Nebevi Hayat Dergisi 58. Sayı (2017)

Page 1

EYLÜL 2017, ZİLHİCCE 1438 • YIL 5 • SAYI 58 FİYATI 7,5 TL• dergi.nebevihayatyayinlari.com

...YİYİNİZ, İÇİNİZ, FAKAT İSRAF ETMEYİNİZ!... (A’Râf, 31)

Asrın Hastalığı: İsraf Mahmut Varhan

.

İnfak, İsraf Değildir Derya Fıçıcı

Zaman Bir Nimettir İsraf Etme Hakan Sarıküçük

Terör/Terörizm Üzerine Nedim Bal

.

. .




Editör H

er işi hikmetli olan ve her şeyi yerli yerince yaratan Allah Azze ve Celle'ye hamd ederiz. Hayatını zühd ve kanâat ile sabır ve şükür ile anlamlandıran; cimrilik ve israftan şiddetle sakınan ve sakındıran Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'e; hayatlarını onun hayat tarzına göre şekillendiren ve onun hayat tarzına uymayan çirkin hasletlerden şiddetle kaçınan pâk Ehli Beyt'ine, ashâbı kiramına ve kıyamete kadar gelecek bütün muttaki mü'minlere salât ve selam olsun.

de açlık, işsizlik, perişanlık ve sefâlet hüküm

Asrımızın en büyük ve en korkunç hastalıklarından birisi de israftır. Hayırda cimri, şehevi arzuları ve nefsâni hırsları tatmin etmekte aşırı derecede müsrif bir insanlık nesliyle karşı karşıyayız. Günümüz toplumları genel olarak zekât, infâk, hayır ve hasenât konularında çok hesâbi ve cimri davranan ve fakat keyfi harcamalara gelince sınır tanımayan, moda ve lüks uğruna israfı âdeta bir yaşama tarzı olarak benimsemiş bulunan müsriflerden oluşmaktadır. Eğer bugün dünyanın birçok bölgesin-

ve sakındırmak gayesiyle bu sayımızda israf

YIL: 5 Sayı: 58 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Ercan Araz

Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)

sürüyorsa; bunun en büyük sebebi yine dünyanın birçok bölgesinde lüks ve modanın bir hayat tarzı haline gelmesi, oburluk ve keyfi harcamaların övünç kaynağı olarak algılanması ve hayatın her alanında isrâfın insanların yaşam tarzına hâkim olmasıdır. Nebevi Hayat Dergisi olarak, hem kendimizi ve hem de Müslüman kardeşlerimizi uyarmak konusunu işlemeye çalışacağız. İsrafın hakikatini, hükmünü, çeşitlerini, sebeplerini ve bu hastalığı tedavi etme yollarını özetle arz etmeye gayret edeceğiz. Allah Azze ve Celle hem bizleri ve hem de bütün Müslüman kardeşlerimizi bu müzmin hastalıktan muhafaza buyursun! Selam ve dua ile…

Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. (Ayçin Sk.) No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

Abone Şartları 2017 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, Eylül 2017 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.


İçindekiler Küresel Bir Vakıa Olarak; Tüketim Çılgınlığı Ve Tasarruf Ahmed İnal

Asrın Hastalığı: İsraf Mahmut Varhan

04

Zaman Bir Nimettir İsraf Etme Hakan Sarıküçük

20

12 Reklam Silahından Çıkan İsraf Mermileri Ümit Şit

İlim Talebesinin Sermayesi Vakit M. Sadık Türkmen

Olaylar ve Yorumlar Terör/Terörizm Üzerine Nedim Bal

Kur'ânîn Gölgesinde Dava Adamları (*) Zafer Mert

Nebevi Nasihatler Sen Hangi Sınıftasın? Yusuf Yılmaz

16

Türkiye'de Yapılan İsraflar Yusuf Çelebi

28

İnfak, İsraf Değildir Derya Fıçıcı

24

34

38

Nebevi Aile Çocukların Bedensel Gelişimi ve Spor Halime Yılmaz

48

40

Dava Önderleri Ehl-i Sünnet İtikadının İmamları - 1 Cihan Malay

52

46

Serbest Köşe Amellerde Sadece Allah'ın Rızasını Gözetmek Soner Dural

60


| Mahmud Varhan | Başyazı

ASRIN HASTALIĞI: İSRAF H

EYLÜL 2017

er işi hikmetli olan ve her şeyi yerli yerince yaratan Allah Azze ve Celle’ye hamd ederiz. Hayatını zühd ve kanâat ile sabır ve şükür ile anlamlandıran; cimrilik ve israftan şiddetle sakınan ve sakındıran Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e; hayatlarını onun hayat tarzına göre şekillendiren ve onun hayat tarzına uymayan çirkin hasletlerden şiddetle kaçınan pâk Ehli Beyt’ine, ashâbı kiramına ve kıyamete kadar gelecek bütün muttaki mü’minlere salât ve selam olsun. İmdi; asrımızın en büyük ve en korkunç hastalıklarından birisi de israftır. Hayırda cimri, şehevi arzuları ve nefsâni hırsları tatmin etmekte aşırı derecede müsrif bir insanlık nesliyle karşı karşıyayız. Günümüz toplumları genel olarak zekât, infâk, hayır ve hasenât konularında çok hesâbi ve cimri davranan ve fakat keyfi harcamalara gelince sınır tanımayan, moda ve lüks uğruna israfı âdeta bir yaşama tarzı olarak benimsemiş bulunan müsriflerden oluşmaktadır. Eğer bugün dünyanın birçok bölgesinde açlık, işsizlik, perişanlık ve sefâlet hüküm sürüyorsa; bunun en büyük sebebi yine dünyanın birçok bölgesinde lüks ve modanın bir hayat tarzı haline gelmesi, oburluk ve keyfi harcamaların övünç kaynağı olarak algılanması ve hayatın her alanında isrâfın insanların yaşam tarzına hâkim olmasıdır.

4

Bundan dolayı biz de hem kendimizi ve hem de Müslüman kardeşlerimizi uyarmak ve sakındırmak gayesiyle bu makalemizde israf konusunu işlemeye çalışacağız. İsrafın hakikatini, hükmünü, çeşitlerini, sebeplerini ve bu hastalığı tedavi etme yollarını özetle arz etmeye gayret edeceğiz. Allah Azze ve Celle hem bizleri ve hem de bütün Müslüman kardeşlerimizi bu müzmin hastalıktan muhafaza buyursun!

İsrâfın Hakikati İsraf, haddi aşmaktır. Fıtrata ters hareket etmektir. Allah Azze ve Celle’nin bahşetmiş olduğu nimetlerini, O’nun razı olmadığı ve veriliş gayesine aykırı olan yerlerde hoyratça tüketmektir. İsraf, nimete karşı bir nankörlük ve şükürsüzlük halidir. Şeriat ve mürüvvetin malı tutmayı gerekli kıldığı yerlerde malı tutmamak, şer'an ve mürüvveten malın harcanmasının haram veya mekruh olduğu yerlerde malı harcamaktır. İsraf hastalığı, sadece mal ile sınırlı olmayıp, hayatın bütün alanlarında nüksedebilir. Örneğin Allah Teâlâ'nın insan-


lara bahşettiği hilâfet ve iktidar nimetinin fıtri ve şer'i bir gereği/gayesi vardır ki; o da bütün yönleriyle Allah'ın kulları arasında adaleti tahkim etmek, dini ve dünyevi maslahatlarını gözetmektir. Şayet iktidar sahibi olan yöneticiler, iktidar nimetinin bu şükrünü edâ etmez ve iktidarı Allah’ın kullarına zulmetmenin bir aracı haline getirecek olurlarsa, bu nimete nankörlük etmiş ve bu değerli nimeti zayi ederek israf etmiş olurlar. Bu gayeden uzaklaşma ölçüsünde israfın boyutu da büyür ve nihayet iş küfür ve şirk bataklığına düşmeleri için icbâr etmeye varınca, artık Firavunca bir müsriflik meydana gelmiş olur. Nitekim Allah Azze ve Celle Firavun ve çevresini zemmederek şöyle buyurmaktadır: "Firavun ve yakın çevresinin işkencesinden korktukları için, Mûsâ’ya, kendi kavminden genç bir nesil dışında iman eden olmadı. Çünkü Firavun o ülkede hem üstün bir güce sahipti ve hem de haddi aşan azgınlardan/müsriflerdendi." (Yunus; 83) Diğer taraftan Allah Teâlâ, insanlık neslinin devamı gayesiyle erkekler için tertemiz eşler yaratmıştır. Bu iki çiftin bir araya gelmesi için de iki tarafa da şehvet nimetini musallat kılmıştır ve helal olan nikâh yoluyla bu duygunun tatmin edilmesini ve neslin devamının sağlanmasını emretmiştir. Fıtrata uygun olan budur. Dolayısıyla buna aykırı olan her türlü cinsel sapıklık, bu büyük nimete karşı bir nankörlük ve fıtrat sınırını aşan bir israftır. Bundan dolayıdır ki Kur’an-ı Kerim’de Lût kavmi, haddi aşan müsrifler olarak kınanmışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Lût’u peygamber olarak gönderdiğimizde, o da kavmine şöyle dedi: “Dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı iğrenç bir işi nasıl yaparsınız? Kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, haddi aşan azgın/ müsrif bir kavimsiniz.” (A’râf; 80-81)

ki; o da dünyada ve ahirette insanoğlu için saâdeti temin edecek vesilelere teşebbüs etmesini sağlamaktır. Akıl ve ilmin insanlık âlemine fayda sağlayacak konularda kullanılması yerine, insanlık âleminin dünyasını harabeye ve ahiretini de cehenneme çevirecek hususların geliştirilmesi için kullanılması da, akıl ve ilim nimetlerine karşı büyük bir nankörlük ve bu nimetleri fesada aracı kılarak zayi eden korkunç bir israftır. İnsanın iman etmesine ve salih ameller işlemesine vesile olması gereken akıl ve bilim, şayet insanın küfre düşmesine ve isyan bataklığında boğulmasına aracı kılınmışsa; sefihlik demek olan korkunç bir akıl israfı ve cahiliyye demek olan dehşet verici bir ilmi israf sözkonusudur. Allah Azze ve Cellenin insanoğluna lütfettiği en önemli nimetlerden biri de sıhhat ve boş vakit nimetidir. Bu değerli nimetlerin şükrünü eda edebilmek için, bu nimetleri gereği gibi değerlendirmek ve bunları salih ameller işlemek için fırsat bilmek gerekir. Sıhhat ve afiyetini Allah’ın bir lütfu bilerek, sıhhatli bedenle Allah’a itaat edilmesi gerekir. Meşguliyetlerin vakti gelmeden önce boş vakti de güzel bir şekilde değerlendirmek ve güzel amellerle doldurmak gerekir. Ne yazık ki insanların çoğunluğu bu

İsraf, haddi aşmaktır. Fıtrata ters hareket etmektir. Allah Azze ve Celle’nin bahşetmiş olduğu nimetlerini, O’nun razı olmadığı ve veriliş gayesine aykırı olan yerlerde hoyratça tüketmektir. İsraf, nimete karşı bir nankörlük ve şükürsüzlük halidir.

5

ZİLKA'DE 1438

Aynı şekilde Allah Azze ve Celle’nin, insanoğluna lütfettiği en büyük nimetlerden olan akıl ve ilim nimetinin bir gayesi ve hikmeti vardır


değerli nimetlere karşı da nankördürler. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “ İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetler konusunda zarardadırlar: sıhhat ve boş vakit...” (1) Yine dini ve dünyevi pek çok maslahatları gerçekleştirmenin kendisine bağlı olduğu mal da, Allah Azze ve Celle’nin insanoğluna bahşetmiş olduğu büyük lütuflardan biridir. Dolayısıyla malı zayi etmek, veriliş gayesine aykırı bir şekilde kullanmak ve haram olan yerlere sarfetmek, bu büyük nimete karşı bir nankörlük ve çirkin bir israftır. Hâsılı kelâm israf, nimetlerin şükrünü edâ etmemek ve nimetleri, veriliş gayelerine aykırı bir şekilde kullanmaktır. Şeriata, mürüvvete ve fıtrata ters hareket etmektir. Bu noktada insanın ikisi yerilmiş ve biri de övülmüş olmak üzere üç özelliği bulunmaktadır: İnsan ya şeriatın ve mürüvvetin vermesini gerekli kıldığı bir şeyi vermez ve elinde tutmaya çalışır ki, bu cimrilik olup yerilmiştir. Ya da insan, şeriatın ve mürüvvetin vermemesini ve harcamamasını gerekli kıldığı bir şeyi, vermemesi ve harcamaması gereken bir yere verir ki; bu zemmedilmiş israftır. Veya insan, şeriatın ve mürüvvetin vermesini gerekli kıldığı şeyi, vermesi gereken yere verir; şeriatın ve mürüvvetin elinde tutmasını istediği şeyi de elinde tutar ki; bu da övgüye mazhar olmuş kanaatkârlık sıfatıdır.

EYLÜL 2017

İsrâfın Hükmü Başta da söylediğimiz gibi israf haddi aşmaktır. Şayet bu, helal olan sınırı aşmak ve harama dalmakla gerçekleşirse, bu şekilde bir israfın haram olduğunda şüphe yoktur. Buna göre yiyecek, içecek, giyinme ve benzeri bütün hususlarda haram ve ma’siyet olan harcamalar çirkin bir israftır ve Allah’ın buğz ettiği haddi aşmaktır. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: "Ey Âdemoğulları! Namaz kıldığınız her yerde güzel elbiselerinizi giyin.

6

Yiyin, için ama israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (A’raf, 31) İbni Cerir bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir: “Şüphesiz ki Allah Azze ve Celle helal ve haram konularında çizmiş olduğu sınırları aşanları ve helal kıldığı ya da haram kıldığı hususlarda aşırıya giderek, haram olan hususları helal kabul eden ve helal olanları da haram yapanları sevmez. Fakat Allahu Teâlâ helal kıldığı şeylerin helal kabul edilmesini ve haram kıldığı şeylerin de haram kabul edilmesini sever. İşte bu Allah Azze ve Celle’nin emretmiş olduğu adalettir.” (2)

Abdullah b. Amr dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsraf etmeden ve kibirlenmeden yiyin, için, sadaka verin, giyinip kuşanın. Zira Allah Azze ve Celle verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmeyi sever.” (3) Eğer yeme, içme, giyinme, tasaddukta bulunma ve benzeri hususlarda vasat olan sınırı aşmak anlamında israfa kaçılırsa; böyle bir israf mekruh olur. Harama kaçmadan, helal olan hususlarda aşırıya gitmek haram olmayıp ke-

Akıl ve ilmin insanlık âlemine fayda sağlayacak konularda kullanılması yerine, insanlık âleminin dünyasını harabeye ve ahiretini de cehenneme çevirecek hususların geliştirilmesi için kullanılması da, akıl ve ilim nimetlerine karşı büyük bir nankörlük ve bu nimetleri fesada aracı kılarak zayi eden korkunç bir israftır.


rih görülmüştür. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri kendinize haram ederek haddi aşmayın." (Maide:87) Yine şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Allah’ın kulları için yarattığı zineti, iyi ve temiz rızıkları kim haram kıldı?”(A’raf, 32). Bu ayeti kerimeler, Allah Azze ve Celle’nin helal kıldığı şeylerin asla haram kılınamayacağını göstermektedir. Ancak helal olan hususları kullanmakta aşırıya gitmek bazen insanı haram olan sınırlara yaklaştırabilir ve insan için maddi- manevi zarara yol açabilir. Bundan dolayı da helal olan hususları kullanmakta aşırıya gitmek mekruh kabul edilmiştir. Nitekim meşhur hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Korunun etrafında sürüsünü otlatan çobanın, korudan sürüsünü otlatması yakındır. Dikkat edin! Her kralın bir korusu vardır. Dikkat edin! Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir.” (4) Yine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yeme ve içme hususunda bize şu ölçüyü koymuştur: “Hiçbir kimse midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana, kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.” (5) Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: "Ürün verdiklerinde onların ürünlerinden yiyin; mahsulün toplanıp biçildiği gün de, yoksulun hakkını verin. Fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (En’am:141) Atâ dedi ki: “Burada Allah Azze ve Celle her şeyde aşırıya kaçarak israf etmeyi yasaklamaktadır.” İyas b. Muaviye de şöyle demiştir: “Allah’ın emrettiği ölçüyü aşan her şey israftır.” (6)

Allah Azze ve celle şöyle buyurmaktadır: "Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya hakkını ver; ama sakın malını israf ederek saçıp savurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür." (İsra, 26-27). Bu ayeti kerimeler göstermektedir ki, ailelerine harcamalarında olsun, akraba ve yoksullara tasadduklarında olsun Mü’minler orta yolu tutarlar. Kendilerini muhtaç düşürecek ve başkalarına el açmalarına sebep olacak derecede aşırıya gitmezler. Bu şekilde aşırıya gitmelerinin kerih görüldüğü şüphesizdir. Ancak haram olan harcama ve infak; ma’siyette, fesatta ve hak olmayan yerlere yapılan harcama ve infaktır. İbni Mes’ud ve İbni Abbas şöyle demişlerdir: “Savurganlık, hak olmayan yerlere yapılan infaktır.” Mücahid dedi ki: “Malının tümünü (kendisi başaklarına muhtaç kalmamak şartıyla) hakta harcayan kimse, savurgan olmaz. Ancak malının az bir kısmını bile hak olmayan yerde harcarsa, bu savurganlık olur.” Katade dedi ki: “Savurganlık; ma’siyette, hak olmayan yere ve fesatta yapılan harcamadır.” (8)

İsrafın Çeşitleri Muğire b. Şu'be dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah Azze ve Celle sizin için şu üç şeyi kerih görmektedir: dedikodu yapmayı, malı zayi etmeyi ve çokça soru

7

ZİLKA'DE 1438

Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Onlar harcama yaptıkalrı zaman ne israfa kaçarlar ne de cimrilik ederler. Bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar.” (Furkan, 67) İbni Kesir bu ayeti şöyle tefsir etmektedir:

"Mü’minler harcamalarında savurgan davranıp, ihtiyaçlarından fazla harcamada bulunmazlar. Aynı şekilde aileleri hakkında cimri davranıp, onların haklarını yerine getirmede ve onlara yetecek kadar harcamada kusurlu davranmazlar. Bilakis bu konularda en güzel davranıp orta yolu takip ederler ki; işlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır. Ne o tarafta ne bu tarafta aşırıya gitmeyip, "Bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar." Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Eli sıkı olma, ancak varını yoğunu da saçıp savurma! Yoksa kınanır, kaybettiklerine pişman olursun." (İsra, 29) (7)


sormayı...” (9) Bir önceki konuda geçen hadisi şerifte de yeme, içme, giyinme ve sadaka vermenin meşruiyeti için kibir ve israftan sakınılması şart koşulmuştu. Bu demektir ki, bütün bu hususlarda israf olabilir. İsrafın gerçekleşebileceği sahalar pek çoktur. Biz burada sadece örnek kabilinden bazı hususlar üzerinde duracağız:

EYLÜL 2017

İnsanların faydası için yaratılan malı haram ve ma’siyette kullanmak israftır ve haramdır. Aynı şekilde malı dini veya mübah olan dünyevi hiçbir fayda getirmeyecek şekilde harcamak da israftır ve haramdır. Örneğin; malı denize, kuyuya veya ateşe atmak ya da kendisinden faydalanılmayacak bir şekilde yırtmak, kırmak ve dökmek de haramdır ve israftır. Nitekim kapitalizm çarkına girmiş bazı üreticiler ve tüccarlar, piyasayı korumak ve malın değerinin düşmesine engel olmak için üretimin çok olduğu zamanlarda bu tür müsrifane ve sefihçe hareketler sergilemektedirler. Cabir radiyallahu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (yemek yedikten sonra) parmakların yalanmasını ve yemek kabının iyice temizlenmesini emretti.” (10) Başka bir rivayette Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki şeytan, sizden birinin her işi esnasında onun yanında hazır bulunur. Hatta yemeği esnasında bile hazır bulunur. Bundan dolayı sizden birinin lokması düştüğünde onu alsın, üzerinde bulunan eziyet verici maddeleri giderdikten sonra onu yesin ve onu şeytana bırakmasın. Sizden biri yemeğini bitirdiği zaman da parmaklarını yalasın. Çünkü o, bereketin yemeğin hangi bölümünde olduğunu bilemez." (11) Bu hadisi şeriflerde çok önemli bir noktaya işaret edilmektedir. İnsanın kişisel olarak az gördüğü ve zayi ettiği bir şey, bütün toplum açısından düşünüldüğü zaman dehşet verici miktarlara ulaşabilmektedir. Her bir ailenin zayi ettiği bir ekmek, bu şekilde cüz’i olarak düşünüldüğünde az görülebilir. Ancak bütün toplum güz önüne alındığında onlarca ton ekmek zayi

8

edilmiş olabilir. Nitekim bizim ülkemizde günde beş milyon ekmek çöpe gitmektedir. Her bir insanın zayi ettiği bir pirinç tanesi, cüz’i olarak düşünüldüğünde az olabilir. Fakat bütün toplum düşünüldüğünde günde tonlarca pirinç zayi edilmiş olur. Böylece bu hadisi şeriflerin ne kadar büyük bir hikmete işaret ettiği anlaşılmış olur. İsrafa iyice bulaşmış ve zayi ettikleri nimetlerin farkında olmayan birtakım sefihler, bu hadisi şeriflerin hikmetini anlamayıp alaya alarak inkâr etme yoluna sapabilirler. İşte şeytanların kardeşleri bu gibi sefihlerdir. Bir önceki konuda geçen hadisi şerifte ifade edildiği üzere tıka basa yemek de israftır. Ancak bu, yemeğin helal olması şartıyla haram değildir. Bedene ve akla zarar verdiğinden dolayı mekruh bir israftır. Asrımızdaki insanların hali düşünüldüğünde, bu israfın da ne kadar çirkin olduğu görülecektir. Zira insanların bütün derdi karınlarını tıka başa doldurmak ve yemek şehvetlerini tatmin etmek olmuştur. Öyle ki, dünyada mide kaynaklı pek çok hastalık yayılmıştır. Bir tarafta insanlar açlıktan ve yeterince beslenememekten hastalanıp ölürken, diğer tarafta başka insanlar da fazla yemekten ve oburca beslenmekten hastalanıp ölmektedirler. Yazımızın başında da ifade edildiği gibi güç israfı, nesil israfı, ilmi israf, akıl israfı, mali israf, sıhhat ve afiyet israfı, vakit ve zaman israfı da asrımızda çokça görülen ve önemle üzerinde durulması gereken israf çeşitlerindendir. Bütün bunları kapsayacak şekilde denilebilir ki; Allah Azze ve Cellenin insana bahşettiği nimetleri, veriliş gayelerine uygun bir şekilde kullanmak orta yol olan iktisatlı davranmaktır. Fakat bu nimetleri, veriliş gayelerine aykırı bir şekilde kullanmak da fıtrata aykırı hareket etmek ve israf etmektir.

İsrafın Sebepleri Bu derecede tehlikeli olan israf hastalığına yakalanmanın pek çok sebepleri bulunmaktadır.


Abdullah b. Amr dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsraf etmeden ve kibirlenmeden yiyin, için, sadaka verin, giyinip kuşanın. Zira Allah Azze ve Celle verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmeyi sever.”

