Yıl: 6 - Sayı: 69 - Fiyatı: 7,5 TL
Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni
Editör
H
amd, rahman ve rahim olan Allah azze celle’ye. Salat ve selam Allah Rasûlüne, ehline, ashabına ve tüm müminlerin üze-
rine olsun.
Yusuf Yılmaz
Müslümanların gerilemesiyle batı dünyasında;
Tashih, Redaksiyon
Öğretmenler örnek olmayı kaybetti. Yöneticiler
Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu:
adaletli olmayı. Anneler; kocalarına karşı sadakati, çocuklarına karşı şefkatli olmayı kaybettiler. Babalar otoriteyi, korumacılığı ve saygı duyulmayı kaybettiler. Kız çocukları hayâlı ve iffetli olmayı, böylelikle hainlerin gözleri ve azalarından azat olun-
Kadri Karataş
mayı ve bunun neticesinde de mutlu ve huzurlu bir
Tel-Faks: (0212) 515 65 72
yuva kurma hayalini kaybettiler. Erkek çocukları
GSM: (0533) 056 83 19
onuru, haysiyeti, ciddiyeti, saygıyı ve sorumluluğu
Web ve Sosyal Medya:
kaybetti. Dedeler ve nineler geçmiş tecrübelerini
twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat
torunlarına aktarma umutlarını kaybettiler…
dergi.nebevihayatyayinlari.com
Müslümanların gerilemesi ile insanlık zulmün
bilgi@nebevihayatyayinlari.com
karanlıklarına, ekonominin dar boğazına, cahi-
Abone Şartları
liyenin kokuşmuşluğuna mahkûm kaldılar. Bu
2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Ağustos 2018
durumdan sadece insan değil, tüm eşya; hayvanlardan tutun da bitkilere kadar her bir şey olumsuz anlamda nasibini aldı. Nebevi Hayat Dergisi olarak bu sayımızda “Müslümanların Gerilemesi İle Dünya Neler Kaybetti” başlığı altında bu duruma dikkat çekmek istedik. Nebevi Hayat Dergi ailesi olarak yaklaşan Kurban Bayramının Müslümanlar için hayırlar getirmesini
Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Cenab-ı Allah’tan niyaz ederiz. Selam ve dua ile
İçindekiler
Müslümanların Gerilemesi İle İnsanlık Adaletten Mahrum Kalmıştır Mahmut Varhan
Müslümanların Gerilemesiyle Dünya İlim Sahasında Neler Kaybetti? Hakan Sarıküçük
04
09
Müslümanların Gerilemesi İle Dünya Merhametten Ne Kaybetti? M. Sadık Türkmen
20
Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Ekonomik Yönden Neler Kaybetti? Ahmet İnal
24
Kapak Dosya Müslümanların Gerilemesiyle Dünyanın Ahlaki Açıdan Kayıpları Ümit Şİt
33
İktibâs Suriye Krizinde Yeni Dinamikler ve Riskler Nedim Bal
40
İktibâs Yeni Türkiye’de Resmi İdeoloji ve Sembollerin Yeri Nedim Bal
44
Müslüman Kâşifler İlk Dünya Haritasını Çizen Osmanlı Denizcisi: Piri Reis Cihan Malay
47
Yakın Tarih Müslümanların Destanı Çanakkale Furkan Uyanık
54
Nebevî Aile Boşanma Mağduru Çocuklar Halime Yılmaz
59
KAPAK DOSYA Mahmut Varhan
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİ İLE İNSANLIK ADALETTEN MAHRUM KALMIŞTIR
K
âinat sarayını adalet temeli üzerine kuran ve semâvat ile arzı adalet ile ayakta tutan Allah azze ve celle’ye hamdolsun. İlahî adalet sistemi olan şeriat-ı ğarrayı eksiksiz bir şekilde tatbik ederek mükemmel bir adalet numunesini bütün insanlığa gösteren Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun âline ve ashabına salat ve selam olsun. İmdi; adalet her şeyi yerli yerince koymak ve layık olduğu yere yerleştirmektir. Her hak sahibine hakkını vermektir. Hukuk karşısında herkese eşit muamele edilmesidir. Bunların aksi ise, zulümdür. Zulüm; üç kısma ayrılmaktadır: şirk, küfür ve nifakta 1. Lokman 13. 2. Bakara 254.
4
Ağustos 2018
olduğu gibi insanlarla Allahu Teâlâ arasında hâsıl olan zulüm. İnsanın, Allah azze ve celle’nin zât, sıfat ve ef’alinin hakkına tecavüz ettiği bu durumlarla ilgili olarak Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “…Allah’a şirk koşma; Çünkü şirk kesinlikle çok büyük bir zulümdür.” (1) “Kâfirler ise, onlar zalimlerin ta kendileridir.” (2) İkincisi; kişinin diğer insanlara zulmetmesidir. Üçüncüsü de; kişinin kendi nefsine zulmetmesidir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bi’setinden önce bütün dünya zulümle dolup taşmıştı. Şirk, küfür ve ma’siyet her tarafı kaplamıştı. Şirk ve küfür, tevhid yerine ikame edilmiş ve
yeryüzüne hâkim olan bütün toplumlar tarafından kabul edilmişti. Şirk ve küfür ağacının zehirli meyveleri olan her türlü zulüm ve masiyet her tarafa yayılmış; yalan, aldatma, sahtekârlık, bencillik, çıkarcı olmak ve daha zayıf olanları sömürmek her tarafa yayılmıştı. Adaletin tarif ve çerçevesini iktidar sahipleri belirlemekte ve kuvvetli olanlar hakkı tekellerine almış bulunmaktaydılar. Kanunlar genel olarak güçlü olanların lehine sonuçlanmakta ve yeryüzünde en geçerli kural “Güçlü olan haklıdır” şeklinde özetlenen zalimce orman kanunu idi. Bu dönemden önceki peygamberlerin öğretileri unutulmuş ve onların kendi zamanlarında tahkim ve tatbik ettikleri ilahi şeriatlar ihmal edilmişti. Roma, Pers, Hint ve Çin imparatorluklarında insan hevâsının ürünü olan beşeri kanunlar tatbik edilmekteydi. Böyle bozuk bir temel üzerine kurulan uygarlıklarda ve bu fasid uygarlığa göre şekillenen toplumlarda bütün dengeler altüst olmuştu. Her tarafın koyu bir karanlığa gömüldüğü bu cahiliye döneminde yönetim belirli ailelerin tekeline geçmiş, kutsal kabul edilen bu aileler “lâ yû’sel/ dokunulmaz ve sorgulanmaz” kabul edilmişti. Adeta bütün insanlık bu ailelerin kocaman karınlarını doyurmak ve zevklerini tatmin etmek için çalışmaktaydı. Bütün toplumlarda çeşitli tabakalar oluşmuş ve üstte olan tabakalar altta olanları ezmekte ve sömürmekte idi. Onlara köle muamelesi yapmaktaydı. Bütün dünyada
yaygın olarak bulunan milyonlarca köle ise insan olarak görülmemekteydi. Altta bulunan tabakalar da üstte bulunanlara karşı hased, kin ve nefret ile dolup taşmaktaydı. Dünya, azgın zenginlerle her şeyden mahrum fakirler arasında bölüşülmüştü. Faiz bütün toplumların esası olmuş ve gelir kaynaklarının taksimi zalimce yapılmaktaydı. Bu putperest toplumlar arasındaki ilişki, ırkçılık esasına dayanıyordu. Güçlü olan toplumlar, zayıf olanları yutuyor ve bütün haklarını ellerinden alarak onları köleleştiriyorlardı. Mağlup olan toplumun hiçbir hakkı yoktu. Galip gelen güçlüler mağlup olanların hayat hakkı da dâhil bütün haklarını tek taraflı olarak belirlemekteydiler. Hülasa olarak inanç, ahlak ve sosyal adalet fesada uğramış; insanların işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat baş göstermişti. İşte bu kapkaranlık cahiliye döneminden sonra Mekke-i Mükerreme’de İslâm güneşi doğmuş, önce Arabistan Yarımadası’nı ve daha sonra dünyanın yarısını aydınlatmıştır. Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Hulefa-i Raşidin döneminde insanlık âlemi için numune-i imtisal olan adil bir sistem kurulmuş ve her alanda mutlak bir adalet tatbik edilmiştir. Şirk ve küfrün yerini tevhid almış, ahlaksızlık yerini güzel ahlaka bırakmış, toplumsal zulüm kaldırılıp yerine mükemmel bir sosyal adalet tesis edilmiş, insan hayatını ilgilendi-
Zilhicce 1439
5
ren bütün sahalardan beşeri kanunlar silinmiş, yerine ilahî adalet sistemi olan şeriat-ı ğarra tahkim ve tatbik edilmiştir. Böylece toplumsal denge hâsıl olmuş; fertler, aileler ve toplumlar huzura kavuşmuştur. Suç oranları da asgari düzeye inmiş ve insanlık âleminin daha önce görmediği ve bir daha da göremeyeceği bir asr-ı saadet yaşanmıştır. Gayrı müslüm topluluklar da dâhil İslâm devleti bünyesinde yaşayan bütün toplumun din, can, ırz, mal ve akıl emniyetleri garanti altına alınmıştır. İnsanlık âlemi için numune-i imtisal olan bu asr-ı saadetten sonra İslâm toplumunda siyasal alanda bir kırılma ve gerileme meydana gelmiş, Raşidî hilafetten saltanat düzenine geçilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile son bulan bu uzun saltanat döneminde İslâm şeriatı tatbik edildiği için genel olarak İslâm toplumunda adalet sistemi de işlemeye devam etmiş, ancak saltanattan kaynaklanan zülümler de işlenmiştir. Ömer b. Abdulaziz, Harun Reşid, Nurettin Mahmud Zengi, Selahaddin Eyyûbî, Fatih Sultan Mehmed ve Orengzib Alemgîr gibi bazı salih sultanlar döneminde İslâm toplumunda adalet galip gelmiş ve asrısaadete yakın olunmuş; diğer bazı sultanlar döneminde de İslâm toplumunda alaca bir karanlık meydana gelmiş ve zulüm yayılmıştır. Her türlü olumsuzluğa rağmen bu uzun dönemde genel olarak Müslüman toplumlar, ilahî şeriat ile idare edilmiş ve İslâm rengi ile boyanmıştır.
6
Ağustos 2018
Dolayısıyla yeryüzünde adalet sistemi de işlemeye devam etmiştir. Fakat Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla İslâmî hilafet/saltanat kaldırılıp, İslâm şeriatı yürürlükten ilga edilince; ilk cahiliye tüm karanlığı ile tekrar âleme çökmüştür. İnsanlık âlemi tekrar orman kanununa teslim olmuştur. Artık kuvveti elinde bulunduran zalimlerin keyfi, kanun olmuştur. Birinci Cihan Harbi’ni kazanan ve milyonlarca insanın katili olan zalimler, bu zulümlerini sürekli hale getirmek ve insanlık âlemini istedikleri gibi sömürmek için İslâm âlemini ve Osmanlı memâlikini aralarında taksim etmişlerdir. Daha bu içler acısı zulümlerin üzerinden çeyrek asır dahi geçmeden ikinci bir cihan harbi patlak vermiş ve on milyonlarca insan öldürülmüştür. Bu katliamlar üzerine zalimleri “hak sahipleri” kabul eden ve kanlı zulümlerine bin bir türlü kılıf uyduran “Birleşmiş Milletler” ve Kutsal(!) Güvenlik Konseyi oluşturulur. İnsanlık tarihinin en büyük tiranları, toplumlar hakkında bağlayıcı kararlar veren ve çıkarlarına aykırı durumlarda ise istemezuk diye veto hakkını(!) kullanan Güvenlik Konseyi (!) daîmî üyesi olmuşlardır. Bütün insanlık için büyük bir zulüm, aşağılayıcı bir zillet ve onur kırıcı bir ârdır bu! Güvenlik Konseyi (!) daîmî üyelerinden Büyük Britanya’nın, özellikle Hindistan'da ve diğer ülkelerin çoğunda yaptığı mezâlim; Rusya'nın özellikle Kafkasya'da ve Türkistan'da uyguladığı vahşet Fransa'nın hassaten Cezayir'de
ve Afrika ülkelerinin çoğunda işlediği katliamlar; Çin’in özellikle Doğu Türkistan'da uyguladığı umumî zulümler ve Amerika'nın bütün dünyada uyguladığı dehşete düşürücü kitlesel cinayetler insanlık tarihinin en kanlı ve karanlık sayfalarını oluşturmaktadır. Ayrıca bütün bu zalim güçlerin arkasında yer alan ve onların desteğini alan sefil Yahudilerin, bütün insanlık âlemi ile alay edercesine Filistin'de ve Şam topraklarında mazlum Müslümanlara uyguladığı katliam, tehcir ve şehirleri tahrip politikası yetmiş senedir devam etmektedir. Filistin'de, Keşmir'de, Doğu Türkistan'da, Filipinler'de, Arakan'da, Bosna'da, Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de ve diğer tüm İslâm ülkelerinde işlenen binlerce çeşit mezâlime sessiz kalan ve nemelazımcı bir tavır takınan insanlık âlemi, yüz milyonlarca insanın kitle imha silahları ile öldürülmesi muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşı'nın eşiğinde bulunmakta olup; zulme sessiz kalmanın ve zalimi alkışlamanın acı sonuçlarını tatmak üzeredir. Bu, zulme sessiz kalanlara dünyada verilecek adil bir cezadır. Ahiretteki azap ise daha şiddetli ve daha kalıcıdır!
Batı dünyasının insanlığı idare etme kürsüsünü işgal etmesi ve Müslümanları devre dışı bırakarak insanlık âleminin yönetim mekanizmasına tek başına hâkim olması neticesinde bütün çeşitleriyle zulme, adalet külahı geçirilerek yürürlüğe konulmuştur.
dışı bırakarak insanlık âleminin yönetim mekanizmasına tek başına hâkim olması neticesinde bütün çeşitleriyle zulme, adalet külahı geçirilerek yürürlüğe konulmuştur. Hakikati, putperestlik olan beşerî sistemlere yaldızlı isimler takılmış, tüm zulümlerin gerçek sebebi olan insan hevasının ürünü kanunlara “Hukuk”(!) ismi takılmış,
Son üç asırda adalet binasının teme-
şirk, küfür ve nifak her tarafa yayıl-
linde çatırdamalar meydana gelmiş
mıştır. Allah azze ve cellenin zat, sıfat ve
ve özellikle bu son asrımızda adalet
ef’alinin hukukuna tecavüz eden top-
tamamen yeryüzünden kalkmış ve
lumlar, birbirlerine de zulmün en çir-
zulmün bütün çeşitleri, bütün insan-
kin ve dehşet verici şekillerini uygula-
lık bünyesini sarmıştır. Batı dünya-
maktadırlar. Diğer taraftan -Allah’ın
sının insanlığı idare etme kürsüsünü
rahmetiyle muamele ettiği kimseler
işgal etmesi ve Müslümanları devre
müstesna olmak üzere- insanların
Zilhicce 1439
7
insanlığın
hâkimiyet
kürsüsünden
batılı güçleri alaşağı etmek, İslâm’ı
“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da -dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberrut bir saltanat (tağutî düzenler) olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.”
hakkıyla temsil eden Müslümanların tekrar insanlığın yönetim iplerini ellerine almasıdır. Bu, Müslümanların insanlık âlemine yapacağı hayatî ve zarurî hizmettir. İnsanlık âleminin mahrum bırakıldığı adalet, merhamet ve hürmet iklimine tekrar kavuşabilmesi ve selamet sahiline ulaşabilmesi, Müslümanların bu ağır sorumluluklarını yerine getirmelerine ve vazifelerini hakkıyla yapmalarına bağlıdır. Allah’ın izniyle bu rahmet ve adalet günleri tekrar gelecektir. Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem 1400 küsür sene önce bütün bu hususları bize haber vererek şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da -dilediği zamanortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam
çoğu, günah ve masiyet alevleri içinde cayır cayır yanmaktadır. Çok acıdır ki, insanlık gemisinin dümeni, korsanların eline geçmiştir. Bu hazin halin ve
kaldırır. Daha sonra ceberrut bir saltanat (tağutî düzenler) olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah
felakete doğru giden durumun tek
dilediği zaman onu ortadan kaldırır.
çaresi de; insanlık gemisinin düme-
Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet
nini işgal alan korsanları def etmek,
olur.” (3)
3. Ahmed b. Hanbel, 4/273.
8
eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan
Ağustos 2018
KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİYLE DÜNYA İLİM SAHASINDA NELER KAYBETTİ? Hamd “De ki: Hiç bilenlerle
ilim membaı olan Rasûlullah
bilmeyenler bir olur mu?”
aleyhisselâm’a
(1)
buyurup ilmin önemine dikkat çeken Rabbimize,
Allahu Teâlâ’nın bağış ve ihsanları
da
ilmin
ehem-
Salât ve Selâm “Allah, hakkında
miyetini
kavrayıp
hayır dilediği kimseye din husu-
Müslümanlara fayda verecek
sunda büyük bir anlayış verir.”
(2)
çalışmalarla geçiren ve geriye
buyurarak ilme ve alimin fazi-
sadaka-i cariye türünden eser-
letine dair bir çok hadisi şerifi
ler bırakma gayreti içinde olan
ile teşvikte bulunan ve hayatı
müminlerin üzerine olsun.
hayatını
1. Zümer, 9. 2. Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ'tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime 17.
Zilhicce 1439
9
“De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (3) ayetinde de görüleceği üzere Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. Sadece sahibine değil başka insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insan için bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça tevâzuu da artar; kişi birtakım kuruntulardan kurtulur; gerçeği anlar ve iyi bir insan olmaya elinden geldiğince özen gösterir. Müslümanlar Allah’ın rızasını kazanıp cenneti elde edebilmek maksadıyla ilim tahsil ederler. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır. “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (4) Nitekim kişi öldükten sonra arkasından ona fayda verecek şey de yine ilimdir. “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (5) İlmi, dünyevi ve uhrevi ilimler şeklinde bir ayrıma tabi tutacak olursak bir Müslüman için ilmin bu iki türü de çok önemlidir. Ahiretin ihyası kadar dünyanın imarı da önemlidir. Bu da
her iki ilme gereği kadar ehemmiyet göstermekle mümkündür. İlim, dibi olmayan bir deniz veya asla kurumayıp etrafını yeşillendiren bir pınar misali gibidir. Nasıl ki bir pınar veya su kaynağının bulunduğu yerde yaşamak mümkün olabilir ve insanların rağbeti bu tarafa doğru olursa ilmin bulunduğu yerler de bu şekilde yeşerir ve yaşanılacak yerler haline gelir. Oysa ilmin bulunmadığı yerler susuz çöller misali sonu helakten başka bir şey olmayan yerlerdir. Dünya da Yüce rabbimizin bizlere ihsan ettiği kadarıyla elde edebildiğimiz ilimle güzelleşen ve imar edilen bir yerdir. Bizler ilk atamıza öğretilen bütün isimleri ve bu sayede elde ettiği üstünlüğü idrak edemediğimiz ve bu şerefli ilimin kadr-i kıymetini anlayamadığımız için maalesef bugün dünyada sıkıntılar içinde maddi ve manevi buhranlarla karşı karşıyayız. Bunun en önemli sebebi emanete sahip çıkamamak ve eldekinin kıymetini bilmemektir. Oysa ilk Müslümanlar tarih sahnesine çıkar çıkmaz liderliği ellerine geçirerek beşeri liderliği istismar eden ve onu kötüye kullanan hasta milletleri alaşağı etmişlerdi. Müslümanlar her şeyden önce Allah katından indirilmiş bir kitaba, ilahi nizama inanıyorlardı. Kendi arzu ve isteklerine göre kural koymuyorlardı. Hayatın akışını ve kurallarını İlahi vahiy belirliyordu.
3. Taha, 114. 4. Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur’ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17 5. Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8
10
Ağustos 2018
İslâm devletinin bütün heybetiyle varlığını ilan etmesi dinler tarihinde yeni bir devir, siyasi ve içtimai sahada yeni bir doğuş oldu. Medeniyetin akışı değişti. Dünya onunla yeni bir istikamet kazandı. Bütün dinlerin müntesiplerini dini esaslarını İslâm tevhidine benzer bir şekilde ifade etmeye çalıştılar. Roma İmparatoru 3. Louis 726 yılında resim ve heykelleri yasakladı. Torin papazı Claadius kilisedeki haç ve resimleri yakıp onlara ibadeti yasakladı. Miladi 8. asırda Fransa’nın güney batısında günah çıkartmayı reddetme gibi enteresan hadiseler yaşandı. Batı dünyası geri kalmışlığını ve sıkıntılarının giderilmesi amacıyla çözüm arayışlarını İslâm’ı esasların tatbiki ile gidermeye çalışıyordu. İslâm dünyasına yön veren âlimlerin çalışmaları Batı dünyasının merakla takip ettiği ve faydalandığı, yer yer de araştırma ve çalışmaları çalıp kendine mal etme ve bu ilimleri sahiplenme durumuna vardı. Avrupa’nın ve dolayısıyla kâfirlerin gösterdiği ehemmiyeti yeterince gösteremeyen İslâm dünyası bir zaman sonra elinde bulunanlardan da olmaya başladı. Münevver tabakayı teşkil eden bilginler tecrübeye dayanan pozitif ilimlere ve semereli olan pratik ilimlere, Yunanlılardan aldıkları teolojik felsefeye ilgileri kadar ilgi göstermediler. Zekâ ve kabiliyetlerini faydası olmayan kelam ve felsefe münakaşalarıyla öldürdüler.
Hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insan için bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça tevâzuu da artar; kişi birtakım kuruntulardan kurtulur; gerçeği anlar ve iyi bir insan olmaya elinden geldiğince özen gösterir.
Yabancıların
farkına
varamadığı
İslâm dünyasındaki bu gerileme Harzemşah devletinin Tatarlar tarafından parçalanması neticesindeki itibar ve güç kaybına kadar devam etti. Dünya liderliği Tatarlar ve Moğolların eline geçti. Bir zaman sonra II. Mehmed’in Bizans’ın müstahkem başkenti İstanbul’u fethiyle ümitler tazelendi. Draper’in dediği gibi Fatih matematik ilimlerini gayet iyi biliyor, onları harp tekniğine en güzel şekilde uyguluyordu. Hristiyan kilisesi din ile ilim arasındaki çarpışmalardan sonra müspet ilmi üniversitelerin müfredat prog-
Zilhicce 1439
11
ramlarına koydu. Böylece fakülteleri modern ilim merkezi haline geldi. Osmanlı âlimleri bunun tersine hareket ettiler. Modern ilimler üzerinde hassasiyet göstermediler. Böylece öğretim sistemleri tamamen gerileyerek iyice katılaştı. Artık onlar için Aristo felsefesine bağlanıp ilimlerini istidlal metodu üzerine kurmaktan başka yol yoktu. Bu arada miladi 17. asırda Avrupa uzun süren uykusundan uyandı. Gaflet ve cehaletle geçen zamanını telafi etmeye, gayesine doğru hızla ilerlemeye başladı. Kısa zaman içerisinde bütün ilim dallarında büyük ilim adamları yetiştirdi. Bu asrın sonrasında Türkiye sanat ve keşif sahasından tamamen elini çekti. İstanbul semasında görülen uçan balonu hile ve sihir işi zannettiler. Türkler harp teknolojisinde de Avrupa’nın gerisinde kaldı. Avrupa buluşları, aksiyon gücü ve disipliniyle Türkleri geride bıraktı. Hatta Osmanlı ordularını 1774'de büyük bir hezimete uğrattı. Osmanlıda bunun üzerine 3. Selim ile başlayan bir dizi ıslahatlar yaptı. 3.
12
Ağustos 2018
Selim kendinden önce gelen hükümdarlardan farklı olarak saray dışında okuyup yetişmişti. Yeni yeni okullar açtı. Modern tarzda askerler yetiştirdi. Türklerin eskiye olan bağlılık ve hassasiyetleri her sahada gelişerek son haddine vardı. Neticede Yeniçeriler 3. Selim’e karşı ayaklanarak onu öldürdüler. Daha sonra 2. Mahmut ve 1. Abdülmecid ıslahat hareketlerini devam ettirdiler. İslâm dünyası bu halde iken Avrupa dünyası da bu değişimden yeterince etkileniyordu. İlme önem veren milletler liderlik koltuğuna geçerken geri kalan milletler bu değişimden paylarını alıyorlardı. Romalılar ilmi sahada Yunanlılara boyun eğdiler ve onların sofralarından geçindiler. Onların ilimlerini, felsefelerini ve fikirlerini aldılar. Hatta Romalıların eski tarihçileri kitaplarını Yunanca yazıyorlardı. Romalılar ilmi sahada ilerlemeler kaydedip düşünce ufukları genişleyince dini daha çok küçümsüyorlardı. Putperest Romalılar mabetlerde ilahlara tapıyorlar, tiyatro devrinde de onlarla alay ediyorlardı. İmparator Augustus donanması battığı zaman sinirlenmiş deniz ilahı Neptone heykelini parçalamıştı. Roma tarihinde dinin tesiriyle yapılan tek bir fedakârlık örneği gösterilemez. Romalıların bazen zahitliğe yönelip oruç tutmaları sırf yemeğe olan iştahlarını artırmak içindi. İşte tam bu sıralarda büyük bir hadise meydana gelmiştir ki; bu da Hristiyanlığın putperest Roma tahtına yerleşme-
sidir. Kendi saltanat ve tahtı için Hristiyanların cesetlerini basamak yaparak imparatorluk
makamına
yükselen
Konstantin idareyi ele aldıktan sonra güzel muamele etti ve imparatorluğun anahtarlarını onlara teslim etti. Fakat Hristiyanlar muharebe meydanlarında muzaffer olurken dini sahada hezimete uğradılar. Büyük bir imparatorluk kazandılar fakat yüce bir dini kaybettiler. Çünkü Roma putperestliği dini asıl hüviyetinden çıkararak başka şekillere soktu. Hristiyanlığın tahrif edilmesinde en büyük rolü Konstantin oynadı. Konstantin Hristiyanlığın ve putperestliğin çıkarlarını nazari itibara alarak ikisini birleştir-
Batı dünyası geri kalmışlığını ve sıkıntılarının giderilmesi amacıyla çözüm arayışlarını İslâm’ı esasların tatbiki ile gidermeye çalışıyordu. İslâm dünyasına yön veren âlimlerin çalışmaları Batı dünyasının merakla takip ettiği ve faydalandığı, yer yer de araştırma ve çalışmaları çalıp kendine mal etme ve bu ilimleri sahiplenme durumuna vardı.
meye karar verdi.
Rahiplerin acayip davranışları: Rivayete göre Makarius, tam altı ay çıplak vücuduna zehirli sineklerin ısırması için su mahzeninde yatmıştır. Rahip Eusibius da iki kantar ağırlığında bir demir taşırdı. Yine bu adam susuz bir kuyuda üç yıl yaşamıştır. Bazı rahiplerde hiç giyinmiyorlardı. Onların nazarında insanların takvaca en yüksek olanı, temizlikten en çok uzaklaşanıydı.
Rahipler
memleket
memleket dolaşarak ellerine geçirdikleri çocukları aile ocağından ayırarak ruhban terbiyesiyle yetiştiriyorlardı. Hükümet ise bunlara ses çıkaramıyor halk ta rahiplerin bu hareketlerini destekliyordu. En sonunda velayet ve nüfuz rahiplerin eline geçti.
Ruhbanlığın maddecilik karşısında hezimeti: Hiç bir kimse bu aşırı ruhbanlığın Roma materyalizmini dizginleyip kuduran aşağı arzuları zapt ettiğini söyleyemez. Çünkü insan fıtratına aykırıdır. Ruhbanlar kadınların gölgesinden bile kaçıyorlardı. Onlara yaklaşmayı bile günah sayıyorlardı. Velev ki bu kadınlar annesi veya kız kardeşi dahi olsa. Orta yolu takip eden nizam insanlığın fıtratını parçalamaya çalışmaz. Bilakis onu faydalı bir istikamete çevirir. Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’de bu şekilde hareket
Zilhicce 1439
13
etmiştir. Arapların cesaret ve yiğitliklerini Allah yolunda cihada ve O’nun ismini yüce kılmaya kanalize etmiştir. Fakat Hristiyan Roma, insanların taşıyamayacağı ağır bir nizam getirdi. Halk azgın maddeciliği dizginlemek için buna katlanmak zorunda kaldı. Daha sonra katlanamayarak isyan etti.
İmparatorluk ve papalık çatışması: 11. asırda bu iki kurum arasında şiddetli bir çatışma başladı. Bu mücadelenin başlangıcında papalık üstün geldi. Bundan sonra aralarında büyük savaşlar oldu ve papalık zayıfladı.
Avrupa’nın din adamlarından çektiği çile: Hristiyanların ne büyük talihsizliğidir ki din adamları bu müthiş saltanatı kendi makamları yolunda kullandılar. Böylece Avrupa cehaletin katran renkli karanlıklarına, hurafe ve geriliğin çukuruna yuvarlandı. Avrupa kıtasının nüfusu bin sene gibi bir zamanda hiç artış göstermedi. Şüphesiz bunun sebebi papazların halkı teşvik ettikleri bekârlık hayatıdır. Avrupa'daki din adamlarının en büyük hataları ellerinde bulunan dini kitaplara beşeri malumatı, devrin tabiat ilimlerini sokmuş olmalarıdır. Bu bilgiler bir bakıma devrin en üstün bilgileriydi. Fakat hiçbir zaman insan ilminin eriştiği son nokta değildi. Bu mücadelede beşer ilmiyle -ki onun içinde hakikatler, hurafeler temiz ve kötü şeylerde vardı- karışan din, aklın önünde büyük bir hezimete uğradı. Daha sonra ilim adamları Hristiyan-
14
Ağustos 2018
ların bu uydurma kitaplarına hakaret ederek açıkça tenkit ettiler. Tam bu sırada kilisenin kıyameti koptu. Avrupa’nın dizginlerini ellerinde bulunduran kilise adamları ilim adamlarını küfürle itham ettiler. Daha sonra Engizisyon mahkemeleri kuruldu. İnsanların analarından emdikleri sütü burnundan getirdi. Engizisyon mahkemeleri yalnız Hıristiyanlıktan çıkanları değil, bütün aydınları yok ediyor, fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikleri günah sayıyordu. Dünyanın küre şeklinde (yuvarlak) olduğunu ve döndüğünü Müslümanlardan öğrenerek, Avrupalılara nakleden Galileo bile bu beyanatından dolayı yetmiş yaşlarındayken Engizisyon Mahkemelerine sevk edilmiş, hapishanede gözleri kör olmuştur. Daha sonra sözünü resmen geri alarak kurtulabilmiştir. Engizisyon mahkemelerinin İspanya’daki zulmü daha büyük olmuştur. 1232 tarihinden başlayarak Engizisyon cemiyeti, İspanya’nın her tarafında birer şube açtı. Müslümanlara, Yahudilere, bunlara taraftar, sevgisi olanlara ve savaşlarda Müslümanlara yardım edenlerin Hıristiyanlara yapmadıkları zulüm kalmadı. 1492’de son İslâm devleti yıkıldıktan sonra Kral Ferdinand ve karısı Elizabeth, İspanya’daki Müslüman ve Musevilerin tamamını yok etmek için, engizisyonu had safhaya çıkardılar. İspanya’daki Yahudilerle Müslümanlar tamamen imha edilinceye kadar bu mahkemelerde süründüler, oğlunu bile bu
mahkemelerde idama mahkûm ettiren İspanya Kralı Beşinci Ferdinand, “İspanya’da artık ne Müslüman ne de dinsiz kaldı.” diye iftihar etmiştir. Engizisyon mahkemeleri insanlık tarihinin lekesi, Hıristiyanlığın yüz karasıdır. İspanya’da engizisyonu Napolyon Bonaparte 1807 (H. 1222) senesinde bin bir zorlukla kaldırmış, onun düşmesinden sonra, tekrar canlanan bu vahşet, bir müddet daha devam ederek tarihe karışmıştır. Sayısı pek fazla olan Engizisyon Mahkemelerinin kaç kişiyi ölüme mahkûm ettiği kat’i olarak bilinmemekte ise de milyonları geçtiği muhakkaktır. Çünkü yalnız İspanya’da küçük bir Engizisyon Mahkemesi 28.000 kişiyi ölüme mahkûm etmiştir. Bu durum göz önüne alınarak sayısı çok olan bu mahkemelerin kaç kişiyi idam ettirdiği düşünülebilir. Engizisyon mahkemelerinin (cemiyetlerinin) kurulduğundan, ilga (kaldırılma) tarihine kadar yaptıkları zulüm ve cefanın derecesi ve öldürülenlerin adedi Lugat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye adlı eserde şöyle bildirilmiştir: Engizisyonun şerrinden (zulmünden) başka yerlere göç eden: 5.000.000 Küreğe ve zindana atılarak telef olan: 291.154 Korku ve işkenceden telef olan: 43.000 Diri diri yakılan: 33.746 İdamdan 18.027
sonra
cesetleri
Batı dünyası geri kalmışlığını ve sıkıntılarının giderilmesi amacıyla çözüm arayışlarını İslâm’ı esasların tatbiki ile gidermeye çalışıyordu. İslâm dünyasına yön veren âlimlerin çalışmaları Batı dünyasının merakla takip ettiği ve faydalandığı, yer yer de araştırma ve çalışmaları çalıp kendine mal etme ve bu ilimleri sahiplenme durumuna vardı.
İşkenceden yaralanan: 18.000 Toplam: 5.403.920 kişi 2 Ocak 1492 sabahı Kardinal Don Pedro de Mendoza, El-Hamra Sarayı’nın Alcazaba denilen baş kulesine gümüş haçı dikerek İspanya’da Müslüman egemenliğinin sona erdiğini ilan etti. 500 bin nüfusu ile Avrupa Kıtası’nın en büyük şehri olan Gırnata İspanyollara teslim oldu. Kaçanlar kurtuldu, kaçamayan Müslümanlar da kitle halinde öldürüldü. Hâlbuki taraflar arasında imzalanan ahitname gereği Müslümanların can ve malına
yakılan:
dokunulmayacaktı. Ama kral şehre girdiği gün, daha ahitnamenin mürek-
Zilhicce 1439
15
kebi kurumadan sözünü çiğnemişti. Papa’nın müsaadesiyle, Engizisyon Mahkemesi kuruldu. Hıristiyanlığı kabul etmeyenler yakıldı; malları yağma edildi. Kısa zamanda İspanya’da tek bir Musevi ve Müslüman bırakılmadı. Tarihçilerin belirttiğine göre Engizisyon Mahkemesi, 18 sene içinde 24.000’ den fazla Müslüman’ın idamına karar verdi. Endülüs sadece insanı ile değil; tarihi, sanat ve ilmi eserleriyle, zengin kütüphaneleriyle, cami ve medreseleriyle beraber tarihten siliniyordu. Engizisyon Mahkemesi’nin kararıyla Gırnata’da 1 milyon cilt kitap yakılmıştı. Kardinal Ximenes, 80 bin el yazması eseri, bizzat eliyle yaktı. Ünlü Karamazov Kardeşler romanında, İvan’ın ağzından şöyle bir öykü anlatıyordu: Hazret-i İsa yeryüzüne inip İspanya’ya gidiyor, atıp tutmaya başlıyor, Engizisyon mahkemesi başrahibi Torquemada da onu kamu ve kilise düzenini bozmaktan tutuklatıp diri diri yakılmasına karar vermişlerdir.
Reformistlerin inkılabı: Reformistler, ilim ve dinin birleşemeyeceğini, bunlardan birini kabul edenin diğerini mutlaka terk etmesi gerektiğini iddia ettiler. Reformistler dini liderliği kendi inhisarlarına alan kişilerin uydurduğu saçma sapan şeylerle gerçek dini birbirinden; dinin mesuliyet ve mükellefiyetleriyle, kilise mümessillerinin cehalet ve kötü davranışlarını ayıracak tefekkür gücüne sahip değillerdi.
16
Ağustos 2018
Cahiliye taassubu, Müslüman şarkla Hristiyan garp arasında çıkan savaşların çektiği kalın duvarlar, kilise adamlarının İslâmiyet aleyhindeki yaptıkları propagandalar, araştırma ve tetkik zevkinin kaybolması, ahirete ehemmiyet verilmemesi ve bütün bunlara rağmen Müslümanların Avrupa’da İslâm fikriyatının yayılıp gelişmesini ihmalleri... Evet, işte bütün bunlar Avrupa’nın İslâm’a yönelmesine şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde İslâm’a sarılmalarına mani oldu.
Garbın materyalizme yönelmesi: Filozoflar bu kâinatın yaratıcısı olmadığını, madde ve tabiatın ötesinde bu âlemin hareketlerini idare edip kontrol eden bir kuvvetin bulunmadığını ilan ettiler. Prof. Joad şöyle diyor: Asırlardan beri Avrupa’nın zihnine hâkim olan düşünce servet yığma arzusudur. Servetin çokluğu insanlığın şeref ölçüsüdür. Mal mülk edinmede ileri gitmiş milletlerin, ancak medeni millet olabileceği telkin ediliyordu. Onlara göre insanı harekete geçiren motif, ruhi duygu ve arzular değil, bizzat servet toplama hırsıdır. Amerikalı meşhur gazeteci Jhon Gunther bu psikolojik durumu şöyle ifade eder: “İngilizler haftanın altı gününde İngiltere bankasına taparlar, yedinci gün de kiliseye giderler.
Darwinizim’in medeniyet ve fikirler üzerindeki tesiri: Darwine göre insan denen varlık, diğer hayvanlardan daha ileri tekâ-
mül safhasına sıçramış bir hayvandır. Neticede bu korkunç teori fikri cereyanları altüst etti. İnsanlara bu kâinatın ilahi bir kudret olmadan idare edildiğini; dünyanın, tabiatüstü hiçbir gücün müdahalesine uğramadan yalnız başına hareket ettiğini, bütün yaratıkların hayatın ilk basamağından en yüksek basamağına kadar akıl ve hikmetten uzak fıtri bir hareketle peyderpey tekâmül ettiklerini; gerek insan denen varlığın ve gerekse diğer hayvan nevilerinin hikmet sahibi bir yaratıcının eseri olmayıp tabi ayıklama yani seleksiyon denilen tabiat kanunlarının bir neticesi olduğunu empoze etti. Sanki bu insanlar bu nazariyeden dine ve kilise adamlarına karşı kullanacakları sihirli bir silah bulmuşlardı. İnsanların engel tanımayan yıkıcı fikir akımlarına karşı çıkıp mücadele etmek din adamlarına zor geldi ve neticede kilise bu savaşta silahlarını bırakmak zorunda kaldı. Darwin 1883 tarihinde öldüğü zaman İngiliz kilisesi onu din adamlarının defnedildiği Westminster Abbey ya da resmi adı ile Westminster’deki Aziz Peter Kilisesi denilen yere gömülmesine izin verdi.
Romalılar ilmi sahada ilerlemeler kaydedip düşünce ufukları genişleyince dini daha çok küçümsüyorlardı. Putperest Romalılar mabetlerde ilahlara tapıyorlar, tiyatro devrinde de onlarla alay ediyorlardı.
sine karşı hareketini başlattığı zaman, ırktaşları olan Almanlardan yardım istedi. Martin Luther büyük bir başarı sağladı. Böylece Latin kilisesi korkunç bir hezimete uğrayarak nüfuzunu tamamen kaybetti. Avrupa milletleri istiklallerini ilan etmeye, ipi dağılmış tesbih taneleri gibi sağa sola savrulmaya başladılar. Nitekim Avrupa da din ve ırkçılık terazinin ilk kefesi haline geldi.
Avrupa da Milliyetçilik Hareketleri:
İslâm ülkelerindeki ırkçılık salgını:
Hristiyanlık bütün Avrupa toplumlarını bir tek sancak altında toplayarak Hristiyan dünyasını bir millet haline getirmişti. Martin Luther, Latin kilise-
Türkiye’de, eski cahiliye devrinin kültürü
ve
geleneklerini
yeniden
yaşatma arzusu ve Turancılık fikri doğdu. Şekip Arslan
(6)
şöyle diyor:
6. Emir Şekib Arslan, Lübnanlı yazar, politikacı ve fikir adamı. İleri gelen Dürzi ailelerden birine mensuptur. Ancak kendisi ailesinin Sünnileştiğini iddia etmiştir. Doğum tarihi: 25 Aralık 1869, Choueifat, Lübnan Ölüm tarihi ve yeri: 9 Aralık 1946, Beyrut, Lübnan.
