Yıl: 6 - Sayı: 66 - Fiyatı: 7,5 TL
Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Mayıs 2018
Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Editör Hamd, herşeyi en ince hallerine kadar bilen Allahu Teâlâ’ya, salat ve selam ilmin pınarından yudumlayan Allah Rasûlüne, onun ehline ve ashabına olsun. Hassaten Rahmanın lütfu ve keremi ilmin kalplerine ve zihinlerine nakış nakış işlenmiş âlimlerin üzerine olsun. Şu dünya cehalete ve zorbalığa ev sahipliği yaptığı gibi, ilmi ve âlimleri sırtında taşıma şerefine de nail oldu. Bir dönem şeytan ve dostlarının şer rüzgârları insanların kalplerine çarparken, bir dönem geldi hakkın ve taraftarlarının saçtığı hayr, bir meltem gibi insanların kalpleri okşadı. Bazen isyan ve nankörlüğün öncüleri zafer naraları attı, bazen de iyiliğin öncülerinin fikirleri ve amelleri zafer sancağını dalgalandırdı. Kimileri kötülüğü yeryüzüne ekti; kimileri güzelliği… Ama ne olursa olsun tek galip gelenler her zaman hakkın gölgesinde yer alanlar olmuştur. Mart 2018’de hayra anahtar, şerre kilit olmak için annesinin rahmine yerleştirilip insanlığın içine salınan davetçi, âlim, mücahid bir zatı; Hasan Karakaya Hoca Efendi’yi Rahmeti Rahmana uğurladık. Bir hazine ilmi, tecrübesi, amelleri ve hedefleri ile birlikte toprağa karıştı. Tekrar dirileceği güne kadar hatıraları bir hoş hikâye olarak kaldı. Rabbimiz onu affetsin ve razı olsun. Nebevi Hayat Dergisi olarak, değerli ilim ve amel adamı Hocamızın hayata adadığı hayatını ortaya çıkarmak ve sevdikleri ile buluşturmak adına onun şahsına özel bir sayı hazırladık elhamdülillah. Doğumundan, ilim yolcuklarına, evlenip çocuk sahibi olmasından ölüm anına kadar birçok şeyi ailesi, akrabaları, arkadaşları tarafından dinleyip yazı halinde derledik. Bu sayıyı hazırlamanın ne kadar zor olduğunu bilmemize rağmen bazı kardeşlerimizin azami öz verisi ile gecikmeli de olsa bu sayıyı çıkarmanın mutluluğu içerisindeyiz. Özellikle bu sayının hazırlanması konusunda ciddi emekleri bulunan herkese teşekkür ederken, Nedim Bal abimizi özellikle zikretmemek vefasızlık olacaktır. Nebevi Hayat Dergisi olarak, Rabbimizden hocamıza lütuf ve keremini bolca açmasının niyaz ederken, geri de bıraktıkları ailesi ve dostlarına da tekrardan sabrı cemil niyaz ederiz.
İçindekiler
Hayatı, Hayat Verene Adamak Merhum Hasan Karakaya Hocaefendi
Hasan Karakaya Hocaefendi (ra.) Komisyon
Hasan Hocaefendinin Kızından Mektup; Babam! Zeynep Karakaya
Hasan Hocaefendinin İlme Düşkünlüğü Komisyon
04
10
22
29
Ropörtaj Hasan Hoca Hakkında Ne Dediler? Komisyon
34
Ropörtaj Hayra Ahtar, Şerre Kilit Olan Bir Ömür Ali Kaçar
45
Eserler Hocaefendinin Yazmış Olduğu Eserler Yusuf Yılmaz
50
İktibâs Hâkimiyet ve Kanun Koyma Merhum Hasan Karakaya Hocaefendi
52
İktibâs Filistin'e Âşık Bir Âlim Muhammed Muşeyniş
60
Duyuru Ramazanı İhya Edelim (İmam Buhari Vakfı Ramazan Programı) İmam Buhari Vakfı
62
BAŞ YAZI Merhum Hasan Karakaya Hocaefendi * Bu makale, Ocak 2013 senesinde hocamız tarafından kaleme alınmıştır.
HAYATI, HAYAT VERENE ADAMAK
İ
nsanlık tarihi boyunca hak ve batıl savaşı durmadan devam etmiştir. Bu savaş,
Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ve Kâbil ile başlamış ve günümüze kadar sürmüştür. Bâtıl bazen güçlenmiş ve hakkı sindirmeye çalışmışsa da eninde sonunda hak gelip bâtılın beynini ezmiştir: “Ey Muhammed! De ki: Hak geldi, bâtıl
4
Mayıs 2018
yok oldu. Elbette bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (1) Hak-Batıl mücadelesinde her devirde yiğitler ön saflara çıkıp zalimlerin zulmünden, kınayıcının
kınamasından
korkmadan Allah
yolunda
hakkıyla cihad etmişler, bu aziz dini en yüce noktalara ta1. İsra, 81
şımak için canlarını ve mallarını Allah
emiri Asım bin Sâbit ‘Allah’a yemin
yolunda feda etmişlerdir. Hayatlarını
olsun ki, ben bugün bir kâfirin hima-
kendilerine hayat veren Hayy ve Kay-
yesine sığınarak asla aşağı inmem. Ey
yum olan Allah için mücadele ederek
Allah’ım! Sen bizim durumumuzu
geçirmişlerdir. Bu yiğitler hayatı ölü-
Peygamberi’ne bildir’ dedi. Bun üze-
me giden bir yol değil, adeta ölümü
rine müşrikler onlara ok atarak Asım
hayata giden bir yol olarak görmüşler
dâhil yedi kişiyi şehit ettiler. Geri ka-
ve hayatlarını bu minval üzere devam
lan Hubeyb bin Adiyy el-Ensârî, Zeyd
ettirmişlerdir.
Za-
bin Desine ve Abdullah bin Tarık
tu’r-Reci Gazvesi Asım b. Sabit ve ar-
isimli üç sahâbî müşriklerin verdikleri
kadaşları da bu yiğitler kervanından
söze binaen aşağı inip düşmanlarının
sadece bir kaçıdır.
yanına geldiler. Düşmanlar onlara ta-
Zikredeceğimiz
Zatu’r-Recî Gazvesi Kahramanları Asım b. Sabit ve Arkadaşları Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gözcü olarak on kişiden müteşekkil bir müfreze gönderdi. Bunların başına, Hz. Ömer’in oğlu Asım’ın annesi tarafından dedesi olan Asım bin Sâbit el-Ensârî’yi emir tayin etti. Bunlar hareket edip Usfân’la Mekke arasında bulunun ve Hed’e adı verilen bir yere vardılar. Bunlar düşmanları tarafından keşfedilerek Hüzeyl kabilesinin bir kolu olan Lihyânoğulları’na bildirildiler. Lihyânoğulları, Müslüman müfrezeye karşı ikiyüze yakın okçu gönderdiler. Okçular Müslümanların izini takip ettiler. Müfreze emiri Asım ve arkadaşları müşrikleri görünce bir tepeye sığındılar. Müşrikler gelip çev-
mamen hâkim olunca yaylarının bağlarını çözüp onlarla Müslümanları bağladılar. Bu sırada Abdullah bin Târık, ‘Bu yaptığınız birinci ihanetinizdir. Allah’a yemin olsun ki, asla sizinle beraber gitmeyeceğim’ dedi. Öldürülen Müslümanlara işaret ederek ‘Şüphesiz ki bunlar, benim için en güzel örnektir’ dedi. Bunun üzerine müşrikler onu çekip sürüklediler. Kendileri ile beraber götürmeye zorladılar. Fakat Abdullah gitmemekte direndi. Müşrikler onu da öldürdüler. Geriye Hubeyb bin Adiyy ile Zeyd bin Desine kaldı. Müşrikler bunları götürüp Mekkelilere sattılar. Hubeyb’i, Hâris bin Amr’ın oğulları satın aldılar. Çünkü Hubeyb, Bedir savaşında bunların babası Hâris bin Amr’ı öldürmüştü. Hubeyb bunların yanında bir müddet esir olarak kaldı.”
relerini kuşattı ve onlara ‘Aşağı inin.
Zühri diyor ki: “Tâbiînden Ubeydul-
Bize teslim olun. Sizden kimseyi öl-
lah bin Iyâz’ın bana bildirdiğine göre,
dürmeyeceğimize dair söz veriyor ve
Hâris’in kızlarından olan Mâriye veya
ahitte bulunuyoruz’ dediler. Müfreze
Cevriye, Ubeydullah bin Iyâz’a Hu-
Ramazan 1439
5
beyb hakkında şunları söylemiştir. Müşrikler Hubeyb’i öldürmek için bir araya geldiklerinde, Hubeyb bu kadından, bedenen temizlik yapmak için emanet olarak bir ustura istedi. Kadın da ona usturayı verdi. Kadın diyor ki: ‘Ben meşgul iken Hubeyb, yanına giden oğlumu tutup dizine oturttu. Ustura da elindeydi. Ben öyle korktum ki, Hubeyb korktuğumu yüzümden anladı ve ‘Benim bunu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben bunu asla yapmam’ dedi. 'Allah’a yemin olsun ki, Hubeyb’den daha hayırlı bir esir görmedim. Vallahi, bir gün onun demirlerle bağlı iken elindeki üzüm salkımından yediğini gördüm. Hâlbuki o gün Mekke’de hiçbir meyve bulunmuyordu. Şüphesiz ki bu, Hubeyb’e Allah tarafından verilmiş bir rızıktı.’ Hubeyb’i Harem (kan dökülmesi haram olan bölge) sınırından çıkartıp Ten’im denilen yerde öldürmeye götürürlerken Hubeyb onlara ‘Bırakın beni iki rekât namaz kılayım’ dedi. Onu bıraktılar. Hubeyb tadil-i erkânı ile iki rekât namaz kıldı. Sonra onlara dönerek ‘Eğer benim sızlandığımı zannedeceğinizi düşünmeseydim, ben o iki rekâtı uzatırdım. Ey Allah’ım! Sen bunların sayısını say (parça parça ederek bunları öldür, hiçbirini geride bırakma)’ dedi. Hubeyb asılmaya götürüldüğü zaman şu şiiri söyledi:
6
Mayıs 2018
Çevreme fırkalar yığıldı. Düşmanlar kabilelerini başıma topladı Bir araya toplayabilecekleri her şeyi yanıma getirmişlerdi Yakınıma çocuk ve kadınlarını onlar çağırıp yerleştirdi. Düşman beni uzun ve müstahkem bir direğe bağladı, Herkes düşmanlığını açıkça ortaya koyuyordu. Çaresizdim, katledileceğim yerde elim kolum bağlıydı. Mağduriyetimi ve garipliğimi ancak Allah’a havale ederim. Katlederken yaptıklarını şikâyetim Allah’tan başka kime olabilirdi? Ey Arşın sahibi! Başıma gelenlere karşı lutfet sabrını! Düşmanlar etlerimi parçaladı, artık kurtulma ümidim de kalmadı. Dilerse Allah parçalanmış organların eklemlerini de mübarek kılar. Zira bütün bunlar O’nun rızasını kazanmak içindi. Bana ya dininden dön, ya da öldürüleceksin, dediler Ümit bekleyen gözlerim yağmur gibi yaşlar döktü. Dökmem, ölüm korkusuyla gözyaşı. Bir gün mutlak öleceğim. Korktuğum tek şey hayatta, yakıcı cehennem ateşi oldu. Ne boyun eğerim düşmana ne de önünde sızlanırım. Dönüşüm Allah’adır. Onun takdiri dışında bir şey mi oldu? Müslüman olarak öldürüldükten sonra artık önemli midir bana? Allah yolunda öldürülen bedenim acaba hangi tarafa düştü?
Allah Teâlâ, düşmanlar tarafından kuşatıldıklarında Asım bin Sabit’in; “Ey Allah’ım, sen bizim durumumuzu Peygambere bildir” duasını kabul etti. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sahabelerine müfrezenin halini ve başına gelenleri haber verdi. Diğer yandan Kureyş kâfirlerine Asım’ın öldürüldüğü haberi ulaşınca, onun vücudundan kendisini tanıtacak bir organın koparılıp getirilmesi için Asım’ın nâşının yanına adam gönderdiler. Çünkü Asım müşriklerin ileri gelen bir adamını öldürmüştü. Asım’ın öldürdüğü kişi Ukbe bin Ebi Muayt’tı. Ayrıca Asım Uhud savaşında Abduddar kabilesinden iki genç kardeşi öldürmüştü. Bunların anneleri Sa’d kızı Sülafe, Asım’ın kafasını eline geçirdiğinde kafatasında şarap içeceğine dair and içmişti. Allah Teâlâ , Asım’ın cesedi üzerine bulut şeklinde yaban arıları gönderdi. Bu arılar Asım’ın cesedini Kureyşlilerden korudu. Onlar Asım’ın vücudundan herhangi bir parça koparmaya muktedir olamadılar. Cesedinden parça almaktan aciz kalan müşrikler; “nasıl olsa geceleyin arılar gider. O zaman gelelim” dediler. Allah Teâlâ, gece olunca yağmur yağdırıp seller akıttı. Sel Asım’ın cesedini alıp götürdü. Müşrikler bir şey bulamadılar. Bir rivayette: Yerin yarılıp Asım’ın cesedini içine aldığı söylenmiştir.
Çünkü Asım; necis oluşlarından dolayı, herhangi bir müşriki kendisine dokundurmayacağına ve hiçbir müşrike elini sürmeyeceğine dair Allah’a söz vermişti. Hz. Ömer’e; “Asım’ın vücudunun yaban arıları tarafından korunduğu haberi ulaşınca o şöyle demiştir: “Allah, mümin kulunu korur. Asım hayatta iken herhangi bir müşriki kendisine dokundurmayacağına ve hiçbir müşrike el sürmeyeceğine dair Allah’a söz vermişti. Asım hayatta iken verdiği sözü tutup müşrikleri kendisine yaklaştırmadı.. Ölümünden sonra da onu müşriklerden Allah korudu. İbn İshak diyor ki: “İkinci esir olan Zeyd bin Desine’yi ise, babası Umeyye bin Halef’e karşılık öldürmek için Umeyye’nin oğlu Safvan satın aldı. Safvan onu Nistas adlı bir kölesine
Ramazan 1439
7
şılığında Muhammed’in öldürülmesini isteyeyim şimdi bulunduğu yerde kendisini bir dikenin incitmesini
“İnanç çok ciddi bir
dahi istemem.”
meseledir. Onda gevşeklik,
Ebu Süfyan şöyle dedi: “Arkadaşları-
lakaytlık yoktur. Onu
nın Muhammed’i sevdiği kadar her-
korumak oldukça pahalıdır. Fakat mü’min, inancını her değerden üstün tutar. Allah Teâlâ nezdinde bu böyledir. Sonra inanç öyle bir emanettir ki, bu yüce emanet, ancak uğrunda hayatını feda edecek, her şeyini bu yola koyabilecek kararlı kişilere teslim edilmiştir."
hangi bir kimsenin başkasını sevdiğini görmedim.” “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.”
(2)
Sonra Zeyd’i Nistas öldürdü. Allah Zeyd’e rahmet etsin. Görüldüğü gibi Allah erleri, hakkıyla iman ettikleri için dinleri uğrunda canlarını esirgememiş, tağutların ve kâfirlerin hiçbir teklifini kabul etmeye yanaşmamış ve azimetin altın harflerle yazılacak misalleri olmuşlardır. Günümüze kadar hiçbir tahrife uğratılmayan bu din, işte bu gibi
teslim etti. Onu öldürmek için Harem
kahramanlar vasıtasıyla hâkimiyeti-
sınırından çıkarıp Ten’im isimli yere
ni sürdürmüş ve insanlığı cehaletin
götürdü. Zeyd’in çevresine Ebu Süfyan bin Harb dâhil Kureyş kabilesi toplandı. Zeyd bin Desine’nin öldürülme anında Ebu Süfyan ona şöyle dedi: “Ey Zeyd, Allah için söyle. İster misin ki, burada senin yerinde Muhammed olsun, onun boynunu vuralım. Sende ailenin yanında olasın.” Buna karşılık Zeyd, metanetle şu cevabı verdi. ‘Allah’a yemin olsun ki değil beni serbest bırakmanız kar-
8
Mayıs 2018
bataklığından kurtarıp ilahi hidayete sevk etmiştir. Günümüzde insanların kalbinden uzaklaştırılan ve raflara kaldırılmak istenen bu yüce dinin yeniden layık olduğu yüce mertebeye ulaşıp kalplerde ve meydanlarda şahlanması için Rasûlullah dönemindeki bu tür kahramanlara ihtiyaç vardır. 2. Bakara, 207
Her türlü bahaneyi ileri sürerek acizlik ve korkaklıklarına ruhsat arayan günümüz insanlarının bu ağır vazifeyi ifa edebilmeleri için imanlarını kuvvetlendirmeleri, ilhamını beşerî düşüncelerden değil, ilâhi nizamdan almaları ve cehalet kalıntılarından arınarak ruhlarını yenilemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde, fincanda fırtınalar ve çöllerde fısıltılar hiçbir amaca ulaştıramaz. Bu hususta Seyyid Kutup, Fi Zilâli’l-Kur’an’da şöyle diyor: “İnanç çok ciddi bir meseledir. Onda gevşeklik, lakaytlık yoktur. Onu korumak oldukça pahalıdır. Fakat mü’min, inancını her değerden üstün tutar. Allah Teâlâ nezdinde bu böyledir. Sonra inanç öyle bir emanettir ki, bu yüce emanet, ancak uğrunda hayatını feda edecek, her şeyini bu yola koyabilecek kararlı kişilere teslim edilmiştir."
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 207)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, günümüz şartlarına benzer durumda yaşayan bir Müslüman’ın nasıl tavır
İşte bunun içindir ki, Allah’ın dostları olan hakiki veliler, küfrün karşısında asla susmazlar. Çünkü onlar, “Cihadın en üstünü, zalim idarecinin karşısında hakkı söylemektir” hadisinin gereğini fiilen yaşarlar. Onların bir kısım meddahlara ihtiyacı yoktur. Çünkü onlar fani dünyaya aldanmazlar. Dünyanın, ahiret nimetleri karşısında mümin için bir zindan, cehennem azabı karşısında kâfir için bir cennet olduğunu yakinen bilirler. Nitekim Hz. Peygamber “Dünya mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir” (3) buyurmuştur.
takınması gerektiğini beyan ederek
3. Müslim, Tirmizi
4. Ahmed b. Hanbel
şöyle buyurmuştur: “İnsanlar öyle bir zamanda yaşayacaklar ki, kişi acizlikle büyük günah işlemekten birini seçmeye mecbur edilecektir. Kim bu zamana ulaşırsa, acizliği günahkârlığa tercih etsin.” (4) Rabbim cümlemizi dini mübin İslam’a hizmet eden ihlaslı kullarından eylesin.
Ramazan 1439
9
KAPAK DOSYA Komisyon
HASAN KARAKAYA HOCAEFENDİ (rahimehullah)
10
Mayıs 2018
DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU VE İLK TAHSİLİ Hasan Karakaya Hocaefendi 1943 yılında
Erzurum’un
İspir/Pazaryolu
ilçesi, Demirgöze köyünde çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan bir ailenin üçüncü ve ilk erkek çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası aynı zamanda köyün sıhhiyesi olarak da bilinirdi. Annesi ise ev hanımıydı. Hasan Hocaefendinin ilginç bir doğum hikâyesi vardır. Annesi tarlada ekin biçerken rahatsızlanmış ve o zor şartlar altında doğumu gerçekleşmiştir. Yakınlarının anlattığına göre tıp dilinde Makrozomik diyebileceğimiz
Hasan Hocaefendi dünyaya gelmeden önce muhterem anneleri bir gece rüya görür. Rüyasında; iki bacakları arasından bir güneş doğduğunu ve bu güneşin uzaklaşıp gittiğini görür. Rüyasını tabir ettirdiğinde ise ona şöyle denir; “Bir erkek oğlun dünya ya gelecek. O, Âlim olacak ancak senden çok uzaklar da yaşayacak!”
4000 gram üzeri bir bebek olarak dünyaya geldiğinde gözleri açık ve etrafı seyreder bir haldeydi. Çocukluğunun ilk on buçuk yılı köyde geçmiştir. Kendisinin çocukluk çağından hatırladığı tek oyun dokuztaştır. Ablası; çocukluğunda çelik çomak oyunu oynadığını ve taşlardan bina yaptığını söyler. Ayrıca iyi bir at binicidir. Erzurum’un yüksek ve çetin
Hasan Hocaefendi dünyaya gelmeden önce muhterem anneleri bir gece rüya görür. Rüyasında; iki bacakları arasından bir güneş doğduğunu ve bu güneşin uzaklaşıp gittiğini görür. Rü-
dağlarının düzlüklerinde at koşturdu-
yasını tabir ettirdiğinde ise ona şöyle
ğu çok olmuştur.
denir; “Bir erkek oğlun dünya ya gelecek.
