Nebevi Hayat Dergisi 67. Sayı (Haziran, 2018)

Page 1




Yıl: 6 - Sayı: 67 - Fiyatı: 7,5 TL

Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Haziran 2018

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör

H

amd, göklerin ve yerin tasarrufunu elinde bulunduran Allahu Teâlâ’ya, salat ve selam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun ehline, ashabına ve tüm Müslümanlara olsun. İslâm dini, kendisine boyun eğen insanların canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını, akıllarını himayesi altına almış ve böylece müminlerin birbiriyle kaynaşıp tek vücut haline gelen faziletli bir toplum ve numune bir ümmet oluşturmalarını sağlamıştır. Bu dine gönül verenler, ihanet yapmazlar, yalan söylemezler, Müslüman kardeşlerini sahipsiz bırakmazlar, canına kastetmezler, ırzına saldırmazlar, malına göz dikmezler. "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşine ihanet etmez. Ona yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Her Müslümanın diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır. Kişinin Müslüman kardeşini tahkir etmesi kötülük olarak ona yeter." Hadisine binaen bu sayımızda Müslümanlar için önem arzeden bir konuyu gündeme taşımaya çalıştık. Geçen ay ki özel sayımızda Araştırmacı Yazar Ali Kaçar'ın “Hayra Anahtar, Şerre Kilit Olan Bir Ömür” başlıklı yazısında tarafımızdan kaynaklanan yanlış anlaşılmaya müsait bir dizgi hatası olmuştur. Yazarın göndermiş olduğu doğru metin şu şekildedir; "Rahmetli Hasan el Benna’nın ‘ayrılıklar, ihtilaflar dolayısıyla birbirimizi mazur görelim, ittifak ettiğimiz konular konusunda birbirimizle yardımlaşalım ve bunları da geliştirerek genişletelim’ sözü kulaklarımızda küpe olmalı." Nebevi Hayat Dergisi olarak, Ramazan Bayramının tüm İslam âlemine hayırlar getirmesi için dua eder, ümmetin sıkıntılarının bertaraf olması için Rabbimize niyaz da bulunuruz. Selam ve dua ile.


İçindekiler

Şirkten Sonra En Büyük Günah: Haksız Yere Cana Kastetmek Mahmut Varhan

Zarurât-I Dîniyye’den Olan Malın Korunması Hakan Sarıküçük

04

12

Din Emniyeti İslam’ın Güvencesindedir M. Sadık Türkmen

25

İslam'da Akıl Emniyeti Ahmet İnal

29

Kapak Dosya Namus Emniyetinin Önemi Ümit Şİt

35

Müslüman Kâşifler Bir Büyük Dâhi Mimar: Mimar Sinan Cihan Malay

41

Yakın Tarih Ümmetin Hamisi Halife II. Abdülhamid (I) Furkan Uyanık

51

Haber Analiz ABD’nin Elçiliği Kudüs’e Taşımasının Arka Planı Emrah Seven

57

Nebevî Aile Sabır Nurun Ve Cennetin Olsun Ey Kardeşim! Halime Yılmaz

59

Serbest Köşe Medreseden Mezun Oldum Ya Sonra? Derya Fıçıcı

62


KAPAK DOSYA Mahmut Varhan

ŞİRKTEN SONRA EN BÜYÜK GÜNAH:

Haksız yere bir insanı öldürmenin haram oluşu dinden olduğu yakîni/kesin olarak bilinen zarûriyât-ı diniyyedendir. Dolayısıyla bunun haram oluşunu inkâr etmek ve bir Müslümanı haksız yere öldürmeyi helal görmek bütün âlimlerin ittifakıyla küfürdür.

HAKSIZ YERE CANA KASTETMEK

İ

nsanı fıtrat üzere yaratan ve fıtratını koruduğu sürece onun canını koruma

altına alan Allah azze ve celle’ye hamdolsun! Haksız yere bir Müslümanı öldürmenin en büyük günahlardan olduğunu beyan eden Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e, onun pak âline, ashâb-ı kirâmına ve kıyamete kadar ona tâbi olan müminlere salât ve selâm olsun! İmdi; Haksız yere bir Müslümanı öldürenin hükmünü ve katili felakete sürükleyen ne

4

Haziran 2018

kadar büyük bir günah olduğunu beyan etmek çok önemlidir. İslam’ın can emniyetine verdiği önemi ve insanın en büyük sermayesi olan canını koruma altına almak için aldığı tedbirleri beyan etmek son derece önemlidir. Özellikle de öldürme olaylarının arttığı, can emniyetinin rafa kaldırıldığı, Müslümanların aziz canlarının artık pek büyük bir kıymet kabul edilmediği ve çeşitli sebeplerle Müslümanların birbirlerini boğazladığı günümüzde bunun önemi daha büyüktür.


Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ümmetinin bölünüp parçalanacağını, yetmiş küsur fırkaya ayrılacağını ve bunlardan bir tanesi hariç hepsinin batıl ve ifrat üzere olacaklarını ve cehennemliklerin amellerini işleyeceklerini haber vermiştir. Diğer taraftan ümmetin arasına konulan kılıcın artık kıyamete kadar Müslüman kanı akıtmaya devam edeceğini de haber

“Bir mü'mini kasten öldürenin cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder, lanet eder ve onun için korkunç bir azap hazırlar.” (Nisâ, 93)

vermiştir. İşte o günden bugüne pek çok siyasi ve itikadi mezhepler ortaya çıkmış ve Müslüman fırkalar arasında savaş süregelmiştir. Müslüman denilen insanlar bin bir çeşit teville Müslüman kanı akıtmışlardır. Özellikle Şiilik ve Hâricîlik hareketleri ve genel olarak bütün bidat gruplar binlerce, yüz binlerce Müslümanın canına mâl olmuş ve olmaya devam etmektedir. Günümüzde buna mürted ve münafık yönetimler de eklenince iş iyice içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Artık şu asır can emniyetinin tamamen ortadan kalktığı meşûm bir asır olmuş ve Hz. Peygamber’in haber verdiği gibi haksız yere insanları öldürmek zirve yapmıştır. Allah azze ve celle, bizim elimizle haksız yere bir Müslümanın ve bir Müslümanın eliyle de bizim canımızı almaktan muhafaza buyursun.

ُ ‫الل َونِ ْع َم ا ْل َو ِك‬ ‫يل‬ ُ َّ ‫َح ْس ُب َنا‬

Haksız Yere Bir İnsanı Öldürmenin Haram Oluşu Zarûriyât-ı Diniyyedendir Allah azze ve celle’nin insanlık âlemine lütfettiği bütün şeriatların, indirilen bütün kitapların ve gönderilen bütün peygamberlerin ittifakla beyan ettikleri temel zaruri maslahatlar şu beş maslahattır: Din emniyeti, can emniyeti, ırz-namus emniyeti, mal emniyeti ve akıl emniyeti… İnsana değer verilen ve Müslümanın haklarının korunduğu bir medeniyetin kurulabilmesi ve devam ettirilebilmesi için, bu beş temel esasın titizlikle korunması gerekir ki; bu da ancak İslam nizamının mükemmelen uygulanması ve şeriatının eksiksiz bir şekilde tatbik edilmesiyle mümkündür. Yoksa beşeri sistemlerin gölgesi altında insanın bu en temel haklarının korunması mümkün değildir. Çünkü beşeri sistemler, güç-

Şevval 1439

5


lünün zayıfı ezdiği ve sistematik olarak eritip köleleştirdiği bir tür orman kanunundan ibarettir. Zaten beşeri sistemlerin dünya hakimiyetini işgal ettiği şu son birkaç asırda hiçbir emniyetin olmadığını ve özellikle Müslüman milletler için dünyanın yaşanılmaz bir hal aldığını açık bir şekilde görmekteyiz.

kaldırmayacağım. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Böylece hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenerek cehennemlik olmanı dilerim. Zalimlerin cezası işte budur. Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi; onu öldürdü ve böylece mahvolup gidenlerden oldu.” (1)

‫اج ُعو ْن‬ ِ َّ ‫اِ ّنَا‬ ِ ‫لل َو اِنِّا اِلَ ْي ِه َر‬

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’de bu konuya temas ederek şöyle buyurmaktadır: “Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem'in kan döken ilk oğluna ayrılır; çünkü o, öldürme çığırını ilk açan kişidir.” (2)

Haksız yere bir insanı öldürmenin haram oluşu dinden olduğu yakîni/kesin olarak bilinen zarûriyât-ı diniyyedendir. Dolayısıyla bunun haram oluşunu inkâr etmek ve bir Müslümanı haksız yere öldürmeyi helal görmek bütün âlimlerin ittifakıyla küfürdür. Haksız yere bir insanı öldürmenin, insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan biri olduğunu, Allah azze ve celle gayet vecîz bir şekilde insanlığın ilk atası Âdem aleyhisselâm’ın iki oğlunun kıssasında bizlere bildirmiştir: “Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen gerçeği anlat. Hani onlar birer kurban sunmuşlardı da, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kurban kabul edilmeyen “seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah, yalnız takvâ sahiplerinin ibadetini kabul eder. Sen beni öldürmek için bana elini kaldırsan bile ben seni öldürmek için elimi

Hâbil ile Kâbil kıssasının hemen peşinden Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “İşte bu yüzden İsrailoğulları’na şunu bildirdik: Cana kıymayan veya yeryüzünde fitne fesat çıkarmayan birini kim öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir kimsenin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir.” (3) Bütün peygamberlerin sonuncusu ve şeriatı ile onların şeriatlarını tamamlayıp kemale erdiren Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem, yüz binden fazla ashâbının içinde insanlığa veda ettiği en büyük hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, iffet

1. Mâide, 27-30 2. Buhârî, “Enbiyâ”, 1, “Dİyât” 2; Müslim, “Kasâme” 27. Abdullah b. Mesûd radıyallahu anh’dan… 3. Mâide, 32

6

Haziran 2018


ve namuslarınız da öyle mukaddestir; bunlara her türlü tecavüz haramdır.” (4)

Haksız Yere Bir Müslümanı Öldürmek Hususunda Kur’ân-ı Kerîm’de Bulunan Azap Tehditleri: Kur’ân-ı Kerîm’de haksız yere bir Müslümanı öldürmeyi haram kılan ve böyle bir cinayeti işleyen kimsenin –tövbe etmemesi durumunda- karşılaşacağı azabı haber veren pek çok ayet-i kerîmeler mevcuttur. Biz bunlardan bir kaçı üzerinde duracağız. A) Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Bir müminin başka bir mümini kasten öldürmesi olacak şey değildir. Ama hata ile olabilir…” (5) Hatta öldürmenin hükümlerini tafsilatlı beyan ettikten sonra da şöyle devam etmektedir: “Bir mümini kasten öldürenin cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder, lanet eder ve onun için korkunç bir azap hazırlar.” (6) İbn Abbâs radıyallahu anhu bu ayet-i kerîmeye tutunarak, kasten bir mümini öldüren katilin tövbesinin kabul edilmeyeceğini söylemiştir. Ancak onun dışındaki bütün âlimler tövbesinin kabul edileceği görüşündedirler. Tövbesi kabul edilse dahi kul hakkı olarak maktûlün onun üzerindeki hakkı bâkidir ve kıyamet gününde hakkını ondan alacaktır. Fakat kâtil tövbe etmeden ölürse pek

şiddetli bir azapla karşı karşıya kalacağı muhakkaktır. A) Bir sonraki ayet-i kerîmede Allah azze ve celle, Allah yolunda sefere çıkan mücahitleri uyararak şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler! Allah yolunda cihad için sefere çıktığınız zaman çok dikkatli olun da size selam verene (Müslüman olduğunu ifade edene) dünya hayatının geçici menfaatine tamah ederek, “Sen mümin değilsin” deyip onu öldürmeye kalkmayın. Unutmayın ki Allah katında nice ganimetler vardır. Daha önceleri sizler de onlar gibiydiniz; Allah size iman nimetini nasip etti. O halde iyice anlayıp dinleyin. Çünkü Allah yaptığınız işleri çok iyi bilmektedir.” (7) Bu ayetin iniş sebebi ile ilgili rivâyetlerden biri şöyledir: Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem, Mikdâd b. Esved’in de aralarında bulunduğu bir askeri müfreze gönderdi. Bunlar, düşmanın bulunduğu yere gelinceye kadar, düşman kaçmıştı. Yalnız pek çok malı bulunan bir adam yerinden ayrılmadı. Müslümanları görünce kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olduğunu ifade etti ama Mikdâd buna aldırmayarak onu öldürdü. Arkadaşlarından biri ona “Kelime-i şehâdet getiren bir adamı öldürdün öyle mi? Ben bunu Allah’ın Rasûlüne haber

4. Müslim, 1218. 5. Nisâ, 92 6. Nisâ, 93 7. Nisâ, 94

Şevval 1439

7


vereceğim” dedi. Medine’ye varınca durumu Peygamber Efendimiz’e haber verdi. Rasûl-i Ekrem “Mikdâd’ı bana çağırın!” buyurdu ve ona “Lâ ilâhe illallâh” diyen bir adamı öldürdün mü Mikdâd? Yarın kıyamet gününde bu kelime-i tevhîd karşına çıkınca ne yapacaksın?” buyurdu. Peygamber Efendimiz’in Mikdâd’a şöyle söylediği de rivâyet edilmektedir: “Kâfirlerin yanında imanını gizleyen bir adam, senin yanında mümin olduğunu dile getiriyor, sen de tutup onu öldürüyorsun! Hâlbuki daha önce Mekke’de iken sen de aynı şekilde imanını gizliyordun.” (8) C) Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah ile beraber başka bir ilâha da yalvarmazlar. Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatını, haklı bir gerekçeye dayanmadan kıymazlar. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa, günahının cezasını görür. Kıyamet gününde o kimsenin azabı katlanacak ve orada hor hakîr olarak sürekli kalacaktır. Ancak tövbe edip iman eden ve salih amel yapanlara gelince, Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir. Allah çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.” (9) Görüldüğü üzere haksız yere cana kıymayı, Allah’a şirk koşmak gibi affedilmeyen bir suç ile zina gibi en iğrenç bir suçun ortasında zikretmiş ve bu suçları işleyenler için kıyamet gününde kat kat azap olacağını

haber vermiştir. Meğerki tövbe etmiş olsunlar. Bu ayet-i kerîme de katilin tövbesinin kabul edileceğini gösteren delillerden biridir. D) Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Onlara şöyle de: “Gelin, Rabbinizin size neyi haram kıldığını bildireyim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ananıza babanıza iyi davranın. Yoksul kalırız diye çocuklarınızı öldürmeyin. Biz hem sizin hem de onların rızkını veririz. Açık olsun, gizli olsun hiçbir günaha ve hayâsızlığa yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın, öldürülmesini yasakladığı cana kıymayın. Aklınızı kullanmanız için Allah size işte bunları emretti.” (10)

Haksız Yere Bir Müslümanı Öldürmek Hususunda Sünnet-i Seniyye’de Vârid Olan Sakındırmalar: Haksız yere bir Müslümanı öldürmenin helak edici en büyük günahlardan olduğu hususunda pek çok hadis-i şerîf vârid olmuştur. Biz bunların arsından bazılarını seçerek zikredeceğiz: 1. Ebû Hureyre radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, “Helak edici yedi büyük günahtan sakının” buyurdu ve bunlar arasında Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayı da zikretti. (11)

8. Buhârî, “Diyât” 1; Taberânî, el-Mu'cemü’l-kebîr, 12/30. 9. Furkan, 68-70 10. En'am, 151 11. Buhârî, 2766; Müslim, 89.

8

Haziran 2018


2. Abdullah b. Mesûd radıyallahu anhu diyor ki: “Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e “En büyük günah nedir?” diye sordum; Efendimiz de: “Allah seni yarattığı halde O’na ortak koşmandır” diye cevap verdi. “Sonra hangisidir?” diye sordum; “Yemeğine ortak olacak endişesiyle çocuğunu öldürmendir” buyurdu. (12) 3. Ebû Bekre radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldikleri zaman, öldüren de öldürülen de ateştedir.” Denildi ki; “Yâ Rasûlallâh! Katilin ateşte olmasını anladık; peki öldürülenin suçu nedir?” Şöyle buyurdu: “O da diğerini öldürmek istiyordu.” (13) Bu hadis-i şerifte kastedilenler, dünyevi maksatlarla savaşan ve birbirlerini öldürenlerdir. Yoksa şeriatın izin verdiği hususlarda meşru bir sebebe dayanarak bir insanı öldürmek buraya girmemektedir. 4. Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kişi, haram bir kan dökmedikçe dininde genişlik içinde olmaya devam edecektir.” (14) Yani; kişi ne günah işlemiş olursa olsun affedilme umudu vardır. Salih amelleri onun günahlarının bağışlanmasına ve kurtulmasına sebep olabilir. Fakat haram bir kanı dökecek olursa ve hele nasûh

Büreyde radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dünyanın yok olup gitmesi, Allah katında bir Müslümanın öldürülmesinden daha önemsizdir.”

bir tövbe de etmeden ölürse, affedilme umudu yoktur. Bütün Salih amelleri bir araya gelse bile, öldürme günahını karşılamaya yetmez. 5. Câbir b. Abdullah radıyallahu anhümâ dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu: “Benden sonra sakın

birbirinizin boyunlarını vuran kâfirlere (kâfirler gibi birbirlerini öldüren kimseler olmaya) dönmeyin.” (15) 6. Abdullah b. Mesûd radıyallahu anhu dedi ki: “Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu: “Kıyamet gü-

nünde insanlar arasında ilk görülecek hesap, kan davalarıdır.” (16) Bu hadis-i

12. Buhârî, 4477; Müslim, 86. 13. Buhârî, 6875; Müslim, 2888. 14. Buhârî, 6862; İmam Ahmed, Müsned, 2/94. 15. Buhârî, 121, 4405; Müslim, 65. 16. Buhârî, 6533; Müslim, 1678.

