Nebevi Hayat Dergisi 65. Sayı (Nisan, 2018)

Page 1

NİSAN 2018, RECEB 1439 • YIL 6 • SAYI 64 • FİYATI 7,5 TL • dergi.nebevihayatyayinlari.com

Yetim; Suya Muhtaç Çiçek Koşun, Geç Olmadan! • Şehid Zafer Mert Davet'te Hikmetin Önemi • Hakan Sarıküçük Daveti Zafere Götüren Önemli Etken: Sabır • M. Sadık Türkmen Davet'te Kalplere Uzanan Yol: Merhamet • Ahmet İnal


Eğitim ve Araştırma Vakfı


Kıssalarla KUR’AN’I ANLIYORUZ

Eğitim ve Araştırma Vakfı

Kıssalarla

PEYGAMBERLERİMİZİ

TANIYORUZ


Yıl: 6 - Sayı: 65 - Fiyatı: 7,5 TL

Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Mürsel Gölbaşı Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Nisan 2018

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör

H

amd “O seni yetim bulup da barındırmadı mı? buyurarak yetimlere tekeffül etmeyi üzerine alan Allah’a, Salât ve Selâm, yetimlerin efendisi Muhammed aleyhisselam’a, ailesine ve ashabının üzerine olsun. Allahu Teâlâ’nın rahmeti ve bereketi de yetimler hakkındaki naslara teslim olan ve üzerine düşen sorumlulukları yerine getiren mümin ve müminatın üzerine olsun. Nebevi Hayat Dergisi olarak bu ay ki yazı dizimizde İslam ümmeti başta olmak üzere tüm insanlığın ortak problemi ve sorumluluğu olan yetimler konusunu gündeminize taşımaya çalıştık. Her geçen dakikada yetimlerin sayıları arttığı gibi onlara yönelik tehditlerde artmaktadır. Acımasız savaşların, zulümlerin ve haddi aşmışlığın yaşandığı günümüz dünyasında dikkat çekilmesi gereken önemli meselelerden biri de yetimlerdir. Bu sayımızda yetimin kim olduğundan, üzerimizdeki haklarının ne olduğundan, onların psikolojik travmalarından bahsettiğimiz gibi yetimlerin dünya geneline dağılımları ve özellikle hangi şartlarda suiistimale uğradıklarını, yardım çalışması adı altında misyonerlerin onlar üzerindeki kirli emelleri de incelemeyi ihmal etmedik. Nebevi Hayat Dergisi olarak yakın bir zamanda Rahmeti Rahman’a kavuşan muhterem Hasan Karakaya Hocamıza, Rahman olan Allah’tan, dünya hayatı içinde işlediği kusurların affedilmesini, amel ettiği ve amel edilmesine vesile olduğu tüm hayırları karşısında bulmasını niyaz ederiz. Ailesine, talebelerine, kadim dostlarına ve sevenlerine sabrı cemil dileriz. Nebevi Hayat Dergisi olarak bir sonraki ay da davet ve ilim yolunda örneklik teşkil etmiş Hocamızın hayatı ile ilgili geniş bir yazı dizisi hazırlamayı düşünmekteyiz. Rabbim muvaffak kılmayı nasip etsin.


İçindekiler

İslâm'da Yetim ve Yetim Hakları Mahmut Varhan

Yetim Psikolojisi Hakan Sarıküçük

Yetime Kefil Olan Peygamber’e Komşu Olur M. Sâdık Türkmen

Ümmetin Unutulan Emaneti Yetimler Misyonerlerin Kıskacında Av. Ahmet Özer

04

10

16

20

Kapak Dosya Dünyada Yetim İstatistikleri Yusuf Çelebi

37

Kapak Dosya İslâm Devletlerinde Yetim Olmak Ümit Şit

47

Gündem İktibas Parçaları Birleştirmek Nedim Bal

53

Haber Analiz Doğu Guta’da Heyetler Tahliye Üzerine Çalışıyor Emrah Seven

60

Müslüman Kâşifler Optik İlminin Öncüsü: İbnu’l Heysem Cihan Malay

63

Yakın Tarih Küresel Savaşların Başlangıç Noktası: Kırım-2 Furkan Uyanık

67

Nebevî Aile Anne-Babalı Yetimler Halime Yılmaz

71

Hasbihâl Kur'an'ı Kerim'i Ezberleyenler Derhal Buhari Ezberine Başlatılıyor Emrah Seven

75


KAPAK DOSYA Mahmut Varhan

İSLÂM’DA YETIM VE YETIM HAKLARI “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu:

“Ergenlik çağına girdikten sonra yetimlik yoktur.”

Â

lemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Yetim olarak büyüyen iki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun pâk âline, ashab-ı kirâmına ve kıyamete kadar ona tabi olan sâdık mü’minlere salât ve selâm olsun.

4

Nisan 2018

İmdi, biz bu makalemizde özet bir şekilde yetimin tarifi ve bazı hakları üzerinde durmaya çalışacağız. Allah azze ve celle

ümmet-i Muhammed’in

bütün yetimlerini koruyup gözetsin ve onları bütün şer odaklarının şerlerinden muhafaza buyursun!


1- Yetim Kime Denir? Yetim; babasını kaybeden ve daha ergenlik çağına girmemiş bulunan çocuktur. Ergenlik çağına girince, hüküm bakımından yetimliği sona ermiş olur. Zira böyle bir kişi, mükellef bir kişi kabul edilir. Artık onun hakkında yetimlik hükümleri geçerli olmayıp, ergen olmuş mükellef kimselerin hükümleri geçerlidir. İbni Kesir yetimleri şöyle tarif etmektedir: “Yetimler; geçimlerini temin edecek kimsenin bulunmadığı, kendileri daha küçük ve zayıf durumda olup, ergen olmadıkları ve kazanmaya güç yetiremedikleri halde babaları vefat etmiş bulunan kimselerdir.” (1) Hz. Ali radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ergenlik çağına girdikten sonra yetimlik yoktur.” (2)

nin bir gereğidir. Nitekim Ebu Derdâ radıyallahu anhu’nun rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmaktadır:

“Zayıf kimseler hakkında (onları gözetip koruyarak) beni gözetin. Zira sizlere yardım edilmesi ve rızık verilmesi, ancak zayıflarınız(ın duaları, namazları ve ihlâsları) hürmetinedir.” (3) Zayıf ve düşkünler içerisinde özel bir yere sahip olan yetimlerin korunması ve gözetilmesi daha bir önem arz etmektedir. Zira bu yetimlerin babaları, eğer İslâm toplumunun istikametini ve izzetini korumak uğrunda can vermiş ve Allah yolunda şehid olmuşlarsa; onların çocukları İslâm ümmetine emanettir ve bu emanetin korunması ve gözetilmesi zorunludur. Şayet babaları normal bir şekilde ölmüş iseler, yine de toplumun selameti ve saadeti için onların ye-

2- Yetimi Korumak ve Ona Sahip Çıkmak

timlerine sahip çıkılması gereklidir.

Bir toplumda zayıfların gözetilmesi ve korunması, o toplumun faziletli olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı, en faziletli ve en merhametli ümmet olan İslâm ümmetinin; zayıflarını ve yetimlerini koruyup gözetmesi, onların ihtiyaçlarını gidermesi ve musibetlerinde onlara destek olması tabiatının ve vazifesi-

ye’de pek çok nasslar bulunmaktadır.

Yetimleri koruyup gözetmekle ilgili Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i SeniyEzcümle; Allah azze ve celle, Resul-i Ekrem’ine olan nimetini hatırlatarak: “O, seni yetim bulup da barındırmadı mı?” (Duha, 6) buyurduktan sonra; yetime iyi davranmasını emrederek şöyle buyurmuştur: “Öyle ise yetime sakın kötü davranma!”(Duha, 9)

1.Bkz; İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim: 1/425-426 2.Ebu Davud: 2873. İsnadı zayıf olup şahidleri ile birlikte hasen li ğayrihi bir hadistir. 3.Ebu Davud: 2594; Tirmizi: 1702; Nesai: 6/45; İmam Ahmed, Müsned: 5/198. Sahih bir hadistir.

Receb 1439

5


Allah Teâlâ birçok ayet-i kerimede yetimi doyurmaya ve ona iyilikte bulunmaya teşvik etmiş ve bunun ne kadar faziletli bir amel olduğunu bildirmiştir. Cennetle mükâfatlanan iyi kullarının özelliklerinden bahsederek şöyle buyurmuştur: “Canlarının çektiği yemeği, yoksula, yetime ve esire seve seve yedirirler. “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz.” Derler.” “Yoksa sizden ne bir karşılık bekliyoruz ne de bir teşekkür.” (İnsân, 8-9)

Allah azze ve celle gerçek iyilikten ve cennete götüren faziletten bahsederek şöyle buyurmaktadır: “Asıl iyilik… Malını sevdiği halde onu akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyacından dolayı isteyenlere bir de esirlere veren… Kimselerin yaptığı iyiliktir.”(Bakara, 177) Allah azze ve celle bütün zorlukları aşan ve kurtuluşa nail olan kullarının özelliklerini sayarak şöyle buyurmaktadır: “Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? O, köle azat etmektir. Yahut kıtlık gününde yemek yedirmektir: ya bir yetim akrabaya veya toza toprağa bulanmış yoksula. Bundan başka, iman etmek ve birbirlerine sabır ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır. İşte bunlar, defterleri sağ taraftan verilecek olan uğurlu kimselerdir.” (Beled, 11-18)

Resul-i Ekrem Efendimiz de yetimlerin gözetilmesi ve onlara haksızlık edilmemesi hususunda şöyle buyurmuştur: “Ben ve yetimi himaye eden kimse, Cennet’te şöylece beraber bulunacağız.” Peygamber aleyhisselâm bunu söylerken işaret parmağıyla orta parmağını göstermiştir. (4) Diğer bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! İki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (5)

3- Yetim Malının Korunup Gözetilmesi Yetimler, kendi mallarını koruyup gözetemez ve mallarını çoğaltıp geliştiremezler. Şayet malları olduğu halde bırakılırsa, zamanın getireceği felaketler onların mallarını tüketip bitirir. Bu durumda onlar ergen ve reşid oldukları zaman, elleri boş ve muhtaç durumda kalırlar. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ onların mallarının ıslah edilmesini tavsiye ederek şöyle buyurmaktadır: “Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: “Onları ve mallarını koruyup gözetmek kendi hallerine bırakmaktan daha hayırlıdır. Kendileriyle birlikte yaşar, mallarını mallarınıza katarsanız, zaten onlar sizin kardeşlerinizdir. Kaldı ki Allah, haksızlık yapanla koruyup gözeteni bilir. Allah dileseydi, size altından kalkamayacağınız sorumluluklar yüklerdi. Çünkü Allah kar-

4.Buhari, Talâk 25, Edeb 24. Sehl bin Sa’d radıyallahu anhudan… 5.İbni Mâce, Edeb 6; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/439

6

Nisan 2018


şı konulmaz kudret sahibi ve her işi yerli yerince yapandır.”(Bakara, 220) “Velisi bulunduğunuz yetimleri evlilik çağına gelinceye kadar zaman zaman deneyin. Eğer onlarda kâr-zarar ayırt edebilecek bir kabiliyet görürseniz, mallarını geciktirmeden kendilerine verin; büyüyüp de sizden geri alacaklar diye onların mallarını saçıp savurarak tüketmeye kalkmayın. Yetimin velisi zengin ise, onun malını yemekten kaçınsın; fakir ise, emeğinin karşılığı olacak şekilde yesin. Yetimlere mallarını teslim ederken onlar adına şahit bulundursun. Hesap görücü olarak Allah kâfîdir.” (Nisa, 6) “Yetişkinlik çağına girinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.” (En’am, 152; İsra, 34) “Yetimlere (akıl bâliğ ve reşid olmaları durumunda) mallarını verin. Helali haramla değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu çok büyük bir günahtır.” (Nisa, 2) Bütün bu ayet-i kerimeler özetle şunu ifade etmektedir: yetimin velisi, malı hususunda yetimin maslahatını gözetmelidir. Onun malını ıslah etmeye ve çoğaltmaya çalışmalıdır. Bu emeğinin karşılığında da eğer fakirse, uygun bir şekilde onun malından yararlanabilir; şayet zenginse, onun malından yararlanmamalıdır. Yetim âkil bâliğ ve reşid olunca da şahitler huzurunda malını ona teslim etmelidir.

“Dini, hesap ve cezayı yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.” (Mâun, 1-3)

Mâli yönden yetimin maslahatının gözetilmesi gerektiği için, âlimler mümeyyiz olan yetimin mâli tasarruflarını üçe ayırmışlardır: 1- Hibe etmek gibi mâli yönden yetimin zararına olan tasarruflar; mutlak olarak geçersizdir. 2- Hibe edilen şeyi kabul etmek gibi mâli yönden yetimin yararına olan tasarruflar; mutlak olarak geçerlidir. 3- Alışveriş gibi zarara da kâra da muhtemel olan tasarruflar; ancak velisinin icazeti ile geçerlidir. Yetim malı yönetmenin zor bir iş olduğunu, Resul-i Ekrem Efendimiz’in Ebu Zerr el-Ğıfari’ye hitaben söylediği şu hadis-i şerif göstermektedir:

Receb 1439

7


malını yemek esasen imandan nasibi olmayan müşriklerin özelliğidir. Zira merhamet ve şefkatin kaynağı olan iman bir kalbe yerleşir ve âhirette

“Sana, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. Onlara şöyle de: “Sevap kazanmak için harcayacağınız şeyleri önce ananıza, babanıza, akrabanıza, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara verin. Allah, yaptığınız her iyiliği mutlaka bilir.” (Bakara, 215)

her şeyin hesabını vermek hususunda yakîn meydana gelirse; zayıf ve düşkünlerin haklarını korumayı ve onlara zulmetmemeyi muhakkak surette netice verir. İşte bunun içindir ki, Allah azze ve celle âhirette hesap vermeye inanmayan kimselerin, yetimlere zulmettiğini haber vererek şöyle buyurmuştur: “Dini, hesap ve cezayı yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.” (Mâun, 1-3). Allah Teâlâ, nankör insanların özelliklerini sayarken de şöyle buyurmuştur: “Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.” (Fecr, 17). Diğer bir ayet-i kerimede yetimlerin mallarını yiyenlerin ne feci’ bir akıbete maruz kalacaklarını haber vererek şöyle bu-

“Ebu Zerr! Senin gerçekten zayıf oldu-

yurmaktadır: “Yetimlerin mallarını

ğunu görüyorum. Kendim için ne ister-

haksız yere yiyenler hiç şüphesiz

sem senin için de onu isterim. İki kişiye

karınlarını ateşle doldurmuş olu-

bile olsa sakın başkan olma! Yetim malı-

yorlar. Pek yakında alevli ateşe gire-

na da yöneticilik yapma!” (6)

ceklerdir.” (Nisa, 10).

4- Yetim Malı Yiyenlerin Ağır Veballeri

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

de: “Helak edici yedi günahtan

sakının.” buyurmuş ve yetim malı ye-

Zayıf, düşkün, çaresiz ve bakımı-

menin de bunlardan biri olduğunu

nı tedarik edemeyecek olan yetimin

söylemiştir. (7)

6.Müslim; İmâret 17; Ebu Davud, Vesâyâ 4; Nesai, Vesâyâ 10 7.Buhari, Vesâyâ 23; Müslim, İmân 145. Ebu Hureyre radıyallahu anhudan

8

Nisan 2018


5- Yetimlerin Geçimlerini Karşılamak İçin Belirlenmiş Kaynaklar Yetimlere, fakir ve düşkün olmaları sıfatıyla zekât malından bir pay verilir. Müslümanların kâfirlerden aldıkları ganimetlerin beşte birinden bir pay da yine yetimlere aittir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Elde ettiğiniz herhangi bir ganimetin beşte birinin Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış kimselere âit olduğunu bilin!” (Enfal, 41). Yine fey’ mallarından bir pay da yetimlerin hakkıdır. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, savaşsız, barış yoluyla fethedilen ülkelerin halkından Rasûlüne nasip ettiği ganimet malları Allah’a, Rasûlüne, Peygamber’in yakın akrabasına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Böylece, o malların sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet halini alması önlenmiş olur.”(Haşr 7) Diğer taraftan genel olarak infak ve sadakaların yapılacağı yerlerden biri de yetimlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sana, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. Onlara şöyle de: “Sevap kazanmak için harcayacağınız şeyleri önce ananıza, babanıza, akrabanıza, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara verin. Allah, yaptığınız her iyiliği mutlaka bilir.” (Bakara, 215) Görüldüğü gibi İslâm toplumunda zayıf ve düşkün olan, geçimlerini temin edecek babaları bulunmayan yetimle-

rin zayi olması olanaksızdır. Çünkü onların geçimlerinin temin edileceği pek çok kaynak bulunmaktadır. Tabi ki bu, İslâm toplumunun İslâm’ı yaşadığı, Kur’an ve Sünnet’e riayet ettiği ve Allah azze ve celle’den hakkıyla korktuğu zamanlar için geçerlidir. Hâsılı kelâm; Kur’an ve Sünnet’te yetimlerin bütün hakları tanzim edilmiş ve Müslüman toplumun içindeki yetimlerin zayi olmaması için her türlü düzenleme yapılmıştır. Fakat Müslüman toplumun bizzat kendisi de yetim/başsız kalınca, yetimlerinin sayısı hem çoğalmış hem de çoğunlukla zayi olmuşlardır. Günümüzde milyonları bulan Müslüman yetimlerin çoğunluğu muhtaç, bakımsız, kimsesiz, eğitimsiz ve yabancıların iyiliklerine mahkûm olmuş durumdadırlar. Teessüf ki, Müslümanları öldürerek kadınlarını dul ve çocuklarını yetim bırakan kâfirlerin kurmuş olduğu kimi müesseseler, yine bu Müslümanların yetim çocuklarını toplayarak/kaçırarak beslemekte ve Müslümanlara karşı kullanmak üzere yetiştirmektedirler. Bu acı durum da göstermektedir ki, şu karanlık asırda İslâm ümmetinin yetimlerine sahip çıkması ve onları güzel bir şekilde eğitmesi büyük bir sorumluluk ve zorunluluktur. Zira yetimlerine sahip çıkmayan bir ümmet, ümmet olma vasfını kaybedecektir. Allah azze ve celle bu mazlum ümmete de, Allah’tan başka kimsesi bulunmayan yetimlerine de sahip çıkacak ve koruyup gözetecek merhametli liderler nasib ve müyesser eylesin!

Receb 1439

9


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

YETİM PSİKOLOJİSİ “Kim Allah’ın rızasını gözeterek bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu (yetimin başındaki) saç sayısınca kendisine sevab verilir."

H

amd “O seni yetim bulup da barındırmadı mı? (1) buyura-

rak yetimlere tekeffül etmeyi üzerine alan Allah’a, Salât ve Selâm “Kim Allah’ın rızasını gözeterek bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu (yetimin başındaki) saç sayısınca kendisine sevab verilir. Ve

Nisan 2018

cennette bu iki parmağın birbirine yakınlığı gibi birbirimize yakınız” (2) buyuran Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimize, Allahu Teâlâ’nın rahmeti ve bereketi de yetimler hakkındaki naslara teslim olan ve

her kim de eli altındaki bir yetime

üzerine düşen sorumlulukları

iyilik yapar (güzel muamelede

yerine getiren mümin ve mü-

bulunursa) -işaret ve orta par-

minatın üzerine olsun.

1. Duha, 6. 2. Ahmed b. Hanbel, V, 250

10

maklarını açarak-, işte ben ve o,


‘Yetîm’ kelimesi, Arapça’da ‘yalnız kalmak, babasız kalmak, gaflette bulunmak, geri kalmak, muhtaç olmak’ manalarına gelen “ye-te-me” kökünden türemiş bir sıfattır. Sözlükte; ‘yalnız kalmış, tek kişi, eşsiz’ manalarına gelir. ‘Yetimlik’ de ‘yalnızlık’ demektir. Bu manada yalnız ve tek olan her şey yetimdir. Terim olarak yetim, ‘buluğ çağından önce babası ölen çocuğa’ denir. Yetimlik, insanlarda baba tarafından, diğer canlılarda ise anne tarafından olur. Dolayısıyla yetim kelimesi insanlar için kullanıldığında ‘baba kaybı’nı, diğer canlılar için kullanıldığında ise ‘anne kaybı’nı ifade eder. Buna göre ‘annesi ölmüş çocuğa yetim denmez’. Türkçede sadece annesi ölene öksüz’ denildiği gibi, ‘hem annesi ve hem babası ölene de öksüz’ denir. Türkçede mecazî manada kimsesizlere de öksüz denir. Yetim sevgisi dinimizde çok yüceltilmiş ve önemle üzerinde durulmuş bir sevgidir. Kur’an’ın yirmi bir ayetinde, doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerden bahsedilmiş olması ve Hz. Peygamber’in hadisleri, İslâm’ın yetimlere verdiği önemin bir ifadesidir. Peygamber efendimiz yetime yardım edene ebedi hayatta iki parmak gibi yakın olacağı müjdesini vermektedir. Yüce Allah Hz. Peygamber’in şahsında insanlara, yetimlere şefkat göstermelerinin gereğine vurgu yaparken, kendisine yetimliğini ve yoksulluğu-

“Dini, hesap ve cezayı yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.” (Mâun, 1-3)

nu hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma ile yokluğu ve yetimliği yaşamış biri olarak yetim ve kimsesizleri en iyi kendisinin anlayabileceğine de işaret etmektedir. Batı dillerinde, Fransızca da dâhil şefkat ve yetim kelimelerinin kavramsal karşılığını tam veren kelimeler yoktur. Bize göre bu iki kelimenin batı dillerinde evrensel karşılığının olmaması bu asil duyguları tanımamaları ile ilgilidir. Biyolojik bilimlerdeki gelişmeler, doğu değerlerinin batıya psikoloji kılığında girmeye başladığını göstermektedir. 1996 yılında Harvard’da 87 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırma yayınlandı. Çocukluk dönemlerinde anne babalarını merhametli ve adalet-

Receb 1439

11


li olarak algılayan gençler, 35 yıl sonra incelendiklerinde daha mutlu ve daha sağlıklı bulunmuşlardı. Peki, bu duygudan mahrum olarak büyüyen çocuklarda ne oluyor? Çocuk yuvalarında yetim çocukların çok iyi bakıldıkları halde sık hasta oldukları, gelişmedikleri ve aniden öldükleri bilinmektedir. Bu hastalığa bilimsel terminolojide ’Hospitalizasyon hastalığı’ denilmektedir. Muhtemelen, fiziksel olarak çok iyi bakıldıkları halde sık sık bakıcı değiştirdiklerinden dolayı bu çocukların sevgisiz kaldıkları, gösterilen sevginin de fedakârlık, karşılıksızlık ve iyiliği isteme arzusunu yeteri kadar içermediği için gereken güveni oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Çocuk hem anne hem de baba tarafından sevilmeye ve okşanmaya ihtiyaç duyar. Bu sebeple çocuğun sağlıklı bir birey olarak yetişmesinde anne ve babanın yeri tartışılamayacak derecede önemlidir. İslâm anlayışına göre yetim, himayesi altında bulunduğu ailenin aslî üyelerinden biridir. Bu şekildeki bir kabul yetimin horlanmasını ve dışlanmasını engelleyecektir. Yetimlerin, kendilerini bir sığıntı gibi hissetmemelerini sağlayacaktır. Sığıntı psikolojisi ile yetişen çocukların ileriki zamanlarda kişilikleri zayıf olur. Bu şekilde yetişen şahsiyeti gelişememiş bireyler ise her zaman toplum için birer yüktür. Bu nedenle kişilikleri güçlü birer birey olarak yetişebilmeleri için onlara ya-

12

Nisan 2018

pılacak iyiliklerden dolayı hiçbir zaman onları ezmemek, minnet altında bırakmamak ve onlardan maddî manevî hiçbir çıkar ummamak gerekir. Unutmamak gerekir ki yetimlik; yalnızlığın, güçsüzlüğün, yardıma, ilgiye ve şefkate muhtaçlığın bir ifadesidir. Çocuğun sağlıklı bir psikoloji ile büyümesi için anne-baba sevgisi ve şefkatiyle yetişmesi çok önemlidir. Ailenin ayakta durmasında, maddî olarak yaptıkları bir yana; ana-baba, ailede, çocuğun üzerinde, varlıklarını her zaman manevî bir güç, bir güven kaynağı olarak sürdürürler. Bu fıtrî algı sebebiyle, gerek annenin, gerekse de babanın yokluğu, çocuklar için büyük bir eksikliktir. İnsan hangi yaşta olursa olsun, sevdiği birinin kaybından büyük bir acı duyar. Anne babanın vefatı hepimiz için katlanılması zor bir olaydır... Bu gerçek, yetimlerin sorunlarının çözümünde bütün fertlerin duyarlı olmasını ve herkesin kendisine göre mutlaka birtakım sorumluluklarının bulunduğunu gösterir. Yetim ve öksüzlere sahip çıkmak aynı zamanda Müslüman olmanın da bir gereğidir. Çünkü imanın yükümlü tuttuğu, Allah ve Rasûlünün bildirdiği, yönlendirdiği, teşvik ettiği ve örneklediği bir sorumluluktur. Bu sebeple hiçbir Müslüman yetim olgusuna ve sorunlarına karşı kayıtsız kalmamalıdır. İnsanın kendisinden beklenen görevlerin üstesinden gelebilmesi için


güçlü, sağlıklı ve yararlı bir kişilikle yetişmesi gerekir. Bu da ancak sevginin, merhamet ve şefkatin ve her türlü fedakârlığın esirgenmediği sağlıklı bir ortamda, iyi bir eğitim alarak yetişmekle mümkündür. Bu fedakârlığı en iyi şekilde gösterebilecek kişilerse ana-babalardır. Ancak henüz kendi ayakları üzerinde duramayan yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklar, fiziksel bakım ve korumanın yanı sıra bu eğitim ve destekten yoksundurlar. Onlara bu manada her türlü yardım ve desteği sağlamak başta geriye kalan en yakınlardan itibaren hepimiz için bir görevdir. Çünkü insan olmak başlı başına sorumluluk olgusuna sahip olmayı gerektirir. Bu da öncelikle akraba yetimlerinin, sonra mensubu bulunduğu toplumun, daha sonra bütün dünya yetimlerinin sorunlarına karşı duyarlı olmayı ve gereken fedakârlığı göstermeyi gerektirir. Aile ferlerinden kendisine dayanacağı ve ihtiyaç duyduğu en önemli rol modelini kaybetmiş olan yetim kardeşlerimize tavsiyemiz ise her zaman olduğu gibi, sorun odaklı değil çözüm odaklı düşünmek ve bu yönde çaba sarf etmektir. İnsanın hayatını en kötü şekilde etkileyen kelime “keşke” kelimesidir. Başımıza gelen kaçınılmaz olayları kabul etmek, çözüm hususunda atılacak ilk adımdır. “Herkesin bir sınavı var. Benim bunu yaşamam gerekiyormuş ve yaşıyorum. Bundan sonra arkama dönüp bakmayacağım” diyen kişi, hem çözüme doğru bir adım atmış olur hem de bu davranı-

Unutmamak gerekir ki yetimlik; yalnızlığın, güçsüzlüğün, yardıma, ilgiye ve şefkate muhtaçlığın bir ifadesidir.