Annesinin de teşvikiyle çocukluk yıl-
O, Âlim olacak ancak senden çok uzaklar
larından itibaren ilme yönelmiştir. Boş işlerle iştigal olmaya fırsatı olmamış, Kuran ilmine çok erken yaşta hafızlık ile başlamıştır. Dört veya beş yaşlarında Kuran okumaya, 9 yaşlarında ise
da yaşayacak!” Nitekim bu rüya hakikat olmuş, Hocaefendi çocuk yaşlardan itibaren ilim yolculuklarına çıkmış ve ömrünü ai-
hafızlığa başlamıştır. O dönemde De-
lesinden çok uzaklarda gurbet hayatı
mirgöze köyünde okul yoktur.
yaşayarak geçirmiştir.
Ramazan 1439
11
Hocaefendinin anne ve babası ilk oğullarının şehit dedesi Musa Efendi gibi hafız olmasını çok istiyorlardı. Onu bu konuda cesaretlendirmiş ve hafızlık dersleri boyunca onu takip etmişlerdir. Hasan hoca köyde ki hafızlık eğitimine 12 kişi ile beraber hocası ‘Hüsamettin Kabahor Hoca’ ile başlamıştır. Ancak bu eğitimi bitirebilen tek bir kişi olmuştur! Bir buçuk senede hafızlık eğitimini tamamlamıştır. Hocasının kendisi üzerinde emeğinin çok olduğunu söyler ve onu her daim rahmetle anardı.
Köy Hayatı / Hafızlık Tahsili (1943 1954) Çocukluğu köyde geçen Hocaefendi anne ve babasının hafızlığa olan düşkünlüğü sebebiyle hafızlık eğitimine 9 yaşlarında başlar. Çocukluğu Kur’an eğitimi ile yoğrulmuş olduğundan fazlaca oyun bilmez. Annesinin hafızlık eğitimi üzerinde bu kadar ısrarlı oluşunun en büyük sebebi; hafız ve hoca olan kayınpederinin yani Hasan hocanın dedesi Musa efendinin Birinci Dünya savaşında Ruslar’a karşı Altınbulak mevkiinde şehit düştüğünde iç cebinde taşıdığı Kur’an-ı Kerim hatırasına dayalıdır. O Kur’an-ı Kerim hala mevcuttur ve Hocaefendi o hatıraya sahip çıkmış bir insandır. Hasan Hocaefendi sık sık Musa dedesinin hanımı Havva nenesinin takva sahibi bir insan olduğundan bahsederdi.
12
Mayıs 2018
Hasan Hocaefendinin doğduğu Erzurum Demirgöze ’de geçirdiği hayat sahnesinin yavaş yavaş sonuna gelinmiştir. Yakında uzun ve meşakkatli ilim yolculukları başlayacaktır. Yıllar sonra doğduğu, büyüdüğü köyünü birkaç kez ziyaret etmiş olsa da bunlar sınırlı kalmıştır. Çok ziyaret etmek istediyse de bir türlü nasip olmamıştır.
İLİM YOLCULUKLARI Erzurum Hayatı (1954 - 1956) Hocaefendi takriben 11 yaşlarında babası Hüseyin Efendi ile beraber Erzurum’a gitti. Erzurum’da Yusuf Hocaefendi’ den Arapça dersler almaya başladı. Erzurum’da 2 sene kaldı. Bu dönemde yakın bir akrabasının evinde konaklar. Bakırcılar Camiin’de medrese eğitimi alır. Hem eğitim almakta hem de kendinden yaşça küçük çocuklara Kuran ilmini öğretmektedir.
Hocaefendi 11 yaşlarında bu ilmi öğretmeye başlamıştır. Öğreticiliğindeki mükemmelliğin bir sebebi de bu yaşlarda kazandığı melekeler sayesinde olması muhtemeldir. O dönemde Hocaefendi Erzurum’da birçok hoca ile de görüşür. Bu dönemden paylaşılmaya değer bir olay vardır; Erzurum’da kaldığı dönemde, zaman zaman illere ziyarete gider ve Kur'an ilmini anlatır ve vaazlar verirdi. Yine bir dönem Ramazan ayında Diyarbakır’a gidiyor ve orada vaaz yapıyor. İşte bu vaaz hayatında dönüm noktası olan ilk olaydır. Anayasanın 163. Maddesine aykırı hareket ettiği sebebiyle mahkeme yolu gözükür kendisine. Hocaefendi, İslami ilimlerin yanında hukuk ilmini de öğrenmeyi ilk burada istemiş ve karar vermiştir. Anayasanın 163. Maddesine aykırı hareket ettiği sebebiyle sorgulanan Hocaefendi çocuk yaşta olduğundan dolayı affedilir ve savcının bir daha karşısına çıkmaması istemiyle salınır.
İstanbul Hayatı (1956 - 1960) Hasan Hocaefendi Erzurum’da Kuran ve Arapça dil eğitimini tamamladıktan sonra 13-14 yaşlarında İstanbul’a akrabalarının yanına gelir. İstanbul’da hem çalışır hem de kendisine esaslı bir şekilde ilim öğretecek hoca arar. Derdi İslam ilmini iyi öğrenmektir. Beyazıt’ta Oflu Mehmet hocanın oğlunun Mısır’a gidip geldiğini bilmekte, orada İslam ilminin iyi olduğunu duymaktadır.
Kararını vermiştir! Neye mal olursa olsun Mısır’a gidecek ve İslami ilimleri en iyi şekilde öğrenecektir. Ancak bu yol kendisinin dahi hayal edemeyeceği derecede meşakkatli bir yol olacaktır. Lakin hedefin büyüklüğü bu yolculukları mukaddes bir mücadeleye dönüştürmüştür.
UZUN AYRILIK YILLARI O, annesinin rüyasında gördüğü çocuktu. “Bir erkek oğlun dünyaya gelecek. O, Âlim olacak ancak senden çok uzaklar da yaşayacak!”
Suriye Hayatı (1960 - 1963) Daha öncede zikrettiğimiz gibi Hasan Hocaefendi Mısır’daki İslam ve Kuran eğitimi ile ilgili güzel duyumlar almıştı. Bu yüzdendir ki henüz 17 yaşlarında daha gençliğinin baharında iken gönlüne Mısır sevdası düşmüştür. Ancak 60’lı yıllar yokluk günleridir. Mısır’da ilim tahsil edecek parası yoktur. İşin açıkçası maddi destekçisi de olamamıştır. Ta ki tren parasını buluncaya kadar! İşte bulduğu bu yol harçlığı ile birlikte ilim yolculuğu başlar ve ilk durağı olan Suriye sınırına trenle ulaşır.
Allah’a Tam Bir Tevekkül, Hak Yolda Azim, Musibetlere Sabır… Hasan Hocaefendi trenle geldiği Suriye sınırını şartlar gereği yürüyerek ve kaçak olarak geçmesi gerekiyordu.
Ramazan 1439
13
İlim uğruna çıktığı bu çileli yolculuğu kendisi şöyle anlatıyordu: “Sınırı yürüyerek geçmek zorundaydım. Önümüzü kesen sınır tellerini aştım. Zorlu patika ve yollardan geçtim. Zaman zaman mevzilerde saklandım. Yolda çeşitli askerlerle karşılaştım ve sorgulandım. Yer yer aynı bölgede günlerce beklediğim oldu. Bir taraftan korku bir taraftan açlık yaşadım. Çantamı kaybettim. Bilmediğim evlerde misafir kaldım. Islak elbiselerimle günlerce yürüdüğüm ve yattığım oldu.” Hasan Hocaefendi bu meşakkatli yolculuğun sonunda Allah’ın yardımıyla Suriye’nin başkenti Şam’a ulaştı. Şam’da bir mescitte 3 yıl kadar kaldı. Burada medrese eğitimine devam ederek icazetname aldı. Aldığı icazetnameyi hala saklamaktadır. Şam’ da Arapça dil eğitimi ve Kuran eğitimi aldı. Ancak Suriye’de kaldığı bölgede yoğun olarak Türkiyeli öğrenciler olduğundan ağırlıklı olarak Türkçe konuşulmaktaydı. O yüzden Suriye’nin Arapça dil gelişimine katkısı az olmuştur. Hasan Hocaefendinin asıl hedefi Mısır’a ulaşmaktır. Çünkü o günkü şartlarda ilmin kaynağı oradadır. Bu yüzden Suriye’de fazla durmaz ve ikinci durağı olan Lübnan’a geçiş planları yapar. Lübnan’a gidiş sebebi aslında Lübnan’ın Mısır’a, komşu olan bir Akdeniz ülkesi oluşuydu. Mısır’a ulaşmanın en kolay ve güvenilir yolu ise deniz yolculuğuydu. Ama önce Lübnan’a ulaşması gerekmekteydi.
14
Mayıs 2018
Lübnan - Beyrut Hayatı (1963 - 1965) Hasan Hocaefendi Şam’dan Beyrut’a yine yürüyerek son derece çileli ve tehlikeli yolculuklardan sonra ulaşabilmiştir. Golan Tepeleri’ ne yakın mevzilerden geçmiş, Müslüman bölgelerine yakın yerlerde konaklamıştır. Müslümanlara bir kötülük yaparlar düşüncesiyle Ermeni köylerini ve evlerini tespit ederek o bölgelerden uzak olan geçiş yollarını kullanmışlardı. Dere tepe demeden günlerce süren zorlu, bir o kadar da tehlikeli yolculuktan sonra nihayet Allah’ın izniyle Beyrut’a ulaşmıştır artık. Lübnan’da da birçok maddi - manevi sıkıntılar çekmiştir. Yine ilk gittiği yer Müslümanların her daim sığınağı olan bir cami olmuştur. Rabbimizin “İnne Meal Usri Yusra /Her Zorluktan Sonra Bir Kolaylık Vardır” ayeti kerimesi burada tecelli etmiştir. Hasan Hocaefendinin burada tanıştığı zat onun hayatında önemli bir katkısı olan hafız bir hocaefendi idi. Hasan Hocaefendi bu zata ‘’beni okutur musun?‘’ dediğinde o zat onu dinlemiş fakat Kur’an okumasından tatmin olmamıştı. Bunun üzerine “şayet bana tam tâbi olursan ve dediklerime harfiyen uyarsan seni okutabilirim” demişti. Hocası onun hafızlığını sıfırdan başlatır. Bu muhterem zat Hasan hocanın hayatında önem arz eden ikinci hocası olmuştur. Hasan Hocaefendi bu zat ile beraber Beyrut’ta yaklaşık 2 yıl kalmıştır. Bu süre içerisinde Hasan
Hocaefendi caminin küçük camekânlı bölümünde yatar kalkardı. Geceleri tenha bir zamanda kıyafetlerini yıkayıp kuruttuğunu hüzünle anlatırdı. Gündüz ise bir taraftan camiyi temizler bir yandan da hafızlığını kuvvetlendirmek için hocasından ders alırdı. O yıllar yalnızlık, gurbet ve yokluk yıllarıdır. Allah kuluna bir kez daha yardımını lütfetmiştir. Beyrut’ta gemi ipleri satan Hasan Abbad isminde bir adam (Allah ondan razı olsun) Hasan Hoca ve yanındaki arkadaşına 1 veya 1,5 sene nafaka ihtiyaçları için yardım etmiştir. Lübnan’a kaçak yollardan giriş yapıp Beyrut’ a ulaşmış olmasına rağmen hala ülkede kaçak statüsünde yaşıyordu. Allah’ın ona yardımı ile oturum izni aldı. Hocası ondaki azmi ve hevesi görünce onun Kur’an hafızlığı yarışmasına katılmasını uygun görür ve Hasan hocayı yetiştirmeye başlar. Hasan Hocaefendi de çok isteklidir. Bir talebesinin anlattığına göre Hasan Hoca bu süreçte Kur’an’ın her bir sayfasını tam bin kez okumuştur. Nihayet Kur’an hafızlığı yarışmasına katılmış ve buradan birincilik elde etmiştir. Yarışmadan kazandığı altın saat o günlerin şahitliğini yapan bir yadigâr olarak hala ailenin elinde özenle muhafaza edilmektedir. Lakin bu saat de o zorlu ve meşakkatli yolculuklardan payına düşeni maalesef almıştır! Hasan Hocaefendinin hafızlığı Beyrut’ta kemale ermiştir.
Mısır Hayatı (1965 - 1976) Hasan Hocaefendi en büyük hayali olan Mısır’a adım adım yaklaşmıştı. Lübnan’dan Mısır’a gemi yolu ile 1965 yılında ulaşmıştır. Hasan Hocaefendinin ilim yolculuğunun büyük bir kısmı Kuzey Afrika ülkesi olan Mısır’da geçmiştir. Mısır Hasan Hocanın “donanım” safhasıdır. Hasan Hocaefendi önce İskenderiye limanında iner. Buradan bahsederken denizini hep överdi. Arkadaşlarıyla birçok kez buraya gelir ve yüzerlerdi. Hatta bir keresinde burada boğulma tehlikesi geçirmiş ve son anda Allah’ın yardımıyla kurtarılmıştı. Hasan Hoca İskenderiye’den Kahire’ ye gelir. Dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan El-Ezher Üniversitesi’ ne kayıt olmak ister ama yine önüne engeller çıkar. El-Ezher Üniversitesi, kaydını kabul etmez. Çünkü Mısır Devleti her yabancı öğrenciden Lise denkliği veya seviye tespit sınavı istemektedir. Hâlbuki Hasan Hocaefendi Türkiye’de ne ilkokul ne de ortaokul ne de lise eğitimi görmüştür. Hasan Hoca 5 ay süre ile seviye tespit sınavına hazırlanır. Bu süre zarfında Kahire’de, El-Ezher Üniversitesi bünyesinde olan ve Ezher Caminin bitişiğinde yer alan Revakul-Etrak’ta kalır. Beyrut’ta hafızlığını kuvvetlendirmek için kaldığı yıllarda Araplar ile haşır neşir olduğundan Arapça diline hakimdir. Beyrut’taki çileli yıllarının se-
Ramazan 1439
15
meresini almaya başlamıştır. Bu yüzden dil bakımından çok zorlanmaz fakat çok çalışır. Kendi deyimiyle gece yarılarına kadar “gel-git”ler yaparak ezber çalıştığı olmuştur. Nihayetinde imtihana girer ve Mısır’da Ezher’e bağlı ortaöğretim okulunda eğitim almaya hak kazanır. Fakat Hasan Hoca demek, bitmeyen çile demektir. Yine karşısına büyük bir engel daha çıkar; O da yaş engelidir! Bu durumda kazandığı seviye tespiti sonuçları yaş nedeniyle kabul edilmemektedir. Bu durum kendisi ile beraber aynı durumda olan diğer arkadaşlarını da çok üzer. Hasan hoca aralarında en iyi Arapça konuşan kişi olarak sözcü olur ve lise müdüründen yardım istemeye karar verirler. Hasan Hocaefendinin dili hep tatlı olmuştur ve pes etmeyen mücadeleci bir insandır. Lise müdürünün karşısına çıkar ve “Türkiye’den Ezher’e ilim tahsil etmek için geldiklerini, geriye döndüklerinde kendi ülkelerine bu ilmi taşımak ve öğretmek istediklerini” belirten duygusal bir konuşma yapar. Sonunda Allah’ın yardımıyla Lise müdürü sınav sonuçlarını kabul eder ve ortaöğrenim kayıtlarını yapar. Hasan Hocaefendi ve arkadaşları 4-5 seneye yakın süre okuyup Ortaöğrenim diplomasını alırlar. Bu dönemde Revakul Etrak’tan tüm öğrencilerin kaldığı Abbasi’ye Yurduna taşınmıştır.
16
Mayıs 2018
Ezher Üniversitesi ‘Arap Dili ve Edebiyatı’ Bölümüne Giriş
kültesi okuma istediğini etkilediği şüphesizdir.
Ezher Üniversitesi, kendi liselerini bitiren öğrencileri direk Üniversiteye kabul ettiğinden Hasan Hoca artık Üniversitelidir. Ezher Üniversitesinde “Arap Dili ve Edebiyatı” bölümünü tercih eder.
Hocaefendi ezberi çok güçlü bir insandı. Fakültedeki birinci yılını çok iyi notla geçmiştir. Diğer yıllarda da zorlanmadan okumuştur.
İlk yıllar okul masraflarını ve geçimini üniversitenin verdiği 10 Cüneyh’ lik bursla sağlamaya çalışıyordu. Lakin bu para çoğu zaman ay sonuna yetişmiyordu! Hocaefendinin elini rahatlatacak başka hiçbir desteği de olmuyordu. Zaman zaman akrabalarının destekleri olmuşsa da o günün şartlarında sağlıklı ulaşım sağlanamıyordu.
Kahire Üniversitesine ‘Hukuk Fakültesi’ Bölümüne Giriş Hasan Hocaefendi El Ezher Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünü son sınıfına kadar tamamlar. Lakin ne gariptir ki Ezher Üniversitesi, Türkiye’de denkliği tanınmayan bir üniversitedir. Bu durum onu üzer. Bu sebeple Kahire Üniversitesi’nde okumak istemektedir. Kahire Üniversitesi ki Mısır’lı gençlerin dahi zor girebildiği köklü bir üniversitedir. Sınavlara girer, kazanır ve kabul edilir. Kahire Üniversitesine Hukuk Fakültesi tercihi ile başlar. Kahire Hukuk Fakültesi Türkiye’de denkliği olan bir fakültedir. Gençlik çağında geçirmiş olduğu soruşturma ve mahkeme olayının Hocaefendinin Hukuk Fa-
Hocaefendi Üniversite döneminde Nil nehri üzerinde yer alan Zamalek’te ikamet etmiştir. Burada bir çatı odasında kardeşi kadar yakın arkadaşı olan M. Bülbül Hoca ile beraber kalırdı. Ev sahibi Türk bir teyzedir. Günlerini ders çalışma ile geçirir. Yoğun ve azimli bir çalışma programı vardır. Akşamları üniversitede tanıştığı bir öğrenciden de Fransızca dili öğrenmektedir. Hocaefendi Ezher’de okurken 3 lisan bilerek oradan ayrılmayı hedeflediğini söylemiştir. Nitekim Mısır’dan Arapça, Fransızca ve İngilizce öğrenerek Türkiye’ye geri dönmüştür. Hasan Hocaefendi Ezher Lisesine kabul edilir edilmez oturum izni almıştır. Ancak Mısır’da Türk öğrencilerin çoğunun gördüğü zorlu muameleden o da nasiplenmiştir. Uzun yıllar gurbette olduklarından dolayı askerlik nedeni ile kendisi de dâhil olmak üzere 50’ye yakın öğrenci vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Bu yüzden elçilik desteği dahi alamamışlardır. Bu olayı yakın bir arkadaşı şöyle anlatır; “Bizler uzun yıllardır burada talebelik yapıyorduk. Çoğumuz zor şartlar altındaydık. Üstüne üstlük Türkiye, okuduğumuz Ezher Üniversitesi’nin diplomalarını geçersiz sayı-
Ramazan 1439
17
yor ve denklik vermiyordu. Bu durumu defalarca elçiliğe şikâyet ettik ama bir netice alamadık. Bir gün dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Mısır’a resmi ziyaret yapacağını duyduk. Ne yapıp yapıp kendisine ulaşıp derdimizi anlatarak bir çözüm bulmasını isteyecektik. Birçok engellemelerle karşılaştık ama pes etmedik. Ne yaptık yaptık Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmeye muvaffak olduk. Kendisine burada gördüğümüz muameleyi, şartlarımızı, sahipsiz bırakıldığımızı, okul diplomalarımızın bile geçersiz olduğunu güzel güzel anlattık. Bize “Gençler Türkiye’ye döndüğümde ilk iş olarak sizin bu meselenizi ele alacağım! Rahat olun. Bu sıkıntınızı çözeceğiz!” dedi. Bu zor işi halletmenin verdiği sevinç içindeydik ve sabırsızlıkla gelecek haberleri bekliyorduk. Nihayet sayemizde Mısır’da okuyan Türkiyeli öğrencilerin sorununu kökten çözecek haber geldi; 50 kişi vatandaşlıktan çıkarıldık! Yani Siyasiler sorunu gerçekten kökten çözdüler! Artık Türkiye’nin vatandaşı değildik. Böylece diplomalarımızın denkliğinin Türkiye tarafından kabul edilmesine de gerek kalmamıştı. Çünkü dönecek, yerleşecek, yaşayacak vatanımız kalmamıştı!” Hasan Hocaefendi ve arkadaşları Mısır devletinin kendilerine tanıdığı ikametgâh ile ancak orada ikamet edebilmişlerdir.
