıraya sokan, bir çerçeve çizen, genişleten, daraltan, küçülten, renklendiren ve dünyanın görünümüne ilişkin savlar ileri süren medya, görsel şov çağının kapılarını aralamıştır. Sadece bireysel yaşamlar değil, ekonomi, politika, toplumsal hayat ve gündelik yaşantının kendisi bir gösteri haline dönüşmüştür. Filmler, reklamcılık, televizyon, pazarlama, halkla ilişkiler, propaganda, moda, ticaret, müzik ve oyun sektörleri ise, bu gösterinin devamı için dur durak bilmeksizin üretmekte ve yeniden üretmektedir. Kendilerine has kimlik ve kişiliklerinden soyutlanan, inanç ve değerlerini yitiren bireyler içinse gösteri, kendini ifade etme ve kimliği ortaya koymanın yegâne aracı haline gelmiştir. Bu durumda, insanlara ruh ve hayat bahşeden ve hakikatin kapılarını açan değerler ve inançlar manzumesi geçersiz kılınmıştır! Yeni inanç sistemi gösteri üzerine kurulmuş ve mükemmel bir imanla ve bitmek tükenmek bilmeyen bir arzuyla bu gösteri dininin bir parçası olmak için çabalayan sadık takipçiler güruhu meydana gelmiştir.

Sonuç Yazımızın giriş kısmında, insanlık tarihinde eşi ve benzerine rastlamadığımız bir toplumsal yapının izlerini süreceğimizi belirtmiştik. Bu bağlamda, gösteri toplumu olarak beliren toplumsal yapı ve bu yapının kültürel zemini hakkında birtakım mülahazalarda bulunduk. Bununla birlikte, bu yazının amacı, içinde yaşadığımız dünyayı kuru kuruya tanımlamaktan ziyade, bu dünyaya çağrısını sunacak müslüman birey ve toplulukların nasıl bir dünya ile karşı karşıya oldukları hakkında bir bilinç düzeyi oluşturmaktır. Abdurrahman Arslan’ın8 veciz bir şekilde ifade ettiği üzere, içinde yaşadığımız kültür, tarihin hiçbir döneminde bu kadar sistematik bir düzeye ulaşmamış bir şirk kültürüdür. Bu şirk kültürünün tam da ortasında tevhid akidesinden beslenen genç nesillerin bu şirk kültürünün tüm unsurlarını Müslümanca bir bakış açısıyla kavraması ise elzemdir. Çünkü günümüzde ne yazık ki, Müslüman bireyler de, zihinlere işleyen, zehirli bir ok misali tüm vücudu ifsad eden, aklı ve inancı devre dışı bırakan bu yoz ve paçavra kültürün muazzam meydan okumasına karşı önemli hasarlar almaktadır. Bu bağlamda, dini yalnızca Allah’a has kılan ve “De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”9 ayeti kerimesini kendisine şiar edinen davet erlerinin nasıl bir toplumla muhatab oldukları ve nasıl bir dünya düzeninin/düzensizliğinin bir parçası haline getirildikleri hususunda bir bilinç düzeyine sahip olması büyük önem arz etmektedir. Tüm bu ifadelerden hareketle; ailelerimizin, çocuklarımızın, bacılarımızın ve tüm toplumsal kurumların bu gösterinin MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

rının on iki yaş mantalitesine göre tasarlanmasıdır. Tüm televizyon programları on iki yaşında bir çocuğun anlayabileceği seviyededir ve bu durum herkes için bu yaş grubunun zihin seviyesinin hedeflendiği anlamına gelir. Birçok araştırmacı ve düşünür, bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, birkaç nesil sonra insanlığın genel zihinsel seviyesinde önemli bir düşüşün meydana geleceğini vurgulamaktadır. Bu durum, aynı zamanda, yetişkinin çocuklaşma eğilimine girmesi sonucu yetişkinliğin de zayıflaması anlamına gelmektedir.”6

51


bir parçası olmaya zorlandığı günümüzde, aydınlığın karanlığın içerisinden fışkırıp çıktığı gibi derin karanlıkları yırtıp geçecek müslamanca bir bilinç ve şuura her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkartmamalıyız. "Ve Rablerinin hoşnutluğunu umarak sabah akşam O’na yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret; ve dünya hayatının cazibesine kapılıp da sakın gözlerini onların üzerinden ayırma; Ve iyi ve güzel olan ne varsa hepsini terk edip (yalnızca) bencil arzularının peşine düştüğü için kalbini zikrimize karşı duyarsız kıldığımız kimseye aldırma." (Kehf Suresi 28)10

NEBEVÎ HAYAT

“Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, biz bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara S, 286)

52

----------------------------------1 Prof. Dr. Mustafa AYDIN’ın modern dünyayı Müslümanca bir bakış açısıyla değerlendirme niyetiyle kaleme aldığı ‘Moderniteye Dışarıdan Bakmak’ adlı eserinde modern dünyanın karakteristik özelliklerinden bahsederken onun görünürlükçü, şovcu, deşifreci yönü üzerinde önemli müKASIM’13