şıyla kendisinin her halini gözleyen ve hafızasına kaydeden kişiler için iyi bir model olur. Hayatımızdaki zor dönemlerin ve sıkıntıların kişiliğimizin gelişimi açısından önem taşıdığını unutmamalıyız. Önemli olan bu dönemlerden doğru tecrübeler kazanarak çıkabilmektir. Çocuk kişilik özelliklerinin bir kısmını anneden, bir kısmını babadan alır. Kişilik % 30-40 oranında genlerden gelir; % 60-70 oranında da model alarak öğrenme biçimde gelişir. Bilindiği gibi erkek çocuklar için baba, kız çocuklar için anne önemli bir rol modelidir. Ancak yine de kişiliğin %6070’lik kısmının oluşumunda yetim şahsiyetlerin örnek alabileceği şahsiyetler haline dönüşebilmek ve bu hu-

Receb 1439

13


susta gereken şeyler ne ise tereddüt etmeden ve zaman kaybetmeden bir an önce yapmak oldukça önemlidir. Ana-babadan alınacak kişilik özelliklerinin eksik kalan taraflarını tamamlayabilmenin bahtiyarlığı bizim için elde edilebilecek en büyük kazanım olacaktır. Çocukluk dönemlerinde anne babanın kaybından ötürü sevgi yoksunluğu ile değer verilmeden büyümüş bazı insanlar, baba olduklarında şöyle bir davranış geliştiriyorlar ve: “Ben ölürsem çocuğum ayakta kalabilsin” diye, çocuklarına katı ve ilgisiz davranıyorlar ve çocuk babası hayatta iken dahi onun sevgi ve ilgisinden mahrum kalan yetim bir kişiymiş gibi büyüyor. Ya da zamanımızda olduğu gibi ana-babadan görülmesi gereken sevgi ve şevkat, anaokulu veya yuva tabir edilen yerlerde ehil olup olmadığı belli olmayan ve dışarıya verdiği imaj ile iç dünyası birbirine taban tabana zıt olan, dünya görüşü İslâm’dan ve İslâmi değerlerden uzak olan aynı zamanda ne olduğu pek te bilinemeyen kişilere teslim edilmek suretiyle çocuğa sanki yetimmiş gibi bir hava teneffüs ettirilmekte ve ana-babası yaşarken dahi çocuk yetimlik psikolojisine itebilmektedir. Ne acıdır ki çocuğun en çok ilgiye ihtiyaç duyacağı zamanlar, kendisi gibi sevgi ve şefkate muhtaç olan onlarca çocukla birlikte verilecek sevgi ve şefkati (!) aralarında paylaşmak mecbu-

14

Nisan 2018

riyetinde kalacağı zamanlar olacaktır. Tabi ki buda yetersiz bir sevgi olacaktır. Şurası muhakkak bir gerçektir ki hiçbir beşer ana-babanın çocuğuna göstereceği ilgi ve alakayı, sevgi ve şefkati tam manasıyla veremez. Ana karnında iken kurulan duygusal yakınlaşmanın devamında doğum sonrası devam etmesi gereken bağın koparılması ve yabancı ellere teslim edilmesi çocukta farklı bir karakter oluşumuna sebep olabilmektedir. Çocuklarımıza yetimlik psikolojisini yaşatmaya hiçbirimizin hakkı yok. Bu sebeple yaptığımız yanlışların farkına bir an önce varmalı ve ilk eğitimi ana ocağı tabir edilen sıcacık aile ortamında verebilmenin yollarını aramalıyız. Bir çocuğa hem annelik hem de babalık yapmak, hayatın yükünü tek başına sırtlamak zordur. Anne ya da baba bu sorunların ağırlığı altında geleceğe dönük kaygılar taşıyıp kendisini gergin ve mutsuz hissedebilir. Kaygılı ve gergin olan bir kişi ise çocuğuyla sağlıklı bir duygusal bağ kuramaz. Çocuk bunu fark eder ve artık sevilmediğini düşünüp kendini güvensizlik içinde hisseder. Hayatın yükü ne kadar ağır olursa olsun çocukla ilgilenirken bütün sorunları alıp rafa koymak, çocukla sadece ve sadece onu düşünerek ve onu önemsediğini hissettirerek birlikte olmak gerekir. Nitelikli ve sürekli bir duygu alışverişi çocuğun bu dönemi atlamasına yardımcı olacaktır. Bu gerçekle ilk kez karşılaşacak olan çocuk açısından, durumu anlatacak


kişinin davranışı da çok önemlidir. Anlatan kişi sakin olduğu zaman, çocuk bunun sakin karşılanması gerektiğini anlar ve onu model olarak kabul eder. Dolayısıyla anlatış tarzının önemli olduğunu bilmek ve bunu uygulayabilmek çocuğun ölümü sükûnetle karşılamasına yardımcı olur.

olabilmesinde fayda sağlayacaktır.

Anne babalara, her zaman kaldırabilecekleri gerçekleri çocuklarından gizlememeleri tavsiye edilir. Elbette ki ölümü, üstelik de bir çocuk olarak kaldırmak zordur. İşte bu noktada geride kalan eşe büyük bir rol düşüyor. Ölümü, çocuğun anlayabileceği bir lisan ile anlatmalı, ona kabul edebileceği bir “ölüm” kavramı vermelidir. Ölümün bir son olmadığı bilakis ebediliğe açılan bir kapı olduğu düşüncesi öğretilmelidir. Çocuğa ölümün gerçek yaşamanın ilk adımı olduğu fikri aşılanmalı, ölümün hakikatte korkulacak bir durum olmadığı makul bir dille aktarılmalıdır.

ve uzak duran bir kişiliğe bürünmesi-

Eşini kaybeden bir anne bu durumu çocuğuna nasıl açıkladığını şu şekilde aktarmaktadır: “Eşimi kaybedince bir süre bunu oğluma nasıl anlatacağımı bilemedim. Sonra bir çıkış yolu buldum ve ‘Oğlum bak, baban uzun bir yolculuğa çıktı. O dönmeyecek ama biz ileride onunla buluşacağız.’ dedim. Ondan sonra çocuk, ‘Babam nerede?’ diye sormadı ve rahatladı. İşte bu sebeple çocuğa anlayacağı ve kabulleneceği bir usul ve üslup ile yaklaşmak ona bu sıkıntılarından kurtulmasında ve hayata yeniden adapte

Eğer çocuğa bu şekilde yaklaşmanın yollarını bulamaz veya öğrenemezsek belki de ona en çok kötülük edecek kişilerden biri haline dönüşebiliriz. Bu da onunla aramızda büyük uçurumların oluşmasına ve bize karşı soğuk davranmasına, sürekli bizden kaçan ne sebep olabilecektir. Eğitime öncelikle kendimizden başlamalı, yakınımızı kaybettiğimizde öncelikle içine düştüğümüz bunalımdan ve depresyon şeklinde tabir edilen durumdan Allah’a teslim olmakla ve yaşam gibi ölümünde hak olduğuna iman etmekle kurtulabileceğimize inanmakla mümkün olacağını bilmemiz gerekir. Kendimizi tedavi edemediğimiz bir durumda yakınımızdaki yetimimizle ilgilenebilmemiz ve gereken ilgiyi ona gösterebilmemiz mümkün olmayacaktır. Bu sebeple öncelikle Yüce Rabbimizin Habibi olarak tabir ettiği Rasûlullah aleyhisselâm’ında bir yetim olarak büyüdüğünü aklımıza getirmeli ve bu durumu feci ve kabul edilemeyecek bir durum olarak görmemeliyiz. Çünkü Rabbimiz kullarına asla zulmedici değildir. Bu düsturu bilip iman etmeli ve ilahi kaderin hakkımızdaki takdirine rıza göstermeliyiz. Buna teslim olmak ve yapılması gerekeni yapmak Müslüman olmanın en önemli özelliklerindendir. Selam ve dua ile

Receb 1439

15


KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen

A

Yetime Kefil Olan Peygamber’e Komşu Olur

ile için babanın konumu binayı ayakta tutan sütun mesabesindedir. Varlığı ile

yuvayı ayakta tuttuğu gibi onu tehlikelerden ve zarar verecek durumlardan da muhafaza eder. Toplumumuz ve sair toplumlarda ailenin reisliği babaya aittir. Zaten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

özellikle idarecilik maka-

mına kadınların gelmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştur.

16

Nisan 2018

Uhud savaşında sahabe hanımların başından geçen fedakârlık örnekleri oldukça dikkat çekicidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabını defnettikten sonra atına bindi ve Müslümanlarla birlikte Medine’ye döndü. Hamne binti Cahş yolda ona rastladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona “Ey Hamne! Sabret mükâfatını Allah’tan bekle!” dedi. Hamne “Kim, ey Allah’ın Rasûlü?” dedi. Rasûlullah


sallallahu aleyhi ve sellem

“Kardeşin Abdul-

lah bin Cahş” dedi. Hamne istirca etti ve onun için mağfiret diledi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona yine “Sabret ve mükâfatını Allah’tan bekle!” dedi. Hamne de “Kim, ey Allah’ın Rasûlü?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

“Dayın Hamza bin

Abdulmuttalib” dedi. Hamne de “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, Allah onu affetsin, şehadet ona mübarek olsun” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

sonra ona şöyle dedi “Sabret

ve mükâfatını Allah’tan bekle!.” Hamne yine “Kim, ey Allah’ın Rasûlü?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kocan Mus’ab bin Umeyr” deyince

Onların misali çölün ortasında susuz kalan, suyu gördüğü halde suya ulaşamayan yolcu gibidir. Zira onlar yaşıtlarının babaları tarafından sevildiğini, korunduğunu müşahede ederler ancak kendileri bu imkâna sahip olamazlar.

Hamne “Vay başıma gelenler!” diye feryat etmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi “Bir kadın için kocasının önemli bir yeri vardır.” Kardeşi ve dayısı için sebat gösterip kocası için feryat edince böyle dedi. (1) Kocası vefat eden kadının bu feryadı aslında geride kalan çocukların feryadının bir tercümanıdır. Çünkü kadın belki de kendi babasından gerekli terbiye ve şefkati alarak yetişmiş olabilir. Ancak vefat eden kocasından sonra geride kalan evlatlara baba şefkati ve terbiyesi nasıl verilebilir? Bu ağır bir sorumluluk eşini kaybederek yaralanan annenin omuzlarına

Şurası muhakkak ki yetimler tüm ümmete bırakılan emanetlerdir. Her çocuğun terbiyesi yanında onların terbiyeden öte bir ihtimam ile muamele görmesi gerekir. Onların misali çölün ortasında susuz kalan, suyu gördüğü halde suya ulaşamayan yolcu gibidir. Zira onlar yaşıtlarının babaları tarafından sevildiğini, korunduğunu müşahede ederler ancak kendileri bu imkâna sahip olamazlar.

mı bırakılacak? Yoksa başka bir çıkış

İslâm öncesi cahiliye döneminde ye-

yolu var mıdır?

timler adeta yok sayılıyordu. Ken-

1. İbn Mace hn: 1590

Receb 1439

17


dilerine kalan miras ailenin diğer fertleri arasında paylaştırılarak talan ediliyordu. Yetim olarak yetişen kızların velayetini üzerlerine alan bazı kişiler onları nikâhlandırıp mehirlerine de el koyarlardı. Mirastan büyük pay sahibi olan yetim kızlar akrabaları arasından biriyle evlendirilir ve malına böylece el konulurdu. Bu yapılan muamelelerin sebebi yetimin “tek olması, gücünü kaybetmesi” dolayısıyladır. Bu gücü ona kazandıracak olan ise yetimin hakkını yemeyen salih bir toplumdur. Kur’an-ı Kerim muhtelif yerlerde yetime ve onun muhafazasına dikkatlerimizi çekmiş ve ona yapılan haksızlığı büyük günah saymıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yetimin malına, ergenlik çağına ermesine kadar yaklaşmayın ancak en güzel şekilde yaklaşın.” (En’am, 152) “Yetimlere mallarını verin. Temizi murdar (helali haram) ile değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Şüphesiz bu, büyük bir günahtır.” (Nisa, 2) “Şüphesiz ki yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler ancak karınlarına ateş yiyip tıkamış olurlar. Yakında alev alev yanan bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa, 10) Yetime sahip çıkan ve onu ayaklarının üzerinde duruncaya kadar destekleyen toplumlar Allah’ın desteğini yanında görür. İslâm sadece yetime

18

Nisan 2018

değil mağdur ve mahzun olan tüm insanların muhafazasını ve gözetlenmesini emir buyurmuştur. “Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah o kuluna yardım eder”, ilkesi Müslüman toplumun şiarıdır. Desteğe muhtaç her ferde bu muamele ile yönelen İslâm toplumu elbette yetimin elinden daha kuvvetli tutar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yemeğe istek ve ihtiyaçları olduğu halde, onu yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan, 8) İslâm âleminin içinde bulunduğu zor şartlar, savaşlar ve dinden uzaklaşma meyli Müslümanlarda yetime sahip çıkma duygusunu son derece zayıflatmıştır. Hayatta hiçbir şeyin boşluk bırakıldığı takdirde olduğu hal üzere devam etmeyeceği bir gerçektir. Özellikle herkesin kendi sorunlarıyla boğuştuğu, bencilliğin zirveye ulaştığı ve vurdumduymazlığın yaygınlaştığı günümüzde hatırlanması gereken çok önemli bir hususa dikkat çekmek elzem hale gelmiştir: o da Hristiyanların başını çektiği İslâm düşmanı kuruluşların “yardım kuruluşu” kisvesiyle Müslüman nesli devşirme girişimidir. Bu yardım kuruluşları(!) kendilerini destekleyen bazı devletlerin teşvikiyle Müslüman beldelerde çok rahat faaliyet göstermektedir. Bu durum Müslümanların omuzlarına daha ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Her Müslüman vefat ettikten sonra kendisi ardında bırakacağı yetimlerini göz önünde bulundurma şuuruyla hareket etmeli ve bu emanete sahip çıkmalıdır. Çünkü


yetimlerin hidayet üzere daim olması bu gayretlerle alakalıdır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de ki şu ayet tüm Mü’minleri uyarır mahiyettedir: “Arkalarında kendilerinden endişe edecekleri güçsüz soy bırakanlar, (kimsesizler hakkında da) sakınsınlar. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler.” (Nisa, 9) Unutulmaması gereken bir diğer husus ta bizlerin yetim bir peygamberin ümmeti oluşumuzdur. Hatta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem henüz dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini kaybederek hem yetim hem de öksüz kalmıştı. Ancak yüce Allah onu barındırmış ve koruması altına almıştır. Onu gözetecek, ona hizmet edecek destekçiler yaratmıştı. Şayet böyle olmasaydı Arap cahiliyesinden onu kim muhafaza ederdi? Allah Teâlâ efendimize verdiği nimetleri hatırlatarak şöyle buyurmuştur: “O, seni bir yetim olarak bulup barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup, doğru yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup, zenginleştirmedi mi? O halde sakın yetimi ezme! Dilenciyi de azarlama!” (Duha, 6-10) Zayıfın hamisi olan dinimiz tüm müesseselerini ona hizmet için seferber etmiştir. Çünkü İslâm’ı gerçekten yaşayan toplum tek el gibidir. Onun nazarında haklı her zaman güçlüdür, haksız her zaman zayıftır. O halde desteğe ihtiyaç duyması hasebiyle haklı olan yetimlere sahip çıkmak

“Yetimlere mallarını verin. Temizi murdar (helali haram) ile değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Şüphesiz bu, büyük bir günahtır.” (Nisa, 2)

İslâm cemiyetinin bir sorumluluğudur. Bunu yapmadıkları müddetçe Allah katında zayıf olduklarını bilmeleri gerekir. Bunu yapmadıkları müddetçe Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

komşuluğundan uzaklaşacak-

larını bilmeleri gerekir. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kendi yetimine veya başka birinin yetimine kefil olan ile ben cennette böyleyiz.” Ravi Malik bin Enes işaret parmağı ile orta parmağı gösterdi.” (Müslim 7479, Müsned 8881)

Receb 1439

19


KAPAK DOSYA Av. Ahmet Özer

ÜMMETİN UNUTULAN EMANETİ

YETİMLER

MİSYONERLERİN KISKACINDA

H

ristiyanlığı yayan kişilere ‘misyoner’, bunların Hristiyan olmayan ülkelerde bu

Kendilerini kiliseye adayan ve incilin

dini yaymak için kurdukları teşkilata

metodu ahlak kurallarını da zorlaya-

‘misyon’ bu alanda gerçekleştirdikleri

rak gerçekleştirmişlerdir.

faaliyetlere de ‘misyonerlik’ denir.

hedeflerine varmak için her yolu ve

Bu yüzden misyoner; bazen doktor,

Misyoner faaliyetlerinin amacı dini

bazen bir öğretmen bazen de bir barış

olmakla beraber, misyonerliğin tarih-

gönüllüsü olarak veya bir din adamı

çesi incelendiğinde son yüzyıllardaki kültürel, ekonomik daha da önemlisi politik planlar içinde sömürgecilik anlayışı ile pek çok amacı bünyesinde taşıdığı ve temsil ettikleri ülkelerin

20

hizmetkârı olarak gören misyonerler

postu ile faaliyet göstermektedirler. Bu meslek grupları mesleklerini icra ederken

insanların

mağduriyetleri

üzerinden Hristiyanlık dinini yaymaktan geri durmamışlardır.

emperyalist çıkarlarına hizmet ettikle-

Sömürgecilik ve misyonerlik baş-

ri bir gerçektir.

ta İslâm coğrafyaları olmak üze-

Nisan 2018


re dünyanın hemen hemen her bölgesinde yardıma muhtaç insanların mahrumiyetleri üzerinden ülkelere nüfus etme ve sömürme amacı gütmektedir. Yardıma muhtaç Müslüman coğrafyaların toplumlarında en zayıf grubu da ümmet tarafından unutulan yetimler almaktadır. Bu sömürgeci ve sinsi anlayış yüzyıllardır ümmetin bu ihmalkârlığını ve boş bıraktığı sahayı kullanarak, gözlerimizin nuru yetimlerin beyinlerini yıkayarak kendi doğdukları yere iyi bir Hristiyan sadık bir misyoner olarak gönderilmektedirler. Sonrasında bunların konumları ne olursa olsun, isterse devlet başkanı olsun ipleri her zaman kendilerini yetiştirip görev veren sahiplerinin elinde oluyor. Toplumları dizayn etmek için ‘tohum ekme’ olarak adlandırılan bu yöntem misyonerler tarafından acımasız bir şekilde kullanılan bir yöntem olmuştur. Sinsi bir şekilde ümmet coğrafyaları bu şekilde işgal edilmektedir. Bu işgalin başrol oyuncuları Emperyalist güçler ve onların maşası olarak kullanılan Hristiyanlığın ana kollarının temsilcileri olan kiliselerdir.

Kendilerini kiliseye adayan ve incilin hizmetkârı olarak gören misyonerler hedeflerine varmak için her yolu ve metodu ahlak kurallarını da zorlayarak gerçekleştirmişlerdir.

Bu üç kolun dışında Hristiyanlıkta irili ufaklı 20 binin üzerinde cemaat vardır. Hristiyanlığın bu ana kolları yüzyıllarca kendine bağlı misyoner grupları kullanarak devletlerin de yardımıyla İslâm coğrafyasındaki fakirliği, kuraklığı, hastalıkları, savaşları, afetleri kullanarak başta yetimler olmak üzere Hristiyanlaştırma hareketlerine aralıksız yüzyıllarca devam etmişlerdir. Bu yollarla 1910 yılında

Hiristiyanlığın Ana Kolları:

600 milyon olan dünyadaki Hristiyan

-

Katolikler: (İtalya, İspanya, Portekiz, Vatikan)

2.3 milyar kişiye ulaşmıştır.

-

Protestanlar: ( ABD, İngiltere, Almanya, İsveç, Norveç)

rılmış olan mezhepler ve kiliseler dahi

Ortodokslar: (Rusya, Bulgaristan, Yunanistan)

sında hemfikirlerdir. Kendi araların-

-

nüfus 2010 yılı araştırmalarına göre Hristiyan inancında birbirinden aytoplumları Hristiyanlaştırma noktada planlama yapmak adına dönemsel

Receb 1439

21


Toplumları dizayn etmek için ‘tohum ekme’ olarak adlandırılan bu yöntem misyonerler tarafından acımasız bir şekilde kullanılan bir yöntem olmuştur.

toplantılar yapmaktadırlar. Bu toplantılarda hedeflenen kitle en öncelikli olarak yine Müslüman coğrafyalardaki yetimlerdir. Bugün batının birçok üniversitesinde misyonerliğin temel amaç ve hedeflerini inceleyen misyoloji (missiolog) bölümü yer almaktadır. Yine çeşitli Hristiyan kiliselerin kurduğu üniversiteler Hristiyan olmayan coğrafyalarda faaliyet gösterip kendilerine misyoner eğitimi vermektedirler. Misyonerliğin babası kendisini Hz. İsa’dan sonra onun havarisi gören Pavlus’tur. Pavlus’un ortaya koyduğu

toplumları

Hristiyanlaştır-

mak amacına ulaşmak için her yolun mubah olduğu doğrultusundaki öğretisi yüzyıllardır Hristiyan mis-

22

Nisan 2018

yonerlerin başvurduğu metotların teolojik temellerini oluşturmaktadır. Bugün ise Hristiyan Misyonerler Hristiyan Katolik lideri Papa’nın yönlendirmesi ve tavsiyesi ile faaliyet göstermektedirler. Hristiyanlıktaki iki büyük mezhep olan Katolik ve Ortodoks Kiliseleri yüzyıllarca savaşmışlardır. Bu savaştan Katolik Kilisesi galip gelerek tüm dünyaya hem misyonerliği hem de sömürgeciliği götürmüştür. Ortadoğu’dan başlayarak hızla dünyaya yayılan İslâm dini Hristiyan Krallıklar tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Avrupa Hristiyanlığın Birliğini sağlamak için Katolik Kilisesi önderliğinde Haçlı seferleri düzenlemiştir (1095-1291). İnsanlık tarihinin en utanç verici dönemlerinden biri olan bu iki yüzyıllık süre içinde doğunun tüm şehirleri yağmalanmış Katolik inancını kabul etmeyen tüm toplumlar katledilmiştir. Tarihten günümüze misyoner grupların faaliyetlerini ve amaçlarını, çalışma biçimlerini iyi öğrenip ümmetin neslini bunlardan korumak için ümmet şuur ve bilinciyle akılla stratejiler geliştirmeliyiz. Müslüman sahada kimlerle mücadele ettiğini, mücadele yöntemini bilmese kendisini, neslini ve coğrafyasını koruma şansı olmaz. Hristiyan dinine mensup misyoner gruplar ise aralarında ihtilaf olmasına rağmen yüzyıllar önce programlarını yapmışlar ve


teşkilatlarını kurmuşlardır. Yukarda da belirttiğimiz gibi bağlı oldukları devletlerin sağladığı özel maddi manevi imtiyazlarla da başta ümmetin sahipsiz yetimlerini asimile edip vatanlarını yer üstü ve yer altı kaynaklarıyla beraber istila etmişlerdir. Bu gruplardan bazıları şunlardır;

Cizvitler: Bu grup, 1534 yılında Hristiyan olmuş bir İspanyol askeri olan Ignatiyos tarafından kurulmuştur. Misyonerlik çalışmalarını daha çok eğitim kurumları açarak yürüten Cizvitler, Katolik Kilisesi’ne bağlıdır. 112 ülkede teşkilatlanmışlardır. Açtıkları okullar dönemin en kaliteli okullarıdır. Buralarda yetim olup zeki başarılı çocukları da bünyelerinde okutup bunların sayesinde bütün devletlere ve yapılara sızmayı başarmışlardır. Okullar inşa etmek, üniversiteler ve kolejler kurmak Cizvitlerin en önde tuttukları hedeflerdir. Ayrıca yurt ve hasta hanelerle de sahada var olmayı inançlarını aşılamayı hedeflemişlerdir.

