Editör H
amd, münafıkların tehlikesine dair Ku-
ğüse çarpışmaktan daima kaçınan ve amacına
ran’ın birçok yerinde bu meseleye dik-
ulaşabilmek için her yolu mubah gören kişi-
kat çeken ve müslümanların tedbirli olmala-
dir. İstediğini elde edebilmek için girmeyeceği
rına dair ikazlarda bulunan Âlemlerin rabbi
kalıp, davranmayacağı şekil yoktur.
olan Allah’a;
Nebevi Hayat Dergisi olarak, ümmetin sır-
Salât ve selâm, nifak ehlini ve onların özellik-
tında bir kambur hükmünde olan münafıklık
lerini ümmetine öğretip bu huylardan Müs-
hastalığını ve münafıkların vasıflarını konu
lümanın uzak kalmasını bildiren Rasûlullah
edinen bir sayıyı okurlarımızın gündemine
aleyhisselâm’a, ailesine, ashabına ve tüm mü-
taşımak istedik. Rabbimiz istifade etmeyi biz-
minlere olsun.
lere nasip etsin.
Münafık; asli kimliğini saklayan, bazı zaman-
Nebevi Hayat Dergisi olarak, İslam âlemi
larda zarureten bazı zamanlarda ise çekeme-
üzerinde şer güçlerinin tuzaklarının şeytan ve
mezlikten dolayı İslam’a muhalif şer güçlerin
dostlarının üzerine devrilmesini Aziz ve Celil
emrinde hareket ederek ihanet etmek için
Allah’tan niyaz ederiz.
Müslümanların arasına karışan, onların kar-
Nebevi Hayat Dergisi olarak, “2018 yılı
deşliğini ve birliğini, gücünü ve kuvvetini
abonelik çalışmalarımıza” start verdik. De-
bozmaya çalışan kişidir. Münafık; Daima sinsi
ğerli takipçilerimizin abone olup abone bula-
ve hain olan, her zaman fırsat kollayan, he-
rak dergimize katkıda bulunmalarını önem-
defi uğruna susan ve saklanan, istemediği ve
semekteyiz. Bu iyilik çarkını hep beraber
hoşlanmadığı ortamlarda bulunup planlarını
döndürebileceğimizi bilgilerinize sunup şim-
uygulamak için tuzaklar hazırlayan, göğüs gö-
diden teşekkür ederiz.
YIL: 5 Sayı: 60 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Hakan Sarıküçük Mali İşler Sorumlusu Turhan Güncü Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman
Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. (Ayçin Sk.) No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Abone Şartları 2017 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, KASIM 2017 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler
Nifak Hastalığı ve Münafıklığın Alametleri-1 Mahmut Varhan
'Nifak'a Sebep Olan Etkenler Hakan Sarıküçük
Olaylar ve Yorumlar Davetçi Kardeşlerime Tavsiyeler Nedim Bal
İslâm Coğrafyası Hint Alt Kıtasında Bir Müslüman Beldesi: Bangladeş İsmail Eren
Dava Önderleri Zeynüddin (Dinin Süsü): Mâlik bin Dinar –rahimehullah- (?-748) Cihan Malay
Dünya ve Ahiret Hüsranı; Nifak M. Sadık Türkmen
17
Hz. Peygamber Döneminde Münafılar Ahmet İnal
21
04
11
31
35
39
Nifak Alameti Olarak "Riya" Derya Fıçıcı
28
Nevevi Aile Lütfen Bana Bağırma Halime Yılmaz
48
Serbest Köşe Kendi Elimizle Kendimizi Tehlikeye Atmayalım! Muaz Akgün
51
Serbest Köşe Fertleri ve Toplumları Helaka Sürükleyen Ameller; Nefsin Reberliğinde Kibre Yolculuk Ümit Şit Serbest Köşe Nebevi Nesil Nasıl Olmalı? Soner Dural
54 59
| Kapak Dosya
| Mahmut Varhan
NİFAK HASTALIĞI ve MÜNAFIKLIĞIN ALAMETLERİ-1
S
amimi olanları yalancılardan ayırmak, sadık olanların değerini ve sahtekâr yalan-
cıların da değersizliğini ortaya çıkarmak için kullarını çetin imtihanlara tabi kılan Allah Teâlâ’ya hamd ederiz. Hayatı boyunca kâfirlere ve münafıklara karşı cihad eden, kılıcıyla kâfirleri dize getiren ve burhanıyla münafıkları susturan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu
aleyhi ve selleme,
bu yolda canları ve mallarıyla
ona destek olan âline, ashabına ve kıyamete kadar onların yolunu takib eden mü’minlere salat ve selam olsun.
KASIM 2017
İmdi, nifak hastalığı ve münafıkların özellikleri mevzusu, Kur’an-ı Kerim’in en fazla
4
üzerinde durduğu konuların başında gelmektedir. Çünkü İslam ümmeti için en tehlikeli düşman, münafıklardır. Zira bizden gibi gözükerek, Ümmeti Muhammed’in bünyesini içeriden çürüten bu sinsi düşman güruhun farkına varmak çok zordur ve pek çok Müslüman da onların zahirlerine bakarak, hilekâr tuzaklarına kapılmaktadırlar. Bundan dolayı bu konunun üzerinde ciddiyetle durulmalı ve münafıkların özellikleri açık bir şekilde ortaya konulmalıdır. Böylece Allah’ın izniyle samimi Müslümanlar, onların sinsi tuzaklarından sakınırlar. Biz de bu maksatla bu makalemizde nifak hastalığının mahiyeti ve münafıkların özellikleri üzerinde durmaya çalışacağız.
1- Nifak Hastalığının Mahiyeti ve Hakikati Nifak, bir şeyi gizlemek ve zıddını açığa vurarak onun üzerini örtmek demektir. Münafık, İslam’ın temel esaslarının tümünü veya bir kısmını kalben inkâr ettiği halde, dili ile bunları kabul ettiğini iddia eden bir yalancıdır. “Münafıklar sana geldiklerinde “senin Allah’ın elçisi olduğuna kesinlikle şahitlik ederiz!” dediler. Allah, senin elçisi olduğunu elbette bilir ve Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Onlar (yalan yere) ettikleri yeminleri kalkan yapıp, Allah yolundan alıkoydular. Kuşkusuz onlar ne kötü işler yapmaktadırlar!” (Münafikun, 1-2) Münafık, ikiyüzlüdür. O tıpkı tarla faresine benzemektedir ki, birisi açık diğeri de gizli olmak üzere kendisine iki yuva yapar. Açık olan yuvasından bir tehlike geldiğinde, hemen gizli olan taraftan kaçar. İşte münafık da zahir olan kapıdan İslam'a girmiş gibi kendisini gösterirken, batın olan kapıdan İslam'dan çıkmıştır. Böylece zahiri ile Müslümanları idare ederken, bâtını ile de kâfirlerle birlikte olmaktadır. Böyle yapmakla kendisini tehlikeden korumak ve dünyevi çıkarlarını gözetmek istemektedir. “İman edenlerle karşılaştıklarında “Amenna (inandık)” derler. Şeytan (elebaş)ları ile başbaşa kaldıklarında ise “kesinlikle biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece eğleniyoruz” derler.” (Bakara, 14)
(Münafikun, 1-2)
lara, ne de bunlara bağlıdırlar! Allah kimi dalâlette bırakırsa, ona bir (çıkar) yol asla bulamazsın.” (Nisa, 143) Günümüzde batı ile doğu arasında gidip gelenler, gerçekte batılı/beşeri sistemlere ve insan aklının/hevasının mahsulü olan beşeri hukuka bağlı oldukları halde sırf Müslüman toplumların desteğini alabilmek için İslami söylemlere sarılanlar, laikliğe ve demokrasiye gönülden bağlı oldukları halde İslam’ın birtakım zahiri amellerini işleyerek reklam malzemesi yapanlar münafıkların ta kendileridir.
2- Münafıkları Tanımanın Yolu Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde vahiy iniyor ve Allamü’l-guyub (gaybı bilen) Allah Teâlâ isim isim münafıkları ona haber veriyordu. Diğer taraftan da münafıkla-
5
SAFER 1439
Münafık, iki sürü arasında kalan ve hangi sürüye katılacağına karar veremeyerek şaşkın bir şekilde bir oraya bir buraya koşuşturan koyun gibidir. Abdullah b. Ömer dedi ki: Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Münafığın misali, tıpkı iki sürü arasında şaşkın bir şekilde gidip gelen koyun gibidir; bir o sürüye bir bu sürüye koşuşturmaktadır.” (1) Onların hakikatini en iyi bilen Allah azze ve celle, onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “Ara yerde bocalayanlar olarak ne on-
"Münafıklar sana geldiklerinde "senin Allah'ın elçisi olduğuna kesinlikle şahitlik ederiz!" dediler. Allah, senin elçisi olduğunu elbette bilir ve Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Onlar (yalan yere) ettikleri yeminleri kalkan yapıp, Allah yolundan alıkoydular. Kuşkusuz onlar ne kötü işler yapmaktadırlar!"
"(Münafıklar) diyorlar ki: "Andolsun, eğer (bu seferden) Medine'ye dönersek, en izzetli (güçlü/şerefli) olan, en zelil (güçsüz/hakir) olanı mutlaka oradan çıkaracaktır!" Oysa bütün izzet ancak Allah'ın, Rasûlü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler." (Münafıkun, 8)
Ancak kendisi içinde gizli bulunan küfrünü izhar edecek olursa, o zaman biz de onu izhar ettiği bu küfür sözü veya ameliyle muaheze edebiliriz. Nitekim Hazreti Ömer radiyallahu anhu şöyle demektedir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde bazı insanlar, (onlar hakkında nazil olan) vahiy ile muaheze edilmekteydiler. Artık vahiy kesilmiştir; şu anda biz sizleri, ancak bize zahir olan amelleriniz ile muaheze ederiz. Dolayısıyla kim bize hayırlı amelleri izhar ederse, biz de ona güvenir ve onu yakınlaştırırız. Onun gizli halinden hiçbir şeyi araştırmayız; zira gizli hallerinden dolayı onu hesaba çekecek olan Allah’tır. Kim de bize kötü ameller izhar edecek olursa, kalbinin iyi ve temiz olduğunu iddia etse bile ona güvenmez ve onu tasdik etmeyiz.”(2)
KASIM 2017
3- Münafıkların Kalplerindeki Küfürlerini Gösteren Alametleri
rın bütün özelliklerini kitab-ı mübinde beyan ediyordu. Hz. Peygamberin vefatı ile birlikte vahiy kapısı kapandı ve gaybı bilmeyen Müslümanlar için, isim isim münafıkları bilme yolu da kapanmış oldu. Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sırdaşı olan Huzeyfetü’l-Yemani müstesna idi ki, ona da Hazreti Peygamber münafıkların isim listesini bildirmişti. O bunları bir sır olarak sakladı ve bu ilmiyle birlikte vefat etti. Dolayısıyla artık bizim için münafıkları tanımanın tek bir yolu kalmıştır ki, o da onların Kuran-ı Kerim'de beyan edilmiş bulunan özellikleridir. Her kimde bu özelliklerin tümü veya bir kısmı mevcutsa, onun münafıklardan olabileceğini hesaba katarak ona karşı ihtiyatlı olmamız gerekir. Buna rağmen kalbini yarıp içini göremediğimiz (gaybı bilmediğimiz) için onun itikadi anlamda münafık olduğunu söyleyemeyiz.
6
Allah azze ve celle Kur’an-ı mübinde, onlardan sakınabilmemiz için münafıkların özelliklerini tahsilatlı bir şekilde anlatmaktadır. Öyle ki Tevbe sûresinin bir adı da “el-Fadıha” (münafıkların gizli sırlarını deşifre ederek açığa çıkaran) dır. Zira özellikle bu sûrede ve diğer birçok sûrelerde münafıkların iç âlemlerine ayna tutulmuş ve gizledikleri küfürlerinin alametleri ortaya konmuştur. Bu alametlerden bazıları şunlardır: 1- Münafıklar Allah ile O’nun Rasûlü ile ve Allah’ın kitabı/şeriatı ile istihzada bulunur; iman edilmesi zaruri olan dinin en temel esasları ile eğlenirler. “Onlara (münafıklara alaycı tavırlarının sebebini) sorsan, mutlaka diyeceklerdir ki: “Biz sadece lafa dalıyor ve eğleniyorduk.” De ki: “Allah’la, ayetleriyle ve elçileri ile mi eğleniyordunuz? Özür dilemeyin, iman ettikten sonra kesinlikle kâfir oldunuz. Eğer içinizden bir grubu(nuza tövbe nasip ederek) affedersek, suçlu oldukla-
rından ötürü bir grubu da cezalandıracağız." (Tevbe, 65-66) 2- Münafıklar her fırsat bulduklarında Allah'ın Rasûlü’nü kınamak, ayıplamak, iftiralarla karalamak, toplumların nezdinde itibarını zedelemek, değerini düşürmek ve tabi olunmaya layık olmadığını ortaya koymak adetlerini devam ettirirler. “Onların, sadaka (zekât) dağıtımında seni kınayanları vardır. Eğer kendilerine verilirse, hoşnut olurlar ve eğer verilmezse birden öfkelenirler.” (Tevbe, 58) “(Münafıklar) diyorlar ki: “Andolsun, eğer (bu seferden) Medine’ye dönersek, en izzetli (güçlü/şerefli) olan, en zelil (güçsüz/hakir) olanı mutlaka oradan çıkaracaktır!” Oysa bütün izzet ancak Allah’ın, Rasûlü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.”(Münafıkun, 8). Münafıkların Medine-i Münevverede yaydıkları “İfk Hadisesi” bunun en iğrenç ve ibretle dolu örneğidir ki; tarih boyunca ümmeti Muhammed içindeki münafıkları ve zındıklar ortaya çıkaran bir hadisedir. Bu elim olay, münafık ve zındıkları ortaya çıkarması bakımından, “O ağır iftirayı (gündeme) getirenler, içinizden bir gruptur! Onun size sürülen bir leke olduğunu sanmayın; gerçek şu ki o, sizin için bir hayırdır...” (Nur, 11) ayetinde ifade edildiği üzere İslam ümmeti için hayır olmuştur. İslam tarihi boyunca rafızi/şiilik perdesi altında faaliyet gösteren münafık ve zındıklar, en fazla bu olayı ve ümmeti Muhammed’in annesi Hz. Aişe’nin pak şahsiyetini dillerine dolamışlar ve güneşe leke sürmeye çalışarak yakayı ele vermişlerdir.
bu son zamanlarda iyice yayılmıştır. Kendilerini sünnet bağından kurtaran kimi şarlatanlar, artık ayetlerin açık anlamlarını inkâr etmeye yeltenmişlerdir ve böylece kalplerindeki nifak hastalığı gün yüzüne çıkmıştır. 3- Münafıklar İslam şeriatından yüz çevirir, sürekli Şeriat-ı Ahmedi’yi kötüler, insanları onunla amel etmekten ve onunla muhakeme edilmekten uzaklaştırmaya çabalarlar. Diğer taraftan kâfirlerin huzurunda muhakeme olmak, onların kanunlarını Allah’ın şeriatına tercih etmek ister ve beşeri kanunları tatbik etmek hususunda gayretli bir şekilde çalışırlar. “Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri bilmez misin? Tağutu tanımamaları/inkâr etmeleri kendilerine emredildiği halde onun hükmüne başvurmak istiyorlar; şeytan da onları derin bir dalalete sürüklemek istiyor. Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve O’nun elçisine gelin” denilince; münafıkların senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün.” (Nisa, 60-61) 4- Münafıklar yıkıcı ideolojileri benimser ve çürük bağları, kuvvetli İslam bağının yerine ikame etmeye çalışırlar. Laiklik, demokrasi, milliyetçilik, kapitalizm, sosyalizm, hümanizm, yenilikçilik, modernizm ve benzeri batıl sistemlerin propagandasını yapmakta ve bu tür çürük bağları İslam bağının yerine ikame ederek, toplumların bu bağlar etrafında kenetlenmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Hâlbuki bu çürük bağlar toplumlar arasında fitne, fesat, çözülme, tefrika, parçalanma, kin, hased ve çatışmaktan başka hiçbir netice vermemektedir. Buna rağmen sefih/beyinsiz olan münafıklar, mutlak hayır olan Allah’ın ipini bırakarak mutlak şer olan ve kâfirler tarafından uzatılan bu çürük sihir iplerine tutunmaya çalışmaktadırlar. Allah münafıkları kahretsin!
7
SAFER 1439
Münafıkların yüzlerindeki maskeyi kaldıran ve onların kalplerinde bulunan nifak hastalığını ortaya çıkaran hususlardan biri de, Sünnet-i Nebevi’yi inkar etmek ve “Kur’an bize yeter” iddiasına sarılarak Sünnet-i Seniyyeyi tamamen devre dışı bırakmak ve ardından da Kur’an ayetlerini tevillerle asıl mecrasından çı-
karıp tahrif etmek fitnesidir. Bu fitne, özellikle
5- Münafıkların mesleği, her türlü münkeri yaymak ve ma’rufun toplum arasında yayılıp kökleşmesine engel olmaktır. Onlar zulüm, günah, fısk ve fesadı emreder; tevhid, adalet, ihsan, hayır ve her türlü fazileti de nehyederler. Makamlarını ve maddi çıkarlarını korumak uğrunda toplumların bozulmasını, dağılmasını ve birbirleriyle boğuşmalarını sağlamaya çalışırlar.
KASIM 2017
“Erkek ve kadın münafıklar birbirlerindendir; kötülüğü telkin ederler, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutar (cimrilik yapar)lar. Allah’ı unuttular, O da onları unuttu; nitekim münafıklar, fasık (sapkın) ların ta kendisidirler. Allah, erkek ve kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde temelli kalacakları cehennem ateşini vaat etmiştir; bu onlara yeter! Allah, onları lanetlemiştir ve elbette onlara sürekli bir azap vardır.” (Tevbe, 67-68) 6- Münafıklar, Allah’ın kelimesini en yüce kılmak ve şeriatını insanlık âlemine hakim kılmak yolunda cihad edilmesine karşı çıkar, cihadı ve mücahidleri sürekli tenkit ederler, türlü iftiralarla karalamaya çalışırlar ve Allah'ın yolunda cihad yapılmasını önlemek için her türlü desiseye başvururlar. Münafıkların maskesini düşüren ve nifaklarını ortaya çıkaran en müessir unsur, cihad mevzusudur. Çünkü cihad; tevhid ve adaletin ikamesi, şirk, fesat ve ma’siyetin izalesi demektir ki; münafıkların gayelerine ulaşmaları önündeki en büyük engeldir. Bundan dolayıdır ki bugün bütün dünyada Allah yolunda cihad etmeye terörizm ve mücahitleri saf dışı bırakmak için yapılan savaşlara da terörizmle mücadele ismi verilmekte ve İslam düşmanlarının bu sinsi tuzaklarına münafıklar da bütün güçleriyle destek vermektedirler. Allah yolunda cihad mefhumunu tahrif etmek ve kâfirlere karşı savaşmak anlamının dışında her türlü manaya çekebilmek için bütün hünerlerini ortaya koymaktadırlar.
8
“O (Tebük seferinden) geri kalanlar, Allah’ın elçisine muhalefet ederek (evlerinde) oturmalarına sevindiler; Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmadılar. Üstelik “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!” Eğer kavrasalardı...” (Tevbe, 81) "Eğer (sefere) çıkmak isteselerdi, elbette bunun hazırlığını yaparlardı. Fakat Allah, davranışlarından hoşlanmayıp, onlara uyuşukluk verdi: «Oturanlarla (savaşa katılmayan kadın ve çocuklarla) beraber oturun!» denildi (onlara). Sizinle (savaşa) çıksalardı, size katkıları ancak bozgunculuk olurdu ve sizi fitneye (bozguna) uğratmak için elbette uğraşırlardı. İçinizde onları (münafıkları) dinleyenler de vardır. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir." (Tevbe, 46-47) “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, “Bunları (cihad eden Müslümanları) dinleri şımarttı” diyorlardı. Oysa Allah’a kim tevekkül ederse... Kuşkusuz Allah çok izzetlidir, çok hikmetlidir.” (Enfal; 49) "İki topluluğun (Uhud’da) karşılaştıkları gün başınıza gelen musibet, Allah’ın izniyledir ve müminleri bilmesi (belirlemesi) içindir. Münafıklık edenleri de bilmesi (ortaya çıkarması) içindir. Onlara, “Gelin, Allah yolunda savaşın veya (sayımızı artırarak düşmana) gözdağı verin!” denilmişti. “Eğer savaşılacağını bilseydik, elbet size uyardık” dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar; kalplerinde olmayanı dile getiriyorlar. Allah, gizledikleri herşeyi en iyi bilendir. Onlar ki (evlerinde) oturdukları halde, (savaşan) kardeşleri için, “Sözümüzü dinleselerdi, öldürülmezlerdi” dediler. De ki: “O halde ölümü başınızdan savın, eğer doğru iseniz...” (Âl-i İmran; 166-168) 7- Münafıklar, Müslümanlarla kâfirler arasında cereyan eden savaşta Müslümanlara karşı kâfirlere yardım ederler, onlarla ittifak kurarlar,
çeşitli hile ve desiselerle onlara yardım ederler ve onların Müslümanlara galip gelmelerini isterler. Çünkü münafıklar da hakikatte küfür içinde oldukları için, aynı inancı paylaştıkları kâfirlerle dostluklar kurmakta ve onlara yardım etmektedirler. Esefle belirtmek gerekir ki, asrımızda İslam toplumları bu münafıklar tarafından yönetilmekte ve bu sefih yöneticiler, kendi toplumlarına karşı düşmanlara her türlü desteği sağlamaktadırlar. “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları veli/dost edinmeyin! Onlar birbirinin velisidirler ve sizden kim onları veli edinirse, elbette o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalim kavmi hidayet etmez. İmdi kalplerinde hastalık olanların, “Başımıza bir musibet gelmesinden endişe ediyoruz” diyerek, onlara (yaranmaya) koşuştuklarını görürsün; ancak umulur ki Allah, (beklenen) fethi veya katından bir durum meydana getirir de içlerinde saklı tuttukları (Yahudi ve Hristiyan taraftarlarlığı)na pişman olurlar.” (Maide, 51-52) 8- Münafıklar, kâfirlerin Müslümanlara karşı zafer kazanmalarından ve Müslümanların hezimete uğramaları ya da bir musibete maruz kalmalarından dolayı sevinirler. Müslümanların zafer kazanmaları veya fetihte bulunmaları durumunda ise, münafıklar yas tutarlar, Nitekim tarih boyunca rafızi taifesi ve gulatı Şia taifelerinin münafık ve zındıkları bu şekilde hareket etmişlerdir. Ehli Sünnet ve’l-Cemaate mensup Müslümanların bir felakete maruz kalmaları durumunda bayram etmişler ve Müslümanların bir fetih gerçekleştirmelerinde de yas tutmuşlardır. Günümüzde artık nifakları ortaya çıkmış olup, Müslümanlara karşı kalplerindeki bütün kinlerini açık bir şekilde kusmaktadırlar.
(Bakara, 13)
ledikleri (düşmanlık) ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; eğer aklını kullanan (düşünüp taşınan)lar iseniz... (onlardan sırdaş edinmezsiniz). Şu sizler, onları seversiniz; oysa onlar sizi sevmezler ve siz, kitapların hepsine iman edersiniz; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında, “Amenna (İnandık)” derler ve başbaşa kaldıklarında, size duydukları öfkeden ötürü parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden kahrolun!” Şüphesiz Allah, sinelerden geçeni de hakkıyla bilendir. Size bir iyilik dokunsa, fenalarına gider ve başınıza bir kötülük gelse, buna sevinirler. Eğer sabreder (zorluklara göğüs gerer) ve takvalı olursanız, onların düzenbazlıkları size hiçbir zarar vermez. Kesinlikle Allah, yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran, 118-120)
9
SAFER 1439
“Ey iman edenler, dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin! Dirliğinizi bozmaktan geri durmaz ve işlerinizin sarpa sarmasını isterler. Kinleri ağızlarından taşmış, içlerinde giz-
"Onlara, "Siz de (inanan) insanların inandıkları gibi inanın" dense; sefih (enayi)lerin inandıkları gibi mi inanalım?" derler. Dikkat edin, asıl sefih olanlar kendileridir fakat bilmezler!"