Zilhicce 1439
17
Milletler arası çekişmelerde İslâm’ın getirdiği çözüm yolu: İslâm beşer âlemini sadece iki kısma ayırır. Allah’ın dostları, şeytanın dostları Hakkın yanında olanlar, batılın yanında olanlar. Kim olursa olsunlar İslâm, ancak batılın yanında olanlarla cihad etmeyi meşru kılar. İnsanlık tarihi, bu harplerden daha emin daha az kan dökülen başka harp görmemişTürkiye’de, bütün meseleleri Osmanlı milliyetçiliği açısından değerlendiren grubun yanında Turancılık fikrini ileri süren ikinci bir grup ortaya çıktı. Bu cereyanın en meşhur simaları, Ziya Gökalp, Rusya’dan gelen Ahmet Agayef, Yusuf Akçora, Celal Sahir, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin Bey ve çoğunu gençlerin ve talebelerin teşkil ettiği edip ve müte-
dokuzuncu senesine kadar devam eden bütün Gazve, Seriyye ve çatışmalarda ölenlerin sayısı 1018’i geçmemektedir. 259 Müslüman şehit olmuş, 759 kâfir ölmüştür. Ne var ki 19141918 yıllarında patlak veren Birinci Dünya Savaşında ise 13-15 milyon insan ölürken 2. Dünya savaşında ise 65-75 milyon insan ölmüştür.
fekkirlerdir. Bunlar Türklerin en eski
20. yüzyılda yapılan tüm savaşların
millet olduğunu, medeniyet ve şeref
toplamında yaklaşık 136,5 milyon ile
bakımından en üstün seviyede bulun-
148 milyon arasında insanın öldüğü
duğunu iddia ediyorlardı. Onlara
belirtilmiştir.
göre Türkler ve Moğollar aynı ırktan-
1945 yılında 2. Dünya savaşının bit-
dır. Türklüğü Avrupa’daki Macarlara
18
tir. Hicretin ikinci senesinde başlayıp
mesinden sonra Birleşmiş milletlerin
ve Finlere şamil kılıyorlardı. Osman-
kurulmasından sonra tek bir yıl dahi
lıların aksine önce Türk sonra Müs-
savaşsız geçmemiş ve 20. yüzyılda
lüman olduklarını söylüyorlardı. Biz
ölenlerin 3’te biri bu dönemde ölmüş-
Türküz, Kabemiz turandır diyor ve
tür. Gerçekleşen pek çok katliam ya
Cengiz Hana methiyeler döktürüyor-
ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin
lar, Moğol istilalarına olan hayranlık-
gibi ülkelerin yerel diktatörleri des-
larını dile getiriyorlardı. Nitekim aynı
teklemesi ya da bizzat bu saydığımız
hadise İran’da da vuku buldu.
ülkelerin eliyle gerçekleşmiştir.
Ağustos 2018
İcatlar ve Keşifler Asrı Keşiflerin gayeleri ve İslâm’ın görüşü: Bizim görüşümüze göre icat ve keşiflerin gayesi, zaaf ve cehlin beşeri hayatta doğurduğu güçlük ve zorlukları yenmek, dünyada bulunan tabiat kuvvetlerinden ve uçsuz bucaksız kâinata serpiştirilen enerji kaynaklarından ve hazinelerinden istifade edip bu kuvvetleri, yeryüzünde büyüklük ve bozgunculuk taslamadan iyi yollarda kullanmaktadır. Avrupalılar ise dini kendilerine haram kıldılar. Yaratılışlarının gayesini unuttular. İnançlarına göre insan için zevk, maddi menfaat, yeryüzünde büyüklük taslamak, yeryüzüne hâkimiyet postunu serip halka tahakküm etmek, gelir kaynaklarını ve hazineleri sömürmekten başka gayesi yoktur. Eğer modern keşif ve icatlar, iyi tanıyıp ona yönelen kimseler tarafından kullanılsaydı insanlığa büyük yararları olurdu. Ne var ki bugün zararı faydasını çoktan aşmıştır. Neticede Avrupalılar iyilik ve doğruluk aşkını kaybedince, kalpleri bozuşup kokuşunca, gayri meşru yollara sapınca, ilim ve icatlar onlara zarardan başka bir şey getirmedi. Nihayet Avrupa’nın ikinci Rönesans’ında Frenk topraklarına atılan pis tohum, birkaç asır sonra uğursuz büyük bir ağaç haline geldi. Müsteşrikler tetkik ve etütlerde, telifat ve tenkitlerde en salahiyetli mürşidler ve yöneticiler durumuna gel-
diler. İçinde bulunduğumuz nesilde Garp medeniyeti ve onun felsefesini reddedip ve onun oturduğu temelleri itimada şayan, doyurucu ve ilmi gerçeklere dayandırarak izah edecek mütefekkirler azaldı. Netice itibariyle Müslümanların ilmi sahadan çekilmeleri başta kendileri olmak üzere dünya üzerindeki tüm halkları maddi ve manevi planda eksik ve çaresiz bıraktı. İnsanlara tahakküm eden şeytan taraftarları onların sırtından zenginleşip rahat bir hayat yaşarken, bu arada insanlara zulmetmekten ve kendi rahatları uğruna milyonları kurban etmekten de çekinmediler. Bu durumda tüm insanlık bu zarardan etkilendi ve yolunu şaşırmış bir halde vahyin o tertemiz yolundan uzaklaştı. Oysa insanlığın kurtuluşunun tek reçetesi İslâm’dır. Milletler ne zaman bunu idrak edecek olurlarsa ilerleme ve terakki yolunda ciddi adımlar atacaklardır. Bugün Müslümanlar Kitap ve sünnetin esasları ve dinin değişmeyen hakikatleri ile çağın pozitif ilimlerini bir araya toplayan bir eğitim sistemi kurmalı ve bu yolda çalışmalarını devam ettirmelidirler. İslâm âleminin kalkınması, İslâm’ı pratik hayata aktarıp dünyayı her an yok olmakla karşı karşıya bırakan tehlikelerden kurtarması, ancak ruhi, sınai, savunma hazırlığı ve müstakil eğitim sistemiyle mümkündür. Liderlik; ciddiyet, gayret ve köklü hazırlık ister. Bunu anlamak ve gereğini yapmak bizler için ihmal edilmemesi gereken en önemli esaslardandır. Selâm ve dua ile
Zilhicce 1439
19
KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen
Tarihin hangi döneminde İslâm'ın gölgesi insanların üzerinden çekildiyse mutlaka kara bulutları andıran musibetler insanlık üzerine vampir gibi çökmüş ve onun kanını emmiştir. Hatta bundan tüm dünya etkilenmiştir.
20
Ağustos 2018
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİ İLE DÜNYA
MERHAMETTEN NE KAYBETTİ?
H
amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam
lama beklerken sınır bölgele-
Rasûlullah’a, O’nun aline ve
başında bir hayvan dahi kalsa
ashabına olsun. Ortadoğu’daki iç karışıklıklar vesilesiyle bölge insanı canını korumak için dünyanın
rine çekilen tel örgülerle karşılaştılar. Oysa filmler, dağın helikopterle oraya kurtarma operasyonu yaptırıyor veya bir hayvan yaralansa ona en iyi imkânları gösteriyordu.
medeniyet merkezlerine akın
Elbette bu filmleri izleyen
etmeye başlayınca, batı mede-
halklar bir sıkıntı esnasında
niyetinin gerçek yüzü ortaya
yurdundan olursa ilk olarak
çıktı. Gerçekte insanlar film-
bu merhametli(!) medeniyete
lerde izlediği gibi bir karşı-
sığınacaktı.
Özellikle Akdeniz'i aşarak Avrupa'ya ulaşma gayretinde olanların şişme botlarını demirlerle delme görüntüleri, sahile vuran bebek cesetleri, kucağında çocuğunu taşırken çelme ile düşürülen göçmen manzaraları sadece gözler önünde cereyan eden, basına sızması engellenemeyen hadiselerdi. İşin özünde insanlar çok daha berbat olaylar yaşamakta, insanlığın onuru ve itibarı ayaklar altında çiğnenmektedir. Dünyaya hâkim olan temel düşünce her alanda olduğu gibi merhamet ve merhametten yoksun olma konusunda da tezahür eden hadiseleri doğrudan veya dolaylı olarak tesir altına alır. Her sistem kendisini en güzel sözlerle tanıtacağına göre onların sözlerine kulak verirken görselde ne netice bıraktığını ihmal etmemek gerekir. Çünkü eylemler söylemlerin samimiyet testi mesabesindedir.
İslâm'ın Merhamete Genel Bakışı
yedirirler. (Ve şöyle derler:) Biz, sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”
(2)
Bu ayetlerde geçen prensipler Müslümanlar tarafından tatbik edilmiş ve tarih buna şahitlik etmiştir. Müslümanlar, Bedir Savaşı’nda aldıkları esirlere kendi yediklerinden yedirmiş, onları başta biraz bağlı tutmuşlarsa da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
emriyle ellerini çözerek rahat-
latmışlardı. İslâm tarihinin en parlak iki merhamet örneği Kudüs'te cereyan etmişti. Birincisinde
Kudüslü
Hristiyanlar
savaşsız bir şekilde Kudüs’ü halife Hz. Ömer radıyallahu anh’a teslim etmişler. O da onları dini ve ticari işlerinden herhangi bir şekilde kısmadan rahat yaşamalarını temin etmişti. İkinci hadise ise Selahaddin Eyyubi döneminde yaşanmıştı. O Kudüs’ü Haçlı istilasından kurtarmış ancak oradaki
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletle davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz ki Allah, adaletli davrananları sever.” (1)
Hristiyan ve Yahudilere son derece
Başka bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Yemeye istek ve ihtiyaçları olduğu halde, onu, yoksula, yetime ve esire
çocuk ve yaşlıdan oluşan insanlardı.
müsamahakâr
davranmıştı.
Oysa
orayı 90 yıl civarında işgal eden Haçlılar şehre ilk girdiklerinde 70 bin kişiyi katlederek müdafaasız Müslümanlara duydukları kini gözler önüne sermişlerdi. Bu katledilenlerin çoğu kadın, Ve bunlar dokunulmazlığına inanarak cami ve mabetlere sığınmışlardı.
1. Mümtehine, 8 2. İnsan, 8-9
Zilhicce 1439
21
Dünyaya hâkim olan temel düşünce her alanda olduğu gibi merhamet ve merhametten yoksun olma konusunda da tezahür eden hadiseleri doğrudan veya dolaylı olarak tesir altına alır. Her sistem kendisini en güzel sözlerle tanıtacağına göre onların sözlerine kulak verirken görselde ne netice bıraktığını ihmal etmemek gerekir. Çünkü eylemler söylemlerin samimiyet testi mesabesindedir.
İslâm'ın insanlığa karşı merhametinin sebebi onların hidayetini talep etmesindendir. Zira İslâm dünya ve ahiret saadetini temin eden yolu göstermek için gelmiştir. Ondan bu merhamet dışında bir şey beklemek mümkün olabilir mi? Hayber gazvesinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Hz. Ali radıyallahu anh’ı
sancağıyla düşman üzerine gönderince Hz. Ali radıyallahu anh ona şöyle sormuştu: “Ya Rasûlallah! Bizim gibi (Müslüman) oluncaya kadar onlarla 3. Buhari, Kitabü’l Cihad ve Siyer Bab,143:3009.
22
Ağustos 2018
savaşayım mı?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Onların alanına kadar olduğun hal üzere devam et, sonra onları İslâm'a davet et. İslâm'a girerlerse Allah'ın onlar üzerindeki haklarını haber ver. Allah'a yemin olsun ki, Allah senin elinle onlardan bir kişiye hidayet ederse senin için ganimet edineceğin kızıl develerden daha hayırlıdır.” (3) Yine aynı savaşta Yahudilerden bir kadın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e suikastte bulunmuştu. İbni İshak diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşı bitirince Selam b. Miskem’in hanımı Zeynep Binti Haris ona kızartılmış koyun hediye etti. Önceden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in koyunun neresini daha çok sevdiğini sordu. Ona dirsek kısmı dediler. Oraya çok zehir döktü daha sonra diğer yerlere de zehir döktü, sonra koyunu getirip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önüne bıraktı. O da dirsek kısmından aldı ve ısırdı fakat yutmadı. Yanında Bişr Bin El-Bera bin Ya’mur’da vardı. O da Rasûlullah gibi aldı fakat o yuttu. Rasûlullah ise eti ağzından attı ve sonra şöyle dedi: “Bu kemik, bana zehirli olduğunu söyledi.” Sonra kadını çağırdı. Kadın yaptığı şeyi itiraf etti. O da: “Seni buna sevk eden şey nedir” diye sordu. Kadın dedi ki: “Kavmime yaptığın şeyi biliyorsun. Ben de eğer bu bir kralsa ondan kurtulmuş olurum, eğer peygamber ise kendisine haber verilir diye
düşündüm.” Peygamber Efendimiz buna rağmen kadını affetti.” (4) Peygamber Efendimizin kendisine o kadar işkence etmesine rağmen Mekke halkını affetmesi, amcası Hz. Hamza radıyallahu anh’ı katlettiren Hind’i ve onu katleden Vahşi’yi affetmesi, kendisini taşlarla kovalayan Taiflilere sevgi ile kucak açması İslâm’ın merhamet şemsiyesinin ne kadar geniş ve kuşatıcı olduğuna en bariz örnekleri teşkil eder. Tarihin hangi döneminde İslâm’ın gölgesi insanların üzerinden çekildiyse mutlaka kara bulutları andıran musibetler insanlık üzerine vampir gibi çökmüş ve onun kanını emmiştir. Hatta bundan tüm dünya etkilenmiştir. Bugün üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir gerçek vardır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bize insanlığın geleceğini tehdit eden bir hakikati belirtti. Bu savaşlara katılan insanlar dünyayı yöneten konumda oldukları halde kendi dindaşlarına bile merhamet göstermeden onları katletti. Stalin’in Sovyetler Birliği’ni yönettiği dönemde açlıktan ölen insanların sayısı İkinci Dünya savaşında ölen insanlara yaklaşmıştı. Bu ölümlerin sebebi devletin güçsüzlüğü, dünyada kuraklık olması değildi. Bilakis insanlığa düşman olan bir sistemin insanlığa tatbik edilmesiydi. Vergisini ödemeyen halkın elinden ticaret malları ve aletleri alınıp halk açlığa terk
edilmişti. Halkı savunan(!) azınlık bir zümre ise refah içinde yaşıyordu. Bu dönemde açlıktan kıvranan halk kendi komşularının çocuklarını kaçırıp onları yiyerek bir dönem daha hayatta kalabilmeye çalışıyordu. 2010 yılında Haiti’de meydana gelen depremde binlerce çocuk kaçırılmış ve akıbetleri hakkındaki sır hala devam etmekte. Siyah tenli bir devlet başkanını dahi içine sindiremeyen batılılar acaba bu çocukları organ mafyalarına mı verdi? Belçika’da 20.yüzyılın ortalarına kadar siyahi çocuklar hayvanat bahçesinde sergileniyordu. Beyaz insanlar çocuklarını hayvanat bahçesine götürüyor ve “işte bak, bu da zenci” diye onu eğlendiriyordu. 1945’te Japonya’ya atılan atom bombaları, Vietnam’da yapılan katliamlar, Kızılderililere yapılan soykırımlar, yakın tarihe kadar Amerika’da zencilere yapılan aşağılayıcı muameleler ve daha saymaktan aciz olduğumuz nice yıkım aslında lisanı haliyle İslâm’ın insanlığı kurtarması için davette bulunmaktadır. İslâm’ın insanlığın kumandasından uzaklaştırılmasının en büyük zararı da insanları cehennem ateşine sevk eden sistemlerin rahat hareket edecekleri bir meydan bulmasıydı. Şeytan, taraftarlarını aldatıcı sesi ile batıla teşvik eder ve onlara bu yolu süslü gösterir. Onun tuzağına düşenler yaşamış oldukları sahte cennetin ardından ölüm ile başlayan ebedi hüsrana sürüklenmektedirler.
4. Buhari Kitabu’l Tıb 5777.
Zilhicce 1439
23
KAPAK DOSYA Ahmet İnal
Kapitalizm sadece kendi çıkarlarını düşünen ve bunun için her türlü değerden vazgeçebilen pragmatist bir fert yetiştirir. Bu zihniyet üzere yetişmiş bir fert için tek hedef vardır: Her şeye rağmen daha çok kazanmak, hep kazanmak.
24
Ağustos 2018
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİYLE DÜNYA EKONOMİK YÖNDEN NELER KAYBETTİ?
İ
slâm tarihinde Müslümanların belini büken, zihinlerde travmaya dönü-
daha fazla verdiği zararlar,
şen, yüreklerde acı bir geç-
Moğol istilası ve son olarak
miş olarak yerini alan birçok
ta
hadise vardır. Hz Osman ve
bazında temsil eden Osman-
Ali efendilerimizin şehit edil-
lı’nın yıkılışı… Bu olayların
mesi, Müslümanlar arasında
her birini tek bir cümleye sığ-
ilk
Cemel
dırmak kolay olsa da imanlı,
Vakıası ve Sıffin Savaşı, ehli
izzetli hür yüreklere sığdır-
beyte kıyım yapılan Kerbela
mak hiç te kolay değildir. Zira
olayı, liyakatsiz ve ihlassız
bu hadiselerin her biri nice
yöneticilerin
gözyaşı ve cana mal olmuş
kanların
aktığı
düşmandan
Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgal edilmesi, kasıp kavuran Müslümanları
devletler
büyük hadiselerdir. Bunlar arasında bir önem sıralaması yapmaksızın sadece oluşturduğu tahribat açısından değerlendirecek olursak belki de akla ilk gelen Moğol istilaları olacaktır. Sadece İslâm âlemini değil tüm dünyayı saran büyük tehlike Moğollar; Orta Asya, Çin ve Sibirya ovalarından tutun Doğu Avrupa’ya kadar birçok yere ayak basmış, gerilerinde yağmalanmış yüzlerce şehir, yakılmış binlerce kütüphane ve milyonlarca ceset bırakmıştır. Ünlü İslâm tarihçisi İbnü’l-Esir, Moğolların İslâm âlemine tasallutlarını dünyanın en büyük hadisesi ve musibeti olarak değerlendirerek şöyle demektedir: “Zaman yaratıldığından beri böyle bir bela görülmemiştir. Öyle bir musibet ki, bütün mahlûkat onlardan zarar görüyor. Onlardan zarar görenlerin başında tabi ki Müslümanlar gelmektedir. (1) Sadece Müslümanları değil tüm dünyayı perişan eden Moğolları ve tahribatlarını tarihte kalmış ve dersler çıkarılmış acı olaylar olarak aktarıp bu meseleyi geçmek isterdik. Ancak son iki asırdaki Avrupa medeniyeti/ vahşeti dünya toplumlarının üzerine öylesine kara bulut gibi çöktü ki, tarihe dönüp Moğolları yâd etmek ve zalim Avrupa ile kıyaslayarak hangisinin daha vahşi olduğunu kendimize sormak kaçınılmaz bir hal aldı. Bu acı gerçekle tekrar yüzleşmek zorunda kalışımızın yegâne sebebi ise, tekerrürden ibaret olan tarihte aynı sebep-
Dünyanın yeni baş belası olan Avrupa Medeniyeti(?) kendi hegemonyasını sadece silah zoruyla sağlamadı. Bunun yanı sıra kültürel ve fikirsel dezenformasyon yöntemini kullandı ve materyalist patende ürettiği fasit sistemlerini dünyanın hemen hemen her yerine ihraç etti. Bu sistem siyaset ve politika alanında kendisini Liberalizm ve Demokrasi olarak tanımlarken, kültür ve fikir alanında Modernizm, ekonomi alanında da Kapitalizm olarak literatürde yerini aldı.
lerin yine aynı sonuçları doğuracağını unutmuş olmamızdı. Moğolların İslâm topraklarında ellerini kollarını sallayarak katliam yapma gücüne sahip olmaları elbette Müslümanların bölünmüşlüğü ve İslâm dünyasındaki esaslı otorite boşluğundan
1. İbnu’l-Esir, El Kamil Fit Tarih c.XII, s.431.
Zilhicce 1439
25
Faizsiz sistemde esas olan dün kazandıklarını bugün, bugün kazandıklarını da gelecekte yemektir. Faizli sistemde ise tam tersi söz konusudur. Gelecekte kazanacaklarını şimdi yemek; gelecekte de geleceğin geleceğini harcamaktır. Aslında bu düzende herkes borçlu olarak yaşamaktadır.
kaynaklanıyordu. Yöneticilerin birlik olmak yerine iç çekişmelerle oyalanıp durması ve beraberinde gelen siyasi çalkantılar toplumda ahlaki çöküntü ve anarşiye zemin hazırlamıştı. Netice itibariyle İslâm âleminin hali pür melali Moğollar için bir fırsata, Müslümanlar için de görülmedik bir çileye dönüşmüştü. Aynı sebepler tekerrür ettiği için 20 ve 21. yüzyıl da Müslümanlar ve tüm insanlık için aynı sonucu doğurdu. Müslümanlar yine aynı durumda, buna karşın düşman coğrafya ve görüntü değiştirmiş olsa da eskisinden daha üst bir kudretteydi.
