Editör K
uran’ı indiren, insanlar içerisinden pey-
bu vasıf üzerinden onun şahsiyeti hakkında
gamber çıkaran Rahman ve Rahim olan
sağlıklı bir yorum yapamayabiliriz. Çünkü
Allah’a yarattıkları adedince hamdederiz.
sert bir insan her daim kötü olmayacağı gibi
Salat ve selam, Müslüman kimliğine bürünmemiz ve İslam şahsiyetine yürümemiz konusunda önümüze numune-i imtisal olarak
cömert bir insan da daima iyi olacak şeklinde bir kaide yoktur.
konulan Muhammed aleyhisselam’a, ailesine ve
Nebevi Hayat Dergisi olarak bu yılın son sayı-
ashabına olsun.
sında Müslüman Şahsiyeti oluşturan etkenleri
Şahsiyet; bir ferdin kendine has görüntü, duy-
tek tek inceleyip istifadenize hazırladık.
gu, düşünce ve davranışlarının tamamıdır. Bir
Nebevi Hayat Dergisi olarak 31 Aralık Pa-
diğer deyişle; şahısla alakalı akla gelebilecek unsurların tümüne birden verilen addır. Halk arasında “karakter” ile aynı anlamda kullanılmakla birlikte aralarında bazı farklılıklar var-
zar günü saat 11.00’de vakfımızda yapılacak ödüllü sınava teşriflerinizi bekleriz. Bayanlar için yer ayrılmıştır.
dır. Şahsiyet kavramında insanın bütün varlığı
Nebevi Hayat Dergisi olarak tüm hızımızla
ve mahiyeti akla geldiği halde karakter keli-
yeni yıla, mizampaj, kapak tasarımı ve yazı
mesinde cüzi, parçacı bir durum söz konusu-
çeşitleri ile hazırlandığımızı haber verir abone
dur. Mesela sertlik bir karakterdir, ama kişinin şahsiyeti hakkında bize tam bir malumat vermez. Bir insana eli açık olduğu için “cömertlik “karakterini uygun bulabiliriz, ama
YIL: 5 Sayı: 61 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Hakan Sarıküçük Mali İşler Sorumlusu Turhan Güncü Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman
Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
olup abone bulma konusunda çalışmalarımıza sahip çıkmanız konusunda ısrarcıyız. Selam ve dua ile…
Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. (Ayçin Sk.) No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Abone Şartları 2017 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, ARALIK 2017 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler
Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Ma'rifetullah Mahmut Varhan
Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Vera ve Önemi Hakan Sarıküçük
Kapak Dosya Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Tefekkürün Önemi Ahmet İnal İslâm Önderleri İkinci Ebu Hanife: Şeyhü'l İslâm Ebussûd Efendi (1490-1574) Cihan Malay İslâm Coğrafyası Orta Asya’da Garip Müslümanların Beldesi İsmail Eren Nebevi Aile Beni Şeytana Bırakma! Halime Yılmaz
Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Takva'nın Etkisi M. Sadık Türkmen
18
Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Çevrenin Önemi Derya Fıçıcı
21
04
12
28 35 44 47
Müslüman Şahsiyetin Oluşumunda Amel Edilen İlmin Önemi Ümit Şit
24
Haber Analiz Doğu Guta'da Son Gelişmeler Emrah Seven
51
Serbest Köşe Arzu ve İstekleri Kesip Atan Ecel ve Musibetler Muaz Akgün
53
Serbest Köşe İhtilaf'tan Sakınıp İttifakı Şiar Edinmek Soner Dural
55
Serbest Köşe Dünyadan Cennete Mektup Adem Kalaycı
60
| Kapak Dosya
| Mahmut Varhan
B
ütün varlıkları, hassaten insanları ve cinleri sadece kendisini tanımaları ve kendisi-
ti tevhid olmuştur. Zira tevhid; Zâtı, isimleri,
ne hakkıyla kullukta bulunmaları için yaratan,
iman etmektir. O’nu her şeyden fazla sevmek
kitaplar indirerek ve peygamberler göndererek
ve sadece O’ndan korkmaktır. Sadece O’ndan
kullarına kendisini tanıtan ve nasıl kulluk ya-
ummak ve sadece O’na tevekkül etmektir. Fay-
pacaklarını öğreten Allah Azze ve Celle’ye hamd
da verenin de zararı defedenin de sadece O
ederiz. İnsanlık âlemi içinde O'nu en iyi tanı-
olduğunu bilerek, ancak O’na dua etmektir.
yan ve O'ndan en fazla korkan Hz.Muhammed
O’nun izni olmaksızın sevilen, korkulan, itaat
Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, kulluk yolunda
edilen ve O’nun dışında kulluk edilen, tapılan,
ona tabi olan âline, ashabına ve etbâına salat ve
dua edilen, umut bağlanan, fayda ve zarar mer-
selam olsun.
cii kabul edilen her şeyden ve herkesten yüz
KASIM 2017
İmdi; Allahu Teâlâ, insanları ve cinleri sadece
4
sıfatları ve fiilleriyle Allah’ı tanımak ve O’na
çevirerek; külliyen O’na yönelmektir.
kendisine kullukta bulunmaları için yarattığını
“İnsanın saadeti, Deyyan olan Allah’ı tanı-
bizlere bildirmiştir. O’na hakkıyla kulluk yapa-
maktadır. Rahman’a itaat; gizli-açık emredilen
bilmek için, öncelikle O’nu hakkıyla tanımak
hususları yapmak ve küfür, fısk ve isyan gibi
ve O’na hakkıyla iman etmek gerekir. Bundan
nehyedilen şeyleri de terk etmektir. Bütün bu
dolayıdır ki, bütün peygamberlerin ilk dave-
me’murat ve menhiyyatın bir kısmı kalplerle il-
gili iken, diğer bir kısmı da bedenlerle ilgilidir. Dolayısıyla evvela kalbin ıslahı ile başlamak lazımdır. Zira bir taraftan her türlü ihsanın ve diğer taraftan da her türlü günah ve düşmanlığın menbaı kalptir. Şayet kalp marifet ve imanla ıslah olursa, bütün beden taat, ibadet ve boyun eğmekle ıslah olur; kalp cehalet, nankörlük ve küfürle fesada uğradığı zaman da bütün beden ma’siyet ve azgınlıkla fesada uğrar."
leyen, heva ve arzuya tabi olma rüzgârlarından onu muhafaza eden, şek ve tereddüt yıldırımları, şirk kasırgaları ve su-i hâtime felaketi tarafından ağacın devrilmemesi için çaba sarfeden kimselere müjdeler olsun! Zira “Ziyana uğramış bir topluluk dışında hiç kimse Allah’ın mekrinden emin olmaz.” (A’raf, 99) “Allah Azze ve Celle katında en değerli ve en sevimli olan kullar, yüce Mevlâ’nın celâl sıfatlarını ve kemal vasıflarını bilenlerdir. Bunlar, Allah Azze ve Celle’nin
kullarına olan nimet ve lütufla-
rını bildikleri gibi, Allahu Teâlâ hakkında iddia edilmesi imkânsız olan ayıp, kusur, noksanlık ve zevalden O’nun münezzeh olduğunu da bilirler. Yine bunlar, Allah Azze ve Celle’nin emir ve yasakları, öğüt verme ve sakındırması, peygamber göndererek müjdelemesi (ve uyarması), insanları kabirlerinden diriltip haşretmesi,
5
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Bilinmelidir ki yüce Allah’ın Zât’ını ve sıfatlarını bilmek, dünyevi ve uhrevi bütün hayırları meyve verir. Allah’ın sıfatlarından her bir sıfatın bilinmesi yüce bir hali, değerli ve hikmetli sözleri, razı olunan eylemleri, pek kıymetli dünyevi mertebeleri ve ahiret derecelerini meyve verir. Allah’ın Zât’ını ve sıfatlarını bilmenin misali, pek kıymetli ve güzel bir ağaç gibidir ki; bu ağacın kökü - ki Allah’ın zât’ını bilmektir- hüccet ve burhan ile yerde sabittir; dalları da -ki Allah’ın sıfatlarını bilmektir- yücelik ve şeref semasına yayılmış olup, “her an güzel yemişlerini vermektedir.” Yüce hallerden, değerli ve hikmetli sözlerden ve güzel amellerden oluşan bu yemişleri, “Rabb’inin izniyle” vermektedir. Zira bu ağacın sahibi O’dur ki, O’nun izni ve tevfiki olmadan bu meyvelerden hiçbiri meydana gelmez. Bu ağacın bittiği yer, kalp tarlasıdır. İşte bu kalp, marifet ve güzel hallerle ıslah olursa; bütün beden de salih olur. Bu dünyada salih olması, güzel sözler ve iyi eylemlerle olup; ahiretteki ıslahı ise, cennet nimetleri ve Zü’l -Celâl’in rızasına nail olmakla olur. Fakat kalp sapıklık, küfür ve dalaletle bozulduğu zaman; bütün beden de fesada uğrar. Bu dünyada ihmal edilmek, mahrum kalmak ve ma’siyetle bozulduğu gibi; ahiretteki zararı ise, ateşin azabı ve el-Cebbar’ın gazabı ile meydana gelir. İşte bu mübarek ağacın dallarından birini kaybeden kimse, o dalın (o sıfatı bilmenin) dünya-ahiret meyvelerini de kaybetmiştir. Tahkiki bir imanla bu ağacı diken, takva ile onu gözeten, istikametle onu koruyan, muhalefet etmenin ayrık otlarını onun etrafından temiz-
"İnsanın saadeti, Deyyan olan Allah'ı tanımaktadır. Rahman'a itaat; gizli-açık emredilen hususları yapmak ve küfür, fısk ve isyan gibi nehyedilen şeyleri de terk etmektir. Bütün bu me'murat ve menhiyyatın bir kısmı kalplerle ilgili iken, diğer bir kısmı da bedenlerle ilgilidir.
KASIM 2017
cezalandırması ve mükâfatlandırması, alçaltması ve yüceltmesi gibi hususlarda da tam bir yakin sahibidirler. Dolayısıyla bunlar, O’ndan başkasına asla kulluk etmezler. Bütün arzuları O’nun rızasını kazanmaktır. Kendilerini O’nun huzurunda hissedip şikâyetlerini O’ndan başkasına asla bildirmezler. Sadece O’na dayanıp tevekkül ederler. Bunlar, marifet bahçelerinde dolaşmakta ve Allah’ın kemal sıfatlarına nazar etmektedirler. O’nun celal sıfatlarını gördüklerinde, korkuya kapılır ve kendilerinden geçerler. O’nun cemal sıfatlarını seyrettiklerinde, içleri muhabbetle dolar ve O’nun en yakını olurlar. Azabının ve gazabının şiddetini müşahede ettiklerinde, korkuya kapılır ve hemen boyun bükerler. Rahmetinin engin ve genişliğine baktıklarında, umuda kapılır ve O’na yönelirler. Kâinatta cereyan eden herşeyin sadece O’nun yaratması ile meydana geldiğini gördüklerinde, sadece O’na tevekkül ederler. O’nun kendilerine muttali olduğunu hissettiklerinden dolayı O’na muhalefet etmekten hayâ ederler. O’nun çağrısını duyduklarında hemen icabet eder ve müjdelemesini işittiklerinde sürura gark olurlar. Kalpleri O’nun azameti ile dolduğunda, çevrelerinde meydana gelen şeylerin farkına varmayacak derecede kendilerinden geçerler. İşte onların bütün bu rütbelerde farklı dereceleri ve bu özellikleri kazanmakta farklı mertebeleri bulunmaktadır. Şu dünyada onların en faziletli olanları, yarın cennette de en yüce mertebede olacak, Aziz ve Gaffar olan Allah’a en yakın kullardan olacaklardır.” İşte insanı, kâmil insan kılan böyle bir imandır. İnsan Allahu Teâlâ’yı tanıdıkça, imanı kuvvet kazandıkça ve yakin mertebelerinde yükseldikçe kalbi mutmain olur, gönlü huzura kavuşur ve şahsiyeti kuvvetli olur. Allah Azze ve Celle, ayne’l yakin derecesinde bulunan imanın meydana getirdiği itmi’nan hususunda bizlere iki örnek vererek şöyle buyurmaktadır: “Yahut çatıları üstü yere çakılan bir şehre uğrayıp: “Allah, ölümünden sonra burasını nasıl ye-
6
niden diriltir?” diyen kişi gibisini (bilmez misin?). Nitekim Allah onu yüz yıl müddetle öldürdü, sonra yeniden diriltip: “Ne kadar kaldın?” buyurdu. “Bir gün veya bir günün birazı kadar kaldım.”dedi. Şöyle buyurdu (Allah): “Gerçek şu ki yüz sene kaldın! Böyle iken yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamıştır; bir de eşeğine bak! Seni insanlara bir ayet (canlı mucize) yapacağamız için o (çürüyen eşekten geriye kalan) kemiklere bak, nasıl onları üst üste bindirip sonra onlara et giydireceğiz!" Dolayısıyla (gücümüz) kendisine açıkça belli olunca, "Allah'ın herşeye hakkıyla güç yetiren olduğunu biliyorum.” dedi.” (Bakara, 259). “Bir zamanlar da İbrahim: “Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!”demişti. “Yoksa inanmadın mı?” buyurdu. “Elbet inandım, fakat kalbimin mutmain olması (iyice yatışması) için (istedim)!” dedi.” (Bakara, 260) Allah’ı hakkıyla tanıyan ve kalpleri marifet nuruyla yatışanların, yeryüzünün en zalim krallarının karşısına nasıl dikildiklerini ve hakkı haykırarak onları nasıl zelil ve rezil ettiklerini bildirmek üzere yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “Onların (mağara arkadaşlarının) haberini Biz sana hakkaniyetle anlatıyoruz: nitekim onlar, Rablerine iman eden hidayetlerini artırdığımız birtakım gençlerdi. Yüreklerine cesaret (ve sükunet) verdik; dolayısıyla (kafir hükümdara karşı) kıyam edip dediler ki: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir! Biz, O’nun dışında hiçbir tanrıya asla dua (ve kulluk) etmeyiz; aksi takdirde düpedüz saçmalamış oluruz. O’nun dışında birtakım tanrılar edinen şu bizim kavmimiz, onlara dair apaçık bir kanıt getirmeli değiller miydi?! Allah’a yalan yere isnatta bulunandan daha zalim kim vardır?” (Kehf, 13-15) Evet, hakiki imanı elde eden ve marifet nuruna gark olan kimse, öyle kuvvetli ve yüce bir
şahsiyete sahip olur ki; bütün dünyaya meydan okuyabilir. Zira kalbi Allah’ın muhabbeti ve mehafeti ile mamur olan ve her an yüce Mevlâ’sının kendisiyle beraber olduğunu kalben hisseden bir mü’min hiçbir şeyden korkmaz ve ürkmez. Bunun sayılamayacak kadar çok olan örneklerinden bir kaç tanesi şunlardır: Uhdud Ashabı tarafından kazılmış olan ateşle dolu alev alev yanan hendeklere atılan müminlerin sabrı, sebatı, meydan okumaları ve sağlam iradeleri; Yasin Suresi’nde kıssası anlatılan Habib Neccar’ın kavmini tevhide davet etmesi ve bundan dolayı taşlanarak şehid edilmesi ve Mü’min Suresi’nde kıssası anlatılan firavun hanedanına mensup mü’min kişinin, Allah’ın peygamberi Hz.Musa’yı savunmak ve Allah’a iman etmeye davet etmek için firavun hanedanının karşısına dikilmesi ve hikmetlerle dolu bir davetten sonra: “Nitekim size söylediklerimi ileride (azaba uğradığınızda) hatılayacaksınız ve ben işimi/durumumu Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir." (Mü'min, 44). diyerek Rabbu’l Alemine tevekkül etmesi ve böylece onların tuzaklarından korunması; son olarak hicret yolunda arkadaşı Ebu Bekir es-Sıddık ile birlikte mağarada iken, müşriklerin kendilerini yakalayıp öldürmek üzere mağaranın ağzına kadar geldikleri bir anda: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir!" (Tevbe, 40) buyuran peygamberler imamı Hz. Muhammed Mustafa’nın kainatı imrendiren marifeti, tevekkülü, güven ve huzuru, sabır ve sebatı; işte bu örnekler ve benzerleri Allah’ı hakkıyla tanımanın meyveleridir.
edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et. Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve
7
RABÎU'L-EVVEL 1439
Allah’ı hakkıyla tanıyan ve O’nunla karşılaşacakları güne yakinen iman eden ma’rifet sahiplerinin, Allah düşmanlarına karşı cihad etmekte gösterdikleri tavır ve duruşları; imanları zayıf olan ve kalplerinde hastalık olanların tavır ve duruşlarından çok farklıdır. İşte bu bariz farkı yüce Mevla şu ayeti kerimelerde beyan etmektedir: “Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan
"Bilinmelidir ki yüce Allah'ın Zât'ını ve sıfatlarını bilmek, dünyevi ve uhrevi bütün hayırları meyve verir. Allah'ın sıfatlarından her bir sıfatın bilinmesi yüce bir hali, değerli ve hikmetli sözleri, razı olunan eylemleri, pek kıymetli dünyevi mertebeleri ve ahiret derecelerini meyve verir.
hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (Bakara, 249-251) Allahu Teâlâ’yı hakkıyla tanıyan, O’nun katında bulunanların baki ve dünya nimetlerinin fani olduğunu bilen irfan ehli kimseler, asla dünya fitnesine ve cazibesine kapılmaz ve dünya ehline imrenmezler. Marifetten mahrum ve imanın daha kalplerinde kök salmadığı kimseler ise, dünyanın yalancı cazibesine kapılmakta ve yok olmaya mahkûm dünya ehline imrenmektedirler. Bu iki taifenin dünyaya karşı tavırlarındaki farkı yüce Mevla şu ayetlerde tescil etmektedir: “Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.
“Yahut, bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.” Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, diyordu, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım! Kendisine Allah’tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendini de kurtaracak güçte değildi. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah'a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O’dur. (Kehf, 32-44)
Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”
“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.” Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: “Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?”
KASIM 2017
“Belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir.”
İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.
(Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”
“Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”
8
“Bağına girdiğinde: Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki):
Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler:
"Bir zamanlar da İbrahim: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!"demişti. "Yoksa inanmadın mı?" buyurdu. "Elbet inandım, fakat kalbimin mutmain olması (iyice yatışması) için (istedim)!" dedi." (Bakara, 260)
Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar. İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir. (Kasas, 76-83) Allahu Teâlâ’yı hakkıyla tanımak, başta namaz olmak üzere yüce Mevlâ'nın farz kıldığı ibadetlere devam etmek ve haram kıldığı ma’siyetlerden sakınmak hususunda sabretmenin en temel sebebidir. Emirleri imtisal, nehiylerden ictinab ve musibetlere karşı ilahi takdire rıza göstermek ancak irfan sahibi kimselerin özelliğidir. Kalplerinde yüce Allah’a karşı huşu duygusu bulunmayan, marifetten mahrum cahil ve gafil kimselere ise, böyle bir takva dairesinde yaşamak çok ağır gelmektedir. Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:
rükû edenlerle beraber rükû edin.
Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.” (Bakara, 43-46) Allah Azze ve Celle 'den hakkıyla korkmak, O’nu hakkıyla tanımaya bağlıdır. İnsan yüce Allah’ı ne kadar tanıyorsa, O’ndan ancak o kadar korkabilir ve takva derecelerinde bu oranda yücelebilir. Nitekim Hz.Aişe’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte Resul’u Ekrem bu hakikati şöyle ifade etmiştir: “Muhakkak ki aranızda Allah’tan en
9
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin,
(Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
koymuş bir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız. Yataklarda hanımlarınızdan da zevk almazdınız. Yüksek sesle Allah'a yalvararak yollara düşerdiniz.”
Kalp İlâhi marifetle nurlanıp müşahede makamı gibi yüce bir basiret ve engin bir ihlas sahibi olunca, mükemmel manada sâfiyet ve samimiyet kazanır. Yapması gereken her şeyi tam bir samimiyet içerisinde en güzel bir şekilde yerine getirir. Vazifelerini şevkle ve arzulayarak yapar.
Ahlak-ı hasene sahibi olmanın ve ahlak-ı seyyieden sakınmanın Allah korkusuna bağlı olduğunu Mehmed Akif ne güzel ifade etmektedir: Ne irfandır veren ahlâka yükselik, ne vicdandır; Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın...(Allah korkusunun) Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdanın. Hayat artık behîmîdir... Hayır ondan da alçaktır; Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır. Fakat ahlâkın izmihlali en müdhiş bir izmihlal;
KASIM 2017
Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyyet, ne istiklâl. fazla korkan ve O’nu en iyi bilen/tanıyan benim.” Peygamber Efendimiz’in rabbinden korkması, O’na itaat ve çok ibadet etmesi Rabbini bilmesi nispetinde idi. Nitekim Enes b. Malik radıyallahu anhu şöyle demektedir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere benzerini hiç duymadığım bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: “Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” Bunun üzerine Rasulullah’ın ashabı yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladılar.” Peygamber Efendimiz bir başka konuşmalarında cenneti ve cehennemi gördüğünü de hatırlatarak: “Eğer siz benim gördüklerimi görseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur. Ebu Zer el-Gıfari radıyallahu anhın rivayetinde ise şu ilave vardır: “Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor, duymadıklarınızı duyuyorum. Gökyüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp inlemekte de haklı idi. Gökyüzünde alnını Allah’a secde etmek için
10
Oyuncak sanmayın! Ahlâk-i millî (İslam ahlakı), rûh-i millîdir; Onun iflâsı en korkunç ölümdür: mevt-i küllidir O cem’iyyet ki vicdanında hâkim havf-ı Yezdan’dır; Bütün dünyâya sahiptir, bütün akvama sultandır. Fakat efradı Allah korkusundan bî-haber millet, Çeker, milletlerin menfuru, kıptiler kadar zillet; Meâlî meyli hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar; Ne hâkimlik tanır artık, ne mahkûm olmadan korkar. Şeref hırsıyla istihkar-ı mevt etmişken ecdadı, Bırakmaz öyle bir pâkîze neslin şimdi ahfadı, Hayât uğrunda istihfafa şayan görmedik hüsran!
