EKİM 2018, SAFER1440 • YIL 6 • SAYI 71 • FİYATI 7,5 TL • dergi.nebevihayatyayinlari.com
Değişmeyen Yasa; SÜNNETULLAH هللا ةّنس
Rızık Konusunda Sünnetullah • Hakan Sarıküçük
İmtihanlar Dünyasında Değişmeyen Esaslar • Ahmet İnal
Hak ile Batıl Mücadelesinde Sünnetullah • M. Sadık Türkmen
Allah’ın Hidayetine Tabi Olmada ve Yüz Çevirmede Sünnetullah • Ümit Şit
Paylaşmaktır Çadırkent’te ki Suriye’li kardeşlerimizin “UN, SU, GIDA KOLİSİ, BATTANİYE, ÇADIR, BEBEK BEZİ, HİJYEN PAKETİ, İLAÇ” ihtiyacında senin de bir katkın olsun.
14 EKİM PAZAR
KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Hesabın Adı: İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000-7 İban: TR86 0020 5000 0078 8500 0000 07 Şube: Güneşli Merkez
Eğitim ve Araştırma Vakfı
Bir Tuğlada Sen Koy Vakfımızın, Nijer’in; cami, mescid ve su ihtiyacı olan bölge halklarına yönelik başlatmış olduğu projelerine sizlerde destek verebilirsiniz. Kuveyt Türk Katılım Bankası Hesabın Adı: İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000-1 İban: TR54 0020 5000 0078 8500 0000 01 Şube: Yenibosna
Eğitim ve Araştırma Vakfı
Yıl: 6 - Sayı: 71 - Fiyatı: 7,5 TL
Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2018 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Ekim 2018
Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Editör H
amd, gökleri ve yeri belirli bir ölçü ile yaratan ve eşya üzerinde gerçek tasarrufun sahibi olan Allah azze ve celle’yedir. Salat ve selam, Peygamberlik zincirinin son halkası olan Muhammed aleyhisselam’a, onun temiz ehline ve sadık sahabelerinin üzerine olsun. Rabbimizin rahmet ve merhameti değerli okuyucularımız ve tüm müminlerin üzerine olsun. İçindeki bütün nebatatı ile, canlı ve cansız varlıklarıyla, gök cisimleri ile; bütün mevcudatın yataklık ettiği şeylerle; gece ve gündüzün birbirini takip etmesi, yanardağları patlaması, rüzgarların esip yağmurların yağması gibi bütün kevni hadiseleri ile; fenâ, bekâ, za’f, kuvvet, çöküş, yükseliş, saadet ve şekâvet gibi insan için söz konusu olan; yine anne karnındaki oluşumu ve yaratılış safhaları ile insan için ârız olan halleri ile alem içinde meydana gelen hadiselerin hiç biri kör bir tesadüfün eseri değildir. Bilakis bunlar hassas, değişmez, sürekli ve umumi bir kanunun tecellisi sonucu oluşmaktadır. Hiçbir şey o mükemmel tasarrufun ve kanunun dışına çıkamaz. Bütün eşya bu kanun önünde boyun eğmektedir. “Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler.” (Yasin, 38-40) İşte her şey üzerinde hakimiyet ve otorite sağlayan kanuna “sünnetullah” denilmektedir. Yani, adet ve fiillerine, Allah’ın ve Peygamberlerin şeriatındaki durumlarına ve bunun dünya ve ahirette terettüb eden neticelerine ilişkin Allah’ın beşere muamelesinde izlediği yol anlamına sünnetullah denir. Nebevi Hayat Dergisi olarak Rabbimizin eşya ve insanlar üzerindeki muamelesi konusunda muamelat sahibi olup olumsuz sonuçlara karşı ilahi tedbirler almak için “İlahi Kanunlar ve Hikmeti” başlığında farklı konuları istifadenize sunmaktayız. Nebevi Hayat Dergisi olarak yeni dönem hazırlıklarımızı yapmaya şimdiden başladık. Yeni sezonda bizlere fikirleriniz ile katkıda bulunmanız çalışmalarımıza güç katacaktır. Nebevi Hayat Dergisi olarak İdlib ve üzerinden oynanmak istenen her türlü şerli tuzağı Rabbimizin iptal etmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ederiz. Selam ve dua ile…
İçindekiler
Rızık Konusunda Sünnetullah Hakan Sarıküçük
Hak ile Batıl Mücadelesinde Sünnetullah M. Sadık Türkmen
04
18
İmtihanlar Dünyasında Değişmeyen Esaslar Ahmet İnal
23
Allah’ın Hidayetine Tabi Olmada ve Yüz Çevirmede Sünnetullah Ümit Şit
31
İktibâs Eskiden "Biz"... ve Şimdi "Biz"... Nedim Bal
37
İslâm Dünyasındaki Kâşifler Bir Dünya Gezgini: Evliya Çelebi Cihan Malay
43
Yakın Tarih Yakın Tarihimizim En Önemli Meselesi: Hilafetin İlgası Furkan Uyanık
48
Nebevî Aile Çocuklar Neden Tırnak Yer? Halime Yılmaz
52
Serbest Köşe İslam ve Davet Ne Kadar Derdimiz? Derya Fıçıcı
55
Serbest Köşe Sabır Günleri Yusuf Yılmaz
58
KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük
“Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sende ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (Kasas, 77)
4
Ekim 2018
RIZIK KONUSUNDA SÜNNETULLAH
H
amd, kullarına karşı pek lütufkâr olup nimetlerini onlar-
Rızkın en faziletlisi, en helâli,
dan esirgemeyen ve Rezzak
dası dokunan rızıktır. Zaten
olan Allah’a,
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
Salât ve Selâm, “Allah’ım! Bana merhamet et, bana rızık ver, bana
en güzeli ve hem dünyada hem de ahirette insana fay-
sellem’de
insanlara bunu bildir-
mek üzere gönderilmiştir.
afiyet ver ve beni doğru yola eriş-
Bu dinin güzelliği ve olgun-
tir! diye dua ederek ümmetine
luğu, dünya ve ahiret ara-
ellerini
doldurmanın
sında bir denge kurmuş olma-
Rasûlullah
sıdır. Allah azze ve celle, insanoğ-
yollarını
hayırla öğreten
sallallahu aleyhi ve sellem’e,
onun
luna, sadece kendisine kulluk
ailesine, ashabına ve ona tabi
etmesini ve sadece kendisine
olanların üzerine olsun.
itaat
etmesini
emretmiştir.