Biz, günümüzde sıkça rastlanan bir kaç sebebi üzerinde duracağız: 1- Sefihlik: Birçok insanda sefahet hastalığı israfın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Sefihlik; kârını zararından ayırt edememek, neyin kendisi için faydalı ve neyin de zararlı olduğunu bilememektir. Sefihlik, özellikle malı kazanma hususunda yorulmamış ve bunun meşakkatini çekmemiş olan gençlerde sıkça görülmektedir. Hassaten kötü arkadaşlarının telkin ve teşvikiyle, babalarının bin bir türlü zorlukla kazanmış oldukları mallarını har vurup harman savurmaktadırlar. Bu hastalık özellikle zenginlerin, emirlerin, hocaların ve şeyhlerin çocuklarında görülmektedir. Allah Azze ve Celle bu tür sefihlere malın verilmemesi gerektiğini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, hayatınızın dayanağı kıldığı, koruyasınız diye sizin idare ve emanetinize verdiği yetimlerin mallarını, birtakım aklı ermez, kar-zarar bilmez kişilere vermeyin; ama bu mallarla onları yedirip içirin ve giy-

3- Taklit ve Moda: Bu asır, özellikle kadınların ve gençlerin üzerinde kör taklitçiliğin, modanın hâkim olduğu bir asırdır. İnsanlar kâfirlere, fasıklara ve facirlere benzemek için mallarını israf etmekten çekinmiyorlar. Adeta bir maymun taklitçiliğiyle sporcuların, ünlülerin, şarkıcıların, film artistlerinin peşinden koşturup durmaktadırlar. İbretlik bir olaydır ki, Peygamberin emri ve sünneti olduğu için sakallarını bırakmayan birtakım sefihler, dizi artistlerine özenmek için göbeklerine kadar sakal uzatmaktadırlar. Sünnet olarak bırakılan sakalı hafife alan ve küçümseyen birtakım beyinsizler, fasık ve facirlere özenmek için göbeğe kadar uzanan sakalları medenilik alameti olarak saymaktadırlar! Bu da insanların akıldan ne kadar uzaklaştıklarını göstermektedir. Şunu kesin bir şekilde ifade edelim ki; kâfirlere, fasıklara ve ünlülere özenmek için yapılan harcama haramdır. İşte ayeti kerimede geçen: “Sakın malını israf ederek saçıp sa-

9

ZİLKA'DE 1438

dirin. Onlara güzel söz söyleyin.” (Nisa, 5)

2- Gösteriş: Bu asır, tam anlamıyla bir gösteriş asrıdır. Başkalarının beğenisini kazanmak için türlü türlü rezaletler sergilenmektedir. Gösteriş için yapılan israfın haddi hesabı yoktur. İnsanların, belli makamlara gelebilmek için halkın gözünü boyamak ve onların beğenisini kazanmak amacıyla yaptıkları gereksiz harcamalar, şu anda mülteci konumuna düşmüş bütün Müslümanların ihtiyacını karşılayacak miktardan daha fazladır. Toplumları yönetenlerin bu müsrifçe tavrı, ister istemez toplumlarına sirayet etmiş ve gösteriş için israfta bulunma hastalığı her tarafa yayılmıştır. Özellikle de giyim alanında cinnet derecesinde bir israf işlenmektedir. Artık insanlar, kendilerini başkalarına beğendirmek için nasıl giyinecekleri ve daha nerelerini açacakları hususunda birbirleriyle yarışmaktadırlar. Bu savurganlık ve rezilce giyim tarzları, büyük felaketlerin habercisi gibidir. Çünkü bu rezilce durumlar, artık insanlarda olgun bir aklın kalmadığını göstermektedir.


“Sakın malını israf ederek saçıp savurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür!

vurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür!” hakikati ve uyarısı tam da bu tür kişilere intibak etmektedir. Allah’ın emirlerine karşı lakayt ve duyarsız, fakat ünlüleri taklit etme ve modayı takip etme konusundaki şeytani tekliflere gayet itaatkâr olan bu kimselerin, şeytanların kardeşleri ve şeytanlardan olmaları gayet tabiidir.

EYLÜL 2017

4- Cehalet: Asrımızın en büyük hastalıklarından ve israfın da en önemli sebeplerinden biri de cehalettir. Dini konularda bilgisizlik tam bir şekilde topluma hâkim olmuştur. Diğer konularda olduğu gibi israf mevzusunda da büyük bir cehalet söz konusudur. İsrafın hakikati nedir, nelerin israf olduğu ve nelerin insanı israfa sevkedeceği hususlarında tam bir cehalet söz konusudur. Artık insanlar, haram yollarda ve ma’siyette yapılan harcamaların kesin bir şekilde israf olduğunu unutmuşlardır. Birçok insanın nazarında israf, salt dünyevi bir nazarla malın menfaatlerine aykırı bir şekilde harcanması olarak algılanmaktadır. Ya da nimetlerin kırılması ve dökülmesi gibi hususlardır. Bu da bu konu üzerinde ciddiyetle durulmasının gerekli olduğunu göstermektedir. 5- Tembellik: Özellikle bu son zamanlarda genç nesilde bir tembellik ve gevşeklik hastalığı

10

zuhur etmiştir. Bu hastalığa yakalanan kimselerin, Yüce Allah›ın bahşetmiş olduğu nimetlerin kıymetini bilmeyeceği muhakkaktır. Böylece nimetlere karşı nankör ve savurganlıkta vurdumduymaz bir nesil yetişiyor. Değerli vakitlerini zayi eden, çalışıp kazanma nimetinin farkında olmayan ve bütün güçleriyle ömürlerini ve bütün imkânları tüketme yarışına girmiş tüketici bir nesil yetişiyor. Üretmeyen ve sürekli başkalarının ürettiklerini tüketen bir nesil! İşte bu son asırlarda İslam toplumlarının, batı toplumlarına mahkûm olmasının en büyük sebebi budur. Hâlbuki Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İnsan için yalnız, çalışmasının karşılığı vardır." (Necm, 39) 6- Din Zaafiyeti: Genel olarak bütün Müslüman toplumların ve özellikle de bizim toplumumuzun en tehlikeli hastalıklarından birisi de budur. Dine karşı lakayt davranma hastalığı... Dinden uzaklaşma neticesinde insanlar, şeytanların ağına düşmüşlerdir. Özellikle İblis›in has şakirtleri olan büyük patronların ve çok uluslu kapitalist şirketlerin oyuncağı haline gelmişlerdir. Artık ne yiyeceklerine, neyi içeceklerine, nasıl giyineceklerine, hangi aletleri kullanacaklarına ve neyi ne kadar izleyeceklerine bu şeytanlaşmış insanlar karar vermektedir. Bu da bütün toplumun israf bataklığına sürüklenmesine sebep olmuştur. Çünkü kapitalizm, azla yetinme, iktisatlı davranma, kanaatkâr olma ve sürekli aynı şeyi kullanmayı yasaklamıştır. Kapitalizm, kapitalistlerin daha çok kazanması için sürekli bir şekilde her şeyi yenilemeyi emretmektedir. Teessüf ki insanlar da bu yeni dinin yasaklarına ve emirlerine göre hayatlarını sürdürmeye razı edilmişlerdir. 7- Dünya Sevgisi: Ahirete imanları zayıflayan ve dine bağlılıkları gevşeyen insanlar da dünya sevgisi hastalığı ortaya çıkmıştır. Selefimiz tarafından “dünya sevgisinin, her hatanın başı olduğu” özellikle vurgulanmıştır. İşte dünya sevgisi, israf hastalığının da başıdır ve diğer bütün hastalıkların kaynağıdır.


İsraf Hastalığının Tedavisi

bilmeye şiddetle ihtiyacı vardır.

Bedeni hastalıklarla, kalbi hastalıkların tedavi yöntemi aynıdır. Hastalığın sebebi teşhis edildikten sonra, hastalığı tedavi etmek kolaylaşır ve hastalığın sebebi ortadan kaldırılarak şifa meydana gelmiş olur. Bedeni bir hastalığa yakalandıklarında hemen tasalanan ve tedavi olmak için doktordan doktora koşuşturan, fakat kalpleri ve ruhları müzmin hastalıklara yakalanmış olduğu halde umursamayan ve tedavi etmek için gayret sarfetmeyen insanların haline şaşmamak elde değildir.

Cehalet hastalığı, ilim öğrenmekle; tembellik

İsraf hastalığının tedavisi, yukarıda izah edilen sebeplerinin izale edilmesiyle mümkündür. Bu hastalıklardan herhangi birine yakalanmış olan kimsenin samimiyetle ve azimle onu ortadan kaldırmaya çalışması gerekir. Bedeni bir hastalığın tedavisinde, sıhhat ve afiyet bulabilmek için tedavinin ve ilacın acılığına tahammül gösterildiği gibi; kalbi olan hastalıkların tedavisinde de ihlas/samimiyet, azim/irade, ilim ve amele ihtiyaç vardır. Yoksa bedeni bir hastalık kendi kendine geçmediği ve tedavi edilmediğinde bazen öldürücü olduğu gibi, kalbi hastalıklar da samimiyetle ve ciddiyetle tedavi edilmeyecek olursa, kalbin ve ruhun ölmesine ve ahirette şiddetli bir azaba sebep olur. Gösteriş hastalığına yakalanmış olan kimsenin bilmesi gerekir ki, başkalarının beğenisini kazanmaya çalışmak bir şahsiyet eksikliği ve onur kırıcı bir zillete sebeptir. Allah Azze ve Celle’nin gazabını celbeden küçük şirktir. Riya ve gösterişin gailelerini ve tehlikeli sonuçlarını iyice öğrenerek bu hastalıktan sakınmak gerekir.

edilmelidir. Dini bağları zayıflayan kimsenin, hiç ertelemeden ve acilen bu bağını kuvvetlendirmesi ve Rabbine dönmesi gerekir. Bilinmesi gerekir ki, başımıza gelen bütün felaketlerin sebebi dinden uzaklaşmamızdır. Dünya sevgisi hastalığına yakalanmış olan kimsenin, dünyanın fani olduğu ve ahiretin baki olduğu inancını kalbinde kökleştirmeye çalışması gerekir. Samimiyetle ve azimle hastalıklarını tedavi etmek isteyen ve israf hastalığından kurtulmak isteyen kimseye şu hadisi şerif üzerinde tefekkür etmesi yeterlidir: Ebu Berze el-Eslemi radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şu hususlar kendisine sorulmadıkça hiçbir kulun ayakları Kıyamet gününde yerinden ayrılamaz/oynayamaz: Ömrünü nasıl ve nerede geçirdin? İlmin hususunda nasıl davrandın? Malını nereden kazandın ve nereye harcadın? Bedenini nasıl ve nerede çürüttün?” (12) -------------------------

1. Buhari: 6412, İbni Abbas’tan 2. İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim 3/151 3. İmam Ahmed, Müsned: 2/181; Hakim, Müstedrek 4/135. Hasen bir hadistir. 4. Buhari: 52; Müslim: 1599 5. Tirmizi; 2380; İbni Mace: 3349; İmam Ahmed, Müsned 4/132. Hasen bir hadistir. 6. İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim 3/100. 7. İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim 4/609. 8. Bkz. İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim 4/138 9. Buhari: 1477; Müslim: 1715 10. Müslim: 2033 11. Müslim: 2034; Ebu Davud: 3845; Tirmizi: 1803 12. Tirmizi: 2417; Darimi: 537. Tirmizi dedi ki: Bu hasen sahih bir hadistir.

11

ZİLKA'DE 1438

Taklit ve moda hastalığına yakalanmış kimsenin bilmesi gerekir ki, kâfirlere ve fasıklara değil imrenmek onlara buğz etmek gerekir. Zira düşmanına âşık olan ve hasmına imrenen kimse gerçekten zelildir. Böyle bir kimsenin Velâ/ dostluk ve Berâ/düşmanlık akidesini öğrenmeye, kimi seveceğini ve kimden nefret edeceğini

hastalığı, azim sahibi olup çalışmakla tedavi


| Kapak Dosya

| Hakan Sarıküçük

ZAMAN

BİR NİMETTİR İSRAF ETME H

EYLÜL 2017

amd, çok kısa ve bir o kadar da hızla devam edip giden şu fani dünya âleminde başarıyı ve ebedi mutluluğu elde etmemizi sağlama hususunda bizlere hidayet yollarını ve bu yolların kılavuzları olan peygamberleri gönderen Rabbimiz Allah azze ve celle’ye, Salât ve selâm, bizleri devamlı surette irşad eden ve vaktin önemine değinerek insanların büyük çoğunluğunun kadrini bilmediği zamanın iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dair nasihatlerde bulunan Peygamber efendimize,

12

Allahu Teâlâ’nın affı keremi ile sonsuz rahmeti ve ihsanı bu buyruklardan faydalanıp bu doğrultuda hayatını devam ettiren ve şu kısacık hayat maratonunu en güzel şekilde tamamlayan müminlerin üzerine olsun. Zamanın kıymetini bilen insanlar onu faydalı işlerde kullanmak ve ömür sermayesinin dakikalarını ve saniyelerini bile israf etmemek mecburiyetinde olduklarını bilirler. Selefimiz bu hususta bizlere örnek olmuş, hayatlarını daima ahiretlerine yönelik hususların peşinde koşuşturarak değerlendirmişlerdir. İmkânları-


nın azlığına rağmen bu zamanımızda inanılması pek de mümkün gibi gözükmeyen birçok hususun altına imzalarını atmışlardır. Peygamber efendimizin “İki nimet vardır ki insanların büyük çoğunluğu onların kadrini bilmez; bunlar sıhhat ve boş vakittir” buyruğunun gereğini en iyi şekilde idrak eden selefimiz hayatlarını “O halde (bir işi) bitirdin mi başkasına girişip yorul” (1) ilahi fermanıyla idame etmiş (devam ettirmiş) ve bu manada kendi hayatlarına gereken tüm hassasiyeti gösterdikleri gibi ümmete de numune-imtisal (uyulması gereken güzel bir örnek) olmuşlardır. “Allah’a yemin olsun ki yemek saatinde ilimle iştigali kaçırdığım için çok üzülürüm, zira vakit ve zaman çok kıymetlidir” buyuran Şeyh Fahreddin bu gerçeği çok iyi anlamış ve bu hususta bizleri irşad etmiştir. Sadece bir örnek vermek gerekirse bu gün bizlerin okumaktan bile imtina ettiğimiz o koca koca eserleri onlar mum ışığı veya kandil ışıkları altında binlerce külfete rağmen yazabilmişler, tedris, telif ve fetvalar ile geçirdikleri ömürlerinin tek bir anını bile boşa harcamamışlar neticede bizlere çok kıymetli eserler bırakmışlardır. Bunlardan İbnu’l Cevzi’nin, bazısı yirmi (20) cildi bulan üç yüz kırk (340)’dan fazla eser yazdığını, günde dört defter doldurduğunu, bir yılda ise yazdıklarının elli-altmış (50-60) cildi bulduğunu görürüz. Yine İmam Suyûti’nin eserlerinin sayısının muhtelif kaynaklara göre 500-600 arasında değiştiğini görmekteyiz.

Zamanın kıymetini bilen insanlar onu faydalı işlerde kullanmak ve ömür sermayesinin dakikalarını ve saniyelerini bile israf etmemek mecburiyetinde olduklarını bilirler. Selefimiz bu hususta bizlere örnek olmuş, hayatlarını daima ahiretlerine yönelik hususların peşinde koşuşturarak değerlendirmişlerdir.

hayallere daldıklarını üzüntü içerisinde müşahede ederiz. Kendilerine mutluluk veren o eski anılarını ballandıra ballandıra zevk içerisinde anlatırken gelecek günlerde karşılarına çıkacak olan ölüm gerçeğine ve onun için yapılması gereken hazırlıkların tamam olup olmadığına nedense çok ehemmiyet vermediklerini görünce onların bu hallerine ahu vah ederiz. Dünyada yanlış işler peşinde koşuşturan ve Allah’a kulluğa zaman bulamayan (!) insanlar ahirette ateşe atıldıklarında dünyada yaptıklarının pişmanlığı içinde “Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim” diye bağrışıp dururlarken bakınız Yüce Rabbimiz nasıl bir ikaz da bulunmaktadır böyle kimselere: “O zaman onlara şöyle deriz:

13

ZİLKA'DE 1438

İmam Şerâni rahimehullah da “Alelade bir insan zamanı nasıl bitireceğini, akıllı insan ise zamanı nasıl kullanacağını düşünür” buyurmaktadır. Bugün insanların kahvehane köşelerinde nasıl zaman öldürdükleri hepimizin malumudur. Hatta onlardan birine nasılsın? diye soracak olsak ya “vakit geçiriyoruz”, “bildiğin gibi hep aynı” “dünyadaki zamanımızı dolduruyoruz” veya “Azraili bekliyoruz” gibi veya benzeri şekillerdeki birbirinden farklı ve bir o

kadar da garip cevaplarına şahid oluyoruz. Hayatının en güzel yılları olarak gördükleri dönemlerinde Allah’a kullukta gevşek davranmış veya hiç fırsat bulamamış (!) insanların hayatlarının son dönemlerinde olanca gayretlerini gösterip kulluklarını sergileyeceklerine bir köşeye oturup eski günlerin hasretlerini çekerek


“Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.” (2) Bu zamanın kötü olduğunu, eski zamanlardakilerin daha kısmetli olduklarından dem vururuz. “O zaman da günah işlemek istesen de işleyemezdin bu zaman böyle mi ki nereye baksan günah nereye gitsen haram” diyerek sanki geçmişi müşahede etmişte o zamanı yaşamış gibi konuşur dururuz. Suçu hep zamana atarız. Zamanın değiştiğinden bahsederiz. Bizim hiç suçumuz yokmuş gibi zamanın kötülüğünden bahseder dururuz. Oysa Muaviye rahimehullah’ın zaman hakkındaki şu değerlendirmesi pek düşündürücüdür. “Ey insan! Zaman sensin. Sen iyi olursan zaman da iyi olur. Eğer sen kötü olursan zaman da kötüdür.” İmam Şafii rahimehullah’ın “Biz zamanı ayıplarız. Hâlbuki ayıp bizdedir. Eğer zaman konuşacak olsa kaçacak gizlenecek yer ararız.” sözleri de bu durumu çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Nitekim her birimiz zamanın azlığını, vakit bulamadığımızı ancak ileriki zamanlara yönelik planlarımızın bulunduğunu söyler dururuz. Ancak nedense bir türlü icraata geçiremeyiz. Hoşumuza gitmeyen veya duymaktan hoşlanmadığımız veya yapmak istemediğimiz işlere dair sorulan sorulara “Şu anki meşguliyetlerim fazla, Hiç zaman bulamıyorum” şeklinde cevaplar verirken canımızın istediği ve bizlere zevk veren şeyler için nedense aynı ce-

EYLÜL 2017

İbnu’l Cevzi’nin, bazısı yirmi (20) cildi bulan üç yüz kırk (340)’dan fazla eser yazdığını, günde dört defter doldurduğunu, bir yılda ise yazdıklarının elli-altmış (50-60) cildi bulduğunu görürüz.

vapları sıralamıyor ve onları yapabilmek için kendimize yeni vakitler bulabiliyoruz. Örnek vermek gerekirse bedavadan önümüze çıkan bir tatil fırsatını kolay kolay reddedemeyiz. Bir de çok gitmeyi istediğimiz bir yere ait yapılan bir teklif ise onun için hemen bir zaman bulabiliriz. (!) Ancak şunu unutmamalıyız ki zaman Allahu Teâlâ’nın dünyayı yarattığı andan itibaren günleri 24 saat, yılları ise 365 gündür. Yani Vakit aynı vakit… Fark sadece iyi bir şekilde değerlendirebilip değerlendiremediğimizde... Bu sebeple suçu zamana atmak yerine programsızlığımızın veya isteksizliğimizin faturasını zamana kesmemeliyiz. Hepimizin gerçekten yapmak istediklerimizi yapmak için birçok zamanı oluyor. Eğer birçok insan gibi işleri halletmek için “çok meşgul isek” bizden daha meşgul olup daha fazla iş halletmeyi başaran çok insan olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Onlarında bizden daha fazla zamanları yok. Sadece zamanlarını bizden daha iyi değerlendiriyorlar. İmam Ahmed “Mazi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe de bel bağlanamaz. Çünkü bundan sonra yaşayacağınız belli değildir. O halde kendisine itibar edilecek zaman içinde bulunulan “an”dır. Biz ancak ona sahibiz. Ne yapabilirsek şimdi yapabiliriz.” ikazını yaparak şu anımızın kıymetini bilmemizin şart olduğunu ve bir şeyleri değiştirmek istiyorsak ileriye dönük planlar yerine hemen şu an yapabileceğimiz şeyi yapmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Batılı devlet adamlarından biri olan Churchill’in “Mazinin tartışmasını yapmayı pek sevmem, zira zamanımı bu tür tartışmalarla geçirecek olursam, istikbali kaybederim sözü bu bağlamda pek düşündürücüdür. Peygamberimiz de “yarıncılar helak oldu” buyurarak “Yarın yaparım” demenin bizi helake sürüklediğini, hiçbir zaman şu ana yönelik olumlu bir katkısının olamayacağını bildirmektedir. Yahya bin Hubeyr de “Korunması için gayret

14


göstermen gereken en kıymetli şey vakittir, fakat görüyorum ki en kolay kaybettiğin şey de odur.” diyerek zamanın ne kadar kolay bir şekilde elden kaçtığını gözler önüne sermektedir. Çünkü kıymeti bilinmeyen şeyler pek çabuk elden kaçar, gider. Oysa bir gün içerisinde kendimize ayıracağımız 60 veya daha fazla dakika bize yaşamımızı güzelleştirmede, kendimizi geliştirmede, hayatı dolu dolu yaşamada ve yeteneklerimizi geliştirip kullanmada fayda verecektir. Bir günde ayıracağımız 60 dakika; 10 yılda bize bir yüksekokul diploması alabilmek için yeterli olacak bir süre sağlayacaktır. (3) “Her gün hepimize 24 saatlik bir çek veriliyor ve bunu son saniyesine kadar harcamak zorundayız. Her gün 86.400 saniye alıyoruz, ne eksik, ne fazla. Hiç birini ilerideki bir tarihte harcamak üzere biriktiremeyiz. Bizim de her gün herkes kadar zamanımız var. Yoğunlaştıramadığımız, seyreltemediğimiz, tehir edemediğimiz, bir başka yere veya kişiye nakledemediğimiz için zamanı kontrol edemeyiz ve yönetemeyiz. Bizim için önemli olan hangi olayları kontrol edebildiğimizdir. Zamanı yönetemeyiz ama ondan istifade etmek için, kendimizi zamana göre yönetebiliriz.” (4) Hz. Ali’nin “Vakitlerle yakutlar elde edilir, fakat yakutlarla vakitler elde edilmez” sözü zamanın değerini ne kadar da güzel anlatmaktadır. Kaybedilen veya çalınan birçok şeyin telafisi mümkün iken zamanı çalanların çaldıklarını telafi etmek ise mümkün değildir. (5) Cüneyd-i Bağdadi “İnsanların sahip oldukları ama geçtikten sonra bir daha ebediyyen bulamayacakları en kıymetli sermaye zamandır.” buyurarak zaman sermayesini dikkatli kullanmamız gerektiğini bizlere bildirmiştir.