Metodistler: Metodist Hristiyanlar Protestanlık mezhebinin bir alt grubu olarak 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Düşünce olarak sadaka vermeyi, fakire ve yetime iyi davranmayı ve misyon faaliyeti için istekli olmayı hedeflemektedirler. Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde okul, hastane ve yetimhane gibi kurumların Metodist

| Cizvit Tarikatı kurucusu Ignacio de Loyola

Hristiyanlar tarafından kurulup buralarda müslüman kardeşlerimizin bize emanet bırakılan çocukları Hristiyanlaştırılmaya devam etmektedirler.

Anglikanlar: Anglikan Kilisesi İngiltere’nin resmî kilisesidir. Protestan mezhebi içerisinde kabul edilmesine rağmen sadece İngiltere’nin çıkarları için çalıştığından Anglikan (İngiltere’ye ait) olarak isimlendirilmiştir. Bulundukları ülkelerde diğer Hristiyan gruplarla birlikte çalışan Anglikanların birçok alt grubu vardır. Alt teşkilatlar arasında coğrafi ve alan merkezli görev dağılımı yapılmıştır. Eğitim ve insani yardım alanlarında faaliyet göstermektedirler. 1800’lü yıllarda, Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetleri için, İncil’in yerel dillere

Receb 1439

23


SOSÇocuk Köyleri: Yine Hristiyan kuruluşlarından biri olan ve geniş tabanlı bir yetim projesi olarak dünyaya yayılan SOSçocuk köyleri Müslümanların yetim çocuklarını nasıl Hristiyanlaştırdığını ve yapısını kısaca anlatalım. İlk SOSÇocuk köyü Avusturyalı Herman Gminer tarafından 1949 yılında IMST Avusturya’da kurulmuştur.

| Metodistlerin Afrika çalışmaları

çevrilmesi çalışmaları yaptıkları bilinmektedir. Bugün İngiltere’nin siyasi ve ekonomik çıkarları adına bütün dünyada çok etkin bir şekilde propaganda ve misyonerlik çalışmaları yapmaktadırlar. Batılı yardım kuruluşlarının birçoğunun Anglikan gruplarla ortak çalışmaları vardır. Ve özellikle yetimlerle ilgili çok büyük çalışmaları vardır. Bir Anglikan Kilisesi dört milyonun üzerinde yetimi evlendirene kadar her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde bakabiliyor. İngiltere’de ölen bir misyonerin ailesinin geçimi devleti tarafından sağlanmaktadır. Yine diğer misyoner grupların kendilerinin ve ailelerinin hayat güvencesi bağlı oldukları devletler tarafından garanti altına alınmıştır.

24

Nisan 2018

İkinci Dünya Savaşı’nda evlerini, güvenliklerini ve ailelerini kaybeden çocuklara yönelik bir çalışma olarak kurulmuştur. Sonrası nerede savaş ve afet varsa SOSÇocuk köyleri sahipleri orada villalarını kurup her villada bir Hristiyan anne eşliğinde başta ümmetin yetim çocukları olmak üzere Hristiyanlaştırılma ve sömürü politikalarını devam etmişlerdir. SOSÇocuk köyleri dünyanın en büyük yetim organizasyonlarından biri olarak 134 ülkede çocuklara aile odaklı bakım veren misyoner bir kuruluştur. SOSÇocuk köyleri, öksüz, yetim ve terk edilmiş çocukların uzun vadeli bakımıyla ilgili olarak aile yaklaşımı uygulamasına öncülük ediyor. Her çocuğun ilgili bir ebeveyni vardır. Bir anne gibi çocukların her şeyi ile ilgilenir. Farklı yaşlardaki erkek ve kız çocukları aile anlayışı içerisinde


birlikte yaşarlar. Bunlar ev düzenini kendileri yürütüyor. Genelde evler villa şeklinde köylerin yakınında geniş araziler içinde kuruluyor. Çocuklar bir aile havası içinde büyüyorlar sayıları 7 veya 8 kadar olabiliyor. Okuyup meslek sahibi olduktan sonra evlendirilip iyi bir misyoner ve Hristiyan olduktan sonra hizmet halkalarına dâhil ediyorlar. Bugün Kıbrıs Lefkoşe’de SOS adıyla faaliyet göstermektedirler. Türkiye’deki şubeleri Koruncuk Çocuk Köyleridir. İstanbul Arnavutköy Bolluca’da 1992 de 37 dönüm içinde, Urla İzmir’de de 15 dönüm içinde faaliyet gösteriyorlar. Türkiye’de sol cenah, sanat dünyasından ve bazı sivil toplum kuruluşlarından ve işadamlarından destek alıyorlar. Bugünkü Hristiyanlığın asıl vatanı durumunda olan Avrupa ve Amerika’da din büyük oranda arka plana atıldığı, Hristiyanlığın kuralları tümüyle unutulduğu halde, misyonerler çalışmalarını İslâm ülkelerinde ve geri kalmış durumdaki Afrika ve Asya ülkeleri üzerinde başta ümmetin yetimleri olmak üzere yoğunlaştırmaktadırlar. Emperyalizmin desteği ile çok büyük bir maddi güce sahip olan kilisenin sömürge durumundaki ülkelerde yürüttüğü çalışmaları aksatmamak için kendi vatanını ihmal etmesi boşuna değildir. Sahip oldukları dokunulmaz ve özerk statüyü çok iyi değerlendiren kilise otoriteleri kendi vatandaşları-

Hristiyanlıktaki iki büyük mezhep olan Katolik ve Ortodoks Kiliseleri yüzyıllarca savaşmışlardır. Bu savaştan Katolik Kilisesi galip gelerek tüm dünyaya hem misyonerliği hem de sömürgeciliği götürmüştür.

na “din” konusunda pek söz geçirememekle beraber, üçüncü dünyada faaliyet göstermek üzere büyük bir sermaye desteğine sahiptirler. Özellikle Afrika ve Uzakdoğu gibi istismar edilmeye çok uygun yerlerde misyonerler, sınırsız ekonomik imkânların yanında batı ülkelerinin ve mevcut kukla rejimlerin askeri ve siyasi desteğiyle çalışmaktadırlar. Bugün dünyada Hristiyan bir azınlık tarafından yönetilen Müslüman ülkelerin sayısı az değildir. Mesela Suriye de az sayıda %12 civarında Nusayri olmasına rağmen %80 nüfusu olan sunni ülkeyi onlarca yıldır bir Nusayri olan Esed ve ailesi yönetmiştir.

Receb 1439

25


Hıristiyan misyonerler İslâm âlemindeki Hristiyanlaştırma faaliyetlerini organize etmek amacıyla tarih boyunca çeşitli dernekler ve teşkilatlar kurmuşlardır. On dokuzuncu asrın girmesiyle misyonerlik faaliyetleri daha da gelişmeye ve güçlenmeye başladı. Özellikle Batı’nın gerçekleştirdiği teknolojik gelişmeleri çeşitli İslâm topraklarına sokmak suretiyle nüfuzunu genişletmesi İslâm âlemine misyonerlik faaliyetlerinin sızmasını da kolaylaştırdı. Misyonerlerin Müslümanlar arasında yayılmasını Avrupa ülkelerinin İslâm topraklarına askerler göndermesi takip etti. Bu noktada sömürgeci güçlerle misyonerlerin gayeleri birleşiyordu.

için insanlar köleleştirildiler. Avrupalının yüzyıllar süren sömürge düzeninin neticesi, bu kıtanın verimsiz, kurak ve çöl haline getirilmesi dolayısıyla insanlarının fakirleşmesi oldu.

Emperyalizmin Afrika senaryosu ve bunda misyonerlerin rolü, emperyalizm-misyonerlik ilişkisini ortaya koyma bakımından üzerinde durulmaya değer. Afrika’nın keşfinden sonra bu kıtaya ilk yayılanlar misyonerler oldu. Misyonerlerin her dönem değişmeyen tek amacı sadece insanları Hristiyanlaştırmak değil aynı zamanda onları sömürge hâkimiyetine hazır hale getirmekti. Böylece Avrupa’nın Afrika üzerindeki hâkimiyeti daha da kuvvet kazanacaktır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere misyonerler, faaliyetlerini kuraklık, açlık, afet savaş gibi musibetlere uğrayan ve kendi hallerine terk edilen Afrikalıların yaşadıkları bölgelerde yoğunlaştırmaktadırlar.

Nitekim misyonerler bütün güç ve imkânlarıyla çalıştılar. Avrupalılar da hâkimiyetlerini kurdular ve bunun sonucunda bir yandan Afrika’nın tabii zenginlikleri Avrupa’ya aktarılırken, diğer yandan ekonomik gelişmeler dolayısıyla işçi talebinin karşılanması

26

Nisan 2018

Afrika kıtasının tabii zenginliklerinin Avrupa’ya taşınması sonucunda bu kıtanın çölleşmesini de Avrupalılar kendi çıkarları açısından kullanmayı bildiler. Batılılar, Hristiyanlaştırma faaliyetleri çerçevesinde geçmişte gerçekleştiremediklerini bugün yoksulluğu fırsat bilerek gerçekleştirmek istiyorlar. Bugün Batı’nın göndermiş olduğu Hristiyan misyonerler Afrika insanının yoksulluğunu ve açlığını onların yetimlerini Hristiyanlaştırmak için değerlendirmektedirler.

Yardımseverler kisvesi altında faaliyet yürüten misyonerler her gün yüzlerce Somalili, Etiyopyalı, Sudanlı, Çadlı, Malili ve Mozambikli ve daha nice Müslüman ülkelerin yetimlerini himayelerine alarak inancını çalıp kendi ideolojilerinin kölesi haline getirdiler. Anne ve babalarını kaybeden Müslüman çocuklar, papazlar tarafından idare edilen Hristiyan yetimhanelerine götürülmekte ve içlerinden zeki olanlara kilise bursları temin edilerek Batı ülkelerine tahsil yapmaya gönderilmektedirler. Bunlar Batı ülkelerinin


Afrika ülkelerindeki çıkarlarını korumaya elverişli hale getirilmek üzere özel bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Söz sırası gelmişken bugün İslâm ülkelerindeki yönetim meselesinin ve bu ülkelerde yönetim ile halk arasındaki kopukluğunun da geçmişte uygulanan benzer politikadan kaynaklandığına dikkat çekmemiz uygun olur. Bugün Afrika’nın yetimleri başta olmak üzere tüm Müslümanlar, iki büyük tehlike ile karşı karşıyadır. Biri açlık ve sefalet dolayısıyla hayatını kaybetme tehlikesi, diğeri ise fırsatı ganimet bilip insanların içinde bulundukları imkânsızlıkları istismar eden Hristiyan misyonerlerin tuzağına düşerek imanını kaybetme tehlikesi. Bunların ikincisi birinciden çok daha tehlikelidir. Çünkü birincisi geçici hayatı kaybetme tehlikesi, ikincisi ise ebedi hayatı kaybetme tehlikesidir. Ama ikincisi birinciyle irtibatlı. Çünkü Afrikalı Müslüman açlık ve sefalet yüzünden misyonerlerin kucağına itiliyor. Sömürünün merkezi olan Afrika ülkelerinde hepsinde ayrı bir dram var. Bu dram kitaplara sığmayacak kadar büyüktür. Onlarca mağdur ve mazlum ülke içerisinden Somali’yi örnek verecek olursak; Bugün hâlâ açlığın cenderesinden kurtulamamış olan Somali’de misyonerlik çalışmalarının iki asırlık bir geçmişi var. Misyonerler bu ülkede iki

Misyonerlerin her dönem değişmeyen tek amacı sadece insanları Hristiyanlaştırmak değil aynı zamanda onları sömürge hâkimiyetine hazır hale getirmekti

asırlık hummalı çalışmaları sonunda tek bir Müslümanı bile Hristiyan yapmayı başaramadılar ama sömürgeci güçlerin bu ülkenin yönetimini kendi çıkarlarına hizmet edecek kişilerin eline teslim etmeleri için şartları hazırlamayı başardılar. Somali’nin 1991 ayaklanmaları ile iktidardan uzaklaştırılan eski diktatörü Siyad Berri, ülkedeki İslâmi uyanışın önüne geçmek amacıyla Hristiyan misyonerlerden yararlanıyordu. İslâmi hareket mensuplarına göz açtırmayan Siyad Berri, misyonerlere Müslüman halk içinde faaliyet yürütmeleri için her türlü imkânı sağlıyordu. Sömürgeci güçlerin çıkarlarını koruması üzere Somali devlet başkanlığına getirilen Siyad Berri misyonerlerin önü-

Receb 1439

27


| Misyonerlerin Afrika çalışmaları

ne bütün kapıları açmış ve misyoner okulları açmalarına fırsat tanımıştı. Hatta Berri ihtiyaçlı durumdaki Müslüman ailelerin çocuklarının binlercesini Hristiyan misyonerlere satmaya bile kalkıştı.

nin kısılmasından, Müslüman davet-

Somali Müslümanlarının 1988 sonlarına doğru Kuveyt İslâm Fıkhı Enstitüsü’nün 5. dönem toplantısına gönderdikleri mektupta şöyle deniyordu:

veya Amerika kiliselerine gönderebi-

“…Yönetim Hristiyanlaştırma çalışmaları için her türlü imkânı hazırladı. Müslümanlar tarafındaki bütün engelleri kaldırdı. Müslümanların İslâmi hislerini öldürdü. İslâmi tebliğ çalışmalarını yasakladı, ağızları kapattırdı ve misyonerlerin seslerinden başka her sesi susturdu. Artık misyonerlerin ülkemizde enine boyuna dolaşmaları ve istediklerini yapmaları için bir engel söz konusu değil. Ağızların kapatılmasından, İslâm’ın sesi-

28

Nisan 2018

çilerin kovulmalarından veya hapse atılmalarından sonra meydan onlara kaldığı için misyonerler artık Müslümanların çocuklarını arabalara yükleyerek adeta mal gönderir gibi Avrupa liyorlar. Somali tarihinde ilk kez bazı gençlerin boyunlarına haç astırıp sokaklarda dolaştığı görüldü. Kuzey bölgedeki bazı şehirlerin yıkılmasına ve ahalilerinin sürgün edilmesine yol açan son olaylardan sonra bazı aileler çoluklarıyla çocuklarıyla Avrupa’ya veya Amerika’ya göç ettiler. Gittikleri yerlerde onları kilisenin adamları karşılayıp çocuklarını alıyorlar”. Somali’de 1991 yılında çıkan ve Siyad Berri diktatörlüğüne son vermeyi amaçlayan iç savaşın, halkı daha çok fakirliğe ve açlığa itmesi de misyonerlerin işine yaradı. Hatta misyoner


teşkilatları bu kez Birleşmiş Milletler teşkilatı ile de işbirliği yaparak Hristiyanlaştırma çalışmalarını daha da hızlandırdılar. Hıristiyan misyonerler, Asya ülkelerinde de insanların fakirliklerini Hristiyanlaştırma faaliyetlerinde değerlendirmektedirler. Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ve dünya ülkeleri arasında fakirlik sıralamasında ikinci sırayı alan Bangladeş’te Hristiyan misyonerler gayet yoğun bir faaliyet yürütmektedirler. Fakirlik, bilgisizlik, işsizlik ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği Hristiyan misyonerlerin başarılı olmak için aradıkları şartlar. Bu şartların tümü Bangladeş’te mevcut. Dolayısıyla kilise teşkilatları bu ülkeye oldukça fazla önem veriyorlar. Misyonerler fakir ve dinleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan Müslümanları tuzaklarına düşürmek için sosyal yardım merkezleri, okullar vs. açıyorlar. Kurdukları sosyal yardım merkezlerinden yardım almak isteyen Müslümanlara Hristiyan olmalarını şart koşuyorlar. Okullarına öğrenci alırken ise Hristiyan olma şartı aramıyorlar. Ancak misyoner teşkilatlarına bağlı okullara giren çocuklar sürekli Hristiyanlık propagandasına tabi tutuluyorlar. Aynı şekilde misyonerlerin sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyen Müslümanlar da Hristiyanlık propagandalarına maruz kalıyorlar. Devletin resmi sağlık kuruluşları yetersiz kaldığından ve düzensiz beslenme, sağlık kontrolünün ve ko-

200 yıldan bu yana yoğun misyonerlik faaliyetlerine maruz olan Bangladeş’te son yıllara kadar 1 milyon Müslümanın Hristiyanlaştırıldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir.

ruyucu hekimliğin olmaması gibi sebeplerden dolayı hastalık oranı yüksek olduğu için misyonerlerin sağlık kuruluşlarına ihtiyaç duyanların sayısı çok oluyor. 200 yıldan bu yana yoğun misyonerlik faaliyetlerine maruz olan Bangladeş’te son yıllara kadar 1 milyon Müslümanın Hristiyanlaştırıldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Bangladeş Hristiyanları kendilerine özel (bağımsız) bir kilise teşkilatı kurdular. İslâm ülkelerinin nüfusça en kalabalık olanı Endonezya’da da yoğun misyonerlik faaliyetleri yürütülmektedir. Batı, Endonezya’yı önce doğrudan işgal etti. Sonra kendi hesabına iş yapacak adamlarını yönetime geçirip işgal kuvvetlerini geri çekti. Daha sonra

Receb 1439

29


bu ülkede, İslâmi uyanışın başlaması ve emperyalizmin çıkarlarını tehdit etmesi üzerine öncü kuvvetleri durumundaki misyonerleri gönderdi. Endonezya’daki misyoner teşkilatları Birleşmiş Milletler teşkilatından da yardım almaktadırlar. Bu ülkedeki misyonerlik faaliyetlerinin en önemli yanını ise diğer ülkelerde olduğu gibi insanların yoksulluklarından istifade oluşturmaktadır. Bu faaliyetlerinde başvurdukları metotlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Hıristiyan olmak yahut Hristiyanlığı kabul etmek veya çocuklarını Hristiyan okullarına göndermek şartıyla, fakir Müslümanlara mali yardım yapılması. 2. Çeşitli vesilelerle rejim tarafından tutuklanan Müslümanların ailelerine yardım sağlayarak onları Hristiyanlığa ısındırmak. 3. Okullar açarak bu okullarda fakir ailelerin çocuklarına eğitim imkânı sağlamak. 4. Çeşitli sosyal hizmetlerle insanları kendilerine bağlamak ve Hristiyanlığa ısındırmak.

30

Müslümanlar olarak ümmetin kılcallarına kadar giren ve insan kaynaklarını yer altı ve yer üstü tüm zenginliklerini sömüren bu işgalci ahtapotlardan nasıl kurtulacağız. Misyonerlerin bu faaliyetlerine karşı yetimlerimizi, tüm ümmeti ve coğrafyasını nasıl koruyabiliriz? Çözüm yolları nelerdir? Günümüzde misyonerlik faaliyetlerinin İslâm Dünyası’nın her yerinde alabildiğince hızlı bir şekilde yayıldığını, dolayısıyla misyonerlik faaliyetlerinin mahiyetinin, misyonerlerin faaliyet alanlarının, çalışma metot ve tekniklerinin bilinmesi gerektiğini yukarda açıklamıştık. Bu nedenle ümmetin bu tür faaliyetlerin zararlarından korunması için alınabilecek tedbirlerin tespiti gerekmektedir. Bu tespitin yapılması ortak çözüm yollarının bulunması ümmetin her ferdinin sorumluluğundadır. Misyonerliği polisiye tedbirlerle önleyemeyeceğimize göre, yapmamız gereken, dinimizi doğru olarak anlamak, onu yaşamak, başkalarına tebliğ etmek ve öğretmektir.

Bütün bu faaliyetleri için gerekli yardımları Batılı emperyalist ülkelerden ve onların kurduğu uluslararası teşkilatlardan alabiliyorlar.

Seyyid Kutup, Müslüman kitleleri sessiz yığınlar haline getiren, hayata müdahale etmeyen bir din anlayışına onları sevk eden, dinin kapsamını sadece uhrevi vaaz konularıyla sınırlayan anlayışı ataletin (tembellik) sebepleri arasında sayıyor.

Kısaca, misyonerlik faaliyetlerinden azade durumda hiçbir İslâm ülkesi mevcut değildir.

“Yeryüzünde sadece bireyin değil tüm insanlığın kurtuluşunu temin edecek çözüm İslâm’ı dünya hayatı için tanzim

Nisan 2018


eden Rabbimizin ayetleriyle dirilerek mümkün olacağına vurgu yapıyor. Zira karanlıktan aydınlığa kavuşturan hayat kitabımız Kuran’ı Kerim elimizde. Onunla ataletten, zilletten, cehaletten ve beşeri ideolojiler girdabından kurtulabiliriz. Yani kurtuluşun vahyin rehberliğinde köklü bir fikri uyanış ve topluca İslâmi değişimle ancak mümkün olabilir. Rasûlullah (a.s) sonrası istişareden uzak bir yönetim anlayışına sapılması hem iç hem dış tehlikelere karşı ümmeti güçsüz düşürmüştür.” 17. Yüzyıl sonlarına gelindiğinde batıda başlayan modernleşme ve dinsizlik akımı, batının kendi içerisinde yozlaşmış muharref din vakıasıyla yüzleşirken ilmi saha ve siyasal yönetimlerde başlayan felsefi cereyanların, sosyal ve siyasal alana dönük çözümler üretmeye başlaması, ideolojiler dönemini başlattığını belirtmektedir. Kutup, Batı kaynaklı sömürgeleştirmenin ve batı aydınlanmasının etkilerini İslâm coğrafyalarında da hissedilmeye başlaması bir anlamda mağlupların galipleri taklit etmeleri gibi kısır sonucu doğuracaktı. Bu gidişat karşısında ifsattan korunabilen ve ıslah çabalarıyla buna karşı koymaya çalışan, ihya ve ıslah çabaları henüz toparlanışın başındaydılar. Güç dengeleri batı eksenine kaymıştı. İslâm dünyasının batı eliyle parçalanmasının ardından kurulan yeni ulus yönetimleri onların vesayetinde batıcı eksende oluşturulmuştur. Müslümanların bundan böyle yönetimleri, galip batının elindeydi. Bu bizler için tam inhiraf (sapma) durumuydu.

| Bangladeş'deki çalışmalar

Ve sünnetullah gereği bir savrulmaydı. Ümitsizlik yoktu. Allah’ın rahmetinden ümit kesemezdik. Çare İslâm’dı. Müslümanların azimle yönelecekleri ihya ve ıslah çabaları ve durum sorgulamasıyla girecekleri süreç yeniden ümmet olmanın yolunu açacaktı. İdeolojilerle İslâm’ı devre dışı gösteren, yeninin cazibesiyle genç kuşakları kendisine çeken bu dönem, eğitim çağındaki gençleri etkiliyordu. İçi boş batıcılık, zihinleri etkileyen sahte cazibesiyle ve batı destekli kurulan iş birlikçi yönetimlerce üst bir form ve ezilmişliğe çare olarak sunulmaktaydı. İşte Seyyid Kutub’un modern cahiliye dediği olgu tam da bu döneme işaret ediyor. Kur’an ve sünneti, güncel meselelere uygun yorumlayamamanın ve sömürü düşkünlüğünün çöküntü hali, ümmetin düştüğü bedbin (karamsar) durumuna dikkat çekiyor.

Receb 1439

31


halinizi toplum olarak değiştirecektir." hükmünün gerçekleşeceğini ifade etmektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Müslümanlar arasında en hayırlı ev içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.”