Bununla birlikte, kendisinin vermiş olduğu helal rızıktan faydalanmalarını ve bunun karşılığında da O’na şükretmelerini emretmektedir. Kendilerine vermiş olduğu rızık vesilesiyle, O’nun rızasını gözetmelerini ve O’na itaat yolunu aramalarını istemiştir. Böylelikle nimet ve şükrü bir araya getirmiş olacaklardır. Dünya hayatı daha güzel ve daha yaşanabilir bir diyar olacak, yeryüzü aydınlanacak ve Mümin kullar huzur bulacaklardır. “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sende ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (1) Allahu Teâlâ, kullarına sınırsız nimetler vererek minnette bulunmuştur. İnsanoğlu fakir ve muhtaç, Kudret sahibi olan Allah azze ve celle ise Minnet ve Kerem sahibidir. “Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Ben onların beni doyurup beslemelerini de istemiyorum.” (2) Rızık endişesi, insanoğlunun hayatta kalmanın ardından en çok kafa yorduğu, en çok kalbini bağladığı ve en fazla önem verdiği mesele olmuştur. Bu endişe, aynı zamanda kulluğa zarar veren, büyük bir imtihana dönüşmüştür. Cahiliye devrinde bu endişe öyle bir dereceye ulaşmıştı ki insanların çoğu rızık korkusuyla
kendi çocuklarını öldürüyorlardı. Bunun temel nedeni ise zayıf bir iman ve Allahu Teâlâ’ya olan güvensizliktir. Kişinin rızık endişesine kapılması ve bunun neticesinde rızık temin etmek için uzun bir çalışmanın içine dalması, onu kulluk görevinden uzaklaştırır ve ibadetlerine zarar verir. Böylelikle de hayatının fesada uğramasına ve sonuç itibarıyla da hüsrana uğramasına sebebiyet verir. Hiç şüphesiz Allah azze ve celle, kulları henüz anne karnında cenin haldeyken, rızıklarını takdir etmiştir. Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphesiz sizden biriniz, annesinin karnında kırk gün içinde bir araya toparlanır. Sonra bu kadarlık bir süre içerisinde pıhtılaşmış kana dönüşür. Daha sonra bu kadarlık bir sürede bir parça ete dönüşür. Daha sonra Allah azze ve celle bir melek gönderir ve -Amelini, Rızkını, Ecelini, Salih bir kul mu yoksa günahkâr biri mi olacağını? yazması emri verilir...” (3)
Kur’an Çok Açık Bir Şekilde İnsanın Bolluk Olsun, Darlık Olsun Rızık Konusunda İmtihan Olacağını Haber Vermiştir: Allahu Teâlâ, kullarının sabrını ve şükrünü ölçmek için bazılarına rızık
1. Kasas, 77. 2. Zâriyat, 57. 3. Buhari, r.3208; Müslim, r.2643.
Safer 1440
5
verir, bazılarına da kısar. Allah’ın kendisine merhamet ettikleri hariç, insanların geneli kendisine nimet verildiği zaman sevinir ama şükretmez, yoklukla imtihan olduğu zaman da kızar ve sabretmez. “İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinip şımarırlar. İşlediklerinden dolayı başlarına bir kötülük gelince de birde bakarsın ki ümitsizliğe düşerler. Allah’ın, dilediğine rızkı genişlettiğini ve daralttığını görmediler mi? Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için elbette öğüt ve ibretler vardır.” (4) “İnsana gelince, Rabbi onu imtihan edip kendisine ikramda bulunduğunda ve bolca nimetler verdiğinde, o: “Rabbim bana ikram etti” der. Ama Rabbi onu imtihan edip rızkını daralttığında ise; Rabbim beni aşağıladı! der.” (5) Allah azze ve celle, burada insan tabiatı ile ilgili olarak cahil ve kendine zulmeden olduğunu ve kendisine verilen nimetlerin sürekli olacağına inanan bir yapıya sahip olduğunu bizlere haber vermektedir. “İnsan çok cahil ve çok zalimdir.” (6) Zeyd bin Sabit radıyallahu anh’dan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine
zenginliğinden koyar ve işlerini toparlar. Artık dünya boyun eğmiş olarak ona gelir. Kimin de arzusu dünya olursa, Allah azze ve celle
onun önüne fakirliği koyar, işlerini
darmadağın eder ve netice olarak da kendine takdir edilmiş olandan fazlası eline geçmez .” (7)
Bu Hayat, Allahu Teâlâ’nın Vermiş Olduğu Rızka Razı Olma Ve Kanaat Etmekten İbarettir. Nitekim Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın sana verdiğine razı ol, insanların en zengini olursun.” (8) Hiç şüphesiz, Allah kiminle beraber olursa onun için rızık yolları ve rızka götüren bütün sebepler kolaylaştırılır. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: “Ey
insanlar! Allah’tan hakkıyla korkun ve dünyevî talepte bulunurken mutedil olun. Zira hiç kimse, Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı, eksiksiz bir şekilde elde etmeden ölmez. Kişinin rızkı gecikse bile, sonunda ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mutedil olun, gayrı meşru yollara sapmayın, helâl olanı alın, haram olanı terk edin.” (9)
4. Rum, 36-37. 5. Fecr/15-16 6. Ahzab/72 7. Tirmizi, r.2465; İbni Mace, r.4105; Silsileti Sahihe, r.950. 8. Ahmed bin Hanbel, c.2/310, r.8081; Sahihe, r.930. Tirmizi bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. 9. İbni Mace, r.2144; İbni Ebi Âsım, es-Sünne, r.420; Hâkim, Müstedrek, r.7924; Elbani, Zilal-i Cenne, r.420.
6
Ekim 2018
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’tan korkarsa, Allah, ona bir çıkış yolu kılar ve onu hesap etmediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (10) Bir şiir de şöyle der; Sen gafil isen sana Allah’tan korkmak yaraşır, Allah’tan korkarsan, ummadığın yerden sana rızıklar ulaşır.