lahazalarda bulunmuştur. Detaylı bilgi için Bkz. Prof. Dr. Mustafa Aydın, Moderniteye Dışarıdan Bakmak, Açılım Yayınları, İstanbul, 2009 2 Bu kitap, medya menajerleri olarak adlandırılan ve küresel iktidar odakları tarafından yönlendirilen kişi ve grupların zihinlerimiz üzerinde ne ölçüde etkili olabildiği üzerine önemli açıklamalar ihtiva etmektedir.Bkz: HerbertSchiller, Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları, 2005 3 Detaylı bilgi için bkz. Prof. Dr. Çiler Dursun, İletişim Sosyolojisi, Eskişehir Üniversitesi AÖF Yayınları, 4 Sathi, dilimizde düzlemsel olan anlamına gelmektedir. Bir şey düzlemsel olduğunda en ve boy olarak genişlese de aynı oranda derinliği azalmaktadır. Düzlemin eni boyu vardır ama genişliği yoktur. Bu bağlamda, görseller de derinlikten yoksundur. 5 Detaylı bilgi için bkz. JacquesEllul, Sözün Düşüşü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2004 6 Mustafa Ruhi Şirin, İletişim toplumunda medya sarmalını anlattığı önemli kitabında bu önemli noktaya dikkat çekmiştir. Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Ruhi Şirin, Gösteri Çağı Çocukları, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006 7 Detaylı Bilgi için bkz. Neil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 8 Abdurrahman Arslan’ın bu ifadeleri, Bilge Adamlar dergisi tarafından kendisiyle kitle iletişim araçları üzerine gerçekleştirilen röportajdan alınmıştır. 9 En’am Suresi 162. Ayet 10 Kehf Suresi 28. Ayet. Bu ayeti kerime Seyyid Kutub’un Fi-Zilal'il Kur’an adlı eserinde aşağıdaki şekilde tefsir edilmiştir ki bu surenin tefsiri yazımızın sonuç kısmında vurgulanmak istenen muradı desteklemektedir. “Yüce Allah bu ayeti, gerçek değerleri açıkça duyurmak ve yanılmaz teraziyi yerleştirmek için indirmiştir. Bundan sonra “isteyen inansın, isteyen inkâr etsin.” İslâm hiç kimseye yaltaklanmaz. İnsanları, ne ilkel cahiliyye ölçüleriyle, ne de kendisinin koyduğu ölçüler dışında insanların hayatı için ölçüler koyan herhangi bir cahiliye sisteminin ölçüleriyle değerlendirmez. “Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz kimselerin arzularına uyma.” Kendi şahsına, malına, evladına, çıkarına, zevkine, sefasına ve ihtirasına yönelik kalbinde Allah’a yer kalmadığı için Allah’ı anmayı kalbine unutturduk. Böyle şeylerle uğraşan bir kalp, bunları hayatının gayesi haline getiren bir kalp kesinlikle Allah’ı anmayı unutur. Allah da unutkanlığını arttırır, içinde bulunduğu durumu onun arzusuna uygun hale getirir. Böylece günler geçip gider ve yüce Allah’ın hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler için hazırladığı acıklı akıbetle karşılaşırlar.


Yusuf Yılmaz

DÜNYA VE BİZ

NEBEVİ AİLE

Amr İbni Avf el-Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasû-

lullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde İbnü’l-Cerrâh radıyallahu anh’i cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kılmak üzere geldiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar önüne durdular. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve: – Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum? dedi. Ensar: – Evet, ya Rasûlallah! Diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: – Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum. diye buyurdular. (Buhari-Müslim) muhasara altında yavrularının açlıklarından ölümlerine şahit oldular. Tüm Mekke’yi açlıktan ağlayan çocukların sesleri boğarken onlar imanlarından taviz vermeden dünya’ya ve dünyalıklara meydan okudular. Ellerinde az olanı paylaşarak fakirlikten korkmadıklarını ispatladılar. Bundan dolayı Allah Rasulü ashabının fakirliğinden korkmamaktaydı. Ancak bu salih insanlar için korktuğu üç şey vardı; MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

S

evgili Peygamberimiz, sahabesinin fakirliğinden korkmuyordu. Çünkü başta kendisi olmak üzere her bir sahabesi, fakirliğin en büyüğünü yaşamışlardı. İman ettikleri zaman her türlü sıkıntıyı ve yokluğu göze alarak İslam’a girdiler. İslamlaşarak zengin olmayı amaçlayanların tersine Müslüman olabilmek için elinde ve avucundakileri feda ettiler. Yeri geldi bir dilim ekmek, bir yudum su, üzerine giyecek elbiseye ihtiyaç duyarken; yeri geldi Ebu Talib mahallesinde

53


Müminlerin Emiri bugünkü Filistin bölgesini fethedince şehre devesiyle girmek istediğinde o bölgenin ileri gelenleri ‘Sen Arapların kralısın; deve bu ülkeye uygun bir binek değil. Şu üzerindekinden başka bir şeyler giyer ve ata binersen Rumlar sana daha çok saygı duyarlar’ deyince Müminlerin Emiri Ömer b.Hattab’ın cevabı onun faziletini görmeye yeter;

1. Dünyanın bütün cazibesiyle önlerine bir sofra gibi serilmesi,

lardan özür dileyerek, ‘Şu gömleğim yüzünden

3. Dünyanın bu yarışta onları helak etmesi.

geciktim; başka gömleğim yok’ dedi.

rında dahi Allah’ın davasına sahip çıkmakla rüştünü göstermiş, yedi kat göğün üzerinden ‘Onlardan razı oldum’ vahyine muhatap olmuş bu insanlar için Allah’ın Rasulü diyor ki, ‘Ben sizin için korkuyorum…’ Dünyanın bütün güzelliğini ortaya çıkarıp yanınıza gelmesinden, sizin ona gönlünüzü kaptırıp Allah’ı ve Ahiret’i unutmanızdan, daveti ve cihadı terk edip hak ve hukuk tanımamanızdan, bitmek bilmeyen bir açgözlülüğe yakalanıp ihtiyaç sahiplerini görememenizden, sıla-i rahim’i bırakıp aranızdaki kardeşlik hukukunu çiğnemenizden, Kitabullah’ı arkanıza atıp sünnetimi hafife almanızdan, dünyanın efendisiyken onun kölesi olmanızdan, biraz daha deyip gözünüzü toprağın doyurmasından ve dünyanın geçici lezzeti için ahiretin kalıcı nimetlerini kaçırmanızdan korkuyorum.