Seyyid Kutup ümmetin fıkhını iki veçhede ele almıştır. Yerel ölçekte her kesin bulunduğu ortamda tıkanıklıktan kurtulması ve pratik çözümler üretmesini öngörmüş ve bu sürecin ümmetin aklını ve İslâmi hareket olgusunu harekete geçirmesiyle dirilişi yakalayabileceğimizi savunmuştur. Her bireyin kendi özünden başlatacağı içsel-özsel değişimin kendi yakınlarına oradan ümmetin değişimine, böylece Rad Sûre’si 11.ayette zikredildiği üzere; "Nefislerden bir değişim başlatırsanız Allah sizin

32

Nisan 2018

Kutup ümmetin tarihten devir aldığı gelenekte mevcut klasik fıkıh yöntemini yetersiz bulur ve kendi adlandırmasıyla bu sahife fıkhının derdimize deva olmayacağını savunur. Ümmetin kurtuluşunun tüm nifak, zulüm ve ifsat yollarını teşvik eden teslimiyetçi tutumun bizi ümmetin geleceği olan nesillerle bağımızı koparacağını asıl olanın yeniden Kur’an neslinin inşa gayesinin Kuranın inzal olduğu Mekke’deki cahiliye toplumunu tevhidi dirilişle deviren bu üst hedefin bizim de hedefimiz olması gerektiğine dikkat çekmiştir. O kısaca İslâmi hareket fıkhını izleyeceği toplumsal değişim hedefinde evreleri ve reel noktaların dikkate alınmasını bunlarla yüzleşilmesinin şart olduğunu söyler ve kısaca şu hususların altını çizer. -İslâm ümmeti sayısal olarak kalabalıktır ama nitelik olarak tevhitten uzaklaşmış ve iç dinamizmini yitirmiş durumdadır. -Evrensel fıkıh geliştiremeyen ümmetin çocukları, sosyalizm, demokrasi, liberalizm, ulusçuluk akımları karşısında geçici bir yenilgi yaşamaktadırlar, bu olgu da batıcı dikta rejimini başarılı gibi göstermektedir. -Bu günle Rasûlullah’ın(as.) Rasul olarak geldiği toplumun İslâm karşısındaki muhataplık durumu birbirine


benzemektedir. Davet, tebliğ, şahitlik, cihat, İslâmi cemaat olmak ve ümmet olma hedefi Müslümanın temel şiarlarındandır. -İç hastalıklar, cahiliye durumu pasifizmi besledi, hastalığı arttırdı ve cahiliyeyi müzminleştirdi. -Bahaneci bir toplum münafık rejimlerin işini kolaylaştırdı ve nesillere yeniden İslâm ümmeti olma Kur’an neslini inşa etme hedefinin mesafesini bizden uzaklaştırdı. -Yeniden tevhidi diriliş şarttır. İtikadi arınma sadece hurafelerden değil batıl tüm ideolojilerden de uzak olmakla İslâm’ı hayatın tüm şubelerinde yaşanır kılma çabalarıyla mümkün olacaktır. Farklı coğrafyalarda yaşayan tüm Müslümanlar Seyyid Kutub’un Kur’an ve Sünnet ışığındaki bu değerli tespit ve çözümleri ışığında Tevhidi bir anlayışla yeniden bir diriliş göstermek zorundadırlar. Önce kendi nefislerinden sonra aile ve akrabalara sirayet eden bir uyanışla tüm ümmete uzanan bir tevhidi bir dirilişe ihtiyaç var. Bu diriliş öyle bir diriliş olmalı ki Allah’ın kitabında buyurduğu üzere: “Mü'minler ancak kardeştir” ayeti çerçevesinde ölen her Müslüman bizim kardeşimizdir. Onun geride bıraktığı evlatları ümmet için bir emanettir anlayışı ile bir yetimi alıp evinde evladı gibi büyütmelidir. İslâm, Yetimin ihtiyacını, evladının ihtiyacından öncelikli tutmuştur;

Bir gün Rasûlullah’ın kızı Fatıma ihtiyacı dolayısıyla babasının kapısını çalar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “(Kızım bilmez misin) Bedir’in Yetimleri daha önceliklidir”. Kur’an ve sünnet rehberliğinde yetimi koruyup gözetmeliyiz. Çünkü Allah yüce Kerim Kitabında bütün insanlığa hitaben; “Hayır yetime karşı cömert davranmıyorsunuz” diye ikaz etmiştir. Yüce Allah kitabında onlarca ayet indirerek Mü'minleri şiddetle uyararak, müjde ile teşvik ederek yetimleri kendi himayesi altında tutmuştur. Yetime el kaldıranı azabı ile tehdit etmiş, yetimi kollayıp gözetene Cennetini vaat etmiştir. İnsanlık İslâm’la şereflendikten sonra yetim değer kazanmış adeta şu fani dünyada yetime hizmet, ahiret azığına dönen güzel bir amel derecesine yükselmiştir. Allah Resulü döneminde nice yetimler vardı; Enes’ler, Abdullah’lar, Beşir’ler ve diğerleri. Onların her biri Peygamberin yetimleriydi. Yetimlik hak ettiği izzeti kendisi de bir yetim olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bulmuştur. Evlerin en hayırlısı yetimin içinde bulunduğu evdir; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Müslümanlar arasında en hayırlı ev içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.”

Receb 1439

33


Yetime bakana Cennette Rasûlullah ile beraber olma şerefi verilmiştir; Buhari Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Ben ve yetime kol kanat geren kimse ile cennette böyle (yan yana) olacağız” buyurdu ve aralarını ayırarak işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi. Her mü'min Kuran ve Önderimiz olan Peygamberimizin yolunda olmalıdır. Her mü'min akrabalarından yetim varsa yukarda saydığımız ayet ve hadisler ışığında ona bir evladı gibi bakmalı sıcak bir yuva ihtiyacını karşılamalıdır. Yetim öncelikle en yakın akrabasının yanında barındırılmalıdır. Bu nebevi bir çözüm şeklidir. Ve barındıran kişi için de bu en hayırlısıdır. Tüm ümmete bu bilinci aşılamanın mutlaka bir yolunu bulmalıyız. Ümmetçe bu şuura erdiğimiz an Kuran ve sünnetin yukarda saydığımız emirleri de yerine gelmiş olur. Bizim derdimiz misyonerlerin yaptığı gibi büyük süslü yetimhaneler yapmaktan ziyade ümmetin bir ferdi olarak evimizi yetimhaneye çevirecek şuur ve merhamet derinliğine ulaşmaktır. Bir çocuğumuz varsa ikicisi yetim olmalı, iki çocuğumuz varsa üçüncüsü yetim olmalı şuurunu ümmetçe yakalamalıyız. Bu seferberliğe ümmetin her ferdi kendi nefsinden başlamalıdır. Sonra ailesine ve akrabalarına aşılamalıdır. Bu izzetli davranış zamanla Seyyid Kutub’un

34

Nisan 2018

dediği gibi toplumsal tevhidi bir dirilişe dönüşür. Yüce Allah son Peygamberini yetimler içinden çıkararak insanlığa yetimi sahiplenme noktasında en güzel mesajı vermiştir. İslâm tarihi incelendiğinde birçok İslâm önderleri de yetim büyümüşlerdir. İmam Şafii, İmam Malik ve İmam Buhari gibi nice değerler daha küçük yaştayken babalarını kaybetmişler. Allah kendilerinden razı olsun, fedakâr çalışmaları ve ilimleriyle ve bunu sonraki nesle miras bırakmalarıyla ümmete fayda sağlamışlardır. Bunda bir hikmet vardır diye düşünüp her yetimin bir emanet ve değer olduğu şuuruyla hareket etmeliyiz. Onları misyonerlere zalimlere bırakmamalıyız. Bunun için davet ve yardım amaçlı işgal altında mazlum İslâm beldelerine gerekirse hicret etmeliyiz. Nice Selahattinlerin, Yavuzların, Fatihlerin ümmetin içinde çıkacağını ümit edip çaba sabretmeli. Böyle ümmet oluruz. Ömer Bin Abdulaziz halife olduğunda önce nefsinden başladı. İki buçuk yıllık halifelik döneminde zekât verecek insan kalmadığının ve ümmetin birlik ve dirliğinin sağlandığına tarihin altın sayfaları şahittir. Yeter ki Müslüman ihlaslı olsun. İnandığı yolda Allah’ın rızasını kazanmayı esas alsın. Allah’ın vaadidir bir çıkış yolu mutlaka gösterecektir. Rahmetli Kutub’un da dediği gibi Müslümanların dağınıklığı ve tembelliği, sahada misyonerleri ve em-


peryalist güçleri güçlü gösteriyor ayakta tutuyor. Onların çabasının yüzde birini Müslümanlar göstersin ümmet ayağa kalkar. Onlarda savunmaya geçmek zorunda kalır sonrasında çer çöp olurlar. Bizim hak davamız için göstermemiz gereken samimiyeti ne yazık ki onlar batıl davaları için gösteriyorlar. Başarılı olmaları çalışma ve fedakârlıklarının bir sonucudur. Bir papazın Afrika’nın bir köyünde yıllarca hizmet vermesi Ama Kutub’un da dediği gibi bu

Ümmet bir yetimle doğdu… Şu anda ise esaret altında… İnşallah yine yetim şuurlanması ile beraber o esaretten kurtulacak…

başarı geçicidir. Çünkü bunların davası öncelikle emperyalist güçlerin dünyevi çıkarları içindir. Ümmet biraz kıpırdarsa zafer yakındır. Kıpırdaması içinde Kuranda onlarca ayet ve Efendimizden nakledilen onlarca hadis yeterli değil mi?

Aslında misyonerlerin çalışmaları denizin yüzeyindeki buz tabakasıdır.

Ey ümmet! Geç kaldık geç kalıyoruz.

Ümmetin güneş gibi ufuktan görün-

Her gün on bin çocuk yetim kalıyor.

mesiyle o buz tabakası eriyip denize

İlk kucağını açanlar başta misyoner-

karışır. Bir silkinişe ihtiyaç var. San

ler, organ mafyaları, dilenci şebekeleri, insan tacirleri oluyor. İnanın Müslümanlar bu altın hazineyi misyonerler bizden daha önce keşfettiler.

ki bu silkinişin arifesindeyiz. Ya rab ümmete önce şuur ver. Sonra birlik ve dirlik nasip et.

Yüzyıllarca önce, belki de Kur’an’ı

Hristiyanlar

Kerim’den bizim almamız gereken

ve onlarca cemaate bölünmelerine

mesajı onlar aldılar. Ve her gün maz-

rağmen ümmetin nesillerini Hristi-

lum coğrafyalarının geleceğini çalı-

yanlaştırmak ve coğrafyasını yağ-

yorlar.

malamak için dönemsel aralarında

Ahirette yetimler imanlarını kaybet-

toplanıp

tikleri için ümmetin her ferdinden

kollara

planlar

ayrılmasına

yapmaktadırlar.

Bu yazıyı yazarken misyonerlik ve

davacı olurlarsa ve ahirette yakamı-

çalışmalarıyla ilgili birçok kaynağa

za yapışırlarsa halimiz nice olur ey

ulaştım. Ve misyonerlik yapan ecne-

Müslümanlar.

bilerin isimleri ve çalışma yöntemleri

Receb 1439

35


hakkında bilgi verdim. Ümmet adına

(Ben bu yazıyı tam bitirirken dava

çalışan ve yetimlerin geleceğini ve

adamı, değerli mütefekkir Hasan

ahiretini kurtaran Müslüman yardım

Karakaya Hocamızın vefat haberini

kuruluşlarının ne kadar az olduğunu

aldım. Mahzunuz… İnna Lillahi Ve

ve çalışmalarının ne kadar yetersiz olduğunu da bu vesileyle öğrenme imkânım oldu. Müslüman kuruluşlar içinde İHH (Allah kendilerinden razı olsun) son yıllarda misyoner ku-

İnna İleyhi Raciun… Allah mekanını cennet eylesin başta ailesi tüm sevenleri ve talebelerine sabrı cemil ihsan eylesin inşallah…Amin…)

ruluşları çok rahatsız eden başarılı

SELAM VE DUA İLE… ALLAH’A

çalışmalara imza atıyorlar. Müslü-

EMANET OLUN…

man hayırda yarışmalıdır. Yarın başka bir kuruluşu yetimlerle ilgili başarılı çalışmalarını görürsek onlara da

-------------------------

selam olsun demeliyiz. Müslümanların birbirini takdir etmesi güzel iş-

1. M. Ahmet Varol, Emperyalizmin Oyunları

lerde yarışması gerekirse batıla karşı

2. Kahraman Kemal, Çağdaş Sömürge İmparatorluğu

sahada ortak hareket etmesi ümmet için hayırdır ve ümmeti sevindirmelidir. Ümmetin sevineceği şeye misyonerler üzülecektir. İşte bu ümmet için güzel bir başlangıç. Bir yetimin imanının kurtarılmasının değerini neyle ölçmek lazım var mı böyle bir ölçü, yok. O ölçüyü Allah koymuş yerle gök arası. Ümmet bir yetimle doğdu… Şu anda

36

3. M.Ahmet Varol, İslâm Dünyasından Kesitler 4. Somali Misyonerlik Çalışmalarını Destekliyor, İslâm 5. Somali Müslümanlarının Çağrısı, Vahdet 6. Afrika’da Papa Fitnesi, Altınoluk 7. Bangladeş: Bir Tabak Yemek Karşılığı Vaftiz, Altınoluk 8. Emperyalistlerin Öncüleri Misyonerler, İslâm

ise esaret altında… İnşallah yine ye-

9. İHH yetim misyonerlik faaliyet raporu

tim şuurlanması ile beraber o esa-

10. Rad.süresi 11,ayet

retten kurtulacak… Ümmet olarak

11. Seyyid Kutup yoldaki işaretler

yetimin etrafında inşallah halka ol-

12. Hûcurat sûresi 10.ayet.

malıyız kardeşlerim… Yüzyıllardır

13. Rad.sûresi 11.ayet.

zalime terk ettiğimiz emanetlerimize

14. Fecr sûresi 17.ayet.

sarılarak ümmet olmayı öğrenece-

15. İbn-i Mace,Edep,6

ğiz…

16. Müslim,Zühd 42.

Nisan 2018


KAPAK DOSYA Yusuf Çelebi

DÜNYADA YETİM İSTATİSTİKLERİ 200 milyon yetim bulunuyor. 100 milyon yetim sokaklarda yaşıyor. Her gün 10 bine yakın çocuk savaş, doğal afet, hastalık gibi nedenlerle yetim kalıyor. Her 24 saatte 6 bin çocuk kaçırılıyor. Yılda 2,5 milyon çocuk satılıyor. Her gün 40 bine yakın çocuk yetimhanelerden çıkarılıyor

Receb 1439

37


Y

eryüzünün masum bireyleri çocuklar, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan krizlerden en çok etkilenen kesimdir. Dünyada çok sayıda çocuk savaş, işgal, doğal afet, kronik yoksulluk, hastalık vb. nedenlerle yetim kalmaktadır. 7 milyarı aşan dünya nüfusunun 2,2 milyarını çocuklar oluşturmaktadır. 2,2 milyarlık çocuk nüfusu içerisinde 143 ila 210 milyon arasında yetim çocuk bulunduğu belirtilmektedir. Bu verilere aralarında Afganistan, Irak, Filistin, Sudan, Bangladeş, Hindistan ve Çin gibi yüksek yetim nüfuslu ülkelerin de olduğu 52 ülke dâhil değil. Uluslararası kaynaklara göre her iki saniyede bir çocuk anne veya babasını kaybetmektedir. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu bölgeleri kronik yoksulluk, doğal afet, savaş ve işgal gibi nedenlerle çok sayıda çocuğun yetim kaldığı bölgelerin başında gelmektedir. Dünya yetim nüfusunun önemli bir kesimi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde yaşamakta. Diğer yandan gelişmiş ülkelerde evlilik dışı çocuklar, engelli çocuklar, boşanmış ailelerin çocukları da sokaklara terk edilebilmektedir.

Yetimliğe Neden Olan Koşullar Ve Yetim Üreten Coğrafyalar Savaş, İşgal, Çatışma vb. Nedenlerle Yetim Kalma Savaş, işgal, doğal afet vb. krizler çocukların yetim kalmasına neden olan

38

Nisan 2018

başlıca etkenlerdendir. Sıcak çatışmaların yaşandığı bazı bölgeler yüksek sayıda yetim nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Bu bölgeler ayrıca yetim sayısının sürekli arttığı coğrafyalardır. Suriye’de ise 1 milyondan fazla çocuğun annesini, babasını veya her ikisini de kaybederek öksüz veya yetim kaldığı tahmin ediliyor. Binlerce Suriyeli yetim, öksüz veya kimsesiz çocuk, mülteci kamplarında veya sığındıkları ülkelerin sokaklarında suiistimale açık bir şekilde yaşamaya çalışmaktadır. Savaşın devam etmesi ise yetim sayısını arttırmakta ve yaşanan insani krizin boyutu her geçen gün daha da derinleşmektedir. Şu an Doğu Guta’da Esed rejiminin açtığı saldırılar sonucu yetim kalan yaklaşık 12 bin çocuk bulunmaktadır. Bunların 4 bini acil yardım beklemektedir. Savaş nedeniyle yüksek sayıda yetim bulunan ülkelerden biri de Afganistan’dır. 1979’daki Sovyet işgali ve akabinde 2001 yılında Amerika’nın müdahalesi ile 30 yılı aşkın süredir savaşlarla boğuşan Afganistan’da yaklaşık 2 milyon insan hayatını kaybetmiş, dolayısıyla çok sayıda çocuk da korumasız kalmıştır. Sovyet işgali süresince 7,5 milyon kişi yer değiştirmiş, 14.000 köy yerle bir edilmiştir. Hâlihazırda Afganistan’da 400.000’in üzerinde sakat çocuk olduğu belirtilmektedir. Afganistan’da devam eden


çatışmalar sebebiyle yetim sayısı her geçen gün artmaktadır. Yine işgalci Amerika ve arkasına aldığı koalisyon ülkelerinin desteğiyle 2003’te Irak’a yapılan işgal arkasında ağır bir yetim bilançosu bırakmıştır. 9 yıl süren savaş sonucu 1 milyondan fazla insan katledilirken 5 milyon çocuk yetim kalmıştır.

Yoksulluk Sebebiyle Yetim Kalma

Doğu Guta’da Esed rejiminin açtığı saldırılar sonucu yetim kalan yaklaşık 12 bin çocuk bulunmaktadır. Bunların 4 bini acil yardım beklemektedir.

Yoksulluğun kronikleştiği coğrafyalarda siyasi yapının bu durumu bertaraf edecek çözümler üretememesi, buralarda yoksulluğa ek olarak savaş, çatışma gibi toplumsal düzeni sarsan krizlerin yaşanması, sorunun boyutlarını derinleştirmekte ve yoksulluğa bağlı nedenler dolayısıyla ölümler görülebilmektedir. Bu anlamda yoksulluk, dünya yetim nüfusunun artmasına neden olan öncelikli sebepler arasındadır. Dünya Bankası verilerine göre 7 milyarlık dünya nüfusunun 1,22 milyarı aşırı yoksuldur; yani günlük gelirleri 1,25 doların altındadır. Yine dünya nüfusunun yarısı yani 3 milyardan fazla kişinin geliri günde 2,50 dolardan azdır. Dünyada 842 milyon kişinin yiyecek yemeği yoktur. Yoksulluk sebebiyle her gün 22.000 çocuk hayatını kaybetmektedir. Bir diğer açıdan bakıldığında korumasız yetim çocuklar da yoksulluk nedeniyle hayatlarını kaybetme riski ile karşı karşıyadır.

Doğal Afet Nedeniyle Yetim Kalma Doğal afetler dünya yetim nüfusunun artmasına sebep olan başlıca etkenlerdendir. 2013 yılında Filipinler’de gerçekleşen Haiyan tayfunu sonucunda resmî rakamlara göre 6.000 kişi hayatını kaybetmiş, bu tayfundan 6 milyon çocuk etkilenmiştir. 2011 yılında Haiti’de meydana gelen deprem sonucunda çok sayıda çocuk yetim kalmıştır. 10 milyonluk Haiti nüfusunun 300.000’ini yetimler oluşturmaktadır. Yine Japonya’da 2011 yılında yaşanan deprem ve akabinde görülen tsunami sonucunda 200 çocuk her iki ebeveynini, 1.200 çocuk da anne veya babasını kaybetmiştir. 2005 yılında Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı etkileyen deprem sonucunda resmî rakamlara göre 75.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Toplamda 3,5 milyon kişi bu depremden etkilenmiştir. 2010

Receb 1439

39


Afrika’da bizzat kendisi AIDS hastalığına yakalanmış 2,3 milyon çocuk bulunmaktadır. AIDS bu çocuklara genelde hamilelik, doğum ve emzirme döneminde anneden geçmektedir.

yılında Pakistan’da meydana gelen sel ise 20 milyondan fazla insanın hayatını etkilemiş, yaklaşık 2.000 kişi yaşamını yitirmiş, 12.000 köy haritadan silinmiştir. Güneydoğu Asya’da 2004 yılında meydana gelen, tarihin en büyük doğal afetlerinden biri olan ve 14 ülkeyi etkisi altına alan tsunami sonucunda resmî rakamlara göre yaklaşık 230.000 kişi hayatını kaybetmiştir. 2011 yılında Doğu Afrika ülkeleri Somali, Etiyopya, Cibuti ve Kenya’da görülen kuraklık ise 13,5 milyon kişiyi etkilemiştir. Son 60 yılın en ağır kuraklığı olarak tanımlanan bu afette 50 ila 100.000 arasında kişi hayatını kaybetmiştir.

AIDS Nedeniyle Yetim Kalma AIDS, özellikle dünya yetim nüfusunun önemli bir kısmını barındıran Afrika kıtasında çocukların anne veya

40

Nisan 2018

babalarını kaybetmelerine sebep olan çok ciddi bir faktördür. Dünyada AIDS nedeniyle yetim kalan çocukların 15,1 milyonu Sahra Altı Afrika ülkelerinde yaşamaktadır. AIDS sebebiyle yetim kalan çocukların sayısının 2015 yılında 25 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında AIDS’in çok hızlı yayılan ve her geçen gün yeni kurbanlar alan bir hastalık olduğu görülmektedir. Afrika’da bizzat kendisi AIDS hastalığına yakalanmış 2,3 milyon çocuk bulunmaktadır. AIDS bu çocuklara genelde hamilelik, doğum ve emzirme döneminde anneden geçmektedir. AIDS yetimliği Afrika’nın vahim bir gerçeğidir. Öyle ki bazı Sahra Altı Afrika ülkelerinde yetim nüfusun önemli bir kesimini AIDS nedeniyle yetim kalan çocuklar oluşturmaktadır. Örneğin, Zimbabve’de yetimlerin %74’ü, Güney Afrika’da %63’ü AIDS sebebiyle yetim kalmıştır. Afrika’dan sonra AIDS nedeniyle ailesini kaybeden çocukların en yoğun bulunduğu bölge Asya’dır. Asya’da 1,1 milyon çocuk AIDS dolayısıyla yetim kalmıştır. Her 15 saniyede bir çocuk AIDS sebebiyle anne veya babasını kaybetmektedir.

Kayıp Çocukların Akıbeti Belirsiz Özellikle son yıllarda Afrika ülkeleri ile Irak ve Suriye'deki savaşlar ve çatışmalardan kaçarak Avrupa ülkelerine giden aileler ile bazı çocukların durumu ise endişe kaynağı olarak öne çıkıyor.


AB polis teşkilatı Europol’un yaptığı araştırmalara göre, 2015 yılında Avrupa’ya ulaşan 1 milyon sığınmacının yüzde 27’sini çocuklar oluşturuyor. Ayrıca, 10 binin üzerinde öksüz, yetim veya ailesi yanında olmaksızın Avrupa’ya gelen çocuğun ise kayıp olduğu belirtiliyor. Yaşları 13 ila 16 arasında değişen çocukların durumları ve nerede oldukları ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmadığı ifade ediliyor. Bu çocuklardan yaklaşık 5 bininin İtalya topraklarına girdikten sonra, 3 bin 500’ünün ise Almanya topraklarında kaybolduğu tahmin ediliyor. AB İstatistik Ofisinin (Eurostat) verilerine göre ise 2008’den bu yana Avrupa’ya sığınmacı olarak gelen öksüz, yetim veya yasal vasisi olmayan çocuk sayısı 198 bin civarında.

Yoksulluk sebebiyle her gün 22.000 çocuk hayatını kaybetmektedir.

%12’si ölmek istemektedir. Akrabalarının yanına sığınan yetimler kalabalık aile ortamlarında zor geçim şartlarında yaşamakta, kimi zaman ev işlerine yardımcı olma, kardeşle-

Genellikle yaşları 14 ila 17 arasında olan bu çocukların çoğunluğu Afganistan, Somali, Eritre, Suriye ve Irak gibi iç savaş ve çatışmaların yaşandığı ülkelerden Avrupa’ya geliyor.

rine bakma veya hasta anneye veya

Yetimleri Bekleyen Tehditler

sahiplenilmedikleri durumlarda ise

Yetimler barınma, giysi, gıda, sağlık, eğitim gibi fiziki ihtiyaçlarının yanı sıra duygusal olarak da desteğe muhtaçtır. Zira yetimler yetimlikleri dolayısıyla çocuk yaşta endişe, depresyon, kızgınlık, dışlanma gibi duyguları yaşamak durumunda kalırlar. Uganda yetimleri hakkında yapılan bir çalışmaya göre AIDS yetimlerinin

babaya bakma gibi sorumlulukları yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Yetim çocuklar aileleri, akrabaları veya güvenilir kurumlar tarafından türlü tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. İnsan kaçakçılığı, evlatlık verilme, çocuk askerliği, çocuk işçiliği, organ mafyası, misyonerlik, suça karışma, madde bağımlılığı gibi olumsuzluklar yetimlerin karşı karşıya olduğu tehditlerin başında gelmektedir.