İnsanları doğru dürüst bir hayat yaşamaktan alıkoyan şey zaman yokluğu değil, zaman israfıdır. En büyük zaman kaybı zihni gereksiz konularla meşgul etmektir. Unutmayalım ki Yeterli zamanımız hep vardır. Yeter ki doğru kullanalım. Üşenme, erteleme, vazgeçme. Bu üç esas bizim başarıya ulaşmamızda ve zamanı istediğimiz şekilde değerlendirebilmemizde önümüzü aydınlatacak temel prensiplerdendir. Artık bir plan yapmanın zamanı gelmedi mi? Yoksa bütün bu anlattıklarımızın ardından daha sonraya mı tehir edeceğiz. Üşenecek miyiz? Vazgeçecek miyiz? Erteleyecek miyiz? Yoksa şimdi zamanı değil mi? Peki, şimdi değilse beklediğimiz o zaman, ne zaman? Selam ve Dua ile ------------------------1. İnşirah, 8 2. Fatır,37. 3. Ray Josephs, Zaman Yönetimi, s: 9 4. Dr. Muhsin Abay, Zamanı Değerlendirmek, s: 72 5. Zaman Yönetimi ve Planlama, s: 28

15

ZİLKA'DE 1438

Eğer zamanı kullanma hususunda gerçekten istekli isek ve bazı şeylerin hayatımızda değişmesini istiyorsak bunun için bazı adımlar atmak zorundayız. İçimizde arzusunu duyduğumuz şeyleri eyleme dönüştüremedikçe bizlere hiçbir fayda sağlamayacaktır. Gerçekten bir

şeyi arzu etmekle istemek farklı şeylerdir. Örneğin; Birçok insan kilo vermek ister, ama bir türlü veremez. Onların ki sadece kilo vermeyi arzu etmekten öteye geçmez. Gerçekten istemek doğru olanı yapmaktır. Doğru neyse onu yapmak için eyleme geçmek ve yapana kadar kararlı ve tutarlı olmak gerekir.


| Kapak Dosya

| M. Sadık Türkmen

İLİM TALEBESİNİN SERMAYESİ

VAKİT

H

amd âlemlerin rabbi olan Allah’a mah-

nin o şeye atfettiği kıymet başkaları tarafından

sustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, onun

tam anlaşılamayabilir veya tuhaf karşılanabilir.

ailesine ve ashabına olsun. Size, düşünecek kimsenin düşüneceği kadar

EYLÜL 2017

ömür vermedik mi? (Fatır, 37) Her şey ehli nazarında kıymetlidir. Belki ehli-

16

Bir tüccarın sermayesine değer verip onu muhafaza etmesi, artırmaya çalışması, bir meslek erbabının mesleğini icra ederken müşterisini memnun edip işini iyi yapması, öğretmenin öğrencisine iyi öğretmek için çok çalışması ve


değişik yöntemler kullanarak öğretmesi, öğ-

tam olarak kavrayamamıştı. Sıcak bir günde

rencinin verilen ödevi iyi çalışması…

Basra sokaklarında yürürken bir satıcının: ‘Tek

Ancak bir gerçek var ki insan sahip olduğu her şeyde zamana ve onu iyi kullanmaya muhtaçtır. Hayata hangi alanda tutunursa tutunsun mutlaka zaman kavramı ile karşı karşıya gelecektir çünkü hayat zamandan ibarettir. Onu ancak iyi kullananlar hem kendi hayatlarına hem de muhatap oldukları kişilerin hayatlarına tesir edebilirler. Kur’an’ı Kerim de herhangi bir şeye ol demesiyle bu şeyin olacağına dikkatlerimizi çeken Allah Teâlâ, göklerin ve yerin yaratılışını

sermayesi eriyip giden bir daha eski haline dönmeyecek buz olan bu adama yardım edin’ dediğini duydu ve işte o zaman Allah’ın ne için zamana yemin ettiğini anladı. İlim talebesi kardeşlerimizin misali tıpkı bu buz satıcısının misali gibidir. Sermayesi erir ancak onu bir daha asla eski yerine koyamaz. İşte ilim talebesi ile diğer meslek erbabı arasındaki fark buradan doğmaktadır. Merhum Şehid Hasan el-Benna: ‘Vaktin hak-

belli bir zamana yayarak za-

kını idrak eden kimse hayatın

manı tedrici kullanmamıza ve

anlamını da idrak etmiştir.

meselelerde aşamalı gitmemi-

Çünkü vakit hayat demektir’

ze önem vermemizi istemiştir.

sözüyle vaktin önemine dik-

Çünkü zamanı bizler için var

kat çekmiş, kısa hayatında

eden, onda istediğimiz gibi

yaptıklarıyla da vaktin nasıl

değil en doğru işi, en doğru

kullanılacağını

zamanda yapmamız için var

Vaktin ilim yolunda iyi kul-

etmiştir.

lanılması ancak ilim ehlinin

Bu da gösteriyor ki zamanı kullanma imtihanın ayrı bir alanına girmektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “İnsanların çoğu şu iki nimet hususunda

göstermiştir.

onu nasıl kullandığını bilmekle elde edilir. O halde İlim ehlinin hayatından bir demet sunalım ki onların yolunu tutma konusunda azmimiz güçlensin;

aldanmıştır. Bunlar sıhhat ve

Abdullah İbni Mesud radı-

boş vakittir.”

İnsanların ço-

yallahu anh şöyle demiştir:

ğunun kullanmakla mükellef

‘Üzerine güneşin battığı, öm-

olduğu ve iyi kullanmadıkla-

rümün eksildiği, ancak ameli-

(1)

rı takdirde ziyana uğrayacağı, aldanmışlardan

min artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık

olacağı zaman acaba tek sermayesi zaman olan

kadar başka bir şeye pişmanlık duymadım. (2)

ilim talebesi için nasıl görülmelidir?

İmam Ebu Yusuf hayatının son döneminde nefesini verip dünyasını değiştirirken bile, kendi-

zi çekmek için asra yani zamana yemin etmiş-

sini ziyarete gelen misafiriyle fıkhi bir meseleyi

tir. Çünkü Allah Teâlâ’nın yemin ettiği şeyler

bir kimsenin istifade etmesi veya bir öğrenci-

değerli ve dikkat edilmesi gereken şeylerdir.

nin öğrenmesi gayesiyle müzakere etmişti. Ha-

Hasan el Basri rahimehullah Allah Teâlâ’nın

yatının son zaman dilimini dahi ilmi müzakere

zamana yemin etmesini düşünmüş ancak bunu

yapmadan, bildiğini aktarmadan ve karşısında-

17

ZİLKA'DE 1438

Allah Teâlâ zamanın ehemmiyetine dikkatimi-


lah’ın rahmeti üzerine olsun.

Kur’an’ı Kerim de herhangi bir şeye ol demesiyle bu şeyin olacağına dikkatlerimizi çeken Allah Teâlâ, göklerin ve yerin yaratılışını belli bir zamana yayarak zamanı tedrici kullanmamıza ve meselelerde aşamalı gitmemize önem vermemizi istemiştir.

Muhammed ibn Hasan eş-Şeybani imam, fakih, müctehid, muhaddis olan İmam Ebu Hanife’nin öğrencisiydi. Geceleri uyumazdı. Yanına kitapları alır, birinden usanınca ötekine bakardı. Uykusunu su içerek giderir ve şöyle derdi: “Uyku, hararetten kaynaklanır.” (3) Ubeyd İbn Yaiş, Buhari ve Müslim’in hocası olan büyük bir muhaddis idi. Ammar ibn Reca, Ubeyd İbn Yaiş’i şöyle derken işitmiş: “30 yıl geceleri kendi ellerimle bir şey yemedim. Ben hadis yazarken kız kardeşim ağzına lokma koyuyordu.” (4) Hatip el Bağdadi diyor ki: “İbni Cerir et-Taberi

kinden İstifade etmeden geçirmemişti.

Cafer el-Fergani, Tarihu ibn Cerir’e eklediği ve

“Ebu Yusuf hastalandığında ziyaretine gittim.

‘Sile’ diye bilinen eserinde şöyle der: ‘İbn Ce-

Yanına girdiğimde onu baygın bir halde bul-

rir’in talebelerinden bir grup buluğdan vefatına

dum ve ayılıp kendisine gelince bana: ‘İbrahim

kadar yaşadığı günleri hesap ettiler. Ömrünün

şu mesele hakkında ne dersin dedi?’ Ben ise:

tamamı 86 yıl idi. Daha sonra eserinin sayfala-

‘Bu durumda bunu mu müzakere edeceğiz?

rını buluğdan sonraki ömre taksim ettiler. Her

deyince şöyle dedi: ‘Bir beis yok bu meseleyi

güne 28 sayfa düşmekteydi. Bu Halikın yardı-

tetkik edelim ki belki bilmeyen bir kimse öğ-

mı olmaksızın bir insanın yapabileceği bir şey

renip kurtulur.’ Daha sonra şunu söyledi: ‘İb-

değildir.’ (5)

faziletlidir? Yürüyerek mi yoksa binekli olarak mı’? Ben ‘Binekli olanı’ dedim. ‘Hata ettin’ dedi. ‘Yürüyerek’ dedim. Yine ‘hata ettin’ dedi. ‘Allah sizden razı olsun o halde siz söyleyin’ dedim. O da şöyle açıkladı: ‘Dua için durulan cemrelerde faziletli olan, yürüyerek taşları atmaktır. Dua için durulmayan

cemrelerde

ise faziletli olan, binekli olarak atmaktır.’ Sonra yanından kalktım, evinin kapısına varmıştım ki ağlaşmaları duydum ve an-

EYLÜL 2017

cisi Ebu Muhammed Abdullah İbni Ahmed ibn

Öğrencisi Kadı İbrahim ibn Cerrah anlatıyor:

rahim hac menasıkinde hangi taş atma daha

ladım ki vefat etmişti. Al-

18

40 yıl boyunca her gün 80 sayfa yazdı. Öğren-

Abdulğafir el-Farisi Siyak’u Neysabur kitabında şöyle der: “İmamul-Haremeyn’i bir konuşmasında şöyle derken işittim”: ‘Ben adet olarak (herkesin yaptığı gibi) uyuyup yemek yemem. Gece veya gündüz, uykum ne zaman gelirse yatarım, ne zaman acı kırsam da yerim. Onun


eğlenmesi, keyiflenmesi ve gezintiye çıkması da hep ilmi müzakereler ve hangi çeşit olursa olsun faydalı bir şey öğrenmekle geçerdi.’” Kadı Şemseddin el-Hui, Fahreddin er-Razi’nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Vallahi yemek yerken ilimle meşgul olmadığım için çok üzülüyorum. Çünkü zaman ve vakit çok kıymetli bir şeydir.” (6) Ebu’l-Hasen el-Attar, İmam Nevevi hakkında şöyle der: "Allah kendisine rahmet etsin, hocamız ne gece ne gündüz vaktini hiç zayi etmediğini, sürekli ilimle meşgul olduğunu, yolda dahi öğrendiklerini tekrar edip mütalaa ettiğini söylemişti. O, bu hal üzere altı yıl devam etti. Daha sonra eser yazmaya, bildiğini aktarmaya, vaaza ve bildiklerini insanlara sunmaya başladı. Sadece yatsı namazından sonra günde bir

için yazdıkları faydalı eserleriyle ümmetin

öğün yerdi ve yalnız bir kere sahur vaktinde

önünü aydınlatmaları sana yeter. Allah Teâlâ

su içerdi. Meyve ve salatalık yemezdi. Buna se-

hepsinden razı olsun. İlim talebelerine de onla-

bep olarak şöyle derdi: 'Vücudumun suyunu

rın aydınlattığı yoldan yürümeyi nasip ve mü-

arttırıp uykumun gelmesinden korkuyorum.'

yesser etsin. Âmin.

Hocamız hiç evlenmedi. Sürekli ilimle, eser yazmakla, ilmi yaymakla, ibadet, virt, oruç ve

-------------------------

zikir ile meşgul oldu. Gerek yiyecek ve gerekse giyim hususunda ihtiyaç kadarıyla yetinerek

1. (Buhari hn.6412, Tirmizi hn.2456)

hayatın sıkıntılarına sabretti." (Tezkiratul-Huf-

2. (Beyhâki, Kitabu’z Zühd s.52)

faz c.4 s.1476)

3. (Miftahu’s-Saade ve Misbahu’z-Ziyade C.1 s.23)

Bu anlatılanlar onların yaptıklarının çok az bir

4. (el-Cami’li Ahlakir-Ravi ve Adabis-Sami c.2 s.178)

kısmını içermektedir. Zamanı değerlendirme

5. (Tarihu bağdat c.2 s. 162 -169)

ve ilme hizmet etmedeki gayretlerini görmek

6. (Uyunul-Enbiya fit- Tabakatil-Etibba c.2 s.34)

Merhum Şehid Hasan el-Benna: ‘Vaktin hakkını idrak eden kimse hayatın anlamını da idrak etmiştir. Çünkü vakit hayat demektir’ sözüyle vaktin önemine dikkat çekmiş, kısa hayatında yaptıklarıyla da vaktin nasıl kullanılacağını göstermiştir. ZİLKA'DE 1438

19


| Kapak Dosya

| Ahmed İnal

KÜRESEL BİR VAKIA OLARAK; TÜKETİM ÇILGINLIĞI VE TASARRUF

EYLÜL 2017

N

20

umunelerinden her gün küçüklü büyüklü yüzlercesine şahit olduğumuz tüketim

rinin sınırsız arzular karşısında nasıl da hoy-

meselesi, artık dünyanın ortak bir sorunu ha-

zaman dilimi oldu. Güneşin üzerine doğduğu

line gelmiş durumda. Özellikle son asır Allah

yeni hiçbir gün olmadı ki suni ihtiyaçlar peyda

azze ve celle’nin o geniş arzının nasıl da dara-

etmesin. Her geçen gün bir öncesini, her yeni

cık hale getirildiğinin ve gidilecek başka hiç bir

nesil de bir geridekini aratır oldu. İnsanın sınır

yer yokmuşçasına insanların AVM’lerde istifle-

tanımaz nefsi dağları yedi de doymadı. Doyma-

nir gibi nasıl da kümelendiğinin en bariz mü-

yan nefisler çoğaldı, başkalarının malına tamah

ratça kullanıldığının en acı şekilde hissedildiği

şahede edildiği asır oldu. Yine bu asır, Allah’a

eder oldu ve kanlı savaşlar patlak verdi.

kulluk yarışında kullanalım diye istifademize

Bu durum elbette yeni değildi. İnsanoğlu ilk

sunulan dünyanın geniş ama sınırlı nimetle-

defa çılgınca, hesapsız kitapsızca tüketiyor de-


ğildi. Allah’ın ihsan ettiği engin nimetleri destursuzca heba edip yıkılan giden nice devletlere tarih şahitti. Ancak yeni olan durum, bu hastalığın İslam ümmeti de dâhil tüm dünyada salgın bir hastalık halini almasıydı. Tüketim meselesinin küresel ölçekte bir problem haline dönüşmesinin arkasında esasında materyalist olan batının kapitalist ekonomi anlayışı vardı. Kapitalist düzenin para babaları sömürge çarklarını devam ettirebilmek için hep daha fazla üretmeli ve satmalıydılar. İnsanlar onların fasit zihinlerinin ürettiği ürünlere daha çok bağlanmalı daha çok rağbet göstermeliydi. Bunun için reklamcılık ve medya sektörlerinde yeni açılımlar yapılmalı ve suni ihtiyaçlar insanlar nezdinde asli gereksinimlermiş gibi algılanmalıydı. İşte tüm düzen bunun üzerine kuruldu ve günümüz insanı yedikçe doymayan, her şeyi tüketen bir vampir haline getirildi. Filmlerde olduğu gibi vampire dönüşen bu varlık sahibini yer mi bilinmez; ama artık devletler ürettikleri bu canavarları kendilerine dokunan yönüyle durdurmaya çalışıyor. Bugün dünya üzerindeki birçok ülkenin plan ve projelerinde enerji, gıda, su vs. alanlarda tasarrufa gitme durumu herkesçe malumdur. Tüketim çılgınlığı ilk etapta ekonomik bir mesele olarak algılanabilir. Ancak durumun bu vaziyete ulaşmasını sadece mali olarak izah etmek yetersiz olacaktır. Meselenin iktisadi alanda tebarüz etmesi işin görünen ve en doğrudan alakalı olduğu yönüdür. Arka planında ise sosyolojik, psikolojik ve dini etkenler vardır.

de niye yok" mantığı kişiyi ihtiyacı olmadığı halde sürekli yeni bir şeyler almaya sevk ederek bir tüketim çılgını haline getirecektir. Günümüzde insanların sürekli telefon değiştirmeleri, arabalarının modelini yükseltmek için kendilerini yırtarcasına çalışmaları, en şık görünme uğruna maaşlarının büyük bir kısmını kıyafete tahsis etmeleri vs. durumlar sosyolojik bağlamlı bu yarışın izleridir. Tüketim hastalığının psikolojik tabanının olması ise büyük oranda suni bir hamleyle olmuştur. Ramazan ayında aç olan insanların bu duygunun etkisiyle aşırı şekilde gıda alışverişi yapması gibi tabii durumları saymaz isek ilk etapta bu ikisi arasında bir bağ kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Meselenin böyle bir arka plan kazanmasının arkasında yine kapitalist düzenin para babalarının etkisi vardır. Film ve diziler yoluyla kadınlara, psikolojik yönden bunaldıkları zamanlarda bir çıkış yolu olarak alışveriş yapmanın zerk edilmesinden sonra bu durum kadınların iç dünyasında yer etmiş ve çarşı-pazarda kendini göstermiştir. Artık bugün birçok kadın aile içi kavgaların

21

ZİLKA'DE 1438

İnsan, yaşadığı çevrenin ürünüdür. Bulunduğu ortamdan mutlaka izler taşır. Bununla birlikte insan, yaşadığı topluma ayak uydurmaya ve kendisini tecrit ettirecek davranışlardan kaçınmaya da gayretlidir. İşte bu gayret ve temayül insanı tüketim konusunda yanlış yöne sürüklemektedir. Çünkü kişi belirli bir süre sonra kendisini etrafındaki insanlarla kıyaslayacak ve alım gücünü artırarak onlarla yarışmaya çalışacaktır. Akabinde ise "Onlarda var da ben

Güneşin üzerine doğduğu yeni hiçbir gün olmadı ki suni ihtiyaçlar peyda etmesin. Her geçen gün bir öncesini, her yeni nesil de bir geridekini aratır oldu. İnsanın sınır tanımaz nefsi dağları yedi de doymadı. Doymayan nefisler çoğaldı, başkalarının malına tamah eder oldu ve kanlı savaşlar patlak verdi.


ve zorlu durumların yükünü serin, rahatlatıcı, aydınlık AVM’lerde kredi kartlarıyla yaptıkları alışveriş ile atmanın kolaylığına(!) alışmış durumda. Meselenin en temel boyutu ise dini açıdandır. Çünkü bu konuda kişiye asıl yön veren muharrik güç, kalbindeki iman ve takva duygusunun varlığı ya da yokluğudur. Kişinin kalbinde Allah’a olan sevgi ve haşyet yok ise tüketimdeki sınırı parasının sınırı kadardır. Ne kadar çok parası var ise o kadar uzaklara açılabilir. Hatta kendisine sınır çizdirtmeyecek kadar zengin olup dilediği her şeyi hesapsız kitapsızca alabilir. Bir tabloya milyonlar verip sigarasını dolarla da yakabilir. Ancak bu kalbin sahibi Allah’a karşı sevgi besliyor ise milyon dolarlara sahip olsa da sınırlarını servetine göre değil sevgisine göre çizecektir. Malını, mülkünü harcayacağında cebine değil kalbine bakacaktır. Sosyal ve psikolojik baskıların altında ezilip kalanlardan değil zincirlerini kıranlardan olacaktır. Hayatımızın tamamının tanzimine talip olan dinimiz İslam, tüketim konusunda da insanları huzura kavuşturacak ilkeler va’z etmiştir. İnsanın fıtratına en uygun olan ve o fıtratı koruyan İslam bu konudaki ahkâmını israf, cimrilik ve ikisi arasındaki vasat yol şeklinde temellendirmiştir. “(Rahman’ın kulları) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onlar harcamalarında ikisi arsında bir yol tutarlar.” (1)

EYLÜL 2017

“Elini boynuna bağlayıp cimri olma. Büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın.” (2) İsraf; herhangi bir konuda aşırı gitmek, doğru ve gerçek olandan sapma, meşrû sınırların ötesine geçme; imkânları ve sahip olunan değerleri gerekli görülen yerler dışında veya gereğinden fazla harcama anlamına gelmektedir. (3) Tanımdan da anlaşılacağı üzere israf kelimesi sadece nesneyi kapsamayıp itikadi alana dahi

22

taalluk eden muhtevasıyla (4) geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu bakımdan mümin şahsiyetten talep edilen husus, Allah tarafından kendisine verilen tüm nimetleri gerekli yerlere gerekli miktarlarda tahsis etmesidir. Bu nimet mal, mülk olabileceği gibi sağlık, boş vakit, gençlik, iman, kardeşlik vs. birçok farklı şey olabilir. Cimrilik ise; dinin, dine muhalif olmayan adetlerin gerekli kıldığı yerlere gerekli gördüğü oranda harcama ölçüsünün altına düşmek manasındadır. İslam kişileri israftan sakındırdığı kadar cimrilik gibi bayağı duygudan da sakındırmıştır. Tasarruf ise; idareli kullanma, sarf etme, tutumlu olma; harcamada israftan ve cimrilikten sakınıp orta yolu seçme, idare etme ve hükmetme gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’ın kullandığı bir kavram olmadığını hatırlatmakla birlikte; verilen anlam bakımından Kur’an’ın

Kişinin kalbinde Allah’a olan sevgi ve haşyet yok ise tüketimdeki sınırı parasının sınırı kadardır. Ne kadar çok parası var ise o kadar uzaklara açılabilir. Hatta kendisine sınır çizdirtmeyecek kadar zengin olup dilediği her şeyi hesapsız kitapsızca alabilir. Bir tabloya milyonlar verip sigarasını dolarla da yakabilir. Ancak bu kalbin sahibi Allah’a karşı sevgi besliyor ise milyon dolarlara sahip olsa da sınırlarını servetine göre değil sevgisine göre çizecektir.


tarif ettiği ‘harcamadaki vasat yol’ tabirine karşılık gelmektedir.

Derken Ebu Eyyüb geldi bir hurma salkımı

Tasarruf, İslam’ın israf ve cimrilik gibi aşırı uçlara alternatif olarak sunduğu yolun adıdır. İslam, müntesiplerinin itikat, ahlak ve muamelat alanlarında dengeli birer şahsiyet olmalarını talep ettiği kadar tüketim konusunda da aynı dengeye sahip olmalarını bekler. Müslüman bir kimsenin güzel bir itikat ve ahlaka sahip olmakla birlikte pervasızca tüketen bir varlık vasfını taşıması asla kabul edilemez. Çünkü Müslüman yani Allah'a teslim olan kişi kalbini, aklını teslim ettiği kadar malını, mülkünü de teslim etmiş, Allah'ın hükümranlığını kabul etmiştir. Hal böyleyken Müslüman bir kimsede görülen tüketim çılgınlığı içinde büyük bir çelişkiyi barındırmaktadır.

kestin meyvesinden toplasaydın ya!” buyurdu.

Mali yönden refahın arttığı şu günlerde Müslümanların bu çelişkiden acil bir şekilde kurtulmaları iktiza etmektedir. Rasûlullah’ın ve Ashab-ı Kiram’ın mal, mülk konusundaki tutumları bellidir. Öncülerimiz olan bu insanlar dünyayı bir uğrak yeri olarak görmüşler ve dünya nimetlerinden sadece lüzumu kadar istifade etmişlerdir. Bu nadide insanların hayat hikâyelerini satırlarda okuyan her Müslüman’ın aynı duyguyu sadırlara da intikal ettirmesi gerekir. Türlü türlü belaların İslam ümmeti üzerine akın ettiği bu dönemde Müslümanların gireceği yarış ev, araba, telefon, ihale alma yarışı değil bu dine hizmet etme, hayırda öncülük etme yarışı olmalıdır. Unutulmamalıdır ki; mülkün asıl sahibi olan Allah(cc) dünyada vermiş olduğu bu nimetlerin hepsinin hesabını soracaktır. İçtiğimiz soğuk sudan tutun yediğimiz basit bir yiyeceğe kadar her şey...

kesti, Hz. Peygamber: “Bunu bizim için niye “Ey Allah’ın Rasûlü hem kuru hurmasından, hem tam olgunlaşmayanından hem olgun tazesinden yemenizi arzu ettim.” dedi. Sonra bir oğlak kesti, yarısını kebap etti, yarısını pişirdi, Peygamber’in huzuruna getirip koyduğu zaman oğlaktan biraz aldı, onu bir yufkaya koydu da: “Ey Eba Eyyüb! Bunu Fatıma’ya yetiştir, zira günlerden beri o böylesini tatmadı.” buyurdu. Ebu Eyyüb de onu Fatıma’ya yetiştirdi. Ne zaman ki yediler ve doydular, Nebi (sav): “Ekmek, et, hurma, henüz olgunlaşmamış hurma, olgun taze hurma” buyurdu ve mübarek gözleri yaşardı, “nefsim kudret elinde olan yüce Allah’a yemin ederim ki işte bu sorulacağınız nimetlerdir, Allah Teâlâ “Sonra o gün nimetlerden muhakkak sorulacaksınız.” buyurdu, bu işte o kıyamet günü sorgulanacağınız nimetlerdir” dedi. Bu, ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Böylesine rastlayıp da el sürdüğünüz zaman “Allah’ın adıyla” deyin; doyduğunuz zaman da: “Hamdolsun Allah’a ki bizi doyurdu, nimetler verdi ve lütfuyla ihsan buyurdu.” deyiniz, çünkü bu ona yeterlidir.”

-------------------------

1. Furkan Sûresi, 67. Ayet.

“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (5)

2. İsra Sûresi, 29. Ayet.

Nebi (sav) ve iki arkadaşı Ebu Eyyüb el-Ensari hazretlerinin evine gittiler, hanım: “Merhaba Allah’ın Nebisi (sav) ve yanındakiler!” dedi.

4. Bkz: Taha Sûresi, 127. Ayet;Mü’min Sûresi 28. ve 34.

3. Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Mısır 1374, VII, 272. Yazır, V, 3613.

Ayet; Yunus Sûresi 83. Ayet.

