Editör H
amd, gökleri ve yeri ayakta tutan kudre-
Zira Rabbimiz Celle Celâluhû emretti diye nor-
tin sahibi Allah subhanehu teâlâ’ya, salat
mal zamanlarda mübah olan en tabii ihtiyaç-
ve selam ise insanlığın kandili mesabesinde
larını terkeden insanın, Allah’ın yasak kıldığı
olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e,
şeylerden uzaklaşıp emrettiği şeyleri yerine
ailesine ve ashabına olsun inşallah.
getirmesi gayet tabii ve daha kolaydır. Bundan
İnsanoğlunun tabiatı üç farklı kuvvetten müteşekkildir: Bunlardan birisi meleki, diğeri şeytani, öbürü ise behimidir. Melekiyet yönünü
dolayı diyebiliriz ki oruç, haramları terketmek ve emirleri yerine getirmek için bir alıştırma ve bir idmandır.
ruh, kalp ve şeytana hizmet etmekle tefessüh
Orucun takvaya götüren en etkili sebeplerden
etmemiş olan akıl oluşturur. Şeytaniyet yönü-
biri olduğuna işaret etmek için Allah Teâlâ,
nü nefis ve onun hizmetindeki bazı duygular
orucun farziyetini bildiren ayet’i kerimenin so-
oluşturur. Behimiyet yönünü ise yemek, iç-
nunda: “Umulur ki takva sahibi olursunuz”
mek, cinsel arzuları tatmin etmek ve benzeri
(Bakara, 183) buyurmaktadır.
şeyler oluşturur. İnsanın takva dairesinde kuvvetli olması, son ikisinin birincisinin hizmetine verilmesiyle; zayıflığı ise birincisinin onların hizmetine verilmesiyle orantılıdır. İşte oruç, insandaki şeytani ve behimi yönlerin kısıtlanıp meleki yönünün hizmetine verilmesinden ibarettir.
YIL: 5 Sayı: 54 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman
Nebevi Hayat Dergisi olarak, Müslümanlar için fırsat niteliğindeki Ramazan ayını daha güzel nasıl idrak edebiliriz diye “Takva Ayı Ramazan” başlıklı bir yazı dizisi hazırladık. Rabbimiz Allah subhanehu Teâlâ, bu ayı, layıkıyla idrak edip sonrasına taşımayı bizlere nasib etsin.
Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. Ayçin Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Abone Şartları 2017 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, Mayıs 2017 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler
Ramazan Ayı ve Oruç İbadeti Mahmut Varhan
04
Teheccüd Namazı ve Fazileti Hakan Sarıküçük
Kadir Gecesi Bağışlanma ve İhya Gecesidir M. Sadık Türkmen
Nebevî Nasihatler Derdi Ahiret Olanın Her İşi Âsân Olur “Derdi Dünya Olanın Dünya Kadar Derdi Olur” M. Sabri Yücel
Önderlerimiz Dinin Güneşi: İbnu’l Kayyim el-Cevziyye -rahimehullah- (1292-1350) Cihan Malay
İslam Coğrafyası Hint Okyanusunda Bir Müslüman Beldesi: Maldiv Adaları Metin Eken
Zahitlerin Şiarı Tesbih Namazı - Ebubekir Eren
24
Ramazanda Oruç İbadetinin Gerçek Mahiyeti ve Toplumdaki Yansımaları Ümit Şit
27
Adaletten Sapmak Nedim Bal
31
11
21
35
38
47
Nebevi Aile Çocuklar Neden Korkar? Halime Yılmaz
50
Haber Analiz Asrımızın Perde Arkası Maşalarını Oynatan Firavun Rockefeller Emrah Seven
55
Serbest Köşe Yaklaş Rabbine Derya Fıçıcı
58
Serbest Köşe Oruç Çeşitleri Muaz Akgün
60
| Kapak Dosya
| Mahmut Varhan
Â
lemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Allah’ın Rasûlü’ne, onun âline, ashabına
ve kıyamete kadar ona tâbi olan mü’minlere salât ve selam olsun.
Orucun Hikmetleri Oruç ibadetinin ferdi, ictimai, bedeni, rûhi, sıhhi ve terbiyevi pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bu hikmetlerden sadece birkaç tanesi şunlardır:
MAYIS 2017
1- Takva: Allah Sübhânehû ve Teâlâ’nın yaratıp dünyaya gönderdiği insanın, dünyadaki en
4
büyük gayesi yaratıcısına itaat etmektir. Yani emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmak suretiyle takva dairesinde yaşamaktır. Allah Sübhânehû ve Teâlâ bu konuda insanı başıboş bırakmamış, aksine ona kitaplar indirip, rasuller göndererek nasıl yaşamaları gerektiğini onlara bildirmiştir. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim bütün insanları müjdeleyip korkutmak, hepsini Allah’a davet etmek için inmiş ise de ancak Allah Azze ve Celle, sadece takva dairesinde yaşayanların ondan faydalanabileceğini, onunla sadece bunların hidayet bulacağını açıklamıştır. Ayet’i ke-
rimeye kulak verelim: “Elif, lâm, mim. Bu, o kitaptır ki onda (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.” (Bakara, 1-2) İnsanın kendisi vesilesiyle takvayı kazanacağı, insanı takvaya götüren en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz oruçtur. Zira Rabbimiz Celle Celâluhû emretti diye normal zamanlarda mübah olan en tabii ihtiyaçlarını terkeden insanın, Allah’ın yasak kıldığı şeylerden uzaklaşıp emrettiği şeyleri yerine getirmesi gayet tabii ve daha kolaydır. Bundan dolayı diyebiliriz ki oruç, haramları terketmek ve emirleri yerine getirmek için bir alıştırma ve bir idmandır. İnsanoğlunun tabiatı üç farklı kuvvetten müteşekkildir: Bunlardan birisi meleki, diğeri şeytani, öbürü ise behimidir. Melekiyet yönünü ruh, kalp ve şeytana hizmet etmekle tefessüh etmemiş olan akıl oluşturur. Şeytaniyet yönünü nefis ve onun hizmetindeki bazı duygular oluşturur. Behimiyet yönünü ise yemek, içmek, cinsel arzuları tatmin etmek ve benzeri şeyler oluşturur. İnsanın takva dairesinde kuvvetli olması, son ikisinin birincisinin hizmetine verilmesiyle; zayıflığı ise birincisinin onların hizmetine verilmesiyle orantılıdır. İşte oruç, insandaki şeytani ve behimi yönlerin kısıtlanıp meleki yönünün hizmetine verilmesinden ibarettir. Orucun takvaya götüren en etkili sebeplerden biri olduğuna işaret etmek için Allah Teâlâ, orucun farziyetini bildiren ayet’i kerimenin sonunda: “Umulur ki takva sahibi olursunuz” (Bakara, 183) buyurmaktadır.
ketmesi ona gayet kolay olur. İşte orucun bu özelliğinden dolayıdır ki, oruca “sabır” ismi de verilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ’nın: “Şüphesiz sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir” (Zümer, 10) ayet’i kerimesi hakkında müfessirlerin bir görüşü de buradaki “sabredenler”den maksadın, oruç tutanlar olduğudur. 3- Şükür: Oruç, nimetlerin şükrünü eda etmeye sevkeden sebeplerin başında gelir. Çünkü oruç, en önemli ve insan için en gerekli nimetler olan yemek, içmek ve cinsel arzuları tatmin etmekten nefsi alıkoymaktır. Belirli bir süre nefsi bu nimetlerden uzak tutmak, bu nimetlerin kadrini bilmeye ve kıymetini takdir etmeye
5
ŞABAN 1438
2- Sabır: Âdemoğlunun imtihan edilmek için gönderildiği şu fâni dünyada, imtihanı başarıyla geçmesi için ona gerekli olan sıfatların başında sabır gelmektedir. Oruç, onu sabırlı olmaya alıştıran en etkili bir sebeptir. Zira oruç vesilesiyle en zaruri ihtiyaçlarını dahi belirli bir süre terketmektedir. En zaruri ihtiyaçlarını bile sadece Allah emrettiği için terkeden insanın, kendisine haram kılınan şeyleri ter-
İnsanın kendisi vesilesiyle takvayı kazanacağı, insanı takvaya götüren en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz oruçtur. Zira Rabbimiz Celle Celâluhû emretti diye normal zamanlarda mübah olan en tabii ihtiyaçlarını terkeden insanın, Allah'ın yasak kıldığı şeylerden uzaklaşıp emrettiği şeyleri yerine getirmesi gayet tabii ve daha kolaydır. Bundan dolayı diyebiliriz ki oruç, haramları terketmek ve emirleri yerine getirmek için bir alıştırma ve bir idmandır.
vesile olur. Zira nimetlerin içinde olan ve onları kolayca elde edebilen kimse, bu nimetlerin kadrini bilmez. Bu nimetleri belirli bir süre de olsa bulamayan veya bulduğu halde onlardan istifade edemeyen kimse, bu nimetlerin ne kadar kıymetli olduğunu idrak eder. Bu da onu şükürle bu nimetlerin hakkını eda etmeye ve bu nimetleri zayi etmeksizin, veriliş maksadına uygun bir şekilde kullanmaya sevkeder. Böylece insanı insan yapan şükür makamına ulaşır. İşte Allah Teâlâ orucun, şerian ve aklen farz olan nimetlerin şükrünü eda etmeye sevkettiğine işaret etmek için oruç ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ve umulur ki şükredersiniz.” (Bakara, 185) Orucu bize farz kılmakla bize takva ve hidayeti veren Rabbimize şükürler olsun.
man ise, bu arzularını düşünemez ve onlardan vazgeçer. Bu husus bütün toplumların tecrübe ettiği ve tüm ilmi verilerin tesbit ettiği bir konudur. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden
her kim zinaya düşmekten korkacak olursa oruç tutsun. Çünkü oruç onun için (şehevi arzularına mani olan) bir kalkandır.”
(1)
Fakat bu konuda
ifrat ve tefritten sakınmak için sünnet’i seniyyede varid olduğu şekliyle oruçla nefsi terbiye etmeye gayret ederek; İslam dışı toplumlardan alınmış olan açlık şekilleriyle nefsi terbiye etmekten sakınmak gerekir.
Orucun Fazileti Ebû Hureyre, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den
şöyle buyurduğunu rivayet
4- Diğergamlık: Düşkün ve muhtaç kimselerin gözetildiği bir toplum, adalet ve rahmetin hâkim olduğu İslami bir toplumdur. Muhtaç kimseleri hakkıyla gözetebilmek için onların ihtiyaç derecelerini bilmek gerekir. Onların dertleriyle dertlenebilmek için, onların dertlerini yaşamak gerekir. İşte insanın aç ve susuz kalmasına sebep olan oruç, insanın aç ve susuz kimselerin hallerini iyice anlamasını sağlar. Böylece insan, en erdemli özellik olan diğergamlık sıfatına haiz olur.
eder: “Allah Teâlâ buyurdu ki: “İnsanoğlunun
5- Nefis terbiyesi: İnsanoğlu için en önemli hususlardan biri de nefsini ve arzularını terbiye etmesi ve kontrol altına almasıdır. İşte bu konuda insanın en büyük yardımcısı oruçtur. Zira oruç insanın hayvani tabiatını kontrol altına alır ve şehevi arzularını kırarak dindirir. Zira nefis doyduğu zaman çeşitli şehevi arzuları temenni ederek azar. Nefis aç kaldığı za-
manında, diğeri de orucuyla Rabbi ile karşılaştığı
her işi kendisinindir. Ancak oruç değil. Çünkü o, Benim içindir ve onun mükâfatını Ben veririm.” Oruç, günahlardan koruyan bir kalkandır. Oruç tutmaya başladınız mı oruçlu olan kimse kötü kelam konuşmasın, bağırıp çağırmasın. Biri onunla sövüşmeye veya kavga etmeye kalkışırsa, “Ben oruçluyum” desin. Muhammed’in hayatı elinde olan Zât’a yemin ederim ki, oruçlu kimsenin ağız kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar zaandadır.” (2) Bu hadisin başka bir rivayeti şöyledir: “İnsanoğlunun her işi (yani sevabı) fazlalaşır. Bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar arttırılır. Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ancak oruç bundan müstesnadır. Çünkü o, Benim içindir ve onun mükâfatını Ben veririm. Çünkü kulum, Benim için şehvetini ve yeme-içmesini bırakmaktadır.”(3) Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan gelen başka bir hadiste şöyle buyurulur: “İman ederek ve Al-
MAYIS 2017
lah’tan sevap bekleyerek Ramazan’da oruç tutan kimsenin, geçmiş günahları affedilir.” (4)
6
Allah’ın emrine uyarak bize mübah kılınan şeyleri terkeden bizler, tüm söz ve davranışlarımızda, sözlü ve fiili eylemlerimizde de Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeliyiz. Özellikle bu ayı fırsat bilerek kendimizi buna alıştırmalıyız. Zaten hadisteki: “Biri ona söver veya kavga etmeye kalkışırsa “Ben oruçluyum” desin” kısmından maksat da budur. Şayet bize haram kılınan şeyleri terketmez isek, o zaman önceden mübah olan şeyleri terketmemizin bize hiçbir faydası olmaz. Ebû Hureyre rivayet ediyor: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Kim yalan söylemeyi ve onunla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (5) Oruç tuttukları halde gıybet, dedikodu, yalan, aldatma ve diğer büyük masiyetlerden vazgeçmeyenlerin vay haline! İşte günahlardan sakınarak oruç tutanları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle müjdeliyor: “Cennette kendisine Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet gününde o kapıdan oruçlular dışında kimse giremez. (Kıyamet gününde) denilir ki: “Oruç tutanlar nerede?” Onlar da kalkarlar ve o kapıdan onlardan başka kimse giremez. Onlar içeri girdikleri zaman kapı kapatılır ve kimse içeri giremez.” (6)
Ramazan Ayı Arınma ve Rahmet İklimidir
zamanlarınkinden kat kat fazla olması bu ayın değerini daha farklı kılmaktadır. Bütün bunlardan dolayı Ramazan ayını ganimet bilmeli, ondan faydalanabildiği kadar faydalanmalıdır. Hz. Âişe validemiz anlatıyor: “Allah’ın Rasûlü, (ibadet hususunda) diğer aylarda göstermediği gayreti Ramazan ayında gösterirdi. Ramazan’ın son on gününde de diğer zamanlarda göstermediği şekilde gayret ederdi.” (7) Bu ay rahmet ve bereketin bol bol yağdığı, azap kapılarının kapatıldığı, azgın şeytanların zincire vurulduğu ve cennet kapılarının açıldığı bir aydır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayının ilk gecesi gelince, şeytanlar ve cinlerin azgınları bağlanır. Cehennem kapıları kapanır ve hiçbiri
7
ŞABAN 1438
Kur’an-ı Kerim’in Ramazan ayında nazil olması ve Allah Teâlâ’nın ezeli kelamında onu diğer aylardan ayırarak övmesi, onun diğer aylardan üstün ve farklı olduğunun bir işaretidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir. (O Kur’an) insanları hidayete erdirmek, doğru yolu ve hak ile bâtılı ayırdeden hükümleri açıklamak üzere indirilmiştir.” (Bakara: 185) İşte bu ve daha başka sebeplerden dolayı Ramazan ayı her şeyi ile diğer aylardan farklı değerlendirilmiştir. Kendisinde özel ibadetlerin bulunması, yapılan ibadetlerin mükâfatının diğer
İnsanoğlu için en önemli hususlardan biri de nefsini ve arzularını terbiye etmesi ve kontrol altına almasıdır. İşte bu konuda insanın en büyük yardımcısı oruçtur. Zira oruç insanın hayvani tabiatını kontrol altına alır ve şehevi arzularını kırarak dindirir. Zira nefis doyduğu zaman çeşitli şehevi arzuları temenni ederek azar. Nefis aç kaldığı zaman ise, bu arzularını düşünemez ve onlardan vazgeçer.
açılmaz. Cennet kapıları açılır, hiçbirisi de kapanmaz ve Allah tarafından biri şöyle haykırır: “Ey hayrı isteyen! Kolları sıva. Ey şerri isteyen! Vazgeç bu ayda ondan.” Allah’ın ateşten azat ettikleri vardır ve bu da her gece olur.” (8) Ne mutlu bu müjdelere kulak verip, kendisini ateşten azat edenlere! Bütün bunları çok iyi değerlendirmemiz ve şeytanlar zincire vurulmuşken tam bir azık edinmemiz gerekir. Öyle ki onlar salındıkları zaman bambaşka bir şahsiyetle karşılaşsınlar. Bu ayda bol bol inen rahmet ve bereketten çokça yudumlamamız ve bir sonraki Ramazan’a kadar şeytanlarla mücadele edebilecek bir cephaneyle donanmamız gerekir.
MAYIS 2017
Kur’an-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı ve “Kur’an ayı” ismine bihakkın layık olan Ramazan ayında çokça Kur’an tilavet etmeli, tefekkür ve zikir ile kendimizi manevi yönden techizatlandırmalıyız. Özellikle her taraf-
ta müslüman kardeşlerimizin şehit edildiği, müslüman bacılarımızın başına türlü türlü felaketlerin geldiği, İslam’ın ve müslümanların çeşitli girdaplarla karşı karşıya bırakılmak istendiği bugünlerde; bu korkunç bulutları dağıtıp güneşi bize göstermesi için Rabbimize çokça dua etmeliyiz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Kulun Rabbine en yakın olduğu zaman dilimi secdede olduğu andır. O halde (secdede iken) çokça dua edin.”9 Oruçlu kimsenin ve mazlumun duasının da geri çevrilmeyip kabul edileceği hadislerde sabit olmuştur. O halde rahmet ve bereketin çokça yağdığı Ramazan ayında oruçlu ve mazlum olarak başımızı secdeye koyup, Rabbimize çokça yalvarmalıyız. Olur ki başımızın üstündeki bu karanlık bulutları dağıtıp bizi aydınlık günlere ulaştırır. Ramazan ayında yapılan bir ibadetin sevabı, diğer zamanlarınkinden daha çoktur. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Hangi sadaka daha hayırlıdır?” diye sorulduğunda; “Ramazan’da verilen sadakadır” cevabını vermiştir. (10) Ramazan’da yapılan umrenin hac kadar sevabının olacağını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle beyan etmiştir: “Ramazan ayında umre yapınız. Ramazan ayında yapılan umre hacdır.” (11) Ramazan ayında yapılan tesbihatın da diğer zamanlarda yapılandan daha çok sevabı olduğu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem tarafından şöyle açıklanmıştır: “Ramazan’da yapılan bir tesbihat, diğer aylarda yapılan bin tesbihattan daha faziletlidir.” (12) Peygamber efendimiz de bu ayda hayır ve hasenatı çokça yapmış ve insanları bu hususta teşvik etmiştir. İbni Abbas anlatıyor: “Rasûlullah insanların en cömerdiydi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi.”(13) Bütün bunları çok iyi düşünerek elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar çok ibadet etmeli ve bu vesileyle takva elbisesine bürünmeliyiz. Bilmeliyiz ki Ramazan ayı tevbe etmek için bir fırsattır, tam manasıyla Allah’a
8
dönmek için bir fırsattır. İnsanların dinden uzaklaştırıldığı, günahların pervasızca işlendiği böyle bir zamanda takva elbisesine bürünmek için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Müjdeler olsun Ramazan’ın rahmet ve bereketinden bolca yudumlayanlara! Yazıklar olsun Ramazan’ın bereketinden gafil bir şekilde yaşayanlara!
Ramazan Ayına Özel Bazı Gece ve İbadetler Bütün bunlara ilaveten Ramazan ayına özel olup onun kıymetini bir kat daha arttıran gece ve ibadetler de vardır: Bu ayda, Kur’an’ın kendisinde indirildiği ve bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bulunur. “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’ni sana ne bildirdi?! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir: 1-3) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu gecenin önemini şu şekilde bize beyan eder: “Kim Kadir Gecesi’ni iman ederek ve sevabını (Allah’tan) umarak (ibadetle) ihya ederse, geçmiş günahları affolunur.” (14) Başka bir rivayette ise: “Bu gecenin hayrından mahrum kalan, gerçek anlamda mahrum olmuş olur” diye belirtilir. Sabaha kadar selametli olan, rahmet ve bereket ile dolu olan, meleklerin kendisinde indiği bu geceyi melekûti bir yapıya sahip olarak geçirmelidir. Bu geceyi gaflet içinde geçirenler, bütün o senenin hayrından mahrum kalmış olurlar. Çünkü o sene için verilen bütün kaderi hükümler bu gecede indirilir. “Onda melekler ve Ruh Rabblerinin izni ile her iş için iner de iner. O, tan yeri ağarıncaya kadar selamdır.” (Kadir: 4-5)
buyurdu ki: “Kadir Gecesi’ni Ramazan ayının son on gecesinin tek (sayılı) gecelerinde arayın.” (15)
sellem
Ramazan ayına mahsus ibadetlerden bir tanesi de teravih namazıdır. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim iman ederek ve sevabını (Allah’tan) umarak Ramazan ibadetini (Teravih namazını) yerine getirirse, geçmiş günahları bağışlanır.” (16) Başka bir hadiste Ramazan orucunu tutan, teravih namazını kılan kimsenin annesinden doğduğu gün gibi günahlardan temizleneceği müjdelenmiştir. (17) Ne mutlu bu fırsatları değerlendirenlere! Yine Ramazan ayına has ibadetlerden biri de itikâftır. İtikâf Kur’an ve sünnetle sabit olan çok faziletli bir ibadettir. “Mescidlerde itikâfta iken hanımlarınıza yaklaşmayın.”
9
ŞABAN 1438
Fakat bu gecenin hangi gece olduğu belli değildir. Ancak Ramazan’ın son on gününde olduğu kesindir. Bundan dolayı Ramazan’ın son on gününde özellikle tek sayılı gecelerinde onu aramalıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
"Cennette kendisine Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet gününde o kapıdan oruçlular dışında kimse giremez. (Kıyamet gününde) denilir ki: "Oruç tutanlar nerede?" Onlar da kalkarlar ve o kapıdan onlardan başka kimse giremez. Onlar içeri girdikleri zaman kapı kapatılır ve kimse içeri giremez."
dini olan İslam, muhtaçların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak fıtır sadakasını farz kılmış ve böylece hem zenginlerin fakir kardeşlerini unutmamalarını sağlamış, hem de
İbni Ömer buyurdu ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hür olsun köle olsun, kadın olsun erkek olsun bütün müslümanlar üzerine bir sa' (ölçek) arpa veya bir sa' hurma fıtır sadakası olarak vermeyi farz kıldı."
onları sevinç günü olan bayramda mahcub ve üzüntülü bırakmamıştır. Sahura kalkmak da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
tarafından tavsiye edilen bir ameldir.