18
Mayıs 2018
Hasan Hocaefendi Mısır’da okuyan Türk öğrencilerin bir nevi ‘abisi’ konumundadır. Öğrencilerin kendi aralarında kurduğu “Türkiye Öğrencileri Cemiyeti”nin ilk başkanlığını yapmıştır. Onun bu derece saygı ve sevgi görmesinin en büyük sebebi; kendisinden yardım isteyene mutlaka sonuna kadar yardım etmesi ve herkesin sıkıntısına koşmasıdır. Hasan hocaefendi asla miskin, hazırcı, isteyici, tembel bir insan olmamıştır. Talebelik döneminde bazen inşaat işlerinde çalışmak zorunda kalmıştır. Kendi ifadesine göre sırtında ve omuzlarında yük taşıdığından dolayı nasırlar oluşurdu. Mısır’da okul sezonunda azimle derslerine çalışır, yaz tatili geldiğinde ise başkalarına muhtaç olmamak adına yine kaçak yollardan Almanya’ya çalışmaya giderdi. Bir yıllık okul masraflarını ve harçlığını yaz tatilinde Almanya’da çalışarak çıkarmaya çalışırdı. Hasan Hocaefendi uzaktan bakıp da parası olmadığı için alamadığı tüm kitaplarını Almanya dönüşünde kazandığı bu maişetiyle alırdı. Böylesine ağır şartlara dahi Allah için sabretti ve istikametini bozmadı. Hasan Hocaefendi bu dönemde Türkiye’ye hiç gelememiştir. Kış dönemlerinde okuyor, yaz dönemleri geldiğinde ise masraflarını çıkarabilmek için yine başka bir ülkeye gurbete gidiyordu.
Mısır’da en sevdiği yemek arkadaşının pişirdiği Buhara pilavıdır. Evlerinin altında ise kaymak tatlısı satan bir dükkân vardır ve muhtemeldir ki Hocaefendi o tatlıyı çok sevmektedir! Mısır’da toplam 11 yıl kalmıştır. Liseyi, Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünü ve İslam Hukuku Fakültesini burada bitirmiştir. Bu yıllar içerisinde birçok hoca ve âlim zat ile buluşma ve ders alma fırsatı olmuştur. Onun İslam ilmine merakı ve dava şuuru İslam’ı kendine dert edinen herkes ile yollarının kesişmesine sebep olmuştur.
TÜRKİYE’YE DÖNÜŞÜ (27 Şubat 1976) 16 yıllık ilim yolculuğunun ardından Hasan Hocaefendi 1976 yılında 33 yaşlarındayken ülkeye geri dönmüştür. Mısır’dan geri dönmesinin en büyük sebeplerinden bir tanesi de arzuladığı hedeflerini tamamlamasıydı. Hasan Hocaefendi Türkiye’ye ‘yabancı statüsünde’ dönmüştür. Çünkü Mısır’da kaldığı yıllarda vatandaşlıktan çıkarılmış yani “Haymatlos”tur. Ancak vatandaşlığa daha sonraları alınır. Kahire Hukuk Fakültesini okuduktan sonra Türkiye’ye naklini ister ve Hukuk fakültesine nakli İstanbul Üniversitesi’nden kabul edilir. Fakat nakil ve denklik işlemlerinde de yine ilim yolculukları gibi zorluklarla karşılaşır. O dönemde resmî kurumlarda evrakları tercüme edecek düzeyde iyi Arapça bilen kişi zor bulunmaktaydı. İlk tercümesi yapılmış ancak İstanbul
Üniversitesi tercümeyi yetersiz gördüğünden kabul etmemişti. İkinci kez tercüme edilir ve bu tercümenin kabul edilmesi sonucu fakülteyi tamamlar. Ancak yoğunlaştığı şey İslam hukuku olmuştur. Hasan Hocaefendinin Türkiye dönemi ilim yolculuğu kadar ilham verici bir hayat dilimini de içerir. Yurtdışındaki ilmi kazanımları ve tecrübesi onu Türkiye’deki İslami mücadelesine hazırlamıştır. Bu dönemde İlim Yayma Vakfı yurdunda kalmış daha sonra orada 1981-85 yılları arasında müdürlük yapmıştır. O zamandan yetiştirdiği nice mümin talebeler vardır ki şu an adları meşhurdur! Sağ-Sol kavgalarında mü’min gençlere kol kanat germiş, İslami camianın ‘’abisi’’ olmuştur. O mü’min genç kardeşleri için gözü pek bir insandı. Kurşun sıyırmış yeleği ve karıştığı bir kavgada burun kemiğini kırdırması o dönemin nişaneleridir. Bir dönem akşamları Libya konsolosluğunda Arapça dil dersleri vermiştir. 1981 yılında kısa dönem olarak Antalya’da askerlik yapmıştır.
Evliliği ve Ailesi Hasan Hocaefendi’nin hayatının bir diğer dönüm noktası da 1981 yılıdır. Her iki tarafında tanıdığı bir Hocaefendinin tavsiyeleri ve aracılığı ile yine medrese tahsili görmüş olan Binnaz hanımefendi ile tanışmış ve tarafların rızası sonucu nişanlanmışlardır.
Ramazan 1439
19
Binnaz Hanımefendi de medrese tahsili görmüş dindar bir hanımdır. Fakat onun içinde 1981 yılı hayatının dönüm noktası olmuştur. Çünkü Hasan Hoca gibi Binnaz hanımefendi içinde zor ve çileli günler kapıdadır. 12 Eylül askeri darbesi yapılmış ve ülkede sıkıyönetim ilan edilmiştir. İslam’a ve Müslümanlara düşmanca davranan askeri bir yönetim ülkeye hâkim olmuştur. Mahkemeler ve hapishaneler Müslümanlarla dolup taşmaktadır. Herkesin korkudan nefeslerini tuttuğu tarihlerdir o günler. Bu arada Hasan Hocaefendinin İslami düşünceleri, davet çalışmaları ve tercümeleri sebebiyle hakkında davalar açılmış, gözaltına alınmış ve mahkemelere çıkarılmıştır. Henüz nişanlılık döneminde olan Binnaz hanımefendi yaşanan onca sıkıntılı ve çileli dönemlerde dahi hiç tereddüt etmeden Hasan Hocaefendinin arkasında bir dağ gibi durmuş ve onun çileli hayatının değişmez kader ortağı olmuştur. Bu yıllar zorlu, bir o kadarda hareketli yıllardır. Bu yıllarda evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, yüce davası uğruna mahkemelerde sorgulanmış, aynı zamanda İlim Yayma Vakfı yurt müdürlüğü yapmış ve Libya Konsolosluğunda Arapça dil dersleri vermiştir.
20
Mayıs 2018
Çocukları Kızı Zeynep ve oğlu Ömer Faruk olmak üzere 2 evladı vardır. Her iki çocuğunu da gelecek hesabı yapmadan İslami eğitim yuvalarında okutmuştur. Çocuklarına İslami bir terbiye ve iyi bir eğitim verebilmek için elinden gelen tüm çabayı ortaya koymuştur. Fakat Hasan Hocaefendinin ailesi sadece muhterem eşi ve iki çocuğundan ibaret değildi. Onun eşi ve çocukları dışında ailesi gibi hatta çoğu zaman ailesinden daha çok vakit geçirmek zorunda olduğu dava arkadaşları ve talebeleri vardı. Sorumluluğu ve yükü çok ağırdı. O, bir İslam âlimi, bir davetçi ve bir İslam mücahidi idi. Yeryüzünün her tarafında İslam davası tutsak edilmişken, Müslümanlara uygulanan zulümler ciğerleri kavururken, insanlar cehaletin, şirkin ve küfrün bataklığında bocalarken nasıl olurda hiçbir şey yokmuş gibi soğukkanlı davranabilirdi ki? Evet, onun bir eşi ve iki çocuğu vardı. Lakin ümmetin ilgiye muhtaç milyonlarca kadını, erkeği ve çocuğu vardı. Hasan Hocaefendi ömrünün son anlarına kadar kendi ailesinin ve çocuklarının dertleriyle dertlendiğinden daha fazla ümmetin erkeklerinin, kadınlarının ve çocuklarının dertleriyle dertlenmiş, hüzünlenmiş, sağlığını tüketmiş Rabbani bir Âlim’di. Bizler buna şahidiz. Sende şahit ol Yarabbi!
Türkiye’deki İslami Mücadelesi 1988 - 2000 yılları arasında Emniyettepe Kız Kuran Kursunda İslam tarihi, fıkıh ve Arapça dersleri okutmuştur. Hasan Hocaefendi o tarihten vefatına kadar hiç durmaksızın çeşitli vakıf,
Hasan Hocaefendi 1984 yılında Arapça’dan
Türkçe’ye
çevirdiği
İmam Hasan El-Benna’nın
Şehid ‘Risale-
leri’ nedeniyle iki kez sorgulanmıştır. 16 sene hapsi istenmektedir. Suçu yine 163. Maddeye aykırı hareket et-
dernek ve okullarda Arapça gramer,
mektir. Allah’ın hakkında kurtuluşu
nahiv ve belagat derslerinin yanın-
dilemesiyle bu davanın sonucunda da
da Fıkıh, Feraiz, Akaid, Hadis, Fıkıh
beraat etmiştir.
Usulü, Hadis Usulü ve Tefsir dersleri vermiştir. Ayrıca Türkiye’yi bir baştan
Hasan Hocaefendinin 2014 yılı sonra-
bir başa dolaşmış binlerce sohbet ve
sı sağlık sorunları arttı. Kalp yetmez-
nasihatleri olmuştur.
liği nedenli tedavisi devam ederken
1996 Ekim ayında bu yoğun tempolu
dahi okumayı yazmayı ve etrafına
hayata, strese ve üzüntüye dayana-
fayda sağlamayı terk etmedi. Dostla-
mayan kalbi ilk kez sinyal vermiştir.
rı ve talebeleri her defasında ‘hocam
49 yaşında kalp krizi geçirmiştir. Bu
biraz dinlenin! Kendinizi yormayın!’
dönemden sonra hep sağlık sorunları
dediyseler de o sanki yarım kalmış iş-
olduysa da çoğunlukla göz ardı etmiş öncelikli işi ümmet olmuştur. İlk kalp krizi sonrası da defalarca atak yaşamış ve hastanede yatmak zorunda kalmıştır.
Türkiye’de Sorgulandığı Davalar Hasan Hocaefendinin Türkiye dönüşü ilk davası; 1980 yıllarında Kurtköy Şeyhli mevkiinde kıldırdığı teravih
lerini bitirmek istercesine yoğun temposuna ısrarla devam ediyordu. %20 ile çalışan kalbine 2015 yılında kalp pili takıldı. Yazmak istediği, söylemek istediği, yapmak istediği daha çok şeyler vardı lakin emir yükseklerden, Refiki Ala’dan gelmişti.
namazı sonrası gördükleri tavuk çift-
1943 yılında İspir’in Demirgöze kö-
liğinin duvarına “Besmelesiz kesilen
yünde gözleri açık ve etrafı seyreder
tavuklar yenmez” yazısı nedeniyle ol-
halde geldiği bu dünya hayatına bir
muştur. Tutuklanarak sorgulanmaya götürülmüş, Kartal cezaevinde 85 gün kalmıştır. 85 gün sonra mahkeme beraat ile sonuçlanmıştır.
daha geri dönmemek üzere gözlerini kapadı. (2 Recep 1439/ 20 Mart 2018) Allah Rahmet Eylesin…
Ramazan 1439
21
KAPAK DOSYA Zeynep Karakaya Hasan Hocaefendinin Kızından Mektup
BABAM!
22
Mayıs 2018
Babacığım, Sevgili Babam, iki gözüm; Üç gün geçti üstünden ama sanki hep etrafımdasın. Aramızda olmadığının aralıklı olarak farkına varmanın acısı ile gidip geliyorum. Biliyorum ki sen artık ruhunu gerçek sahibine teslim ettin ama o bilinmeyen âlemden söylediklerimi duyabilme ihtimaline karşı yazıyorum. Bu seferki kompozisyonu, senden yardım almadan tek başıma yazdım. Herkes şahit olsun söylediklerime, nitekim sen özü de sözü de doğru bir insandın ve her zaman örnek bir şahsiyet olmanın bilincini aşılardın. Ben de şimdi seninle örnek bir şahsiyeti yani “Seni” paylaşacağım. Ben hayatta sana bunları deme fırsatı bulamadım. İçime dert oldu diyemediklerim. Baştan diyeyim; bunu hiç beklemiyordum babam. Çünkü sen annemin bir çorbasıyla ayağa kalkan adamdın. Senin günden güne solan vücudunu gördükçe mahvoluyordum ama ümit vardım. Benim için dağ gibi, koca bir çınar gibiydin. Şifaya kavuşacağına olan itimadım, Hakk’a kavuşacağın gerçeğini gizledi benden. Şimdi burnumun direği sızlıyor taa derinlerden! İnsanlar sana ‘âlim’ diyor, ben sana ise “baba” diyorum. Çeyrek asırdan fazladır babalık yapıyorsun bize. Biz senin babalığından razıyız, Allah da senden razı olsun. Bizleri Firdevs cennetlerinde buluştursun inşallah. Hem yakın bir zamanda Allah’ın vadettiği gibi ben de sana katılacağım.
Hatıralar insanın zihninden film şeridi gibi geçiyormuş meğer. Kimse bilmiyor gözümde canlanan ve akıp geçen anıları. Akan sadece gözyaşı değil babacığım. Hatırlarım; küçükken eve geldiğinde, henüz eve adımını yarım atmışken koşarak ayaklarına sarılırdık kardeşimle! Ayağının üzerine çökerdik yorgunluğunu görmeksizin! Sen ise sevecen kişiliğinle kucaklardın yavrularını. Bu evde nasıl mutlu olunmazdı ki? Beraber hatırladığım o kadar çok çocukluk anılarım var ki; karların üzerinde yuvarlandığımız günler mi dersin yoksa yaşanmış hikâyelerini anlattığın edebi akşamlar mı?
İşte
o hikâyeler bana ilham oldu babacığım! Sen ufku geniş, hayal âlemi derin, iletişimi mükemmel, merhameti güzel bir insandın. Sen o kadar meşgalen içinde bizimle geçirdiğin keyifli zamanların farkındaydın, o yüzden için rahattı. Ben senin bir tanecik kızınım biliyorsun. İlk alınan hediye kız çocuğuna verilir sünnetiyle tüm hediyeleri her seferinde bana verirdin de kimse itiraz etmezdi. Cebinde sakladığın şey bana alınmıştı bilirdim. Bana hediye ettiğin ve sakladığım o kokuları sürerek emanet ettik bedenini Rabbime. Kur’an arasına koyduğum çiçekleri bilirdin. Nerde güzel kokan bir çiçek olsa bana getirirdin. Hepsi bende babam, armağan ettiğin Kuran’ın sayfaları arasında.
Ramazan 1439
23
O gençlere demeliyim bunu mesela! Alnından yere damlayan terleri. Hem aile babası hem âlemin babası olmaya çalışırken çektiğin dertleri, girdiğin halleri! Yoksa sen hep dışarda enerjini saçan, birleştirici adam mı oldun babam? Bazen uykuların kaçardı, saatlerce tefekkür ederdin. Ödün kopardı ümmet bölünecek diye! Birtakım insanlar dünyevi menfaatlerin peşinde koşarken gördüler mi senin nasıl dertlendiğini, nasıl çırpındığını, bazen nasıl kanadının kırıldığını? Ben şahidim gecelerinin yüzüne vuran yorgunluğuna. Küle çalan benzinden anlıyordum evlatlarına dertlendiğinden daha fazla ümmete dertlendiğini. Allah da bunun için sana ahirette afiyet versin babacığım!
Nasıl da bilirdin küçük şeylerle büyük şeyleri sevdirmeyi! Ben senin sevdiğin, başını okşadığın, elinden tuttuğun kızınım! Senin fenotipik kopyan oldum. Güneşte kaş çatma şeklimiz bile aynı! Okurken göz kısmalarımız. Ellerimizi arkadan bağlamamız ve tabi ki ilme düşkünlüğümüz! Her çocuk babasına çeker sonuçta! Babacığım sen bize iyi bir mü’min olmanın yanında Zahiri ilimleri de öğrettin. “Bir hakikate ulaşmak istiyorsanız din ve fen ilimlerini kaynaştırmalısınız” derdin. Yıldızların adlarını ilk sen öğrettin bana, Matematikte paylaştırma problemlerini Hz. Ali’nin deve sorusu üzerinden öğrettiğin gibi! Kıbleyi gölge boyundan bulmayı ve yeryüzü olaylarını hep senden öğrendim. Şimşekleri herkes bilir ama onun arkasındaki sırrı ben, senden öğrendim! Ve sonra hiç şimşeklerden korkmadım. Korktuğum her dünyevi şeyin üstüne gitmeyi ve asıl korkulması gerekenin Rabb olduğunu da sen öğrettin ikimize. Evimizin teknisyeni sen olduğundan, Radyo tamir etmekten ve küçük ev aletlerinin problemlerinden anlayabiliyordum! Elektrikte kısa devreyi fizik hocam öğretmeden önce senden öğrendim ben! Senin vesilenle arttı bilgi dağarcığım, benim canım bilge babacığım! Edebiyatta senin sayende iyi oldum ben. Her konuşma aralarına serptiğim şiirlerim de sendendir. Hem de kimsenin keşfetmediği cinsten! Artık kay-
24
Mayıs 2018
dettiklerim dışında hepsi senle gitti babacığım! Daha okumayı sökmeden evvel Sahabelerin hayatlarını senden öğrendik. Bizi ara ara sınav yapardın. “Kur’an-ı bir rekâtta bitiren kişileri sayın bakalım? Ölümünde arşın titrediği sahabe kim? Ya Meleklerin yıkadığı yiğit sahabe?” Anlattığın her şey bu kızının kulağında babacığım! Sanıyorlar ki sen âlemin ‘alimi’sin, hayır eksik söylüyorlar sen ailenin de âlimisin! Ramazan hilalini birlikte gözetlediğimiz zamanları nasıl unuturum. Recep ayının ikisinde Hakk’a kavuştun, Rabbim bizi Ramazan’a kavuşturursa ben artık kime soracağım nazlı hilali? Sen benim için en güvenilir sahih kaynaktın. Bozuk itikatlarla ve hurafelerle savaşan, Allah’ın dini hakkında kötü söz söyleyenleri susturan adam susacak mı şimdi? Senin aramızdan ayrılmandan çok üzgünüz babacığım, çok üzgünüz. Ben sayende anne kokan Türkçe’me, baba kokan diller ekledim. Okurken kutsal kitabımız Kur’an- ı Kerim’i anlayabiliyorsam biraz, senin vesilenle oldu Rabbime hamdolsun. Dedim ya ilme düşkünlüğümüz aynıydı. Meğerse sen bana hayatın en güzel şeyini tattırmışsın; ilimden haz almayı! Kimliğim gereği çalışkan olmayı öğretmiştin. İlmin, kendini bilmekten geçtiğini ve riyadan uzak kalmayı.