23

ZİLKA'DE 1438

5. Tekasür Sûresi, 8. Ayet


| Kapak Dosya

| Ümit Şit

Reklam Silahından Çıkan İsraf Mermileri

EYLÜL 2017

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… İnsanların gerçek manada yaşaması için tüketmeleri bilinen bir gerçektir. Yeme, içme, giyinme ve barınma gibi biyolojik tüketimin merkezinde ihtiyacın karşılanması amacı güdülmektedir. Yani ihtiyacı giderme adına yapılan tüketim insanın yaratılışında olan normal bir durumdur. Normal olmayan durum ise tüketimin sınırlandırılmaması durumudur. İnsanlık tarihi, ittifakla tüketimin sınırlandırılmasında hem fikirdir. Çünkü bilinir ki; bir toplumda sınırı olmayan tüketim o toplumu yozlaştırarak karışıklığa sürükler. Bunun yanında; tüketime odaklanan beyinlerin donuklaşması, ahlaki değerlerin çökmesi, prensiplerin ve kaidelerin çiğnenmesi, beklentilerin karşılanmaması halinde ortaya çıkan ruhsal bunalımlar, tamahkârlığın zirveye ulaşması, kalplerin kararması ve sonuç olarak bireylerin kalabalıklar

24

içinde yalnızlaşmasıyla toplumsal buhranın yaşanması durumu. Bu yüzden tüketimde sınırlandırma son derece önemlidir. İslam toplumlarında israf kavramı bu sınırlandırmayı üstlenirken, gayri İslami toplumlarda tüketme ve tüketici kelimeleri toplum içinde olumsuzluk manasında kullanılarak sınırlandırılmaya gidilmiştir. Bu durum kapitalizm ideolojisinin dünyaya hâkim olma durumuna kadar böyle devam etmiştir. 19.yüzyılda özellikle ABD'de tüketimin içeriği haz, eğlence ve özgürlükle doldurularak tüketim kavramı üzerinden ciddi bir tahrife gidilmiştir. Kapitalizmin var olabilmesi için tüketimin var olabilmesi gerekmekte ve paralar farklı kişiler üzerinden, aynı ceplere akmaya devam etmesi gerekmektedir. Bunun için ise tüketim kelimesinin manasının değişmesi gerekmektedir. İhtiyacı gidermek manasından özgürleşmeye, anı yaşamaya ve alabildiğince hazzın doruklarına ulaşmak ka-


pitalizm toplumunda tüketim kavramının yeni karşılığıdır. Tüketim ve tüketici kelimelerinin manalarının tahrif edilerek değişmesinin insanlığa olan olumsuz etkilerinden çok, tüketimin sınırlanmamasıyla israfın oluşmasını ve bu israfı rıza yoluyla dayatarak tetikleyen reklam endüstrisini temel alarak konumuzu sürdüreceğiz inşallah.

Kapitalizmin var olabilmesi için tüketimin var olabilmesi gerekmekte ve paralar farklı kişiler üzerinden, aynı ceplere akmaya devam etmesi gerekmektedir. Bunun için ise tüketim kelimesinin manasının değişmesi gerekmektedir. İhtiyacı gidermek manasından özgürleşmeye, anı yaşamaya ve alabildiğince hazzın doruklarına ulaşmak kapitalizm toplumunda tüketim kavramının yeni karşılığıdır.

de manevi tüketimler böyle şekillenmektedir. Günümüz dünyasını ne yazık ki İslami bir yönetim hâkim olmadığından her alanda olduğu gibi tüketim alanında da insanlığın yararına olanı denetleyecek bir merci bulunmamaktadır. Günümüz yönetimlerinin hepsi kapitalizm yaşam tarzını benimseyerek toplumlara şuursuzca harcamayı, harcadıkça özgür olunacağı fikrini pompalamaktadır. Bu tür toplumların var olma sebebi insanların şuursuzca tüketimde bulunmaları olup bu durum devlet eliyle teşvik edilmektedir. Çünkü kapitalist bir dünyada devlet olmanın gereği ekonomik yönden gelişmişlik esasına dayanmaktadır. Bu esası

25

ZİLKA'DE 1438

19.yüzyıl öncesinde ve tarihin derinliklerine uzanan yıllarda insanlık tüketimlerini ihtiyaçlarını gidermek amacıyla sürdürdüklerini söylemiştik. Dünya da İslami yönetimlerin var olduğu dönemlerde insanlık tam manasıyla vahiyle bir aydınlanma çağında yaşamlarını sürdürmekteydiler. Vahiyden gelen gerçek ve doğru bilgi hem dünyadaki hem de ahirete uzanan yollarını aydınlatan bir nur, bir kandil görevi görmekteydi. İnsanlık ne önce ne de sonra eşine rastlamayan bir toplum ilişkilerine şahitlik etmiştir. Sosyal adalet vahyin aydınlattığı medeniyette tam karşılığını bulmuş, insanlar ilim aracılığıyla bilimde ilerlemiş ve ortaçağ Avrupa’sının bile karanlığından kurtulması adına ilham ve temel oluşturmuştur. Bu yüzden insanlar İslam toplumunda ihtiyaçlarının öncelik sırasını Allah Subhana ve Teâlâ’nın razı olacağı şekilde sıralamaktadırlar. Bir İslam toplumunda biyolojik ihtiyaçlar israf dışına çıkılmadan giderilirken, ilime olan ihtiyaç ise sınırlandırılmamıştır. Bu yüzden Müslümanların hayatlarında ilim ve ilmin hayat içerisinde pratiğe dönüşmesi durumu Müslüman bir toplumda en önde gelmektedir. İlim öğrenme ve öğretme hayata hâkim olduğundan daha fazla tüketmeye zamanları bile olmamıştır. İslam toplumundaki fertlerin en büyük hazzı Allah için yapılan fedakârlıklardır. En büyük özgürlük Allaha takvaca en yakın olmaktır. En güzel eğlenceleri ise aile halkıyla huzurlu zamanların paylaşılmasıdır. Ancak İslam hilafetinin ilga edilmesi ve Müslümanların algıları ile oynanması hasebiyle hem dünyadaki var olma amacından sapıldı hem de tüketim kavramı tahrif edilerek yeniden tanımlandı. Üreten bir toplumdan tüketen bir topluma gidildi. Tüketen bir toplumun ise tüketim oranları değişerek sınırlar

kaldırıldı. Sınırları kalkan insanlar kendilerini özgür zannederken, aslında olan ise heva ve heveslerinin bitmek tükenmek bilmeyen istekleri karşısında köleleşmeleri ile sonuçlanmasıdır. Var olma amacı ile tüketimin amacı yakın bir ilişki içerisindedir. Ne için, ne uğruna var oluyorsan bu uğurda tüketirsin. Hem manevi hem


EYLÜL 2017

yerine getirmek için ise vatandaşların düzensiz bir şekilde tüketmeleri, harcamaları büyük önem taşımaktadır. Kapitalist düzen tüketim odaklı bir sistem olduğundan insanların ihtiyaçlarını gidermekten ziyade suni ihtiyaçlar öne sürerek daha çok tüketime sebebiyet vermektedir. Bu yüzden kitle iletişim araçlarını zihinlere yöneltilen bir silah olarak kullanmaktadırlar. Kitle iletişim silahlarının mermileri olan reklamlar zihinlere atılan birer tohumdur. Ekilen her tohum insanlara gerçek dünya dışında balon bir dünya oluşturur. Bu balon dünyada insanlar ve hayatları kurgusal olup gerçek dünyadaki olaylar ve vakalardan uzaktır. Bu hayatın içine sürüklenen bireyler de kurgulanarak gerçek kimliklerinden uzak farklı kimliklere yöneltilirler. Reklam endüstrisinin görünürdeki görevi var olan metaı pazarlamaktır. Amaç pazarlamak olduğundan zihinsel her hile ve oyuna başvurulur. İnsanların gerçekten de ihtiyacı olmadıkları halde, zihinlerde bir ihtiyaç algısı oluşturularak rızaya dayalı bir tüketim tutumu oluşturulur. Öncelikle ailedeki anneye yönelik adımlar atılır. Anneyi etkileyen reklamlar yapılır. Etkilenen anne tüm aileyi etkileyerek televizyonun hayatlarına müdahale etmesine izin verirler. Reklam günümüzde televizyon aracılığıyla altın çağını yaşamaktadır. Televizyon görsel yolu çok iyi kullanarak insanlara müthiş bir reklam illüzyonu sergilemektedir. Gerçekten de reklamcılar ve medya çalışanları bu çağda firavunun sihirbazları gibi çalışmaktadırlar. İnsanlara müthiş görsel ve zihinsel sihirler sergilemektedirler. İnsanlar bu sihirlerle her gün biraz daha sihrin etkisine kapılarak hayatlarında önemli değişikliklere gitmektedirler. İşte bu durum ise reklamların arka plandaki görevleridir. İnsanların ihtiyaçlarını belirlemektir. Şöyle bir örnek verebiliriz: bir adam bize gelse ve şunları yiyeceksin, bunları giyeceksin, şunları alacaksın, şununla evleneceksin, evini şöyle düzenleyeceksin, saçını şu şekilde tarayacaksın, ailene böyle davranacaksın, şunlara önem verecek bunlara önem vermeyeceksin deseydi. Ne derdiniz? Sen kimsin de benim hayatıma karışı-

26

yorsun derdiniz değil mi? İşte reklamlar hayatımızın her alanına bu şekilde karışmaktadır. Dünyadaki karanlık güçler her bir bireye bu emirleri dikte etseydi kimse hayatına karışmasına izin vermezdi. Ancak kitle iletişim araçları aracılığıyla; diziler, filmler, modalar ve çeşitli medya programlardaki kişiler ve topluluklar ile hayatlara müdahale etmektedir. Rol model şahıslar ve toplumlar üzerinden reklamlar düzenlenir. Örnek verecek olursak bir dizi filmde bir oyuncu saçını değişik bir şekilde tarayarak, değişik kıyafetler giyerek kendisine olan ilgilere kucak açar. Gözler bu kişi üzerine kitlenir ve sanki o kıyafet ve saç şekli dünyadaki her şeymiş gibi bir algı operasyonuna gidilir. Ekranlarda bu emri algılayan ve hayatında amel etmek için mağazalarda soluk alacak birçok kurbanlar vardır. Bu kurbanlar sadece kazak, gömlek değil, hareketler, tepkiler, tutumlar ve alışkanlıklar da satın alırlar ancak farkında değillerdir. Böylece reklamlar kişilere hayat tarzı pazarlamakta ve kişileri tüketime sevk etmektedirler. Tüketime yönelen kişiler öncelikle inançlarından saparak ya da bütünüyle uzaklaşarak reklam filmlerindeki yaşam tarzını seçerler. İnsanlar evlerini medyada gördüğü eve, tercihlerini ise medyada gördüğü tercihlere benzetmektedirler. Müslüman insanlar, Budist’çe bir hayat süremeyeceği gibi aynı Müslüman insanlar kapitalist ve seküler bir hayatta yaşayamazlar. Çünkü İslam hayatın her alanına hükmeden bir dindir. Bu yüzden namazımıza ve haccımıza karışan Allah Subhana ve Teâlâ neyi, ne kadar tüketeceğimize de karışır. Çünkü O, hak ilahtır. Biz bir şey değilken bizi şerefli bir insan olarak yaratan O’dur. Yaratan, yaratılanın Hayattaki her şeyine hükmeder. Şayet namazımızda Allaha yönelip, tükettiklerimizde kapitalist bir anlayışa sahip olursak, Allah’ın yerde de gökte de tek hükmeden hak ilah olduğuna tam iman etmiş olamayız. Bu tehlikeli durumdan Allah, tüm Müslümanları muhafaza etsin. Allah Teâlâ dünyayı ayaklarımızın altına sererken birçok şeyi helal, birkaç şeyi haram kılmıştır. Tüketimlerimizi şu ayetle sınırlandırmıştır: "Ey Âdemoğulla-


rı! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez." ( A’raf, 31 ) Allah Teâlâ israf edenleri sevmediği gibi başka bir ayette müsrifler hakkında şu şekilde buyurmuştur: Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridirler; şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. ( İsra, 26-27)

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi sellem şöyle buyurmuştur: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.” [Müslim, İman 147; Ebu Davud, Edeb 29, (4091); Tirmizî, Birr 61, (1999).]

27

ZİLKA'DE 1438

Allah Subhana ve Teâlâ, israf edenleri yani tüketimde kendini kontrol edemeyenleri şeytanın kardeşleri olarak adlandırmıştır. Tüketimin sınırlanmaması insanı helal haram ayırmadan tüketmeye sevk eder. Böylelikle şeytanın razı olduğu her şey mubah görülerek yapılır. Bunu çok iyi bilen iblis ve ordusu kapitalist bir sistemi telkin ederek, kölelerine kurdurtmuştur. Bu sistemde nefis kontrolü yoktur. Hatta nefsin her istediği yapılarak nefis yani can tüketimde temel ölçü birimi kabul edilir. Tüketimi sınırlanmayan insan nefsinin kölesi olur. Günümüzdeki insanlar tüketimi bir hayat tarzı edinmiştir. Ve bu hayat tarzının mabetleri olan alışveriş merkezlerinde onların tabiriyle Nirvana’ya yani ruhun huzur bulduğu en uç noktaya ulaşmaktadırlar. Alışveriş yapmak eylemi günümüzde alışverişe gitmek eylemine dönüşmüştür. Alışveriş yapmak eylemi ihtiyacın alınıp çıkılması ile sonlanırken, alışverişe gitmek eylemi geniş bir anlamı ifade eder. Evet, günümüz Alışveriş merkezlerinin amaçları alış veriş yaptırmak değil, alışverişe gitmek eylemini en üst dorukta tatmin etmeyi sağlamaktır. İnsanlar AVM mabetlerinde alışveriş yapmak için değil, manevi bir rahatlamaya, ruhsal bir boşalma adına olabildiğince tüketmek için giderler. Müslümanlar nasıl ki namazda manevi

bir yükselişe ve ruhsal bir rahatlamaya erişiyorsa, kapitalist yaşam tarzını benimseyenler ise bu mabetlerde rahatlamaktadırlar. Tüketmek için yaşayanlar daha çok tüketme adına daha çok çalışmaktadırlar. Bir yetime bir hırkayı çok gören zihniyetler giysi dolaplarındaki onlarca hırkayı ruhsal bir rahatlama adına satın almışlardır. İsrafın yaşamları kuşatmasının en önemli sebebi tabi ki reklamların tüketimi tetikleyen ikna yoluyla ihtiyaç algısı oluşturmasıdır. Siz hala annenizin yağını mı kullanıyorsunuz diyerek tereyağından margarine geçişi sağlayan reklamlar nasıl bir başarı sağladıysa aynı oranda birçok gereksiz ve ileri zamanda zararını göreceğimiz birçok şeyi hayatımıza sokarak başarılarını sürdürmektedirler. Amaç; tüketimi hızlandırmak, tüketen bir toplum ortaya çıkarmak, sadece tüketen ve tükettiklerinden başka bir şeye ilgilenmeyen bir toplum inşa etmektir. Amaç; midesine köle olan ve doymak bilmeyen nefisleri ortaya çıkarmak, indirimli reyonları bombalar altında ölen çocuklardan daha çok önemseyen bir nesil yetiştirmektir. Amaç; gözleri marka budalalığı perdesi ile kapanan gençler yetiştirmek, aç yatan ümmetin çocuklarını Afrika’ya evlatlık veren anne ve babalar yetiştirmektir. Amaç; harcamak, harcamak, daha çok harcayarak nefsi büyütmek, nefsinin peşinden koşan müsrifler üretmektir. Amaç; İsraf ederek yaşayan insanların kendinden statü olarak daha aşağıda olan kesimleri hakir gören kibir ehlini çoğaltmak, kibir ehlinin çoğalmasıyla tüketim yarışmalarını kıyasıya sürdürmektir. Sonuç olarak tek gözü kalmış medya canavarları reklam filmleri çekerek toplumu her şekilde tüketen bir toplum haline getirmeyi amaçlar. Her şekilde tüketen toplum müsrif olur. Müsriflik kibrin kapısını açar. Kibrin kapısı ise cehenneme açılmaktadır.


| Kapak Dosya

| Yusuf Çelebi

TÜRKİYE’DE

YAPILAN İSRAFLAR İ

sraf, her türlü malı, imkânı gereksiz ve ölçüsüz harcamak, saçıp savurmaktır.

Türkiye’de yılda 214 milyar liralık gıda israfı yapılıyor. İsraf sonucunda yaşanan bu ekonomik kayıp ile Türkiye yılda; toplam 2 milyon 739 bin derslikli 171 bin okulu, toplam 3 milyon 379 bin yataklı 11 bin 263 hastaneyi yapacak kadar kaynağı israf ettiği kaydedilmiştir.

EYLÜL 2017

Bu rakamlar Türkiye’de yapılan israfın sadece bir kısmını gösteriyor. Gıda israfının yanında enerjide ve geri dönüşüm ürünlerinde de israf ileri boyutlara ulaşmış durumdadır. Elektrik ve kâğıt israfı bunlara örnek verilebilir. Marka, moda ve imaj kavramları insanları mobilya ve giyimde büyük israflara sevk etmiştir. İnsanlar modayı takip etme, imajını koruma adına hem mobilyada hem giyimde hem de teknolojik aletlerde büyük israflar yapmaktadırlar. Alınan mobilyalar bırakın eskimeden

28

belki de doğru düzgün kullanılmadan değiştirilmektedir. Dolaplarda giyilmeyi bekleyen kıyafetleri giymeye sıra gelmeden yeni bir kıyafet daha alınmaktadır. Orta gelirliler her gün farklı bir ayakkabı giyebilirken üst gelirliler giydiği ayakkabıyı bir daha giymemektedir. Marka, moda ve imaj kavramları artık teknolojide de yerini bulmuştur. Yeni aldığı akıllı telefonunu henüz birkaç ay kullanmadan hemen yenisi ile değiştirmekteyiz. Küçük bir özellik eklenerek çıkarılan üst model, bu şekilde israfa neden olmaktadır. Tabi üreticiler bunun farkındadırlar ve bilinçli olarak bu uygulama yapılmaktadır. Peki, bu tüketim kültürü nasıl oluştu? Şu an yaşadığımız ülke dâhil bütün dünyada kapitalizm hâkim durumdadır. Kapitalizmdeki tüketim kültürü insanları bu hale getirmiştir. Yeni bir ürün piyasaya sürülmeden önce reklamı


yapılır. Bu ürün büyük bir ihtiyaçmış gibi vurgulanır ve insanlar da alma gereği duyarlar. Bu bütün sektörler için geçerlidir. Yine modern dünyanın insanları mahkûm ettiği başka bir tüketim kültürü de özel kabul ettikleri bazı günlerde hediye alma kültürüdür. Bu yılbaşında başlar sevgililer günü, kadınlar günü, anneler günü… Babalar günü, öğretmenler günü ve bunun gibi uydurulmuş diğer günler. İnancımıza da aykırı olan, bir insana yılda sadece bir gün önem verip diğer günler önemsememe mantığını aşılayan bu günlerde alınan hediyeler israftan başka bir şey değildir. Evet, bizim inancımız hediye almaya karşı değildir. Bilakis hediyeleşmek sünnettir. Ama kapitalist sistemin bize empoze ettiği şekilde değil. Özel günler adına ürünler pahalı satılmakta ve alınan ürünlerin de çoğu ihtiyaç olmadığı için israf olup gitmektedir. Bütün bu israfların yanında bir de kıymeti ölçülemeyen bir israf vardır ki o da zaman israfıdır. Zaman israfı telafisi olmayan ömrümüzden tükettiğimiz bir israftır. Unutmayın israfı önlemeye başladığımız andan itibaren tasarruf etmeye başlamış oluruz! Türkiye’de birçok alanda israf yapılmaktadır. Biz bunlardan birkaç tanesi ile ilgili istatistikleri ve nasıl tasarruf yapabileceğimizi araştırmaya çalıştık. İlginize:

EKMEK İSRAFI ve TASARRUFU “Türkiye’de Ekmek İsrafı Araştırması” sonuçlarına göre tüm kesimlerin ortak kanaati; temel gıda olan ekmeğin çöpe atılmasının en kötü davranışlardan biri olarak görülmesidir. Araştırmada, ekmeğin amacı dışında kullanılması, yani insan gıdası olarak tüketilmemesi veya çöpe atılması, israf olarak tanımlanmaktadır.

Araştırma sonuçlarına göre 250 gramlık standart ekmek üzerinden Türkiye’de; Ekmek üretimi; günde 22.719 ton, yılda 8,29 milyon ton, günde 90,9 milyon adet, yılda 33,2 milyar adettir. Ekmek tüketimi; günde 21.496 ton, yılda 7,85 milyon ton, günde 86 milyon adet, yılda 31,4 milyar adettir. Ekmek israfı; günde 1.223 ton, yılda 447 bin ton, günde 4,9 milyon adet, yılda 1,79 milyar adettir. İsraf oranı; üretilen ekmeğin % 5,4’u israf edilmektedir. Bir günde israf edilen 4,9 milyon adet ekmeğin; -

3 milyonu fırınlarda (% 62,1),

-

1,4 milyonu evlerde (% 27,7),

-

0,5 milyonu personel ve öğrenci yemekhaneleri ile lokanta ve otellerde (% 10,2) israf edilmektedir.

Araştırma kapsamında görüşülen farklı sektörlerin temsilcileri, ekmek israfının başlıca nedenleri olarak;

Türkiye’de yılda 214 milyar liralık gıda israfı yapılıyor. İsraf sonucunda yaşanan bu ekonomik kayıp ile Türkiye yılda; toplam 2 milyon 739 bin derslikli 171 bin okulu, toplam 3 milyon 379 bin yataklı 11 bin 263 hastaneyi yapacak kadar kaynağı israf ettiği kaydedilmiştir.

29

ZİLKA'DE 1438

Ekmeği çöpe atmanın sadece ekonomik açıdan değil her açıdan israf olduğunu toplumun tüm kesimlerince zaten bilindiği, ancak uygun saklama ve tüketme yöntemleri konusunda bir

bilgilendirme ihtiyacı bulunduğu vurgulanmaktadır.


-

Ekmeğin ihtiyaçtan fazla alınmasını,

-

İhtiyaçtan fazla ekmek alınmamalıdır.

-

Yemekhanelerde tercih edilen rol ekmeğin üstü açık veya ambalajsız olarak sunulmasını,

-

Dilimlenerek tüketilmesi israfı azaltacaktır.

-

Bayatlamış ve kurumuş ekmekler; fırında, ekmek kızartma makinesinde veya kaynamakta olan tencerenin üzerindeki süzgece yerleştirilerek tüketime uygun hale getirilebilir. Bayat ekmekler, galeta unu veya kurutulmuş ekmek içi şeklinde, uygun yemeklerde kullanılabilir.

-

Fırınlarda ihtiyaçtan fazla üretim yapılmasını,

-

Ekmeğin uygun olmayan şartlarda muhafaza edilmesini,

-

-

Bayat ekmeğin değerlendirilme yöntemleri hakkında bilgi sahibi olunmamasını göstermişlerdir.

SU İSRAFI ve TASARRUFU

2013 yılı araştırma sonuçlarına göre; -

Ülke geneli günlük ekmek israf miktarı 4,9 milyon adet (250 gr standart ekmeğe göre) olduğu tespit edilmiştir.

Bu verilerden hareketle 2013 yılında;

EYLÜL 2017

Suyu Bilinçli Kullanmak, Yaşam Kalitemizi Düşürmez!

-

Günlük israf edilen 4,9 milyon adet ekmek ile 4,3 milyon kişinin 1 günlük ihtiyacı,

-

Bir yılda israf edilen 1,79 milyar adet ekmekle ise ülkenin 21 günlük ekmek ihtiyacı karşılanabilmektedir.

-

100 yataklı 63 hastane,

-

16 derslikli 394 okul,

-

300 öğrenci kapasiteli 217 yurt gibi hizmetlerden herhangi biri yapılabilmektedir.

-

Duş süresini 1 dakika azalttığımızda yılda kişi başına 18 ton su,

Ekmek İsrafını Önlemek İçin Evde Neler Yapılmalı?

-

İçme suyu dışındaki suları birkaç kez kullanmaya çalışabiliriz. Sebze ve meyveleri yıkadığımız suyla ya da çamaşır makinelerinden çıkan suyla balkonlarımızı yıkayabiliriz.

-

Musluklarda ve duş başlıklarında su akışını azaltan, ancak su basıncını arttıran yeni sistemleri kullanmalıyız.