Sahur konusunda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Sahur yapınız. Çünkü sahurda bereket vardır.”
(20)
Başka bir hadiste şöyle
buyuruyor: “Ehli kitabın orucuyla bizim orucumuzu ayıran şey sahur yemeğidir.” (21) Bu son hadis sahurun ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Sahura kalkmakla hem oruç ibadetini daha güzel ifa etmeye gücümüz olacak, hem de ehli kitaba benzemekten sakınmış ve onlara muhalefet etmiş olacağız.
(Bakara: 187) Hz. Âişe validemiz anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününü itikâfla geçirdi.”(18) Rasûlullah’ın ömrünün sonuna kadar bu ibadete devam etmesi, bu ibadetin ne kadar önemli ve ne kadar faziletli olduğunu göstermektedir. Zira itikâf, mü’minin kendisinde nefsini terbiye edeceği ve Rabbine yaklaşacağı en güzel bir halvethane ve her türlü şaibeden uzak en faydalı bir uzlettir. Bir de sadece bu ayda verilen fıtır sadakası vardır. İbni Ömer buyurdu ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
hür olsun köle olsun,
kadın olsun erkek olsun bütün müslümanlar üzerine bir sa’ (ölçek) arpa veya bir sa’ hurma fıtır sadakası olarak vermeyi farz kıldı.” (19) Ramazan boyunca bir nevi fakirlerin hayatını yaşayan müslümanların, Ramazan’ın bitimin-
MAYIS 2017
de de onları unutmamaları ve onlara infakta bulunmaları gayet tabii ve gereklidir. Rahmet
10
-------------------------
1. Buhari, Müslim 2. Buhari, Müslim 3. Müslim 4. Buhari, Müslim 5. Buhari 6. Buhari, Müslim 7. Müslim 8. Tirmizi 9. Müslim 10. Tirmizi 11. Buhari 12. Tirmizi 13. Buhari 14. Buhari 15. Buhari 16. Buhari 17. Nesai 18. Buhari 19. Buhari 20. Müslim 21. Müslim
| Kapak Dosya
Hakan Sarıküçük |
Yaklaş Rabbine..! Bir teheccüd vakti...
Teheccüd Namazı ve Fazileti H
amd, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacak müminleri, “Geceleri pek az
Hiç şüphesiz Allah azze ve celle’nin yaşamış ol-
uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar eder-
ile beslenebilmemiz, bununla birlikte kalbimi-
lerdi.” (1) ilahi buyruğuyla vasfeden Allah’a,
ze yapışan günah ve gaflet hastalığından kur-
Salât ve selâm, “Geceleyin kişinin (kalkıp) kıldı-
tulmamız için bizlere bazı ikmal istasyonları
ğı (Teheccüd) namazının suyun ateşi söndürdüğü
ihsan etmesi O’nun bizlere bahşetmiş olduğu
gibi günahları söndüreceğini” bizlere haber ve-
rahmeti ve faziletidir. Bu istasyonlarda yeniden
rerek bu güzel ibadete bizleri teşvik eden Pey-
canlanır, hayatımızı yeniden düzenler ve yeni
gamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimize,
bir ruhla oralardan çıkarız. Hayatta karşıla-
Allahu Teâlâ’nın affı, keremi ve sonsuz nimet-
şacağımız zorluklar ve engellere karşı müthiş
leri bu nasihatlerden faydalanmasını bilen ve
bir kuvvet ve büyük bir motivasyon elde etmiş
kalplere yapışan günahları bu ibadetlerle arın-
oluruz. Böylelikle Allah azze ve celle’nin bizi
dırmanın gayreti içinde olan Mümin erkekler
yaratma sebebi olan görevimizi yerine getirme-
ve Mümin kadınların üzerine olsun.
miz daha da kolaylaşır.
duğumuz bu dünya hayatında iman ve takva
ŞABAN 1438
11
rini aydınlatırlar. Zikir ve tesbih ile O’nu yâdederler. Onların bu hallerinden hoşnut olan Cenâb-ı Zülcelâl de feyiz, bereket ve rahmetiyle kendilerine büyük ihsanlarda bulunur.
Gece namazına değer kazandıran en önemli husus, bu vakitte kılınan namazın riyâ ve gösterişten tamamen uzak olması, ihlâsla ve gönül huzuruyla ibadet etmeye elverişli bulunmasıdır.
Bu istasyonları arayan bir kişi, onları çok kolay bir şekilde bulabilecektir. İşte bu önemli ikmal istasyonlarından birisi de Teheccüd namazıdır. Arapça’da geceleyin uykudan uyanarak namaz kılmaya Teheccüd denildiği için bu namaza da Teheccüd namazı adı verilmiştir. Gece namazına değer kazandıran en önemli husus, bu vakitte kılınan namazın riyâ ve gösterişten tamamen uzak olması, ihlâsla ve gönül huzuruyla ibadet etmeye elverişli bulunmasıdır.
MAYIS 2017
İbadetlerin ve diğer işlerin değeri, insana verdikleri zahmetle ölçülür. Zor ve sıkıntılı ibadetler şüphesiz daha sevaptır. İnsanların çoğunun tatlı bir uykuya daldığı sırada istirahatini ve uykusunu fedâ edip Allah’ı anmak üzere yatağını terketmek kolay bir iş değildir. Cenâb-ı Hakk’ın öyle kulları vardır ki, kuşların yuvalarını özlediği gibi akşamı gözlerler. Gece karanlığı çökünce, Cenâb-ı Mevlâ’nın huzurunda olmanın şuuruyla namaza dururlar; secdeye varıp yüzlerini yere sürmekten derin bir zevk duyarlar. Sayısız lütuf ve keremlerinden dolayı Rabbü’l-âlemîn’e şükür ve hamdlerini sunarlar. O’nun kelâmıyla dillerini ve gönülle-
12
İşte gece namazını böylesine değerli kılan, diğer vakitlerden farklı olan bu özellikleridir. “Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar… Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 16-17) Âyet-i kerîmede geceleri ibadet maksadıyla uykularından uyanıp kalkan kimselerin mükâfatının büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’nın has kulları için hazırladığı bu mükemmel mükâfatı hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük lütfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir. Başka bir ayeti kerime de ise yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır.” İsrâ sûresi 79. âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz’den, gecenin bir kısmında uykudan kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre Teheccüd namazı sadece Peygamber Efendimiz’in şahsına mahsus bir ibadettir. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler ise Teheccüd namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Teheccüd namazı Allahu Teâlâ’nın sevgisini kazanmanın en önemli yollarından biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Allahu Teâlâ’dan rivayet ettiği kutsi bir hadiste şöyle buyurur: “…Kulum bana nafilerle yaklaşmaya devam eder, taki ben onu severim Onu sevdim mi, artık kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle gördüğü gözü, kendisiyle yakaladığı eli, kendisiyle yürüdüğü ayağı olurum. Eğer benden bir şey dileyecek olursa andolsun ki ona veririm. Ve andolsun ki, bana sığınacak olursa, şüphesiz ki ben de onu himayeme alırım” (2) Bu kutsi hadisten de anlaşıldığı üzere bu tür nafilelerle Allah’a yaklaşmak ve O’nun sevgisini kazanmak en kısa ve kolay yollardandır. Övgüye değer, imrenilecek makamları elde etmenin de biricik sebeplerindendir.
“Sana, bütün bunların özünü haber vereyim mi?” Ben: “Evet, ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. Bunun üzerine dilini tuttu ve: “Buna sahip ol!” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Peygamberi, biz, konuştuğumuz şeylerden sorumlu tutulacak mıyız?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hay anası seni kaybedesice! İnsanları yüzüstü veya burunları üzerine cehenneme atan, dillerinin kazandığından başka nedir?” Hadisi, Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî: “Hadis, hasen-sahîh’tir” der. (3) Bu hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, cennete girmeyi, İslâm’ın farzlarını yerine getirmeye bağlayınca, bundan sonrasında Muaz radıyallahu anh’a, nafilelerden olan hayır kapıları-
nı da göstermiştir. Kuşkusuz Allah dostlarının en üstünü, O’na en fazla yaklaşmış olanlardır. Onlar da farzları yerine getirdikten sonra nafilelerle yaklaşanlardır. Sahih-i Müslim’de, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Rasûlullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: “Farz na-
mazdan sonra en faziletli namaz, gece (teheccüd) namazıdır.” (4)
13
ŞABAN 1438
Muâz bin Cebel radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü, bana, beni cennete girdirecek ve cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Büyük bir iş hakkında soru sordun; ancak o, Allah’ın kendisine kolaylaştırdığı kimse için kolaydır: Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılar, zekâtı verir, Ramazan orucunu tutar ve Kâbe’yi haccedersin.” Sonra şöyle buyurdu: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç kalkandır; sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür. Geceleyin kişinin (kalkıp) kıldığı (Teheccüd) namazı da (böyledir).” Ardından şu âyetleri okudu: “Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 16-17) Sonra şöyle buyurdu: “Sana işin başını, direğini ve zirve noktasını haber vereyim mi?” Ben: “Evet, ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. Şöyle buyurdu: “İşin başı İslâm, direği namaz ve zirve noktası cihaddır.” Sonra şöyle buyurdu:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Farz namazdan sonra en faziletli namaz, gece (teheccüd) namazıdır.”
terk eden herkesi kapsar. Özellikle uykunun ağır bastığı zamanda, uykuyu terk edip de namaz kılmak için kalkan kimsenin bu yaptığının ne kadar değerli olduğu, günün her başlangıcında müezzinin, sabah ezanı esnasında ‘es-Sâlatu hayru’n mine’n-Nevm (namaz, uykudan hayırlıdır) şeklinde söyleriyle de bir kez daha ikrar edilmektedir.
Rasulullah’ın gece ibadetine verdiği önem! Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona: - Yâ Rasûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim. Sahâbeden bir topluluğun şöyle dediği nakledilir: “İnsanlar, gündüz işledikleri günahlarla yanıp tutuşurlar. Farz namazlara her kalktıklarında, günahlarını söndürürler.” Aynı şekilde gece namazı da hatalara kefaret olur. Çünkü gece (teheccüd) namazı, nafile namazların en faziletli olanıdır. Tirmizî’de Bilâl radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Gece namazına devam edin. Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Şüphesiz gece namazı, aziz ve yüce olan Allah’a yakınlık vesilesidir. Günah işlemekten alıkoyar, kötülüklere kefaret olur ve bedenden hastalığı uzaklaştırır.” (5)
MAYIS 2017
Hadisten de anlaşılacağı üzere Allah’a yakın olmayı ve günahlardan uzak kalmayı arzu ediyorsak, bedenlerimizin sıhhatli olmasını ve hastalık yüzü görmemeyi istiyorsak gece ibadetini asla ihmal etmemeliyiz. Şüphesiz Allah, kendisine dua etmek için yataklarından kalkanları över. Bu övgü, Allah’ı zikretmek ve dua etmek için geceleyin uykuyu
14
Bana cevâben: - “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (6) Peygamber Efendimiz, bu uygulamasıyla, gece ibadetinin, kulluğu en iyi ifade etme tarzı olduğunu göstermiştir. Alî radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir gece Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Ali ile Fâtıma’nın kapısını çaldı ve onlara: “Namaz kılmayacak mısınız?” buyurdu. (7) Gece namazının ne kadar değerli ve faziletli olduğunu herkesten iyi bilen Rasûl-i Ekrem Efendimiz, sevgili kızının ve damadının bu feyizden istifade etmelerini istedi. Bu sebeple bir gece evlerine giderek kapılarını çaldı ve “Namaz kılmayacak mısınız?” diye onları uyandırdı. O anda Hz. Ali’nin hatırına Zümer sûresinin 42. âyeti geldi. “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da
ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.” Uyuyup kalmalarının bu âyete uygun düştüğünü hatırlatmak için: - Yâ Rasûlallah! Bizim canımız Allah’ın kudret elindedir. O bizi uyandırmak isterse, uyandırır, dedi. Hz. Ali radıyallahu anh’in işaret ettiği âyette ölen ve uykuya dalan kimselerin ruhlarının Allah Teâlâ’nın kudretinde bulunduğu, Cenâb-ı Hakk’ın ölenlerin ruhlarını bırakmadığı, fakat uyuyanların ruhlarını ecelleri gelene kadar serbest bıraktığı anlatılmaktaydı. Hz. Ali radıyallahu anh’in bu hazırcevaplığına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pek hayret etti. Kim bilir belki de o sırada namaz kılamayacak durumda idiler. Bu sebeple Allah’ın Rasûlü hiç-
Cenâb-ı Hakk’ın öyle kulları vardır ki, kuşların yuvalarını özlediği gibi akşamı gözlerler. Gece karanlığı çökünce, Cenâb-ı Mevlâ’nın huzurunda olmanın şuuruyla namaza dururlar; secdeye varıp yüzlerini yere sürmekten derin bir zevk duyarlar. Sayısız lütuf ve keremlerinden dolayı Rabbü’l-âlemîn’e şükür ve hamdlerini sunarlar.
bir şey söylemeden arkasını dönüp yürüdü. Giderken de mübarek elini dizine vurarak: - “Zaten insan tartışmaya pek düşkündür” [Kehf sûresi: 54] âyetini okuyordu. Allah’ın Rasûlü Cenâb-ı Hak’tan “Ailene namazı emret!” Tâhâ sûresi: 132 buyruğunu almış bir insandı. Onlara farz namazı daha önce elbette emretmişti; ama sadece kendisine farz olan ve insana büyük sevaplar kazandıran gece namazından onların da faydalanmasını istedi. Bunun için gecenin bir vaktinde kalkıp onların evine gitti. Bir daha ele geçmeyecek olan sevaplardan mahrum kalmalarına gönlü razı olmadığı için istirahat ettiklerini bile bile onları uyandırdı. Hz. Ali radıyallahu anh’in bu olayı, kendi aleyhine gibi görünmesine rağmen, müslümanların ondan faydalanacağını düşünerek anlatması, onun hem üstün bir tevâzua sahip olduğunu hem de din kardeşlerinin menfaatini her şeyin
“Abdullah ne iyi adam! Keşke bir de gece namazı kılsa!” buyurdu. Sâlim diyor ki: O günden sonra Abdullah geceleri pek az uyurdu. (8) Peygamber Efendimiz’in, kayınbiraderi Abdullah’a yaptığı yukarıdaki iltifatın hoş bir sebebi vardır. Abdullah İbni Ömer radıyallahu anh diyor ki: Ashâb-ı kirâmdan biri bir rüya gördüğü zaman, bunu gelip Rasûl-i Ekrem’e anlatırdı. Ben de buna imrenir ve içimden, keşke bir rüya görsem de Rasûlullah’a arzetsem, derdim. O sıralar henüz çok gençtim. Âdet olduğu üze-
15
ŞABAN 1438
üstünde tuttuğunu göstermektedir.
Ömer İbnü’l-Hattâb’ın torunu Sâlim’in, babası Abdullah İbni Ömer radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse geceleyin karısını uyandırır da beraberce veya herbiri kendi başına iki rek’at namaz kılarlarsa, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı çok anan kadınlar arasına yazılırlar.”
re ben de mescidde uyurdum. Nihayet bir gün isteğime kavuştum. Rüyamda iki melek beni yakaladılar ve tuttukları gibi cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüştü. İki de direği vardı. Orada Kureyş kabilesinden tanıdıklarım bulunuyordu. Gördüklerimden korktum ve “Cehennemden Allah’a sığınırım” demeye başladım. Bu sırada başka bir melek geldi ve bana “Korkma!” dedi. Bu rüyamı ablam Hafsa’ya anlattım. O da Rasûlullah’a arzetti. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü, “Abdullah ne iyi adam! Keşke bir de gece namazı kılsa!” buyurdu. O günden sonra, pek az bir kısmı dışında geceleri uyumayıp ibadet ettim.
MAYIS 2017
Rasûl-i Ekrem Efendimiz çok sevdiği ümmetine Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmanın yollarını her fırsatta gösterdiği gibi, aile fertlerine ve sevdiği yakınlarına da en değerli ibadetleri tavsiye ederdi. Bu sebeple onun ümmeti olan bizlerde bütün geceyi uyku ile geçirmemeli bir miktar nâfile namaz kılmalıyız. Zira gece namazı insanın cehennem azâbından kurtulmasına vesile olur.
16
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhuma’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Abdullah! Falan kimse gibi olma! Çünkü o gece ibadetine devam ederken artık kalkmaz oldu.” (9) Peygamber Efendimiz ashâbına bir ibadeti, bir güzel hareketi tavsiye ettiği zaman “gücünüz yettiği ölçüde” demeyi ihmal etmemiştir. Zira insan, nefsine ağır gelen bir yükü fazla çekemez. Bir müddet sonra ondan usanır ve büsbütün terk eder. Böyle bir duruma düşmemek için, yapılmaya başlanan bir güzel hareketi, usanmaya vesile olacak dereceye götürmemelidir. Zaten Rasûl-i Ekrem Efendimiz bu dinin kolaylık dini olduğunu söylemiş, aşırı ibadetten uzak durmayı, orta yolu tutmayı tavsiye etmiştir. Bir ibadete özenerek ve sevabını umarak yapmaya başlayan kimse, Allahu Teâlâ ile bir nevi sözleşme yapmış olur. Ben elimden geldiğince bu ibadeti yapmaya çalışacağım diye O’na söz vermiş sayılır. Belli günlerde tutulmaya başlanan oruç, gece veya gündüz vaktinde kılınan namaz, konu komşuya veya fakir akrabaya yapılan iyilik ve yardımlar böyle birer sözleşme sayılır. Zamanımızın daha müsait, gönlümüzün daha zengin olduğu zamanlarda yaptığımız ibadet ve hayırları, dünyanın bizi daha çok oyaladığı, kalbimizin o güzelim duyguları yitirip katılaştığı zamanlara bırakmamalı, az miktarda da olsa onları devam ettirmeye çalışmalıyız. Aksi halde sahip olduğumuz değerleri farkına varmadan birer birer kaybeder, sonunda büsbütün eli boş kalırız. Mü’min iki günü birbirine denk olmayan kişidir. O her gününü bir önceki güne nazaran daha ileriye götürmeye çalışmalıdır.
Hangi vakitte teheccüde kalkılmalıdır? Nesâî, Ebu Zerr radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Gecenin hangi (bölümü) daha hayırlıdır?” diye sordum. “Gecenin hayırlısı, ortasıdır” buyurdu. (10)
İmam Ahmed, Ebu Müslim’den şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Zerr radıyallahu anh’e, “Gecenin hangi bölümünde namaz kılmak daha faziletlidir?” diye sordum. Ebu Zerr radıyallahu anh dedi ki: Senin bana sorduğun gibi ben de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sormuştum. Bana, “Gecenin ortası veya gecenin yarısında. Bunu yapan ise azdır” buyurdu. (11) Tirmizî, Amr bin Abese radıyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kulun, Rabbine en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmıdır. Eğer bu vakitte Allah’ı zikredenlerden olmaya gücün yetiyorsa, böyle ol!” (12) İmam Ahmed, Amr bin Abese radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etti: “Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü, diğerlerinden daha faziletli olan bir vakit var mı?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah, gece yarısı iner ve (o sırada kendisine ibadet ve istiğfarla meşgul olanlardan) kendisine şirk koşanların dışındakileri bağışlar.” (13)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kulun, Rabbine en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmıdır. Eğer bu vakitte Allah’ı zikredenlerden olmaya gücün yetiyorsa, böyle ol!”
“Öyleyse o adamın kulaklarına -veya kulağınaşeytan işemiştir.” (14)
Görüldüğü üzere gecenin orta ve son kısımları bu hadislerde zikredilmiş ve bu anları değerlendirmenin önemi bildirilmiştir. Böyle olmakla birlikte Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet etmeyi doğru bulmamıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anh’ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini yasaklamıştır.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiği-
Sabaha Kadar Uyuyan Kimseye Şeytanın Yaptıkları
zurlu bir şekilde sabahlar. Allah’ı anmaz, abdest
İbni Mes`ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
buyurdu: “Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, “Gecen uzun olsun, yat, uyu!” diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve hualıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir halde sabahlar.” (15) Zikrettiğimiz bu hadislerde, geceleyin Allah’ı zikretmek ve O’na ibadet etmek üzere kalkmayan, sabaha kadar uyuyan kimseye şeytanın neler yapabileceği anlatılmaktadır.
17
ŞABAN 1438
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında, bütün gece sabaha kadar uyuyan bir adamdan söz edilince Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
ne göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
Uyuyan kimsenin ense köküne şeytanın üç düğüm atarak ona uyumayı tavsiye etmesi de, büyük ihtimalle mecâzî ve temsîlî bir anlatımdır. Bu ifadeyle şeytanın insanoğlunu gece ibadet etmekten ve Allah’ı anmaktan alıkoymak istediği, “Hele yat, uyu; daha uykunu alamadın; vakti gelince kalkarsın” gibi telkinlerle oyaladığı, uykuyu câzip hale getirdiği, azim ve iradesini felce uğrattığı ve böylece o kimsenin kalkıp ibadet etmesine fırsat vermediği anlatılmaktadır.
Gece namazına veya sabah namazına kalkmadan devamlı surette uyuyan kimse hakkında Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kinâyeli bir ifadeyle “Öyleyse o adamın kulaklarına -veya kulağına- şeytan işemiştir” buyurmak suretiyle, şeytanın o kimseyi hükmü altına aldığını, tuzağına düşürdüğünü, onun da bu halinden âdeta memnun olduğunu ve şeytanın tuzağından kurtulmaya niyeti bulunmadığını, şeytanın da kendisine bu kadar boyun eğen ve bir dediğini iki etmeyen bu şahsı iyice hafife alıp kendisiyle alay ettiğini anlatmak istemiştir.
MAYIS 2017
Şüphesiz boş ve manasız işlerle uğraşan, faydasız sözlerle oyalanan kimselerin kulağı, ilâhî sözleri ve ezan sesini duyamayacak kadar kirlenir. Onlara meleğin sesinden çok şeytanın sesi ve telkini hoş gelir. Bu yüzden de Allah’ın kitabı ve Rasûlünün hadisleri okunurken sıkılan böyleleri Şeytan işi olan sesleri, çalgıları ve hevaya hitap eden her türlü nağmeleri zevk ve iştiyakla dinlerler. Bunun sonucu olarak vaktinde uyanıp kalkamazlar ve ibadetlerini en değerli zamanda da yapamazlar. Şeytanın kulağa işemesi meselesinin mecâzî bir anlatım değil gerçek olduğunu düşünen âlimler de bulunmaktadır.