Gebersin tekmeler altında razı... Çıkmasın, tek, can!
ler şöyle der: "Allah'tan sakın, çünkü seni en
Yürekler en mülevves, en sefil âmâl için çarpar;
karşı kudreti nisbetinde Allah’tan kork! Sana
Sinirler en muhal endîşeden titrer durur par par! Olur, cem’iyyet “ma’bûd!”
efrâdınca
şahsî
menfa’at
kolay gören O'dur." Bazıları da şöyle der: "Sana olan yakınlığı nisbetinde de O’ndan hayâ et!” Seleften olan ârife bir hanım da şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ’yı müşahede hali üzere amel edenler ârif; Allahu Teâlâ’nın kendilerini müşa-
Sorarsan kimse bilmez var mı “hak” nâmında bir mevcûd.
hede ettiği hali üzere ibadet edenler ise muhlis-
O, doymak bilmeyen ma’bûda kurbandır hayâ hissi,
Birincisi ihlas makamıdır: Bu makam, Cenâb-ı
Hamiyyet, âdemîyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!
lediğini, her haline muttali ve kendisine çok
Bu hissizlikle cem’iyyet yaşar derlerse pek yanlış:,
tir.” Bu söz, iki makama işaret etmektedir:
Hakk’ın sürekli olarak kendisini görüp gözetyakın olduğunu kulun sürekli olarak hatırında tutmasıdır. Yaptığı amellerde kul bu hal üze-
Bir ümmet göster, ölmüş ma ‘neviyyâtıyle, sağ kalmış?
re olur ve bütün işlerini bu hal üzere yaparsa,
Kalp İlâhî marifetle nurlanıp müşahede makamı gibi yüce bir basiret ve engin bir ihlas sahibi olunca, mükemmel manada sâfiyet ve samimiyet kazanır. Yapması gereken her şeyi tam bir samimiyet içerisinde en güzel bir şekilde yerine getirir. Vazifelerini şevkle ve arzulayarak yapar. Vücuda kan pompalayan sağlam bir kalp gibi bedenî ve ruhî kuvvetlere manevi bir enerji pompalayarak sürekli dinç olmasını sağlar ve görevlerini büyük bir ihlas içerisinde yerine getirmesine neden olur. Böyle bir kalbin sahibi her hak sahibine hakkını verir ve hiç kimseye zulmetmez.
tığı işlerde bu hal üzere olmak, kişiyi Allahu Teâlâ’dan başka şeylere iltifat etmekten ve başka maksatlarla amel etmekten alıkoyar. İkincisi Müşahede makamıdır: Bu makam ise, kulun kalbiyle Cenâb-ı Hakk’ı müşahede ediyor gibi amellerini yapmasıdır. Bu durumda kalp iman nûru ile nurlanır, eşyanın hakikatine basiretiyle nüfuz eder; öyle ki gayb hakikatleri (Allah’ın izniyle) onun için aşikâr hale gelir.”
-------------------------
1. el-İzz b. Abdusselam, Şeceretu'l Maarifi ve'l-Ahvali: s.52. 2. el-İzz b. Abdusselam, Şeceretu'l Maarifi ve'l-Ahvali: s.64-65. 3. el-İzz b. Abdusselam, Şeceretu'l Maarifi ve'l-Ahvali: s.60. 4. Buhari:20; Müslim:2356 5. Buhari:4621 6. Müslim:426 7. Tirmizi:2312; İbni mace:4190 Hasen li gayrihi bir hadistir 8. Mehmed Akif, Safahat: s.269-270 9. Buhari: 50; Müslim: 97 10. İbni Receb, Camiu'l-Ulûmi ve'l-Hikem: 1/129
11
RABÎU'L-EVVEL 1439
Meşhur Cibril hadisinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “İhsan; Allahu Teâlâ’ya O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir; her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da O seni görmektedir.” Bu hadis’i şerifin şerhinde İbni Receb el-Hanbeli şöyle demektedir: “Bu cümle şu hususa işaret ediyor: Allahu Teâlâ’ya, sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet etmek kime zor geliyorsa, o kişi Allahu Teâlâ’nın kendisini gördüğünü ve her haline vâkıf olduğunu bilerek ibadet etsin. Kendisini sürekli gördüğü için Allah’ın nazarından hayâ etsin. Bu manada ârif-
gerçek manada ihlası elde eder. Çünkü yap-
| Kapak Dosya
| Hakan Sarıküçük
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN OLUŞUMUNDA
H
amd; “Kim, Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona
beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir…”
(1)
şeklinde buyura-
rak takvaya ve vera sahibi olmaya irşad eden Allah’a,
KASIM 2017
kaçma ve korkma, şüpheli olan şeylerden ve boş işlerden uzak kalmak demektir. İbnu’l Esir’in açıkladığı üzere asıl itibariyle vera haramlardan kaçınmak manasına gelir. Ancak sonradan dini endişelerle mübah ve helal olan şeylerden de kaçınmak manasında kullanılmıştır.
Salât ve Selâm; “Seni şüpheye düşüreni bırak,
Vera, dini hükümlere riayette titizlik manasına
şüpheye düşürmeyene yönel”
gelir.
(2)
buyuran Pey-
gamber aleyhisselâm’a
12
Vera; Takva, sakınma, korunma, günahtan
Korku derecelerinin en düşüğü etkisi ameller-
Allah’ın lütfu ve keremi, rahmet ve mağfireti
de ortaya çıkan ve kişiyi haramlardan alıkoyan
vera sahibi olma gayretiyle hareket eden, Al-
korkudur. Söz konusu korku haram olma-
lah’a ihlasla yönelen, şüpheli ve boş işlerden
sı mümkün olan bir şeyden kişiyi alıkoyarsa
yüz çeviren müminlerin üzerine olsun.
buna “vera” denilir.
Gereksiz şeyleri terk etmek de veradandır. Hz. Peygamber aleyhisselâm kişinin lüzumsuz şeyleri terk etmesinin o kişinin İslâm’ının güzelliğinden olduğunun, başka bir deyişle İslâm’ı güzel bir şekilde anlayıp uyguladığının delili olduğunu bildirmiştir. “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.” (3) Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah aleyhisselâm bir adama şöyle dedi. “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni al.” Adam dedi ki: “Peki bunu nasıl bilip uygulayabilirim?” Rasûlullah aleyhisselâm buyurdu ki: “Bir iş yapmak istediğin zaman onu gönlünde tart. Çünkü kalp haram olan şeyden rahatsız olur ve helal ile sükûnet bulur. Çünkü vera sahibi mümin, büyük günah işleme korkusuyla küçük günahları terk eder.” Rasûlullah aleyhisselâm’a vera sahibi kimdir? diye sorulduğunda “Şüpheli şeylerden kaçınan kişi” buyurdu. (4) Vera, takvanın ileri mertebesidir. Hz. Cabir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah aleyhisselâm’ın yanında bir adamın çok ibadet ettiğinden, bir diğerinin de vera sahibi olduğundan bahsedilmişti. Nebi aleyhisselâm: “Vera’ya denk olacak, onunla tartılabilecek bir şey yoktur” buyurdu. (5) Vera ile zühdün arasındaki fark vera; şüpheli şeyleri, zühd ise; ihtiyaç fazlasını terk etmektir. Vera’nın en düşük seviyesi Allah’ın nehy ettiklerinden sakınmak, en yüksek seviyesi de Allah’ı zikirden alıkoyacak her şeyden kaçınmaktır.
İbni Mesud radıyallahu anh şöyle demektedir: “Etrafında şüpheli olmayan dört bin çeşit du-
rurken neden şüpheli olanı istersin?...” Zahidlerden Ebu Abdurrahman el-Ömeri şöyle der: “Kul vera sahibi olunca, şüpheli olanları bırakır, şüpheli olmayanları alır.” demiştir. Fudayl b. İyad rahmetullahi aleyh şöyle der: “İnsanlar vera sahibi olmanın çok zor olduğunu ileri sürüyorlar. Hâlbuki ben iki işle karşılaştığım zaman mutlaka daha zor olanını tercih ederim. Vera sahibi olmak için şüpheli olanı bırak, şüpheli olmayanı al.” Hassan b. Ebu Sinan şöyle der: “Vera’dan daha kolayı var mı? Bir iş sana şüpheli gelince onu bırak.” İbni Mübarek rahmetullahi aleyh de şöyle der: “Hassan b. Ebu Sinan’a Ahvaz şehrinde bulunan adamı mektup yazdı. Orada bulunan şeker kamışlarına hastalık geldiğini bildirdi ve bulunduğu yerden şeker satın almasını söyledi. O da şekeri adamın birinden satın alarak adamına gönderdi. Bu ticaretten 30.000 dinar kazandı. Fakat sonra şekeri satın aldığı kişiye gelerek durumu ona anlattı. Adamının kendisine mektup yazarak şeker istediğini, ancak kendisinin oradaki şeker ihtiyacını bildirmeden şekeri kendisinden satın aldığını ona söy-
13
RABÎU'L-EVVEL 1439
Hz. Ebubekir radıyallahu anh “Bir nevi harama düşeriz korkusuyla yetmiş çeşit helali terkettik” sözüyle vera örneği sergilemiştir.
Vera’nın en düşük seviyesi Allah’ın nehy ettiklerinden sakınmak, en yüksek seviyesi de Allah’ı zikirden alıkoyacak her şeyden kaçınmaktır.
Haramdan vera (kaçınmak) dindarlıktır. Fakat bunun da dereceleri vardır. Vera’yı harama vesile olabilir endişesiyle helal şeyleri de terk etmek olarak tarif eden İmam Gazali vera’nın dört derecesi olduğunu söyler.
İbni Mesud radıyallahu anh şöyle demektedir: “Etrafında şüpheli olmayan dört bin çeşit dururken neden şüpheli olanı istersin?...”
1. Haram olan şeylerden kaçınmak 2. Şüpheli olan şeylere karşı korunmak (Bu salihlerin vera’ıdır.) 3. Harama sebep olması ihtimalini düşünerek helali terk etmek (Bu müttakilerin vera’ıdır.) 4. Her ne kadar kendini harama düşürmeyecekse de, Allah’a yakınlığının artmayacak şekilde ömrünün bir kısmının boşa geçeceği korkusundan dolayı, bütün mevcudiyetiyle Allah’a teveccüh edip, Allah’ın dışındaki her şeyden yüz çevirmek (Bu da sıddıkların vera’ıdır.) (8)
ledi ve bu alışverişinin iptal edilmesini istedi. Şekeri satan kişi, “Tamam, şimdi haber vermiş oldun. Ben sana sattığımı ve kazancını helal ediyorum” dedi. Hassan dönüp gitti. Ancak kalbi bu yapılan işten tatmin olmadığı için geri geldi ve şöyle dedi: “Ey falan! Ben bu alışverişi gereği gibi yapmadım. Bu parayı sana vermeyi gerçekten istiyorum.” Satıcı kabul etmediyse de paranın tamamını geriye verinceye kadar bu ısrarını sürdürdü.” (6) Asrısaadette insanlığın tanıdığı vera, Tabiin ve Tebe-i Tabiin dönemlerinde adeta her müminin gayesi olması gereken noktaya geldi. Öyle ki yine bu dönemde Bişr-i Hafi’nin kızkardeşi, Ahmed b. Hanbel’e gelerek: “Ey imam! Ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum. Bazen devlet memurları ellerinde meşaleler ile oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o ışıktan da istifade etmiş oluyorum. Bu ipliğe haram karışıyor mu?” deyince o büyük imam hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve “Bişr-i Hafi’nin hanesine şüphenin
KASIM 2017
bu kadarcığı bile bulaşmış bir şey girmemeli” fetvasını veriyor. (7)
14
Burada özellikle dikkat edilmesi gereken bir konu vardır ki o da: Şüpheli şeyler karşısında aşırı titizlik göstererek onlardan sakınmak, ancak bütün gidişatı dosdoğru olan, amellerini takva ve vera esasına göre yapmaya çalışan sâlih kimselere yaraşır. Fakat Allah’ın çizdiği sınırları aşarak haramları açıktan işleyen, sonra da bazı ince ve feri konularda şüpheli şeylerden kaçınarak vera sahibiymiş gibi görünmeye çalışanların bu davranışları asla aynı nitelikte olamaz. Bu tür kimselerin vera’ı samimiyetten uzaktır ve hiçbir zaman güzel görülemez. Tıpkı İbni Ömer radıyallahu anhuma’nın sivrisineğin kanının bir zarar verip vermediğini soran Iraklılara verdiği şu cevapta olduğu gibi: “Iraklılar, Hz. Hüseyin’i öldürüp kanını akıtmışlar, gelip bana sivrisineğin kanının hükmünü soruyorlar. Hâlbuki ben Rasûlullah aleyhisselâm’ın onlar (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) dünyada bulunanlar arasında benim hoş kokulu reyhanlarındır.” (9) buyurduğunu duydum. Adamın biri Bişr b. Harise şunu sorar: “Adamın biri var, annesi kendisine hanımını boşamasını emrediyor, ne yapması gerekir?” Bişr bin Ha-
ris şöyle cevap verir: “Bu adam annesine bütün iyilikleri yapmış, itaat etmek ve iyilik yapmak için hanımını boşamaktan başka yapacak bir şey kalmamış ise boşayıversin, ama hanımını boşamak suretiyle itaat ve iyilikten bahsedip sonrasında da kalkıp annesine kötülük yapacaksa ve onu dövecekse sakın böyle bir şey yapmasın.” Ahmed b. Hanbel vera konusunu oldukça titiz bir şekilde nefsinde uygulamaya çalışırdı. Bir gün birine kendisi için yağ satın almasını emretti. Adam yağı bir kâğıt parçasının üzerinde getirdi. İmam Ahmed yağı getiren kişiye kâğıdı tekrar satıcıya götürmesini söyledi. Yine Ahmed b. Hanbel dostlarının mürekkep hokkasını kullanmaktan sakınırdı. Yanında sürekli bir mürekkep hokkası taşır ve hep onu kullanırdı. Adamın biri bir şeyler yazmak için İmam Ahmed’in hokkası istedi. Adama yaz “Bu biraz lekeli vera” dedi. Başka biri de yazmak için hokkasını istedi. Ona da “ne benim takvam ne de senin ki şu davranışımıza uygun bir dereceye ulaşmış değil” dedi. O bu sözleri tevazu gereği söylemişti. Yoksa kendisi hem yaşantısı hem de tavırları ile üstün bir takva ve vera sahibi olduğunu göstermekteydi. İmam Ahmed bu derecede takva ve vera seviyesine ulaşmamış kişilerin hallerine uygun düşmeyen davranışları hoş karşılamayan biriydi. Hatta şüphelilere göre mekruhların daha öncelikli olarak terk edilmesi gerektiği halde, o kimselerin zahiren bazı mekruhları işlemelerine bile müsamaha gösterirdi.
sahibi olan müminlere pek az rastlanmaktadır. Hayata her türlü fıskı fücurun karıştığı, haramların ve günahların aleni olarak işlenmekten kaçınılmadığı bir toplumda vera sahibi bir mümin olabilmek veya bu hal üzere kalabilmek oldukça zordur. Hayatın tüm damarlarını İslâm’ın suladığı, vahiy kaynaklı bir yaşamın beraberinde getireceği vera İslâm toplumunda çok doğal bir netice ve takvanın zirvesi olarak karşımıza çıkarken ve beraberinde canlı örneklerin toplumu süslediği o yüce şahsiyetlerce vera sahibi kişiler yetiştirilirken günümüz toplumlarında bu yüce gayeyi yakalayabilmek kolay değildir. Özellikle Hz. Ebubekir radıyallahu anh’ın da dediği gibi “Bir nevi harama düşeriz korkusuyla yetmiş çeşit helali terkettik” sözünü söyleyebilmek her mümin için mümkün gözükmemektedir. Böyle bir davranış belki bizlere bile çoğu zaman garip gelebilen bir tutumdur. Günümüz toplumunda daha çok ruhsatlara yönelen müslümanlar “Rasûlullah aleyhisselâm’ın iki şeyden birini tercih etmekle karşı karşıya kaldığı bir meselede günah olmadığı müddetçe en kolay olanını alırdı” düsturundan
15
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (10) Buyuran Rabbimiz bu ayetlerde Bizlere İslâm’a uygun bir yaşam sürdürmemizi, Allah karşı gelmekten sakınmayı gerektiren ne kadar husus varsa onları öğrenip bu doğrultuda bir hayata yönelmemiz gerektiğini bildirmiştir. Vakıa o ki günümüzde vera
Fudayl b. İyad rahmetullahi aleyh şöyle der: “İnsanlar vera sahibi olmanın çok zor olduğunu ileri sürüyorlar. Hâlbuki ben iki işle karşılaştığım zaman mutlaka daha zor olanını tercih ederim. Vera sahibi olmak için şüpheli olanı bırak, şüpheli olmayanı al.”
KASIM 2017
yola çıkarak ruhsatlara yönelmeyi tercih etmişler, zamanla bu ruhsatlar onları kolaylaştırıcı fetvaları araştırmaya ve kenarda köşede kalmış ve zayıf olmakla nitelenmiş görüşlerle de amel etme noktasına getirmiştir. Maalesef bunun bir sonra ki adımı “önce yap sonra da fetvasını ara” olmuş ve yapılan her iş için bir fetva bulabilme gayretine sevketmiştir. Hatta bu husus zamanla bizlerde fetva noktasında aciz kalındığında “Günümüzde Müslümanların zamanın gereklerine uyan yeni fetvalara ihtiyacı vardır” şeklindeki sözleri söylemeye ve bu yolla kendimize teselli verme noktasına bizleri getirmiştir. Bu zikrettiğimiz esaslarla hareket edenler için vera sahibi olabileceklerini söylemek veya buna inanmak mümkün gözükmemektedir. Bununla birlikte gerektiğinde harama bulaşmamak veya buharından dahi etkilenmemek için yetmiş çeşit helalden uzak durmak bazen bizim gibi Müslümanlara bile garip gelebilmektedir. Hatta bu şekilde davranan kişilere karşı bakışlarımız bazen toplumdaki diğer kişilerin kanaatlerine nazaran daha sert ve katı olabilmektedir. Takvaya ve vera’ya sahip olabilmek için günaha sebebiyet vermesi muhtemel olan şüpheli şeylerden uzak kalanlara karşı olan düşüncelerimiz hüsnü zan esasları içerisinde olmalı ve böyle insanları kendimize numune-i imtisal kabul
16
etmeliyiz. Ancak yazımızın başında da bahsettiğimiz üzere bir taraftan vera sahibi gibi gözükürken nafilelerle meşgul olup mubahlardan dahi yüz çevirirken diğer taraftan gizli de farzlarda kusur gösteriyorsak bu vera’yı elde etmenin yolu olmayacaktır. Belki zahiren verayı gösterse de hakikatte içte olanı yansıtmamakta ve kişiyi kibre sevk eden boyutlara ulaşabilmektedir. Bugün bizlere vera duygusunu kazandıracak husus; selefimizden bu örneği sergileyenlerin yaşamlarını öğrenmek ve kendimize onları örnek almak olacaktır. Onların o pak ve temiz yaşamlarından bizleri etkileyecek ve değiştirecek o samimi ve veraya sevk edici hususları bilgiden pratiğe dönüştürmenin yollarını aramak olacaktır. Hayata ruhsat penceresinden değil de takva penceresinden bakmakla vera’yı elde edeceğimizi unutmamalıyız. Takvayı, sabrı, tevekkülü, ihlası, zühdü elde etmeye vesile olacak amellere yönelmeli, bizlere sıkıntı veren göğsümüzü tedirgin eden hususlarda müftüler fetva verse dahi asıl fetva mercii olan kalbin fetvasına göre amel etmeliyiz. Bedeni salih yapan ona Müslüman kimliği kazandıran şey kalbin salih olmasıdır. Bu vasfı kazanan kalbin dışa yansıyan görüntüsü bedene sirayet etmesiyle ortaya çıkar ve içinin kimliğini ortaya koyar. Bu bağlamda Muhammed İbn İshâk’ın zikredeceğimiz rivayeti hem yazımızın başında vermiş olduğumuz ayetin tefsiri olması, hem de buraya kadar söylediklerimize ışık tutması bakımından zikredilmesi gereken hususlardandır. “Eşcâ oğullarından Mâlik, Rasûlullah aleyhisselâm’a gelip: Oğlum Avf, esîr alındı. dedi. Rasûlullah aleyhisselâm da ona “Allah’tan kork ve sabırlı ol. Sana ve annesine “La havle ve la kuvvete illa billah” sözünü çokça söylemenizi tavsiye ediyorum dedi. Sabrı emrederek; “Allah muhakkak yakında bir çıkış yolu halk edecektir,” dedi. Uzunca bir süre geçmeden oğlu düşmanların elinden kaçıp kurtuldu. Onu okun yayıyla bağışlamışlardı. Yay koptu,
o da kurtuldu. Bir dişi deve gördü, ona bindi ve kaçtı. Yolda kendisini bağlayan kavmin sürüsüne rastladı, onları sesleyerek önünü sonuna katıp getirdi. Anne ve babasıyla kapının önünde aniden karşılaştı. Babası; “Kâ’be’nin Rabbine andolsun ki bu Avf,” dedi. Annesi de; “vay, bu Avf! Yaydan kurtulup da nasıl geldi?” dedi. Kapıya vardıklarında anne ve babasıyla hizmetçiler Avf’ın avluyu develerle doldurduğunu gördüler. Kendi durumunu ve develerin durumunu babasına anlattı. Babası dedi ki: Burada durun, ben Rasûlullah’a gidip durumu ondan soruşturayım. Hz. Peygamber aleyhisselâm’a geldi ve hem develerin durumunu, hem de Avf’ın durumunu Peygamber aleyhisselâm’a bildirdi. Rasûlullah aleyhisselâm ona dedi ki: “İstediğini yap. Sen malına ne yapıyor idiysen ona da yap.” Böylece ganimetten payına düşen bir zenginlik elde etti. Bunun üzerine: “Kim, Allah’tan korkarsa; ona bir çıkış yolu ihsan eder.’ Ve ona beklemediği yerden rızık verir.” âyeti nazil oldu. İşte tüm sıkıntıların çaresi, Manevi hastalıklardan kurtuluş reçetesi, kalbi sıkıntıya sokan hususlara karşı yapılması istenen husus Allah’a yönelmek ve O’nu zikretmekten geçmektedir. O’nun kaderine rıza gösterip o musibetten dahi bir hayır çıkarabilmektir. “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler” deyip bize şah damarımızdan daha yakın olan ve bir annenin çocuğuna olan merhametinden ve şefkatinden çok daha fazla bir şekilde kullarına merhamet eden Rabbimizin hakkımızdaki takdirine boyun eğmektir. İşte bu takdirde kederler sevince, sıkıntılar feraha, musibet-
ler mükâfata dönüşecektir. İmkânsız görülen şeyler mümküne, düşünülemeyecek veya tahayyül bile edilemeyecek hususlar hakikate dönüşecektir. Bu söylediklerimiz ancak kulun rabbine yönelmesi vesilesiyle ve kendisinin Rabbine yönelmesi oranında Rabbinin de ona iki misliyle yöneleceğinin şuurunda olmasıyla mümkündür. İşte ÇIKIŞ YOLU budur! Dünya ve Ahiret saadetinin anahtarı buradadır! Samimi olanlarla olmayanların ayırd edileceği nokta budur! Arzulanan takva ve verayı ile rızıklanmanın kaynağı budur. Vera duygusundan Allah korkusu peyda olur, Verasız kimse ise kıyamette rüsvay olur. Selâm ve Dua ile.
-------------------------
1. Talak, 2-3. 2. Tirmizi, Kıyamet, 61; Nesâi, Eşribe, 50; Ahmed, Müsned,1/200; Dârimi, Sünen, 2/254. 3. Tirmizi, Zühd, 11 (2317); İbni Mace, Fiten, 12 (3976); Malik, Muvatta, 2/903 (1604); Ahmed, Müsned,1/201. 4. Taberani, el-Kebir,22/197; Ebu Ya’la, Müsned, 7492; Heysemi, Zevaid, 18115. 5. Tirmizi, Kıyamet,61, (2521). 6. Ebu Talip el-Mekki, Kûtul-Kulûb, 2/509. 7. Er-Risâletu’l-Kuşeyriye, s.111. 8. Gazali, İhya 1, 25; 2, 95. 9. Buhari, 3753; İbn Hibban, es-Sahih, 6969. 10. Âl-i İmran, 102.
Vera duygusundan Allah korkusu peyda olur,
17
RABÎU'L-EVVEL 1439
Verasız kimse ise kıyamette rüsvay olur.
| Kapak Dosya
| M. Sadık Türkmen
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN OLUŞUMUNDA
H
amd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Raasulullah’a, onun
ailesine ve ashabına olsun. İnsan dünyaya ilk gözlerini açtığı andan itibaren korunmaya muhtaçtır. Çünkü maddi ve manevi anlamda bir saldırıya muhatap olmaktadır. Onu maddi anlamda dünyaya geldiği anda bu saldırılardan koruyan en büyük etken anne rahminde belirli aşamada gelişme kaydedip mukavemet etme gücü kazanmasıdır. Şayet anne rahminde yeterli gelişme kaydedilmemiş-
KASIM 2017
se yeni doğan yavruyu zor süreçler bekliyor demektir.