9- Münafıklar, özellikle Ashab-ı Kiram başta
lümanların zaaf noktalarını ortaya çıkarır ve
olmak üzere âlimleri, ıslahatı vazifesini yeri-
zayıflık anında moral bozucu her türlü dedi-
ne getiren davetçileri, mücahidleri ve genel olarak tüm salih ve sadık müminleri sürekli olarak kınarlar ve çeşitli tenkitlere tabi tutar-
koduyu yayarlar. Günümüzde medya organları bu vazifeyi ustaca yerine getirmektedirler.
lar. Bu hususta ellerine geçen en küçük fırsa-
“Güven veya korkuya (asayiş veya savaşa)
tı dahi ustaca değerlendirir ve Müslümanlar
dair kendilerine bir haber gelince, onu ya-
hakkında türlü şayialar yayarlar. “Onlara, “Siz de (inanan) insanların inandıkları gibi inanın” dense; sefih (enayi)lerin inandıkları gibi mi inanalım?” derler. Dikkat edin, asıl sefih olanlar kendileridir fakat bilmezler!” (Bakara, 13) “Sadaka (zekât)lar hususunda müminle-
yarlar; oysa onu elçimize ve kendilerinden olan emir(yetki) sahiplerine iletselerdi, onların istinbat (deşifre) edenleri, onu(n iç yüzünü) elbette bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek az(ınız) hariç, mutlaka şeytana uyardınız.” (Nisa, 83)
rin gönüllü (bolca) verenlerini çekiştiren
“Hani yukarınızdan ve aşağınızdan üstünü-
ve ancak güçlerinin yettiği kadarını bulup
ze gelmişler; dolayısıyla gözler (düşmana)
getirenleri alaya alanları Allah gülünç kılmıştır ve elbette onlara çok acı bir azap vardır.” (Tevbe, 79) Bunlar hakkında Ebû Zür’a er-Razî’nin şu sözü ne kadar yerindedir: “Eğer, Hazreti Pey-
dikilmiş ve yürekler hançerelere dayanmıştı. Allah hakkında türlü zannlarda bulunuyordunuz. İşte orada Müminler denendi ve çok ağır bir şekilde sarsıldılar! Münafıklar
gamber’in sahâbilerinden birini ayıplayan
ve kalplerinde hastalık olanlar da, “Allah
herhangi bir kimse görürsen bil ki o zındıktır.
ve elçisi, düpedüz bize kuru vaatte bulun-
Zira Hazreti Peygamber haktır, Kur›an haktır,
du!” diyorlardı. İçlerinden bir grup da, “Ey
getirdiği şeyler de haktır. Bütün bunları bizle-
Yesribliler, sizin (bu savaşta) yeriniz yok-
re iletenler ise hiç şüphesiz sahâbilerdir. Sözkonusu zındıklar ise Kitab’ı ve Sünnet’i yok etmek amacıyla bizim şahitlerimizi (ashâb’ı
tur, haydi geri dönün!” dediler. Diğer bir grup da, “Evleriniz açık hedeftir” diyerek,
kirâmı) cerh ederler. Öyle ise o zındıkları cer-
peygamberden izin istediler. Oysa evleri
hetmek, daha evlâdır.” (3)
açık hedef değildir ve sadece (savaştan)
10- Münafıklar, Müslüman cemaatin moralini
kaçmak istiyorlardı.” (Ahzap, 10-13).
bozmak ve onları düşmanlarına karşı korkutmak için çeşitli şayialar yaymayı meslek edin-
-------------------------
mişlerdir. Düşmanların gücünü aşırı şekilde abartarak anlatır ve Müslümanların onlardan
KASIM 2017
korkarak, dağılmalarını sağlamaya çalışırlar. Allah yolunda kâfirlere karşı cihad eden Müs-
10
1. Müslim: 6978 2. İmam Beğavi, Şerhu’s-Sünne: 10/127 3. Hatib el-Bağdadî, el-Kifâye: 1/176
| Kapak Dosya
Hakan Sarıküçük |
'NİFAK'A SEBEP OLAN ETKENLER
H
amd, münafıkların tehlikesine dair Kuran’ın birçok yerinde bu meseleye dikkat
çeken ve müslümanların tedbirli olmalarına dair ikazlarda bulunan Âlemlerin rabbi olan Allah’a; Salât ve selâm, nifak ehlini ve onların özelliklerini ümmetine öğretip bu huylardan müslümanın uzak kalmasını bildiren Rasûlullah aleyhisselâm’a Allahu Teâlâ’nın rahmeti ve ihsanı, nifaktan ve münafıklardan kaçınan, hiçbir şekilde onlara yanaşmayan ve sıratı müstakim çizgisinde Allah’ın rızası uğruna mücadele eden mümin ve muvahhid kullarının üzerine olsun. Hakikatte nifak; olduğu gibi görünmemek veya
Dinî bir kavram olarak nifak “bir kapıdan İslâm’a girip diğerinden çıkmak” şeklinde de tanımlanmıştır. (1) Nifak mastarından türemiş bir sıfat olan münafık kelimesi ise sözlükte “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir. Münafık; asli kimliğini saklayan, bazı zamanlarda zarureten bazı zamanlarda ise çekememezlikten dolayı İslam’a muhalif şer güçlerin emrinde hareket ederek ihanet etmek için Müslümanların arasına karışan, onların kardeşliğini ve birliğini, gücünü ve kuvvetini bozmaya çalışan kişidir.
11
SAFER 1439
göründüğü gibi olmamaktır. Dış görünüşünün
iç âlemini, iç âleminin ise dış görünüşünü yalanlamasıdır. Diğer bir tabirle ikiyüzlülük veya çokyüzlülüktür.
Yönetici Olma Sevdası
Münafık; Asli kimliğini saklayan, bazı zamanlarda zarureten bazı zamanlarda ise çekememezlikten dolayı İslam’a muhalif şer güçlerin emrinde hareket ederek ihanet etmek için Müslümanların arasına karışan, onların kardeşliğini ve birliğini, gücünü ve kuvvetini bozmaya çalışan kişidir.
Münafık; daima sinsi ve hain olan, her zaman fırsat kollayan, hedefi uğruna susan ve saklanan, istemediği ve hoşlanmadığı ortamlarda bulunup planlarını uygulamak için tuzaklar hazırlayan, göğüs göğüse çarpışmaktan daima kaçınan ve amacına ulaşabilmek için her yolu mubah gören kişidir. İstediğini elde edebilmek için girmeyeceği kalıp, davranmayacağı şekil yoktur.
KASIM 2017
İslâm ümmeti içinde toplu bir nifak hareketi, Müslümanların belirli bir güç ve hâkimiyet elde ettikleri Medine döneminde ortaya çıkmıştır. Kur’an nifaksız veya münafıksız bir toplum hedeflemektedir. Bu yüzden nifak/münafığın sıfatlarını en ince detaylarına kadar sayar ve Müslümanların bu tür vasıflardan sakınmasını ısrarla öğütler.
12
Münafığı nifaka iten en önemli sebeplerden bir tanesi yönetici olma sevdasıdır. Toplum içindeki itibarını kaybetme endişesi, tercih edilen ve kabul gören bir kişi iken sosyal konumunu kaybetmesi ve sıradan bir kişiye dönüşmesidir. Otoritesini kaybeden ve hedeflerinden uzaklaştırılan kişilerin nefsi hırslarıyla hareket edip intikam alma isteğinin bir neticesi olarak ortaya çıkan bir durumdur nifak…
Servet Tutkusu Münafığı nifaka sevkeden bir başka etken ise servet tutkusudur. Daima kasasını doldurmaya alışmış, kazanç muslukları sonuna kadar açık ve insanları sömürerek hırsla daha da zengin olmayı hedef haline getiren kişiler İslâm’ın kendilerine gayri meşru yollarla kazandıkları şeyler hususunda sınır koymasına ve alıştıkları kazançlarının kesilmesine tahammül edemezler. Helal ve haram kavramlarına inanmayan ve servet tutkusunu ön planda tutan böyle kişiler, hedefe giden yolda her şeyi meşru görürler. Rabbimiz bu tür nifak tiplerine karşı bizleri her fırsatta uyararak böyle kişileri tanıtmış ve onların özelliklerine dair uzunca ikazlarda bulunmuştur. Tarihte otorite ve servet nifakını temsil eden iki münafık tipi meşhurdur. Bunların ilki Karun’dur. Karun’un, Hz. Musa’nın amcazadesi olduğu rivayet edilir. Önce Hz. Musa’ya iman etmişti. Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltendi. İsrailoğullarının başında Firavun’un görevlisi olarak bulundu, onlara karşı zalimlik ve taşkınlık etti. Bir taraftan servetiyle, bir taraftan da ilmiyle övünüyor, şımarıyordu. Rivayete göre İsrailoğulları içinde Tevrat’ı en iyi okuyan kimse o idi. Tevrat’ı okurken sesinin güzelliğinde dolayı ona el-Münevvir (veya el-Münevver) adı verildiği rivayet edilirdi. Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna dair kayıtlar
vardır. Fakat Allah düşmanı Sâmirî’nin nifaka
İnsanlar arasında bu örneğe her zaman rastla-
düştüğü gibi o da münafık olmuş ve malının
nır. Çünkü zenginliğinin tek nedeninin bilgi ve
çokluğundan dolayı azgınlık onu helak etmiş-
becerisi olduğunu sanan çok insan vardır. Bu
tir. Gerek ilmi gerekse serveti ona yar olmamış,
yüzden bu tür insanlar, mallarını harcamaları
inançsızlığı ve azgınlığı yüzünden helak olup
veya harcamamaları konusunda kimseye karşı
gitmiştir.
sorumlu olmadıklarını sanırlar. Malı ile neden
Rivayetlere göre Karun’un sahip olduğu servetin anahtarları, güçlü ve kuvvetli bir topluluğun taşırken zorlanacağı kadar çoktu. Her anahtar parmak gibiydi ve her bir anahtar, başlı
olduğu bozgunculuk ve iyilikten dolayı hesap vermeyeceklerini düşünürler, mala karşı tutumları ile yüce Allah›ın öfkesini veya hoşnutluğunu çekeceklerini düşünmezler.
başına bir hazinenindi. O bir yere gitmek üzere
Ancak Karun kavminin çağrısını dinlemiyor.
binitine bindiği zaman anahtarları da ayakları
Rabb’inin kendisine yönelik nimetini düşün-
sekili, beyaz altmış katıra yüklenirdi.
müyor. Onun dengeli sistemine uymuyor. İğ-
“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara
renç bir büyüklenme kompleksi ile küstahça
karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler
bir nankörlükle bütün bunlardan yüz çeviriyor.
vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir
Bu yüzden de daha ayet bitmeden, günahkârlı-
topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti:
ğının ve gururluluğunun ifadesi olan bu sözle-
Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.”
re karşılık olarak şu tehdit yer alıyor:
(2)
Allahu Teâlâ’nın “Allah’ın sana verdiğinden
Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki
(O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdu-
nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha
nu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.
çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti.
Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insan-
Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah
lara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu
onların hepsini bilir).”
arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları
da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık
sevmez.”
(3)
emri geldiğinde yüzünü ekşitti ve
hoşnut olmadı.
(5)
Nihayet biz, onu
Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kur-
“Karun ise: O (servet) bana ancak kendim-
tarabilecek kimselerden de değildi. (6)
deki bilgi sayesinde verildi, demişti.”
İşte böyle, tek bir cümleyle ifade edilebilecek
(4)
Bu
malı, sahip olduğum bilgiyle hak ederek topladım. Malı toplayıp biriktirmemi bu bilgi sağladı. O halde size ne oluyor ki, bu malı belli bir yönde harcamamı empoze etmeye çalışıyorsunuz? Neden özel mülkiyetime müdahale ediyorsunuz? Ben bu malı özel çabamla elde ettim. Kendi özel bilgimle bu serveti hakettim.” manasına gelen sözler sarfetti.
kısa bir sürede, yıldırım hızıyla gelişen ani bir hareketle “Onu da sarayını da yerin dibine geçirdik.” O da sarayı da toprağa gömüldü. Üzerinde büyüklük kompleksine kapıldığı, mal varlığına güvenerek herkese tepeden baktığı yerin dibine girdi. Hiç kuşkusuz bu, onun sergilediği tavra uygun bir karşılıktır, yerinde bir cezadır. Böylesine böbürlenen, malın sağladığı güce güvenerek insanlara tepeden bakan
unutan, gözü hiçbir şeyi görmeyen, malın çeki-
Karun, güçsüz ve çaresiz biri olarak yok olup
ciliği ile aldanan ve zenginliğin kör ettiği kibir-
gitti. Hiç kimse ona yardım edemedi. Ne malı
li birinin sözleridir.
ne de mevkisi kendisini kurtaramadı.(7)
13
SAFER 1439
Bunlar, nimetin kaynağını ve veriliş hikmetini
Münafığı nifaka iten en önemli sebeplerden bir tanesi yönetici olma sevdasıdır. Toplum içindeki itibarını kaybetme endişesi, tercih edilen ve kabul gören bir kişi iken sosyal konumunu kaybetmesi ve sıradan bir kişiye dönüşmesidir.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.
KASIM 2017
İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir. (8) Siyonizmin tarihteki mümessillerinden Karun, kazandığı malın kendi el emeği ve aklıyla olduğunu söyleyip zekât vermekten kaçındı. Böylelikle İsrailoğulları’nın bildik oyunları devreye girdi. Az önce tasdik ettiğini tekzip etmeye başladı. Soğanı bıldırcına, sarımsağı kudret helvasına tercih eden bu düşünce sahipleri, üç kuruş için peygamberlerine zina isnadında bu-
14
lunmaya başladılar. Avenesiyle birlikte Karun, bu iftirayla Hz. Musa’yı kavmin içinde küçük düşürmek istiyordu. Kârûn, fahişe bir kadına Hz. Mûsâ İsrâiloğulları içinde durup onlara Allah’ın kitabını okurken, onların huzurunda Hz. Musa’yı susturması için bir miktar mal vermiş de kadın: “Ey Mûsâ, sen bana şöyle şöyle yapmıştın,” demişti. Topluluk içinde kadın bu sözleri Hz. Mûsâ’ya söylediğinde o korkudan titremiş, kadına doğru gelip iki rek’at namaz kılmış sonra: “Denizi yaran, sizi Firavun’dan kurtaran, şöyle şöyle yapan Allah aşkına, seni bu söylediğine sevk edenin kim olduğunu bana haber vereceksin,” demişti. Kadın: “Mademki bana Allah aşkına dedin; o halde Karun sana bunları söylemem için şunları şunları verdi. Ben Allah’a istiğfar edip O’na tevbe ediyorum,” dedi. İşte o zaman Hz. Mûsâ, Allah için secdeye kapandı ve Kârûn hakkında istekte bulundu. Allah Teâlâ Hz. Musa’ya vahyedip: “Yeryüzüne, sana onun hakkında itaat etmesini emrettim,” buyurdu. Hz. Mûsâ, yeryüzüne Karun’u ve evini yutmasını emretti de, öyle oldu. Karun’un helaki hakkında, şöyle bir olay da anlatılır: Kârûn, (bir gün) zîneti içinde boz renkli katırlara binmiş olarak kavminin yanına çıkmıştı. Onun ve hizmetçilerinin üzerinde erguvan renkli (boyalı) elbiseler vardı. Bu maiyyeti içinde Allah’ın peygamberi Hz. Mûsâ aleyhisselâm’ın meclisine uğradı, Hz. Mûsâ aleyhisselâm çevresindekilere Allah’ın günlerini hatırlatıyordu. Karun’u görünce, Hz. Musa’nın çevresindekiler yüzlerini ona döndürerek debdebe ve ihtişamına bakmaya başladılar. Hz. Mûsâ aleyhisselâm Karun’u çağırıp: Seni bu yaptığına sevkeden nedir? diye sordu. Kârûn: Ey Mûsâ, şayet sen benden peygamberlikle üstün kılınmışsan, şüphesiz ki ben de sana dünya ile üstün kılındım. Dilersen çıkalım; sen bana, ben de sana beddua edeyim, dedi. Hz. Mûsâ ve Kârûn kavmi içinde çıktılar. Hz. Mûsâ: Sen mi duâ edeceksin, yoksa ben mi duâ edeyim? diye
sordu, Kârûn: Hayır, ben duâ edeceğim, dedi. Kârûn duâ etti de onun duasına icabet olunmadı. Sonra Hz. Mûsâ: Duâ edeyim mi? diye sordu, Karun’un, evet cevabı üzerine: Ey Allah’ım, yeryüzüne bugün bana itaat etmesini emret, dedi. Allah Teâlâ ona: Şüphesiz öylece yaptım, diye vahyetti. Hz. Mûsâ: Ey yeryüzü, onları al (yakalayıp içine al), dedi. Yeryüzü onları ayaklarına kadar içine aldı. Sonra: Onları al, dedi de topuklarına kadar, sonra dizlerine kadar içine aldı. Sonra Hz. Mûsâ: Onların hazinelerini ve mallarını getir, dedi. Yeryüzü, onların hazine ve mallarını getirdi de onlara baktılar. Hz. Mûsâ aleyhisselâm eliyle işaret edip: Ey Lâvi oğulları gidiniz, dedi. Yeryüzü onların üzerine kapandı. İbn Abbâs’tan rivayete göre; o, şöyle demiştir: Onlar yedinci kat yeryüzüne batırıldı. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre onlar, her gün bir adam boyu batırılmaktadır ve kıyamet gününe kadar da orada batmaya devam edeceklerdir. Neticede Karun, bu fitnesinden dolayı yerin dibine geçirildi. İkincisi Ubey İbni Selül’dür. Rasûlullah’ın Medine’ye gelmesinden itibaren onun yaptıkları, Rasûlullah’ı çok üzmüştür. İbni Selül’ün Rasûlullah’a diliyle verdiği zarar, müşriklerin kinleri sebebiyle yaptıkları eziyetlerden daha da ağırdı. İslâm’ın, Evs ve Hazrec kabilelerinin kalplerine yerleşmesi ve düşmanlığın yerine kardeşliğin aralarıda tesis edilmesi neticesinde, önceleri lider olacağına kesin gözle bakılan İbni Selül’ün tacı daha takamadan düştü ve tahta oturmadan hayalleri son buldu. Şayet Rasûlullah aleyhisselâm yalnız dini konularda otorite olup diğer konularda Ebu Süfyan ve İbni Selül gibi başkalarını söz sahibi kılıp yetkiyi onlara verseydi daha Mekke’deyken dahi eziyete uğramaz ve ashabı işkence görmezdi. Ama olmadı. Zira İslâm’ın, hayatın tümünü kuşatması gerekiyordu. Bu yüzden taç ve taht sahipleri Rasûlullah’a düşman kesildiler ve onu ortadan kaldırmak
Sonrasında gitgide çoğalan ve aldıkları zaferler neticesinde güçlenen Müslüman topluluk; ilk olarak Bedir’de ardından da Uhud ve Hendek gibi savaşların neticesinde müşrikleri mağlup edince nifak hareketleri başladı. İbni Selül, nifakı dava edinmiş arkadaşlarıyla birlikte iman ettiklerini (!) dile getirdiler. Böylece o kâfir iken kaybettiği sosyal konumunu, İslâm’a girince tekrar elde etmiş oldu. Küfründen dolayı ondan uzaklaşan kavmi, imanından(!) dolayı tekrar ona yakınlaştılar. Uhud ihaneti; Nadir, Kaynuka ve Kureyza Yahudilerinin direnme sebebi; ifk hadisesi, Beni Mustalikoğulları gazvesinde Ensar ve Muhaciri birbirine düşürme gayretleri, Medine’ye döndüklerinde müslümanları oradan kovacaklarına dair sözleşmeleri, Dırar mescidi, Tebük savaşı öncesi ve sonrasındaki ihanetleri Rasûlullah aleyhisselâm’a suikast planları gibi daha birçok nifak hareketleriyle Rasûlullah ve ashabı ondan bir hayli eziyet gördüler. Barış zamanı ensar ve muhacirler içinde kavga çıkartarak İslâm toplumunu birbirine düşürmek, Hz. Peygamber’e gelen vahiyleri küçümseyip yeni Müslümanlar arasında tereddüt uyandırmak, onun şahsını ve aile fertlerini cemiyet içinde lekeleyerek yıpratmak şeklinde yoğunlaşırken savaş zamanı Müslümanların cesaretini kırmak, düşmana avantaj sağlayıcı yollara başvurmak, Allah Rasûlüne karşı kötü fiiller tertiplemek ve İslâm ordusunu içten çökertmeye çalışmak İslâm tarihi kaynaklarında, asrısaadette nifak hareketleri veya münafık faaliyetlerinin en önemlileri olarak sıralanmaktadır. İslâm tarihinde nifak ehli veya münafık gruplar, sürekli İslâm düşmanları ile ve başta Yahudilerle
15
SAFER 1439
için planlarını devreye soktular.
İbni Selül, ilk olarak düşmanlığını açık bir şekilde dile getiriyor güçler henüz dengedeyken Rasûlullah aleyhisselâm’ı yok etmek istiyordu. Rasûlullah aleyhisselâm onların amaçlarını biliyor, olası bir iç savaşı önlemek için kendilerine yapılan hakaretlere ses çıkarmıyordu.
Asrısaadetten günümüze kadar nifak ehlinin kendilerini topluma Müslüman olarak yansıtmaları, yıkıcı faaliyetleri gerçekleştirmelerini kolaylaştırmıştır. Meydana getirdikleri tehlikenin boyutlarının daha da artmasına ve Müslüman toplum içindeki ihanetlerini rahatça gerçekleştirmelerine imkân vermiştir.
olarak Medine’de Müslümanlara zarar vermek amacıyla Kuba Mescidi’nin karşısına yaptırdıkları ve nifak ehlinin toplantı merkezi hâline dönüştürdükleri Mescid-i Dırar’ı, Tebük seferi dönüşünde yıktırmak suretiyle onların bir araya gelmelerini önlediği bilinmektedir. (9) Günümüzdeki nifak hareketlerine bakıldığında da münafıkların nifak faaliyetlerini asrısaadete benzer bir şekilde yürüttükleri anlaşılacaktır. Söz konusu yıkıcı faaliyetler karşısında Hz. Peygamber, öncelikle dışarıdan gelecek desteklerini keserek nifak ehlini yalnızlığa itmiş ikinci olarak da ashap arasında kurduğu kardeşlik, tevhit ve birlik şuuru ile iç huzuru ve güvenliği sağlamıştır. Hz. Peygamberin münafıklara karşı uyguladığı önlemler her devirde geçerlidir. Bu sebeple Rasûlullah aleyhisselâm’ın siyreti iyi bir şekilde öğrenilmeli ve gereken dersler çıkarılmalıdır.