18
Peygamber Efendimiz’in şeytanın telkinine kanmayan kimsenin halini anlatırken belirttiği üzere, geceleyin uyanıp Allah’ı anmak, dua ve zikretmek, abdest alıp Kur’an okumak, namaz kılmak insanın üzerine çöken gafletten, tembellikten ve uyuşukluktan kurtulmasına imkân hazırlar. Geceleyin Allah’ı anan, sabah namazını vaktinde kılan bir müslüman, Cenâb-ı Hakk’ın gönlüne vereceği huzur ve sükûn sebebiyle rahatlar; keder ve sıkıntıların yüreğine oturmasına fırsat vermez; gözü ve gönlü pırıl pırıl aydınlanmış olarak yeni bir günü kucaklar. Böylece şeytanın tesirinde kalmamanın tadını çıkarır. Şeytanın bu oyununa düşmemenin yegâne yolu, geceleyin kalkıp ibadet etmek arzusuyla yatmaktır. Teheccüd namazı kılmak niyetiyle yatan, fakat uykuya yenik düşerek kalkamayan kimse, iyi niyeti sebebiyle şeytanın oyuncağı durumuna düşmez. Hatta tam aksine, onun uykusu Cenâb-ı Hakk’ın bir ikramı sayıldığı gibi amel defterine de Teheccüd sevabı yazılır. O gün kalkamasa bile, ertesi gün Allah’ın lütfuyla uyanıp kalkar. Gece ibadet edenler yeni güne gönül huzuruyla, neşe ve sevinçle başlar. Bu güzellik onların sîmasında bütün gün devam eder.
İnsanlar Uyurken Namaz Kılınız Abdullah İbni Selâm radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Birbirinize selâm veriniz, yemek yediriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.” (16) Rasûl-i Ekrem Efendimiz “İnsanlar uyurken geceleyin namaz kılınız” buyurmakla, insanların çoğunun bu değerli zamanın önemini anlamadığına ve onu uykuyla ve gafletle geçirdiğine işaret etmekte, bizi bu konuda daha uyanık olmaya çağırmaktadır. Bu tavsiyeleri tutmanın mükâfatına da işaret
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Abdullah! Falan kimse gibi olma! Çünkü o gece ibadetine devam ederken artık kalkmaz oldu.”
eden Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, “Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz” buyurmaktadır. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, karısını da kal-
Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
dıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran
“Geceleyin öyle bir zaman vardır ki, müslüman bir kimse o zamana rastlayıp Allah’tan dünya ve âhirete dair hayırlı bir şey dilerse, Allah ona dilediğini verir. Bu her gece böyledir” buyururken
kimseye Allah merhamet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah merhamet etsin.” (19)
dinledim. (17)
Karı koca birbirinin hayat arkadaşıdır. Bu ar-
Bu hadis gecelerin gündüzlerden daha değerli
kadaşlık sadece güzel günlerin saâdetini birlik-
olduğunu göstermektedir. Zira duaların kabul
te paylaşmaktan veya sıkıntılı günlere birlikte
edildiği saat sadece cuma gününde bulunduğu
katlanmaktan ibaret olmamalıdır. Bu arkadaş-
halde, bu değerli vakit bütün gecelerde mev-
lık, bunlarla birlikte, Allah’a giden yolda ve
cuttur.
Allah’a kulluk görevini birlikte ve yardımlaşa-
Teheccüd Namazını Bütün Aile Fertlerine Tavsiye Etmek
rak yerine getirme konusunda da devam etmelidir. Mademki hayat dünya hayatından ibaret değildir, birbirini seven insanlar ebedî saâdeti
Yine Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî radıyal-
yakalama hususunda da birbirine yardımcı
lahu anhuma’dan
olmalıdır. Onları gece ibadetine ve özellikle
rivayet edildiğine göre Rasû-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
sabah namazına kaldırmamak için şeytanlar
“Bir kimse geceleyin karısını uyandırır da bera-
birbiriyle nasıl işbirliği yapıyorsa, karı koca da
berce veya herbiri kendi başına iki rek’at namaz
şeytanları bu oyunlarında mağlûp etmek için el
kılarlarsa, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı
birliği etmelidir. Hangi birimiz uyanırsak diğe-
çok anan kadınlar arasına yazılırlar.”
rini mutlaka namaza kaldırmalı, şeytana karşı
(18)
ittifak kurmalıdır. Böyle bir ittifakı oluşturan
ne göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
iki tarafa da Peygamber Efendimiz, “Allah mer-
buyurdu:
hamet etsin” diye dua etmektedir.
19
ŞABAN 1438
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiği-
Biz eşimize veya çocuklarımıza olan sevgimiz sebebiyle onları tatlı uykularından uyandırıp namaza kaldırmaya kıyamayız. Bu zaafımızı ve kusurumuzu da şefkat ve merhamet kelimeleriyle kapatmaya çalışırız. Peygamber Efendimiz’in bize bizden daha merhametli olduğunda şüphe yoktur. Onun eşimizi ve çocuklarımızı gece ibadetine kaldırmamızı tavsiye etmesi, bizim bu zaafımızın şefkat ve merhametle ilgili olmadığını göstermektedir. Şayet onları gerçekten seviyorsak, ebedî hayattaki bahtiyarlıklarını düşünerek mutlaka namaza kaldırmamız gerektiği anlaşılmaktadır. Hayat arkadaşını namaza kaldıran erkeğin “zâkirîn” (Allah’ı çok anan erkekler) sınıfına, kocasını namaza kaldıran kadının da “zâkirât” (Allah’ı çok anan kadınlar) grubuna yazılacakları ifadesinde Ahzâb sûresinin 35. âyetindeki müjdeye işaret vardır. Bu âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “... Allah’ı çok anan erkekler ve çok anan kadınlar var ya, Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
MAYIS 2017
Geceleyin birbirine destek olarak nâfile ibadet için kalkan veya en azından sabah namazı için birbirini uyandıran ve birlikte namaz kılan aileler ne güzel ve ne bahtiyar insanlardır. Allah bu saadeti hepimize nasip etsin. (Âmin). Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğunu asla unutmamalı, sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğunu gözardı etmemeliyiz. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için türlü türlü bahaneler üretmekteyiz. Hâlbuki bize ömür sermayesini lutfeden Allahu Teâlâ, iyi kullarının özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terketmek olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet etme şuuru ve zevkini nasip eylesin (âmin). Yaratılış gayemize uygun olarak kulluğun hakikatını kavrayan ve bu hal üzere hayatını yakine ulaşana kadar ibadetle geçirenlerden eylesin.
20
“Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr: 99) Selam ve Dua ile.
-------------------------
1. Zariyat, 17,18. 2. Buharı, VII, 190, (Rikâk 38) 3. Sahih hadis. Ahmed, 5/230, 236, 237, 245; Tirmizî, 2616; et-Tuhfe’de (8/399) geçtiği üzere Nesâî, el-Kübra’da; Abdurrezzak, 20303; İbn Mâce, 3973; İbn Ebu Şeybe, el-İman, 1, 2; Beyhâkî, 9/20; Hâkim, 2/412-413; İbn Hibbân, 214. Bu hadisi, İmam Ahmed, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce, Mamer’den rivayet etmişlerdir. Ma’mer, Âsım bin Ebu’n-Nücûd’dan, o da Ebu Vâil yoluyla Muaz bin Cebel’den rivayet etmiştir. Tirmizî: “Hadis, hasen-sahih’tir” der. 4. Müslim, 1163. 5. Hasen hadis. Tirmizî, 3549. Hadisi, Bilâl rivayet etmiştir. Tirmizî, Bilal’in rivayet ettiği hadisin akabinde Ebu Ümame’den hadisi rivayet eder. Bu rivayet, Bilal’in rivayet ettiğinden daha sahihtir. Taberânî, el-Kebîr, 7466; İbn Huzeyme, 1135; Hâkim, 1/308. Senedinde Leys’in kâtibi Abdullah bin Salih vardır ki, onun rivayet ettiği hadisler hasendir. Bu hadisi, Taberânî’nin el-Kebîr’inde (6154) yer alan Selman’dan rivayet edilen başka bir hadis de destekler. Hafız el-Irakî, Tahric-u Ehadisu’l-İhya’da (1/354) hadisi hasen kabul eder. İbn Huzeyme ve Hâkim de Sahih’lerinde, bu hadisi Ebu Ümâme’den rivayet etmişlerdir. 6. Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. 7. Buhârî, Teheccüd 5, Tefsîru sûre (18), 1, İ`tisâm 18, Tevhîd 31; Müslim, Müsâfirîn 206 8. Buhârî, Teheccüd 2, 21, Fezâilü’s-sahâbe, 19, Ta`bîr 25, 36; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 139, 140 9. Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 59; İbni Mâce, İkâmet 174. 10. Tuhfetu’l-Eşraf’ta (9/156-157) geçtiği üzere, hadisi Nesâî çevirmiştir. Yine Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr’de (2/45-46) hadisi rivayet etmiştir. 11. Ahmed, 5/179. Senedinde Muhacir bin Mahled vardır ki, zayıftır. 12. Tirmizî, bu hadisin sahih olduğunu söyler. 13. Sahih. Ahmed, 4/112, 114, 385, 387; Tirmizî, 3579; İbn Mâce, 1251, 1364; Taberânî, ed-Dua, 128134; İbn Huzeyme, 1147. 14. Buhârî, Teheccüd 13, Bed’ü’l-halk 11; Müslim, Müsâfirîn 205. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 5 15. Buhârî, Teheccüd 12, Bed’ü’l-halk 11; Müslim, Müsâfirîn 207. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 18; İbni Mâce, İkâmet 174 16. Tirmizî, Et`ime 45, Kıyâmet 42. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 174, Et`ime 1 17. Müslim, Müsâfirîn 166, 167 18. Ebû Dâvûd, Tatavvu 18, Vitir 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 175 19. Ebû Dâvûd, Tatavvu 18, Vitir 13. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 5; İbni Mâce, İkâmet 175
| Kapak Dosya
M. Sadık Türkmen |
Kadir Gecesi Bağışlanma ve İhya Gecesidir Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla “Şüphesiz ki biz, O’nu (Kur’an’ı ) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana ne bildirmiş olacak? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve Ruh (Cebrail) Rablerinin izniyle, her bir iş için indikçe inerler. O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadir, 1-5)
H
amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, onun
İnsan, yapısı gereği usangaçtır. Her ne kadar hayır işlemede en üstün derecelere ulaşma ar-
ailesine ve ashabına olsun.
zusu olsa da bu usangaçlığı insanı çoğu zaman
İnsan Allah Teâlâ’nın kendisine verdiği nimet-
engeller. Miraç hadisesinde Rasûlullah sallallahu
leri saymaya kalksa bir ömür süresince buna
aleyhi ve sellem
muvaffak olamayacaktır. Zira bu nimetlerin ba-
le mükellef kılınmış, Hz. Musa aleyhi selam’a
zısını gözleriyle görse de kâinat içinde kendisi-
uğradığında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
ni kuşatan nimetlerin sayısı ve içeriği insandan
Rabbine dönüp bu vakitlerin düşürülmesi için
gizlidir. Bu sebepten dolayı Allah, insanı güç
niyazda bulunmasını ve son ümmetin bu ağır
yetiremeyeceği böyle bir amel ile mükellef tut-
vazifeyi kaldıramayacağını söylemiştir. Çünkü
mamıştır.
Hz. Musa aleyhi selam’ın bizzat kendisi de bu
Allah Teâlâ tarafından elli vakit-
ŞABAN 1438
21
nimetlerle bizi kuşatan Rabbimiz temizlenip paklanmamız için Ramazan ayını, bu mübarek ayda kadir gecesini bizlere hediye etmiştir.
“Ramazan ayı gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Size Ramazan ayı geldi. O mübarek bir aydır. Allah onun orucunu tutmayı size farz kıldı. O ayda cennetin kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır ve onda şeytan prangalara vurulur. Onda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. Kim o geceden mahrum olursa gerçekten mahrum odur.”
Büyük hayırları içinde ihtiva eden bu gece bin aydan yani çoğu insanın ömrünün yetmediği bir müddetten daha hayırlıdır. Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki: “Ramazan ayı gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Size Ramazan ayı geldi. O mübarek bir aydır. Allah onun orucunu tutmayı size farz kıldı. O ayda cennetin kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır ve onda şeytan prangalara vurulur. Onda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. Kim o geceden mahrum olursa gerçekten mahrum odur.” (1) Kadir gecesi, değerinin yüceliğinden ve şerefinin üstünlüğünden dolayı bu ismi almıştır. Bu gecede yapılan ameller büyük mükâfatlara mazhar olur. Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ”Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan umarak Kadir gecesini ihya ederse onun geçmiş günahları bağışlanır.” (2)
manada bazı imtihanlar yaşamış onun da ümmeti imtihanı geçememişlerdi. Nihayet bu gece namaz beş vakit olarak belirlendi.
MAYIS 2017
Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh insanlar usanmasın diye onlara haftada bir gün sohbet anlatırdı. Sürekli oruç tutacağını, Kur’an okuyacağını ve hiç evlenmeyerek takvaya kavuşacağını iddia eden bazı gençler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e başvurunca efendimiz onlara vasat yolu göstermiş, çok amel yapma arzusunu kendilerini usangaçlığa sevk edeceğine işaret etmiştir. Tabii ki insanın yapısının tek hal üzere kalması mümkün değildir. Uzun imtihan yolunda dinlenme, gücünü toplama ve eksiklilerini giderme onun en fazla üzerinde durması gereken önemli bir vazifedir. Sayamayacağımız kadar
22
Kadir gecesinin Ramazan ayının kaçıncı gecesi olduğunda ihtilaf edilmiştir. Ancak son on günün tekli gecelerinde olduğu konusunda ittifak vardır. Özellikle yirmi yedinci gece olduğu ile ilgili rivayetler ön plana çıkmıştır. Kadir gecesinin hangi gece olduğunun tam olarak belirtilmemesi onu araştırmada daha titiz davranma ve Ramazanın son on gecesini ibadetle daha fazla ihya etme sebebiyledir. Ubade bin Es-Samit radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kadir gecesini haber vermek için çıktı. Bu esnada Müslümanlardan iki kişi tartışıyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Size kadir gecesini haber vermek için çıkmıştım. Falan, falan kişiler tartışınca onun bilgisi benden kaldırıldı. Umarım bu sizin için daha hayırlı olmuş-
tur. Onu dokuzuncu, yedinci ve beşinci gecelerde araştırın.” (3) Hz. Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kadir gecesini Ramazan’da son on günde tekli gecelerde araştırın.” (4) Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma ’dan rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bazılarına rüyalarında Kadir gecesinin son yedi günde olduğu gösterildi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rüyalarınızın son yedi günde uyumluluk sağladığını görüyorum. Kim onu araştıracaksa son yedi günde araştırsın.” dedi. (5)
Hz. Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor: “Ya Rasûlullah! Hangi gecenin kadir gecesi olduğunu bilsem ne diyeyim? dedim. Buyurdu ki: “Allah’ım! Sen affedicisin affetmeyi seversin, beni de affet.”
Ubey bin Ka’b radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kadir gecesi, yirmi yedinci gecedir.” (6) Rivayetler Ramazan’ın son on günü ile alakalı olsa da tüm Ramazan gecelerini ihya etmekte fayda vardır. Her gecenin ihyası vesilesiyle Kadir gecesine isabet hâsıl olur.
teheccüd namazı kılmak, zikir yapmak, tefek-
Hz. Aişe radıyallahu anha diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem son on gün girince geceyi ihya eder, ailesini uyandırır ve ibadete paçasını sıvardı.” (7)
laşmaya gayret etmeliyiz.
Kadir gecesinin ihyası konusunda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in genel olarak yaptığı ibadetlerin yapılmasında fayda vardır. Son on günü îtikafta geçirmek sünnette geldiği üzere
kür etmek, nefis muhasebesi yapmak, Kur’an-ı Kerim tilavetinde bulunmak, tesbih ve teravih namazlarını kılmak suretiyle Rabbimize yak-
Hz. Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor: “Ya Rasûlullah! Hangi gecenin kadir gecesi olduğunu bilsem ne diyeyim? dedim. Buyurdu ki: “Allah’ım! Sen affedicisin affetmeyi seversin, beni de affet.” (8) Kadir gecesinin affımıza vesile olmasını yüce Rabbimizden diliyoruz.
-------------------------
23
ŞABAN 1438
1. Nesai 4/129, Müsned 2/230 2. Buhari 1091, Müslim 760 3. Buhari 2023 4. Buhari 2020, Müslim 1169 5. Buharı 2015, Müslim 1165 6. Müslim 762 7. Buhari 2025, Müslim 1174 8. Tirmîzî 3513
| Kapak Dosya
| Ebubekir Eren
ZAHİTLERİN ŞİARI TESBİH NAMAZI H
amd insanı en güzel biçimde yaratan ve insana onur veren, kâinatı hizmetine su-
nan âlemlerin Rabbi Allah’adır. Salat ve selam siretiyle insanlığa ve âlemlerin tümüne rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
‘in ve pak ailesine, ashabına ve
kıyamete kadar onun yolunda giden muvahhit Mü’minlerin üzerine olsun. Kuşkusuz ki ibadetler insan ile Rabbi arasında ki manevi bağdır. İnsan ibadetlere ne kadar
MAYIS 2017
önem gösterirse Rabbi katında ki fazileti de o
24
Abdullah bin Selam der ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
hicret edip Medine’ye vardığında
Medineliler seslerini yükselterek üç defa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi dediler. İnsanlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafına toplandılar, bende onların arasında idim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünü görür görmez yalancı biri olmadığı belli idi ve kendisinden ilk dinlediğim sözleri: “Ey insanlar, aranızda selamı yayınız, birbirinize ikramda
nispette artar. Yüce Rabbimiz bizlere farz iba-
bulunun, akrabalık bağınızı gözetiniz, insanlar
detleri emir buyurduğu gibi, nafile ibadetleri
uyurken gece ibadet ediniz, Rabbinizin cennetine
yapmayı da bizleri teşvik etmiştir.
selametle girersiniz.” (1)
İmam Şatibi der ki: “Nafile ibadetlerin hayatımızda ki yerini hikmetle düşündüğümüzde, farz ibadetlerin bir ön hazırlığı ve insanı (ruhen ve manen) farzları gereği gibi eda etmeye hazırladığını görürüz.
Tesbih namazı ve fazileti Tesbih, lügat manası uzaklaştırmak, beri tutmak anlamına gelir. Istılah manası ise Allah’u Teâlâ’yı bütün eksik, noksan sıfatlardan münezzeh (beri) olduğunu dile getirmek anlamına gelir. Tesbih namazında kul Rabbini hem bedeni ile hem de diliyle Allah’u Teâlâ’yı tenzih ederek bu ulvi hakikati belirtmiş oluyor. Tesbih namazı zahitlerin, abidlerin manevi yol azığıdır. Abdullah bin Mübarek tesbih namazını kılmakla bilinen âlim zahitlerdendi. Ebu Râfi radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abbâs İbnu Abdilmuttalib radıyallahu anh’e dediler ki:
lersin. Böylece her bir rek’atte bunları yetmiş beş defa söylemiş olursun.” “Aynı şeyleri dört rekâtta yaparsın. Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada bir kere yap, haftada yapamazsan her ayda bir kere yap. Ayda olmazsa yılda bir kere yap. Yılda da yapamazsan ömründe bir kere yap.” (2) Teberani’nin rivayetinde ise şu ziyade yer almakta: “Denizköpüğü ve biriken kum kadar günahların olsa bile Allah bu günahlarını bağışlar.”
Hadisin sıhhat derecesi İmam Keşmiri, Tirmizi’nin sünenine yazmış olduğu şerhinde bu hadisle alakalı der ki: “Muhaddislerin bir kısmı hadisi zayıf sayarken diğer bir kısmı hasen olarak kabul etmişler. Cumhuru-l muhaddisin tercihi de bu yöndedir.” İbni Hacer der ki: “İbni Cevzi’nin bu hadisi mevzu hadisler arasında zikretmesi kendisinden kaynaklanan bir yanılgıdır.”
25
ŞABAN 1438
“Ey Abbâs, ey amcacığım! Sana bir iyilik yapmayayım mı? Sana bağışta bulunmayayım mı? Sana ikram etmeyeyim mi? Sana on haslet(in hatırlatmasını) yapmayayım mı? Eğer sen bunu yaparsan, Allah senin bütün günahlarını önceki -sonraki, eskisi yenisi, hatâen yapılanı kasten yapılanı, küçüğünü büyüğünü, gizlisini alenîsini- yâni hepsini affeder. Bu on haslet şunlardır: Dört rek’at namaz kılarsın, her bir rek’atte Fâtiha sûresi ve bir sûre okursun. Birinci rek’atte kıraati tamamladın mı, ayakta olduğun halde onbeş kere “Subhanallahi velhamdülillahi ve lâilahe illallah vallahu ekber” diyeceksin. Sonra rükû yapıp, rükûda iken aynı kelimeleri on kere söyleyeceksin, sonra başını rükûdan kaldıracaksın, aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra secde edip, secdede iken onları onar kere söyleyeceksin. Sonra başını secdeden kaldıracaksın, onları onar kere söyleyeceksin. Sonra tekrar secde edip aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra başını kaldırır, bunları on kere daha söy-
İmam Şatibi der ki: “Nafile ibadetlerin hayatımızda ki yerini hikmetle düşündüğümüzde, farz ibadetlerin bir ön hazırlığı ve insanı (ruhen ve manen) farzları gereği gibi eda etmeye hazırladığını görürüz.
Tesbih namazının hükmü ve kılınışı:
daim rablerini zikir ve tesbih eden kimselerdir.