18
Doktorlar, bir bebeğin gelişmesinde ilk iki yıl anne sütü ile devam etmesinin çok elzem olduğunu belirtmişlerdir. Özellikle ilk altı ay sadece anne sütü kullanılmasını önemle vurgulamışlar, daha sonraki süreçte iki yıl tamamlanıncaya kadar bebeğin durumuna göre süt ile takviye edilmiş yiyecekler tavsiye etmişlerdir. Yine bu aşamalara riayet edilmemesinin insan ömrünün ilerleyen yıllarında olumsuz etkilerinin görüleceğini belirtmişlerdir. Manen saldırıya uğramaya gelince... Bu uzun bir düşmanlık serüveninin tezahürüdür. Âdem aleyhisselam’a secde etmekle emredilen melekler arasında İblis’in, verilen görevi yerine getirmemesi bu düşmanlığın başlangıcını oluşturmak-
tadır. Dünyaya gelen her insan da bu düşmanlığa ilk andan itibaren muhatap olmaktadır. Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Âdemoğullarından kim doğmuşsa, şeytan o dünyaya geldiği anda mutlaka onu dürtmüştür. O da şeytanın onu dürtmesi neticesinde bağırarak sesini yükseltmiştir. Ancak Meryem ve onun oğlu hariç” (1) İmtihanın bir hikmeti gereği Allahu Teâlâ insanı korumayı ölüm gelinceye kadar bazı sebeplere bağlamıştır. Yine insanın hidayet üzere yürümesini veya bu yoldan eğrilerek başka yollara sapmasını bir takım etkenler belirler. Bu etkenlerin başında takva gelmektedir. Takva, Allah’ın azabından korunmak için kşinin kendisiyle azap arasına bir engel, koruma koymasıdır. Bu durum en bariz şekilde Allahu Teâlâ’nın emirlerini gücü yettikçe insanın yapması ve haramlardan kaçınmasıyla ortaya çıkar. Ferdin zor zamanlarda imtihanı başarıyla geçmesi için kolay zamanlarda takva eğitiminden geçmesi önlemli bir zarurettir. Bu eğitim, hayatın zor virajlarında savrulamamak, ayağın sebat üzere durması ve kulluğu hakkıyla yerine getirmek için kendi etkisini mutlaka ortaya çıkaracaktır. Takva sadece sözde olan ve iddia edilmekle elde edilecek bir durum değildir. Bilakis akide, ibadet, muamelat ve ahlak konusunda müslüman ferdin hassas bir çalışma ve gayretle elde ettiği büyük bir hazinedir. Çünkü insanın misali bir altının misali gibidir. Sarraf altını gördüğü zaman onun sahte olup olmadığını ancak ateşe tutarak anlar. Eğer maden altın ise ateşin ona bir zararı dokunmaz, aksi durumda o maden ateşin gücüne dayanamayacaktır.
leri, işkenceler neticesinde gözlerini ve değişik organlarını yitirmeleri, ateş üzerinde vücütlarından yağlar eriyip dökülünceye kadar tutulmalarına tahammül etmelerini sağlayan etken neydi acaba? Bu direnç ve islam üzerine sebat etme azmi tesadüfen mi elde edilmişti? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashabını davet sahasına yönlendirmeden önce uzun bir süre onları eğitmiş ve yolun meşakketleri konusunda kendilerini bekleyen imtihanlar hakkında malumat vermişti. Daru’l-Erkam’da başlayan bu süreç “Allah’ın yardımı gelip insanların fevç fevç Allah’ın dinine girmeleri”ne kadar başarıyla devam etmişti. Böylece temelde atılan küçük bir takva çekirdeği, düşmanların maddi-manevi tüm saldırılarına mukavemet etmiş ve dünyaya yeni gelen bu dava tıpkı sütünü sağlam emmiş bir bebek gibi kendisini korumuş, tıpkı şeytanın dürtmesinden korunan Meryem ve oğlu gibi Allah tarafından korunmuştur. Meyvelerini de kıyamete
19
RABÎU'L-EVVEL 1439
Ashab-ı Kiram özellikle Mekke döneminde yapılan işkencelere tahhamül göstermelerinin üzerinde çok düşünmek gerekir. Çöllerde sıcak kumlara yatırılıp vücütlarının üzerine ağır taşlar koyulması, mızraklar altında can verme-
Takva, kurtuluş yoludur. Allah ile beraber olmaktır. Bütün hayırları toplayıp tüm şerlerden korunmaktır. Takva, Allah’ı hakkıyla bilip, O’nun koyduğu ölçülere riayet etmektir. Takva, hiç kimsenin görmediği yerde Allah’tan çekinip ona itaat etmek, boyun eğmektir.
va, hiç kimsenin görmediği yerde Allah’tan çekinip ona itaat etmek, boyun eğmektir. Yusuf aleyhisselam’ın Züleyha’ya karşı kendisini
Takva sadece sözde olan ve iddia edilmekle elde edilecek bir durum değildir. Bilakis akide, ibadet, muamelat ve ahlak konusunda müslüman ferdin hassas bir çalışma ve gayretle elde ettiği büyük bir hazinedir.
koruması, İbrahim aleyhisselam’ın ateşten muhafaza edilmesi, Musa aleyhisselam’ın denizi yarıp kendisini ve kavmini kurtarması Allah ile beraber olmanın ve takvanın zirvesi olmuştur. Bunlar aynı zamanda takvanın insanları nasıl muhafaza ettiğine bir nişanedir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah kendisinden korkanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir.” (Nahl, 128) Allah korkusunun en tatlı meyvelerinden biri de şüpheli şeylerden uzaklaşmaktır. Aslında
kadar herkesin istifade edeceği, geniş dalları olan ve herkese cömert davranan bir ağaçta arz etmiştir.
açık günahlardan kaçınma arzusu müminde hadiseleri çok ince bir bakış ile tartma melekesi geliştirir. Artık bu durum öyle bir seviyeye ulaşır ki şüpheli şeyler ve töhmet altında kalma
Takva, kurtuluş yoludur. Allah ile beraber ol-
korkusu onun için haramlardan kaçınmak ka-
maktır. Bütün hayırları toplayıp tüm şerlerden
dar büyük bir makama ulaşır. Rasulullah sallal-
korunmaktır. Takva, Allah’ı hakkıyla bilip,
lahu aleyhi ve sellem
O’nun koyduğu ölçülere riayet etmektir. Tak-
disinde mahzur bulunmayan bir şeyi kendisini
şöyle buyurmuştur: “Kul ken-
mahzurlu bir duruma iter korkusuyla terketmedikçe muttakilerden olma derecesine ulaşamaz.” (2)
Takvaya ulaşmak İslam dinini bilmeye bağlıdır. Çünkü mümin, ancak Allah’ın dinini öğrenip bilir ve bu kendisinde bir ilim meydana getirirse sakınacağı ve yapabileceği şeyleri öğrenir. Cahil insan takva adına dine pek çok yanlışlıklar girdirebilir. Bu yüzden ilim tahsil etmek dahi büyük bir ibadettir. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kulları içinde Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.” (Fatır, 28)
KASIM 2017
-------------------------
1. Buhari 3286, Müslim 2366 2. Tirmizi, Sünen 2451, İbni Mace 4215
20
| Kapak Dosya
Derya Fıçıcı |
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN OLUŞUMUNDA
T
oplumun insan üzerindeki etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Bu etkiyi olumsuz
mânada düşündüğümüzde, cahili toplumlarda fertlerin küfre sürüklenmesi daha kolay olmaktadır. Toplumun sosyal yapısı insanın temiz fıtratını bozar. Kötü, adi düşünceler güçlenir, irade zayıflar. Seyyid Kutup rahimehullah, bu konuyla alakalı Fizilâl-il Kuran adlı eserinde; ‘İnsanlığın hür düşünceye İslam’la kavuşacağını, cihlerinin bilinçlere yapılan baskılar sonucu oluştuğunu’ ifade etmektedir.
Günümüzde ahlaki sapkınlığın artması, her türlü karede insan bilincine yapılan cinsel baskının sonucunun yansımasıdır. Örneğin evde televizyon ekranında bilinçlere yapılan baskı, elimizdeki telefon ekranından biliçlere yapılan baskı, yolda billboardlardaki görüntüyle bilinçlere yapılan baskı, genel olarak ya cinsel içerikli ya da tüketime sürükleyen türdendir. Gerek medya gerek teknolojik
21
RABÎU'L-EVVEL 1439
İslam’la yönetilmeyen toplumun tüm ter-
Anlıyoruz ki yeryüzünde yaşayan insanların yaptıkları tercihler, yaşam tarzları, anlayışları, hiçbiri hür iradeleriyle seçtikleri şeyler değil, bilinçlerine yapılan, gerek tağutların, gerek geleneklerin, beşeri akılların yaptığı baskılar sonucu ortaya çıkar.
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.” (En’am, 116)
"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler." (En'am, 116)
Hz. Nuh aleyhisselam’ın, dokuz yüz elli yıl süren davet sürecinde de insanların pek azının iman ettiğini hatta kendi öz oğlunun dahi bu toplumla beraber felakete sürüklendiğini görüyoruz. Atalarının davrandıkları gibi davranıp Allah’ın emirlerini bir kenara atanlarda yine toplum psikolojisinin etkisini görüyoruz. “Hayır, (onlar) dediler ki: “Gerçekten biz, babalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk. Ve muhakkak ki biz, onların izi üzerinde hidayete erenleriz.” (Zuhruf, 22)
KASIM 2017
Ayrıca her toplumun bir melesi (önde gelen-
22
aletlerle toplumu istediği yere sürükleyen bir
leri) vardır. Onların davranışları, tercihleri de
gücün etkisini görebiliyoruz.
toplumu olumsuz mânada etkiler.
Son yüzyıldır yaşadığımız toplum, gerek eği-
“Onun kavminden; kendilerine dünya ha-
tim sistemiyle, gerek medya üzerinden yapı-
yatında rızık verdiğimiz halde küfr ederek
lan baskılar sonucu ortaya çıkan aynı format
ahirete kavuşmayı yalanlayan ileri gelenler
ve düşüncede ‘insan nasıl yetişir?’ sorusuna,
dediler ki: Bu, sizin gibi bir beşerden başka
günümüz toplumu cevap olarak karşımızda
bir şey değildir. Sizin yediklerinizden yiyor,
duruyor.
içtiklerinizden içiyor.” (Mu'minun Suresi, 33)
Örneğin din adamları ruhbanlaştığında halk tabakasında da bu görülür. Ya da din adamları dünyevileştiğinde aynı şekilde toplum da dünyevileşir. Buraya kadar ki tespitlerimizde toplumun yani çevrenin insan üzerindeki olumsuz etkilerini kısaca dile getirdik. Ancak doğru yaşayan, hak üzere yaşayan bir topluluk da aynı şekilde çevresini etkisi altına alabilir. Yine Seyyid Kutup rahimehullah, davet metodunda en etkili yöntemin bu olduğunu bize ifade ediyor. Ciltler dolusu kitapların basılmasındansa, yüzlerce konferansın yapılması veya dergilerin çıkarılmasındansa, İslamı yaşayan, hayatına geçiren bir sokağın, bir mahallenin etkisinin bütün bunlardan daha fazla olduğunu bildiriyor. Davette etkili yöntemin, hayata geçirilmemiş satırlar veya hayata geçirilmemiş sözler değil, hayata geçirilmiş, amel edilmiş bir dinin etkili olacağını anlıyoruz.
Müminler sokakları, mahalleleri, şehirleri kuşattıklarında küfrün kokuşmuş yüzü öyle bir ifşa olacak ki, çocuklar bile onların sahtekar ve yalancı yüzlerini görecekler.
ifşa olacak ki, çocuklar bile onların sahtekar ve yalancı yüzlerini görecekler. Mümin kadınlardan ve kızlardan iffetli bir top-
Günümüzde kitapların çok olması veya İslamı anlatan, ifade eden, kürsülerden konuşan, hitap eden kimselerin çok olması toplumu etkilemiyor.
luluk oluştuğunda,
Ne zaman ki okuduklarımızı İslam davetçileri olarak hayatımıza nakış nakış işleyeceğiz, anlattıklarımızla ihlaslı bir şekilde amel edeceğiz, o zaman kalpler bizimle birlikte olacak, o zaman kalplerin kapıları açılacak inşallah.
ran, hidayeti gösteren birer ışık olduklarında,
Ne zaman ki sokaklarda iffetli ve izzetli insanlar dolaşacak, insanlar da o iffetli ve izzetli insanların peşinden gidecek.
Müminler sokakları, mahalleleri, şehirleri kuşattıklarında küfrün kokuşmuş yüzü öyle bir
Görünüşü, yürüyüşü, her haliyle İslamı haykı-
Küffarın çirkin, kötü oyunlarına aldanmış, karanlıklara gömülmüş, bir çıkış yolu arayan kadınlara, genç kızlara örnek olup ellerini uzattıklarında, yaşayan ahlakın toplum üzerindeki etkisini göreceğiz. Ey kardeşim..! Dilimizin anlatma kabiliyeti olmasa da, cafcaflı sözler, cümleler kuramasak da, insanlara sunacak bir servetimiz olmasa da, İslam ahlakını kuşandığımızda, bizim o toplum içindeki varlığımız insanları İslama davet edecektir. Selam ve dua ile...
23
RABÎU'L-EVVEL 1439
O izzetli ve iffetli şahsiyetler, insan ruhuna, tağutların renkli, aldatıcı medyalarından vallahi daha etkili olacak.
İslam ahlakını hayatlarına geçirdiklerinde,
| Kapak Dosya
| Ümit Şit
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN OLUŞUMUNDA
Ş
ahsiyet, bir ferdin toplum içerisinde sergilediği davranışlar ve alışkanlıklar bütünü-
rallarını, kanunlarını belirlemiştir. Ya da hayat-
dür. Alışkanlıklar ve davranışlar ise her top-
olan yaşam biçimi o kişinin veya toplumun di-
luma göre değişmektedir. Bir ferdin davranış
nini yani inancını belirlemiştir. Kimse bu dün-
ve alışkanlıklarını ferdin inancı belirler. Bu
yada zorla inanmadığı şekilde yaşamamaktadır.
inanç, kişinin ve toplumun yaşam tarzı ve ha-
Herkes kalbindeki ve aklındaki inancı hayatına
yat nizamı ile aynı eş anlamdadır. Her ne ka-
yansıtmıştır. Bu yansımalar kişinin davranışla-
dar dünya da inanç ve yaşam tarzları bir ara-
rını, tutumlarını, alışkanlıklarını ve değerleri-
ya getirilmese de kökene ve toplumda açığa
ni belirleyerek kişiye özgü bir karakteri yani
çıkan fiiliyat yönüyle bakıldığında inanç yani
şahsiyeti oluşturmuştur. Şahsiyetler inançlar
din yaşam tarzını belirler.
doğrultusunda değişmekte ve kişi toplumda bu
Tersi olarak bakıldığında ise yaşam tarzı kişilerin ve toplumların inançlarını belirlemiştir.
KASIM 2017
Basit bir açıklamayla dillendirecek olursak, ya
24
taki en küçük fiilinden en büyük fiiline kadar
şahsiyet kimliği ile tanınmaktadır. Bu şahsiyet kimliğinin vermiş olduğu davranışlar ile toplumda etkileşime ya da çatışmaya girmektedir.
kişinin dini (inancı) dünya hayatındaki en kü-
Toplumda şahsiyetsiz olarak lanse edilen kişi-
çük fiilinden en büyük fiiline kadar hayat ku-
ler aslında o toplumun kabul gördüğü inancın
tersinde hareket ettiği için bu ünvanı almıştır. Aslında kendi gibi inananların yanında belki de en şahsiyetli kişi unvanını almaktadır. Örneğin bir komünist şahsiyeti ile bir kapitalist şahsiyeti bir değildir. Bu yüzden bu iki karakter arasında şahsiyet çatışması vardır. Bir müslümanın şahsiyeti ise hem komünist hem de kapitalist şahsiyetleri kabul etmemekte ve çatışmaktadır. Bir komünistin şahsiyetini inandığı din olan komünizm ve kutsal kitapları olan marksın komünizm manifestosu belirlerken, kapitalistlerin şahsiyetini inandıkları din olan demokrasi ve kutsal kitapları olan laik-çoğulcu yasalar belirlemektedir. Müslüman şahsiyetini ise dinimiz İslam ve kutsal kitabımız olan Kuran’ı kerim belirlemektedir. müslüman olarak şahsiyetimizi İslam dininin sahibi olan Allahu Teâlâ belirlemektedir. Diğer dinler de de insanların ilah olarak kabul ettiği kişiler, nesneler ya da kurumlar belirlemiştir. Biz müslüman olarak şahsiyetimizi tek ve hak ilah olarak iman ettiğimiz rahman ve rahim olan Allah’ın bize vermiş olduğu emir ve yasaklar doğrultusunda belirlemekteyiz. İslam’a muhalif olan her ideoloji, gelenek, örf ve adetleri kabul etmemiz müslüman şahsiyetimize vurulan bir darbe olacaktır. Şüphesiz İslam bir yaşam tarzı olduğundan hayattaki her şeyi içinde barındırmaktadır. Kuran’ı kerimde Allah ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “…Bugün dininizi kemale erdirdim. Nimetimi üzerinize tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı razı olup seçtim” (1)
çıkarmaya çalışmak anlamına gelmektedir. İslam’ı öğrenmek ise kuranı teşkil eden sure ve ayetlerin öğrenilmesine, sünneti teşkil eden hadislerin öğrenilmesine ve İslam âlimlerinin bu iki kaynaktan beslenerek ortaya koydukları fıkhi hükümlerin öğrenilmesi demektir. Bu öğretilerin bütününe ise ilim denir. Müslümanların ilimlerinin kaynağı ilahidir. Hiçbir insan ve yaratılmış mahlûkatın fikir yapısını kaynağında barındırmaz. Bu yüzden dünyadaki her bilgiden, madenden ve en değerli nesneden bile daha önemli ve değerlidir. Çünkü bu ilimin öğrenilmesi ve amel edilmesi durumunda Allah’ın rızası kazanılarak asıl olan kalıcı bir geleceğe yatırım yapılmaktadır. İlim peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile tamamlanmıştır. İlk ilim insanlığın atası ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’e aleyhiselam, Allah tarafından öğretilmiştir. Bu durum Kuran’ı kerimde şöyle geçmektedir: “Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti…” (2)
25
RABÎU'L-EVVEL 1439
Allahu Teâlâ İslam’ı tamamladığını buyururken; hayattaki her davranışın, tutumların, alışkanlıkların, kanaatlerin, imajların, tarzların, değerlerin ve ibadetlerin sınır ve ölçülerinin belirlenip tamamlandığına ve kıyamete kadar güncellendiğine işaret etmektedir. Bu yüzden İslam’ın içine en ufak bir ekleme ya da çıkarma yapılması İslam’a yapılan bir saldırı olarak nitelenir. İslam’ı kemal mahiyetinde öğrenmek, kavramak ve yaşamak imanı kemal derecesine
Herkes kalbindeki ve aklındaki inancı hayatına yansıtmıştır. Bu yansımalar kişinin davranışlarını, tutumlarını, alışkanlıklarını ve değerlerini belirleyerek kişiye özgü bir karakteri yani şahsiyeti oluşturmuştur.
Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh rivayet ettiği hadiste ise “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Allahu Teâlâ Hazretleri, Hz. Âdem’i kendi sureti üzere ve boynunu da altmış zira olarak yaratınca: “Git, şu oturan meleklere selam ver, onların seni nasıl selamlayacaklarına da dikkat et, dinle. Zira o selam, senin ve zürriyetinin selamı olacaktır.” dedi. Bunun üzerine Hz. Âdem onlara gidip: “Esselamü aleyküm!” diye selam verdi. Melekler: “Esselamü aleyke ve rahmetullahi.” dediler ve selama mukabele ederken “ve rahmetullahi’yi” ilâve ettiler. Cennete her giren Hz. Âdem suretinde (ve boyu da altmış arşın boyunda) olacak. Halk şu ana kadar (boyca) hep eksilmektedir.” (3) Âlimler bu hadisin şerhinde şöyle dediler: “Git şu topluluğa selam ver; seni neyle selamlayacaklarını iyi dinle” sözünde meleklerin Âdem’den aleyhiselam uzakta bulundukları bildirilmektedir. Ve yine bu hadisi şerifin muktezasında ilim tahsili için bir çaba içine girilmesine ve bunu ilk yapan kişinin de âdem aleyhiselam olduğuna dair delil vardır. (4)
KASIM 2017
Ayet ve hadise dikkatlice bakıldığında ilim kaynağının asıl sahibinin Allah Subhana ve Teâlâ olduğunu idrak etmekteyiz. Allahu Teâlâ, Âdem’i aleyhiselam nasıl ki meleklere gönderip bir çaba içine girmesini emretmiş ise bizim de aynı şekilde ilme giden yolda bir çaba vermemizi istemektedir. Muhakkak ki zaten ilimi bize pey-
gamberleri aracılığıyla göndermekte ve yarattığı muazzam kâinat ile delillendirmektedir. Bizim Allahu Teâlâ’ya göstereceğimiz şey ilme ulaşmak için harcadığımız çaba ve yine Allah'a sunulacak olan samimiyetimizdir. İlim uğrunda verdiğimiz çaba ve samimiyet Allah’ın rahmetini ummamıza sebebiyet verir. Hem de elde ettiğimiz ilimle kalbimiz yakin bir ilme ve böylelikle yakin bir imana sahip olur. İlim iman ağacını içimizde büyütürken, her bir meyvesi müslüman şahsiyetimizdeki sabır, şükür, tevazu, cömertlik, fedakârlık gibi erdem meyvelerine dönüşmektedir. Ancak bu meyvelerin tatlarının lezzetleri kişiden kişiye göre değişmektedir. Günümüz ile eski zamanlardaki müslümanlara bakıldığında ilim tahsilinde meşakkatin boyutu arttıkça, ilimden alınan hazzın boyutu da artmakta, hazzın boyutu arttıkça imanın verdiği zevkte artmaktadır. İmanın verdiği zevkin artmasıyla da davranışların ve alışkanlıkların hassaslığı ve kalitesi de doğru orantı ile artmaktadır. Böylelikle müslümanın şahsiyeti de buna göre değişmektedir. Günümüzde bazı müslümanlar, ilim ile şahsiyetinin değerini arttırırken, bazı Müslümanların ise şahsiyetleri zedelenmektedir. Bu durumun en bariz sebebi öğrenilen ilim ile amel edilmeyişinden kaynaklanmaktadır. İlim müslüman bir şahsiyetin şekillenmesinde temeli oluşturur. Bu yüzden ilim amel edilmek için vardır. Amel edilen ilim tevazu sahibi bir şahsiyet oluştururken, amel edilmeyen ilim, sahibini kibir ehline dönüştürebilir. İlim amel etmeyi gerektirir aksi halde büyük bir vebal altına girilerek müslüman şahsiyetimizde bir eksiklik ve yara açmaya sebebiyet verir. Nitekim Ali radıyallahu anh den Bir gün adamın biri Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu: “Ya Rasûlallah cahilliği benden ne giderir? Dedi ki: “İlim giderir. Adam bu sefer “peki, ilmin mesuliyetini benden ne giderir?” deyince, Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem: “Onunla amel etmek” buyurdu. (5) İlimle amel edilmediği takdirde geçmişte ve günümüzde hâsıl olan bazı davranış ve tutumların
26
şahsiyetlere nasıl bir darbe indirdiğine ne yazık ki şahit olmaktayız. Amel edilmeyen ilim ile övünüp cedelleşmek, Kuran’ı kerimi amel etmek için değil de okunup dünyalık menfaat beklemek, fıkhi ilimlerde derinleşerek ibadete yansımaması durumu, hadis ezberlemenin iftihar etme arzusuna dönüşmesi, etrafında insanların toplanmasından gurur duymak gibi birçok çirkin kalbi ve ameli fiiliyatlar müslüman şahsiyetine saplanan oklardır. Bu duruma düşmemek için öğrenilen ilmin pratik hayatta karşılığını bulması gerekmektedir. Sonuç olarak; Müslümanın şahsiyeti bir ağaca ya da bir binaya benzer. Müslüman şahsiyetin oluşmasında ilim bir ağacın kökü ya da bir binanın temeli misalidir. Ağacın büyümesi için sulanması ve bakımının yapılması gerektiği gibi binanın da inşa edilmesi için gereken materyal ve çabalar gerekmektedir. Bu benzetme ilmin kökte ya da temelde kalmayıp amel ile dallanıp budaklanması durumudur. Böylelikle ilmin şahsiyetimizdeki yansımaları toplumun faydalanacağı meyveler durumuna ya da insanların barınacağı odalar durumuna erişecektir. Bir müslüman şahsiyetiyle; rabbine, nefsine, anne ve babasına, eşine, çocuklarına, akrabalarına, komşularına, kardeş ve arkadaşlarına, içinde yaşadığı topluma karşı ideal bir insan olarak görevlerini tam olarak yerine getiren bir örnek teşkil edecektir. Ancak amel edilmeyen ilim ise müslüman şahsiyetimizden meyveler koparacaktır. Bu durum ile alakalı Ebu Mûsâ el-Eş ‘ari radıyallahu anh’den rivayet edilen hadiste, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (6)
-------------------------
1. Maide, 3.ayet 2. Bakara, 31. Ayet 3. Buhari, Müslim 4. İlim Yolunda- sayfa 13 5. Bkz: Camiu Beyani’l İlmi ve Fadlih 1282, İbn Abdilber 6. Buhari, İlim 20; Müslim, Fezâil 15
27
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su
Müslümanın şahsiyeti bir ağaca ya da bir binaya benzer. Müslüman şahsiyetin oluşmasında ilim bir ağacın kökü ya da bir binanın temeli misalidir. Ağacın büyümesi için sulanması ve bakımının yapılması gerektiği gibi binanın da inşa edilmesi için gereken materyal ve çabalar gerekmektedir. Bu benzetme ilmin kökte ya da temelde kalmayıp amel ile dallanıp budaklanması durumudur. Böylelikle ilmin şahsiyetimizdeki yansımaları toplumun faydalanacağı meyveler durumuna ya da insanların barınacağı odalar durumuna erişecektir.
| Kapak Dosya
| Ahmet İnal
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN OLUŞUMUNDA
Ş
ahsiyet; bir ferdin kendine has görüntü, duygu, düşünce ve davranışlarının tamamı-
Şahsiyet ve karakter ile alakalı olarak dikkate
dır. Bir diğer deyişle; şahısla alakalı akla gelebi-
taraflı olup iyi ve kötüye delalet etmemesidir.
lecek unsurların tümüne birden verilen addır.