Şevval 1439

9


şöyle buyurdu: “Dünyanın yok olup gitmesi, Allah katında bir Müslümanın öldürülmesinden daha önemsizdir.” (17) 8. Ebû Derdâ radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah azze ve celle’nin her günahı bağışlaması umulur; ancak kafir olarak ölen bir kişi veya bir mümini taammüden (bilerek ve kastederek) öldüren bir kişi hariç.” (18) 9. Ukbe b. Mâlik el-Leysî radıyallahu şerif, kan dökmenin ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermektedir. Çünkü ilk sıraya alınan dava, en önemli davadır. Bir günahın büyüklüğü, meydana getirdiği mefsedenin ve ortadan kaldırdığı maslahatın büyüklüğüne göredir. Allah azze ve celle’nin

en güzel bir surette yarattı-

ğı insanın bünyesini/yapısını haksız yere yok etmek/tahrip etmek, en büyük mefsedeyi gerçekleştirmek ve en büyük maslahatı ortadan kaldırmaktır. İşte bundan dolayı Allah’ın hakları arasında namaz, kul hakları arasında da kan davaları ilk hesabı görülen davalar olacaktır. Bu ikisinden geçenler inşallah diğerlerinden de geçerler. Fakat bu ikisinde kalanın diğer davalarına bakılmaz bile.

anhu

dedi ki: Rasûlullâh sallallâhu aley-

hi ve sellem’in

gönderdiği bir askeri

müfreze, bir subaşında konaklamış bulunan bir topluluğa sabah baskını düzenledi. O topluluktan bir adam görününce, Müslümanlardan bir kişi ona saldırdı. Adamın “Ben Müslümanım” demesine rağmen o Müslüman onu öldürdü. Müslümanlar Medine’ye gelince bu durumu Hz. Peygamber’e haber verdiler. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem konuşma yapmak üzere ayağa kalktı, Allah’a hamdetti, O’na senâda bulundu ve sonra şöyle buyurdu: “Bir Müslüman nasıl olur da “Ben Müslümanım” diyen bir kişiyi öldürür?” Öldüren kişi, “O, ancak kendisini korumaya almak için bu sözü söyledi” dese de Rasûl-i Ekrem yüzünü ondan çevirdi ve sağ eli-

7. Büreyde radıyallahu anhu dedi ki:

ni uzatarak şöyle buyurdu: “(Katilin

“Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem

de bağışlanması için) ne kadar ısrar ettiy-

17. Tirmizî, 1345; Nesâî, 7/82-83. Abdullah b. Amr’dan da rivâyet edilmiş olup sahîh bir hadistir. 18. Ebû Dâvûd, 4270. Muâviye radıyallahu anhu’dan da Nesâî (7/81) ve İmam Ahmed (4/99) rivâyet etmiştir. Sahih bir hadistir.

10

Haziran 2018


sem de Allah azze ve celle, bir Müslümanı

14. Huzeyfe b. Yemân radıyallahu anhu

öldüreni bağışlamayı kabul etmedi.” (19)

dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve

10. Abdullah b. Mesûd radıyallahu anhu

sellem

dedi ki: “Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi

korktuğum ve çekindiğim hususlardan

şöyle buyurdu: “Müslümana

biri de şudur: Bir adam Kur’ân’ı okur

sövmek fasıklık, onunla vuruşmak ise kü-

ve Kur’ân’ın güzelliği onun üzerinde

ve sellem

fürdür.” (20)

şöyle buyurdu: “Sizin hakkınızda

tam da görünmeye başladığı ve İslam’ın

11. Ebû Derdâ radıyallahu anhu dedi ki:

destekçisi olacağı bir zamanda; Allah’ın

“Bir

dilediği şeye yönelerek onu terk eder, on-

mümin

(hatalarına/günahlarına

rağmen; mağfiret ve cennet yolunda) rahat bir şekilde -haram bir kan dökmedikçe- yol almaya devam eder. Ancak haram bir kanı dökünce onun içinde debelenip kalır.” (21) 12. Abdullah b. Amr radıyallahu anhümâ dedi ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu: “Sözleşmeli bir

dan sıyrılıp çıkar ve onu sırtının arkasına atar (ona sırtını döner); ve komşusuna karşı kılıç çekerek onu şirk ile itham eder (sonra da onu öldürür).” Dedim ki “Yâ Rasûlallâh! İtham edilen mi şirke daha yakındır yoksa itham eden mi?” Şöyle buyurdu: “Hayır, bilakis itham

zımmîyi öldüren kişi, kokusu kırk yıllık

eden (şirke daha yakındır).” (24) Özellik-

mesafeden alınabildiği halde cennetin ko-

le son iki hadisin izleri, kendilerin-

kusunu dahi alamaz.” (22)

den başkasına Müslüman nazarıyla

13. Ebû Hureyre radıyallahu anhu dedi

bakmayan Şii ve Hâricî düşüncesin-

ki: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem

de dün olduğu gibi bugün de görül-

şöyle buyurdu: “Ümmetimden her kim

mektedir.

Ümmetime karşı çıkar, onların iyilerini de kötülerini de (ayırmadan) vurur/ öldürür, müminin hakkını gözetmez ve

İbn Hazm dedi ki: “Şirkten sonra vakti çıkıncaya kadar namazı terk

sözleşmeli bir zımmînin ahdine riayet et-

etmek ve haksız yere bir mümini öl-

mezse; o benden değildir, ben de ondan

dürmekten daha büyük bir günah

değilim.” (23)

yoktur.” (25)

19. İmam Ahmed, Müsned, 17008, 17009; İbn Hibbân, 11. İsnâdı sahih bir hadistir. 20. Buhârî, 6044; Müslim, 64, 117. 21. Ebû Dâvûd, 4270. İsnâdı sahih bir hadistir. 22. Buhârî, 3166, 6914; Nesâî, 8/25; İmam Ahmed, Müsned, 2/186. 23. Müslim, 4763. 24. Tahâvî, Şerhu Müşkilü’l-âsâr, 865; Bezzâr, el-,Bahrü’z-zehhâr, 2793. İsnâdı hasen bir hadistir. 25. İbn Hazm, el-Muhallâ, 11/376.

Şevval 1439

11


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

ZARURÂT-I DÎNİYYE’DEN OLAN MALIN KORUNMASI

H

amd, “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamam-

ladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim.” (1) buyurarak en

lürse şehiddir. Her kim canını savunma uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir. Her kim ehlini ve namusunu ko-

mükemmel nizam olan İslâm’ın tüm

rumak için öldürülürse şehiddir.” (2) bu-

beşeriyet için çözüm yolu olduğunu

yurarak himaye altına alınmış olan

bildiren Yüce Rabbimize;

hakları ve bunların muhafazası uğru-

Salat ve selâm, “Müslümanlardan her

na yapılması gerekenleri beyan eden

kim, malını muhafaza uğrunda öldürü-

Rasûlullah aleyhisselâm’a;

1. Maide, 3. 2. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29; hn. 4772; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421 (Metin Tirmizi’ye aittir. Tirmizi, bu hadisin “hasen ve sahih” olduğunu söylemiştir.)

12

Haziran 2018


Allahu Teâlâ’nın sonsuz keremi ile ihsanı ve afv-u mağfireti de bu dinin yaşanması ve muhafazası uğruna gayret gösteren müminlerin üzerine olsun.

rek İslâm’ın himayesini zedelemek isterler ve böylece kendi haklarını da kaybederler. Bunlar, katiller, zaniler ve mürtedlerdir.

İslâm dini, kendisine boyun eğen insanların canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını, akıllarını himayesi altına almış ve böylece müminlerin birbiriyle kaynaşıp tek vücut haline gelen faziletli bir toplum ve numune bir ümmet oluşturmalarını sağlamıştır. Bu dine gönül verenler, ihanet yapmazlar, yalan söylemezler, Müslüman kardeşlerini sahipsiz bırakmazlar, canına kastetmezler, ırzına saldırmazlar, malına göz dikmezler.

İslâm dini kendisine boyun eğenlerin canlarını, akıllarını, mallarını ve namuslarını himaye altına alırken bunu sağlayan prensiplerinin devamı ve esaslarının sarsılmaması için, Müslümanların canına kasteden bir katili, ırzlarına tecavüz eden bir zaniyi ve İslâm’ı kabullendikten sonra ondan çıkma cinayetini işleyen bir mürtedi, ölümle cezalandırmakta ve yılanın başını ezmektedir. Artık bu cinayetleri işleyen insanlar için İslâm’ın himayesi söz konusu değildir. Aksi takdirde İslâm, kendi kendini nakzetmiş ve temel prensiplerini çiğneyenleri kucağında beslemiş olur. Elbette ki ilahi bir nizam olan İslâm’da böyle bir çelişki görmek imkânsızdır.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hata dışında bir mümin diğer bir mümini öldüremez...” (3) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz de şöyle buyurmaktadır: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşine ihanet etmez. Ona yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Her Müslümanın diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır. Kişinin Müslüman kardeşini tahkir etmesi kötülük olarak ona yeter." (4) Fakat bu nimetleri takdir edemeyen bazı bedbahtlar çeşitli suçlar işleye-

Peygamber Efendimiz, İslâm’ın himaye hakkını kaybeden bu insanları beyan ederek şöyle buyuruyor: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma şehadet eden bir Müslümanın kanı helal olmaz. Ancak şu üç kişi hariçtir. Bunlar; cana kıyan, evlendikten sonra zina eden ve din-

3. Nisa, 92. 4. Tirmizi, Kit. Birr, bab: 18, hn. 1927; İbn Mâce. Kit. Fiten, bab: 2, hn. 3933; Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 277, 360, c. III, sh. 491; Tirmizi, “Bu hadis hasen ve garibtir. Bu mevzuda Hz. Ali’den ve Ebu Eyyub’dan da rivayet vardır” demektedir.

Şevval 1439

13


vunma hakkı tanımıştır. İşte nefsi müdafaa da bundan ileri gelmektedir.

Nefsi Müdafaa Hakkı ve Kapsamı:

den çıkıp cemaati terk edendir.” (5) Başka bir rivayette şöyledir: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şehadet eden bir Müslümanın kanı helal olmaz. Ancak şu üç kişiden birinin durumuna düşenin kanı helaldir: Evlendikten sonra zina eden. Çünkü bu recmedilir. Allah’a ve Peygamber’ine karşı savaşa girişen. Zira bu öldürülür veya asılır yahut yeryüzünde sürgün edilir.

Nefsi müdafaa kavramına, kişinin dinini, canını, namusunu, malını ve saldırıya uğrayan başka bir mümin kardeşini savunması girmektedir. Biz burada konumuzla ilgili olan Müslümanın malını savunması konusunu inceleyeceğiz.

Müslümanın Malını Savunması:

Bir insanı öldüren. Çünkü bu öldürdüğü insana karşılık öldürülür.”

Müslümanlar, gerçek anlamda kardeştir. Birbirlerini severler. Birbirlerine yardımcı olurlar, birbirlerini savunurlar ve düşmanlarına karşı yek beden olurlar. Kişi dinden çıkarak veya din kardeşinin canına kıyarak yahut ırzına göz dikerek ya da malını gasbederek bu kardeşliği bozarsa, İslâmi kardeşliği devam ettirmek zorunda olan samimi bir Müslüman, bu tür hastalıklara yakalanan kişiye karşı kendisini savunma hak ve yetkisine sahiptir. Savunacağı haklar nefsi müdafaa kavramı altına giren meselelerin tümüdür.

(6)

İslâm, toplum için zararlı olan bu gibi kötü insanların tehlikesinden korunmak için hem devlet mekanizmasına büyük salahiyetler vermiş hem de fertlere kendi kendilerini sa-

Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Erkek hırsızın ve kadın hırsızın yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından bir ceza olarak ellerini kesin.” (7) Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki; “Bir adam Rasûlullah’a geldi ve ona;

5. Buhâri, Kit. Diyat. bab: 7; Müslim, Kit. Kasame, bab: 25, 26. hn. 1676; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab: 1. hn. 4352; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 5; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 10, hn. 1402. Tirmizi bu hadisin hasen ve sahih olduğunu, bu konuda Hz. Osman’ın, Hz. Aişe’nin ve İbn Abbas radıyallahu anhum’un da rivayetleri bulunduğunu söylemiştir. 6. Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab: 1, hn. 4353; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 5. 7. Maide, 38.

14

Haziran 2018


- “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer bir kişi gelir de malımı almak isterse ne yapayım” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Malını ona verme” dedi. Adam: - “Ya benimle savaşırsa ne yapayım?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Sen de onunla savaş” dedi. Adam: - “Beni öldürür ise?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Sen şehid olursun” dedi. Adam: - “Ben onu öldürürsem?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “O cehennem ateşindedir” buyurdu” (8) Abdullah bin Ömer radıyallahu anh diyor ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimin malına saldırılır ve kendisiyle savaşılır da o da saldırana karşı savaşır ve ölürse şehiddir.” (9) Görüldüğü gibi, masum bir insanın haksız yere dinine, canına, ırzına ve malına saldıran insan, Müslüman dahi olsa kanı helal olur. Saldırıya uğrayan kişi, kendisini savunma hakkına sahiptir. Bu hakkını kullanırken saldırganı öldürür ise sorumlu değildir. Ancak öldürme dışında bir başka yolla kendisini savunabildiği halde saldırganı hemen öldürmüş olursa, bu takdirde kısmen de olsa sorumlu olur.

İslâm dini kendisine boyun eğenlerin canlarını, akıllarını, mallarını ve namuslarını himaye altına alırken bu¬nu sağlayan prensiplerinin devamı ve esaslarının sarsılmaması için, Müslümanların canına kasteden bir katili, ırzlarına tecavüz eden bir zaniyi ve İslâm'ı kabullendikten sonra ondan çıkma cinayetini işleyen bir mürtedi, ölümle cezalandırmakta ve yılanın başını ezmektedir. Artık bu cinayetleri işleyen insanlar için İslâm'ın himayesi söz konusu değildir. Aksi takdirde İslâm, kendi kendini nakzetmiş ve temel prensiplerini çiğneyenleri kucağında beslemiş olur. Elbette ki ilahi bir nizam olan İslâm'da böyle bir çelişki görmek imkânsızdır.

Şayet dinini, canını, ırzını ve malını savunan insan saldıran tarafından öldürülürse şehid olur. Bu hususta 8. Müslim, Kit. İman, bab: 225, hn. 140. 9. İbn Mâce, Kit. Hudud, bab: 21, hn. 2851.

Şevval 1439

15


Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim canını savunma uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir. Her kim ehlini ve namusunu korumak için öldürülürse şehiddir.” (10) Özetle, masum bir insan, bu hususları savunma mecburiyetinde kalırsa, yapılan saldırıyı öldürme dışında bir yolla engellenmesi mümkün ise o yolla önler. Önlemenin öldürmeden başka bir yolu yoksa o kişiyi öldürmekten dolayı sorumlu olmaz. Bir Müslümana, pasif tavır takınmak, Müslümanların uğradıkları saldırılar karşısında kabuğuna çekilip susmak, zalimin zulmünü alkışlayıp mazlumun figânına kulaklarını tıkamak ve zevku sefasına dalıp olup bitenlerden uzak kalmak asla yakışmaz. İslâm’ı ve Müslümanları savunma yönünden her Müslüman bir polis, her mümin bir savcıdır. Her fert bir asker, her cemaat bir ordudur. Her haklı bir hâkim, her haksız bir mahkûmdur. Bu ilahi nizamda, iktidara gelenlerin putlaştırılması, sadece onların sözlerinin geçerli olup, idare edilenlerin ezilmesi, ordunun, adlî teşkilatın ve polisin baskı aracı olarak kullanılması asla mümkün ve caiz değildir. Zaten bu nizamda insanları putlaştı-

ran unvan ve rütbelerin yeri yoktur. Buna göre egemenlik, sadece Yaratıcı’nındır. Yaratılanlar ancak ona boyun eğme derecelerine göre birbirlerinden üstün olurlar. İşte bu nedenledir ki, İslâm'da eşitlik gerçek anlamda mevcuttur. Sadece kâğıt üzerine yazılan bir yazıdan ibaret değildir. Birbirlerine eşit olan Müslümanlar, kendilerini savunmada da bu eşitliği ortaya koyarlar. Savunma vazifesini belli bir sınıfa yükleyip kendilerini bundan azade saymazlar. Bu itibarla her müminin diğer kardeşini savunma yükümlülüğü vardır.

Mezheb Âlimlerine Göre Nefsi Müdafaa: Hanefi Mezhebine Göre: 1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Hanefi mezhebine göre, kişinin canını, malını, ırzını savunması vacibtir. Kişi bunları savunurken öldürülürse şehiddir. 2. Nefsi Müdafaanın Sınırı ve Bundan Doğacak Sorumluluk: Nefsi müdafaanın sınırı ve bundan doğacak sorumluluk; Saldıran insanın sorumlu olma yeteneğine sahip olup olmamasına, öldürücü bir araçla saldırıp saldırmamasına, zamanın gece veya gündüz olmasına, saldırı yerinin şehir veya şehir dışı olmasına, saldırılan şe-

10. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29; hn. 4772; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421 (Metin Tirmizi’ye aittir. Tirmizi, bu hadisin “hasen ve sahih” olduğunu söylemiştir.)

16

Haziran 2018


yin can, mal ve ırz olmasına göre farklı olabilir. Şöyle ki: A. Kişinin bir mükellefin saldırısı karşısında canını, malını ve ırzını savunması: Mükellef olan (sorumlu olma yetkisine sahip olan: Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan) bir insan, başka bir insanın canına veya malına yahut ırzına saldıracak olursa, iki ihtimal vardır: a. Saldırıya maruz kalan insan, bunu öldürmeye başvurma dışında herhangi bir yolla önleme kanaatına sahip olursa o yolla önlemesi gerekir. Direkt olarak saldırganı öldürürse sorumlu olur. Saldırıya uğrayan kişi, çevreden yardım isteyerek saldırganı uzaklaştırma imkânına sahiptir. Veya saldırgan amacına ulaşmadan kaçıp gitmiştir. İşte bu halde onu öldürürse bundan dolayı sorumludur. Duruma göre kendisine kısas uygulanır veya diyet ödettirilir. b. Saldırıya maruz kalan insan, saldırganı öldürmekten başka bir imkana sahip değildir. Bu takdirde saldırganı öldürmesinden dolayı kendisine hiçbir sorumluluk yoktur. Âlimler, böyle saldırganların öldürülmesinde mahzur görmemişler ve bunlardan herhangi birini öldürenin sorumlu olmayacağını söylemişlerdir. Buna misaller: - Silah çekip direten saldırganı öldürmek. Saldırma zamanının gece veya gündüz olması, saldırı yerinin şehir veya şehir dışı olması farksızdır. Çün-

Abdullah bin Ömer radıyallahu anh diyor ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kimin malına saldırılır ve kendisiyle savaşılır da o da saldırana karşı savaşır ve ölürse şehiddir."

kü silah çekip diretene, savaşmaktan başka bir yolla engel olmak mümkün değildir. - Geceleyin sopa ile saldıranı öldürmek. Saldırı yerinin şehir içi veya şehir dışı olması farksızdır. Zira geceleyin yardım istenmesi ve istenilen yardımın ulaşması zordur. - Gündüzleyin tenha bir yerde sopa ile saldıranı öldürmek. Çünkü şehir dışı tenha yerlerde yardım istemek mümkün değildir. B. Kişinin mükellef olmayanlar karşısında canını, malını ve ırzını savunması: Eğer bir insana, akılsız bir deli veya temyiz gücüne sahip olmayan bir çocuk silah çeker yahut bir hayvan saldırır o da bunları kasten öldürür ise,

Şevval 1439

17


Hanefi mezhebine göre sorumlu olur. İnsanların diyetini hayvanın da değerini ödemekle yükümlüdür. Zira bu tür bir saldırganı öldüren insan, masum insanları ve başkasına ait olan akılsız bir hayvanı öldürmüş olur. Bu itibarla mali yönden sorumludur. Deli veya çocuğun silahlı saldırıya geçmeleri bunların masumiyetini düşürmez ve kanlarını helal kılmaz. Çünkü sorumlu olma yeteneğine sahip değillerdir. İşte bu nedenledir ki, bunların kasıtlı olarak birini öldürmeleri halinde bunlara kısas uygulanmaz. Diğer yandan, kendisini savunan insan silah çeken bir deliyi veya çocuğu öldürür ise buna kısas cezası uygulanmaz.