KASIM 2017
Servet ve otorite tarih boyunca nice insanları Karun ve Ubey haline dönüştürmüştür. Onları nifaka sevkeden en önemli etken olmuştur. Bazen en kaliteli diye bilinen Müslüman dahi Ubey ve Karun gibi olabilmiştir. işbirliği içinde olmuşlardır. Nifak ehli bir taraftan, dışarıda lobi faaliyetleri ile düşman ülkeleri İslâm devleti aleyhinde kışkırtmışlar, diğer taraftan da içeride İslâm muhalifi gruplarla işbirliği içerisinde olmuşlardır. Asrısaadetten günümüze kadar nifak ehlinin kendilerini topluma Müslüman olarak yansıtmaları, yıkıcı faaliyetleri gerçekleştirmelerini kolaylaştırmıştır. Meydana getirdikleri tehlikenin boyutlarının daha da artmasına ve Müslüman toplum içindeki ihanetlerini rahatça gerçekleştirmelerine imkân vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Medine döneminde ortaya çıkan bu ihanet şebekesini, asla devletin stratejik konumlarına getirmemiş, onlara görev vermemiştir. Çünkü nifak ehli, hedeflerine ulaşmak amacıyla her türlü kutsal mekânı, kavram, kurum ve kuruluşu istismar etmekten asla geri durmazlar. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâm zamanında münafıkların, fitne ve fesat yuvası
16
Allah ve Rasûlü, bunun çaresinin kalpten servet aşkı ve otorite sevdasının çıkarılması gerektiği hususunu ayet ve hadislerle bizlere bildirmektedir. Rabbim bizleri otorite tutkusu ve servet hırsından muhafaza eylesin. İslâm’ın havalı erlerinden değil havarilerinden olmayı bizlere nasip etsin. Selâm ve dua ile -------------------------
1. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, “nfk” md.) 2. Kasas, 76. 3. Kasas, 77. 4. Kasas, 78. 5. Kasas, 78. 6. Kasas, 81. 7. Fizilâli’l-Kur’an, Kasas süresi tefsiri. 8. Kasas,82-83. 9. (Hüseyin Algül, Mescid-i Dırâr, TDV İslam Ansiklopedisi, XXIX, 272-273.)
| Kapak Dosya
M. Sadık Türkmen |
DÜNYA ve AHİRET
HÜSRANI; NİFAK H
amd, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam, Rasûlullah’a, onun ailesine ve ashabına olsun. Kavurucu sıcak altında çalışan bir insan düşünün. İstirahat saatinde kendisine sunulan bir bardak suyu, nasıl iştahlı içeceğini tahmin edebilirsiniz. Bu durumdaki bir kişiye takdim edilen berrak görünümlü suyun içine tuz karıştırıldığını düşünecek olursak ne kadar vahim bir tablonun ortaya çıkacağını az çok zihnimizde canlandırabiliriz.
onların durumunu diğer iki gruptan daha fazla işlemesi onların tehlikelerinin büyüklüğüne delalet eder. Zira tarihimiz, bu fertlerin verdiği zararların hangi boyutlara ulaştığı noktasında oldukça fazla örnek barındırmaktadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde en ağır ceza bu zihniyetteki insanlara verilmiştir. Allah ve Rasûlüne içten düşmanlık beslemek, onlara iftira atmaktan çekinmemek, onların düşmanlarını Müslümanlara karşı savaşa kışkırtmak, destek vermek, savaş meydanından taraftarlarını çekmek evet bütün bunlar ilk İslam toplumunda gereken cevabı almış ve daha sonraki nesillerde gelecek olan Müslümanlara da bu konuda nasıl hareket edeceklerine dair bir yöntem vermiştir. İslam, kendisine karşı işlenen en acı cinayetlere dahi, münafıklara verdiği ceza kadar büyük bir ceza ile karşılık vermemiştir. Bir topluluk düşünün, Allah ve Rasûlünden nefret ediyor, onların razı olmadı-
17
SAFER 1439
İslam temiz bir toplum kurmayı hedefler. Bu toplumun fertleri birbirine bir binanın taşları gibi kenetlenmiş olmalıdır. İslam’ı dava edinip tüm hareketlerini onun emirleri çerçevesinde düzenlemelidir. Dış görünüşü güzel,içi bozuk portakal misali fertler, İslam cemiyetinde benimsenemediği gibi zararlarının da büyük olacağı gözden kaçmamalıdır. Bakara Sûresi’nin başında mümin, kâfir ve münafıkların özelliklerinden bahseden ayet-i kerimelerin, bilhas-
sa münafıkların hallerini tafsilatlandırması ve
şurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar bir yere dayalı odunlar gibidirler. Her bağırıp çağırmanın aleyhlerine olduğunu zannederler. İşte düşman onlardır, onlardan sakının. Allah onları kahretsin, nasıl da döndürülüyorlar.” (Münafikun, 4)
Bakara Sûresi’nin başında mümin, kâfir ve münafıkların özelliklerinden bahseden ayet-i kerimelerin, bilhassa münafıkların hallerini tafsilatlandırması ve onların durumunu diğer iki gruptan daha fazla işlemesi onların tehlikelerinin büyüklüğüne delalet eder.
İkincisi: Küçük nifaktır, bu da amellerde ortaya çıkar. Kişinin açıkça sâlih ameller sergilediği halde içinde buna aykırı halleri barındırmasıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şu hadisinde belirttiği hususlar da bu kısma girer. Abdullah b. Amr radiyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Şu dört haslet kimde bulunursa münafık olur. Bu hasletlerden biri kendisinde bulunan kişide de, onu bırakıncaya kadar nifakla ilgili bir haslet var demektir; konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kavga edince haddini aşar ve sözleşme yapınca ihanet eder.”
Münafıkların Ahiretteki Akibetleri
ğı insanlarla işbirliği kuruyor, üstelik bu durumu Allah ve Rasûlü’nün bildiğini, biraz sonra kendileriyle ilgili ayetler nazil olacağına katî bir şekilde inandıkları halde bu düşmanlıklarını sürdürüyorlar. İşte bunların karşılığı Müslümanların güvenini yitirmek ve İslam toplumundan tecrit edilmektir.
KASIM 2017
Nifak iki kısma ayrılmaktadır: Birincisi, büyük nifaktır. Bu durumdaki kişi İslam’ın, iman edilmesini emrettiği kaidelere zahiren inandığını gösterip aslında içten ona düşmanlık beslemesidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde ortaya çıkan nifak buydu. Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında kınama gelmiş ve kâfir olduklarına hükmedilmiştir. Cehennemin en alt tabakasına indirilecek olanlar da bunlardır. “Sen onları gördüğün zaman onların cüsseleri (kalıpları) hoşuna gider. Eğer konu-
18
Şüphesiz ki düşmanın en tehlikelisi gizli olanıdır. Yegâne silahı vesvese vermek olan şeytanın asıl tehlikesi, insana onun göremeyeceği ve tedbirini zor alabileceği yerden yaklaşmasıdır. Dakik bir tetkikte bulunacak olunursa münafıklar da bu yönüyle şeytana benzemektedirler. Hem Müslümanların içinde gizlenmekte hem de desiselerle İslam toplumunu zayıflatmaya çalışmaktadırlar. Doğal olarak akıbetleri de şeytanın akıbeti gibi olacaktır. Onların ahirette maruz kalacağı bazı durumlar şunlardır:
a) Cehennemin en alt tabakasındadırlar: Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki münafıklar cehennem ateşinin en alt tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardım edici de bulamazsın.” (Bakara, 145) Bu onların küfürlerinin şiddetinden dolayıdır. Abdullah b. Mesud radiyallahu anh yukarıda zikredilen ayet hakkında şöyle demiştir: “Onlar, ateşte kendi üzerlerine kilitlenmiş demirlerden tabutlarda
hapsedileceklerdir.” İbn Ömer radiyallahu anh şöyle demiştir: “Kıyamet günü insanlardan en şiddetli azap görecek olanlar şu üçüdür; Münafıklar, İsa (aleyhisselam’a) indirilen sofra ashabından kâfir olan kişi ve Firavun ailesi. Bunları, Allah’ın kitabındaki şu ayetler tasdik etmektedir: 'Şüphesiz ki münafıklar cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.' Maide ashabı hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Şüphesiz ki o sofrayı size indireceğim. Fakat bundan sonra sizden kim inkâr ederse, âlemlerden hiç kimseye yapmadığım azapla ona azap ederim' (Maide, 15). Firavun ailesi hakkında şöyle buyurmuştur: 'Firavun ailesini en şiddetli azaba girdirin.' (Ğafir, 46)
b) Ticaretlerinin zarar ettiğini görecekler: Onlar gerçek mümin olmadıkları için diğer müminlerin mallarını ve canlarını Allah’a satma ameline muvafık olamadılar. “Onlar her fitne ateşi yaktıklarında kendilerine fitne çıkarmayın diye nasihat edildiği zaman biz ıslah edicileriz” (Bakara, 11) dediler. “Onlara diğer müminler gibi samimi bir şekilde iman edin denilince biz akılsızlar gibi mi iman edelim?” (Bakara, 13) dediler. Müminlerden gibi göründüler, dostlarıyla baş başa kaldıklarında “biz sizinleyiz” dediler. İşte onların dünya hayatındaki ticaretleri buydu: “İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Böylece ticaretleri kar etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16) Onlar bu ticaretleriyle hem müminlerin hem de kendilerine hizmet ettikleri şeytanlarının dostluklarını kazanamamışlardır. Hem dünyaları hemde ahiretleri hüsrana uğramıştır.
c)Allah onların nurunu giderecektir:
(Münafikun, 4)
lanmak için) ateş yakan kişinin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklar içerisinde bıraktı da görmez oldular.” (Bakara, 17) Hasan el-Basri rahimehullah şöyle demiştir: “Allah onları karanlıklar içinde bıraktı, artık göremezler. Bu durum münafık öldüğü ve kötü amellerinin kendisine zulümat olduğu anda belirir. Artık o “La ilahe illallah” kelimesini tasdik edecek sâlih bir amel bulamaz.” “O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, iman edenlere: “Bizi bekleyin de nurunuzdan biraz ışık alalım derler.” Onlara: “Arkanıza dönünde nur isteyin” denilir. Böylece aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Onun içinde rahmet, dış tarafında da azap vardır.” (Onlar müminlere) “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Mü-
19
SAFER 1439
Münafıklar, dünya hayatında nur olan “La ilahe illallah” kelimesini telaffuz etmiş ancak onun muhabbetini ve sevgisini kalplerine indirememişleridir. Bu durumları Kur’an-ı Kerimde şöyle beyan edilmiştir: “Onların durumu (aydın-
“Sen onları gördüğün zaman onların cüsseleri (kalıpları) hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar bir yere dayalı odunlar gibidirler. Her bağırıp çağırmanın aleyhlerine olduğunu zannederler. İşte düşman onlardır, onlardan sakının. Allah onları kahretsin, nasıl da döndürülüyorlar.”
onlar, evet, onlar mutlaka yalancıdırlar.”(Mücadele, 18) Başka bir ayeti kerimede şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz ki münafıklar,Allah’ı aldatmaya çalışırlar, hâlbuki Allah onları aldatandır.” (Nisa, 142)
“Onların durumu (aydınlanmak için) ateş yakan kişinin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklar içerisinde bıraktı da görmez oldular.” (Bakara, 17)
minler de: “Evet! Fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, müminlerin bir belaya uğramasını beklediniz, (din hususunda) şüpheye düştünüz. Allah’ın emri gelinceye kadar boş emeller sizi aldattı. Sizi, Allah’a karşı çok aldatan (Şeytan) aldattı” derler.” (Hadid, 13-14)
KASIM 2017
d) Kıyamet gününde en büyük aldanmayı yaşayacaklar: Münafıklar, kıyamet gününde zahiri hallerine göre muamele göreceklerini zannederler. Bu dünyada nasıl yemin ederek kendilerine zarar gelmesini engelledilerse bunun, Allah’ın huzuruna çıktıkları günde de gerçekleşeceğini hesaplarlar. Ancak gizli ve açık her şeyi bilen Yüce Allah onların gerçek yüzlerini ortaya çıkaracak ve münafıklar, kurdukları tuzağa düşeceklerdir. “Allah onların hepsini dirilteceği gün, size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edeceklerdir. Kendilerinin gerçekten bir şeye dayandıklarını zannederler. İyi bilin ki
20
e) Kıyamet gününde münafıkların karar kılacakları bir yerleri olmayacak: Çünkü onlara hiç kimse güvenmeyecektir. Müminler, ihanet ehli oldukları için, kâfirler ise kendilerine de ihanet edebilecekleri korkusuyla onların şerrinden sakınırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Münafıklar ikisi arasında bocalamaktadırlar ve ne onlara (müminlere) bağlıdırlar ne de şunlara (kâfirlere).” (Nisa, 143) İbn Ubeyd’in babasının Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Münafığın kıyamet günündeki misali, iki ağıla ait koyun sürülerinin arasında kalmış tek koyun gibidir. Şuna gitse onu boynuzlar, buna gitse onu boynuzlar.” Rabbimiz bizi münafıkların düştüğü bu feci sondan muhafaza etsin, istikamet üzere daim kılsın. Âmin.
| Kapak Dosya
Ahmet İnal |
Ş
üphesiz Rasûlullah’ın sireti çok çetin mücadelelerle doludur. O mübarek hayatın Mek-
rerek kamufle olmalarının adıdır.’ İşte bu se-
ke’de geçen dönemi bariz bir baskı ve işkence
neden baskı ve işkence dönemi Mekke’de değil
dönemi olarak karşımıza çıkmakla birlikte
de devletleşme süreci olan Medine’de peyda et-
Medine dönemi de ihtiva ettiği olaylarla hicret
tiği hususu çok da izah edilemez değildir.
öncesi dönemden daha aşağı kalır bir durumda değildir. Zira Medine döneminde Mekke dönemine kıyasla yeni ve diğerlerine göre çok daha tehlikeli bir düşman portresi zuhur etmişti. Bu yeni düşmanın diğerlerinden daha korkutucu olması, karşı saflarda değil de bizzat Müslümanların bağrında neş’et etmesinden ötürüydü. Bahsi edilen yeni grup elbette “Münafıklardı.” ‘Küfrünü gizleyip imanını izhar eden kişi’
beple bahsi geçen bu ikiyüzlü insan kitlesinin
Hz. Peygamber belki de Mekkeli Müşriklerden görmediği ezayı Münafıklar eliyle tatmak zorunda kalmıştı. Çünkü münafıklar İslam’a en büyük zararı verebilmek için her türlü yolu deniyordu. Savaştan kaçmak, emre itaatsizlik göstererek ordunun genel düzenini bozmaya çalışmak, Müslümanlar arasında fitne çıkararak İslam kardeşliğini baltalamaya teşebbüs etmek, İslami değerlerle alay etmek, İslam düşmanlarıyla gizli
manasındaki münafık kelimesi, İslam’dan önce
ittifaklar kurmak, Hz. Peygamber’e suikast giri-
Arapların bilmediği ve Kur’anın türetmiş oldu-
şiminde bulunmak ve O’nun pak aile efradına
ğu bir kavramdır. Münafıklık ya da nifak bir
iftiralar atmak vs... Bunların birçoğunun zaten
diğer ifadeyle ‘herhangi bir güce karşı açıkça
müşrikler tarafından da yapıldığı aşikârdır. An-
mücadele etme gücü ve cesaretine sahip ola-
cak bir müşriğin bu hareketiyle vermiş olduğu
mayan, hasta ruhlu şahsiyetlerin renk değişti-
zarar Müslümanlardan bir nefer olarak gözüken
21
SAFER 1439
(1)
Peygamber aleyhisselam ise onların Müslümanlar aleyhindeki propagandalarını önlemek amacıyla gerekli tedbirleri almış ve münafıkların hareket alanlarını daraltarak oluşturabilecekleri tehlikeleri büyük ölçüde bertaraf etmiştir.
Münafıklar incelendiğinde faaliyetlerinin özellikle savaş zamanlarında yoğunlaştığı görülür. Öfkenin, korkunun artıp dikkatlerin sadece belirli alanlara yoğunlaştığı savaş meydanları, teşhir edilmeme gayesiyle hareket eden münafıklar için bulunmaz bir ganimettir. Münafıklar en hummalı çalışmalarını böylesi zor zamanlarda yürütmüş ve yeri geldiğinde Müslümanlara kısmi zararlar vermeyi de başarmışlardır.
bir münafığın verdiği zararla kıyas dahi edilemez. Bu sebepten ötürü olsa gerek Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur.
KASIM 2017
“Doğrusu münafıklar; cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamazsın.” (2) Münafıklar incelendiğinde faaliyetlerinin özellikle savaş zamanlarında yoğunlaştığı görülür. Öfkenin, korkunun artıp dikkatlerin sadece belirli alanlara yoğunlaştığı savaş meydanları, teşhir edilmeme gayesiyle hareket eden münafıklar için bulunmaz bir ganimettir. Münafıklar en hummalı çalışmalarını böylesi zor zamanlarda yürütmüş ve yeri geldiğinde Müslümanlara kısmi zararlar vermeyi de başarmışlardır.
22
Müslümanları olmadık zamanlarda en zor durumlarda bırakan bu münafıkların sayısı hususunda kaynaklarda kesin rakamlar yoktur. Zira nifak dediğimiz bu haslet esasında kalbi ve batıni bir mahiyette olduğu için münafıklarla alakalı istihbari tarzda bir listenin olması mümkün değildir. Ancak Rasûlullah’ın münafıkların isimlerini sahabeden Huzeyfe b. el-Yeman’a bildirdiği de malumdur. Bununla birlikte münafıkların reisi olan Abdullah b. bey b. Selül’ün, Nadiroğullarını Müslümanlara karşı kışkırtmak ve bu mücadelede yanlarında olduğunu belirtmek için 2000 adamıyla onlara destek vereceğini ifade ettiği de kaynaklarda zikredilmektedir. (3) Hakikatte ise Ubey b. Selül’ün verdiği bu rakam haddinden fazla bir abartı olup Nadiroğullarını ikna etmek için söylenmiş yalan bir sözden ibarettir. Diğer yandan, bu grubun sayısıyla alakalı olarak İbn Hişam’da 32, İbnHabib’in Kitabü’l Muhabber’inde 55, Belazuri’nin Ensab’ında ise 34 rakamları geçmektedir. (4) Sayıları çok olmasa da Müslümanlar için ciddi manada engel teşkil eden bu insanların başını çeken bir lidere ve başlarını sokacakları bir mekâna sahip oldukları bilinmektedir. ‘Münafıklar’ isimli bu grup genel olarak Evs kabilesinden oluşmakla birlikte Hazrecli birisi olan Abdullah b. Ubey b. Selül’ün etrafında toplanmıştır. Yaklaşık olarak yüzde yetmiş beş gibi bir oranla Evs kabilesinden oluşan bu gurubun düşman kabile Hazrec’e mensup bir liderin etrafında kümelenmesi onlardaki hastalıklı zihniyeti anlamak için yeterlidir. Münafıkların kendini hissettirir bir topluluk haline gelmesi Ubey b. Selül›ün İslam’ı kabulünü beyan ettiği Bedir savaşı(H.624) sonralarına dayanır. Çünkü Bedir savaşında Müslümanların aldığı
galibiyetle Medine›de hissettirdikleri güç ve otorite bu insanlara kaçacak yer bırakmamıştı. Dolayısıyla, Müslümanların giderek güç kazandıkları bu süreç münafıkların oluşumunu da beraberinde getirmişti. Münafıklar, daha rahat hareket edebilmek ve Müslümanların arasına daha fazla fitne sokabilmek için bir mescit inşa ettirdiler. Kur’an’da “Dırar Mescidi” olarak geçen bu mescidin meşruiyet kazanması amacıyla da Rasûlullah’ı namaz kıldırması için davet ettiler. Akabinde ise Allah celle celaluhu bu mescidin hakikatini Hz. Peygamber’e haber vererek orada asla namaz kılmamasını emretti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashaptan bir takım kimselere bu mescidi yıktırdı, münafıkların bir diğer toplanma yeri olan Yahudi asıllı Süveylim’in evini de yaktırdı. Teşkilatlı bir şekilde çalışan münafıkların hedefi en temelde İslam’ı yok etmek, bunu başaramasalar bile en azından Müslümanların kuvvetini zayıflatmaktır. Bu hedefe ulaşmada kullandıkları yöntemleri ise şu şekilde sıralayabiliriz.
1- Rasûlullah’ın Şahsına Yönelik Karalama Faaliyetleri Münafıklar Rasûlullah’ın Ashab-ı Kiram üzerindeki etkisini çok iyi bildiklerinden dolayı İslam davetini sekteye uğratmanın yolunun bizzat O’nun yüce şahsiyetine halel getirmekten geçtiğini düşünüyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah’ı zemmeden ve şahsiyetini zedeleyen ifadeler kullanıyor, durum Rasûlullah’a intikal ettiğinde de bir şey söylemediklerini savunarak iddiaları tekzib ediyorlardı.
Münafıkların kinlerinin had safhaya vardığı Tebük Seferi’nde başka bir olay ise şöyle cereyan etmişti. Hz. Peygamber, Tebük seferinde iki ay kalmıştı. Bu sırada Kur’an ayetleri iniyor ve sefere katılmayan münafıkları ayıplıyordu. Bu ayetleri ordu içinde bulunan münafıklar da işitiyorlardı. Bunlardan biri olan Cülas b. Süveyd, “Eğer Muhammed’in Medine’de bıraktığımız kardeşlerimiz, büyüklerimiz ve ileri gelenlerimiz hakkında söyledikleri bu sözleri doğru ise biz eşeklerden de kötüyüz.” diye bir söz kaçırmıştı. O mecliste hazır bulunan Amir b. Kays el-Ensari “Evet, vallahi Muhammed elbette doğrudur, sen de gerçekten eşekten betersin.” demişti ve tartışma hemen Peygamber’imize ulaşmıştı. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Cülas’ı huzuruna getirtti, Cülas da “Vallahi söylemedim.” diyerek yemin etti. Amir de iftiracı durumuna düşmüştü, ellerini kaldırarak “Allah’ım! Kulun ve Peygamberin olan Muhammed’e doğruyu tasdik edecek, yalancıyı belli edecek ayet indir!” diye dua etti. Bu sebeple Tevbe Sûresinden 74. ayet nazil oldu. “Allah adına yemin ederler ki: Bir şey söylemediler. Hâlbuki onlar, küfür sözünü söylemişler ve Müslümanlıklarından sonra kâfir olmuşlardır. Başaramayacakları bir şeye yeltendiler. Halbuki öç almaya yeltenmeleri için Allah’ın ve Rasûlü’nün onları zenginleştirmesinden başka bir sebep de yoktur. Eğer tevbe ederlerse; onlar için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse; Allah onları dünyada da, ahirette de pek acıklı bir azaba uğratır. Ve onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcı yoktur.” (6)
23
SAFER 1439
Tebük seferinde Hz. Peygamber’in devesi kaybolmuş, ancak bütün aramalara rağmen bulunamamıştı. Bunun üzerine Yahudi asıllı münafıklardan Zeyd b. el-Lüsayt el- Kaynukai “Muhammed peygamber olduğunu iddia edip gökten haberler getirdiğini söylediği halde devesinin nerede ol-
duğunu bilemiyor mu? dedi.” Bu sözler Hz. Peygamber’e ulaşınca, “Vallahi ben ancak Allah’ın bana bildirdiğini bilebilirim. Allah bana devemin yerini bildirdi. Devem falanca vadide yuları bir ağaca takılı vaziyettedir. Gidip onu getirin dedi.” Deve, Hz. Peygamber’in haber verdiği halde bulundu. (5)
3- İslam Düşmanlarıyla Gizli İttifaklar Kurmaları Hz. Peygamber, Medine’ye hicret etmeden önce Evs ve Hazrec kabileleri Abdullah b. Ubey b. Selül önderliğinde birleşmeyi kabul etmişler,
'Münafıklar' isimli bu grup genel olarak Evs kabilesinden oluşmakla birlikte Hazrecli birisi olan Abdullah b. Ubey b. Selül'ün etrafında toplanmıştır. Yaklaşık olarak yüzde yetmiş beş gibi bir oranla Evs kabilesinden oluşan bu gurubun düşman kabile Hazrec'e mensup bir liderin etrafında kümelenmesi onlardaki hastalıklı zihniyeti anlamak için yeterlidir.
hatta Ubey b. Selül için bir taç bile sipariş etmişlerdi. (7) Ubey bu hayaller içindeyken Rasûlullah’ın gelişi onun tüm planlarını bozmuş, akabinde de bitmeyecek bir düşmanlığın fitilini yakmıştı. Ubey’in lider olarak kabul edilmesinde Yahudilerin desteği büyüktü. Bu nedenle Ubey b. Selül ile yahudiler arasında önceden beri devam eden bir yakınlık ve ittifak vardı. Abdullah b. Ubey bu yakınlığı İslam’a girdiğini ilan ettikten sonra da devam ettirdi. Kaynukaoğulları’nın anlaşmayı bozarak isyan etmesi olayında infaz edilmemeleri için Rasûlullah’ı fazlasıyla rahatsız ederek onlara verilen cezanın sürgün şeklinde indirilmesine sebep oldu. (8)
İhanet ettikleri zaman da Nadiroğulları ve
Kurayzaoğulları’na destek vereceğini yalan bir şekilde vaat ederek Müslümanların aleyhindeki çabalarını devam ettirdi. Son olarak ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber gazve-
2- Rasûlullah’ın Aile Efradına Yönelik İftiraları Münafıkların kini her ne kadar Rasûlullah’ın şahsıyla uğraşsalar da bitmek bilmiyor bilakis her geçen gün artarak devam ediyordu. Ve işi Rasûlullah’ın temiz zevcelerine vardıracak kadar ilerlettiler. Kaynaklara “İfk Hadisesi” olarak geçen ve Beni Mustalık gazvesi dönüşü Rasûlullah’ın eşlerinden Hz. Aişe annemize
KASIM 2017
iftira atılması olayının başını çeken yine mü-
24
sine çıkmadan önce oradaki Yahudilere haber göndererek ihanetini bir kez daha yineledi.