Hanefi ve Şafii mezhebine göre tesbih nama-
"Onlar ki, ayakta iken otururken, yanları
zının hükmü sünnettir. Hanefi muhakkikle-
üstünde (yatar) iken daima Allah’ı anar,
rinden İbni Abidin tesbih namazının sünnet olduğunu belirterek nafile sünnet namazlar arasında zikreder. (3) Şafii fukaha’larından İmam Şirbini El Muğni’l Muhtac adlı eserinde tesbih namazının sünnet olduğunu belirtir. (4) Hanbeli mezhebine göre ise tesbih namazını kılmakta bir beis yoktur. Kılınabilir.
göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. (ve şöyle derler) 'Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (her türlü kusurlardan) münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.' "(5) Rabbim bizleri de nafile ibadetleri hayatımızda yaşamaya muvaffak kılsın. “Âmin vesselâm”
Tesbih namazının kılınışı hadisi şerifte belirtildiği şekilde kılınır. Tesbih namazının kılma
-------------------------
vakti, kerahat vakitleri hariç gece gündüz kılınabilir. Ara vermeden tek selamla dört rekât olarak kılınacağı gibi ikişer rekât olarak da kılınabilir. Sözümüzün başında ifade ettiğimiz gibi tes-
MAYIS 2017
bih namazı salih kulların hayatında yer alması gereken nafile ibadetlerdendir. Mü’minler her
26
1. Hadis, sahihtir. Tirmizi2485 İbni Mace3251 2. Hadis, hasendir. [Ebu Dâvud, Salât 303, (1297, 1299); Tirmizî, Salât 350, (482); İbnu Mâce, İkamet 190, (1386, 1387).] 3. Haşiyetu İbni Abidin c.1 s.571 4. El Muğnil Muhtac c.1 s.617 5. Âl-i İmran: 191
| Kapak Dosya
Ümit Şit |
Ramazanda Oruç İbadetinin
Gerçek Mahiyeti ve Toplumdaki Yansımaları “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz.” (Bakara, 183)
O
ruç, insanın başıboş bırakılmadığı gerçeğiyle beraber sürekli insana ve hayatına müdahalenin ispatlarından sadece bir tanesidir. Kim emretse ki, şartlar yerinde olmasına rağmen, aç ve susuz kalınır. Kim emretse ki, onca sinir bozucu olaylar karşısında öfkeler sinelere hapsedilerek, dillerden güzellikler saçılır. Kim emretse ki, onca haramlar cirit atarken cadde ve sokaklarda, gözlere ve zihinlere kepenkler çekilir. Kim emretse ki, hep hayır düşünülerek şerlerden uzaklaşılır. Hangi kurum! Hangi merci! Hangi insan! Veya insanlar! Bu söylenenleri bir insana gönülden yaptırabilir. Sadece Allah! Yalnızca Allah! Tek olan kudret sahibi emrederse bunlar yapılır. Allah’ın izni çıkmadan çatlamış dudaklara su bile serpilmez. Tabi ki hakkı ile iman edenler için geçerlidir bütün bunlar.
27
ŞABAN 1438
İnsana bir irade verilmiş ve seçmesi istenmiştir. Sen kim ve ne olmak istersin? Allah’ı memnun etme çabası içinde olmak mı yoksa insanları memnun etme ziyanı içinde olmak mı? Dünya hayatını, dünyanın ve kâinatın yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’ın tayin ettiği ölçülerde yaşamak mı yoksa popüler kültürün heva ve
MAYIS 2017
heves ölçüsünce var olmak mı? Sokaklarını, caddelerini ve evlerini İslam’ın nuruyla aydınlatmak mı yoksa çeşitli insan icadı cahiliye ideolojileriyle sokak lambalarının ışığından bile mahrum kalmak mı? Biz olma bilincinde büyük hesaplar yapmak mı ben olma duygusuyla küçük hesapların adamı olmak mı? Kuran’ın mesajını hayata yansıtarak ruhları, bedenleri ve zihinleri özgürleştirmek mi yoksa gırtlak yarışına girerek bülbül misali kafeslere esir olmak mı? Günde beş vakit Rabbinin huzuruna çıkma izzetiyle yükselmek mi yoksa günde beş kere kendini insanlara teşhir etme zilletiyle alçalmak mı? Müslümanların sorunlarına ümmet nazarıyla eğilmek mi yoksa ülkeyle sınırlandırma ve zimmetleme körlüğü ile dikilmek mi? Kalplerin, “Allaha hamd olsun Müslümanlardanım” deme güvenirliği mi yoksa dillerin “bizde Müslümanız orasını ne karıştırıyorsun” edebiyatının kararsızlığı mı? Ne olmak ve kim olmak isterse istesin, genel olarak ramazan ayı geldiğinde bereketin, huzurun, hayrın, helalin, ahlakın bir ivme kazandığını, yükselişe geçtiğini her kesim, her cenah ve her kitle kabul etmiştir. Kabul gören bu görüş, orucun gerçek mahiyetinin bilincinde ya da şuurunda olmaktan değil, ruhun o atmosferden etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Genel olarak nefislerin azgınlıkları azalsa da şeytanların zincire vurulmasıyla kişilerin vesvese alma süreci zayıflık kazanmaktadır. Böylelikle önce kişinin benliğinde bir huzur, bir sakinlik, bir durulma ve bir tazelik görülmekte sonrasında
28
ise topluma yansımaktadır. Evet, her ne kadar da orucun gerçek mahiyetinin insanın kendi iç âlemine seyahat etmek ve bu seyahatte artı ve eksileri gözden geçirmek olduğu bilinmese de, ramazan pidesi sıcaklığında bir ılık hava teneffüs edilmektedir. Evet, her ne kadar da orucun aç ve susuz bir şekilde iç âleme daha çabuk giderek yaratılışın hakikatlerine beden ve ruh ile ulaşmak olduğu bilinmese de Allah’ın indirdiği sekinet, mutluluk kişilere sirayet etmektedir. Evet, her ne kadar da orucun geçen on bir ay boyunca yapılan hatalardan, günahlardan ve kusurlardan dersler çıkarılıp yeniden köklü bir silkinmeyle kesin bir diriliş vaktinin geldiği bilinmese de en azından otuz gün de haramların azlığıyla kişilerin ruhları nefes almaktadır. Oruç, kıştan sonra gelen baharın etkisiyle tekrar tekrar tazelenmektir. Tıpkı yılanların kış uykusuna girerek bir oruç süresine girmesi, ardından baharla beraber eski derilerin atılarak tazelenmesi gibi bir süreçtir. Kişideki bu mutlu olma heyecanı haramlardan uzak kalmasıyla maneviyatının yükselmesi ve ardından Allah’a yakınlaşmasındandır. Allah’a yakınlaşan ruh sevinç içerisindedir. Çünkü kalpler ne parayla, ne şanla, ne şöhretle huzur bulur. Bilakis, daha da stres içerisine girer. “Ancak ve ancak kalpler Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad,28) Oruç sadece ağız kapama eyleminden ibaret değildir. Bu ağızdan yiyecek girmiyor ama yalan söz çıkıyorsa, yiyecekten çekinen dil insanları incitmekten çekinmiyorsa, cami avlusunda parmakla gösterilen dürüstlük ticarette teleskopla bile tespit edilemiyorsa, yemek ve içeceklere bakmaktan men edilen gözler azıcık sağa sola kayıyor da nefis işte deniliyorsa! Allah’ın emrettiği farz olan beş vakit namaz kılınmıyor ama sünnet olan teravih namazı kaçırılmıyorsa, On bir ay boyunca imanımızı artıran, bizi salih amele sevk eden Allah’ın kitabı yerine, ramazanda gaz alıcı şiirler, naatlar, kasideler en gür seda ile haykırılıyorsa, bu tutarsızlıklarımızı ve bahanelerimizi hangi makama arz edeceğiz.
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut, 2) ayeti gözümüzün önünde dururken nasıl bir anda parlayıp bir anda sönen saman alevi gibi olabiliriz? Nasıl başıboşmuşuz gibi davranabiliriz? Şehid Seyyid Kutub rahimeullah, bu ayetin tefsirini şu şekilde yapmaktadır: “İman, sırf dille söylenen bir söz değildir. İman, birtakım yükümlülükleri olan bir gerçektir. Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihattır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların «inandık» demeleri yeterli değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav esnasında kararlılıklarını ortaya koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış, kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan sırf böyle bir iddiada bulunmakla bırakılmazlar. Tıpkı ateşin altını eriterek, saf altın madeni ile karışımında bulunan diğer değersiz madenleri birbirinden ayırması gibi sınav anlamına gelen fitne kelimesinin sözlük anlamı, altının eritilerek saflaştırılmasıdır. Bu açıdan kelimenin kendine özgü bir anlamı, bir çağrışımı ve bir işareti vardır. Aynı şekilde sınavlar kalpleri şekillendirir.
nemin taşları parçalayan bir ateş olduğunu düşünmüyorlar mı? Orucun cehenneme kalkan olacağını bilmiyorlar mı? Bütün ibadetlerin insanın kendisi için olduğunu orucun ise sadece Allah için olduğu bu yüzden de mülkün sahibi olan Allah’ın oruçlunun mükâfatını kendi üzerine aldığını bilmiyorlar mı? Ramazan ayının eğlence, oyun ve oyalanma değil Allah’a ibadetlerle, güzel ahlak ve amellerle yaklaşma ayı olduğunu bilmiyorlar mı? Ramazan orucu tutmayıp, bayramına sahip çıkma endişesine kapılanlar! Ramazan sizi manevi iklimi ile çocukluğunuzda ki yıllara götürmüyor mu? Hani o günahların azlığından mutlu olduğunuz zamanlara, hani ağzınızın tadının yerinde olduğu
29
ŞABAN 1438
İman ettik bizde müminiz ve cennete gitmeye hazırız diyerek yolculuğa hazır bir yolcu gibi konuşmak güzeldir ancak bu yolculuğa gerçekten hazır olduğumuzu göstermek adına bedeller ödememiz gerekmektedir. Nasıl ki, bir bakkala gidip benim 3 liram var bana 5 ekmek verir misin diyerek ekmek alamıyorsak, bende iman var diyerek de cennete gidilmiyor. O imanın amele dönüşmesi gerekmektedir. Ramazan ise imanın amele dönüştüğü vesileler için büyük bir fırsat ve milattır. Ramazan ayını ve oruç ibadetinin gerçek mahiyetini bilmeden, öğrenmeden gafilce geçirmek bizi dönüşü olmayan bir yola götüreceğini bilmiyor muyuz? “Ramazan bu yıl haziran ayına yakın geldi çok sıcak o yüzden üzerime farz olan orucu kazaya bırakabilir miyim?” fetvasını arayanlar, cehen-
Oruç, kıştan sonra gelen baharın etkisiyle tekrar tekrar tazelenmektir. Tıpkı yılanların kış uykusuna girerek bir oruç süresine girmesi, ardından baharla beraber eski derilerin atılarak tazelenmesi gibi bir süreçtir. Kişideki bu mutlu olma heyecanı haramlardan uzak kalmasıyla maneviyatının yükselmesi ve ardından Allah’a yakınlaşmasındandır. Allah’a yakınlaşan ruh sevinç içerisindedir.
Ömer! Daha ne zamana kadar direneceksin? Yoksa Ebu Leheb hakkında inen surenin bir benzerinin senin hakkında inmesini mi bekliyorsun? Hattab’ın oğlu daha neyi bekliyor-
“İman, sırf dille söylenen bir söz değildir. İman, birtakım yükümlülükleri olan bir gerçektir. Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihattır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların "inandık" demeleri yeterli değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav esnasında kararlılıklarını ortaya koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış, kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan sırf böyle bir iddiada bulunmakla bırakılmazlar.
sun?” buyurduğu gibi bizi de böyle silkeleyen ve uyaran birini mi bekliyoruz? Yoksa Ebu Lehebi yüz üstü cehenneme sokan ayetler gibi bizim vakıamıza uygun ayetlerin muhatabı olmayı mı bekliyoruz? Yoksa kurandaki bazı helak ayetlerindeki gibi Allah’a imanımızla neleri kazanacağımızı göstermek yerine, bir musibetle helak olmayı mı bekliyoruz? Evet, Ebu Leheb için inen ayetler bir daha inmeyecek ama tarih boyunca hep muhataplarını tanıyarak onların boyunlarına asılacak. Kurandaki her ayet Müslümanlara bir uyarıdır. Şayet bu uyarıları kulak arkasına atarsak daha önce günahkârlar için inen ayetlerin muhatabı sen olabilirsin ey falanca şahıs! Nice Ebu Lehebler, nice firavunlar, nice günahkârlar, fasıklar, müşrikler, münafıklar kuranın ayetleri vasıtasıyla müminlerin aralarından ayrılıp helak çemberi içine girdiler. Nice insanlar iman ettiğini söylese de, laflarıyla cenneti değil cehennemi kazandılar. Bizler Kur’an’ın, peyderpey indirildiği ramazan ayında var olan imanımızı arttırmak için ve yenilenmek için bir fırsat, bir atlama rampası olarak kullanamıyorsak, ramazanda artan imanımızı, ramazandan sonrada bir sonraki
zamanlara, hani aile içindeki o mutlu yıllara. O yıllardaki huzuru ve mutluluğu özlüyorsak neden ramazan bilincini diğer aylara taşımak için acele etmiyoruz. Neden ağzımızın tadını geri getirmek adına İslam’ı ramazanda yaşadığımız gibi diğer günlere, haftalara ve aylara yaymıyo-
MAYIS 2017
ruz? Neyi bekliyoruz?
30
ramazana kadar muhafaza edecek amellerle donatamıyorsak, bu kendi nefsimizi kınamak için yeterli bir sebeptir. Ramazan ayı içimizdeki cevherin üstünü örten tozlardan arınma zamanıdır. Müslümanca yaşamak için bir dönüm noktası, Müslümanca yaşayanlar için ise amellerdeki kirlerden temizlenme zamanıdır. Ramazan ayı; imanla amel etme, amelle ecirleri
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisi-
bir hasat gibi toplama zamanıdır. Ve bir dahaki
ni öldürmek için gelen Hz. Ömer’i omuzları-
hasat zamanına kadar nadas aralığı koymadan
nı tutup silkeleyerek: “Daha ne zamana kadar
ilerlemektir.
| Olaylar ve Yorumlar
Nedim Bal |
ADÂLETTEN SAPMAK Bismillahirrahmanirrahim
Bizler; insanların tiksinti ile baktıkları ölmüş
M
köpek leşinin içinde ‘bembeyaz güzel dişleri’
kulun kalbinden ve amelinden sıyrılıp uzaklaş-
Adalet; yaratan Rabbimiz’in en büyük ism-i şe-
tığı gün geriye “zalim Müslüman” kalır.
rifi, gönderdiği dinin en temel hükmü, seçtiği
İslam tarihi adaletiyle anılan mü’min kullara
Peygamberin ve övdüğü ümmetin en kutsi vas-
ü’min kulun en önemli vasfı “adalet” duygusudur. Adalet duygusu mü’min
görebilen adalet’li peygamberin ümmetiyiz.
da adaletsizliğiyle hatırlanan zalim Müslüman-
fıdır.
lara da şahit olmuş ve olmaya devam edecektir.
Yaşadığımız şu çağda ‘Adaletin olmadığı bir
Herkes Rabbi’ne karşı bir hesap vermektedir.
dünya acaba nasıl bir dünyadır’ diye soran
Adalet; binlerce yanlışın arasında varsa şayet
olursa onlara ‘adaletin hâkim olmadığı bir
doğruları görebilmektir. Aynı şekilde adalet;
dünya işte bugün yaşadığımız dünya gibidir’ diyebilirsiniz.
ları da görebilmektir. Adâlet; yanlışı doğruya
Kâfirlerin adâlet duygusundan mahrum oluşu
doğruyu da yanlışa kurban etmemektir.
hayret-i mucib bir olay değildir. Örneğin: ya-
31
ŞABAN 1438
binlerce doğrunun arasında varsa şayet yanlış-
Siyasi partilerin; cemaatleri, STK’ları ve benzeri kurumları oy potansiyeli olarak görüp “Bana oy veriyorsa vatanseverdir ama oy vermiyorsa vatansever değildir, haindir, uşaktır” anlayışı hak davanın ne kadar basite indirgendiğinin ve adaletten ne derece uzaklaşıldığının en büyük ispatıdır.
ratılmış olan ve fıtratı gereği binlerce acziyete mahkûm insanoğlunun koyduğu beşerî düzenleri, kanunları, yasaları; yaratan ve yaşatan şânı yüce Allah’ın İlahi düzeninden, kanunlarından, yasalarından daha üstün görmek Kemalistlerin, solcuların, liberallerin, laiklerin adâletten ne derece saptıklarının en önemli ispatıdır.
bunu hissettirmesi adâletten ne kadar uzakla-
Ancak şanı yüce Allah; ümmeti Muhammed’e yeryüzünde adâleti hâkim kılmayı emretmişken ‘Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorum’ diyen müminlerin adaletsizlik çukuruna gömülmeleri dehşet verici korkunç bir olaydır. Maalesef son yıllarda bu durum çok daha vahim noktalara ulaştı. Müslümanların içinde adâletten yana olması beklenen şahsiyetlerin, camiaların, kurumların bir bir savrulduğu ve yozlaştığı bir dönem yaşıyoruz.
diğinin ve adaletten ne derece uzaklaşıldığının
şıldığının en büyük ispatıdır. - Siyasi partilerin; cemaatleri, STK’ları ve benzeri kurumları oy potansiyeli olarak görüp “Bana oy veriyorsa vatanseverdir ama oy vermiyorsa vatansever değildir, haindir, uşaktır” anlayışı hak davanın ne kadar basite indirgenen büyük ispatıdır. - Kendi cemaatinden, kendi meşrebinden, kendi mezhebinden, kendi görüşünden olmayan diğer Müslümanları, somut delillere dayanmadan çok basit ve aşağılık iddialarla ‘ajan, dış mihrak, terörist, Vahhabi, Selefi’ diye iftira atarak yaftalamak Müslümanların adaletten ne derece uzaklaştıklarının en büyük ispatıdır.
MAYIS 2017
- Aynı meşrepten, aynı tarikattan, aynı cema-
32
Adaletten Sapanlar
atten, aynı partiden, aynı STK’lardan olmayan
- Beşerî yönetim sistemlerinden bir sistem olan demokrasiyi, yüce Allah’ın insanlar arasında uyulması ve uygulanması için gönderdiği İslam dini ile eklemlendirmek, eşleştirmek veya eşdeğer görmek günümüz Müslümanlarının adâletten ne kadar uzaklaştıklarının en büyük ispatıdır.
Müslümanlara karşı tebliğ, davet ve merhamet
- Bir kurum, cemaat ya da hareketin; ‘Benim görüşüm ve kararlarım en doğru olandır. Aksi dâhi düşünülemez’ demesi veya tavırlarıyla
‘vardır bir sebebi’, ‘ateş olmayan yerden du-
duygularının kaybedilmesi adâletten ne derece uzaklaştığımızın en büyük ispatıdır. - Sadece kendimizden olana (!) haksızlık ve zulüm yapıldığında dünyayı ayağa kaldırıp sesimizi yükseltmemiz fakat bizden olmayanlara karşı zulüm yapıldığında sessiz kalmamız yada man çıkmaz’, ‘iyi oldu, zamanına onlarda bize yapılan zulme karşı sessiz kalmışlardı’
türünden süfli düşünceler içinde bocalamamız bizlerin adaletten ne derece saptığının en büyük ispatıdır. - Particilik, cemaatçilik, bölgecilik, ırkçılık yaparak içindeki haksızlıkları ve zulümleri görmemek, zulüm ve haksızlıklar karşısında körleri ve sağırları oynamak artık dilsiz şeytan olunduğunun ve adaletten ne derece sapıldığının en büyük ispatıdır. - Sadece kendinden olanın hakkını savunmak, sadece sevdiğin, bağlı olduğun insanlara yapılan haksızlıklara itiraz etmek, adalet vasfından ne kadar uzaklaştığımızın en büyük ispatıdır. - Zulmü yapanın kim olduğuna bakarak susmayı veya konuşmayı tercih etmek adaletten ne kadar saptığımızın en büyük ispatıdır. - Falan cemaatin fikrî ve amelî yanlışlarını görüp de Müslüman hanımın örtüsüne uzanan o hâin eli görmemek adaletten ne kadar uzaklaştığımızın ispatıdır. - Vatanlarını, topraklarını, namuslarını, dinlerini savunmak uğruna canlarını ortaya koyarak savaşan Müslümanların birtakım hatalarını görüp de Amerika’nın, Rusya’nın, İsrail’in ve tüm emperyalistlerin zulümlerini görmemek adalet duygusundan ne kadar uzaklaştığımızın ispatıdır. - Kendini ehli sünnete nispet edenlerin yaptığı hataları ve cinayetleri görüp de başta İran olmak üzere Şii dünyasının yaptığı zulümleri görmemek hatta göstermemeye çalışmak adaletten ne kadar uzaklaşıldığının en büyük ispatıdır.
Fikirler, yöntemler, usuller, ameller ulu orta olmamak kaydıyla tâbi ki eleştirilebilir, tartışılabilir. Fakat eleştiri, tartışma ayrı şey; itham, iftira ve suçlama apayrı şeylerdir. Artık herkes, herkes hakkında bir şeyler söylüyor. Diller keskin kılıç gibi olmuş. Müslümanların birbirilerine attıkları iftira ve ithamların artık hesabı tutulamaz oldu. Allah sonumuzu hayretsin. “Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdar’dır.” (Maide, 8)
33
ŞABAN 1438
- Geçmişte emperyalist Avrupa’ya karşı verdiğimiz şanlı ‘Kurtuluş Savaşımızı’ göklere çıkarıp bu uğurda yapılan fedakarlıkları savunurken; Suriyeli, Afganistanlı, Filistinli, Mısırlı kardeşlerimizin emperyalist güçlere karşı kutlu savaşını görmezden gelerek ‘Emperyalizmin oyununa alet olmak’ ile suçlamak, adaletten ne kadar uzaklaştığımızın en büyük ispatıdır.
Kendi cemaatinden, kendi meşrebinden, kendi mezhebinden, kendi görüşünden olmayan diğer Müslümanları, somut delillere dayanmadan çok basit ve aşağılık iddialarla ‘ajan, dış mihrak, terörist, Vahhabi, Selefi’ diye iftira atarak yaftalamak Müslümanların adaletten ne derece uzaklaştıklarının en büyük ispatıdır.
| Nebevî Nasihat
M. Sabri Yücel |
DERDİ AHİRET OLANIN HER İŞİ ÂSÂN OLUR
“DERDİ DÜNYA OLANIN DÜNYA KADAR DERDİ OLUR”
“Kimin derdi ahiret olursa, Allah onun işlerini derli toplu kılar, gönül zenginliği bahşeder. Artık (kendisi için takdir edilen) dünya (nimeti) muhakkak surette ona gelir. Kimin derdi de dünya olursa, Allah işlerini de darmadağınık eder, fakirliğini iki gözünün arasına koyar/sürekli fakirlik endişesiyle yaşar. Netice olarak dünyadan da eline kendine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.”
Â
Hz. Musa’nın dinini suiistimal edip kendilerini mutlak manada en üstün kabul eden Yahudi zihniyeti gibi değil, iyiliklere teşvik etme, kötülüklerden sakındırma sorumluluğunu yerine getirdiğinde bu ulvi makama layık olduğunu bilmelidir. Mutlak üstünlük inancına sahip olan Yahudilerin bahse konu müesseseyi ihmal ettiğinde Allah’ın rahmetinden mahrum bırakıldığı ayetlere konu olmuş, bu durum kendi peygamberlerinin ifadeleri ile lanete yaraşır bir durum olarak nitelendirilmiştir.