Allahu Teâlâ, Rızkı İstediği Kişiye İstediği Şekilde Verir Allahu Teâlâ, tek başına bütün varlıkları rızıklandırandır. O minnet sahibi ve çok cömerttir. O’nun cömertliği kendisine şükredenleri de nankörlük edenleri de, kâfirleri de, Müslümanları da kapsamaktadır. Allahu Teâlâ herkese belli bir miktarda rızık tayin etmiştir. “Hiç şüphesiz rızkı veren, sonsuz kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (11) “Allah dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Onlar dünya hayatıyla sevinip şımardılar. Hâlbuki dünya hayatı, ahirete kıyasla, ancak geçici bir menfaattir.” (12) Onlar dünyada kendilerine verilen nimetlere aldanıp hem sevinip hem de diğer insanlara karşı kibirli oldular ve bu onların
yavaş yavaş helak olmasına sebep oldu. Çünkü onlar kendilerine verilen rızıkla dünya hayatına bağlanıp ahireti unuttular.
Allahu Teâlâ, Fakirlerin Rızkını Zenginlere Bağlamıştır Unutulmaması gereken hususlardan bir tanesi de fakirlerin ve zayıfların rızıkları her şeye gücü yeten Zât’a ait olduğudur. Bunun için, rızıktan dolayı telaşlanmaya gerek yoktur. Bundan dolayı, Allahu Teâlâ fakirlerden
dolayı
zenginlere
yardım
eder ve onların önünü açar. Özellikle Allah’a güveni sonsuz olan ve Allahu Teâlâ’nın sevabına nail olacakları hususunda kalpleri mutmain olanların, Allahu Teâlâ rızkını daha da genişletecek, onlara yardımını ummadıkları yerden ulaştıracaktır. Durumu
10. Talak, 2-3. 11. Zâriyat, 58. 12. Ra’d, 26.
Safer 1440
7
iyi olmayan nice insanlar vardır ki, bakmakla yükümlü olduğu kişiler çoğaldığında, Allahu Teâlâ ilahi bir kader gereği rızıklarını genişletmektedir. İşte Allahu Teâlâ’nın gerçekleşmesi kesin olan vaadi budur. “Herhangi bir şey infak ederseniz, Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (13) Musab bin Sâd aktarmaktadır: Sâd radıyallahu anh,
malından dolayı kendi-
sini diğer insanlardan üstün görürdü. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
“Ancak zayıflarınızdan
dolayı yardım olunmakta ve rızıklandırılmaktasınız.” buyurdu.
(14)
Başka
bir rivayette de; “Hiç şüphesiz, Allah bu ümmete, zayıfları sebebiyle, onların duası, namazı ve ihlasları sebebiyle yardım etmektedir.” buyurmuştur. (15) Diğer taraftan, melekler de kendisine dua ederler. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan
gelen rivayette, Rasûlul-
lah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kulların sabaha erdiği her günde iki melek semadan iner ve onlardan biri; “Allah’ım! İnfak edenlere, verdiklerinin yerini doldur.” der. Diğeri de şöyle dua eder: “Allah’ım! Cimrinin de malını telef et.” (16)
Rızık Endişesi Taşıyan Kişinin İhtiyaçlarını Sadece Allahu Teâlâ’ya Arz Etmesi Gerekir Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anh’dan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Kimin bir ihtiyacı olup onu insanlara arz ederse, onun ihtiyacı giderilmez. Kimin de bir ihtiyacı olur da onu Allahu Teâlâ’ya arz ederse, Allahu Teâlâ hemen veya belli bir zaman sonra onun ihtiyacını giderir.” (17)
İstikamet Üzere Olmak, Kişinin Rızkını Temin Etmesine De Kefil Olmaktadır Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlar (insanlar ve cinler), dosdoğru bir istikamet tuttursalardı, mutlaka biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir) dik.” (18) Yani onlar iman edip, istikamet üzere dursalar, hidayetten sapmayacak olurlarsa, onlara nimetlerimizi verir ve rızıklarını genişletiriz. Allah azze ve celle’nin göndermiş olduğu nimetlere nankörlük, helak sebebidir. “Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat (oranın halkı) Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.” (19)
13. Sebe, 39. 14. Buhari, r.2896. 15. Nesai, r.3178. 16. Buhari, r.1442; Müslim, r.1010. 17. Ebu Davud, r.1645; Tirmizi, r.2326; Sahih-i Cami, r.6566. 18. Cin, 16. 19. Nahl, 112.
8
Ekim 2018
Kim Allah’a İtaat Ederse, Allah Onun Karşılığını En Güzel Biçimde Dünyada Rızkını Genişleterek Verir
Sonra da onu ahirette ebedi bir ‘Cen-
"Kim Allah’tan korkarsa, Allah, ona bir çıkış yolu kılar ve onu hesap etmediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur."
netle’ rızıklandırır. “Kim bir kötülük
(Talak, 2,3)
“Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak sâlih amel işlerse, şüphesiz ki biz onu güzel bir hayatla yaşatırız. Elbette onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (20)
yaparsa, ancak onun kadarıyla cezalandırılır. Kim de erkek olsun kadın olsun, Mümin olarak sâlih amel işlerse, işte onlar cennete girecekler ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” (21)
Hiç Şüphesiz İbadetler, Rızkın Anahtarlarıdır İbni Kayyim rahimehullah şöyle demek-
Allah azze ve celle, kullarına her namazda ve her rekâtında, “Sadece Sana ibadet eder ve sadece Senden yardım isteriz!”
(23)
demelerini emretmiştir.
Kişinin hem din hem de dünyalık işlerinde kendisine en çok yardımcı ola-
tedir: Allah’ın kuluna kifayeti, kulun
cak unsur, ibadettir.