26
Ağustos 2018
Bu son yıkım diğerlerinden çok daha vahim olmuştu. Çünkü bu sefer düşman şehirleri yağmalayıp yüreklere korku saldıktan sonra tasını tarağını toplayıp gitmek yerine İslâm topraklarında kalarak kendi sistemini kurmayı hedeflemişti. Nitekim zaman içinde bu hedefine ulaşmayı başardı da. İşte bu açıdan yeni düşman Avrupa’nın oluşturduğu tahribat, Moğol istilalarından da Haçlı Seferlerinden de çok daha tehlikeli boyutlara ulaştı. Düşman bu sefer en mahremimize kadar girmeyi başarmıştı. Dünyanın yeni baş belası olan Avrupa Medeniyeti(?) kendi hegemonyasını sadece silah zoruyla sağlamadı. Bunun yanı sıra kültürel ve fikirsel dezenformasyon yöntemini kullandı ve materyalist patende ürettiği fasit sistemlerini dünyanın hemen hemen her yerine ihraç etti. Bu sistem siyaset ve politika alanında kendisini Liberalizm ve Demokrasi olarak tanımlarken, kültür ve fikir alanında Modernizm, ekonomi alanında da Kapitalizm olarak literatürde yerini aldı. Adının liberalizm ya da kapitalizm olması bir yana Avrupa medeniyeti insanlık için gerçekten tam bir baş belası olmuştu. Kuzu gibi gözüken ama esasında dişlerinden kan damlayan bir kurt misali Avrupa; adalet, hürriyet, insan hakları kisvesi altında gittiği hiçbir yere mutluluk götüremedi. İnsanlar hayatın her alanında yeni yeni zorluklarla karşılaşmaya başladılar. Yaşam gittikçe zorlaşıyor, toplumlar üzerlerine yüklenen ağır
yükler altında her geçen gün biraz daha eziliyordu. Avrupa’nın kendi çıkarlarını idame ettirme uğruna insanların başına ördüğü çoraplar işin özünde Müslümanların tarih sahnesinden böylesine temelli şekilde çekilmesinin ağır bir faturasıydı. Çünkü insanlığı vampirleşmiş bu haydutlardan karşılık beklemeksizin kurtarabilecek tek güç İslâm’ın gücüydü. Nitekim bahsi geçen bu husus gerek Moğollar’ın Ayn Calut savaşıyla birlikte Müslümanlar tarafından durdurulmasında gerekse Haçlı ordularının Hıttin zaferiyle büyük bir yenilgiye uğratılmasında geçerliliğini kanıtlamıştır. Daha da geriye gidecek olursak kendi dindaşları tarafından bile zulme maruz kalan Mısırlı Hristiyanlar’ın kurtuluşunun Müslümanların yaptığı fetih ile mümkün olması bu meselede daha fazla izahate gerek bırakmayacak boyuttadır. Tarih Müslümanların fayda gütmeksizin insanlığa sağladığı adalete, saadete, hürriyete şahittir. Tarihin hangi döneminde hangi hâkim güç hakkını veremediğinden dolayı aldığı cizyeleri sahiplerine iade etmiştir? Hangi dinin mensupları en azılı düşmanlarını dahi kendi dinine çekme şerefine ulaşabilmiştir? Hangi ordu fetih için gittiği beldenin anahtarlarını sahiplerinden gönül rızasıyla alabilmiştir? Tüm cevapların İslâm ümmetini işaret etmesi Müslümanların gerilemesiyle sadece Müslümanların değil tüm insanlığın ne kadar
büyük değerler kaybettiğinin göstergesidir. İşte bu açıdan Müslümanların tarih sahnesinden çekilmesi herhangi bir devletin çökmesine, herhangi bir medeniyetin kaybolup gitmesine benzemedi kesinlikle. Çünkü bu ümmet Allah’ın diğer insanlar üzerine şahit kıldığı adil, hakkaniyetli bir ümmetti! Çünkü bu ümmet zalimlere karşı Allah’ın kılıcı olmuş bir ümmetti! Çünkü bu ümmet insanları kendisine değil yalnızca Allah’a kul etmeyi dert edinmiş bir ümmetti! Peki, nasıl oldu da böylesi yüce meziyetlere sahip olan bir ümmet bu hallere düştü? Nasıl oldu da Avrupa gibi cahil bir topluluk dünya üzerinde efendi konumuna geldi? Allah azze ve celle bu sorularımıza şu ayetlerle cevap veriyor: “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.”
(2)
2. Nur, 55
Zilhicce 1439
27
“Andolsun Zikir’den(Tevrat) sonra Zebur’da da: 'Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır' diye yazmıştık.”
(3)
Ayetlerden anlaşılacağı üzere Müslümanların rüzgârının gitmesi ve böylesine zelil bir konuma düşmelerinin ana sebebi iman noktasında gösterilen zafiyettir. Çünkü Müslümanı diğerlerinden üstün kılan, onu yeryüzünün hâkimi ve varisi yapan husus imandır. İman Müslümanın hayatının muharrik gücüdür. İman hayatın her alanında sahibinin elinden tutar, ona yol gösterir ve onu zirvelere taşır. Eğer kişi kendisini üstün kılacak bu duygu ve inançtan yoksun ise diğer kimselerle olan yarışı sebepler dairesindeki dünyevi ölçülerle devam eder. Müslümanlar için de durum bizzat böyle olmuştur. İslâm ümmeti imani şuur kaybı yaşayarak üstünlüğünü kaybetmiş, dünyevi koşullarla da mücadeleyi sürdürememiş, akabinde de gerek sosyal ve kültürel gerekse de siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda art arda aldığı darbelerle dünya üzerinde söz söyleme kredisini tüketmiştir. Artık bu andan sonra Avrupa için yollar ardına kadar açılmış, önlerinde duran tüm engeller izale edilmiş ve yukarıda bahsedildiği gibi fasit sistemleri türlü türlü vasıta ve metotlarla tüm küreye servis edilmiştir.
Avrupanın ekonomik anlamda insanlığa sunduğu sistem Kapitalizm’dir. Gerçi Kapitalizm’in, Merkantilizm, Fizyokrasi, Ekonomik Liberalizm, Ekonomik Komünizm ya da Sosyalizm gibi birer ekonomik sistem mi, yoksa daha kapsayıcı tarzda bir ideoloji ve/veya dünya görüşü mü olduğu hususu bile netlik kazanmış değildir. Kapitalizmi sadece bir anlamıyla kavrayıp, daha çok bir zihniyet ve dünya görüşü olarak kavrayanlar bulunmakla birlikte her iki anlamıyla birden düşünenlerin çoğunlukta olduğu söylenebilir. (4) Diğer yandan kapitalizmin tanımı noktasında da bir bütünlükten bahsetmek güçtür. Bu farklı tanımlamaları kısaca özetleyecek olursak kapitalizm kimilerine göre; yalın bir ifadeyle “sermayecilik” kimilerine göre de; iktisadi üretimdeki tekelleşme eğilimi yani piyasaya tümüyle hâkim olmak ve onu kontrolü altında tutmak isteyen iktisadi üretim tarzının adıdır. Diğer bir tanım ise karşı cenah olan Komünizm’in fikir babası sayılan Karl Marx’a ait olandır. Marx’a göre kapitalizm; temelde üretim ile emek arasındaki yabancılaştırıcı ilişkiye dayandırmaktadır. Buna göre, eğer bir yerde üretim araçlarını kontrolü altına almış, onu tekelleştirmiş bulunan sermaye sahipleri (burjuvazi) ve bu üretimde istihdam edilmek üzere beden gücünü belli bir ücretle işverene arz eden işçiler (proleterya) var ise, orada
3. Enbiya, 105 4. bkz: M. Yavuz Alptekin, Kapitalizmin Ortaya Çıkışı: Jeo-Kültürel Yaklaşım, KTÜ SBE Sos. Bil. Derg. 2015, (10): 231- 241.
28
Ağustos 2018
kapitalizmin özü oluşmuş demektir. Dördüncü tanım ise Max Weber’e ait olandır ve temelde onu rasyonalite ile ilişkilendirir. Weber’e göre kapitalizm kesinlikle sınırsız kar etme güdüsü değildir, aksine olsa olsa bu güdünün akıl tarafından dizginlenmesidir. Kısaca Weber için kapitalizm, akılcı iktisadi üretim sistemidir. (5) Şu an dünya üzerinde hâkim güç olan Kapitalizm üç asra yakın bir süredir insanların iktisadi faaliyetlerine yön vermektedir. Kapitalizm, 1929 yılı büyük ekonomik buhranda sorgulanmış, 1965-70’li yıllardaki yaygın işsizlik ve yüksek enflasyonun yaşandığı istikrarsızlık döneminde (Stagflasyon) birçok eleştiriye maruz kalmış, son olarak ta 20. Yüzyılda Karl Marx’ın iktisadi fikirlerinin Rusya, Doğu Avrupa, Çin gibi ülkelerde karşılık bulması sebebiyle küçük bir sarsıntı geçirmiş olsa da netice itibariyle yerine konulabilecek alternatif bir ekonomi modeli olmadığından dolayı hâkimiyetini devam ettirmeyi başarmıştır. (6) Ancak Kapitalizm’in uzun süren bu gücü onun toplumlar için hayırlar getirdiği kanısını oluşturmamalıdır kesinlikle. Zira bahsi geçen bu hâkimiyet yılları, toplumları kimi zaman ekonomik kimi zaman da siyasi, sosyal ve kültürel bunalımlara itmiştir. Kapitalizmin dünya toplumlarını sürüklediği felaketleri ise altı maddede özetlemek mümkündür.
1- Tekelcilik neticesinde gelir dağılımındaki adaleti ortadan kaldırmak, 2- Faiz sistemini getirerek insanları büyük bataklığa sürüklemek, 3- Ahlaki dejenerasyona uğramış menfaatperest nesiller yetiştirmek, 4- Mutsuz toplumlar inşa etmek, 5- İnsan için ekonomi düzenlemek yerine ekonomi için insan heba etmek, 6- Suni ihtiyaçlar üreterek tüketim çılgınlığı oluşturmak
1-Tekelcilik Neticesinde Gelir Dağılımındaki Adaleti Ortadan Kaldırmak Kısaca iktisadi yönden tekelcilik; birçok ayrıcalığı ellerinde bulundurması sebebiyle ekonomik düzenin belirli zümrelerin hizmetine endekslenmesi durumudur. Piyasaya yön verici sermayenin sahibi olan bu zümre ya da birbirinden bağımsız şahıslar karlarını arttırmak adına bazı manipülasyonlarda bulunarak arz - talep dengesini bozar ve neticede kazanmayı başarırlar. Haliyle onlar haksız bir şekilde kazanırken diğer yandan birçok kimse de kaybetmektedir. Tekelcilik, kapitalizmin tesis ettiği serbest piyasa zihniyetinin bir ürünüdür. Piyasanın tamamen devletin elinde olması beklenemez. Ancak devletten tamamen bağımsız olması
5. bkz: M. Yavuz Alptekin, a.g.e. 6. Şakir GÖRMÜŞ ,İslâm İktisadı İnsanlık için Bir İhtiyaç mı?, Uluslararası İslâm Ekonomisi ve Finansı Araştırmaları Dergisi, 2015, Yıl:1, Cilt:1, Sayı:2.
Zilhicce 1439
29
“Dünya Mutluluk Raporuna” göre; insanlar maddi kazanımlarını maksimize ederken yoğun ve rekabetçi çalışma temposu içinde ailelerinden, arkadaşlarından, uykularından, düzenli beslenmelerinden vb. fedakârlık etmektedirler.
dığı toplumlar ise sınıf farklılıkları ile bölünmeye mahkûmdur. Zira bu adaletsizlikten dolayı bazı insanlar lüks içinde yaşarken bazı insanlar açlıktan ölmektedir. Afrika’da milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken batı dünyasında milyarlarca doların güzellik malzemelerine ve evcil hayvanların bakımına harcandığı; fakirlerin, bebeklerin içeceği sütü, zenginlerin köpeklerinin içtiği bir dünyada sınıf farklılığının olmadığı iddia edilemez. Bu sınıf farklılığı ise insanlar arasında nefret tohumları ekmekte ve birçok problemi de beraberinde getiren düşmanlıklara sebebiyet vermektedir.
2- Faiz Sistemini Getirerek İnsanları Büyük Bir Bataklığa Sürüklemek
da beklenemez. Çünkü devlet her ne kadar piyasaya müdahil olmasa da adaleti tesis eden garantör güç olma özelliğini kaybetmemelidir. Zira kural koyucunun bulunmadığı bir rekabet ortamında büyük balığın küçük balığı yememesi içten bile değildir. Tekelcilik diğer bir ifadeyle, birilerinin sürekli şekilde kazanıp birilerinin de sürekli olarak kaybetmesi durumu olduğu için neticede toplum içinde gelir dağılımındaki denge bozulacaktır. Gelirlerin adil bir şekilde dağılma-
Faizsiz sistemde esas olan dün kazandıklarını bugün, bugün kazandıklarını da gelecekte yemektir. Faizli sistemde ise tam tersi söz konusudur. Gelecekte kazanacaklarını şimdi yemek; gelecekte de geleceğin geleceğini harcamaktır. Aslında bu düzende herkes borçlu olarak yaşamaktadır. (7) Bu açıdan bakıldığında faiz insanlar için tam bir felakettir. Çünkü harcama yaparken dün kazanılan paranın hesabını yapmak mümkünken gelecekte kazanılacağının garantisi bile olmayan paranın hesabını yapmak akıllı bir kimse için mümkün değildir. Teoride doğru olan bu husus pratikte de doğruluğunu kanıtlayınca birçok kimse
7. Arif Ersoy, İslâm İktisadı ve İktisadi Yapısı: İnsan Merkezli Fıtri İktisat ve İktisadi Yapısı, İslâm Ekonomisi Ve Finansı Dergisi, 2015/1; 37-64.
30
Ağustos 2018
için tehlike çanları çalmaya başlıyor. Zira ortada kredi ile alınan binlerce ipotekli ev-arabalar varken ve bunların ödemesi de senelerce sürecekken kimsenin ne işsiz kalmaya, ne hastalanıp işe ara vermeye ne de başını yastığa koyup rahatça uyumaya hakkı vardır. Bu yönüyle aslında insanlar aldıkları faizli kredilerle ev ve arabalarını değil zamanlarını, rahatlarını, umutlarını ve hatta imanlarını ipotek altına sokuyorlar. Bu ise borç ödemekten yorulmuş, sömürülmüş mutsuz bir insan tipi üretmekten başka bir işe de yaramıyor.
faydadır, paradır. Her şey fayda sağladığı, cepleri doldurduğu kadar mühimdir. “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser” sözü ise durumu çok güzel bir şekilde özetlemektedir. İşte bu sebepten dolayı Kapitalizm, dinine bağlı, ahlaki ilkeleri düstur edinen İslâm toplumlarında değil de dini bir afyon olarak gören batı dünyasında dünyaya gelme fırsatı bulmuştur. Ancak zamanla dini bağları zayıflayan İslâm toplumları Kapitalist sistemin çarkına dâhil olarak kimlik kaybına maruz kalmış ve benliğini yitirmiştir.
3-Ahlaki Dejenerasyona Uğramış Menfaatperest Nesiller Yetiştirmek
4-Mutsuz Toplumlar İnşa Etmek
Kapitalizm ancak ahlaki melekelerini yitirmiş bir toplumda gelişebilir. Çünkü onun özü sadece kişisel menfaatlere, felakete sürükleyen bir rekabete dayanmaktadır. Kapitalizmin olduğu yerde merhamet, adalet, dayanışma gibi erdemli vasıflardan söz etmek imkânsızdır. Kapitalizm sadece kendi çıkarlarını düşünen ve bunun için her türlü değerden vazgeçebilen pragmatist bir fert yetiştirir. Bu zihniyet üzere yetişmiş bir fert için tek hedef vardır: Her şeye rağmen daha çok kazanmak, hep kazanmak. İnsanlara zarar vermek, kendine olan saygınlığını çiğnemek, dini inancı paçavra gibi bir kenara itelemek pahasına da olsa durum böyledir, değişmez. Kapitalist toplumlarda her şeyin değer ölçüsü
Kapitalist toplumlar, mutlu toplumu değil, zengin bireyi üretmek için bu yola girdiler. Zenginliğin de beraberinde mutluluğu getireceğine hükmettiler. Oysa zenginlik, mutluluğu getiren onlarca sebepten sadece birisiydi. (8) Sosyolojik araştırmalar, kapitalist toplumların mutlu olmadığını sürekli yenilenen versiyonlarıyla ortaya koymaktadırlar. İntihar, kuşak çatışması, işgücü sömürüsü, fuhuş, tefecilik yoluyla zayıfın sömürülmesi, ailenin dağılması, neslin tükenmesi, bireyselleşme ve daha birçok toplumsal çarpıklıklar ve ahlaksızlık biçimleri bu kapsamda zikredilebilir. “Dünya Mutluluk Raporuna” göre; insanlar maddi kazanımlarını maksimize
8. bkz: M. Yavuz Alptekin, a.g.e.
Zilhicce 1439
31
ederken yoğun ve rekabetçi çalışma temposu içinde ailelerinden, arkadaşlarından, uykularından, düzenli beslenmelerinden vb. fedakârlık etmektedirler. Bu fedakârlıklar iş stresine, sosyal, psikolojik ve sağlık sorunlarına yol açtığından mutluluğu negatif etkilemektedir. Günümüzde maddi imkânlar artmasına rağmen insanların mutluluğu artmamaktadır. (9)
cebinde parası olmayan garibanın
5-İnsan İçin Ekonomi Düzenlemek Yerine Ekonomi İçin İnsan Heba Etmek
6-Sûni İhtiyaçlar Üreterek Tüketim
İslâm’a göre insan mahlûkat içinde en şerefli olanıdır. Yeryüzü nimetleri ise özü Allah’a kulluk olan güzel bir hayat yaşaması için onun istifadesine sunulmuştur. Kapitalist zihniyete göre ise, parası en çok olan daha şereflidir. Yeryüzü nimetleri de kısıtlı olup herkese yetmeyeceğinden dolayı ancak parası daha çok olanların istifadesine sunulmalıdır. İslâm insana kıymet vererek iktisada bakarken Kapitalizm iktisadına bakarak insana kıymet verir. İslâm ekonomiyi insanın yaşam içindeki ihtiyaçlarının temini hususunda bir araç olarak görürken Kapitalizm bir takım insanları sistemin ihtiyaçları için kullanılacak bir araç olarak görür. Hal böyle olunca yaşadığın bir ülkede devlet sana 30 dakikada ambulans gönderme garantisi veremiyorken bir şirket 30 dakikada pizza getirme garantisi veriyor. Çünkü bu sistemde 9. Şakir GÖRMÜŞ, a.g.e.
32
Ağustos 2018
canı cebinde 30 lirası bulunan bir kişinin yediği basit bir pizzadan daha değerli değil. Diğer bir yandan bu garibanın sistemdeki yeri, zenginlerin fabrikalarında insafsızca çalıştırılan, hakkı yenen, işi bittiğinde de paçavra gibi atılan bir işçi olmaktan öte bir şey değildir.
Çılgınlığı Oluşturmak Tüketim, Kapitalist sistem için en kıymetli kelimelerden birisidir. Çünkü varlığını ona borçludur. Bu sistemde ne kadar çok tüketim o kadar çok kazanç demektir. Bu sebepten dolayı kapitalizm insanları hesapsız kitapsızca sürekli tüketmeye teşvik etmektedir. Ancak tüketim imkân ve ihtiyaçlar ile sınırlı bir olgu olduğu için burada sihirli bir dokunuş yapmak gerekmektedir. Bu ise insanlara satın alma güçlerinin arttığını hissettirecek “Kredi kartları” ve yeni ihtiyaçlarının olduğuna inandıracak “Reklam Sektörü” ile mümkün olacaktır. Devreye bir de her türlü sektörün aynı çatıda birleştiği ‘AVM’ler girince çılgınca alışveriş yapmak, her gördüğünü asli bir ihtiyaç olarak telakki etmek kaçınılmaz oluyor.
KAPAK DOSYA Ümit Şit
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİYLE DÜNYANIN AHLAKİ AÇIDAN KAYIPLARI
M
üslümanların gerilemesiyle batı dünyasında; Öğretmenler
örnek olmayı kaybetti. Yöneticiler adaletli olmayı. Anneler; kocalarına karşı sadakati, çocuklarına olmayı otoriteyi,
karşı
şefkatli
kaybettiler.
Babalar
korumacılığı
ve
saygı duyulmayı kaybettiler. Kız çocukları hayâlı ve iffetli olmayı, böylelikle hainlerin gözleri ve azalarından azat olunmayı ve bunun neticesinde de mutlu ve huzurlu bir yuva kurma hayalini kaybet-
tiler. Erkek çocukları onuru, haysiyeti, ciddiyeti, saygıyı ve sorumluluğu kaybetti. Dedeler ve nineler geçmiş tecrübelerini torunlarına aktarma umutlarını kaybettiler… İslâm, yönetim olarak ikiye ayrıldığı zamandan itibaren gerilemeye başlamıştır. Bu ikiye ayrılış din ile siyasetin ayrılma durumudur. Bu ayrılma sebeplerinden ise en önemlisi İslâm devletlerinin başına ve önemli mevkilere ehliyetsiz, liyakatsiz, sorumlulukların idrakinden aciz
ABD, dünyanın en çok tecavüz vakası yaşanan ülkelerinden biri. Amerika’da her 2 dakikada bir cinsel saldırı yaşanırken, her yıl 250.000 kadına saldırı olayı yaşanıyor.