35
ŞABAN 1438
lemlere rahmet olarak gönderilen son Nebî’nin emr-i bi’l-ma'rûf nehy-i ῾ani’l-münker müessesesiyle diğer ümmetler içerisinde özel bir konumda değerlendirilen ümmetinin en bariz vasıflarından biri, her eylem ve söyleminden sorguya çekilecek, hesap verecek bilinciyle hareket etmesidir. Görülen yanlışa fıkhına uygun müdahale etme, sahip olunan veya bilinen erdeme başkalarını da ortak etme, bu bilincin bir gereği olduğu gibi en hayırlı ümmet olmanın da temel şartıdır. Ümmet,
İyiliğe teşvik etmek, kötülükten sakındırmak konusunda insanı dirençli kılan en önemli etkenlerden biri de ahiret temelli yaşam anlayışıdır. Her işin ve sözün sebebi bu anlayış olmalı, hesap verecek şuuru sürekli canlı tutulmalıdır. Mekke’de inen ilk ayetlerin temel meselelerinden birinin bu olduğu Kur’an-ı Kerîm ile barışık yaşayan herkesin malumudur.
MAYIS 2017
Günümüzde insan türevi hukuk normlarının tebcil edilip yüceltildiği ve müslümanlar arasında gelinlik giydirilip acuze-i şemta misali dolaştırıldığı, “kişisel haklar, temel hürriyetler, özgürlük” sloganlarına bizi hayırlı ümmet kılan özelliğimizin feda edildiği bir ortamda yaşıyor olmak, üstünlük iddiasındaki geçmiş ümmetlerin akıbetinden endişe etmeyi gerektiriyor gibi gözükmektedir. Allah azze ve celle’nin buyrukları “tek dişi kalmış canavar” medeniyetin standartlarına uygunluk endişesiyle göz ardı edilirken onca yapılan hizmetin servis edilmesi de saçı başı ağarmış koca karı mesabesindeki anlayışların gelinlik giyme telaşı gibi sırıtmaktadır. Ümmet-i Muhammed, kendisini aziz kılan emr-i bi’l-ma'rûf nehy-i 'ani’l-münker müessesesini “dün dündür” diyerek pişkinlik yapan
36
tiplerin masa başlarında şekillendirdikleri kalıplara feda etmeme iradesini gösterebilmelidir. İyi işi kötü işe karıştıranların tervici, kötülüğe müsaadesi olmayan bir dinin temsilcilerini aldatmamalıdır. Her devrin inanç sorunu olduğu gerçeği dikkate alındığında bu zamanın uyanık kalınması gereken tehlikesinin ümmete hayat veren dinamiklerden birinin terk edilmesi olduğu anlaşılacaktır. Emr-i bi’l-ma'rûf nehy-i ani’l-münker müessesesi bizim varoluş ve üstün oluş sebebimizidir. Fıkhına uygun olarak her daim bu bilinci canlı tutanlar ümmeti oldukları Hz. Peygamber’in yolunu devam ettirecek olanlardır. İyiliğe teşvik etmek, kötülükten sakındırmak konusunda insanı dirençli kılan en önemli etkenlerden biri de ahiret temelli yaşam anlayışıdır. Her işin ve sözün sebebi bu anlayış olmalı, hesap verecek şuuru sürekli canlı tutulmalıdır. Mekke’de inen ilk ayetlerin temel meselelerinden birinin bu olduğu Kur’an-ı Kerîm ile barışık yaşayan herkesin malumudur. Mekke’de o gün hâkim olan zihniyetin el-Emîn vasfını uygun gördükleri birine katı düşman kesilmelerinin sebeplerinden biri de yine “hesap verecek” olma korkusudur. Mekke aristokratlarının, ileri gelenlerinin, devlet adamlarının dokunulmazlıklarına karşı “hesap vereceksiniz” tehdidi rüyalarında bile kendilerini ürküten kâbusa dönüşmüştür. Dilediğini yapan, istediğini elde eden ve neticesinde “dokunulamayan” kimselerin yüzüne “hesap vereceksiniz” diye haykırılması kudurmaları için yeter de artar bir sebeptir zaten. İsmet sıfatına sahip peygamberler bile “neden, niçin, nasıl” sorularına muhatap olabilirken kendi halkına zulmedenlerin “dokunulmazlık zırhına” büründürülmesi cahiliye düşüncelerinde yadırganmayacak bir husustur. Bu sebeple Ebû Cehil’e yaptıkları sorulamıyor, Ebû Leheb dilediği gibi tasarrufta bulunuyordu. Ama Mekke’de durum farklılaşmış, işleyen düzenin aksine, dayatılan gündemin dışında konuşulmaya
başlanmıştı… Gündemini dünyalıkların yapay gündemleri oluşturmayan, her meseleye dünya ötesi gündemle bakanlar türemişti Mekke’de… Günümüz standartlarında bir evin odası kadar küçük bir mekânda şu çağrı yankılanmaya başlamıştı: “Gecesi gündüzü kadar aydınlık olan bu din gece ve gündüz kavramının bulunduğu her diyara ulaşacak, köylü-şehirli her eve bu din girecektir.” Fiziksel şartlara göre imkânsız olan bu iddianın ötelerden bir dayanağı vardı ve ötelere itimadı, imanı olanlar bu uğurda hesaba çekileceklerini düşünerek seferberlik halinde çalıştılar. Her günah ortamı onlar için olağanüstü hal demekti ve müşfik bir şekilde tedavi edilmeliydi… Zira gündemi tayin eden böyle dilemişti… Eline kırbaç alıp dilediği gibi savuran Ebû Cehillerin arkasından “hesap vereceksin” sedası yükseldikçe, yere düşene tekme atmayı marifet addeden Ebû Leheblerin kulağı “yanına kâr kalacak sanma” ikazıyla yankılandıkça dumura uğrayacaktı “dokunulmaz” olduğunu düşünenler. Zulmün pervasızlığı da hesap endişesi taşımadığı için değil mi zaten? Başta Afrika olmak üzere dünyanın nefes alınan her metrekaresine zulüm ekenlerin “insan hakları mahkemeleri” kurmaları, bu isimle bildirge yayınlamaları, “adalet” için seferber olmaları! seyirlik usta bir tiyatrodan öteye geçmeyecektir elbette. “Hesap vermez, hesap sorar” bir zihniyetin kişisel
“Uhud’un ardında cennet kokusu alanlar”, “Peygamber istese atı ile denize dalanlar”, Numan b. Mukarrin gibi “otuz bin kişinin karşısına tek başına çıkanlar”, Malazgirt’te “şehadet elbisesiyle en önde duranlar”, Hıttin ve Zelleka’da “susarak konuşanlar”, eşini-babasını şehit verdiği halde “Peygamberim’i gösterin bana derdinde olanlar” ve bunlar dışında sayılamayacak kadar ibretli sahnelerin kahramanları hesap vereceklerini bildikleri için bugün bile anılır oldular. Yarına hoş bir seda bırakmak isteyenlerin bu yolun dışında başka bir vesile ile hedeflerine ulaşmaları ham ötesi bir hayaldir. Yani derdi ahiret olan, endişesi hesap olan, korkusu mizan olan herkes işin nirengi noktasını anlamış demektir. Maddeleşen dünyanın değersizleşen gidişatına karşı en hayırlı ses “ahiret var” nidası olacaktır. Sineleri zorlayan imtihanlar karşısında iman için en verimli nefes “hesap şuuru” olacaktır. Mazlum halden izzete kavuşmak dünyanın yapay gündemlerinden sıyrılıp “ahiretin gerçek gündemlerine odaklanmakla” mümkün olacaktır. Bu doğrultuda ahiret sahnelerini tasvir eden ayet-i kerime ve hadis-i şerifler kişisel olarak mütalaa edildiği gibi nasihat meclislerinin temel gündemi olmalıdır. Dünyada ahireti yaşama endişesi taşıyanlar ahirette mahcup olmayacaklardır. Dünyayı dert ve kederlerinin zirvesine yerleştirenler şu nebevi buyruğa dikkat etsinler:
kabadayı Ömer’e milyon kilometrekareleri bu-
“Kimin derdi ahiret olursa, Allah onun işlerini derli toplu kılar, gönül zenginliği bahşeder. Artık (kendisi için takdir edilen) dünya (nimeti) muhakkak surette ona gelir. Kimin derdi de dünya olursa, Allah işlerini de darmadağınık eder, fakirliğini iki gözünün arasına koyar/sürekli fakirlik endişesiyle yaşar. Netice olarak dünyadan da eline kendine takdir edilmiş olandan fazlası
lan toprakların yöneticisiyken bir bayan “kendi-
geçmez.” (1)
adı zalim, orta ölçeği mafya, gelişmiş hali de bu anlayışların hâkim olduğu devletler olacaktır. Ömer’i Hz. Ömer yapan, çöl bedevilerine gelişigüzel yaşantısını bıraktırıp bütün dünyaya adalet taşıma endişesi aşılayan hesap verecek olma şuurudur. Küçük Mekke’de herkesin korktuğu
ne gel” diyerek hesap sorabiliyorsa işe nereden başlanılması gerektiğini sormaya da hacet kal-
-------------------------
madığı anlaşılacaktır. Biz böyle bir ümmet olarak var olduk ve aziz olduk, bu vasfımızla izzeti
1. Müsned, 21482 (Ahmed Şakir neşri, muhakkik senedin sahih olduğunu belirtmiştir. XVI, 32.)
37
ŞABAN 1438
elde etmekten başka da çıkarımız yoktur.
| Önderlerimiz
| Cihan Malay
Dinin Güneşi: İbnu’l Kayyim el-Cevziyye -rahimehullah(1292-1350)
T
alebesi İbn Receb (rahimehullah), hocası İbn Kayyim’den söz ederken, ilimdeki de-
recesini ifade etmek için “Dinin güneşi, şeyhi-
“Âlim kimse, can bedenden ayrılınca fâinidir fakat geride bıraktığı eserleriyle insanlar arasındaki değeri bâkidir. Cahil ise, her ne kadar diri görünse de aslında o insanlar arasında ölüden farksızdır.”
miz” ifadesini kullanmıştır.
Hayatı Asıl adı Ebu Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebu Bekr b. Eyyüb ez-Zürâî ed-Dımaşkî el-Hanbelî olan İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, babası Şam’daki el-Cevziyye medresesinde Kayyim
(1)
olduğu için İbnu’l Kayyim el-Cevziyye
diye meşhur olmuştur. İbn Kesir (rahimehul-
MAYIS 2017
lah), Cevziyye medresesi için dönemin medreselerin en iyisi olduğunu söyler.
38
İki oğlundan küçüğüne nisbetle “Ebu Abdillâh”
Küçük oğlu olan Şerefüddin Abdullah b. el-İ-
künyesini alan İbnu’l Kayyim, 7 Safer 691 (29
mam Şemsüddin Muhammed, hicri 723 yılın-
Ocak 1292) tarihinde Dımaşk’ta doğmuştur.
da doğmuş ve 756 yılında vefat etmiştir. Çok
İbnu’l Kayyim’in yaşadığı dönemde Haçlı savaşları sonrası ve zayıflayarak da olsa süren Moğol saldırıları sebebiyle İslâm dünyasında
parlak bir zekâya sahip olan ve henüz dokuz yaşında hafız olan bu oğlu, genç yaşta vefat etmiştir.
oldukça karışık, çalkantılı ve hükümdarlar
Diğer oğlu Ahmed b. Şemsüddin Muhammed
arası çekişmelerin yaşandığı bir dönemdir. İz-
b. İbrahim ed-Dımaşkî dir. O da babası gibi ön-
züddîn İbni Abdüsselâm gibi İbn Teymiyye ve
celeri ilim ehli arasında meşhur olmuş, sonra
İbnu’l Kayyim da yöneticileri yaptıklarından
attarlık yapmaya başlamış ve ilerleyen zaman-
dolayı uyarmıştır.
larda ailesi Mısır’a göç etmiş ve 773 yılında
İbnu’l Kayyım kitaplarında da toplumda tedaviye muhtaç hastalık olarak gördüğü hatalı vaziyetlere dikkat çekiyordu. Bu istikrarsız şartlar muvacehesinde, ülkede dini durum da kötüye gitmekteydi. Emir ve sultanların çoğu kötü örnek idi, haramlar kolayca işlenir olmuş ve yayılmıştı. Makamına geçmek için, birbirlerinin kanını dökmekteydiler. Dönemindeki durumu izah için şu ifadeyi kullanır: “Bu zamanda nassları da aciz halîfe mesâbesine indirgediler. Öyle bir halife ki adına para basılır, hutbe okunur ama hükmü ve
Tâun hastalığına yakalanarak vefat etmiştir.
İlmi Şahsiyeti Babası Ebu Bekir rahimehullah, ferâiz başta olmak üzere çeşitli dini ilimler sahasında şöhretli bir âlim olduğu için İbnu’l Kayyim’in ilmi kimliğinin oluşmasında önemli rol oynamıştır ve İbnu’l Kayyim ilköğrenimini babasından aldı. Öğrenim hayatına babasından aldığı derslerle başlayan İbnu’l Kayyim, daha sonraları farklı hocalardan da dersler aldı. Hocaları arasında kendisi üzerinde en büyük etkiyi İbn Tey-
sultası yoktur.”
miyye’nin (rahimehullah) bıraktığını söyler.
İbn Kesir’den gelen bir rivayete göre 749/1348
Mısır’a 712/1312 senesinde dönüşünden ve-
yılında tâun hastalığı öylesine yayılmıştır ki,
fatına kadar İbn Teymiyye’den ayrılmamış,
bu hastalığa yakalanan yüzlerce kişi ölmüştür. Bu hastalık bir eve girdi mi neredeyse ev ahalisinin tamamını öldürdüğü kaydedilmiştir. İbnu’l Kayyim, toplumun bu çaresizliğine devâ olmak için “et-Tıbbu'n- Nebevi, et-Tâun” gibi kitaplar yazarak insanları sağlıklı yaşama ve hastalıklardan korunma konularında aydınlatmaya çalışmıştır.
hayatı boyunca tuttuğu yolu ve mezhebini ondan almış, inceleme metodunda ona uymuş ve ondan faydalı ve geniş bir ilim tahsil etmiştir ve aralarında örneğine zor rastlanır bir hoca-talebe ilişkisi sergilemişlerdir. Bu bağlılığa dikkat çeken İbn Hacer el-Askalâni (rahimehullah), İbn Kayyim’in hiçbir hususta hocasının görüşlerinin dışına çıkmayacak kadar ona bağlılık gösterdiğini ve esasen İbn Teymiyye’nin kitaplarını ve ilmini yayanın İbnu’l
muş, bunların üçü de ilimle meşgul olmuşlar-
Kayyim olduğunu belirtir ve şöyle der: “İbn
dır. Büyük oğlu Burhanüddin İbrahim b. Şem-
Teymiye’nin en büyük eseri İbnu’l Kayyim’dır.
süddin hicri 716 yılında doğmuş, nahivci ve
Onun, bundan başka eseri olmasaydı bile, bu
aynı zamanda iyi bir fakih olmuştur.
onun büyüklüğünü gösterirdi.”
39
ŞABAN 1438
İbnu’l Kayyim el-Cevziyye’nin üç tane oğlu ol-
Bid’atlerle mücadelede ve selef-i sâlihinin mezhep ve yoluna dönmek gerektiği hususundaki gayretlerinden dolayı dönemin yönetimi tarafından hocası İbn Teymiyye ile birlikte Şam Kalesi’nde hapse atılmıştır. Mısır ve Irak gibi bölgenin ilim beldelerinden bölge âlimler, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’e destek veren mektuplar yazmışlar ve onları hapse atanları kınamışlardır. Hocasıyla birlikte hapiste sıkıntı ve işkencelere maruz kalmış ve kamçıyla dövülerek bir deve üzerinde sokaklarda dolaştırılmıştır. Hocası İbn Teymiyye’nin 728/1327’de vefatından sonra hapisten çıkarılmıştır. Daha sonraları da verdiği bazı fetvalarından dolayı birçok defa hapse atılmıştır. İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye İle Bir Hapishane Arkadaşının Konuşması
yandırdığın için bunu hissediyorsun.
Ama
bense karanlık gözleri kamaştırıyorum. Onu bırakıp bana ışığı (doğru yolu) göster lütfen. Tut elimden, benimle derece derece çık (yüksel).” İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sevgi... Sevgi, cennetliklerin onda yarıştıkları bir makamdır. Sevginin alâmetlerinden biri de özlemdir. Allah’a karşılaşmayı uman bilsin ki Allah’ın bunun için tayin ettiği vakit gelecektir.” Arkadaşı: “Bu özlem içinde olanların taziyesidir.” İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Evet... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir duasında diyordu ki: “Ey Rabbim senin cemâlini görme lezzetini ve sana ulaşma özlemini bana nasip et.”
Arkadaşı: “Senin ile hapishanede bulunmak, Burhan (onları zindana atan kişi) ile cennette bulunmaktan iyidir.”
Arkadaşı: “Biz nasıl Allah’a kavuşmak için
İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sabret! Sabret ey kardeşim, Allah bizimle beraberdir.”
İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Sevgiyi öğren.”
Arkadaşı: “Sen ayağını sabır merdivenine da-
özlem duyacağız? Biz şeytanlara tâbi olmuşuz. Cezâmız büyük, suçumuz ağır.”
Arkadaşı: “Peki nasıl?” İbnu’l Kayyyım el-Cevziyye: “Farzlardan sonra nâfileleri kılmakla ve her ne olursa olsun yapman gereken her zaman Allah’ı kalp ve dil ile zikret.”
İlme Adanan Ömür Talebesi İbn Receb rahimehullah, hocası İbn Kayyim'den söz ederken, ilimdeki derecesini ifade etmek için “Dinin güneşi, şeyhimiz” ifadesini kullanmıştır.
İbnu’l Kayyim, İbn Teymiyye daha hayatta iken ders vermeye başladıysa da düzenli olarak (h.743/1342) yılında Sadriyye Medresesi’nde hocalığa başladı ve ölünceye kadar bu görevini sürdürdü. Bu sırada İbnu’l Kayyim’den birçok faziletli âlim ilim almıştır. Öğrencileri arasında iki oğlu Cemâlüddîn Abdullâh ile Burhânüddîn İbrâhim’in (2) yanı sıra İmam Zehebî, Takiyyüddîn es-Subkî, İbn Receb el-Hanbeli ve İbn
MAYIS 2017
Kudâme el-Makdisi gibi dönemin ilim adamları da ondan faydalanmıştır.
40
Ömrünü ilmi hakikatleri yaşama, yaşatma ve kitap te’lif etmeye adaya İbn Kayyim’ın kitap toplamaya meraklı olup zengin bir kütüphanesinin bulunduğu söylenmiştir. Talebesi İbn Receb (rahimehullah), hocası İbn Kayyim’den söz ederken, ilimdeki derecesini ifade etmek için “Dinin güneşi, şeyhimiz” ifadesini kullanmıştır.
Takvası Kendisiyle aynı asırda yaşayan İbn Kesir (rahimehullah) şöyle aktarır: “İbnu’l Kayyım el-Cevziyye devamlı mücadelede bulunmasına ve durmadan telif etmesine rağmen zamanımızda onun kadar çok ibadet edeni görmedim. Namaza durduğunda kıyâm, rukû ve secdesini son derece uzatırdı. Bundan dolayı bazen arkadaşlarının tenkidine uğrardı. Buna rağmen aynı şekilde bu halini devam ettirirdi. Onun ahlâkı güzel olduğu kadar kırâatı da güzeldi. Kimseye haset etmez, eziyet vermez ve kimseye karşı kin gütmezdi.” (3) Bir müddet Mekke’de kalan İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, ibadete düşkünlüğü ve sık sık Kâbe’yi tavaf etmesi ile Mekkeliler’in dikkatini çekmiş, Mekkeliler de onun bu halini insanlara aktararak ismini yaymıştır. Hafız İbn Receb (rahimehullah) hocasının takvasını şöyle anlatır: “Allah rahmet etsin, üstadımız ibadete düşkün, gece namazlarına kalkan, namazı oldukça uzun kılan bir zattı. Kendini ibadete verirdi. Zikre çok düşkündü…”
Eserlerinden Alıntılar Fayda Vermeyen On Şey “Kaybolan ve fayda vermeyen on şey vardır ki, bunlar: 1. Amel edilmeyen ilim.
3. Allah yolunda harcanmayan maldır. 4. Allah Teâlâ’yı sevmekten ve O’nunla birlikte olmaktan arınmış olan kalp. 5. Allah Teâlâ’ya itaat ve hizmet etmekten yoksun olan beden. 6. Sevgilinin rızâsına uymayan ve emirlerine bağlı kalmayan sevgi. 7. Boşa geçirilen ya da iyilik ve yakınlık sağlamayan vakit. 8. Fayda vermeyen şeylerde dönüp dolaşan fikir. 9. Seni Allah Teâlâ’nın rızâsına yakınlaştırmayan ve dünyanı da düzeltmene sebep olmayan hizmet. 10. Kendisine bir zarar, fayda, ölüm, hayat ve yeniden diriliş sağlayamayan ve canı, Allah Teâlâ’nın elinde esir olan kimseden korkman ve ona ümit beslemen. Bu kaybedilen şeylerin en büyüğü ve her kaybedilen önemli şeyin temelini oluşturan şeyler, iki tanedir: Kalbi ve vakti kaybetmektir. Kalbi kaybetmek; dünyayı, âhirete tercih etmektir. Vakti kaybetmek ise; (ölmeyecek gibi) uzun emellerle yaşamaktır.”
Mutluluğun Üç Adresi Birincisi: Kendisine nimet verildiğinde şükretmek İkincisi: İmtihana tâbi tutulduğunda sabretmek Üçüncüsü: Günah işlediğinde Allah’tan bağışlanma dilemek Bu üç şey mutluluğunun adresi, dünya ve âhiretteki kurtuluşunun alâmetidir. Bir kul bunlardan ayrı kalmamalıdır. Kul, bu üç tabaka arasında dönüp durur:
41
ŞABAN 1438
2. İhlâs olmayan ve Peygamber -- örnek alın-
mayan (sünnete uygun yapılmayan) amel.
Nimete karşı şükür; Allah’ın nimetleri peş peşe gelir. Onları ancak şükür tutar. Şükür üç temel üzere yükselir: Nimeti bâtinen itiraf etmek, onu zâhiren dile getirmek, onu asıl kefili olanın, bahşedenin ve verenin râzı olduğu yerde kullanmak. Kul bunları yaptığında, eksikleri ve kusurlarıyla birlikte nimete şükretmiş olur. İmtihan karşısında sabır; İmtihan, Allahu Teâlâ tarafından denenme maksadıyla kulun başına gelen sıkıntılardır. Bu durumda farz olan şey sabretmek ve kendini teselli etmektir. Sabır; kadere karşı öfkelenmekten kendini alıkoymak, şikâyet etmekten dilini korumak, dövünmek ve elbisesini parçalamak gibi günah olan davranışlardan organlarını alıkoymaktır. Sabır genel olarak bu üç şey etrafında döner.
İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, “Miftâhu’s Saade” eserinde mutluluğu üçe ayırır: Birincisi: “Kişinin şahsından değil de dışarıdan kaynaklanan mutluluk. Zenginliğin ve yaşamın getirdiği mutluluk bu türdendir. Kişi bununla ilgileri üzerine çeker ve itibar görürken, bir gün içerisinde en düşük insan konumuna da düşebilir. Bu şekilde zenginlik yoluyla elde edilen zevkler aldatıcıdır. İkincisi: Kişinin bedeninden kaynaklanan mutluluk. Sağlığı, düzgün bir ruh haline sahip olması, organlarının birbiriyle uyumlu olması gibi. Bu öncekine nazaren daha kalıcı bir mutluluktur. Ama gerçekte bu da kişinin şahsına ve özüne nisbetle dışarıdan gelen bir mutluluktur.
Kul bunları gereği gibi yerine getirdiği takdirde
Üçüncüsü: Bu gerçek mutluluktur.
başına gelen imtihan kendisi için bir bağış ve
Bu fayda veren ilimden gelen mutluluk ve onun meyvesidir. Bu mutluluk her şey değişse de kendisi bâki kalan, kula tüm yolculuklarında ve üç döneminde eşlik eden mutluluktur. Üç dönemle dünyayı, berzâhı ve âhireti kastediyorum. Kişi bununla üstünlük ve kemal dereceleri elde eder.
nimete, uğradığı musibet hediyeye, hoş görülmeyen şey hoşlanılan şeye dönüşür.
Hafız İbn Receb (rahimehullah) hocasının takvasını şöyle anlatır: “Allah rahmet etsin, üstadımız ibadete düşkün, gece namazlarına kal¬kan, namazı oldukça uzun kılan bir zattı. Kendini ibadete verirdi. Zikre çok düşkündü…”
MAYIS 2017
Mutluluğun Kısımları
Erdemler, zorluklara bağlıdır. Mutluluğa meşakkat köprüsünden geçilmeden ulaşılmaz. Ona ulaştıran mesafe ancak ciddiyet ve çaba gemisiyle katedilir.”
İbadet Ehlinin Özellikleri? - Onun gözünde ibadet sadece başkalarına tercih edeceği bir işten ibaret değildir, aksine onun amacı nerede olursa olsun Allah’ın razı olduğu şeyleri araştırmak ve peşinden koşmaktır. - Onun kulluğunun mihveri, Allah’ın rızasıdır. O kulluğun mertebeleri arasında dolaşır durur, ne zaman önüne bir menzil çıksa o menzile
42
ulaşmak için gayret eder, onun bu azmi ve gayreti amacına ulaşıncaya kadar sürer gider. - Âlimleri görsen, onu da onlarla beraber görürsün, abidleri görsen onu da onların yanında bulursun, mücahidleri görürsün, o da onlarladır, zâkirleri görürsün o, onların yanındadır. İhsan ve tasadduk edenleri görürsün o da onlarladır. Kalpleri Allah’a yönelmişleri görsen o da oradadır. İşte, ibadette sınır tanımayan kul budur. - Nereye giderse Allah’ın emriyle olur. - O; yağdığı yere fayda veren yağmur, yaprakları dökülmeyen hurma gibidir. Bu hurmanın yapraklarının hepsi dikenlerine varıncaya kadar faydalıdır. - O, Allah’ın haramlarını çiğneyenlere bir öfkedir. - Fakat ne yazık ki toplum içinde böyle insanlar ne kadar da azdır ve kendini ne kadar da yalnız hisseder. Ama Allah’la ne büyük ünsiyet elde etmiş ve sevinci ne çoktur. Allah’a karşı ne kadar mutmain ve ne kadar huzurludur! Allah yardım istenen ve kendisine dayanılandır.” (Medaricü’s-Salikin)
Şeytanın Tuzakları Kul, isyanında bu fiili kendisine güzel gösterene ve ona teşvik edene bakmalıdır. Bu varlık, o kula musallat edilmiş Şeytan’dır. Şeytan insanı mağlup etmek için karşısına yedi tuzak çıkarır, bunlardan biri ile insanı alt etmek ister. Bu tuzakların her biri, diğerinden daha zordur. Birinci Tuzak: Allah’ı, dinini, O’na kavuşmayı, kemal sıfatlarını ve peygamberlerinin O’nun hakkında getirdiği haberleri inkâr etmek! Eğer bu tuzakta, o kulu elde etmeyi başarırsa, kula karşı olan düşmanlık ateşi söner ve huzura kavuşur. Eğer kul, hidayeti, basireti ve iman nuruyla bu tuzağı aşar ve kurtulursa şeytan ikinci
Üçüncü Tuzak: Büyük günahlar tuzağı! Şeytan eğer kulu bu tuzağa düşürürse, büyük günahları ona süsleyip güzel gösterir ve devam etmesini sağlar. Kula ircâ (umut) kapısını açarak şöyle der: “İman, tasdikten ibarettir. Bundan dolayı kötülülük ve isyan ifade eden fiiller imana zarar veremez.” Dördüncü Tuzak: Küçük günahlar tuzağı! Bu günahları çok küçük birimlerle mukayese ederek ona şöyle der: Büyük günahlardan sakındığın müddetçe küçük günahlar sana zarar vermez. Büyük günahlardan kaçınmanın ve iyilikte bulunmanın, küçük günahlara kefaret olacağını, onları sileceğini biliyor musun? Şeytan sürekli olarak bu küçük günahları ona önemsizmiş gibi göstererek, nihayet kulun bu günahlar üzerinde ısrar etmeye başlamasını sağlar. Beşinci Tuzak: İşleyene bir günah yüklemeyen mübahlar tuzağı! Şeytan bu vasıtayla onun çok ibadette bulunmasını ve âhiret için azık hazırlamasını engeller. Sonra yavaş yavaş onun sünnetleri terketmesini, sünnetlerin terkinden sonra farzları terk etmesini sağlar. Altıncı Tuzak: Bu tuzak, daha aza tercih edilen ve daha az faziletli olan ameller tuzağı! Şeytan bunları emreder, kulun gözünde bunları güzel gösterir ve süsler. Daha faziletli, daha kazançlı ve kârlı amellerle meşgul olmaması için bu amellerde bulunan fazilet ve kazancı kula çok gösterir. Çünkü şeytan sevabın esasından kulu uzaklaştıramayınca, o sevabın kemal ve fazlından, yüce derecesinden onu mahrum bırakmaya çalışır.
43
ŞABAN 1438
tuzağa başvurur.
İkinci Tuzak: Bu bid’at tuzağı! Bu da ya Allah’ın peygamberine gönderdiği ve kitabında bildirdiği hakka aykırı inançlar taşımak yahut da Allah’a, müsaade etmediği ve bu tür hiçbir şeyi kabul etmeyeceği dinde sonradan uydurulmuş ibadet şekilleri ve gelenekler yoluyla ibadette bulunmaktır.
Yedinci Tuzak: Bu tuzak, o zatın hayır konusundaki derecesine göre Şeytan’ın ordusunu el, dil ve kalp ile ve türlü eziyetlerle o kula musallat etmesi! O kulun mertebesi yükseldikçe düşman da ona süvarileri ve orduları ile saldırır ve ona eziyet verir.” (Medaricu’s Salikin)
İnsanlar Üç Kapıdan Cehenneme Girer
Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz yalan (sahibini) günahlara (dosdoğru yoldan sapmaya) götürür. Günahlar da (sahibini) ateşe (cehenneme) götürür (iletir).” (4) Yalan, ilk olarak insanın nefsinden diline sirâyet eder ve onu ifsad eder. Daha sonra vücudun diğer azalarına sirâyet ederek o azaların bütün
“İnsanlar üç kapıdan cehenneme girmişlerdir: Heva kapısı; bu Allah’ın dininde kuşku etmeyi miras olarak bırakır, şehvet kapısından; bu da hevayı Allah’ın itaatinin ve O’nun rızasının önüne çıkarır. Gazap kapısından; bu da, Allah’ın kullarına düşmanlığa sebep olur.”
amellerini ifsad eder.
Yalanın Zararları
Dımaşk’ta Bâbüssağîr Mezarlığı’nda annesinin
Yalandan mutlaka kaçın! Çünkü yalan; olmayan bir şeyi mevcut, mevcut olan bir şeyi yok, bâtılı hak, hakkı bâtıl olarak, hayrı şer ve şerri de hayır olarak gösterir. Dolayısıyla yalan, bir cezâ olarak, sahibinin düşünce ve ilmini ifsad eder.
Vefatı İbnu’l Kayyim el-Cevziyye, 13 Receb 751 (16 Eylül 1350) perşembe günü vefat etti ve cenazesi çok kalabalık bir insan topluluk eşliğinde yanına defnedildi. Hafız İbn Kesîr (rahimehullah), dostu İbn Kayyim el-Cevziyye (rahimehullah) vefatı hakkında şöyle demiştir: “Receb ayının onüçünde perşembe gecesi yatsı ezanı vaktinde dostumuz Şeyh İmam Allâme Şemseddin Muhammed bin Ebu Bekir bin Eyyub ez-Zer’î vefat etti. Kendisi Cevziyye’nin imamı ve buranın kayyımının oğluydu. Ertesi gün öğle namazından sonra Emevi Camii’nde cenaze namazı kılındı. Babu’s-Sağir Mezalığı’nda annesinin mezarının
Yalandan mutlaka kaçın! Çünkü yalan; olmayan bir şeyi mevcut, mevcut olan bir şeyi yok, bâtılı hak, hakkı bâtıl olarak, hayrı şer ve şerri de hayır olarak gösterir. Dolayısıyla yalan, bir cezâ olarak, sahibinin düşünce ve ilmini ifsad eder.
yanına defnedildi. Allah (subhânehu ve teâlâ) ona rahmet etsin.”
Hakkında Ne Söylediler? * Hafız Zehebî (rahimehullah): “Hadis ilmine, hadis metinlerine ve bazı râvilerine özen gösterdi. Fıkıhla uğraşır ve fıkhı iyi açıklardı. Nahivle uğraşır, öğretirdi. Usul-i Fıkıh ve akaidle de meşgul olurdu. İlimle meşgul olmayı her işin önüne geçirdi ve ilim neşretti.” * Hafız İbn Hacer (rahimehullah): “Cesur kalp-
MAYIS 2017
li, geniş bilgi sahibi, hilaf ilmini ve selefin görüşlerini bilen bir zattı.”
44
* İmam Şevkânî (rahimehullah): “Sahih delillere bağlı, onlarla amel etmekten hoşlanır, şahsi görüşe dayanmaz, hakkı aşikâre söyler ve bu konuda hiç kimseden çekinmezdi.” * Hafız İbn Recep (rahimehullah): “Şunda yanılma olmaz: Gerçekten o, tefsir ve usûlü’d-din konularında çokça bilgili bir şahsiyetti. Bu her iki ilim dalında çok ileri bir konuma sahipti. Hadis ve hadis fıkhı konularında da öyle olmakla beraber bunlardan deliller çıkartmakta mahir idi ve derecesine neredeyse ulaşılamazdı. Fıkıh ve fıkıh usûlü ile Arapça konularında ise; ilmi gerçekten pek fazlaydı. Kelam ilmini de iyi bilirdi. Ehl-i tasavvufun kelamını, işaret ve inceliklerini de iyi bilmekteydi. Allah’a muhabbet ve yakınlık konularına aşık olan birisiydi. Kendisini Allah’a karşı çok fakir ve mahzun ve Allah’ın önünde yaptığı ibadetinde de kendisini yaratanına karşı oldukça aciz sayardı. Ben hakikaten onun gibisini görmedim. Yine onun ilmi kadar ilmi geniş olan kimse de görmedim. Kur’an ve Sünnet’in mânalarını ve iman hakikatlerini onun gibi bilen de görmüş değilim. Defalarca eziyet ve imtihana maruz kaldı. İbn Teymiye ile birlikte hapsedildi. Hapis müddetince, Kur’an tilaveti ve tefekkür ile meşguldü. Bu sebepten ona birçok hayır verildi. Sonra, defalarca haccetti ve Mekke’ye mücâveret etti. Mekke halkı, çok ibadet ve tavaf etmesinden ötürü kendisini taaccüb ile anarlardı. Vefatından önce, bir seneden fazla meclisine devam ettim. Kendisinden, Kaside-i Nuniyye’sini ve kitaplarından birçoğunu dinledim. Ayrıca birçok insan kendisinden ilim aldı ve faydalandı. Nice seçkin insanlar kendisini tazim ettiler ve ögren-
Hafız İbnu’l-Kayyim çok sevimli bir insandı. Ne kimseye hased eder, ne eziyet eder, ne bir kimsenin ayıbını ortaya çıkarır, ne de bir kimsede kusur arardı. Ben onun en yakın arkadaşı ve sevdiği biriydim. Bizim zamanımızda dünyada ondan daha fazla ibadet eden ve daha çok nafile ibadet yapan biri var mıydı bilmiyorum? Namazını uzun uzun kılar, rüku ve secdelerini çok uzatırdı. Bazı kereler dostları ona kızarlardı ama o bunu terk etmezdi. Sözün kısası şu ki o, genel olarak bütün yönleriyle kendisine benzer kimse az olan biriydi.
cisi oldular. Elbette ki o masum değildir; ancak bu manasıyla onun gibisini görmedim.” * Hafız İbn Kesir (rahimehullah): “Çeşitli birçok ilim dallarında ilim sahibi bir kimseydi.
45
ŞABAN 1438
Özellikle de tefsir, hadis ve bunların usûlleri
dalında. İbn Teymiyye hicri 712’de Mısır’dan
önder İbnu’l Kayyim, İbn Teymiye’den uzun
döndüğü zaman İbn Kayyim, o vefat edene
birlikteliği boyunca ilminin çoğunluğunu aldı.
kadar kendisine çok önem ve bağlılık göster-
Öyleki, ismini onun ismine bağladı.
miştir. Ondan dersler almıştır. Gece ve gündüz olmak üzere Rabbine yakarması ile birlikte birçok ilim dallarında da tek başına öncülük yapmıştır. Kur’an okuması ve ahlâkı çok güzel ve sevecenliği oldukça fazla bir şahsiyetti. Hiç kimseye haset etmez ve eziyet vermezdi. Kimseye kin beslemezdi. Şu âlemde bu zamanda onun gibi çok ibadet eden kimse görmedim.
Engin bilgileriyle, düşüncelerinin sağlamlığıyla, eleştirel zekalarıyla, cesaretleriyle ve insanları doğru yola çağırmalarındaki samimiyetleriyle, dünyanın dört bir yerinde isimleri birlikte meşhur oldu. İbnu’l Kayyım’ın, şeyhi hayattayken dahi kendisinden ders alan öğrencileri vardı.
Güzel el yazısıyla, büyük küçük birçok kitap
Kitaplarına bakarak fıkıhta ve usulünde, ke-
yazdı. Hülasa, eşine az rastlanır biri idi.
lamda muhteşem bir ansiklopedik bilgiye sahip
Hafız İbnu’l-Kayyim çok sevimli bir insandı. Ne kimseye hased eder, ne eziyet eder, ne bir kimsenin ayıbını ortaya çıkarır, ne de bir kimsede kusur arardı. Ben onun en yakın arkadaşı ve sevdiği biriydim. Bizim zamanımızda dünyada ondan daha fazla ibadet eden ve daha çok
olduğu görülür ve kitaplarını, özel konularına göre isimlendirmek zordur. Öyle ki, kelam kitabı fıkıh mevzularından, fıkıh kitabı nasihatlardan vs. hâli değildir. Kitaplarındaki vaazlar ve incelikler de vâizlerin ya da kıssacıların tarzıyla naklettiği haberler değildir. Bilakis insan,
nafile ibadet yapan biri var mıydı bilmiyorum?
hayat ve tabiata dair içinden şer’î hükümlerin
Namazını uzun uzun kılar, rüku ve secdelerini
ve bunların esrarının ortaya çıkarıldığı derin
çok uzatırdı. Bazı kereler dostları ona kızarlar-
tetkiklerdir.”
dı ama o bunu terk etmezdi. Sözün kısası şu ki o, genel olarak bütün yönleriyle kendisine
-------------------------
benzer kimse az olan biriydi.” * İbn Nasır ed-Dımaşki (rahimehullah): “Birçok ilim dallarında söz sahibi bir şahsiyetti. Özellikle tefsir konusunda ve mantık ile mefhum konularında otoriteydi.” * el-Kadi Burhanüddin (rahimehullah): “Şu gökyüzü altında ondan daha geniş ilmi olan yoktur. Çokça dersler almış ve Cevziyye’de imam olmuştur. Kendi birçok eser yazmış ki, sayısı neredeyse bilinmez. Birçok ilim dalında kitaplar telif etmiştir. Gerek ilme, gerek yazmaya ve gerekse kitaplarına düşkündü. Bunlara olan düşkünlüğü başka şeylere olan düşkünlü-
MAYIS 2017
ğünden oldukça fazlaydı.” * Subhî Salih (rahimehullah): “Büyük selefî
46
Kaynaklar: * İbn Kayyim El-Cevziyye ve Kur’an Anlayışı, Kadriye Hökelekli, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2014. * İbn Kayyim El-Cevziyye’nin Hâdi’l-Ervâh İlâ Bilâdi’l-Efrâh Eseri Bağlamında Cennet İle İlgili Hadislerin Değerlendirilmesi, Mehmet Kalkan, Yüksek Lisans Tezi, Adana-2007. * İbn Kayyım El-Cevziyye’nin Hayatı, Eserleri ve İctihad Anlayışı, Hüseyin Akıncı, Yüksek Lisans Tezi, Konya-2006. * TDV İslam Ansiklopedisi, İbn Kayyim el-Cevziyye maddesi, c. 20, s.109-127. Dipnotlar: 1. Kayyim: İşleri idare eden, bir işi düzeltme konusunda o işe kendini veren kişi. 2. İbn Kesir (rahimehullah) bu oğlu hakkında şöyle demiştir: “Nahiv ve fıkıh ilimlerinde tıpkı babasının yolu üzereydi.” 3. İbn Esir, El-Bidâye ve’n-Nihâye, XIV, 234-235. 4. Buhârî, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî farklı lafızlarla rivâyet etmişlerdir.
| İslam Coğrafyası
Metin Eken |
Hint Okyanusunda Bir Müslüman Beldesi:
Maldiv Adaları
M
aldiv adaları ya da resmi ismiyle Maldiv Cumhuriyeti ilk bakışta masmavi denizi, palmiyeleri ve bembeyaz kumsallarıyla rüyaları andıran tropik bir tatil merkezi olarak canlanıyor zihinlerde. Gerçekten de öyle; her yıl dünyanın dört bir yanından on binlerce turist tatil maksadıyla akın ediyor bu topraklara. Ülke, bu yönüyle sadece bir tatil beldesi intibaı uyandırıyor Türkiyeli Müslümanların zihinlerinde.
47
ŞABAN 1438
Ne var ki bu tablo, neredeyse tamamı yabancılar tarafından “ada otel” olarak turizm amaçlı işletilen belirli adalar topluluğu için geçerli. Bu tablonun biraz daha dışına çıktığımızda neredeyse bin yıla yaklaşan bir Müslüman tarihi ve bu tarihin izlerinin her yerde görüldüğü sevimli bir Müslüman beldesi çıkıyor karşımıza. İslami hukuk kurallarının uygulandığı ve her idari birimde bu kuralları uygulamakla yükümlü kadıların bulunduğu, halkın İslam’a bağlılığıyla bilindiği ve İslam’ın gündelik hayatın her bir cüzüne sirayet eden bir yaşam tarzı olarak gö-
İslami hukuk kurallarının uygulandığı ve her idari birimde bu kuralları uygulamakla yükümlü kadıların bulunduğu, halkın İslam’a bağlılığıyla bilindiği ve İslam’ın gündelik hayatın her bir cüzüne sirayet eden bir yaşam tarzı olarak görünür kılındığı bir belde. Bir yönüyle her türlü dünyevi zevkin fütursuzca yaşandığı, bir diğer tabirle İslam’ın belirleyici olmaktan çıkarıldığı bir tatil beldesi, bir yönüyle de geçmişini ve adaların büyük bir çoğunluğu dâhil olmak üzere- bu gününü İslam’ın şekillendirdiği bir İslam beldesi Maldiv Adaları.
rünür kılındığı bir belde. Bir yönüyle her türlü dünyevi zevkin fütursuzca yaşandığı, bir diğer tabirle İslam’ın belirleyici olmaktan çıkarıldığı bir tatil beldesi, bir yönüyle de geçmişini ve -adaların büyük bir çoğunluğu dâhil olmak üzere- bu gününü İslam’ın şekillendirdiği bir İslam beldesi Maldiv Adaları. Ne acıdır ki, ülkenin sadece bir tatil beldesi olarak bilinmesi yalnızca gayrimüslimlere has bir durum değil benzer bir biçimde, dünya Müslümanları için de ülke bir tatil beldesi olmaktan başka pek de bir anlam ifade etmiyor. Şimdi gelin, Güneydoğu Asya Müslümanlarının karakteristik özelliklerini yansıtan güzel ahlaklı, kibar ve bir o kadar da samimi Müslümanların beldesine biraz daha yakından bakalım.
Ülkenin Genel Özellikleri
MAYIS 2017
Hint Okyanusu kuzeyinde, Hindistan ve Sri Lanka’nın güney ve güneydoğusunda yer alan iri ufaklı 2000 adet adadan meydana gelen Maldivler 400 bine varan nüfusuyla küçük bir Güneydoğu Asya ülkesidir. Mercan takımadaları olan atoller üzerine kurulu olan ülkede, adaların yaklaşık olarak 200’ünde insanların yaşadığı bilinmektedir. Bu adaların yüze yakını ise, “ada otel” şeklinde genellikle yabancılar tarafından işletilmektedir. Nüfusun büyük çoğunluğu aynı zamanda ülkenin başkenti olan Male’de yaşamaktadır. Male ülkedeki ada otellerin aksine halkın inancını yaşamak hususunda çok daha samimi olduğu, İslam’ın güzelliklerinin her yerde görülebileceği bir başkenttir. Ekvatoral iklim koşullarının hâkim olduğu adalarda sıcaklık ortalaması 30 derecede seyretmekte ve ülke yoğun yağışlar almaktadır. Ülkenin geleceğine dair en ciddi problemlerin başında ise küresel ısınma gelmektedir. En yüksek yeri yaklaşık olarak 24 metre olan adalar topluluğunun yaklaşık yüz yıl içerisinde küresel ısınma kaynaklı eriyen buzulların etkisiyle sular altında kalacağı düşünülmektedir.