Allah’a karşı eda ettiği ibadetler ölçü-
Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen
sünde olur. Ayet-i Celile, aktarmış
Hadis-i Kutsi’de; “Allah azze ve celle,
olduğumuz bu manayı ifade etmek-
şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğlu!
tedir: “Şu evin (Kâbe’nin) Rabbine
Kalbine zenginliğin dolmasını istiyor-
kulluk etsinler. O ki, kendilerini
san, kendini ibadete ver ki, Ben de senin
açlıktan kurtarıp doyuran ve onları
fakirliğini gidereyim. Bunu yapmayacak
korkudan güvenliğe kavuşturan-
olursan, elini seni meşgul edecek işlerle
dır.”
doldururum ve fakirliğini gidermem.” (24)
(22)
20. Nahl, 97. 21. Mü’min, 40. 22. Kureyş, 3-4. 23. Fatiha, 5. 24. Tirmizi, r.2466; İbni Mace, r.4107; Elbani, Silsileti Sahihe, r.1359.
Safer 1440
9
Şükür Nimeti Artırır Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yine bir zaman Rabbiniz size şunu bildirmişti: “Yemin olsun ki, eğer şükrederseniz, (nimetlerimi) mutlaka size artırırım. Şayet nankörlük ederseniz, şüphesiz ki azabım çok şiddetlidir.” (25) Kulun elinde bulunan nimetler, bu nimetleri verenin önüne engel olmamalı, kişiyi ibadetlerden alıkoymamalıdır. Gerçekten de bu hakikatin önünde durup düşünmemiz lazım. O hakikat da şudur; şükrettiğimiz zaman Allah’ın bizlere nimetini artırması ve nankörlük etmemiz halinde ise bizleri cezalandırmasıdır.
Allah’ı Çokça Zikretmek, Ruhu Kuvvetlendirir. Bedeni Dinç Hale Getirir Ve Rızkı Arama Hususunda Yardımcı Olur Bunun içindir ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radıyallahu anh ve Fatma radıyallahu anha’ya günün sonunu Allah’ı anarak tamamlamaları tavsiyesinde bulunmuştur. Ali bin Ebu Talib radıyallahu anh’tan rivayet edilmiştir: Bir seferinde Fatma radıyallahu anha, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir köle geldiğini duyar ve el değirmeninden dolayı ellerindeki ağrıları şikâyet etmek için Rasûlullah 25. İbrahim, 7. 26. Buhari, r.5361.
10
Ekim 2018
sallallahu aleyhi ve sellem’e
gelir. Fakat onu evde bulamadığı için şikâyetlerini Aişe radıyallahu anha’ya iletir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, eve geldiğinde Aişe radıyallahu anha, olanları kendisine anlatır.
Ali radıyallahu anh, sözüne devam eder: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, evimize geldiğinde yatağımıza girmiştik. Onun gelmesi üzerine yerimizden kalkmak istedik. Fakat O, “Yerinizden kalkmayın!” buyurarak buna engel oldu ve gelerek benimle Fatma arasına oturdu. Öyle ki ayaklarının serinliğini karnımda hissetmiştim. Sonra şöyle buyurdu: “Size benden istediğinizden daha hayırlı bir şeyi haber vereyim mi! Akşam yatağınıza girdiğiniz vakit, otuz üç defa “Subhanallah”, otuz üç defa “Elhamdulillah”, otuz üç defa da “Allahu Ekber” deyiniz. Bu sizin için hizmetçiden daha hayırlıdır!” (26) Süleyman Bin Yesar radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Nuh aleyhisselâm oğluna; «Ey oğlum! Ben sana bir nasihatte bulunacağım. Unutmaman için bu nasihati kısa tutacağım. Sana iki şeyi yapmanı emredip, iki şeyi de yasaklayacağım. Sana nasihat ettiğim iki şey, Allahu Teâlâ’nın ve sâlih kullarının hoşuna giden şeylerdir: Bunlardan birisi “La ilâhe illallah” zikridir. Sana “La ilâhe illallah” ı vasiyet ediyorum. Şüphesiz gökler ve yerler bir halka olsaydı, onu kırardı. Aynı şekilde gökler ve yerler,
terazinin bir kefesine, bu kelime de diğer kefesine konulsa, bu kelime ağır basardı. İkincisi de “Subhanallahi ve bi-Hamdihi” zikridir. Bu kelime, bütün mahlûkatın duası ve kendisiyle rızıklandırıldığı bir kelimedir. “Yedi gök, yer ve arasında bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler (eksik sıfatlardan tenzih ederler). Hiçbir şey yoktur ki, O’nu överek tesbih etmiş olmasın. Fakat siz onların tesbih etmesini anlamazsınız. Şüphesiz ki Allah kullarına çok yumuşak davranandır (cezalarını acele vermeyendir) ve çok affedendir.” (27) Sana yasakladığım iki şeye gelince: Bunlardan birincisi “şirk” diğeri de “kibir” dir.” (28)
Kişinin Rabbinden Af Dilemesi Onun Rızkını Artırır Kişinin Rabbinden af dilemesi, aynı zamanda kişinin hata ve kusurlarını itiraf etmesi ve Allah azze ve celle’nin kudretini itiraf etmesi anlamına da gelir. Bunun içindir ki, Allah azze ve celle, Nuh aleyhisselâm hakkında şunları aktarmaktadır: “Bundan böyle; Rabbinizden mağfiret isteyin çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır! dedim. (Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü)
“Yine bir zaman Rabbiniz size şunu bildirmişti: “Yemin olsun ki, eğer şükrederseniz, (nimetlerimi) mutlaka size artırırım. Şayet nankörlük ederseniz, şüphesiz ki azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)
bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin.” (29) Kim bu vasıfla vasıflanırsa ve istiğfarda bulunursa, Allah azze ve celle de ona rızkını gönderir, işini kolaylaştırır ve onu korur. İbni Abbas radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Kim sürekli istiğfarda bulunursa, Allahu Teâlâ ona bütün darlıklardan bir çıkış, bütün sıkıntılardan bir ferahlık verir ve onu hiç hesap etmediği yerlerden rızıklandırır.” (30) Kim insanlara merhamet eder, onlara ihsanda bulunur ve onlara kolaylık sağlarsa, Allah da ona merhamet eder, rızkını
27. İsra, 44. 28. Nesai, r.10600; Sahih-i et-Terğib ve’t-Terhib, r.1543. 29. Nuh, 10-12. 30. Ebu Davud, r.1518; İbni Mace, r.3819.