Receb 1439

41


İnsan kaçakçıları tarafından alıkonulan yetimler, fuhuş ticaretinin yanı sıra organ mafyası, evlatlık verilme, ucuz işçi olarak çalıştırılma gibi tehditlerle de karşı karşıyadır.

İnsan Kaçakçılığı Dünyada her yıl büyük bir kesimini kadın ve çocukların oluşturduğu 4 milyon kişi bulundukları ülke içinde veya dışında insan kaçakçılığı kapsamında yer değiştirmektedir. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki kriz ortamlarını fırsat bilen insan kaçakçıları için savunmasız gruplar arasında yer alan kimsesiz çocuklar ve yetimler, kötü niyetli bu kişiler için başlıca hedeftir. Fuhuş, insan kaçakçılarının çocukları yönlendirdikleri insanlık dışı sektörlerin başında gelmektedir. Brezilya’da hâlihazırda 200 ila 500.000 arasında çocuğun fuhuş sektöründe çalıştırıldığı tahmin edilmektedir. Dünya fuhuş mafyasının en yüksek oranda çocuk kaçırdığı ülkelerin başında Kamboçya gelmektedir. Tayland, Meksika ve Hindistan da fuhuş sektörüne kaynaklık eden

42

Nisan 2018

başlıca ülkeler arasındadır. Her yıl 45 ila 50.000 arasında kadın ve çocuk kendi iradeleri dışında zorla ABD’ye giriş yapmaktadır. İnsan kaçakçıları tarafından alıkonulan yetimler, fuhuş ticaretinin yanı sıra organ mafyası, evlatlık verilme, ucuz işçi olarak çalıştırılma gibi tehditlerle de karşı karşıyadır.

Evlatlık Verilme Yetimler için yapılması gereken, onları kendi ülkelerinde aileleri yanında, bunun mümkün olmadığı durumlarda yine kendi ülkelerinde yetimhanelerde desteklemektir. Ülke dışından evlat edinme, yetimler için gerçekleşecek en kötü senaryolardan biridir. Günümüzde yurt dışından evlat edinme bir sektöre dönüşmüş ve Etiyopya, Kamboçya, Somali, Afganistan, Çin, Filipinler gibi gelişmekte olan ülkelerden muhtelif hile ve vaatlerle kaçırılan çocuklar kendi ailelerinden, kültürlerinden koparılarak genellikle Avrupa ve Amerika’daki ailelere para karşılığında satılmaya başlanmıştır. Evlat edinme sektörü yetimlerin karşı karşıya kaldığı başlıca tehditlerden biridir. Amerikalı ailelerin evlat edindiği ülkelerin başında Etiyopya gelmektedir. 2003’te yılda 900 çocuk Etiyopya’dan evlat edinilirken bu rakam 2009’da 4.564’e yükselmiştir. Yetimlerin ruh sağlığı için son derece sakıncalı olan evlatlık verilme seçeneği, genellikle gayrimeşru yollarla yürütülmektedir.


Kriz ortamlarında kimsesiz ve korumasız kalan çocuklar gelişmiş ülkelerdeki ailelere para karşılığı verilmek üzere kaçırılmaktadır.

Çocuk İşçiliği Yetimlerin karşı karşıya kaldığı önemli tehditlerden biri de çocuk işçiliğidir. Anne veya babadan birinin yokluğu, hasta anne veya babaya bakma, yoksulluk sebebiyle aile bütçesine katkıda bulunmak zorunda olma gibi nedenlerle çocuklar çeşitli işlerde taşıyabileceklerinden daha büyük yükler altında çalıştırılabilmektedir. Çocukların çok küçük yaşta çalıştırılması fiziksel ve ruhsal sağlıklarını olumsuz etkilemekte, onları eğitim gibi en temel haklarından da mahrum bırakmaktadır. Angola, Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Fildişi Sahili, Gambiya, Kenya, Lesoto, Senegal, Svaziland ve Zambiya gibi 10 Sahra Altı Afrika ülkesinde yapılan bir çalışma, yetimlikle ucuz iş gücü olarak çalıştırılma arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Kamboçya, Etiyopya, Hindistan, Kenya ve Tanzanya’da 6-12 yaş arasındaki 1.480 yetim ve terk edilmiş çocuk üzerinde yapılan bir alan araştırması, yetim ve terk edilmiş her yedi çocuktan birinin çalıştırıldığını göstermiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün verilerine göre dünyada tam zamanlı çalışan 168 milyon, tam veya yarı zamanlı çalışan 264,5 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. 168 milyon

1987 ve 2007 yılları arasında 1 milyon çocuk, organ nakli için kaçırılmıştır.

çocuk işçinin 85 milyonu tehlikeli işlerde çalıştırılmaktadır.

Organ Mafyası Savaş, doğal afet, çatışma ve yoksulluk bölgelerindeki yetimler organ mafyasının kıskacına düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Organ mafyasının hedef kitlesi arasında yetimler, terk edilmiş kimsesiz çocuklar, sokak çocukları, sokaktaki engelli çocuklar önemli yer tutmaktadır. Yoksul ailelerin kendi çocuklarının organlarını ticaret unsuru olarak sattıkları durumlar da ikinci planda gelmektedir. Organ kaçakçılığı organize suçlar kapsamına girmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün belirttiğine göre her yıl yasa dışı olarak 7.000 böbrek nakli gerçekleşmektedir. 1987 ve 2007 yılları arasında 1 milyon çocuk, organ nakli için kaçırılmıştır. Asya,

Receb 1439

43


ailelerinden satın alındığı konuyla ilgili kamuoyuna yansıyan örneklerden sadece birkaçıdır.

Engelli Çocuklar ve Dilenci Mafyası

Afrika, Doğu Avrupa, eski Sovyetler Birliği ülkeleri ve Latin Amerika’dan alınan organlar genellikle gelişmekte olan ülkelerdeki hastalara yasa dışı olarak nakledilmektedir. Sağlık ve hijyen şartlarının olmadığı ortamlarda yapılan yasa dışı ameliyatlarda çocuklar hayatlarını dahi kaybedebilmektedir. Böbrek, kalp, göz gibi temel hayati organları çalınan çocuklar, sahipsiz bir şekilde kaderlerine terk edilmekte yahut dilenci mafyasının, sokak çetelerinin eline düşmektedir. Krizlerin görüldüğü coğrafyalarda yaşayan çocuklar her türlü suiistimale açık olmaları nedeniyle organ mafyasının birincil hedefleri arasındadır. Örneğin 2010 yılının Haziran ayında Gazze’de kaybolan 14 çocuğun organ mafyası tarafından kaçırıldığı, Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci çocukların yine organ mafyası tarafından para karşılığında

44

Nisan 2018

Yetim ve kimsesiz çocukları bekleyen bir diğer tehdit de dilenci mafyası tarafından çalıştırılmak, hatta bu amaç için sakat bırakılmaktır. Bunun dışında doğuştan engelli olan yetim ve kimsesiz çocuklar da dilenci mafyasının ve diğer suç şebekelerinin hedefleri arasındadır. Dünyada en fazla engelli nüfusa sahip ülke 80 milyon engelli ile Çin’dir. Sahipsiz engelli çocuklar Çin’de sokaklara terk edilmektedir. Engelli nüfusun farklı oranlarda olduğu diğer ülkelerde de durum benzerdir. Bu çocuklar organ mafyasının olduğu kadar, fuhuş mafyasının, insan kaçakçılarının ve dilenci mafyasının da hedefidir. Örneğin nüfusu 1,2 milyarı aşan ve nüfusunun yaklaşık %30’u yoksulluk sınırının altında yaşayan Hindistan’da 300.000 çocuk dilencilik yapmaktadır. Çoğu dilenci mafyası tarafından çalıştırılan, çeşitli uzuvları (kol, bacak vb.) mafya tarafından kesilen ve sokağa atılan bu çocuklar aylık gelirin 100 poundun altında olduğu bir ülkede dilenerek günde 50 pound kazanabilmektedir. Bu nedenle çocuklar önemli bir sektör haline gelen dilenci mafyası tarafından kullanılmaktadır. Bu durumun örneklerine gelişmekte olan ve az gelişmiş pek çok ülkede rastlanmaktadır.


Misyonerlik Kriz ve kronik yoksulluk bölgelerindeki yetimlerin karşı karşıya olduğu bir diğer tehlike de misyonerlik faaliyetleridir. 2010 yılında Haiti’de gerçekleşen depremden sonra yaşları 2 ay ila 12 yıl arasında değişen 33 çocuk misyonerler tarafından kaçırılırken Dominik sınırında durdurulmuştur. 2008 yılında Çad’da yaşanan bir hadisede L’Arche de Zoé isimli Fransız misyoner yardım kuruluşu mensupları, 103 çocuğu Çad’dan çıkarırken yakalanmıştır. Avrupa’daki ailelere evlatlık olarak verilmesi planlanan bu çocukların %85’inin en az bir ebeveyninin hayatta olduğu

AB polis teşkilatı Europol'un yaptığı araştırmalara göre, 2015 yılında Avrupa'ya ulaşan 1 milyon sığınmacının yüzde 27'sini çocuklar oluşturuyor. Ayrıca, 10 binin üzerinde öksüz, yetim veya ailesi yanında olmaksızın Avrupa'ya gelen çocuğun ise kayıp olduğu belirtiliyor.

tespit edilmiştir. 2004 yılında Açe’de meydana gelen tsunaminin ardından da benzer olaylar yaşanmıştır. 2008 yılında Kırgızistan’da yapılan bir saha çalışması, nüfusunun %80’ini Müslümanların oluşturduğu ülkede nedeniyle

faaliyetlerle yürütülmüştür. Bu bağ-

Müslüman nüfusun (4.160.000) yak-

lamda misyonerler muhtaç durumda

laşık %0,6’sının (250.000) Hristiyan-

olan toplum ve bireylere, dolayısıy-

lığı seçtiğini göstermiştir. 2009 yılı

la yetimlere, ilk olarak gıda, barın-

misyonerlik

çalışmaları

Ocak ayı raporlarına göre Kırgızistan’da 364 misyoner örgüt faaliyet göstermektedir. Dünyanın dört bir yanında yoğun çalışmalarda bulunan

ma, sağlık, eğitim gibi yardımlarla yaklaşmakta; akabinde muhtaçlarla kurdukları ilişki kapsamında misyo-

misyoner örgütler en çok da yetimle-

nerlik hedeflerini yerine getirmekte-

ri hedef almaktadır.

dirler. İhtiyaç yaklaşımından farklı

Misyonerlik, Hristiyan dışı dünyayı, özellikle de İslâm dünyasını hedef

bir diğer metot da yetimlerin kendi vatanlarından koparılarak Hristiyan

almış; başlangıcından beri belli bir

ailelere evlatlık verilmeleri ve bu yol-

amaç etrafında sürekli ve sistematik

la Hristiyanlaştırılmalarıdır.

Receb 1439

45


madde bağımlılığı, suç işleme veya intihar gibi eylemlere karışmaktadır. Rusya’da milyonlarca çocuk caddelerde, kanalizasyon boşluklarında yaşamaktadır.

Sonuç İnsan tacirleri, organ ve fuhuş mafyaları, dilenci şebekeleri ve misyoner örgütler gibi suç şebekeleri ve çocukları istismar eden yapıların kıskacına düştüğünde tamamen kaybedilebilecek olan yetimler, son derece cüzî

Suça Karışma ve Madde Bağımlılığı Sokaklarda yaşam süren veya 18 yaşını doldurduğu gerekçesiyle devlet korumasındaki yetimhanelerden ay-

destekler sağlanmak suretiyle koruma altına alındığında dünya geleceğinin kendilerine emanet edileceği erdemli bireyler olacaklardır.

rılmak durumunda kalan yetimler arasında suça meyil oranları oldukça yüksektir. Örneğin Ukrayna’da

------------------------

100.000 yetim kapasiteli 450 yetimhane bulunmakta; yetimhanelerin kapasitesi

almadığı

için

100.000

Ukraynalı yetim de sokaklarda yaşamaktadır. Ukrayna’da 18 yaşından

önce

yetimhaneden

ayrılan

çocukların %10’unun intihar ettiği, kızların %60’ının fuhuşa, erkeklerin %70’inin çeşitli suçlara karıştığı bildirilmektedir. Rusya’da devlet tarafından işletilen 2.000 yetimhanede 700.000’den fazla yetim çocuk barınmaktadır. İstatistiklere göre Rusya’da 10 yetim çocuktan sadece biri toplumla bütünleşebilirken diğerleri

46

Nisan 2018

Kaynaklar: 1. http://www.inzardergisi.com/Yazar/Makale/Sizce-dunyada-kac-milyon-yetim-var.html 2. https://aa.com.tr/tr/dunya/dunya-genelinde-oksuz-ve-yetim-cocuklarin-sayisi-140-milyon/790353 3. https://www.ihh.org.tr/haber/dunyadaki-yetim-cocuk-sayisi-turkiye-nufusunun-5-kati 4. https://www.timeturk.com/tr/2012/09/27/ dunyada-400-milyon-yetim-var-biliyor-musunuz.html 5. https://www.stratejikortak.com/2017/03/ abdnin-iraki-isgali-ve-sonuclari.html 6. https://prezi.com/x2cy4ncqlbak/ihh-insani-yardim-vakfi/


KAPAK DOSYA Ümit Şit

İslâm Devletlerinde

YETİM OLMAK Asrısaadette Yetim Çalışmaları

A

srısaadette yetimlerin gözetilmesi ve barınması için gereken olanakları

bizzat devlet başkanı sıfatıyla Hz. Peygamber gerçekleştiriyor ya da gerçekleşmesi için teşvikte bulunuyordu. Hz. Peygamber 10 yıl yönettiği gerçek sosyal devletin adaletini yüzyıllar boyunca diğer İslâm devletlerine örnek teşkil edecek şekilde uygulamış ve uygulatmıştır. Asr-ı Saadet’te, yetim çocukların desteklenmesi kimi zaman çocuğun yakınları tarafından kimi zaman da İslâm devletinin görevlendirdiği aileler tarafından yapılmıştır. Hz. Peygamber,

sa-

habelerini ve onlardan sonra gelen ümmeti, yetimler konusunda bir hayli teşvik etmiş ve pratikte de

örnek olmuştur. Bunlara birkaç örnek verecek olursak; İçinde yetim bulunup da ona orada güzel davranılan evi en hayırlı bir ev, kötü davranılan evi ise en şerli ev olarak niteleyerek yetimleri evler içinde barındırmaya teşvik etmiştir. Yetime merhametli olana, onunla tatlı ve yumuşak konuşana, kıyamet gününde Allah’ın azap etmeyeceğini belirterek yetimlere uzanan dilleri ve davranışları törpülemiştir. Hz. Peygamber, Yemen halkına Amr b. Hazm ile gönderdiği, farzlar, sünnetler ve diyetleri anlatan mektubunda yetim malını yemeyi büyük günahlardan saymıştır. Bu büyük günahı her fırsatta ifade etmiş ve bu konuda hem ashabını hem de uzaklardaki Müslümanları, valileri aracılığıyla uyarmıştır.

Receb 1439

47


Hicretten sonra, Müslümanların bir mescide ihtiyacı olmasına rağmen Mescidi-i Nebeviyi yaptırmaya karar verdiğinde, iki yetime ait olan arsanın bedelini, onların ısrarla geri çevirmelerine rağmen ödedikten sonra Mescidin yapımına başlamış olması O’nun, yetim haklarındaki hassasiyetinin açık bir göstergesidir. Hz. Peygamber, yetime gösterilen olumlu tavrın önemini, “Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (1) hadisiyle vurgulayarak yetime huzurlu bir aile ortamı teşkil etmiştir. Hz. Peygamber, bir yetimle hurma salkımı konusunda davalaşan Ebû Lübâbe’nin lehinde karar vermiş, ancak Ebû Lübâbe’ye hurma salkımını yetime vermesi konusunda ricada bulunmuştu. Ebû Lübâbe’nin bunu kabul etmemesi üzerine başka bir sahabe, hurma salkımını Ebû Lübâbe’den satın alarak yetime vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber İbnü’d- Dahdah adındaki bu Sahabeyi Cennetle müjdeleyerek hem yetimi hem de yetime destek olanı sevindirmiştir. (2) Hz. Peygamber, Kur’an’daki hükme göre ganimet ve fey’leri beşe ayırmış, bunun ilk dört payını savaşçılara, humus denilen beşinci payını da Allah’a 1. Tirmizî, Birr, 14/1917. 2. Abdümirrezzâk San’ânî, Musannef, V, 478-479.

48

Nisan 2018

ve Rasûlü ’ne, yetimlere, miskinlere, ibnü’ssebîle yani Müslümanların yurdunda misafir durumda olan fakir yolcuya tahsis etmiştir. Hz. Peygamber devrinden sonra mallar çoğalınca humus ’un da 1/5’i yetimlere, miskinlere ve yolculara ayrılmıştır. Bu dönemde fakirlere, bir gelire sahip olmayan yetimlere, dul kadınlara beytülmâldan maaş bağlanmıştır. İslâm hukukçularından bir kısmı, Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanarak, sahibi bilinmeyen buluntu malların ve bir de mirasçısı olmayan kişilere ait mirasın sarf yerleri arasında, kimsesiz yoksulları ve sokağa bırakılan sahipsiz çocukları da göstermektedirler. Meselâ, Bakûm er-Rûmî’nin mirası, vefat ettiğinde mirasçısı olmadığı için fakir ve yetim olan Süheyl b. Amr el-Ensari’ye verilmiştir. Asr-ı Saadet döneminde koruyucu aile uygulamasının birçok örnekleri ile karşılaşılmaktadır. Hz. Peygamber başta olmak üzere Müslümanlar kimsesiz yetim çocukları himaye konusunda adeta yarışmışlardır. Mesela, Es ’ad b. Zürâre vefat ederken Kebşe, Habibe ve Fâria adlı üç kızını Hz. Peygamber’e bıraktığını vasiyet etmiştir. Hz. Peygamber, bu yetim çocukları himaye etmiş ve onların evlilikleriyle de bizzat ilgilenmiştir. Hz. Peygamber, bir engelli (kekeme) olan ve babası Uhud savaşında şehit düşünce yetim duruma gelen Bişr b. Akrabe’ye hima-


ye teklif etmiştir. Hz. Peygamber’i her

el-Kurazî’nin büyütülüp yetiştirilmek

konuda örnek alan sahabeler, kimse-

üzere bir sahabenin himayesine ve-

siz çocukların himayesi konusunda da

rilmesi buna örnek teşkil etmektedir.

aynı tavrı göstermişlerdir. Hz. Âişe,

Hz. Peygamber’in Salih ismini taktığı

Hz. Ömer ve Abdullah b. Ömer’in de

Sahabenin evinde yetimler bulunmak-

himayelerinde yetimler vardı ve onlar

taydı ve Salih kızını bu yetimlerden

bu yetimlere mallarının zekâtını ver-

biriyle evlendirmişti. Mescidi-i Ne-

mekteydiler. Abdullah b. Mesut’un

bevînin arsasının sahibi olan iki yetim

eşi Zeynep’in himayesinde yetim ço-

kardeş Muâz b. Afra’nın himayesinde

cukları vardı. Bu hanım sahâbî zekâtı-

idiler. Hz. Ali, himayesinde yetim ola-

nı Hz. Peygamber’in onayıyla onlara

rak bulunan Ebû Rafi’nin çocuklarının

veriyordu. Hz. peygamber yetimleri

mallarının zekâtını veriyordu. Ashap-

Yahudi veya Müslüman çocuğu ola-

tan İbnu’d-Dahdâh evinde yetim bu-

rak ayrımda bulunmamıştır. Ka’b b.

lunduruyor ve himaye ediyordu. Ab-

Süleym el-Kurazî ve Rıfâa b. el- Ku-

dullah b. Ebî Huzeyfe, Hz. Osman’ın

razî, Benî Kurayza olayında çocuk ol-

evinde büyümüş bir yetim olup evde

dukları için idamdan kurtulmuşlardı.

bulunan diğer yetimleri yöneten birisi

Bu iki çocuk muhtemelen ashaptan

idi. Enes b. Mâlik’in anneannesi Mü-

birilerinin himayesinde yaşamış olma

leyke evinde bir yetimi himaye etmek-

olasılığı yüksektir. Çünkü aynı du-

teydi. Hz. Hanzala’nin himayesinde

rumda olan Abdurrahman b. Zebir

de yetim bulunuyordu. Saîd b. el-As,

Receb 1439

49


Hz. Ömer’in evinde ve himayesinde büyümüştür. Hz. Peygamber, Uhud savaşında şehit olan Hz. Hamza’nın kızının himayesini, teyzesi Esma bt. Umeys’e (Cafer b. Ebî Talip’in eşi) vermiştir. Bu alandaki örnekler, müstakil bir çalışmanın konusu olacak kadar fazladır. Hz. Peygamberden sonra İslâm hukuku hidâne uygulamasına büyük önem vermiştir. Hidâne sözlükte bir şeyi yanına almak, çocuğu kucağına almak ve beslemek manasına gelmektedir. İslâm hukukunda küçüğün ve bu hükümde olan kimselerin gerektiği şekilde büyütülüp yetiştirilmesi, korunup gözetilmesi ve eğitilmesi amacıyla kadıların belli şahıslara tanıdığı hak, yetki ve sorumluluğu ifade etmektedir. Bu hak ve sorumluluğu üstlenen kimseye hâdın (hâdıne) denir. Hidâne uygulaması, ailesi parçalanmış çocukların koruma ve bakımında, günümüzde rastlayamadığımız önemli ayrıntıları barındırmaktadır. İslâm hukukunda doğumla birlikte küçükler üzerinde üç türlü velâyetin olacağı kabul edilmiştir. Bunlar; doğrudan doğruya küçüğün şahsına bağlı hakların kullanımıyla ilgili velâyet, küçüğün mallarının koruma ve idaresine yönelik velâyet, üçüncüsü de küçüğün bedenen ve ruhen sağlıklı bir şekilde yetiştirilmesini, gözetilip eğitilmesini konu alan velâyet olup bu sonuncusu İslâm hukukunda hidâne terimiyle ifade edilmektedir. Bu 3. TDV, İSAM c. 17; s. 467.