(9)
Kur’an-ı Kerim onların Yahudilerle alakalı olan bu durumuna şu şekilde işaret etmektedir: “Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz, dediklerini görmedin mi? Allah, on-
nafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül’dür.
ların yalancı olduklarına şahitlik eder. An-
Münafıklar bunun haricinde Rasûlullah’ın
dolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla be-
Zeynep binti Cahş annemizle olan evliliğinde
raber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar,
de “evlatlığının boşadığı kadınla evleniyor” di-
onlara yardım etmezler; yardım etseler bile
yerek Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya
arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendileri-
çalışmışlardı.
ne de yardım edilmez.” (10)
4-Müslümanların Tesis Ettiği Düzeni Bozma Girişimleri
Yolculuk telaşıyla, kimse münakaşa edecek vakit bulamadı ve konu böylece kapandı. (11)
Medine’de İslam’ın hâkimiyetini sindiremeyen Münafıklar, Rasûlullah’ın tesis ettiği düzeni her seferinde bozmaya teşebbüs ediyorlardı. Bunun için öncelikli hedefleri Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarını zayıflatmak oldu. Bu amaçla kendi hemşerileri olan Ensar’ı dışarıdan gelen Muhacir’lere karşı kışkırtmak için her türlü fırsatı değerlendirdiler. Bazı zamanlar oldu yaktıkları bu ateş çok yükseldi.
Bu husus ise, Münafikun Suresi 7. ve 8. ayetlerinde şöyle haber verildi:
Daha öncede ifade edildiği gibi Münafıklar özellikle savaş alanlarında düzeni bozma girişiminde bulunuyorlardı. Bunu bazen ferdi olarak bazen de kitlesel olarak gerçekleştiriyorlardı. Uhud savaşında Abdullah b. Ubey b. Selül “ Muhammed bizim sözümüze itibar etmiyor” bahanesiyle beraberindeki yaklaşık 300 kişi ile ordudan ayrılarak Müslümanların ordu düzenini bozmuş ve Ashab-ı Kiram’ın moralini zayıflatmıştı. Tebuk seferinde de savaşa katılan münafıklardan iki tanesi Rasûlullah’ın “Ben gelmeden önce kuyudan su içmeyin” emrine itaat etmeyip azarlanmışlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onların bu hareketlerinden dolayı Tebük seferinden sonra savaş için Müslümanlarla beraber çıkmalarını yasaklamıştı.
5- İslami Değerler İle Alay Etmeleri Münafıklar, insanları İslam’dan ve Rasûlullah’tan soğutmak için çabalıyorlardı. Bunun için İslami değerleri hafife alarak müminlerin kalplerindeki imanı zayıflatmak gibi bir yöntem kullanıyorlardı. Ezanla dalga geçiyor, Kıblenin Mescidi Aksa’dan Mescid’i Haram’a çevrilmesinin çelişkili olduğunu söylüyorlardı. (12) Rasûlullah’ın şahsıyla alakalı yaptıkları dalgavari davranışları yukarıda zikretmiştik. Buna ilaveten Nebtel b. el-Haris isimli münafığın “
25
SAFER 1439
“Beni Mustalık (Müreysi) gazvesi dönüşünde, su kıtlığı sebebiyle Muhacirlerden bir kimse ile Ensar’dan bir kimsenin kendi aralarında münakaşa etmelerini fırsat bildi ve “Ey Muhacirler!” diye bağırarak Ensarı, Muhacirlere karşı getirmeye çalıştı. Diğer münafıklar da Ensar tarafından olup, kavgayı alevlendirmek istediler. Peygamberimiz müdahale ederek; “Böyle yardım istemek, cahiliye dönemine aittir ve fitneyi körükler. Hâlbuki İslam hepimizi birleştirmiştir. Yardıma çağırmanız; “Yetişin ey Müslümanlar!” şeklinde olsun” buyurdu ve fitneyi önledi. Fakat münafıkların reisi olan İbn-i Selül hiç boş durmuyor, Medinelileri başına toplayıp; “Medine’ye döndüğümüzde Muhammed ve etrafındakilere hiç bir şey vermeyin ki, Muhammed’in etrafından dağıtsınlar. Şüphesiz Medine’ye döndüğümüzde şerefliler (yani münafıklar), zelil olanları (yani Peygamberimiz ve Ashabını) Medine’den çıkaracaktır” diyerek içinde gizli olan küfrünü dışına vurdu. Übey bin Selül’ün bu sözlerini duyan Zeyd bin Erkam, hazret-i Ömer’e haber verdi. O da, Rasûlullah’a gelerek olanları anlattı ve “Ya Rasûlullah! İzin ver de Abbad bin Bişr, bu herifin başını uçursun” dedi. Peygamberimiz, Hz. Ömer’i teskin ederek; “Ey Ömer! Halk; “Muhammed artık arkadaşlarını öldürtüyor” demez mi? Hayır, sadece çağır, ordu yürüyüşe başlasın” buyurdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemo saatte yola devam etmek âdeti olmadığı halde, yürüyüş emri verdi. Her zamanki âdetini terk ederek, istirahat vermeden uzun müddet yolculuğu devam ettirdi.
“Onlar: Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar: Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.”
Hz. Peygamber'in Münafıklara Karşı tavrı(14) 1- Zahiren Müslüman Olarak Kabul Etmesi Münafıklar, zahiren Müslüman olarak kabul ediliyor ve onlarla birlikte tüm ibadetlere katılıp en hayati noktalarda bile fikirlerini beyan edebiliyorlardı. Şüphesiz Rasûlullah’ın onları zahiren Müslüman olarak kabul etmesi şu hikmetlere mebnidir:
"Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz, dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder. Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, onlara yardım etmezler; yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez."
-- Eğer münafıklık üzerine bazı müeyyideler konmuş olsaydı Hz. Peygamber’in vefatından sonra belki de masum olan birçok kimse münafıklık ile itham edilecekti. Zira münafıklık Hz. Peygamber’den sonra yüzde yüz tasdiklenebilecek zahiri bir durum değil batıni bir durumdur. -- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem“Muhammed artık arkadaşlarını öldürtüyor” iddialarına kapı aralamak istemiyordu. -- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu meselenin bir iç savaş halini almasını istemiyordu. Çünkü münafıklardan bazılarıyla Ensar arasında akrabalık bağları vardı. Bu akrabalık durumu onları da muhalif bir vaziyete sokabilirdi. -- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde onları kontrol altına alıyor ve düşmanla aleni ittifak kurmalarını engelliyordu.
Şüphesiz Muhammed bir kulaktır, kim ona bir şey anlatırsa onu tasdik eder” şeklindeki sözü zikredilebilir. Bu olay üzerine Tevbe suresinden şu ayet nazil oldu: “ İçlerinde öyle kimseler vardır ki,
Pey-
gambere eziyet ederler ve: “O bir kulaktır” derler. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a inanır, müminlere inanır. O içinizden iman edenler için de bir rahmettir.
KASIM 2017
Allah’ın Rasûlünü incitenler! İşte en acıklı azap onlarındır.” (13)
26
2-Müsamahakâr Davranması Ve Mazeretlerini Kabul Etmesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlardan savaşa katılmayanların mazeretlerini kabul ediyor ve üzerlerine gitmiyordu. Hatta münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül için bile “ Bizimle beraber olduğu sürece onunla arkadaş olur, sohbet ederiz” demiş (15) ve cenazesini kıldırmıştı. Bununla birlikte Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem onların mazeretlerini kabul etmesi zahiri bir durum olup Allah katındaki hesaplarını hafifletmiyordu.
3-Fitnelerine Karşı Tedbir Alması Ve Örgütlenmelerini Engellemesi Rasûlullah’ın Dırar Mescidini yıktırması, bir diğer toplanma yerleri olan Yahudi asıllı Süveylim’in evini de yaktırması bunun en bariz ör-
Hz. Ömer’inde itirazına rağmen baba Übey’in cenazesini kıldırmıştı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
bu hareketiyle Übey için bağış-
lanma dilemeyi kastetmemiş, sadece oğlu Ab-
neğidir. Ayrıca Rasûlullah savaşlarda da onlar-
dullah’ın gönlünü hoş etmek istemişti. Ancak
dan gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmek için
daha sonra Allah’tan onların cenazesinin kılın-
tedbirler alıyordu. Bu durum Tebük savaşına
masını nehyeden bir emir geldi.
kadar böyle devam etti. Bu savaştan sonra Allah celle celaluhu Rasûlullah’a onları beraberinde
“Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz
savaş için çıkarmamasını emir buyurdu:
kılma; onun kabri başında da durma! Çün-
“Eğer Allah seni onlardan bir gurubun ya-
kü onlar, Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler ve
nına döndürür de (Tebük seferinden Medine’ye döner de başka bir savaşa seninle
fasık olarak öldüler.” (17)
beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksı-
-------------------------
nız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!” (16)
4-Karakterlerini Ve Faaliyetlerini Açıklayarak Ashabını Uyarması İnen vahiy ve Rasûlullah’ın onlara dair sözleri Ashab için bir uyarı mahiyetindeydi. Böylece Müslümanlar onlara karşı daha dikkatli davranıp, oluşturdukları fitnelere daha dikkatliy-
1. el- Humeydi, el-Münafikun fi’l Kur’ani’l- Kerim, Cidde, 1989, s.14. 2. Nisa Suresi, 145. Ayet. 3. Bkz. Halebi, II, 264; Rıza, s. 213. 4. Bkz. Demircan, Adnan, Hz. Peygamber Döneminde Münafıklar, İstanbul, 2016, s.121-124. 5. İbn Hişam,IV, 178. 6. Bkz, Hak Dini Kur’an Dili,Tevbe Suresi 74. Ayet . 7. Koçyiğit, T.,”Abdullah b. Ubey b. Selul”, DİAİ, İstanbul, 1988,I, 139. 8. İbn Sad, II, 29; İbnü’l Esir, Kamil,II,138. 9. Diyarbekri, II, 43.
diler. Kuran›da ‹Münafikun› isminde özel bir
10. Haşr Suresi, 11-12. Ayet.
surenin olması, Tevbe Suresinin neredeyse 100
11. Bkz,Buhari, Tefsiru Sureti’l -Münafikin, 1-2; İbn
ayetinin onlardan bahsetmesi, Bakara Suresin-
Hişam,III, 335; İbnü’l Esir, Kamil,II,193.
de Münafıkların kâfirlerden daha detaylı bir şe-
12. Bkz. Demircan, Adnan, Hz. Peygamber Döneminde
kilde anlatılması bu noktada dikkate şayandır.
Münafıklar, İstanbul, 2016, s.89.
5-Ölümlerinden Sonra Net Tavırlar Koyması
14. Bkz. Demircan, Adnan, Hz. Peygamber Döneminde
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, oğul Abdullah
16. Tevbe Suresi, 83. Ayet.
b. Abdullah b. übey b. Selül’ün isteği üzerine,
17. Tevbe Suresi, 84. Ayet.
13. Tevbe Suresi, 61. Ayet. Münafıklar, s. 109-117. 15. Vakıdi;II, 421; İbn Hişam, III, 337.
SAFER 1439
27
| Kapak Dosya
| Derya Fıçıcı
NİFAK ALAMETİ OLARAK
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar, onlar gösteriş yaparlar.” (Maun, 4-6)
RİYA
“
”
M
üminin karakteriyle ve şahsiyetiyle çatışan, en çirkin davranışlardan olan, Al-
lah’ın ayetleriyle uyardığı, Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in
hadisleriyle sakındırdığı davra-
nış; riya ve kibir… Âlimlerin de pek çok kez konu edindiği, hakkında uzun nasihatlerin kaleme alındığı bir meseledir riya ve kibir. “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar, onlar gösteriş yaparlar.” (Maun, 4-6) Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde ilk olarak haklarında hüküm verilecek olanlar üç kısım insandır: (Birincisi) Şehit olan kişidir. Şehit getirilir ve Allah ona nimetlerini tanıtır. O da onları
KASIM 2017
tanır. Allah buyurur: ‘Bu nimetleri elde etmek için ne yaptın?’ Der ki, ‘Öldürülünceye kadar
28
Senin uğrunda savaştım!’ Allah buyurur: ‘Yalan söyledin! Ancak sen cesur adam denilsin diye savaştın ve bu da denildi.’ Sonra alınıp yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır. (İkincisi) İlim öğrenip başkalarına öğreten ve Kur’an okuyan kişidir. O da getirilir ve Allah ona nimetlerini tanıtır, o da onları tanır. Allah buyurur: ‘Bu nimetleri elde etmek için ne yaptın?’ der ki, ‘Senin için ilim öğrenip öğrettim ve Kur’an okudum!’ Allah buyurur: ‘Yalan söyledin! Ancak sen âlim adam denilsin diye ilim öğrendin ve Kurra adam denilsin diye Kur’an okudun ve bunlar denildi.’ Sonra alınıp yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır. (Üçüncüsü) Yüce Allah’ın kendisine geniş imkânlar ve her çeşit maldan vermiş olduğu kişidir. O da getirilir ve Allah ona nimetlerini tanıtır, o da onları tanır. Allah buyurur: ‘Bu nimetleri elde etmek için ne yaptın?’ Der ki, ‘Uğrunda infak edilmesini istediğin her konuda senin için
infakta bulundum!’ Allah buyurur: ‘Yalan söyledin. Ancak sen cömert adam denilsin diye infak ettin ve bu da denildi!’ Sonra alınıp yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır.” Hadisten de anlaşıldığı üzere yapılan amellerin karşılığında cennet beklerken, bu amellerdeki niyetler kontrol edilmeyip Allah’ın rızası gözetilmezse, aynı amelin insanı cehenneme sürükleyebileceğini anlıyoruz. Allah bizleri bundan muhafaza etsin. Demek oluyor ki mümin daima kalbini kontrol etmeli, bir ameli işlerken kalbinde bir bozukluk söz konusu ise niyetini düzeltmeli. Bu konu hakkında nasihat dinlemeli. Ayet ve hadisleri tekrar tekrar okuyarak niyetini sıhhatli hale getirmeli. Rebi b. Huseym şöyle söylemiştir: “Allah’ın rızası murad edilmeyen her amel yok olup gider.” Şu beş şeyle riyakârlık yapılır: 1. Kişinin kendini dış görünüş olarak, ne kadar ibadet ettiğini belli etmek niyetiyle yorgun, bitkin göstermesi… Bunlar bedenle yapılan riyakârlıktır. Dış görünüşünde yorgunluk, uykusuzluk, açlık alametleri bırakmak ve insanlara bunu fark ettirmek, bu fark edilip övüldüğünde bundan hoşlanmak, rahatlamak gibi… 2. Giysileriyle görünüşünde zahid olmak… Yırtık elbise giymek, kaba kıyafetler giyerek ne kadar zahid olduğunu göstermek…
bir ifadeyle konuşmak gibi… 5. Arkadaşları, ziyaretçileri, görüştükleri insanların çokluğuyla riya yapmak… Makam ve mevki sahiplerinin kendisini ziyaret etmesini istemek, bununla gösteriş yapma isteği… “Ben falanca hocadan ders aldım.” , “şu kadar ülkeyi gezdim.” demesi gibi… Bunlar dinde ve ibadetlerde bulunan riyakârlıklardır. Aynı şekilde dünyalık işlerde de riyakârlık söz konusudur. Gösterişli kıyafetlerle, zenginliğini ve iyi bir hayatının olduğunu ima etmek, mevki sahibi olduğu izlenimi vermek, basit ve sıradan elbiselerle görünmeyi istememek gibi… Modern hayat diye bizlere dayatılan anlayış her geçen gün riya ve kibri hayatımıza ilmek ilmek işlemekte. Örneğin Müslümanın temiz ve düzenli giyinmesi gerekirken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden tamamen uzaklaşıldığını; temiz ve düzenli anlayışı ile değişik, pahalı, gösterişli kıyafetler giymeyi birbirine karıştırdığımızı görüyoruz. Ebu Ümame İbni Salebe el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanında dünyayı zikretmişlerdi. Buyurdular ki: “Duymuyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Mütevazı giyinmek imandandır, mütevazı giyinmek imandandır.” (Ebu Davud Tereccü 1, 4161 İbni Mace Zühd 22, 4118)
4. Fiil ile riya… Örneğin namaz kılanın uzun süre kıyamda kalması, secde ve rükûları uzatarak kılması, bunu insanlara belli etmesi, huşulu görünme isteği, ağladığını göstermek, ağlak
İyi yiyecekler yediğini paylaşmak, gezdiği yerleri hiç durmadan sosyal medyada deşifre etmek, aile saadetini gözler önüne sermenin altında yatan düşünce tevazudan fersah fersah
29
SAFER 1439
3. Sözle riya… İlminin çokluğunu göstermek için hadis ve ayetleri ezberlemek, her fırsatta bildiğini belli etmek için vaaz vermek. Avamın anlayamayacağı dilde konuşmak, âlimlerle oturup kalktığını belli eden konuşmalar yapmak gibi…
Tevazuyu kaybettiğimiz yerler, bizi gösteriş ve kibre götüren davranışımız sadece kılık kıyafette değil. Yeme, içme, gezme gibi konularda da gösteriş ve kibre sebep olacak davranışlar sergileyebiliyoruz. Örneğin sosyal medya hesabından, yaptığımız yemeği paylaşmak, “Ne kadar becerikliyim.” düşüncesinin bilinçaltından telefon ekranında patlamasıdır.
kalarını baz almaktır. İlk olarak övülmek… Nefse hoş geliyorsa, bizi riyaya sürüklüyorsa bundan uzaklaşmak ge-
Riyanın amele verdiği zararı sık sık hatırlamak, ahirette kaybettiklerini düşünmek gerekir. Bütün yaratıkların önünde ona “Ey günahkâr! Ey riyakâr!” diye seslenileceğini insanın kendisine hatırlatması övgüden kaçmaya, ondan rahatsızlık duymaya sevk eder.
rekir. Bunun yolu ise amelleri gizli yapmaktır. Riyanın amele verdiği zararı sık sık hatırlamak, ahirette kaybettiklerini düşünmek gerekir. Bütün yaratıkların önünde ona “Ey günahkâr! Ey riyakâr!” diye seslenileceğini insanın kendisine hatırlatması övgüden kaçmaya, ondan rahatsızlık duymaya sevk eder. Övülmekten ziyade kınanma korkusu bizde ağır basıp amellerimize yansıyorsa, insanları razı etmek düşüncesiyle amel ediyorsak; tüm insanları razı etmenin asla mümkün olmadığını kendimize ifade etmeliyiz. Kulların aciz varlıklar olduğunu, ne kendilerine bir yarar
uzaklaşmanın, gösteriş ve kibre kapı açmanın
sağlamaya ne bir zararı savmaya, ne ölümden
adıdır.
kurtulmaya ne de yeniden dirilmeye malik ol-
İşte modern hayat anlayışının bize dayattığı ah-
madığını hatırlamak ve Allah’ın gücü, kudreti
lak anlayışı… Takvadan yoksun, gösteriş delisi
karşısında kulların acizliğini düşünmek de on-
olmuş toplum.
ları kınama korkusu yerine Allah’tan korkup
Riyakârlığın Tedavisi
çekinmeye, O’nun rızasını kazanmaya sevk
Kalplerimizi kontrol edip bu hastalığa dair alametleri tespit ettiğimizde onu ortadan kaldıracak çareler aramalıyız. Bu mücadeleyi vermek zorundayız. 1. Övülmek 2. Kınanmaktan korkmak 3. İnsanların sahip olduklarına tamah etmek Riyanın bu sebeplerden ortaya çıktığını âlimler bizlere bildirmiştir. Övülme isteğiyle yapılan amel nasıl riya ise kı-
KASIM 2017
nanma korkusuyla yapılan amel de riyadır. Nitekim ikisinin de ardında yatan düşünce, baş-
30
eder. İnsanların yanında olana tamah ediyorsak, nefsimiz bunu istiyor ve arzuluyorsa; Allah’ın yanında olanların, bize hazırladıklarının ebedi olduğunu, dünyadakilerin bitip gideceğini, tükeneceğini kendimize hatırlatmalıyız. Allah’ın hoşlanmadığı, razı olmadığı bazı tutum ve davranışlardan uzaklaşmak için; onları kalbimizden söküp atacak gücü ve kuvveti, rahmeti ve ihsanı bol olan Rabbimizden isteriz. Selam ve dua ile…
| Olaylar ve Yorumlar
Nedim Bal |
DAVETÇİ
KARDEŞLERİMİZE
TAVSİYELER
Y
aşadığımız dünya üzerindeki tüm beşerî sistemlerin görünür eseri olan FİTNE’nin yani; küfür, şirk ve zulmün egemenliğine son verip bu batıl sistemlerin yerine Allah’u Teâlâ’nın ilim, adalet ve merhametinin eseri olan yüce İslam Şeriatı’nın hâkim olmasını canı gönülden istemek, bunun hayali ile yaşamak, bu yolda gece gündüz demeden bütün imkânlarımızı seferber edip çalışmak “Ben Müslümanım” iddiasında bulunan her insanın en büyük görevidir. Bu husus bir fazilet veya müstehab değil, aksine bir akide, bir iman meselesidir. “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal, 39) “Müminler ancak Allah’a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 15)
31
SAFER 1439
İslam ümmetinin imanlı ve duyarlı insanları arasında, yeryüzünden fitnenin kalkıp yerine Allah’ın biricik ŞERİATI’nın hâkim kılınması hususunda bir fikir ayrılığı yoktur. Fikirlerin ayrıştığı nokta, İSLAM’ın insanda ve toplumda hayat bulması, yaşanması ve yeryüzüne hâkim olması sürecinde izlenmesi gereken yol, takip edilmesi gereken metot/ yöntem üzerindedir.
Bu dinin, insan, toplum ve dünya üzerindeki Değişim (İman), Gelişim (Davet,Hicret) ve Hâkimiyet/Cihad) aşamalarında izleyeceği kendine özel bir yöntemi/metodu vardır. Şanı yüce Allah; insan, toplum ve dünya üzerindeki Değişim (İman), Gelişim (Davet, Hicret) ve Hâkimiyet/ Cihad) aşamalarında izlenecek bu özel yöntemi/menheci bizzat kendisi belirlemiş ve Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem)’in şahsında örnekleştirerek bu ümmete öğretmiştir.
Ümmet olarak, gerçek başarı ve zaferin, şartlar ne olursa olsun Allah’ın dinini yaşamak ve bu uğurda Müslüman olarak ölmek olduğunu anladığımız gün bu fikir ayrılıklarının da sonu gelecektir inşallah.
Seferden Zafere Kadar Merhale Merhale Çizilmiş Rabbani Bir Yol Vardır Bu dinin, insan, toplum ve dünya üzerindeki Değişim (İman), Gelişim (Davet,Hicret) ve Hâkimiyet/Cihad) aşamalarında izleyeceği kendine özel bir yöntemi/metodu vardır. Şanı yüce Allah; insan, toplum ve dünya üzerindeki Değişim (İman), Gelişim (Davet, Hicret) ve Hâkimiyet/Cihad) aşamalarında izlenecek bu özel yöntemi/menheci bizzat kendisi belirlemiş ve Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem)’in şahsında örnekleştirerek bu ümmete öğretmiştir. “And olsun ki, Allah’ın Rasûlünde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Yani amaçta birlik vardır. Fakat amaca götürecek yöntem üzerinde maalesef bir fikir birliği yoktur. İslami cemaatlerin amaçlarının bir, fakat yöntem ve usullerinin birbirinden çok farklı oluşu – hatta yer yer İslam inanç esaslarına ters oluşu– Ümmeti Muhammedi dünya üzerinde zayıflatmış, çaresiz ve güçsüz konuma düşürmüştür. Öyle ki bir buçuk milyar İslam âleminin (!) toprağı, canı, malı, namusu emperyalist Amerika ve Avrupa ile Siyonist İsrail’in iki dudakları arasından çıkacak “Merhamet” kelimelerine mahkûm olmuştur. Bu en büyük zillet ve aşağılanmadır. Rasûlullah (sav)’in dili ile “Bugün yerin altı, yerin üstünden daha hayırlı” hale gelmiştir. Amaca ulaşma noktasında birbirine zıt olan bu metot/yöntem farklılıklarının en büyük sebebi;
KASIM 2017
beşeri sistemlerin ortaya koyduğu ve öğrettiği “Başarı ve Zafer” mantığıyla düşünmemizdir.