Safer 1440
11
genişletir ve ona dünya ve ahirette genişlik verir. Allah azze ve celle, şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (31) Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birini hafifletirse, Allah da o kişinin kıyamet gününde bir sıkıntısını giderir. Kim dünyada, zorda kalan birine kolaylık sağlarsa, Allah da o kişinin dünya ve ahirette işlerini kolaylaştırır. Kim bir müminin kusurunu örterse, Allah da o kişinin dünya ve ahirette kusurlarını örter. Kişi kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da o kişiye yardımcı olur.” (32)
Hiç Şüphesiz İlmin En Büyük Semeresi, Rezzak Olan Allah azze ve celle’yi Tanımak, Rızkı Celp Sebepleri Olan Sâlih Amelleri Ve Bu Amellerin Rızkın Bereketlenmesi Ve Bollaşmasındaki Etkisini Öğrenmektir Enes bin Malik radıyallahu anh’tan rivayet edilmektedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki kardeş bulunuyordu. Onlardan birisi sürekli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelirdi. Diğeri de çalışırdı. Sürekli çalışan kardeş, bu durumu Rasûlul-
lah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Şikâyetçi olma! Ola ki onun sebebiyle rızıklandırılıyorsundur.” karşılığını verdi. (33) Hiçbir Müslüman kula, haramla meşgul olduğu halde “Ya Rabbi benim rızkımı artır!” demesi yakışmaz. Bundan dolayı kendisine helal kılınan rızkı talep edip duanın icabetine mâni olan haram rızıktan da kaçınması gerekir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah azze ve celle temizdir, temizden başka bir şey kabul etmez. Allah’ın Müminlere emrettiği şeyler, Peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allahu Teâlâ, peygamberlere: “Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de sâlih amel işleyin.” (34) emretmiş, Müminlere de: “Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin.” (35) diye emir buyurmuştur. Sonra da uzun yoldan gelmiş, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye dua eden bir adamı zikredip, şöyle buyurdu: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haramla beslenmiştir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet olunsun?” (36)
31. A’raf, 56. 32. Müslim, r.2699. 33. Tirmizi, r.2345; Sahihu’l Cami, r.5087. 34. Müminun, 51. 35. Bakara, 172. 36. Ahmed bin Hanbel, c.2/328, r.8330; Müslim, r.2309; Tirmizi, r.2989.
12
Ekim 2018
Allahu Teâlâ’ya Tevekkül Etmek, Sebepleri Bırakmayı Gerektirmez Bu sebeplerden bir tanesi de rızkı talep ederken bunun için uygun bir vakit takdir etmektir. O da ancak erken vakitlerde olur. Nitekim Allahu Teâlâ, Âdiyat suresinde bu manaya işaret ederek erken çıkıp tozu dumana katanlara yemin etmiştir. “Gürültü çıkararak hızlı gidenlere, vurarak ateş çıkaranlara, sabahleyin saldıranlara, onunla
Onun için, rızık talep etme hususunda, kişinin hiçbir çaba göstermeden, tembellik etmesi yaraşmaz.
toz çıkaranlara, onunla topluluğun ortasına dalanlara yemin olsun ki,” (37) Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
de kuşların tevekkülünden bah-
sederken, onlar sabah erkenden çıkarlar diyerek bu manaya işaret etmiştir. Yani sabahın ilk saatlerinde hiç tembellik göstermeden Allah’ın kendileri için takdir ettiği rızıkları aramak için çıkarlar. Sahr el-Ğamidi radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle dua ederdi “Allah’ım! Ümme-
time erkenciliği mübarek kıl.” (38) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir seriye veya bir ordu göndereceği zaman, onu günün erken saatinde yola çıkarırdı. Sahr tüccardı, o da ticarete günün ilk saatinde çıkardı. Böylece zengin oldu ve malı arttı.
Allahu Teâlâ, Müminin Yaptığı Hiçbir İyiliği Zayi Etmez Onun yapmış olduğu iyiliğin karşılığını dünyada rızkını genişleterek ve belaları ondan def ederek, ahirette de cennetine koyarak ve onun derecesini yükselterek verir. Kâfir ise yaptığı iyiliğin karşılığı olarak dünyada yedirilir. Kendisinin yapmış olduğu iyilik dünyadayken rızkının genişletilmesine, belaların def edilmesine ve düşmanlarına karşı kendisine yardım edilmesine sebep olabilir. Fakat tüm bunları yaparken Allah için niyeti olmadığından dolayı, yapmış olduğu iyilikler, kendisi için ahirette bir yarar sağlamaz. Enes Bin Mâlik radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Allah hiçbir Mümine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her iyiliğin karşılığı hem dünyada
37. Âdiyat, 1-3. 38. Ebu Davud, r.2606; Tirmizi, r.1212; İbni Mace, r.2236; Ahmed bin Hanbel, r.15438; Sahih-i Ebu Davud, r.2345; Silsilet-u Daife, r.4178.
Safer 1440
13
hem de ahirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine rızıklandırılır ki, ahirete vardığında, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz.” (39) Abdullah İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der; “İyilik kalpte bir nur, yüzde bir aydınlık, bedende kuvvet, rızıkta genişlik ve bütün mahlûkatın kendisine karşı kalplerine yerleştirilen sevgidir. Kötülük ise kalpte bir karanlık, yüzde bir kararma, bedende zayıflık, rızıkta darlık ve bütün mahlûkatın kalbinde kendisine karşı duyulan bir nefrettir.
Allah Yolunda Mücadele Etmek De Rızık Kapılarını Açar Cihad, İslâm’ın zirvesidir. Bu yolla, kullar Allah’ın kendilerine vaat ettiği mükâfata ulaşırlar. Bunun içindir ki 39. Müslim, r.2808. 40. Ahmed bin Hanbel, r.5114; Elbani, İrva, r.1269. 41. Fetih, 20.
14
Ekim 2018
Allah azze ve celle, kullarına bu vazifeyi emretmiştir. Bu görev kıyamete kadar devam edecektir. Abdullah bin Ömer radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Şirk koşulmaksızın, sadece Allah’a kulluk edilene kadar, (savaşmak üzere) kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesindedir. Zillet ve meskenet benim bu yoluma muhalefet edenlere verilmiştir. Kim bir kavme benzerse onlardandır.” (40) Allah’ın vaadi, cihad ile gerçekleşmektedir: “Allah; size, ele geçireceğiniz bol ganimetler vaat etmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki Müminlere bir ayet olsun ve sizi dosdoğru yola hidayet etsin.” (41)
Bu vaat, Müslümanların kıyamet gününe kadar elde edecekleri bütün kazanımları içermektedir.