Tek başlarına kullanıldıklarında nötr olan bu
Halk arasında “karakter” ile aynı anlamda kul-
kavramlar kendilerine eklenen ek ve kelimeler-
lanılmakla birlikte aralarında bazı farklılıklar
le renk kazanırlar. Şahsiyetsiz kişi, İslami şah-
vardır. Şahsiyet kavramında insanın bütün var-
siyet, iyi karakterli, karaktersiz kişi vs...
lığı ve mahiyeti akla geldiği halde karakter ke-
Allah celle celaluhu Kur’an-ı Kerim’ de bizlere
KASIM 2017
limesinde cüzi, parçacı bir durum söz konusu-
28
değer bir diğer husus ise bu kelimelerin çift
birçok insan tiplemesi sunmuş ve bunlardan
dur. Mesela sertlik bir karakterdir, ama kişinin
bazılarının isimlerini özellikle bildirmiştir. Ara-
şahsiyeti hakkında bize tam bir malumat ver-
larındaki küçük farklılıklar dikkate alınmaksın
mez. Bir insana eli açık olduğu için “cömertlik
yapılacak genel bir tasnifle, bu tiplemelerin “İs-
“karakterini uygun bulabiliriz, ama bu vasıf
lami ve Gayri İslami Şahsiyetler” olarak ayrıldı-
üzerinden onun şahsiyeti hakkında sağlıklı bir
ğını görürüz. Allah celle celaluhu bu iki farklı
yorum yapamayabiliriz. Çünkü sert bir insan
şahsiyet örneği üzerinden “razı olduğu kul port-
her daim kötü olmayacağı gibi cömert bir insan
resini” bizlere sunmuş Gayri İslami olanının
da daima iyi olacak şeklinde bir kaide yoktur.
akıbetini bildirerek de bizleri uyarmıştır.
İslam gerek akidesiyle gerek metot ve hareket tarzıyla diğer bütün din ve ideolojilerden ayrılarak kendisine has olan yapısını korur. Bunun yanı sıra müntesiplerine “Rabbani bir şahsiyet” sunar ve onlardan bu şahsiyete sahip olmalarını, onu korumalarını ister. Bunun içindir ki Allah celle celaluhu kitabında ”Ey iman edenler! Küfredenler gibi olmayın” (1), “Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini unuttuğu kimseler gibi olmayın” (2), “kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın” (3) buyurarak bizlere ayrı bir hüviyet kazandırmıştır. Hz. Musa ile Firavun arasında geçen olaylarda, rablerinin apaçık delillerini görüp hemen iman eden ve biraz önce düşmanı oldukları Hz. Musa’yla aynı safta yer alıp bambaşka şahsiyetlere dönüşen sihirbazları, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürme amacıyla yola çıkıp Müslüman olarak dönen Hz. Ömer’i, yol kesici durumundayken rabbinin rahmetiyle hidayet bulup Kâbe’nin önünde Kur’an okuyan ve ölesiye dövülen Ebu Zer’i hatırladığımızda İslami Şahsiyetin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu rahatlıkla anlarız.
Şahsiyet, zihniyet ve nefsiyetten oluşur. Zihniyet; düşünce yapısı, bir şeyi idrak etme keyfiyetidir. Nefsiyet ise duygu ve arzulara bağlı olan eylemlerdir, yani eğilimlerimizdir. Bir kimseye Müslüman Şahsiyeti diyebilmemiz ancak o kişinin düşünce ve eğilimlerinde sadece İslam’ı referans almasıyla mümkündür.
Şahsiyet, zihniyet ve nefsiyetten oluşur. Zihniyet; düşünce yapısı, bir şeyi idrak etme keyfiyetidir. Nefsiyet ise duygu ve arzulara bağlı olan eylemlerdir, yani eğilimlerimizdir. Bir kimseye Müslüman Şahsiyeti diyebilmemiz ancak o kişinin düşünce ve eğilimlerinde sadece İslam’ı referans almasıyla mümkündür. Eğer bir kimse İslam’ın öngördüğü şekilde düşünüyor, tüm fiilleri için sadece İslam’ı tanzim edici bir ölçü olarak kabul ediyor, bunun yanı sıra arzu ve isteklerini de şeriatla şekillendiriyorsa bu kişi İslam Şahsiyetini haizdir artık.
Şüphesiz ki; nefsiyet ve zihniyetiyle kâmil manada Allah'a teslim olarak İslami şahsiyetin zirvesini oluşturan kişi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve O'nun mübarek tedrisinden geçen ashabı kiramdır. Allah celle celaluhu “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(4) buyurarak kıyamete kadar gelecek olan tüm müminler için Hz. Peygamber’i emsalsiz örnek şahsiyet olarak sunmuş; Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde iman ve itaatlerini överek de As-
29
RABÎU'L-EVVEL 1439
Öyleyse, bizi dışımızdakilerden farklı kılan, hayatımızda yüz seksen derecelik dönüşümü sağlayan İslami Şahsiyet nedir ve bu şahsiyet hangi dinamiklerden müteşekkildir sorularına karşılık bulmalıyız.
İslami şahsiyeti oluşturan dinamiklere gelecek olursak bu hususta sabır, şükür, tevekkül, takva, ihlas, zühd, tevazu, şecaat, kanaat, sadakat vs. birçok unsur sıralayabiliriz. Ancak biz bu yazımızda İslami şahsiyetin teşekkülünde çok önemli bir yere sahip olan "tefekkür" meselesi üzerinde yoğunlaşacağız inşallah.
KASIM 2017
hab-ı Kiram’ın üstün şahsiyetini tescillemiştir. Bu bakımdan, Onların mübarek hayatlarını inceleyen bir okuyucu karşılaştığı eşsiz tablolara hayran kalmaktan kendini alamayacaktır. Öyleyse hiç tereddütsüz diyebiliriz ki; şahsiyetini Müslümanlaştırmak isteyen, Allah’ın boyasıyla boyanmaya, hayata rabbani bir açıyla bakmaya talip olan her kim varsa bilmelidir ki; arzuladığı bu hedef Rasûlullah’ın ve O’nun nadide öğrencilerinin hayatlarında kemal boyutunda tecelli etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nübüvvet öncesinde temiz bir hayatla nimetlendirilmesinden sonra peygamberliğe hazır bir hale getirilmesi ibadetlerin özü sayılan “tefekkür” ile gerçekleşmişti. Bu tertemiz hayattan nübüvvetle şereflenmiş yeni bir hayata geçiş sürecinde O’na halvet sevdirilmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman yalnız başına Hira mağarasına çekilir, azığını da beraberinde götürdüğü için hiç ayrılmadan günlerce orada Allah’ın rızasını arayan tertemiz fıtratıyla Cenab-ı Hakka ibadet eder, dua ve niyazda bulunurdu. Daha peygamberliğin gelmediği, iman nedir, kitap nedir bilmediği bu dönemde yaptığı ibadet; dua ve tefekkürden ibaretti. O, şehirden uzak ama semavatın aydınlığına yakın, baktığında gökyüzünü rahatça müşahede edebileceği bu sessiz mekânda Allah’ın
30
mülkünü ve saltanatını tefekkür ediyor, sanatının acayipliğine ve kudretinin büyüklüğüne hayret ediyordu. İşte bu tefekkür eğitimi ile insanların saplanıp kaldığı şirk ve küfürden kalbini uzak tutuyor ve Allah’tan gelecek hakikatlere gönlünün kapılarını sonuna kadar aralıyordu. Bu anlatılanlar neticesinde varılmak istenen sonuç; Rasûlullah için her şeyin aslında tefekkür ile başlamış olmasıdır. Çünkü risaletin başlangıç yeri olarak kabul edilen Hira mağarası tamamen “tefekkür” ibadetinin bir tezahürüdür. Ancak buradaki tefekkürün kevni ayetler üzerinden Allah’ın kudretini düşünmekle sınırlı olduğunu da dile getirmek gerekir. Çünkü nübüvvetten bağımsız bir tefekkür sınırlı olup gelebileceği en ileri nokta da burasıdır. Rasûlullah’ın mahdud olan bu tefekkür dünyası, kendisine risalet gelince, İman- cennet ve cehennemin hakikati, melek ve cinler âlemi, gayba dair farklı malumatlar, insanın yaratılışı vs. konularla birlikte yeni açılımlar yaşamıştır. Böylece, nübüvvetten önceki dönemden kalan bir miras olarak görülen tefekkür ibadeti Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hayatının kalan kısmında da büyük bir önemle yerini almıştır. Risalet öncesi dönemde Halvet ya da Tehannüs olarak isimlendirilen bu ibadet peygamberlik sonrası dönemde karşımıza İtikâf olarak çıkmıştır. İşte bu açıdan, Müslümanlar olarak günümüzün unutulan sünneti olan bu ibadetin Rasûlullah’ın hayatındaki önemini idrak etmemiz ve tekrar ihya etmemiz büyük bir vazife olarak karşımızda durmaktadır. Rasûlullah’ın tefekküre verdiği önemi anlama açısından Hz. Aişe annemizin dilinden dökülen şu olaya kulak vermek yeterli olacaktır. “Ata diyor ki: Aişe radıyallahu anha'ya sordum: "Rasûlullah’a gördüğün en acayip şey ne ise onu bana haber ver?" Aişe radıyallahu anha: "Rasûlullah’ın hangi durumu vardır ki, o acayip olmasın. O, bir gece hücreme geldi, yatağıma girdi. Yatağa girdikten sonra:
"Ey Aişe, yakamı bırak ki, Rabbime kulluk yapayım" dedi. Kalktı, abdest aldı, ayakta durup namaz kıldı. Ağladı. Gözyaşları mübarek göğsünün üzerine akıyordu. Sonra rükûa vardı, ağladı. Sonra secdeye vardı, ağladı. Secdeden başım kaldırdı, ağladı. Böylece Bilal sabah ezanını okumak üzere gelip Peygambere namaz vaktinin geldiğini haber verinceye kadar namaza ve ağlamaya devam etti. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Rasûlü, seni ağlatan nedir? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir" dedim. Veya bu sözü Bilal sordu. Peygamber: "Ben Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?" diye cevap verdikten sonra: "Niçin ben bunu yapmayayım. Oysa bu gece benim üzerime "Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelmesinde kesinlikle akıl sahihleri için yaratanın varlığına delalet eden birçok deliller vardır" (5) ayeti inmiştir. Peygamber bu ayetleri okuduktan sonra: "Bu ayetler ve bu ayetlerin belirtmiş oldukları nesneler hususunda düşünmeyenin vay haline" dedikten sonra "ona veyl olsun" dedi.” (6)
(Bakara, 164)
ra) Fırat nehri sahilinde büyük bir kireç ocağına uğradı. Ocağın ortasında alevlenen ateşi görünce Abdullah, "Bu, kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır." ayetini okudu. Rebi İbn Haysem bayılıp yere düştü. Onu ailesine, evine taşıyıp götürdüler. Abdullah öğleye kadar başını bekledi, fakat ayılmadı.” Esasında Ashab-ı Kiram’ın sergilediği bu davranışlara hayret etmemek gerekir. Çünkü imanı anne babadan miras almayıp tamamen kalbi tefekkürden geçirerek elde etmiş insanların bu hale bürünmeleri normaldir. Normal olmayıp hayret verici olan asıl durum ise iman ettiğini söylemekle birlikte Allah’ın ayetlerini okuduktan sonra kalplerinde
31
RABÎU'L-EVVEL 1439
Rasûlullah’ta ki bu tefekkür hali O’nun dizinin dibinde yetişmiş, imanı ve tefekkürü ondan öğrenmiş Ashab-ı Kiramda da vardı. Kâinatı, özellikle de Kur’an ayetlerini öylesine iman ve tefekkürle kalplerine yerleştiriyorlardı ki okudukları Kur'an'ı dinlemek için arştan melekler iniyordu.(7) Cenneti ve cehennemi sanki gözleriyle görmüşçesine tefekkür ediyorlar ve cenneti arzulayıp cehennemden Allah’a sığınıyorlardı. Öyle ki; Kur’an’da geçen azap ayetleri üzerine baygınlık geçirdikleri oluyordu. “... Ebu Vail’den rivayetle o, şöyle anlatıyor: Abdullah İbn Mes’ud ile beraber çıktık. Rebi İbn Haysem de bizimle birlikteydi. Bir demirciye uğradık. Abdullah ateşteki bir demire bakarak durdu. Rebi İbn Haysem de ona baktı ve düşecek gibi yana eğildi. Abdullah (daha son-
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır."
"..Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (Rad, 2-3)
neredeyse hiç bir kıpırtı meydana gelmeyen, ruhsuzlaşmış, hissizleşmiş günümüz Müslümanları için geçerlidir. İşte bu açıdan Rasûlullah’ın inen ayetlerle bu şahsiyetleri nasıl yetiştirdiğini, bu insanların böylesi bir imana nasıl sahip olduklarını nefislerimize yeniden
KASIM 2017
hatırlatmamız gerekiyor.
Ashab-ı Kiram’ın şahsiyet/iman inşası özellikle Mekke döneminde gerçekleşmişti. Allah celle celaluhu bu dönemde öncelikle, iman etmelerine mani olan “atalar kültürü” nü tekrar gözden geçirip yeniden düşünmelerini ve ne kadar yanlış bir inanç olduğunu idrak etmelerini sağlayacak ayetler inzal buyurdu. “Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (Bakara, 170) “Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Rasûl’e gelin” denildiği vakit, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter” derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” (Maide, 104) “Ne onların (Allah evlat edindi, diyenlerin), ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.” (Kehf, 5) Ashab-ı Kiram indirilen bu ayetlere muhatap oldu. Allah’ın bu kelamı onlara yol gösterince ataların kokuşmuş dinlerinden yüz çevirerek iman nimetine eriştiler. Böylece yeni inen her bir ayet onları atalarının dininden daha da uzaklaştırdı. Ancak, ataların yolunu terk etmek tek başına yeterli değildi. Bu sadece “La ilahe” sözünü söylemekti. Devamında ise “İllallah” sözünün kalplerde yankılanması gerekiyordu. Bu amaçla da Allah’ın ilah olduğunun en büyük delillerinden olan kevni ayetler nazil oldu peş peşe. Gelen ayetler ile Ashabın gözleri kâinatta mükemmel bir şekilde işleyen ilahi nizama çevrildi. “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki topra-
32
ğı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.” ( Bakara, 164) “Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip ayetleri açıklamaktadır.” Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rad, 2-3) Allah celle celaluhu basiretsizce saplanıp kalan değil tefekkür edip iman nurunu yakalayan bir toplum istiyordu. Bu toplum düşünen bir toplum olacaktı. Bu toplumda düşünmeyen, körü körüne bir şeylere bağlananlara yer yoktu. İşte bu durum Mekke’de inen birçok ayete konu oldu. Allah’ın istediği şekilde tefekkür etmeyen kimseler ise şiddetle eleştirildi. “Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?” (Müminün, 68) “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed, 24) “Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret almıyor musunuz? “ (Hud 24)
Ben, bir, iki, üç değil birçok sahabeden dinledim, derlerdi ki: "İmanın ziyası veya İmanın nuru tefekkürdür."
Okuyucu burada kendisine sorabilir: “Allah azze ve cellenin Mekke döneminde tefekküre bu kadar önem vermesi, tefekkürün neredeyse her Mekki surede karşımıza farklı surette çıkmasının hikmeti ne olabilir acaba? Kâbe gibi muazzam bir ibadethanenin putlardan temizlenmesinin yolu neden kâinatı, insanı, bitki ve hayvanları tefekkür etmekten geçiyor? Bu vb. soruları bir hikmet arayışı olması hasebiyle garipsememekle birlikte büyüklerimizin sözleriyle cevaplandırmak istiyoruz: İbn Ebi'd- Dünya, Amr b. Kays'tan rivayet ediyor: "Ben, bir, iki, üç değil birçok sahabeden dinledim, derlerdi ki: "İmanın ziyası veya İmanın nuru tefekkürdür." İbn Sa'd, İbn Avn kanalıyla rivayet ediyor: "Ümmü Derda'dan Ebu Derda'nın en üstün ibadeti nedir?" diye sordum. O da cevap olarak: "Tefekkür ve ibret almaktır" dedi. Ebu Şeyh, İbn Abbas’tan rivayet etti: "Bir saat tefekkür, bir gece sabaha kadar ibadet etmekten daha hayırlıdır." (8)
33
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da insanlara. her türlü misali verdik. Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik.” (Zümer, 27-28)
İbn Ebi'd- Dünya, Amr b. Kays'tan rivayet ediyor:
gösterir. Neticede birisine ibadet derken diğerine beyin jimnastiği demekten öteye geçemeyiz. Tefekkür ibadetinin özünü ifade etmek maksadıyla üstad İbn Kayyim’in sözlerine yer vererek yazımızı tamamlıyoruz: En hayırlı düşünce şudur: 1- Ahireti ilgilendiren maslahatları düşünmek 2-Bu maslahatları elde etmenin yollarını aramak 3- Ahiretle ilgili mefsedetleri düşünmek Kaynaklarımız bu minvalde söylenmiş sözler
4- Bu mefsedetlerden uzaklaşmanın yollarını
ve yaşanmış olaylarla doludur. Tüm bunlar-
aramak
dan anlaşılan husus, Ashab’ı Kiram’ın gözünde imanla tefekkürün neredeyse eş değer olduğudur. Zira daha önce bahsi geçtiği üzere, o insanların imanlarına giden yol tefekkürden geçmiştir. Ancak, ashabı kiramın neredeyse iman mesabesinde gördüğü tefekkür anlayışıyla günümüzde yanlış algılanan tefekkür
İşte bu 4 temel rukün fikirlerin en yücesidir. Bunların ardından 4 rükûn daha gelmektedir. 1-Dünya maslahatlarını düşünmek 2- -Bu maslahatları elde etmenin yollarını aramak
anlayışını ayırt etmemiz gerekir. Çünkü bir-
3- Dünyanın mefsedetlerini defetmeyi düşün-
çok insan tefekkürün faziletinden kastedilen
mek
maksadın mücerret bir düşünme egzersizi olduğu kanısındadır. Oysa ki, ayetlerde anlatılan ve sahabelerin hayatlarında müşahhaslaşan tefekkür, beyin jimnastiği olmaktan çok
4- Bu mefsedetlerden uzaklaşmanın yollarını aramak. (9) Velhamdülillahi rabbil âlemin.
daha öte beraberinde semeresini de getiren başlı başına bir ibadettir. Yani tefekkürde asıl amaçlanan nokta, daha doğmadan ölmüş bir
-------------------------
fikir değil, tatbik edilerek hayat bulmuş zihni bir çabadır. Düşünce dünyasında konumlanmış fikri bir çabanın hayat bulması ise; sahibinde bir ilim meydana getirmesi, bu ilmin neticesinde kişinin kalbinde farklı haller doğması ve akabinde pratize edilerek amele dönüşmesi şeklindedir. İşte tam bu noktada
KASIM 2017
İslam’ın öngördüğü düşünmeyle felsefenin sunduğu düşünme arasında farklılıklar baş
34
1. Âl-i İmran Suresi, 156. Ayet. 2. Haşr Suresi, 18-19. Ayet. 3. Âl-i İmran Suresi, 105. Ayet. 4. Ahzab Suresi, 23. Ayet. 5. Âl-i İmran Suresi, 190-191. Ayet. 6. İbn Hibban, Sahih, II,386. 7. Bkz. Useyd b. Hudayr'ın Kur'an okuyuşu. 8. Bkz. İbnü'l -Cevzi, Minhacü'l-Kasidin ve Müfidü's-Sadikin, Kitabü't-Tefekkür. 9. İbn Kayyim, Fevaid, I, 198.