50

Nisan 2018

sebeple İslâm hukukunda velâyet; küçüğün bakım, gözetim ve terbiyesini de kapsayan daha üst bir kavramdır ve velâyetin bir türü olan kişi üzerindeki velâyet ile hidâne arasında yakın bir bağ vardır. (3)

Osmanlı İslâm Devletinde Yetim Çalışmaları Osmanlı döneminde yetim gençlerin eğitim ve öğretimi, meslek sahibi olmaları, her türlü bakım ve ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Hatta şer’iyye sicilleri içerisinde müstakil yetim sicilleri tutulmuştur. Bu sicilleri incelediğimizde onlara vasi tayin edildiği, bakım ve nafakalarının sağlandığı, mallarının muhafazası, işletilmesi ve kontrolünün devlet eliyle yazıldığı görülmektedir. Tanzimat sonrasında ise 1851 yılında Emvali-i Eytam Nezareti’nin kuruluşuyla başlayan ve taşrada eytam müdürlüklerinin tesisiyle devam eden süreç sonunda, 1874 yılında Şeyhülİslâmlık bünyesinde Meclis-i İdare-i Emvali-i Eytam kurulmuştur. Bu meclisin, yetimlerin mallarını muhafaza etmek, tereke yazımında haklarını korumak, rüştüne erenlerin mallarını kendilerine teslim etmek ve taşradaki eytam sandıklarını denetlemek gibi görevleri bulunmaktaydı. Yetimlerin haklarını koruma hususunda devlet titizlik gösterdiği gibi onların eğitimleri ile de ilgilenmiş hatta bu durum


devletin en temel meselelerinden biri haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nde çocukların ve gençlerin bedeni, ruhi ve ahlâkî yönden gelişmesi ve olgunlaşması için birçok işletme kurulmuştur. Gençlerin sıbyan mektebiyle başlayan ilim yolculuğu, rüştiyeler ve dârulmuallimin ile devam etmiştir. Gençlerin öncelikli olarak muhafazası, ikinci aşamada meslek edinmeleri için vakıflar ve dernekler tesis edilmiştir. Yetim ve öksüz çocuklara, sevgi dolu bir ortam hazırlamak, eğitimiyle ilgilenmek, güzel ahlâk ve davranışlar kazandırmak toplumun maddî-manevî sorumlulukları arasındadır. Yetim ve kimsesizler için birçoğu devlet desteğiyle açılan bu kurumlarda, çocukların ve gençlerin emniyet, güvenme, dayanma, korunma, sığınma, kabul görme, sayılma ve sevilme gibi temel duygusal ihtiyaçları büyük oranda karşılanmıştır 30 Mart 1864 tarihinde Daire-i Askeriye Ruznamecisi Yusuf Paşa’nın teşviki ile Vidinli Tevfik Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın da desteğiyle yetim ve Müslüman fakir çocuklara ücretsiz eğitim vermek amacıyla Beyazıt’ta Simkeşhâne-i Âmire’de Valide Emetullah Mektebi’nde Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye adıyla bir cemiyet kurulmuştur. Mekân olarak Sultan Selim ile Fatih Camii arasında bir tepe tercih edilmiştir. Dönemin padişahı Sultan Abdülaziz’in 210.000 kuruş yardımıyla arsası

satın alınan Dârüşşafaka’nın 16 Ağustos 1868 tarihinde inşasına başlanmıştır. Mektep, 28 Haziran 1873 tarihinde eğitime başlamış ve cemiyetin kurduğu bu okullar ilk halk okulu şeklinde tanımlanmıştır. Dârüşşafaka, ilk kez kendi öğrencileri için kitap yazdıran ve birçok eseri de tercüme ettiren bir okul olarak tarihe geçmiştir. Yusuf Ziya Bey’in “Hesap” isimli eseri döneminde en çok okutulan matematik kitabı olmuştur. Dârüşşafaka’nın iletişim ve teknoloji alanında da rol üslenmiştir. Bu okuldan mezun olanların çoğu Telgraf ve Posta Nezareti’nde görev almıştır. Hatta Birinci Dünya Savaşı süresince hükümetin işten çıkardığı yabancı memurların yerine Dârüşşafaka mezunları istihdam edilmiştir. II. Abdülhamid, Osmanlı-Rus savaşlarından sonra İstanbul ve Anadolu’da hasta, sakat ve kimsesizleri bir çatı altında toplamak istemiştir. Bunun için yetim, bîkes, dilenci, sokağa terk edilmiş ve aile ortamından yoksun gençlere kucak açarak onların barınacağı uygun ev ortamı oluşturmuştur. Onlar için tesis ettiği kurumlara dâr/ev

Receb 1439

51


sonra şehit çocukları veya hastalıktan vefat eden asker çocuklarının himayesi ve eğitimi için 25 Kasım 1914 tarihinde Maarif Nâzırı Ahmet Şükrü Bey’in teklifiyle kurulmuştur. Kurulduğu sırada hükümetin veya Maarif Nezareti’nin bir işi olarak görülmediğinden kurumun idaresi İttihat ve Terakki Fırkasına bağlı Darüleytam Genel anlamında Dârüşşafaka, Darüleytam ve Darülaceze isimlerini vermiştir. Darülaceze’ye hasta, yaşlı, çalışıp kazanç sağlayamayacak bakıma muhtaç, aciz kimseler ve kimsesiz çocuklar alınmaktaydı. Bulaşıcı hastalığı olan-

verilmiştir.

Müslüman yetim çocukları gayrimüslimlerin misyonerlik faaliyetlerinden korumak, onların din ve mezheplerini muhafaza etmelerini sağlamak gibi temel hedefleri olan bu müessese, savaşın uzaması sebebiyle 2 Nisan 1917

lar ise tedavi edildikten sonra kabul

tarihinde devletin idaresine geçmiştir.

edilebiliyordu. Bakıma muhtaç zen-

Darüleytam

gin kişiler ise servetini Darülaceze’ye hibe etmesi şartıyla kuruma kabul edilebiliyor ve ölünceye kadar da burada kalabiliyorlardı. Darülaceze’deki dul kadın ve yetişkin kızlardan

binalarının

yapılacağı

arsaların masrafları Hazine’den karşılanmıştır. Savaşların ağır bilançoları sonucunda hazinenin para sıkıntısı çekmesi

müsait olanlar, hizmetçi arayanlara;

sebebiyle Darüleytamların gelirleri

yetimhanedeki çocuklar ise evlatlık

düşmüş ve giderek sayıları azalmıştır.

isteyenlere talimatnamedeki şartlara

Çocuklar yakın veya uzak akrabaları-

uygun şekilde verilebiliyordu. Darü-

nın yanlarına yerleştirilirken bazı kız

laceze’deki bakıma muhtaç çocukların

çocukları da ailelere evlatlık olarak

akrabaları çocuğun velayetini almak

verilmiş, erkekleri ise esnaflara çırak

istediğinde geçimini sağlayacağını taahhüt ettiği takdirde çocuğun teslimi yapılmaktaydı.

olarak gönderilmiştir. İstanbul’da toplanan yetim çocuklarının tasfiyesinden sonra kalanları Şehir Yatılı Mek-

Yetimhane veya yetimler yurdu an-

tebi’ne devredilmiş ve bu mektebin de

lamına gelen Darüleytamlar, Osman-

kapatılmasından sonra Darüleytam-

lı Devleti’nde I. Dünya Savaşından

lar tamamen kaldırılmıştır.

4. Din ve Hayat, İstanbul Müftülüğü Dergisi, s. 25.

52

Müdürlüğü’ne

Nisan 2018

(4)


GÜNDEM İKTİBAS Nedim Bal

Bismillahirrahmanirrahim

İ

slâm dininin nüfus ve coğrafi olarak büyüme hızı diğer bütün dinlere göre daha hızlıdır. Başka dinlerden İslâm’a geçiş oranı oldukça yüksek olmasına mukabil İslâm dininden diğer dinlere geçiş oranı ise hayli düşüktür. Son 30 yıldır Avrupa ve Amerika’da özellikle kültürlü/eğitimli tabaka içerisinde İslâm dinine yöneliş çok hızlı bir şekilde artış göstermektedir. Şayet bu yükselişe karşı önlem alınmazsa gelecekte başta Avrupa olmak üzere Amerika’da İslâm’ın büyük bir güç ve potansiyel haline gelmesi kaçınılmazdır.

Bu durum Haçlı Emperyalist dünyayı ciddi olarak ürkütmektedir. Bu hususta Avrupa ve Amerika’da ciddi makaleler kaleme alınmış ve eylem planları ortaya koyulmuştur.

İslâmofobi Amerika ve Avrupa’da İslâm dinine olan sempatiyi yok etmek, bir ön yargı ve düşmanlık oluşturarak halk arasında hızla artan İslâm dinine yönelişi yavaşlatmak Haçlı Batının en büyük hedeflerinden biridir. İşte bu yüzden Avrupa ve Amerika’da bilinçli olarak İslâmofobi körüklenmektedir. Kavram olarak İslâmofobi; İslâm veya Müslümanlara karşı duyu-

Receb 1439

53


kaynaklandığı fikrini insanların zihinlerine yerleştirmekti.

Amerika ve Avrupa’da İslâm dinine olan sempatiyi yok etmek, bir ön yargı ve düşmanlık oluşturarak halk arasında hızla artan İslâm dinine yönelişi yavaşlatmak Haçlı Batının en büyük hedeflerinden biridir.

Peki, bu nasıl olacaktı? Pişirdiği yemeğin kokusu yan komşusuna gittiğinde dahi “komşumun hakkına girdim mi acaba” diye Allah tan korkan Müslümanların vahşi, barbar, cani olduğuna kim inanırdı? Merhametli, adaletli, nazik Müslümanlar nasıl olurda vahşi(!), barbar(!) hale dönüştürülebilirdi? İşte bu soru ve devamındakiler çok önemli.

lan önyargı, nefret, düşmanlık ve korku olarak tarif edilebilir.

Toprakları işgal edilen, evleri bombalarla yıkılan, mahremlerine saldırılan, karısı ve kızları gözleri önünde tecavüz edilen, dışkısı yedirilen, kafası, kolları kopmuş parçalanmış yavrusuna donuk bakışlarla bakakalan insanların nasıl bir psikoloji ve davranış sergilenmesi beklenebilir ki?

İslâmofobi, 1980 yıllarından günümüze kadar âdeta bir dantel gibi işlene işlene bugünlere kadar gelmiştir. O tarihlerde dünya ABD ve Sovyetler Birliği olmak üzere iki kutupluydu. Bu tarihlerde Avrupa ve Amerika’da İslâmofobi duygularının öne çıkartılıp köpürtülmemesinin en büyük sebebi; Müslümanların Komünist Sovyetlere karşı kullanılabilir oluşuydu. Özellikle Sovyetler birliğinin dağılmasıyla beraber küresel güçlerin artık tek bir hedefi kalmıştı oda; İslâm ve Müslümanlar. Amerika ve Avrupa halklarının İslâm dinine olan yönelişi bir şekilde engellenmeliydi. Bunun en kolay yolu da Müslümanların çok barbar ve vahşi insanlar olduğu bunun sebebinin de İnançlarından yani İslâm dininden

54

Nisan 2018

Haçlı emperyalist Batı, İslâm coğrafyasında Müslümanların radikalleşmesi(!) için elinden geleni eksiksiz olarak yaptı ve yapmaya devam ediyor.

Başta Amerika olmak üzere Batı’nın İslâm coğrafyasında yaptığı zulümler; aklı, onuru, izzeti, şeref ve haysiyeti olan hangi insanoğlunu Radikal(!) yapmaz ki? Başta Amerika olmak üzere Haçlı Batı dünyası bu zulümleri bilinçli olarak yapmakta ve yapmaya devam etmektedir. Bunun neticesinde doğal olarak mazlum ve öfkeli Müslüman halklar; kendilerine bu aşağılık zulümleri reva gören Haçlı dünyasına karşı büyük bir kin beslemekte ve yürekleri intikam duygularıyla yanmaktadır.


Bu öfke ve kin patlaması bazen aklın ve dini ölçülerin ötesine geçmekte ve İslâm’ında tasvip etmeyeceği yanlış eylemlere dönüşmektedir. İşte Amerika ve Avrupa’nın şeytanlığı burada yine devreye girmekte ve bu eylemleri bahane ederek İslâm dinini ‘Radikalizm’in müsebbibi’ olarak göstermeye çalışmaktadır. Yani zulmeden de, tahrik eden de onlar, öte yandan kendi halklarına karşı mağdurları ve mazlumları oynayan da yine onlar. Böylece bu eylemleri yapan Müslümanların inanç kimliği üzerinden İslâm’a saldırılmakta ve İslâm dini; “Vahşi, gaddar, canavar üreten bir Din’dir” algısı toplumda hâkim kılınmaya çalışılmaktadır. Bu eylemlere muhatap olan sivil halk kitleleri yoğun medya propagandasının da tesiriyle doğal olarak İslâm’a ve Müslümanlara karşı uzun yıllar atlatılamayacak ön yargılar ve düşmanlıklar beslemektedirler. Bu arada tersine bir rüzgâr estirilerek Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanlara yönelik şiddet eylemleri tırmandırılmakta ve bu durum Müslümanlarla diğer inanç kesimleri arasında -İslâm’a davet noktasındakurulabilecek sağlıklı bir ilişkiye de engel olmaktadır. Sonuç olarak, emperyalist Batı dünyası; hem İslâm dini hakkında toplum içinde bir ön yargı oluşturmayı hem de “Radikal İslâm/Müslüman” algısını zihinlere yerleştirmeyi başarmış gözüküyor.

Ilımlı İslâm (!) ‘Ilımlı İslâm’ diye servis edilen projenin orijinal ismi ‘Sivil Demokratik İslâm’dır. Proje mimarları da Müslüman olmayan Avrupa ve ABD orjinli STK ve istihbarat örgütleridir. 1990’larda başlayan bu adlandırma 11 Eylül saldırısından sonra daha da alevlendirilerek İslâm coğrafyasına servis edildi. Proje, önce mali kaynak bulmuş daha sonra da uygulamaya sokulmuştur. Proje İslâm coğrafyasına bir umut gibi servis edilmeye çalışılmıştır. Süslü ve güzel sözlerle servis edilen bu proje kendi içinde gizli kapaklı projeleri de açıklamaktan çekinmemiştir. İslâm coğrafyasındaki farklı inanç ve düşünceleri sınıflayarak bunlar arasından en uygununu seçmek üzerine bir proje oluşturulmuştur. Aslında hazırlanan proje içerik olarak daha baştan ölü doğmuştur. Projenin ismi İslâm’a dayandırarak konulmuş ama değiştirmeye çalıştığı şey ise insan üzerinden tarif edilmiştir. İslâm coğrafyasında yaşayan Müslümanlar; akidevi inançlarına, fikri ve siyasi görüşlerine göre gruplara ayrılmış ve onlar üzerinden proje hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu inanç ve fikir gruplarından şunlar ‘desteklenecek’, şunlar ‘bastırılacak’ veya şunlarla ‘mücadele edilecek’ diye de çekinmeden açıkça ifade edilmiştir.

Receb 1439

55


İslâm coğrafyasında yaşayan Müslümanlar; akidevi inançlarına, fikri ve siyasi görüşlerine göre gruplara ayrılmış ve onlar üzerinden proje hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu inanç ve fikir gruplarından şunlar ‘desteklenecek’, şunlar ‘bastırılacak’ veya şunlarla ‘mücadele edilecek’ diye de çekinmeden açıkça ifade edilmiştir. Hatta bu gruplara neler yapılacağı madde madde yazılmıştır.

Hatta bu gruplara neler yapılacağı madde madde yazılmıştır. Peki, Haçlı ruhlu Emperyalist Batı neden “Ilımlı İslâm” kavramını devamlı gündemde tutuyor ve “Radikal İslâmcılar” tanımlamasını sıklıkla kullanıyor? Bilindiği gibi dünyanın en zengin enerji kaynakları Müslümanların yaşadığı topraklarda mevcuttur. Haçlı

56

Nisan 2018

ruhlu Emperyalist Amerika ve Avrupa yani Batı dünyası bu toprakları ve kaynaklarını Müslümanlara kolay kolay yedirmeyeceği ortadadır. Her ne kadar bu zengin Ortadoğu sofrasından arta kalan kemikleri yalamaya razı olan ve bu sayede iktidar da kalabilen satılmış krallar/diktatörler olsa da bu düzenin hep böyle gitmeyeceğinin farkındalar. Müslüman halklar gün geçtikçe uyanmakta, satılık krallarına ve emperyalist haçlılara gün geçtikçe derin bir öfkeyle bilenmektedirler. Emperyalist haçlıların ve onların bekçi köpekliğini yapan aşağılık kralların karşısına dikilecek, bu zulümlere dur diyecek tek bir problem(!) var ortada; İslâm ve ona hakkıyla iman eden MÜSLÜMANLAR. İslâm dininin inanç esasları, tahrif edilmeksizin ilk günkü gibi sapa sağlam var olduğu müddetçe ne Müslümanların yükselişine engel olunabilecek nede kaynakları sonsuza kadar sömürülebilecek. İslâm dininin inanç esasları, temel kaideleri var olduğu müddetçe; Müslümanların kâfirlerle, zalimlerle, işgalcilerle, satılmış yöneticilerle mücadelesi asla bitmeyecek. Fitne/fitneciler yeryüzünden yok olup iktidarları yerle bir oluncaya kadar bu mücadele son bulmayacak. Hak- Batıl mücadelesi kıyamete kadar devam edecek. Çünkü İslâm; İşgalci kâfirlere karşı bir olmayı, birlik olmayı, güç olmayı


emreden bir Din’dir. Çünkü İslâm; kâfirlerin Müslümanların topraklarını işgal etmelerine, namuslarına el uzatmalarına karşın topyekûn Cihadı emreden bir Din’dir. Çünkü İslâm; yeryüzünden zulmü, şirki, fitneyi kaldırmayı ve tüm insanlığa adâletle hükmetmeyi hedefleyen ve emreden bir Din’dir. İslâm bu olduğu ve bu olarak kaldığı müddetçe; zalimler, kâfirler, işgalciler, emperyalist ve Siyonistler için her daim bir korku ve endişe var olmaya devam edecektir. Dolayısıyla yapılması gereken tek şey vardır, oda; mademki İslâm Dini, mütecaviz/işgalci kâfirlere karşı bu kadar sert, zalimlere karşı bu kadar tavizsiz, hak nizamın ve gerçek adaletin dünyaya hâkim olması noktasında bu kadar ihtiraslı o halde “Bu İslâm’ı Yumuşatmak Gerekir!” İşte size nur topu gibi bir proje; “Ilımlı İslâm projesi.” Haramları kırpılmış, helalleri alabildiğine genişletilmiş, kâfirlerle dostlukta bir mahzur görmeyen, işgalcilere, zalimlere, satılmışlara, ırz düşmanlarına karşı ses çıkarmayıp eyvallah diyen, hak ve adalet mücadelesi vermeyen, Cihad’ın sadece nefsi terbiye etmek olduğunu söyleyen, dünyadan el ayak çeken, peygamberin yok sayıldığı ve herkesin kafasına göre yorumladığı bir İslâm… İşte Haçlı Batı dünyasının istediği “Ilımlı İslâm” bu…

Bu yeni “Light İslâm” onlara ve dünya üzerindeki sömürü düzenlerine karşı hiçbir tehdit oluşturmuyor. “Radikal İslâm” diyerek halklar nezdinde ‘başka İslâm’lar da var’ gibi yalan bir algı oluşturan Haçlı Batı dünyası aslında İslâm’ın tek olduğunu ve o İslâm’ın sömürü düzenlerinin, kula kulluğun baş düşmanı olduğunu bizden daha iyi biliyorlar. Dünya müstekbirleri olan Emperyalist Hristiyanlar ve Siyonist Yahudiler; İslâm’ın temel inançları ve kaideleri hiç değişmeden, bozulmadan, tahrif edilmeden varlığını devam ettirdiği müddetçe bir gün ayaklarının altındaki görkemli saraylarının yıkılacağını, döktükleri kan ve akıttıkları gözyaşlarının içinde geberip gideceklerini kendi babalarının kim olduğunu bildiklerinden daha kesin olarak biliyorlar. Bizleri üzen ve kahreden ise onların kuyruğuna takılan şu bizim ilahiyatçı ve aydın(!) geçinen ezik prof’larımızın acınacak halleri. Koca koca ilahiyatçı prof’ların, güya toplumu aydınlatacak Müslüman analistlerin yıllardır onların bu kara propagandası peşine takılıp şuursuzca onların ağzıyla konuşuyor olmaları insanı kahrediyor. ABD ve Batı’nın işgallerine karşı; dinleri, vatanları, namusları ve özgürlükleri için savaşan Müslümanları “Radikal İslâmcı Unsurlar” diye suçlayıp “Birincil tehlike” olarak tanımlayan DOST(!) ve Müttefik(!) emperyalist ülkelerin kara propagandasına karşı

Receb 1439

57


Demek ki can boğaza geldi. Sabırlar taştı..

Sonuç olarak “ılımlı İslâm projesi” Haçlı ruhu taşıyan emperyalist Batının; İslâm’ı ve Müslümanları ebediyen tarih sahnesinden silme ve kendilerine kul köle yapma projesinin adıdır.

Aynı şekilde topraklarını işgal eden, canlarını ve namuslarını tarumar eden, evlatlarını parçalayan, zulümleri arşı alayı titretmiş olan bu kâfir haçlılar, emperyalistler, Siyonistler sürüsüne karşı canları pahasına savaşan insanlar nasıl oluyor da “ Aşırı Radikal Müslüman” oluyor ve suçlanıyorlar? Müslümanın; dinini, namusunu, vatanını savunmak için savaşması ne zamandan beri kötülenir oldu, kınanır oldu?

gözü kulağı lâl olmuş, aklını Batıya kiraya vermiş, onların stratejik hilelerini çözememiş ve yıllarca Batının palavralarını tekrar ederek yurdumun insanlarının aldanmalarına sebep olmuş Müslüman(!) analistlere, ilahiyatçılara, aydınlara ne demeli? Bugün Türkiye; Afrin’de kiminle savaşıyor? Sadece PKK ile mi? ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda, Avusturya ve say sayabildiğin kadar Dost(!) ve Müttefik (!) ülkeleri… Peki, bugün Türkiye ne ile suçlanıyor; “Aşırı Radikal Unsurlarla iş birliği yapmakla.” Şayet Türkiye, meseleler ve gidişat bu noktalara gelmeseydi, kendi istikbalini, istikrarını ve geleceğini tehlike altında görmeseydi Amerika’yı ve Avrupa’yı karşısına alma pahasına Afrin’e asker yollayıp savaşır mıydı?

58

Nisan 2018

Bugün birileri bu değerler uğruna savaşırken ‘kahraman’ oluyor ama mazlum ve mağdur Müslümanlar bu değerler uğruna savaşırken “RADİKAL İslâmCI” oluyor öylemi? Çıktıkları televizyon programlarında “ama bazı Müslümanlarda çok radikal, çok aşırı, bunları içimizden temizlemeliyiz “ diyerek söze başlayanlar, buna mukabil Batının zulmünü, alçaklığını, vahşiliğini, barbarlığını hiç dile getirmeyenler, Batı’yı bir kez dahi olsun eleştirmeyenler ‘ılımlı İslâm Projesi’nin gönüllü figüranlarıdır. Adalet ve insaf bir gün herkese lazım olur. En çokta siyasilere, ilahiyatçılara, akademisyenlere. Şanı yüce Allah söylediklerinize şahittir. İkiyüzlü Batının oyununa gelmeyin. Onların kavramlarıyla ve tanımlamalarıyla konuşup Şerefli müminlere karşı iftira atmayın. Onların “Radikal olan ile Radikal ol-


mayan” türünden sınıflandırmalar yaparak Müslümanları birbirine düşman etme hilelerine aldanmayın, toplumu da aldatmayın. Dürüst olun.

masyonla yani sahte belgelerle, foto-

Sonuç olarak “ılımlı İslâm projesi” Haçlı ruhu taşıyan emperyalist Batının; İslâm’ı ve Müslümanları ebediyen tarih sahnesinden silme ve kendilerine kul köle yapma projesinin adıdır.

kurtuluşu için yok edilmesi gereken

Naylon Davetçiler (!)

(!) Müslümanlar veya DAEŞ gibi pa-

Emperyalist Batı, Müslüman coğrafyasındaki enerji hatlarını kontrol edebilmek için yeni otonom/naylon devletçikler oluşturmak durumundadır. Son 25 yıldır aynı taktik devam ediyor. Emperyalist haçlılar; önce İslâm coğrafyalarını işgal etmekte sonra buralardan çekilerek otoritesiz alanlar/ topraklar oluşturmaktadır. Bu çekilmeler yani ‘otoritesiz serbest alanlar’ oluşturulması bilinçli bir taktiktir. Bu bölgeler; ileride muhtemel operasyon ve planlara sahne olmak üzere bilinçli olarak terkedilmektedir.

montaj resim ve videolarla kasıtlı olarak çıkarılan haberlerle birlikte dünya halklarının karşısına “tüm insanlığın canavarlar(!)” adı altında mazlum ve mağdur Müslümanlar yani onların deyimiyle “Radikal Müslümanlar” çıkarılmaktadır. Daha sonra bu kritik bölgeler; Radikal ravan örgütler bahane edilerek çok rahat bir şekilde yeniden işgal edilmekte ve bu işgal edilen yerlere de IKBY veya PYD/PKK gibi otonom/naylon devletçikler kurularak enerji havzaları veya geçiş yolları kontrol altına alınmaktadır. Aynı zaman da tüm bu çabalar İsrail’in güvenliğini korumaya ve büyük İsrail projesine de hizmet etmektedir. Radikal Müslümanlar (!) veya DAEŞ gibi paravan örgütler bahane edilerek taş üstünde taş bırakılmayan bölgeler ise kendilerine sadık köpeklik yapacak örgütlere devletçik(!) vaat edile-

Daha sonra bu otoritesiz serbest alanlar; zulme uğrayan, İslâm ve şerefleri için mücadele eden Müslüman grupların yanı sıra, bölgesel yapılanmaların ve istihbarat çalışmalarıyla oluşturulan suni örgütlerin doldurulduğu alanlara dönüşmektedir.

rek bırakılmaktadır. Tabi ki daha kul-

Bu planın eş zamanlı diğer bir ayağı ise medyadır. Muazzam bir dezenfor-

Allah’a emanet olunuz. Esselamu

lanışlı yeni bir yerel yapı veya örgüt bulununcaya kadar!!! Allah’ım! Bizlere basiret, idrak, anlayış, feraset ve güç ver! Dağılan birliğimizi toparla Yarabbi..

aleykum.