Çünkü

kendisini

müdafaa uğrunda bunu yapmıştır ve bu nedenle kısastan kurtulmuştur. Daha sonra belirtileceği üzere, Şafii mezhebine göre, mükellef olmayanlara karşı kendisini savunan insanın bunlardan birini öldürmesi halinde diyet ödeme yükümlülüğü yoktur. Zira kendisini savunmak için öldürmüştür. Keza saldıran bir hayvanı öldürenin, bu hayvanın değerini ödemesi gerekmez. Bunlar, öldürülmelerine kendileri sebep olmuşlardır. Bu itibarla saldıran bir insan durumuna düşmüşlerdir.

Ebu Yusuf’a göre ise, hayvanın değerini ödemek gerekir. Zira hayvanın suçu sahibinin hakkını düşürmez. Delinin ve çocuğun ise, diyetlerini ödemek gerekmez. Çünkü kendileri kendi haklarını heder etmişlerdir. Başkalarının hakkı da söz konusu değildir. (11) C. Hanefi mezhebine göre, malını savunan insanın, saldırganı öldürebilmesi için, diğer şartlarla birlikte, malının en az on dirhem gümüş değerinde olması şartı aranmaktadır. (Yaklaşık 30 gr’dır.) D. Bu mezhebe göre, bir insan başka bir insanın zorla ırzına tecavüz etmek isterse ve saldırıya uğrayan erkek veya kadın, saldırganı öldürmekten başka bir imkâna sahip olmaz ise, onu öldürebilir. Kişinin korumakla yükümlü olduğu insanların ırzına saldırılması halinde de kişi kendisine saldırılmış gibi bunları savunur. (12)

Şafii Mezhebine Göre: 1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Şafii mezhebinde nefsi müdafaanın hükmü saldırana ve saldırılan şeye göre değişmektedir: A. İnsanın Canına Saldırılması: Bu durumda hüküm saldırgana göre farklıdır. a. Eğer insanın canına, bir kafir veya bir hayvan yahut kanı helal olan bir

11. Bu hususta bkz. Fethu’l-Kadir, c. X, sh. 232-233. 12. Bu hususta bkz. Hukuku İslamiye Kamusu (Ö. N. Bilmen) c. III, sh. 124-125.

18

Haziran 2018


Müslüman (13) saldıracak olursa, kişinin bunlara karşı canını savunması vacibtir. Savunmaz ise günahkâr olur. b. Şayet insanın canına, kanı helal olmayan bir Müslüman saldıracak olursa, tercih edilen görüşe göre bu durumda kişinin kendini savunması caizdir. Savunmazsa günahkâr olmaz. Zira Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “...Fitne zamanında sizden birinizin evine zorla bir insan girecek olursa, evine girilen kişi Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlı olanı gibi olsun.” (14) Yani Habil gibi olsun. Çünkü Kabil bunu öldürmek istediğinde Habil ona el kaldırmamış ve günahı diğer kardeşine yüklemiştir. Diğer bir görüşe göre ise, böyle bir saldırı halinde de kişinin kendini savunması vacibdir. Zira Allahu Teâlâ: “... Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın…” (15) buyurmaktadır. B. İnsanın Irzına Saldırılması: Böyle bir saldırıya uğrayan insanın, canından korkmaması halinde ırzını savunması vacibtir. Irzı savunma hususunda kişinin kendisi gibi ailesinin ve başkalarının ırzını savunması da vaciptir. Irza saldırmanın ileri bir safhaya varması şart değildir. Öpme gibi davranışlar da ırza saldırı sayılır. C. İnsanın Malına Saldırılması: Mal canlı bir hayvan ise, bunun sahibin-

den, canından ve ırzından korkmaması şartıyla, bu hayvanı savunması vaciptir. Saldırıya uğrayan malın bizzat savunana ait olması şart değildir. Canlı mal, saldırıcının kendisine ait olsa bile, o hayvanı savunmak, can ve ırz tehlikesi arz etmedikçe, vaciptir. Yapmaz ise günahkâr olur. Canlı olmayan bir mala saldırılması halinde, Halife dışında herhangi bir Müslümanın bu tür bir malı savunması vacip değildir. Halifenin savunması ise, her zaman için gerekmektedir. D. Başka Bir İnsanın Canına, Malına, Irzına Saldırılması: Bu durumda da bir Müslümanın, saldırıya uğrayan diğer Müslüman kardeşinin canını, ırzını ve malını savunması kendi canını, malını ve ırzını savunması gibidir. Vacip olan bir yerde vacip, caiz olan yerde caizdir. 2. Şafii Mezhebine Göre Nefsi Müdafaanın Sınırı: Bu mezhebe göre saldıranın tecavüzü, mümkün olan en hafif yolla önlenir. Mesela saldırganı sözle veya başkalarını yardıma çağırmakla uzaklaştırmak mümkün ise, onu dövmek caiz olmaz. Keza elle dövülerek uzaklaştırılması mümkün ise, kamçı veya copla dövmek caiz değildir. Copla dövülerek uzaklaştırılması mümkün ise değnekle dövmek caiz değildir.

13. Şafii mezhebine göre, evli iken zina eden, namazı terk eden, yol kesen ve benzeri Müslümanların kanı helaldir. 14. Ebû Dâvûd, Kit. Fiten, bab: 2, hn. 4259; İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3961; Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 33, hn. 2204. 15. Bakara, 195.

Şevval 1439

19


Sopa atarak uzaklaştırılması mümkün ise bir organını koparmak caiz değildir. Bir organını kopararak uzaklaştırılması mümkün ise, öldürülmesi haramdır. Şayet saldırgandan kaçıp kurtulmak mümkün ise, saldırıya uğrayanın kaçması vaciptir. Bu durumda da saldırganı öldürmesi haramdır. 3. Şafii Mezhebine Göre Nefsi Müdafaadan Doğacak Sorumluluk: Saldırıya uğrayan insan, saldıranı münasip olan en güzel yolla uzaklaştırma hakkına sahiptir. Bu mezhebe göre, saldırıya uğrayan insan, saldıranın saldırısını önlemek için onu öldürmekten başka bir çare bulamazsa, saldıranı öldürebilir ve bundan dolayı sorumlu olmaz. Ona ne diyet ödemek gerekir ne de kısas. Günahkâr da olmaz. Hayvan ise değerini ödemesi gerekmez. Kefaret tutması da gerekmemektedir. Saldıranın Müslüman veya kâfir, akıllı veya deli, küçük veya büyük, akraba veya yabancı, insan veya hayvan olması farksızdır. Keza saldırının cana veya mala yahut bir organa veya ırza yönelik olması farksızdır. Zira bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse, şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülür-

se, şehiddir. Her kim namusunu müdafaa için öldürülürse, şehiddir.” (16) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adı geçen şeyleri savunanın öldürülmesi halinde şehid sayılacağını beyan etmiştir. Bu da saldırıya uğrayanın savaşmasının caiz olduğunu ve saldıranı öldürebileceğini göstermektedir. Ancak mal almak için saldıran insan, başka bir insan tarafından öldürülmekle tehdit edilme neticesinde bunu yapıyorsa, mal sahibinin cebredilene karşı malını savunmaması, malını vererek cebredilenin canını kurtarması gerekmektedir. (17)

Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaa 1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Bu mezhebe göre, nefsi müdafaanın hükmü, savunulması gereken hususa göre farklıdır. a. Kişinin canına veya malına bir Müslüman tarafından saldırılması halinde, saldırıya uğrayanın canını ve malını savunması caizdir. Dilerse savunur dilerse savunmaz. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh’e şöyle buyurmuştur: - “... Zeytinyağı taşlarının (zeytinleri ezip yağlarını çıkaran taşların) kanlar içine gömüleceği bir derecede, insanların öldürülmeye maruz kalacakları zaman sen ne yapacaksın?” Ebu Zerr:

16. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29, hn. 4772 Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421. 17. Şafii mezhebi için bkz. Muğni’l-Muhtac, c. IV, sh. 194-198.

20

Haziran 2018


- “Allah ve Rasûlü hakkımda neyi hayırlı kılmışsa onu yaparım.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “O halde sen, senden olana katıl.” Ebu Zerr: - “Ey Allah’ın Rasulü! Kılıcımı alıp bunları yapanların boynunu vurmayayım mı?” diye sormuş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de: - “Böyle yaptığın takdirde sen de o topluluktan biri olursun. Fakat sen evine çekil.” Ebu Zerr: - “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bunu yapan evime girer ise, ne yapayım?” demiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de: - “Şayet kılıç şuası gözlerini kamaştıracak olursa, cübbenin bir kenarıyla yüzünü kapa. Saldıran kişi hem senin günahını, hem de kendi günahını yüklensin ve cehennemliklerden olsun” (18) cevabını vermiştir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Kıyamet kopmadan önce, karanlık gecenin parçaları gibi bir kısım fitneler ortaya çıkacaktır. İşte o zaman kişi, sabaha mümin olarak çıkacak, akşam kâfir olacaktır veya mümin olarak akşam edecek, sabaha kâfir olarak çıkacaktır. O zaman yerinde oturan ayakta durandan, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. O zaman yaylarınızı kırın, yaylarınızın bağını koparın. Kılıçla-

"Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim canını savunma uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir. Her kim ehlini ve namusunu korumak için öldürülürse şehiddir.”

rınızı taşlara çalın. Şayet saldıranlardan biri, birinizin bulunduğu yere girer ise yanına girilen insan, Âdem’in iki oğlundan hayırlı olanı gibi olsun.” (19) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadiste Halid bin Velid’e şöyle buyuruyor: “Ey Halid! Benden sonra bir kısım hadiseler, fitneler ve ihtilaflar ortaya çıkacaktır. Eğer sen Allah’ın katil kulu olmayıp öldürülen maktul kulu olabilir isen böyle ol.” (20) Hanbelî mezhebinden olan âlimler, bu tür hadisleri delil göstererek mümin bir kişinin saldırısına uğrayan başka bir müminin kendini ve malını savunmasının caiz olduğunu söy-

18. İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3958; Ebû Dâvûd, Fiten, Kit. bab: 2, hn. 4261; Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 163. 19. Ebû Dâvûd, Kit. Fiten, bab: 2, hn. 4259; İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3961: Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 33, hn. 2204. Tirmizi sahibi Ebu İsa, “Bu hasen, garib ve sahih bir hadistir” demiştir. 20. Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 292.

Şevval 1439

21


lemişlerdir. Dilerse savunur, dilerse savunmaz. b. Ancak, bir müminin herhangi bir kafirin saldırısına uğraması halinde, canını, malını ve benzeri şeylerini savunması vaciptir. Yukarıda zikredilen hadis-i şerifler, müminler arasında meydana gelecek saldırılardan bahsetmektedir. Bazı sahabeler, bu tür hadiselerin müminlerle kâfirler arasında çıkacağından haber verildiğini zannetmişler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

‘e neyi kastettiğini sorup

doğru cevabı almışlardır. Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah bize kıyamet kopmadan önce kargaşa çıkacağından bahsetti. Dedim ki: - Ey Allah’ın Rasûlü! Kargaşa nedir?’’ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: -

“İnsanları öldürmektir” dedi. Orada

bulunan bir kısım Müslümanlar: - “Ey Allah’ın Rasulü! Biz şimdi de müşriklerden yılda şu kadar insan öldürüyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem

şu cevabı verdi:

- “Bu müşriklerin öldürülmesi değil, sizin birbirinizi öldürmenizdir. Öyle ki kişi, komşusunu, amcasının oğlunu ve yakın akrabasını öldürmüş olacaktır.” Orada bulunan bazı insanlar;

- “Ey Allah’ın Rasulü! O gün aklımız başımızda olacak mı?” deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Hayır, o zamanda yaşayan insanların çoğunun aklı başından alınmış olacak. Ortaya, akılsız, adi insanlar çıkacaktır” (21) buyurmuştur. Görüldüğü gibi, müminin kâfiri öldürmesi, kargaşa ortamı sayılmamaktadır. Zira cihad, kıyamete kadar bakidir. Cihad devam ettiği sürece kâfirleri öldürme de devam edecektir. Bu Allah’ın dinini hâkim kılmak için kaçınılmaz bir zarurettir. Fakat müminler arasında fitne çıkarsa, fitnenin def’i için savaşmaktan kaçınmak gerekir. Velev ki nefsi müdafaa mahiyetinde olsun. c. Hanbeli Mezhebine Göre Kişinin Namusunu Savunmasının Hükmü: Her halükarda kişinin ırzını savunması vaciptir. Saldıranın kâfir veya Müslüman olması farksızdır. Zira zinaya hiçbir surette ruhsat yoktur. 2. Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaanın Sınırı: Bu mezhebe göre, bir insanın evine silahlı biri girer ise, ev sahibi önce o adama çıkmasını emreder. Eğer emretmekle çıkarsa ev sahibinin onu öldürmesi caiz değildir. Şayet emretmekle çıkmaz ise ev sahibinin onu def edecek olan en hafif şeyle dövmesi caizdir. Mesela sopa ile dövdüğünde çıkacağı bilinirse onunla dövülmesi gerekir. Demirle dövülemez.

21. İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3959; Müsned, İmam Ahmed c IV sh. 392, 406, 414.

22

Haziran 2018


Ev sahibi, saldırıyı bir sopa vurarak önlerse, ikinci bir darbe indirmeye hakkı yoktur. Saldıranın şerrini önledikten sonra yaptığı her türlü şeyden sorumlu olur. Yerine göre kendisine kısas uygulanabilir veya diyet ödettirilir. Eğer müdahale neticesinde saldıran kaçar ise, saldırıya uğrayanın artık onu öldürmesi veya kovalaması caiz olmaz. Saldırıya uğrayan saldıranı öldürmekten başka bir çare bulamazsa veya onu öldürmediği takdirde onun hemen kendisini öldüreceğinden korkarsa bu takdirde saldıranı öldürücü veya organlarından birini koparıcı bir araçla vurması caizdir. Yaptığı şeyden de sorumlu değildir. Hülâsa bir insanın malına, canına veya ırzına saldırılır ise saldırıya uğrayan kişi: Önce saldırana uzaklaşmasını emreder. Eğer uzaklaşırsa ona bir şey yapılamaz. Sözle uzaklaşmazsa mümkün olan en hafif şeyle onu dövebilir. Dövme ile de şerri bertaraf edilemiyor ise veya saldırdığı insanın öldüreceğinden korkulursa bu defa öldürülmesi caizdir. Kanı da helaldir. Hasan el-Basri, Şabi, Nehai ve İmam Ahmed bu görüştedir. Hasan el-Basri’den rivayet edilir ki: Bir adam ona gelip şunu sormuştur:

“Elinde demir bulunan bir hırsız evime girer ise onu öldüreyim mi?” Hasan el-Basri: “Evet, onu nasıl öldürebiliyorsan öldür” cevabını vermiştir. (22) 3. Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaadan Doğabilecek Sorumluluk: Bir insanın canına veya malına yahut ırzına saldırılır da o da meşru bir şekilde bu saldırılan şeyleri savunur ve saldıranı öldürür ise sorumlu olmaz. Saldıranın, Müslüman veya kâfir, büyük veya küçük, akıllı veya deli, insan veya hayvan olması farksızdır. Ancak, kendisini savunan, saldıranı öldürme dışında başka bir yolla uzaklaştırabileceği halde onu öldürür ise sorumlu olur. İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Şafiî ve İmam Malik’e göre saldırı neticesinde meşru bir şekilde öldürülen delinin, çocuğun diyetlerini ve hayvanın değerini ödemek gerekmez. Ebu Hanife ve talebelerine göre ise, bu zikredilen şeylerin meşru müdafaa esnasında öldürülmeleri sadece kısasa manidir. Fakat öldürenin bunların diyetini ve hayvanın değerini ödemesi gerekir. (23) Hanbelî mezhebine göre, kendini savunan insan, saldıranı öldürmekten başka bir yolla kendisini müdafaa edebileceği halde bu yolu bırakır da

22. el-Mugni li İbni Kudame, c. VIII, sh. 328 vd. 23. Hanefi mezhebi bölümüne bakınız.

Şevval 1439

23


saldıranı direkt olarak öldürür ise bundan dolayı sorumlu olur.

lanmış, Yüce Rabbimiz tarafından

Keza, saldırıya uğrayan kişi saldırıyı önledikten sonra saldıranı öldürür ise sorumlu olur. Yerine göre kendisine kısas yapılır veya diyet ödettirilir. Saldırıya uğrayan kişi öldürülür ise şehiddir.

meselelere alternatifsiz nihai çözüm

Hanbelî mezhebine göre de, bir Müslümanın, saldırıya uğrayan başka bir Müslümana yardımcı olma hak ve yetkisi vardır. (24)

en mükemmel hale getirilmiş ve tüm getirmiştir. Unutmayalım ki bu din beşer tarafından tecrübeler neticesinde ortaya çıkmış yapboz tahtası gibi devamlı değiştirilen, doğru bir çözüm üretemeyen, eksik ve kusurlu bir ideoloji değil hayatın her tarafını kuşatan Rabbu’l Âlemin’in insanların maslahatı için en uygun gördüğü ilahi bir

Maliki Mezhebine Göre Nefsi Müdafaa

dindir.

İmam Malik'in Muvatta adlı eserini şerh eden Zurkâni şöyle diyor: "Eğer bir insan diğerini öldürmeyi kastetse, canına kasdedilen insan da onu öldürmekten başka bir çare bulamazsa ve onu öldürür ise, ölenin kanı hederdir (helaldir).

Biz Müslümanlar için de bundan başka

Eğer bir insana deve saldıracak olursa, saldırıya uğrayan insan canından korkar da deveyi öldürür veya ayaklarını keserse bir şey ödemesi gerekmez." (25)

den muhafaza etsin. Dinini sahiplenip

Burada zikrettiğimiz hususlardan da anlaşılacağı üzere İslâm, Rabbimizin “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim.” (26) ayetinde de buyurduğu üzere içinde hiçbir eksiklik barındırmaksızın bütünüyle tamam-

alternatif arayışı içinde olmamız Rabbimizin bizler için seçtiğini beğenmemek ve O’nun azze ve celle bizlere uygun gördüğünü kabullenmemek şeklinde telakki edilecek bir densizlik olur ki Rabbim cümlemizi böyle hadsizliklerbu uğurda gayret gösterenlerden eylesin. Rabbimizin ikame edildiği takdirde başta fertler olmak üzere yeryüzü üzerindeki tüm mahlûkat için faydalar içeren o mükemmel nizamını hakiki manada öğrenebilmeyi ve bu uğurda elinden gelen tüm gayreti göstererek ilahi davayı tüm yeryüzüne hâkim kılabilmeyi bizlere nasip etsin. (27)

24. Hanbelî mezhebi için bakınız, İbni Kudame, c. VIII, sh. 328-332. 25. Muvatta Şerhi, Zerkani, c. IV, sh. 38. 26. Maide, 3. 27. Not: Hasan Karakaya hoca efendinin “Fıkıh Usulü” isimli kitabından istifade edilmiştir.