32
Dinin; İnanç ve ahlâk esasları sabittir. Zaman ve şartlar onu değiştiremez. Fakat dinin yeryüzüne yayılma ve hâkim olma sürecinde ortaya koyacağı söylem/tavır; Zamana ve Şartlara göre değişkenlik gösterebilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Mekke ve Medine uygulamaları bu Rabbani metodun hikmetli örnekleriyle doludur. Dolayısıyla İslami cemaatlerin, yeryüzünden küfrü, şirki ve zulmü yok edip bunun yerine Allah’ın yüce dini İslam’ı hâkim kılmak için yapacakları kutlu mücadelenin hareket stratejisini, içinde yaşadığımız beşerî sistemlerin bize dayattığı ve gösterdiği yöntemler belirleyemez. Aynı şekilde; bu dinin hareket stratejisi, kişilerin değişken felsefi düşüncelerine veya aşırılıklarına yahut gevşekliklerine mahkûm edilemez. Bu sebeple, İslami cemaatlerin hareket stratejilerini belirleyecek yöntemin Rabbani bir
yöntem olması gerekmektedir. Şanı yüce Allah’ın belirlediği, peygamberlere ve müminlere uyulmasını emrettiği bu Rabbani yolun adı; PEYGAMBERİ HAREKET YÖNTEMİ/METODU ’dur. “O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud, 112) “Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerin yolu da budur. Bizim yolumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın” (İsra, 77) “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan saptırır.” (En’am, 153) Rabbani olan peygamberi hareket metodu/yöntemi, somut ve pratik hakikatleri içerisinde barındıran ve bunu aktif eyleme dönüştüren bir yoldur. Bu aktif eylemselliğin hedefinde ise fert ve toplum vardır. Fertlerde başlayan değişim, toplumun değişimine, toplumun değişimi ise yeryüzünün dönüşümüne vesile olacaktır. Rabbani olan peygamberi hareket yönteminin mesajları açık ve nettir. Peygamberi hareket yöntemi; tüm insanları, açık ve net şekilde Allah’ın birliğine, sadece ve sadece O’na kulluğa/itaate çağıran bir yoldur. (Yunus, 104), (A’raf, 59), (Enbiya, 25),(Maide, 92), (Enfal, 20), (En’am, 102), (Tevbe, 71), (Rad, 18), (Âl’i-İmran, 64) Peygamberi hareket yöntemi; insanları şirkten sakındırmaktır. (Nisa, 36.48.116), (A’raf, 33), (En’am, 14)
Peygamberi hareket yöntemi; tüm insanları eğmeden, bükmeden, gizlemeden açık ve net şekilde kâfirlere, tağutlara, müşriklere itaatten ve onların yoluna uymaktan sakındırmaktır. (Zümer, 17), (Âl’i-İmran, 149), (Furkan, 52), (Ahzap, 1) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’ın dini ile hükmetmeyen egemen güçlerin elindeki dünyalıklara, makamlara, mevkilere değil, Allah’ın rızasına ve cennete talip olmaktır. (Âl’i-İmran, 196,197), (Şuara, 109,110), (Tevbe, 8,55), (Taha, 131) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’ın hükmünden yüz çevirmiş, şirke, küfre ve azgınlığa dalmış bir toplumun inancından, hayat tarzından, örf ve adetlerinden tamamen uzak olduğunu açıkça bildirmek ve safları ayrıştırmaktır. (Mümtehine, 4) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’a, O’nun peygamberine, gönderdiği şeriata karşı düşmanlık eden, alaya alan ve Müslümanlara zulmeden kimseleri sevmemek, onları dost edin-
33
SAFER 1439
Peygamberi hareket yöntemi; insanları, cahili düzenlere, beşerî ideolojilere, kurumlara, teşkilatlara, partilere, şahıslara değil, sadece ve sadece Allah’a, O’nun yoluna, gönderdiği kitaba ve bildirdiği şeriata uymaya çağıran yoldur. (Maide, 49), (Fussilet, 33), (Yusuf, 108), (Casiye, 18)
Dinin; İnanç ve ahlâk esasları sabittir. Zaman ve şartlar onu değiştiremez. Fakat dinin yeryüzüne yayılma ve hâkim olma sürecinde ortaya koyacağı söylem/tavır; Zamana ve Şartlara göre değişkenlik gösterebilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Mekke ve Medine uygulamaları bu Rabbani metodun hikmetli örnekleriyle doludur.
hudileri, sapıtmış Hristiyanları ve Allah’a ortak koşan müşrikleri dost/sırdaş/kardeş edinmemektir. (Maide, 51, 57, 81)
Rabbani olan peygamberi hareket metodu/yöntemi, somut ve pratik hakikatleri içerisinde barındıran ve bunu aktif eyleme dönüştüren bir yoldur. Bu aktif eylemselliğin hedefinde ise fert ve toplum vardır. Fertlerde başlayan değişim, toplumun değişimine, toplumun değişimi ise yeryüzünün dönüşümüne vesile olacaktır.
memek ve onlara yanaşmamaktır. (Mücadele, 22), (Tevbe, 23), (Hud, 113) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’a, peygamberine ve İslam’a karşı düşmanlık göstermeyen, Müslümanlara elleriyle veya dilleriyle eziyet etmeyen gayri Müslimlere karşı adaletli davranmak ve iyilikte bulunmaktır. (Mümtehine, 8) Peygamberi hareket yöntemi; İzzeti, şerefi ve üstünlüğü; kâfirlerin, münafıkların, zalim ve günahkârların safında değil, Allah’ın, peygamberin ve müminlerin yanında aramaktır. (Nisa, 139), (Münafikun, 8)
KASIM 2017
Peygamberi hareket yöntemi; Allah’ın dinini küçümseyip alay eden, müminleri Allah’ın şeriatından saptırmak isteyen, , Allah’ın dinine göre yaşamak ve yönetilmek isteyen müminleri hapishanelere dolduran kâfir, zalim, münafık idarecileri dost/yönetici/vekil edinmemek ve onların inanç noktasındaki uzlaşı tekliflerini reddetmektir. (Kafirun, 1-6), (Mümtehine, 9), (Maide, 55, 57), (Âl’i-İmran, 28), (Kalem, 8, 9, 10) (İsra, 73, 74, 75) Peygamberi hareket yöntemi; lanetlenmiş Ya-
34
Peygamberi hareket yöntemi; kâfirlerin, zalimlerin, günahkârların; mal, makam, şöhret ve şehvet tekliflerini reddetmek, bu uğurda onların isteklerini yerine getirmektense zindana girmeyi daha güzel görmektir. (Yusuf, 33) Peygamberi hareket yöntemi; Müslümanların kusurlarını araştırmamak, zanlarla hareket etmemek ve onları arkalarından çekiştirmemektir. (Hucurat, 12) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’a ihlasla yönelmek, O’nun rızasına ulaştıracak amellerle meşgul olmaktır. (A’raf, 29), (Kehf, 28), (İbrahim, 23), (Hicr, 19) Peygamberi hareket yöntemi; dünya hayatından, onun gösteriş ve zevklerinden uzaklaşmak ve ahireti arzulamaktır. (Ankebut, 64), (Hud, 15,16), (Duha, 4) Peygamberi hareket yöntemi; hayatı, sadece ve sadece Allah için yaşamak ve Allah için ölmektir. (En’am, 162) Peygamberi hareket yöntemi; insanları iyiliğe çağırmak, Allah’ın emrettiklerini emretmek, yasakladıklarını da yasaklamaktır. (Âl’i-İmran, 114), (Lokman, 17) Peygamberi hareket yöntemi; Allah’ın, Rasûl’ünün, İslam’ın ve Müslümanların, görünür, görünmez düşmanlarına karşı güç ve kuvvet hazırlamaktır. (Enfal, 60) Peygamberi hareket yöntemi; batıl düzenlerin, rejim ve ideolojilerin egemenliğine, sömürülerine, zulümlerine son vermek için dil ile mal ile can ile Cihat etmektir. (Tevbe, 29, 38, 39, 41, 73), (Furkan, 52), (Hucurat, 15) Allah’ın selamı peygamberlerin yoluna tabi olanların üzerine olsun… Rabbim bizleri aşırılıktan ve gevşeklikten muhafaza etsin. Allah’a emanet olunuz.
| İslâm Coğrafyası
İsmail Eren |
Hint Alt Kıtasında Bir Müslüman Beldesi:
BANGLADEŞ
İslam coğrafyaları yazı dizisinin bu bölümünde
su arasında kalan Hindistan, Pakistan, Bang-
ele alınan Bangladeş’in hikâyesi de aslında bu
ladeş, Nepal ve Burma gibi ülkeleri kapsayan
bağlamda bölgedeki Müslümanların hikâye-
bölgeye verilen isimdir. Bölgeyi Müslümanlar
sidir. Bangladeş son yıllarda Türkiyeli Müslü-
açısından önemli kılan hususların başında ise
manların gündemine iki önemli olayla gelmek-
yaklaşık 500 milyona varan Müslüman nüfu-
tedir. Bunlardan ilki Budist zulmünden kaçan
sa ev sahipliği yapması gelir. Bölgedeki Müs-
Arakanlı Müslümanların Bangladeş sınırında
lüman etkinliği aynı zamanda küresel güçle-
yaşadığı dramlar ve Bangladeş hükümetinin
rin ve yerli gayrimüslimlerin bölge üzerindeki
bu husustaki etkisiz ve yetersiz tavrı diğeri ise
emelleri açısından da önemli bir tehdit olarak
hakkında idam kararı çıkan pek çok Cemaati
görülmektedir. Bu sebeple bölge Müslüman-
İslami liderinin bir bir darağacına çıkartılma-
ları uzun yıllardan beri çeşitli iç karışıklıklar
sıdır. Bangladeş hükümeti tarafından kurulan
ve problemlerle mücadele etmekte, bölgedeki
Uluslararası Suçlar mahkemesi tarafından yü-
Müslümanların krizi günümüzde de artarak
rütülen yargılamalar sonucunda Abdulkadir
devam etmektedir.
Molla, Muhammed Kameruzzaman, Ali İhsan
35
SAFER 1439
Hint alt kıtası Himalayalar ile Hint Okyanu-
Ülkenin Genel Özellikleri Bangladeş yaklaşık 160 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkeleri arasında yer alır. Nüfusun yüzde 90’a yakın bir bölümü ise Sünni Müslümanlardan oluşmaktadır. Bu yönüyle dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusunu barındıran ilk beş ülkesi içerisinde de yer alır. Nüfusun geri kalan en büyük kısmını ise Hindular oluşturur. Ülkede Hindulara oranla az da olsa Budist ve çoğunluğu Katolik olan Hris-
1971 yılında Bangladeş ve Pakistan arasında gerçekleşen ayrılma savaşı boyunca gerek Bangladeş Cemaat-i İslami (BJI) gerekse de diğer Müslüman gruplar tek bir Pakistan ilkesini benimseyerek ayrılmaya karşı çıkmışlardı. Bu karşı çıkışın sebebi ise, bölgede parçalanmış bir güç olarak Müslümanların etkisi ve gücünün tek devletin sahip olacağı etki ve güçten daha az olacağı ve bu durumun da siyasal olarak bölgedeki Müslümanları olumsuz etkileyeceği fikriydi.
tiyan bir topluluk da yaşar. Ülkenin üç tarafı Hindistan toprakları ile çevrilidir. Güneydoğu sınırında ise Burma (Myanmar) yer alır. Ayrıca ülkenin güneydoğu sınırı Arakanlı Müslümanların da bölgeye hicret ettiği sınırı oluşturur. Ülkenin başkenti Dakka’dır. Çitagong, Rangpur, Racşahi, Dinajpur, Bogra, Feridpur, Marayanganj ve Cox’s Bazar ise önemli diğer şehirler arasında yer alır. Resmi dil ise Bengalcedir.
Tarihsel Süreçte Bangladeş; Bir Kopuş Hikâyesi Üzerinde Bangladeş’in kurulduğu toprakların tarihi; İslâm öncesi, İslâmî, İngiliz, Pakistan ve bugünkü Bangladeş Devleti dönemleri olmak üzere beş devreye ayrılır. Tarih öncesi çağlara kadar uzanan, karışıklık ve düzensizliklerin belirgin olduğu İslâm öncesi dönem, XIII. yüzyılın başında Muhammed Bahtiyâr Halacî’nin Bengal’i ele geçirdiği zamana kadar sürmüştür. İslâmî dönem ise 1203’ten başlayarak son bağımsız Bengal Sultanı Sirâcüddevle’nin İngilizler’e yenildiği 1757 yılına kadar devam
Muhammed Mücahid ve Muti’ur Rahman Nizami’nin idam edilmesi ne yazık ki hem dünya Müslümanları ve hem de uluslararası kamuoyunda sonuç üretebilecek ciddi bir tepki üretememiştir. Şimdi gelin Bangladeşli Müslü-
KASIM 2017
manların hikâyesini daha detaylı bir biçimde
36
etmiştir. İngiliz yönetiminin başlamasıyla Müslümanların hâkimiyeti gerilemiş, halk sistematik bir baskıya mâruz kalmıştır. 1757’den itibaren yarım yüzyıla yakın bir süre içinde de Müslümanlar toplumdaki ağırlıklarını kaybetmeye başlamıştır. (1)
ele almadan önce bölgeyi biraz daha yakından
Bu dönemden itibaren İngilizler bölgede önem-
tanıyalım.
li ölçüde etkinlik kurmuştur. Fiili sömürge dö-
nemi bittikten sonra bile bu etkinlik devam etmiştir. İlerleyen yıllarda ayrı devletler olarak ortaya çıkan Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in teşekkül süreçlerinde de bu etkinin izlerini görmek mümkündür. Hatta ilerleyen yıllarda yeni sorun alanları olarak ortaya çıkan Keşmir bölgesini ve Arakanlı Müslümanların günümüzdeki durumunu İngilizlerin bölgedeki etkinliğini göz ardı ederek okumak pek de mümkün değildir. İngiliz sömürgesinin bölgedeki varlığının 1947 Ağustos’unda resmi olarak sona ermesiyle birlikte Hindistan ve Pakistan iki ayrı devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum özellikle Hint bölgesindeki Müslümanların yaşadıkları zulüm sonucunda aldıkları bir karar olarak ortaya çıkmıştır. Ancak 1971’de Pakistan kendi içinde, arada 1,600 km. Hindistan toprağı bulunan, iki bölgeye ayrılmıştır: Batı Pakistan (Pakistan) ve Doğu Pakistan (Bangladeş). Yönetimin merkezi Batı Pakistan’da, buna karşılık, nüfusun
Bangladeş ve Şehid Edilen Cemaati İslami Liderleri 1971 yılında Bangladeş ve Pakistan arasında gerçekleşen ayrılma savaşı boyunca gerek Bangladeş Cemaat-i İslami (BJI) gerekse de diğer Müslüman gruplar tek bir Pakistan ilkesini benimseyerek ayrılmaya karşı çıkmışlardı. Bu karşı çıkışın sebebi ise, bölgede parçalanmış bir
çoğunluğu ise Doğu’da kalmıştır. 1948’de Pa-
güç olarak Müslümanların etkisi ve gücünün
kistan yönetiminin Urducayı ülkenin tek resmi
tek devletin sahip olacağı etki ve güçten daha
dili olarak kabul etmesi ve diğer dillerin konu-
az olacağı ve bu durumun da siyasal olarak
şulmasını yasaklamasıyla birlikte ülkedeki mil-
bölgedeki Müslümanları olumsuz etkileyeceği
liyetçilik yükselmeye başlamıştır. 1970 yılında
fikriydi. (3) Cemaati İslami’nin bu fikirden kay-
yapılan genel seçimlerde Doğu Pakistan’daki
naklanan fiilleri sonraları Bangladeş hükümeti
169 milletvekili kontenjanın 167’sini Sheikh
tarafından gerçekleştirilecek idamların gerek-
Mujibur Rahman’ın partisi Avami League (AL)
çesi olacaktı.
kazanır. Pakistan yönetimiyle beraber yaşanan 25 yılın ardından, Aralık 1971’de başlayan ve dokuz ay süren kanlı çatışmalar neticesinde, Hindistan’ın da büyük yardımıyla, Bangladeş bağımsızlığını ilan eder ve Dakka’da bulunan 93000 Pakistan askeri de esir alınır.
(2)
Bang-
Tüm bunlarla birlikte Bangladeş, 1972’den itibaren çıkan seküler, demokratik ve milliyetçi değerlerin hâkim olduğu yasalarla birlikte Cemaati İslami gibi ümmet fikrini benimseyen bir gücün etkisini kırmak isteyecekti. Aynı zamanda bölgede etkin olan İngiliz, Hint ve Çin
mesiyle sonuçlanan bu gelişmeler günümüzde
nüfuzu da Cemaati İslami’ye yönelik engelle-
Bangladeş’te yaşananları anlamak açısından
me girişimlerine somut destek sağlıyordu. Bu
anahtar işlevi görmektedir. Özellikle de idam
sebeple de ayrılma savaşı döneminde henüz
edilen Cemaati İslami üyelerinin neden idama
öğrenci olan ve yaşanan olaylarda somut bir et-
sürüklendiklerinin cevabı bu tarihsel süreçte
kisi olmayan pek çok Cemaati İslami liderine
yatmaktadır.
yönelik yargılama girişimleri başladı. Aradan
37
SAFER 1439
ladeş’in bağımsız bir devlet olarak teşekkül et-
kırk yıl geçmesine rağmen haksız yargılamalar sonucunda pek çok Cemaati İslami lideri idam edildi. Bu idamların son halkasını ise Muti’ur Rahman Nizami oluşturuyordu. Nizami idamından önce yayınladığı mektupla tüm dünya Müslümanlarına aşağıdaki nidalarla sesleniyordu; (4) Ben Gidiyorum. Doğduğumda nikâhlandığım ve son nefes diye zaman tayin ettiğim buluşmaya gidiyorum. Korkmuyorum. Ardımda pişmanlıklarım var ama üzgün değilim. Kırgınım. Sözünü unutanlara, kardeşinin elini tutmayanlara, düşeni kaldırmayanlara, Allah için gözyaşlarını sakınanlara, resimlerimizi “layk” için kullanıp gördüklerini yaşanmamış kabul edenlere, zalimin yanında durup mazluma timsah gözyaşları dökenlere, kıyama kalkmayı kolay zannedip elindekini muhafaza etmek için bahane satanlara, alanlara kırgınım. Bu kırgınlıkla kavuşacağım Rabbime. Söyleyeceğim bunları.
İslami’ye yönelik tavırlarının arkasındaki bir takım sebeplerin etkin olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Arakanlı Müslümanların içinde bulundukları zulümden kaçmak için geleneksel vatanları olarak da kabul ettikleri Bangladeş’e gerçekleştirdikleri pek çok hicret girişimi göç eden Müslümanların geri iade edilmesiyle sonuçlanmıştır. Geri iade süreçlerinde ise Myanmar hükümeti Arakanlı Müslümanları tanımamış, onlara resmi bir statü vermemiştir.
Vuslat bu. Nerede buluşacağı belli olmuyor insa-
Bu sebeple Arakanlı Müslümanlar ülkelerinde
nın. Bazen 14 yaşındaki bir kızı Kudüs’te pazar-
vatandaşlığı olmayan ve Müslüman kardeşleri
da buluyor. Kafasına sıkılan bir kurşunla göçü-
tarafından da kabul edilmeyen arafta bir top-
yor. Elbisesine bulaşıyor kan. Huzura çıkmadan önce melekler yıkıyor onu. Ben gidiyorum.
lum haline gelmiştir.
-------------------------
Benden önce giden arkadaşlarımın yanına, Rasulullah’ın yanına. Siz kalacaksınız. Kimin doğru olduğu benim gittiğim yerde çıkacak ortaya. Ben gidiyorum. Çeki düzen verin kendinize. Sıranın size de geleceğini unutmayın. Şehadetin şehid gibi yaşayanlara nasip olacağını, Allah›tan başkasına kul olunmayacağını hatırlayın her daim…
KASIM 2017
Bölgede yaşanan Arakan zulmü değerlendirilirken de Bangladeş hükümetinin Cemaati
38
1.Syed Sajjad Hüseyin, “Bengladeş”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013. 2.Asım Sinan Karakurt, “Bangladeş İnsan Hakları Raporu”, Mazlumder Dış İlişkiler Koordinatörlüğü, 2013, s.7. Url: http://www.mazlumder.org/webimage/Benglade%C5%9F%202013(1).pdf 3. A.g.m., s.8. 4. “İdamına saatler kala Nizami›nin kaleminden son mektup!”, Yeni Akit Gazetesi, 11 Mayıs 2016 Çarşamba 17:57. Url: http://www.yeniakit.com.tr/haber/ idamina-saatler-kala-nizaminin-kaleminden-son-mektup-172561.html.
| Dava Önderleri
Cihan Yazarın Malay Adı |
Zeynüddin (Dinin Süsü):
Mâlik bin Dinar –rahimehullah- (?-748)
“Dünya ile evlenmek istersen, mehir olarak dinini ister.” Mâlik bin Dinar SAFER 1439
39
B
ugün insanların zenginliklerine bakarak adeta ağızları açık bir şekilde kendilerini takip ettiği ve onlar gibi olmaya çalıştığı bir çağı yaşıyoruz. Bu gibi zengin kimselere bakarak onlar gibi olmaya çalışan insanların çoğunluğu, zenginlik ile birlikte mutluluk kapılarının ardın sıra açılacağı ve dünyanın en mutlu insanı olacağı kanısına kapılmış bir hayat anlayışına sahipler. Hâlbuki bir günlüğüne o zengin kimselerin yerinde kendileri olduğu zaman görecekler ki gerçek mutluluk, asla para ile sağlanamaz. Bu durumu hem geçmişte tarih sayfalarında hem de yaşadığımız şu asırda görmemek için gözleri görmüyor olmak gerekir.
Mâlik b. Dînâr, gençlik yıllarında eğlence
Peki, gerçek mutluluk ve huzur nerede? Nasıl gerçek manada mutlu bir hayata sahip olabiliriz? İşte bu soru bizim Mâlik bin Dinar başta olmak üzere salih insanların hayatını okuduğumuzda cevabını rahatlıkla bulabileceği bir sorudur.
yazma işini bitirdi. Sonra evinden çıkıp mes-
Dünyanın peşinden giden her kişide mutlaka bir takım boşluklar yaşandığına şahit oluruz. Bu Allah’ın yeryüzüne koyduğu “sünnetullah” denilen kurallardan biridir. Bu boşluk, kişinin Allah ile arasının açık olması ve dünya hayatında dünya-âhiret dengesinin sağlanamamasıdır. Onun yaptığı şu dua bizlere bu hususta örnektir: “Allah’ım! Kalplerimizi sana yönelt ki seni en iyi şekilde tanıyalım, ahdimize sâdık kalalım, emrini tutalım.”
KASIM 2017
Tabii sözlerimizin burasında bir noktaya değinmemizde fayda var. Bu da İslam’ın mal kazanmaya karşı olmadığı aksine mal ile muhtaçlara yardımda bulunulmasını teşvik etmesi ve kişinin kendisini başka insanlara el açacak bir duruma düşürmemesi için çalışıp kazanması gerektiğidir.
40
âlemlerine düşkün bir insandır. Ancak dünyanın peşinden giden her nefiste olduğu gibi onun nefsinde de manevi bir boşluk hissetmesi, onun hayatının değişiminde en büyük rolü oynamıştır. Onun bu kötü yoldan dönmesine dair çeşitli rivâyetler yer alsa da biz şu rivâyet ile yetineceğiz:
Tevbesi Onun tevbesi hakkında Mustafa Sadık er-Rafiî’den şöyle bir olay aktarılır: “Bir gün Ebu Yahya (Malik Bin Dinar), Kur’an cide gitti, insanlara namaz kıldırdı. Mescitte bulunanlar onun sohbetini dinlemek için oturup beklediler. O ise doğrulup Allah’ın ona dilemesi kadar rükû ve secde yaptı. Namazını bitirdikten sonra dayandığı kolona doğru kalktı. İnsanlar onun etrafında halkalar oluşturdu. Mescit bütün genişliğine rağmen dolup taşmıştı. Malik bin Dinar gözlerini cemaate çevirdi. Sonra başını öne eğip uzun bir süre sustu. Onun heybeti ile sakinleşen ve mütevazılığına hayran kalan cemaatin başlarında sanki kartallar bekliyordu. Derken göz kapaklarına yapışmış gözyaşı ve dudaklarında beliren bir tebessüm ile başını kaldırdı. Bir genç dayanamayıp “Şeyhi ağlatan şey nedir?” diye sordu. Bu genç, imama yakın safta oturuyordu. Şeyh şaşkın bir kimse gibi bakışlarını ona çevirip uzun bir süre düşündü. Halen cevap vermemişti. Sanki onu bir hal almıştı. İnsanların şaşkınlığı daha da arttı. Çünkü daha önce böyle bir suskunluğu ve sorulan soruyu cevapsız bırakması asla gö-
Hayatı
rülmemişti!
Zâhidlerin önde gelenlerinden olan Ebu Yahyâ künyeli Mâlik bin Dinar, Basra’da doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kendisine “Zeynüddin (Dinin Güneşi)” denilmiştir.