Allah Yolunda İnfak Etmek, Rızık Yollarını Kolaylaştırır Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Genişlik ve imkân sahibi olan, nafakayı imkânlarına göre versin. Rızkı kendisine kısıtlı tutulan da artık Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, kişiyi ancak ona verdiğinden yükümlü tutar. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı verecektir.” (42) “Her neyi infak ederseniz, Allah onun yerine bir başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (43) Kişi Allah yolunda infak ettiğinde, sadaka verdiğinde, malının azalacağı ve fakir olacağı korkusunu taşır. Oysa gerçek olan şey, malın infak etmekle azalmadığıdır. Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle burmuştur: “Sadaka malı eksiltmez!” (44) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, infak edilen malın, azalmasının aksine, yerinin doldurulacağı, zorda olanın sıkıntısının giderileceği ve rızkının genişleyeceğini haber vermektedir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Kulların sabahladığı her gün, iki melek iner. O iki melekten biri; Allah’ım! İnfak edenin, verdiği malın yerine ver! diye dua eder. Diğer melek ise; Allah’ım! Malını infak etmeyip tutan kişinin malını telef et! diye dua eder.” (45)
Kul, Allah’tan Korkarak Akrabalık Bağlarını Gözettiğinde, Yaşantısında Emniyet, Kazancında Da Bereket Sahibi Olur Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim, rızkının genişletilmesini ömrünün uzatılmasını isterse, sıla-i rahim yapsın.” (46) Yani rızkı genişler ve ömrü bereketlenir. Hadis-i Şerif’te geçen ömrün genişletilmesinden kasıt, ömrün bereketlenmesidir, denilmiştir. Bazıları da ibarenin gerçek manasını alarak, gerçekten ömrün uzadığını söylemişlerdir.
İffetini Korumak Adına Evlenmeyi Düşünen Bir Fakirin, Bu Niyetinden Ötürü Allah azze ve celle Rızkını Artıracaktır Hiç şüphesiz Allah’ın rızkı geniş ve ikramı boldur. O kulların hallerini bilir ve kullarına ikramda bulunması O’na ağır gelmez. Allah’ın ikramı dai-
42. Talak, 7. 43. Sebe, 39. 44. Müslim, r.2588. 45. Buhari, r.1442; Müslim, r.1010. 46. Buhari, r.5986; Müslim, r.2557.
Safer 1440
15
midir, kesilmez. Çünkü O’nun hazinesi sonsuzdur, tükenmez. Allah azze ve celle, evlenmesi halinde rızkını artıracağı şeklindeki vaadi ile evlenme yoluyla kendini zinadan korumayı hedefleyen iffetli kişilere yardım etmeyi irade etmiştir. Allah’ın vaat etmiş olduğu zenginlik, kanaattir. Bununla birlikte, kişinin evlenmesi halinde iki kişinin rızkı birleşir ve bu vesileyle artmış olur. Ömer bin Hattab radıyallahu anh şöyle demiştir: Allah azze ve celle; “Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder.” (47) buyurmuş olmasına rağmen, nikah olmaksızın zengin olmayı düşünen kişiye şaşarım.
Toplumda Selâmı Yaymak, Hayatın Kasvetini Ve Sıkıntısını Ortadan Kaldırır Selâmlaşmak, insanlar arasında sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma tohumları ekerek, kişilerin içini ferahlatır, toplumdaki istikrar ve yardımlaşma duygusunu kuvvetlendirir. İnsanlardaki sorumluluk bilincini artırır ve çalışma gayretini canlandırır. Bütün bunlar da rızkın genişlemesine ve bereketin artmasına vesile olur. Enes radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Ey evlat! Ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver. Ver47. Nur, 32. 48. Tirmizi, r.2698. 49. Maide, 66. 50. İbrahim, 37.
16
Ekim 2018
diğin bu selâm hem senin için hem de ailen için bereket olur.” (48)
Şeriatın İkame Edilmesi, Rızkın Genişlemesi İçin En Büyük Kapılardan Birinin Açılması Anlamına Gelir “Ve eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rablerinden indirileni (Kur’an’ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimeti) yiyeceklerdi.” (49) İbrahim aleyhisselâm, ailesini Şam’dan Mekke’ye götürmüş ve hanımı Hacer’i, kucağındaki bebekle orada bırakmıştı. O vakit, Mekke ıssız bir yerdi. Mekke’de ne su vardı, ne yiyecek vardı ve ne de oralarda yaşayan insanlar bulunuyordu. İbrahim aleyhisselâm, bütün bu şartlara rağmen, Rezzak olan Allahu Teâlâ’ya güvenmiş ve ailesini bırakıp geri dönmüştü. “Rabbimiz! Gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında, ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım). Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (50) Allah azze ve celle, kulu ve dostu İbrahim duasını kabul etti. İhsan ettiği nimet ve rızıklar bütün Mekke’yi kuşattı. Bu mübarek belde, yerin ve göğün bütün bereketleriyle doldu. “Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünü-
aleyhisselâm’ın
nün aktarılıp-toplandığı güvenli bir Harem’de yerleşik kılmadık mı!” (51) Bütün bunlar, Allah azze ve celle’nin lütfu, ihsanı ve kereminin bir tecellisiydi. Bu beldede, bütün meyve çeşitlerinin bulunduğunu görürsün. Her yerden rızık yağmaktadır. Bütün bunlar, Mekke toprakları ekime elverişli olmamasına rağmen gerçekleşmiştir. Çünkü Allahu Teâlâ, üstün ve şerefli kıldığı kutsal evini bu beldeye bırakmıştır. Bu kutsal evde, insanları cezbeden bir sır bulunmaktadır. Hiç kuşkusuz, kişi ne kadar çok Beyt-i Harem’i ziyaret edecek olursa, bu kutsal yere olan özlem ve iştiyakı daha da artmaktadır. Sürekli tavaf etme ve kana kana zemzem suyundan içme isteği doğmaktadır. Gözünü kırpmadan sürekli Kâbe’yi seyretme isteği doğmaktadır. Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh’tan gelen rivayette, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sürekli Hacc ve Umre yapınız. Hiç şüphesiz körüğün, demir, altın ve gümüşün kirine engel olduğu gibi, Hacc ve Umre de günah ve fakirliğe engel olur. Haccı Mebrur’un karşılığı ancak cennettir.” (52)
Allah azze ve celle, Müminlere Olan Rahmeti Gereği, Onlara İhtiyaçları Kadar Rızık Takdir Ederek, Onların Maslahatını Gözetmektedir Allah azze ve celle, kulları hakkında en hayırlısını bilendir. Hak edene zenginlik, hak edene de fakirliği verir.