Receb 1439

59


HABER ANALİZ Emrah Seven

Doğu Guta’da Heyetler Tahliye Üzerine Çalışıyor

R

usya destekli Suriye rejimi Doğu Guta’daki saldırıları 4.haftasına

Pazar günü Suriye devlet te-

girerken muhaliflerin elinde

yayınlayarak, bir rejim saha

tuttuğu Doğu Guta’dan tahli-

komutanının Reuters’e daha

ye düşünülüyor fakat kuşat-

önce kuvvetlerin erken var-

ma altındaki muhalifler sava-

dıklarını doğruladı. Bu arada

şacaklarına dair ant içtiler.

aynı gün AFP’ye konuşan He-

Suriye rejim güçleri ve muhalif gruplar, Pazar gününün başlarında şiddetli savaşlar yaptı. İlerleyen Rejim grup-

60

levizyonu, Doğu Guta kasabası Mudeira’nın kenarından

yetten bir gözlemci ve müzakereci şiddetli rejim saldırısını durdurmak için kısmi bir tahliye yapılmaya çalışıldı.

ları Doğu Guta bölgesini 3’e

Bölgedeki iki ana muhalif

böldü.

grup kararlı ve kesin bir şekil-

Nisan 2018


de Esad rejimi ile görüşmeyi reddetti. Rejimin Doğu Guta’yı bölmesinden sonra Ceyş-ül İslâm, Duma kasabasında; Ahrar’uş Şam, Harasta kasabasında ve Doğu Guta’nın güney cebinde Feylak el Rahman en güçlü grup olarak ortaya çıktı. Suriye devlet medyası, muhalif toprakların güneydoğu kesiminde Cisrin ve El- Aftaris yakınlarında rejim güçlerinin ilerlediğini bildirdi.

Önerilen Mutabakat Üzerine Tartışma Hammuriye’den bir komite Cumartesi günü rejim temsilcileriyle bir araya geldi. AFP’ye konuşan bir komitenin üyesi durumun belirsizliğinden bahsetti.

Ama Doğu Guta’da Muhalif gruplar savaşacaklarına dair ant içtiler. Özgür Suriye Ordusu yayınladığı bir açıkla-

Komite temsilcisi ‘Komitenin, hem sivillerin hem de direnişçilerin, Hammuriye’den Suriye’deki muhaliflerin denetimi altındaki diğer bölgelere gitmek isteyenlerin çıkışını garanti edecek bir uzlaşma teklifini tartıştıklarını belirtti.

mada teslim olmayacaklarını ve geri

Siviller ve direnişçiler Suriye’nin güneyindeki Dera ya da İdlib şehrine otobüsler ile götürülebilir. Rejim güçleri daha sonra Hammuriye’yi ele geçirdi ve orada kalmak isteyenlere rejim tarafından izin verildi.

vam ettiğini söyledi.

Arabulucu ekledi: Komite Pazar günü karar almak ve rejimi bilgilendirmek için bir araya gelecek. Eğer uzlaşma sağlanamazsa rejim Doğu Guta’da askeri operasyonuna kaldığı yerden devam edecek.

çekilmeyeceklerini açıkladı.

Konuşmalarda Rusya’nın Rolü Suriye

İnsan

Hakları

Gözlemevi

(SOHR) Pazar günü birden çok kasabanın tahliyesi için görüşmelerin deSOHR Başkanı Rami Abdel Rahman, “Hammuriye, Cisrin ve Saqba için her an bir karar alınabilir” dedi. Bu üç şehir, rejim ile görüşmeyi reddeden Feylak el Rahman tarafından kontrol ediliyor. Grubun sözcüsü Vail Alvan ‘Rusya’nın düşmanı veya müttefikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak müzakere söz konusu değil’ dedi ve şunları

Receb 1439

61


ekledi ‘muhalefet adına kimse müzakere etme yetkisine sahip değil.’ Doğu Guta’daki ikinci ana muhalif gurub olan Ceyş-ül İslâm’da geri çekilme ya da rejimle müzakere dedikodularını reddetti.

Direnişçilerin ve Ailelerinin Tahliyesi Rus haber ajansı Interfax Pazar günü yaptığı açıklamada, Rusya’nın Batı Suriye’deki Hmeymim askeri havaalanındaki hava kuvvetlerinin yanı sıra Rusya’nın Merkezi’nin Doğu Guta’daki muhalefetle müzakereleri kolaylaştırdığını söyledi. Ama haber ajansı görüşmelere hangi grubun katıldığını belirtmedi. Rus ordusu, kuşatılmış Doğu Guta’dan 50’den fazla sivilin tahliye edildiğini söyledi. . Rusya ve Suriye rejimi, direnişçilerin sivilleri kaçmaktan engellemekle suçladı.

62

Nisan 2018

BM ise kuşatmada sıkışıp kalan 400.000 sivilin olduğunu tahmin ediyor.

Sivil Kayıplarla İlgili Endişeler Şam yakınlarında meydana gelen en büyük muhaliflerin tuttuğu kalede, üç hafta önce başlayan bir bombardıman ile 1100'den fazla sivil öldü. Rejim yoğun hava saldırısı ve ağır silahlarla saldırılarına devam etti. Yıkılmış bir şehir, evlerde ve çatılarda büyük delikler videolarda gözüküyordu ve şehrin yakınında patlama sesleri duyuluyordu. Mesraba kasabasının ele geçirilmesinden sonra büyük kasabalar olan Duma ve Harasta ayrıldı. Aktivistler Mesraba kasabası ele geçirilmeden önce sivillerin Duma’ya kaçtıklarını söylediler. *Bu makale TRTWORLD’den alınmıştır.


MÜSLÜMAN KAŞİFLER Cihan Malay

Optik İlminin Öncüsü: İbnu’l Heysem (965-1040)

B

ilim tarihi çalışmalarının kurucusu ve 20. yüzyılın önde gelen bilim tarihçilerinden George Sarton, “Bilim Tarihi” adlı eserinde İbnu’l Heysem için şunları yazar: “…İbnu’l-Heysem, tüm zamanların en büyük Müslüman fizikçisi ve optik dehâsıydı. İster İngiliz ister İranlı olsun, bilim insanlarının hepsi bu çeşmeden kana kana içmiştir. Bacon’dan Kepler’e kadar tüm Avrupa düşünce dünyasında muazzam bir etki bırakmıştır…” Asıl adı “Ebu Ali Hasan bin el-Hasan İbn Heysem” olan İbnu’l Heysem, 965 yılında

Basra’da (Irak) doğdu. Batı’da yaptığı çalışmalar ile takip edilen bir üne sahip olmuş ve “Alhazen (Batıda el-Hasan ismi böyle okunduğundan)” adıyla anılmıştır. Kendisine ayrıca “Ptolemaeus Secundus” (İkinci Batlamyus; Arapçada “Batlamyus-i Sani”) lakabı da verilmiştir. Hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. İlim yolunda Bağdat ve Kahire gibi devrin ilim merkezlerine ilmi seyahatlerde bulunan İbnu’l Heysem, seyahatler dolayısıyla elde ettiği ilmi birikimi eserler yazarak kayda almıştır.

Fizik bilimi ve optik alanında çalışmalar yapan İbnu’l Heysem, özellikle optik alanında yaptığı çalışmalardan dolayı “optiğin ilminin öncüsü” olarak dünyada tanınmıştır.

Receb 1439

63


İlmi Birikimi Fizik bilimi ve optik alanında çalışmalar yapan İbnu’l Heysem, özellikle optik alanında yaptığı çalışmalardan dolayı “optiğin ilminin öncüsü” olarak dünyada tanınmıştır. Yaptığı çalışmalarda deney ve gözlem çalışmalarıyla bilime katkılarından dolayı dünyada büyük bir etki bırakmıştır. Yazdığı “Kitabül Menazır (Optik Kitabı)” eseri, 1500’lü yıllara dek üniversitelerde ve ilim merkezlerinde temel eser olarak okutulmuştur. Amerikalı yazar Brandley Steffens, 2006 yılında yayımlanan ve İbnu’l Heysem’i anlatan kitabına şu ismi uygun görmüştür: “İbnu’l Heysem: İlk Bilim Adamı” Yazar Jim Al-Khalili’ye göre, İbnü’l-Heysem’i bu kadar büyük bir bilim adamı yapan şey devrim niteliğindeki tek bir keşfi değildir... O bize ‘bilimin nasıl yapılacağını’ öğretmiştir. (1) İbnu’l Heysem’in deneme yoluyla yaptığı gayretler sonucu günümüzdeki fotoğraf ve kameranın temelleri atılmıştır. O, içerisine hiç ışık sızmayan karanlık bir odadan bir delik açma yoluyla küçük bir delikten bir resmin başka bir zemine yansıtılmasının metodunu kullanarak bu işlemi yapmıştır.

Işık ışınlarının hava ve su gibi farklı yoğunluktaki ortamlardan birinden diğerine geçerken kırılmaları konusunda açıklamalarda bulunmuş, bunlara dayanarak atmosfer tabakasının kalınlığını şaşılacak denli doğru hesaplayarak 15 km olduğu sonucuna varmıştır. Yalnız içbükey aynalarda görüntüyü büyütme ve güneş ışınlarını bir noktada toplama etkilerini incelemekle kalmamış, pertavsızlarla ve merceklerle de bu tür incelemeler yapmıştır. İlk olarak okunacak yazıları büyütmede kullanılan bir yüzü düz, öteki yüzü dışbükey bir mercek “okuma taşı” betimlemiştir. Işık ışınlarının su ve hava gibi saydam ortamlar boyunca kırılmasını incelerken suya daldırılmış yuvarlak dipli cam kaplarla oluşturduğu küre kesmeleriyle yürüttüğü deneylerinin ayrıntısında, büyüteçlerin kuramsal keşfine hemen hemen yaklaşmıştır. (2) Merceklerin yalnız ateş yakmaya değil, aynı zamanda büyütmeye ve görme kusurlarını düzeltmeye yaradığını vurgulamıştır. (3) Güneş’in tutulma sırasındaki görüntüsünü elde etmek için duvardaki bir deliği kullanmıştır. Dünya merkezli bir kâinat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi.

1. https://www.jw.org/tr/yayinlar/dergiler/uyanis-no6-2017-aralik/ibnul-heysem-ilk-bilim-adami/ 2. http://sifahane.org/ibni-heysem/ 3. http://oguzcetin.gen.tr/wp-content/uploads/2017/01/ortacag.pdf

64

Nisan 2018


Bilim tarihi çalışmalarının kurucusu ve 20. yüzyılın önde gelen bilim tarihçilerinden George Sarton, “Bilim Tarihi” adlı eserinde İbnu’l Heysem için şunları yazar: “…İbnu’l-Heysem, tüm zamanların en büyük Müslüman fizikçisi ve optik dehâsıydı. İster İngiliz ister İranlı olsun, bilim insanlarının hepsi bu çeşmeden kana kana içmiştir. Bacon’dan Kepler’e kadar tüm Avrupa düşünce dünyasında muazzam bir etki bırakmıştır…” (4)

Nil Nehri Üzerine Baraj Kurma Düşüncesi İbnu’l Heysem’in döneminde Nil Nehri kıyısına kurulan Kahire şehri, nehrin taşması sonucu her sene zarar görmektedir. Bu duruma çare olarak Nil Nehri üzerine baraj yapılması fikrini öne sürer ve dönemin Mısır Fatimi Sultanı el-Hakim tarafından Mısır’a çağrılarak, bu fikrini uygulama fırsatını ona verilir. Bir heyetle birlikte Nil

Nehri’nde seyahat eder ve incelemelerde bulunur. Bu incelemeler sonucunda, bu işin üstesinden gelemeyeceğini anlar. Durum sultana bildirilince de sultan tarafından 1011 yılından, sultanın ölümüne kadar olan 10 yıl boyunca (1021 yılına kadar) bir evde göz hapsinde tutulur. Eve hapsedildiği bu süre içerisinde bilimsel çalışmalarına devam eder. Aslında bu durum onun hayatının en verimli dönemi olmuştur. Bir görüşe göre de projeyi maliyetli bulan sultan, projeyi yaptırmamış. Başına tehlike getireceğini düşünen İbnu’l Heysem, geceleyin Şam’a kaçmıştır. Nil Nehri üzerinde baraj projesi 1000 yıl sonra ancak gerçekleştirilebildi. Yani o, 1000 sonra olacak bir işin temellerini atmıştır.

Vefatı Bilime büyük katkılarıyla insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan İbnu’l Heysem’in 1038 veya 1040 yılında Mısır’da vefat ettiği söylenmiştir. Merkezi İngiltere’de bulunan “Bilim, Teknoloji ve 4. http://www.bilimvetarih.com/?page=4

Receb 1439

65


Medeniyet Vakfı” ile “1001 İcat Grubu”, 2011 yılını İbnü’l-Heysem yılı olarak ilan etti. (5)

• Makâle fi şerh musadarât kitâb-ı Öklîdes (Öklit'in Kitabının Postulatları Üzerine Şerh)

Eserleri

• Makâle fi keyfiyet el-ersâd ( -Astronomik- Gözlemde Yöntem)

Birçok farklı alanda eserler veren İbnu’l Heysem’in 100’e yakın eseri olduğu rivayet edilir. Bunlardan 55 tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Eserleri Latince, İtalyanca, İbranice ve İngilizce’ye çevrilmiştir. Beyhakî, “Târîhu Hükemâi’l-İslâm”ında eserlerinin sayılamayacak kadar çok olduğundan ve özellikle ahlâk üzerine yazdığının bir benzerinin bulunmadığından bahseder. İbnü’l-Heysem’in eserlerinin bir listesini (doksan altı adet) veren ilk kaynak İbnü’l-Kıftî’dir. (6)

• Makâle fi el-kevâkib el-hâdise fi el-cevv (Gökyüzündeki Yeni Gezegenler/Yıldızlar)

Eserlerinden Bazıları:

• Makale fi harekat el- kamer (Ayın Hareketleri)

Kitabu’l Menâzır: En önemli eseri fizik bilimi ile ilgili olan, ışık ve görme konularını inceleyen “Kitabu’l Menazır (Optik Kitabı)”dır. Bu kitap 7 cilt halinde olup, “fizik alanında temel kaynaklardan” kabul edilmiştir. Eserlerden yararlanan Batılı bilim adamları, eser içerisindeki bilgilerden yararlanarak teleskop ve mikroskopu icat ettiler. Eser ayrıca kendisinin yaptığı deneyleri, kullandığı aletleri ve elde ettiği sonuçları kaydetmesi açısından önemlidir. • Makâle fi hey’et el-âlem (Evrenin Düzeni)

• Makâle fi dav’ el-kamer (Ay Işığı) • Makâle fi semt el- kıble bi el-hisâb (Hesap ile Kıble’nin Yönünü Belirleme) • Kavl fi istihrâc e’midat el-cibâl (Dağların Yüksekliklerini Saptama) • Makale fi amel el-binkâm (Su Saati İnşaatı)

• Makale fi el-ahlâk (Ahlak Üzerine) -------------------------Kaynaklar 1. TDV İslâm Ansiklopedisi, “İbnu’l-Heysem” maddesi, Hüseyin Gazi Topdemir, yıl: 2000, cilt: 21, sayfa: 82-87. 2. Bütün Zamanların En Büyük Optikçisi: İbn el-Heysem, Hüseyin Gazi Topdemir, Bilim ve Teknik, Mayıs 2010. 3. Kitâb el-menâzir'in Temel Prensiplerinin Bilim Felsefesi Açısından İncelenmesi, Zeynep Kuleli, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015. 4. http://gencegitim.com.tr/ibn-i-heysem/

5. https://www.timeturk.com/tr/makale/salim-ayduz/ilk-bilim-adami-ibnu-l-heysem.html 6. http://sifahane.org/ibni-heysem/

66

Nisan 2018


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

Küresel Savaşların Başlangıç Noktası

H

: KIRIM-2

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allah Teâlâ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve selam Efendimiz, Komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine ve ashabına olsun. Bizler nice zamanlar nice bedeller ödedik. Tarihsel süreci değerlendirdiğimizde hulafa-i raşidin döneminin sonlarına doğru, Emeviler, Abbasiler ve bunlardan sonra kurulan İslam devletlerinin en büyük hatalarından bir tanesi siyasi kararlar verirken zaman zaman Kur’an ve Sünnet merkezli değerlendirmeden kendilerini alı-

koymalarıdır. Şunu iyi bilmek gerekir ki planlamadaki incelik, uygulamadaki ustalık ve sağlıklı bir değerlendirme, parlak bir zafer ve açık bir başarıdır… Bu yazımızda Kırım harbinin Sinop’tan Kırım’a intikaline, savaş içerisinde Viyana görüşmeleri, savaş bitiminde Paris Kongresi ve Paris Anlaşması ve bu süreç içerisinde Payitahtta ilan edilen Islahat Fermanının nasıl da kıdemli sömürücülerin kendi çıkarları uğruna dizayn edildiğine gelin hep birlikte şahitlik edelim. Sinop katliamından sonra İngiltere ve Avrupa’nın başlıca endişesi Rusya’nın, Karadeniz’i denetim altına

Receb 1439

67


alması, İstanbul’u tehdit etmesi ve bu kıdemli sömürücülerin sömürgelerine giden yollarının tehlike altına girmesidir. Sinop baskınından sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Clarendon, St. Petersburg’a gönderdiği mektubunda “Sinop Limanında tecavüze uğrayan yalnız Türk filosu değildir. Sultana ait toprakları her türlü saldırıdan korumayı üzerimize almış bulunuyoruz ve bu vaadimizi neye mal olursa olsun yerine getirme kararındayız” diyerek tepkisini göstermiş, İngiltere’nin kendi çıkarları uğruna yeryüzünde en büyük düşmanı olarak gördüğü Hilafet devletine dahi yardım edebileceğini göstermiştir. Ayrıca yine şunu da anlamaktayız ki bizler İngiltere’den savaş alanında yardım alırken “bizler gavur aklı istemezük” diyemedik. Hesaba katmadığımız şuydu ki gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar. Nihayetinde 12 Mart 1854 yılında Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa ile ittifak oluşturdu. Prof. Dr. Ali Fuat Örenç’in “Kırım Harbi Deniz Savaşları” makalesinden Kırım sürecine ve devamına bir bakalım: “Osmanlı Devleti’nin Fransa ve İngiltere’yle ittifakına karşılık Rusya, bu savaşa Ortodokslara ait kutsal bir savaş havası vermeye çalıştı. Kutsal yerler meselesinde Ortodoks haklarının çiğnendiğini ve Çar’ın bunları geri almak için silaha sarıldığı propagandası yapıldığı gibi, Balkanlar’da Rus ajanları Rumlara İstanbul’un Yunan devletine verileceğini telkin etmekteydi. Bu vaatlere kapılan Rumlar,

68

Nisan 2018

Triyeste ve Epir’de isyan çıkardı. Yanya ve Tırhala’da Rum çetelerinin saldırıları yaşandı. Babıali, Yunanistan ile 9 Mart 1854’te siyasi münasebetlerini kesti. Rumların üzerine müttefik harekâtı düzenlendi. Yunan hükümetine ültimatom verildikten sonra Atina’nın Pire limanı işgal edildi. Ayrıca Yunanistan ablukaya alındı. Ali Fuat Paşa’nın bölgeye ulaşmasıyla da isyanlar etkisiz kaldı. Müttefik güçleri 1854 sonlarında Kırım’a ulaştı. Ancak Kırım’da başlayan mücadele umulanın aksine uzun sürdü. Müttefiklerin başlıca amacı Sivastopol’ü almaktı.” Sivastopol kısmını “İmparatorluk ve Diplomasi – Osmanlı Diplomasisinin İzinde” kitabının yazarı Prof. Dr. Namık Sinan Turan şu şekilde anlatıyor: “14 Eylül 1854’te Sivastopol’ü kuşatan müttefikler, sert kış koşulları karşısında büyük kayıplar vermişlerdi. İngilizler’in artan kayıplarının ardından Osmanlılar 3 Şubat 1855’te onların savaşa devamını sağlamak üzere 20 bin asker ve gerekli teçhizatı vermeyi kabul eden bir antlaşma yapmıştı. Mayıs 1854’ten itibaren Osmanlılar 70 bin, Fransa 50 bin, İngiltere 25 bin ve sonradan ittifaka katılan Piyemento 15 bin kişilik birliklerini Kırım’a sevk etmişlerdi. Ağır kış koşulları müttefiklerin bekledikleri hızda ilerlemelerini engelledi. 2 Mart 1855’te Çar Nikola’nın ölümü de Rusların geri adım atmasını sağlamadı.” Bunun üzerine tarihler 15 Mart 1855’i gösterdiğinde Viyana Görüşmeleri başladı. Bu görüşmelerin en dikkat çeken kısmı 19 Nisan


1855 tarihli oturumunda açıklanan şu sonuç idi: “Osmanlı Devleti Avrupa Devletleri topluluğuna dahil olacak ve bağımsızlık ve toprak bütünlüğü devletlerin ortak garantisinin altına alınacaktı. 1841 Boğazlar Sözleşmesi aynen devam edecekti. Görüşmeler 4 Haziran 1855’te hiçbir sonuç vermeden kesildi.” Görüşmeler kesildikten sonra 4 Haziran 1855’ten itibaren Kırım’da savaş birdenbire şiddetlendi. Nihayet Sivastopol’ü savunan Malakof tabyası 8 Eylül’de düşünce, müttefikler 10 Eylül’de 332 gündür kuşatma altında olan Sivastopol’e girmeyi başardılar. Bu durum İstanbul halkı tarafından çok hoş karşılandı. İstanbul halkı hep bir ağızdan “Sivastopol önünde yatar gemiler atar Nizam topunu yer gök inler” nakaratları söylendi. Netice itibariyle Sivastopol’ün düşmesiyle birlikte küresel güçlerin ilk çatışma noktası olan Kırım harbi son buluyordu. Bu kerteden sonra Paris Kongresi akabinde de Paris Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayı da Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun 19.yy. Siyasi Tarihi kitabından belirli kesitler vererek inceleyelim: “Paris Barış Kongresi 25 Şubat 1856’da toplandı ve görüşmeler mart sonuna kadar sürdü. 34 maddelik barış antlaşması 30 Mart 1856’da imzalandı. İmzalayan devletler Fransa, İngiltere, Avusturya, Prusya, Osmanlı Devleti, Piemonte veya Sardunya ve Rusya. Kongre’de Barış Antlaşması’nın hazırlanmasında fazla tartışmalar olmadı zira barışın önemli ilkesi

Batı, İslam ümmetinin yeniden dirilemez hale geldiğini benimsetme noktasında mü’min erkek ve kadınlara psikolojik yenilgiyi yayma gayretindedir. Kendi kültürlerini dayatma ve ecdadımızın tarihini karalama ve bize kötü gösterme noktasında sistemli bir çaba harcamaktadır. Islahat Fermanı da bunun tipik bir örneğidir.

daha savaş sırasında tespit edilmiş ve Avusturya’nın 1 Aralık 1855 tarihli ültimatomu ile de Rusya tarafından kabul edilmişti. Antlaşmanın 7. Maddesinde, Avrupa devletlerinin adları sayıldıktan sonra saltanatı seniyyenin Avrupa hukuku umumiyesi ve cemiyeti menafinden hissedar olmağa dair olduğunu ilan ederler demek suretiyle Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleri topluluğunun bir üyesi olduğunu belirtiyorlardı. Padişahın 28 Şubat 1856’da yayınladığı ferman devletlere tebliğ ediliyor ve devletler bunu memnuniyetle karşıla-

Receb 1439

69


dıklarını belirtiyorlardı. Yalnız fermanın antlaşmalarda zikredilmiş olması devletlere Osmanlı devletinin iç işlerine karışma yetkisi vermeyecekti. Karadeniz tarafsız hale getiriliyor ve askerlikten soyutlanıyordu. Karadeniz’de savaş gemileri bulundurulmayacak ve mevcut tersaneler de yıkılacaktı. Antlaşmanın 22. ve 27. maddeleri Eflak ve Boğdan’a aittir. Hiçbir devlet Eflak ve Boğdan’ın iç işlerine karışamayacaktı. 28. ve 29. maddeleri ise Sırbistan’a aittir. Devletlerin onayı olmadan Osmanlı Devleti, Sırbistan’a asker sevk edemeyecekti.” Son kertede ise Islahat Fermanı’nı Prof. Dr. Namık Sinan Turan’ın İmparatorluk ve Diplomasi kitabından inceleyerek çıkarımlarda bulunmaya çalışalım. “Hattu hümayun 18 Şubat 1856 Paris Barış Antlaşması’ndan 6 hafta önce ilan edildi. Islahat Fermanı ile Osmanlı hükümeti umumun can ve mal güvenliğini, ırz ve namus güvencesini yeniden vaat ediyor; herkesin kanun önünde eşitliği ilkesi getirilerek iltizam sisteminin ve rüşvetin kaldırılmasını temin ediyordu. Gayrimüslimler bundan böyle Müslümanlar gibi fiili askerlik yapacakları. Yıllık bütçenin sıkı biçimde denetlenmesi, bankaların kurulması, ekonominin ıslahı için Avrupa sermayelerinden yararlanılması, ceza ve ticaret kanunların yapılması, müslümanlar ve gayrimüslimler arasında davalara mahsus karma mahkemeler kurulması…

70

Nisan 2018

Avrupalıların Türklere uygarlaştırılacak bir halk, kendilerini de uygarlık taşıyıcı misyonerler olarak gördükleri anlaşılmaktaydı. Kırım Savaşı sonunda Avusturyalı papalık elçisinin duyguları bu üsten bakışın tipik yansımasıydı: ‘Onları da uygarlaştıracağız ve ilerlememizin sırlarıyla tanıştıracağız…’ ” Islahat Fermanı’na bakıldığında insanları her fırsatta sömüren, katleden ve günümüzde dahi insanları köleleştiren, küresel savaşların mimarı medeniyet timsali(!) pasaklı Avrupa yani Batı bizim için asla ve kat’a örnek teşkil edemez. Tanzimat da Islahat da bundan dolayıdır ki tarihin karanlık fermanları arasında yerini almıştır. Batı, İslam ümmetinin yeniden dirilemez hale geldiğini benimsetme noktasında mü’min erkek ve kadınlara psikolojik yenilgiyi yayma gayretindedir. Kendi kültürlerini dayatma ve ecdadımızın tarihini karalama ve bize kötü gösterme noktasında sistemli bir çaba harcamaktadır. Islahat Fermanı da bunun tipik bir örneğidir. Batı hayranlığının en son noktası maalesef hilafetin ilgası olmuştur. Batı hayranlığı ve batıyla iş birliği bedbaht bir durumdur. Yazımı Seyyid Kutub’un ilke edinilecek metodik bir sözüyle nihayete erdirmek kanaatindeyim, “Şeytanın atıyla cennete gidilmez.”