24

Haziran 2018


KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen

DİN EMNİYETİ

İSLAM’IN GÜVENCESİNDEDİR

H

amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve

ilke ve değerler toplamıdır.”

selam Rasûlullah’ a, onun ai-

zin yapılmıştır. Ancak Allah

lesine ve ashabına olsun. Din sözlükte, mesuliyet, itaat, ibadet, örf, adet, hüküm, sev-

Bu tarif belirtildiği üzere hak ve batıl dinleri gözetmeksikatında makbul olan dini şu şekilde tarif edebiliriz; “Allah tarafından konulan ve vazife-

gi, hesaplaşma gibi anlamları

lendirdiği peygamberler va-

içermektedir. Tüm dinleri ta-

sıtasıyla akıl sahibi insanlara

nımlayacak olursak “Hayatın

tebliğ edilen, onlara dünya ve

nasıl yaşanacağı hususunda

ahirette saadet yolarını göste-

benimsenen düşünce, inanç,

ren hayat nizamıdır.”

İnsanın beş zaruri maslahatından biri olan din, ehemmiyeti açısından diğer zaruri etkenler olan can, akıl, ırz ve mal maslahatlarından daha önce gelmektedir. Bunun sebebi de dinin hayatın varoluş sebebi olmasındandır.

Şevval 1439

25


Din emniyetinden anlaşılan ilk şey, insanların hak dine inanmaları, onu hayatlarının yegâne düsturu edinmeleridir. Din insanları Allah’ a yaklaştıracak, O’na şirk koşmaktan, yanlış inanç ve düşüncelerden men edecek bir din olmalıdır. Din emniyetinin sağlanması için önce yanlış inançların izale edilmesi gereklidir. Bu da ancak doğru akidenin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’ in membaından beslenmekle olur.

İnsanın beş zaruri maslahatından biri olan din, ehemmiyeti açısından diğer zaruri etkenler olan can, akıl, ırz ve mal maslahatlarından daha önce gelmektedir. Bunun sebebi de dinin hayatın varoluş sebebi olmasındandır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları yalnız Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (1) Bununla beraber muhafazası elzem olan bu beş zaruret birbirini tamamlar mahiyettedir. Aslında hem dünyanın hem de ahiretin saadeti, bu zaruretlerin tahakkuku ile meydana gelir. Çün1. Zâriyat, 56 2. Şura, 13

26

Haziran 2018

kü bunlar insan hayatının olmazsa olmazı mesabesindedir. Bu maslahatlar zayi edilince yeryüzüne kargaşa ve kargaşa ortamı hâkim sürüp insanın kerim olan makamı ayaklar altına alınmış olur. Kur’an-ı Kerim insanlığın ve kâinatın ahengini sağlayan tek dinin İslâm olduğunu beyan etmiştir. (Âl-i İmran, 19) İlk peygamberden son peygambere kadar gelen tüm şeriatlerin aslında aynı kaynaktan beslendiğini ve aynı iman hakikatlerini temsil ettiğini duyurmuştur. Her ne kadar nesillerin değişmesiyle bazı pratik hükümlerde değişiklikler ortaya çıkmışsa da Allah’ ın tüm peygamberlere gönderdiği din aynı esaslar üzerine bina edilmiştir. Allah Teâlâ bu hakikati şöyle bildirmiştir: “Allah dini ayakta tutun, onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’ e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimizi sizin içinde dinden bir şeriat kıldı…” (2) Din emniyetinden anlaşılan ilk şey, insanların hak dine inanmaları, onu hayatlarının yegâne düsturu edinmeleridir. Din insanları Allah’ a yaklaştıracak, O’na şirk koşmaktan, yanlış inanç ve düşüncelerden men edecek bir din olmalıdır. Din emniyetinin sağlanması için önce yanlış inançların izale edilmesi gereklidir. Bu da ancak doğru akidenin kaynağı olan Kur’ an-ı Kerim’ in membaından beslenmekle olur.


Cabir ibn Abdullah radıyallahu anhuma şöyle dedi: Ömer bin Hattab radıyallahu anh kitap ehlinden elde ettiği bir kitapla Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve ona okudu. Efendimiz buna çok kızdı ve şöyle dedi: “Ey Hattab’ ın oğlu! Şaşırdın mı? Nefsimi elinde tutana and olsun ki şayet Musa hayatta olsaydı bana tabi olmaktan başka bir çaresi olamazdı.” (3)

Din Emniyetini Sağlayan Temel Unsurlar a) İslâm’ın temel rükûnlarına iman etmek: Bu rükûnlar İslâm’ ın temel prensipleri olup sair hükümler bunların üzerine bina edilir. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittiğini söyledi: “İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, beyt’i haccetmek ve ramazan orucunu tutmak.” (4) b) İbadetleri yapmak ve onları muhafaza etmek: İbadetler kulu Allah’a yaklaştıran en önemli etkendir. Özellikle huşusuna ve manalarına riayet edilerek yapılan kulluk vazifeleri şeytanın nefse nüfuzunu engeller ve insanı Allah’ın sevdiği bir kul haline getirir. Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şey ile yaklaşamaz. Kulum bana nafilelerle yaklaştıkça onu severim. Onu sevince işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Artık benden bir şey isterse ona mutlaka veririm, şayet bana sığınsa onu mutlaka korurum.” (5) c) Allah yolunda cihad etmek: Allah yolunda cihadın dinin yayılmasında çok büyük etkisi vardır. İslâm’ı bilmeyen toplumlar bu vesileyle Allah’ın dinini bizzat o dinin ehlinden öğrenme fırsatı bulurlar. Zira Müslüman olmayan idareciler kendi toplumlarına İslam’ı nefret ettirecek şekilde anlatırlar. Aynı zamanda Müslümanların kendi toplumlarında dinlerini yaşayabilmeleri güçlü olmalarına bağlıdır. Gücü bıraktıkları anda düşmanlarının kendilerine zillet elbisesini giydirecekleri muhakkaktır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “… Eğer Allah insanların bir kısmını diğerleriyle önlemeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çokça anıldığı mescidler yıkılırdı…” (6) d) İnsanları İslâm’a girmekten alıkoyanları engellemek: Davetin gerekli olduğu merhalede engelleyenleri nasihat ve kalbe tesir edecek sözlerle uyarmak gerekir. Müslümanlar güçlü olduğu zaman ise İslâm’ın yayılmasını engelleyenleri cihad etmek sûretiyle ve stratejik hamlelerle engellemek

3. Müsned 14 736 4. Buhari, İman, 8; Müslim, İman, 16 5. Buhari, 6137 6. Hacc, 41

Şevval 1439

27


gerekir. Allah Teâlâ Şuayb aleyhisselam’ın kavmini uyarmasını bizlere şöyle bildirmiştir: “Allah’a iman edeni tehdit ederek, Allah yolundan menederek ve o yolu eğri göstermeye çalışarak her yolda oturmayın.” (7) e) İrtidat edenin cezalandırılması: İslâm dinine girdikten sonra ondan çıkan kişi tevbeye çağrılır. Şayet tevbe etmezse öldürülür. Zeyd bin Eslem radıyallahu anh’tan

rivayet edildiğine göre

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim dinini değiştirirse onun boynunu vurun.” (8)

İslâm’ın İnanç Özgürlüğüne Bakışı İslâm kendi mensuplarını itikadına halel getirecek etkenlerden koruyup inancının emniyetini temin ettiği gibi başka dinleri benimseyen kimselere de adaletle davranmıştır. Öyle ki dünyanın farklı coğrafyalarında zulme uğrayan Yahudi ve Hristiyanlar zamanlarında hüküm süren İslâm devletlerine sığınmayı tercih etmişlerdir. Buna İspanya’dan kaçıp Osmanlı’ya iltica eden Yahudileri örnek olarak gösterebiliriz. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletle davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz ki Allah adaletli davrananları sever.” (9) 7. A’raf Sûresi, 86 8. Muvatta, 1444 9. Mümtehine, 8 10. Bakara, 256 11. Yunus 99-100

28

Haziran 2018

Medine döneminde yaşanan Beni Nadir Yahudilerinin hadisesi meselemize ışık tutması bakımından çok önemlidir. Yahudiler Müslümanlarla aralarında olan anlaşmaya rağmen bu anlaşmayı bozacak davranışlarda bulununca neticesi kendilerinin Medine’den sürgün edilmelerine varan gelişmeler yaşanmıştı. İslâm’dan önceki dönemde Araplar Yahudileri ilimle ve okur-yazarlıkla daha içli-dışlı gördükleri için özentilerinden dolayı çocuklarını onlara teslim ediyorlardı. Ancak İslâm gelip Araplar Müslüman olunca ve Yahudilerin sapkınlıklarını da müşahede edince çocuklarını tekrar geri almak istediler. Oysa çocukları Yahudi inancını benimsemişti. Bu hadise üzerine: ”Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır.” (10) ayeti nazil oldu. Buna göre Müslümanlar kendi yakınları dahi olsa diğer din mensuplarını zorlama ve tehdit ile değil davette hikmet yollarını kullanarak İslâm’a ikna etmeliydiler. Yüce Rabbimiz İslâm’ı benimsemeyenler hakkında yüce düsturunda şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzündekilerin hepsi toptan iman ederlerdi. Böyleyken sen iman etsinler diye insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Allah aklını kullanmayanların üzerine de murdarlık verir.” (11)


KAPAK DOSYA Ahmet İnal

İSLAM’DA AKIL EMNİYETİ İnsan yeryüzünün halifesi ola-

yarak şirkin ve küfrün çıkmaz

rak kabul edilmiş ve kendisini

sokaklarında heder etmiştir.

üstün kılan akıl nimeti saye-

İnsanoğlunun çizgiden saptığı

sinde diğer varlıklar arasın-

bu noktada devreye giren pey-

dan sıyrılarak şerefli bir konu-

gamberler ise onları her daim

ma yerleşmiştir. Ne var ki, kan

aklıselime davet etmişler ve

dökme ve yeryüzünde fesat

bu minvalde kendilerine indi-

çıkarma tabiatından bağım-

rilen hakikatleri tebliğ edegel-

sız düşünülemeyen insanoğlu

mişlerdir. Zira haktan sapan

kendisini kıymetli kılan akıl

kitlelerin tekrar hakka dönme-

nimetini Allah’ın celle celâluhu

si ancak akıllarını dumura uğ-

istediği doğrultuda kullanma-

ratan amillerden sıyrılıp temiz

“(Hud dedi ki:) Ey kavmim! Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Hud, 51)

Şevval 1439

29


İslam imanın nurunu görebilmeyi Müslümanca bir akletme ameliyesine bağlamaktadır. Çünkü akıl da iman da aynı merkeze bağlanmakta ve ortak bir şekilde beslenmektedir.

bir akıl ve fıtrat ile imana yönelmeleriyle mümkündür. Şurası bir gerçek ki; İslam imanın nurunu görebilmeyi Müslümanca bir akletme ameliyesine bağlamaktadır. Çünkü akıl da iman da aynı merkeze bağlanmakta ve ortak bir şekilde beslenmektedir. Bahsi geçen merkez ise en nihayetinde kalptir. İslam ulemasının cumhuruna göre akıl kalbin bir melekesi durumundadır. İşte bu açıdan temiz akıl ve hakiki iman sanıldığı gibi birbiriyle çatışan iki unsur değil imanın rehberliğinde yol alan iki yoldaştır. Hal böyle olunca tüm peygamberler davetlerini ulaştırırken hitaplarını “Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?” nidasıyla destekleyerek kavimlerine imanın yolunu göstermişlerdir. 1. Hud, 51 2. Taha, 43-44 3. Enbiya, 66-67 4. Şuara, 28

30

Haziran 2018

“(Hud dedi ki:)Ey kavmim! Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?” (1) “Firavun’a gidin, zira o haddini son derece aştı. Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki düşünüp öğüt alır veya saygı duyup korkar.” (2) “İbrahim şöyle dedi: “Öyle ise siz, (hala) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız? Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (3) “Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi. (4) Bu ayetler ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki, İslam’da aklın korunmasındaki asıl mesele; kişinin düşünme ve muhakeme edebilme melekesini kaybedip mecnun ya da ahmak konumuna düşmesini engellemek değil, imana giden yolun çer çöp ile tıkanarak onun akıl tutulmasına maruz kalmasını engellemektir. Mecnun konumuna düşen birisi dünyevi açıdan ciddi zorluklar çekse de bu hastalığı sebebiyle uhrevi bir cezaya çarptırılacak değildir. An-


cak aklını onu bahşeden Allah’ın istediği şekilde kullanmayıp ta yanlış yollarda atıl kılan kimse bu hareketinden dolayı kıyamet gününde elbette cezaya müstahak görülecektir. Meseleye bu açıdan bakılınca akıl emniyetinin her şeyden öte bir iman emniyeti olduğu ve İslam’ın ona neden bu kadar önem verdiği hususu kendiliğinden ortaya çıkıverecektir. Yukarıdaki izahatlerden de anlaşılacağı üzere İslam akla son derece önem vermektedir. Ancak bu önemin daha iyi anlaşılması için aklın, İslam ahkâmının insan ve ona ait unsurlar için açtığı koruma kalkanının neresinde durduğunu iyi kavramak gerekir. İslam dininde hükümler ağırlıklı olarak beş gayeye binaen konulmuştur. Hükümlerde, kulların mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleri için şu beş şey hedef tutulmuştur: “Canın muhafazası, malın muhafazası, dinin muhafazası, aklın muhafazası, neslin muhafazası.” Bu beş ana esas, “İslam dininin ana maksatları, hüküm koyarken şariin yani hüküm koyucunun gözettiği prensipler” olarak ifade edilen Mekasidü’ş-Şeria içindeki zaruriyyat basamağını oluşturmaktadır. Mekasidü’ş-Şeria yani hüküm konulurken gözetilen gayeler kendi içinde zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat olmak üzere 3 basamak halinde incelenir. Zarûriyyât, en üst düzeydeki yararları, yani toplumun varlığı ve düzeni için vazgeçilmez temel hak ve değerleri ifade eder. Bunlar yukarıda zikredi-

len beş hususun korunması şeklinde özetlenir ve “zarûriyyât-ı hamse” olarak anılır. Hangi konuda fetva verilmesi gerekirse gereksin bu beş ana prensibe uygunluk arz etmelidir. Müçtehit, fetva vereceği konu hakkında gerekli bütün bilgileri toplayıp, o konu ile ilgili naslara vakıf olduktan sonra, yorumlama ve güncelleme yapabilmeli, en önemlisi ise vermiş olacağı fetva zarûriyyât-ı hamse’ye (beş ana gayeye) uygunluk arz etmelidir. Hâciyyât, zaruret derecesinde olmamakla birlikte ferdî ve içtimaî hayatın düzenli biçimde yürümesini sağlayan, karşılanmaması zorluk, huzursuzluk ve sıkıntıya sebebiyet veren faydalardır. Satım, kira vb. akidlerin meşrû kılınması, bu tür faydaların sağlanması için konmuş hükümlerin örneklerini oluşturur. Tahsîniyyât da ahlâkî erdemlerin geliştirilmesi, görgü kurallarına uyulması vb. yollarla sağlanan, zaruret ve ihtiyaç derecesine ulaşmamakla birlikte hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren faydaları ifade eder. Temizlikle ilgili hükümler, yeme içme âdâbı, zararlı ve dinen necis nesnelerin satım sözleşmesine konu edilmesinin yasaklanması, bu tür faydanın

Şevval 1439

31


Zarûriyyât, en üst düzeydeki yararları, yani toplumun varlığı ve düzeni için vazgeçilmez temel hak ve değerleri ifade eder. Bunlar yukarıda zikredilen beş hususun korunması şeklinde özetlenir ve “zarûriyyât-ı hamse” olarak anılır.

sağlanması amacını taşıyan hükümlere örnek gösterilir. (5) Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de akıl kelimesi 49 yerde fiil olarak geçmiş ve bu yerlerin hiçbirinde yalın bir isim olarak kullanılmamıştır. Buradan hareketle ideal olan aklın durağan değil daima hareket halinde olması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Zira faal olan akıl yanlış yollara sapmış olsa da hata ede ede doğruyu bulacaktır. Durağan olduğunda ise belirli sabiteler arasında hapsolup kendisini atıl kılacaktır. Bu ise, peygamberlerin 5. bkz. DİA, MAKĀSIDÜ’ş-ŞERÎA 6. Enfal, 22 7. Zümer, 18

32

Haziran 2018

davetine karşı kör sağır kesilip te atalarının mirasına akletmeksizin bağlanan kavimlerin sergilediği bir durumdur. Kur’an-ı Kerim bu vaziyette bulunan insanları şu şekilde nitelendirmiştir: “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en şerlisi (kötüsü) akıl erdirmez sağırlar ve dilsizler (düşünmeyen, hakkı duyup söylemeyenler)dir.” (6) Bu insanların aksine aklını Allah’ın istediği yönde kullananlar ise Kur’an’da yerlerini övgüyle almıştır: “Onları müjdele, onlar ki sözü dinlerler ve o sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir, akl-ı selim sahipleridir.” (7) Ancak üzülerek belirtmeliyiz ki; akıl Kur’an’da gayet müsbet vasıflarla anlatılırken günümüz lisanında şerhe muhtaç olmadan kullanamadığımız bir kelime haline almıştır. Çünkü ilâhî hitabı anlamaya yarayan, sınırlı ve makul düşünmeyi gerektiren akıl, ilahi hitabı sorgulayan ve hadsiz düşünmeyi temsil eden bir mahiyete büründürülmüş, bununla birlikte de “aklınızı kullanmıyor musunuz?” ilahi kelamı yanlış fikirlere kurban edilmiştir. İşte bu bakımdan aklın tarifinin tekrar yapılması, konumunun yeniden belirlenmesi ve İslam’ın tav-


siye ettiği aklıselim(bozulmamış, saf) ile rasyonalizmin simgesi olan aklı sakim(hastalıklı, noksan) arasındaki farkın net olarak ortaya konulması gerekmektedir. Zira hürriyetini ilan edip rabbinin karşısına bir düşman olarak çıkan akıl, alkol ve uyuşturucu ile ket vurulan akıldan daha tehlikelidir. İşte bu sebepledir ki akıl emniyetinden bahsedeceksek sadece bağımlılık yapan maddelerden dem vurmak meselenin büyük bir yönünü göz ardı etmek olacaktır. Öyleyse akıl emniyetini sağlamak yani akılların o aklı verenin yolunda kullanılmasını temin etmek maksadıyla yukarıdaki sorulara yeniden ama yeni olmayan cevaplarla karşılık arayalım. Akıl nedir ve nasıl kullanılmalıdır? Sözlükte mastar olarak “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” gibi anlamlara gelen akıl; “bilgi edinmeye yarayan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayıran bir güç, bu güç ile elde edilen bilgi, kötü şeylerden alıkoyan ve iyi şeylere yönelten bilgi, hakikatin bilinmesini sağlayan bir kaynak, ilâhî hitabı anlamaya yarayan bir alet” olarak tarif edilmiştir. Aklın konumu ne olmalıdır sorusuna ise şu satırlardan cevap arayalım: “Allah’ın teklifleri (dinin emir ve yasakları) ancak akılla idrak edilir. Akıl, bu tekliflerin sebebini, hikmetini, yerine getirildiği zaman faydasını, yerine getirilmediği zaman zararını anlayabilir. İslâm akıllı in-

sanlara hitap ediyor ve insanlara akıllarını kullanmalarını emrediyor. İslâm akla bu kadar önem verirken, onu hiç bir zaman son karar yeri, bilginin, fayda-zararın son hakemi yapmamıştır. İslâmí hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar ama, onların sebebini, niçin emredildiklerini tam bilemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak faydayı ve eşyadaki nihai amacı akıl bilemez. Yani akıl her konuda son hakem değildir. Yukarıda geçtiği gibi, insana doğru yolu gösterecek akıl en büyük kazançtır. Ancak sahibini şirkten ve inkârdan; ölümden sonra da ateşten kurtaramayan akıl, iyi çalışan bir akıl değildir. Akla nakil, yani Kur’an ve vahyin açıklaması olan Sünnet yön verirse isabetli karar alır. İslâm, aklı son hakem sayan bütün pozitivist düşünceleri ve felsefeleri reddeder. Hevanın (aşırı isteklerin) güdümündeki akıllar doğru hükme, hikmete ve hidayete ulaşamazlar. (8) Günümüzde Müslümanlar olarak geldiğimiz durum gerçekten üzücü bir durumdur. Aklı son hakem sayan Batı zihniyetinin ön plana çıkıp Müs-

8. Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 38-40

Şevval 1439

33


lümanlar arasında bile revaç bulması, hayatın, Kur’an’ın, Sünnetin onların gözüyle değerlendirmeye tabi tutulması, Müslümanca akletmeyi telkin eden kitabımıza ve o aklı bize ihsan eden rabbimize karşı gösterilen bir saygısızlık ve vefasızlıktır. Öyleyse akıllarımızı batının enjekte ettiği pozitivist düşünce ve felsefelerinden temizlemeli ve rabbimizin karşısında tekrar boyun eğdirmeliyiz. Ancak böyle yaptığımız takdirde bize nimet olarak bahşedilen aklı İslamlaştırmış ve emniyet altına almış oluruz. Buraya kadar anlatılanlar aklı zihniyet açısından korumanın yolları üzerineydi. Ancak bize emanet olarak verilen aklın bir de biyolojik olarak korunması hususu vardır ki günümüzde büyük bir problem halini almıştır. Müslüman aklını fikirsel açıdan yozlaştırarak dumura uğratmak isteyen hâkim güç, Batı medeniyeti diğer yandan özellikle gençler arasında alkol ve uyuşturucu illetinin yayılmasına zemin hazırlayarak insanların aklını hedef tahtası haline getirmiştir. Düşünemeyen, madde bağımlısı olan dolayısıyla da Ümmet için hiçbir değer üretemeyen, sürekli tüketen akıl(sız) her zaman için onların aradığı bir unsur olmuştur. Arzuladıklarına ulaşmak için her türlü yolu deneyerek gençleri bu bataklığa sürüklemektedirler. Uyuşturucunun hap şeklinde çok ucuz fiyatlarla ve rahatça satışını sağlayarak bu illeti ortaokul çağına kadar düşürmüşlerdir. Neticede uyuşturucu bağımlıları, bu bağımlıla-

34

Haziran 2018

rı kurtarmak için açılan merkezler, bu sektörde meydana gelen suç olayları ve bunları önlemek amacıyla emniyet güçleri tarafından harcanan emek ve yapılan masraflar, anne- babaların kaybolan umutları, gençlerin heba olan hayatları… Ortaya çıkan tablo kocaman bir enkaz… Dinimiz İslam ne insanın madde bağımlılığı neticesinde onurunu düşürecek, aklını giderecek durumlara düşmesine razı ne de Müslüman gençliğin batıl yollarda helak edilmesine razıdır. Bu konuda herkesin en başta kendisine daha sonra ise çoluk çocuğuna sahip çıkması İslam’ın emrettiği hususlardandır. Günümüzde Müslümanların akıl emniyeti açısından dikkat etmesi gereken hususlardan birisi de gün geçtikçe yaygınlaşan akıl hastalıklarına karşı kendisini korumasıdır. Bu hastalıklar depresyon, şizofreni, paranoya, delilik olabilir. Bu hastalıkların sebepleri bazen biyolojik bazen de sosyal, ekonomik etkenler olabiliyor. Hastalığın sebebi biyolojik ise gereken tedavi aksatılmadan sağlık kuruluşlarında yapılmalıdır. Ancak bu hastalıklar çoğu zaman stres gibi etkenlerden kaynaklanmaktadır. Stres nedeniyle bu hastalıklara maruz kalan bir kimsenin yapması gereken şey, dünyanın bir imtihan alanı olduğu hakikatini daima hatırlaması ve sabır ile Allahtan yardım istemesidir. Kişi unutmamalıdır ki; stresle mücadele etmesi için kendisine büyük bir güç verilmiştir: Kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain kılmak…


KAPAK DOSYA Ümit Şit

NAMUS EMNİYETİNİN ÖNEMİ

N

amusların emniyeti nesillerin çobanlarına emanettir. Nesil

çobanlığı zor, ancak kazancı çoktur. Nesillerimiz üzerinde her ferdimiz çobandır. Birtakım çevreler beğenmeseler de bizler Müslümanlar olarak namuslarımızın bekçileriyiz. Namuslarımızın

bekçiliğini

yapmayacağız da şu fani dünyada beton yığınlarının, tükenecek malların, telef olacak israflı yaşamların bekçiliğini mi yapacağız? Bugün namuslarının bekçiliğini yapmayanlar

huzur evlerinde neyi beklemektedirler? Namus emniyeti ahlakın sigortasıdır. Sigortası olmayan ahlaklar kısa sürelidir. Eninde sonunda yüksek enerji sonucu patlamaktadırlar. İslam namus emniyetini sağlayarak önce fertte, sonra ailede ve daha sonra toplumdaki ahlaki bozulmaların önüne geçmektedir. İslam, insanoğlunun dünya hayatında huzurlu bir yaşam sürmesi için uygun zemini hazırlayan bir dindir. Aynı zamanda İslam, insanı dünya

Şevval 1439

35


hayatından, ahirete uzanan yolcuğunda takip edilmesi gereken yolun istikametini de göstermektedir. Bu doğru istikamette yol alırken elbette emniyet için önlemler alınmalıdır. Bu durum tıpkı şu misale benzer; bir aile, yolculuğa çıkmak için hazırlık yapmaktadır. Bir şehirden başka bir şehire gidecektirler. Bu yolculuk sırasında elbette ki tehlikeler olasılıklar dâhilindedir. Bu yüzden emniyetli bir yolculuk yapmak adına bazı tedbirler alınmalıdır. İşte alınacak tedbirler arasında namus emniyeti büyük önem arz etmektedir. Şayet ailenin reisi ya da öncülük edeni bu tedbirleri almayacak olursa büyük üzücü felaketler ile karşılaşılabilir. Bu felaket ise aile diye tabir edilen birlikte hareket etme, birlikte karar alma ve buna bağlı olarak birlikte yol alma özelliklerinden soyutlanarak ortadan kalkmış olacaktır. Böylelikle de aile diye sadece isim var olacaktır. Asırlar öncesinden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, çok sevdiği ümmetinin fertlerini şu sözleri ile uyarmaktadır: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.” (1) Bir çoban nasıl ki koyunların sorumluluğunu üstlenmekte ise insanlarda sorumlu olduklarının vebalini üstlenmektedirler. Şayet bir koyunun başı1. Buharî, Nikâh, 91

36

Haziran 2018

na bir felaket gelse çobanın durumu nasıl olur? Hepimiz o çobanın içinde bulunacağı o psikolojik yıpratıcı durumun içinde olma ihtimalinin bizim başımıza da gelebileceğini düşünmek zorundayız. Düşünmeyi bırakmış ya da düşünmeye geç başlamışsak belki de başımıza gelmiş bile olabilir ancak farkında değilizdir. Bu hadis bir yöneticinin sorumluluk alanlarını çok güzel bir şekilde açıklamaktadır.

Devlet Yöneticilerinin Çobanlığında Namus Emniyeti İslam hariç tüm ideolojiler, devleti yaşatmak adına insanı bir kenara atarak ya da köleleştirerek yükselme yoluna gitmişlerdir. Bir takım cenaha göre, insan devletin var olması için vardır. Yani devlet baki, insan fanidir yolu üzerinden giderek insanların kanını emme yoluna gitmişlerdir. Aslında devletin başındaki insanın zevki ve hevası uğruna insanlar kurban edilmişlerdir. Çünkü devlet yönetimi tamamen insan aklının denetimine verilmiştir. Ancak en üst aklın denetimi ise yine kendi gibi insan olan akıllar yardımıyla sürdürülmüştür. İnsan kendine bile adil olamazken, insanlara nasıl adil olabilir ki? Bazı cenahlar ise devletin insan için olduğunu öne sürmekle yetinmiş ancak pratik yaşamda uygulanamamıştır. Çünkü yine insan aklı ve duyguları devreye girmiştir. İnsan aciz bir varlık iken nasıl adaleti sağlayabilir ki? İşte İslam


devlet yönetiminden başka bütün yönetimler, değil yabancı insanlardan birbirini korumayı, bir babayı ve anneyi evladının şiddetinden bile koruyamamıştır. İslam şeriatının kaynağı Allah’tır ve Allah adildir. Bu yüzden İslam devletinin başına temsil olarak gelen yöneticiler şayet Allah'tan korkar ve Allah’ın kanunlarını insanlara ve hayatlarına tam olarak tatbik ederse, işte o zaman İslam’ın nasıl bir ferdi ve aileyi koruma altına aldığını görmek mümkün olacaktır. Zaten kısa geçmiş tarihte ve uzun geçmiş tarihte bunun örnekleri ve pratik hayatta uygulamalarına hiç de yabancı değiliz. Ancak yakinen şahit olma özlemi içerisindeyiz. Günümüzde namus emniyeti özlem duyulan ve gitgide hayali kurulan bir aşamaya gelmiştir. Gazetelerin ikinci sayfaları ve haberlerin birçoğu aile içi, sokak, cadde ve diğer sosyal hayattaki rezaletlikler ile doludur. Bu rezaletlerin yaşanmasının sebebi Allah’ın kanunlarının yaşanmaması ve yönetici çobanların sosyal ve diğer alanlarda uygulatmamasından kaynaklıdır. Allah’ın tedbiri dışında ne kadar tedbir alınırsa alınsın, ancak tedbirsizlik olarak görülecektir. Her hastalığın bir ilacı vardır. Bu güvensiz ortamların güven içinde olması içinde ilaç, Allah’ın şeriatının uygulanmasıdır. Başı ağrıyan bir hastaya mide hapı verilemeyeceği gibi bu toplumsal hastalık içinde başka reçete ve ilaçlara başvurmak hastalığı daha da arttırmaktan başka bir fayda vermeyecektir. Yöne-

İslam hariç tüm ideolojiler, devleti yaşatmak adına insanı bir kenara atarak ya da köleleştirerek yükselme yoluna gitmişlerdir. Bir takım cenaha göre, insan devletin var olması için vardır. Yani devlet baki, insan fanidir yolu üzerinden giderek insanların kanını emme yoluna gitmişlerdir. Aslında devletin başındaki insanın zevki ve hevası uğruna insanlar kurban edilmişlerdir.

tici çobanların görevleri çoktur. Namus emniyetini koruma altına almak için öncelikle sokaklardan ve caddelerden şehveti kamçılayan rezaletlerin önüne geçilmesi, basın ve yayın kuruluşlarının yayınladığı sapık içeriklerinin önüne geçilmesi, zina ve zinaya götüren yolların kapatılması, meşru evliliklere teşvik edilerek yollarının

Şevval 1439

37


kolaylaştırılması, halkın bilinçlendirilmesi, eğitimde, ticarette, sosyal hayatta önlemlerin alınması gibi birçok önlemler alındıktan sonra ancak kişilerden edepli ve ahlaklı davranışlar beklenebilir. Bu tedbirler alınmadan da Allah'a gerçekten iman etmiş mümin insanlar elbette ki ahlaki davranışlar sergileyecektirler. Ancak toplum olarak ıslah söz konusuysa böyle ortamlarda edepli ve ahlaklı davranılmasının istenmesi, tıpkı aç bırakılan aslanın önüne et parçalarının atılması gibidir. Gayri ahlaki olarak etin yenmesi durumunu görmek ve kınamak gibi tek taraflı infazlarla karşılaşılmaktadır. İnsanların yaratılışında şehvet vardır. İnsanlardan şehvetlerinizi gidip aldırın diye bir şey söylenemeyecekse o zaman şehvetlerin önüne geçen kuralların işletilmesi gerekmektedir. Tıpkı ateşin üstüne benzin dökülmediği zaman parlamayacağı gibi şehvetin de üstüne parlatıcı unsurlar dökülmediği sürece o şehvet sadece topluma ve ümmete faydalı bir evlat ve nesiller olarak geri dönecektir.

Aile Yöneticilerinin Çobanlığında Namus Emniyeti Allah Teâlâ aile yöneticilerine şöyle öğüt buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emre2. Tahrim, 6

38

Haziran 2018

dilen şeyi yapan melekler vardır.”

(2)

İnşallah şehit Seyyid Kutub bu ayetin tefsirini şu şekilde yapmaktadır: “Mü’minin hem kendisine hem de ailesine karşı olan sorumluluğu ağır ve korkunç bir sorumluluktur. İleride korkunç bir ateş... O ve ailesi bu ateşle karşı karşıyadır... Kendisini bekleyen bu ateşten hem kendini hem de ailesini uzak tutmak zorundadır. Evet, ateştir bu… Alev alev yanan dehşet verici bir ateş... “Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş.” Bu ateşte insanlar taşlar gibi onlarla birlikte yanarlar. Tıpkı taşlar gibi önemsiz, taşlar gibi değersiz ve taşlar gibi itina gösterilmeden tutulup atılırlar. Bu ne korkunç bir ateştir ki, taşları cayır cayır yakıyor! Şiddeti hakarete, aşağılamaya, horlamaya varan bu azap ne dehşetlidir! Üstelik bu ateşin çevresinde olan her şey ve ateşin bulunduğu ortam da ürkütücüdür, dehşet vericidir: “Başında iri gövdeli, haşin melekler vardır.” Tabiatları sorumlusu bulundukları azaba uygundur... “Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmezler ve emredileni yaparlar.” Yüce Allah’ın kendilerine emrettiği şeyi yapmaları onların tabiatlarının gereğidir. Yine tabiatları gereği kendilerine emredilen şeyi yapma gücüne de sahiptirler. İşte onlar bu haşmetleri ile bu haşinlikleri ile şu korkunç, şu dehşet verici ateş üzerinde görevlendirilmişler. Bir mümin kendini ve ailesini bu ateşten


korumalıdır. Henüz fırsat varken, iş işten geçmeden mazeret bildirmenin işe yaramadığı gün gelmeden ailesini bu ateşten uzaklaştırmalıdır.” (3) Bir aile reisi olarak erkek yönetici, öncelikle ailesinin rızkını temin etme vesilesidir. Bu vesile görevini özenle yerine getirmelidir. Sonra sevgi, şefkat, muhabbet gibi manevi ihtiyaçları karşılamalıdır. Sonra ise İslam üzere eğitmeli ve devam ettirmelidir. Bu görevler ailesinin namusunu koruma altına almak için geçerli olan sebeplerdir. Dünya da namus emniyetinin olmadığı ailelerin genellikle yukarıda bahsettiğimiz eksiklikleri vardır. Bu eksiklikler, nefsi kötülüklere kaydırmada bir basamak oluşturmaktadır. Aile reisi bir çoban olarak; arkadaşlarından, işinden, akrabalarından önce ailesinden sorumludur. Allah'a hesap vereceği insan ve insanlar olarak kendisinden sonra ailesi gelmektedir. Genellikle zaman kötü ya da zamanın gençleri böyle gibi bahaneler ile karşılaşırız. Ancak zamanın kötü olması ya da gençlerin kötü olmasından değil insanların kuran ve sünnet ahlakından uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Günümüzde nice aile ve genç var ki asrısaadeti evlerinde yaşamaktadırlar. Nice aileler ve gençler de var ki Mekke’nin cahiliyesinden daha cahiliye bir hayat yaşamaktadırlar. Bunun sebebi hayat tarzlarının Kur’an’a göre olup olmaması gibi basit ve çözülebilecek

Namus emniyetini koruma altına almak için öncelikle sokaklardan ve caddelerden şehveti kamçılayan rezaletlerin önüne geçilmesi, basın ve yayın kuruluşlarının yayınladığı sapık içeriklerinin önüne geçilmesi, zina ve zinaya götüren yolların kapatılması, meşru evliliklere teşvik edilerek yollarının kolaylaştırılması, halkın bilinçlendirilmesi, eğitimde, ticarette, sosyal hayatta önlemlerin alınması gibi birçok önlemler alındıktan sonra ancak kişilerden edepli ve ahlaklı davranışlar beklenebilir.

3. Fizilalil Kur’an

Şevval 1439

39


40

bir durumdur. Ancak bu çözümün gerçekleşmesi için doğru formüllerin uygulanması gerekmektedir. Ya da daha önceden yola çıkılacağı düşüncesiyle tedbirler alınmış olsa çözüme de gerek kalmayacaktır. İnsanlarımız iki günlük tatile giderken kılı kırk yararlar ancak üç gün kalacakları ve ebedi olarak çıkacakları yolculuklar için ise kıllarını kıpırdatmamaktadırlar. Böylelikle nice aile ocakları sönmekte, nice babaların çocuklarının eylemlerinden dolayı dizlerinin bağları çözülmekte, nice annelerin ciğerleri yanmakta ve ümmet teker teker nice fertlerini kaybetmektedirler.

Benim çocuğum ahlaklı zaten… Önce

Aile reisi ile koordineli olmayan kadınlarımızın çobanlığının da bir hesabı vardır. Aile içi terbiye edici çoban annelerimizdir. Kadınlarımızın sorumluluğunu ve önemini Hasan el Benna rahmetullahi aleyh şu sözleri ile anlatmıştır: “Bu ümmetin yarısı kadınlardan oluşur. Diğer yarısını da kadınlar yetiştirir.” Bu yüzden kadınlarımız kendi eğitimlerinden sorumlu olduğu gibi ümmetin çocuklarından da sorumludur. Bu yüzden buna göre hareket etmelidirler. Şayet dizilerden ve malayani işlerden dolayı çocuklarının İslami bir ahlakla ahlaklanmamalarına vesile oluyorlarsa ya da dert edinerek bunun için mücadele vermiyorlarsa elbette ki her şeyin bir hesabı vardır. Çocuklarımızı kariyerler uğrunda, diplomalar uğrunda harcamaktan korkmamız gerekmektedir. Elbette ki eğitim önemlidir ancak ahlak daha önceliklidir.

yacağız da şu fani dünyada beton yı-

Haziran 2018

diploma sonra evlenir ne de olsa… Önce kariyer sonra takva sahibi olur zaten gibi cümleler bizim annelerimize aittir. Bir kadın kocasının otoritesini kullanarak çocuklarının ahlakını şekillendirerek ailesinin namusunu emniyete almalıdır. Velhasıl sözün başında dediğimiz gibi nesil çobanlığı zor ancak kazancı çoktur. Nesillerimiz üzerinde her ferdimiz çobandır. Birtakım çevreler beğenmeseler de bizler Müslümanlar olarak namuslarımızın bekçileriyiz. Namuslarımızın bekçiliğini yapmağınlarının, tükenecek malların, telef olacak yaşamların bekçiliğini mi yapacağız? Bugün namuslarının bekçiliğini yapmayanlar huzur evlerinde neyi beklemektedirler? Namus emniyeti ahlakın sigortasıdır. Sigortası olmayan ahlaklar kısa sürelidir. Eninde sonunda yüksek enerji sonucu patlamaktadırlar. İslam namus emniyetini sağlayarak önce fertte, sonra ailede ve daha sonra toplumdaki ahlaki bozulmaların önüne geçmektedir. Önüne geçilen ahlaki bozulmalar, yerini huzurlu, mutlu yarınlara bırakmaktadır. Mutlu yarınlardan edepli nesiller var olmakta, edepli nesiller ise bizi, ailemizi ve toplumumuzu cennetteki ebedi hayata taşımaya vesile olmaktadır. Allah kendimizin, ailemizin ve neslimizin ahlakını Kur’an ahlakı eylesin.