48
Genel olarak adalardan sadece 200 kadarında yaşayan nüfus, ataları Seylan adasından (Sri Lanka) geldiği için Sinhali diye bilinen topluluklar, Tamiller ve az sayıda Araplardan oluşur. Ülkede Hint-Avrupa dil ailesinden olan Divehi dilinin yanı sıra Arapça, Hintçe ve İngilizce konuşulmaktadır. Halkının tamamı Şâfiî mezhebine mensup Sünnî Müslümandır. (1)
Tarihsel Süreçte Maldivler Milâttan önce V. yüzyıldan itibaren yerleşim yeri olduğu anlaşılan Maldivler, İslâm dönemine kadar Hinduizm ve özellikle Budizm’in etkisinde kalmış ve burada birçok tapınak inşa edilmiştir. Maldivlere İslâmiyet’in ne zaman girdiği hususu açık olmamakla birlikte daha ilk asırlarda Müslüman tüccar ve denizciler vasıtasıyla bölgeye geldiği bilinmektedir. İslâm’ın Maldivler ’de geniş ölçüde yayılmaya başlaması VI. (XII.) yüzyıldan itibaren olmuştur. Ancak bu ülkenin İslam ile tanışmasına dair yaygın kabul gören iki rivayet vardır. Maldivlere dair bir eser yazmış olan Kadı Hasan Tâceddin’e (ö. 1139/1727) göre Maldivler ’in Budist kralı, Tebriz’den gelen Şeyh Yûsuf Şemseddin etTebrîzî vasıtasıyla 12 Rebîülâhir 548 (7 Temmuz 1153) tarihinde Müslüman olmuş ve Muhammed el-Âdil (Siri Bavanaditta Maha Radun) adını almıştır. Ardından Sultan Muhammed el-Âdil’in faaliyetleri neticesinde İslâmiyet bölgede yayılmaya başlamıştır (Târîhu İslâmi Dîbâ Mahal, I, 10). Bir diğer rivayete göre ise, Maldivler’i 1343-1344 ve 1346 yıllarında ziyaret etmiş olan İbn Battûta, adı geçen Budist kralın Mâlikî mezhebine mensup Mağribli Ebü’l-Berekât el-Berberî vasıtasıyla Müslüman olup Ahmed ismini aldığını ifade etmiştir. (2) İbni Battuta’nın bölgedeki hikâyesi de bir hayli ilginçtir. Bugünkü Fas topraklarında doğan ve öncelikle hac farizasını yerine getirmek niyetiyle Hicaz bölgesine seyahat eden Battuta, bu yolculuk sırasında yaşadıklarının da etkisiyle o dönemlerde pek de bilinmeyen pek çok ül-
keye seyahatler gerçekleştirmiştir. Bu seyahatlerin birini de Maldiv adalarına gerçekleştiren Battuta, bu bölgede birkaç yıl geçirmiş, burada geçirdiği süre içerisinde iki yıl boyunca kadılık görevinde bulunmuş ve hatta kralın kızıyla dahi evlenmiştir. Bu yönüyle Maldiv adalarında önemli bir etkinlik göstermiştir. Yaklaşık 1500’lü yılların ortalarına kadar Müslüman yöneticilerin hâkim olduğu bölge bu tarihten itibaren öncelikle Portekizlilerin işgal ve sömürülerine maruz kalmış, Müslümanların etkili direnişi sonucunda Portekizliler bölgeden kovulsa da pek çok şehit verilmiştir. Sonraları çalkantılı dönemler yaşayan Maldiv ülkesi, 1600’lü yılların ortalarında Hollandalıların işgaline düçar olmuş, 1800’lü yıllara gelindiğinde ise, Hint bölgesine hâkim olmaya başlayan İngilizler bölgedeki etkisini hissettirmiştir. 1887 yılında bölge tamamen İngiliz kontrolü altına girmiştir. 1965 yılında bağımsızlığını kazanan ülke, o tarihten bu yana çeşitli çalkantılarla birlikte İslami kanunlarla idare edilmiştir.
Günümüzde Maldivler ve Maldivli Müslümanlar
dinlerin etkisiyle sihir, büyü gibi hurafelere ve bunlarla uğraşan “Fandita” isimli büyücülere de başvurulduğu bilinmektedir. -------------------------
1.Casim Avcı, Maldivler, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt 27, Sayfa 484. 2. Avcı, a.g.m. s.484
49
ŞABAN 1438
Maldivlerde ülke nüfusunu oluşturan Divehiler İslam’a bağlılığı ile bilinir. Şafi ve Maliki mezheplerinin yaygın olduğu ülkede İslam, sosyal hayatı şekillendiren hâkim renktir. Özellikle başkent Male çok uzun yıllardan itibaren pek çok camiye ve İslami eğitim kurumuna ev sahipliği yapmıştır. Şeri mahkemelerin merkezi de Male’de yer almaktadır. Halk güneydoğu Asya Müslümanlarına benzer bir biçimde güzel ahlakı, yumuşak huyluluğu ve ibadetlerine bağlılığı ile bilinir. Özellikle ramazan aylarında halkın İslam’a teveccühü artmakta, Male şehir merkezindeki onlarca camiden sabahlara kadar Kur’an tilavetleri yankılanmaktadır. Cuma namazlarının her bölgede devleti temsil eden yöneticiler tarafından kıldırıldığı ülkede şer’i hukuk kuralları işletilmektedir. Ancak ülkede özellikle Hinduizm ve Budizm gibi eski yerel
Yaklaşık 1500’lü yılların ortalarına kadar Müslüman yöneticilerin hâkim olduğu bölge bu tarihten itibaren öncelikle Portekizlilerin işgal ve sömürülerine maruz kalmış, Müslümanların etkili direnişi sonucunda Portekizliler bölgeden kovulsa da pek çok şehit verilmiştir. Sonraları çalkantılı dönemler yaşayan Maldiv ülkesi, 1600’lü yılların ortalarında Hollandalıların işgaline düçar olmuş, 1800’lü yıllara gelindiğinde ise, Hint bölgesine hâkim olmaya başlayan İngilizler bölgedeki etkisini hissettirmiştir.
| Nebevi Aile
| Halime Yılmaz
ÇOCUKLAR NEDEN
KORKAR?
K
Okul öncesi çocuklarda gözlemlenen korkular çocuktan çocuğa farklılık gösterir.
insan da olmaz. Bütün korkulardan arınmış
Çocuk korkuları iki gruba ayrılır: Geçici uyum korkuları ve Öğretilmiş korkular.
orku, her insanda potansiyel olarak var olan, yaşamın devamlılığı için gerekli olan
istemsiz savunma davranışıdır. Korku olmazsa biri toplum için potansiyel bir tehlikedir. Korku, aslında kişiyi tehlikelere karşı hazır hale getiren bir çeşit uyarı olması nedeniyle gerekli ve faydalı bir düzenektir. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Aslen dünyada korkmayan insan yoktur. Ancak akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar ve tehlikeyi algılayacak olgunluğa ulaşmamış küçük çocuklar korkmazlar. Korkusuz olarak isimlendirilen insanlar, aslında korkusuz değil, korkuyu kontrol edebilen insanlardır. Onla-
MAYIS 2017
ra korkusuz demek yerine cesur demek daha doğru olacaktır.
50
1- Uyum Sırasında Yaşanan Geçici Korkular Yeni doğan bir bebek “anneden ayrılma endişesi” adında bir çeşit korku yaşar. Alışık olduğu ana rahmini terk eden bebek, gözlerini açtığı yeni hayata hemen uyum sağlayamaz. Aniden ortaya çıkan ışıktan, kapı sesinden, insan bağırmasından, korna sesinden, araba gürültüsünden, gök gürültüsünden korkar; sıçrayarak ve ağlayarak tepki gösterir. - Bir bebek gözlerini açıp annesini yanında göremeyince onun kaybolduğunu, kendisinin de
korumasız kaldığını zanneder, kendisini yalnız hisseder, korkuya kapılır, ağlamaya başlar. Annesini tekrar yanında görünce korkusu geçer, neşesi tekrar yerine gelir. - Her ağladığında annesini yanında gören, acıktığında doyurulan, altı kirlenince bezi değiştirilen, sevilen ve değer verilen bir bebek iki yaşına doğru anneden ayrılma endişesinin yerini güven duygusu alır. - Anneden ayrılma korkusu dört yaşında tamamen ortadan kalkar. Ancak üç yaşına kadar çeşitli sebeplerle anneden ayrı kalan çocuklarda güvensiz bir kişilik oluşmaktadır. - Çocuklar doğal olarak karanlıktan, yalnız kalmaktan, yaralanmaktan, yüksekten, yüksek sesten, bebeğin havaya atılmasından, kalabalıktan, yabancılardan, hayvanlardan, düşen ve kırılan bir şeyden, ani yer değişikliklerinden korkarlar. Küçük çocuklar alışık olmadıkları bir ortama hemen uyum sağlayamaz, rahatsız olur, bir çeşit korku yaşarlar. - Yatağının yeri değiştirildiğinde, odası değişince, yatılı misafirliğe gidildiğinde, seyahate çıkıldığında, başka bir eve taşınınca çocuk yeni çevreye uyum sağlamakta zorlanır. Özellikle geceleri yalnız kalmaktan korkar. Böyle bir durumda çocuğun sevdiği bir oyuncağını yanına alarak, alışıncaya kadar geceleri odanın ışığını açık bırakarak korkuyu yenmesine yardımcı olabiliriz.
- Öncelikle çocuğunun bir şeyden korkması durumuyla karşı karşıya kalan bir ebeveyn sakin olmalıdır. - Çocukların korkularıyla alay edilmemelidir. Korkularıyla alay edilen, “Bunda korkacak ne var, amma da korkaksın, erkek adam korkar mı?” diye eleştirilen çocuklar korkularını saklama ve korkmuyormuş gibi davranma yolunu tercih ederler. - Korkuları bastırılan çocuklar, korkuyu tanıma ve onunla baş etmeyi öğrenemezler. - Kendisinin bir cinle ve ya şeytanla somut olarak karşılaşma ihtimali olmayan çocuklara cinlerden bahsetmek onların ruh sağlığı için iyi değildir. - 5-6 yaş döneminde dönemsel yaşanan bu korkuların haricinde çocuk, günlük yaşamında
Korku, aslında kişiyi tehlikelere karşı hazır hale getiren bir çeşit uyarı olması nedeniyle gerekli ve faydalı bir düzenektir. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Aslen dünyada korkmayan insan yoktur. Ancak akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar ve tehlikeyi algılayacak olgunluğa ulaşmamış küçük çocuklar korkmazlar.
51
ŞABAN 1438
- Beş yaş döneminde ise çocuklarda doğal bir korku dönemi başlar. Bu dönemde çocuklar hayal dünyalarında canlandırdıkları çizgi film karakterlerinden, anne babalarından duydukları ölümcül hikâyelerden, anlam veremedikleri cin, şeytan ve melek gibi varlıklarla ilgili zihinlerinde canlandırdıkları görüntülerden korkarlar. Bu soyut kavramların ne kadar hayatın içinde olduklarını tam kavrayamadıkları için özellikle gece korkuları yaşarlar. Bunlar dönemsel korkulardır ve endişe edilecek bir durum yoktur.
Çocuk Korkularında Çözüm Nedir?
başvurmak zorunda hissediyor kendini? Acaba nerede hata yaptık?” diye düşünmelidir. - Anne babanın korkan çocuğa söyledikleri ilk söz “bebek gibi neden ağlıyorsun?” olmaktadır. Çocuğu aşağılayan bu yaklaşımla sorunu çözmek mümkün değildir. - Çocuğun ne hissettiğini anladığımızı söyleyip ona bu konuda yardımcı olacağımız mesajını vermeliyiz.
izlediği filmlerden, çevresinde yaşanan olumsuzluklardan, deprem, yangın, anne babanın ayrılma ihtimali gibi daha somut olaylardan korkmaya başlayabilir. Zaman zaman gelip geçen bu korkularda ebeveynin tutumu önemlidir. Ebeveyn ne kadar soğukkanlı ve gerçekçi olursa çocuğun bu korkuları atlatması o kadar kolay olur.
MAYIS 2017
- Çocuk “korkuyorum” diyorsa korkuyordur. “Ne var bunda korkacak?” demek yerine önce korkularına “anlıyorum seni, korkabilirsin” diyerek sahip çıkmak gerekir. Çocuk korktuğunu söylüyorsa kesinlikle korkusuzluğa teşvik edilmemelidir. Sorunun kaynağına inilmelidir. Örneğin; ayrı yatması gereken yaşta olmasına rağmen gece “korkuyorum” diyerek anne babasının yanına gelen bir çocuk için “çocuğumuz hala neden bizi bırakmadı?” diye düşünerek sorunun bu yönüne yoğunlaşmalıdır. Zira belki de çocuk vaktinde sevgiye doyamamış ya da kendini yalnız ve terkedilmiş hissediyor olabilir. - Bazı çocuklar anne babasından ilgi görmek ya da onların dikkatini çekmek için “korkuyorum” diyebilir. Ancak böyle bir durumda da ebeveyn asla “Korkmuyorsun sen, yalan söylüyorsun” dememelidir. Eğer çocuk “korkuyorum” yalanına sığınarak anne babanın sevgisini dilenmeye çalışıyorsa ona yalancı gözüyle bakılmaz. Aksine ebeveynler “çocuğumuz bizden sevgi isterken neden yalana
52
- Korkusunu yenebilmesi için ona zaman tanımalı ve adım adım sorunun üzerine gitmesine yardımcı olmalıyız. - Korkusunu yenerken attığı her adımda onu cesareti nedeniyle kutlamalı ve gelecek için ümit vermeliyiz. Örneğin; karanlıkta ve yalnız başına odasında uyumakta zorluk çeken bir çocuğun ışık açıkken odada uyumayı başarmasını çok olumlu karşılamalı, çocuk güzel sözlerle ve gerekirse hediyelerle ödüllendirilmelidir. - Çocuğumuzu korkudan kurtarmanın yolu, yeni korkular oluşturmak değildir. Korkusu nedeniyle çocuğun cezalandırılması, korkusuna yeni korkular eklemekten başka bir işe yaramaz.
2- Öğretilmiş Korkular Araştırmalar, çocukların yaşadığı çoğu korkuların anne baba veya büyüklerin öğrettiği korkular olduğunu gösteriyor. Anne babalar çocuklarını tehlikelere karşı koruma ve onları uyarma adına bazen işin dozunu kaçırır, içlerine korku salarlar: “Sakın elimi bırakma, kaybolursun. Sakın evin önünden ayrılma, kötü adamlar seni kaçırır. Sakın sokağa çıkma, araba çarpar. Tanımadığın birinden şeker alma, seni götürürse gitme, sana kötülük yapar.” Gibi abartılmış uyarılar çocukta çevreye ve insanlara karşı korku beslemeye yol açmaktadır.
Bunlar hiç tedbir almayacağımız anlamına gelmez elbette. Ama bunu abartılı ifadelere dökmenin hiçbir manası ve faydası yoktur.
- Çocuklar 5-6 yaşlarında çevreden duydukları
- Bazı anne babalar ve ya bakıcıları çocuklara söz dinletmek ve uslandırmak için “öcü, cadı, hortlak, dev, hayalet” gibi hayali varlıklarla veya “polis, doktor, iğneci, dilenci, hırsız” gibi yabancı insanlarla korkma yolunu seçmektedir.
- Baskı altında büyüyen ve sık ceza alan çocuk-
- Özellikle anneler, çocukların yaramazlıklarından bıktıkları ve söz geçiremedikleri zaman onu annesiz bırakmakla tehdit ederler: “Beni üzmeye devam edersen, bırakıp giderim. Annesiz kalırsın.” Bu sözleri duyan çocuk korkuya kapılır, anneyi gerçekte kaybedeceğini düşünür. - Karı-koca geçimsizliği, kavgaları, birbirini boşamakla tehdit etmeleri ve birbirine küsmeleri de çocuğu korkutur. Ayrılacaklarından korkar. Anne babanın geçimsizliğine kendisinin sebep olduğunu sanır. Suçluluk duygusuna kapılır. Okulda başarısız duruma düşme korkusu, ailesi ve arkadaşları tarafından sevilmeme korkusu da yine ailenin yanlış telkin ve tutumlarından kaynaklanır.
arasında bir ilişki olduğunu anlamaya başlar.
lar ölümü, Allah tarafından verilmiş bir ceza olarak düşünürler. Bu sebeple kötü çocukların öleceğine, iyi çocukların ise ölmeyeceğine inanırlar. - Çocuklar ölüm kelimesini ilk duyduklarında ölümün ne olduğunu ve ölen kişinin nereye gittiğini sorarlar. Ölüm gerçeği çocuklar için bir sırdır. Bizler ahiret inancı olan insanlarız. Öyleyse çocuklara yaşlarına uygun bir şekilde ölümün ne olduğunu ve ölenin eğer iyi amellerle gittiyse inşallah cennete gideceğine inandığımızı anlatmalı ve bu konudaki meraklarını doğru ve gerçekçi bir şekilde gidermeliyiz. Çocuklar ceset, ruh, cennet, cehennem gibi soyut kavramları anlamasalar bile anne babanın söylediklerini doğru kabul ederler.
Çocukların korkularıyla alay edilmemelidir. Korkularıyla alay edilen, “Bunda korkacak ne var, amma da korkaksın, erkek adam korkar mı?” diye eleştirilen çocuklar korkularını saklama ve korkmuyormuş gibi davranma yolunu tercih ederler.
53
ŞABAN 1438
- Çocuklarda görülen birçok korkunun temelinde ölüm korkusu vardır. Bu korkuyu da büyüklerden öğreniyorlar. Yangın, deprem, trafik kazası, hastalık gibi korkuların temelinde ölüm korkusu vardır. Fobileri olan yetişkinlerde yapılan araştırmalar, bu fobilerin çocuklukta bastırılmış korkulardan kaynaklandığını gösterir. Çocuklar 2-4 yaşlarında ölüme bir anlam veremezler. Ölüm kelimesini kullanmalarına rağmen ne anlama geldiğini bilmezler. Ancak ölümün ne olduğunu sormaktan da geri durmazlar. Anne babalar genellikle kaçamak cevaplar verir. Ölümü dönüşü olan bir yolculuk gibi tarif ederler. Bir yakını vefat ettiğinde bunu kaçamak yollara başvurarak gizlerler. Ama uzun zaman çocuktan ölümü saklayamazsınız. Er veya geç çocuk, ya kendisi ölen birini görecek ya da arkadaşlarından duyacaktır. O zaman anlatmak daha zor olacaktır.
ölüm haberlerinden ölümle yaşlılık ve hastalık
- Çocuklarımızın ölüm korkusundan kurtulmalarının ilk şartı, biz anne babaların ölümden korkmamasıdır. Ölüm korkusunun en etkili ilacı da Ahiret inancıdır. Ölümden sonra dirileceğine inanan insan ölümden korkmaz. Sadece inançlı bir Müslümanı korkutan amellerinin eksik olmasından duyduğu endişe olmalıdır.
ancak cennet fikriyle Allah’ı sevebilir ve ölüm
- Ölen birini veya parçalanmış bir cesedi görmek küçük çocukları korkutur ve derinden etkiler. Bu sebeple çocukları mümkün olduğunca kaza mahallinden ve ölü evinden uzak tutmak gerekir.
“Allah küfreden o dilini cehennemde yakacak”
- Ergenlik yaşına kadar çocuklara cehennem kapalı olduğu için onlara günah yazılmaz. Öyleyse onları Allah ile cehennemle korkutmak doğru değildir. Çünkü Allah yaramaz çocukları yakmaz. Allah çocuklara karşı annelerinden daha merhametlidir. Öyleyse çocuklarımıza önce cenneti olan Allah’ı tanıtalım. Çocuklar
Anne yatırdığı halde uyumak mı istemedi?
korkusunu yenebilir. - Çocuklarına söz geçiremeyen bazı aciz anneler onları üç şeyle korkuturlar: Çocukların ağzından küfür ya da kötü söz çıkarsa birinci korkuyu kullanır:
Yaramazlık mı yaptı? Ya da söz mü dinlemedi? İkinci korkuya başvururlar: “Akşam baban gelsin, sen görürsün”
Üçüncü korkuyu devreye sokar: “Çabuk yum gözlerini, uyu, yoksa öcü gelir seni yer” HANGİNİZ ÇOCUĞUNUZUN BÜYÜDÜĞÜNDE ALLAH’TAN VE BABASINDAN NEFRET ETMESİNİ İSTER? Kimse istemez. Öyleyse bu korkutmalara artık son verelim. Çünkü çocuk büyüdükçe bu üç korku öğesi olan Allah, baba ve öcüden
MAYIS 2017
“Sakın elimi bırakma, kaybolursun. Sakın evin önünden ayrılma, kötü adamlar seni kaçırır. Sakın sokağa çıkma, araba çarpar. Tanımadığın birinden şeker alma, seni götürürse gitme, sana kötülük yapar.” Gibi abartılmış uyarılar çocukta çevreye ve insanlara karşı korku beslemeye yol açmaktadır.
54
nefret eder. Araştırmalar, otoriteye başkaldıran, suça karışan ve zararlı alışkanlıklar edinen gençlerin genellikle çocukluğunda Allah ile ve babayla korkutulan, baskı ve dayakla sindirilmeye çalışılan gençler olduğunu ortaya koymaktadır.
-------------------------
Kaynaklar: 1-Çocuk resimlerinin dili-Ali Çankırılı-Zafer yayınları 2-Anne olma sanatı-Sefa Saygılı, Ali Çankırılı- Zafer yayınları 3-Çocuk psikiyatrisi- Mücahit Öztürk- Uçurtma yayınları 4-Çocuk eğitiminde doğru bilinen yanlışlar-Adem Güneş- Timaş yayınları 5-Çocuk neyi neden yapar?-Adem Güneş-Nesil yayınları
| Haber Analiz
Emrah Seven |
ASRIMIZIN PERDE ARKASI MAŞALARINI OYNATAN FİRAVUN
ROCKEFELLER ‘200. yaşımı kutlamak istiyorum’ diyen kapitalist Siyonist bu sözlerinden 1 sene sonra 101 yaşında öldü.
M
edya organlarına 20 Mart 2017’de ünlü Rockefeller ailesinin lideri David Roc-
kefeller’in öldüğü haberi düştü. O andan sonra tüm dünyanın gözleri bir kez daha bu ailenin üzerine çekildi. Kısmi de olsa Rockefeller ailesi ile ilgili bilgiler paylaşıldı veya tekrardan hatırlandı. Bu yazımızda Rockefeller ailesine değineceğiz.