İKİNCİ EBU HANİFE:
| İslâm Önderleri
Cihan Malay |
ŞEYHÜ'L İSLÂM EBUSSUÛD EFENDİ (1490-1574)
35
RABÎU'L-EVVEL 1439
“Âleme beyhude bakma, eyle imân-ı nazar, Sun’i üstâd-ı ezelde, nâzır-ı ibret gibi. Her biri zerrât-ı ekvânın lisân-ı hâl ile, Keşfeder sırr-ı cihanı hâtik-i hikmet gibi.” (Ebussuûd Efendi’nin Bir Dörtlüğü)
Hayatı
A
sıl adı Muhammed bin Muhyiddin bin Muhyiddin olan Ebussuûd’un, Arapça kökenli bir kelime olan Ebussuûd künyesini niçin aldığı konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Dedeleri ise Türkistanlı olup Semerkand’dan Anadolu’ya gelmişlerdir. Ebussuûd’un babası Şeyh Yavsi Muhyiddin Muhammed el-İskilîbî (İskilip'te medfundur), meşhur bilgin Ali Kuşçu’nun kızı ile evlenir. Bu evlilikten Ebussuud Efendi, 17 Safer 896/30 Aralık 1490 tarihinde Çorum-İskilip’e bağlı bir eski yerleşim yeri olan İmad (Direklibel)’da doğmuştur. Doğduğu yere nisbetle “İmadi” olarak da anılan Ebussuûd’un, diğer en meşhur künyesi ise “Hoca Çelebi”dir. Ebussuûd Efendi; sade giyinişi, sahabe yolundan ayrılmamaya çalışması, çevresindekilere son derece yumuşak davranışı, dünya ve dünyalıklara düşkün olmamasıyla tanınmış bir kimsedir.
KASIM 2017
Şeyh Bedreddin’in Vâridât’ına şerh yazan bir Bayramî şeyhi olan babası, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Şehzade Bayezıd’ın Amasya sancak beyliği esnasında Şehzade’nin sevgisini ve dostluğunu kazanmıştır. Sultan İkinci Bayezıd tahta geçtikten sonra Şeyh Muhyiddin’i İstanbul’a davet etmiş ve kendisine büyük bir zâviye yaptırıp mülk olarak vakfetmiştir. Sultan, Şeyh Muhyiddin’in sohbetlerinden istifade etmiş, zamanın meşhur devlet adamları ve âlimleri de şeyhin sohbetlerine iştirak ederek kendisinden sohbet dinlemiş, zâviyesi gelenlerle adeta dolup taşmıştır. Şeyh Muhyiddin, Sultan Bayezıd’a yakınlığından dolayı ‘Hünkar Şeyhi’ lakabıyla anılmıştır. Meşhur tarihçi Hoca Sadeddin Efendi bu durumu, ‘Sultanların şeyhi, şeyhlerin sultanı olmuş, herkesin gönlünü kazanmıştır’ sözüyle ifade etmiştir.
36
İlmi Şahsiyeti ve Şeyhu’l İslamlığı Babası böyle bir ilmi kişiliğe sahip olan Ebussuûd Efendi, ilk eğitim tahsiline babasının yanında başlamış, sonra Müeyyedzade Abdurrahman Efendi ile Karamanlı Seyyid Süleyman’dan ders almıştır. Onun için, "İlmin kucağında terbiye görüp büyüdü, fazilet pınarlarından sulanarak gelişip yetişti. Saygın bir konuma gelinceye kadar ilmin hizmetinde olmaya devam etti" denilmiştir. Hocaların hocası Kemalpaşazade’nin “Bir gün gelecek Ebussuud, zamanın allâmesi olacaktır”dediği Ebussuud Efendi, Şeyhulislam Kemalpaşazade’nin dersleriyle ilmi olgunluğunu arttırmıştır. II. Bayezid döneminde padişahın dikkatini çekerek “çelebi ulûfesi” denen öğrenim bursu olan 30 akçe ile taltif edilmiştir. Hocası Seyyid Karamânî’nin kızı Zeynep Hanım’la evlenmiş, bu evlilikten üçü kız beşi erkek sekiz çocuğu olmuştur. Oğullarından Mehmet Çelebi Halep kadılığı yapmış, Mustafa Çelebi ise Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulunmuştur. Ebusuûd Efendi 1516 yılında İnegöl İshak Paşa Medresesi’ne müderris olarak atandıktan sonra, sırasıyla Davud Paşa, 1522 yılında Mahmud Paşa, 1525 yılında Gebze, ertesi yıl Bursa ve 1528 yılında da İstanbul Fatih Sahn-ı Seman medreselerinin müderrisliklerine getirilmiştir. 1533 yılında önce Bursa, sonra İstanbul kadısı olmuş, 1537 yılında Kânûnî Sultan Süleyman‘ın Korfu Seferi’nde Rumeli Kazaskerliği’ne getirilerek sekiz yıl bu makamda görev yapmıştır. 1545 yılında Fenarîzâde Muhyiddin Efendi’nin vefâtının ardından da yerine 55 yaşında Şeyhülislamlığa getirilmiştir. Ölünceye kadar tam 28 yıl 11 ay bu makamda kalmıştır. Ebusuûd Efendi, Kanuni Sultan Süleyman‘a “Kânûnî” adını kazandıran kanunların mimarı olmuş, özellikle o devirde şiddetle ihtiyaç olan ârazi kanunnamesini yazarak Tımar ve Zea-
metleri sistemli hale getirmiştir. Yine Dârulhadisler ile Tıp medreseleri ilk olarak, Ebussuûd Efendi döneminde medreseye ilave edilmiştir. Süleymaniye Camii’nin temel atma merasimini de Ebussuûd Efendi icrâ etmiştir. Ebussuud Efendi’nin İskilip ve İstanbul’da yaptırdığı çok sayıda cami, medrese, okul, çeşme gibi dönemi için önemli yapı vardır. Genç yaşta müderris olduğu için de uzun zaman ders vermiş ve binlerce öğrenciye hocalık yapmıştır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yetiştirmiş olduğu talebelerinden başlıcalarını; başta kendi oğulları Ahmed, Mehmed ve Mustafa Efendiler, “Tacu’t Tevarih” sahibi meşhur Hoca Sadeddin Efendi, “Cenabi Tarihi”ni yazan Cenabi Mustafa Efendi, şeyhülislamlardan Abdülkadir Şeyhi, Bostanzade Mehmed ve Sunullah Efendiler, Malulzade Mehmed Efendi olarak zikreder. Ebussuûd Efendi gayet çalışkan, müderrisliği esnasında derslerini kaçırmayan, bayram tatilleri dışında dersini asla ihmal etmeyen, müftülüğü zamanında her gün yüzlerce fetva vermesiyle meşhur olan bir kimsedir. Bir gün sabah namazından ikindiye kadar 1413 fetva verdiğini kendisi ifade etmektedir. Ayrıca Arapça ve Farsça dillerine hâkim olmasından dolayı kendisine sorulan her soruyu sorulduğu dilde cevaplamaya iletmiştir. Fatih-Zeyrek civarındaki Çırçır’da bulunan konağında oturur, müslümanların sorularına cevap verirdi. Belli zamanlarda Topkapı Sarayı’na giderek padişahı ziyaret eder, ziyarete giderken devamlı bugün aynı yolu kullanırdı. Daha sonra onun ismine izafeten bu caddeye “Ebussuûd Caddesi” denildiği bazı kaynaklarda kaydedilmiştir.
çalışmışlardır. Yapılmasına karar verilen işleri asla unutmaması, toplumun problemleriyle yakından ilgilenmesi ve çalışanları vakitli vakitsiz teftiş etmesi, eksiklikleri yerinde inceleyerek gidermesi, onun en önde gelen hususiyetlerindendir. O’nun, dil ve belâgat ilimlerinin uygulanışı yönüyle Arap edebiyatının doruk noktasına ulaştığını belirtmek için O’na, “Zamanın görmediği, kulakların duymadığı sözler söylemiş” demişlerdir. Ebussuûd Efendi, fıkıh alanında verdiği fetvâlarıyla dönemin Osmanlı hukukuna büyük katkılarda bulunmuştur. Onun fetvaları daha sonra “Ebussuûd Efendi’nin Fetvaları” adıyla Enderun Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştır. Fıkıh alanında onun için “Zamanında Hanefi mezhebinin reisliği onda nihayet bulmuştur” denilmesi ve usûl ve furûda onun yetkin bir âlim olarak kabul edilip, “meselede müctehid veya ehl-i tercihten” sayılması, onun bu alandaki liyakatini anlatan ifadelerdir.(1)
37
RABÎU'L-EVVEL 1439
İlim yolundaki ve toplumun sorularına cevap vermedeki çalışkanlığı ve gayreti ile her asırdaki ilim öğrenen ve öğretenlere örneklik gösteren Ebussuûd Efendi’nin, çalışmaları esnasında kâtipleri ona yetişemediğinden vardiyalı olarak
Ebusuûd Efendi 1516 yılında İnegöl İshak Paşa Medresesi’ne müderris olarak atandıktan sonra, sırasıyla Davud Paşa, 1522 yılında Mahmud Paşa, 1525 yılında Gebze, ertesi yıl Bursa ve 1528 yılında da İstanbul Fatih Sahn-ı Seman medreselerinin müderrisliklerine getirilmiştir.
derece ilim sevgisi ile dolu olduğunun göstergesi olarak belirtilmiştir. Sultan IL Selim zamanındaki Kıbrıs’ın fethi de Ebussuud Efendi fetvasıyla gerçekleştiği gibi “Gaza-i ekber ve şehadet-i azime” olarak telakki ettiği Osmanlı-Safevi savaşları için de gerekli fetvalar yine onun tarafından verilmiştir.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın Sandığı ve Ebussuûd Efendi
Döneminde önemli bir konu haline gelen para vakıfları konusunda yazdığı “Risale Fi Vakfi’l-Menkuli Ve’n-Nükûdi” eserinde, para vakıfları konusunda problem olarak görülen hususları ele almış ve bu husustaki fıkhî sorunlara cevap vermiştir. Ebussuûd Efendi, müstakil bir fıkıh kitabı oluşturacak çapta fıkhın bütün konularıyla ilgili fetvalar vermiş olmakla beraber, özel bir fıkıh kitabı yazınamıştır. Sebep olarak da, “Fetava-yı Bezzâziye gibi bir eser varken, fıkıh kitabı yazınaktan haya ederim” dediği nakledilmiştir. Ebussuûd Efendi’ye, döneminde ilim konusundaki otoritesinden dolayı “Sultanu’l-Müfessirîn”, “Hatîbu’l-Müfessirîn”, “Numan-i (Ebu Hanife’nin asıl ismi) Sânî”, “Hoca Çelebi”, “Diyar-ı Rûm’un Zemahşerîsi”, “(Kemalpaşazâde’den sonraki âlim manasında) Muallim-i Sâni” denilmiştir.
KASIM 2017
Döneminde batıni bazı düşüncelere de verdiği mücadele ile toplumda yayılması beklenen bid’atlerin önüne geçen isimlerin önde gelenlerinden biri de odur. Ebussuûd’un Kânûnî Sultan Süleyman’ın komutanlığında ordu ile birlikte Belgrad kalesine inince, kendisinden ayrılmayan talebelerinden bazısına Keşşâf tefsirinden Fetih Süresi’ni okutup haşiyesini yazdırmış, bu durum onun ne
38
Kânûnî Sultan Süleyman ile hemen her seferde bulunan Ebussuûd, 1451 Budin Zaferi’nin ardından şehrin en büyük kilisesini camiye çevrilmesi sonrası ilk namazı kıldırmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman, bütün önemli meselelerde ona danışır, görüşlerini dikkatle dinler, sonra: “Bizi münevver kıldınız, Efendi!” der, hatta bazen de, “Her sözünüzde bir hikmet saklı üstadım” diye iltifatta bulunurdu. Vasiyetinde de kendisinin cenaze namazını kıldırmasını vasiyet etmiştir. Hayatı seferlerde geçen Sultan Süleyman yine bir seferde iken vefat etti. Cenazesi İstanbul’a getirilince, derhal defin işlemlerine başlandı. Bu vasiyeti üzerine sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu. Sultan Süleyman vefat ettiğinde vasiyeti yerine getirilerek, cenaze namazını Ebussuûd kıldırdı. Namaz sonrası Sultan’ın bir vasiyeti olarak şahsına ait özel küçük bir sandığın Sultan ile gömülmesine sıra geldiğinde, Ebussuûd buna karşı çıktı ve bu vasiyete göre hareket edilemeyeceğini söyledi. Bu vasiyeti yerine getirmeye çalışanlardan biri ile Ebussuûd arasında çıkan arbedede, adamın elindeki sandık yere düşer ve sandıkta bulunan yüzlerce kağıt parçası dağılır. Ebussuud Efendi bunlardan birini eline alıpta, bu kağıtların Kânûnî döneminde kendi verdiği fetvalar olduğunu görünce; “Ah Süleyman ah, kendini kurtardın, bakalım Ebussuud ne yapacak” demiş ve ağlamıştır.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın Ebussuûd Efendi’ye Mektubu Kanuni şehit olacağı Zigetvar Seferi’ne giderken, Ebussuûd’a şu mektubu yazar: “Hâlde hâldaşım (halimde benimle ayni hâlde olan), sinde sindaşım (yaşça bana yaşıt olan), âhiret karındaşım (âhiret kardeşim), tarik-i Hak’ta yoldaşım (Hak yolunda, beraber yol aldığım) Molla Ebussuûd Hazretleri dua-i bi-hadd iblağından (sınırsız dua ilettikten) sonra; Nedir haliniz? Ve nicedir mizac-ı lâzımü’l-imtizâcınız? (Bünyeniz nasıldır, durumunuz ne hâldedir?) Sıhhatte ve afiyette misiniz? Hazret-i Hakk hizane-i hafiyesinden (gizli hazinelerinden) kemal-i kuvvet ve selamet eyliye. Bimennihi ve keremihi (iyilik ve keremiyle) lütuflarından niyaz olunur ki, evkat-ı müteberrikede (mübarek vakitlerde) bu muhlislerini (samimi, ihlaslı) kalb-i şeriflerinden ihrac ve iz’ac etmiyeler (yani mübarek vakitlerde, ihlaslı şerefli kalbinizden bizleri atıp çıkarmayın). Ola ki küffâr-ı hakisar münhezim ve mükedder (kafirler yerle bir olup, hezimete uğrasın ve kederlensinler) ve asakir-i İslam umumen mansur ve muzaffer olup (İslam askerleri de yardım edinilmiş ve zafer kazanmış olup) rızaullahu teâlâya muvafık-ı amel ola.”(Allah’ın rızasına uygun iş olsun). Dua, Ed-dua, summeddua, bende-i Huda Suleyman-i biriya (Dua, yine dua hep dua… Allah’ın kölesi gösterişsiz Süleyman).”
Yarın Hakkın Divanına Varınca, Süleyman’dan Hakkın Alır Karınca
Dırâhta ger ziyan virse karınca (Meyve ağaçlarını sarınca karınca) Zarar var mı karıncayı kırınca (Günah var mı karıncayı kırınca) Bir süre sonra Ebussuûd Efendi gelir, kağıt parçasını görür ve okur. Sorunun cevabını altına hem de şiirin nazmına uygun olarak şöyle cevaplar: Yarın Hakk’ın divanına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Bazı Fetvâları Yazma nüshalarda, bütün bu fetvaların sonunda ekseriya “Ebussuûd el-hakîr” veya sadece “Ebussuûd” kaydı bulunmakta ve arada bir bahsi tamamlamak için alınan, diğer şeyhülislâmlara ait fetvalar da aynı şekilde kendi imzaları ile kaydolunmuş bulunmaktadır. * Bir köyde veya mahallede mescid olmayıp, cemâatle namaz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid yaptırmalıdır. Cemâati ihmal
39
RABÎU'L-EVVEL 1439
Kânûnî Sultan Süleyman, bir gün Topkapı Sarayı’nın arka bahçesinde bazı meyve ağaçlarını karıncaların sardığını görür. Yanındakiler, “İlaçlarsın, kireçlersin geçer ve böylece karıncalardan kurtulursun” der ancak sultan bir karar veremez. “Acaba caiz olur mu?” diyerek Ebussuûd Efendi’ ye sorma kararı alır. Ancak Ebussuûd Efendi’yi makamında bulamaz. Sorusunu bir kağıda şu şekilde yazdığı şiir ile dile getirip odasına yazarak bırakır.
Kânûnî Sultan Süleyman ile hemen her seferde bulunan Ebussuûd, 1451 Budin Zaferi’nin ardından şehrin en büyük kilisesini camiye çevrilmesi sonrası ilk namazı kıldırmıştır.
edenleri tâzir etmelidir. Dokuzyüzkırk (m. 1533) senesinde bu husûsta her vilâyete emr gönderilmiştir. Soru: Bir dilenci gelip: “Allah aşkına, Peygamber aşkına; Allah’ı seversen, Peygamber’i seversen bana bir akçe ver” dese, o dilenciye: “Allah versin!” tarzında cevap verilse veya hiç bir yardımda bulunulmasa günaha girmiş olunur mu? Cevap: Sevmek, vermeyi gerektirmez… Vermemesi sevmemesine bağlı değilse, hiçbir hatâ ve günah yoktur. Soru: Cenâb-ı Hak Hazretleri mekan mefhumundan münezzehtir. Böyle olduğu halde “Allah göklerdedir” tarzında mı veya bir başka şekilde mi inanmak gerekir?
KASIM 2017
Cevap: “Allahu Teâlâ bütün mekanlardan münezzehtir. Gökler, yerler onun idâresindedir. İlmi ve gücüyle onlara hâkimdir” tarzında İtikad etmek gerekir. Dua anında elleri yukarı kaldırmak, üst cihetin, semânın, duanın kıblesi kabul edilmesinden dolayıdır. Evlenmede Velinin İzni ve Kadının Nikah Kıymasının Önemi: Ebussuûd Efendi yargılamada ve fetvada Hanefi mezhebinin görüşlerini esas almada titizlik göstermiş olsa da mezhepte yerleşik görüşlerden vazgeçip sistem içinde farklı çözüm arayışlarına gittiği görülür. Nitekim Hanefî mezhebindeki bulûğa eren kızların velilerinin izin veya icâzetini almadan evlenebilecekleri şeklindeki hâkim görüşten Ebussuûd döneminde vazgeçilmiş, İmam Muhammed’in bu konudaki tercihi benimsenerek kızların ancak velilerinin izniyle evlenebilecekleri görüşü kabul edilmiş, kadıların velinin iznini almadan nikâh kıymaları veya buna izin vermeleri yasaklanmıştır. Ebussuûd Efendi’nin nikâhların ancak kadıların izin ve bilgileri dahilinde kıyılması konusunda titizlik göstermesi, kadıların izni olmadan evlenen kimselerin ileride ortaya çıkabilecek bu nikâhla ilgili ihtilâf ve taleplerinin mahkemece dinlenmeyeceğini beyan etme-
40
si, akıl hastalığının boşanma sebebi olmasına imkân tanıması, kahve içmenin cevazına, ibret gözüyle seyretmek şartı ile gölge (karagöz) oyununun meşrû olduğuna fetva vermesi ve birçok konuda Hanefî mezhebi içindeki farklı görüşlerden faydalanmaya imkân tanıması, onun fıkhî hüküm ve fetvalarda sosyal şart ve ihtiyaçları göz önünde bulundurduğu, müctehidlere ait görüşler arasında tercih yaptığı, klasik literatürde yerleşik kuralları yorumlayarak yeni meselelere uygulamakla birlikte hukukta sistem ve istikrarı da bozmamaya özen gösterdiği şeklinde açıklanabilir. Sigara Hakkında Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Amerika kıtasının keşfinden sonra keşfolunup bütün dünyayı saran tütün iptilâsı üzerine şu sözleri söylemiş: Bir acayip bid’at gelmiş cihana, Aman ha değmesin ehl-i imana! “Duhan” diye isim vermişler ona, Tütsü verir çıksın diye imana! Bazı imamlar nûş edip içerler, İçip de mihraba niçin geçerler? Melekler istikrâh edip kaçarlar, Şikâyet ederler varıp Rahmân’a Enbiyâdan hiçbir kimse içmedi İçin diye tembih dahî etmedi Seleften hiç kimse alıp-satmadı, Ticareti haramdır bezirgâna
Ebusuûd’un Kaza Ve Kader Risalesi (2) Soru: “Din bilgisi kuvvetli olan bir kimse nefsine uyup gece-gündüz günah işlese, tanıdıkları kendisine emr-i ma’rûf ve nasihat ettiklerinde bunlara karşı; “Benim içki içeceğimi, Allahu Teâlâ ezelde takdîr edip, Levh-i mahfûzda yazmıştır. Onun için ister istemez bu günahları bana
yaptırmaktadır” dese, ya’nî insan kaza ve kadere mağlup bir hâldedir. Kaderi yerine getirmeye mecbur ve günah işlemekte ma’zûrdur dese, bu sözünü akl ve nakl ile ispata kalkışarak dese ki: Allahu Teâlâ, hiçbir şeyi yaratmadan önce, yapacağı şeyleri biliyordu. Bunlar, elbette meydana gelecektir. Yaratmayacağı şeyleri de biliyordu. Bunlar da elbette meydana gelmeyecektir. İnsanlar, bunları hiç değiştiremez...” dese, bu kimseyi günah işlemesine bırakmak caiz olur mu? Yoksa bunu, itikadından vazgeçirip, tövbe etmesi emr Cevap: Bunu o halde bırakmamalıdır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi, “İnsan günah işlemeğe mecbûr ve kötülüklerinde ma’zûrdur. İbâdetlere sevâb, günahlara azâb olmaz” diye inanıyorsa, zındıktır. Hemen öldürülmesi lâzımdır. Eğer ibadetlere sevâb, günahlara azâb vardır amma, insan bunları yapmaya mecbûrdur. Herkes kaza kader elinde esîrdir diye, günahlarına üzülüyorsa, bu bozuk itikadını düzeltmesi emr olunur. Sözlerinin yanlış olduğu bildirilir ve doğrusu anlatılır.
Öne sürdüğü delillere de cevap şöyle verilir: Yapılacak günahları, Allahu Teâlâ ezelde biliyordu. Fakat insanın iyiliği, kötülüğü, cennetlik, cehennemlik olacağı son nefeste belli olur. Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu ki: “Sizden bir kimse cennet ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse bu sefer cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cehennem arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse cennet ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cennete girer.” (Bu hadis, Nesaî hariç bütün kütübü sittede geçmektedir. bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 576). Bu günah işleyen âlim, bu hal üzere yaşayıp ömrü bu halde tamamlanacağını Allahu Teâlâ’nın bildiğini nereden anladı ki kendini, son nefese kadar günah işlemeğe mecbûr sanıp, iyi olmaktan ümidsiz bulunuyor. Birçok inadçı, azgın kâfirlerin, son günlerinde imana geldiği çok görülmüştür. Kendinin de, böyle düzeleceğine niçin ihtimâl vermiyor. Niçin iyiliğe
RABÎU'L-EVVEL 1439
41
dönmüyor? Ölünceye kadar günah işliyeceği, kendisine bildirildi mi? Belli bir kâfirin bile ebedî kâfir kalacağını, Allahu Teâlâ’nın bildiği
İmâm-ı saff-ı efâdıl, emîr-i hayl-i kirâm.
İrâde ile yapılan işleri yapmak arzusunu, Al-
Emîn-i dîn-ü-düvel, hâce-i hûceste hısâl,
lahu Teâlâ’nın yaratması da cebr olmaz. O
Ebû Hânîfe-i sânî Ebussuûd ol kim,
etmektedir. Allahu Teâlâ’nın irâdesi, birşeyi yalnız yaratmaya veya yalnız yaratmamaya mahsûs olmayıp, her ikisine de şâmil olduğu gibi insanın irâdesi de böyledir. İşi yapmayı da yapmamayı da irâde edebiliriz. Yani yapmayı istediğimiz anda, yapmamayı da istiyebiliriz... Herşeyin doğrusunu Allahu Teâlâ bilir.”