MÜSLÜMAN KÂŞİFLER Cihan Malay

Bir Büyük Dâhi Mimar:

MIMAR SINAN (1489-1588)

Bu dünyada öldükten sonra yaşamak istiyorsan, Öyle bir iz bırak ki Allah seni insanlara unutturmasın. Öldükten sonra da anılan kimseye ne mutlu!

B

ir insan düşünün! 100 yıla yakın bir ömür sürüyor ve bu ömründe

anlamını idrak etmiş demektir.”

insanlar arasında kendisine

dan habersiz bir şekilde hayat

“Allah râzı olsun” denilecek hiç bir amel/eser/iz bırakmadan bu dünyadan geçip gidiyor. Bu insan ne büyük bir kayıp içindedir bir bilse. Asıl ve acı kaybın da bu olduğu muhakkak bir gerçekliktir. İnsan, yaşadığı hayatta “Allah’ın râzı olacağı bir eser bırakma yolunda ne kadar gayret sarfederse, o oranda bu hayatının

Bu hususun önemini farkedenler ve böyle bir durumsürerek ölüp gidenler olarak karşımızda iki sınıf insan durmakta. Ömürlerini Allah’a adayarak, O’nun râzı olduğu bir hayat sürerek eser bırakan kimseler şu hadisle müjdelenmiştir: “İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i câriye, kendisinden yararlanılan

Şevval 1439

41


ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk.” (1) Sadaka-i câriye, kişiye sürekli ecir/ sevap kazandıran her ameli kapsar. Kişinin bir cami, medrese, su kuyusu, yetimhâne yapımına katkıda bulunması gibi. Buralardan insanlar istifade ettiği sürece yapımına katkı sağlayanlara sevap verilmeye devam eder. Hatta bu kimse ölüp de kabre konulsa da onun amel defteri açık bırakılarak sevap yazılmaya devam eder. (Kalplerin saklı olanı Allah bilir.) Yüz yıla yakın hayatını sadaka-i câriye ile inşâ etme ile çalışan bir mimar, Mimar Sinan... Değil bulunduğu yerde, dünyanın bazı yerlerinde de sadaka-i câriyeler inşâ etmiş bir kişilik... O, mesleği olan mimariyi Allah yolunda harcamayı tercih etmiş bir kişi...

Hayatı Mimar Sinan’ın doğum tarihi kesin bir şekilde bilinmese de 1489 yılında doğduğu düşüncesi tarihçiler tarafından savunulmuştur. Kendisine “Mimar Sinan Ağa” denildiği gibi “Koca Sinan”da denilen Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde Abdulmennan adlı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Doğduğu köy, dokumacılık ve taş oymacılığıyla bilinen dönemin önde gelen yerlerinden biridir. Bu şekilde Sinan da taş oymacılığında ilk eğitimini köyünde almıştır. 1. Dârimi, Mukaddime, 46 2. Dülgerlik: Marangozluğa verilen eski ad.

42

Haziran 2018

Sinan, Osmanlı Devleti’nin yetenekli gayr-i müslim kimseleri değerlendirme amaçlı yürüttüğü devşirme politikası gereği ailesi ve kendisinin rızâsı ile Yavuz Sultan Selim zamanında 1512 yılında İstanbul’a getirtilerek Yeniçeri Ocağı’na alınmıştır. Yavuz Sultan Selim’e olan sevgisini şöyle dile getirmiştir: “Anın (onun) devşirmesiyem ben kemîne Aceb lutf eylemiştir bu hazîne…” Hayatının bu evresini kendi ağzından Sai Çelebi’ye yazdırdığı “Tezküretü’l-Bünyan” adlı eserinde şöyle anlatıyor: “Ben, Allah’ın hakir kulu, yaşlı usta Abdülmennan oğlu Sinan. Sultan Selim Han’ın gülbahçesini andıran saltanat yıllarında devşirildim. Kayseri Sancağı’ndan erkek çocuğu devşirilmesi o devirde olmuştur. Acemioğlanlar’ın kurallarına uygun yolları izleyerek, dülgerliğe (2) kendi isteğimle girdim. Ben, duacısı ve övücüsü olduğum, mülkün sahibi ve mükâfatlandıran Allah’ın yardımı ile Osmanlı Devleti’nde âlemin sığınağı dört padişaha hizmet vererek şeref kazandım. Sanatımla ve hizmetimle, işbilir mimar olmak ve birçok diyarda ün kazanmak nasip oldu..” Yeniçeri Ocağı’nda meslek eğitiminin temelinin atıldığı Acemioğlanlar arasına katılan Sinan, hayatının bir nevî çıraklık dönemini şöyle anlatır: “Ustamın eli altında tıpkı bir pergel gibi bir


ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözlemledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip-tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi ve görgümü artırdım.” Yeniçeri Ocağı’na girenlerin savaşlarda yerini aldığı gibi Sinan da askeri alanda düzenlenen seferlere katılmış, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman ile katıldığı savaşlarda sergilediği ustalık (köprü yapma vs.) ile padişahların ilgisini çekmiştir. Bu seferler sırasında gittiği yerlerdeki mimariyi de inceleme fırsatı bulmuştur. Onun ilk defa adının duyulması, Kanûni’nin Irakeyn Seferi’nde (1535) olmuştur. Osmanlı ordusunun çıktığı bu seferde ordu Van Gölü kıyısındaki Tatvan’a gelince, karşı kıyıya geçip savaşılacak ordu hakkında bilgi alınması gereklidir. Bu durumda Vezir Lütfi Paşa, gemilerin yapılmasını yeniçeri olarak orduda bulunan Sinan’dan ister. Sinan da der ki: ”Orada sefer durumunda şartlar uygun değilken Allah’ın yardımı ile arkadaşlarımı toplayarak, üç kadırga inşa ettim. Bütün yelkenlerini, demirlerini ve küreklerini tedarik edip top ve tüfek gibi savaş araçlarıyla donattım.” Bu başarısı sonrası Sinan’ın rütbesi yükseltilir. Onun ünlenmesindeki ikinci olay ise şudur: “Bu seferden 3 yıl sonra Kanûni, Mohaç Meydan Muharebesi için

Boğdan Seferi’ne çıkar. Sinan, yine orduda yerini alır. Ordu, sefer sırasında Prut Nehri kenarına geldiğinde karşıya geçmek için bir köprü inşâsına ihtiyaç vardır. Vezir Lütfi Paşa, köprü yapımı için padişaha Sinan’ı tavsiye eder. Sinan durumu aynen şöyle anlatıyor: “…Bu değersiz kula padişahın yüce buyrukları ulaştı. Hemen adı geçen suyun üzerinde bir güzel köprünün yapımına başladım. On gün içinde yüksek bir köprü yaptım. İslam ordusu ile bütün canlıların şahı sevinçle geçtiler.” Bu sefer sırasında Osmanlı’nın baş mimarı Acem Ali’dir. Acem Ali, sefer dönüşünden bir müddet sonra vefat edince de onun yerine Vezir Lütfi Paşa’nın Sinan’ı övmesi ve Kanûni’ye baş mimar olarak önermesi üzerine 1538 yılında 48 yaşında “baş mimar” olarak görevlendirilir. Böylece Os-

Şevval 1439

43


manlı’nın geniş topraklarında kendisinden geriye şah eserleri kalacak bir insan baş mimarlığa seçilmiş olur.

İstanbul’a Su Taşıyan Kemerler Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da dönemin sıkıntılarından biri, suyun şehrin merkezi yerlerine taşınmasıdır. İşte böyle bir sorunun çözümünde Mimar Sinan’ın adını karşımızda buluruz. Çözüm, Kırkçeşme Suları’nın yapılmasıdır. “Tezkiretü’l-Bünyan” eserinde şöyle anlatır: ”Bir gün Sultan Süleyman, av vesilesi ile Kağıthane Çayırı’nda dolanırken yeşillikler içinde harabeye yüz tutmuş temiz bir su akıntısı görür ve bu sudan istifade etmeyi düşünür. Saraya dönüşünde devlet adamlarını toplar ve Bizans döneminde İstanbul’un su sorunun nasıl çözüldüğünü sorar. Sorunun çözümü, Bizans döneminde olduğu gibi suyun Kâğıthane Çayırı’ndan su kemerlerinden İstanbul’a dağıtılması olduğudur. Ancak zamanla su kaynağından ayrılmış,

44

Haziran 2018

toprağa karışmıştır. Dolayısıyla yapılması gereken bu suyun Kâğıthane’ye yeniden getirilmesidir. Sultan Süleyman’ın kararı Sinan’a şöyle ulaşır: ”Becerikli mimar, bu akarsuyun İstanbul şehrine gelmesi yolunda dikkat ve özen göstersin. Bu benzersiz iyiliğin tamamlanması, en şerefli dileğimdir.” Bunun üzerine Sinan, çalışmalarına başlar. Yaptığı çalışmanın sonucunu Kanûni’ye anlattıktan sonra onun emriyle suyolu tekrardan yapılır. 1554 yılında yapılan Kâğıthane sularının yapımı, 1563’te biter. Bu suların taşınması sonucunda belli yerlere çeşmeler konulur ve Kanûni Sultan tarafından bu suların hiç kimsenin evinde gizlice şebeke bağlayarak çeşme yolu ile akıtılmaması emredilir. Bu emre bir istisnâ konularak, Mimar Sinan’ın da yaptığına bir ödül olarak kendi evine musluk koyabileceği emredilir. Böylece evinde özel çeşme bulunan tek kişi, Mimar Sinan olur. Günler böyle devam ederken Koca Mimar Sinan artık yaşlanmıştır. Bir


gün hakkında evine su çektiği hakkında zabıt memurları gelir ve evine özel musluk bağlamasından dolayı mahkemeye çıkacağını bildirir. Duruşma olduğu gün kendisine özel bir izin verildiğini söylese de mahkeme kâdısı belge isteyince, elinde özel bir belge olmadığından suyunun kesilmesine karar verilir. Böylece Allah rızâsı için yaptığı hizmeti karşılığında kendisine verilen bir hediye olarak evinde bulundurduğu çeşmenin suyu kesilir.

sağlamak için temelin etrafına kuyular açtığını, böylece temeli korumaya aldığını belirlemişlerdir. Eserlerinde ayrıca sıcak-soğuk havayı dengelemek için hava tahliye kanalları yapmış olması da onun ne büyük bir deha olduğunu göstermektedir. 1. Şehzâde Camii ve Külliyesi Kanûni Sultan Süleymân, çok sev-

İhtiyar bir halde, evinde susuz kalıverir. Artık vefat anı gelmiş ve dudakları kurumuştur. Kendisine kuruyan dudakları için su getirilmeye çalışılsa da ne çare! Su akmıyor. Böylece tarih şu söze şahitlik ediyordu: “İstanbul’u suya kavuşturan adam, susuz kalmış halde vefat etti.”

Üç Büyük Eser Eserleri inşâ ederken uzun süre dayanıklılığına önem veren Mimar Sinan, yaptığı yapıtlarının altına “derenaj” adı verilen bir kanalizasyon sistemi kullanarak temelden kaynaklı olabilecek problemleri ve eserde meydana gelebilecek nemlenmeleri önlemeye gayret göstermiştir. 1999’daki depremde gördüğü hasar nedeniyle Mihrimah Sultan Camii’nde yenileme çalışmaları gerçekleştirildiğinde caminin etrafında yüzden fazla kuyu bulunduğu tespit edilmiştir. Uzmanlar, Mimar Sinan’ın, eski istanbul’un en yüksek tepesine inşa ettiği camiinin zeminindeki su dengesini

diği 22 yaşında vefat eden oğlu Saruhan Sancak Beyi Mehmed için Mimar Sinan’dan bir cami ve türbe yapmasını istemiş, kendisi de bu mimari güzellikteki eseri inşâ etmiştir. Şehzâde Camii’nin yapımında Mimar Sinan, 57 yaşındadır. Eser yapımına 1544 yılında başlanmış, 1548 yılında tamamlanmıştır. Eseri yaptıktan sonra içerisinde bulunan çeşmeye şu mısraları yazdırır: “Umarım keyif alır bu sudan içen Duacı olur hep fakir mimarından.” Kendisi eser için, Süleymaniye’ye hazırlık betimlemesinde bulunmuştur. Mimar Sinan bu büyük eserini şöy-

Şevval 1439

45


le tanımlar: “Kubbe ile iki minaresi, sanki iç aydınlığına sahip bir yaşlının önünde saygıyla ayağa kalkmış yakışıklı uzun boylu iki gencin, huzurda duruşlarını andırıyor.” 2. Süleymaniye Camii ve Külliyesi Mimar Sinan, Kanûni Sultan Süleyman adına yaptırdığı Süleymaniye Camii ve Külliyesi’nin yapımı için Osmanlı’nın dört bir yanından malzemeler getirtir. Caminin kubbesini şöyle tasvir eder: “Ve o kutlu caminin kubbeleri açık denizin üzerini süsleyen dalgaları andırıyordu. Yüksek kubbesi ise gökyüzüne altınla nakşedilmiş bir nurlu güneş gibi açık ve aydınlıktı.” Süleymaniye Camii ve Külliyesi’ni bitirdiğinde Mimar Sinan, 66 yaşındadır. Eser, dönem şartlarının zorluğuna rağmen 8 yıl gibi kısa bir zamanda bitirilmiştir. (1557) Süleymaniye Camii’ne dört minare yapan Sinan, bunun sebebini ise Kanûni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonra 4. padişah olmasına bağlar. Süleymaniye Camii’nin en önemli özelliği ise ses akustiğidir. Sesin her

46

Haziran 2018

tarafta duyulması için caminin çevresine ve içinde bazı yerlere boş küpler yerleştirmiştir. Aydınlatılmasında da binlerce kandil ve mumla aydınlanan camiinin duvarlarının is kaplamaması için ilk defa burada en üste bir is odası yapılmış ve camiinin tüm islerinin burada toplanması sağlanmıştır. Daha sonra o odada toplanan islerle kaliteli mürekkep üretilmiştir. Mimar Sinan ayrıca haşere, akrep ve böceklere karşı önlem olarak da avizelerin ortasına deve kuşu yumurtaları yerleştirmiştir. Yıllar boyu çalınan ve kırılan birçok yumurta olsa da halen ilk günkü gibi asılı olan yumurtalar vardır. Eserin restorasyonu amacıyla 90’lı yıllarda yapılan çalışmalarda kemerlerin arasında bir şişe içerisinde caminin nasıl yapıldığı ve yapımda nelerin kullanıldığına (kullanılan malzemelerin nerelerden temin edildiğine) dair bir belgeye ulaşılmıştır. Bu mektup Topkapı Sarayı’nda saklanmaktadır. Mehmet Akif Ersoy, Süleymaniye’nin ihtişamlı görünüşünü şöyle şiirleştirmiştir: “Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? Onu en çolpa herifler de emin ol, becerir. Sade sen gösteriver “işte budur kubbe!” diye, İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye… Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât, o zaman, Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan…”


3. Selimiye Camii Mimar Sinan, bu eserinden bahsederken şöyle der: ”Bütün dünya halkları, ‘Ayasofya’nın kubbesi gibi bir kubbe İslam devletinde bina olunmamıştır. Bunun gibisini inşa etmek imkânsızdır. Müslümanlara üstünlüğümüz vardır. O ölçüde bir kubbeyi durdurmak çok çetin bir iştir. Benzerini yapmak mümkün olsa idi yaparlardı’ diyorlardı. Kâfirlerin mimar geçinenlerinin bu sözleri, ben değersiz kulun gönlünde bir ukde olup kalmış idi. Selimiye Camii inşasında himmet edip, Allah’ın yardımı ve Sultan Selim Han devletlinin gösterdiği güçle, bu yüce kubbenin yüksekliğini Ayasofya kubbesinden altı zira ve çemberini dört zira ziyâde eyledim.” Selimiye Camii’nin inşası hakkında şöyle bir olay aktarılır: “Küçük bir çocuk, oyun oynadığı arkadaşlarından birine, “Şu minare eğri yapılmış” der. Bunu duyan Mimar Sinan, çocuğa: “Göster bakalım hangisi eğri olmuş?” diye sorar. Çocuk da eğri olarak gördüğü minareyi işaretle gösterir. Mimar Sinan, çocuğun yanında ustalarına talimat verdirerek minareye halat bağlatarak düzeltmelerini söyler. Çocuk, “Tamam” deyinceye kadar bu durum devam etmiş ve minare düzeltilmiştir. Bu duruma şaşıran ustalara, Mimar Sinan şöyle demiş: “Eğer biz çocuğu kafasındaki minarenin eğriliği düşüncesini yıkmasaydık, çocuk caminin güzelliğine değil de minarenin eğriliğine takılırdı. Yine bu çocuğun söylediğini kimileri alarak aslı astarı olmayan sözlerle caminin minaresinin

eğri olduğunu insanlar arasında yayardı. Böylelikle bu düşünceyi yıkmış olduk.” Selimiye Camii’ni bitirdiğinde Mimar Sinan, 84 yaşındadır. Eseri için, “En görkemli yapıtım” ifadesini kullanmıştır. Eser, 2011 yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası” olarak tescillenmiştir. Eserdeki tek bir minarenin olması, Allah’ın birliğine; cami pencerelerinin beş kademeli olması, İslam’ın beş şartına delalet ettiği söylenmiştir.

Diğer Eserlerinden Bazıları Burada Mimar Sinan’ın hem Anadolu hem de Anadolu sınırlarını aşıp Avrupa ve Arap coğrafyasında yaptığı eserlerden bazılarını sıralayacağız:

Şevval 1439

47


-

Kabe-i Şerif’in kubbelerinin tamiri

-

-

Beyazıd Camii’nin onarımı, İstanbul

Maktul Mustafa Paşa Câmii, Macaristan/Budin

-

Cenâbî Ahmed Paşa Câmii, Ankara

-

Tatar Han Câmii, Kırım/Gözleve

-

Cedid Ali Paşa Câmii, Kırklaleli/ Babaeski

-

Hüseyin Paşa Câmii, Kütahya

-

Büyükçekmece Köprüsü, İstanbul/Büyükçekmece

-

48

Mihrimah Sultan Camii – İstanbul/Edirnekapı

-

Drina Köprüsü, Bosna

-

Mihrimah Sultan Câmii – İstanbul/Üsküdar

-

Haseki Külliyesi, İstanbul

-

Ahî Çelebi Câmii, İzmir İskelesi yakınında

Mimari de Büyük Bir Usta Olması

-

Abdurrahman Paşa Camii, Kastamonu/Tosya

-

Sokullu Mehmed Paşa Câmii, Edirne/Hafsa

Onun mimari bir kişilik olarak göze çarpan en önemli özelliği, eser bırakmadaki üretkenliğidir.