NEBEVÎ HAYAT

cikmişti. Mescide gelince minbere çıktı ve insan-

2. Dünya için yarış içine girilmesi, Her fırsatta faziletini ispatlamış, en zor anla-

54

leder: ‘Bir keresinde Ömer, Cuma namazına ge-

İmam Ahmed ‘Kitabu’z Zühd’ adlı kitabında Enes (r.a)’den şöyle nakleder: “Kuraklık yılında bir keresinde Ömer’in karnı guruldamıştı. Zira o sadece zeytinyağı yiyordu ve tereyağını kendine yasaklamıştı. Parmaklarıyla karnına vurarak, ‘İnsanlar normal hayatlarına dönene dek başka bir şey yok” dedi. İbni Kesir ‘el-Bidaye ve’n Nihaye adlı eserinde şöyle bir olayı nakleder: İçlerinde Enes ve Ahnef’in de bulunduğu Müslümanlardan oluşan heyet yanlarında Hürmüzan ve ganimetlerin beşte biri olduğu halde Medine’ye girdiler. Müminlerin Emirinin evine yaklaştıklarında yakınlarında kimseyi göremeyip geri dönerler. Oyun oynayan çocuklara Ömer (r.a)’ı sorarlar. Onlar mescitte uyuduğunu söylerler. Heyet mescide geldiklerinde Hürmüzan, Ömer nerede? diye sorar. Onlarda yerde uyuyan adamın Ömer (r.a) olduğunu söylerler. Hürmüzan ‘kapıcıları ve nö-

Evet, Allah Rasulü güzide sahabesi için bun-

betçileri nerede?’diye sorar. ‘Onun ne kapıcısı ne

lardan korkuyordu. Peki, onlar Allah Rasulünün

nöbetçisi ne kâtibi ne de divanı vardır’, derler.

yüzünü kara mı çıkardı? dersiniz. Tabi ki hayır.

Hürmüzan ‘O bir nebi olmalı’ deyince, yanında

Her fırsatta Peygamberin yüzünü güldüren as-

bulunanlar ‘O, bir nebi gibi davranır’ diye karşılık

habı, onun en çok korktuğu şeyde de yüzünü

verirler.

ağarttı. Haydi, şimdi o yiğitlerden birini ziyarete gidelim. Halifeliği zamanında dünyanın, bütün ihtişamını önüne serdiği adamı görelim;

Müminlerin Emiri bugünkü Filistin bölgesini fethedince şehre devesiyle girmek istediğinde o bölgenin ileri gelenleri ‘Sen Arapların kralısın;

İbnu’l Cevzi ‘Menakibu Ömer’ adlı eserinde

deve bu ülkeye uygun bir binek değil. Şu üzerin-

Abdulaziz ibn Ebi Cemile’nin şöyle dediğini nak-

dekinden başka bir şeyler giyer ve ata binersen

KASIM’13


Rumlar sana daha çok saygı duyarlar’ deyince

hileyi kendine vazife bilmiş, bu piyasa ancak bu

Müminlerin Emiri Ömer b.Hattab’ın cevabı onun

şekilde dönüyor sözüne kendini inandırmış Müs-

faziletini göstermeye yeter;

lüman tacirleri gördü de bundan mı bizim için

BUNDAN BAŞKASIYLA ÜSTÜNLÜK İSTEMİYORUZ.” İşte dünya, işte Rasulullah’ın şerefli ashabı. Onların dünyayla alakasını İmam Gazali’nin şu benzetmesi daha net vermektedir; “Bir gemi için su, geminin dışında kaldığı müddetçe hareketini sağlar. Ama ne zaman su geminin içine girerse o, batmaya mahkûmdur. Dünya bir deniz, kalpte üzerinde yüzen bir gemidir. Dünya kalbin dışında kaldığı müddetçe ona bir zarar vermezken, kalbin içine girdiğinde onun helakine sebep olur.” Başta Allah Rasulü olmak üzere her bir sahabe dünyayı kalplerinde değil ellerinde tuttular. Dünya ve süsünü Allah’ın rızasını elde etmede bir araç kabul edip dünyanın ve ahiretin efendileri oldular. Peki, sen ve ben kardeşim? Acaba Allah Rasulü sahabe üzerinden sana ve bana bir mesaj mı yolluyordu? Senin ve benim dünyaya karşı zaafımızı görüyordu da bizim mi dikkatimizi çekiyordu? Acaba Rasulullah’a gayb perdesi aralandı da evlerimizin içindeki eşyaların içindeki can çekişmelerimiz mi göründü? Her yıl değişen perdeler, komşuya kıyaslanarak alınan halılar, sabah namazına kalkmayı engelleyen şeytan tüyü yatak ve yastıklar, eline kitap aldığında üzerinde uyutan koltuklar, aile bireyle-

dünyadan korkuyordu Allah Rasulü? Karın tokluğuna çalışıp hayatını İslam davetine adamış kadın ve erkek davetçilerin, makam ve mevki sevdasına kapılıp davetten uzaklaşmalarını gördü de bu sözü bunun için mi söyledi? Kızımız üniversite okumaz ve mesleğini eline almazsa elin adamının esiri olur veya İslami ilimleri okuyupta aç mı gezeceksin? Annen-baban olarak buna gönlümüz razı olmaz diyenlerin seslerini işitti de bundan mı bu sözü söyledi Allah Rasulü? Allah yolunda cihad etmeyi kalbine koymuş oğullarını engelleme adına onları amirliğe, memurluğa, şöhrete özendiren anne ve babaların gafletine şahid oldu da bundan mı bu sözü söyledi Allah Rasulü? İnanın bunu bende bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki her yanımızdan dünya bir sofra gibi önümüze serildi. Dünyanın rahatını ve konforunu sevdik. Sonra vazgeçilmez kıldık kendimize birçok şeyi. Sonra kalbimize sızdı dünyanın sevgisi. Bedenimizi onu kazanma adına kıpırdatır olduk sadece. Salih amellerimizde dahi dünyalığı elde etmeyi tek hedef seçer hale geldik. Kim önce onu yakalar diye birbirimizle yarışır olduk. Bir baktık ki efendi olarak gönderildiğimiz dünyanın kölesi olmuşuz. Kaldı bir şey, o da dünyanın bizi helak etmesi. İçinde yakıp küllerini savurması Allah muhafaza.