Zaman nasıl da kovalıyor bizi? Zaman demişken, bana aldığın saat ki -hep sorardın- evet, hala çalışıyor babacığım! Hatıraların zamanım kadar değerli, zamanın kıymeti kadar kıymetli. Herkesin güzel hatıraları var seninle. Hatıralarımızı fotoğraflayamadık çünkü sen fotoğraf çektirmeyi sevmezdin. Senden habersiz bir iki kere çektim seni, hiç bana bakmayan resimlerin var bende o yüzden! Bize seni daha çok bıraksalardı, ah ama seni bırakmıyorlardı ki! Sen başkalarına da çok lazımdın. Kızamazdım onlara. Kimi seni 16’sında tanımış kimi henüz çocukken. Sayende bir sürü abim, ablam, kardeşim, amcam da oldu yani. Onlar da biliyorlar mesela sabah erken kalkıp çayı demlediğini. Onları da çocukların gibi görmüşsün meğer. Onlara da erken kalkıp menemen yaptın mı babacığım? Canım babam benim! Ben dünyaya gözümü açtım okuyan bir anne ile okuyan bir baba gördüm. Annem Saliha bir eş olarak hep destekledi seni. Evimizin duvarı baştan aşağı senin kitapların! Dikkatle sınıflandırdığın kitaplarının kokusu ile büyüdüm sayende. Kütüphaneye tırmanan çocuklarının ilme düşkünlüğü tesadüf değil, senden. Saatlerce nefesini tutup bir mesele üzerine eğildiğini ve öğünlerini atladığını biliriz. En anlaşılır dil ile yazıya aktarmanın derdine düştüğünü kitaplarını tashih ederken fark ettik. Sen en derin mevzuları en ba-
Ramazan 1439
25
den gelir ki elinde teyemmüm taşıyla seni görmeye! Teravih namazlarında okumayı sevdiğin Rahman suresi yumuşak sesinle kulaklarımda yankılanıyor hala “Fe bi eyyi a’lâi Rabbikuma Tukezziban” Birileri sanmasın seni uçurduğumu! Sebebi niyetim bellidir. Bazı şeyler aramızda her şeyi söylemeyeceğim elbette. Ama senin örnek hayatını anlatacağım o çok önemsediğin gençlere! Temennilerini sıraladığın yiğit gençlere. sit bir cümleler ile ifade etme zekâsına sahiptin. Rabbim sana böyle bir yetenek vermişti. Daha görkemli bir kelime seçmek varken, tam tersi her insanın anlayabileceği basit kelimeyi seçmendeki gayretini hiçbir akademisyen anlamayacak baba! Getirdiğim çaylar soğuyup gidiyordu sen ilmin ulvi âleminde yüzerken! Şimdi bizler ayaklarımızı uzatıp senin yazdıklarını okuyacağız rahatça öyle mi? Sağladığın kolaylık hayatımızda o kadar yer etmiş ki, şimdi araştırmamız, düşünmemiz gerekecek her şeyi. Sanıyorduk ki hep bizimle uğraşacaksın, hep bir anlık mesafemizde nazır olacaksın. Artık öğretilerin ışık olacak yolumuza… Faydasız olan ilimden senin de sığındığın gibi bizde sığınacağız. İlme bağlılığın gibi ibadete bağlılığını da bilenler bilir, yoksa bir hekim ne-
26
Mayıs 2018
O gençlere demeliyim bunu mesela! Alnından yere damlayan terleri. Hem aile babası hem âlemin babası olmaya çalışırken çektiğin dertleri, girdiğin halleri! Yoksa sen hep dışarda enerjini saçan, birleştirici adam mı oldun babam? Bazen uykuların kaçardı, saatlerce tefekkür ederdin. Ödün kopardı ümmet bölünecek diye! Birtakım insanlar dünyevi menfaatlerin peşinde koşarken gördüler mi senin nasıl dertlendiğini, nasıl çırpındığını, bazen nasıl kanadının kırıldığını? Ben şahidim gecelerinin yüzüne vuran yorgunluğuna. Küle çalan benzinden anlıyordum evlatlarına dertlendiğinden daha fazla ümmete dertlendiğini. Allah da bunun için sana ahirette afiyet versin babacığım! Bütün ömrün boyunca şehitlik mertebesini dilerdin Rabbimden. Seni sadece bir kez açıktan ağlarken gördüm babacığım. Beraber bulunduğumuz bir gündü, vakit bir öğle vakti idi; Filistin direniş lideri Şeyh Ahmed Yasin
şehid edilmişti. O haberi alınca gözlerinden yaşlar dökülmüştü açıktan açığa!! Geçen açtım bana henüz 11 yaşımdayken yazdığın hatıra defterini. Bence her baba miras bıraksın böyle yazılı bir hatıra evladına. Seni zorla alıkoyup yazdırmıştım. Demişsin ki; “cehaletten uzak dur! Zira cahiller ölü, üzerindeki elbiseleri ise kefen gibidir. Kibir, övünme, desinler ve kovuculuk gibi kötü huylardan kaçın... Allah’ın doğrunun yardımcısı olduğunu unutma!” Kula kul olmaktan beni men eden babacığım! Sağlam bir inanç ve arınmış bir kalp ile teslimiyetimde Rabbimin lütfusun sen! Senin yavrularına verdiğin emek bu konuda ne büyüktür. O sağlam akâid üzerine Allah bizi sabitlesin inşallah. Bayramlar babalarla güzel, ben yetim kalmış kalbimle bayramın ilk sabahında yeni pabuçlarımla yanına koşacak mıyım? Bu sefer çorap ve mendilsiz! Her bayram sana alacağım iki hediye olurdu, çünkü sen başka hiçbir şeyi kullanmazdın. Sade bir yaşantıyı benimser, ikiden fazla kıyafeti kendine çok görürdün. Bir ilahi vardı beraber söylediğimiz, adı “Şehadet Uykusu” Gözlerin yaşlanarak, sesin kısılarak söylediğin; “Çizgilerle dolu ellerin yüzün, otuzunda mısın, kırkında mısın? Bizi yalnız koyup göğe süzüldün. Acın dayanılmaz farkında mısın?”
Senin gözyaşlarını görmeye dayanamadığım için çok açmazdım bu ilahiyi! Ağzım büzülürdü zaten hüznünü gördüğümde. Seni her yorgun ve üzgün gördüğümde de hep büzülürdü ağzım ve gözüm. Şimdi her dinlediğimde daha çok hüzünleneceğim. Yokluğunda dönüp dolanıyorum işte ortada ya da donup kalıyorum bazen hatıralarımızda. Vefalıydın sen! İki kuşak ötesi akrabanın çocuğunun hatırını sorar, gönüllerine girerdin. Etrafında toplaşırlardı. Sen onları önemserdin onlar da seni. Akrabanın hakkını da eksiksiz tamamladın. Komşunun hakkını da… Mahallemizin temiz adamıydın sen, benim gözümde sıradan bir baba olamazsın. Şehir dışına her çıktığında hiç eli boş dönmezdin. Pişmaniyeye düşkünlüğümüz duraklatırdı yol kenarında seni. Seyahatlerimizdeki karargâhlar şahit yol kenarında kıldığımız namazlara, şimdi ruhun hangi karargâhta babam? Sen ebediyete intikal ettin diye duygusala bağlamış değilim babacığım. Ben tüm yaşadıklarımızın da senin ilminin de; Rabbim’den gelen bir lütuf ve ikram olduğunun çok farkındayım. Yazdıklarımda abartı yok babacığım! Hatta senin mütevazı hayatının taa kendisi bunlar. Hamd seni bana bahşeden Rabb’ime olsun. Tüm dünyaya göğsümü gere gere anlatacağım çok şeyler var ama işte senin mütevazılığın durduruyor beni.
Ramazan 1439
27
Geride bıraktığın bir iki parça dünyalık! Gözlüğünü artık annem kullanacak ama burnunun ucuna getirmeyecek senin gibi. Senden kalan maddi manevi her şey bizim için değerli. Öğrettiklerin sadece cebimizde durmayacak; aklımızda ve yaşantımızda olacak inşallah. Sevgin, merhametin, ilgin kalbimizde her daim yaşayacak.
Senle olan anılarım bu sınırlı sayfala-
Kitaplarına sen gibi bakacağım! Paylaştık biz aramızda her şeyi tatlı tatlı. Tek paylaşamadığımız sendin babacığım, sen de gittin dayanılmaz bir şekilde. Yutkunduk durduk üzüntümüzü. Ağır geçti bu üç gün sensiz. ‘Göz yaş döker, kalp hüzünlenir’ der peygamberimiz! Bu Allah’ın kullarının kalplerine koyduğu merhamettir. Ancak biz Rabbimizin razı olmayacağı bir şeyi söylemeyiz. Gerçekten biz senin bizi terk etmen sebebiyle hüzünlüyüz!
ticesine ulaşmışsındır.
Son anına kadar ellerini semaya açıp Allah’a hamd eden babam! Yorgun gözlerin aklımdan gitmiyor. Seni çok sevdiğimi söyleyebilmiş miydim sana? Düşkünlüğümü gözlerimden anlamışsındır! Sensizliğe nasıl katlanacağız bilemiyorum. Sabır ilk anda güzel ama ben onu beceremiyorum. Rabbim bana ve geride bıraktığın aileme sabırlar versin. Di-li geçmiş zaman kullanmak istemiyorum ama sanırım öyle olacak. Seninle koşmak da güzeldi dinlenmek de. Yarışmak da güzeldi. Yenilmek de. Her şey seninle çok güzeldi babacığım.
28
Mayıs 2018
ra sığdığı kadar az değil elbette! Ne söylesem eksik kalacak biliyorum. Sadece yüreğim fırında iken hatırladıklarım bunlar. Bizden usanmış mıydın bilmiyoruz ama biz senin uslanmaz ve senden usanmaz çocukların dünyada ahiretin için duacıyız baba! İnşallah yaptığın amellerin neHani demiştim ya bu sefer senden yardım almadan tek başıma yazıyorum bu kompozisyonu. İşte şu dizelerle sonlandıracağım sensiz ama sana yazdığım bu kompozisyonu; “Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm, Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm?” Sen, sözlerinle amellerini birleştiren bir adamdın ve 74 yılını da böyle geçirdin canım babacığım! Rabbime hamdolsun senin kızın olarak doğmuşum. Bana düşen artık sabrı cemildir. Kızın Zeynep Karakaya 23 Mart 2018 Teşekkür ……..Babamın 74 yıllık hayatı boyunca; dert edindiği İslam davasında onun yanında duran, derdini dert edinen, hayatına esenlik katan, çayını çorbasını paylaşan tüm akrabalarından, arkadaşlarından ve dostlarından Allah razı olsun. Haklarınızı helal ediniz!
KAPAK DOSYA Komisyon
HASAN HOCAEFENDİNİN İLME DÜŞKÜNLÜĞÜ Hasan Hocaefendinin ilme düşkün-
na alındığı döneme denk gelir. Babam
lüğü noktasında birçok anılar ve
gözaltında kaldığı süreçte bir taraftan
hatıralar mevcuttur. Bu bölümde
da kitaplarını okumaya devam eder.
hocamızla birebir yaşanan hatıraları zikretmeye çalışacağız.
Muhterem Kızının Hatırası
Hapishane de ona “Sen belki idam edileceksin veya senelerce buralarda kalacaksın! Neden yarın çıkacakmış gibi ders çalışıp duruyorsun” dendiğinde O; “Allah’a güven-
“Zamanın Zorlukları Sizi Asla Güçsüz
diğini ve ne olursa olsun çalışmaya devam
Bırakmasın”
edeceğini” söyleyerek azim ve iradesini
Babam ilme düşkün bir insandı. İlim
o zor şartlar altında dahi ortaya koyar.
elde etmek isteyen kişide irade ve
Babam bu örneği bana iki kez anlatmış
azim olması gerektiğini, irade ve az-
ve “Zamanın zorlukları sizi asla güçsüz bı-
min her şeyin üstesinden gelebilece-
rakmasın” nasihatini yapmıştı. Babamın
ğini söyler ve yaşadığı şu olayı bana
inci misali eserlerinin temelinde ilme
anlatırdı; 1980 yılı sınav vermesi gere-
düşkünlüğü, muazzam gayreti ve İslam
ken bir dönemdi. Fakat sınav, gözaltı-
davasına olan inancı vardır.
Ramazan 1439
29
yüksek yerlere bıraktıkları ekmek ve simit gibi yiyecekleri onlardan önce kapmaya çalıştığını” anlattı. Ben utancımdan önüme bakmaktan başka bir şey yapamadım. Ben hiç öyle aç kalmadım, kalsam herhalde okulu bırakırdım. Bir başka anısında Allah’ın yardımının mutlaka geleceğini ama insanın o yardımdan sonra rahatlayıp niyetini bozabileceğini bunun da imtihanı kaybetmesine sebep olacağını söylemiş ve buna binaen şu anısını anlatmıştı; “Ben kaçak yollardan Suriye’ye ilim okumak için gittim. O zaman 17 | İhsan Öztürk Hoca
bastığım yerden başka bir yere kesin-
İhsan Öztürk Hoca
likle basma’ diye beni sıkı sıkıya tem-
“Allah’ım! Şunu Bitirmeden Canımı
kalırsam devam ederim’ diye düşünü-
Alma”
bihledi. Ben ise rahattım ‘ölürsem şehit, yordum. Birden onun ayak izine bas-
Değerli Hocamı ben 1994 yılında
madığımı hissetti ve beni durdurdu.
okumuş olduğum Üniversite’nin yaz
Ayağımın altını kontrol ederek yavaş-
tatilinde tanıma fırsatı buldum. Kah-
ça kaldırdı. Altında mayın olmadığını
valtıdan sonra yaklaşık iki saatlik bir
görünce adeta bana sarılarak şükretti.
nasihatini dinledim. Gerçekten İstanbul’da geçen iki aylık zamanda en fazla faydalandığımız anlardı. İlmi ve güncel meselelere yaklaşımında dile ve ilme ne derece hâkim olduğunu hissetmiştim.
30
yaşlarında falandım. Kaçakçı, ‘benim
Hayırlısıyla sınırı geçtim ve okumaya başladım. Şartlar çok zordu. Param kalmamıştı ve yiyecekler çok kötüydü. Bir gün beni Suriye sınırından sonra Şam’a kadar götüren kaçakçı para getirdi. Hayretle sordum; “bu
Yurt dışında okumamız sebebiyle ya-
ne?” O da “Türkiye’deki kaçakçı verdi.
şadığımız zorluklardan bahsettim. Bi-
Baban ve Annen altınlarını bozdurup
raz nasihatte bulunduktan sonra bana
sana harçlık yapman için göndermiş.”
yanlış hatırlamıyorsam ya Suriye ya
Ben o kadar sevinmiştim ki bunu izah
da Lübnan’da bulunduğu zamanlarda
etmek çok zor. (Hocam yıllar önce ya-
“aç kaldığında ve yiyecek bir şey bulama-
şadığı bu olayı anlatırken dahi hala
dığında sabahları kargalar için insanların
gözlerindeki sevinç görülebiliyordu)
Mayıs 2018
Birkaç gün geçti. Ben ilmi bırakıp o
Bu zaman periyodunda çok yorul-
parayla Avrupa’ya kaçak yollardan
dum. Çünkü haftada 5 gün çalışıyor-
gidip çalışmayı planlamaya başladım.
duk. Sabah saat 10’ da başlıyorduk
İki sefer denedim başarısız oldum ve
ta akşama kadar. Bazen soruyordu
bütün param gitti. Ben kendi kendime
bu akşam işin var mı? ‘İşim yok’ de-
dedim ki “Ey Hasan! Sana bu para ha-
diğim zaman ikinci sefer teyit dahi
lisane niyetle Ana’nın okuman için gön-
etmiyordu! Akşamları da çalışıyor-
derdiği paraydı! Sen ne yapmaya kalktın?
duk. Namazlar hariç durduğumuz
Başka bir şey için harcamayı düşündün!
çok azdı. Şeker hastası olduğu için
Bu olaydan sonra ne kadar zorlandıysam
mecburen bir şeyler atıştırıp devam
da ilimden asla vazgeçmedim.”
ediyordu. Yani doğru düzgün yemek
1997 Şubat tatilinde Türkiye’ye Oku-
molası dahi vermek istemiyordu.
lu bitirip döndükten sonra diploma-
Çoğu zaman ben kendisine çalışma-
mızın denkliği verilmediğinden do-
ya başlamadan önce şeker içermeyen
layı çok zorda kaldım. Her seferinde
bazı içecekler getirip sunduğumda
‘sabret Allah sana hayırlı bir çıkış nasip
“Yahu neden bu kadar zahmet edi-
eder’ diyordu.
yorsun” derdi. Allah beni affetsin
1997-2002 yılları arasında kendisinden bazı fıkıh dersleri alma fırsatım oldu. Bir gün kendisine bazı arkadaşlar Akait’le ilgili olan notlarını te’lif etmesini teklif ettiklerinde “benim notlarımın hepsi Arapça. Onları temize
ben ise “belki hocam tuvalete giderde bende dinlenme fırsatı bulurum” derdindeydim! Yani o kadar yoğun ve aralıksız çalışırdı ki hocamdan çok genç olmama rağmen benim gücüm buna yetmezdi.
çekmek için zamanım hiç yok. Biriniz
Yazıyı kendisine dijital ortamda ver-
Arapça klavye kullanmayı öğrense de on-
memle yetinmiyordu. Sayfaları bir
ları yazsa ne iyi olur” dedi.
ufak para kasasının içinde saklıyor-
Ben o günden sonra karar verdim altı aylık bir çabadan sonra yavaş yavaş yazabileceğimi söyledim. Bana Akait’le ilgili tüm notlarını verdi. Arapçası yaklaşık 1270 sayfa oldu. Sonra fırsat buldukça beraber yazım hatalarını ve mükerrerleri çıkararak üç sene gibi bir zamanda bitirdik ve basılacak
du. Neden burada saklıyorsunuz hocam diye sorduğumda; ‘ev yanarsa kâğıtlar yanmasın’ dedi. Bende ya hırsız para var diye kasayı götürürse ne yapacağız hocam? dedim. Karşılıklı gülüştük! Elhamdülillah Akaid kitabını tercüme etmeyi Allah’u Teâlâ kendisine nasip etti.
hale getirdik. Ufak tefek benden kay-
Kitabı
naklanan yazım hataları olsa da 1181
Arapça klavyenin kitap dizgisinin
sayfa olarak basıldı.
çok zaman aldığını ama bana maddi
kendisi
tercüme
ederken
Ramazan 1439
31
“bunu durduralım bunda sadece yazım hatalarını düzeltme işi kaldı seninle Kur’an mealini tekrar gözden geçirelim” dedi. Ben de ‘nasıl isterseniz’ dedim. Hemen bir hafta içinde başladık. Daha önce Hisar yayınlarından çıkan meali şerifi tekrar gözden geçirmeye başladık. Kur’an meal çalışmamız bir yıl sürdü. Ramazan ayı geldiğinde bitirememiştik. Ramazan’da bana çalışıp çalışamayacağımı sordu. Hocam ben müsaidim ama siz hem oruç tutacaksınız hem de çalışacaksınız dedim. Yaparız inşallah dedi. Ramazan’da çalışamadık. Çünkü kendi sağlığı buna müsaade etmedi. Çalışmamız daha ne kadar sürecek bilemiyordum. Her sûre bittiğinde Hasan hocam “Allah’ım şunu bitirmeden canımı bir şey kazandırmayacağını hissine kapılarak dünyalık birtakım işlere başladım. Bir iki ticari denememde başarışız oldum. Tekrar Arapça kitap dizgisi yapmaya başladım.
önem veriyordu. “Eğer bunda hata yaparsam bu diğerleri gibi değil, vebali büyük olur” diyordu. Çay getirilirdi fakat çoğu zaman çay olduğu yerde soğurdu. Yemek geldi-
Bana güncel meseleleri içeren bir fı-
ğinde (Ben acıktığım için) bilerek de-
kıh çalışması olduğunu ve bunu ya-
falarca hatırlatmama rağmen şekeri
zıp yazamayacağımı sordu. Hiçbir
iyice düşüp gözleri görmemeye baş-
zaman beni zorlamadı. Kabul ettim.
layıncaya kadar yemezdi. Ne zaman
Fakat onu yoğun bir tempoda yaz-
ki gözleri görmemeye ve halsizleş-
madım. Dört yıl gibi bir zamanda
meye başlar o zaman durup yerdi.
bitirdim. Kendisiyle zaman buldukça
Meal çalışırken arada bir espri yap-
oturuyorduk. Çünkü hocamın yaşı
32
alma” diye dua ediyordu. Meale çok
mayı da ihmal etmezdi. Hocam ku-
ilerlediğinden ve hastalıklarının art-
laklık takmasına rağmen biraz ağır
masından dolayı sürekli çalışmamız
işitiyordu. O yüzden çoğu zaman
mümkün olmuyordu. Bir ara bana
ben yüksek sesle okurdum. Hocam-
Mayıs 2018
da takip eder gerekli düzeltmeleri yapardı. Bir gün sabah kahvaltı yaptık ve saat 10 gibi çalışmaya başladık. Ben her zamanki gibi yüksek sesle okumaya başladım. Fakat o gün biraz daha yüksek bir sesle okumam gerekiyordu. Çünkü hocamın kulaklığı o gün bozulmuştu ve iyi duyamıyordu. Meryem sûresinin ilk ayetlerini duyabilmesi için epey yüksek sesle okumaya başladım. Ayeti kerime mealen şöyle idi; “… Bendeki kemikler zayıflayıp gevşedi, başıma da ak saçlar düştü…”
“...Hanımım kısır biri, ben-
de ihtiyarlığın son devrine ulaşmışken nasıl oğlum olabilir?” ayetlerinin me-
‘dinlen hocam sonra yaparız’ dediğimde bana; “uykumun içerisinde aklıma
alini yüksek sesle okurken birden
hep meseleler takılıyor ve onları mütalaa
bana dönerek; “evladım ne diye bağırı-
etmekten uyuyamıyorum” dedi.
yorsun!! Durumunu herkese duyurmak zorunda mısın?” demişti. On üç aylık bir sürede meali bitirdik
Vefatından iki ay önce evinde ziyaret etme fırsatı buldum. Baktım masanın
ve şu an basılmış durumda Elhamdü-
üzerinde yine ara sayfalara girmesi
lillah.
gereken notları yazmış. Hocam! Ne
Meal üzerinde çalışırken “çok şükür
yapacağız bu kitabı? diye sordum.
az bir şey kaldı bitirdik” diye sevin-
Bana “Nice âlimler eserlerini tamamla-
miştim ki yine o meşhur sorusunu bana sordu “İhsan! Biraz işimiz var. Müsait misin? Tabi ki! Meal’den sonra tekrar fıkıh çalışmamıza döndük. Okuduk, sildik, yeniden yazdık, tekrar okuduk, tekrar sildik. Dört ay gibi bir zaman daha bu çalışmalar devam etti. Bu çalışma yaklaşık 800 sayfayı geçmişti. Son günlerde sağlığı el vermediği için
yamadan hakkın rahmetine kavuştular. Şu an sağlığım el vermiyor. Fazla bir şey kalmadı eksikleri siz giderirsiniz veya bu haliyle de basılsa sıkıntı olmaz” dedi. Sonra!!!.............. Rabbim sana rahmet etsin Hocam. Allah seni peygamberlerle, Sıddık-
artık her gün gelemiyordu ‘Benim iyi
larla, Salihlerle komşu eylesin. Âmin.
bir dinlenmem lazım’ diyordu. Ben de
Âmin. Âmin…
Ramazan 1439
33
ROPÖRTAJ Komisyon
HASAN HOCAEFENDİ HAKKINDA NE DEDİLER?