1800’lü Yıllara Dayanan Bir Hanedanlık Rockefeller ailesi özellikle ABD’de etkili olmuş olan bir ailedir. Hanedanlığın kurucusu 1839-
rews’ın petrolü rafine etmenin daha iyi ve ucuz bir yolunu keşfettiğini duydu. John Davison, şirketini satarak parasını Andrews’la birlikte Standard Oil Company adında yeni bir şirkete yatırdı. 1863’te ilk petrol rafinerisini kurdu. Bu aşamadan sonra John Davison petrol taşımacılığında kullanılan demiryollarını kontrol etmeye odaklandı. Demiryollarının kontrolünü ele geçirince John Davison Rockefeller diğer petrol üreticilerinin ya petrol taşımalarını engelledi ya da onları çok düşük fiyatlarla petrol satmaya yani iflasa zorladı. (1)
1937 arasında yaşayan Amerikalı sanayici ve petrolcü John Davison Rockefeller’dir. Köy kilisesinde ayin eşyası muhafızıyken, bir ticarî işletmeye muhasebeci olarak giren John Davison Rockefeller daha sonra kendisi girişimci oldu. Petrol endüstrisinin vaat ettiği geleceği ilk sezenlerden biri olan John Davison, madencilik ve çelik işleriyle uğraştı. İç savaş sırasında şir-
55
ŞABAN 1438
ketleri gelişti. 1862’de kimyager Samuel And-
yönetirler ki bu, havayı zehirlemeyi, okyanuslara petrol sızıntısını, evlerin yok edilmesini, Eskimoların yerlerinden edilmesini ve insanları öldürmeyi gerektirir. Rockefeller’ler muhtemelen tarihteki başka herkesten daha fazla sefalet ve ölüme sebep olmuşlardır ve ellerindeki kanı yıkamaya gerek görmemektedirler. (3)
Süreç içerisinde gerek rakipleri, gerekse sıradan Amerikalılar tarafından hiç de sevilmiyordu. Kamuoyunda olumlu imaj yapmak için Halkla ilişkilerin babası sayılan Ivy Lee’den yardım aldı. Oldukça da faydasını gördü. Birçok yardım kurumu açtı. Bunların başında Chicago Üniversitesi, Tıp Araştırma Enstitüsü, New York’taki ünlü Rockefeller Center vardır. Acımasız bir kartel haline gelen Standard Oil daha sonra parçalandı. Bu şirketin bölünmesinden sonra EXXON-MOBİL, CHEVRON, CITI GROUP, J.P.MORGAN-CHASE Rockefeller Ailesinin en çok tanınan şirketleri olarak ortaya çıktı. (2) John Davison Rockefeller’den sonra ailenin başına David Rockefeller geçti. Kirli para, İlluminati ve yenidünya düzeni deyince akla ilk gelen isim David Rockefeler. Yenidünya düzeni sistemini kurgularken süslü ifadeler ve medyayı kullanmaktan çekinmedi ve tüm dünyayı buna inandırdı. Joel Andreas’ın Rockefeller Hanedanı’nı anlattığı Akıl Almaz Rocky isimli kitabının sonunda şöyle denmektedir:
MAYIS 2017
Rockefeller’ler insanları kendi elleriyle öldürmezler. Muhtemeldir ki kendileri şiddete başvurmayı hiç tasvip etmeyen insanlardır. Rockefeller’ler yalnızca savaşların emrini verirler. Bombaları üreten şirketleri yönetirler. İnsanlara işkence eden diktatörleri yönetime taşırlar. Rockefeller’ler muhtemelen çevreyi kirletmezler. Sadece Standard Petrol’ü kar edecek şekilde
56
Aynı zamanda David Rockefeller; CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon gibi derin teşkilatların kurucusuydu.
CFR nedir? Dünya politikasını kendi kontrolleri altında tutmak amacıyla Walter Lippman önderliğinde kurulmuştur. Başkanlığını Yahudi milyarder David Rockefeller yapmaktadır. 37 daimi üyesinin 10 tanesi Yahudi, diğerleri ise yüksek dereceli masondur. İlk başkanlığını Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boschwitz yapmıştır. Washington’daki Dışişleri Bakanlığı göstermelik bir kurumdur. Amerika’nın gerçek “Dışişleri Bakanlığı” CFR’dir. NATO’nun kurulmasına CFR toplantılarında karar verilmiştir. CFR veya KONSEY, ABD’nin seçkin dış politika uzmanları ve ekonomik kuruluşlarının bir araya geldiği düşünce, planlama, eylem topluluğudur. Rockefeller ailesinin desteğiyle 29 Temmuz 1921 tarihinde New York’ta kuruldu. ABD’nin deniz aşırı ülkelerdeki çıkarlarını koruma ile ilgili düşünceler burada konuşuluyor ve yönetime tavsiye ediliyor. Rockefeller ailesinden petrol dolar milyarderi John D. Rockefeller’in aynı adı taşıyan oğlu, 1940’lı yıllarda Konsey’in en büyük finans destekçisi oldu. Torun, aynı zamanda Rockfeller ailesinin yetiştirdiği David Rockefeller, 1949 yılında Konsey toplantılarına katıldı ve David Rockefeller, 1970-85 yılları arasında CFR’nin başkanı oldu. Henry Kissinger de önemli projeleri hazırlayan danışman-uzmandı. David, uzun süre CFR’nin başkanlığını yürüttü. 2007 yılı içinde Peter Peterson başkanlık görevindeydi. Ama David
Rockefeller, “Fahrî Başkan” olarak perde arkasında yönetici-yönlendiricilik görevini devam ettiriyor. CFR veya Konsey, ABD’nin küresel dış politikasına yön verir, yönetimin üst kademesinde görevli politikacılar ve şirketlerin temsilcileri toplantılara katılır.
Üye Şirketler / Gruplar / Tröstler Dünya Bankası, IMF, Birleşmiş Milletler, Bloomberg, BP, Ford Motor, General Electric, IBM, Shell Oil, Time Warner, Exxon Mobil Ailenin Rockefeller Vakfı adıyla bir vakıfları da bulunmaktadır. Bu vakfın amacı da Illuminati ve Yuvarlak Masa şebekesinin ağına düşecek yöneticiler yetiştirmek amacıyla üniversite çağındaki öğrencilere burs temin etmektir. 1950’ler ve 1960’larda pek çok önemli tarihçi (örneğin Halil İnalcık), ekonomist (örneğin Nejat Bengül), psikolog (örneğin Muzaffer Şerif), fizikçi (örneğin Asım Orhan Barut), o dönemlerde gazeteci (örneğin Bülent Ecevit), genç akademisyen (örneğin, Gülten Kazgan, Korkut Boratav, Deniz Baykal, Mete Tunçay), sanatçı (Ahmet Hamdi Tanpınar, Bilge Karasu, Duygu Sarıoğlu) bu burstan faydalanmış ve ABD yahut Avrupa’da çalışmalarını sürdürmüşlerdir. (4)
Türkiye Hakkında Söyledikleri Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince: Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir. İkincisi, Müslüman bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyet’i yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.
Son söz olarak Rockefeller ailesi dünyadaki bu zulümlerin, gaddarlıkların, zalimliklerin müsebbibi bir ailedir. Kara para sermeyesini elinde bulundurarak mazlumları sömürmekten çekinmeyen aile aynı zamanda kapitalist sistemin babasıdır. Oluşturdukları tüketim toplumu ile kitleleri kendilerine bağımlı hale getiren aile bu sayede kitleleri daha kolay yönetiyor. Dünya malı hiç kimseye kalmadığı gibi ona da kalmadı. Kirli sermayesiyle hiç ölmeyeceğini zannediyordu. Kapkara kalbinin hiç durmadan atacağını hayal ediyordu. Ama ölüm onun da kapısını çaldı. David Rockefeller, intikam sahibi olan Allah’a hesap vermeye gitti. Arkasında eli kanlı bir dünya bırakarak gitti. David Rockefeller öldü fakat kirli ideolojisi ailesi ile birlikte devam edecek. Müslümanlar uyanana ve dünyayı yeniden yönetene dek…
-------------------------
1. http://www.derinekonomi.com/gundem/david-rockefeller-gercekten-oldu-mu/ 2. http://www.derinekonomi.com/gundem/david-rockefeller-gercekten-oldu-mu/ 3. Joel Andreas, The İncredible Rocky, 1973 4. Rose Kenneth, The Rockefeller Foundation’s Fellowship Program in Turkey, 1925-1983 5. http://www.kafkassam.com/rockefeller-ve-rothschildin-ortadogu-kavgasi.html
57
ŞABAN 1438
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hâkim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar. (5)
| Serbest Köşe
| Derya Fıçıcı
D
ünya seni sıktıysa, yeryüzü dar geliyorsa, yüreğin kabına sığmıyorsa, dayanamıyor-
san bu olup bitenlere, nefes alamıyorsan kan ve zulüm kokusundan, bebelerin çığlıkları kulaklarındaysa, gözlerini kapadığında güzel hayaller kuramıyorsan, rüyaların kâbustan ibaretse, sevdiklerinden uzaksan... Sevinçlerini boğuyorsa hüzünlerin, Kara günler çoksa, Müminler zindanlardaysa, İnsanlar açlıktan ölüyorsa, Anneler ağlıyorsa,
MAYIS 2017
İyiler hep gidiyorsa ve sen hep geride kalansan Ve özlüyorsan cenneti,
58
Bir bahar günü açmışsa çiçekler, Üzerine yağmur yağarken duanda şehadet varsa, Yaklaş Rabbine..! Bir teheccüd vakti... Hz. Bilal radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salihlerin âdetidir. Rabbinize yakınlık vesilesidir, günahlardan koruyucudur, kötülüklere kefarettir, bedenden hastalığı kovucudur.” (1) Gecenin üçte birindesin. Bismillah dedin, evinin en sevdiğin köşesinde, mescidinde pencereyi hafif araladın. Gözlerini gökyüzüne çevirdin, yıldızlar ışıl ışıl, sana göz kırpıyor sanki.
Yönünü kıbleye çevirdin. Hafif bir rüzgâr esi-
Haramlar kuşatmışsa etrafını, metroda, otobüs-
yor, yüzüne vuruyor... Allahu Ekber..! Rabbi-
te, reklam panolarında, gözlerini kaldıramıyor-
nin huzurundasın. Ayet ayet, rûkünla, secden-
san yerden, ateş hendekleri kazılmışsa etrafına,
le, dua dua yaklaş Rabbine...
bir serinlik bir sığınak arıyorsan, yaklaş Rabbi-
“Gece teheccüd namazı kılmak için yanla-
ne..! Oruç tut, tüm haramlara kapat kapıları.
rını yataklardan ayırıp kalkarlar, korkarak
Açılsın Reyyan kapısı; “Ey kulum! Gir cenneti-
ve ümit ederek Rabb’lerine dua ederler ve
me..!” Ve o müjde kulaklarında:
kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için
“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenme kül-
harcarlar.” (Secde, 16)
fetine gücü yeterse evlensin. Zira evlenme, gözü
Yarına hazırlan, zalime karşı bilen, karanlıklar
haramdan daha çok önler ve iffeti de o nisbette
aralansın, imanla dolsun kalbin, kıyama kalk-
korur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse
sın tüm benliğin...
de oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir
Bir sabah namazının ardından gün başladı, tüm
kalkandır.”
(3)
hızıyla akıyor hayat... Rızık peşine düştü insan-
Başlar eğiliyorsa Allah’tan başkasının önünde,
lar, kuşlar, karıncalar... Rabbini hatırladın, Rez-
kula kulluk ediliyorsa; “Hayır! Ona boyun
zak olan Rabbini!
eğme. Rabbine secde et ve yaklaş.” (Alak, 19)
Duha vakti, kuşlar cıvıldaşıp şükrediyorken,
Selam ve dua ile...
sen de yaklaş Rabbine, hamd ile tesbih et. “Cennette bir kapı vardır ki, ona duha kapısı de-
-------------------------
nir. Kıyamet günü bir münadi, şöyle nida eder: ‘Duha namazına devam edenler nerede? İşte bu, sizin kapınızdır. Haydi, Allah’ın rahmetiyle bu kapıdan içeriye girin.”
(2)
1. Tirmizi, Da’avat 112 [3543,3544] 2. Taberani, El-Mu’cemul Kebir 3. Buhari, Savm, 10
Hz. Bilal radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salihlerin âdetidir. Rabbinize yakınlık vesilesidir, günahlardan koruyucudur, kötülüklere kefarettir, bedenden hastalığı kovucudur.”
ŞABAN 1438
59
| Serbest Köşe
| Muaz Akgün
ORUÇ ÇEŞİTLERİ H
icretten bir buçuk sene sonra Şaban ayının onuncu günü farz kılınan oruç, İslam’ın beş temel esasından biridir. Oruç, Müslümanların hayatında önemli bir ibadettir. Oruç kulluğun tüm bedenle hissedildiği, günahların bağışlanmasına vesilen olan muazzam bir sabır eğitimidir. Ramazan ayının yaklaşması münasebetiyle orucun ele alınacağı birçok yazı içerisinde biz de orucun çeşitlerini aktarmaya çalışacağız. Oruç; farz, vacip (1) ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Öte yandan belirli zamanlarda ve durumlarda oruç tutulması yasaklanmış veya dinen hoş görülmemiştir.
MAYIS 2017
Farz Oruçlar Farz oruç denince ramazan orucu kastedilir. Zaten tayin edilmiş, önceden belirlenmiş olan oruç da budur. Mazeretli veya mazeretsiz ola-
60
rak tutulamadığı zaman, ramazan ayının dışında kaza edilmesi de aynı şekilde farzdır.
(2)
Bu duruma göre, bir kimse yolculuktan, hastalığının ağırlaşmasından dolayı ya da kadınlar için hayız, nifas gibi bir mazeretten dolayı oruç tutmaz veya bozarlarsa, tutmadıkları gün sayısınca başka günlerde oruç tutmaları farzdır.
(3)
İmam Şafiî’ye göre bir Ramazan ayına
ait kaza orucunu, diğer Ramazan gelmeden önce tutmak gerekir. Yukarıda belirtilenlerin dışında bir de kefaret olmak üzere tutulan oruç vardır. Ramazan orucunun bozulması sebebiyle tutulması gereken oruç bu türdendir. Kaza ile birlikte iki ay peş peşe kefaret orucu tutmayı gerektirir. Zıhar
(4)
kefareti de yine art arda iki ay
oruç tutmayı gerektirir. Yanlışlıkla veya kaza
ile birini öldüren de eğer köle ve cariye azat edemezse iki ay art arda oruç tutar. Haccda ihramlı iken vaktinden önce tıraş olanda üç oruç tutar. Bu orucun art arda tutulması şart değildir. Son olarak yemin kefaretinde, yeminini yerine getirmeyen kimse eğer gücü yeterse on fakiri sabah-akşam doyurur ya da giydirir. Buna gücü yetmezse üç gün arka arkaya oruç tutar.
Vacip Oruçlar Nezir (adak), kişinin dinen sorumlu olmadığı halde bir ibadeti yapmayı kendisi için bir yükümlülük haline getirmesidir. Kişi oruç tutmayı adamışsa oruç tutması vacip olur. Eğer oruç tutulacak gün belirlenmişse, bu muayyen bir vacip olur. Yani belirlendiği gün tutulması gerekir. Nezredilen itikâf orucu da belirli günde tutulacağı için muayyen vacip sayılır. Orucun tutulacağı gün belirlenmemişse gayri muayyen vacip olur ve dileği mubah bir günde tutulabilir. Başlanmış nafile bir orucun bozulması durumunda kaza edilmesi Hanefiler’e göre vaciptir. Malikiler ise kazanın farz olduğunu söylemişlerdir. Şafiî’ye ve Malik’ten başka bir rivayete göre ise, nafile orucun kazası gerekmez. (5)
Nafile Oruçlar Nafile(tatavvu), farz olmayan ibadetlerle Allah’a yaklaşmadır. Nafile oruç, mubah olan tüm günlerde tutulabilir. Ancak bazı günlerde oruç tutmak sünnet veya mendup olarak kabul edilmiştir. Peygamberimizin sıklıkla oruç tuttuğu veya oruç tutulmasını tavsiye ettiği günler, kısaca oruç tutmanın mendup kabul edildiği günleri başlıklar halinde inceleyelim.
b) Her Ay Üç Gün Oruç: Her aydan üç gün oruç tutmak, bunu özellikler 13, 14 ve 15. Günlerinde yapmak müstehap kabul edilmiştir. Bu günlere eyyam-i biyz denir. Ebu Zer’in rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Aydan üç gün oruç tuttuğun zaman 13, 14 ve 15. Günlerinde oruç tut.” (7) c) Pazartesi-Perşembe Orucu: Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak da tavsiye edilmiş başka bir nafile oruçtur. Hz. Peygamber’in pazartesi ve perşembe günleri oruç tuttuğu ve soruya cevaben de “İnsanların amelleri Allah’a Pazartesi ve Perşembe günleri arz olunur; ben de amelimin arzı sırasında oruçlu olmayı tercih ediyorum.” (8)
Oruç, kıştan sonra gelen baharın etkisiyle tekrar tekrar tazelenmektir. Tıpkı yılanların kış uykusuna girerek bir oruç süresine girmesi, ardından baharla beraber eski derilerin atılarak tazelenmesi gibi bir süreçtir. Kişideki bu mutlu olma heyecanı haramlardan uzak kalmasıyla maneviyatının yükselmesi ve ardından Allah’a yakınlaşmasındandır. Allah’a yakınlaşan ruh sevinç içerisindedir.
61
ŞABAN 1438
a) Davud Orucu: Gün aşırı oruç tutmak, yani bir gün oruç tutmak ertesi gün oruç tutmamaktır. Oruçların en faziletlisi bu oruçtur. Hz. Peygamber bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “En faziletli oruç, Davud aleyhisselâm’un
tuttuğu oruçtur. Davud aleyhisselâm bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.” (6)
d) Şevval Orucu: Ramazandan sonraki ay olan Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Bayramdan hemen sonra peş peşe bu orucu tutmak şart daha faziletli olmakla birlikte ay içerisinde aralıklı olarak tutmak da mümkündür. Bir kimse kaza, adak yahut benzer bir orucu bugünlerde tutacak olursa yine aynı sevabı elde eder. Bir kimse ramazan orucunu tuttuktan sonra Şevval orucunu da tutarsa bütün yıl boyunca farz oruç tutmuş gibi olur. Hz. Peygamber Şevval orucuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Her kim ramazan orucunu tutar da buna Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur” (9)
MAYIS 2017
“İman, sırf dille söylenen bir söz değildir. İman, birtakım yükümlülükleri olan bir gerçektir. Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihattır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların "inandık" demeleri yeterli değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav esnasında kararlılıklarını ortaya koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış, kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan sırf böyle bir iddiada bulunmakla bırakılmazlar.
62
e) Zilhicce (Arefe) Orucu: Arefe günü hacı olmayanlar içim oruç tutulan günlerdendir. Kurban bayramı Zilhicce ayının onuncu günüdür. Bayramdan önceki dokuz zilhicce arefe günüdür. Bundan dolayı bu oruca zilhicce orucu da denmiştir. Hacıların arefe günü oruç tutmaları sıkıntıya ve halsizliğe sebep olacağı için mekruh görülmüştür. Hz. Peygamber arefe gününün faziletine ilişkin olarak “Arefe gününden daha çok Allah’ın cehennem ateşinden insanları azad ettiği bir gün yoktur” (10) buyurmuştur. Ayrıca hacı olsun olmasın zilhicce ayının arefe gününden önceki sekiz günde de oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamberin Zilhicce ayının ilk on günü oruç tutmayı hiç bırakmadığı (11) Hz. Hafsa radiyallahu anh tarafından rivayet edilmiştir. f) Aşure Orucu: Muharrem ayının onuncu günü aşure günüdür. Hz. Peygamberin bu orucu hiç terk etmediği rivayet edilir. Yani aşure orucu müekked sünnettir. Fakat sadece onuncu günü oruç tutmak uygun görülmemiş, önceki veya bir sonraki günle beraber tutulması tavsiye edilmiştir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Yahudilerin de aşure gününde oruç tuttuğunu görünce, onlara bu orucun anlamını sormuştur. Yahudiler, bugünün büyük bir
gün olduğunu; Allah’ın Musa aleyhisselâm’yı
yu uzatacak olması sebebiyle başka bir başlık
ve İsrailoğullarını düşmanlarından bugünde
altında incelenmesi daha uygundur.
kurtardığını ve Musa aleyhisselâm’nın bu sebeple oruç tuttuğunu, kendilerinin de oruç tutmasının sebebinin bu olduğunu söyleyince, Hz. Peygamber “Ben Musa’ya sizden
Konuyu Hz. Peygamber’in duasıyla bitiriyoruz: “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır.”
(14)
daha yakınım” demiş ve bu günlerde oruç tutulmasını emretmiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra Şevval orucunun tutulması tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber Şevval
-------------------------
orucuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Allah’tan aşure orucunun, önceki senenin günahlarını örteceğini umarım.” (12)
1. Hanefi mezhebine göre bir ayrıma gidilmiştir. Diğer mezheplerin görüşlerine az da olsa yer verilecektir.
g) Haram Aylarda Oruç: Haram aylar; Zil-
2. TDV, İlmihal, c.1, s. 385.
kade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır.
3. Bakara, 184.
Hanefilere göre bu aylarda mendup olan, her
4. Bir kimsenin hanımının vücudunun bir kısmını ya
birinden üçer gün oruç tutmaktır. Bu günler
da tamamını, kendisine ebedi olarak haram olan an-
de perşembe, cuma ve cumartesi günleridir.
nesi veya kız kardeşinin vücuduna benzetmedir.
h) Şaban Orucu: Nafile oruçlardan bir diğe-
5. TDV, İlmihal, c.1, s. 385.
ri şaban orucudur. Aişe validemizden rivayet
6. Buhari, Müslim
edilen hadiste şöyle demiştir: “Hz. Peygamber
7. Sünenler
şaban ayından çok hiçbir ayda oruç tutmazdı,
8. Ebu Davud
şaban ayının tamamında oruç tutardı.”
9. Buhari, Nesai
(13)
Yukarıda sayılanlar dışında -oruç tutmanın
10. Müslim
mekruh ve haram olmadığı günlerde- kişinin
11. Nesai, Ebu Davud
kendi isteğiyle oruç tutması tavsiye edilmiştir.
12. Buhari, Tirmizi.
Oruç tutmanın haram ve mekruh olduğu gün-
13. Buhari, Müslim.
lerinden konu içerisinde bahsetmenin konu-
14. Beyhaki, Şuabül İman, 3/375.
“Her kim ramazan orucunu tutar da buna Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur” ŞABAN 1438
63
De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Rasûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.” (Tevbe Sûresi: 105)