rinin en son modeli yakaladığı teknolojik aletler,

Ey dünyanın süsüne aldanıp ta helaka koşan

evin hanımının ve kızının her güne giyinebilecek-

sen ve ben! Ölüm, dünyayı kendine dert edinip

leri kıyafetler… Dünyanın merkezi haline gelmiş

te Allah’tan ve Ahiretten uzaklaştığımız bugün

evlerimizin bitmez tükenmez ihtiyaçlarını kar-

bize gelmeden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-

şılamak adına onlarca yıl taksitlerle boğuşan biz

lem’in şu sözünü hatırlayıp yüce değerlerimize

Müslümanların halini gördü de bu yüzden mi

koşalım;

bizim için korkuyordu dünyadan Allah Rasulü? Yoksa daha fazla kazanma adına yalanı ve

“Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhari-Müslim) MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

“ALLAH BİZİ İSLAMLA ÜSTÜN KILDI,

55


Hatice Hayat Cemresi

YER ve GÖK KİMLERE AĞLAR? “Gök ve yer onlara ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.” (Duhan, 29) Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım... “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) Yalnızca Rabbimize ibadet için yaratıldığımız ve bir imtihan için gönderildiğimiz dünyadan ölümle beraber ayrılıyoruz. İnsanlar nice buluşlara imza atsalar da, asla ölüme çare bulamıyacaklar. Ölüm her canlı için kaçınılmaz son. ”Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz. İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükafatı ne güzeldir!”(Ankebut, 56-58) Mü’min Rabbi tarafından seviliyor ve kainata

NEBEVÎ HAYAT

da sevdiriliyor. Ölümle beraber ahirete başlangıç yapan mü’mini, Rabbi dünyalarda görülmemiş güzelliklerle, cennetle ödüllendiriyor.

56

Yer ve gök mü’minin ölümü ile ağlıyor. Çünkü ayrılıyorlardı. Mü'minin arkasından ağlayanı hiç olmasa bile... Mü’min hiç bir zaman yalnız değil. Yer ve gök onu seviyor, gidişine ağlıyor. Yer ağlıyor çünkü üzerinde secde etmişti. Özellikle de üzerinde secde ettiği yerler ağlıyor. Gök ağlıyor, çünkü artık mü’min’e kendisinden rızık inmeyecek. Yer ve gök Allah’a itaatinden dolayı mü’minden razı, onun gidişi onları ağlatıyor. “İbn Cerir rivayet ediyor... Said bin.Cübeyr dedi ki: İbn Abbas’ın (r.a) yanına bir adam gelip şöyle dedi:”Ey Ab-

KASIM’13

bas’ın babası, ne dersin. “Gök ve yer onlara ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.”(Duhan 29) buyruğu vardır, acaba gök ve yer kimseye ağlar mı? İbn Abbas (r.a) şöyle dedi:" Evet, çünkü ne kadar yaratık varsa, mutlaka semada ona ait bir kapı vardır. Rızkı oradan nazil olur, ameli oradan yükselir. Mü’min öldüğü takdirde, amelinin kendisinden yükseldiği ve rızkının kendisinden indiği semada ona ait olan kapısı kapatılır. Bu kapı onu kaybettiği için ağlar. Üzerinde namaz kıldığı ve Aziz ve Celil olan Allah'ı zikrettiği yer de onu kaybettiğinden, onun için ağlar. Firavun kavminin ise, yeryüzünde salih herhangi bir eserleri yoktu.Yüce Allah’a da onlardan herhangi bir hayır yükselmiyordu. O bakımdan gök de yer de onlar için ağlamadı.” (El Esas fi’t-Tefsir c.13, s. 292) Arkanızdan yerin ve göğün ağlamasını, ağlayanlarınızın olmasını isterseniz, Rabbinize sevginize, itaatinize, ibadetinize hiç bir şey engel olmasın, ortak olmasın. O (c.c) bize gücümüzün üstünde yük yüklemiyor. Halis niyetlerle, yalnız kendisini razı edebilmek için yapılmış salih ameller bekliyor. Haramlarından kaçınmamızı, şeytanın adımlarına uymamamızı istiyor. Sizden sonra secde ettiğiniz yerleri sizin için ağlatıyor, onlara bile değerinizi bildiriyor, ayrılığınızı hissettiriyor. Bize de secdelerimizi ve secde ettiğimiz yerleri artırmak, secdelere sarılmak düşüyor. Ne mutlu mü’min olanlara, ne mutlu ölümü ile yerin ve göğün, kendi arkasından ağlamalarına vesile olanlara... Arkasından yerlerin ve göklerin ağladığı o bahtiyar kullardan olabilmek duasıyla...


S. Ramazan Aycil

‫إقرأ باسم ربك الذى خلق‬

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Nebevi Hareket Metodu N

ebevi Hareket Metodundan kastedilen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kendisine peygamberliğin gelişinden, Rabbinin huzuruna intikal edişine kadar geçen süre içerisinde izlediği metoddur. Bizim de pratikteki hareket metodumuzun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ortaya koyduğu bu metodun her merhalesini adım adım izlememiz gerektiğini anlatan müellif, İslamî hayatımızda yol almaya devam ederken, Allah-u Teala'nın şu kavlinden yola çıkarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hareket çizgisini takip etmeliyiz. "And olsun ki sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem en güzel örnektir. (Ahzap, 21) Şüphesiz ki, her şeyden önce bu merhale ve adımları izlemek ibadettir. İslamî hareketin yeryüzünde Allah’ın hükmünü uygulama yolunda hedeflerine ulaşabilmesi için doğru istikamette ilerlemesini sağlayacak bir gösterge olduğu beyan edilmiştir.