Katade rahimehullah şöyle nakletmiştir: “En hayırlı hayat, seni uzaklaştırmayan ve azdırmayan hayattır.” İnsanların arasında en zeki ve en çalışkan olan bazı kişilerin, kısıtlı bir rızıkla yaşadıklarını görürsün. Bunun aksine, cahil ve çalışkan olmayan bazı kişilerin de bol bir rızıkla yaşamakta olduklarını görürsün. Her iki sınıf da Allah azze ve celle’nin kendileri için takdir etmiş olduğu kaderi yaşamaktadırlar. Rızkı kısıtlı olan kişi bunun hikmetini bilemez, rızık genişletilen cahil de bunun sebebini anlamaktan uzaktır. “Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor. Sizden kimini de bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Hiç şüphesiz, Allah bilendir ve her şeye güç yetirendir. Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara (kölelerine) vermiyorlar ki onlarla rızık bakımından eşit olsunlar. Hâlâ Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (53) Allah’ım! Bize geniş rızık ver. Bizi haramlarından koru ve helalinle zengin kıl. Fazlınla yetindir, başkasına muhtaç etme. Bizi kullarının en kanaatkârı kıl. Hiç şüphesiz Sen rızık veren ve ikram sahibisin. Rızık veren sadece Sensin. Selam ve Dua ile
51. Kasas, 57. 52. Tirmizi, r.815; Elbani, Silsiletu’s Sahihe, r.1200. 53. Nahl, 70-71.
Safer 1440
17
KAPAK DOSYA M. Sadık Türkmen
“Allah gökten su indirdi, dereler kendi miktarınca aktılar. Selde üste çıkan köpüğü taşıdı. Süs eşyası veya faydalı eşya yapmak için ateşte eritilenlerin de böyle köpüğü vardır. Allah hak ile batılı böyle misal verir. Köpüğe gelince yok olup gider. İnsanlara fayda veren ise, yerde kalır. Allah, böylece misaller verir.”
18
Ekim 2018
HAK İLE BATIL MÜCADELESİNDE SÜNNETULLAH
H
amd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a onun ailesine ve ashabına olsun. Eşyanın zıddı ile var olmasında bazı hikmetler vardır. Bu hikmetlerden biri de insanın mukayese gücünü kullanarak öğrenmesini ve ibret almasını sağlamaktır. İyiliğin karşılığı olarak kötülük, ilmin karşılığınca cehalet, temizliğin karşılığında kirlilik ve
benzeri kıyaslamalar hayatın her deminde insanın karşısına çıkmaktadır. Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim birbirine zıt olan bu kavramlardan bazılarını bizlere “En güzel misalleri verme” sıfatıyla sunmaktadır. Kelime-i Tevhidi kökü sağlam olan dalları göğe yükselen ve her daim meyve veren sağlam bir ağaca benzetirken, küfrü ve inkârı yere kök salmayan sökülüp atı-
lacak kadar zayıf olan bir bitki gibi vasıflandırmıştır. (1)
bizlere hakkın gücünü, batılın güç-
“Allah, mülkiyet altında bulunan, dolayısıyla herhangi bir şeye güç yetiremeyen bir köleyi, bir de tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, gizli ve aşikâr ondan infak eden bir kişiyi misal verdi. Hiç bu ikisi eşit olur mu? Hamd yalnız Allah’a mahsustur. Ne var ki onların çoğu bilmezler.” (2)
muş ve asıl itimat edilmesi gereken
Yüce Allah müşriklerin acizliğini bildirmek için bir sineği misal verirken, Allah dışında dost arayanların misalini bir örümcek ile vermiştir. Allah dışındaki dostlar örümcek yuvası kadar çürük ve temelsizdir…
gider. İnsanlara fayda veren ise,
İnsanın yeryüzüne gönderiliş gayesi, Allah’a kulluk etme vazifesini Allah’ın istediği şekilde yerine getirmektir. Bu gaye için gökler yükseltildi, bu gaye için yer döşendi, dağlar yükseltildi ve saymaktan aciz olduğumuz nimetler yeryüzüne serpiştirildi. Bu gayeyi gerçekleştirmek için çalışanlara cennet, ona aldırış etmeyen, umursamayan ve onu engellemek isteyenlere de cehennem vaat edildi. Bu gayeyi gerçekleştirmeye çalışanlar hak yolunun yolcuları, ona engel olmaya çalışanlar batıl yolunun yolcusu oldular. Bu durum aslında düşünen insanlar için bir ölüm-kalım mücadelesidir. Ancak Allah Teâlâ
tır. Henüz başlangıçta hakta batılda
süzlüğünü çok basit bir örnekle sunmerciinin hak olduğunu belirtmiştir; “Allah gökten su indirdi, dereler kendi miktarınca aktılar. Selde üste çıkan köpüğü taşıdı. Süs eşyası veya faydalı eşya yapmak için ateşte eritilenlerin de böyle köpüğü vardır. Allah hak ile batılı böyle misal verir. Köpüğe gelince yok olup yerde kalır. Allah, böylece misaller verir.”
(3)
Hak-batıl
mücadelesi
Kur’an-ı
Kerim’in bize bildirmesi ile ilk insanın yaratılışından itibaren başlamışkendi
karakteristik
özelliklerini
sunmuşlar ve kendilerini tanıtmışlardı. Allah Teâlâ tüm meleklere Hz. Âdem aleyhisselâm secde etme emrini verince İblis hariç hepsi itaat ederek secde ettiler. “Allah: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi?” Dedi. İblis “Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” dedi.”