Zilhicce 1439
33
olan kişilerin gelmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu kişiler hem dini hem de ahlaki terbiyeden yoksun olmaları, İslâm’ın ahkâmını ve talimatlarını derince kavrayamamaları, cahiliye kalıntılarının temizlenmemesi, felsefi akımlardan etkilenmeleri, Allah yolunda cihattan geri durmaları, konulara sığ bakarak daha geniş bir çerçeveden bakamamaları gibi birçok olumsuzluklara sahiptirler. İşte bu kişiler İslâm ümmetinin başına halife veya lider olarak geçtiğini düşünürsek, çöküşün başlangıç noktasını da tespit etmiş oluruz. Kuran ve sünnetin sosyal hayattan uzak olması farklı yaşam biçimlerini de beraberinde doğurmuştur. Bununla beraber; tembellik, batı özentiliği, değerlerin bozulması, bidat ve hurafelerin din gibi gösterilip yayılması, dünya sevgisi, ölüm korkusu gibi hastalıklar topluma sirayet etmiştir. Bu sirayet ile hastalık ağırlaşmış ve istikametten sapılmıştır. Bu hastalıkların en önemli sonuçlarından biri ise her gün daha da vahim bir durum alarak hiç durmadan ilerleyen ahlaki çöküntüdür. Ahlaki çöküntü Müslüman beldelerine, Avrupa’dan yayılmıştır. Bu yayılmaların sebepleri arasında İslâm hilafetinin çöküşüyle başsız kalan İslâm beldelerine musallat olan Avrupa ülkelerinin sömürgeleştirmeleri görülmektedir. İslâm hilafetinin ilgası ve öncesi ile İslâm, sosyal hayattan uzaklaştırılmıştır. Böylelikle Allah ile bağı kesilen insanlar çeşitli bağlara yönlendirilmiştir. Bu
34
Ağustos 2018
yönlendirilme ile insanların fikri olarak kısırlaştırılması, uyutulması, pasifleştirilmesi hatta dinden döndürülmesine şahit olunmuştur. İslâm’ın idare olarak yeryüzünden geçici olarak kalkması sadece Müslümanların yaşadıkları beldelerin etkilenmesi ile sonuçlanmamıştır. Aslında batı kendi eli ile bindiği dalı kesmiş, içinde iken oturduğu evi kundaklamış, derin sularda seyrederken bindiği gemiyi delmiştir. Ancak bunu akıl edecek şuura ve ferasete sahip olamadıklarından, hala farkına varmış değillerdir. Ahlak sadece Müslüman kadın ve erkeklerin takınacakları tavırlar ya da kriterler değildir. Aksine evrensel bir yaşayıştaki, tutum ve davranış biçimlerinin içinde bulunduğu izzetli bir duruş ve şerefli bir kimliktir. Batı ülkeleri ise izzet ve şereften yani ahlaktan yoksundurlar. Bu durumun en önemli sebebi ne yazık ki, Müslümanların dünya sahnesinden gerilemesidir. Müslümanların gerilemesiyle dünya insanları örnek şahsiyet ve örnek toplum yapısından mahrum kalmışlardır. Dünya insanlarının en büyük kaybı tabii ki, İslâm dini ile şereflenmemektir. Tek bir ilaha boyun eğmeyerek, belki de yüzlerce ilah statüsüne çıkardıkları şahıs, kurum, canlı ve cansız her türlü nesnenin tahakkümü altına girmişlerdir. İslâm dininden yoksun kalan birey ve toplumlar iman nimeti ile de tanışamamışlardır. Böylelikle kalpte her zaman manevi bir boşluk oluşmuş ve bu boşluğu ise her türlü
maddi nesne ile kapatmaya çalışmışlarsa da yapamadılar ve yapamayacaklardır. Allah Teâlâ, iman nimetinden mahrum kalanları kuranda şu şekilde tasvir buyurmuştur: “Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.” (1) Kalpleri bir türlü huzur ve sekinete ermeyen fertler ve bu fertlerden oluşan toplumlar meydana gelmiştir. Düşünün ki, kalpleri huzur nedir bilmeyen bu insanların; olgun, erdemli, adaletli, vefalı, insaflı, merhametli,
İslâm’ın idare olarak yeryüzünden geçici olarak kalkması sadece Müslümanların yaşadıkları beldelerin etkilenmesi ile sonuçlanmamıştır. Aslında batı kendi eli ile bindiği dalı kesmiş, içinde iken oturduğu evi kundaklamış, derin sularda seyrederken bindiği gemiyi delmiştir.
dengeli, barıştan yana bir tutum ve davranış sergilemeleri mümkün müdür? Tabii ki mümkün değildir. Rönesans’tan önce zalim rahiplerin ellerinde can çekişen maneviyatlarını rahiplerden kurtarmak ve farklı bir boyuta taşımak yerine maneviyattan yani dinden tamamen uzaklaşmışlardır. İlahi bir çizgisi olmayan batılılar, kendi çizgilerini kendi elleri ile çizerek önce kendilerine tapınmaya başlamışlardır. Kendi akıllarına tapınan batılılar fenni ilimlere saldırmış ve makine icat etmek için yarışmışlardır. Artık yeni bir din oluşturan batılılar yeni dinine Modernizm ismini
ilahlarına sunakta kurban sunmak adına ülkeler işgal edilmiş, halklar sömürülmüş, yer altı ve yer üstü kaynakları tarumar edilmiş, ırzlar kirletilmiş, insanlar hayvandan daha az değere köleleştirilmiştir. Modernizm dininin ahlak kavramı işte budur. Pozitif ilimlerde ileriye gidildikçe bir o kadarda insanı insan yapan değerlerden uzaklaşılmıştır. Çünkü batı-
dininin
lılar ve müttefikleri dünya hayatına
ilahları ise kendi elleri ile yaptıkları
maddi bakış açısı ile bakmakta ve
makinalara dönüşmüştür. Bu yeni
ona göre yol izlemektedirler.
vermişlerdir.
Modernizm
1. En’am Sûresi 125.
Zilhicce 1439
35
Müslümanlara muasır medeniyet olarak gösterilen Avrupa’da, anne ve babasıyla sapık ilişki içinde olan insan sayısı tüm engellemelere rağmen %8 gibi yüksek bir orandadır.
Müslümanların
dünya
üzerinde
gerilemesiyle dünya insanları önce İslâm’ı, sonra imanı ve daha sonra ise iman ile ortaya çıkan güzel ahlakı kaybetmişlerdir. Ahlakı, bireyler kaybettikten sonra aile düzeni ortadan kalkmıştır. Aile düzeni ortadan kalkan bir toplumda ahlaklı nesillerin yetişmesi son derece zordur. Herkes bilir ki ahlakın temellerini atan aile kurumudur. Bu yüzden şeytan ve aveneleri aile kurumunun ortadan kalkması için mücadele etmektedirler. Alman bir papaz, Avrupa’daki ailenin durumunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Ne tanrının kuralları ne de kilisenin uyarıları ne insanlık tarihinin tecrübeleri ne de saf mantık biz Avrupalıların aile ve evlilik kurumlarını yıkmamızı engelleyebildi.”
36
Ağustos 2018
Her yapılan evliliğin %50 ’si boşanma ile sonuçlanıyor (yıllardır rekor kıran en “çağdaş” kentimiz İzmir’de son verilere göre % 30 gibi rakamla Avrupa’ya yaklaşılmış) Boşanma davaları %80 kadınlardan geliyor, çocuk velayeti % 90 annelere veriliyor. Bu boşanmalardan her yıl 160,000 çocuk etkileniyor. Her gün 500 çocuk boşanma kararlarından genellikle babasından zorlan ayırılıyor. Her 4 aileden biri tek ebeveynli (genelde anneli) yetişiyor - 1,6 milyon aile 2007 yılında devamlı babasından irtibatı kesilen çocuk sayısı 2,2 milyona ulaştı. Aile mahkemelerinin kadınlardan yana karar verme eğiliminden dolayı babaların çocuklarını görme hakkından bile mahrum bırakılarak babasız nesiller yetişiyor. Nafaka ödeme şartı olmasına rağmen annelerinin intikam alarak ve feminist düşüncesi etkisinde her erkeğe nefretle yaklaşan aile mahkemeleri bu yaygın babalarından yabancılaştırma eylemleri hem çocuklarda hem de evladından ayrılan babalarda büyük psikolojik yaralar acıyor. Bilinen çocuklarda yaratılan büyük psikolojik sorunların yanında bu şekilde ailelerinden ve evlatlarından dışlanmış ve yasalarda hakkını alamayan babalarda depresyon, iş yerinde verimlilik düşüşü ve intihara kadar giden sonuçlara yol acıyor. Dolayısıyla erkeklerin %50 böyle bir sömürülmekten çekindikleri için hiç çocuk sahibi olmamayı tercih ediyorlar. Her doğan çocuğun %33 evlilik dışı doğuyor (bu oran AB genelinde %38 ve 20
yıl önce sadece %15’di) Aile fertlerinde iki tarafta da aldatma olayları o kadar olağan olduğundan dolayı tahminlere göre evliliklerde doğan çocukların %26’nın babası başkası olduğuna inanılıyor. İlginçtir bundan dolayı zaten boşanmalarda perişan olan çocukları korumak için 2006’da Almanya’da anneden onaysız gizli babalık DNA testi yapmak kanunen yasaklanmıştır. Çoğu büyük şehirlerde hanelerin ancak %15-20’inde çocuk yaşıyor. Her Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye giden ilk fark ettiği olaylardan biri mutlaka sokaklarda oynayan çocukların fazlalığı olmuştur. Bu durumu Federal Almanya’daki bazı duyarlı sosyologlar, ülkenin 2. Dünya harbinden sonraki en büyük psikolojik ve sosyal kitle faciası olarak tanımlıyor. (2) Anne şefkatinden ve baba gölgesinden uzak çocuklar yetişiyor. Anne - baba terbiyesi almamış, sevgiden uzak yetişmiş bir bireyin merhametli ve diğer erdemli davranışlara sahip olması kesinlikle beklenemez. Zaten beklenmediğinden merhametten uzak ahlaksız bir nesil ortaya çıktı. Bu nesil Müslüman beldelerinde sivil halk üzerinde terör estirmektedir. Aileden yoksun bireyler nefislerinin köleleri haline gelmiştir. Kölelik sadece hevaya tabii olmak olarak düşünülmemelidir. Müslümanların gerilemesiyle kölelik daha da modernleşerek devlet eliyle ya da devletin dirsek teması içinde
olduğu derin yapılarla yürütülmektedir. Özgür Yürü Vakfı'nın (Walk Free Foundation) Küresel Kölelik Endeksi Raporu «modern zaman köleliğinin» gelişmiş ülkelerde daha yaygın olduğunu ortaya koydu. Raporda modern kölelik; “insan kaçakçılığı, zorla çalıştırma, borç esareti, zorla evlendirme, cinsel istismar, çocukların satılması ve istismarı ile köleliğin kendisi” olarak tanımlanıyor. Gelişmiş ülkelerde modern kölelerin sayısının düşünülenden çok daha yüksek olduğu vurgulanan raporda, ABD’de 403 bin modern köle bulunduğunun öngörüldüğü aktarıldı. (3) Müslümanların dünyada gerilemesiyle calutların ve Firavunların sayısı arttı ve halklara tebelleş oldular. İnsanları gönüllü ya da zoraki bir şekilde köleleştirdiler. Böylelikle ahlaklarından tavizler vermişlerdir. Ahlakın dibe vurduğu batılı ülkelerde zinanın aleni bir şekilde serbest olması bile tecavüzlerin önüne geçememiştir. Amerika Federal Sağlık Bakanlığı’nın resmi raporuna göre 18 yaşındaki kız öğrencilerin yüzde 28’i bakire, yüzde 72’si fuhuş içindedir. 15 yaşındaki kızların yüzde 40’ı fuhşa bulaşmıştır. Ve 25 öğrenciden biri AIDS ya da cinsel hastalıklardan birine yakalanmış durumda. ABD Tecavüzlerle Mücadele Merkezi’nin
2. Milliyet, blog - Avrupa’da aile kurumunun yok olması 3. Mepa News Haber
Zilhicce 1439
37
resmi raporuna göre ABD ülke dâhilinde dakikada, 1,3; günde 1900 ve yılda 683 bin kadın ve kızın ırzına tecavüz edilmektedir. Bu rakam polise intikal eden kayıtlardır. Şikâyet etmeyenler bunun dışındadır. Her 8 kız ve kadından biri tecavüze uğramaktadır. Tecavüze uğrayanların yüzde 62’si 18 yaşından küçük. Bunun yüzde 29’u ise 11 yaşından küçüktür. ABD’de günde 9077 civarında çocuk doğmakta olup bunun 1282’sinin babası belli değildir. Evlilik dışı doğum en az yüzde 30 ya da bazı kaynaklara göre yüzde 45’dir. Doğan her 10 çocuktan en az 4’ü evlilik dışıdır. Evlilik dışı doğum ile babası belli olmayan doğum ayrıdır. ABD eski Başkan Yardımcısının verdiği bilgiye göre 250 milyon ABD nüfusunun 64 milyon 250 bini evlilik dışı doğum neticesidir. Kayda geçen ve geçmeyen cinsi taciz (ırza tecavüz) yılda 5 milyon sayısını bulmaktadır. Tecavüz sadece yetişkinlere ve sadece bayanlara yönelik de değil; erkek çocukların yüzde 22’sinin küçükken ırzlarına tecavüz edilmektedir. (4) ABD’de kadınların yaklaşık yüzde 20’si yaşamlarının bir noktasında tecavüze ya da tecavüz girişimine hedef oluyor. Amerika’da dakikada 24’den fazla insan tecavüze, şiddete veya ısrarlı izlemeye maruz kalıyor. Bu nitelikte 12 milyon suç duyurusu yapıldığı belirtildi. Araştırmaya göre, önceki bir yıl içinde Amerika’da 1 4. www.arsivbelge.com 5. BBC Türkçe Sitesi
38
Ağustos 2018
milyonu aşkın kadın, tecavüze uğradığını bildirdi. 12 milyonu aşkın kadın ve erkek, geride kalan bir yıl içinde, cinsel partnerlerinin tecavüz ve fizikî şiddete hedef olduklarını bildirdiler. Irza geçme denilen bu tecavüzden erkekler de paylarını alıyorlar. Tahminen her 71 erkekten birinin hayatlarının bir noktasında tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Erkek tecavüz kurbanlarının yüzde 25 kadarına, 10 yaşında veya daha da küçükken tecavüz edildiği belirlendi. (5) Demokrasinin hâkim olduğu ABD’nin bazı eyaletlerinde, Avrupa ülkelerinin birçoğunda eşcinsel evliliklere, evli çiftlerin sahip olduğu bütün haklar verildi. ABD, dünyanın en çok tecavüz vakası yaşanan ülkelerinden biri. Amerika’da her 2 dakikada bir cinsel saldırı yaşanırken, her yıl 250.000 kadına saldırı olayı yaşanıyor. Fransa’da her 4 günde bir kadın öldürülüyor ve her yıl 25.000 kadın tecavüze uğruyor. İtalya’da ise, her üç günde bir kadın sevgilisi, eşi ya da eski eşi tarafından öldürülüyor. Hollanda da her beş kadından biri, erkek arkadaşının şiddetine uğruyor. Boşanma oranları Rusya’da %33, İngiltere’de 32, Fransa’da 19 gibi yüksek rakamlardır. Müslümanlara muasır medeniyet olarak gösterilen Avrupa’da, anne ve babasıyla sapık ilişki içinde olan insan sayısı tüm engellemelere rağmen %8 gibi yüksek bir orandadır.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki;
ve bu yüzdende ölümü seçtiklerini
dünya
yayınlanmıştı.
insanları,
Müslümanların
gerilemesiyle İslâm ve iman nimetini kaybetti. Sonra ahlakın tarlası olan aile kurumunu kaybetti. Sonra erdemli bir birey olmayı kaybetti. Gıybetin
olmadığı
bir
kardeşliği
kaybettiler. Vefalı bir komşuluğu kaybettiler. Tüccarlar, elinin altında-
Yani
Müslümanla-
rın gerilemesiyle tek kazanılan şey yalnızlık içinde bir ölüm olduğu gerçeğidir. Pozitif ilimlerde ilerleyerek zenginlikler elde edildi ancak ahlaklı olmak para ile satın alınamayan şeylerdendi. Nitekim Rasûlul-
kilerin onurunu düşünmeyi kaybetti.
lah sallallahu aleyhi ve sellem güzel ahlakı
Öğretmenler örnek olmayı kaybetti.
tamamlamak için gönderildiğini biz-
Yöneticiler adaletli olmayı kaybetti.
lere buyurmuştur. İşte kaybedenler
Anneler; kocalarına karşı sadakati,
böylesi bir Allah Rasûlü’nün lider-
çocuklarına karşı şefkatli olmayı kay-
liğini de kaybetti. Sürekli kaybeden
bettiler. Babalar otoriteyi, korumacılığı ve saygı duyulmayı kaybettiler. Kız çocukları hayâlı ve iffetli olmayı, böylelikle hainlerin gözleri ve azalarından azat olunmayı ve bunun neticesinde de mutlu ve huzurlu bir
Avrupa ve batılı ülkelerini takip eden Müslüman beldeleri de ahlak olarak sürekli kan kaybetmektedir. Şairin de dediği gibi memleketler parasızlıktan değil ahlaksızlıktan çökerler.
yuva kurma hayalini kaybettiler.
Her batılı ülke bağırlarında kendi
Erkek çocukları onuru, haysiyeti,
katilini yetiştirmektedir. Böylelikle
ciddiyeti, saygıyı ve sorumluluğu
kendi sonunu hızlandırmaktadırlar.
kaybetti. Dedeler ve nineler geçmiş
Batılılar İslâm ahlakını kaybettiler.
tecrübelerini
En önemli kayıpları ise, ahlaklarıyla
torunlarına
aktarma
umutlarını kaybettiler. Aydınlar ve kanaat önderleri basireti, feraseti ve yol gösterici olmayı kaybetti. Zihinler sekineti, kalpler huzuru, gönüller Allah için sevmeyi, sevilmeyi, ziyaret etmeyi ve ziyaret edilmeyi kaybetti. Bir haber sitesi, Avrupa da yaşayan
kazanacakları ebedi bir cenneti. Batı dünyası tıpkı şu ayetin işaret ettiği konumdadır: “İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”
(6)
Allah'tan duamız
yaşlı bir çiftin yıllarca kapıcıdan
hayırlı, ahlaklı nesillerin yetişmesi
başka
ve kendinden sonraki nesillere öncü
ziyaretçileri
olmadığından
yaşamanın bir anlamı kalmadığını
olmalarıdır.
6. Tevbe Sûresi 69.
Zilhicce 1439
39
İKTİBÂS Nedim Bal
Bismillahirrahmanirrahim Bu ay “Gündem İktibas” köşemizde sizler için iki yazı alıntılayacağız. Birinci yazı; Suriye sahasıyla alakalı bir analiz yazısı. İkincisi ise; İç siyasetle alakalı eleştirel bir yazı.
Suriye Krizinde Yeni Dinamikler ve Riskler
S
uriye iç savaşında bugüne kadar vekiller vasıtası ile yürütülen güç mücadelesi, devletlerin doğrudan karşı karşıya gelebileceği kritik bir aşamaya geçti. Suriye krizinde 2018 yılı, iç savaşın yeni bir aşamaya geçmesine neden olacak kritik gelişmeleri beraberinde getirdi. Öncelikle Suriye rejimi güçleri ile ABD arasında Suriye’nin doğusu için yürütülen yarış sonuçlandı ve taraflar arasında Fırat Nehri’nin fiili sınır oluşturduğu bir statüko ortaya çıktı. İkinci olarak rejim güçleri, ülkenin orta kısmında kalan Şam çevresi, Hama ve Humus’taki muhalif cephelerin tamamını ele geçirmeyi başardı. Son olarak da Türkiye, Zeytin Dalı Harekatı’nı
40
Ağustos 2018
gerçekleştirerek Afrin ilçesinin tamamında kontrolü ele geçirdi. Türkiye böylece Fırat Kalkanı bölgesi ile İdlib arasında coğrafi bağlantıyı sağlayarak bütünlüğü olan bir coğrafyada nüfuz sahibi olmayı başardı. Bütün bu gelişmeler neticesinde Suriye iç savaşında askeri cepheler ülkenin kuzey, doğu ve güney sınırlarına hapsedilmiş oldu. Bu yeni durumun ortaya çıkardığı en önemli sonuç, Suriye iç savaşında vekiller vasıtası ile yürütülen güç mücadelesinin bundan sonra devletlerin doğrudan karşı karşıya geleceği yeni bir aşamaya geçecek olması. Zira Suriye rejimi ve destekçilerinin bundan sonra yapacağı her askeri hamle, sadece muhalifler ya da YPG değil onun arkasındaki bölgesel ya da
uluslararası güç ile de karşı karşıya gelmesi anlamına gelecek. Bu durum Suriye krizinde çatışmanın düzeyinin düşeceği anlamına gelebilir. Zira artık her askeri hamlenin maliyeti bütün taraflar için yüksek olacak ve hiçbir aktör zorunda kalmadıkça bu maliyeti üstlenmek istemeyecektir.