Ayrıca, bu kitap, dünyada müslümanların kan, gözyaşı ve zulüm içinde olduğu, müslümanların yaşadığı çoğu ülkenin “Üçüncü Dünya Devleti” olarak adlandırılıp sözlerinin hiçbir anlam ifade etmediği, yöneten değil yönetilen konumunda olduğu ve adeta suyun üzerindeki çerçöp haline geldiği bir dönemde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmeti olarak zilletin artık son bulması ancak nebevi bir yöntemle olabileceğini anlatmaktadır. Bu kitap, davet merhalelerini ve bu merhalelere uygun olan araçları anlayamamak ve onlarla tanışmamak, İslamî hareketin ve Müslümanların davetçileri arasında derin ihtilaflara sebep olabileceğini anlatmaktadır. Bu kitap, İslamî kitapların çokluğuna rağmen İslam hareketine yol gösterecek eserlerin sayısının oldukça az olduğunu ve bu konuda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in hayatı ve hareket yöntemi ile alakalı yaklaşık olarak 50.000 hadis olduğunu, fakat temelleri yerli yerine oturtulmuş halde olmadığını anlatmaktadır.

KİTAPLIK

M

üellif 1942 senesinde Şam’da doğdu. Lise

ve üniversite öğrenimini Su-

riye’de tamamlayan şeyh, Üniversitenin

sonunda

ilmi ve davet araştırmalarına yönelerek İslam ümmetine değerli hizmetlerde bulunmuştur. Üstad, Hicri 1377 yılında ülkesinde yaptığı İslami çalışmalarından dolayı sürgün edilip 35 yıl Suriye’ye girişi yasaklanmıştır. Bu dönemi Suudi Arabistan’da üniversitede İslam Tarihi üzerine araştırmalar yaparak geçiren üstad, seksenli yıllarda Ürdün’de ve Bağdat’ta Suriye’nin hedefleri konusunda ilmi ve içtimai araştırmalar yapmıştır. Kültürel konularda altmış civarında kitap, siyer, İslam Tarihi, İslam’ın siyasi yönüyle ilgili ve değişik birçok konuda bazısı tercüme bazısı da telif olan çeşitli çalışmalar yapmıştır. Seksenli yıllarda Müslüman Kardeşler Cemaati'nin genel başkanlığını yapan üstad, daha sonra Suriye Müslüman Kardeşler Cemaati'nin şura meclisine getirilmiştir. Üstad, halihazırda hayatta olup Suriye cihadına aktif bir şekilde destek verdiği bilinmektedir.

Yazar: Münir Muhammed Gadban Çeviri: Tarık Akarsu Yayın Evi: Düşün Yayınları

Bundan dolayı değerli kardeşlerim! Bu kitap, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in takip ettiği yol ve yöntemlerle Müslümanların bu bataklıktan kurtulup dünya liderliğine taşıyacak işaretler üzerinde durmuş ve kurtuluş reçetelerini beyan etmiştir.

O’nun İzinde...

Allah yolunda, davetçilerin yürürken atacakları adımları bilmelerini sağlayan, işaret noktalarını belirleyecek bu merhale ve araçları açıklayacak böylesi kıymetli eserlerin okunup anlaşılmasına çok ihtiyaç vardır Dava erlerinin, davasının özünü anlaması için okuması gereken bir kitaptır. Rabbim istifade etmeyi İslam ümmetine nasip eylesin. MUHARREM 1435

57


Cİhan Malay

DÜNYADAN HABERLER

Suriye’de bayramın korkunç bilançosu açıklandı!

Suriye’de Esed güçlerinin Kurban Bayramı’nda düzenlediği operasyonlarda 243 kişinin öldüğü bildirildi. Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR) tarafından yapılan açıklamada, rejim güçlerinin 4 günlük bayram süresinde muhaliflerin yoğun olduğu bölgelere düzenlediği saldırının sonucu...

S

uriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR) tarafından yapılan açıklamada, rejim güçlerinin 4 günlük bayram süresinde muhaliflerin yoğun olduğu bölgelere düzenlediği operasyonlarda 35′i çocuk, 19′u kadın 243 kişinin öldüğü belirtildi.

Gazze'deki Filistin Hükümeti Başbakanı İsmail Heniye, "İslam ümmetini, üçüncü Aksa intifadasına hazır olmaya çağırıyoruz" dedi.

NEBEVÎ HAYAT

İ

58

srail ile Hamas arasındaki esir takasının ikinci yıl dönümünde Gazze'de basın toplantısı düzenleyen Heniye, Hamas'ın gelecek dönemdeki stratejileri, Mısır'la ilişkiler ve Filistinli gruplar arasındaki uzlaşma görüşmelerine ilişkin açıklamalarda bulundu. İsrail'in, Filistin yönetimiyle yürütülen barış müzakereleri ve Filistin tarafındaki iç bölünmeden yararlanarak Kudüs'ün Yahudileştirilmesi ve işgal altındaki topraklarda yerleşim faaliyetlerine

KASIM’13

hız verdiğini söyleyen Heniye, "Tanca'dan(Fas) Cakarta'ya (Endonezya) kadar İslam ümmetini, üçüncü Aksa intifadasına hazır olmaya çağırıyoruz" dedi. İsmail Heniye, konuşmasını, Arap ülkelerinde ikamet eden Filistinli mültecilerin talep etmeleri halinde, Gazze'de iskan edilmeleri konusunda işbirliğine açık oldukları yönünde mesaj vererek tamamladı.