-

Çoban Mustafa Paşa Câmii, Kocaeli/Gebze’de

-

Pertev Paşa Câmii, İzmit

-

Rüstem Paşa Câmii, Sakarya/Sapanca

-

Mustafa Paşa Câmii, Bolu

-

Osman Paşa Câmii, Kayseri

-

Lala Mustafa Paşa Câmii, Erzurum

-

Hüsreviye (Hüsrev Paşa) Câmii, Suriye/Halep

-

. Sultan Murâd Câmii, Manisa

-

Sultan Süleymân Câmii, Şam/Gök Meydan

-

Sofu Mehmed Paşa Câmii, Hersek

-

Bosnalı MehmedPaşa Câmii, Bulgaristan/Sofya

Haziran 2018

100 yıla yakın ömründe 400’e yakın eser bırakarak bunu ispat etmiştir. En önemli buluşu ise kubbe-mekân ilişkisini en ideal biçimiyle uygulaması olmuştur. Mimar Sinan, kendisinden sonra muazzam tarihi eserler bırakan kişiler yetiştirmekten de geri durmamış ve “birçok büyük mimarın da hocası” olma şerefine nâil olmuştur. Bu konuda örnek olarak İstanbul’un adeta görünen yüzlerinden biri olan Sultanahmet Camii’ni inşâ eden Sedefkâr Mehmed Ağa’yı örnek verebiliriz. O, Mimar Sinan’ın talebeleri arasında yer alan ve daha sonrasında mimarbaşılığa getirilen kimselerden biri olmuştur. Diğer bir isim sonraki zamanlarda mimarbaşılık yapan Davud Ağa’dır. Yine onun talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi, dünyanın yedi


harikasından biri olan Hindistan’daki

New York Times Gazetesi, Mimar

“Tac Mahal” adlı eseri yapmışlardır.

Sinan’a ve eserlerine yer verdiği yazı da Mimar Sinan için “300’ün

Vefatı Mimar Sinan, vefatına kadar yaklaşık 50 yıla yakın mimarbaşılık görevinde bulunarak birçok muazzam eser bırakmış (84 cami, 52 mescit, 57 medre-

üzerinde esere imza atan Mimar Sinan, sadece Türkiye’nin değil, belki de dünyanın ilk Yıldız Mimarı-Starchitect”

ifadelerine

yer

vermiştir.

Eserlerini inşâ etmedeki başarılarından dolayı kendisine, “Sermimârân-ı

se, 7 okul ve darü’l-kurrâ, 22 türbe, 17

cihan ve mühendisân-ı devran (dünyadaki

imâret, 3 darü’ş-şifa (hastane), 7 su-

mimarların ve zaman içindeki mühendis-

yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray,

lerin başı)” denilmiştir.

35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen,

Süleymaniye Camii, yakınındaki

48 hamam) ve 17 Temmuz 1588 yılında İstanbul’da evinde vefat etmiştir. Ölümünden bir süre önce kendisi için yaptırdığı türbesine defnedilmiştir. Türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki Haliç duvarının önündedir. Mütevazılığını terk etmeyen bir hayat sürdüren Mimar Sinan, yaptığı Büyükçekmece Köprüsü üzerine şöyle yazdırır: “El-fakiru’l-Hakir Ser Mimara-

mütevazı türbesinin dua penceresinde hattat Karahisari’nin yazdığı kitabede günümüz Türkçe’siyle şöyle yazar: “Bu zamanda dünyadan Mimarbaşı Sinan da geçti.” Tarihsiz olan vakfiyesine göre hanımı Mihrî kendisi hayattayken vefat etmiş, oğlu Mehmed Bey ise bir savaşta şehit olmuştur. Vakfiyede iki kızı-

nı Hassa (Değersiz ve muhtaç, saray özel

nın ve iki torununun adına rastlanır.

mimarlarının başı).”

Vakfiyede Süleymaniye medrese öğ-

Şevval 1439

49


rencilerinin kendisi, hanımı, çocukları ve torunları için Kuran okunması şartları da yer alır.. Turgut Cansever, kendisi için şöyle der: “...Hiç şüphesiz ki Mimar Sinan sadece Osmanlı-Türk tarihinin değil, tüm dünya medeniyetinin gelmiş geçmiş en önemli taş yazarlarından biridir.”

Yazdığı Eserler Adsız Risale: Tek nüshası Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunan bu risale Mimar Sinan tarafından yazılmış olup

Tezkiretü’l-Bünyân: Yine Sinan’ın ağ-

on bir bölümden oluşmaktadır.

zından arkadaşı Sâi Mustafa Çelebi’nin

Risâletü′l-Mi‘mâriye:

Tek

nüshası

Topkapı Sarayı Arşivi’ndedir.

baş mimar oluşu ve altı yapıtı ile ilgili hatıraları anlatır. Tezkiretü’l-Ebniye

Tuhfetü′l-Mi‘mârîn: Bu risâlede ha-

ile arasındaki temel farklılık, Tezkire-

yatıyla alakalı bir giriş ve mimarlıkla

tü’l-Bünyan’da yapıların listesinin ve-

ilgili bazı bilgilerden sonra Sinan’ın

rilmemiş, ancak bazılarının yapım sü-

eserlerinin listesi verilmiştir. Ayrıca bu eserde Sinan’ın mimarlığa dair görüşlerini içeren ve inşa özelliklerinin

reçleri ve özelliklerinin ayrıntılı olarak anlatılmış olmasıdır.

anlatıldığı bir hatime bulunmaktadır.

-----------------------

Tezkiretü’l-Ebniye: Mimar Sinan ih-

Kaynaklar

tiyarladığı günlerde hayatı ve eserleri hakkında bilgilerin insanlar arasında bilinmesi için Sâi Çelebi’ye ricada bulunur. O da kırmayarak Mimar Sinan’ın kendi ağzından çıkan sözlerin yer aldığı ve hayatı hakkında geniş bilgilerin bulunduğu bu eseri yazar.

50

kaleme aldığı bu eser Sinan’ın hayatı,

Gülcan Avşin Güneş, “Hassa Mimarlar Ocağı ve Mimar Sinan”, Tarih Okulu Dergisi (TOD), Mart 2014, Yıl 7, Sayı XVII, ss. 375-391. Selçuk Mülayim, “TDV İslam Ansiklopedisi Mimar Sinan maddesi”, c. 37, s. 224-227. Ramazan Bedük, Mimar Sinan’ın Ağzından Mimar Sinan: Tezküretü’l Bünyan, makale. http://www.csb.gov.tr/turk-mimarisinin-abide-sahsiyetleri---mimar-sinan-makale

(H.994/1586)

http://www.islamveihsan.com/mimar-sinan-kimdir.html

Eser, Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

http://www.mimarsinaneserleri.com/

Haziran 2018


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

ÜMMETİN HAMİSİ HALİFE II.ABDÜLHAMİD (I)

Şevval 1439

51


H

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allah Teâlâ’yadır. O ki; vaadini yerine getirendir. Salat ve selam, Efendimiz, komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ailesi ve ashabına olsun… Adalet, insanlar arasındaki düzenin temelidir, adaletin de temeli, merkezi ve ana kaynağı Din-i Mübin-i İslam’dır… Bu düşünce yapısını hayatına şiar edinmeye çalışan ve bu doğrultudan sapmayan II. Abdülhamid rahmetullahi aleyh İslam dünyasının, İslam Hilafetinin mihenk taşlarından biri olmuştur. Halife II. Abdülhamid rahimehullah’ın dönemine geçmeden önce Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu izah etmek yerinde olacaktır. Kırım savaşı sonrası devletimiz iyice geriye gitmeye başladı. Topraklarımız birer birer kıdemli sömürücüler tarafından işgal edilmeye başlandı. Bunun yanı sıra eğitimde Avrupai usullere göre değişiklik göstermişti. Bu da şimdiye kadar İslam ümmetinin payitahtı olan bu topraklarda ki insanların zihinlerini ve fikirlerini kirletmişti. Daha önceden vurguladığımız, şu anda da vurgulayacağımız şu söz tecellisini bir kez daha gösterdi. “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar…” bu topraklardaki nice insanlar sömürgeci devletlerin uşaklığını yaptılar. Günümüzde ol-

duğu gibi o gün de kendilerini intelijansiya (aydın)! sananlar zihinlerini ve kalemlerini pazarlarda sattılar. Pak hilafetimiz ciddi bir buhrana duçar oldu. Küçük bir örnekle konuyu daha iyi izah edelim; 1864 - 1877 yıllarında Rus politikasının başlıca temsilcisi İstanbul büyükelçisi Kont Nikola İgnatiyef, Mahmut Nedim üzerinde öyle bir etki kurmuştu ki, imparatorluğun başkentinde sadrazama Nedimov diye bağırıyor, İgnatiyef’e de Sultan İgnatiyef diye hiap ediyordu. 18741875 yıllarında Bosna-Hersek-Karadağ’da isyanlar çıktı. İsyancıların çoğu Karadağ’dan sağladıkları silahlarla Müslümanlara saldırdılar. İsyanın bastırılmaya çalışılması Avrupa kamuoyunda daha çok Hristiyanların yok edilmesi olarak yankılandı. (1) II. Abdülhamid Han’ı anlatmaya çalışacağımız bu yazımızda inşallahuRahman değineceğimiz meseleler; kısaca halifenin zamanındaki vakalar, özellikle 93 harbi, eğitime verdiği önemi, Panislamizm siyaseti gereği Çin gibi bölgelerde izlediği davet metodu, İngiltere’de kurduğu spor kulübü ve hal edilmesini aktaracağız.

A) Abdülhamid Dönemi’ndeki Vakaların Kısa Tanıtımı Halife, Osmanlı Devleti’ni ve hatta derin bir uykuda olan İslam âleminin tamamını ayağa kaldırmaya çalıştı. Hedefi her daim ötekiler yaratan sis-

1. Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014 s. 422

52

Haziran 2018


temler karşısında durmaktı. Mücadelesi çetin, ödediği bedel ise ağır olmuştu. -Osmanlı Devleti’nin dört bir yanında daha önce görülmemiş bir şekilde milliyetçilik hareketleri yayıldı. Bu hareketlerin liderleri Avrupa hayranı Müslüman ve Hristiyanlardan oluşuyordu. Avrupa, Osmanlı topraklarında kavmiyetçilik fikri taşıyan cemaatleri destekledi. (2)- Yine bu dönemde Yahudiler Theodor Herzl liderliğinde nüfus sağlayıp siyonyayı kurmak istediler. Merhum halifenin cevabı tokat niteliğinde olmuştur. “Doktor Herzl’e bu iş konusunda (Filistin’i vatan edinme) bugünden sonra herhangi bir çaba harcamaması gerektiğini söyleyin. Çünkü ben, bu toprakların bir karışını bile başkalarına verilmesini kabul edemem. Bu ülke, benim mülküm değil, halkımın mülküdür ve toprakları, onların kanlarıyla sulanmıştır. Yahudilerin milyonları kendilerinde kalsın. Kudüs’ü Yahudilere satmakla ve Müslümanların korumak için bana verdikleri emanete hıyanet etmekle üzerime bulaşacak olan tarihi lekeyi asla taşıyamam. Şüphesiz Osmanlıların borçları bir utanç kaynağı değildir çünkü Fransa dâhil diğer ülkelerin de borçları bulunmaktadır. Kudüs, ilk olarak efendimiz Ömer bin Hattab radiyallahu anhın halifeliğinde Müslümanlar tarafından fethedildi. Ben onu Yahudilere satarak ve emanete ihanet ederek tarihte kara bir lekeyi taşımayı istemiyorum.” (3)

Halife, Osmanlı Devleti’ni ve hatta derin bir uykuda olan İslam âleminin tamamını ayağa kaldırmaya çalıştı. Hedefi her daim ötekiler yaratan sistemler karşısında durmaktı. Mücadelesi çetin, ödediği bedel ise ağır olmuştu.

Misyonerlerle içerideki hainlerle Ruslar, İngilizler, Fransızlar velhasılı tek millet olduğunu söylediğimiz küffar ile nice mücadeleler verildi.

B) 93 Harbi Tarihimizin her kertesinde bizimle savaşan nam-ı diğer Rus ayısı bu dönemde de bizimle, bizi yok edercesine savaştı. 15 Ocak’ta Budapeşte’de Avusturya ile Balkanların bölüşülmesi üzerine anlaşma yapan II. Alexander, 19 Nisan 1877’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. İki cephede harekete geçen Rusların amacı, Balkanları aşıp olanca hızla İstanbul ve boğazlara erişmektir. Haziran ortalarına doğru Avrupa yakasında Rus

2. İslam Araştırmaları Komisyonu(Mısır), İslam Tarihi II, Kahire-Mısır, 2005, (Beka Yayıncılık) 3. İslam Araştırmaları Komisyonu(Mısır), İslam Tarihi II, Kahire-Mısır, 2005, (Beka Yayıncılık)

Şevval 1439

53


ordusu Bulgaristan’ın kuzeyini işgal

93 Harbi’nde çok ağır bir şekilde

eder, Sofya ve Edirne’ye doğru iler-

mağlub olmuştuk. 3 Mart 1878’de im-

ler. Bulgaristan’da, Süleyman Paşa

zalanan Ayastefanos Antlaşması’yla

Şipka’da, Osman Paşa Plevne önün-

Karadağ ve Sırbistan bağımsız oldu,

de sağlam direniş sergilerler. Ancak bu başarılar kısa sürer. Son bahardan itibaren gücünü toplayan Rus ordusu direnişi kırmayı başarır. Kasım ayında Kars, beş aylık direnişin ardından Plevne aralıkta teslim olur. 13 Şubat’ta İngilizlerin, İstanbul’un korunması için donanma gönderme teklifine karşı mebusların görüşlerini almak isteyen sultan parlamento komisyonunu toplar. Ne var ki milletvekillerinden Naci Ahmet Efendi’nin sert eleştirileri karşısında bir gün sonra parlamento-

akabinde bağımsız olarak devlet-i aliden tazminat aldı. 93 Harbi yoğun göç akımının da başlangıç noktası oldu. -Özellikle Bulgaristan’dan Anadolu’ya yoğun göçler oldu. Burada dikkatleri çeken nokta şudur, bu göçler esnasında Ruslar tıpkı bugün göçleri serbest bıraktığını ilan edip özellikle Suriye halkını bombaladığı gibi o günlerde de Müslüman Bulgarları çeşitli saldırılarla katlettilerAyastefanos

Antlaşması

Avrupalı

işgal devletlerinin işine gelmeyince, özellikle İngiltere ve Fransa olaya el

yu fesheder. Birinci meşrutiyet böy-

atarak antlaşmayı geçersiz saydı. Bu

lelikle sona erer. Bu karar Abdülha-

antlaşma yerine Berlin Antlaşması

mit’in otokrat rejimi için bir milattır.

imzalandı. Bu antlaşmaya göre yine

(4)

4. Jorga Nicolae, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi”, çev. Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, c. I-VI, İstanbul, 2005; Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014

54

Haziran 2018


Bulgaristan bağımsız oldu. Bosna ve Hersek Avusturya’ya verildi. Maddeler arasında en dikkat çekici nokta ise savaşta taraf olmamasına rağmen, Yunanistan’ın

sınırlarının

kuzeye

doğru arttırılmasıydı. Velhasılı en büyük hasarı İslam ümmeti görmüştü. Kısacası Osmanlı imparatorluğu toprağının beşte ikisiyle nüfusunun yaklaşık yarısı Müslüman olan beşte birini (5,5 milyon) terk etmek zorunda kalıyordu. Ayıca büyük bir gelir kaybına uğramaktaydı. İngiltere açısından Rus tehditi zayıflamış olsa da Berlin Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu için giderilmesi mümkün olmayan çok ağır bir yenilgiydi. (5) Bu dönemde toprak kayıpları yaşadık. Kaybettiğimiz topraklar arasında jeopolitik konumuna binaen en elzem olanı Mısır’dı. Hadimü’l Harameyn

93 Harbi’nde çok ağır bir şekilde mağlub olmuştuk. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’yla Karadağ ve Sırbistan bağımsız oldu, akabinde bağımsız olarak devlet-i aliden tazminat aldı. 93 Harbi yoğun göç akımının da başlangıç noktası oldu.

sıfatı ile anılan Mısır, Arap coğrafyamıza açılan pencere idi. Sömürü düzeninin şefliğini yapan İngiltere 1882 yılında Mısır’ı işgal ederek savunmasız şehirleri bombardımana tuttu. Nice Müminler şehadet ikliminde

manda bir takım köklü tedbirler de alıyordu ki “Dini eğitimi ıslah proje-

Rablerine kavuştular.

si” de bu cümlelerdendir. Ona göre

C) Eğitim

dini eğitim ıslah edilirse; kendisinin

“Halife Abdülhamid, bu uluslararası siyasetini devam ettirebilmek ve kafa-

şayet yıllardır dumura uğramış olan halife olduğu İslam Devletinin birçok meselesi hallolacaktı.

sında tasarladığı İslam Birliğini ger-

Abdülhamid, bu projesini gerçekleş-

çekleştirebilmek için sadece bazı gizli

tirebilmek için sadece İstanbul ulema-

örgütler kurmakla kalmıyor; aynı za-

sında değil, diğer İslam ülkelerinde

5. Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014

Şevval 1439

55


Halife Abdülhamid siyasi aklı üst düzey bir liderdi. Halkın ıslahı için eğitime çok fazla değer verdi. Misyonerlerin ana hedefini izale edebilmek için yetişmiş Müminlere ihtiyacı olduğunu biliyordu. Misyonerlerin yıllar önce belirlemiş olduğu ana hedefini 1935 yılında Kudüs’te bir kez daha dile getiren dönemin misyoner lideri Samuel Zwemer şunları söylemektedir; “Hristiyan devletlerin size verdiği misyonerlik göreviniz, İslam âle-

Halife Abdülhamid siyasi aklı üst düzey bir liderdi. Halkın ıslahı için eğitime çok fazla değer verdi. Misyonerlerin ana hedefini izale edebilmek için yetişmiş Müminlere ihtiyacı olduğunu biliyordu.

minde ki Müslümanları Hristiyanlık dinine sokmanız değildir. Sizin göreviniz, Müslümanları İslam dininden uzaklaştırmak ve Allah’ı tanımaz bir hale getirmektir. Daha sonra kendilerini ayakta tutan İslam ahlakından onları koparmaktır. Eğer bunu başarabilirseniz, İslam ülkelerine yöneltilen işgalin ve sömürünün öncülüğünü yapmış olursunuz. Yönlendirme gayret ettiğiniz yolda yürümeleri için İslam ülkelerinde ki tüm kafaları buna hazırlamanız gerekir. Bunu

yaşayan Müslüman âlimlerin görüşlerinden de yararlanmıştı ki, Mısırlı

başarmanın tek yolu, Müslümanları diniden çıkarmaktır. Bu başka hiçbir

âlim Muhammed Abduh bunlardan

yolla mümkün değildir.”