Sadrettin Hocaefendi (İskender Ağa Camii Emekli İmam Hatibi) Bu Yolda; "İlmini İcra, Ömrünü İfnâ ve Cismini İbla" Etti
H
ocamızı 90’ lı yıllarda tanıdığımda onun simasında, sözlerinde, tavırlarında, fikirlerinde, ideallerinde, insani-İslami ilişkilerinde; ilmi bir vakar, asalet, edep, ifrat ve tefritten uzak bir denge, itidal, kaynaklara delilleriyle vukufiyet, insanın kalbine ve kafasına feyizle nüfuziyet müşahede ettim. Başka değil, sadece ve sadece “ilim; tebliğ, cihad ve rızayı bari içindir” niyet ve gayesiyle İslami ilimleri tahsil edip onların muallimliğini yaptığı bütün tanıyanlarca müsellemdir. Metinlere ve pratik Arapçaya vukufiyetine rağmen ne mütercimliğe
34
Mayıs 2018
ne diplomasiye ne ticarete ve ne de ticari firmaların dolgun maaş tekliflerine asla iltifat etmediğine bizzat şahidimdir. Çeşitli Kur’an kurslarında ve görev yaptığım İskender Ağa Camii dâhil değişik mescitlerde, İlim Yayma ve Fetih Talebe Yurtlarında, İmam Buhari Vâkfı gibi vakıf ve derneklerde, çeşitli ders halkalarında yıllarca adeta ilmek ilmek, ilim, irfan ve şuur dokudu. Beynini akıttı, kafasını yordu, sağlığını ve kalbini tahrip etti. “İlmini icra, ömrünü ifna ve cismini ibla” etti. Ders halkalarında; eğitim ve akademik camiadan, diyanet ve iş dünyasına, sade avamdan çağdaş ‘Ashab’ı Suffe’ diyebileceğimiz ‘has Tullaba, ilim ve dava erlerine varıncaya kadar çeşitli çevre ve kesimlerden insanlar vardı. Şahsi manevisi mü-
| Sadrettin Hocaefendi tevazılığından dolayı adeta gizli bir üniversite idi.
ferasetli tahlilleri vardı. O klasik bir
Tefsir, hadis, fıkıh, usuller, akaid, siyer-İslam tarihi, hilaf-cedel ilmi, belağa vb. hasılı usulde ve furu’da, İslami ilimlerin her sahasında, belagatte ve fesahatta yetkin bir allame gibiydi. Özellikle Sahih-i Buhari gibi sahih hadis dalında üstattı, hüccetti.
Fıkıhta da içtihadi mahiyette istidlal-
Klasik metin-senet taşıyıcılığından ziyade “Fıkhul Hadis” anlayışında ve ehliyetinde idi. Sadece İslami ilimlerde değil, çağdaş hukuk dalında fakülte seviyesi, batı dillerinde konuşma pratiği, günümüz fikir hayatında da özgün isabetli ve
‘molla‘ değil “zülcenaheyn” idi. leri vardı. Akaid’de hem selefin hem halefin akidesini mecz etmiş bir âlim idi. İçi boşaltılmış, delilsiz ve ilhami mistik bir 'ehlisünnet' anlayışı yerine; müdellel, canlı, güncel meselelere ışık tutan; tepkici, tekfirci, tefrikci olmadan, inşacı, icmacı, insafcı toplayıcı ve toparlayıcı, ümmetçi, batıni olmayan bir ehli kıbleci, hakiki tam bir “ehlisünnet” âlimi idi. Allah Sana Rahmet Eylesin.
Ramazan 1439
35
İsrafil Şişman Hocaefendi (Emekli İmam - Hatip) Mekânın Cennet Olsun Hocam! Yıl 1982… Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü 2. sınıfta okurken, İslam Enstitüleri’nin isimlerini değiştirip İlahiyat Fakültesine çevirdiler. Eğitim Müfredatını da Felsefe ağırlıklı hale getirdiler. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nü de tamamen kapattılar. Bende İstanbul İlahiyat Fakültesi 3. sınıfa kaydoldum. Erzurum’da imam olduğum ve de nüfusum kalabalık olduğu için tekrar imamlık imtihanına girerek münhal bulunan İstanbul Beyoğlu Tophane Seferi Kethüda Camii imam hatipliğini kazandım. Ben imamlığa devam ederken Hasan hocamda camiye çok yakın olan İlim Yayma Cemiyetinin müdürlüğünü yapıyormuş. Vakit namazlarına camiye gelen rahmetli Hasan hocamızla bu vesile ile tanıştık.
beni hayrete düşüren, daha önce hiç duymadığım İslami düsturları duydukça gerçekten kafam karışmıyor da değildi! Kafam nasıl karışmasın ki?! Resmî ideolojinin tasallutu altında din olmaktan çıkarılmış, karma ekonomi gibi biraz Hristiyanlık, biraz Yahudilik, biraz mistsizim, biraz hümanizm, bilhassa İran kaynaklı sofistzim harmanlamasıyla atalar dinine büründürülmüş ucube bir inanç sisteminin içinde doğup büyümüştük... Rahmetli Hasan hocam hiçbir batıl dinin, hiçbir ideolojinin, hiçbir dünya görüşünün, hiçbir mundarlığın karışmadığı, karıştırılmadığı orjin bir İslam’dan bahsediyordu. Konuşmalarında delillerini ortaya koyuyor, vakur bir eda ile itirazları çü-
Camiye çok yakın olan Kadiriler yokuşunda oturuyordu. Ben bir taraftan imamlık yaparken diğer taraftan hala okula devam ediyordum. Bu vesileyle hem kendisi derslerime yardımcı oluyor hem de dini konuları tartışıyorduk... Ben o zamanlar siyasetten yeni yeni nefret etmeye başlamıştım. Ama bir çıkış yolu da bilemiyordum, bilmiyordum. Ta ki Rahmetli Hasan hocamızla tanışana kadar! Bana enteresan gelen, | İsrafil Şişman Hocaefendi
36
Mayıs 2018
rütüyor, İslami hareketin hiçbir beşerî sistemin şemsiyesi altına sığmayacağını, sığdırılamayacağını, onun himayesinde gelişip serpilemeyeceğinin altını çizerek anlatıyordu. Benim en çok vurulduğum nokta da tam burasıydı... Düşünüp de adını koyamadığım, yolunu yordamını bilemediğim nokta burasıydı! Rahmetli hocam, çalışmanın temel argümanlarını muhtasar olarak sunuyordu. O, İslam’ın herhangi bir cüzüyle İslam'ın hâkim olamayacağını, bunların faydadan çok zarar vereceğini ve beşerî sisteme hizmet edeceğini vurgulayarak; İslam’ı parçalara bölmenin ve parçacılığın zararlarından sakındırmaya çalışıyordu. Bir bayram veya cuma namazı idi. Hutbe de Zülfi yâre dokunmuş ve biraz fazlaca bağırmıştım! Hasan hocam gülümseyerek: “Senin bu olumlu konuşmanın aslan payını yine sistem alıyor!” deyince şaşırıp kalmıştım. Nice zaman sonra ne dediğini anlamıştım. Hey gidi günler hey... Değerli Kardeşlerim! Bu memlekette tevhidi İslam anlayışının duyulmasında, anlaşılmasında, yayılmasında, neşet bulmasında rahmetli hocam en büyük pay sahibidir.
Memleketin her tarafından Müslümanlar; heyetler halinde gelir, onu dinlerler ve ondan istifade ederlerdi.
revli olduğum camiye ait bir çay ocağı vardı. Orada gerçekten gençlere güzel ve faydalı olan dersler verilirdi. Bir gün hocamla oraya çay içmeye gittik. Tophanede bir hoca vardı biraz kibirli ve kendisini kasarak yürürdü. Bu sebeple herkes onu büyük bir âlim sanırdı. İçeri girdiğimizde bir ayet veya hadisin manasını veriyordu. Hasan Hocam kendisine metni okudu tekrar mana vermesini istedi, bunun üzerine adam kem-küm etmeye başladı. Hasan Hocam adama dedi ki “Sen kırık mana verme! Altındaki Türkçe meali oku geç. Çünkü sen Nahiv-Sarf bilebilirsin ama mana verebilmek için Arap edebiyatını da bilmen gerekir” dedi. O kibirli adamın hâlini bir görmeliydiniz... Hocamın en çok kızdığı kişiler,
Memleketin her tarafından Müslümanlar; heyetler halinde gelir, onu dinlerler ve ondan istifade ederlerdi.
insanlara tepeden bakan, onları adam
Burada bir hatıramı anarak yazıma son vereceğim. Tophanede benim gö-
Kavuşmak dileğiyle... Mekânın cen-
yerine koymayan kibirli kişilerdi. Açıkçası hocam! Seni çok özledim. net olsun hocam!
Ramazan 1439
37
Kerim Aytekin Hocaefendi (Fetih Yurdu Eski Müdürü ve Araştırmacı Yazar) “İdealleri Uğruna Yaşayan Adam” Hasan Karakaya kardeşime rahmet ve mağfiret dileklerimle… Hasan Karakaya deyince hep bir “Duruş”un temsilcisi gelir aklıma. Uzun denebilecek yıllar beraber çalıştık. Bir Kur’an-ı Kerim meali, bir de Taberi Tefsiri tercümesi yaptık. “İslam’da siyasi ve İtikadi mezhepler tarihi” vb. tercüme çalışmaları yaptık.
Mısır’a gidiyor ve Ezher Üniversi’ne kaydoluyor. Ezher’de de başarılı bir öğrenci. Bu arada askerlik yaşı geliyor. Memleketi Erzurum’da köyünden aranıyor. Babası sıkıştırılıyor, tehdit ediliyor. Bu olaylar hem babası Hüseyin Amca’yı hem de kendisini üzüyor.
İkimiz de yurt müdürüydük. Kendisi İlim Yayma Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurdu Müdürü idi. Ben de Fatih Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurdu (Fetih Yurdu) Müdürü idim. Bu idari görevlerimizden önce başlayan çalışmalarımız, bu süre içerisinde de devam etti. Bu anlamda birbirimizi tanıdık. İnancı uğruna her türlü fedakârlığı yapan, kendi menfaatini ve geleceğini dâvâsı adına erteleyen bir yapısı vardı.
Fakat Hasan Hoca’nın, tahsilini yarım bırakıp gelmeye niyeti yok. Ülkeden ayrılıp giderken hemen hiçbir maddi teminatı olmayan Hasan Hoca tahsilini yaparken maddi imkânlarını da temin etmek zorunda. Hem okuyor hem de bulabildiği işlerde çalışarak maişetini temin ediyor. Bu sebeple, yaz tatillerinde Mısır’dan Almanya’ya gidiyor ve en ağır işlerde çalışarak maddi imkân sağlıyor.
Hayat hikâyesi benimle olduğu süre içinde anlattığı kadarıyla çok enteresandır. Aslında, kendisinden bahsetmeyi sevmeyen o konuda ketum bir arkadaştı. Ama ben onun, anlatma durumunda kaldığı olaylardan, satır aralarını okuyarak hayatı hakkında sıra dışı şeyler duydum, anladım. Anlatılanların tamamı ideali uğruna yaşadıklarıydı.
Hasan Hoca’yı biz, yaptığı işleri ehliyetle ve ciddiyetle yapan birisi olarak tanıdık.
İlim tahsil etmek için, yani Kur’an-ı ve İslam’ı öğrenmek aşkıyla, pasaportsuz olarak Türkiye’den Suriye’ye ora-
38
dan da Lübnan’a gidiyor. Pasaportu yok. Yani Uluslararası alanda kimliksiz. Ama endişesi, korkusu yok. O ülkelerdeki Müslümanların himayesine sığınıyor.
Mayıs 2018
İlmi çalışmaları yanında çevresindeki gençlere rehberlik yapmayı da hiç ihmal etmiyordu. Zaten Yurt Müdürlüğü görevini de gençlerin eğitimine verdiği önem sebebiyle kabul etmişti. İdeolojik kutuplaşmanın yoğunlukta yaşandığı seksenli yıllar, hepimiz için güç geçiyordu. Bulunduğu ortamda kişiliğini belli eden, davasını temsilde yapması gerekenleri ihmal etmeyen
Hasan Hoca, bu yönüyle de şimşekleri üzerinde toplamıştı. Hedef haline geldiği semtini terk ederek, daha verimli çalışabileceği semtlere taşındı. Ama çalışmalarını hiç aksatmadı. Zaman değişip, kısmen huzur ortamının sağlandığı durumlarda da şartlara uygun bir çalışma içine girdi. Bu çalışmaların önemli bir bölümünden itibaren, sağlık problemleri de yaşıyordu. Ama halinden hiç şikâyet etmiyor. Allah Teâlâ ne kadar imkân
Talebesi Hüseyin Kalender Hoca “Onun Hayatı Sözlerinin Şahididir!” Hasan Hocaefendinin almış olduğu İslami ilimleri tedris ve tedvin noktasında büyük bir aşkı vardı. Talebelerine bir harfi, bir kelimeyi öğretebilmek için çok çabalardı. Derslerinde her zaman şunu söylerdi; “Kervan sondaki adama göre yürür.” Yani anlama seviyesi en düşük olan talebenin bile konuyu anlayabilmesi için azami gayret gösterirdi.
vermişse onu kullanmaya bakıyordu.
Talebelerinin hal ve hatırlarını, anne
Yaptığı sosyal ve ilmi çalışmalarla
kardeş olduklarını, ne iş yaptıklarını,
ve babalarının sağlık durumlarını, kaç
önemli bir miras bıraktı. İnandığı gibi
nereli olduklarını sorar onlarla hasbi-
yaşadı. Geride eserler bıraktı. Gençle-
hal ederdi. Aradan aylar hatta yıllar
re çok önemli bir örnek bıraktı. Şimdi
geçer, talebelerin bile hatırlamakta
anlaşılıyor ki geride kalan öğrencileri
zorlandığı olayları tek tek yine sorar
ve arkadaşları, onun idealini aynen sürdürecekler ve geliştirecekler. Aklımda kalanlar bunlar. Bunlar bizim muttali olduklarımız. Onunla çalışan arkadaşlarımın da mutlaka bildikleri ve ilave edecekleri vardır.
sıkıntılarının devam edip etmediğini öğrenir ve çok faydalı nasihatlerde bulunurdu. Talebelerine karşı her zaman yufka yürekli ve babacandı. Birçok sohbet, seminer ve ilmi dersler yanında temel eserler tedvin etmekte de geri durmazdı. Bazen geceleri geç
Aslında adanmış bir ömür olarak Ha-
saatlere kadar çalışır sabahleyin derse
san Karakaya’yı daha iyi anlatacak
giderdi. Böyle günlerde talebelerine;
çalışmalara ihtiyaç vardır. Bunlar da
“Gençler! Kusura bakmayın geç saatlere
yapılır inşallah.
kadar çalıştım. Biraz yorgunum. Belki bir
Kendisine Cenab-ı Haktan rahmet ve
bağışlayın” diye tevazu gösterirdi. Bü-
mağfiret diliyor aile efradına ve arka-
yerleri kaçırmış olabilirim. Kusurumu yük bir ilme sahip olmasına rağmen
daşlarına da sabırlar ve esenlikler di-
ister küçük ister büyük olsun herkese
liyorum.
karşı son derece mütevazı idi.
Ramazan 1439
39
Ama dağda yapayalnızdım. Ne gelen vardı ne giden. Epey uzun bir zaman orada bekledim. Bir hayli zaman geçtikten sonra aynı otobüsün geriye döndüğünü fark ettim. Yanımda durdular ve beni çağırıp içeriye aldılar. Şoför niçin geriye döndüğünü anlattı; ‘Seni bıraktıktan sonra otobüsteki arkadaşlar, şayet biz bu çocuğu namaz kıldığından dolayı bu ıssız dağın başında bırakacak olursak Allah bizi çarpar! Başımıza bir kaza gelmesinden korktuk! O yüzden geri dönüp seni almaya karar verdik!’ Ben yine aynı otobüsün içinde gideceğim menzile doğru yol alıyordum fakat büyük bir farkla; elhamdülillah sabah namazımı kılmıştım!” Talebeleri olarak en son kendisini ziAllah’a karşı tevekkül sahibi bir insandı. Gençlik yıllarında yaşadığı bir olayı bize anlatmıştı ki bu olay hiç aklımdan çıkmıyor. “Bir gün oto-
ğimizde bizlere; “Gençler! Tehlikeler ne kadar büyük olursa olsun o tehlikelere karşı cesaretle dimdik ayakta durun. İnandığınız yoldan asla geri dönmeyin!” diye
büsle yolculuk yapıyorum. Dağlık ve sık
nasihat da bulundu ki zaten yaşadığı
ormanlık bir bölgeden geçiyoruz. Otobüs
hayatı bunun en güzel şahididir.
sabah namazı için bir türlü durmadı. Neredeyse sabah namazının vakti çıkmak üzere. Otobüs şoförüne ‘5 dakikalığına
Yaşının ilerlemesine, hastalıklarının çoğalmasına rağmen asla davetten, Müslümanların sıkıntılarıyla ilgilen-
arabayı durdurup namaz kılmama müsa-
mekten ve kitap yazmaktan geri dur-
ade eder misin?’ diye rica ettim. Bütün
madı. Son anlarına kadar bu yolda
ısrarlarıma rağmen durmayınca ben de
devam etti.