DÜNYADAN HABERLER

Arakanlılar, Tayland'da köle olarak satılıyor.

Tayland'a sığınan ya da resmi görevlilerce gözaltına alınan Arakanlılar köle olarak satılıyor. Taylandlılar, her bir Arakanlı için 4 bin TL civarında para istiyor

M

yanmar'dan Tayland'a sığınan veya Taylandlı güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan Arakanlılar; Tayland Göçmenlik Bürosu görevlileri tarafından insan tacirlerine satılıyor. Phuketwan isimli bir internet sitesinde yer alan habere göre, kölelik ticareti devletin gözetiminde yapılıyor. Haberin yer aldığı sitede, sığınmacıların satıldığını gösteren fotoğraflar da yayınlandı. Tayland hükümeti tarafından istenmeyen bu insanlar, genellikle Malezyalı insan tacirlerine satılıyor. Satışlar genellikle liman kentlerinde yapılıyor. Limanlarda yapılan satışlardan sonra gemilere yüklenen kimsesiz bu insanlar bilinmeyen yerlere götürülüyorlar.

Dine olan inancın azalması, kiliselere giden hristiyan sayısının azalmasına sebep oluyor. Aklı, mantığı ve bilimi dinin üstünde gören Avrupalıların sayısı her geçen gün artıyor.

A

Yapılan bir ankete göre İngiltere; Avrupa genelinde kilisedeki ayinlere katılımın en düşük olduğu ülke. İngiltere'de 2007 yılında yapılan bir ankete göre Hristiyanların yüzde 15'i sadece ayda bir kez kiliseye gidiyor. Aradan geçen 6 yılın ardından bu sayının daha da düştüğü tahmin ediliyor. İngiltere'nin Stoke-on-Trent bölgesinde bir Katolik Kilisesi, cemaati küçülünce çareyi kilise binasını Müslümanlara satmakta buldu. Yetkililer, kiliseyi satışa sunduklarında en iyi teklifin Müslüman cemaatten geldiğini söyledi. Ancak Müslüman alıcıların kimlikleri açıklanmadı. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

vrupa'daki insanların birçoğu hristiyan olduklarını söyleseler de, inançlarının gereğini yerine getirmiyorlar. Bu durum en çok pazar günleri kiliselerde yapılan ayinlerde anlaşılıyor.

59


DÜNYADAN HABERLER

İran Binlerce Askerini Suriye’ye Gönderiyor

B

aşta Hz. Zeynep Türbesini korumak için gittiğini iddia eden Şii Dünyası, zaman geçtikçe savaşın baş aktörü olmaya devam ediyor. Suriye’de Şiiliğe yakın olan Nusayrı inancının varlık teminatı olarak kendini gören Şii Dünyası yine kendinden beklenen hareketi yaptı. Suriye’de savaşın artık Esed ile Muhaliflerin savaşı olmadığı apaçık aşikardır. Suriye’de muhalif güçler ile Şii Dünyası savaş vermekte, bunun en bariz örneği de Şii dünyasının durmadan Suriye’ye asker sevkiyatı yapmasıdır. Christian Monitor’da yayınlanan bir analizde Nicholas Blandford, “İran Binlerce Şii Savaşçıyı Suriye’ye Gönderiyor” iddiasında bulundu.

Esed'in yanında savaşan Rus askerler de ağır kayıplar veriyor. İslam Ordusu'nun çok sayıda Rus'u öldürdüğü bildirildi.

S

uriye'de taraflar arasındaki şiddetli çatışmalar sürerken Esed'in yanında çarpışan Rus paralı askerlerin de kayıplar verdiği haberleri geliyor. Muhaliflerin, Palmira vilayetinde Esed ordu konvoyunun hedef alınması sonucunda çok sayıda Rus askerin öldürüldüğü belirtildi. Direnişçiler Çöl Savaşı başlatmış ve Esed ordusuna karşı büyük kazanımlar elde ettiklerini açıklamıştı.

Eski Mekke İmamı Suriye Direnişine Katıldı NEBEVÎ HAYAT

Suriye’de son zamanlarda Esed rejim güçleri ile muhalif güçler arasında devam eden çatışmaya her iki tarafada müdahil olmak isteyen yabancı gönüllü savaşçılar destek vermeye başladılar.

60

Muhaliflere en son olarak katılan direnişçilerden biride eski Mekke imamlarından Abdullah el Muheysini... Medya aktivistlerin vermiş olduğu bilgiye göre Suriye’de muhaliflere katılan Abdullah el Muheysini bir de cephede çekilmiş bir fotoğrafını yayınladı. KASIM’13


DÜNYADAN HABERLER

Suudi Arabistan hükümetinin Irak, Afganistan ve Suriye'de sergiledikleri ABD yanlısı tutum ve politikalara rağmen Suudi din adamları birer birer cihad çağrısı yapıyor. Son olarak Suudi Arabistan'ın saygın din adamlarından Şeyh Abdullah el Guneyman Suriye'de cihad çağrısı yaptı.

G

uneyman'ın çağrısı Suud Selefisi olarak bilinen kesimlerde ciddi ra-

hatsızlıklara neden olurken ülkede yönetimin uygulamalarına karşı rahatsızlığın ne denli artmış olduğuna dair de işaret olarak değerlendirildi.