Rusya-İran İttifakında Çatlak Bu durum Suriye’de çatışmaların ya da güç mücadelesinin biteceği anlamına gelmiyor. Ancak askeri taktikler değişebilir ve siyasi müzakereler/ anlaşmalar öne çıkabilir. Bu açıdan ilk örnek, güney cephesi olacak gibi. Ürdün sınırında yer alan Dera vilayetinin içinde kalan muhalif bölge, Astana’dan ayrı olarak Rusya, ABD ve Ürdün arasında imzalanan bir anlaşma ile çatışmasızlık bölgesi ilan edilmişti ve burada uzun süredir sessizlik hakimdi. Son olarak Şam çevresindeki tüm muhalif alanları ele geçiren rejim güçleri, ABD ve Türkiye nüfuz alanlarına kıyasla zayıf halka olarak gördüğü güney cephesine yöneldi ve Dera’ya önemli sayıda askeri güç sevk etti. Bu gelişme Rusya arabuluculuğunda ABD, rejim, İsrail ve İran arasında dolaylı görüşmeleri tetikledi. Müzakerelerin muhtemel kazananı Rusya ve Suriye rejimi olacak. Bu cephede İsrail açısından en büyük risk unsuru, Hizbullah ya da İran yanlısı diğer milis güçlerin varlığı. İsrail kendi sınırlarında İran etkisine izin vermemek ve Suriye genelindeki İran nüfuzunu
sınırlandırmak için son aylarda Suriye içindeki İran hedeflerine dönük hava saldırıları gerçekleştirmişti. Nükleer anlaşmanın iptali nedeniyle artan ABD baskısı da İran’ı daha fazla köşeye sıkıştırdı. Bu gelişmelere paralel olarak İran’ın, Suriye’deki müttefiki Rusya ile arasındaki görüş ayrılıklarının da arttığı görülüyor. Geçen haftalarda Rus lider Putin, Soçi’de Beşşar Esed’i ağırladı ve bu görüşme sonrası yapılan basın açıklamasında her iki ülkenin, Suriye’deki tüm yabancı güçlerin geri çekilmesi konusunda mutabık kaldığı açıklandı. İlginç olan ise Rusya’nın İran güçlerini ve İran destekli milisleri de kastettiği yorumlarının yapılmış olmasıydı. İranlı yetkililerin “hiçbir ülkenin kendilerine Suriye’den çekilme baskısı
yapamayacağı”
yönündeki
açıklamaları ise Suriye konusunda iki müttefik arasındaki görüş ayrılığı, hatta rekabetin arttığını açıkça ortaya koydu. Rusya şimdilik İran güçlerinin Suriye’den çıkmasını sağlayamasa da İsrail ve ABD baskısını kullanarak İran’ın güney cephesi operasyonuna
Zilhicce 1439
41
42
katılmamasını ve hatta İranlı güçlerin İsrail sınırından 70-80 km içeriye çekilmesini sağladı. Rusya’nın koordine ettiği anlaşma sonuca varırsa İran’ın çekilmesi karşılığında da ABD Ürdün sınırında yer alan Tanaf üssünden çekilecek, muhalifler de Ürdün sınır kapısını ve kontrol ettikleri bölgeleri rejime devredecek. Suriye rejimi böylece bütün zayıflığına rağmen bölgesel ve uluslararası aktörlerin güç mücadelesinden faydalanarak ve kendini kötü alternatifler arasında tercih edilen kılarak konumunu güçlendirmeyi başarmakta.
getirecek bir hamlede bulunması
ABD Korumasındaki Bölgelere Operasyon İhtimali
rejimin ABD’ye karşı bir “yıpratma
mümkün görünmüyor. İran üzerindeki baskının da arttığı bir dönemde Suriye rejiminin ABD koruması altındaki bir bölgeye kapsamlı operasyon başlatması gerçekçi değil. Rejim muhtemelen ilk seçenek olarak YPG ile anlaşma yoluna giderek Suriye’nin doğusuna dönmenin yollarını arayacaktır. Buna dönük olarak da taraflar arasında görüşmelerin yapıldığına ilişkin haberler basına yansımaya başladı. Operasyon seçeneğinin gerçekçi görünmediği ve müzakere yoluyla anlaşma sağlanamadığı bir durumda, savaşına” girişmesi yüksek ihtimal.
Güney cephesinde sonuca ulaşılmasını takiben iki bölge öne çıkacak. Bunlar Türkiye için kritik önem taşıyan ve çevresinde 12 gözlem noktasının kurulması ile fiilen Türk nüfuz alanına dönüşen İdlib ile ABD koruması altındaki YPG bölgeleri.
Tam da böyle bir ortamda Halep,
Suriye lideri Esed geçen hafta Rus medyasına yaptığı açıklamada “YPG bölgelerinin ya müzakere ya da güç yoluyla geri alınacağını” açıklayarak sıradaki hedefin Suriye’nin doğusu olabileceği mesajını verdi.
anlamda çok anlamlı olmayabilir.
ABD daha önce rejim güçlerinin Fırat Nehri’nin doğusuna geçme girişimine yüzün üzerinde Suriye askeri, İran yanlısı milis ve Rus paralı askerleri öldürerek sert bir cevap vermişti. Rusya’nın Fırat’ın doğusunda ABD ile kendisini doğrudan karşı karşıya
Rejim ABD’nin Suriye’den çekilmeyi
Ağustos 2018
Rakka ve Haseke’den 70 aşiret temsilcisi bir araya gelerek “Suriye’nin doğusunu yabancı güçlerden temizlemek amacıyla yeni bir güç oluşturduklarını” açıkladı. Rejim yanlısı bu gücün kurulmuş olması askeri Ancak esas önemli olan rejimin bundan sonraki aşamada ABD, Fransa ve YPG’ye karşı mücadelede nasıl bir yöntem kullanabileceğini göstermesi açısından anlamlı. kabul etmemesi durumunda ABD ve YPG karşısında olan yerel dinamikleri kullanarak Suriye’nin doğusunda oyunbozan rolü oynayacağı ve bu bölgeyi ABD açısından güvensiz bir alana dönüştüreceği mesajını vermektedir.
Rejimin radarında olan diğer bölge ise İdlib. Ancak İdlib, Türkiye açısından kritik önemde ve bu bölgeye dönük tek taraflı girişimlere karşı Türkiye’nin güç kullanma ihtimali yüksek. Türkiye, İdlib’e askeri birliklerini, Rusya ve İran ile koordineli şekilde yerleştirdi. Türkiye’nin 12 gözlem noktasını tamamlamasını takiben Rusya ve İran da kurmaları gereken 12’şer gözlem noktasını tamamlamak için çalışmalarını hızlandırdı. Türk gözlem noktaları tek başına askerî açıdan caydırıcı olmayabilir. Ancak buradaki sürecin Rusya ve İran ile koordineli yürütülmesi, İdlib’e saldırının Türkiye’ye saldırı anlamına gelecek olması rejimin hamlelerini sınırlandıracaktır.
Türkiye, Münbiç’te Somut Adımlar Bekliyor ABD ve Türkiye arasında Münbiç konusunda yürütülen müzakerelerin sonucu da Suriye rejiminin bir sonraki hamlesini belirlemede etkili olacak. ABD ve Türkiye’nin Münbiç için belirlediği yol haritasına göre YPG bölgeden çekilecek, ABD ve Türk orduları bölgede ortak denetim sağlayacak ve Münbiç için yeni bir sivil konsey oluşturulacak. Türkiye, Münbiç modelinin başarılı olması durumunda aynı sürecin Suriye’nin doğusu için de işletilmesini talep ediyor. Münbiç modelinin planlandığı şekilde uygulanması uzun vadede Suriye’nin doğusunun ABD-Türkiye ortak nüfuz alanına dönüşmesi anlamına gelebilir.
Bu senaryoda, Türkiye YPG sorununu sınırlandırmaya başarsa da Rusya ve İran ile sürdürdüğü iş birliği zayıflayacaktır. ABD-Türkiye iş birliğinin başlaması Rusya, İran ve Suriye rejiminin İdlib ve hatta Fırat Kalkanı bölgesindeki Türk varlığına dönük istikrarsızlaştırma girişimlerini tetikleyecektir. Diğer taraftan YPG de ABD’nin bıraktığı boşluğu Suriye rejimi ve İran ile doldurmak isteyecektir. İkinci ihtimal ABD’nin Münbiç konusunda sadece zaman kazanmak ve Türkiye baskısını azaltmak için göstermelik adımlar atmaya devam etmesi. Türkiye’nin ilk tercihi Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunu ABD ile anlaşarak çözmek olacak. Ancak Türkiye, Münbiç yol haritası konusunda somut adımların atılmadığını görmesi durumunda Suriye’de Rusya ve İran ile olan iş birliğini derinleştirebilir. Bu durum rejimin İdlib’e dönük hamlelerini erteletecek ve bir sonraki mücadele alanı konusunda Suriye’nin doğusunu öne çıkaracaktır. -------------------------Kaynak AA…ORSAM Uzmanı Oytun Orhan /Suriye Krizinde Yeni Dinamikler ve Riskler
Zilhicce 1439
43
İKTİBÂS Nedim Bal
Yeni Türkiye’de Resmi İdeoloji ve Sembollerin Yeri
T
artışmalara bakılırsa kimsenin ideolojiyle, sembollerle filan ilgilendiği, tartışmaya
unutarak şişirildikçe şişirilen dilek ve
hacet hissettiği falan yok. Ekonomide
lara sebep olabilir. Bu sebeple idari,
büyük atılımlar yapacak kadroya veya turizmi
canlandıracak
profesyonel
tecrübeye yerli yersiz güzellemeler yapmaktan sıra gelmiyor herhalde!
44
temenniler uzun olmayan bir vadede ciddi hayal kırıklıkları ve sıkıntıiktisadi, teknolojik veya askeri sahalarda icra edilen değişim dönüşümler sebebiyle oluş(turul)an coşku dalgası hukuki, siyasi/ideolojik ve ahlaki
Ancak ‘Yeni Türkiye’, bütün kaza-
sahalarda girişilmesi gereken fakat bir
nımlara ve alınan mesafelere rağmen
takım gerekçelerle ertelenen öncelikli
halen bir iddia ve ideal olduğunu
sorumlulukları gölgede bırakıyor.
Ağustos 2018
Kahrolsun Oligarşi, Yaşasın İdeolojisi Bürokratik oligarşi tasfiye ediliyor da bunun bir adı, tarifi, ideolojik dayanak ve kadroları yok mu ki mesele idari bir değişim gibi takdim edip ilerletilmek isteniyor? Darbe ve kaos üreten sistemi yıkıyoruz da darbe ve kaos üretimini sistematik hatta kronik hale getiren Kemalist ideoloji, kurum ve kadroları neden tartışma dışı bırakıyoruz? İkinci, üçüncü veya beşinci Cumhuriyet tartışmalarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü esas kavga cumhuriyetin halkı ve hukuku ne derece temsil edip etmediğiyle doğrudan alakalıdır. Bununla ilgili olsa gerek son dönemde siyasi tarih neredeyse 15 Temmuz daha iyi ihtimalle 17-25
FETÖ ile haklı ve zorunlu mücadele önceliğinin, Türkiye’nin en köklü ve en kronik hastalığı olan Kemalizm’le hesaplaşmayı önemsiz belki de lüzumsuz hale getirdiği zehabı maalesef siyaset ve medyayı sarıp sarmalamış durumda. Yeni Türkiye’ye adım atarken yapılan törenler yine Anıtkabir’den başlıyorken, edilen yeminler yine Atatürk ilke ve inkılaplarına mecburi sadakati deklare ediyorken hiçbir tuhaflık ve çelişki yokmuş gibi mi davranılır?
Aralık veya 7 Şubat krizlerinden daha geriye gidemeyecek kadar karartıldı, daraltıldı. FETÖ ile haklı ve zorunlu mücadele önceliğinin, Türkiye’nin en köklü ve en kronik hastalığı olan Kemalizm’le hesaplaşmayı
önemsiz
belki
de
Yeni Türkiye söylemi, salt idari ve teknik bir değişimi değil onunla birlikte
lüzumsuz hale getirdiği zehabı maa-
siyasi, hukuki ve ideolojik değişimi
lesef siyaset ve medyayı sarıp sarma-
de öngörmelidir. İdaresi yeni ama
lamış durumda.
ideolojisi eski bir Türkiye mi murat
Yeni Türkiye’ye adım atarken yapılan törenler yine Anıtkabir’den başlıyorken, edilen yeminler yine Atatürk
ediliyor? Değişip gelişen teknolojisinin yanında değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen Anayasa’sı sadece mantık
ilke ve inkılaplarına mecburi sadakati
açısından değil en temelde toplumsal
deklare ediyorken hiçbir tuhaflık ve
talepler ve ahlaki kaideler açısından
çelişki yokmuş gibi mi davranılır?
aykırı durmaz mı?
Zilhicce 1439
45
Neden bürokratik oligarşiyle hesaplaşırken onu ayakta tutan, ona bir nebze de olsa yasal meşruiyet kazandıran resmî ideoloji, sembol ve ritüeller sür git devam etsin? Halka uzun yıllar acı çektiren, toplumun hayat tarzını ezip çiğneyen devletin mahiyetini; bürokrasiye karşı teknokrasiyi daha etkin kılarak değiştirebilmek akla pek yatkın gelmiyor.
Ritüeller Güçlenirse Siyaset Zayıflar Avrupa’da, Amerika’da veya Rusya’da devletçi, korumacı, milliyetçi, içe kapanan siyaset tarzlarının yükselişe geçiyor oluşunu Türkiye’ye örneklemek durumunda değiliz. 1930’larda yaşanan devletçi dalganın tekerrür ettiği bir vasatta Türkiye’nin milliyetçi-ulusalcı reflekslerle çözüm üretmeye girişmesi çıkmaz sokak tercihi gibidir. Kemalist ideoloji, sembol, ritüel ve kadrolarla Türkiye için çözüm üretmek imkân dahilinde olsaydı ne çok partili hayata geçişin önü açılırdı ne de askeri darbelere ihtiyaç duyulurdu. Keyfe keder olsun diye eski defterleri karıştırmayı değil siyasal ve toplumsal tarihten ibret almayı tartışıyoruz. Sistem değişimi zaruri hale getiren temel saik 15 Temmuz darbe girişimden ibaret olmadığı gibi FETÖ’nün paralel devlet yapılanmasıyla da sınırlı değildir. Tek Parti rejimini, İstiklal Mahkemeleri zulmünü, İslâmi değerlere karşı inkılaplar adı altında ihtilalci sal-
46
Ağustos 2018
dırganlıklar örgütleyen Kemalizm’i, halkın İslâmi hayat tarzına karşı Türk ulus kimliğini dayatan zorunlu eğitim sistemini büyük oranda geride bıraktık!!. Fakat toplum ve siyaset halen Anayasa’nın ruhunu belirleyen üstelik değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ideolojik dayatmaların ağır ipoteği altındadır. Bu ipoteğe toplum ve siyaset neden razı olsun, neden bu deli gömleğiyle yoluna devam etmeye mecbur kılınsın? (Bir taraftan) Bürokratik oligarşiyi ayakta tutan asker, sermaye, yüksek yargı, akademi gibi kurumlarla hesaplaşıp (diğer taraftan) onların üretip siyaset ve topluma dayattığı resmî ideoloji(yle), sembol ve ritüellerle uzlaşarak yola devam edilemeyeceği aşikârdır. Eklemlene eklemlene, sentezleye sentezleye oligarşinin duygu ve düşünceleri, davranış ve hayat tarzı ne yazık ki bütün bir toplumu çürütmektedir. Fatiha okuyunca Anıtkabir ziyareti, başörtülü okununca laikliğe bağlılık andı meşru ve makbul olmaz. Şeytanın en tehlikeli hali sağdan yanaşan halidir. -------------------------Kaynak Haksöz Haber/ Yeni Türkiye’de Resmi İdeoloji ve Sembollerin Yeri - Kenan ALPAY
MÜSLÜMAN KÂŞIFLER Cihan Malay
İlk Dünya Haritasını Çizen Osmanlı Denizcisi:
PIRI REIS (1465-1554)
O
smanlı Devleti topraklarının genişlemesi ve kara parçalarından ayrı olarak denize
kıyısı olan ülkelere yayılması sonucunda denizciliğin önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nde denizcilik alanında çalışmalara önem verilmiştir.
denizcilik alanında tecrübesi bulunan kimselerin hakkı çok fazladır. Osmanlı topraklarının genişlemesindeki donanmanın yeri açık bir gerçek olarak bilindikten ve bu donanmadaki mahareti bilinen kimselerden bahsedildiğinde sonra Piri Reis’in anlatılmaması bir eksiklik olarak kalacaktır.
Osmanlı’dan önce kurulan Anadolu’daki beylikler ve Venedik, Ceneviz gibi gayrimüslim devletlerin tecrübelerinden de istifade edilerek, Osmanlı’nın donanması kurulmuştur. Kurulan donanmalar sayesinde Osmanlı
Hayatı Asıl adı Muhyiddin olan Piri Reis, harita ve denizcilik alanında İslâm dünyasının yetiştirdiği ender insanlardan biridir.
toprakları, sınırları denizde yer alan
Kendisi
Akdeniz ve Karadeniz’deki topraklara
“Kitab-ı Bahriye” eseri ve çizdiği iki
kadar yayılmıştır. Bu yayılma esna-
tane dünya haritası ile bu husustaki
sında şüphesiz işinde usta olan ve
başarısını göstermiştir.
tarafından
hazırlanan
Zilhicce 1439
47
Osmanlı topraklarında bulunan ve denize kıyısı olan Gelibolu’da doğan Piri Reis’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1465 ile 1470 yılları arasında doğduğu söylenmiştir. Babası Karamanlı olup İstanbul’a göç eden, buradan da Gelibolu’ya yerleşen Hacı Mehmet’tir. Gelibolu’nun Osmanlı denizciliğinde önemli bir yeri vardır. Osmanlı’da gemiler, Gelibolu sancak beyinin kumandası altında toplanmış, burada bulunan deniz subayları da reislerin idaresinde yetiştirilmişlerdir. İlk zamanlar bu yetiştiren bilgili kimselere “reis” denilmiş, bu isimlendirme sonraları İtalyanca’dan alınan “Kaptan” kelimesiyle değişilmiştir. Bundan dolayı da donanma kumandanı da Kaptan-ı Deryâ denilmiştir. Türk tarihçi İbni Kemal o tarihlerde Gelibolu’ da doğan çocuklar için şu tanımlamayı yapmıştır: “Gelibolu’da doğan çocuklar timsah gibi su içinde büyürler. Beşikleri ecel tekneleridir. Sabah ve akşam gemi seslerinin ninnisiyle uyurlar.” Amcası Kemal Reis’ten dolayı daha küçük yaşlarda deniz ve gemi ile tanışmış olan Piri Reis, 11 yaşından itibaren amcasının yanında bazı deniz seferlerine katılmış ve 14 yıl boyunca amcası ile birlikte deniz yolculuklarına çıkmışlardır. Bu yolculuklardan biri, 1486 yılında İspanya’nın baskısından kaçan ve Osmanlı’dan yardım isteyen Endülüs Müslümanlarının Kuzey Afrika sahillerine taşınması olmuştur.