biridir. İkili arasında ki diyaloglar

Bu şeytani çalışmayı ve Müslüman-

sonucu olarak hazırlanan projenin temeli şuydu; Kur’an Tefsiri, Hadis İlmi, Arapça Lisanına dair Sarf – Na-

ların kafasında ki prangayı ancak İslami bir eğitim metoduyla ilga edebiliriz. Merhum Halifenin de en bü-

hiv ve dil Tarihi, Ahlak ve dini terbiye

yük çabası Kur’an ve Sünnet merkezli

ilimleri, hukuk metodolojisi, eski ve

bir yaşamın yeniden Devlet-i Âl-i’de

yeni tarih ilmi, hitabet ve irşad ilmi,

eğitim yoluyla tesis edilmesini sağla-

kelam ve mezhepler…”

maktı…

(6)

6. Sırma İhsan Süreyya, “II. Abdülhamid’in İslam Birliği Siyaseti”, İstanbul, III. Baskı, 1989

56

Haziran 2018


HABER ANALİZ Emrah Seven

ABD’nin Elçiliği Kudüs’e Taşımasının Arka Planı

A

BD Başkanı Donald Trump kendinden önceki başkanlar gibi se-

ABD Eski Başkan Yardımcısı

çim kampanyasında Tel Aviv’de

Büyükelçiliği’ni Kudüs’e 2019

bulunan elçilik binasını Kudüs’e

yılı sonuna kadar taşıyacakla-

taşıyacaklarına dair seçim vaa-

rını söylemişti.

dinde bulundu. Başkanlık seçi-

dığı bu karar ABD başkanları

mini kazanan Donald Trump 6

arasında 1995 yılından beridir

Aralık 2017 tarihinde kamuoyu-

konuşuluyordu fakat Trump’ın

na taşıma kararını duyurdu bü-

seçim

tün karşı çıkışlara rağmen. Ve

leyen Amerikalı ünlü kumar-

son olarak 14 Aralık İsrail’in ku-

haneler zinciri sahibi Sheldon

ruluşunun 70. yılında Kudüs’te

Adelson’un etkili olduğu bili-

elçilik binası açıldı.

niyor. Sheldon, Trump’ın seçim

Mike Pence, ABD’nin hâlihazırda Tel Aviv’de bulunan İsrail

(1)

Trump’ın al-

kampanyasını

destek-

1. http://www.dw.com/tr/abdnin-kudüs-elcilik-plani

Şevval 1439

57


böyle bir ortamda meydana geldi. Suudi Arabistan’ın son dönem politikalarını takip ettiğimizde bunu daha iyi görmekteyiz. Veliaht prensin 3 haftalık Amerika ziyareti ve vermiş olduğu demeçlere bakıldığında Kudüs pazarlığının daha önceden yapıldığını müşahede ediyoruz. döneminde 20 milyon dolar bağışta bulunarak Trump’ın seçimleri kazanmasında etkili oldu. New York Times’ın haberine göre Sheldon bu bağışı elçiğin Kudüs’e taşınmasına karşılık yaptığını yazdı. (2) 2019 yılının sonlarına doğru açılacak olan elçilik için hazırlıklara başlayan Trump’ın yardımına yine parasıyla Sheldon devreye giriyor ve elçiliği İsrail’in kuruluşunun 70.yılında açması dâhilinde yarım milyon dolar bağışta bulundu. (3) Trump da bu bağışa karşılık Filistinlilerin büyük felaket olarak adlandırdığı Nakbe gününde elçilik binası Kudüs’e taşındı.

Donald Trump elçiliği taşıma kararı alırken Amerika’daki Siyonist lobinin yanı sıra Arap ülkelerinin Amerikancı tavrı da etkili olmuştur. İsrail’in son dönemlerdeki cüretkâr tavrındaki etki Arap yöneticilerle kulis faaliyetlerinin yapılması ve gizli kapılar arkasında işlerin bitirilmesi olarak gözükmektedir.

Nakba?

ABD’yi Kudüs Kararına Götüren Süreç

İsrail Devleti, 2 bin yıldır kurulan ilk Yahudi devletiydi. Tel Aviv'de 14 Mayıs 1948'de saat 16:00’da ilan edildi. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe girdi. Filistinliler, 15 Mayıs’ı “El Nakba” diye anarlar, yani “Felaket” günü.

ABD’nin yeni Ortadoğu politikasının Trump’ın Riyad’daki zirvesiyle başladı. Politikanın İran’a karşı Arapları bir araya getirecek bir blok kurmak, blok kurmaya rızası olmayan ülkeleri hizaya çekmek ve İsrail’in menfaatlerini korumak üzerine kurulu üç tane boyutu var. Trump’ın Kudüs kararı

Filistinliler çeşitli sahalarda mücadeleler verse de İsrail işgal güçleri hapishanelerle, işkencelerle ve katliamlarla karşılık vermişlerdir. Türkiye Mavi Marmara insani yardım gemisi ile yakından tecrübe etmiştir. Savunmasız, silahsız insanları katleden İsrail’e kim dur diyecek?

2. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/trump-kudus-icin-20-milyon-dolar-aldi-179027h.htm 3. https://turkish.aawsat.com/2018/03/article55379338/abd-buyukelciliginin-kuduse-tasinma-karari-niye-aceleye-getiriliyor

58

Haziran 2018


Nebevî Aile Halime Yılmaz

SABIR

NURUN VE CENNETİN OLSUN EY KARDEŞİM!

R

uhumuz yürüsün saadet asrına doğru… Tam yanı başımızda belirsin Ümmü Süleym’in o

Alıştırarak anlatıyor. Kocasını, evladı-

dik duruşu… Sesleniyor sabır örneği,

rilmiş cümleler dökülüyor ağzından.

aceleci fıtratına… Akşam ruhunu tes-

Zemini hazırlıyor Ümmü Süleym:

lim eden evladının saklıyor ölüm ha-

“Komşuna bir emanet versen, zama-

berini eşinden… Direniyor, sabredi-

nı gelince geri istesen, ama o, vermek

yor, sıkıyor dişini… O haldeyken bile

istemese?” diyor. Beklediği cevap ge-

düşünüyor eşini…

liyor kocası Ebu Talha’dan: “Olur mu

nın bir emanet olduğuna ikna ediyor önce. Ama ince ince eleklerden geçi-

Şevval 1439

59


öyle şey?” diyor. Önce kocasını ikna ediyor. Bekliyor saatlerce, evlat acısı çeken çoğu annenin erişemeyeceği sabırla. Ve: “Allah, bize verdiği emaneti geri aldı” diyor sükûnetle…

menin? Yoksa denizin üzerine tahtını

Bencil değildi Ümmü Süleym. Eşini, onun yorgunluğunu, duygularını incitmemeyi düşünüyordu. Korkuyordu, isyan edip Allah’tan uzaklaşmasından…

ilan eden İblisi mi mutlu edeceksin?

Ey eşiyle ve onun ailesiyle sınanan ve

leştiriyorsun.

zerre kadar düşünmeyip zamanı ve mekânı kollamadan, aklından geçen zehir gibi sözleri, bir ok gibi kocasının kalbine fırlatan kardeşim!

kurarak, fitne saçan askerlerinin marifetlerini dinlerken kalplerine fitne salarak karı-kocayı ayıran neferini tebrik edip onu, en başarılı talebesi Öyleyse sen, o en büyük düşman, aile parçalama uzmanı, topluca cehennem çukuruna odun olmamızı hedefleyen şeytanın, en büyük arzusunu gerçekDikkatli ol! En çok eşinin ailesini kötüleyecek sana. Onları düşman gösterecek.

Başkasından

hâsıl olsa aldırmayacağın durumları, gözünde büyütecek. Kin toCanın, ciğerin, evladını mı toprağa

humları ekecek aranıza. Devamı da

verdin? Gözünün önünde tırnakları

çorap söküğü gibi gelecek… Sağın-

mı çekiliyor ciğerparenin? Yoksa da-

dan yaklaşıp seni haklı gösterecek

yanamayacağın işkencelerden mi ge-

her seferinde. Neticede, eşin taşıya-

çiyorsun? Nedir bu feryadı figanın?

cak senin yüklediğin bu ağır yükü.

Neden sabredemiyorsun? Başına ge-

Kaldıramayacak… Sabrı azalacak…

lenler Allah’ın takdiri değil mi? Kendi ailen, annen, baban, kardeşin hatasız mı? Onlardan bir hata sadır olduğunda kapatıyorsun üzerini şimşek hızıyla, yalan mı? Seviyorsun, kabullenmişsin oldukları gibi onları. Öyleyse, zamanı gelmedi mi, senin üzerinde en çok hak sahibi olan insanı sevindir-

60

Haziran 2018

Sıla-i rahmi bırakacak belki… Şeytan onu, senin anlayışsız olduğuna inandırıp, senden de soğutacak. Sonuçta şeytanın arzusu tahakkuk edecek. Birbirinden uzak akrabalar, anlaşamamaktan şikâyet eden karı-kocalar ve Allah’ın razı olmadığı duruşlar sergilenip, cehenneme


direk olmuş evlatlar perdah olacak

“Kocası, kendisinden razı olarak ölen ka-

cümle âlemde…

dın, cennete girer.”

Ne düşünüyorsun ey kardeşim! Bu hikâyeyi, sabırla aydınlatmaya ne dersin? Yıllarca karşılığı verilmemiş

Eşini ve her şeyini hakiki manada kabullenmek, ona ve ona bağlı olan

olan emeklerin, bir ün meyve ve-

şeylere sabretmek ve tıpkı Ümmü Sü-

recek, biliyorsun değil mi? Kıymet

leym gibi canını acıtmadan gerçekleri

bilmesin, önemsemesin kimse seni,

dile getirmek ve böylece sen de cen-

ne değişir ki? Âlemlerin Rabbi ta-

neti hak eden kadınlardan olmayı is-

rafından verilen bir emir değil mi? Yardımı, sabır ve namazı kuşanarak

tiyorsun değil mi?

istemek ve beklemek… Sabreden-

Öyleyse, evvela kabullenmek düşer

le sabretmeyen, iyi ile kötü, insanın

sabrı nur edinmiş kardeşime, haya-

hası ile has olmayanı ayırt edilene kadar tahammül göstermek. Ama bu zorlu yolda bile, Allah ne emrettiyse

tına ortak ettiğin eşinin tüm ailesini, tıpkı ailen gibi… Sonra sabretmek

onu yapabilmek. Nefsine yapılanı af-

düşer, o güzel yüreğine… Ve sabır-

fetmek… Sana eziyet edene dua edip,

da direnmek düşer, zor da olsa…

onun için mağfiret dilemek… Kolay

Sabrında yardım etmek düşer koca-

mı, kolay mı aynı cennete tabi oldu-

na… Arada kalmış, sıkışmış yüreği-

ğun Ümmü Süleym gibi olabilmek? Kendini ve duygularını hiçe sayıp, cennetinin anahtarı saydığı kocasını düşünebilmek? ŞEYTANINI SABRINLA YOR EY KARDEŞİM! Gerisini düşünme. Sabrın nur olup, yolunu aydınlatacak, ışıklar saçacaksın. Seni yakmaya gelenler, sende dirilecek, göreceksin.

ne su serpmek düşer. Ki, fitnelerden arınmış tertemiz zürriyetlerin kapısı aralansın artık; bu zulüm yapışmış, haksızlıklarla kuşatılmış İslam coğrafyalarında… Bak! Gör ve anla artık! Bu, senin sabrınla başlayacak… İlay-i Kelimetul-

Eşine destek olup, hoşlanmadığın

lah’ın hâkimiyeti ile kâmil olacak…

şeylerde sabrettikçe, Allah’ın, senin

Sabırdır azık… Sabırdır vuslat… Sa-

üzerindeki lütuf ve inayetini artırdığına şahit olacaksın. Allah seni daha çok sevecek, eşine ve çevrene de seni

bırdır cennet… Sabırdır rıza-ı ilahi… Öyleyse sabret ey nefsim! Sabret et

sevdirecek, göreceksin. Zira sen, şu

kardeşim! Sabret ki sabır, nurun ve

değerli hadisin takipçisisin:

cennetin olsun…

Şevval 1439

61


SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı

MEDRESEDEN MEZUN OLDUM YA SONRA?

D

ört yıl nasıl da geçti hiç anlamadım. Koca dört yıl. Oysa bir hafta bile zor geçiyordu.

Haftasonunu iple çekiyordun. Eve gitmek, aileni görmek, odanda uyumak için günleri sayıyordun adeta. Sınavlar, ezberler, gece namazlarına kalkış, sabah namazına uyanmak ve sonra hiç uyumamak... Temizlik nöbetleri, hocadan işitilen azarlar... İşte bütün bunlarla dolu dört yıl.

62

Haziran 2018

Hep bunaldığını düşündüğün, bir an önce bitmesini istediğin, mezun olmak istediğin zaman geldi çattı. Ne zormuş birden ayrılmak. Boğazında yutkunamadığın, göz pınarlarından akan tatlı bir hüzün var şimdi kalbinde. Hiç anlamadan o zorluğu sevdin. O zorluklara alıştın, bağlandın. Tertemiz bir ortamdaydın sen, haramlardan uzak. Hep Allah’ın zikriyle meşgul, ilimle meşguldün. Arada şeytanın dürtmeleri vardı ama onunla da baş


etmeyi öğrenmiştin. Sabırla kuşandın adeta. Kursun havası da yemeği de bir başkaydı. Kardeşlerin bir başkaydı. Büyük bir aileydiniz siz. Ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ilim yolcularına çok büyük müj-

desini de biliyordun: “Kim ilim talebi için yolculuk yaparsa Allah onu cennete götürecek yola sokar. Muhakkak ki melekler kanatlarını ilim talebesi üzerine gererler. Bu, onlardan razı oldukları içindir. Muhakkak ki gökte ve yerde bulunanlar, ilim talebesi için istiğfar ederler. Hatta denizdeki yunus balığı bile. Âlimin abide üstünlüğü Bedir gecesinde ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, Nebilerin varisleridir. Nebiler geriye ne dirhem, ne de dinar bırakırlar. Onlar ancak ilmi miras olarak bırakırlar. Kim ondan alırsa büyük bir pay ve kazanç elde etmiş olur.” (1) Bu yolculuk tamamlandı. Peki ya şimdi ne olacak? Ne yapmalısın? Seni dışarıda nasıl bir hayat bekliyor? Sorumlulukların ne? Dört yıl boyunca heybene doldurdukların ne olacak? Her şey buraya kadar mı? Hayatın akışına mı uyacaksın? Günübirlik bir hayat mı yaşayacaksın? Belki yeni bir şeyler öğrenmelisin. Yeni bir dil mesela... Ya da ilimde bir dalda ihtisas yapmalısın. Evet evet, tam da bu! Öğrenmenin sonu yok, ilim önemli. Müslümanlar donanımlı olmalı.

Eğer aklından bunları geçiriyorsan bir durmalısın. Düşünmelisin. Ya da etraftan şöyle sesler de duyabilirsin: ‘Medrese bitti. Artık dışarıdan bir üniversite bitirmelisin. Vaktin var, daha gençsin. İnsanlar sana ‘Nerede eğitim aldın’? diye sorduklarında, adını gururla söyleyeceğin, bir tokat gibi yapıştıracağın bir üniversite bitirmelisin.’ Evet, bütün bu tespitler, yönlendirmeler doğru olabilir. Haklılık payları var tabi. Ancak öyle bir gerçek var ki, sen o gerçeğe doğru, inançla, sabırla, dimdik, tüm benliğini yakıp kavuran bir istekle yürümelisin. İnsanlar seni bekliyor ey genç mezun! Toplumun elleri yara bere içinde, gözleri yaşlı, evlerin ışıkları sönmüş, yavrular Allah ve Rasulünden yetim... Altmış yaşına gelmiş, İmam Buhari’sini duymamış bir topluma doğdun sen. Gusül abdesti nedir bilmeyen gençler, ateizmin içinde debelenen nesil, Kuran okuma aşkıyla yanıp tutuşmuş ama öğrenememiş teyzeler... Hepsi, hepsi seni beklemekte. Çıplak kadın fotoğraflarıyla, zina eden çiftlerle, uyuşturucu-alkol kullanan Müslümanlarla dolu bu sokaklar, senin medreseye çevireceğin sokaklar olmayı bekliyor. Her mahalle sensiz, çocukların Kuran sesleriyle çınladığı sokaklar olmayı bekliyor. Başörtüsünü yarım yamalak bağlamış, elinde Kuran cüzüyle, gözleri ışıl ışıl, tertemiz yüzlü kız çocukları, kalbinde

1. Buhari 10, Ebu Davud 1, Tirmizi 19, İbni Mace 7

Şevval 1439

63


O evde alkolik eşinden bunalmış kadın, o evde annesi gözleri önünde dövülen çocuk, kurtuluşun bir dizideki karadenizli erkeğin gelip onları kurtaracak olmasında değil, senin ağzından onlara ulaşacak Kuran ve sünnette olduğunu biliyor, seni bekliyor. Bu ümmetin ümidi, dizi karakterleri değil, SENSİN. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle sana duyduğu sevgiyle, senin vereceğin her ilme muhtaç seni bekliyor. Beli bükülmüş Ayşe teyzenin: “Ah kızım ah... Bizim zamanımızda yoktu. Biz öğrenemedik” derken gözlerinden akan yaşla “Allah sizden razı olsun.” diye ağzından yüreğinden kopup gelen, içten samimi duaları seni bekliyor. Altın günlerinden sıkılmış, bunalmış, o gösterişli sofralardan lezzet alamayan mahalledeki ablalar, senin hadis sohbetinden sonra kuracağın mütevazı çay sofrasındaki samimiyeti arıyor, seni bekliyor. Flört belasına düşmüş genç kız, senin yaşında, senin gibi hiçbir örneklik görmemiş, senin sokağında iffetinle, örtünle yürüyüşünü görüp peşinden gelmeyi, onu görmeni, elinden tutup hayâ ve iffete götürmeni bekliyor. Nurunu yitirmiş evler, karanlık, ruhsuz, namazsız, secdesiz, Kuransız, kabirlere dönmüş evler seni bekliyor. 2. Buhari, Müslim

64

Haziran 2018

buyurdu: “Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır”

(2)

İşte, ey genç kardeşim! İlimden sonra davetin kıymetini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

böyle anlatıyor.

Davet yolunda seni bekleyen birileri daha var. Bu yola hayatını, canını, her şeyini koymuş, ağabeylerin, ablaların, âlimler, mücahitler... Hepsi seni bekler. Bazılarının

bedenleri

ihtiyarlamış,

saçları ağarmış, yorgunlar ama belli etmezler. Aynı heyecan kalplerindedir. Bazılarını da cennete uğurlamışızdır inşaAllah. İşte onlar da senin genç, dinamik, çevik ruhuna, desteğine özlem duyarlar. “Ağabeyciğim, ablacığım veya hocam. Ben geldim, ben de varım, burdayım, hazırım.” demeni beklerler. Taze mezun, aramıza hoşgeldin. Selam ve dua ile...




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.