-

Meyve ve sebzeleri suyun altında yıkamak yerine, su dolu bir kapta yıkayın. Bu yöntemle 4 kişilik bir aile yılda 18 ton su tasarrufu sağlayabilir.

-

Dört kişilik bir ailenin bulaşığını elde yı-

Ekmek israfı; günde 1.223 ton, yılda 447 bin ton, günde 4,9 milyon adet, yılda 1,79 milyar adettir.

30

Türkiye’de ise tatlı su kaynakları oldukça sınırlıdır ve ihtiyaca ancak cevap vermektedir. Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar m3 olup, bunun %16’sı içme ve kullanmada, %72’si tarımsal sulamada, %12’si de sanayide tüketilmektedir.

Evlerde suyun % 35’i banyoda, % 30’u tuvalette, % 20’i çamaşır ve bulaşık yıkamada, % 10’u yemek pişirme ve içme suyu olarak, % 5’i ise temizlik maksadıyla kullanılmaktadır. Su sağlıktır ve ekonomik bir değerdir. Bu değerleri aşağıdaki pratik tasarruf yöntemlerini uygulayarak koruyabiliriz:


karsanız 84-126 litre su kullanırsınız. Oysa aynı bulaşığı bulaşık makinesi 12 litre su ile yıkar. Bu yılda 40 ton tasarruf sağlar. -

Dişlerinizi fırçalarken, bulaşık yıkarken ya da traş olurken, açık bırakılan musluk, dakikada yaklaşık 15-20 litre suyun (yılda 12 ton) boşa akmasına sebep oluyor. Musluklarınızı gereksiz yere açık bırakmayınız.

-

Bozuk musluklardan ve tuvaletlerden sızan su, evinizdeki toplam su tüketiminizi arttıracaktır. Musluklarımızı, sifonlarımızı, daima bakımlı tutabiliriz. Bozuk olanları hemen onarın, saniyede bir damla akan su, yılda 1 metreküplük yani 1 tonluk bir tüketime tekabül eder.

-

Sifonun bir kez çekilmesi ile 10 lt su harcanır. Yeni teknolojiler sayesinde, standart modellere göre %60 daha az su tüketen klozetler bulunmaktadır.

-

Otomobilimizi ve balkonlarınızı hortumla yıkamak yerine, kova ve sünger kullanarak temizleyebiliriz. Hortumla yıkama, yaklaşık 550 litre su kullanımı demektir.

-

Su basmasını engellemek için, evden uzun müddet ayrılırken ana vanayı kapatmak iyi bir tedbirdir.

-

Kapı önü, balkon, teras gibi yerlerin temizliğinde, hortumla su tutmak yerine, su dolu bir kova ve süpürge kullanabiliriz.

lanmasında fayda olacak istatistikler: Türkiye genelinde kâğıt-karton tüketimi yıllık yaklaşık 6 milyon ton. Kişi başı tüketim ise 70 kg.

-

Geri dönüşüm oranımız % 40 seviyesinde ve hedeflenen ise 5 yıl içinde bunu % 60 seviyesine taşımak.

-

Her yıl kâğıt, karton ve yaşamsal ihtiyaçlarımız için kişi başı ortalama 7 adet ağaç tüketiyoruz. Bu demek oluyor ki her sene doğaya en azından 7 fidan dikebiliriz.

-

1 hektar alan içinde iğne yapraklı ağaçlar yılda 30 ton, geniş yapraklı ağaçlar ise 16 ton oksijen üretebiliyor.

-

Yetişkin bir kayın ağacı 1 günde yaklaşık 1000 kişinin çıkardığı karbondioksiti yok edebiliyor. Aynı zamanda yılda 7 kg toz ve yaklaşık 300 kg zehri süzebiliyor. Buna bağlı olarak da hava kirliliğinin yaklaşık % 50’si ormanlar sayesinde temizlenmiş oluyor.

-

10 m2 alan içinde bulunan 25 metre boyunda 100 yaşında bir kayın ağacı yılda 30.000 lt. su emebiliyor bu da toprak kaymasını engelleyerek verimli toprakları korumuş olur.

-

1 hektar alan içinde yaklaşık 10.000 ağaç bulunabilir, 10.000 ağaç ise günlük 30.000 insanın tükettiği oksijeni üretebilir. Dünyada herkes tükettiği kağıt miktarını yarı yarıya azaltırsa yılda 8 milyon hektar or-

KÂĞIT İSRAFI ve TASARRUFU Milyarlarca insan her yıl milyonlarca ton kâğıt ve karton ürünü tüketiyor. Gerek ofislerde kullanılan fotokopi kâğıtları ve temizlik kâğıtları gerekse evimize ya da iş yerimize gelen faturalar, gazeteler… Aklınıza gelen tüm kâğıt ve karton türevi ürünler için ağaç kullanılıyor ya da geri dönüşümle tekrar kullanılabiliyor. Peki, ağaçtan toplandığı sanılırcasına kullanılan bu kâğıtların aslında ağaçların kendisi olduğunu unutuyor olabilir miyiz? Kâğıt ürünlerini kullanmadan önce hatır-

31

ZİLKA'DE 1438

-


yon kwh’lık bir tasarruf anlamına geliyor.

Evlerde suyun % 35’i banyoda, % 30’u tuvalette, % 20’i çamaşır ve bulaşık yıkamada, % 10’u yemek pişirme ve içme suyu olarak, % 5’i ise temizlik maksadıyla kullanılmaktadır. Su sağlıktır ve ekonomik bir değerdir.

Elektrik ocaklarında, kullanılan tencere çapının ocak çapından büyük olması, % 30 oranında enerji tasarrufu sağlar. Özellikle yemek ısıtmada mikrodalga fırın kullanmak, % 60-65 oranında enerji tasarrufu sağlar. Ocaklarda tabanı düz tencere ve tava kullanılması, pişirme alanı artışı ile enerji tasarrufu sağlar. Fırınlarda pişirme işlemini seramik ve cam tencerelerle yapmak tasarruf sağlar. Tencere ve tavaları uygun kapaklarla iyi kapatarak, % 60 oranında buhar enerjisinden yararlanmak mümkündür

man korunabilmekte ve bu rakamlar düşünüldüğünde yapılacak tasarruf ile ciddi seviyelerde fayda sağlanabiliyor. -

Geri dönüşüme kazandıracağımız 70 kg kağıt ile 1 ağaç kurtarabiliriz. Kurtardığımız 1 ağaç ise günde 3 insanın tükettiği oksijeni üretebilir.

-

1 ton kağıt hamuru için 2 ton ağaç gerektiği bunun için de 20 ağacın kesildiği ve kesilen 20 ağaç ile sadece 200.000 sayfa yani 80 koli A4 fotokopi kağıdı üretilebildiği bilinmelidir.

-

Ortalamaya göre bir ofis çalışanı yılda yaklaşık 80 kg. kağıdı çöpe atıyor. Bu rakamın 1 ağaçtan elde edilen kağıda eşit olduğu düşünülürse geri dönüşümün önemi daha da ön plana çıkıyor.

EYLÜL 2017

ENERJİ İSRAFI VE TASARRUFU Evlerimizde kullandığımız 100 watt’lık (W) normal bir ampulle bir ailenin aylık tüketimi 100 kilovat saate (kWh) ulaşırken, aynı ışık akışını veren kompakt fluoresan ampul kullanıldığında aylık tüketim 20 kwh’ya kadar düşüyor. Türkiye’de tüketilen toplam elektrik enerjisi içinde aydınlatmanın payının yüzde 25 civarında olduğu düşünüldüğünde, bu, Türkiye genelinde ayda 1 milyar 120 mil-

32

Sebze ve patates haşlamada az su kullanıp, düdüklü tencerelerin tercih edilmesi, % 50-70 oranında tasarruf sağlar. Pişirme esnasında tencerenin kontrol amacı ile sık sık açılmaması halinde, enerji kaybı en aza iner. Pişme işlemi bitmeden önce ocağın kapatılarak, son birkaç dakika için enerji kullanmadan pişme sürecini devam ettirmek mümkündür. İlk baştaki güçlü pişirme ateşi sonradan kısılarak azaltılmalıdır. Fırınlar istisnai durumlar dışında önceden ısıtılmamalı, fırın kapağı sık sık açılmamalıdır. Küçük tepsileri büyük fırınlarda pişirmek enerji kaybını arttırır. Fırının pişme süresinden önce kapatılması halinde 5-10 dakikalık tasarruf sağlamak mümkündür. Yumurtalar, tencerede değil, yumurta pişiricilerde haşlanmalıdır. Donmuş gıdalar oda sıcaklığında çözdürülmelidir. Mikrodalga fırının iç yüzeyi temiz tutulmalıdır. Pişirilecek malzemeler hazır tutulmalı, tenceredeki su kaynadığında ocak kısılmalıdır. Çok büyük kaplardaki pişirme işlemi gazlı ocaklarla, az miktar ve küçük kaplardaki pişirme işlemi de elektrikli ocaklarla yapılmalıdır. Elektrikli fırınlarda turbo sistemliler tercih edilmelidir.


Mümkün olabildiğince israfa sebebiyet vermeden, az miktarda yemek pişirmemek gereklidir. Yemek ısıtmak, yeni yemek pişirmekten az enerji harcar.

Televizyon ve radyolar sürekli açık tutulmama-

Aşırı pişirme ve kömürleşmeyi önlemek için, fırınlarda saat (timer) ve termometre kullanılmalıdır.

dir.

Mutfağın gün ışığıyla aydınlanması, %15 oranında tasarruf demektir.

ra dönülecek olsa dahi kapatılmalıdır.

Bulaşık ve çamaşır makineleri tam dolu olarak çalıştırılmalıdır. Yazın aydınlanmada ısı yayma özelliği az olan flüoresan lambalar kullanılmalıdır. Klimaların bakım ve temizliğine dikkat edilmesi, 10 yaşından sonra bu cihazın değiştirilmesi % 40 oranında tasarruf sağlar.

lı, seyredilecek programlar dışında kapatılarak hem zaman hem de enerji israfı engellenmeli-

Terk edilen mahallin lambası, kısa bir süre son-

Aydınlanmada yüksek watt’lı ampüller yerine, tasarruflu ampüller tercih edilmelidir. Ütülenecek giyecekler enerji israfını önlemek için biriktirilerek ütülenmelidir. Az miktar suyun ısıtılması için su ısıtıcılar tercih edilmelidir.

Gece/gündüz kullanılmayan alanlar soğutulmamalıdır. Buzdolabı, ısı yayan aletlerden ve ısı kaynaklarından uzak tutulmalıdır. Buzdolabının duvara uzaklığı 10 cm’den az olmamalıdır. Buzdolabının kapı contası ve izolâsyonunun sağlam olmasını sağlanmalıdır. Buzdolabının arkasındaki tel paneli (radyatör) sık sık temizlenmelidir. Buzdolabının kapısı açık tutulmamalı, içindekilerin düzenli olarak yerleştirilmesiyle kullanımı kolaylaştırılmalı, buzları düzenli olarak eritilmelidir. Buzdolabı soğuk ve havalandırılabilen alanlarda bulundurulmalıdır. Buzdolabının soğutma sıcaklığı için -7°C, derin dondurucu için -18°C tercih edilmelidir. Uzun süreli konuttan ayrılmalarda en düşük soğutma seviyesi tercih edilmelidir. Buzdolabının içine konulan tüm gıda maddeleri kapalı kaplarda bulundurulmalıdır.

-------------------------

Kaynakça: * İsrafı Önleme Vakfı * ekmekisrafetme.com * Aski.gov.tr * Msxlab.org

Banyo ve tuvaletlerin gün ışığı ile aydınlatılması tercih edilmelidir. Merdiven otomatiklerinde sensörlu sistemler kullanılmalıdır.

33

ZİLKA'DE 1438

Elektrikli araçlar stand-by konumunda bırakılmamalıdır.


| Kapak Dosya

| Derya Fıçıcı

İNFAK, İSRAF DEĞİLDİR Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Yarım hurmayla da olsa kendinizi ateşten koruyun.”

A

llah azze ve celle, bizlere öyle bir amel nasib etmiş ki, bu amel diğerlerinden çok farklı. Şöyle izah edeyim; namaz kıldığımızda namazın lezzeti yalnızca bizim kalbimizi, oruç tuttuğumuzda yine yalnız bizim imanımızı etkiliyor, hac, umre gibi bütün bu ibadetlerden bireysel olarak lezzet alıyoruz. Yani bizim namazımızdaki, orucumuzdaki, haccımızdaki huşu, başka kimsenin kalbini, imanını etkilemiyor.

EYLÜL 2017

Ancak infak etmek, Allah için Allah’ın kullarına vermek, hem bizim kalbimizi, imanımızı hem de verdiğimiz kardeşimizin imanını etkiliyor. Darda olana yardım eden, Allah için yardım etmiş olmanın mutluluğunu, Allah’ın rızasını umarak kalbinin derinliklerinde bir serinlik, bir esinti, bir huzur ve yüzünde bir hamd, şükür tebessümüyle hissediyor. Ya Rabbi, bana merhamet verdiğin için Sana hamdolsun. Ya Rabbi, bana verdiğin mal ve rızık için Sana hamd olsun. Ya Rabbi, bana kardeşlik duygusunu hissettirdiğin için, sorumluluk bilincini nasib ettiğin için Sana hamd

34

olsun. Ya Rabbi, bencillikten beni koruduğun için, cimrilikten beni kurtadığın için Sana hamd olsun diyerek kalbi dolup taşıyor. Bu, infak eden kişinin sevinci. Bir de kendisine infak edilen, yardım edilen kişinin kalbine bakalım; Ya Rabbi, bizlere böyle bir iman ve kardeşlik duygusu verdiğin için Sana hamd olsun. Ya Rabbi, bana bir müslümanın eliyle yardım ettiğin için Sana hamd olsun. Ya Rabbi, Sen darda kalmışları yalnız bırakmazsın diye daha binlerce, kelimelere sığmayacak kadar Rabbine hamd, kardeşine vefa dolu bir kalp. Birleşen eller, birleşen gönüller ve bizlik duygusu, ümmet duygusu... Her amelde olduğu gibi infak etme konusunda da yine Ashab-ı Kiram, kalplerimizi etkiliyor. Bin dört yüz yıl önce bir müminin İslam için, müslümanlar için yaptığı infak ve infak anlayışı kalplerimizi derinden etkiliyor. Malının tamamını İslam için infak eden Hz. Ebubekir radıyallahu anh, onunla infak yarışı-


na giren Hz. Ömer radıyallahu anh ve zorluk ordusunu (Ceyşu’l-Usra) donatan Hz. Osman radıyallahu anh...

İnsan onu dünyada rahat etmek için kullanır ancak onun aynı zamanda bir imtihan olduğunu unutmaması gerekir.

Abdurrahman b. Semure anlatıyor: “Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem Tebuk seferine çıkmak için hazırlandığı bir sırada Hz. Osman radıyallahu anh elbisesinin içinde bin dinar getirip onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kucağına boşalttı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onları elleri ile tekrar tekrar karıştırarak “Affan’ın oğlu bugünden sonra amel etmese de bir zarara uğramaz.” buyurdu.” (1)

Dünya malını Allah’ın emrettiği şekilde kullanmak ondan en güzel şekilde istifade etmemizi sağlar. İşte bu istifadelerden biri onu Allah için infak etmektir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Osman radıyallahu anh’ın İslam ordusuna yaptığı bu infak amelini böyle ifade ederken, bugün İslam ümmetinin sıkıntılı günlerinde, savaş, açlık ve çileli günlerinde Allah için infak edenlerin amelleri hangi müjdelerle karşılık bulur bilemiyoruz. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.” (Bakara, 261) Ashabın infak konusundaki yarışı, Allah için vermenin kurtuluş ve arınma vesilesi olduğunu imanlarıyla kavramış olmalarıydı. “O ki, malını verir, temizlenir.” (Leyl, 18) Ancak bunu hakkıyla kavrayanlar, yanlarında dünya malı bırakmak istemezler. Dünya malı onların nazarında, biriktirmek, elde tutmak için değil, yaşlılık günlerini düşünmek için değil, ancak ahireti ve o günün sıkıntısından korunmak için bir vesiledir.

Bir de malın israfı vardır. Gereksiz yere harcama, savurganlık, tutumsuzluk manasındadır. Malı sadece dünya için saklamak da, biriktirmek de, gereksiz yere harcamaktır. Malın değer kazanacağı yere yatırım yapmamak da israfın en büyüğüdür. O mal ki, dünyada az bir değeri vardır ancak ahirette cehennem ateşini söndürür. O mal ki, seni Allah’ın mağfiretine ulaştırır. “Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: “İlahi! İnfak edene karşılığını ver.” Diğeri: “Allah’ım cimrilik edene de telef ver (malını yok et)” diye dua ederler. (3) Ya Rabbi, bizleri, malını cimrilik ederek israf edenlerden eyleme... Ya Rabbi, İslam ümmeti her türlü sıkıntıya uğramış, müslümanların izzetleri zindanlarda çiğneniyor, esaret altında kardeşlerimiz var, cennette ekmek var mı diyen çocuklarımız var. Ya Rabbi, mallarımızı müslümanların esaretten kurtulması için vesile eyle. Ya Rabbi, sofralarımızdan, rızıklarımızdan, açlık sıkıntısı çeken kardeşlerimize ikram etmeyi nasib eyle. Evlerimizi yoksulun ve yetimin korunduğu, muhafaza edildiği yuvalardan eyle. Mallarımızı ve canlarımızı senin yolunda verecek bilinç ve iman nasib eyle... Allahumme amin... Selam ve dua ile...

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Yarım hurmayla da olsa kendinizi ateşten koruyun.” (2)

-------------------------

Her şeyin bir kullanım amacı vardır. Dünya malının da kullanım amacı insana hizmettir.

2. (Buhari, Zekat 90,9 – Müslim, Zekat 66,67)

1. (Müsned 5/63, Tirmizi 3701)

35

ZİLKA'DE 1438

3. (Nevevi, Riyazus Salihin 1/253)


DARLIK VE SIKINTI HİSSEDİYORSAN; KUR’AN’LA – ZİKİRLE İletişimini gözden geçir.


Allah (celle celaluhu) buyuruyor: “Kim Kur’an’ımdan – zikrimden yüz çevirirse ona darlık dolu bir hayat vardır.” (Taha Suresi: 124)


| Olaylar ve Yorumlar

| Nedim Bal

TERÖR/TERÖRİZM ÜZERİNE

Bismillahirrahmanirrahim

EYLÜL 2017

Terör/terörizm kelimesi günümüzde çok kullanılan bir kavram olsa da genel kabul gören uluslararası bir tanımlaması yoktur. Bunun en büyük sebebi egemen güçler ile egemen güçlere karşı mücadele eden unsurların meseleye kendi açılarından bakmasıdır. Batılı devletlere göre terör/terörizm; “organize bir grubun devletin gücünü temsil eden kurumlarına veya siyasal iktidarın temsilcilerine yönelik sistematik şiddet kullanılmasıdır.”

38

Bu tanım bazılarına normal gelebilir. Fakat bu hem sorumlu hem de sinsi bir terör/terörizm tanımıdır. Batının terörizm tanımlamasından şu iki sonuç ortaya çıkıyor. Birincisi; terör bir grubun/topluluğun fiillerdir. Bu tanımlamaya göre; devletlerin baskı, şiddet, yıldırma, işkence, yaralama, öldürme ve toplu katliamlar gibi eylemleri terör/ terörizm değildir. İkincisi; ancak devletin kurum ve temsilcilerine karşı yapılan şiddet eylemler terör/terörizmdir.


Bu tanımlamaya göre ise; dini ve etnik gruplara/topluluklara/cemaatlere karşı yapılan şiddet, yıldırma, işkence, yaralama, adam öldürme ve toplu katliamlar terör/terörizm kapsamında değildir. İşte bu yüzdendir ki korsan İsrail Devletinin Filistinlilere karşı uyguladığı baskı, şiddet, işkence, yaralama ve toplu katliamları terör/ terörizm olarak değerlendirilmezken, Filistinlilerin yaptığı misli meşru müdafaa eylemleri terör/terörizm olarak değerlendirilmektedir. Yine bu yüzden Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Vietnam’da yaptığı şiddet, baskı, yaralama, toplu katliamlar ve tecavüzler terör/terörizm eylemleri olarak değerlendirilmezken, işgal halklarının yaptığı meşru müdafaa eylemleri terör/terörizm olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Rusya’nın Afganistan’da, Çeçenistan’da, Suriye’de yaptığı işgal, katliam ve tecavüzler terör/terörizm eylemi olarak değerlendirilmezken, Afganlıların, Çeçenlerin, Suriyelilerin yaptığı meşru müdafaa eylemleri terör/terörizm olarak değerlendirilmektedir. Yine bu yüzden Fransa’nın Cezayir’de, Mali’de milyonları bulan katliamları, işkence ve tecavüzleri terör/terörizm eylemleri olarak değerlendirilmezken, işgal halklarının yaptığı meşru müdafaa eylemleri terör/terörizm olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Batı bu yüzden Mısır’da Hüsnü gayrı mübarek ve sonrasında kapı köpeği Sisi’nin yaptığı şiddet, zulüm, işkence, tecavüz ve katliamları terör/terörizm eylemleri olarak değerlendirmezken ‘Müslüman Kardeşler’ cemaatini gayet rahat bir şekilde terör örgütü olarak görebilmektedir.

Maalesef emperyalizm ve Siyonizm’in hâkimiyeti altında orman kanunları ile yönetilen bir dünyada yaşıyoruz. Emperyalist batının orman kanunlarına, işgallerine, sömürgelerine, işkencelerine direnen tüm İslami yapılar kolayca bir anda terörist ilan edilebiliyor. Bu ikircikli tutumun en açık örneği bugün Suriye topraklarında yaşanıyor. Başta Amerika olmak üzere Avrupa devletleri Pkk/Pyd’yi Suriye’de Işid’e karşı savaşan ‘özgürlük savaşçıları(!)’ olarak cicili bicili ambalajlarda pazarlarken, öte taraftan Işid’in yaptığı zulümleri mumla aratan ABD’nin marksist pyd’sinin, Esed’in Şebbihasının, İran’ın güdümündeki Hoşti Şabi’nin, yine İran’ın güdümündeki Hizbullat’ın, yaptığı katliamlar, cinayetler, işkence ve tecavüzler görmezden geliniyor. Bu katil sürülerine yönelik tek bir eleştiri tehdit kınama yok. Niçin? Çünkü çıkar davası onları böyle bir tutuma sevk ediyor. Peki, Amerika, Avrupa ve Rusya’nın bu ikiyüzlü tutumu Müslümanları şaşırtıyor mu? Hayır. Aklını batıya kiraya verenler, batının gözüyle dünyayı okumaya çalışanlar, mutluluğu, refahı, gelişmişliği ve bekasını batının müttefikliğinde arayanlar, İslam’a, kutsallarına, tarihine, Anadolu’ya yabancılaşarak Man kurtlaşmış kafalar haricinde hiç kimse Amerika ve Avrupa’nın yani eskilerin deyimiyle gâvurun bu ikiyüzlü politikalarına şaşırmıyor. Allah’a emanet olunuz. Esselamu Aleykum.