İnsanlar kendi kendilerine “Şeyhin mühim bir hali var. Bu suskunluğunun arkasında onun iç âleminde beliren manalar ve hatıraların olması gerekir” diye düşündüler. İmam’ın insanlara tebessüm etmesi gecikmedi ve dedi ki:
“Bir hatıra aklıma geldi, bunun için ağladım. Sonra bir rüyayı düşündüm ve bunun için güldüm. Beni ağlatan hatıra Hasan el-Basrî hakkındadır. Onun ne kadar âlim, zâhid ve takvalı olduğunu biliyorsunuz. O, Ebu Eyyub el-Ensâri ailesinin azatlısıydı. Annesi de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımı Ümmü Seleme’nin cariyesiydi. Bazen annesi olmadığı zaman, Ümmü Seleme göğsünü verip oyalıyordu, tâ ki annesi dönünceye kadar… Nice kere göğsü sütle dolup Hasan Basri de onu içiyordu. İnsanlar hikmet, fesahat ve zühdün ancak o mübarek göğsün bereketinden olduğunu biliyorlardı. Hem sonra insanların onu “Bir yerden döndüğü zaman sanki arkadaşının defninden dönüyormuş gibi gelirdi” şeklinde vasfettiklerini herhalde unutmamışsınızdır. Oturduğu zaman Allah’a şiddetli korkusundan boynu vurulacakmış gibi hazırlanırdı. Cehennem zikredildiğinde sanki sadece onun için yaratılmış gibi bir hal alırdı. Gerçekten Hasan, böyle bir üstadımdı. Her ne zaman bir üzüntü veya musibete uğrarsam ona başvururum. Onu bu meclisimde hatırlayınca ve düşmanlarının ona karşı türlü türlü hile ve desiselerini düşününce ona acıdım. Beni ağlatan hatıra işte budur. Düşünüp de tebessüm ettiğim rüyaya gelince söyleyeceklerimden istifade etmeniz için onu bir kıssa içinde size haber vereceğim.
sellem’in şu sözüne uyarak çıktım: “Müslüman bir kimse pazara çıkar, ondan bir şey alır, evine taşır ve bunu da sırf kız çocukları için yaparsa Allah ona rıza ve rahmet nazarıyla bakar.” O zaman bekârdım, kendisiyle ülfet bulacağım bir eşim yoktu. Derken içimde insanlık duygusu uyandı. Yoksul kızları sevindirerek onların salihâ dualarını almak istedim. Adamın parasını o zalim adamdan aldım. Kızlarının daha fazla sevinmesi için kendi paramdan da ona verdim ve dedim ki: “Çarşıdan alıp eve götürdüklerin sebebiyle kızlarının sevindiğini gördüğün zaman Mâlik bin Dinar’a dua etmelerini söylemen, Allah’ın seni sorumlu tutacağı ve hakkımı ancak bununla tam olarak ifâ edeceğin bir vaad olsun.” O gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisini, kızlara ikram etmeye teşvik eden manasını ve onu pekiştiren “Kim, kızlarının iyi ve sevinçli büyümelerini arzulayarak onlara ikram ederse Allah’a ikram etmiş gibidir” ifadesini derin düşünceler içerisinde kıvranarak geceledim. Bu hadis geceden ta sabaha kadar ruhuma fısıldamaya ve nefsimi doldurmaya devam etti.
41
SAFER 1439
Gençliğimde devletin güvenliğinde çalışan biriydim, çevik ve atiktim. Çok katı biri idim hatta sanki göğsümde kalp değil de kaya vardı. Günah işlemekten sakınmazdım. İçki müptelâsıydım. Oysaki içki şeytani bir ruhtur. Saadeti, Rabbâni ruhta aramaktan âciz olan kimse onu içkide arar. Bir gün hırsız ve caniyi gözetlemek için çarşıda gezerken bir de ne göreyim! İki kişi boğaz boğaza kavga ediyorlar. Biri, diğerini boğmaya çalışıyordu. Koşarak yanlarına gittim. Zayıf, mazlum, güçlü zalime şöyle diyordu: “Kız çocuklarımın sevincini benden zorla aldın. Onlar sana bedduâ edecekler. Bundan sonra ebediyen bir hayır elde edemeyeceksin. Ben bu çarşıya ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
"İnsan, kendisi sâlih olmadığı halde sâlihlerin şeref ve haysiyetine dil uzatacak olursa, başka günahı olmasa bile bu ona yeter!"
KASIM 2017
O vakit evlenmeyi düşündüm. Ancak böyle kötü biri olmaya devam ettiğim müddetçe insanların beni iyi kızlarıyla evlendirmeyeceklerini bildiğimden cariye pazarına gitmekten başka yol bulamadım. Pazara gittim ve güzel bir cariye satın aldım. Benden çok iyi bir muâmele gördü. Derken ondan bir kızım oldu. Kızıma aşırı bir sevgi ile bağlandım. Onun vesilesiyle benim gibilerinde bulunmayan büyük bir insanlık duygusu ortaya çıktı. İlk halim ile şimdiki halim arasındaki farkı gördüm.
vaş yavaş durumumu düzeltiyordum. Kızım bü-
Kızımı dünyada anne ve babasından başka bir şeye sahip olmayan semâvi bir varlık gibi görüyordum. Sanki karnını doyurması dışında dünyadan biri değildi. Onun sürûru emerek gösterdiği gelişmeden daha fazla gelişiyordu... Kızcağızın sevgisi hem evimde hem de ruhumda yer etmişti. Emeklemeye başlayınca ona olan sevgi ve muhabbetim daha da arttı. Her gün hatta her saat kalbim de ona karşı yenilenen bir bağlılık besliyordum. Bu bağlılık katışıksız kalbi bir sürurdu.
meydanına uzandım.
İçkiyi bırakmaya çalıştım ama yapamadım. Çünkü tam bir içki müptelâsıydım. Lakin kızımın sevgisi dolayısıyla içkiden şiddeti bir şekilde nefret ettim. Bununla birlikte içkiyi terk etmiyordum. İçkiyi doldurup içmeye niyetlendiğimde kızım oturduğum yere emekleyerek gelirdi. Elimdeki içki bardağını çekiştirirdi, böylece içkiyi elbiseme dökerdi. Kızmıyordum çünkü bu onu sevindiriyor ve güldürüyordu. Onun için kendimi daha mutlu hissediyor ve gülüyordum! Bu durum benimle onun arasında böylece devam etti. İki durum arasında kalmıştım “Bazen içiyor, çoğu zaman da terk ediyordum. Çünkü kızıma olan bağlılık, içkiye olan bağlılığımdan büyüktü.”
mızrak gibi dişler, karnında şiddetli bir ısı vardı.
Nefsime her müracaat edişimde bir gün kızımın içkinin manasını anlayıp beni örnek almasından, içkiden dolayı ona zaman ayıramamaktan, onun günahlarıyla beraber günahlarımı Allah’a sunmaktan ve çocuklar babalarına rahmet okurken onun bana lânet okumasından Allah’a sığınıyordum. Bu zanlar ve duygularla geçip giderken ya-
42
yüdükçe benim de faziletim büyüyordu. Derken kızım iki yaşını bitirince öldü. Ona olan hüznüm beni bitkin düşürdü. Teselli bulacağım ve sığınacağım, bir iman ve ruh gücüne sahip değildim. Cehalet, hüzünlerimi katmerleştirdi. Musibetim, musibetlere dönüştü. Bundan ötürü içinde bulunduğum içki kötülüğüne döndüm. Hüzünlerim şeytanın sevinçleri oldu. Bu mel’un (Allah onu rezil kılsın) sevdiği yollarla beni saptırmayı diledi. Böylece onun komşuluğuna döndüm ve Şaban ayının ortası bir Cuma gecesi şeytan-ı lain beni aşırı içki içmeye sürükledi. İçtiğim içkiden dolayı bir ölü gibi geceledim. Rüyada kıyâmet ve haşri gördüm. Kabirler içindekilerini dışarı atmıştı. İnsanlar öne geçmiş, ben de onlarla beraberdim. Çok endişeliydim. Arkamdan engerek yılanının sesine benzer bir ses işittim. Döndüm bir de ne göreyim! Büyük bir yılan… Kan gibi kırmızı gözlerinden ölüm saçıyordu. Ağzında Yere o ısıyı üflese orda yeşillik diye bir şey çıkmazdı. Derken ağzını açtı. Ve içindeki ısıyı üfledi. Beni yutmak amacıyla hızlıca bana doğru geldi. Korkarak hızlıca önünden koştum. Zayıflıktan ve güçsüzlükten neredeyse ölecek olan bir yaşlıyla karşılaştım. Ona sığınıp “Beni koru ki Allah da seni korusun” dedim. Yaşlı adam: “Gördüğün gibi ben zayıf biriyim. Bu zorbaya gücüm yetmez. Ondan uzaklaşarak koş. Belki Allah kurtulman için sebepler gösterir” dedi ve koşmaya devam ettim. Büyük ve ürkütücü bir ateşin kenarına geldim. Oradan da geri döndüm. Ejderha gibi yılan da peşimden geliyordu. O yaşlı adamla tekrar karşılaştım. Ondan yardım istedim. Bana acıdığından dolayı ağladı ve dedi ki: “Gördüğün gibi ben zayıfım. Bu zorbaya gücüm yetmez. Ancak şu dağa doğru koş. Belki Allah senin için bir durum ortaya çıkarır.”
Göz gezdirdim. Bir de ne göreyim, dağın üzerinde büyük bir ev! Evin pencereleri, pencerelerin üzerinde de perdeler vardı. Oraya doğru koştum. Yılan da arkamda! Dağa vardım. Pencereler açıldı, çocukların ay gibi yüzlerini gördüm. Yılan bana yaklaştı. İçinden üflediği ateş menzilindeydim. Üzerime ateş üflüyor, öyle ki neredeyse beni alıyordu. Çocuklar topluca; “Ey Fatıma! Ey Fatıma!” diye bağırıştılar. Birden ölen kızımı gördüm. İçinde bulunduğum vaziyeti görünce çığlık attı ve ağladı. Sonra kurşun gibi fırladı. Önümde durdu ve sol elini bana uzattı. Ben de onu tuttum. Ejderha gibi yılana da sağ elini uzattı. Yılan kaçarak döndü! Sonra beni oturttu. Korku ve panikten dolayı ölü gibiydim. Hayatta iken yaptığı gibi gelip kucağıma oturdu. Eliyle sakalıma vurdu ve “Ey babacığım!” diyerek şu ayeti okudu: “İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin ‘saygı ve korku ile yumuşama’ zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı.” (Hadid, 16) Ağladım ve dedim ki: “Ey kızcağızım! Beni öldürmek isteyen o ejderha gibi yılandan bana haber ver?” dedi ki: “O senin kötü amelindi. Bu korkunç hale gelinceye kadar onu sen böyle güçlendirdin. Gördüğün gibi ameller burada cisme dönüşüyor.” Dedim ki: “Peki ya o yardım istediğim halde bana yardım etmeyen yaşlı zayıf adam?” Dedi ki: “Ey babacığım! O senin salih amelindi. Onu sen zayıflattın. Öyle ki kötü amelini senden geri çeviremeyecek kadar zayıfladı. Şayet ben burada olmasaydım, zayıf ve yoksul kız çocuklarını sevindirmekle ilgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
hadisine tabi olmasaydın
burada tutunacağın sol el ve ejderha gibi yılanı
Kalpte uyuyan ve sonra uyanan pişmanlıktan kaçış nereye? Lakin ben Allah’ın rahmet hazinesinde zararda olan kimsenin, kendi sermayesinden kâr etmeyi ümit ettim. Nefsime: “Mü’min’in ömründen sadece bir gün bile kalsa onu küçük görmemesi lazım” dedim ve rüyada gördüğüm o zayıf yaşlı adamı şişman ve güçlü kemikli bir gence çevirmek için tevbeye sarıldım. Tâ ki ondan yardım istediğim zaman beni korusun ve “gördüğün gibi ben zayıf biriyim” demesin!” Bu olaydan sonra insanlara nasuh bir tevbenin yolunu sordum. Bana, mescitte sohbet halkası olan Hasan el-Basrî’yi gösterdiler ve hakkında şöyle dediler: “O takva, zühd, ibadet ve ilmi kendinde barındırmıştır. Onun dili sihir, kişiliği mıknatıs gibidir. Hikmetle konuşur. Göğsü sanki nazil olmayan bir İncil gibi doludur” denildi. Sabahleyin erkenden mescide gittim. Hasan el-Basrî halka şeklinde oturan insanlara sohbet ediyordu. Gidip halkanın sonuna oturdum. Çok geçmeden beni sıtma titremesi gibi bir titreme tuttu. Çünkü o, rüyada kızımın bana söylediği ayeti okuyordu: “İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin ‘saygı ve korku ile yumuşama’ zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı.” (Hadid, 16) Eğer ölümden sonra yer beni içinden dışarı atsaydı ve kabir benim için yarılsaydı, dünyayı o saatte gördüğüm şeyden daha şaşırtıcı görmezdim! Bu şaşkınlık içindeyken Hasan el-Basrî okuduğu ayeti tefsir etmeye başladı…”1
43
SAFER 1439
senden uzaklaştıracak sağ el olmazdı!”
Derken uykudan korkarak uyandım. İçinde bulunduğum hale lanet ettim. Kendimi yerleşik ve mukim biri olarak hissediyordum. Sanki kötü amelimin sürgünüydüm. Her ne zaman ondan kaçtıysam yine ona sığınıyordum.
Bu olaydan sonra Hasan el-Basrî’nin halkasına katıldım.
Zühdü Hasan el-Basrî’nin ilim halkasında yer alırken ilmin yanında kendisinin zühd hayatından da etkilenen Mâlik, daha sonraları zühd konusunda önde gelen isimlerden biri olmuştur. O, ilim öğrenme hakkında şöyle der: “Bir kulun ilim öğrenirken niyeti hâlis olursa, ilmi artar. İlme sâlih amel işlemek için çalışmazsa kibri artar, kötülüğü çoğalır. Halkı hakir görmeye başlar, neticede ilmi kendisine fayda vermemiş olur.” Bu sözler her çağda ilim öğrenme yoluna giren ve ilim öğrenirken ilminin artması ile halkın gözünde ön plana çıkan kimselerin her zaman göz önünde bulundurması gereken sözlerdir. Mâlik b. Dinar’ın, bir gece rüyasında şöyle bir ses işittiğini rivâyet edilir: “Ey Mâlik! Sen bir mahlûksun. Allahu Teâlâ’dan kork. Mâsivâyı, Allahu Teâlâ’dan başkasının sevgisini terk edip
KASIM 2017
bize dön. Yoksa helâk olursun.”
44
Bu rüyayı sabahleyin erkenden hocası Hasan el-Basrî’ye anlatır. Hocası da rüyada kendisine denileni yapmasını bildirdi. Bu rüyadan sonra Mâlik, ömrünün sonuna kadar zâhid bir yaşam sürmeye karar verdi. Hattatlık yaptı ve kazandığı ile ihtiyaçlarını karşıladı. Zâhidliğe giden yolların en başında gelen meselelerden birini şöyle açıklamıştır: “Her günahın temelinde dünya sevgisi ve menfaat hırsı vardır.” Bu yüzden zâhid olmanın yolu, kalpte dünya sevgisi yerine Allah sevgisinin yer etmesidir. Zaten bir kalp de iki sevginin olmayacağı da bir gerçektir. Bu hususta mümtaz şahsiyetlerden biri olarak da Ömer b. Abdülazîz’i örnek olarak vermiş, onun dünyayı terkedince dünyanın onun ayağına geldiğini söylemiştir. Bilindiği gibi toplumda yaygın olan kanaatlerden biri, zâhid kimsenin yamalı elbise giymesi ve tamamen dünyadan el etek çekmesidir. Mâlik bin Dinar da zâhidlik hususundaki bu yanlış algıya da şöyle düzeltmede bulunmuştur: “Amel ve davranışlarda esas olan ihlastır. Kişinin helal kazandıktan sonra eski ve yamalı elbise giymesine gerek yoktur. Esas olan zühd
ve takvânın icaplarını yerine getirmektir.” Çok ibâdet eder ve ağlardı. Mugîre bin Habîb anlatır: “Bir gece Mâlik bin Dinar ile beraberdik. Hemen ibadete başladı. Daha sonra eliyle sakalını tutup içli iniltilerle sabaha kadar ağladı ve “Ya Rabbî! Mâlik’in bu hâline acı” diye yalvardı.” Bir gün kendisine; “Nasıl sabahladınız?” diye soruldu. O da; “Âkıbetin cennete mi yoksa cehenneme mi olduğunu bilmediğim halde sabahladım” diye cevap verdi.
Kendisine Neden Mâlik Bin Dinar Denildi? Uzun zaman Basra’da Hasan el-Basrî’nin ders halkasına katılan Mâlik b. Dinar, bir ara hocasıyla birlikte Şam’a gider. Şam’da bütün vakit namazlarını Câmi-i Kebîr’de cemaatle birlikte kılar ve bir vesîle ile de beldenin hikmet sahibi kişileri ile tanışma fırsatı bulur. Aralıksız bu hali bir yıl kadar devam eder. Halkın kendisine hürmet ve saygısı da artar. Bir gün Şam vâli ve kâdısı câmiye gelerek etrafı teftiş eder, câminin vakıf gelirlerini kontrol ederler. Hata ve ihmal bularak mütevellîsini, görevlisini azlederler. Sonra Mâlik bin Dinar’a hediyelerle adam gönderip bu vakfın mütevellîsi olmasını, vakıf işlerini üstlenmesini ricâ ederler.
Mâlik b. Dînar bir gün talebeleriyle otururken “Ehl-i dünya tatların en güzelini tadamadan göçüp gitti” dedi. Talebeleri sordular: “Ya Ebu Yahyâ, nedir dünyadaki tatların en güzeli?” Şöyle cevapladı: “Allah’ı tanımak.”
şıma ücreti ve eşyalar için kişi başına bir altın alıyordu. Mâlik de bir köşede ibadet ve tefekkürle meşgulken gemici gemiye biniş ücretini istedi. O da “Henüz param hazır değildir. İskeleye vardığımızda hazır olur inşâallah” dedi. Gemi sahibi ve adamları terbiyesizce sözler söyleyip ağır bir şekilde darp ettiler. Sonra elini ayağını bağlayıp denize atmak istediler. Gemi-
Mâlik bin Dinar, onlara; “O yerde bir yıl kadar yalnız olarak ibadetle meşgul olmuştum. Kimse benimle ilgilenmedi ve hatırımı sormadı. Bu gece sahibime söz verdim. Kurtuluş yolumun ne olduğunu öğrenip anladım. Onu bırakıp başka şeylerle uğraşmak mümkün değildir” diyerek vakfın idâresini kabul etmedi. Bunun üzerine onu çok sıkıştırdılarsa da başaramadılar ve Mâlik bin Dinar her şeyini kaldığı hücresinde bırakıp bir azık torbasıyla gece karanlığında oradan ayrıldı.
dekilerden hiç kimse buna mâni olmaya cesaret
Mısır’a doğru yola çıktı ve bir deniz kenarına ulaştıktan sonra gemiye bindi. Gemi sâhibi ta-
rek kıyıya çıktı. Bu hâdise ona Mâlik-i Dînâr
edemedi. Gemi sâhibi, “Böyle kişileri cezalandırmak gerekir ki başkalarına ibret olsun” deyince, gemidekiler de hiç bir şey diyemediler. Gemi sahibi ve adamları onu tam denize atmak üzere iken ağızlarında altın bulunan balıklar su yüzüne çıktılar. Mâlik bin Dînâr da birinin ağzından altını alıp gemi sahibine verdi. Sonra da gemiden ayrıldı ve deniz üzerinde yürüye-
45
SAFER 1439
(Dînâr Sâhibi) denilmesine sebep oldu.
Salihlerle Oturmak
3) Hayâsızlık,
Onun şu sözü salihlerin meclislerinde bulun-
4) Dünyaya düşkün olmak,
manın ne kadar önemli bir husus olduğunu bizlere öğretmektedir: “İnsan, kendisi sâlih olmadığı halde sâlihlerin şeref ve haysiyetine dil uzatacak olursa, başka günahı olmasa bile bu
Dünyada En Güzel Kazanç
Yine bir gün; “Kimin gözü ve gönlü, şu fânî hayattan ebedî hayat için iyi bir ders almamış ise onun kalbi perdeli ve ameli azdır” buyurdu.
Bir gün kendisine, “Dünyada en güzel kazanç
Nasıl Yaşarsanız, Öyle Ölürsünüz
ona yeter!”
nedir?” diye sordular. O da şöyle cevap verdi: “Şu üç şey, dünyada en güzel kazançtır: 1) Allahu Teâlâ’nın sevgili kullarının sohbetinde bulunmak ve Müslüman kardeşlerim ile sohbet etmek, 2) Geceleri teheccüd namazı kılmak ve doya doya Kur’ân-ı Kerîm okumak, 3) Allahu Teâlâ’yı hiç unutmayıp O’nu zikretmek, anmak.”
Dünya Tatlarının En Güzeli Mâlik b. Dînar bir gün talebeleriyle otururken “Ehl-i dünya tatların en güzelini tadamadan göçüp gitti” dedi. Talebeleri sordular: “Ya Ebu Yahyâ, nedir dünyadaki tatların en güzeli?” Şöyle cevapladı: “Allah’ı tanımak.” Marifetullah (Allah’ı tanıma) hakkında da şöyle buyururdu: “Köpeğin önüne altın ve gümüş konsa kıymetini bilmediği için iltifat etmez. Ama kemik atılınca hemen o tarafa koşar. Allah’tan gâfil olan beyinsizler de böyledir. Marifet-i ilâhinin tadını bilemedikleri için ona rağbet etmezler.”
Bedbahtlığın Alâmeti “Bedbahtlığın alâmeti nedir?” dediklerinde o; “Şu beş şey bedbahtlığın alâmetidir:
KASIM 2017
1) Gözün yaşarmaması, 2) Kalbin katı olması,
46
5) Dünya için canından endişe etmek. Mü’min kimse, Allahu Teâlâ’dan korkar. Başka sözlerden dilini korur” dedi.
İbretlik bir hasta ziyaretini Mâlik bin Dinar şöyle anlatır: “Hastanın halinden, ölüm durumunun yakın olduğu anlaşılıyordu. Kendisine kelime-i şehâdeti telkin etmek (söyletmek) için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa söylettiremedim. O durmadan on, on bir diyordu. Sonra kendisine gelip bana; “Ey üstâdım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehâdet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücum ediyor” dedi. Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribâya veren, fâiz yiyen, ölçü ve tartıda hile yapan biri olduğunu anladım.”
Küçük Odun Tutuşmadan Büyük Odun Tutuşmaz Mâlik bin Dinar, başından geçen bir hatırasını şöyle anlatır: "Bir gün toprakla oynayıp bazen gülen, bazen ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selam vermek istedim fakat kibirden selâm vermedim. Hemen nefsime; “Ey nefis! Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem büyüklere de küçüklere de selâm verirdi” diyerek çocuğa selâm verdim. Çocuk “Ve aleyküm selâm” diye karşılık verdi. Çocuğa; “Sen neden toprakla oynuyorsun?” diye sordum. Çocuk; “Topraktan yaratıldık, yine toprağa döneceğiz” dedi. Ben yine; “Seni bazen ağlarken, bazen gülerken görüyorum. Sebebi nedir?” diye sordum. “Rabbimin azâp edeceğini hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum” dedi. Ben, “Ey çocuk! Senin hangi günâhın var
ki ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk; “Ey Mâlik! Böyle söyleme. Zirâ ben, annem ateş yakarken küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm” diye cevap verdi.”
Komşunun Eziyetine Katlanma İle Gelen Hidâyet Mâlik bin Dinar’ın Yahudi bir komşusu vardı. Yahudi evinin kanalizasyon giderini eziyet olsun diye onun evinin yanına yaptı. Zamanla sızıntı ve pis koku Mâlik’in evine sirâyet etti
"Nasıl ki beden hastalandığı zaman yeme, içme, uyku ve istirahatten zevk almazsa, kalp de dünya hastalığına tutulunca vaaz ve nasihatten haz duymaz."
ancak o her gün sızıntıyı temizler ve pis kokuyu gidermek için evinde güzel kokulu şeyler yakardı. Sonunda Yahudi bu durumun eziyetine katlanan ve beklediği şikâyet karşılığını alamadığı Mâlik’in evini ziyaret etti ve evinin güzel koktuğuna şahit oldu. Ona bilmezlikten gelerek, neden böyle yaptığını sordu. Mâlik bin Dinar da, “Eğer söyleseydim, üzülebilirdin. Bizim dinimizde komşuyu üzmek ve eziyet yoktur. Kavga ve gürültü de olmaz” dedi. Yahudi, bu sözler karşısında sarsıldı ve “Bugüne kadar size düşmandım. Şimdi dininize hayran oldum. Böyle hükümler ancak İslam dininde olur. Ey Mâlik! İman etmek istiyorum” dedi ve kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
Vefatı Mâlik b. Dinar, h. 131 (m.748’den önce) târihinde Basra’da vefât etti.