Suriye’de Muhasara Yüzünden İlaç ve Gıda Yetersizliğine Bağlı Ölümler Artıyor

Muhasara altında tutulan bu bölgeler Esed rejim güçleri tarafından çok sıkı tutulduğundan gıda ve tıbbi malzeme girişi neredeyse hiç olmuyor. Bölgede gıda ve tıbbi malzeme eskikliği yüzünden bir çok çocuğun hayatını kaybettiği ve hastanelerde gıda yetersizliği yüzünden bir çok hastanın ölüme terkedildiği rapor ediliyor. Esed rejiminin muhasarayı acilen kırmasını ve yardım kuruluşlarının bu bölgeye gıda ve tıbbi malzeme girişine izin vermesini istiyorlar. Doktorlar, yardım kuruluşları kısa bir süre içinde müdahele etmezse hastanelere gıda yetersizliği yüzünden getirilen insanlar bu seferde ilaç yetersizliği yüzünden can çekişerek hayatını kaybede-

cektir diye sözlerine ekliyorlar. Şam Yarmuk Mülteci Kampında yaşayanlar bayat mercimekle yapılmış ekmekleri yiyiyorlar. Rejim mülteci kampına yiyecek malzemesi girişi için 75 gündür müsaade etmiyor. Kentin diğer bölgeleri 300 gündür muhasara altında tutuluyor bu yüzden yetersiz beslenmeye dayalı sıkıntılar ve çocuk ölümleri başladı. MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

Doktorlar Acil Çağrıda Bulundu

61


DÜNYADAN HABERLER

Bu İtiraflar Kanınızı Donduracak

zeye rejim roket ve topçu bombardımanı ile saldırmıştı. Bugün Muhalifler tarafından yayınlanan bir görüntü, Esed rejiminin kendi halkına karşı kutsal mekanlar dahi dinlemeden yaşatmış olduğu katliamı ispatlar niteliktedir.

Suriye’de sivillere karşı yapılan bombalı eylemler ile iç karışıklık yapmaya çalışan Esed rejiminin paralı bombacısı olan şebbiha yakalandı.

C

uma günü Şam- Kalamun bölgesi Rankus kesiminde Esed ordusuna bağlı güçlerin park halindeki bir araca yerleştirdiği bom-

bayı uzaktan kumanda ile patlatması sonucu cami harabeye dönmüş bombanın etkisi ile 30′a yakın sivil de yaşamını yitirmişti. Rejim güçleri zorbalığını cenazedede gösterdi. Ölenler için düzenlenen cena-

Ahraruş Şam grubu, mescidde bomba yüklü araba ile katliam hazırlığında olan bir şebbihayı yakaladı. Adının Talib Ala Muhammed olduğunu söyleyen Şebbihanın itirafları insanın kanını donduran cinsten. Yakalanan şebbiha, Binniş kasabasında yer alan Esed’e bağlı güvenlik şubesinin sırf bu patlamaları yaptırmak için bizlere yüklü miktarda para verdiklerini itiraf ediyor.

Dünyanın ortak İslam korkusu... Lavrov: Esed Düşerse İslamcılar Gelir! Rus Dışişleri Bakanı, Esed rejimi düşerse laik bir devletten söz edilemeyeceğini, iktidara 'İslamcıların' geleceğini söyledi.

NEBEVÎ HAYAT

R 62

usya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesi halinde bu ülkede laik bir devletten söz edilemeyeceğini, iktidara 'İslamcıların' geleceğinden emin olduğunu söyledi.

kede laik bir devlet kalmayacak' dedi.

Rus devlet televizyonu Pervıy'ın 'Voskresnoe Vremya' (Pazar Günü) programına demeç veren Lavrov,'Askeri müdahale, militanların yararına olacak. İktidara gelecekler ve bu ül-

Lavrov, muhaliflerin üçte ikisi ya da dörtte üçünün Suriye'de ve komşu topraklarda 'İslami Halifeliğin' kurulmasını ilan eden el-Nusra Cephesi ile Irak İslam Devleti adlı gruplara dahil 'cihatçı' olduğunu öne sürdü.

KASIM’13


SİZDEN GELENLER

bilgi@nebevihayatyayinlari.com Herkesin bir Davası var bu dünyada asla laf söyletmediği peşinden koştuğu bir davası, kimisinin para ve dünya sevgisi, kimisinin mevki ve makam hırsı, bizim DAVAMIZ ise Allahın dininin yeryüzünde hakim olması, Müslümanın hür olması, insanların İslama göre yaşaması ve ne kadar zorlukla karşılaşsakta baskıya ve hakaretlere maruz kalsakta göz yaşlarımız hatta kanlarımız, hatta ve hatta canımızdan olsak yine de vazgeçemeyiz bu davadan vazgeçmeyiz bu davadan. Gökhan Akkuş\ Bursa

Mücahiddir adımız İslamdır amacımız Tevhid şuuruyla yaşarız Allahuekber sloganımız Bakışlarda kin ve öfke Kan kusturur kafir zulmune Çecenyada Filistinde Allah yolunda her yerde Yakup AKPINAR / Bursa