39

ZİLKA'DE 1438

Emperyalist batı dünyası hangi ülkeyi işgal etmek, sömürmek, kanını içmek, katliamlar yapmak istiyorsa önce anahtar kelime olan ‘Terör/ terörizm’ kavramlarını kullanıyor. Batı’nın bu

ikiyüzlü tavrını anlamak gayet mümkündür. Çünkü Emperyalist Batının politikalarına yön veren temel unsur çıkarlarıdır. Bunun en tipik örneği; Amerika ve Avrupa’nın geçmişte Irak lideri Saddam’ı, Afganistan İslam emirliği lideri Molla Ömer’i, Sudan lideri General Beşir’i halklarına zulmeden diktatörler olarak suçlarken öte yandan milyarlarca dolar silah sattığı, petrol aldığı Suudi Arabistan yönetimine en ufak bir eleştiri dahi yöneltmemesidir. Bu ikiyüzlü tavrın temelinde ‘Çıkar Davası’ yatmaktadır.


| Kur'ân'ın Gölgesinde

| Zafer Mert

DAVA ADAMLARI

‫اي َو َم َم ِت لِلّ ِه َر ِّب الْ َعالَ ِم َني‬ َ ‫ق ُْل إِ َّن َصال َِت َونُ ُس ِك َو َم ْح َي‬

EYLÜL 2017

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (1)

40

(*)


H

ak veya batıl olsun her davanın “adam”lara ihtiyacı vardır. Genel kural şudur ki;

“adam”lar varsa davalar başarılı, yoksa başarısızıdır. Yeryüzündeki en yüce ve kutsal dava olan dinimizin tebliği, ikamesi ve dünyada gerektiği konuma yerleşmesi için de her şeyden çok dava adamlarına ihtiyaç vardır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in “Al-

hakkıyla kul olup Onun rızasını kazanmak ve bu “kulluk şuuru” ile dünyayı imâr ve inşâ etmek için çalışmaktır. Dava adamı ise bu yüce ülkü ve değerler uğrunda imanından aldığı güç ile Allah yolunda yılmadan, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan çalışan sâlih mümindir.

lah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer

Şunu baştan ifade etmek gerekir ki dava adamı

bin Hattab’la kuvvetlendir!” diyerek dua etmesi

derken asla cinsiyeti ifade için bu kelimeyi seç-

de adam talebidir. Hakeze Hz. Ömer radıyal-

miş değiliz, kendini Allah’ın dinini yaşama ve

lahu anhu’nun bir gün dostları ile otururken

yaşatmaya adayan her mümin ve mümine dava

‘Haydi, herkes bir şey dilesin’ demiş. Oradaki-

adamıdır. Hatta öyle kadınlar vardır ki adam

lerden biri: ‘Ben, şu oda dolusu gümüşüm ol-

gözükenlerin çoğundan makbuldür. Zeynep

sun da onu Allah yolunda harcayayım isterim’ demiş. Bir başkası: ‘Şu oda dolusu altınım olsun da Allah yolunda harcayım isterim’ demiş. Bir diğeri: ‘Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam isterim’ demiş. Hz. Ömer ‘Başka?’ deyince, ‘Başka bir şey istemeyiz’ demişler.

Gazaliler, Ümmü Nidallar, Esmalar bunun örnekleridir. Her davanın adamı olmak zordur ama İslam davasının adamı olmak çok daha zordur. Çünkü amaç ve gayeler büyüdükçe uğrunda harcanması gereken emek ve çabaların da büyümesi gerekir. Bu dünyadaki en büyük dava da İslam davası olduğundan, uğrunda dava adamı

Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anhu kendi arzusunu şöyle dile getirmiştir: “Ben, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibilerden şu oda dolusu insan isterim ki onları, Allah yolunda görevlendirebileyim.” Vakıa günümüzde de Ebu Ubeyde bin Cerrahlar, Muaz bin Cebeller ve Huzeyfe bin Yeman gibi dava adamları lazım ki, bu zor ve çetin günlerde dinimizi tekrar hak ettiği konuma yükseltebilelim. Bunun için dava ve dava adamlığından neyin kastedildiği iyi anlaşılmalıdır. Dava, inanılmış, gönül verilmiş, hayata biçim, yön ve renk veren düşünce ve inanç manzume-

Hayatın sorunlarını, dertlerini, işini-gücünü bitirdikten sonra, bu dava uğrunda çalışmaya hazır hale geleceğini söyleyenlerden, asla dava adamı olmaz. Çünkü ‘iş bitmez, dert bitmez, çile bitmez, mazeretler bitmez ama ömür biter.’ Zaten, tüm bu sıkıntıları bitirmeye çalışırken biten şeyin adı değil midir ömür?

si, bu manzumenin gerçekleştirilmesini istediği hedef/gaye veya ülküdür.

41

ZİLKA'DE 1438

Davamızın gayesi ise sadece Allahü Teâlâ’ya


olunabilecek en zor yol İslam davasının adamı

yan dava adamı olamaz. Herkes kadar uyuyan,

olmaktır. Çünkü dava bedel ister, fedakârlık is-

gezen, çalışan, okuyan… kimse dava adamı

ter, sabır ister, diğerkâmlık ister…

olamaz. Dava adamı, herkes uyurken uyanık

Dava adamı, vahye tabi olandır. Rabbimiz: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (2) buyurmakta, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Arzusu benim getirdiğime tabi olmadığı müddetçe, herhangi biriniz iman etmiş olmaz.” Buyurarak dava adamının en önemli

len kimsedir. Hayatın sorunlarını, dertlerini, işini-gücünü bitirdikten sonra, bu dava uğrunda çalışmaya hazır hale geleceğini söyleyenlerden, asla dava adamı olmaz. Çünkü ‘iş bitmez, dert bitmez, çile bitmez, mazeretler bitmez ama ömür biter.’ Zaten, tüm bu sıkıntıları bitirmeye çalışırken biten şeyin adı değil midir ömür? Dava adamı, zahmetsiz rahmet olmadığını,

miştir.

zaferin çileyi bilenlerin değil, çileyi çekenlerin hakkı olduğunu bilir.

seden dava adamı olmaz. Dava adamı olmanın

Dava adamı, yolun bir bedeli olduğunu bilir. Bu

birinci şartı ilme yani vahye; Kur’an ve Sün-

yolda çile, eziyet, işkence, alaya alınmak, iftira-

net’e teslim olmaktır.

lara maruz kalmak gibi sıkıntılar vardır. Çünkü

Dava adamı, örnektir.

biz; günlerce aç kalmış, yakınları tarafından en olmadık iftiralara ve suikastlara maruz kalmış,

Dava adamı inandığı davanın en iyi yaşayanı

en cazip tekliflere de, en acımasız tehditlere de

olmaya çalışmalıdır ki iddiasının, davasının bir

boyun eğmemiş, yeri gelmiş mağaralara sığın-

sonucu olsun. Yaşantısı ile inandığı ve savun-

mak zorunda kalmış, yeri gelmiş harplere katıl-

duğu davası bir olmayan kimseden dava adamı

mış ve yara almış bir peygamberin ümmetiyiz.

olmaz. Nitekim Rabbimiz de “Siz insanlara iyiliği emreder de, kendi nefsinizi unutur musunuz?” (Bakara, 2/44) buyurarak söz amel bütünlüğüne dikkatlerimizi çekmiştir. Bir insan, ağzından çıkan sözün canlı bir tercümanı, konuştuğunun müşahhas bir numunesi

Hakkın tarafında olan dava adamı, inandım demekle bırakılmayacağını bilen, bilakis imtihanlara maruz kalacağını yakinen müşahede eden adamdır. Dava adamının Allah için hayalleri vardır.

olmadıkça, söylediğinin hakiki bir temsilcisi

Büyük dava adamı şehid Hasan el-Benna’nın

olamaz. Sözler, amellerle süslendiğinde parlar,

“Dünün hayalleri bugünün gerçekleridir. Bu-

tesiri artar, kalplere girer, kulakta kalmaz. Aksi

günün hayalleri ise yarınların gerçekleridir”

halde amelden uzak yaldızlı sözler bir kulaktan

dediği gibi dava adamının da Allah için hayal-

girer diğer kulaktan çıkar.

leri vardır. Sadece geçici dünya hayatına dair

Dava adamı, fedakârdır.

EYLÜL 2017

kes ihmal ederken görevine dört elle sarılabi-

özelliğinin vahye tabi olmak olduğunu belirt-

Sadece fikirle dava adamı olunmaz. Cahil kim-

42

olan, herkes gezerken vazife başında olan, her-

ev, araba, servet vs. gibi dünyevi hayalleri olan dava adamı olamaz. Dava adamları en büyük

Her dava fedakâr fertler ister. Davanın yayıl-

yatırım olan ahiret tarlasına büyük eserler dik-

ması, güçlenmesi ve iktidarı dava adamının

mek için önce hayal kurar, sonra da bu hayaller

fedakârlığı ile doğru orantılıdır. Fedakâr olma-

uğrunda sebeplere sarılır, çalışır, çabalar, engel-


ler onun için bir set değil yıkılması için çalışılması gereken geçici imtihanlardır. Hayal yoksa hedef yoktur, hedef yoksa gidilecek bir yerde yoktur. Gideceği yeri bilmeyenin de enerjisi israf olur. Dava adamı, derman adamıdır. Dava adamı sorun değil, sorunları çözmek için çalışan adamdır. Dava adamı, davasıyla kıyaslandığında sorun dahi edilmemesi gereken dünyevi sorunlarını davasının önüne bir engel olarak koymaz, onları aşar ve dava ehline yük olmaz. Bu hususta Said Havva’ın aktardığı kıssadan ders alınmalıdır. 1930’lu yıllar Said Havva Anlatıyor: “İhvan-ı Müslimin’i kurduğumuz yedi arkadaşımızdan biri de İsmail idi. İsmail, evlat hasretiyle yanan ve dokuz sene sonra kız çocuğu olan bir babaydı. Kızına ‘Canan’ anlamına gelen Ruhiye adını vermişti. İhvan-ı Müslimin, her akşam olduğu gibi yine gizli toplantılarına devam ediyor, Mısır’ın güvenlik güçlerine yakalanmamak için büyük bir titizlik gösteriyordu. Bir akşam yine İsmail’in evinde bir araya gelmiştik. İsmail, bize tatlı ikramında bulunuyordu. Toplantı gece saat 01.00’e kadar sürdü. Nihayet sona ermiş ve evlerimize dağılmak için kalkmıştık. Üstad Hasan El-Benna evden tam ayrılırken İsmail kolundan tuttu ve dedi ki; – Üstad’ım kızım öldü. Yarın cenazeye gelmeleri için arkadaşlara haber verir misin?

Dava adamı, geçmişin ışığında geleceği inşa eder. Davaya hizmet geçmişi, bugünü ve geleceği içeren bir süreçtir. Hafıza bireyler için ne kadar önemli ise davanın geçmişinin bilinmesi de bir o kadar önemlidir. Dava adamı tecrübeler ışığında yürümeli, ana eksenden kaymamalı, ama hatalar ve eksiklikleri tespit ederek yenilenmeli ve yenilemelidir. Dolayısıyla dava adamı, geçmişi bilen ondan istifade ederek yenilenen ve yenileyen kimsedir. Geçmişin olduğu gibi taklidi içinde bulunduğumuz zaman dilimini kuşatamayacağı gibi, her yeni de iyidir diye bir anlayışın söz konusu olmayacağı bilinci ile dava adamı meseleleri tahlil etmelidir.

– İsmail, kızın ne zaman öldü? – Biz içeride toplantı yaparken öldü. – Bize neden haber vermedin, biz toplantı yaptık, tatlı yedik, niçin bize söylemedin? – “ÜSTADIM KIZIM ÖLDÜ! DAVAM DEĞİL” Allahu ekber! Bu yiğitlerle aynı davaya gönül

43

ZİLKA'DE 1438

vermek ne büyük bir nimet.


Dava adamı, idealisttir. Dava adamı idealisttir ama vakıadan habersiz değildir. İdeal seviyeye ulaşmak için vakıadan zirveye hedefi basamaklar ve yürür. Asla fevri,

lerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…” (3) âyeti doğrultusunda yaşar.

ce hazır olmadan, özellikle de eğitimli, fedakâr,

Dava adamı, geçmişin ışığında geleceği inşa

ihlâslı insan sayısı artmadan, plânlı-programlı

eder.

lu-yöntemi takip etmeden, başarının gelmeyeceği konusunda gerçekçidir. Ama bu davanın bu şartlarla hâkim olacağına inancı da tamdır. Birileri ona İslam Medeniyeti idealinin imkânsız olduğunu söyleyebilir. O bu lafların hiç bi-

Davaya hizmet geçmişi, bugünü ve geleceği içeren bir süreçtir. Hafıza bireyler için ne kadar önemli ise davanın geçmişinin bilinmesi de bir o kadar önemlidir. Dava adamı tecrübeler ışığında yürümeli, ana eksenden kaymamalı, ama

risini kale almaz. Hedefleri uğrunca tereddüt-

hatalar ve eksiklikleri tespit ederek yenilen-

süz bir şekilde mücadele eder, yürür.

meli ve yenilemelidir. Dolayısıyla dava adamı,

Dava adamı, makam-mevki, diploma, kariyer için davasını ihmal etmez.

geçmişi bilen ondan istifade ederek yenilenen ve yenileyen kimsedir. Geçmişin olduğu gibi taklidi içinde bulunduğumuz zaman dilimini

Dava adamı, tebliğinden vazgeçmesi karşılığın-

kuşatamayacağı gibi, her yeni de iyidir diye

da dünyadaki en büyük nimetleri kendisine

bir anlayışın söz konusu olmayacağı bilinci ile

vermeyi teklif eden Mekke’li müşriklere “Güneşi

dava adamı meseleleri tahlil etmelidir.

sağ elime, ayı da sol elime verseniz ben bu davadan vazgeçmem” diyen Hz. Peygamber sallallahu

EYLÜL 2017

dava adamı hayatı, “Şüphesiz Allah, mü’min-

duygusal, hamasi kararlarla iş yapmaz. Yeterin-

bir çalışma ortaya koymadan, doğru olan yo-

aleyhi ve sellem gibi tavır koyabilen kimsedir.

44

Dava adamını ancak Allah satın alabilir. Çünkü

Dava adamı, görev adamıdır. Dava adamı, hizmete adapte olmuş görev ada-


mıdır. Dava adamı benim bir işim var deyip işi-

ferans salonlarında mı, seminerlerde mi yoksa

ni merkeze koyan boş söz ve tartışmadan kaçı-

köşe bucak sayılan meşhur olmayan mekânlar-

nan kimsedir. Görevini ihmal edip, başkalarını

da mı? Dava adamları kimi zaman ya bir çay

işlerini konuşandan dava adamı olmaz.

ocağının etrafına atılmış alçak hasır iskemlele-

Dava adamı, bedel ödemeye hazırdır.

re kümelenmiş aydınlık alınlı gençlerle, ya bir

Dava adamları bilir ki, her davanın bir diyeti vardır. Dava adamlarının en büyük imtihanı ise tağûtî güçler, ışık almaz zindanlar, yokluk yahut sefalet değildir. Dava adına beraber yola çıktıkları vefadan yoksun sözde dava adamla-

kitapevinin soluk ışıklı ortamında mutlaka bir şeyler anlatırken görürüsünüz. Dünyanın bir köşesindeki Müslümanla heyecanlanır, açları, susuzları sürgünleri duydukça kahrolur; elinde avucundakini bilmediği coğrafyalarla paylaşır.

rıdır. Zîrâ dava adamı, dışarıdan gelecek olan

Yetiştirdiği gençler büyük makamlara gelmiş

imtihanlara göğsünü peşinen siper etmiş du-

ama o hala orada, o köşesinde, yıllar önce neyi

rumdadır. Ancak beraber yürüdüğü ve güven-

niçin savunuyorsa onu aynı kararlılıkla anlat-

me ihtiyacı hissettiği kimselere karşı savunma-

maya, okumaya, paylaşmaya devam ediyordur.

sızdır. Dava adamlarının belini büken, sabırda

Her birinin gözlerinde birer umut ışığı o genç-

sekteleten ve hatta istikâmet aynı olmak şartıy-

lerden pek kimse kalmasa da.

la başka bir yola sevk eden işte bu noktadan gelen haksız ve yıkıcı eleştiriler, vefasızlıklar ve karalamalardır… Bu durumlar dava adamlarının hayatlarında görüp görecekleri en büyük imtihanların başında gelir. Buna maruz kalmak dava adamları için geçirilen imtihanların zirve-

Geçen zamanın yüzündeki çizgileri derinleştirse, etrafı tenhalaşsa da o hala büyük anlatıların, derin mevzuların peşindedir. Yaşanmakta olanlar onu şaşırtmamıştır. Fikir öfkesi ve dava heyecanı hala diridir.

sidir. Burası birçok dava adamının tıkandığı ve

Ümmet, hayatlarından feragat ederek çalışan,

tükendiği noktadır. Ancak bu, davasında sami-

didinen bu dava adamlarına çok şey borçludur.

mi dava adamları için paydos yahut emeklilik veyahut son değildir. Yıkıldığı yerden başka bir kalkış ile kalkışın mukaddimesidir. Küllerinden istikâmete yeniden kuvvetle girişin başlangıcıdır. Niyetlerin tazelenmesi, ihlâs ve takva-

Rabbim cümlemizi fikir öfkesi ve heyecanı diri olan dava adamlarının dizinden, izinden ayırmasın, kıymetlerini bilenlerden eylesin. Bizi onlara her iki cihanda onlara komşu eylesin.

nın ıslahıdır. Dava adamı, ümitlidir.

-------------------------

Dava adamı elinde gelen yaptığı takdirde Allah’ın yardımının geleceğinden şüphe dahi duymaz. Çünkü Rabbi onu müjdelemiş ve garanti vermiştir. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve

1. En’am, 162. 2. Ahzab, 36. 3. Tevbe, 111. 4. Muhammed, 7.

Peki bunca güzel özelliklere sahip olan dava

(*) Bu makale, (inşallah) Şehid Zafer Mert Hocamızın

adamlarına nerelerde denk geliriz. Süslü kon-

dergimizde yayınlanmış eski bir yazısıdır.

45

ZİLKA'DE 1438

ayaklarınızı sağlam bastırır.” (4)


| Nebevi Nasihatler

| Yusuf Yılmaz

SEN

HANGİ SINIFTANSIN?

E

bu Hureyre radıyallahu anh, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyur-

rum diyen kimse,

“Yedi kişi vardır ki Allah kıyamet günü kendi

7- Bir sadaka verip onda sağ elinin verdiğinden

gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı

sol eli haberdar olmayan kimse.

1- Adaletli imam (yönetici,

(Buhari-Müslim) İnsanlar kabirlerinden kaldırıldıklarında ken-

2- Allah’a ibadet etmekle yetişmiş genç,

dileri için hazırlanmış gerçek hayatla karşılaşa-

3- Yalnız başına kaldığında Allah’ı hatırlayıp

caklardır. Bu hayat, dünyada yapıp ettiklerine

gözlerinden yaşlar akan kimse,

göre şekil almış bir hayattır. Dünyasını nasıl

4- Kalbi mescitlere bağlı kimse,

EYLÜL 2017

di nefsine çağırdığı halde Allah’tan korkuyo-

duğunu rivayet etmektedir;

gün onları gölgelendirir;

5- Birbirini Allah için seven iki kimse,

46

6- Kendisini şöhret sahibi olan bir kadının ken-

yaşadıysa ahiretini onun karşılığı olarak yaşayacaktır. Temiz bir dünya hayatına karşılık mutlu bir son ve ya bunun tam tersi bir durum.


İnsanlar dünya hayatında yapmış oldukları zerre hayır ve şerrin hesabını vermek için tek tek aç, susuz ve çıplak bir şekilde çekirge sürüleri gibi kabirlerinden çıkarılacaklardır. Kâfirler bizi uykumuzdan kim kaldırdı derlerken, müminler bu bize Allah ve Rasûlünün vaat ettiği hayattır diyecekler. Hz. Aişe validemiz, “Ya Rasûlallah! O gün insanlar avret yerlerine bakmaktan utanmayacaklar mı?” diye sorduğunda Allah Rasûlü şu cevabı verir; “O gün herkesin kendine yetecek kadar işi vardır.” Bu gün öyle bir gündür ki, “Hiçbir dost diğer dostunu sormaz.” (Mearic; 10) Hesap vermeye gidilmeden önce adam karısıyla ve çocuğuyla karşılaşır; karısına ‘sana dünyada iyi bir eş oldum mu?’; çocuğuna ‘sana dünyada iken iyi bir baba oldum mu?’ diye sorduğunda onlardan evet cevabını alır. ‘O zaman şuan ki sıkıntımın giderilmesi için bana sevaplarınızdan biraz verseniz’ talebine alacağı cevap şu olacaktır: ‘Sana ulaşan sıkıntı bize de ulaştı’ deyip ecirlerini onunla paylaşamayacaklarını bildirirler. “O gün herkesin kendine yetecek kadar işi vardır.” Güneş yaklaştırılacak, insanlardan bir kısmı ter içerisinde kalacak, kimisi hesabı beklemenin şiddetine dayanamayıp cehenneme girmeyi temenni edecek, kimini korku ve hüzün, kimini de horluk ve ezilmişlik kaplayacaktır. Kimileri de vardır ki o günün dehşetinden kurtulma adına türlü çarelere başvuracaktır;

Bunun yanında bu sıkıntılı ve kasvetli hava içerisinde yüzleri gülen, kalplerinden korkunun ve endişenin alındığı bahtiyar insanlar vardır ki bunları hadisimiz açık bir şekilde tanıtmıştır. Bu kimseleri bize yedi başlıkta arz etmiştir. Peki, sen bu sınıfın hangisinde yer almaktasın?

47

ZİLKA'DE 1438

“Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını ve kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.” (Mearic; 11-14)

Bugün ellerindeki nimetler için ahiretini kaybetmeyi göze alanlar, yarın hesap günü ellerindeki tüm değerlerini ateşin azabından kurtulmak için harcayacaklarıdır. Hâlbuki dünya hayatında Allah, onlardan hanımını, çocuklarını, anne-babasını ve hısım akrabalarını terk etmelerini istemedi. Ellerindeki bütün servetleri de infak etmelerini beklemedi. Allah, sadece kendisine kul olmamızı ve hiç bir şeyin bu kulluğun arasına girmesini istemedi. İnsan elindeki nimetleri Allah’a yaklaşacağı bir araç olarak görmeli, değilse Allah’tan uzaklaşmaya bir neden kabul etmemesi gerekmektedir. Ama gel gör ki insan, bu dünya hayatında öncelikli meselelerini şaşırınca mahşer gününde bu duruma düşmektedir.


| Nebevi Aile

| Halime Yılmaz

ÇOCUKLARIN BEDENSEL GELİŞİMİ VE SPOR

İ

nsanoğlunu hem ruhsal hem de bedensel yönlerden mükemmel yaratan Rabbimiz Allah’a hamd olsun. Manevi ve fiziksel ihtiyaçlarımızı en iyi şekilde bildiğinden, bizleri onları temin etmeye yönlendirmede vesile kıldığı hidayet rehberi peygamberimiz Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun ailesine, ashabına, salat ve selam olsun. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, hidayeti ve inayeti tüm hayatını İslam üzerine bina etmiş Müslüman kardeşlerimin üzerine olsun.

EYLÜL 2017

Ömer bin Hattab radıyallahu anh diyor ki: “Çocuklarınıza yüzücülüğü, atıcılığı ve ata sıçrayarak binmeyi öğretiniz.”