Sözleri “Din bakımından faydalanmadığın kimse ile dostluğu terket. Amellerin en güzeli ihlâsla ya-
“Allahu Teâlâ bir kalbi, kendisinden hayâyı gidermekle cezalandırdığı kadar hiçbir şeyle cezalandırmamıştır.” “Din bakımından faydalanmadığın kimse ile dostluğu terk et.” “Şeytan dünyevî arzularını yenen kimsenin gölgesinden bile korkar, dünyevî arzuların esiri olan kimsenin ise peşinde koşmaktan vazgeçer; zira o bela ona kâfidir.” “Nasıl ki beden hastalandığı zaman yeme, içme, uyku ve istirahatten zevk almazsa, kalp de dünya hastalığına tutulunca vaaz ve nasihatten haz duymaz.” “Hüzün, kalbin bekçisi gibidir. Nasıl ki bir evde oturan olmayınca harap olursa, aynı şekilde hüzün bulunmayan kalb de harap olur.”
pılan ameldir.” “Bahar yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi Kur’ân-ı Kerîm de kalbin yağmurudur ve onu canlandırır.” “Âlim, bildiği ile amel etmediği zaman yağmur damlasının yalçın kayadan kayması gibi vaaz
Kaynak Demirci Mehmet, Mâlik b. Dinar, TDV İslam Ansiklopedisi md., c. 27, s.505. Kâmil Yılmaz Hasan, Mâlik b. Dinar, Altınoluk Dergisi, 1986-Nisan, Sayı: 002, Sayfa: 27. 1. İbn-i Kayyım El-Cevziyye, Allah’ın Hediyesi Çocukların Ahkâmı, İtisam Yayınları.
47
SAFER 1439
ve nasihati gönüllerden silinir gider.”
-------------------------
| Nebevi Aile
| Halime Yılmaz
Lütfen Bana
BAĞIRMA
Ç
la yetiniyor. Zira öfke öyle bir zehirdir ki kişi-
mazlar. Bağırmak, öfkeden ileri gelir. İnsan da
verdirmeden bırakmaz. Öfke anında insan, ne
öfkelendiğinde ne dediğinden habersizdir. İn-
yaptığının farkına bile varmaz. Hatta kimi za-
san öfkelenince ona öfke duygusu hâkim olur
man telafisi çok zor sonuçlar doğuran işler bile
ve öfkesi oranında karşısındakinden uzaklaşır.
yaptırır insana. Hele ki karşısındaki aciz, sana
laştığını hissettiğinden dolayı, bağırarak ona sesini duyurmaya çalışır. Buradan çocuklara
KASIM 2017
(Lokman, 19)
ocuklar, anne babalarının bağırarak söylediklerini işitmez, önemsemez ve anla-
İşte bu yüzden muhatabının kalbinden uzak-
48
“Gerçekten en kötü ses elbette ki eşeğin sesidir. Yürüyüşünde ölçülü yürü, orta yol tut, sesini alçalt.”
yi hâkimiyeti altına aldı mı, başkalarına zarar
karşılık bile vermeye güç yetiremeyen küçük insancıklar grubundan bir yavrucak ise.
bağırmanın sebebinin öfke olduğu sonucu çık-
Bağırmak, çocuklarımıza ve bize hiçbir fayda
maktadır. Öyleyse sorunumuz, öfke duygusuna
sağlamaz. Üstelik çoğu pişmanlıkla sonlanır
yenilmemizdir. Bu sebeple kendisine nasihat
bağırış çağırışlarımızın. Peki, her şeyi hakkıyla
etmesini isteyen bir sahabeye peygamberimiz
işiten Rabbimizin bağıranın sesini neye benzet-
sallallahu aleyhi ve sellem:
tiğini biliyor muyuz?
“Öfkelenme” buyurmak-
Üzgün, yorgun ve kızgın olduğumuz zamanlarda öfkemize daha çok yenik düşüp çocuklarımıza bağırıp çağırarak rahatladığımızı zannederiz. Ama aslında hiç öyle değildir. İş, daha da içinden çıkılmaz hale gelir ve kördüğüm gibi ayağına dolanıp üzerindeki yükleri artırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü öfkenin sebep olduğu bağırıp çağırma işi bittikten sonra insanı kuşatan nedamet ve vicdan azabı, en ağır yüktür.
“Gerçekten en kötü ses elbette ki eşeğin sesidir. Yürüyüşünde ölçülü yürü, orta yol tut, sesini alçalt.” (Lokman, 19)
ederiz. O halde neden bağırıyoruz? Çocuklarımıza bir şey öğretmek için mi, yoksa içimizdeki sıkıntıyı dışarı atmak için mi? Çocuklara dikkat edin. Biri bağırdığında korkarlar ve ellerini kulaklarına tıkarak ‘seni anlamıyorum, sesini alçaltarak konuş benimle’ mesajını verirler. Peki, anne babalar neden bağırır? Hangisine sorsanız, söz dinletmek için cevabını alırsınız. Ama çocuklar sadece orta sesle söylenen, yerinde, adaletli, tutarlı ve kararlı söylenen sözleri dinler ve ciddiye alırlar. Bazı çocuklar anne babasının ve büyüklerinin bağırarak anlatmasına alıştığı için, alçak sesle söylenenleri algılamaz hale gelirler. Bu yüzden okullarda bağırma âdeti olmayan öğretmenleri bile çileden çıkaracak kadar duyarsız olabilirler. Bu durumda suç o çocuğun değil, onu böyle alıştıran ailesinindir.
49
SAFER 1439
Hayatta insan her türlü imtihan ile karşı karşıyadır. Bu hengamede bazen güler, bazen ağlar. Bazen sevinir, bazen üzülür. Üzgün, yorgun ve kızgın olduğumuz zamanlarda öfkemize daha çok yenik düşüp çocuklarımıza bağırıp çağırarak rahatladığımızı zannederiz. Ama aslında hiç öyle değildir. İş, daha da içinden çıkılmaz hale gelir ve kördüğüm gibi ayağına dolanıp üzerindeki yükleri artırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü öfkenin sebep olduğu bağırıp çağırma işi bittikten sonra insanı kuşatan nedamet ve vicdan azabı, en ağır yüktür. Bu yüzden peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Asıl pehlivan rakibini güreşte yenen değil, öfke anında öfkesini yutandır.” (1) buyurarak bizi bu ağır yükün altına girmekten kurtarmak istemiştir. Çocuklara bağırarak, bağırmadan önceki durumdan fazla
bir şey değiştiremeyiz. Bilakis birçok zarar elde
Karşımızda yanında yetişen insana, ‘öf’ bile demekten hayâ eden bir Peygamber var. Günümüzde çocuklarına küfürler yağdırıp onlara la-
“Tatlı dil, yılanı bile deliğinden çıkarır” demişler. Tatlı dil, güler yüz, tebessüm ve güzellikle ikna güzel ahlaktandır. Bu saydıklarımızı da en çok hak eden ve en çok ihtiyaç duyanlar da gönül meyvelerimiz olan çocuklarımızdır. Onları bunlardan mahrum etmeye, bağırıp çağırarak hayatı onlara zindan etmeye hakkımız yok.
net edenleri görse tepkisi ne olurdu kim bilir? Üstelik henüz fıtrat (İslam) üzere olan müslümancıklara yapılıyor ise bunlar. “Müslümana sövmek, fasıklıktır” (3) buyuruyorsa hele. Dışarıya karşı gayet nazik, ama evinde bir canavar kesilen bizlerin tam aksine, en güzel ahlak sahibi olan peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, en çok ailesine hayrı dokunur ve bunun, bizim için de böyle olmasını tavsiye ederdi. Çünkü kendi ailesine faydalı olamayanın kimseye hayrı olamaz. Hz. Aişe radıyallahu anha’dan gelen rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır. Ben aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım…” (4)
“Tatlı dil, yılanı bile deliğinden çıkarır” demiş-
Çocuklarımız elimiz ve dilimizden emin mi?
ler. Tatlı dil, güler yüz, tebessüm ve güzellikle
Değillerse imanımızda zayıflama olduğunu ve
ikna güzel ahlaktandır. Bu saydıklarımızı da en
bu konuda dikkatli olmamız gerektiğini bil-
çok hak eden ve en çok ihtiyaç duyanlar da gö-
meliyiz. Çünkü kâmil iman sahibi Nebilerin
nül meyvelerimiz olan çocuklarımızdır. Onları
efendisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu
bunlardan mahrum etmeye, bağırıp çağırarak
konuda bizi şöyle aydınlatmaktadır: “Gerçek
hayatı onlara zindan etmeye hakkımız yok.
Müslüman, elinden ve dilinden başkalarının za-
Kötü söz, müstehcen sözler sahibinindir. Ama
rar görmediği kişidir.” (5)
çocuğa yönelik olursa bunlar, onların minik ve
Ey aklını kullanan gerçek Mü’min’lerden oldu-
tertemiz yüreklerinde derin yaralar açar. Pey-
ğu iddiasında bulunarak övünüp duran nefis!
gamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, lanet edici ve
Öfke anında nefsine hâkim olarak öfkeni yut
kötü söz kullanan biri asla değildi ve bunlar-
ve evlatlarına sadece zarar veren, seni de rezil
dan hoşlanmazdı. O, en çok ailesine karşı hayırlı idi. Tirmizi’de geçen bir hadiste bunların Mü’min bir kişiye de yakışmayacağını vurgula-
eden bağırıp çağırmadan vazgeç. Yoksa etrafında insan ve melek namına hiçbir şey bulamayacağın günler yakındır.
maktadır: -------------------------
“Mü’min kişi tan edici, lanet okuyucu, müstehcen sözler ifade edici, çirkin laflar edici değildir.” (2) Peygambere on sene hizmet etmiş Enes radıyalla-
KASIM 2017
hu anhu
anlatıyor: “Peygambere on yıl hizmet et-
tim, bana bir kere bile ‘öf’ dediğini görmedim.”
50
1. Buhari, Edep, 76, Müslim, Birr, 107,108 2. Tirmizi, Birr, 48 3. Nesai 4. İbn Hibban, Sahih hadis no: 4177; Tirmizi, Sünen, hadis no: 3895, ve diğerleri. Hadis sahihtir. 5. Tirmizi, İman, 12; Nesai, İman, 8
| Serbest Köşe
Muaz Akgün |
KENDİ ELİMİZLE KENDİMİZİ
TEHLİKEYE ATMAYALIM!
İ
slam, yaratılanların dünya hayatında kendilerine verilen ömürlerini iman ve amel dairesinde geçirmelerini talep eder. Bu hususu gerçekleştirmede insanın en büyük rehberi Kur’an ve hayatı bizlere örneklik teşkil eden Hz. Peygamber’dir. Peygamberimizin örnekliği ise kendisine ittiba eden sahabenin hayatlarında çeşitli şekillerde vuku bulmuştur. Diğer bir ifade ile ashab-ı kiram, Kur’an’ı ve Peygamberimizin sünnetini yaşayarak, hayatlarında tatbik ederek kendilerinden sonra gelen ümmete rehberlik etmişlerdir. Öyle ki, hayatlarının her aşaması Kur’an’ın inzali ile şekillenmiş, Hz. Peygamber’in varlığıyla yön bulmuştur. Bu anlamda onların hayatından örneklik teşkil eden bir kesiti sizlerin gündeminize sunmak istiyoruz. Rabbim istifade etmeyi nasip etsin.
vayet edildiğine göre, o şöyle anlatıyor: “Biz
Ebu İmran Eslem b. Yezid’ten radılallahu anh ri-
atmak, mallarımızın başında onları düzene
İstanbul’u fetih için Medine’den savaşa çıktık. Cemaatin başında Abdurrahman b. Halid b. el-Velid vardı. Rumlar sırtlarını (İstanbul) şehrinin surlarına dayamışlardı. Derken bizden bir adam düşman saflarına daldı. Bunun üzerine halk “Vazgeç, vazgeç! lâilahe illallah kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor!” diye feryada başladı. (Bunu gören) Ebû Eyyûb el-Ensârî dedi ki: “Bu âyet biz Ensâr topluluğu hakkında indi. Allah, Peygamberine yardım edip İslâmı muzaffer kılınca (kendi kendimize); “Haydi gelin mallarımızın başında duralım, onları düzene koyalım” demiştik. Bunun üzerine Yüce Allah; “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetini indirdi. (Kendi) elimizle kendimizi tehlikeye
SAFER 1439
51
KASIM 2017
koymakla uğraşmamız ve cihâdı terk etmemiz, demektir.” Ebu İmran dedi ki: Ebu Eyyub (Şehid olup da) İstanbul’a defn edilinceye kadar cihada devam etti.” (1) Huzeyfe b. Yeman’dan radılallahu anh gelen bir rivayette ise ayetin Allah yolunda infak hakkında inzal olduğu bilgisi yer almaktadır. (2) İbn Cerir ve İbnü’l-Münzir’in sahih bir isnadla aktardığı başka bir rivayette ise, Müdrik b. Avf şöyle anlatıyor: “Ben Ömer’in radılallahu anh yanında idim. O’na ‘Benim bir komşum var. Savaş düşman saflarına atıldı ve şehid oldu. İnsanlar onun kendi eliyle kendisini tehlikeye attığını söylediler.’ dedim. O ise, insanların hata ettiğini, komşumun dünya karşılığında ahireti satın aldığını söyledi.” (3) Yukarıda aktarılan rivayetler çerçevesinde bazı hususlara kısaca değinilebilir. Rivayetlerde en dikkat çekici husus, Allah yolunda infaktan ve cihattan vazgeçerek dünyalık malların ıslahı için gayret etmenin, kişinin kendi eli ile kendisini tehlikeye atmış olmasıdır. Kendi eli ile kendini tehlikeye atmak mecazi bir anlatımdır. El ile vücudun bir kısmı zikredilerek tamamı kastedilir. Tehlike kelimesi ise helak manasına gelir. Bu kelime ile cimrilik kastedilmiştir. (4) Buna göre, Allah yolunda infaktan geri durarak dünya hayatına dalan kişinin kendi kendisini helake sürüklediği ifade edilmek istenmektedir. Rivayetlerin gösterdiği delalet üzere ayetlerin anlamı anlaşılmış olur. Ancak dikkat çekmek istediğimiz asıl konu, inzal olan ayetlerin Ensar’ı şiddetli bir şekilde uyarmasıdır. Ensar efendilerimiz, İslam’ın en zor günlerinde Mekkeli muhacirleri bağırlarına basmış, yurtlarını onlara açmış, mallarını onlarla paylaşmışlar kimselerdir. Müslümanların girdiği her savaşta en önde yer almış, dünya hayatını bırakıp Hz.
52
Peygamber’i kendileri için tercih etmiş seçkin bir topluluktur. Hayatlarını ve mallarını Allah yolunda sarf eden bir topluluk için gelen bu uyarıyı daha dikkat çekici kılan, onların mallarına çeki düzen vermek istediği anın dinin muzaffer olduğu, Müslümanların çoğaldığı ve Allah’ın yardımını indirdiği zaman dilimi olmasıdır. Ayrıca mallarına yöneldikleri süre çok kısa bir vakti kapsamaktadır. Şarihlerin ifadesi ile onları bir uyuklama almış ve infaktan geri kalmışlardır. (5) Bu uyarıyla ensar, Allah yolunda cihadda ve mallarını infakta daim olmuşlardır. Bunun en güzel örneği ise, Hz. Peygamberle tüm savaşlarına iştirak eden Ebu Eyyüb el-Ensari’nin doksan küsur yaşlarında İstanbul’un fethi için geldiği topraklarda vefat etmiş olmasıdır. Tüm bu bilgiler bir arada düşünüldüğünde Allah yolunda olmanın ve infak etmenin gerekliliği mümin için hayatın her anında var olmalıdır. Ancak bu şekilde tehliken, helakten kurtulmak mümkündür. Aksi takdirde kişi, bilerek kendi eliyle kendini helake sürükleyecektir. Burada bir hususa da işaret etmek de fayda vardır. Kişi dünya hayatından tamamen yüz mü çevirmeli, çalışmayı, maişetini sürdürmek için gayret etmeyi terk mi etmelidir? Tabi ki bu
doğru değildir, zira İslam dini insanın dünya hayatında mal sahibi olmasını, ailesi için rızık peşinde koşmasını talep eder. Rivayetlerden de anlaşılacağı üzere dikkat edilmesi gereken husus, Allah’ın verdiği rızıktan kendi yolunda infak edilmesidir. Dünya hayatı ön plana konarak ihtiyaç sahabi, mazlum Müslümanların yardımından uzak kalmak, Allah yolunda cihad arka plana atılarak dünya hayatını tercih etmek uyarıyı gerektiren bir durumdur. Öyle ki Müslüman bireyden istenen bu hususlar onun durumunun en iyi olduğu, dünyanın kendisine açıldığı, işlerinin iyi gittiği anda en büyük im-
gamber’in somut örneği ve ashabın uygulaması son derece önemlidir. Zira sahabeden bir kuşak sonra gelen nesil, ayetin sebeb-i nüzulünü bilmediği için yanlış bir tevile düşmüşlerdir. Bu anlamda lafza verilecek bana somut bir karşılığın olmasını gerekli kılar, bu da Hz. Peygamber’in ve ashabının örnekliğinde görülmektedir. Diğer bir husus ise, bazı sahabilerin hadisleri gelişen bazı olaylara binaen aktarmasıdır. Ancak hadisleri çokça rivayet eden sahâbiler, daha sistematik bir usulü takip etmişlerdir. Bu aynı zamanda hadislerin sahabilerden tarafından nasıl rivayet edildiğine de işaret etmektedir.
tihan olmaktadır. Bu anda infakta bulunmak, mücadeleden geri kalmamak en büyük erdem,
-------------------------
Allah yolunda atılan en büyük adımlardandır. Ve infak eden Müslüman için en büyük berekettir. Allah azze ve celle bu yolda ayaklarımızı sabit kılsın, imtihan anında dik durabilmeyi bizlere nasip etsin. Konumuzla ilgili verilen rivayetler bağlamında bazı faydalara işaret ederek yazımızı tamamlayabiliriz. Kur’an’ın lafzını anlamada, Hz. Pey-
1. Ebû Dâvud, Cihad, 22. Ayrıca bkz. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 2. 2. Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 33. 3. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrut, Daru’l-Fikr, 2007, IX, 32. 4. İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-müşkil mim hadisi’s-Sahihayn, Riyad, Daru’l-Vatan, I, 386. 5. Bedreddin Aynî, Umdetü’l-kârî, Beyrut, Daru Türasi’l-Arabî, XVIII, 110.
SAFER 1439
53
| Serbest Köşe
| Ümit Şit
FERTLERİ VE TOPLUMLARI HELAKA SÜRÜKLEYEN AMELLER;
NEFSİN REHBERLİĞİNDE KİBRE YOLCULUK
KASIM 2017
E
54
y nefsine zulmederek var olmayı, yaşamak zanneden zalim… Ey nefsini çoğaltırken,
bildiklerinden dolayı gözyaşlarına boğulacak-
amellerini azaltan cahil… Ey nefsini kahra-
katten diğer meşakkatle yüzleşirken tek ücret
manlaştıran korkak… Ne zaman, nefsini ıslah
olarak Allah’ın senin için hazırladığı cenneti
edeceksin? Ne zaman, parmakların seni gös-
umuyorsun. Peki, cennetle senin arana giren
termesinden üzüntü duyacaksın? Ne zaman,
düşmanlarını yeterince iyi tanıdın mı? Yeterince
meşhurluğu amellerine vurulan bir darbe olarak
iyi analiz ettin ve yeterince iyi hazırlandın mı?
göreceksin? Ne zaman Allah’ın senin hakkında
Kendini donanımlı bir kale olarak mı görüyor-
sın? Sen sürekli koşturuyor, terliyor, bir meşak-
sun? İlim alıp vererek formda olduğunu, sürekli şeytan ve ordularının karşısına zihinde ve pratik hayatta dikileceğini mi zannediyorsun? İblisi ve ordularının hilelerini, tuzaklarını deşifre ettiğini ve kalenin bütün kapılarını yüzlerine kapattığını düşünebilirsin. Ancak içerde unuttuğun bir düşman var ki sana adeta bir Truva atı stratejisiyle yaklaşmaktadır. Bu düşman kendi öz canından başkası değildir. Bu düşman, her gün övgüleri kabul ederek açlığını gideren ve daha sonra ise yine bu övgülerle şişmanlayan kendi nefsindir. Ey Müslüman! Ne zaman, ramazanda bedenini aç bıraktığın gibi övgüleri kabul etmeyip nefsine de oruç tutturacaksın? Şüphesiz nefsin sana kötü ve çirkin işleri emrederken senin cömert rabbin “... Adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip çirkin olan, kötü görünen şeylerle, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt veriyor.” (1)
tığın en küçük bir işi dağ, başkasının yaptığı dağ gibi ameli ise pire gibi görürsün. Oysaki bir tutam toprak ve bir damla sudan yaratılmana rağmen gereksiz yere kibirlenirsin. Bu yüzden salih olan kimseler; hayırlı amel işleyip kibirli olarak ölmektense, hayırlı amel işlemeyip pişman olarak ölmeyi isterlerdi. Bir hadisi şerif’te ameline nefsini karıştırarak kibirlenen abid bir adamın kıssası şöyle geçmektedir: Eski zamanlarda İsrail oğullarından kardeş olan iki adam vardı. Bunlardan biri günahkârdı. Diğeri ise hayırlı amel işlemek de gayretkârdı. Gayretli olan kişi diğerini günahkâr olarak görüyor ve kusurlu buluyordu. Bir gün yine günah işlerken gördü ve ona “hata yapıyorsun” dedi adam da, “beni Rabbimle yalnız bırak sen bana bekçi olarak mı gönderildin?” karşılığını verdi. Bunun üzerine Abid olan kişi “vallahi Allah seni affetmeyecek veya Allah seni cennetine girdirmeyecek” dedi. Sonra da Allah ikisinin ruhunu aldı. İkisi Allah’ın huzurunda bir araya geldiler. Allah, abid olana “Sen beni tanıyor musun? Benim elimde olanlara müdahale etme gücüne sahip misin?” dedi ve günahkâr olana “Rahmetimle git ve cennete gir” dedi. Diğeri için de “Alın bunu cehenneme götürün ”dedi. (2)
55
SAFER 1439
Ey Müslüman! Rabbinin öğütlerini yerine getirmek için çabalarken, senden ahlakça, ilimce ve birçok alanda üstün olan kardeşlerinin nasihatlerine neden kulak tıkayarak nefsini yüceleştirmektesin? Oysa yapıcı olan eleştiri, kişinin zihin olarak olgunlaşmasına vesile olurken, yaptığı amellerinin ise kalitesini arttırır. Bu kalite ise yapılan ameli ihlaslı yapar. Yapılan her iyi amelde nefis kendine bir pay çıkarır. Nefis bu paya sahip olmak adına, kibir ile arkadaş olmak ister. Kibrin nefisle olan arkadaşlığının sebebi kalbe sızmaktır. Ve nihayet kalbin kapısından giren kibir mikrobu pastanın tamamına musallat olur. Bu yüzden amellerimizden kendine bir pay çıkarmak için uğraşan nefsimizin kibirle arkadaş olmasını engellemek bir zorunluluktur. Kibir nefsimizdeki en büyük hastalık olup yaptığımız her büyük hayırlı işi önce parçalara böler ve daha sonra ise havada dolaşan toz zerrelerine dönüştürür. Toz zerreleri ise savrulmak için bir rüzgâra bakar. Şayet bir amel işleyecek isek nefsimizin kibirlenmemesine dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde kendi yap-
Kibir nefsimizdeki en büyük hastalık olup yaptığımız her büyük hayırlı işi önce parçalara böler ve daha sonra ise havada dolaşan toz zerrelerine dönüştürür. Toz zerreleri ise savrulmak için bir rüzgâra bakar.