Vefâtı Osmanlı’nın 28 yıl 11 ay şeyhulislamlığını yapan –Osmanlı’da en uzun şeyhulislamlık yapan kişidir- ve ilmi ile yaşadığı zamanı aydınlatan, ömrü ilim öğrenme ve öğretme ile geçen Ebussuûd Efendi, 23 Ağustos 1574 tarihinde 84 yaşında İstanbul’da vefât etmiştir. Şahsiyeti o kadar ün saldı ki ölümünde Mekke ve Medine halkları da gıyabında cenaze namazı kıldı. Mezarı İstanbul Eyüp Meydanı’nda, Sokullu Mehmed Paşa Türbesi’nin yanında kendi yaptırdığı medresenin bahçesindedir. Cenaze namazını kâdıasker Muhşi Sinan Efendi, Fatih Camii’nde kıldırdı. Cenaze namazı için o devrin alimleri, vezirler, divan erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı. Yaşı ilerlediğinde ilimden uzaklaşmanın üzüntüsünü şöyle dile getirmiştir: “Arzu ve istekteki sağlamlığım (akl-ı selîmim) benden uzaklaştı Yerine onun, gözyaşı, ihtiyarlık ve zayıflık durdu oturdu.” Ebussuûd Efendinin talebelerinden ve devrin en meşhur şairlerinden olan Bâki Efendi, Ebus-
KASIM 2017
Sipihr-i fazl-u-kemâl, âfitâb câh-ü-celâl.
bir mesele olduğundan kimse söyleyemez...
arzuyu Allahu Teâlâ yaratır ise de insan kesb
suud Efendiyi metheden şu şiiri yazmıştır:
42
“Şer-i efâdıl-âfâk müftî-i âlem.
Fezâil içre olupdur efâdıl ona ıyâl.” Günümüz Türkçesiyle; “Ün yapmış üstün ilim adamlarının başı ve müftüsü, Kemal ve faziletin seması, güneş mertebeli ve güneş otoriteli. Âlimlerin önderi, cömertler zümresinin başı. Din ve devletin emniyeti, güzel huyların nümunesi. İkinci Ebu Hanife denilen o Ebussuûd ki, Tam bir fazilet timsali, diğer âlimler onun çocukları.”
Eserleri İrşadü’l Akli’s Selim İla Mezaye’l Kur’ani’l Azim (Ebussuûd Tefsiri): Eserleri arasında en meşhur olanıdır. Bu tefsiri yazarken kaynak olarak “Keşşaf Tefsiri” ile İmam Beydâvi’nin “Envâr-üt Tenzil” isimli eserlerinden istifade etmiş, kaynak olarak onları göstermiştir. Evliya Çelebi, bu tefsirden, Seyahatname adlı eserinde şöyle bahsetmiştir: “Üç bin ulemadan ve bin yedi yüz kadar muteber tefsirden istifade etmek, feyz almak suretiyle yazdığı tefsir, hâlen âlimler arasında makbul ve methedilen bir tefsirdir. Ona denk bir tefsir yoktur.” “Mir’ât-ı Kâinât” müellifi Nişancızâde de bu tefsîr için; “Yazdığı güzel tefsîr-i şerîfi dünyânın en güzel tefsîrlerindendir” demiştir. Ebussuûd Efendi, bu tefsîrini nasıl yazdığı hakkında yaptığı açıklamanın bir bölümünde Keşşaf Tefsîri‘nin ve İmâm Beydâvî’nin Envâr-üt-Tenzîl adlı tefsîrinin, yazılmış tefsîrlerin en meşhûru ve seçilmiş tefsîrler olduğunu be-
lirttikten sonra şöyle demektedir: “Önceden bu iki kitabı okuyup incelemekle meşgul olurken, bunların ihtivâ ettiği cevherlere, kıymetli bilgilere, diğer kitaplarda bulduklarımı da ilâve etmek sûretiyle, güzel bir uslup ile tertib etmek ve Allahu Teâlâ’nın lütfu olarak kalbime doğan şeyleri de Kur’an-ı Kerim’in şânına uygun bir şekilde ilâve edip, Sultan Süleymân’ın hazîne-i şâhânesine hediye etmeyi düşündüm. Lakin seyahatlerim azmime mâni oldu. Yapılacak işin büyüklüğü beni tereddüde düşürdü. Aradan aylar ve yıllar geçti. Meşguliyetin çokluğu, muhârebelerde, seferlerde, beldelerde dolaşmam bu işe mâni oldu. Baktım ki fırsat elden gidiyor, ecel yaklaşıyor, hayat güneşi batmak, sönmek üzere, artık meşgalemin çokluğuna bakmadan arzu ettiğim kitabı yazmaya karar verdim. Allahu Teâlâ’ya sığınarak işe başladım.”
fil-müstakbel ve’l-mâzî, Fetâvâ Kâtiblerine
Bu tefsir 1566 senesinde yazılıp tamamlandı. Tefsir yazılıp tamamlandıktan sonra, Mekke’ye ve Medîne’ye iki nüsha gönderilip, o zaman ilim öğrenmekte olan talebelerin istinsâh edip, yazarak çoğaltmalarına izin verildi. Bu tefsirin İstanbul ve Anadolu’nun muhtelif kütüphânelerinde bulunan çok sayıda nüshaları vardır. İlk baskısı 1858-1868 seneleri arasında, Bulak’ta müstakil olarak yapılmıştır.
Ma’rüzat, Şeyhülislam Ebussuud, Hazırla-
1952 senesinde, Mısır’da beş cild hâlinde beşinci baskısı yapıldı. Boğaziçi Yayınları tarafından eser, 12 cilt olarak Türkçe’ye kazandırılmıştır. Ebussuûd Efendi’nin bu tefsîri üzerine şerh ve ta’likler, incelemeler yazıldı. Bu tefsir, Mısır’da Ezher’de yıllarca ders olarak okutulmuştur.
Kasrı’l-âm Minet-Telvîh, Tevâkıbü’l-Enzâr fî Evveli Menârü’l-Envâr, Risale fi beyanı’I-kaza ve’l-kader (Yukarıda bir kısmına değinilen kaza ve kader risalesi), Ta’likatün alel-Hidâye (Burhâneddîn Mergınânî’nin “El-Hidâye” adlı meşhûr eserinin “Kitâbü’l-bey’” kısmına yazdığı bir ta’likdir.), Duanâme (yalın bir dil ile yazılmış dualar ve bunlarla ilgili hadisler), Tuhfetü’t-Tullâb fi’l-Münâzarât, Kaside-i Mimiyye (Şiir kitabı)
Türkçeye Çevrilen Eserlerinden Bazıları Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Fetvaları, Pehlul Düzenli, OSAV.
yan: Pehlul Düzenli, Klasik Yayınlar. Ebussuûd Efendi’nin Fetvaları, M. Ertuğrul Düzdağ, Enderun Yayınları . -------------------------
1. Leknevî, el-Fevâidü'l-behiyye, 140; Bilmen, Tabakât, II, 653 2. http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/EBUSSUUD-EFENDI/3280 (Kısaltılarak alıntılanmıştır.) KAYNAKLAR - - - - - - - -
Yeni Rehber Ansiklopedisi, Ebu’s-Suûd Efendi, cilt 6, s.22. İslam Âlimleri Ansiklopedisi, Ebu Suud maddesi. Akgündüz Ahmet, TDV İslam Ansiklopedisi Ebussuûd Maddesi, cilt: 10; sayfa: 365-371. Şen Ercan, Sıradışı Bir Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi, Tohum Dergisi, Sayı 156/Güz 2016. http://www.mepanews.com/biyografi/5947-mehmet-ebussuud-efendi.html http://www.biyografi.info/kisi/ebussuud-efendi https://ebussudtefsiri.wordpress.com Düzenli Pehlül, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi: Bibliyografik Bir Değerlendirme, Türkiye Araştırmaları Literatiir Dergisi, Cilt 3, Sayı5, 2005, 441-475.
43
RABÎU'L-EVVEL 1439
Diğer Bazı Eserleri: Meâkıdü’t-Taraf fî Evveli Tefsîri Sûreti’l-Fethi min el-Keşşâf (Ebussuûd’un bu eserini Budin seferinde yazdığı nakledilmektedir.), Risâle fî Bahsi Îmâni’l-Fir’avn. Kanunnameler (Ebussuûd Efendi’nin fetvâ şeklinde tertib ettiği kısımları ihtivâ eden bir eseri), Ma’rûzât (Çeşitli fıkhi ve ameli hükümler), Fetâvâ Kâtiplerine Tenbîh, Risâletü Vakfi’n-nukûd, Bidâatü’l-kadî li-ihtiyâcihi
Tenbih, Ğamezâtü’l-Melîh fî Evveli Mebâhısi’l
| İslam Coğrafyası
| İsmail Eren
Orta Asya’da Garip
Müslümanların Beldesi “İslam garip olarak başladı ve tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir.
Gariplere müjdeler olsun!” (1)
M
üslüman coğrafyaları yazı dizisinin bu
Tacik halkı ülkedeki İslam karşıtı acımasız poli-
sayıdaki durağı Orta Asya’nın garip Müs-
tikaların hedefi haline gelmiştir.
lümanlarının beldesi Tacikistan. Tacikler, farsça konuşmaları sebebiyle kültürel olarak Farslarla,
KASIM 2017
halkın yüzde 95’inin de sünni olması ve bölgesel
44
Özellikle Tacikistan İç Savaşı olarak adlandırılan uzun dönem bölge Müslümanları için tam bir işkenceye dönüşmüştür. Bu sebeple yazının
konumu sebebiyle de Türklerle yakın ilişkileri
başlığından da anlaşılacağı üzere ülke Müslü-
bulunan kadim bir topluluktur. Ancak özellikle
manları, Allah Rasûlü’nün “İslam garip olarak
son yüz yıldır bölgede gün geçtikçe artan Rus
başladı ve tekrar başladığı gibi garip haline dö-
ve Çin etkisi ve Müslüman halka yönelik kıyım
necektir. Gariplere müjdeler olsun!”(2) şeklinde
ve ihlaller bu kadim topluluğu derinden etkile-
aktardığı hadiste vurgulanan garipleri hatırlatır.
mektedir. Özellikle dinlerine bağlılığıyla bilinen
Çünkü Tacikistan Müslümanları İslam düşman-
larına karşı şanlı direnişlerinde çoğu zaman yalnız kalmıştır. Ezilmiş, işkence görmüş, sürülmüş ancak İslam’dan başka bir din aramamıştır. Yüce Allah’ın “Ey İman Edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün” (Âl-i İmran, 102) ayeti kerimesi gereği şeref ve izzetle Müslüman olarak can vermişlerdir. İşte bu sesleri duyulmayan yüce Müslüman topluluk bu sebeple hadislerde müjdelenen garipleri hatırlatmaktadır. Ülkedeki hak ihlalleri ve bölge Müslümanlarının derin problemlerine geçmeden önce gelin Tacikistan’ı
Tacikistan Orta Asya’nın tam göbeğinde denize kıyısı olmayan bir Müslüman beldesidir. Batı ve kuzeyde Özbekistan, kuzeyinde Kırgızistan, doğuda Çin ve güneyde Pakistan ve Afganistan ile komşudur.
biraz daha yakından tanıyalım.
Ülkenin Genel Özellikleri Tacikistan Orta Asya’nın tam göbeğinde denize kıyısı olmayan bir Müslüman beldesidir. Batı ve kuzeyde Özbekistan, kuzeyinde Kırgızistan, doğuda Çin ve güneyde Pakistan ve Afganistan ile komşudur. Başkenti Duşanbe olan ülkenin en önemli şehirleri Hucand, Kulub ve Novabad’dır. Ülke komşuları Çin ve Pakistan ile birlikte dünyanın çatısı olarak anılmaktadır. Bu nitelemeyi haklı çıkarır ölçüde ülkenin yüzde 93’ü dağlık arazilerden oluşmaktadır.
Tarihsel Süreçte Tacikistan Bölge tarihini İslam öncesi, İslami dönem, modern dönem ve yakın dönem olarak ele almak mümkündür.(4) İslam öncesi dönem ele alındığında, bu günkü Tacikistan topraklarının yerleşim tarihi Eskiçağlara kadar uzanır. Ülkenin Kayrakkum, Carkutan ve Karabura
Ülkenin denizden yüksekliği 3000 m ile 7,495
bölgelerinde taş devrinin ilk zamanlarına ait
m arasında değişmektedir. Dağlık arazinin or-
kaya resimleri ve aletler bulunmuştur. Bölge
talama yüksekliği 3000 metrenin üstündedir.
daha sonra Aryani kavimlerinin göçlerine sah-
Tacikistan’ın merkezi ve kuzeyindeki Alay,
ne olmuştur. Bîrûnî, Soğdlar ve Hârizmliler’in
Hisor, Zarafşon ve Pamir sıra dağları ile Amu
bir Türk hükümdarının izniyle milâttan önce
Derya, Sir Derya ve Zarafşon nehirleri yalnız
1291 yılında bölgeye geldiklerini kaydetmek-
Tacikistan coğrafyasına değil, Orta Asya coğrafyasına da damgasını vurur.(3) Ülke nüfusu yaklaşık 9 milyon civarındadır. Tacikler ülke nüfusu içerisinde en büyük oranı oluşturur ve Müslümandır ve bu oranın büyük bir çoğunluğu Sünni Müslümanlardan oluşur.
45
RABÎU'L-EVVEL 1439
bunu Özbekler takip eder. Halkın yüzde 95’i
lendirme gücünü eline almış ve diğer Türki Cumhuriyetler gibi Tacikistan da uzun bir süre Rus hegemonyasında yaşamıştır.(7) Bu sebeple bölgenin yakın tarihini en çok etkileyen ülke
Müslüman Tacik halkı, yaklaşık bir asırdır Çarlık Rusya’sı ve ardından Bolşeviklerin baskı ve saldırıları altında büyük zorluklar çekmiştir. Âlimleri öldürülmüş, dini ve kültürel mirasları ise yok edilmiştir. Birçok yazılı eser imha edilmiştir.
Rusya olmuştur. Gerek zorla Hristiyanlaştırma politikaları, gerek ülkenin tüm maddi kaynaklarından faydalanma girişimleri gerekse de her türlü kontrol girişimleriyle Rusya günümüze kadar bölgeyi en çok etkileyen ülkeler arasında yer almaktadır.
Tacikistan’da İslam ve Müslümanlar Müslüman Tacik halkı, yaklaşık bir asırdır Çarlık Rusya’sı ve ardından Bolşeviklerin baskı ve saldırıları altında büyük zorluklar çekmiştir. Âlimleri öldürülmüş, dini ve kültürel mirasları ise yok edilmiştir. Birçok yazılı eser imha edilmiştir. Yetmişli yılların başında İslami düzen ve hareket fikirleri ortaya çıkmış, ardından 1973 yılında Seyyid Abdullah Nuri’nin de aralarında
tedir.
Sonraki dönemlerde ise bölgede doğu
bulunduğu Tacikistanlı Müslüman gençlerin
İranlı topluluklarla birlikte Yunan, Kuşan ve
eliyle “İslami Gençlik Örgütü” kurulmuştur.
Göktürk gibi toplulukların etkisi görülür.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Tacikistan’ın
(5)
İslâmiyet’in Tacikistan’a ulaşması ise Muâviye b. Ebû Süfyân devrindedir. Müslümanlar 31’de (652) Herat’ı ve 32’de (653) Baktria’yı (Belh) alıp Ceyhun nehrine kadar ulaşmışlardır. 86 (705) yılında Horasan’a vali tayin edilen Kuteybe b. Müslim döneminde ise fetih hareketleri hızlanmıştır. Daha sonra Müslim b. Saîd el-Kilâbî komutasındaki Müslümanların Türkistan’daki sınırları Çin’e kadar genişlemiştir. Abbasîler döneminde de bölge halkının İslamlaşması daha da hızlanmış, halife Me’mûn devrinde buranın valileri genelde İranlılardan seçildiği için İran nüfusu Mâverâünnehir’de et-
KASIM 2017
kili olmuştur.(6)
46
bağımsızlığına kavuşması sonrasında Tacikistan halkı kültürüne ve dinine dönmek için çalışmalara başlamış ancak Sovyet etkisiyle ülkedeki sorunlar artarak devam etmiştir. Müslümanlara karşı silahlı milisler oluşturularak saldırılara başlanmış, insanlar öldürülüp, malları gasp edilmiş, evleri yakılmış, hapsedilmiş ve işkencelere tabi tutulmuşlardır. Bu saldırılar nedeniyle bir milyondan fazla Müslüman, komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmış veya sürgün edilmiştir.(8) 1992-1997 yılları arasında devam eden ve “Tacikistan İç Savaşı” olarak adlandırılan bu kanlı süreç bölge Müslümanlarını Orta Asya’nın en garip halkı haline getirmiştir. İç savaş süreci ölüm, işkenceler, sürgün, açlık
Bölge modern süreçlerle birlikte önemli ölçü-
ve daha pek çok problemle bölge Müslümanla-
de Rusların etkisi altına girmiştir. Rusya, böl-
rının dramı haline gelmiştir. Ancak çok uzun
geyi hem siyasi hem de ekonomik olarak yön-
yıllar yoğun bir şiddetle devam eden bu prob-
lemler bölge halkının İslam’a teveccühünü gün geçtikçe arttırmıştır. Tacikistan Müslümanlarının uzun yıllardan beri yaşadığı zulümlere her geçen gün yenileri eklenmektedir. Bu gün dahi ülke tüm dünyada Müslümanlara yönelik en ciddi hak ihlallerinin yaşandığı ülkelerin başında gelmektedir. 2016 yılında bölgeye dair bazı çalışmalar gerçekleştiren Müslüman avukatlar tarafından yayınlanan Tacikistan İnsan Hakları İhlalleri Raporu’na göre bölge Müslümanlarının günümüzde karşılaştığı en ciddi problemler ise şunlardır; -
Camilerin ve İslami merkezlerin kapatılması yıkılması,
-
İlim talebelerinin teröristlik ve aşırılıkla suçlanması,
-
Müslüman kızların başörtüsü takmasının engellenmesi,
-
Yüzlerce öğrencinin dini okullardan çıkarılması ve okulların kapatılması,
-
Çocukların ve gençlerin camilere girmesinin yasaklanması.
-
-
Din ve inanç ile alakalı her şeyin her türlü zulümle, azgınlıkla zihinlerde yok edilmesi. Sakal kesmenin mecbur tutulması ve başörtüsüne karşı şiddetli bir kampanya başlatılması. Kadınlar için İslami kıyafetler ithal etmenin yasaklanması.
-
Hac ve Umre için Mekke’ye gitmenin sınırlandırılması.
-
Kimlik gizleme girişimleri.
-
Bahailik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük, Krishna öğretilerinin önünün açılarak Müslüman çocukların ve gençlerin buralara gitmeye zorlanması.
-
Arapça veya İslami niteliği bulunan isimlerin yasaklanması.
Tüm bu yasak, ihlal ve zulümler göstermekte-
bu kimliği ortaya koyacak her türden şeye en ufak bir tahammül dahi gösterilmemektedir. Tüm bu zorluklar içerisinde Tacikistan halkı ise izzetin, şerefin ve yalnızca bir Allah’a kul olmanın en güzel örnekliğini sergilemektedir. Ne mutlu o gariplere…
-------------------------
1. (Müslim, İmân 232; Tirmizî, İmân 13) 2. (Müslim, İmân 232; Tirmizî, İmân 13) 3. Süer Eker, Orta Asya’nın İrani Halkı Tacikler ve Bağımsızlığının 20. Yılında Tacikistan, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2011 Güz (15), 349-398 4. Abdulhakim Alperen Sarı, Tacikistan Raporu, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Gençlik Kurulu, İstanbul, 2015. 5. İsmail Türkoğlu, Tacikistan, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 39; sayfa: 347. Url: http:// www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=390347 6. Türkoğlu, a.g.m. 7. Sarı, a.g.m. 8. Tacikistan İnsan Hakları İhlalleri Raporu, 2016. Url: https://www.ihh.org.tr/public/publish/0/3/tacikistanraporu.pdf
47
RABÎU'L-EVVEL 1439
-
dir ki bölgede İslam’a, Müslüman kimliğine ve
| Nebevi Aile
| Halime Yılmaz
Beni Şeytana Bırakma!
KASIM 2017
A
48
llah’ın rahmetinden kovularak cennetten çıkartılmış olan şeytana güvenmek, insanoğlunun en büyük hatasıdır. “Bir insan nasıl olur da şeytana güvenir?” demeyin. Hayatını, onun dürtüleri ve nefsinin istekleri üzere sürdürüp, neslini de onların ellerine teslim eden kişi sayısı az mıdır? Kur’an’da insanları çoğunun sapıklık yolunu seçtikleri beyan edilmiştir. Kur’an’ın ‘apaçık düşman’ diye tanımladığı şeytan, her an faaliyettedir ve ruhları henüz tertemiz olan çocuklarımız, onun için körpe kurbanlardır. Onun çocuğa yaklaşma serüveni, anne baba ilişkiye girmeden önce başlar, ölene kadar kaydırmak için gayreti devam eder. Buhari’de geçen bir hadiste peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
edeceğin şeylerden ( çocuklardan) uzaklaştır”
(Cinsel ilişkiden önce) “Allah’ın adıyla. Allah’ım bizi şeytandan ve şeytanı da bize ihsan
ve internettir. Çağımızın gerekliliklerinden biri
der de bir çocukları olursa, şeytan ona ebediyen zarar vermez.” Şeytan asla boş durmaktan hoşlanmaz. Ama bizim boş durmamızdan acayip keyif alır. Ve bunu sağlamanın yollarını arar. Hiç pes ettiği görülmemiştir. Soldan, sağdan, önden, arkadan, yani zayıf bulduğu her yönden yaklaşır durur. Onun görevi saptırmak, dünyaya daldırıp gaflete sokmaktır. Günümüzde “iki ayaklı şeytanlar” diyebileceğimiz, şeytana pabucunu ters giydirecek dereceye ulaşmış insanların, müslümanların nesillerini ifsat edip, beyinlerimizi yıkamak için kullandıkları en önemli materyaller, televizyon olduğundan, bu ikisinden tamamen soyutlan-
mamız mümkün değildir. Bilgi çağı olarak tanımlanan devrimizde, her iş artık hızlı işlemekte ve bu noktada televizyon ve internet ihtiyaç haline gelmiş durumdadır. Hangimiz tamamen kaçabiliyoruz, söyler misiniz? Televizyon ve interneti evine sokmadığı ve o ikisine karşı olduğu iddiasında bulunanlar bile telefonlarında internet kullanmak durumunda kalmaktadırlar. Bunu nasıl izah edeceksiniz? Bu, bu dönemin ihtiyacı olan interneti, Allah’ın sınırlarına riayet ederek kullanabileceğimiz anlamına gelmektedir. Bu iki materyali biz ve çocuklarımız kullanırken dikkat edilmesi gerekenler: 1- ) Kesinlikle haram görüntülere bakmamak ve böyle durumlarla aniden karşılaşıldığı zamanlarda, onlara örnek olup gözlerimizi haramdan sakınmayı öğretmek.
Şeytan asla boş durmaktan hoşlanmaz. Ama bizim boş durmamızdan acayip keyif alır. Ve bunu sağlamanın yollarını arar. Hiç pes ettiği görülmemiştir. Soldan, sağdan, önden, arkadan, yani zayıf bulduğu her yönden yaklaşır durur. Onun görevi saptırmak, dünyaya daldırıp gaflete sokmaktır.