‘otobüsü kenara çek! Ben ineceğim’ de-
Allahu Teâlâ gani gani rahmet eyle-
dim. Otobüs beni dağın başında öylece
40
yaret edip nasihatlerini almak istedi-
sin! Kabrini Cennet bahçelerinden bir
bıraktı ve çekip gitti. Bende inip namazı-
bahçe eylesin! Mekânını cennet eyle-
mı vaktinde kıldım Elhamdulillah.
sin! Âmin
Mayıs 2018
Talebesi Ebubekir Eren Hoca Hakka Adanmış Hayat Serüveninden Hatıralar İstanbul'a 1998’de yerleştim. Kısa bir zaman hocamın talebeleri arasında yer aldım. Hocam pazar günü Fatih’te hadis dersleri icra ediyordu. Hocam hadisi şerifleri Arapça metinden tercüme ederek hadisi şerifin söylendiği ortama ve günümüze yorumlayarak muhteşem bir yaklaşım sergilerdi. Hocamın hadisi şerifleri Arapçadan okuyarak mana vermiş olması Arapçayı öğrenme merakını bende uyandırdı. Arapçayı nasıl öğrenebilirim arayışları içerisine girdim derken pratik Arapça kursuna kayıt oldum. 2 yıldan fazla Arapça eğitimi aldım. Öğrenmiş olduğum pratik Arapça, Kur’an’ı Kerim’in ve hadisi şeriflerin yeterince anlaşılmasına kâfi gelmediğini anladım. Köklü Arapçayı nasıl elde edebilirim diye bir arayışın içe-
hocanın rahatsız olduğu ve Örnektepe’de oturduğunu ile ilgili konuşmalarına şahit oldum. Örnektepe daha önce gitmiş olduğum ve bildiğim bir yer değildi. Mahalle sakinlerinden hocamı tanıyan var mı diye soruyordum. Sormuş olduğum kimseler tanımadığını söylüyordu. Bu duruma şaşırmıştım; böyle büyük bir İslam âlimini insan nasıl tanımaz diye kendime sormuştum. Hocamı tanıyanın olup olmadığını araştırırken bir ayakkabı mağazasına hocamı tanıyıp tanımadığını sordum. Mağaza sahibi hocamın üst katta oturduğunu söyleyince o anki sevincimi anlatamam. Dairenin ziline bastım, hocam cama çıktı her zamanki meşhur sözü ile "buyur efendi" dedi. Hocama ziyaretinize geldiğimi söyledim. Hocam kapıyı açıp beni ağırladı. Hocamın kütüphanesi Arapça kitaplarla doluydu.
risine atıldım. Hocamın bu manada
Hocama sebebi ziyaretimi açıklaya-
çalışmalarının olduğunu ve büyük bir
rak cüz’i Arapça bildiğimi, bu ma-
boşluğu kapattığını öğrenmiş oldum.
nada daha köklü bir eğitim almak
Durum böyle iken hocamın bir dönem
istediğimi ve Arapça ilmini kendisin-
hadis dersine gelemediğini, yerine ta-
den tahsil etmek istediğimi beyan et-
lebeliğinde bulunan hocaların gelip
tim. Hocam bunu kabul etti. Böylece
hadis derslerini icra ettikleri oluyor-
hocamın ilim rahlesinin önünde diz
du. Hocamın hadis derslerine gelme-
çökmeye ilk adımı atmış oluyordum.
yişi beni meraklandırmıştı.
İlim okumayı ve hocamdan ders al-
Hocama nasıl ulaşabilirim diye düşü-
mayı, Allah’u Teâlâ’dan çokça ister-
nürken, hadis derslerinin müdavim-
dim. Allah’u Teâlâ’ya sonsuz şükür-
lerinden bazılarının kendi aralarında
ler olsun ki bana bu nimetini lütfetti.
Ramazan 1439
41
relerinin zor olmasıyla meşhurdur. Hocamız bir seferinde tefsir dersine bizim hazırlanmamızı istemişti. Kütüphanede dirayet tefsiri ile alakalı mevcut kaynakların tümünü masanın üzerine koyarak Ebu’s Suud Efendi’nin tefsirindeki kapalı ibareleri çözmeye çalışıyordum. O esnada hocam kütüphaneye girdi ve mevcut halimi görünce Ebu’s Suud Efendi’yi kastederek “bizim adam yine meseleyi düğümlemiş mi? diye sordu. Hocamız ders ortamında bize karşı yeri geldiğinde evladı gibi yeri geldiğinHocam derse geldiğinde güzel ahlakı ve alçak gönüllülüğü her halinden belli olurdu. Bizimle beraber oturur yemek yerdi, bize babamızdan daha şefkatli davranarak bir sıkıntımız olup olmadığını sorardı. Sağlığımıza dikkat etmemizi söylerdi. Geçmişte büyük âlimlerin derse olan iştiyakı ve hırsı, onlara bütün hastalıkları, gam ve kederi unuttururmuş. Mevcut ahlakı hocamızda görmemiz
42
de arkadaşı gibiydi. Hocamız münasip her fırsatta bize nasihat ederdi. Her daim Ümmetçi olmamızı söylerdi. Kavmiyetçilik ve taassuptan kaçınmamızı telkin ederdi. “Allah’ın dinine yardım edene muhakkak surette Allah’ın da kendisine yardım edeceğini belirtirdi.” İslami çalışma faaliyetlerimizde hiç kimseden bir karşılık, teveccüh beklemeden sırf Allah’ın rızasını göze-
mümkündü. Bir defasında Hocamızın
terek çalışmamızı, ifrat ve tefritten
derste şöyle dediğini işittim. “Derse
kaçınarak her daim orta yolu tutma-
geldiğimde üzerimdeki ağırlığı, has-
mızı, insanlara karşı merhamet ka-
talığı unutur bir hale geliyorum.”
nadımızı indirmemizin gerektiğini,
Bir dönem hadis fıkhı ve Ebu’s Suud
hikmetle İslam’a davet etmemizi be-
Efendinin tefsirini bize okutuyordu.
lirtirdi. Müslümanın derdiyle dert-
Ebu’s Suud Efendi’nin tefsiri iba-
lenmeyi hayatında prensip edinmişti.
Mayıs 2018
Abdullah Şükrü Kendi Şahsından Fedakârlık Yaptı Ama İnançlarından Asla! Biz hocamızla 1984 veya 1985 tarihlerinde tanıştık. Tanışmamız şöyle olmuştur. Cuma namazına bir yere gidiyorduk. Cuma namazı çıkışı orada bir çay ocağı vardı. Orada otururduk. Hocam ile orada birçok defa oturmuşuzdur. Fakat o ismin bugünkü Hasan Karakaya olduğunu bilmeden… Tabi belli bir zaman sonra bir arkadaş bana şunu söyledi: “Benim bir hocam var. Arapça kitabı alıyor, Türkçe okuyor. Bana hocasını öyle tanıttı. Ben o kişinin Hasan Karakaya olduğunu bilmiyordum. Tabi biz o kadar Arapçaya vakıf olmadığımız için o dönem İslami düşüncemizin yeni oluştuğu dönemler olduğundan içimden ‘böyle bir şey olur mu?’ diye geçirdim. Fakat belli bir zaman sonra biz anladık ki gerçekten hocamız o ilme sahip. Arapça kitap alıp Türkçe okuyabiliyor. Tabi belli bir zaman sonra bana bunu söyleyen kardeşe dedim ki; “hakkını helal et, hakkında yanlış düşündüm. Fakat gerçekten de bahsettiğin gibiy-
1990 yılların başlarında Hasan hoca öğrenci okutmaya başladı. Hasan hocanın hedefi; toplumu düzeltecek, topluma İslami şuur verebilecek insanlar yetiştirmekti. Biz de o zamanlar işimiz müsait olduğundan dolayı bu hususta kendisine yardımcı olmaya çalıştık. Şer’i ilimlere vakıf öğrenci yetiştirme işini kendisine en büyük hedef olarak çizmişti. 90’lı yıllarda hocamın diğer bir hedefi de Türkiye’deki önderleri ziyaret ederek onlarla tanışmak ve Müslümanlar arasında birliği tesis etmekti. Bu gaye ile Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e Türkiye’nin birçok yerini dolaştı.. İslam
dininin
doğru
anlaşılması,
Müslümanların birleşmesi ve ilahi nizamın yeryüzüne hâkim olması en büyük gayesiydi ve bu gaye uğruna gece gündüz çalıştı. Birçok fedakârlıklar yaptı. Bu mücadelesi tahminen 95’li yıllara kadar devam etti. Birçok İslami önderle görüştü. Fakat bu hususta maalesef arzuladığı hususların gerçekleşmediğini görünce daha çok talebe yetiştirmeye yöneldi. O günden bu güne kadar bu hususta
miş Hocaefendi.
yol yürüdü. Fakat hiçbir zaman için
87-88’de Hasan hoca ile samimiyeti-
lah ve Rasûlü bize neyi emrediyorsa
miz arttı. Ondan bazı şeyler öğrenme-
kendi itikadından taviz vermedi. Albu doğrultuda yürümemiz gerektiği-
ye başladım. Bu da belli bir müddet
ne inanan bir şahsiyetti. Ve bugüne
devam ettikten sonra samimiyetimiz
kadar da biz onu tanıdığımız müddet-
daha da arttı.
çe bu şekilde yaşadı.
Ramazan 1439
43
yaptı ama itikadından, menhecinden, düşüncesinden hiçbir zaman için fe-
90’lı yıllarda hocamın diğer bir hedefi de Türkiye’deki önderleri ziyaret ederek onlarla tanışmak ve Müslümanlar arasında birliği tesis etmekti. Bu gaye ile Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e Türkiye’nin birçok yerini dolaştı.. İslam dininin doğru anlaşılması, Müslümanların birleşmesi ve ilahi nizamın yeryüzüne hâkim olması en büyük gayesiydi ve bu gaye uğruna gece gündüz çalıştı.. Birçok fedakârlıklar yaptı.
dakârlık yapmadı. Biz bunlara şahidiz. Fakat maalesef bu iyi temenniler nefsi sebepler yüzünden başarıya ulaşmadı. Onun meşhur bir sözü vardır; “Çatal kazık yere gömülmez. Tek kazık yere gömülür” Bu ayrılık ve kopuşlardan sonra Hasan hoca “Sahih İslam İnancının” Türkiye’de hayat bulması için inandığı değerler doğrultusunda her şeyi göze alarak yürümeye karar verdi. Bu azimli yürüyüşünde onu yalnız bırakmayan nadir insanlardan olmanın bahtiyarlığını ve mutluluğunu yaşıyorum. Hele ki bazı Müslümanların bugün içine düştükleri akidevi
Bu dönemlerde usulü fıkıh kitabını yazmaya başlamıştı. Usulü fıkıh kitabını yazarken yani öyle bir inceliklere değinirdi ki mesela Kürtçe gibi bölgesel bazı kelimelerin dahi ne anlama geldiğini sorar, araştırır ve notunu alırdı. Hepsini yaşayarak, araştırarak, sorarak kitap yazmayı hedefledi. Ve
gördükçe doğru bir karar verdiğimiz için Allah’a şükrediyorum.. Bizlere en büyük nasihati; ‘tek başınıza kalsanız dahi bu davayı yürüteceksiniz. Tek başınıza da kalın ama Kur’an ve Sünnet’in sahih yolunu asla terk etmeyin.. Kınayıcıların kınama-
buna da muvaffak olduğuna inanı-
sından korkmayın.
yoruz. Tabi o dönemlerde usulü fıkıh
Gecesi gündüzü İslam ve yeryüzün-
bittikten sonra da İtikad kitabını yaz-
deki mazlum Müslümanların haliydi.
maya başladı. Fıkıh usulünde takip et-
Başka da bir şey düşündüğü yoktu.
tiği yolu akaid kitabında da sürdürdü.
Hasan hoca ömrünün son anlarına
Türkiye’deki birçok Müslüman ile birlikte hareket etmeyi çok istiyordu. Bu uğurda kendi şahsından fedakârlık
44
ve fikri sapmaları, menfi değişimleri
Mayıs 2018
kadar bu idealleri doğrultusunda yaşadı ve kulluk imtihanını sonlandırdı. Allah gani gani rahmet eylesin..
ROPÖRTAJ Ali Kaçar
RÖPORTAJ
| Ali KAÇAR (Araştırmacı Yazar Medeniyet Vakfı Başkanı)
Hayra Ahtar, Şerre Kilit Olan Bir Ömür Nebevi Hayat Dergisi: Hasan hocam-
neyi, nasıl yapabiliriz konusunu sü-
la nerede nasıl tanıştınız?
rekli gündeme getirirdik. 3 ay 22 gün
Hasan hoca ile kısa dönem -dört aylık- askerlik dolayısıyla bulunduğum Antalya’da Mart 1981’de tanıştım. İlk beraberliğimiz orada başladı ve daha sonra yıllarca devam etti. Antalya’da
boyunca eğitim harici -çarşı izni çıksa bile çarşıya çıkmaz- bütün zamanımızı birlikte geçirmeye çalışırdık. Askerlik bittikten sonra birlikte gezilerimiz başladı; Bingöl, Malazgirt/Muş ve İs-
ayrı bölüklerde olsak da müsait ol-
tanbul’a…
duğumuz her an birlikte vakit geçirir
Askerde tanıştığımız asker arkadaşla-
ve gelecekte ne yapabiliriz, birlikteliğimizi nasıl devam ettirebiliriz, diye konuşur ve kendimize göre planlar yapardık.
rımızla birlikte olmaya çalışır, onları ziyaret eder ve askerlikte edindiğimiz kardeşlik hukukunu güçlendirerek devam ettirmeye çalışırdık. Bu görüş-
Müslümanların birlik olmaları, üm-
melerimiz uzun bir süre de devam et-
metçi olmalarını çokça konuşur ve
miştir.
Ramazan 1439
45
Hasan hoca cesurdu, kalbi, yüreği daima İslam coğrafyasındaki işgallere, katliamlara karşı direnen Müslümanlarla birlikte idi. Mücadeleci idi. Tam anlamıyla bir hareket, bir dava adamı idi. Ne zaman oturulup konuşulsa İslam coğrafyasındaki işgaller ve katliamlar karşısında Müslümanların üzerine düşeni yapmadıklarını gündeme getirirdi. Bu süre içerisinde ben Hasan hocayı abi olarak, kardeş olarak, hoca olarak ve asker arkadaşı olarak gördüm. Benim nezdimde -belirli bir süredir ayrı kalmamıza rağmen- halen de öyledir. Hastalığı esnasında evinde ziyaret ettiğimde kendisi ile görüştüğüm esnada helallik diledim: ‘Benim varsa ben helal ediyorum, dedim. Kendisi de aynı şekilde mukabelede bulundu.’ Nebevi Hayat Dergisi: Türkiye’de İslami uyanış ve Müslümanların bilinçlenmesi adına ne tür ortak çalışmalarınız oldu?
46
hayatını yön vermez ve önceliklerini belirlemezdi. Oysa ilim sahibi olmak, ilmi ile amil olmayı gerektirir. İşte bu özellik, Hasan Hoca’da vardı. Öğrendiklerini yaşayan ve başkalarına aktarmak konusunda da gayret ve çaba sarf eden birisiydi. Zaten kendisini diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi de buydu. Lüksü, dünyalığı çok önemsemez ve bunların arkasına da düşmezdi. Birlikte olduğumuz zamanlarda İslami uyanış ve bilinçlenmeye katkı anlamında çokça seminer, hizmet içi eğitim çalışmaları yaptık. Her sene en az bir hafta devam eden seminer çalışmalarımız olurdu. Çeşitli illerde insanlar katılır ve onlarla olan tanışıklığı geliştirme, bilgi ve bilinçlenmeye dönük faaliyetler yapardık. Zaman zaman çeşitli illere ziyaretler yapar ve gidilen yerlerde dar çerçevede de olsa konferans, seminerler gerçekleştirirdik.
Hasan Hoca gayretli, zamanı çok iyi değerlendirmeye çalışan biriydi. Güngörmüş, yoksulluk ve yalnızlık çekmiş biriydi. Mütevazıydı. Mısır’da Ezher’de okumuş, Türkiye’de ise ilave olarak Hukuk okumuştu. Bir taraftan İslami, diğer taraftan beşerî ilimler noktasında kendisini yetiştirmek için gayret göstermiş ve benzerlerinden çok farklı yönleri bulunmaktaydı.
O dönemlerde ses getiren iki önemli sempozyum gerçekleştirdik; bu sempozyumlardan biri 1996 yılında İstanbul’da Şehid Seyyid Kutub’un idamının 30’ncı yıldönümünde ‘Şehadetinin 30. yılında Seyyid Kutub Sempozyumu’ idi. Bu, çeşitli üniversitelerde konusunun uzmanı akademisyenler ve ilim adamlarının tebliğ sunduğu bir sempozyumdu. Hatırlayabildiğim kadarıyla Türkiye’de bu tarz ilk sempozyumdu.
Kimileri sadece okur ve okul bitirirdi; okuduğu, öğrendikleri kendisine ve
1997 yılında da Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı Konferans Salonun-
Mayıs 2018
da “Kur’an ve Sünnet Sempozyumu”nu gerçekleştirdik. Bu sempozyum da o dönemde ses getirmişti. Hem dinleyici hem de tebliğci anlamında yoğun katılımlı bir sempozyumdu ve iki gün sürmüştü. Bu sempozyumda kimi ilahiyat hocalarının kendilerine tebliğ sunma imkânı verilmediği için eleştiri ve tepkiye de maruz kalmıştık. Nebevi Hayat Dergisi:
Hasan ho-
camızın ilmi, mücadeleci ve insani yönleri hakkında neler söylemek istersiniz? Hasan Hoca ilim olarak kendisini geliştirmiş ve küçük yaşlardan itibaren ilim tahsil etmek için çeşitli ülkelere gitmiş birisidir. Bu fedakârlık, bu gayret bile takdire şayan bir harekettir. Mısır’da Ezher gibi İslam dünyasında bilinen ve tanınan bir okulda okumuş olması o dönemlerde bir ayrıcalıktı. Üstelik sadece Ezher’i bitirmek için de çalışmamış, aynı zamanda kendini yetiştirmek için ilave çabalar da sarf etmiştir. Ezher’i bitiren kimileri sıradan bir hoca olmaktan başka bir gayretleri yok iken Hasan Hoca aynı zamanda bir hareket, bir mücadele adamı olarak kendisini yetiştirmiş idi. Elbette her beşer gibi onun da hataları, yanlışları olmuştur. Ama bu, çok anormal bir durum da değildir. Önemli olan insanın hatası kendisine hatırlatıldığı zaman bu hatasından vazgeçip vazgeçmemesidir.
Mücadeleci idi. Bu amaçla da sadece Türkiye’de değil dışarıda da Müslümanlara dönük emperyal saldırılara karşı neler yapılabileceği konusunda çalışmalar yapmıştır. Bu amaçla Ortadoğu’yu ve Ortadoğu’daki İslami çalışmaları yakinen biliyor ve takip ediyordu. Küfre, şirke ve tuğyana karşı mutlaka bir şeylerin yapılması gerektiği konusunda yoğun çabalarda bulunmuştur. Aynı şekilde içinde yaşadığımız ülkedeki Müslümanların arasındaki problemleri, kırgınlıkları gidermek için ölüm tehditleri almasına rağmen gayret göstermekten de vaz geçmemiştir. Son yıllarda ağır hastalığına rağmen tanıştığı insanları bulunduğu yerlerde ziyaret ederek onlarla görüştüğüne ve onlara moral verdiğine dair geziler yaptığını duyuyordum. Hasta olan bir insanın üstelik yaşlı ve ilim sahibi birisinin bu haline rağmen kendilerini ziyaret etmesi elbette ki ziyaret edilenler için ayrı ve farklı bir heyecan oluşturmaktaydı. Bu tavır ve fedakârlığı gerçekten takdire şayandı. Karşılaştığı her arkadaşının çocuklarına kadar hal ve hatırını sorması değerini daha da artırmaktaydı. Ne yazık ki bu özellikler, gittikçe unutulan ve önemsenmeyen hasletler olmasına rağmen Hasan Hoca bu özelliğini aksatmadan devam ettirmişti. Hareket adamlarının, dava adamlarının, Müslümanların önünde bulunan insanların hiç aksatmamaları gereken özelliklerinden birisi de bu tür ziyaretlerdir;
Ramazan 1439
47
hastaları ziyaret etmek, sıkıntısı olanların hal ve hatırını sormak ve vefatlar dolayısıyla taziyelerde bulunmak. İşte Hasan Hoca’yı biraz da farklı kılan bu özellikleriydi. Çünkü o, birlikte olduğu insanların bireysel ve ailevi sıkıntıları ile yakinen ilgilenir ve onlara yardımcı olmaya çalışırdı. Hasan hocanın hassas olduğu konular vardı; İslami olmayan veya İslami olarak doğru görmediği konularda çok hassas davranırdı. Özellikle de Batı güdümünde olan ve halkı Müslüman olan ülkelerde laik, demokratik ve diktatörlük yönetimlerine karşı tavrı çok netti ve bu yönetimlere asla müsamaha gösterilmemesi gerektiğini düşünmekteydi ve bunu da her vesileyle gündeme getirmekteydi. İslam’a ve Müslümanlara karşı saldırıda bulunan, ülkelerini işgal eden ve katliam gerçekleştiren ülkelere karşı Müslümanların mutlaka hazırlık yapmaları gerektiğine inanmaktaydı. Nebevi Hayat Dergisi: Bizlerle paylaşmak istediğiniz ortak hatıralarınız var mı? Elbette, 1980’lerin başından 1990’ların ortalarına kadar birlik, beraberlik esnasında çok ortak hatıralarımız olmuştur. Bunların hepsini anlatmak elbette ki mümkün değildir, ayrıca doğru da olmaz. Bazıları vardır ki bizimle beraber mezara gider. Ama sadece bunlardan bir tanesini anlatayım; aylardan Ramazan ayı idi.