48

Oyun, çocukta doğuştan gelen bir tabiat ve Allah’ın onda yarattığı bir içgüdüdür. Bunun temelinde çocuğun fiziksel gelişiminin mükemmel bir tarzda tamamlanması yatmaktadır. Çünkü insan yavrusu, canlılar arasında en uzun süre içinde gelişimini tamamlayan varlıktır. Kasların ve tüm bedenin gelişimi çocukluk döneminde gerçekle-


şir. Artık o dönemden sonra kas, kemik, göğüs, ciğer ve diğer uzuvların daha sağlam ve daha kuvvetli bir şekilde gelişmesi zorlaşır. Bu dönemden sonra bir insanın aktif bir sporcu veya atletik bir vücuda sahip olamayacağı dikkate alınırsa onun “çocukluk dönemi spor yapmadan ben vücudumu sağlam ve atletik bir yapıya kavuşturmak istiyorum” sözünün doğruluk derecesi ve başarı oranı gerçekten zayıftır. Bu yüzden küçüklüğünde çocuğun bedensel yapısının hakkını vermek gerekir. (1) İlk dönem Âlimleri çocuğun beden yapısının ve oyun oynamasının önemine dikkat çekmiş bulunmaktadır. İmam Gazali, İhyasında diyor ki: “Kur’an mektebinden gelen çocuğun yorulmayacak şekilde güzelce oyun oynamasına ve okulun yorgunluğunu üzerinden atmasına izin verilmelidir. Çünkü çocuğun oyun oynamasını engellemek ve onu sürekli eğitimle meşgul etmek, kalbini öldürür ve zekâsını işletmez hale getirir. Onun için hayat çekilmez bir hale gelir ve nihayet dersten kurtulmak için kaçacak bir yer arar.” (2) Çocuğun oyun ve sporla meşgul olmasını engellemek, bazen tehlike sinyalleri de verir. Çok geçmeden o, gelişir, büyür ve nihayetinde sonunda bedensel ve ya ruhsal bir hastalık ortaya çıkar. Buluğ çağına girdiği zaman çocuğun şer’i hükümlerle mükellef olduğunu, çocukluk dönemini geride bırakıp büyük ve küçük günahlardan hesaba çekileceği, söz, fiil ve davranışlarının amel defterine yazılacağı yeni bir hayata başlayacağını biliyoruz. Ayrıca bu şer’i hüküm ve dini vecibelerin sağlam bir bünyeye, sağlıklı ve eğitilmiş bir vücuda ihtiyaç duyduğunu da biliyoruz. Namaz, oruç, hac ve cihad, bu dinin temel direkleridir; güçlü ve aktif bir mü’mine muhtaçtır. O halde hep birlikte düşünüp kendimizi sorgulamamız gerekiyor: Çocuğun beden yapısını oluşturmak için başvuracağımız

Bedensel gelişimde helalinden dengeli beslenmenin ayrı bir yeri vardır. Çocukların protein başta olmak üzere her türlü vitaminlerini ihtiyaçları çerçevesinde almalarına yardımcı olmak beyinlerinin beslenmesine fiziksel açıdan gelişimlerine olumlu katkı sağlar. Bu bağlamda “nesli helak etmek” (Bakara, 205) ve “çocukları öldürmemekle” (İsra, 31) ilgili ayetleri çok yönlü düşünmekte fayda vardır. Manevi açıdan çocukları terk etmek ve onları boşluğa itmek ne kadar zararlı ise, Yüce Allah’ın emanet olarak verdiği yavruların maddi gelişimlerine bigâne kalmak da o kadar zararlıdır. Zira bedensel açıdan yeterli gelişimini sağlayamayan ve sağlıksız beslenen çocuklar hastalıklara daha açıktır. (4)

Yüzücülük, Atıcılık ve Ata Binmek Şu hadis konumuzu yeterince aydınlatmaktadır: “(Okuma ve) yazı yazmayı, yüzmeyi ve atıcılığı öğretmek çocuğun baba üzerindeki haklarındandır.” (İbn Hamza, esbab-ı vürud’i-l hadis) Bu hadisi en geniş şekliyle düşünüp dar şablonlara mahkûm etmemek esastır. Bu bağlamda okuma-yazma ne kadar önemli ise Müslümanları düşman karşısında diri ve hazırlıklı tutan atıcılık da o kadar önemlidir. Yüzme ile beraber çocukların bedensel gelişimlerine katkı sağlarlar. İnsan vücudundaki sağlıklı gelişim, gençlerde özgüven oluşturur. Onları kompleksten korur. Rasûlullah efendimiz, insanın biraz içe yönelik çalışmalara yönelmesini arzu etmiş olmalı ki: “Kişinin çocuğunu eğitip terbiye etmesi (nafile) sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (5) buyurmuştur. Bu durumda ebeveyne düşen görev çocuklarıyla daima ilgilenmek ve onları her yönden geleceğe hazırlamaktır. Tüm bu hazırlıkları yaparken Allah Teâlâ’nın emanet ettiği yavruların zihinlerini, midelerini, gözlerini, ağızlarını ve de cinselliklerini haramın tüm çeşitlerinden korumayı ebeveynler farz bir vazife bilmelidirler. Bazı rivayetlerde

49

ZİLKA'DE 1438

yollar ve bu yapının esasları nelerdir? (3)

Yeterli Beslenme


“binicilik” üzerinde de durulmuştur. Biz bu rivayetleri çocukların geleceğe çok yönlü hazırlanması olarak anladığımız için, meşru olan bütün eğitimin türlerinin çocuklara kazandırılmasını savunuyoruz. (6) Eğlenceler ve oyunlar, Müslüman gençleri cihada hazırlayacak biçimdedir. İşin bu tarafını çözebilen bir insan din hakkında olumsuz bir beyanda bulunmaz. Eğer eğlence ve oyun, kumar salonlarında boy göstermek, şans oyunlarına müptela olmak, bar ve pavyonlarda ömür tüketmek, kızlı erkekli partiler düzenleyerek fuhşa zemin hazırlamak ise, elbette böyle bir eğlence hayatının dinimizde tartışmasız biçimde yeri yoktur. (7) Ömer bin Hattab radıyallahu anh diyor ki: “Çocuklarınıza yüzücülüğü, atıcılığı ve ata sıçrayarak binmeyi öğretiniz.” (8)

Bu sözden, özellikle çocuğun belli spor dallarını öğrenme hakkı açıkça anlaşılmaktadır. Çocuğun bunları öğrenmesi, şimdiki ve gelecekteki hayatında önemli bir fonksiyon icra eder. En önemlisi de kendine olan güveni sağlar. Çünkü söz konusu sporları öğrenmeyen bir çocuk büyüdüğünde psikolojik korku ve tehlike hisseder. Ama bunların dışında bazı spor dalları vardır ki, onları ileriki yaşlarda da yapabilir. (9) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem henüz küçük yaşta iken dayıları olan Neccar oğullarının bahçesinde yüzmüş ve çocuklarla oynamıştır. (Ahmed bin Hanbel) O, çocukları atıcılığa teşvik etmiştir. Hazreti Ali diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yalnız Sa’d için kendi ana ve babasının isimlerini bir arada zikrederek: “Ey kuvvetli çocuk, anam babam sana feda olsun at” buyurmuştur. (Buhari, Cihad) (10) Ebu’l-Aliye’den rivayet edildiğine göre de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem atıcılık yapmakta olan bir grup delikanlıya uğramıştı. Onlara: “Atınız ey İsmail oğulları! Çünkü sizin atanız da atıcı idi.” (Said bin Mansur, Sünen 2-59, Hadis sahihtir) buyurmuştur. Görüldüğü gibi bu rivayetler, çocuğun beden eğitimini sağlamak için Hazreti Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği hassasiyeti açıkça ortaya koymaktadır. (11) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oklarını hedefe doğrultan ashabına uğrar, onları teşvik edip: “Atın! Ben sizinle beraberim” derdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem atıcılığı sadece oyun ve eğlence olarak değil, aynı zamanda Allah’ın emrettiği kuvveti hazırlamanın bir çeşidi olarak görüyordu. (Enfal, 60. ayete bakınız) (12)

EYLÜL 2017

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta: “Dikkat edin! Kuvvet, atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır” diye buyurmuştur. (13) Yine başka bir hadisinde: “Atıcılığı bırakmayın! Şüphesiz ki o, oyunlarınızın en hayırlısıdır” buyurmuştur. (14)

50


Ancak atıcılıkta canlıları hedef almak caiz değildir. İbn Ömer (Allah ondan razı olsun), oklarını tavuğa doğru yönelten bir grubu görünce: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir canlıyı hedef alan kimseye lanet etmiştir” dedi. (15) İslam, binicilik ve günümüz modern silahlarıyla eğitim yapmaya onay veriyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ın zikrinden olmayan her şey batıldır ve ya hatalıdır, ancak şu dört husus müstesna: Kişinin atış için iki hedef arasında yürümesi, atını eğitmesi, hanımıyla şakalaşması ve yüzme öğrenmesi.” buyurmuştur. (16)

Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açmıştı.

Koşu Bununla ilgili Hazreti Aişe radıyallahu anha’nın sözünü aktaralım: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benimle yarıştı, onu geçtim. Bir müddet sonra kilo aldım. Tekrar koşuda benimle yarıştı. Bu defa o beni geçti. Bunun üzerine: “Bu birincinin rövanşıdır” diye buyurdu. (17) Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açmıştı.

ilmimizi artır. Âmin. Hamd, güç ve kuvvetin tamamının sahibi olan Allah’ a mahsustur. -------------------------

1. (Çocuk Eğitimi- Muhammed Nur Suveyd, Uysal yay.) 2. (A.g.e.) 3. (A.g.e.) 4. (Çocuk Terbiyesi-Dr. Mehmet Sürmeli) 5. (Tirmizi, birr ve sıla, hadis no:1951)

Abdullah bin haris (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abbas’ın çocukları Abdullah’ı, Ubeydullah’ı ve Kesir’i yan yana getirir ve şöyle derdi: “Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar da koşarak gelirler; kimi onun sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı.

6. (Çocuk Terbiyesi-Dr. Mehmet Sürmeli)

Görüldüğü gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aralarında bir kıskançlık olmasın diye yarışmaya katılan çocukların hepsine sevgi ve alaka gösteriyor, onları mükâfatlandırıyordu.

13. (Müslim)

(18)

8. (Çocuk Eğitimi-Muhammed Nur Suveyd) 9. (A.g.e.) 10. (A.g.e.) 11. (A.g.e.) 12. (İslam’da Çocuk Eğitimi, Abdurrahim Şe’ravi)

14. (Taberani) 15. (Taberani) 16. (Taberani) 17. (Ahmed, Ebu Davud) 18. (Çocuk Eğitimi- Muhammed Nur Suveyd)

51

ZİLKA'DE 1438

Öğrendiklerimizle amel etme duasıyla. Rabbim

7. (A.g.e.)


| Dava Önderleri

| Cihan Malay

Ehl-i Sünnet İtikadının İmamları - 1

Ebu’l-Hasan el-Eş’ari (873-936)

İ

slam tarihi sayfalarında bir dönem vardır ki insanlar bu dönemde itikadi konularda-

ki bid’atler ile tanışmaya başlamış ve imtihan edilmiştir. Bu dönem Abbasiler dönemi olup

EYLÜL 2017

döneme itikadi konularda sapık fikirleriyle

52

gelir. İmam Eş’arî de bu isimlerin en önemlilerinden biridir. Mu’tezile anlayışa en büyük darbeyi vuran isim, İmam Eş’arî'dir. O, bizzat kendi düşünce-

damgasını vuran düşünce ise Mu’tezîli anla-

leri üzerinden Mu’tezilî anlayışa sahip kimse-

yıştır. Devletin resmi mezhebi gibi bir duruma

lerle münazaralarda bulunmuş ve bu düşünce-

gelen bu anlayışa karşı âlimlerden bazıları bir

nin önde gelenlerine Ehl-i Sünnet’in müdâfisi

kale gibi dikilmiş ve bu uğurda başına gelecek

olarak galip gelmiştir. Bu sayede toplumda ya-

her türlü zorluğa göğüs germiştir. Ahmed bin

yılma gösteren sapık itikadi görüşler karşısında

Hanbel (rahimehullah), bu isimlerin başında

set olmuştur.


DOĞUMU Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akide ile ilgili hususlarında önderlerinden olan ve yaygın adıyla İmam Eş’arî olarak bilinen Ebu’l-Hasan Ali İbn İsmail (rahimehullah), h.260/873 senesinde Basra’da doğmuştur. Neseb yönünden sahabeden Ebu Musâ el-Eş’ari’ye dayanan Ebu’l-Hasan, bu yüzden İmam Eş’ari olarak meşhur olmuştur. İmam Eş’ari’ye ilerleyen zamanlarda “büyük imam”, “şeyh” ve “üstâd” gibi bazı unvanlar da verilmiştir. Ehl-i sünnet akîdesinin gelişip yayılmasına olan önemli katkılarından dolayı “Nâsırüddin” lakabıyla da anılmıştır. Küçük yaşta babasını kaybeden Eş‘arî, babasının vasiyeti üzerine bir hadis âlimi olan Yahyâ b. Zekeriyyâ es-Sâcî’nin öğrencisi olmuş, annesinin Mu‘tezile âlimlerinden Ebu Ali el-Cübbâî ile evlenmesinden sonra da Ebu Ali el-Cübbâî’nin himayesinde yetişmiş ve kendisinden kelâm ilmini tahsil etmiştir. Bir taraftan da Abdurrahman b. Halef, Ebû Halîfe el-Cumahî, Sehl b. Nûh, Muhammed b. Ya‘kub gibi Sünnî âlimlerden hadis ve fıkıh dersleri alan İmam Eş’arî, Basra’da oturduğu yıllarda zaman zaman Bağdat’a giderek Ebu İshak el-Mervezî’nin (1) Mansûr Camii’ndeki cuma derslerine katılmıştır.

İLMİ ŞAHSİYETİ Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan İmam Eş’arî, Mu’tezile mezhebinin önde gelenlerinden biri olan ve aynı zamanda kendisinin üvey babası olan Ebu Ali el-Cubbâi’nin ilk talebesidir ve Mu’tezilî düşüncede ona ilk uyanlardandır. Kendisi Mu’tezilî düşüncede önde gelen bir konuma ulaşmış, hocası onu ilmi münazaraların bazılarında kendi yerine göndermiştir. Bu hususta Mu’tezilî düşünceyi savunan eserler de vermiştir.

Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, eski akidesinden döndüğünü Basra Camii’nde minbere çıkarak ilan edip şöyle dediği rivayet olunur: “Bir müddet ortadan kayboldum.- Rivayetlerde 15 gün olduğu söylenmiştir.- Bu arada bağlı bulunduğum akide ve delilleri gözden geçirdim. Fakat gördüm ki hak batıldan, batıl haktan ayrılmamış. Allah’tan hidayet istedim, bana doğru yolu gösterdi. Şu elbiseyi çıkarıp attığım gibi bugüne kadar üzerinde bulunduğum akideyi kendimden uzaklaştırıyorum.” Bu sözlerden sonra üzerinde bulunan bir elbiseyi çıkarıp atmış, kitaplarını da orada bulunanlara vermiştir. (3) Mu‘tezile görüşünün yanlışlığını fark ederek hocası Cübbâî ile üç kardeş meselesi (4) etrafında yaptığı münakaşalarda tatmin edici cevaplar alamamasının da Mu‘tezile’den ayrılmasında etkili olduğu kabul edilen görüşlerden biridir. İbn Asâkir, İmam Eş’arî’nin talebesi Ebubekir b. Fûrek’ten yaptığı alıntıyla; İmam Eş‘arî’nin h. 300 yılında Mu’tezile’den ayrılıp, Ehl-i Sünnet mezhebine rücu ettiğini söylemektedir. İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’arî bu akideden döndükten sonra Basra’dan ayrılıp, Bağdat’a yerleşmiştir. Abbasiler döneminde adetâ devletin resmi mezhebi haline gelmiş Mu’tezile’nin toplumundaki insanların hayatında itikadi olarak etkisi çok fazlaydı. Bu da insanların itikadi problemlerle ve bid’atlerle iç içe girmesine sebep oluyordu.

53

ZİLKA'DE 1438

40 sene Mu’tezilî düşüncede kalan İmam elEş’arî, daha sonra bu düşüncelerden ayrılmış ve Ehl-i Sünnet düşüncelerine intisab etmiştir.

Kendisi bu dönüşünü etkileyen durumu şöyle aktarır: “Eski akidelere bağlı olduğum son günlerde, bazı geceler kalbimin bir takım hislerle örtüldüğünü hissettim, kalkıp iki rekât namaz kıldım. Allah’tan beni doğru yola hidayet etmesini istedim. Uyuduğum zaman Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi vesellem) rüyamda gördüm. Halimi ona anlattım, bana sünnetine uymamı söyledi. Ben de hemencecik kelâmî problemleri Kur’an ve Sünnet’e arz eder, Kur’an ve Sünnet’te cevabını bulduklarımı tasdik eder, bulamadıklarımı ise hemen reddederdim.” (2)


Mu’tezîle’nin düşüncelerinin halk nazarında itibar ve desteğini kaybetmesinde ve Ehl-i Sünnet anlayışının toplumda yaygınlaşmasında İmam Eş’arî ve onun talebelerinin çok büyük etkisi olmuştur. İbn Asâkir, İmam Beyhakî’den şu alıntıya yer vermektedir: “Bu süreçte, bu ümmette bid’atçiler çoğalıp Kur’an ve Sünnet’in zahirinden uzaklaşmışlardır. Yüce Allah’ın hayat, kudret, ilim, basar, semi’ ve kelâm sıfatları hakkında vârid olanları inkâr cihetine varmışlardır. Ve aynı şekilde, miraç hâdisesini, kabir azabını, mizân ve cennet ile cehennemin yaratılmış olduğunu inkâr etmişlerdir.” Toplumdaki itikadi sapmalardan insanları kurtarma adına kalan ömrünü başta Mu’tezile olmak üzere çeşitli itikadi konularda sapık düşüncelerde olan mezheplere karşı reddiyeler yazmaya adayan İmam Eş’arî, bu düşüncelere sahip kimselerle de çeşitli zamanlarda münazaralarda bulundu. Daha önce hocası olan ve aynı zamanda Mu’tezile’nin ileri gelenlerinden Ebu Ali Cübbâî ile yaptığı münâzarada onu mağlup etti. Cübbâi, Eş’arî’nin karşısında cevap vermekten âciz kaldı. Vâlilik, kâdılık gibi makâmların Mûtezile fırkasından olanların elinde bulunduğu bir zamanda kendisine, neden onların yanlarına giderek münazarada bulunduğu söylenilince şöyle cevap vermiştir: “Onlar vâlilik, kâdılık gibi makâmlarda bulunuyorlar. Kibirleri sebebi ile bize gelmezler. Biz de gitmezsek, hak nasıl ortaya çıkacak?”

EYLÜL 2017

İbn Asâkir, İbn Ebî Zeyd’in şöyle dediğini aktarır: “O, meşhur bir insandır. Bid’at ehline, Kaderiye ve Cehmiye’ye karşı reddiyelerde bulunmuş ve Sünnet’e tutunmuş birisidir.” Bir gün yaptığı sohbette şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ’ya hamd olsun ki, bizi doğru yola ulaştırdı ve sünnet-i seniyyeye uymayı sevdirdi. Helâke götüren bid’atlerden uzaklaştırdı.”

54

TALEBELERİ Benimsemiş olduğu ve savunduğu görüşleri ile İslam dünyasında büyük etkisi görülen İmam Eş›arî, Ehl-i Sünnet akidesine döndükten sonra Ehl-i Sünnet’i insanlara anlatan eserleri ve yetiştirdiği kıymetli talebeleri ile Ehl-i Sünnet’e çok büyük hizmette bulunmuştur. Ehl-i Sünnet itikadının yayılması hususunda yetiştirdiği talebelerden bazıları şunlardır: “Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebu’l-Hasan Bâhilî- Bu zât, önceden imâmiyye fırkasından iken, Ebu’l-Hasan Eş’arî ile yaptığı bir münâzara sonunda hatasını anlayıp, imâmiyye fırkasını terkederek Ehl-i Sünnet itikadına dönmüştür. İmam Eş’arî’nin itikâdı görüşlerini Basra’da yaydı. İtikatta büyük imamlarımızdan Ebu İshâk İsferânî›nin ve hocası olan Ebu Bekr Fûrek›in hocasıdır.-, Ebu Abdullah bin Hafîf Şirâzî -İmam Eş›ari›nin en meşhûr talebelerinden olup, Şeyh-i Şiraziyyîn (Şirazlıların şeyhi) adıyla meşhurdur-, Hâfız Ebu Bekr Cürcânî el-İsmâilî, Şeyh Ebu Muhammed Taberî el-Irakî, Zâhir bin Ahmed Serahsî, Ebu Abdullah Hameveyh es-Sayrafî, Dimyânî, Ebu Abdullah Tâî -İtikatta büyük imamlarımızdan biri olan İmam Ebu Bekir Bâkillânî›nin hocasıdır-.” Şâfii ve Mâliki âlimlerinin ekseriyetiyle bazı Hanbeli ve Hanefi âlimleri de Eş‘ari’nin görüşlerini benimsemişlerdir.

BAZI İTİKADİ SORULARA VERDİĞİ CEVAPLAR İmam Eş’ari’nin itikadi konulardaki görüşleri tüm dünyaya yayılmıştır. Onun itikadi konulardaki görüşlerinden bazıları şunlardır: * Kıyâmet Günü Allah’ın Görülmesi “Onlara şöyle denilir: “Eğer Yüce Allah’ın, “O’nu gözler idrâk edemez (göremez)” (En’am, 103) sözü, O’nun, “O, gözleri idrâk eder (görür)” sözü gibi genel bir söz ise, zira iki sözden birisi diğerinin üzerine matuftur. O halde, bize


şunu haber verin: “Gözler O’nu görerek, dokunarak, tadarak veya başka bir şekilde idrâk edemez değil midir?” Şayet onlar, “evet” derlerse, kendilerine denilir ki: “Bize Yüce Allah’ın, “O, gözleri idrâk eder (görür)” sözünün anlamını haber verin. Siz Allah’ın, gözleri dokunarak ve tadarak idrâk ettiğini mi sandınız?” Eğer onlar, “hayır” derlerse, kendilerine şöyle denilir: “Bu durumda Yüce Allah’ın, “O, gözleri idrâk eder (görür)” sözü, yine O’nun, “O’nu gözler idrâk edemez (göremez)” sözü gibi umûmilik ifade eder şeklindeki iddianız da, böylece boşa çıkmış olur.” (5) “İnsanlar Allahu Teâlâ’yı görecekler midir?” diye soran birisine buyurdu ki: “Âhirette mü’minler Allahu Teâlâ’yı göreceklerdir. Allahu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de, “Nice yüzler vardır ki, o gün (kıyâmette) güzelliği ile parıldar. (O yüzler) Rablerine bakar.” (Kıyâmet, 22-23) buyurmaktadır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de; “Ayı gördüğünüz gibi, kıyâmet gününde Rabbinizi mutlaka göreceksiniz. O’nu görmekte güçlük çekmeyeceksiniz” (6) buyurmaktadır. * Kabir ve Âhiret Hayatı

Sırat, Cehennem üzerine kurulmuş bir köprüdür. İnsanlar oradan amellerine göre süratli veya yavaş olarak geçecekler. Kalbinde zerre mikdarı îmânı olan, günahı kadar yandıktan sonra, cehennemden çıkarılacaktır.” * Şefaat-Havz-ı Kevser “Rasûlullah’ın şefâatı, ümmetinden büyük günah sâhipleri için olacaktır. Ümmetinden bir topluluk yanıp, kara kömür olduktan sonra ateşten çıkarılarak hayat nehrine atılacaklar, vücutları hiç azap görmemiş gibi taptâze olacak. Kıyâmet gününde Resûlullah’ın havzı bulunup, içmek için ümmeti oraya gelecektir. Ondan içen, bir daha susamayacaktır. Tuttukları doğru yolu; Peygamber’den sonra değiştirenler, o havuzdan uzaklaştırılacaklar.” Şâfii ve Mâliki âlimlerinin ekseriyetiyle bazı Hanbelî ve Hanefî âlimleri de Eş‘arî’nin görüşlerini benimsemişlerdir. * Kur’an Mahlûk Değildir “Onlara şöyle denilir: “Yüce Allah, ezelden beri dostlarını ve düşmanlarını bilmiyor mu?” Ya-

Mu’tezîle’nin düşüncelerinin halk nazarında itibar ve desteğini kaybetmesinde ve Ehl-i Sünnet anlayışının toplumda yaygınlaşmasında İmam Eş’arî ve onun talebelerinin çok büyük etkisi olmuştur.

55

ZİLKA'DE 1438

“Kabir azâbı haktır. İnsanlar, kabirlerinde diriltildikten sonra imtihân edilecek. Kabirde suâl sorulacak, Allahu Teâlâ dilediği kimseye cevap vermeyi kolaylaştıracaktır. Kıyâmet günü ilk sûr üfürülünce, göklerde olanlar ve Allahu Teâlâ’nın diledikleri ölecekler. İkinci sûrun üfürülmesi üzerine hepsi bakarak ayağa kalkacaklar (dirilecekler). Allahu Teâlâ insanları, ilk yaratmasında olduğu gibi yalın ayak ve çıplak olarak diriltecek. (Dünyâda iken) Allahu Teâlâ’ya itaat eden ve isyân eden bedenler, kıyâmet günü diriltilecektir. Yine dünyada iken sevap ve günah işleyen eller, ayaklar ve diller de diriltilecek, sahipleri hakkında şâhitlik edeceklerdir. Allahu Teâlâ insanların amellerini tartmak için terâzi koyacak. Kimin sevâbı ağır gelirse, o kurtulacaktır. Kimin de sevâbı hafif gelirse, hüsran ve zarara uğrayacak-

tır. Kıyâmet gününde insanlara, amel defterleri verilecek ve amel defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolay görülecektir. Amel defterini sol elinden alanlar ise azap göreceklerdir.