Bir hadisinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Pişman kişi Allah’ın Rahmetini bekler, kibirli kişi ise Allah’ın öfkesini bekler.” (3) Toplumumuza şöyle bir göz attığımızda göreceğiz ki getirisi yüksek ya da düşük olan işler ile hayatı tamamen kuşatılanlar, eğlence ve haz merkezli bir hayat tarzı benimseyenler, Allah’ın nizamını hayat prensibi edinmemiş şahısların çoğu, kendilerini bu dünyada da ahiret hayatında da emniyette görmektedirler. Bu emniyetten dolayı da güçlüler zayıfları ezmekte, yermekte ve küçümsemektedirler. Zengin olan, saltanatının sürekli olacağını düşünerek kibirlenir ve kendinden aşağıda olanlara zulmeder. Fakat zulmettiğinin farkına varamayacak kadar zenginlik gözlerini kör etmiştir. Statüsü toplum içinde kabul gören bir meslek sahibi olan (doktor, mühendis, mimar vs.) kişiler ise statü olarak kendi altında olanlara fark ederek ya da farkına varmaksızın zulmeder. Bu durum nefislerinin onları kandırması ve sinelerin kibre açılmasıyla oluşan bir durumdur. Böyle bir durumu Allah Teâlâ Kuran’da şu kıssayla anlatmaktadır: “Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.” (Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna gö-
KASIM 2017
türülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.” (4)
56
Güçlü ve zengin olanlar daha çabuk kibir hastalığına yakalanırlar. Varlıklı bahçe sahibi, gerçek kuvvetin ve zenginliğin Allah’ın olduğunu unutarak kibirlenmiş ve boyundan büyük sözler sarf etmiştir. Anlaşıldığı üzere insanlar nefislerinin çağrılarına uyduklarında kibirlenirler. Kibir ise hem bu dünyada hem ahiret hayatında kaybettirir. “Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini ovuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, diyordu, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım! (5) İnsan yaptığı küçük amellerini nasıl büyük görerek Allah’ın rahmetinden yüz çevirebilir? Kendisine ait olan neyi vardır? Ne bedeni ne de ruhu ona aittir. Mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Denizin çamurunu yutan Firavun, sakat bir sinek ile mağlup edilen Nemrut, yeryüzünün lokma misali yuttuğu Karun gibi birçok sapkın liderler nefislerinin çağrılarına uyarak helak olmuşlardır. Kuran’da geçen bu sapmış isimlerin kıssaları, biz Müslümanların kendine çeki düzen vermesi için bir ders niteliğinde anlatılır. Hakkı görüp hakka tabi olmayan bir yöneticinin Müslüman olsa dahi firavunlaşabileceğini unutmamak gerekir. Zengin Müslümanların mala mülke dalıp Karunlaşacağını da unutmamak gerekir. Asıl mülk ve kuvvet sahibinin Allah olmasına rağmen, servetinin ihtişamına güvenenlerin bahçelerinin talan olabileceğini de anlamak gerekir. Bütün peygamberlerin kavimleri, kibirlenerek haktan yüz çevirdikleri gibi günümüz ve gelecek toplumlarında bu kavimler gibi olabileceği akıldan çıkmamalıdır. Kibir öyle sinsi bir hastalıktır ki bünyeye girdiğinde dışarı zor atılır. Bu yüzden erken teşhis gerçekten hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını kurtarmaya vesiledir. Aksi takdirde nefisleri sorgulamayan insanların “kalplerimiz temiz” demeleri sadece sapkınlıklarını arttırır. Temiz olan bir şeyin kirleneceği, kirli olanında temizleneceği unutulmamalıdır. Peki, nefisleri-
mizi nasıl temizleyebiliriz? Öncelikle nefsimize hüsnü zan ile yaklaşmamalı ve sürekli ezmeliyiz. Tıpkı Ömer radıyallahu anh’ın, minbere çıkıp şöyle dediği gibi: “Ey insanlar! Biliyorsunuz ki ben, Mahzumoğullarından olan dayılarımın koyunlarını güdüyordum. Bu çobanlığın karşılığında da bana birkaç avuç hurma ve kuru üzüm verirlerdi. Bu verdikleri ile bir gün veya birkaç gün idare ederdim.” bunları söyledikten sonra minberden indi. Bunun üzerine Abdurrahman Bin Avf “Allah’a yemin olsun ki ey müminlerin emiri sen nefsini aşağılamaktan başka bir şey yapmadın” dedi. Ömer radıyallahu anh “Yazık sana ey İbni Avf! Ben yalnız kaldığımda, nefsim bana ‘sen müminlerin Emirisin, senden daha faziletli kim var ki?’ şeklinde seslendi. Ben de ona kim olduğunu öğretmek istedim.” karşılığını verdi. (6) Nefis tıpkı bir çocuk gibidir. Nasıl ki çocuğa küçükken alfabeyi öğrettiğimiz takdirde, büyüdüğünde kitap okuyabiliyorsa ya da nasıl ki küçük yaşta renkli şallarla kız çocukları tesettüre alıştırılıp büyüyünce zorluk çekmeden tesettüre riayet ediyorsa, nefiste işte böyle eğitilmelidir. Çünkü nefis kötülüğe yatkın olduğu gibi iyiliğe de yatkındır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Nefse ve onu şekillendirene, sonra ona kötülüğe eğilimini ve takvasını ilham edene…” (7)
İnsan yaptığı küçük amellerini nasıl büyük görerek Allah’ın rahmetinden yüz çevirebilir? Kendisine ait olan neyi vardır? Ne bedeni ne de ruhu ona aittir. Mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Denizin çamurunu yutan Firavun, sakat bir sinek ile mağlup edilen Nemrut, yeryüzünün lokma misali yuttuğu Karun gibi birçok sapkın liderler nefislerinin çağrılarına uyarak helak olmuşlardır.
lanmış bir zaman aralığında gidip gelmektedirler. Uyanma, kahvaltı, yolda giderken işlerin planı, iş, iş sırasında dünyalıklar hakkında konuşmalar, mesai bitimi, eve dönüş,
Nefsimizden asla razı olmamamız, asla beğenmememiz gerekir. Şayet nefsimizi sürekli temize çıkarırsak kibre giden yolda esaret sürecimiz devam eder. Bu yüzden iyi amellerimizi unutmalı, yeni ameller için uğraşmalıyız. Şayet nefsimiz bizi cimriliğe sürüklüyorsa, daha çok sadaka ve infaklarımızı arttırmalıyız. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “ ...Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (8)
eve dönerken yenilecek yemeğin ve yarınki
Günümüz insanları dünya işleri ile o kadar yoğun bir şekilde iletişim içindedir ki, düşünmeye fırsatı bile neredeyse yoktur. Hep plan-
sindeki Allah’ın haklarını gözetmesi sonra da
işlerin planı, ev, yemek ve uyku. Yarın tekrar aynı şeyler hep devam eder. Böylelikle insanlar kendi nefisleri ve yaratılışları hakkında bir muhasebe içine girememektedirler. Bu şekilde ise kâr ve zarar oranı tespit edilememektedir. İbni Kayyım şöyle demektedir: “Kuldan kibir ve yaptığı amelleri beğenme hastalığını uzaklaştıran unsurlardan biride öncelikle kendikendisinin bu görevleri hakkıyla yerine geti-
57
SAFER 1439
rip getirmediğine bakmasıdır.”
Peki, şimdi biz nasıl olurda amellerimize güvenebiliriz. Allah’ın bize sayamayacağımız kadar verdiği nimetlerine tam olarak şükür edemediğimiz halde, kusurlu olduğumuz hayatın
Nefis tıpkı bir çocuk gibidir. Nasıl ki çocuğa küçükken alfabeyi öğrettiğimiz takdirde, büyüdüğünde kitap okuyabiliyorsa ya da nasıl ki küçük yaşta renkli şallarla kız çocukları tesettüre alıştırılıp büyüyünce zorluk çekmeden tesettüre riayet ediyorsa, nefiste işte böyle eğitilmelidir.
her alanında karşımıza çıktığı halde neden amellerimize güvenelim ki? Sürekli tövbe etmeliyiz. İslam’ın caddelere, sokaklara hâkim olduğu dönemlerde Ömer bin Hattab nefsi için böyle söylüyorsa, bizler bu çağda cadde ve sokaklarda karşılaştığımız bunca fuhşiyata ve münkere karşı kalbimizi ve azalarımızı nasıl temiz tutabiliriz. Tevbeyle arınmalıyız. Unutulmamalıdır ki tevbe ettiği için Âdem aleyhisselam affedildi. İblis ise tevbe etmediği için lanetlendi. Nefislerimizi ıslah ettiğimiz takdirde hem yaşantımız hem amellerimiz hem de ibadetlerimiz inşallah ıslah olacaktır. Aksi takdirde
Nefsimizi terbiye etmenin en önemli sebeplerinden biride sürekli tövbe etmektir. Kesinlikle salih amellerimize güvenmememiz lazım çünkü amellerimiz bizi cehennemden kurtar-
nefislerimizi kibre rehber kılarız. Heva ve heveslerimizin çizdiği yolda ilerleriz. Bu yol ise bizi Allah muhafaza şirke götürür.
maya asla yetmez. Biz şayet cennete girersek
“Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh
amellerimizden dolayı değil, Allah’ın rah-
edineni gördün mü? Ona sen mi vekil ola-
metinden dolayı gireriz. Şüphesiz ki Allah’ın
caksın?” (9)
hakkını amellerimizle ödememiz düşünülecek bir şey asla değildir. Peki, neden amel işlemek için çabalıyoruz? Bize rahmetiyle muamelede
-------------------------
bulunması ve Allah’ın bizden razı olması gerektiğinden dolayıdır. İbni Abbas radıyallahu anh, Ömer radıyallahu anh’a şöyle diyordu:
KASIM 2017
2. Sahih hadis. İmam Ahmed, Tirmizi 3. Beyhâkî, Şuabul İman, hn 7254
“Allah seninle şehirler ihya etti, fetihler nasip
4. Kehf, 32-36
etti, şöyle yaptı, şöyle yaptı...” bunun üzeri-
5. Kehf, 42
ne Ömer radıyallahu anh “Ben dengi dengine
6. İbni Cevzi, Sıfatu’s safve,2/62
kurtulmak isterim. Sevabımda olmasın, günahımda olmasın.”
58
1. Nahl, 90
7. Şems, 7-8 8. Haşr, 9 9. Furkân, 43
| Serbest Köşe
Soner Dural |
?
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir." (1)
B
ilindiği üzere, insan hayatındaki hemen her türlü pozitif ve negatif davranışların
kökleri, küçüklük ve gençlik dönemlerine kadar uzanıp oralarda gizlidir. Ailevî hayattan
re doğarlar; yetiştiricilerinin ellerinde muhtelif dinlerle yoğrulur ama din farkı mahfuz, karakter değişimi diye bir şey söz konusu olmaz. Zira insanoğlu kendi mahiyetini değiştirmeye
Bütün insanlar ilk yaratılışta İslam fıtratı üze-
muktedir değildir.
59
SAFER 1439
tutun da okul hayatına, çevre hayatına kadar.
Evet, gittikçe artış eğilimi gösteren intihar, yaralama, öldürme, cinayet, kapkaççılık, terör ve global savaş tehlikesi gibi modern çağla birlikte azgınlaşan insanın varlığını tehdit ve yok etmeye yönelik eylemlerin de dayatması ile birlikte din ve ahlak eğitimi, hem akademik hem de pratik anlamda yeniden insanlığın gündemine girmiştir. Özellikle gençler arasında İslamiyet’e ve manevi değerlere karşı büyük bir ilgi duyulmaya başlanılmıştır. Her insanın maddî-manevî kabiliyetleri kendine göredir, mutlak eşitlik asla söz konusu değildir. Dolayısıyla hiçbir insanın ideal burcu, diğer bir insanla aynı olamaz. Buna göre her fert, daha çocukluk döneminden başlamak üzere özellikle gençlik yıllarında özel bir eğitim, öğretim ve yönlendirmeye tabi tutulmalıdır. Gerçekte genç, idealize edildiği “hedef”e kendisini ulaştıracak altyapıyı yine gençlik Bu döneminde elde eder. Gençlerin eğitimini üstlenenlerin (anne-baba, öğretmen, âlim…) ona “Salih ameller, sağlam imandan doğar”, “Genç Adam! Muhtaç olduğun kudret, kalbindeki sağlam imanda mevcuttur” diyebilmek için o iman ve ameli bizzat yaşayarak ortaya koyması gerekmektedir.
KASIM 2017
Güçlü mü’minin Allah nazarında daha hayırlı ve Allah’a daha sevimli olduğuna inanan imanlı genç, her konuda güçlü ve üstün olmaya çalışmalıdır. Genç adamın hem yumruğu hem beyni güçlü olmalı… Hem manevî hem teknolojik üstün seviyeyi yakalamalı… Madden ve manen güçlü olma hedefini taşımalıdır. Bulunduğu alanda zirveye erişmeyi hedeflemeli… Bunun yanında kulluk görevlerini de kesinlikle ihmal etmemelidir. Genç kardeşimizin, ruhanî yapısı güçlü, ehil eğitimcilerden alacağı manevî aşı, onu her çeşit tehlikeli bulaşıcı ideolojilere karşı koruyacak ve her çeşit manevî mikroba karşı ona bağışıklık kazandıracaktır. Genç adam, gönül kazanma ve yürek fethetme görevini en tatlı dille ve en güzel metotla yerine
60
getirmelidir. Günümüz insanı, genç kardeşlerine karşı beslediği bazı olumsuz ön yargıları değiştirmedikçe Şanlı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu husustaki müsamaha dolu sünnetini idrak edemeyecektir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gençlere karşı tutumu Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz gençliğe ve gençlerin yetişmesine çok büyük önem vermiştir. Çünkü peygamberliğinin ilk yıllarından itibaren yanında gençleri bulmuş, birçok yaşlılar İslam’a şiddetle karşı çıkarlarken, gençler Müslüman olmuş ve İslam’a destek vermiş, bu gençlerin çoğu, zengin ve itibarlı ailelerini terk ederek büyük çileler pahasına Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında yer almışlardır. Kureyş kabilesinden bir genç, Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana zina etmek için izin ver.” dedi. Orada hazır bulunan sahabeden bazıları bu isteği İslam terbiyesine aykırı gördüklerinden, “Sus, sus” diyerek, genci azarladılar. İslam Peygamberi son derece sakin bir şekilde delikanlıya, “Yanıma gel, otur.” diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı. “Söyle bakalım, bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Genç “Sana feda olayım ey Allah’ın Rasûlü, böyle bir şeyi asla istemem.” dedi. Peygamberimiz de “Zaten hiç kimse annesine böyle bir şey yapılmasını istemez.” buyurdu. Sorusuna devam ederek, “Başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?” diye sordu. Genç yine, “Sana feda olayım ey Allah’ın Rasûlü, razı olmam.” dedi. Hz. Peygamber de “Hiç kimse kızıyla zina edilmesine razı olmaz.” dedikten sonra, kız kardeşi, halası ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç, her soruda da “Sana feda olayım hayır istemem.” diye cevap veriyordu. Artık hatasını anladığını görünce Hz. Peygamber, elini bu gencin omzuna koyarak, “Allah’ım, bunun
günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru.” diye dua etti. Bu genç, kendi ifadesine göre, bir daha hayatı boyunca kalbinde zina duygusuna yer vermedi. (2) İbn-i Abbas radıyallahu anhu diyor ki: Ben bir gün Nebi (sav)’in terekesinde idim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey evlatçığım! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Allah-u Teâlâ’yı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza etsin. Allah-u Teâlâ’yı muhafaza et ki, O’nu sana yönelmiş bulasın. İstediğin zaman yalnız Allah’tan iste. Yardım dileyeceğin zaman da yalnız Allah’tan yardım dile. Bil ki! Eğer bütün ümmet sana fayda vermek için toplansa, Allah’ın senin için yazdığından başka sana fayda veremez. Ve eğer bütün ümmet sana zarar vermek için toplansa, Allah’ın senin için yazdığından başka sana zarar veremez. Kalemler kaldırıldı ve sayfalar kurudu.” Talha ibn Ubeydullah radıyallahu anhu rivayet ediyor, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; “Allah ibadete düşkün gençle, meleklere karşı iftihar ederek şöyle buyurur: ‘Kuluma bakın, benim rızam için nefsani isteklerini terk etmiştir’ ” (3) Ukbe ibn Âmir radıyallahu anhu’dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular; “Gençlik bir çeşit deliliktir.” (4)
Gençler için örnekler
Efendimiz de son derece temiz ve kararlı bir gençlik geçirmiştir. Hz. Meryem de öyle...
Lokman aleyhisselâm’dan oğluna öğütler: “Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.” “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” “Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy.” “Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” “(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu
61
SAFER 1439
Daha genç yaşlarındayken, Hz. İbrahim aleyhisselam, puta tapan kavmiyle tek başına mücadele etmiş, Hz. Yusuf aleyhisselam bütün olumsuz şartlara rağmen nefsine “dur” diyebilmiş, Hz. Musa aleyhisselam iffet ve namus timsali olmuş, Hz. Yahya aleyhisselam birçok yönüyle çocuklara ve gençlere örnek gösterilmiş, Ashab-ı Kehf olarak adlandırılan gençler, inandıkları gibi yaşayabilme uğruna her şeylerini ve diyarlarını terk etmiş, İsa aleyhisselam devrinin azgınlarına karşı “Hakk’ın mücadelesini vermiş,” Hz. Peygamber aleyhisselam
Güçlü mü'minin Allah nazarında daha hayırlı ve Allah'a daha sevimli olduğuna inanan imanlı genç, her konuda güçlü ve üstün olmaya çalışmalıdır. Genç adamın hem yumruğu hem beyni güçlü olmalı…
*Dinini, peygamberini, kitabını ve tarihini iyi öğren ve öğret. İnandığın gibi yaşa ki, yaşadığın gibi inanmaya başlamayasın.
Yaratan Allah’ı bilip tanı, O’na inan, O’nu kalbinden çıkarma ki O’da seni unutmasın.
*Dünyayı ahiretin bir tarlası olduğunu, burada ne ekersen ahirette onu biçeceğini unutma. Dünyada yaptıklarından hesaba çekileceğin günü düşün ve işlerini ona göre yap. *Hangi çeşit olursa olsun, görevlerini severek ve en iyi yapmaya çalış, vazifede gevşek ve dikkatsiz olma.
Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” “Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 13-19) Bu Nasihat İslâm’ın pratik hayata aktarılması, ahlâkî prensiplerin yaşanması, insanî erdemliliklerin, görgü kurallarının öğretilmesi amacıyla bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ve hatırlatmada bulunması amacıyla yapılan öğütlerdir. Bu öğütler yapılırken asla bir ard niyet güdülmez, dünyevî çıkarlar düşünülmez. Nasihat eden kişi güvenilir olur. Onun yaptığı nasihat samimiyetle yapıldığı takdirde etkisini gösterir. Müminler sürekli olarak birbirine öğüt vermek sûretiyle yardımcı olurlar. Cenab-ı Allah; “Hatırlat, umulur ki bu hatırlatman müminlere yarar sağlar, (öğüt alırlar)” (Zâriyat, 55)
Gençlere altın küpeler
KASIM 2017
*Yaratan Allah’ı bilip tanı, O’na inan, O’nu kalbinden çıkarma ki O’da seni unutmasın. *Her iyiliğin başı Allah sevgisi ve Allah korkusudur.
62
*Anne-Babaya ve büyüklere karşı itaatli ve saygılı, küçüklere karşı şefkatli ve merhametli ol. *Mukaddes değerleri ve varlıkları sev ve koru. *Fesat çıkaranların, fitnecilik yapanların yanına sokulma, onlara alet olma. *Başkalarının kazandığı şöhreti çekememezlik etme. *Hırsızlık, dolandırıcılık ve yağmacılık gibi şeylerin büyük günahlardan olduğunu hatırından çıkarma. İçkinin her türlüsünden ve kumarın her çeşidinden kendini koru. *Başkalarına iftiradan ve saldırganlıktan uzak dur. *İnsanları birbirine düşürecek sözlerden ve işlerden sakın. *Birinden laf alıp başkasına götürme, dargınları barıştır, kötülerle düşüp kalkma. *Arkadaşlarınla iyi geçin, kimseye kaba ve çirkin söz söyleme, kimsenin ayıplarını ve gizli hallerini araştırma. *Komşularını incitme, emaneti koru, sırları sakla, doğruluktan ayrılma, yalan söyleme, yalan şahitliği yapma, fena niyetler besleme, kötü arzular peşinde koşma, intikam besleme, kin tutma ve haset etme. *Nefsine hâkim ol, olur olmaz şeylere kızma, yetimleri koru, kimsesizlere ve muhtaçlara elinden gelen yardımı esirgeme.
*Maddi ve manevi temizliğe dikkat et, sıhhatini koru. *Cimrilikten ve savurganlıktan kaçın, tutumlu, temkinli ve tedbirli ol. *Eşine, işine, aşına sadık; eline, beline ve diline sahip ol.
Sabırlı, gayretli, planlı, hedefli ol. Ayağın yerde, gözün gökte olsun.
*Duyguların saf ve temiz olsun, tavır ve hareketlerine dikkat et. *Kendin için istediğin ve sevdiğin bir şeyi başkaları için de sevip iste; kendin için sevmediğin ve hoş görmediğin bir şeyi başkası için de isteme.
*Fırsatı ganimet bil, onu neticesi hiç olan işler-
*Geçici şeylere gönül bağlama, her işin sonunun nereye varacağını iyi düşün, iyice düşünmeden hareket etme, bilmediğin şeyin peşine düşme, tereddüt ettiğin şeyi bırak, işlerini ehliyle, danışarak yap.
de iflâs ettirme.
*Hiçbir iyiliği küçük görme, insanlara karşı güler yüzlü, güzel sözlü ol.
*Emrin altında çalışanların kalplerini kırma.
*Sağlığının kıymetini bil, vaktini boşa harcama, nefret etme ve ettirme, menfaat ve makam düşkünü olma, ölümü ve ahireti unutma.
yaşamaya mecbur olursun.
*Hayır, işle, hayra çalış, adın kalsın. *İhsanda bulun. İnsan ihsan ile vahşi hayvan tuzakla avlanır.
Olabilir ki bir gün sende onlar gibi emir altında
*Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma, her gördüğünü söyleme, her bildiğini deme!
*Helal kazanca yapış, harama yaklaşma. Dünya geçici, ahiret kalıcı ve bakidir.
*Sevildiğin yere sık gidip gelme, muhabbet ve
*Sabırlı, gayretli, planlı, hedefli ol. Ayağın yerde, gözün gökte olsun.
*Geçmişini, geleceğini, nereye gideceğini iyi bil.
*Cahillikten, tembellikten, bîkeslikten, nâkeslikten, borçlanmaktan kaçın. Vefakâr ve fedâkâr ol.
itibârın zedelenir.
*Mazlûmun bedduasından kork, dostuna dost ol, hakka riayet et. *Güzel ahlak en güzel dosttur. Doğruluktan
*Az ye, az konuş, az uyu, çok oku, çok dinle, çok çalış.
yine ayrılma, sadık ol.
*Nimete şükret, belâya sabret, günahtan tövbekâr, gelecekten ümitvâr ol. İtikatın düzgün, yolun doğru olsun.
hibi olarak öl.
*Ruhunu yükselt, nefsine hâkim ol, bedenini ölüme hazırla, çünkü dünyadan son gideceğin yer kabirdir. Dünya daimi değil ve vefasızdır.
-------------------------
1. En`âm Suresi 162. 2. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ts., IV, 256-257. 3. Müsnedül Firdevs, Deylemi 4. İbni Asâkir, Beyhaki Delâil
63
SAFER 1439
*Makul davran, iyiliği emret, kötülükten alıkoy.
*Bozuk itikatlılardan uzak ol, Kalb-i selîm sa-
KASIM 2017
Sizlerden gelen yardımları Bangladeş'teki Arakan'lı Müslüman kardeşlerimize ulaştırmak için yola çıkan ekibimiz çalışmalarına devam ediyor. Hristiyan misyonerlerin cirit attığı bölgede, Müslüman neslin muhafaza edilmesi ve yardımların hakkıyla sahiplerine ulaşması için yeni kurulacak “İmam Buhari Köyü”nün temeli atıldı. Allah azze ve celle tüm hayırseverlerden razı olsun. (Amin)
64
Köy Projesi 120 1 1 16 24 12 1 1 1
adet adet adet adet adet adet adet adet adet
Barınak Medrese Mescid Su Kuyusu Tuvalet Banyo Abdesthane Yemekhane Oyun Parkı