48
Mayıs 2018
Ben İstanbul’da yapılacak bir seminere çağrılmıştım. Sabahleyin evden çıkmış akşama doğru da İstanbul’a varmıştım. O dönemlerde henüz cep telefonları yoktu. Fatih’te postaneye gelerek Hasan Hoca başta olmak üzere diğer bazı arkadaşların evlerini arayarak kendimi tanıttıktan sonra ‘ben falan yerdeyim, bekliyorum’ diye not bırakmıştım. Bazı evleri tekrar aradığımda ne arayan ne de soran olmuştu. İftar vakti olunca Fatih’te ayaküstü iftarımı yaptım ve saat 22.00’ye kadar oyalandım, ha geldiler, ha gelecekler diye! Ancak gelen giden olmayınca ben tekrar otogara giderek Ankara’ya dönmek zorunda kaldım. Benim de katılacağım ve ilk olarak tanışacağım arkadaşların arasında sonradan tanıştıkça çok değer verdiğim ve tanışıklıktan kısa bir süre sonra da Antalya’da vefat eden Mahmut Abi de vardı. Çok hassas biriydi ve bu tür şeylere çok önem verirdi; ciddi idi, herkesin de öyle olmasını isterdi. İşte rahmetli böyle bir seminere gelmediğim için beni tanımadığı halde bana sitem ettiğini duymuştum. Ama daha sonra benim gelip geri döndüğümü duyduklarından herkes ama özellikle de Hasan Hoca ile Mahmut abi çok üzülmüşlerdi. Nebevi Hayat Dergisi: Son sözleriniz neler olur? Rabbim Hasan Hoca’ya rahmeti ile muamele etsin. Ölüm bizler için en büyük nasihattir. Hiçbir olay, hiçbir
şey, ölüm kadar ders verici değildir ve olamaz da! Ayrılıkların, problemlerin, küskünlüklerin anlamlı olmadığını gösteren ve dolayısıyla ders çıkarılması gereken yegâne olay, herhalde ölüm olayıdır.
yorsak, emperyal ve Siyonist güçler
Geçmişe dönüp baktığımızda Müslümanlar arasında değer miydi, bu ayrılığa dediğimiz bazı olaylar olmuştur. Ben bunu henüz hayatta olduğum için rahatlıkla diyebiliyorum. Eminim ki, Hasan Hoca’dan önce ben ölmüş olsaydım muhtemelen değil kesinlikle Hasan Hocam da aynı şeyi benim için de der ve düşünürdü.
Bu olup bitenlerden bizim hiç mi su-
Gönül olarak olmasa da fiziksel anlamda ayrı kalmamıza neden olan bir takım incir çekirdeğini bile doldurmayacak sıkıntılar yaşandı Müslümanlar arasında. Geride kalanlar için söylüyorum, değer miydi? Evet, ben değmezdi diye düşünüyorum, en azından bundan sonra Müslümanlar ölümü düşünerek şeytan ve şeytanlaşan insanlardan kaynaklanan bu tür sıkıntıları önemseyerek birbirlerinden ayrı kalmaya gerekçe oluşturmasınlar.
pervasızca üstelik en kutsal günlerimizde bizlere saldırıyor ve çoluk çocuğumuza yönelik insanlık dışı katliam gerçekleştiriyorsa bunun nedeni sadece bu kâfir güçler değildir. çumuz yoktur? Elbette suçumuz var. Çünkü bir araya gelmiyoruz, birbirimiz mazur görmüyoruz, en küçük şeylerden dolayı birbirimizi dışlıyor ve ötekileştiriyoruz. Bu ölüm/ler dolayısıyla bir daha düşünmeliyiz. Çünkü ölüm -genç de olsak, yaşlı da olsak- her birimize çok yakındır. Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın
dediği gibi; ‘nefes
verdik mi alamayacak kadar, aldık mı veremeyecek kadar ölüm bize yakındır...’ O halde neden, bunca kanımız akıtılırken; çocuklarımız, kadınlarımız ve yaşlılarımız katledilirken, kadınlarımız tecavüze uğrarken, neyi paylaşamıyoruz ki! Bu vesileyle bunları yeniden
düşünmemiz
gerektiğine
inanıyorum. İlle bugünden yarına bir araya gelinsin demiyorum, ama birbirimize merhametle ve kardeşçe yaklaşmak zorunda olduğumuzu düşü-
Rahmetli Hasan el Benna’nın ‘İttifak ettiğimiz konular da birbirimizle yardımlaşalım, ihtilaf ettiğimiz konularda ise birbirimizi mazur görelim ve bunları da geliştirerek genişletelim’ sözü kulaklarımızda küpe olmalı. Çünkü hiç kimsenin her konuda ittifak etmesi ve aynı düşünmesi mümkün değildir.
nüyorum. Üstelik bu, bizim irademize
Evet, bugün bir zillet içerisinde yaşı-
Amin
de bırakılmamıştır; bu akidevi bir zorunluluk ve imani bir gerekliliktir. Rabbim Hasan Hoca’ya ve Hasan Hoca’dan önce ölen bütün Müslüman kardeşlerime
rahmetiyle
muamele
etsin ve bizleri de onlarla cennetinde buluştursun İnşaallah! Amin..Amin..
Ramazan 1439
49
HASAN HOCAEFENDİNİN YAYINLANMIŞ ESERLERİ
İ
tikadî konular ilk öğrenilmesi gereken en önemli meselelerdir. Bunlar oldukça ciddi ve riskli ko-
nulardır. Bunları sabırla ve metanetle incelemek, detaylı bir şekilde tekrar tekrar okumak, iyi anlayıp inanmak, daha sonra insanlara arınık ve net bir şekilde ulaştırmak gerekmektedir. Aksi takdirde konular birbirine karıştırılır, kafalar bulandırılır, kişiler faydasız Bizans Cedelleri’ne sürüklenir, ortaya beklenmedik inanç karmaşası çıkar. Bu itibarla, itikadî konulara değinen zat, kesin ve sağlam naslara bağlı kalmalı, birbiriyle çelişir görünen nasların bağdaştırılmasını bilmeli, ifrat ve tefritten uzak olmalı, fikrî cedellerden kaçınmalı, önyargılı olmamalı ve delilsiz konuşmamalıdır. Aksi halde, insaf ölçülerini kaçırabilir, taassuba sürüklenebilir. Kendisi gibi düşünmeyenleri küfürle dahi itham etmeye kalkışabilir.
50
Mayıs 2018
Öncülerimiz olan İslâm âlimleri, bizlere ilimler arasında mertebesi yüksek, faydası tartışılmayan, eski ve yeni hiçbir ümmette eşi ve benzeri görülmeyen üstün bir hukuk metodu bırakmışlardır. Buna “Fıkıh Usûlü İlmi” denilmektedir. İslâm hukuku âlimleri, Allah’ın Kitabı’nı ve Rasûlü’nün sünnetini iyice anlamak ve bunlardan kulların yükümlü oldukları hükümleri sıhhatli bir şekilde çıkarmak için fıkıh usûlünde bir kısım kurallar tespit etmişler ve bu çabalarıyla her şeyden önce Allah’ın rızasına ulaşma gayesini hedeflemişlerdir. Şüphesiz ki, şer’î hükümleri dinen itibar edilen kaynaklardan çıkarma, kişilerin hevâ ve heveslerine veya tesadüfen rastlanan gelişigüzel kurallara göre değil, bu sahada uzun çalışmalar sonucu elde edilen sağlam kaideler ve hassas kriterlere göre yapılacaktır. Böylece ictihad eden fakih, bu kural ve kriterlere uyarak sıhhatli bir sonuca varsın ve sağlam bir yol izleyerek şer’î hükmü tespit edebilsin. Aksi takdirde ayağı kayar, istemese de sapar ve şeriatın ruhuna aykırı hükümler tespit etmiş olur. Böylece hem kendi sapar hem de insanları saptırmış olur. İşte bu yanlışa düşmemek için “Fıkıh Usûlü” ismiyle anılan ve İslâm hukukunda sağlam bir metot olarak takip edilen bu ilme ve bunu bilmeye büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü şer’î hükümlerin kaynaklarının neler olduğu, bu kaynaklardan her birinin ne
türden hükümlere dayanak olacağı ve bunların kendi aralarında kuvvetlilik derecelerine göre nasıl sıralandıkları “Fıkıh Usûlü İlmi” ile öğrenilir. Keza müctehid fakih, şer’î kaynaklardan hüküm çıkarırken hangi şart ve kurallara uyulması gerektiğini bu ilimden öğrenmiş olur. Özetle: Fıkıh usulünü inceleyen kişi; a. Müctehid imamların dinî hükümleri çıkarırken kullandıkları metotları öğrenir ve bu sayede yeni ortaya çıkacak meseleler hakkında nasıl fetva verebileceğini bilmiş olur. b. Müslümanların müctehid imamlardan nakledilen dinî hükümlere güveni artar ve mezhepleri birbirleriyle karşılaştırma imkânı doğar. c. Fetva verme konumunda olan kişi, haklarında hüküm bulunmayan meselelerin mezhep imamlarına göre nasıl hükme bağlanacağını öğrenir ve gereğini yapar.
Ramazan 1439
51
İKTİBÂS Merhum Hasan Karakaya Hocaefendi
Bu bölüm ilk baskısı 1998 yılın da yapılan ‘Fıkıh Usulü’ Kitabının “Hâkimiyet ve Kanun Koyma” bölümünden iktibas edilmiştir.
HÂKİMİYET ve KANUN KOYMA Egemenlik ile kanun koyma yetkisi arasın-
manlar, gerçekte hâkimiyetin yalnız Allah’a
da güçlü bir bağlantı vardır. Herhangi bir
ait olduğu ve Allah’ın dışında herhangi aciz
ülke veya bölgeye hâkim olduğu kabul edi-
bir yaratığın Allah’a has olan bu sıfata sahip
len güç, o bölgenin hayat sistemini belirler
olmadığı, bu itibarla kanun koyma yetkisi-
ve bu sistem de yasa olarak kabul edilir.
nin de yalnız Allah’a ait olduğu hususunda
Cahilî toplumlarda, hâkimiyetin insanlara
icma etmişlerdir.
ait olduğu düşüncesi egemen olduğundan,
Bu mesele Kur’ân’da açık ve net bir şekilde
kişilerin yaşam sistemlerini belirleyen kanunları, ya bir diktatör tağut ya da halkın temsilcileri sayılan parlamenter tağutlar tayin ederler. İslâm’da ise kanun koyma yetkisi sadece Allah Teâlâ’ya aittir. Çünkü İslâm hukuku, dinî bir hukuktur ve ilahî vahye dayanır. Bu dine göre, hâkimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız Allah’ındır. Egemenlik Allah’ın dışında herhangi bir yaratığa ne tümüyle, ne de kısmen devredilebilir. Bu husus İslâm’da ittifak konusudur. Bütün Müslü-
52
Mayıs 2018
zikredilmektedir. Konuları veciz bir şekilde ifade eden Kur’ân, bu meselenin önemine binaen üç âyetinde “Hüküm, ancak Allah’ındır” (1) buyurmuştur. İki âyetinde de “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah’ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak 1. En’âm 6/57; Yusuf 12/40, 67.
ister. Muhakkak ki, insanların çoğu fasıktır.
best ve neyin yasak olduğuna karar vere-
Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?
mezler. Buna karar verecek merci, onları
Kesin olarak bilen bir topluluk için Allah’tan
yaratan, denetimi altında bulunduran,
daha güzel hüküm veren kim vardır?”
(2)
bu-
yurmuştur. Ayrıca üç âyette de “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (3) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (4) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasıkların ta kendileridir” (5) buyurulmuştur.
bütün ihtiyaçlarını karşılayan, annelerinden daha merhametli davranan ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olan yüce Allah’tır. Kulların hayat sistemlerini belirlemek Allah’a aittir. Bu hak ve yetki; akşam verdiği karardan sabahleyin dönebilecek kadar tutarsız olan, beşerî hırs, kin ve arzularından uzak olamayan aciz insanın hakkı ve yetkisi değildir. İslâm’ın simgesi olan “La ilahe illallah Muhamme-
Zaten İslâm hukukunda hükümler ta-
dun Rasûlullah” kelime-i tevhidinin “Al-
rif edilirken egemenliğin ve dolayısıyla
lah’tan başka hiçbir ilah yoktur” kısmı,
hüküm (kanun) koyma yetkisinin yalnız
hüküm koymanın Allah’a ait olduğunu,
Allah’a ait olduğu vurgulanarak, şer’î hü-
kulluğun yalnız Allah’a yapılacağını, bo-
kümler şöyle tarif edilmektedir:
yun eğmenin sadece ona olacağını ifade
“Şer’î hükümler, Allah Teâlâ’nın yükümlünün fiil ve davranışlarını, yapılması veya terk edilmesi gerekli olan fiilleri, yapılıp yapılmaması serbest bırakılan fiilleri, sebep veya şart ya da engelle irtibatlandırılan fiilleri diye vasıflandırmasıdır.” Evet, yükümlü olan kullar, kendileri için neyin gerekli, neyin gereksiz, neyin ser2. Mâide 5/49, 50. 3. Mâide 5/44. 4. Mâide 5/45. 5. Mâide 5/47. Bazı müfessirler, son iki âyette geçen “zalim” ve “fasık” ifadelerinin de “kâfir” anlamında olduğunu, kâfirlerin yaptıkları davranışlara göre kâfir, zalim ve fasık olarak vasfedildiklerini beyan ederlerken; diğer bazı müfessirler, Allah’ın indirdiği İslâm’ı bırakıp başka kanunlarla insanları idare edenlerin inançlarına göre vasfedildiklerini söylemişlerdir. Bu izaha göre, Allah’ın nizamıyla hüküm vermeyen ve aynı zamanda bunun hak olduğuna da inanmayan kişi kâfirdir. Şayet hak olduğuna inandığı hâlde ona göre hükmetmiyorsa yerine göre zalim veya fasık olur. Bu da tehdit altında kalma neticesinde mümkündür. Yoksa ilahî nizamı keyfî bir şekilde bırakan kişinin dinle alakası zedelenmiştir.
etmektedir. “Muhammed O’nun peygamberidir” bölümü ise, Allah’a kulluğun yapılma şeklinin Peygamber’den öğrenilmesi gerektiğini beyan etmektedir. Bu nedenle, İslâmî bir topluluk “egemenliğin yalnız Allah’a ait olduğunu ve her hususta Allah’a boyun eğileceğini” baştan kabullenen topluluktur. Zaten “İslâm” kelimesi, teslim olmak ve verilen ilahî emre boyun eğmek anlamına gelmektedir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” vecizesi de bunu ifade etmektedir. Görüldüğü gibi kişi itikadında, ibadetinde ve hayat sisteminde Allah’ın mutlak hâkimiyetini ve yalnız O’na boyun eğileceğini kabul etmek zorundadır. Binaenaleyh; a) İnancında Allah’ın tek ilah olduğuna inanmayan, başka bir kısım eşya veya zatların da uluhiyette payları bulunduğuna inanan bir insan, “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” ifadesini dolaylı da olsa reddettiği için Müslüman değildir. O, ya bir
Ramazan 1439
53
kâfir ya da bir müşriktir. “Şüphesiz ‘Allah
luklar, ilahî nizam olan İslâm’dan hayat
üç ilahın üçüncüsüdür’ diyenler kâfir oldular.
sistemi olarak tamamen kopmuşlardır. Bu
(6)
gibi topluluklar, İslâmî değil, cahilî toplu-
“Allah dedi ki: İki ilah edinmeyin. Şüphesiz
luklardır. Bunların İslâmî topluluk sayıl-
Hâlbuki tek bir ilahtan başka ilah yoktur.” ki O, bir tek ilahtır.”
(7)
“Sizin ilahınız tek bir
ilah olduğuna inanmalarından veya iba-
göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar ol-
detlerini Allah’la birlikte başka ilahlara
saydı, her ikisi de fesada uğrarlardı. Arş’ın
yapmalarından ziyade, İslâm’ı hayat sis-
Rabbi olan Allah onların sıfatlandırmaların-
temi olarak kabul etmemelerindendir.
dan uzaktır.”
………..
(9)
b) Yine ibadetini yalnız Allah’a yapmayan,
Allah’ın varlığına, birliğine, mülkün sa-
ibadette herhangi bir şeye veya zata pay
hibi olduğuna ve bu mülkü sevk ve idare
vermeye çalışan kişi, Allah’a ortak koşma
eden tek güç olduğuna inanan aklıselim
durumuna düştüğü için Müslümanlık
sahibi insanlar; yoktan var etmede, kâina-
dairesinin dışına çıkar. O, ya bir müşrik
tı sevk ve idarede egemenlik ve hâkimi-
ya da bir münafıktır. En hafifiyle gösteriş yapan ve yaptığı ibadetten hiç bir fayda göremeyen bir riyakârdır. “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.”
(10)
c) Hayat sistemini, Allah’ın bizlere Peygamberi aracılığıyla öğrettiği ilahî nizamdan (İslâm Şeriatı’ndan) almayan kişi, Allah’a boyun eğmiş ve Müslüman olmuş sayılmaz. Böyle bir insan ya cahilî bir hayat yaşayan kâfir ve zalimdir ya da en hafifinden Allah’ın nizamından ayrılan bir fasık ve asidir. “Yoksa onların Allah’ın kendilerine izin vermediği bir dini kendilerine meşru kılan ortakları mı var?” (11) Ne yazık ki günümüzde, nüfus sayımlarına ve hüviyet kayıtlarına göre Müslüman sayılan milletlerin oluşturdukları toplu6. Mâide 5/73. 7. Nahl 16/51. 8. Bakara 2/163. 9. Enbiyâ 21/11. 10. En’âm 6/162, 163. 11. Şûrâ 42/21.
54
mamaları, inançlarında Allah’tan başka
“Eğer
ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur.”
(8)
Mayıs 2018
yetin sadece Allah’a ait olmasında olduğu gibi, yeryüzünde halifeler olarak yarattığı insanların hayat sistemlerinin nasıl olacağını belirtmede de egemenliğin yalnızca Allah’a ait olduğuna iman ederler ve O’nun gönderdiği ilahî nizamla sevk ve idare edilmek isterler. Nitekim Kur’ân bu gerçeği haykırmakta ve “Rabbin tarafından sana vahyolunana tabi ol. O’ndan başka ilah yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.” (12) “Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başkalarını dost edinip de kendilerine uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz” (13) diyerek, Müslümanların dinî kurallara bağlanmalarını emretmektedir. İlahî nizamın dışındaki rejim ve sistemler kulların heva ve heveslerine dayandıkları için bâtıldan başka bir şey değildir. “Eğer onlar senin davetini kabul etmezlerse, bil ki onlar heva ve heveslerine uymaktadırlar. Allah tarafından bir yol gösterme olmaksızın heva ve hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?” (14) 12. En’âm 6/106. 13. A‘râf 7/3. 14. Kasas 28/50.
Evet, hâkimiyet sıfatı yalnız kendisine
tin kanunu, ülkede yaşayan insanlara fay-
ait olan Allah Teâlâ, bize hayat sistemi ve
dalı olup olmayacağı düşünülerek alın-
hukuk nizamı olarak Hz. Muhammed’e
mamıştır. Tercüme eden zatın Fransızca
indirdiği Kur’ân’ı göndermiştir. Bun-
bildiği ve bu eyalette Fransızca konuşul-
dan başka bir sistem aramak cehalettir,
duğu için alınmıştır.
gaflettir ve İslâm’ın dışına çıkmaktır. Bu konuda suskun kalmak veya tavizkârane konuşmak ya da kulları ilah edinenlere yaranmak için gerçekleri saptırmak Müslümana yakışmayan hâllerdir.