ESERLERİ

Basra’da dedesinden intikal eden bir arazinin 17 dirhem tutarındaki geliriyle hayatını devam ettiren ve oldukça zâhidâne bir hayat yaşayan, kıvrak bir zekâya sahip olup ihlasıyla insanlar arasında yer edinen Ebu’l Hasan el-Eş’ari, h.324/936’da Bağdat’ta vefat etmiştir.

nıt, kaçınılmaz olarak, “Evet” olacaktır.” Ayrıca onlara: “Sizler, Yüce Allah’ın ezelden beridir dostları ile düşmanlarını ayrı tutmayı dilediğini söylemiyor musunuz?” denilir. Eğer onlar, “Evet” derlerse, bu durumda onlara şöyle denilir: “Mademki, Yüce Allah’ın iradesi ezelden beri var ise, yok olmuyorsa ve mahlûk değilse, niçin O’nun kelâmı mahlûk değildir” demiyorsunuz?” Şayet onlar, “Yüce Allah ezelden beri dostlarının ve düşmanlarını ayrı tutmayı dilemiştir” demeyiz derlerse, bu durumda onlar, Yüce Allah’ın, dostlarıyla düşmanlarını ayrı tutmak istediğini iddia etmiş olurlar ve Yüce Allah’a noksanlık izafe etmiş olurlar. Yüce Allah, Kaderiyye’nin kendisine izâfe ettiği bu sözlerden münezzehtir.” (7)

VEFATI Basra’da dedesinden intikal eden bir arazinin 17 dirhem tutarındaki geliriyle hayatını devam ettiren ve oldukça zâhidâne bir hayat yaşayan, kıvrak bir zekâya sahip olup ihlasıyla insan-

EYLÜL 2017

lar arasında yer edinen Ebu’l Hasan el-Eş’ari, h.324/936’da Bağdat’ta vefat etmiştir.

56

İbn Asâkir, ‘TebyînuKezibi’l-Müfteri fi mâ Nusibe’l-İmam Ebi’l-Hasan el-Eş‘arî’ eserinde İmam Eş‘arî’nin hayatını, Mu’tezile’den ayrılış sürecini, düşüncelerini, bid’at ehline karşı koyuşunu, ona yöneltilen eleştirileri ve takipçilerini ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. İbn Asâkir’den alıntılara yer veren Zehebi, Tebyîn’i şu şekilde övmektedir: “Her kim Eş‘arî hakkında çok fazla bilgi sahibi olmak isterse Tebyînu Kezibi’l-Müfterî kitabını dikkatlice okusun.” Bizzat Eş’arî el-Umed adlı eserinde 320/932 senesine kadar (vefatından 4 yıl öncesine kadar) yaklaşık 70 tane eserinin ismini zikretmektedir. Eş’arî’nin talebesi ve kitaplarını titizlikle inceleyen İbn Fûrek (ö. 406/1015), Eş’arî’nin hayatının kalan son dört senesinde de eser telifine devam ettiğini söyler ve kendisi bu 70 esere ek olarak 26 eserin daha ismini zikreder. İbn Âsâkir’de geçen rivayetlere göre İmam Eş’ari’nin 300’den fazla eseri, İslam dünyasına kazandırdığı aktarılsa da eserlerinden bazıları günümüze ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan başlıca eserleri şunlardır: Makalatu’l İslamiyyin: Eserin tam adı, Makalatu’l-İslamiyyin ve ihtilafu’l-Musallin’dir. Eser, İmam Eş’ari’nin İslam dünyasına İslâmi fırkaların ve kelamcıların bazı itikadi meselelerde görüşlerini eleştirmeden nakleden önemli bir kitaptır. Altıyüz küsur sayfadan oluşan eserin mukaddimesinde şu ifadelere yer vermiştir: “Dinleri ve bunlar arasındaki farkları öğrenmek isteyenlerin, mezhepleri ve görüşleri (makalat) bilmeleri gerekir. İnsanların birçok görüş sahiplerinden hikâyeler anlattıklarını ve bu konuda eser yazdıklarını gördüm. Gördüğüm bu eserler şu çerçevedeydi: Ya anlattığını kısa geçiyor ve muhalifinin görüşün anlatırken birçok hatalar yapıyor, ya muhalifine çamur atmak için anlattığında yalana dayanıyor. Ya farklı düşünenlerin ihtilaflarım rivayet eder-


ken, rivayetinde derinliği terk ediyor ya da muhalifini ilzam etme düşüncesiyle, onun görüşüne kendinden ilaveler yapıyor. Hâlbuki bu tarzlar, Rabbânilerin ve zekâlarıyla mümeyyiz olanların yolu değildir. Bu gördüklerim, beni bu konularda, uzun lafı ve gevezeliği bırakarak, kısa olacak bir çalışma yapmaya sevketti. Ben bu konuda, Allah›ın yardım ve kuvvetiyle ilk çalışma yapanım.” (8) El-İbane‘an Usuli’d-Diyane: Ehl-i Sünnet’e intisab ettiği günlerde yazdığı ve Ehl-i Sünnet dışı fırkaların reddi için yazdığı eseridir.

Cubbaî: “Hayır, çünkü ona denilir ki: ‘Mümin bu derecelere, yaptığı amellerle ulaştı. Senin ise bu gibi amellerin yoktur.” Eş’arî: “Çocuk, kusur benim değildir. Eğer beni yaşatsaydın, mü'min gibi iyi ameller işlerdim derse?” Cubbai: nah

“Allah,

işleyecektin

‘Biliyordum

ki

yaşasaydın

gü-

ve

çarptırılacaktın.

Se-

cezaya

nin menfaatini gözettim ve seni mükellef olma yaşına

ulaşmadan

önce

vefat

ettirdim’

der.”

Eş’ari: “Şayet kâfir, derse ki çocuğun durumu gibi benim durumumu da biliyordun. Onun gibi benim de menfaatimi göz önünde bulundursaydın ya.” Bunun üzerine Cubbaî sustu ve verecek bir cevap bulamadı. (İslam’da Siyasî ve İtikadi Mezhebler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi, 213-214)

Risale ilâ Ehli’s-Seğr: Selef’in üzerinde icmâ ettiği itikadî ilkeleri ihtiva eden, Demirkapı halkına hitaben yazıp gönderdiği bir risâledir.

5. Eş’arî, el-İbâne ‘an usûli’d-diyâne, s. 59-60.

Risâle fi İstihsâni’l-Havz fi İlmi’l-Kelâm: Bu eser kaynaklarda Risaletu’l-Has ale’l-Bahs adıyla yer almaktadır.

Mukaddime 13; Ahmed b. Hanbel, IV, 360, 352, 365.

El-Luma fi’r-Reddi ala Ehli’z-Zeygi ve’l-Bida’: Allah’ın sıfatlarını, kader ve iman konularını Ehl-i Sünnet’e göre açıklayan eseridir. Yakın zamanda Mısır’da ve Beyrut’ta basılmıştır. Risâletu’l-İman: İman konusunu işlediği eseri.

6. Buhâri, Tevhid 24, Mevakîf 16, 26, Tefsir Sûre 50/2; Müslim, Mesâcid 211; Tirmîzi, Cenne 16-17; İbn Mâce,

7. el-Eş’arî, el-İbâne ‘an usûli’d-diyâne, s. 82-83. 8. Eş’ari, Makalatu’l-İslamiyyin, s. 1.

Kaynakça: Eş’arî’nin Mutezile’den Ayrılmasının Nedenleri Üzerine Bir Deneme, Arş. Gör. İsmail Şık, Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 4, Sayı: 1, Ocak-Haziran 2004. TDV İslam Ansiklopedisi, Ebu’l-Hasan Eş’arî maddesi, İrfan

-------------------------

Abdulhamid, cilt: 11, sayfa: 444-447. TDV İslam Ansiklopedisi, Eş’arîyye maddesi, Yusuf Şevki

1. Ebu İshak el-Mervezi: İlmi, zühd ve takvasıyla şöhret bulmuş bir âlimdir. Şâfii fakihlerinin önde gelenlerinden biri olan el-Mervezi, yaşadığı çağda Bağdat’ta ‘fıkıh ilminin reisi’ sayılmıştır. Eş’arî, fıkıh ilmini Mervezi’den, Mervezi de Eş’arî’den kelam dersleri almıştır. Mervezi, ömrünün son yıllarında Mısır’a gitmiş ve 430/951 yılında orada vefat etmiştir.

Yavuz, cilt: 11, sayfa: 444-455 Ebu’l-Hasan el-Eş‘ari ve Kelâmdaki Yöntemi Üzerine (I), Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Doğan, Kelam Araştırmaları, Sayı, 11:1 (2013), s.139-168. Ebu’l-Hasan el-Eş’arî ve Bir Risalesi, Talat Koçyiğit, Ankara

2. Tebyin, s.39.

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1960, cilt: VIII, s.

3. Aynı yer.

165-174.

4. Üç Kardeş Meselesi: Nakledildiğine göre tartışma şu şekilde gerçekleşir:

Uluslararası İmam Eş‘arî ve Eş‘arîlik Sempozyumu Bildiri-

Eş’ari: “Şu üç kişi hakkında ne dersin; bunların biri mü›min, diğeri kâfir, üçüncüsü ise çocuktur.” Cubbâî: “Mü’min cennetin yüksek derecelerine erenlerden, kâfir ise cehennemin alçak derecelerine düşeceklerden, çocuk ise kendisini kurtaranlardandır.” Eş’ari: “Şayet çocuk, yüksek derecede olanların mertebesine ulaşmak isterse (yani çocukken öldüğü halde) bu, onun için mümkün müdür?”

rı tarafından basılmıştır.

leri, Siirt Üniversitesi (21-23 Eylül 2014) [Beyan Yayınla-

- Uluslararası İmam Eş‘arî ve Eş‘arîlik Sempozyumu Bildirileri İbn Asâkir’in (571/1176) Eş‘arî Savunusu, Metin Yıldız. Eş’arîlik’in Doğuşu ve İlk Dönem Eş’arîlik, Enes Er, İslam

57

ZİLKA'DE 1438

Bilimleri Araştırmaları Dergisi (2016), sayı: 1.


HAYATINIZA ŞEHVET HAKİM OLMAYA BAŞLAMIŞSA; NAMAZLARINIZI gözden geçirin.


Çünkü Allah (celle celaluhu) şöyle buyurdu: “Onlardan sonra bir grup geldi namazlarını ihmal etti ve böylece şehvete tabi oldular.” (Meryem Suresi: 59)


| Serbest Köşe

| Soner Dural

AMELLERDE SADECE

ALLAH’IN RIZASINI GÖZETMEK

EYLÜL 2017

“…Her kim Rabbine kavuşmayı umuyor, buna inanıyorsa, sâlih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!” (1)

60

emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.” (2)

Allah için yapılması gereken ibadet, hayır-hasenât ve hizmetlere, fânîler ortak edilirse, yani Allah’tan başkasının da takdîrini kazanmak gibi nefsânî bir gâye karışırsa, hem o amellerimizin ecri zâyî olur, hem de -nebevî tâbiriyle- “küçük şirk” sayılan riyâ/gösteriş cürmü irtikâb edilmiş olur. Bu ise, imâna zarar veren, son derece mahzurlu bir hâldir. Bu sebeple bizler amellerimizde sadece Allah’ın rızasını gözetmeliyiz.

Samimi niyet; Din’i yalnız Allah’a has ve halis kılmaya ilaveten, namaz, zekât, oruç, hacc ve kurban dâhil bütün ibadetlerin sadece Allah rızası için yapılması ile ortaya çıkar. Bu bakımdan, bir zarûret durumunda veya hayra teşvik gibi bir maslahat söz konusu olduğunda, sâlih ameller ve hayır-hasenâtın alenî olarak îfâ edilmesinde bir beis yoktur. Bu takdirde ise kalbi gurur, kibir, riyâ ve gösteriş gibi marazlardan koruyup sadece Allah rızâsını hedeflemek şarttır.

“Ve onlar, dini sadece Allah’a tahsis ederek, Allah’ı birleyerek, ancak Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekâtı vermekle

Onlar (Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermek-


ten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşet verici) günden korkarlar. (3)

Ardından beraberce Hz.Osman’a giderler. Hz.

SAHABE’DEN ÖRNEKLER:

üzülmüştür.” deyince Hz.Osman (radıyallâhu

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) Vâlidemiz bu hassâsiyet sebebiyle, herhangi bir sadaka vereceği zaman, o sadakanın ecrini zâyî etmemek için büyük bir titizlik gösterirdi. Yoksulun duâsına dahî aynıyla mukâbelede bulunurdu. Kendisine: “–Hem sadaka veriyorsun, hem de duâ ediyorsun; niçin böyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevâbı vermişti: “ –Onun yaptığı duânın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duânın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infâkımın mükâfâtını sadece Allah’tan beklemiş olayım.” (4) Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne-i Münevvere’de kıtlık başgösterir. Tam da o sırada Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hz. Osman (radıyallâhu anh) ise: “−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der. Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halîfe Hz. Ebû Bekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hz.Osman (radıyallâhu anh)’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) ise, o fazîlet ehli sahâbînin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:

“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne anh): “−Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyorlar, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Cenâb-ı Hak ise, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattık.” buyurur. Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder. Buna çok sevinen Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Hz.Osman’ı alnından öper ve: “−Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim…” buyurur. (5) ALLAH’IN (CC) AMR BİN LEYS’İ AFFETMESİNİN SEBEBİ: Horasan melik ve kahramanlarından Amr bin Leys’in hâli, buna güzel bir misâldir. Vefâtından sonra onu sâlih bir zât rüyâsında görmüştü. Aralarında şu konuşma geçti: “–Allah sana nasıl muâmele etti?” “–Allah beni affetti.” “–Hangi amelin sebebiyle affetti?” “–Bir gün bir dağın zirvesine çıkmıştım. Yüksekten askerlerime bakınca, sayılarının çokluğu hoşuma gitti ve: «Keşke Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) zamanında yaşasaydım da O’na yardım edip destek olsaydım, (O’nun yolunda fedâ-yı cân eyleseydim)…» diye duygulandım. İşte bu niyet ve iştiyâkıma karşılık, Yüce Allah beni af ve mağfiretine mazhar eyledi.” (6)

61

ZİLKA'DE 1438

“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. O, Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” der.

Ebû Bekir (radıyallâhu anh):


ALLAH’A BORÇ VEREN SAHABE:

EYLÜL 2017

Kim Allah’a güzel bir borç verirse, o taktirde, o (verdiği) kendisine kat kat çoğaltılarak ödenir. Ve Allah, (ilâhi kanun gereği kişinin rızkını) daraltır ve genişletir. Ve O’na döndürüleceksiniz. Hz.EBU DAHDAH VE EŞİ ÜMMÜ DAHDAH Hz. İbn-i Mesud : (radiyallahuanh) anlatır: “Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah ona bunun karşılığını kat kat verir.” (Bakara, 245) ayeti nazil oldu. Ayetin indiğini duyan Ebu Dahdah, vakit kaybetmeden hemen koşarak Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldi. O’na: – “Anam babam sana feda olsun ey Allah Resulü. Allah hiçbir şeye muhtaç değilken bizden borç mu istiyor?” diye sordu. Hz. Peygamber: – “Evet, bununla sizi cennete koymak istiyor” buyurdu. Ebu Dahdah: – “Şimdi ben Rabbim’e borç verirsem, bunun için beni ve çocuklarımı cennete koyacağını taahhüt mü ediyor?” diye sordu. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem): – “Evet” buyurdu. Ebu Dahdah elini Allah Resulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) uzatarak: – “Öyleyse elini bana uzat ey Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)! Benim iki bahçem var, biri yukarıda diğeri aşağıda. Vallahi bunlardan başkada bir şeyim yok, ikisini de Allah’a borç vermek istiyorum” dedi. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem): – “Onlardan birini Allah için bağışla, diğerini kendi ve ailenin geçimi için bırak” buyurdu. Ebu Dahdah: – “Büyük olan ve çok sevdiğim 600 ağaçlı hurma bahçemi Rabbime borç veriyorum” dedi. Allah Resulü(sallallahu aleyhi ve sellem): – “Öyle ise Allah (cellecelaluhu) buna karşılık sana cenneti verecektir” buyurdu. Kâinatın yegâne sahibi, ahiretin tek maliki olan Rabbi, bu borç karşılığında elbette ona, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, akılların hayal bile edemediği lütuflar ihsan edecekti.

62

Bunu çok iyi biliyordu. Zira o, Nebevi terbiyeden geçmişti. Rabbinin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Karşılığının kat kat verileceğine olan imanı tamdı. Tıpkı eşi Ümmü Dahdah gibi. Ebu Dahdah hurma bahçesine gidip de olayı eşine anlatınca eşi ona kızmak, darılmak, onu tenkit etmek bir yana, eşinin yaptığı bu alışverişten dolayı çok memnun oldu, çok sevindi. Ebu Dahdah ona: – Ey Dahdah’ın annesi! Hurma bahçesinden çık! Ben onu hurmalarıyla birlikte cennet karşılığında Rabbime sattım, deyince, eşi onu tebrik ederek: – Kârlı bir ticaret yapmışsın ey Ebu Dahdah! Allah alışverişini mübarek kılsın, dedi. Sonra topladıkları hurmaları bahçede bırakıp, çocuklarını yanına alarak bahçeyi gönül hoşluğu içinde terk etti. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Ebu Dahdah için şöyle diyecekti ‘’Cennette Ebu Dahdah için dikilmiş nice ağaçlar vardır.’’ (7) İhlâsı muhâfaza etmek için, sâlih amelleri mümkün mertebe gizlemek esastır. Fakat gizleme imkânı bulunmayan bir sâlih ameli terk etmek de doğru değildir. Meselâ, riyâ olur endişesiyle cemaatle namaza gitmemek, nefsin aldatmasına kanmaktır. Veya; “Ben riyâdan uzak, huşû ile namaz kılamıyorum; o hâlde yüzüme çarpılacak bir namazı hiç kılmayayım daha iyi!” diyerek namazı büsbütün terk etmek, şeytanın tuzağına düşmek demektir.

AMELLERİNİ ALLAH İÇİN YAPMAYAN VE İLK HESABA ÇEKİLECEK ÜÇ KİŞİ: Ebû Hüreyre (radıyAllahu anh) anlatır: Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir: Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah, kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer. O da, bun-


lara nail olduğunu itiraf eder. Bunun üzerine Allah kendisine: Bu mazhar olduğun nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da: Senin yolunda şehîd oluncaya kadar savaştım, cevabını verir. Allahu Teâlâ: Yalan söylüyorsun; sen «yiğit» desinler diye savaştın ve sana «yiğit» dediler de, der. Sonra meleklerin kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır. İkincisi, ilim tahsil edip başkasına da öğreten ve Kur’ân okuyan kimsedir ki, bu da Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilmiş olan nimetleri bir bir sayar ve önüne serer. O da bunları tasdik eder. Ve Allah kendisine: Bu eriştiğin nimetler içerisinde ne yaptın? diye sorar. O da: İlim tahsil ettim, ilmi başkasına öğrettim ve senin rızan için Kur’ân okudum, diye karşılık verir. Allah kendisine: Yalan söylüyorsun, sen ilmi, «alim» desinler diye öğrendin. Kur’ân’ı da «güzel Kur’ân okuyan kişi» desinler diye okudun. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır. Üçüncüsü de, Allah’ın kendisine bolluk verdiği, malların her çeşidini ihsan ettiği kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kendisine verilen nimetleri karşısına çıkarır. O da bütün bunların kendisine verildiğini kabul eder ve Allah sorar: Şu nail olduğun nimetlerle ne yaptın? der.

Allahu Teâlâ: Yalan söylüyorsun. Sen bütün bunları kendine «ne cömerd adam!» dedirtmek için yaptın. Ve sana böyle dediler de, der. Sonra meleklere onu almalarını emreder. Ve yüz üstü sürüklendirilerek cehenneme atılır. (8) Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “–Riyâ, gösteriştir. Kıyâmet günü insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah Teâlâ riyâ ehline: «–Dünyadayken kendilerine mürâîlik yaptığınız/ amellerinizi göstermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” (9) “…Nerede olsanız, O (Allah) sizinle beraberdir…” (Hadid, 4) “Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) “…Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer…” (Enfâl,24) Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe inanmazlar da halka gösteriş olsun diye mallarını dağıtırlar. Arkadaşı şeytan olan için ne kötü arkadaştır o. Ne olurdu onlara, Allah’a ve ahiret gününe inanıp da Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan öyle dağıtsalardı! Allah onları bilmekteydi. (10)

63

ZİLKA'DE 1438

O da:

Verilmesini istediğin ne kadar yer varsa, hep o yerlerde ve o yolda dağıttım, diye cevap verir,


Unutmayalım ki Rabbimiz bizden dâimâ samimiyet istiyor. Niyetlerimizde de ihlâs sahibi olmamızı arzu ediyor. Kendisine yaptığımız kulluğumuzu, ivazsız garazsız, hasbeten lillâh, yani sırf Allah rızâsı için îfâ etmemizi istiyor. İbadetlere riyâ ve gösterişle fânîleri ortak etmenin hazin neticelerine karşı, biz kullarını îkaz ediyor: “Ey imân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde, malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz bir kaya hâline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar…” (11) Abdullah b. Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Sâlim, halife Ömer b. Abdülazîz’e şöyle yazar: “Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.” (12)

Onlar verdikleri sözü tam bir biçimde yerine getirirler ve kötülüğü salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire, yemeği severek yedirirler. “Biz size yalnız ve yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de istemiyoruz; Çünkü biz, asık suratlı, sert bir gün yüzünden Rabbimizden korkarız.” derler. (14) Şair der ki: “Yâ İlâhî! Maksadım yalnız Sen’sin, talebim de sadece Sen’in rızâ-yı şerîfindir.” niyâzı, kulluk hayatımızın her ânında, gönül semâmızda yankılanmalıdır. Niyetin salimiyeti gayretullahı harekete geçiren en önemli vesiledir. Eğer niyet salimse, Allah, az amele çok sevap verir ve o işe rahmet, bereket katar. Eğer niyet selim değilse, çok amel yapılsa dahi hiçbir karşılık alınamaz. Allah niyetlerimize salimiyet versin. Niyetlerimizde var olan hastalıkları gidersin. Bizleri kendi rızasına uygun amel edenler’den eylesin. (Âmin)

Abdulkadir Geylani şöyle der:

AĞUSTOS EYLÜL 2017 2017

“Yaptığın her ibadet seni Hakk’a yakın eylemeli. İbadetin tadını almalısın. Hak’la aranda dostluk olmalı. Bunlar olmuyorsa, bilesin ki, ibadet edemiyorsun. Yaptığın ibadetlerde karışıklık var. O karışık şeylerin ne olduğunu bilir misin? Onlar, gösteriş ve nifak alâmetidir. Dıştan Allah için yapar görünüp kalbinde halka gösteriş ve onlardan maddî bir talep bulunmasıdır. Ey amel sahibi, sana ihlâs gerek, bu yoksa boşuna yorulma.”der.. “Sizi, toplama gününde, bir araya getirdiği o (gün), kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür. Kim Allah’a iman eder ve sâlih amel işlerse (Allah) onun kötülüklerini örter ve onu içinde ebedî kalacağı, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar orada ebedi kalırlar. İşte büyük kurtuluş budur. (13)

64

------------------------1. Kehf, 110 2. Beyyine, 5 3. Nur Suresi, 37 4. Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, İst. 1988, VI, 304. 5. Bkz. age. sf. 140. 6. Kadı Iyâz, Şifâ, II, 28-29 7. Müsned-i Ahmed, 5/952-İbn’ül Esir,ÜsdülGabe 5857, İbn Hacer ,İsabe,9855, İbnManzur,Muhtasar 8. Müslim, Tirmizî, Nesei 9. Ahmed, V, 428, 429 10. Nisa, 38-39 11. Bakara, 264 12. Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders 13. Teğabun, 64/9) 14. İnsan, 7-10


Yeni Kitabımız

8₺

16₺

Müslüman Kardeşlerde Eğitim Metodu - 13,5x21 - Ivory Kağıt - Karton Kapak - Laklı - 320 Sayfa

Nebevi Hayat Yayınları Eylül 2017 İndirim Kampanyası

40₺

16₺

50₺

20₺

2. Kitâbü’z-Zühd 1. Hadislerden

Hikmet Damlaları 17x24 Kitap Kağıdı Karton Ciltli Kapak

17x24 Ivory Kağıt Karton Ciltli Kapak

10 Kitap

₺ 0 6 ₺ 152

3.

Fiyatlar Yalnızca “01 Eylül - 15 Ekim 2017” Tarihleri Arasında Nebevi Hayat Yayınlarında Geçerlidir

Akâid Risâleleri 13,5x21 Ivory Kağıt Lüx Kuşe Kapak Altın Yaldızlı Kabartmalı



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.