YA İZZET, YA ZİLLET! İpi kopan tespihim Dağılmış tane tane Acı ama tespihim Hani nerde imame (Alıntı) Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla ünümüz İslam ümmetine bakıldığında; zilletin, alçalmışlığın, dağılmışlığın avuçlarında adeta can çekişmekte olduğu görülmektedir. Fert açısından hiç de azımsanmayacak durumda olan İslam ümmeti, öte yandan şer güçler tarafından bir oyun hamuru haline getirilmiş ve tüm kirli işler Müslümanlar üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Son Osmanlı halifesi Vahdettin’in düşmesinin ardından Müslümanlar yazımın başındaki şiirde de belirttiğim gibi adeta bir tespihin dağılmış taneleri haline dönmüştür. Birbirinden bağımsız devletçikler meydana getirilerek İslam ümmetinin birbiriyle olan bağı koparılmıştır. Bunun da yegâne sebebi insanların dünyayı aşırı bir aşkla sevmesi ve ölümden de tiksinmesi olmuştur. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir buyurdu.’’ Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır, sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri: “Vehn nedir?” deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu. ( Ebu Davud ) Görüldüğü gibi İslam ümmetinin zillete boyun eğmesinin sebeplerinden birisinin ne olduğu hadis-i şerifte de belirtildiği gibi apaçık ortadadır. Hepimizin bildiği üzere şu anda Müslümanlar dünyaya o kadar meyyal bir hale gelmişlerdir ki, öte yandan dininin elden gittiğinin dahi farkında değildir. Vereceğim misal Müslümanların ne hale düştüklerini apaçık gözler önüne seriyor. Öyle ki, Şimon Perez’e bir gazeteci:‘’Kuran’ı Kerim sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor.’’ diye hatırlattığında, Perez şu cevabı vermiştir: ‘’Kur-an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin düşünürüz.’’ Evet, şuan Kur-an’ın bahsettiği Müslümanlar adeta kendi kabuklarına çekilmiş, kendi dertlerine düşmüşlerdir. Dünya üzerinde Müslüman kanı akıtılmayan bir kara parçası dahi yok iken bunlara dur diyecek Müslümanlar ortalıkta görünmemektedir. Görünen o ki izzeti zillete tercih etmişiz. Hâlbuki her şey gün gibi ortada. Suriye’nin durumu belli, işte Mali Fransızlar tarafından işgal altında, Afganistan yıllardan beri emperyalist güçlerin zulmü altında inlerken işte Çeçenistan, Filistin, Arakan… Artık dünya sevgisini bırakıp birlik olmanın, kardeş olmanın ve kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmenin vakti çoktan geldi de geçiyor. Kur-an ve sünnet etrafında birleştiğimiz takdirde saadet pek yakındır. İslam ümmetinin uyanması temennisiyle. Allah'a emanet olun. Hasan VAROL / İstanbul MUHARREM 1435

O’nun İzinde...

G

63


GÖNÜL DOSTLARIMIZLA BİRLİKTEYİZ

SEMİNER 9 Kasım 2013 Cumartesi - Saat: 20:00 HZ. MEHDİ (a.s.) Konuşmacı: Mahmut Varhan

Ders ve Seminerlerimizi

www.imambuhari.org sitesinden canlı olarak izleyebilirsiniz.


Kütüb-i Sitte (Muhtasar) TEYSÎRU’L-VUSÛL İLÂ CÂMİ’İ’L-USÛL MİN HADÎSİ’R-Rasûl

200.00 TL indirimli 100.00 TL satis.nebevihayatyayinlari.com Ben, (bu eserimde) önce her hadisi rivayet eden sahâbinin ismine yer verdim. Hadisin sonunda ise o hadisi kitabına almış olan kütüb-i sitte imamlarını belirttim. Bu açıklayıcı bilgiyi, hataya ve herhangi bir şüpheye düşmekten kaçınmak için hadis metinlerinin arasına koydum. Bu, insan mizacına hoş gelecek bir davranıştır. Bir hadise yer vermede kütüb-i sitte imamları ittifak etmişse "Bu hadisi, kütüb-i sitte müellifleri rivayet etmiştir” diye belirttim. Manası birbirine yakın, fakat lafızları farklı rivayetlerden sadece birini aldım. Manaları ve lafızları farklı olanlardan herbirinin korunması gerekir. Mükerrer olan rivayetlerin en kapsamlı olanını aldım. Eğer hadise yer vermede veya râvisinin isminde ihtilâf meydana gelmiş ise bu durumda Kâdı’l-Kudât’ın "et-Tecrîd”ine itimat ettim. Ayrıca onun asl’ı olan "Câmi’u’l-Usûl”den garip kelimeler ile mananın açıklanması, hatayı ve herhangi bir şüpheyi düzeltme hususunda çok şey ilave ettim, böylelikle eserin faydası ve avantajı artmış olsun, okuyanı bir başka kitaba müracaat etmekten müstağni kılsın! Bu eseri, "Teysîru’l-Vusûl ila Câmi’i’l-Usûl min Hadisi’r-Rasûl” diye isimlendirdim. İbnu’d-Deyba’

Kitap Adı: Kütüb-i Sitte Muhtasar Yapan: İbnu’d-Deyba Mütercim: Hanifi Akın Yayınevi: Polen Yayınları Etiket Fiyatı: 200 TL (KDV dahil) Kağıt - Cilt: Şamua Kağıt 6 Cilt Her cilt 640-650 sayfa Ebat: Büyük boy Ciltli Arapça ve Türkçe Metin

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul

Tel-Faks: (0212)

515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63

www.nebevihayatyayinlari.com - siparis@nebevihayatyayinlari.com


‫ين اَنْف َُس ُه ْم‬ َ ‫اِ َّن اللّٰ َه ْاش َت ٰرى ِم َن الْ ُم ْؤ ِم ٖن‬ ‫َواَ ْم َوالَ ُه ْم بِاَ َّن لَ ُه ُم الْ َج َّن َة ُيقَاتِلُو َن ٖفى‬ ‫يل اللّٰ ِه َف َي ْق ُتلُو َن َو ُي ْق َتلُو َن َو ْعدًا َع َل ْي ِه‬ ِ ‫َس ٖب‬ ‫يل َوالْ ُق ْراٰ ِن َو َم ْن‬ ِ ‫َح ًّقا ِفى ال َّت ْو ٰري ِة َوا ْل ِانْ ٖج‬ ‫اس َت ْب ِش ُروا بِ َب ْي ِع ُك ُم‬ ْ ‫اَ ْوفٰى بِ َع ْه ِد ٖه ِم َن اللّٰ ِه َف‬ ‫الَّ ٖذى َبا َي ْع ُت ْم بِ ٖه َو ٰذلِكَ ُه َو الْ َف ْو ُز الْ َع ٖظي ُم‬ Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. (onlar) Allah yolunda savaşarak öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da verilen gerçek bir vaaddir. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse O'nunla yaptığınız alışverişe sevinin. Bu en büyük başarıdır. T e v b e ,

1 1 1


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.