Aslında İsviçre’nin oturmuş bir hukuku yoktur. Katolik ve Protestan mezhepleri ile diğer mezheplerin uzun süre çekişmelerinden sonra İsviçreliler her coğrafî bölgeyi bir eyalet kabul etmiş ve her eyalet
Özetle; istenilse de istenilmese de İslâm’da
için kendi örfüne ve âdetine uygun yasa-
egemenlik Allah’ındır. Hiçbir zaman mil-
lar belirlemişlerdir. Kanunlarının temel
letin veya belirli bir ferdin veya kitlenin
kaynağı ise, borcunu ödeyemeyen borç-
değildir. Otorite kaynağı yüce Mevla ol-
luları alacaklılara teslim ettirip köle ola-
duğu için kanun koyma hakkı da O’na ait-
rak sattıran veya vücutlarını parçalatarak
tir. Kullar, ancak O’nun koyduğu kurallar
kapılarına asmalarına ruhsat veren ilkel
ışığında fikir beyan edebilir, O’nun serbest
“Roma Hukuku”dur.
bıraktığı sahalarda ictihad yapabilirler. Zira “Nas varken ictihada yol yoktur.” İşte İslâm’ın bu esprisini kavrayamayan ve İslâm’dan yeterince nasibini alamayanlar, 4 Nisan 1926 tarihinde İslâm hukukunu yürürlükten kaldırıp yerine hayranı oldukları İsviçre Medenî Kanunu’nu koymuşlardır. Bu kanun, bugün nüfusu yedi milyona ulaşamayan, coğrafî durumu 22 egemen ve 6 yarı egemen eyalete ayrılan ve her egemen eyaletin kanunu bir başkasından farklılık arzeden İsviçre’nin Neuchatel eyaletinden basmakalıp tercüme edilerek alınmıştır. Bu kadar küçük ve
Böyle karışık bir devletin küçük bir eyaletinden alınan ve kökü primitiv olan bir hukuku İslâm ümmetine jop ve dipçikle zorla uygulayan Frenk mukallitleri, bu hukuku överek ayyuka çıkarmışlar ve İsviçre’nin dünyanın en medenî ülkesi olduğunu iddia etmişlerdir. Batılıların maddeten kalkınmalarından öte yaşam biçimlerine de hayran olan ve aşağılık kompleksine kapılan bu insanlar Yürürlükten kaldırmaya cesaret ettikleri ilahî nizam olan İslâm’ı ise her münasebette yermeye ve aşağılamaya çalışmışlardır.
karmaşık bir yapıya sahip olan bir devle-
“Dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kal-
tin, bu devlette de en küçük eyaletlerden
ması” gerektiği iddiasını ortaya atmışlar-
birinin kanununu Fransızca’dan çevirip
dır. Bu iddiaya gelince; bu tez, semavî ol-
asırlarca dünyanın üç kıtasını sevk ve ida-
mayan Brahmanizm ve Budizm gibi ilkel
re eden bir ümmete uygulamaya kalkış-
dinler için, bir de mensupları tarafından
mak kadar gülünç bir hâdise olamaz. Bu-
değiştirilen Yahudilik ve Hıristiyanlık
nun tarihte emsaline de rastlanmamıştır.
için geçerli olabilir. Çünkü bu dinlerde,
Bunu yapanların, kendilerine güvenleri
insan hayatını düzenleyen hükümler yok
bulunmayan Frenk mukallitleri oldukları
denecek kadar azdır. Zira geri kalan hü-
anlaşılmaktadır. Öyle ki, adı geçen eyale-
kümler, mensuplarının heva ve hevesleri-
Ramazan 1439
55
ne ters düştüğü için kitaplardan çıkarılıp yok edilmiştir. Fakat bu tez, hem din hem de devlet sistemi, hem yasa hem de ahlak düsturu, hem dünya hem de ahiret planı olan İslâm için elbette geçerli değildir. Zaten bu tez, dinlerinde hayatlarını tanzim eden hükümler bulamayan Hıristiyanlar
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen elbette ki yeri yaramazsın, boyca da dağlara ulaşamazsın.” (17) “Rahman olan Allah’ın kulları yeryüzünde sükûnetle (tevazu ve va-
tarafından ileri sürülmüştür. Fakat “Avru-
karla) yürürler.” (18)
palılar ne derse doğrudur” kompleksine
Alışveriş hususunda şunu emretmektedir:
kapılan hafif meşrep insanlar da bu tezin İslâm için de geçerli olduğunu sanmış ve bunu savunmaya koyulmuşlardır. İnsanın ana rahmine düşmesinden, ölüp toprağa verilmesine kadar, bütün hayat safhalarını en dakik bir şekilde düzen-
“Bir şeyi ölçerken tam ölçün, tartarken de doğru terazi ile tartın.” (19) “İnsanlardan bir şey ölçüp alırken tam alan, onlara bir şeyi ölçüp tartarken de eksik tutan hilekârların vay hâline!” (20)
leyen, geçmişten ibret almak için onu en
Birbirimizle olan malî ilişkilerimizde şu
veciz bir şekilde özetleyen ve gelecekte-
yasakları koyar:
ki perde arkasında nelerin olacağını film gibi gözler önüne seren İslâm’ın, sadece bir vicdan işi olarak kalması gerektiği nasıl söylenebilir? Söylense de bu düşünceleri kim dinler? Zira İslâm’ın hükümleri,
“Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere aktarmayın.” (21)
insanların gözlerini kamaştıracak kadar
Vazifelerimizin ifasında şunu emret-
parlak, akıllarına pes dedirtecek kadar
mektedir:
güçlü ve ruhlarını huzura kavuşturacak kadar tedavi edici bir hukuk sistemidir. Onun her yönü ve her dalı mutluluk bahşeder. Örnek olması açısından şu misalle-
“Ey Muhammed! De ki: Çalışın. Yakında Allah, Peygamberi ve mü’minler yaptığınız işleri görecektir.” (22)
ri zikretmek mümkündür.
Fakir ve yoksullara yardımda bulunma
Kişinin yiyip içmesi hususunda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
hususunda “Mallarınızı Allah yolunda har-
“Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (15)
Giyim-kuşam hususunda şunu emretmektedir: “Ey Âdemoğulları! Her mescide girdiğinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin.” (16) 15. A‘râf 7/31. 16. A‘râf 7/31.
56
Yolda yürümenin adabı hakkında şöyle buyurmaktadır:
Mayıs 2018
cayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın, iyilik yapın. Çünkü Allah iyilik yapanları sever” (23) buyurmaktadır.
17. İsrâ 17/37. 18. Furkân 25/63. 19. İsrâ 17/35. 20. Mutaffifîn 83/1-3. 21. Bakara 2/188. 22. Tevbe 9/105. 23. Bakara 2/195
İyiliği emretme, kötülüğe mani olma hususunda da şöyle buyurmaktadır: “İçinizde hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.
Malımızın himayesi için “Erkek ve kadın hırsızların yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından bir ceza olarak ellerini kesin” (31) buyuruyor.
Kurtuluşa erenler işte onlardır.” (24)
Aklın muhafazası için “Ey iman edenler!
Anneye, babaya, akrabaya, yetime, yoksula, komşuya, arkadaşa ve yolda kalanlara nasıl davranılacağı hususunda şunları emretmektedir:
İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şey-
“Anneye, babaya, akrabaya, yetimlere, yok-
namazdan alıkoymayı ister” (32) buyurmak-
sullara, akraba olan komşulara, yakın kom-
tadır.
şulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda
Irz ve namusun muhafazası için de şöyle buyurmaktadır:
kalanlara ve sahip olduğunuz kölelere iyi davranın. Şüphesiz Allah kibirlenen ve övü-
tanın işinden birer pisliktir. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz ki şeytan kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah’ın zikrinden ve
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve
nen kimseyi sevmez. (25)
İdarecilerin insaflı ve adaletli davranmaları hususunda şöyle buyurmaktadır:
mü’minlerin hanımlarına söyle, herhangi bir ihtiyaç için dışarıya çıkarken başörtülerini üzerlerine alıp örtsünler. Bu, onların başka-
“Ey iman edenler! Bir kavme olan kininiz sizi
ları tarafından tanınıp rahatsız edilmemele-
(26)
ri için daha uygundur.” (33) “İffetli kadınlara
“Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyi-
zina isnad edip de sonra bu iddialarını doğ-
likte bulunmayı ve akrabaya yardım etmeyi
rulayacak dört şahit getiremeyenlere seksen
emreder. Kötülüğü, hayâsızlığı ve zulmü ya-
değnek vurun.” (34) “Zina eden kadın ve erke-
saklar.” (27)
ğin her birine yüzer değnek vurun. Allah’a
Haksız yere kan akıtmayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
ve ahiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın
“Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir
rın cezalarına şahit olsun.” (35)
cana haklı bir sebep olmadıkça sakın kıyma-
Dinimizi koruma hususunda ise Allah Teâlâ şunları emretmektedir:
adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun.”
yın. Biz haksız yere öldürülenlerin velisine bir yetki vermişizdir. O da öldürmede haddi
dinini tatbik hususunda onlara merhametiniz tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onla-
aşmasın.” (28) “Ey iman edenler! Öldürülenler
“Ey İman edenler! Çevrenizde bulunan kâfir-
hakkında size kısas farz kılındı.” (29) “Ey akıl
lerle savaşın. Sizi sert ve kuvvetli bulsunlar.
sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” (30)
İyi bilin ki, Allah kendisinden korkanların
24. Âl-i İmrân 3/104. 25. Nisâ 4/36. 26. Mâide 5/8. 27. Nahl 16/90. 28. İsrâ 17/33. 29. Bakara 2/178. 30. Bakara 2/179.
31. Mâide 5/38. 32. Mâide 5/90-91. 33. Ahzâb 33/59. 34. Nûr 24/4. 35. Nûr 24/2. 36. Tevbe 9/123.
yanındadır.”
(36)
“Fitne ortadan kalkıp din
Ramazan 1439
57
yalnız Allah’ın oluncaya kadar o kâfirlerle
faydalandırmışlardır. On yedinci asırlar-
savaşın.” (37)
da papazların bile “Allah Müslümanları
Şimdi bunun gibi yüce semavî emirleri içeren bu ulvî şeriatı kaldırıp yerine beyefendilerin heva ve heveslerinden kaynaklanan ve gün geçmeden değiştirilmeleri teklif edilen bir kısım tüzükleri koymak ilericilik midir? Yoksa ilkellik midir? Toplumun menfaatlerini mi yoksa sömürücü-
geldikten sonra mezhep çatışmalarımız sona erdi ve huzur içinde yaşar olduk” demelerine ortam hazırlamışlardır. İstanbul fethedilirken Bizans’ta uygulanan hukuk, bugünkü İsviçre hukukunun da temelini teşkil eden Roma hukukuydu.
lerin çıkarlarını mı düşünmektir?
Şayet Roma hukuku insanları ilerletiyor
İslâm Dininin Müslümanları Geri Bıraktığını İddiası(!)
topları karşısında dehşete kapıldılar da
idiyse, niçin Bizanslılar Müslümanların teslim oldular ve o ileri(!) hukukları sa-
İslâm dininin Müslümanları geri bıraktı-
yesinde icatlar yapıp Müslümanlara karşı
ğını iddia etmek, gerçekleri tamamen alt
koyamadılar?
üst eden bir iddiadır. Çöllerde bedevi bir
………………………
hayat sürdüren Araplar İslâm sayesinde, yüzlerce yıl yaşamış Pers İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmayı, Bizans’ı sıkıştırıp kabuğuna hapsetmeyi başarmışlar ve fethettikleri yerlere İslâm şeriatını tatbik ederek oralarda yaşayan insanları kula kulluktan kurtarmışlar, onlara yalnız Allah’a kulluk edileceğini öğretmişlerdir. Fethedilen bu ülkelerin halkları, kendi iradeleriyle putperestliği, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı bırakıp İslâm dinine girmiş ve onun rahmetine ulaşmışlardır. Maddeten ilerleme bakımından zamanlarında insanlığın zirvesine ulaşmışlar ve karanlık çağları geride bırakmışlardır. Keza İslâm sayesinde, dağlarda göçebe olarak yaşayan Türkler ve diğer kavimler, Osmanlı Devleti’nin gölgesi altında, bir arada kardeş olarak yüzlerce yıl yaşamışlar, zamanının ikinci büyük imparatorluğu olan Bizans’ı ortadan kaldırmışlar ve Avrupa’nın içine girip İslâm’ın şefkat ve merhamet esaslarından Hıristiyanları da 37. Bakara 2/193.
58
başımızdan eksik etmesin. Çünkü onlar
Mayıs 2018
Bugünkü medeni(!) hukukun mimarı ve dönemin adalet vekili Mahmud Esad Bozkurt “Türk milletine adalet dağıtmak ve onu keşmekeşlikten kurtarmak için en yeni, en kusursuz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunu’nu getirdiklerini” söylemektedir. Vakıa, Mahmud Esad’ın “en yeni” diye övdüğü İsviçre Medeni Kanununun temelini, Alman Medenî Hukuku, onun temelini ise Roma hukuku oluşturmaktadır. Roma hukuku ise, ilkel hukuklardan biridir. Fakat Hıristiyan âlemi, atalarının hukuku olarak bu kokuşmuş hukuku ısıtıp ısıtıp insanların önüne sürmüştür. Hıristiyanların teknik yönden ilerlediklerini gören bazı Müslüman isimli kişiler, onların her söylediğinin ve yaptığının doğru olduğuna kanaat getirerek söylediklerini tekrar edip durmuşlardır. İşte Mahmud Esad ve arkadaşları da bu güruhtandırlar. Nasıl olur da İsviçre hukuku, en yeni hukuk olabilir? Alınan bu hukuk, bugün nüfusu yedi milyona ulaşmayan, milli bir-
liğini tam olarak sağlamadığı için 22 tam
lerinin önünde asmalarına izin veren (39)
bağımsız, 6 da yarım bağımsız kanton-
Roma kanununun neresi üstün ve halkçı-
lardan (eyaletlerden) meydana gelen, her kantonuna özel bir hukuk sistemi tanıyan ve nüfusunun % 70’i Alman, % 20’si Fransız, geri kalanı İtalyan ve Çingenelerden oluşan İsviçre tarafından yepyeni bir hukuk olarak mı ortaya çıkarıldı? Yoksa Pro-
dır? Sizin aldığınız kanun, işte bu ilkel kanunun yumuşatılmış şeklidir. Bu kanun, ortaçağlara değil, karanlık çağlara dayanmaktadır. VII. yüzyıldan itibaren, İslâm fetihlerinin neticesinde Müslümanların İspanya’yı fethetmelerinden sonra yüce İslâm hukuku
testan ve Katolik mezheplerinin çatışma-
karşısında gözleri kamaşan Avrupalılar,
sını önlemek için, bütün Hıristiyanların
kendi benliklerini kaybetme korkusuyla
müşterek hukuku olan Roma hukukunun birtakım düzeltmelerle kabul edilmesiyle mi oluşturuldu? Elbette ki doğru olan ikincisidir.
XII. yüzyılda özellikle İtalya ve Polonya üniversitelerinde, üzeri küllenmiş Roma hukukunu tekrar hortlatarak İslâm hukukuna karşı direnmek istemişlerdir. Kokuşmuş bir hukuktan mülhem olan
Peki, M. 523-565 yılları arasında Doğu
kanunu, değil ki İslâm’dan üstün saymak,
Roma İmparatoru Justinianus tarafından
onu İslâm ile kıyaslamak bile insafsızlık-
hazırlatılan, adına Corpus Juris Civiles (38) denen ve M. 533’te tatbikine başlanan bir kanundan iktibas edilen İsviçre kanununun neresi yepyenidir? Borçlarını ödeyemeyen borçluları esir edip alacaklılara teslim eden, onları köle olarak sattıran hatta alacaklılara borçlularını öldürüp payları oranında parçalara bölerek ev38. Corpus juris civiles: Kanun külliyesi dört ana bölümden oluşmaktadır: a. Institutiones: Bu bölüm Justinianus’un emri ile hazırlanmış ve M. 533 yılında yürürlüğe konulmuştur. b. Digesta veya Pandectae: Bu da Justinianus’un hukukçularının eserlerinden alıntı yaptırdığı toplama bir bölümdür. M. 533 yılında yürürlüğe girmiştir. c. Codex: Bu da imparator emirnamelerini içeren bir bölümdür. Justinianus hazırlatmıştır. M. 534 yılında yürürlüğe konulmuştur. d. Novellae: Bu bölüm, önceki üç bölümün kaleme alınmasından sonra Justinianus’un yeni emirlerinden ibarettir. İşte Corpus Juris Civiles adlı Roma kanun külliyesi bu dört parçadan meydana gelmektedir. Bu külliyenin tümüne ilkellik hâkimdir.
tır. Ne var ki devrim adına konuşanlar, her zaman haklı gösterilmişlerdir. İşte mesele budur. ……………… Sonuç olarak; İslâm’da egemenlik, dolayısıyla yasa koyma hakkı yalnızca Allah Teâlâ’ya aittir. O, bizlere kişilerin hırslarından, heva ve heveslerinden uzak olan, hakkaniyet ölçülerini esas alan, ifrat ve tefritten uzak, tertemiz bir şeriat göndermiştir. Biz ancak onu kabullenir ve ona uyarız. Kendimiz için istediğimiz bu iyiliği başkaları için de isteriz. 39. XII. Levha kanunundaki Manus İniectio (el koyma) yoluyla icra usulüne göre alacaklı borçlusu üzerine el koyardı. Onu altmış gün zincire vurup hapsettikten sonra borç yine ödenmediği takdirde, isterse öldürebilir, isterse de Roma dışında köle olarak satabilirdi. Hatta alacaklıların birkaç kişi olması hâlinde borçlunun vücudunu aralarında taksim etmelerine dahi müsaade edilmişti.” (Konu ile ilgili olarak bk. Dr. Türkan Radu, Roma Hukuku Borçlar Hukuku, s. 22, İstanbul 1974; Dr. Ziya Umur, Roma Hukuku, s. 168, İstanbul 1974.
Ramazan 1439
59
İKTİBAS Muhammed Muşeyniş
FİLİSTİN'E ÂŞIK BİR ÂLİM Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki…” Muhterem Hocaefendi ile ilk görüşmemiz de, Filistin ve Mescid-i Aksayı ne kadar sevdiğini, Filistin’de cereyan eden olayları nasıl titizlikle takip ettiğini hissetmiştim. Öyle muayyen olaylarla alakalı sorular soruyordu ki, Filistin’de cereyan eden olayları bildiğini ve takip ettiğini açıkça gösteriyordu.
| FİDDER Başkanı Muhammed Muşeyniş
Bu Rabbani âlimin konuşmalarından, İs-
iştirak etmek üzere Fatih camiine gittik.
lami uyanışın mensuplarını ne kadar çok sevdiğini ve çoğunu şahsi olarak tanıdığını gördüm. Ümmetin İslami uyanış tarihini iyi bildiği belliydi.
görünce İmam Ahmed’in şu sözünü hatırladım: Sizinle aramızda cenaze günümüz var. (Namaza katılmak üzere gelenlerin
Filistin’de ve özellikle Gazze’de İslam da-
sayısı ona duyulan sevginin delilidir).
vetinin halini sordu. Soruları genel malu-
Taziyelerimizi sunmak üzere İmam Buha-
mat üzerine değildi. Bilakis belirli başlıklar altında soruyordu. Bu da gösteriyordu ki Müslümanların hal ve ahvali hakkında derin bir bilgiye sahipti. Ona Gazze’de ki Kur’an hafızlığı programını anlatınca ne kadar sevinmişti. İkinci görüşmemizde –ki Zafer kardeşimizin taziyesinde olmuştu– daha benim hal hatırımı sormadan Gazze’deki kar-
ri Vakfına geldik. Sureti gözümün önünde sesi de kulaklarımdaydı. İmam Buhari Vakfı, Gazze’deki yetimlere aylık maaş gönderen ve Filistin’li kardeşlerine yardım eden bir vakıf. Taziyelerimizi takdim etmek üzere Vakfın sorumlularına gittik ancak doğrusu şu ki; Böyle bir kayıptan dolayı kendime de taziye veriyor, kendimi de teselli ediyordum. Hatırıma
deşlerimizin hallerini sordu. Onu meşgul
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in
eden ve mesaisini alan buydu.
şu buyruğundan başka bir şey gelmedi:
Beni etkileyen fasih bir Arapça ile konu-
“Muhakkak ki Allah, kullarından çekip almak-
şuyordu. Ancak nasıl öğrendiğini sorma-
la ilmi kaybetmez. Lakin ilmi, âlimleri kabze-
dım. Çünkü Hocaefendi ile aramızda ko-
derek (canlarını alarak) kaldırır.”
nuştuğumuz konu çok önemliydi.
Allah Subhanehu Teâlâ bu Rabbani âlime,
Bana Sultan Selim’i anlattı. Arapça’yı Os-
muhterem Hocaefendiye rahmet eylesin.
manlı devletinin resmi dili yapmak istemiş
İslam davetinin önderlerinden birini kay-
ancak dönemin Şeyhülislam’ı bunu yap-
bettik!
maması konusunda nasihat etmişti. Zira
Yüce Mevla’dan onu, peygamberler, şe-
dillerin farklılığı Allah’ın ayetlerindendir. Vefat haberini duyunca cenaze namazına
60
Namazına iştirak etmeye gelen kalabalığı
Mayıs 2018
hitler ve salihlerle beraber geniş cennetlerine yerleştirmesini niyaz ediyoruz.