2- ) Bize ve çocuklarımıza dünya ve ahirette fayda vermeyecek veya harama sevk edecek dizi, film, reklam v.s. şeyler seyretmemek. 3- ) Onları, boş zamanı değerlendirme aracı kesinlikle görmemek
duyguyu verememişseniz, o çocuk, harama gi-
4- ) Televizyondaki kanalları olabildiğince aza indirmek ve çocuklarımız internet kullanırken gözetimimiz altında tutmak
7- ) Çocuklarımıza dinimizi sevdiren veya en
5- ) Günde maksimum iki saatten fazla kullanılmasına evde müsaade etmemek
azından İslam’a ters olmadığından emin olduğumuz çizgi filmleri izlemelerine, en fazla iki saati geçmemek şartıyla, bizim gözetimimizde izin vermek. Bu sözlerimizden kimse televizyon ve interneti tamamen onaylamanın doğru olduğu anlamını çıkarmamalı. Televizyon ve internet, çocuklarımızı rahatlıkla onların eline teslim edebileceğimiz masumlukta kesinlikle değiller. Ama zaten kaçamadığımız ve hayatımızın belli noktalarında başvurmak zorunda kaldığımız bu aletleri, Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemeden ve vakti zayi etmeden sadece işimizi gördüğümüz birer alet olarak değerlendirmeliyiz. Çocuklarımızı da bu şeklide yönlendirmeliyiz. Ayrıca bu konuda aşırıya kaçtıklarına şahit olduğumuzda gereken izahat ve uyarıları da ihmal etmemeliyiz. İşin takva boyutu, bunlardan tamamen
49
RABÎU'L-EVVEL 1439
6- ) Çocuklarımızın arzulayıp seyretmek istediği, bizim de onaylamadığımız programları neden onaylamadığımızı yaşlarına uygun izah edip onları ikna etmek. Çünkü bu konuda onları yeterince ikna edemezsek bizim yokluğumuzda, bu durumu fırsat bilerek gizliden izlemek isteyebilir. Bu manada küçük yaştan itibaren çocuklarımıza vereceğimiz Allah sevgisi ve korkusu çok önem arz etmektedir. Eğer bir çocuk, anne babasından, Allah’ın her yerde onu görüp işittiğini iyi bellemişse, kimsenin olmadığı yerlerde de günahtan kaçınacaktır. Yoksa siz çocuklarınıza televizyon ve interneti tamamen yasaklayıp evden kaldırsanız da bu
recek başka vesileleri gizlice yapabilir.
uzak durmak, hiç yaklaşmamaktır. Yapabilene ne mutlu!
Bunlarla çok meşgul olanlar, düşünme, üret-
Bu konuda, maddelere eklemediğimiz, ama Allah’ın emirlerine ters olan her şeyden uzak tutmalıyız geleceğimiz olan çocuklarımızı. Çocuklarımıza şeytanın yolunu ve heva ve hevesin peşinden gitmeyi emreden programlardan onları kesinlikle uzak tutmalı ve onların eline teslim edip “aman sussunlar da” diyerek, çocuklarımızı büyük şeytanın eline tamamen teslim etmemeliyiz. Bunda vebal olduğunu ve bu konuda hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Çünkü çocuklarını televizyonun başına emanet edip, onların tertemiz ruhlarını kirleten bu aletlere izin veren anne babalar, ileride bunlar yüzünden, onların işleyecekleri günahlara ortak olurlar.
manlarının Müslüman çocukların geleceği için
Biraz da televizyonun ve internetin çocuklara zararlarından bahsedelim:
KASIM 2017
görmek istediği sahne de budur. Aman dikkatli olalım. - Çizgi filmlerde her şey hızlı ilerlemektedir. Ama hayat ondan daha yavaştır. Bunlarla aşırı meşgul olan çocuklarda dikkat dağınıklığı daha çok görülür. Ayrıca bu durum çocuklara her istediklerinin hemen olması arzusu uyandırır. Bu da İslam’a ters olan bir durumdur. Zira İslam her daim sabrı, akıllı olmayı, düşünmenin önemini savunur. Heva ve hevese tabi olmak da, kişiyi şeytanın oyuncağı haline getirir. - Bunlar, kitap okuma alışkanlığının baş düşmanıdırlar.
- Çocukların tertemiz kafaları saatler boyu izledikleri yanlış görüntüler sebebi ile kirlenir.
- Bunlarla meşguliyet arttıkça, çocukta sosyal
- Çocuklar hayal dünyasında yaşarlar. İzledikleri her sahneye kendilerini de dâhil ederler. Kendilerine kahramanlar seçerler. Bunlar onların örnek aldığı kahramanları olur artık. Ama bizim açtığımız ve onayladığımız bir peygamber, Salih bir kulun hikâyesini oynatan bir film izlerlerse bu, onlarda elbette olumlu etkiler bırakacaktır. O yüzden bu materyalleri nasıl kullanacağımıza bağlıdır. İyi de kötü de kullanmak biz anne babaların elindedir.
- Özellikle şiddet içerikli görüntüler sebebiyle
- Batı kaynaklı çizgi filmler veya filmler, çocuklara İslam dışı inanışları aşılar. Şirk içeren sözlerle doludur büyük bir kısmı. Bu tarz çizgi filmler, çocuklarımızın fıtratını bozup, büyüdüklerinde Allah’ın emirlerine zıt davranışları şimdiden kafalarına yerleştirmek amacı taşır. Çok dikkat edilmelidir. Ve tabi ki de bu türleri seyrettirmemelidir anne babalar. - Çocuklarımızın düşünme yeteneğini köreltir. İnsanı hayvandan ayıran özelliktir düşünme.
50
me yeteneğini zamanla kaybederler. İslam düş-
ilişki zayıflar.
çocuklarda şiddete meyil artar. - Hayâ ve iffet gibi İslam’ın imandan kaynaklandığını ifade ettiği duyguları ortadan kaldırmaya yönelik bunlarda oldukça fazla unsur vardır. İmanımıza dikmişler gözlerini maazallah. - Televizyon, çocuğu sınırsız tüketime sevk eder. - Televizyonun veya internetin başındayken çocuğun beyni yorulur ve işlevsiz hale gelir. Bütün bu ve benzeri zararlarından dolayı önce biz anne babaların gereksiz ve haram olan tüm programlardan uzak durması gerekir. Ey şeytanın ve nefsinin kuşattığı insan! Bunlara karşı her bakımdan uyanık ol ve çocuklarını da bu şer odaklarından olabildiğince muhafaza et!
| Haber Analiz
Emrah Seven |
DOĞU GUTA’DA
SON GELIŞMELER S
uriye devrimi başladığı 2011 yılından bu
ne kadar 206’sı çocuk 67’si kadın olmak üzere
yana Esed rejimi, İran ve Rusya katliam-
397 kişinin açlıktan hayatını kaybettiği bölge-
larını sistematik bir şekilde sürdürüyor. İç sa-
de, binlerce sivil de ‘yetersiz beslenme’ nede-
vaş öyle bir hal aldı ki binlerce insan açlıkla,
niyle hastalıklarla boğuşuyor. Her 10 günde
ölümle ve katliamlarla karşı karşıya. Zalimlikte
bir bebeğin açlık yüzünden hayatını kaybettiği
boyut değiştiren Esed rejimi muhasaraya aldığı
abluka bölgesinde temel ihtiyaçlar da karşıla-
Doğu Guta’ya herhangi bir yaşam malzemesi-
namaz halde.
nin girmesine izin vermiyor. Mazlum, kimsesiz Doğu Guta halkı zor şartlarda yaşam mücadelesi verirken aynı zamanda da dünyaya insanlık dersi veriyor.
Doğu Guta Açlıkla Savaşıyor Suriye savaşının açlık boyutunu Doğu Guta’da
Doğu Guta’da yaşayan Aişe Al Sattuf isimli bir anne, “Abluka altındaki Doğu Guta’da yaşıyoruz. Burada çok zor günler geçiriyoruz. Enkaz içinde yaşıyoruz” diyerek adeta kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşen Suriyelilerin durumunu özetliyor. Çocukların Doğu Guta’da güvende olmadı-
bölge Esed rejimi tarafından kuşatılmış du-
ğını belirten anne, “Çocuklarımız güvende
rumda. Zalimlikte sınır tanımayan rejim bugü-
değil. Yağ yok, su yok, ekmek yok temel
51
RABÎU'L-EVVEL 1439
görüyoruz. Şam şehrinin içerisinde yer alan
rejiminin Suriye’nin başkenti Şam’ın Doğu Guta bölgesindeki ilçe ve beldelere 14-17 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirdiği saldırılara ilişkin raporunu açıkladı. Rapora göre, Esed rejimi gerginliği azaltma bölgesi içerisinde yer alan Doğu Guta’daki ilçe ve beldelere 38 misket bombası, bin 58 topçu atışı ve 181 hava saldırısı düzenledi. Söz konusu tarihlerdeki saldırılarda 3’ü kadın, 13’ü çocuk, 3’ü sivil savunma görevlisi, 45 sivil öldü ve 307 sivil yaralandı.
Nasıl Bu Duruma Gelindi Her şeyin bir ahlakı değerleri olduğu gibi savaşında ahlaki değerleri var. Suriye rejiminde ahlaki değerleri aramak ise imkânsız. Esed rejiihtiyaçlarımızı
karşılayamıyoruz.
Ağzımıza
mi, Doğu Guta’da bulunan 20 bin direnişçi ile
koyacak bir lokma ekmeğimiz yok. Cebimde
savaşmak yerine onları açlık ile cezalandırarak
yıllardır bir liram yok. Çocuğumun hastalığı
bölgeyi uzun vadede ele geçirmeye çalışıyor.
var, doktor bulamıyoruz. Ne yapacağımı
Rejimin Guta halkını kasıtlı olarak aç bırakma-
bilmiyorum, buradaki durumu daha asıl
sı insanlık suçu aynı zamanda da uluslararası
özetleyebilirim ki, çaresiziz” diye konuştu.
hukukun açık bir ihlali ve/veya bir savaş su-
Suriye’de binlerce sivilin hayatını kurtaran Si-
çudur.
vil Savunma (Beyaz Baretliler) ekipleri, Esed
Doğu Guta’ya önceden tüneller vasıtasıyla insani vasıtalar ulaştırılıyordu fakat şubat ayında Esed rejimini yardım malzemesi gönderilen tünelleri bombalayarak yapılan ateşkesi ilga etti. Şu anda Doğu Guta’ya giden yaşam malzemeleri rejimin kontrolündeki tek bir kapıdan içeri giriyor. Esed rejimi hem kapının kontrolünü sağlıyor hem de içeriye gönderilecek yaşam malzemelerini fahiş rakamlarla satıyor. Esed rejimine bağlı tüccarların aldığı paralar normal şartlarda Rusya ile yapılan anlaşmalar kapsamında vergiler alınmayacağı yönündeydi fakat
KASIM 2017
rejim her zaman yaptığı gibi bu anlaşmaları da ihlal etti.
52
| Serbest Köşe
Muaz Akgün |
Arzu ve İstekleri Kesip Atan Ecel ve Musibetler İ
nsan, dünya hayatına ilk adımını attığı andan itibaren elde etmek istediği arzu ve
Hadis kitaplarımızın zühd/rikak bölümlerin-
istekler peşinden koşar durur. Zira dünya
dır. Bu hadislerden biri şöyledir: Abdullah bin
hayatı, yapı olarak peşinden koşulan bir me-
Mes’ûd’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygam-
tadan ibarettir. Bu özelliği ile içinde yaşayan
ber bir gün ashabıyla sohbet ederken kumun
insanları bütün kuşatıcılığı ile sarmıştır. Şehir
üzerine kare biçiminde bir şekil çizer. Karenin
merkezlerinde yaşanayan insanlardan tutun
ortasına bir çizgi çizerek iki yanına ona bitişen
da köylerde en ücra köşelerde yaşayan birey-
küçük çizgiler ekler. Karenin dışına da başka bir
lere kadar bu böyledir. Elde etmek istediği
çizgi çizerek sahâbilere ‘bunun ne olduğunu bi-
mal, biriktirip durduğu para ve daha fazlasını
lir misiniz?’ diye sorar. Sahâbîler: Allah ve Rasû-
kazanma isteği uzun emeller kurmasına, bitip
lü en iyi bilendir, derler. Rasûl-i Ekrem çizdiği
tükenmek bilmeyen arzuları kovalamasına se-
bu şekli şöyle: “İnsân karenin içindeki orta çiz-
bep olmaktadır. Ancak insanı yaratan Rabbi,
gidir. O çizginin yanına doğru olan küçük çizgi-
dünyanın tüm çekiciliğine rağmen esas olanın kendisine kulluk olduğunu defalarca hatırlatmış ve uyarması için peygamberler göndermiştir. Bu kısa yazıda, Peygamberimizin iki
ler, insanı her yönden saran musibetler-afetlerdir. Bunlardan birisi ona isabet etmezse diğeri isabet eder. Kareyi oluşturan kenar çizgileri, insanı kuşatan eceldir. Karenin dışında kalan çizgi ise insanın ümit ve hayalleridir.” (1)
mek amaçlanmış, meselenin tüm detaylarına
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, ashabına bir
girmek hedeflenmemiştir.
hususu anlatmak için bazı şekiller çizer, bu şe-
53
RABÎU'L-EVVEL 1439
hadisine yer vererek gönül dünyamıza seslen-
de konuyla ilgili bir çok rivayet bulunmakta-
killerle olayın daha iyi kavranmasını amaçlar. Bazen de şekiller yerine farklı misaller vererek meseleyi kavrattığı olur. Hadis ilminde bu tür rivayetler Emsâlü’l-hadis türü/alanı altında değerlendirilir. (2) Yukarıda yer verilen rivayet, ilgili şerhlerde ve hadis kitaplarında çeşitli şekillerle gösterilmiştir. Burada konunun daha iyi anlaşılması için Abdullah Aydınlı’nın Dârimî’nin Sünen’ine yapmış olduğu tercüme ve şerhteki şekle örnek olarak yer verilebilir. (3)
KASIM 2017
Arzu ve ümit etmek manalarına gelen emel, nefsin uzun ömürlü olma ve zenginliğin artması gibi hoşuna giden istekleridir. (4) Temenni kelimesi ile yakın anlamı olmakla birlikte emelde daha uzun vadedeki istekler ön plana çıkar. (5)Hadiste görüleceği gibi, insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzuları, ulaşmak istediği büyük emelleri vardır. Dünya hayatının çekiciliği, mal hırsı nefsi hiç bitmeyecek hayaller kurmaya sevk eder. Öyle ki insan, ‘şu işten sonra şunu yapacağım, bu iş bitsin hemen şuna başlamam gerekir diye’ planlar yapar, hedefler koyar. Ancak insan tüm bu emeller peşinde koşarken kendisne birçok musibet ve bela isabet eder. Gelen bela ve musibet onu sarsar, kendisine böyle bir musibetin nasıl geldiğine şaşırır, anlam veremez. Ancak en büyük musibet olan ölüm gelip çattığından kişi, diğer musibetlerde olduğu gibi af vaf edecek bir durumla karşı karşılaya değildir. Bu durum hadiste, insanın emellerini çevreleyen ecel olarak şeklediliştir. İnsanın arzu ve isteklerine son veren ecel başka bir hadisi şerifte şöyle dile getirilmektedir: Ebû Saîd el-Hudrî’den şöyle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber önüne bir çubuk dikti sonra yanına bir tane daha uzağa bir tane daha dikti sonra da şöyle buyurdu: “Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz?” Sahâbîler: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dediler. “Bu önümdeki çubuk insanı temsil eder sonrasındaki ecelidir en uzaktaki de arzu ve ümitleridir. İnsan arzularını elde etmeye çalışırken eceli onu önceden yakalar.”(6)
54
Dünya tüm çekiciliğine ve bağlılığana rağmen, her bir insanın veda ettiği bir diyardır. İnsan emelleri beşinde koşarken arzu ettiği dünya kendisini yarı yolda bırakmakta emellerini kesip atmaktadır. Hal böyle iken veda edilecek bir diyarda yığın yığın yükler biriktirmek beyhude bir çabadan ibadettir. Tam tersine dünyayı geçiçiliği ile tanıyıp, kervanla yola çıkılmış bir ticaret diyarı olarak görmek beklenendir. Böyle bir ticarette insan dünya malı elde etmede arzulu olabilir, kazanç sağlamak için gayret gösterebilir. Zekat ve sadakalarla malını temizleyerek helalin peşinden koşabilir. Hatta alimlerin kitap yazmaları hasebiyle ümit ve arzu içinde olmaları övülmüştür. Ancak kişi, kendisine gelen musibetlere sabretmeli, gelenin bir imtihan sebebi olduğunu bilmeli ve buna göre hareket etmeye gayret etmelidir. En büyük musibet olarak da ecelin varlığını hatırında canlı tutabilmelidir. Bu anlamda bir ayet-i kerime hatırlatılarak yazıya son verilebilir. “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (7) -------------------------
1. Buhârî, Rikâk, 4: İbn Mace, Zühd, 27. Hadisin tercümesinde Hadislerle İslam (V, 16) isimli eserden yararlanılmıştır. 2. Emsâlü’l-hadis ile ilgili daha fazla bilgi için bk. Rıza Karabulut, Hadislerde Cevamiul-kelim ve Emsalül-hadis, Mektebe Yayınları, Kayseri, 2007. 3. Darimi, Sünen-i Darimi, VI, 26. Bu hadisin Buhârî rivayeti üzerine yapılan bir incelemede, tüm şerh ve hadis eserlerinde çizilen şekillere yer verilmiş ve değerlendirme yapılmıştır. Bk. Selim Demirci, “Hadis Metnini Anlama/Somutlaştırma Çabasına Bir Örnek: Hz. Peygamber’in Emel-Ecel İlişkisine Dair Çizdiği Şekil”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı: 6 Yıl: 2015 s. 101-121. 4. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Daru’l-fikir, Lübnan, 2007, XIII, 6689. 5. Daha fazla bilgi için bk. Zeki Duman, “Emel”, DİA, XI, 87. 6. İbn Hanbel, III, 17. 7. Âl-i İmran, 185.
| Serbest Köşe
Soner Dural |
İHTİLAF’TAN SAKINIP İTTİFAKI ŞİAR EDİNMEK “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dini-
bir ve beraber kılmak için gelmiştir. Ayrılıkları
ne) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.
desteklediği asla düşünülemez. Bu hadis bazı
Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün.
ihtilafların rahmet olduğunu bildiriyor; ama
Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O,
şu hadis-i şerif de bizleri fırkalara ayrılmamak
kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
noktasında ikaz ediyor: “İsrail oğulları yetmiş iki millete ayrılmışlardı.
iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Al-
Ümmetim ise yetmiş üç millete ayrılacaktır.
lah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki,
Bunlardan biri hariç hepsi Cehennem’de ola-
doğru yola eresiniz."
(1)
caktır. Ashab: “O millet kimdir?” Diye sordular
Ümmetimin ihtilafı (ayrılığa düşmesi) rah-
da: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de şöyle
mettir hadisi mutlak, yani her konuda ihtilaf
buyurdu: “Ben ve ashabım hangi milletten isek o
rahmettir demek değildir. İslamiyet insanları
milletten ve dinden olanlardır.” (2)
55
RABÎU'L-EVVEL 1439
Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında
İhtilafın Lügat Mânâsı:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor
İhtilaf, lugatta, herkes birbirinden başka bir
ki: “Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen
yol tutarak herhangi bir konuda anlaşamamak, söz birliği edememek, aynı olmamak demektir. Her aynı olmayan, aynı zamanda ihtilaf etmiş, karşı çıkmış, uyuşamamış ve ittifak edememiş demektir. (3)
Alimlere göre, şer’i ıstılah (terim) olarak ihtilaf, insanların dünyâ ve âhirette kendisiyle mutlu veya mutsuz (şakavet) olduğu fikir ve görüşlerde, dinler, mezhebler ve inançlarda olur.(4)
mu? diye sorduk. "Başka kim olacak?" Buyurdular. (9)
şöyle buyuruyor: “Ümmetimden bir sınıf vardır ki, daima hakkı müdafaa eder. Kıyamete kadar muhalifleri onlara zarar veremez.” Öyle ise, ihtilaf etmeleri durumunda insanların aleyhinde bir delil olsun diye onları bölük bölük olmaktan, çekişip ayrı düşmekten menet-
İslam, İhtilafı Yasaklar:
mek ve sakındırmak gerekmektedir. (10)
Şeyhu'l İslâm İbn Teymiyye radiyallahu anh şöyle
Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Al-
der: “Allah celle celaluhu bize, birleşip anlaşmayı emrederken, ihtilafa düşmeyi ve ayrılıp bölünmeyi ya saklamıştır.
(5)
İbn-i Teymiyye’nin dediği, Kur’anın da ifade ettiği bîr gerçektir. Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
da sünneti mevcuttur.
lah sabredenlerle beraberdir. (11) Hz. Ömer radiyallahu anh Müslümanların dağınıklığı ve bu dağınıklığın yol açacağı tehlikelere karşı bizleri şöyle uyarmaktadır; “Duyduğuma göre özel meclisler ediniyormuşsunuz. Öyle
Allahu Teâlâ celle celaluhu: “Ve topluca Allah’ın
ki meclisler parsellenmiş ve iki kişi bir araya gel-
buyururken,
diğinde; bu filanın arkadaş grubundan, bu filanın
ipine yapışın, ayrılmayın.”
(6)
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de tirmizi’nin
ekibinden deniyormuş.
tahric ettiği bir hadiste şu tavsiyede bulunmak-
Allah’a yemin ederim ki; bu durum hem dinimiz,
tadır: “Cemaatten ayrılmayınız. Bölünmekten
hem şerefimiz, hem de huzur ve güvenimiz açı-
sakınınız. Çünkü şeytan tek başına bulunanla be-
sından ciddi bir tehlikedir. Bu hal sizden sonra
raber olup, iki kişiden çok uzaktır.”
gelenlerin İslam’ı parça parça bölerek bu filanın
(7)
“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap
KASIM 2017
Rasûlü, Yahudiler’in ve Hıristiyan’ların yolunu
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda
İhtilafın İstilahi Mânâsı:
56
deliğine girse, siz de gireceksiniz.” ‘Ey Allah’ın
görüşü, şu filanın görüşüdür demelerine yol açar, meclislerinizi birleştirin, birlikte oturun. Böyle yapmanız dostluğunuzun daha devamlı olmasını, insanlar arasında daha heybetli gözükmenizi
vardır.” buyurur Rabbimiz.(8)
sağlar.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in meydana
Ümmetin Helaki İhtilafı Sebebiyledir: Milletin
geleceğini bildirdiği haberleri doğrularcasına
helak olma sebeblerinden olan ihtilaf, Allah’ın
müslümanlar arasında ihtilaf olmuştur ve ola-
milletler hakkındaki sürekli kânunlarından
caktırda.