NEBEVİ AİLE Halime Yılmaz

ANNE-BABALI

YETİMLER

Yetim olmak, anne babanın yokluğu değil, varlıkları içinde yoklarmış gibi büyümektir…

Y

alnızlıktır, itilip kakılmaktır, sahip çıkılmamaktır kimse tarafından

yetimlik…

Yetim

olmak,

anne

babanın

yokluğu değil, varlıkları içinde yoklarmış gibi büyümektir… Bugün

acırız

anne

babasını

Üzülmektir, teselli bulamamak

kaybetmiş yetimlere. Ama asıl

ve kalbin büyüdükçe boşluğunun

acınacak olan, anne babası ya-

da büyümesidir yetim olmak…

nındayken yetim gibi yaşayan, öyle muamele gören kendi ev-

Etrafının kalabalık olup, kimse-

latlarımızdır da farkına varma-

siz gibi büyümektir yetimlik…

yız. İnsan kendi dibinde olanla-

Receb 1439

71


Bizim ailecek yapılacak ve herkesin zevk alarak vakit geçirdiği zamanlara ihtiyacımız var. Bizim pahalı, cafcaflı oyun ve eğlencelerle dolu yerlere değil, kaliteli zaman geçirmeye ihtiyacımız var. Buna çocuklarımızın daha çok ihtiyacı var.

rı daha zor görür ya, ondan belki de bu yaşananlar. Ama her geçen gün, çocuklarımızı ihmal ettiğimiz, bize ve şefkatimize ihtiyaç duyduklarında yanlarında olmadığımız anlarda, terk ediyoruz onları yetimlik hissiyatına aslında… Günün tüm saat ve dakikalarında gardiyan misali çocukların başında olmaktan bahsetmiyorum. Sürekli yanlarında durup, arkadaş edinmelerine bile fırsat vermeden, her şeylerine müdahil olmak da değil mesele… Meramım odur ki, ihtiyaç duyduklarında ve yanlarında olmamız gereken zamanlarda çocuklarımızı yalnızlık çukuruna terk etmemektir. Ve dahi, onları kendi hallerine bırakmadan yanlışlarını düzeltmeye üşenmemek,

72

Nisan 2018

doğru yaptıkları şeyler de “yine mi” demeden onları desteklemeye devam etmekten bahsediyorum. Bazı şeyleri tecrübe etmelerine fırsat verip, her şeylerine müdahil olmayacağız elbette. Ama dünya meşgalesine dalıp, “anne babalı yetimler” güruhuna bir nefer daha eklememeliyiz. Günümüzde imkânlar eskisi gibi değil. Hemen hemen her aile çocuğunu en azından yılda bir tatile götürme, ailecek güzel vakit geçirme imkânı bulabilmektedir. Hiç olmazsa birkaç saat hoş vakit geçirecekleri umumi parklardan istifade edebilmektedir. Öyle değil mi? Ama gelin görün ki ailecek vakit geçirmek için gidilen mekânlar, anne babalı yetimlerle doludur. Çocuklar bir tarafta çizgi film kanallarında fıtratına ters bir şeklide oyundan uzak kaybolup giderken, diğer tarafta anne babalar da aile mahremiyetini tamamen bozan filmler seyrederek vakit geçirmektedir. Etrafınıza bakın. Eşiyle sohbet ederken çocukların da onları mutlulukla seyre dalıp gönül rahatlığı ile oyun oynadığını gördüğünüz kaç aile kaldı? Anne babalar ya telefonla, ya da boş filmlerle vakit geçirir hale gelmişlerdir. Ailecek oturup faydalı sohbetlerde bulunan ya da her bir bireyine bir şeyler katacak olunan programların seyredildiğini görebiliyor musunuz? Bizim ailecek yapılacak ve herkesin zevk alarak vakit geçirdiği zamanlara ihtiyacımız var. Bizim pahalı, cafcaflı oyun ve eğlencelerle dolu yer-


lere değil, kaliteli zaman geçirmeye ihtiyacımız var. Buna çocuklarımızın daha çok ihtiyacı var. Bizim, ailesi olmadan, eşi olmadan arkadaşlarının davetini kabul etmeyen babalara ihtiyacımız var. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem eşi olmadan davet edilen yerlere gitmeyi kabul etmezdi. Bazı babalar eşlerinin ve çocuklarının kendilerinin içinde bulunduğu İslâmi çalışmalara dâhil olmadıklarından şikâyet olduklarına şahit oluyoruz. Bu şikâyette bulunan bir eş, önce hanımını ve çocuklarını böyle ortamlara ne kadar dâhil etmeye çabalayıp çabalamadığına bir bakmalıdır. Aynı şekilde anneler, ilgilendiği etrafındaki insanlar kadar çocuğuyla ilgileniyor mu? Ya da bebekliğinden itibaren sabrını kuşanarak yaptığı çocukluklardan şikâyet etmeden hep birlikte İslâm’ın anlatıldığı, İslâm ahlakının konuşulup uygulanmaya çalışıldığı ortamlara götürmekten usanmadıkları oldu mu? Samimi olalım. Eğer dinimizde, inancımızda ve gittiğimiz yolda samimi isek, önce çocuklarımıza sabrederek ve onları böyle ortamlardan mahrum etmeden yolumuza devam edeceğiz. Elbette ki çocuklarımızın iştirak edemeyeceği bazı yerler olabilecektir. Bu durumlarda onların katılamayacağı bir mekân olduğunu söyleyip güzelce izah edeceğiz. Ama bu izahın tesir etmesi, gidebilecekleri İslâmi ortamlardan onları mahrum etmemeye bağlıdır. Onlara İslâm’ı ve Müslümanları böyle sevdirmeye başlayacağız. İş tamamen bununla bit-

miyor elbette. Ama bu ilk adımımız olacaktır. Hep ifade ettiğimiz gibi çocuklarımıza pratik örneklikten başka şekilde bir şeyler öğretmemiz mümkün değil. Öyleyse bırakın sizin faydalandığınız güzel ortamlardan faydalansınlar. Fedakârlığı, çekilen zorlukları görsünler. Herkesin böyle güzel ortamlardan istifade etme imkânı olmayabilir. Ama en büyük zenginlik olan İslâm’da çareler tükenmez. Güzellikler, huzur ve mutluluk ortamlarını biz oluşturacağız. Haftada bir, en azından iki haftada bir hadis, kuran sohbetleri oluşturacağız evimizde. İslâm’ı biz de yeni öğreniyorsak en azından namazgâh kılacağız evlerimizi. Cemaatle namazın bereketini,

Receb 1439

73


Anne baba olmak sadece doğurup, yedirip giydirmekle olmaz. Onların sevgimize, terbiyemize, örnekliğe, ıslah olmuş ve ıslah eden ortamlara ve buna teşvik eden, bu ortamlardan ayrılmayan ebeveynlere ihtiyacı var.

mutluluğunu yaşatacağız çocuklarımıza. Ama içinde Allah’ı zikre dair hiçbir şey olmayan harap olmuş evlerden ırak olsun yuvalarımız. İçinde sadece şeytani haz ve düşüncelerin cirit attığı huzursuz ve nesilleri dünyevileştiren evlerden olmasın yuvalarımız. Çocuklarımız oyalanıp, bizi meşgul etmesinler de, denilerek şeytana teslim edilmiş nefisleriyle baş başa bırakılan sonra da yanlış yola saptıklarında suçlamalarla karşılaşan ne yapacağını şaşırmış, ortada kalmış ve kafası karışık anne babalı ama gerçek yetimlerden olmasın evlatlarımız. Sahip çıkalım çocuklarımıza. Kafa yoralım ahiretleri için. Oyalamayalım onları dünya ile… Meşgul edelim kirlenmemiş zihinlerini sa-

74

Nisan 2018

dece Allah ile. Bunun için fedakâr, samimi, cömert, olgun ve her daim okumaktan ve kendini yenilemekten usanmayan anne babalara geçekten çok ihtiyaç var. Anne baba olmak sadece doğurup, yedirip giydirmekle olmaz. Onların sevgimize, terbiyemize, örnekliğe, ıslah olmuş ve ıslah eden ortamlara ve buna teşvik eden, bu ortamlardan ayrılmayan ebeveynlere ihtiyacı var. Gücümüzün yettiği anda, onlarla birlikte Allah’ın evini ziyaret edelim. Tattıralım onlara da ibadetin, Allah’a, onun evine ve peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yakın olup, sünnetini orada pratik olarak ailecek yaşamanın zevkini. Hani bizden bir parçalar ya. Hani etle tırnak gibi ayrı kalsak canımız yanıyor ya. Öyleyse ibadetlerde de hayatın içinde de ayırmayalım kendimizden onları. Hep birlikte bu dinin çekelim cefasını. Hep birlikte yaşayalım ibadetlerin hazzını. Onları şeytanla baş başa bırakıp kendimiz Allah için bir şeyler yapmaya kalkarsak, sonradan neden bu çocuk yanlış yolda diye hayıflanmayalım. Önce kendimiz Allah yoluna adanalım, yanalım, kavrulalım. Çocuklarımızın da bizimle beraber bu yolda yorulmasına fırsat verelim, izin verelim. Evlerimiz birlikte İslâm’a adanmış, birbirine kenetlenerek bu yoldan ayrılmayan güçlü, sevgi dolu, huzurlu ve namazgâh yuvalardan olsun. Allah bizi anne babalı yetimler büyütmekten muhafaza buyursun. Vel hamdü lillahi Rabbi’l alemin…


HASBİHÂL Emrah Seven

Kur'an'ı Kerim'i Ezberleyenler

Derhal Buhari Ezberine Başlatılıyor

N

ebevi Hayat Dergisi olarak bu ay ki Röportajımızı Arakan’da ve diğer

Turhan Bey öncelikle bizlere

muhtaç bölgelerde yardım çalış-

len Malatyalıyım. Şu an Nebevi

kendinizi tanıtabilir misiniz? Tabi… 1984 İstanbul doğumlu as-

malarında bulunan İmam Buhari

Hayat yayınları bünyesinde ya-

Vakfı’na bağlı Sosyal Birimler ile

yın koordinatörlüğü görevini yü-

gerçekleştirdik. Bu sayımızda Daru’s Selâm Yetimhanesi üzerine konuştuk.

rütmekteyim. Topluma faydasını umduğumuz eserleri hazırlayıp mücessem bir hale gelmesi için gayret gösteriyoruz.

Receb 1439

75


Bizlere bu yetimhanenin tarihinden bahsedebilir misiniz? Arakandaki mazlum ve mustazaf kardeşlerimizden habersiz değildik. Zaten onların derdiyle derleniyorduk. Malum olaylar vuku bulup kardeşlerimiz muhacir olarak Bangladeş topraklarına hicret ettiklerinde yayından fırlayan ok misali derhal oraya intikal ettik. Bir takım temel yardımları ifa ederken bir yandan da kalıcı ve etkili neler yapabiliriz diye istişarelerde bulunuyorduk. Nitekim sahada en çok dikkatimizi BM ve benzeri resmi kurumlar çatısı altında yardım kuruluşu kılığında gelip misyonerlik çalışmaları yürüten ve oradaki neslimizi, bizden ümmeti Muhammed’den ve İslam’dan koparmaya çalıştıklarını gördük. Buna karşılık biz de gücümüz nispetince oradaki Müslümanların dinlerini, dünya ve ahiret mutluluklarını muhafaza etmek, neslimizi bizden almalarına müsaade etmemek için özellikle de sahipsiz kalmış kurtların arasına düşmüş kuzu misali olan yetimlerimizi, onların habis pençelerinden kurtarmak için içerisinde İslam’ın saf tertemiz akidesini öğrenecekleri

76

Nisan 2018

Allah ve Rasulünü tanıyacakları, İslam edep ve ahlakına göre yetişecekleri ve beşeri olarak ihtiyaç duydukları, yeme, içme, yatma, barınma gibi temel ihtiyaçlarının da karşılanacağı bu yetimhane projesini planladık. Ve rabbimize şükürler olsun ki onun yardım ve lütfuyla tamama erdirebildik. Yetimhanenin faaliyetlerine geçmeden önce okuyucularımızın da meraklarını gidermek açısından bize biraz da Arakan toplumundan bahseder misiniz? Arakan toplumu gerçekten çok mazlum bir halk... Osmanlının çöküşünden itibaren o coğrafya da sahipsiz kalmış, ezilmiş ve sömürülmüşler. Sabah, öğle, akşam pirinç yiyip bambudan tahtadan barınaklarda yaşayan en düşük yaşam standartlarında zaruret halinde yaşayan insanlar ancak yine de fazlasına göz dikmiyor, hallerinden şikâyet etmiyorlar. Bugüne kadar kendi topraklarında dahi gün yüzü görmemişler. Budistlerin hâkimiyetindeki ülkelerinde hapis ve sürgün hayatı yaşamışlar bunu izah edebilmek için bazı istatistikler paylaşmak istiyorum.


• Arakan Müslümanlarının sadece %30’u kamu sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyor. • Her doğan 1000 Arakanlı bebekten 380’i ölüyor. Bu oran Budist’lerde 1000 kişiden 77’tir. • Halkın %49’u temiz suya ulaşamıyor. • Arakan halkının sadece %1’i musluk suyuna ulaşabiliyor. • Okul çağındaki çocukların sadece %36’sı yani 124 bini okula kayıtlıdır. 2005 yılında Arakan halkının tek üniversitesi olan Sittwe Üniversitesi de kapatılmış, 2017 yılında yaşanan katliam ve yağmalarda üniversite yakılmıştır. • 430 bin nüfuslu Müslüman Maunngdaw şehrinde sadece 3 doktor bulunmaktadır. 280 bin nüfuslu Buthidaung şehrinde ise sadece 2 doktor hizmet vermektedir. • Arakan halkının yaşadığı bölgelerde alt yapı çalışması yapılmamaktadır. • 2017 yılı itibariyle bile Arakanlıların elektrik kullanmasına izin verilmemektedir. Halk güneş panelleriyle aydınlatma sağlamaktadır.

• Ağır vergiler, topraklarına ve hayvanlarına el koyma gibi yöntemlerle halk sindirilmekte, bir köyden başka bir köye izinsiz seyahate müsaade edilmemektedir. Bu bilgiler gizli saklı veya tahmini değil. BM’nin dahi kabul ve itiraf ettiği kendi araştırmaları sonucunda ortaya çıkan rakamlardır. Tüm bu sebeplerin neticesinde oldukça cahil bırakılmış ezilmiş bir toplum haline gelmiştir. Rohingalı Müslümanlar ancak cahil bırakılmış ve ilimden uzak olmalarına rağmen İslam’dan vazgeçmemişler. İmkânları nispetinde İslam’a sımsıkı sarılmış insanlardır. Örneğin Bangladeş’te kamplarda göçebe halinde olmalarına rağmen çocuklar yürümeye başlar başlamaz bambulardan inşaa edilmiş medreselerde kuran öğreniyor; talim ve hafızlığa başlıyorlar. Kuran-ı Kerimi ezberleyenler derhal Buhari ezberine başlatılıyorlar. Bugün yeryüzündeki milletlerin içinde nüfusuna oranla en çok hafız yetiştiren millet Arakan’daki (Rohingalı )Müslümanlardır. Nüfuslarının yarısından çoğu hafızdır.

• Bir Arakanlı’nın sadece başka bir Arakanlı ile evlenmesine izin verilmekte ve bu da izne tabii olmaktadır. Bu nedenle uzun yıllar evlilik için izin beklemek zorundadırlar. • Arakanlıların ikiden fazla çocuk yapmalarına izin verilmemektedir.

Receb 1439

77


Bu sınırlı satırlarda kabaca Arakanlı Müslümanlar hakkındaki şahadet ve kanaatim budur. Bir yetim çocuğumuzun günlük programından bahsedebilir misiniz?

Yardım çalışmalarımız esnasında mescitler ve medreseler inşaa ederken daha biz inşaat çalışmalarını başlatırken yapının içini doldurup kuran talimine başladıklarına defalarca şahit olduk. Onlar talim yaparken bir yandan da inşaat devam ediyordu. (Subhanallah) Yine halkın ihtiyacını sormak için çadırları dolaşırken en çok neye ihtiyaç duyduklarını sorduğumuzda bu fakru zaruret içindeki insanlar yemek, elbise, ev hatta hastalıklarının tedavisi için ilaç, doktor gibi seçenekleri varken en başta medrese lazım çocuklarımızı yetiştiremiyoruz diyorlardı. Daha sonra tesettür elbiseleri olmadığı için bazı bacılarımızın çadırlardan çıkamadığını öğreniyorduk. Rabbimiz İslam’a olan iştiyaklarından dolayı onlardan razı olsun…

78

Nisan 2018

Sabah namazı için uyanan çocuklarımız yatakhaneden çıkıp abdestlerini alıp mescid’de namazlarını eda edip akabinde güneş doğana kadar sabah zikirlerini ve tesbihatlarını tamamlıyorlar. Sonra kahvaltılarını yapıp sınıflarına geçerek hocalarını ve ders saatini bekliyorlar. Ortalama 1’er saatlik Kuran, akide, ilmihal, hadis öğrenimi gibi derslerin yanında beşeri ilimlerden de matematik, tarih, ingilizce gibi dersleri de görüyorlar aralarda teneffüs vererek oyun oynama, günün diğer vakit namazları ve ibadetlerine ve dinlenmelerine de fırsat veriliyor. Gün bu şekilde ikindiye kadar tamamlanıyor. İkindiden sonra serbestler ezber ve ödevlerine de bu zaman diliminde hazırlanıyorlar. Akşam yemeği için yemekhanede toplanıp yemekten sonra yatakhanelerine geçiyorlar. Malum zorlu şartlarda bu şekilde yetişip yarınlara hazırlanıyorlar. Bizlere biraz da yetim çocuklarımızın dünyasından bahsedebilir misiniz? Öncelikle yetim olsun olmasın oradaki tüm çocukların psikolojik durumlarının yaşanan olaylar, katliamlar ve yaşamak zorunda kaldıkları zorlu yaşam koşullarından dolayı sıkıntılı bir durumda olduğu gerçeğini söy-


lememiz gerekiyor. Tabi bundan en çok etkilenen de yetimler. Örneğin çocuklar bizi ilk gördüklerinde hemen kaçıyor, saklanıyor bunun sebebi ise ten rengi bizim gibi beyaz olan Budistlerin onların gözleri önünce vahşice insanları (anne, baba, kardeş ve akrabalarını) katletmeleri işkence ve zulümler yapmaları o minik yüreklerinde tüm bunlara şahit olması psikolojik olarak zihin dünyalarında derin yaralar açmış durumda. Bizler onları sevmek için elimizi uzatıp dokunduğumuzda çığlık çığlığa haykırarak korku içinde ağlıyorlar akılları başlarından gidecekmiş gibi bir hale bürünüyorlar maalesef. Bunun haricinde hayalleri küçücük, mutlulukları da öyle bir sakız için veya hediye edeceğiniz bir balon için saatlerce peşinizde dolaşacak kadar çaresiz… Hediyesine sahip olduğunda da günlerce aklından çıkmayacak kadar havalara sıçrayarak kahkahalar atacak kadar mutlu olabiliyorlar. Onları sevindirme ve tebessüm etmelerini sağlamak için küçük bir oyun parkı yaptığımızda oynamaları için aldığımız atlıkarıncaların karşısında uzun bir vakit geçirdikten sonra ancak bizim tarif etmemizle onun bir oyuncak olduğunu anladılar. Bizim nezaretimizde oynamayı öğrenecek kadar elimizdeki nimetlerden uzak, yoksul bir hayat içinde bir balonla, bir şekerle veya pet su şişesi, bambu parçası ve lastik parçalarını kullanarak kendisine araba yapıp akşama kadar onunla mutlu mesut yaşayabilen te-

bessümleriyle insanın yüreğine güzel duygu ve düşünceler dolduran çikolata renkli tatlı çocuklar onlar. Çalışmalarımızda

her

yorulduğu-

muzda, usandığımızda bakışları tebessümleriyle bizi motive eden bu tebessüm için bütün zahmetlere yorgunluk ve çileye değer dedirten Allah-u Teâlâ’nın rahmetinin tecellileri bizde çok derin izler bıraktılar. Arakan’da başka hangi çalışmaları yapmayı düşünüyorsunuz ya da yetimlerle ilgili başka projeleriniz var mı? Allah’a hamdolsun köyler, su kuyuları, Mescid ve medreseler, elbise, gıda yardımı, eşya yardımı ve daha bir sürü yardımın ulaşmasına vesile olduk. En son olarak da yetimhanemiz faaliyete geçti. İcraatlerimizin devam etmesi için ne gerekiyorsa yapıyoruz ancak biz bu çalışmaları kardeşlerimizin gayret ve bağışlarıyla yapıyoruz. Maalesef İslam coğrafyası her yerinden kanıyor. Neresi gündem oluyorsa 1, 2 ay oraya yardımlar yönleniyor ve sonra kesiliyor. Bu da bizim çalışmalarımızı belli bir seviyenin ötesine taşımıyor. Arakan meselesi de böyle… Yardımlar azaldı ve istediğimiz projeleri gerçekleştirmede sıkıntılar çekiyoruz. Ancak bu yetimhanenin açılışı ve bu röportajımızdan istifade eden kardeşlerimizin gayretleriyle inşallah yakın zaman içinde bir yetimhane projesini daha tamamlayacağımız inancındayız.

Receb 1439

79


üzere görüp diğer gurup ve cemaatleri gücü yettiği yerlerden silip yok etmeye çalışan gaflet ve dalalet içindeki insanlara karşı mücadele etmenin gerekliliğinin farkında olmalıyız. Yanlışları, hataları olanlardan dolayı veya içlerinde art niyetle kurulup İslam’ı ifsad edenlerden dolayı tüm cemaatleri gurupları silmememiz gerektiğinin bilincinde olmalı. Topluma da bu bakış açısını yaymalıyız. Onlara bir bebeğin yalancı emziğe baktığı pencereden bakmaları gerektiğini nasihat etmeliyiz. Nasıl ki bir bebek Bize söylemek istediğiniz başka şeyler var mı? Müslümanların dünyadaki bu zulümlerden haksızlık ve zorbalıklardan kurtulmasının yolu hepsini kuşatan bir İslam devletinin varlığından geçtiğini bilmemiz gerekir. Bu-

halde bir damla sütü kursağına indiremediği halde o emziği emmekten vazgeçmiyorsa, Bizim de aynı azim ve iştiyakla cemaatleşerek, bir araya gelerek İslam’a hizmet etmenin yollarını aramamız gerekiyor. İşte tüm

nun olmadığı zamanlarda ise buna

bu çalışmalar neticesinde komşumuz

en yakın gücün cemaatlerin ki ar-

Suriye’den, Afganistan’a,

zumuz bunların birleşerek ümmetçi

tan’a, Somali’ye, Sudan’a, Arakan’a

bir çizgide büyük bir cemaat olarak

dünyanın her coğrafyasındaki Müs-

beraber hareket etmesidir. Ancak

lüman kardeşlerimize umut olabili-

bu şekilde Müslümanlar kendileri-

yoruz, omuz verebiliyoruz. Tüm hi-

ni savunabilir. Dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlerine yardım ve fayda verebilirler. İşte bunu fark eden İslam düşmanları, cemaatlere düşmanlık besleyen kimseler. Maalesef İslam’a müntesip olup da haddi

80

saatlerce günlerce haftalarca emdiği

Çeçenis-

lelerine karşı batıya (ehli küfre) karşı dik duruşumuzu ümmet olgumuzu muhafaza edebiliyoruz. Bu şuuru paylaşmak ve yaymak duasıyla Allah’ın selamı üzerinize olsun.

aşan, yolunu şaşırıp kibir ve taassuba

Turhan Bey’e değerli bilgileri bizimle

kapılarak sadece kendisini hak yol

paylaştığı için teşekkür ederim.

Nisan 2018


Eğitim ve Araştırma Vakfı



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.