48
Ağustos 2018
Bu seferlerin Piri Reis’e en önemli katkısı, gittiği yerlerde edindiği bilgi ve tecrübeleri ileride kitaplaştırmasına katkı sağlamış olmasıdır. Nitekim daha sonraki yıllarda bu bilgileriyle denizcilik ve haritacılık alanında eserler vermiştir. Çizdiği haritalar ile deniz yolculuklarında bulunacak kaptanlara ve donanmaların yönlerini bulmada faydalanılacağı önemli bilgilere de eserlerinde yer vermiştir. Osmanlı Devleti ve denizcilikle ilgilenen kimseler, onun denizcilik ve denizler hakkında verdiği bilgilerden çokça istifadede bulunmuşlardır. Bu sayede hem yeni yerlerin öğrenilmesi sağlanmış hem de Osmanlı’nın denizlerdeki hâkimiyetinin güçlenmesi sağlanmıştır. Önceleri bağımsız bir şekilde Akdeniz’de amcası Kemal Reis ile birlikte denizcilik faaliyeti sürdüren Piri Reis, Osmanlı’da Cem Sultan’ın ölümüyle merkezi idarenin tek elde toplandığı II. Bayezıd döneminde amcasıyla birlikte Osmanlı donanmasına dâhil olmuştur. Amcası Osmanlı Devleti’nde dönemin Kaptan-ı Derya’sı Davut Paşa filosunun fiilen komutanları arasında yerini almıştır. 1511 yılında amcasının vefatının ardından iki yıl denizlerden uzak durmuş ancak bu sürede özellikle haritacılık alanında edindiği bilgilerini kâğıda aktarmıştır. Gelibolu’da bulunduğu sıralarda, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a düzenlediği sefere katılmış ve sefere denizden takviye sağlamak için İskenderiye’ye
giden filoya kadırgasıyla katılmıştır. Onun İskenderiye’nin ele geçirilmesindeki katkısı Yavuz Sultan Selim’in dikkatini çekmiş, İskenderiye’nin fethedilmesinde yararlandığı haritayı Yavuz Sultan Selim’e sunmuştur. Bugün elimizde bu haritanın sadece bir parçası bulunmaktadır. Mısır’ın fethedilmesinin ardından memleketi Gelibolu’ya dönen Piri Reis, denizcilik tecrübelerine yer verdiği “Kitab-ı Bahriye” eserini 1521 yılında yazmıştır. Bu kitap ile ilgili şöyle bir olay aktarılmıştır: “Kitabın yazıldığı yıllarda Mısır’da bir isyan çıkar ve isyanı bastırmak için 1524 yılında Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa görevlendirilir. Piri Reis, İbrahim Paşa’nın emrinde hazırlanan donanmaya katılır. Bu deniz yolculuğu sırasında bir ara donanma fırtınaya kapılır ve Rodos’a sığınmak zorunda kalır. Fırtınanın şiddetinden dolayı burada bir süre beklenmesi esnasında Piri Reis’e İbrahim Paşa ile tanışma fırsatı doğar ve tanışırlar. Yolculuk süresince Piri Reis’in sürekli bazı notlara bakması, İbrahim Paşa’nın dikkatini çeker ve bu notların ne olduğunu ona sorar. O da denizcilikle ilgilendiği süre boyunca edindiği bilgileri not aldığı ve onlardan faydalandığını söyler. İbrahim Paşa’nın bu bilgileri Kanuni Sultan Süleyman’a düzenlenmiş hali ile sunmasını teşvik etmesi üzerine Piri Reis, bu kitabı düzenleyerek Kanuni Sultan Süleyman’a sunar. Eseri kabul görür ve Osmanlı’nın deniz seferlerinde faydalandığı bir eser haline gelir.”
Gelibolu’nun Osmanlı denizciliğinde önemli bir yeri vardır. Osmanlı’da gemiler, Gelibolu sancak beyinin kumandası altında toplanmış, burada bulunan deniz subayları da reislerin idaresinde yetiştirilmişlerdir.
Eserinin kabul görmesinin ardından yıldızı giderek parlayan Piri Reis, daha sonraki dönemlerde devletin deniz alanındaki çeşitli kademelerine yükseltilmiştir. Kendisine 1500 yılında yapılan Modon Savaşı’nda henüz 35 yaşındayken “Reis” unvanı verilmiştir. Osmanlı’nın denizlerdeki gücünün arttırılması amacıyla gemi yapımına önem veren Yavuz, Kasımpaşa-Hasköy civarında bir tersane kurmaya karar vermiş ve bunun başına da Piri Reis’i görevlendirmiştir. 1513’te tamamlanan tersane, daha sonraları genişletilmiş bir şekilde Haliç’e taşınmaya karar verilmiş ve 1516 yılında Piri Reis’in gayretleriyle Haliç Tersanesi kurulmuştur. Ünlü
denizci
Barbaros
Hayrettin
Paşa’nın (asıl adı Hızır Reis) vefatının
Zilhicce 1439
49
Amcası Kemal Reis’ten dolayı daha küçük yaşlarda deniz ve gemi ile tanışmış olan Piri Reis, 11 yaşından itibaren amcasının yanında bazı deniz seferlerine katılmış ve 14 yıl boyunca amcası ile birlikte deniz yolculuklarına çıkmışlardır. Bu yolculuklardan biri, 1486 yılında İspanya’nın baskısından kaçan ve Osmanlı’dan yardım isteyen Endülüs Müslümanlarının Kuzey Afrika sahillerine taşınması olmuştur.
ardından onun yerine Mısır Kaptanlığı’na (Hint Deniz Kaptanlığı da denmiştir) getirilmiş, vazifesini layıkıyla yerine getirmiştir. 1547’de Hint Kaptan-ı Deryalığı’na yükseltilen Piri Reis, Aden ve Maskat gibi stratejik noktalarda Portekiz deniz kuvvetlerini mağlup etmiştir.
Son Deniz Seferi ve Vefatı Onun idam edilmesine giden son vazifesi, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Süveyş’ten donanma ile Basra’ya gidip, buradaki 15.000 askeri
50
Ağustos 2018
ve diğer gemileri de yanına alarak Hürmüz Adası’nı ele geçirmesiydi. Bu görevi sırasında, adaya giderken mümkün olduğunca Portekizlilere bulaşmaması da kendisinden ayrıca istenmiştir. Portekizliler, Akdeniz’de Osmanlı gemilerine zarar verse de önce Batı seferlerinde her zaman Osmanlı’ya problem çıkaran ve saldırıları sonucunda burayı bir kaçış merkezi edinen İran meselesinin çözülmesi öncelikli olmuş ve bu yüzden Hürmüz üzerine bir deniz seferi düzenlenmiştir. Portekizlilere müdahale etmeden olaya girişilmesi istenmişse de Piri Reis, Hint Okyanusu’na yaklaşık otuz gemi ile girmiş ve kendisinden sayıca fazla Portekiz gemisini burada yenmeyi başarmasının ardından savaştan kurtulup kaçan bazı Portekizliler Hürmüz Adası’ndaki kaleye sığınmışlardır. Kalenin etrafı sarıldıysa da buradaki Portekiz birliği hazırlıklı olduğu için kale alınamadığından kuşatma kaldırılmıştır. Portekizlilere yardım ederek, kuşatmanın uzamasına sebep olduğu gerekçesiyle halkın mallarını yağmaladığı haberi kendisine ulaşan Basra valisi Ramazanoğlu Kubad Paşa, kendisinden yardım istemişse de onu bu yağmadan sorumlu tutarak tutuklamak ve mallarına el koymak istemiştir. Portekiz donanmasının geniş bir kuvvetle Basra Körfezi’ni kapatmak üzere yola çıktığı haberinin alınması üzerine donanmasını Basra’da bırakarak aldığı
ganimetleri de 3 gemiye doldurup Süveyş’te bulunan tersaneye dönmek üzere yola koyulan Piri Reis’in gemilerinden biri yolda batmış ve ancak iki gemiyle Süveyş’teki donanma merkez tersanesine varabilmiştir. Buradan Kahire’deki Mısır Beylerbeyi Dukagin-zâde Mehmet Paşa’nın huzuruna çıkmış ancak ordusunu geride bırakan komutan gibi karşılanmıştır. Bir de bunun üzerine Kubad Paşa’nın Piri Reis’in yağmacılık yaptığına dair kendisine yazdığı mektubunda etkisiyle tutuklanmıştır. Piri Reis’in tutuklandığı ve deniz seferinde yaptıklarının durumu Halep’te bulunan Kanûni Sultan Süleyman’a haber verildikten sonra yapılan soruşma sonucunda Kanûni’nin fermanı üzerine görevini hakkıyla yerine getirmediği, kendisinden istenilene göre davranmaması ve savaş alanından kaçtığı gerekçesiyle 1554 senesinde Kahire’de yaşı sekseni geçtiği sırada idam edilmiştir. Eşyaları da İstanbul’a gönderilmiştir. Onun Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’de yapılan deniz savaşlarına katılması ve kazandığı başarıları ile Akdeniz’de Osmanlı kontrolünün sağlanmasında katkıları olduğu muhakkaktır. Yine Hint Deniz Seferleri’nde de Osmanlı’nın önde gelen deniz komutanlarından olduğu ve bu seferlerde katkısının büyük olduğu da muhakkaktır. Onun bilime olan katkılarından dolayı UNESCO tarafından 2013 yılı, “Dünya Pirî Reis Yılı” olarak kabul edilmiştir.
| Piri Reis’in 1513 tarihli Dünya haritasının üçte birlik kısmı bulundu, haritanın diğer kısımlarının akibeti meçhul. Haritada Atlas Okyanusu ve Yenidünya’nın bir kısmı ile Eskidünya’nın bir bölümü gösteriliyor
Adına
kendi
doğduğu
yer
olan
Çanakkale-Gelibolu’da 2014 yılında “Pirî Reis Müzesi” kurulmuş, yaptığı haritalar ve çalışmalar burada sergilenmekte olup adının insanlar tarafından duyulması sağlanmıştır. Bunun yanında Beşiktaş Deniz Müzesi’nde de haritaları sergilenmektedir.
Dünya Haritaları 1929
yılında
Topkapı
Sarayı’nda
bulunan bir harita parçası üzerindeki notlar okunduğunda, bunun Piri Reis’in 1513 yılında çizdiği ve 1517’de Mısır’da Sultan Selim’e (1512-1520) sunduğu haritanın bir parçası olduğu
Zilhicce 1439
51
| 16. yüzyılda Kitab-ı Bahriye isimli kitabı için çizdiği Avrupa Haritası
anlaşılmıştır. Piri Reis haritasının elimizdeki bu mevcut kısmında, Atlas Okyanusu’nun iki yakasını ihtiva edecek şekilde Batı Afrika kıyıları, Asor, Kanarya ve Yeşilburun takımadaları, Atlas Okyanusu, Güney Amerika ile Orta Amerika’nın bilinen kısımları, Florida ve Antiller yer almaktadır. Piri Reis, haritasına çizimler yanında ilgili yerlerin özelliklerini, ne zaman kim tarafından keşfedildiği, kimlerden faydalandığını gösterecek şekilde çeşitli açıklamalar da eklemiştir. Bu haritada dikkati çeken bir husus da Amerika’yı keşfeden Kolomb hakkında verilen bilgilerdir. Burada şunlar belirtilmektedir: “Burayı Kolomb adlı bir kâşif bulmuştur. Kolomb’un eline bir kitap geçmiş ve bu kitapta “Eğer bir kimse Avrupa sahillerinden Batı’ya doğru giderse, zengin madenleri ve
52
Ağustos 2018
kıymetli taşları olan bir bölgeye ulaşır” denilmekteymiş. Kolomb, bu kitabı alıp Cenevizlere gidiyor. Cenevizler bu durumu dikkate almıyorlar. O zaman İspanya kralına başvuruyor ve “bana iki gemi verirseniz, oraya gider ve size zengin madenler getiririm” diyor. İspanya kralı kabul ediyor. Kolomb o sahilleri buluyor ve geri dönüyor.” Pirî Reis, hazırladığı haritada farklı dönemlerde hazırlanmış çeşitli haritalardan yararlandığını belirtmiş ve bunlar arasında Kristof Kolomb haritasını da saymıştır. Kolomb’un çizdiği ilk Amerika haritası bugün kayıptır. Dolayısıyla Piri Reis’in bu haritası, bugün elde bulunan Amerika’nın ilk haritasından yararlanılarak çizilmiş tek haritadır. Özellikle Amerika’ya 1492-1504 yılları arasında dört seferi bulunan
Kolomb’un haritasını kullanmış, onun üçüncü seferine katılıp daha sonra amcası Kemal Reis’e esir düşmüş olan bir
yardımcısının
faydalanmıştır.
anlattıklarından
(1)
Piri Reis, 15 yıl sonra yine bir Dünya haritası çizmiştir. Bugün elimizde bulunan parçası Grönland, Kuzey ve Orta Amerika sahillerini göste-
1547'de Hint Kaptan-ı Deryalığı’na yükseltilen Piri Reis, Aden ve Maskat gibi stratejik noktalarda Portekiz deniz kuvvetlerini mağlup etmiştir.
ren kısmıdır. Bu haritada anlaşıldığı kadarıyla Piri Reis, 15 yıl içerisindeki bütün keşifleri izlemiş, önceki haritasında bulunan hataları düzeltmiş ve boş bıraktığı yerleri tamamlamıştır. Çizdiği dünya haritası, günümüzde İstanbul-Levent
Metrosu
duvarla-
rında sergilenmektedir.
“...Bu fenni bilen kardeşler, bu kitabı inceler ve işlerinde kullanırlarken beni hayır duadan unutmayalar.”
Kitâbu'l Bahriye
Onun Mısır Seferi esnasında İsken-
Piri Reis, amcası Kemal Reis ve arka-
incelemesi ve bu eserinde bu hususa
daşlarıyla Akdeniz’de katıldığı seferlerde gördüğü yerleri bizzat kaydetmiş ve elde ettiği bilgileri bu eserinde toplamıştır. Eserde Akdeniz ve Ege kıyıları, buralarda bulunan ada ve kıyılar, derinlikleri ve nerelerde demir atılacağı hakkında geniş bilgilere yer vermiştir. Haritada çeşitli renklendirmelerle haritalardaki çizimlerin ne anlama geldiği de belirtilmiştir. Eserini 858 büyük sayfa ve 223 haritadan oluşturmuştur. Piri Reis, kitabının 6. sayfasında şöyle söyler:
deriye-Kahire arasında Nil Nehri’ni yer vermesi, bilgiye olan merakının sadece bir göstergesidir. Tasvirli haritalar tasnifine dâhil olan ilk eser, Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriyye’sidir. -------------------------Kaynak Uluslararası Piri Reis ve Türk Denizcilik Tarihi Sempozyumu Bildiriler (6 cilt), 26-29 Eylül 2013, İstanbul, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Osmanlı Rönesans’ının Mimarlarından Pirî Reis, Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Temmuz 2013, s.7-13. TDV İslâm Ansiklopedisi, Pirî Reis maddesi, İdris Bostan, c:34, s:283-285.
1. Osmanlı Rönesans’ının Mimarlarından Piri Reis, Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir.
Zilhicce 1439
53
YAKIN TAİH Furkan Uyanık
MÜSLÜMANLARIN DESTANI ÇANAKKALE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! “ Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
54
Ağustos 2018
M
üslümanlar tarihimiz boyunca nice olur destanlara imza atmıştır. Bedir ile başlayan kutlu zaferimiz günümüze kadar sürmüştür. Lakin günümüz müminleri, zaman zaman Müslümanların izzetini ve şerefini arttırdığı savaşları benimseyip özümseyememiştir. Çanakkale Zaferi de bunun en önemli örneklerinden biridir. Bu benimseyememe olayının altında çeşitli etkenler yatmaktadır. Bizim nazarımızda en önemli etken hilafetin ilgasından sonra verilen pragmatik ve seküler eğitim anlayışıdır ki biz bu benimseyememe prangalarını ancak seküler düşünce yerine la ilahe illallah tefekkürüne geçerek kırabiliriz. Bu yazımızda inşallah-u Rahman Çanakkale Zaferini ele almaya çalışacağız. İlk etapta kısa bir şekilde destanın tarihi verilerini sunacağız. Akabinde Çanakkale Savaşı’nda insanların ne için şehit olduğunu aktarmak suretiyle “Çanakkale bizim için neden önemlidir?” meselesini açıklığa kavuşturarak yazımızı sonlandıracağız.
Çanakkale destanına dair kısa tarihi veriler Çanakkale Savaşları 18 Mart 1915 ile 9 Ocak 1916 tarihleri arasında meydana gelmiştir. Savaş sonunda zamanın en modern silahları ile donatılmış
18 Mart bozgunu Avrupa'da büyük bir şoka neden olmuştu. Paris ve Londra'daki resmi çevrelerde Çanakkale'nin sadece donanma ile geçilemeyeceğini, saldırının bir kara harekâtı ile eşzamanlı olarak desteklenmesi gerektiği görüşü ön plana çıktı.
birleşik filo ve kara birlikleri Türk askerinin karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştır. (1) Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale’de bir cephe açılması fikri, Osmanlı henüz savaşa girmemişken İngiliz Savaş Bakanı Churchill tarafından ortaya atılmıştır. İtilaf devletlerinin bu büyük hareketten beklediği pek çok fayda vardır. Şark Meselesi olarak da adlandırabileceğimiz Doğu sorunu artık çözülecek, İstanbul’a hâkim olunarak Bizans yeniden diriltilecekti. Rusya ile de denizden birleşme sağlanarak Rus çarlığı rahat bir nefes alacak ve Rusya buğdayı Avrupa’ya girebilecekti. (2) İtilaf devletlerinin savaş planına göre İngiliz ve Fransız gemilerinden
1. Bayur, Y. Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, c.III/II, s.20-150 2. F. Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1914 Yılı Harekâtı, Ankara 1964; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi, (Haz. R. Yiğitgüden), Ankara 1978; Sinan Bilge, Çanakkale Savaşları 1915-1916, İstanbul 1995.
Zilhicce 1439
55
oluşan muazzam donanma tespit edilmiş tabyaları bombalayacak, Marmara’yı geçerek İstanbul önlerine gelip Osmanlı başkentini teslim alacaktı. Sonrasında da Rus donanması devreye girerek İstanbul’u bombalayacaktı.
bulunuyor. Bu öyle bir savaş olacak-
Savaş, İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir filonun boğaz girişindeki Seddülbahir, Orhaniye ve Kumkale tabyalarına saldırması ile başladı. (3)
nacaktır. (4) Savaşta hiçbir şey onların
Müttefiklerdeki iyimser hava devam etmekteydi. Bütün Avrupa donanmadan gelecek zafer haberini bekliyordu. Harekâtın filo komutanı Amiral Carden Londra’ya çektiği bir telgrafta havalar müsait gittiği takdirde 2 hafta sonra İstanbul’da olacağımızı ümit ediyorum demekteydi. Dünya basınının bütün manşetlerinde artık hep İstanbul’dan bahsediliyordu. Gelibolu ya da Dardanel Seferi adını verdikleri bu askeri harekâtı son Haçlı Seferi olarak gördüklerini Sunday Times gazetesinin yayın müdürü olan Asmead Bartlett’in şu sözleri anlatıyordu: “İlk İngiliz savaş gemisi boğazdan geçtiği anda Avrupa'da Türk izinden eser kalmayacaktır. Son Haçlı seferinden beri ilk defa Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hristiyanlık âlemi Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş
tır ki sonunda ya Ayasofya Hristiyan âleminin eline geçecek ya da Hilal üstleri başları kanlara boyanmış yeniçeri askerlerinin zaferle İstanbul’a girdiği günden daha fazla şan ve şeref kazaistediği gibi gitmedi. Nusret’in döşediği mayınlardan birisine çarpan Bouvet Zırhlısı 600 kişilik mürettebatı ile dakikalar içinde boğaz sularına gömüldü. Aynı esnada Rumeli tabyasının şiddetli atışları sonucu isabet alan HMS Irresistible akıntıda sürüklenmeye başladı. Karanlık Limanı’na döşenen mayınlardan nasibini alan dev zırhlı batmaya başladı. Ocean Zırhlısı yardımına koştuysa da şiddetli ateş karşısında geri çekildi. Bir müddet sonra Dardanos önlerinde batan Irresistible sırası ile aynı kaderi ocağında paylaşacaktır.