(Sünnetullâh) biridir. Bunu, Îmam’ul Muhad-
disin (hadisçilerin imamı) Buhari’nin çıkardığı
ü misakta şöyle biat ettik: Allah’ın ve Rasûlü-
şu hadisten öğreniyoruz. Rasûlullah sallallahu
nün emirlerini dinleyip onlara hem neşeli hem
aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Sizden önceki (mil-
kederli zamanımızda; hem zor hem kolay hali-
letler) ihtilaf ettiler de helak oldular” Bir diğer
mizde itaat etmek ve amirlerimiz kendi arzu-
revâyetle “helak edildiler” şeklindedir (12)
larını nefislerimiz üzerine tercih etseler dahi,
Abdullah İbn Mes’ûd radiyallahu anh rivayet ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini naklediyor:“Bir adamı Rasûlullah’tan işittiğimin aksine, bir âyeti okurken işittim.
hakkında yanınızdaki Allah’ın Kitab’ında var olan kuvvetli delilinizle açık küfürlerini görmedikçe onlara itaat etmek münakaşa etmemek (savaşmamak).(16)
Elinden tutup Nebi’ sallallahu aleyhi ve sellem'e
Bu hadis-i şerifler ve alimlerin bu konudaki
götürdüm. Durumu anlatınca yüzünde bir
sözleri bölünmeye ve küsüp çatışmaya götü-
hoşnutsuzluk farkettim. Sonra buyurdu:Her
ren çekişmeye meydan vermemek için İmam’a
ikinizin de okuduğu tamam ve doğrudur. İh-
(devlet reisi) itaatin, onun zulüm ve işkence-
tilaf etmeyiniz. Sizden öncekiler ihtilaf ettiler
lerine sabır göstermenin vacib oluşuna açıkça
de helak oldular” buyurdu.Şeyhul İslam İbn-i
delil olmaktadır. Mazlumların ve sultanın zul-
Teymiyye radiyallahu anh bu hadis hakkında şöy-
münden zarar görenlerin bu sabrı, zilleti (hor-
le diyor:“Bu hadisi İmam Müslim tahric etmiş-
lanmayı), aşağılığı kabullenme ve zalimlerin
tir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, burada,
zulmüne rıza gösterme anlamını taşımaz. Bir
tarafların birbirlerinin yanında bulunan hakkı
“İsar”dır. İsar demek; hususi maslahat karşı-
inkar anlamına gelen ihtilaftan menetmektedir.
sında umûmî menfaati tercih etmektir. Bura-
Çünkü her iki sahabe de güzel okumaktadır.
da umûmî menfaat, cemaatin birlik üzerine
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu şu sö-
kalması, sultana isyan etmek suretiyle bölün-
züyle sebeblendiriyor: “Çünkü sizden öncekiler
memesi ve ümmetin zayıflamasına yol açacak
ihtilaf ettiler de helak oldular."
ferdi çatışmalara yol açacak ferdi çalışmalara
(13)
ihtilaftan Korunmanın Yolları: İhtilafın çeşitlerine göre, korunma yolları da değişmektedir. İhtilaf, bazan idarecilerle halk arasında, bazan da müslüman cemaatin üyeleri ile diğer İslami cemaatler arasında meydana gelir.
(14)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Emirinden (idarecisi) hoşlanmadığı bir fenalık gören kimse ona sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış ayrı kalarak ölen kimse cahilyye ölümüyle ölmüştür." (15)
meydan vermemesidir. Yoksa, sultanın zulmüne sabretmek, onun zulmüne razı olmak ve sessiz kalmak demek değildir. Kasdedilen, sadece devlete silahla baş kaldırmamaktır. Çünkü bu “bağy” (adil idareciye isyan) demek olur. Zulümden dolayı sultanın günahıyla ona silahlı başkaldırının günahı bir değildir. (17)
Başkalarına Körü Körüne Tabi Olanların Kıyametteki Feci Hali: Başkalarına körü körüne tabi olanların kıyametteki feci hali şöyle belirtiliyor:“Yüzle-
ğer bir rivayetinde şöyle denilmiştir:“Nebi sal-
ri ateşte çevrildiği gün; ‘Keşke Allah’a itaat
(Akabe gecesi) bizi (Ensarı)
etseydik, Peygambere itaat etseydik’ derler.
biat için davet etmişti. Biz de biat ederek O’na
Yine onlar derler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz yö-
söz verdik. Übade diyor ki, Rasûlullah’ın En-
neticilerimize, büyüklerimize tabi olduk,
sar üzerine bir borç olarak bizden aldiğı ahd
onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar. Ey
lallahu aleyhi ve sellem
57
RABÎU'L-EVVEL 1439
Buhari’nin, Ubade b. Samit radiyallahu anh'den di-
Rabbimiz! Onlara azabı iki kat ver ve onları büyük bir lânete uğrat.” (18)
Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek “Bu
Güçsüzler, büyüklük taslayanlara: Şüphesiz
Allah yoludur.” buyurdular. Yine bu çizginin
ki biz size tabi idik. Şimdi Allah’ın azabın-
sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten son-
dan hiç bir şeyi bizden uzaklaştırabiliyor
ra “Bunlar da yollardır, bu yolların her birisin-
musunuz? derler. Onlar da: Eğer Allah bizi
de insanları o yola çağıran birer şeytan bulu-
doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi doğru
nur.” buyurdular ve:
sek de birdir. Bizim için kaçıp sığınacak bir yer yoktur, derler.” (19) -Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Veda hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Sonuçta bütün Müslümanlar kardeştir. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşnutluğu ile vermişse o başkadır.”“Ey İnsanlar! Şunu iyi bili-
KASIM 2017
“Cenâb-ı Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem
“Halkın hepsi Allah’ın huzuruna çıkarlar.
yola götürürdük. Artık sızlansak da sabret-
58
dışında- bir üstünlüğü yoktur.” (20)
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” âyet-i kerime’sini okudular.” (21) İbn-i Abbas radiyallahu anh buyurur ki: “Allahu Teâlâ bu âyet-i kerime ile müminlerin tek bir cemaat olmasını emrediyor, ayrılıkları, gruplaşmaları yasaklıyor ve geçmiş milletlerin bir çoğunun bölünüp parçalanma yüzünden yıkılıp yok olduklarını haber veriyor.”
niz ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Hepiniz
Hz Ömer radiyallahu anh Efendimiz, Kudüs halkı-
Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır.
na verdiği emannamenin hutbesinde sözlerine
Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyaz
şöyle başlamıştır: “Hamd olsun O Allah’a ki bizi
ırkın siyah ırka, siyah ırkın beyaz ırka –takva
İslâm dini ile aziz etti. İman ile şereflendirdi.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hürmetine
hikmet sahibidir.” (26) “Yarattıklarımızdan
bizi rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı.
öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a
Dağınık iken onun sayesinde bir araya getirdi.
iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.”(27)
Kalplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsan etti.
Rabbim göünüllerimizin birleştirsin bi
Bizi sevişen kardeşler haline getirdi.Ey Allah’ın
Rabbim müminlerin göünüllerini birleştir-
kulları! Bu nimetlerden dolayı Allah’a hamd ve
sin bizlere vasat ümmet şuurunu ihsan et-
senâ ediniz.”
sin.dünya’da ihtilafa düşmekten muhafa-
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendi-
za,livai tevhid sancağı üzere bir araya gelen
miz’in mahrem-i esrârı olan Huzeyfe radiyallahu
kullarının zümresine ilhak etsin.(Amin)
anh
Hazretleri buyururlar ki:
“Münafıklık Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür
-------------------------
vardır.” (22) Huzeyfe (radiyallahu anh-) Hazretleri’nin bu sözü
1. Âl-i İmran, 103 2. Tirmizî
ile ne demek istediğine dair bazı alimler şöyle
3. Lisânu’l Arab, c.l, s.430 vs.
söylemişlerdir:
4. Şâtıbî, Muvafakat, c.4, s.110,144 vd.
“Cemaate tefrika sokmak Allah-u Teâlâ’nın “Velâ
5. Halduh, Mukaddime, s.56. İbn-i Teymiye, Mecmuu Fetevâ, c.3, s.l 17 ve c.20, s.
teferrekû=Tefrikaya düşmeyin.” emrine aykırı-
6. Âl'i İmran, 3/103
dır. Bütün bunlar artık gizli-kapaklı değildir. Öy-
7. et-Tâcu’l Câmiu’l Usûl, c.5, s.308.
leyse bu, imandan sonra küfür gibidir.” “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.”(23) “İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.”(24) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
8. Â’li imran,105 9. Münzirî, Muhtasar-ı Sahîh-i Müslim, c.5, s.291 10. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 178. 179. 11. Enfal,46 12. Askalânî, a.,g.e, c.9, s.101. 102 13. Teymiye, İktizâu’s Sırâtu’l Müstakim, s.35 14. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 184. 15. Askalânî, c.13, s.5 16. Askalânî, a.g.e., c.13, s.5 17. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 186. 189.
“Bir mümin diğer bir mümin için birbirine ke-
18. Ahzab, 60. 68
netlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet
19. İbrahim, 21
alır.” (25)
20. Tirmizi, Menakıp, 73. 21. Dârimî. Sünen
“Onların gönüllerini birleştiren Allah’tır.
22. Buhârî, Fiten 21
Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi ver-
23. Hucurat, 10
mezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz’dir, hüküm ve
24. Maide, 2 25. Münâvî 26. Enfal,63 27. A’raf, 181
59
RABÎU'L-EVVEL 1439
seydin, yine onların gönüllerini birleştire-
| Serbest Köşe
| Adem Kalaycı
Dünya'dan Cennete Mektup Canım babacığım,
O zaman kartala döndü annem, o iri yarı göbekli
B
adamı tuttuğu gibi yere çaldı. Öyle bir çığlık attı
ugün ev sahibi geldi, kirayı istedi. Birikmiş üç aylık kiranızı vermezsek gözümüzün ya-
şına bakmayıp bize sokağa atacağını söyledi. Anneme de bir ton hakaret etti, yetmedi seni andı
KASIM 2017
o pis ağzına “Kocan akıllı biri olsaydı 5 çocuk
60
ki tüm apartman ayağa kalktı. Annem delirmiş gibiydi baba, adam kaçmaya yeltendi ama annem bırakmadı. Düşünebiliyor musun baba üflesen uçacak annem, söz konusu sen olunca aslan kesiliverdi birden. Komşular geldi kurtardı adamı
yapmazdı! Bak şimdi ondan fayda mı var? Şu ha-
adam kaçtı annemse saatlerce kendine gelemedi.
line bak otuzuna gelmeden çökmüşsün… Madem
Fotoğrafına sarılıp saatlerce ağladı... Ağladı son-
geçinemeyeceksiniz niye geldiniz lan buraya!”
ra secdeye kapanıp hıçkıra hıçkıra dua etti.
Onu öyle görünce bizde ağladık baba. En çok sevdiğim ketçaplı makarnayı bile artık hiç canım çekmiyor, baba. Baba gel kurbanın olayım. Sen olsan kimse bize bağıramazdı baba, o adamın ağzının ortasına vurur paraları da yüzüne atardın baba. Sen bizi kimseye muhtaç etmedin baba! Ayakkabım eskimeden yenisini alırdın hem de hiç üşümezdik baba. Bu sene yine kömür alamadık baba o yüzden en küçüğümüzü aramıza alıp öyle uyuyoruz baba. Anneciğim de tam kenarda yatıyor soğuktan bizi muhafaza ediyor, kaç haftadır soğuktan beli ağrıyor ama bize bir şey söylemiyor. Geçen akşam çok üşüdük baba dışarıda don vardı. Annem dışarı çıktı birkaç saat sonra bir çuval yanmış kömürle geldi. Çöpün kenarındaki küllerden yanmamış kömürleri ayıklamış. Eski elbiselerimizle ateşi tutuşturdu o gece çok rahat uyuduk baba. Rüya gibiydi! Eski elbise diyorum da benim hiç yeni elbisem yok ki. En son elbisemi sen almıştın üç yıl önce, kurban bayramında o gün iki kurban vermiştik Allah’a; biri kuzumuz biri de sen babam! Biliyorum sen şimdi cennettesin baba. Annem dedi ki: “Üzülmeyin babanız cennette anne babasından önce ölen çocuklara babalık yapıyor şimdi, sizi de orada bekliyor.”
Hatırlıyor musun baba sen akşam işten geldin mi beşkardeş sana önce terlik giydirmek için kapıya koşardık. Hatta bir defasında Leyla’yla terlik giydirme yarışında saç saça kavga etmiştik de sen bize bir hafta terlik giydirmeme cezası vermiştin. Terlikleri hep ben giydirir, Leyla çoraplarını çıkartır, Ayşe’de havlunu tutardı. Muhammed de sırtını çiğnerdi. Baktım hep terlikleri ben giydiriyorum, sende günlük sıraya sokmuştun. Babacığım sana bir şey itiraf edeceğim ama bana kızma olur mu? Hani Leyla’nın boğazları şişmiş dört gece ateşler içinde yanmıştı ya... Şey… Nasıl desem... üf be tamam işte onu ben yaptım baba. Yani benim yüzümden oldu. Oh be söyledim de kurtuldum. Kızdın mı baba, kızmadın demi Aslan babacığım benim! Ne yapayım baba sen Leyla’yı daha çok seviyorsun diye yaptım bunu onun sırasını kapmak için yaptım. O gün onunla yakalamaca oynadık, öyle bir koşturdum ki onu nerdeyse kalbi çatlayacaktı. Sen şimdi yorulmuşsundur canım kardeşim deyip yarım litreden fazla soğuk suyu içirdim ona. Yani aslında ben bir bardak iç dedim ama maşallah kızın tuz yalamış koyunlar gibi içtikçe içti. Üstüne de en sevdiği limonlu dondurmadan ısmarladım hem de iki tane. Sonra da dedim ki ona, bana bak sakın kimseye söyleme aramızda… Saf kardeşim benim “Olur mu ablacığım asla söylemem sen bana çok iyilik yaptın dedi.” Sonrası malum işte biliyorsun… Ama planım ters işledi ben terlik giydirmeyi
61
RABÎU'L-EVVEL 1439
Eskiden buzdolabını açtım mı ne yiyeceğim diye dakikalarca düşünürdüm. Şimdi bir tek kuru ekmek oluyor baba birde pazardan arta kalanları topladığımız çürük meyve ve sebzeler. Biliyor musun baba pazardan kalan artıkları yediğimizi daha dün öğrendim. Anneme bu meyve sebzeler neden böyle ezik büzük diye her sorduğumda, sitem eder gibi “Bir de soruyorum taşıya mı biliyorum eve gelinceye kadar kırk defa dinleniyorum. Eee sürekli yere indir kaldır haliyle eziliyor.” Annem ben sana yardım edeyim diyorum. “Sen otur dersine çalış kuzum diyor.” Ama anneme hiçbir şey söylemedim. Dün annem pazara diye evden çıkınca gizlice onu takip ettim baba. Utancından yüzünü örtmüş, başını yere eğmiş bir köşede pa-
zarın dağılmasını bekliyordu, hava iyice kararıp insanlar dağılmaya başlayınca tezgâhların altında kalanları toparlıyor bazen de esnaf “Bunları da al” diyerek tezgâhında kalan altta ezilmiş meyveleri veriyorlardı. Onu öyle görünce koşa koşa sarılıp ellerini öpesim geldi baba gece kaç defa okulu bırakıp çalışmayı düşündüm baba. Aslında okul çıkışları mendil satabilirim ama o zamanda dilenci gözüyle bakıyorlar baba. Ben dilenci değilim. Ben Taş bilek Ali’nin kızı Zehra’yım! Ben dilenmem!
kazanmıştım ama Leyla o ateşli akşamlarda hep seninle uyudu. Başında sabaha kadar bekledin, sirkeli mendillerle ateşini düşürmek için uykusuz kaldın. Tabi ben hemen tövbe ettim. Allah’ım bir daha yapmayacağım dedim. Çünkü sen o zaman Leyla’yı daha çok sevmeye başlamıştın. Demek ki hastalanınca baba daha çok yavrusuna ilgi gösteriyor deyip yarın ki sabah köy meydanında kırk tur atıp zorla üç litrede soğuk su içtim. Üstüne de 5 tane çilekli dondurma yedim. Soluğu hastanede almıştık gece sen tıpkı Leyla’da olduğu gibi beni hiç bırakmadın baba. İşte o zaman anladım babam tüm kızlarını tüm çocuklarını çok seviyor. Bunu anlamak için kırk litre su içmeye bile razıydım ben baba. Yaptığıma da hiç ama hiç pişman değilim. Bazen aklıma geliyor, doktorlar ateşimi düşürmeye çalışırken sende başucumda saçlarımı okşuyor bana masallar okuyordun babam. Sonra her Perşembe akşamları bize çikolata alır, Cuma sabahı da yastığımızın altına para bırakırdın. Her defasında bu sefer babamı para bırakırken yakalayacağım diye nöbet beklesem uyuya kalırdım. Her akşam aynı saatte hiç yılmadan usanmadan yolunu bekliyorum baba. Annem de öyle hep senin işten dönmene yakın ki saatte sofrayı kuruyor, sofranın başköşesinde hep boş bir tabak oluyor. Senin tabağın baba… Bazen annem yanlışlıkla onu da dolduruyor sonra gözlerinde yaşlar süzülüyor. Ama o zamanlar da bile tabağı hiç tencereye geri boşaltmıyor baba. Herkes sofradan kalktığında ben tencereye döküyorum baba. Zaten akşam Muhammed’in tekrar karnı acıkıyor ısıtıp ona yediriyorum. Hiç doymuyor ki benim yarım ama benim dört katım yiyor.
KASIM 2017
Sen gül diye anlattım baba ama içim yanıyor. Bazen sensizlik o kadar kalbimi yakıyor ki nefes alamıyorum baba. Baba… Baba baba gel. Hani şehitler ölmezdi sen niye öldün baba!
62
Annem senden kalan son hatırayı da 3 gün önce sattı baba. Sen üzülme diye söylemeyecektim ama sana verdiğim söz aklıma geldi akıllı kızlar babalarından hiçbir şey saklamazlar. Muhammed çok rahatsızlandı baba baygın gibi yatıyordu. Yemeden içmeden kesilmişti. Annem hemen doktora aldı götürdü. Doktor demir eksikliği var demiş, vitamin eksikliği daha bir sürü şey işte. Annem de evlilik yüzüğünü sattı baba. Kasaptan birkaç kilo karaciğer birazda kıyma ve muz almış. Altı aydır ilk defa muz yedik baba. Payıma düşen çeyrek muz da olsa bir lokma da olsa tadı çok güzeldi baba, insan uzun süre bir şeyi tatmayınca tadı çok güzel oluyormuş baba. Babacığım geçen öğretmenim saçımda bit buldu. Annemi aradı bir sürü nasihat etti. Annem eve gelince taş gibi sarıldı bana saçlarımı bit şampuanıyla güzelce yıkadı birkaç gün. Ama geçmedi baba, hep bana altın saçlı kızım derdin baba, her gece yatmadan önce saçlarımı tarar, sabah da okula gitmeden belime kadar uzanan saçlarımı iki örgü yapar örerdin. Ucuna da kırmızı kurdele bağlar, yanaklarıma da kocamdan iki tane öpücük kondururdun. Her Perşembe akşamı bize çikolata alır, her Cuma sabahı yastığımızın altına harçlık bırakırdın. Baba… Baba… Babacığım! Annem… Annem… Annem saçlarımı kesti baba! Altın saçlı kızın oğlan çocuğu gibi oldu baba, sen olsaydın asla izin vermezdin babam, babam babam gel bir kerecik olsun gel. Her Cuma sabahı yastığımın altına bakıyorum ama yok baba hiçbir şey yok. Perşembe akşamları çikolata getirende yok. Annem çikolata dişleri çürütüyor deyip bize çikolatada almıyor artık. Âmâ ben biliyorum parası yok baba, zaten saçımda bitte o yüzden çıktı. Çünkü annem bize eskisi gibi vakit ayıramıyor, sürekli çalışıyor baba, apartmanlar da temizliğe gidiyor baba Suriye’li diye yarı fiyatına çalıştırıyorlar.
Bu bayram Suriye’ye geçtik baba, yıkılan evimizi görmeye gittik her tarafı karış karış aradım babacığım! Sormayacak mısın ne aradım diye baba? Saçının telini aradım babam, çorabının tekini aradım babam, kokunu aradım, seni aradım be babam! Seni aradım seni! Kapının eşiğini öptüm babam, senin o nurlu ayaklarının değdiği kapının eşiğini öptüm. Sesinin yankılandığı duvarları dinledim babam, sesinden bir şey kalmış umuduyla, ben seni çok özledim be babam çok ama çok özledim. Allah’ım saçının bir teline razıyım! Çorabının bir tekine razıyım! Ah babam şöyle sarılsam sana sıkı sıkı ta içime çeksem kokunu, ah bu koku ne kıymetliymiş! Ne azizmiş!
çocukları Suriye’ye amcalarının yanına git hayatını yaşa. Hem bak seni isteyen çocuk birkaç haftaya kalmaz Almanya’ya gidecek. Dayısı mı ne varmış orada, Hama katliamı zamanında taşınmışlar oraya, yeğeni dara düşünce gel yanıma demiş. Bir fabrikada müdür yardımcısıymış dayısı, çocuğu da yanına sekreter diye alacakmış… Asma yüzünü öyle hem bak onunda acısı var senin gibi, savaşta hanımını ve çocuklarını kaybetti. İki yaşında bir kızı kalmış hayatta, çocuğuna ana kendisine de eş arıyor. Âmâ şöylede bir şartı var tabi beş çocuk çok diyor ya çocuklarını amcalarına göndersin ya da en küçüğünü alsın diyor…
Bazen et kokuları geliyor burnumuza komşuların evlerinden. Öyle canımız çekiyor ki anlatamam. Bazen manavın önünden geçti mi ağzımın suları akıyor, istesem mi diyorum sonra senin sözlerin geliyor aklıma… “Akıllı kızlar asla dilenmezler, kimseden de bir şey istemezler.” Sonra vazgeçiyorum babacığım. Bugünlük bu kadar yeter baba sonra yine yazarım sana. Seni çoooook seviyorum baba! Bu arada baba, annem seni ne kadar çok seviyormuş! Kaç defa haber gönderdiler annemle evlenmek için, daha bir tanesini bile kapıdan içeriye adımını attırmadı annem.
Eee haklı tabi bu devirde yaşamak zor adam nasıl
Hele ara ara çöpçatan kadınlar gelmiyor mu eve sinirimden deliriyorum. Ne zaman o kadınlardan biri gelse annem salondan çıkartıyor bizi. Duymamızı istemiyor, zaten kendisi de dinlemek istemiyor ama ne yapsın. Bilirsin baba, annemin komşuluk hukuku çok iyidir, o yüzden kalpleri kırılmasın diye zoraki dinliyor. Geçen sefer dayanamadım gizlice dinledim. Çöpçatan kadın diyor ki: “Kızım ölenle ölünmez. Gençsin, güzelsin beş çocukla nereye kadar, kazandığın kediyi doyurmaz. Hem ben anlamıyorum ki bu çocukların amcası, halası, ninesi, dedesi yok mu canım! Gönder
ren de Allah.”
baksın beş çocuğa birden! Kız aklını kullan bak adam ben çocuklarına da her ay para gönderirim diyor. Oranın parası Suriye’de beş katı eder diyor. Kendin için değil çocukların için evlen bari. Hem büyüyünce onlarda hak verirler sana… Asma suratını öyle kız.” Her şeyi harf harf aklıma kazıdım baba. Tabi annem lafı bitince kadına “benim evlenmeye niyetim yok, çocuklarımla mutluyum ben. Hem rızkı ve-
İşte böyle baba neyse çok işimiz var bu kadar gevezelik yeter. Şimdi çamaşırları yıkayacağız annemle; makine bozuldu tamirciye sorduk aldığımız fiyatın iki katı tamir masrafı söyledi. Zaten ikinci el aldık aman işte böyle be baba. Sana yine yazarım babacığım seni çoook ama çoook seviyorum.
63
RABÎU'L-EVVEL 1439
Altın saçlı kızın Zehra