(5)
Boğazın
üzerinde güneş batarken müttefiklerin “Yenilmez Armada” olarak isimlendirdikleri muhteşem donanmaları mağlubiyeti kabullenmiş bir şekilde geri çekilmekteydi. 18 Mart bozgunu Avrupa’da büyük bir şoka neden olmuştu. Paris ve Londra’daki resmi çevrelerde
Çanakkale’nin
sadece
donanma ile geçilemeyeceğini, saldırının bir kara harekâtı ile eşzamanlı olarak desteklenmesi gerektiği görüşü ön plana çıktı. (6)
3. Örenç, Ali Fuat, Yakınçağ Tarihi (1789-1918) Giriş, İstanbul 2012, Ofis Yayın, s.251 4. Örenç, Ali Fuat, Yakınçağ Tarihi (1789-1918) Giriş, İstanbul 2012, Ofis Yayın, s.252 5. Alpagut, Ali Haydar, Büyük Harbin Deniz Cephesi, İstanbul 1937 6. Baycan, Nusret, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Çanakkale Cephesi, 25 Nisan Arıburnu Çıkarması, 27.Piyade Alayının Karşı Taarruzu Desteklemesi, Ankara 1976
56
Ağustos 2018
Harekâtın başına General Hamilton getirildi. İlk olarak Gelibolu’ya sevk etmek üzere 80.000 civarındaki askeri Mısır’da topladı. Avustralya, Yeni Zelanda, Senegal, Nepal, Hindistan, Tanzanya ve daha birçok sömürge bölgesinde toplanan ve bir kısmı gönüllülerden oluşan askerler gemilerle önce Mısır’ın İskenderiye Limanı’na geldiler. Bu askeri birlikler Limni Adası’na yollanmadan önce Kahire’de birkaç ay sürecek eğitimden geçeceklerdi. (7) Nihayet 24 Nisan gecesi dünyanın en büyük çıkartma harekâtını gerçekleştirmek üzere 80 bine yakın askeri taşıyan gemiler yola çıktı. Son derece moral ve güven ile dolu bu askerler kendilerini bekleyen sonu sabahın ilk saatlerinde öğrenecekler, savaşın acı ve gerçek yüzü ile karşı karşıya geleceklerdi. Düşman beklemediği oranda kayıp vermeye başladı. Düşman filikalarda dinlenecek fırsat bulamadan keskin Türk nişancıları tarafından vuruluyor, suya atlayanlar ise sırtlarındaki yükün ağırlığı ile boğuluyorlardı. (8) Müttefikler, bu sefer de muvaffak olamayıp ve devamlı olarak kaybettikleri askerleri de göz önünde bulundurarak hayalden öteye geçemeyen (Allah’ın izniyle de geçemeyecek) teşebbüslerinden vazgeçerek aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı olarak 250 bin kişi kaybet-
mişlerdi. Çanakkale muharebeleri aynı zamanda 250.000 Türk erine de maloldu. Fakat boğazlarda düşmana verilmemişti. Çanakkale ruhu Milli Mücadele ruhunun başlangıcı oldu. (9)
Çanakkale Savaşı’nda İnsanlar Ne İçin Şehit Oldu Bu başlık ilk etapta okurların şiddetli bir şekilde tepkisine yol açabilir. Lakin hedefimiz ufuk açmaktır. Biz de biliyoruz orada bulunanların sütten ak yüzlü, gök gözlü olduklarını. Biz de biliyoruz onların ağzı dualı şehitler olduğunu, bileği pek, yüreği mert yiğitler olduğunu... Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur ki: Bu dönemde gözü kapalı yürüyenler Cumhuriyeti’nin temellerini atmak için mi şehit oldu? Yoksa pak hilafetin korunması için mi? Evet, sorunun cevabı net. Mümin erkek ve Mümin kadınlar Pak hilafetin korunması için şehit oldu. Analar evlatlarını bunun için cepheye gönderdi (Allah hepsinden razı olsun). Dünyanın her yerinden destek yağdı. İnsanlar bölgeye gelmek istedi. Mallarından vazgeçtiler, canlarından vazgeçtiler... Özellikle de çok iyi biliyoruz ki Hindistan’daki bir annemiz kucağındaki bebeğini satıp gelirini hilafetin merkezine gönderdi. Peki ya günümüz Müslümanları ne ola ki bu zaferi benimsemiyor ve ne ola ki
7. Bayur, Y. Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, c.III/II, s.278-410, Yılmazer Tuncay, Alçıtepe’den Anafartalar’a Çanakkale Kara Muharebeleri Raporu, (Yay: U. İğdemir), Ankara 1990 8. Örenç, Ali Fuat, Yakınçağ Tarihi (1789-1918) Giriş, İstanbul 2012, Ofis Yayın, s.259 9. Armaoğlu, Fahir, 20.yy Siyasi Tarihi, cilt.1-2, Alkım Yayınevi, s.114
Zilhicce 1439
57
Çanakkale Neden Önemliydi Çanakkale Zaferi de Çanakkale şehri de bizim için gayet önemlidir. Çanak-
Çanakkale düşseydi İstanbul'da düşecekti; İstanbul düşse Anadolu düşecek; Anadolu düşse bütün İslâm âlemi düşecekti. Şer birliğinin 1815 de ortaya attığı Şark Meselesi gerçekleşecekti. Yani bizi Avrupa'dan Balkanlar'dan ve Anadolu'dan atacaklardı...
kale Zaferi'nin ilk anlamı şudur: Bizler bu zaferle onlara; her daim, en güçsüz anımızda dahi çok güvendikleri o donanmalarını yenebileceğimizi onlara gösterdik. O dönemin yılanı İngiltere'nin hedefi 5 çayını İstanbul'da içmekti lakin biz bu zaferle imanımızı tazeledik. Çanakkale önemliydi, çünkü Ruslar İstanbul bizim diye çığlık attığı için, Fransızlar - İngilizler İstanbul’u Paramparça edeceği için Yunanlar İstanbul zaten bizimdi dediği için... Çanakkale düşseydi İstanbul'da düşecekti; İstanbul düşse
bu zafer, sarhoş oldukları ayan beyan ortada olan birilerine isnat ediliyor.
58
Anadolu düşecek; Anadolu düşse bütün İslâm âlemi düşecekti. Şer birliğinin 1815 de ortaya attığı Şark Mese-
Ey müminler! Kendi değerlerimize
lesi gerçekleşecekti. Yani bizi Avru-
sahip çıkalım. Bugün şehit olanlar
pa’dan Balkanlar’dan ve Anadolu’dan
gelecek neslin Kur’an ve sünnetten
atacaklardı... Çanakkale'de
uzak olmaması için şehit oldu. O gün
ruhu bir kez daha göstermemiz bizim
deselerdi ki birkaç yıl sonra Hilafet
için önemliydi bu savaş öyle sıradan
kalkacak, birkaç yıl sonra Kur’an oku-
bir savaş değildi. Hak ile batılın, Hac
yanlar asılacak, sarık takanlar öldürü-
ile Hilal’in savaşıydı. Müminler bu
lecek, ezanlar değiştirilecek... İnsanlar
savaşa her şeylerini verdi. Biraz önce
şehit olur muydu? Günümüzde de
arkadaşı şehit olmuştu belli ki bir-iki
benzeri şekilde koca bir demokrasi
adım sonra kendisi de şehit olacaktı
şehidi yalanı dolaşıyor ortalıklarda.
fakat ilerliyordu kahraman askerleri-
Soruyorum size kim demokrasi için
miz. Çünkü cenneti arzuluyorlardı.
cumhuriyet için beşeri bir sistem için
Yazımızı şairin şu sözü ile bitirelim
canını verir? Konumuzun dışına çık-
“Ey şehit oğlu şehit! İsteme benden
madan, sahi insanlar Çanakkale’de ne
makber, sana avucunu açmış duruyor
için şehit oldu?
peygamber.”
Ağustos 2018
İslâmi
NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz
BOŞANMA MAĞDURU ÇOCUKLAR
K
alpleri birbirine ısındıran, daha önce ayrı olan ruhları bir araya
getirip aralarına merhamet yerleştiren, beşeri sevgilerin en zirvesini yaşatarak eşleri, bir elmanın iki yarısı kılan Allah’a hamd ederim. Toplumu ayakta tutan aileyi, sağlam temeller üzerine kurmanın yollarını, tüm detayları ve nüanslarını, örnekliği ile bizlere gösteren Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’e
salat ve selam ederim. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, inayeti ve hidayeti, O’nun yolunun takipçileri olan ailesi, ashabı ve tüm Müslüman kardeşlerimin üzerine olsun. Kadın ve erkeğin birbirine muhtaç yaratılmış yapısı gereği insan, evlilik ile sükûna erer. Biri olmadan diğeri yarımdır. Evlenmeden dini kemale ermez insanın.
Zilhicce 1439
59
Evlilik sonu belli olmayan bir yolculuktur adeta. Binersin bineğine, yürürsün bir belirsizliğe doğru. Ömrünün sonuna kadar güzel bir geçim hayaliyle atarsın evlilik adımını. Kimse ayrılmak için evlenmez. Ama bazen şartlar, geçimsizlikler sevgi ile dolu olması gereken yuvayı, nefretle dolu bir zindana çevirebilir.
60
Nikâh vesilesiyle ruhu da bedeni de dinlenir. İbadete, Allah’a itaate daha rahat hazırlanır kişi. Bu yüzden teşvik etmiştir peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem evliliği, gücü yetenlere ısrarla. Takva yolunda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i takip eden ve daha iyisine talip olmak istediğinden dolayı evlenmeyeceğini, ömrünü ibadete adayacağını söyleyen sahabeye kızar ve insanların içinde en takvalı olanın kendisi olduğunu, buna rağmen evlendiğini söyler. Evliliği terk etmenin takvaya uzak olduğunu gösterir böylece. Çünkü insan tek başına hayat süremez, karşı cinse mutlaka ihtiyaç duyar.
Ömrünün sonuna kadar güzel bir
Evlilik sonu belli olmayan bir yolculuktur adeta. Binersin bineğine, yürürsün bir belirsizliğe doğru.
bir kenara bırakmamız, en büyük
Ağustos 2018
geçim hayaliyle atarsın evlilik adımını. Kimse ayrılmak için evlenmez. Ama bazen şartlar, geçimsizlikler sevgi ile dolu olması gereken yuvayı, nefretle dolu bir zindana çevirebilir. Aslında evliliği bitiren sevgi, saygı ve güvenin bitmesidir. Bunlar da karşılıklı geliştirilmesi gereken duygulardır. Fedakârlık, emek ve özen gerektiren bu özel duygular, günümüzde maalesef umursanmayan ve rafa kaldırılarak yuvalardan çekilip alınan duygular haline gelmiş durumdadır. Tek sebep: Düşüncesizlik… Yuvayı ayakta tutan sevgi ve merhamet duygularını, düşünmeden önemsemeden hatamızdır. Rabbimiz Rum sûresi 21. ayette eşler arasına sevgi ve merha-
meti yerleştirdiğini ve bu durumun onun varlığının delillerinden olduğunu bildirmesi, anlayan ve düşünenler için ne kadar da manidardır. Demek ki düşünme olgumuzu kaybetmişiz önce. Ayeti dikkatlice okuyalım. Göreceğiz bu ince ayrıntıyı. “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin ) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” Günümüzde boşanma oranı, evlilikleri bile geçer hale gelmiştir. Çünkü evliliğin anlamı yitirilmiştir. Evliliğin, sadece aşkın, sevginin, güzelliklerin olduğu, sıkıntı, problem, iniş çıkışların hiç olmadığı bir müessese olarak algılanması, günümüz insanının en büyük yanılgısıdır. Eskiden boşanmalar daha azdı. Neden? Zira onlar boşanmanın getirdiği zorlukların, evlilikteki zorluklardan daha yıpratıcı ve daha yorucu olduğunu fehmedebiliyordu. Hiçbir evlilik sıkıntısız geçmez. Ama bakış açısı o kadar önemli ki, küçücük bir problem bile koca dağlar gibiyse birinin gözünde, işte o zaman o yuvada huzur aramak mümkün değildir. Günümüz insanı, doyumsuz ve şımarık bir ruh haline büründü maalesef. Elbette ki bunu tetikleyip, teşvik eden faktörler oldukça çok. Ama Müslüman bir kimlik için Allah’ın sınırları, tatmin olmak ve kanaat etmek için yeter de artar.
Televizyon, internet, çevredeki haram görüntü kirlilikleri, haram konuşmalar, günahın alenen işlenmesi, Allah’ın dininin uygulanmaması ve dünya hırsı gibi daha nice sebepler, karı kocanın birbirini beğenmemesine, birbirine karşı sevgi, saygı, güven ve hoşgörünün azalıp birbirine sabretmemesine neden olmaktadır. Ama Müslüman her an gözü açık olandır. Akıllıdır. Durum ve şartlar ne olursa olsun kimliğinden ve değerlerinden uzaklaşmaz. Boşanma kimsenin hoşlanmadığı ama bazen insanın içine sürüklenmek durumunda kaldığı Allah’ın en sevmediği helaldir. Eşlerin ayrılması, sadece ikisini etkilemez. Onların en yakınlarını, anne babalarını, kardeşlerini ve yakın dostlarını da etkiler, üzer ve olumsuz duyguları besler. Umutları zedeler. Gelecek nesli tehlikeli ve riskli durumlara sokar. Ama boşanmada en çok etkilenenler, çocuklardır. Belki ilk zamanlar çok belli etmezler. Ama aynı parçalanmış aileleri gibi, içleri de paramparça olur. Her nefeslerinde acıyı içlerine çekerler. Annesine gitse babasını özler, babasına gitse annesini arar hüzünlü gözleri. Kimse anlamaz o buruk yüreklerinden gizli gizli akan kanları. Dolduramaz kimse, o eksik kalan yanlarını ömür boyunca. Anne babası beraber ve mutlu olan çocukların mutlulukları yakar en çok canını. Güler sanırsın, mutludur zannedersin ama onun her zaman kırıktır kalbi. Büker boynunu hayata karşı. Neden der, neden benim
Zilhicce 1439
61
Boşanmış anne babaların çocukları, itilip kakılır kimi acımasız ve anlayışsız çevrelerde. Aşırı agresif veya aşırı içine kapanık tavırlarından, onu suçlu tutar bu hoşgörü yoksunu çevreler. Bilmezler ki, daha çok iterler bu hiçbir günahı olmayan masum yavruyu o nereye gideceği belli olmayan dehlize.
annem ve babam da diğer çocukların anne ve babaları gibi beraber ve mutlu değil? Bazısı kendini suçlar, kapanır içine. Bir daha açılmamak üzere kapanır içine. Elinden samimiyetle tutan olmazsa, çıkamaz içine girdiği o boşluktan. Hep yarım kalır bir şeyler. Bazısı da içindeki boşluğun acısını çıkarır çevresindekilerden. Huysuzluk yapar, yanında olduğu büyüklerinden ilgi bekler, belki bebekçe hareketlere sığınarak çıkarmaya çalışır ayrılığın acısını. Diğer çocuklardan farklıdır o. Anne babası hayattadır. Ama o, hep yalnızdır. Boşanmış anne babaların çocukları, itilip kakılır kimi acımasız ve anlayışsız çevrelerde. Aşırı agresif veya aşırı içine kapanık tavırlarından, onu suçlu tutar bu hoşgörü yoksunu çevreler.
62
Ağustos 2018
Bilmezler ki, daha çok iterler bu hiçbir günahı olmayan masum yavruyu o nereye gideceği belli olmayan dehlize. Her yanlış tavırlarında “Bu çocuk amma da mızmız, amma da şımarık” der ve bir kılıf uydururlar onları toplumdan dışlarcasına hareketlerine. Ama bilmezler ki o dışladıkları masum çocuk, onların dışladıkça daha çok düştüğü, içinde debelenip durduğu boşluğun acısını ilerde onlardan çıkaracak biri olabilir. Onların evine girip eşyasını talan eden ve huzursuzluklara sebep olan bir hırsız olabilir. Ya da kendi çocuklarının kötü alışkanlıklar kazanmasına sebep olan bir madde bağımlısı olabilir. Veya bir yan kesici, ya da çocuk katili ve ya Allah korusun masum insanlara tecavüz etmeyi bir zevk haline getiren insanların korkulu rüyası olan bir canavara dönüşebilir. Biraz düşünceli olalım. O çocuk bizim çocuğumuz da olabilir. Anne babası ayrılmış olan çocukları iyi anlayıp daha hoşgörülü olalım. Ama kesinlikle şımartmayalım. Bu da başka sorunlara yol açabilir. Anne babası ayrılmış çocukları, merhamet ve sevgiden nasibini almış bazı çevreler de çocuğu gibi sahiplenir ve sever onları. İçlerindeki boşluğu tamamen dolduramayacaklarını bilseler de, bırakmazlar ellerini. Kucaklarlar, severler, öperler ve terbiyesini de ihmal etmezler çocukları gibi. Şımartacak kadar abartılı ilgiden de uzaktırlar o merhametli insanlar. Böyleleri bilsinler ki, bu emekleri boşa gitmeyecek. Bir gün fedakârlıklarının kar-
Anne babası ayrılmış çocukları, merhamet ve sevgiden nasibini almış bazı çevreler de çocuğu gibi sahiplenir ve sever onları. İçlerindeki boşluğu tamamen dolduramayacaklarını bilseler de, bırakmazlar ellerini. Kucaklarlar, severler, öperler ve terbiyesini de ihmal etmezler çocukları gibi.
şılığında o çocuklar topluma faydalı, sevgi dolu, kendi gibi olan çocukların elini bırakmayan merhametli bir birey olacaklar. Yeter ki bu durumda olan çocuklarımızı hiç bırakmayalım. Sabredelim onların normal dışı tavırlarına. Ama kendi hallerine asla bırakmayalım.
Teslim
etmeyelim
onları küfrün ve günahların kucağına. Davet, davet diye sokak, sokak, ev, ev dolaşan davetçiler! İşte size fırsat! Sevginize, ilginize, fedakârlığınıza ve sabrınıza muhtaç elinize bakan kırık kalpli çocuklar! Onların duasını alın. Kalpleri kırık olanların duası makbul değil mi? Çıkarın onları, karanlıklarından ve öğretin sevgiyle Allah’ın nuru ve sevgisinin yeterli ve asıl olduğunu. Bırakmayın sakın o minicik masum yürekleri…
Boşanan anne babalar! Ayrılığın verdiği acı bir kenara, evladının paramparça olmuş yüreği bir yana. “Allah düşmanımın başına vermesin” dedirtecek cinsten bir acıyla sınanıyorsun biliyorum. Sen paramparçayken nasıl evladının yüreğini onaracaksın, öyle düşünüyorsun muhtemelen değil mi? Ama bak, içine kapansan da, boşluğunu yanlış yollarda doldurmaya çabalasan da, sabredip çocuğuna sarılsan ve yaralarınızı beraber sarsanız da gerçek değişmiyor. Öyleyse bırakma en çok sana ihtiyacı olan çocuğunu. İki kat fazla yorulacağın çok doğru. Ama kendinden daha değer veriyorsan çocuğuna ve geleceğine. Öyleyse kendi dertlerini ikinci plana atıp dertlenmelisin evladının eğitimi ve terbiyesiyle sadece. İçten gelerek, dualarınla, doğru eğitim metotlarıyla
Zilhicce 1439
63
ve şımartmadan, çocuğunun düştüğü o boşluğu yanlış şeylerle doldurmasına müsaade etmeden aşacaksın bu süreci, Allah’ın yardımıyla. Bu süreçte en önemli noktayı aklından sakın çıkarma! Çocuğunun yeri gelecek; hem annesi hem babası olacaksın. Diğer anne babaların boş vakti olacak, ama sen çocuğunun yaralarını iyileştirmek ile sürekli meşgul olacaksın. Boşluğunu, anlamsız ve boş şeylerle doldurmasına müsaade etmeyecek, hayatının merkezine Allah sevgisini yerleştirmeye çalışacaksın. Bu çok zor olacak. Ama eğer sabredebilir ve çocuğunu güzel yetiştirebilirsen sonunda çok büyük ecir alacaksın. Kulağına küpe olsun! Çocuğunun kırık kalbini senden başkası onaramaz. Onu ve eğitimini başkalarına bırakma. Çevren en fazla sana destek olabilir. Ama senin yerini tutamaz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Ben ve yanakları solmuş dul kadın, kıyamet gününde, yan yana iki parmak gibi beraber olacağız…” (1) Yani çocuğuna tek başına bakarken çektiğin sıkıntılara rağmen sabreden sen, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kıyamette beraber olacaksınız. Bundan büyük ecir var mı? Boşanan çiftlerde esas mağdurun çocuklar olduğunu ve çocuğun hayatında nice sıkıntılara yol açtığını görüyor musunuz? İşte bu ve daha nice kötü sonuçlar sebebiyle Allah’ın yanında boşanma, hoş olmayan bir 1. İbn Malik, Ebu Davud
64
Ağustos 2018
helal kabul edilmektedir. Bununla beraber İslâm talakı meşru kılmıştır. Çünkü ailelerde geçimsizlik çoğu kez, facialara yol açmaktadır. Ailede esas olan nefret değil, karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü, sabırdır. Karı koca arasındaki anlaşmazlık, tüm çabalara rağmen temin edilmezse, o zaman ayrılık kaçınılmaz olur. Keşke hiç ayrılıklar olmasa. Çocuklar mağdur olmasa. Ama bu da insan olmamızın bir gereğidir. Herkes anlaşamayabilir. Yalnız her anlaşmazlık, boşanma sebebi olamaz. Olmamalıdır. İki taraf birbirinin iyi taraflarını görüp kötü yönlerini idare etmeye çalışmalı ki, evlilikler yürüsün ve yuvalar cennet bahçesine dönsün. Kimse dört dörtlük değil. Herkesin bir kusuru vardır. Bizim eşimizde eksiklik olarak gördüğümüz şeylerde bizim için hayır olabilir. Sabırdan başka huzura çıkış yolu yok. “… Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” ( Nisa, 19) Boşanma mağduru olan evlatlarımızı korumayı ve güzelce terbiye edebilmeyi Rabbim bize kolaylaştırsın. Yuvaların dağılıp şeytanın sevinmesinden ve çocukların hüznünden Allah’a sığınırız. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Selam ve dua ile…