(4)
İblis kıyametin kopacağı güne kadar insanları kendi yoluna çekmek için izin istedi ve bu izin kendisine verildikten sonra Allah’ın rahmetinden kovularak ayrıldı.
1. İbrahim Sûresi, 24-26 2. Nahl, 75 3. Ra’d, 17 4. A’raf, 12
Safer 1440
19
olan (!) Musa aleyhisselâm, onun karşısına çıktığı zaman elindeki tek dayanak Allah’ın zikri idi. Sonra İsrailoğulları’nın Mısır’dan kaçışı esnasında yaşananlar ve Musa aleyhisselâm asasıyla denizi yarıp karşıya geçmesi, Firavun ve ordusunun helaki hakkın ve batılın gücünü gözler önüne sermektedir.
Hak ile batılın aynı çatı altında uyumlu bir şekilde devam etmesi asla mümkün değildir. Çünkü onların tabiatı, yaşayışları ve akıbetleri farklı olacaktır. Aynı zamanda karakterleri ve hayata bakışları farklıdır. Batıl, şeytandan beslendiği için sürekli kendisini büyük göstermeye ihtiyaç duyar. Hak ise Allah’ın vahyinden istifade edip ona itimat ettiği için hem kararlıdır hem de gücünü ispatlamaya ihtiyaç duymaz. Kazıklar sahibi Firavun ’un karşısına Medyen’ den yeni gelmiş olan Musa aleyhisselâm çıkarak onu İslam’a davet etmesine ne dersiniz? Oysa Musa aleyhisselâm daha birkaç yıl önce Firavun ’un kavminden bir Kıpti’yi öldürmüş, yakalanıp öldüreceğini anlayınca da Mısır’ı terk etmişti. O Firavun ki insanlar onun kapısının önünden bile geçmeye cesaret edemezdi. Mısır kanunlarına göre suçlu 5. Enbiya, 68-69
20
Ekim 2018
Batılın özelliklerinden biri de ibret almamasıdır. Hz. İbrahim aleyhisselâm kavmini gafletten uyandırmak amacıyla putları kırıp onların acziyetini ispat etmeye çalışınca kavmi onun ne yaptığını anladıkları halde cezalandırmaya karar verdi. Hedefleri bu putları kıran kişinin sonunun ibretlik olması idi. Bu sebeple büyük bir ateş yaktılar. Ancak Allah kendi dostunu yalnız bırakmamış ve müşrikleri kurdukları tuzak ile perişan etmişti. Bu durum Kuran’ı Kerim de şöyle anlatılmıştır: “Kavmi eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin” dediler. Biz de “Ey ateş! İbrahim’e karşı soğuk ve selamet ol” dedik. (5) Hak ile batıl savaşının en önemli unsurlarından biri de sabırdır. Şeytan ve taraftarları Allah’ın isminin yükselmesinden son derece rahatsız olurlar. Hakka dair en ufak hareketlenmeleri takip ederek, onun filizlenmesine izin vermek istemezler. Hak taraftarları da aynı şekilde kendi yollarına devam ederler. Her ne kadar aralarında her zaman bir
fiili sürtüşme olmasa da nihai olarak sürtüşmeden kaçınmak mümkün olmaz. Zira hak ile batılın bir arada yaşamaya tahammülü yoktur.” Sen bir adım gel, ben bir adım geleyim, orta yolda buluşalım” demek gibi bir prensiplerinde yoktur. Çünkü bu tür teklifler karşı tarafın ayağın kaydırmaya yöneliktir. Hz. Nuh aleyhisselâm’ın hayatı bu sabra en güzel örneği teşkil eder. Dile kolay 950 yıl boyunca sabırla kavmini davet etti. Ancak kavmi de hidayet pınarından içmemek için aynı şekilde diretti. “Nuh dedi, peygamber demedi”, deyimini insanlara bıraktılar. Peki netice ne oldu? Allah’ın onlar için seçtiği sonuç ne oldu? Evet alay ettikleri peygamberleri ve ona iman edenler kurtuluşa erdi. Zalim kavim ise kendi günahlarının karşılığını bir daha isimleri yeryüzünde anılmayacak şekilde ödediler. Cahiliye hangi dönemde olursa olsun insanlara musallat olan en büyük beladır. Bazen yeryüzünün her bucağına kök salmış olabilir. İnsanlık için sığınacak bir limanın bulunmadığı bir dönem gelip çatabilir. Batılın köpükleri yeryüzü tabakalarını tamamen kuşatabilir. Ancak tüm bunlara rağmen hak yeryüzünün gerçek varisidir. Yüce Allah, peygamberimizi Kur’an’ı Kerim ile cahiliyenin köpüklerini en yoğun bir şekilde yeryüzünü sardığı bir dönemde gönderdi. Mekke’de bir meçhul olarak parlamaya çalışan bu nur insanlığın hidayete ve
Hak ile batıl savaşının en önemli unsurlarından biri de sabırdır. Şeytan ve taraftarları Allah’ın isminin yükselmesinden son derece rahatsız olurlar. Hakka dair en ufak hareketlenmeleri takip ederek, onun filizlenmesine izin vermek istemezler.
hakka olan iştiyakından dolayı kısa bir zaman sonra tüm dünyaya ışıklarını sundu. Şüphesiz daha önceki, peygamberlerin gelmesinin gerektiren bazı sebepler kıyamet kopmadan önce yine meydana gelecektir. Batıl, dağları yerinden sarsan tuzaklarıyla Müslümanları zaafa uğratacak ve gelmesi beklenen en şerli kişi olan Deccal gelecektir. Bu bir nevi hak ile batılın bayrağı dikmedeki son büyük çarpışması olacaktır. Deccal, insanlar kendisine iman etsinler diye bir kişiyi öldürüp diriltecek, şeytanları ölenlerin şekline sokup diriymiş gibi gösterecek, yağmur yağdıracak, bitkiler çıkaracak, hazineler “çıkın” deyince onlar çıkıp Deccal ’in peşine takılacak, insanları
Safer 1440
21
yalancı cennet ve cehenneme çağıracak, insanların susuzluğunda istifade ederek onları sahte ırmaklara çağıracak ve açlığı kullanarak onları yanındaki ekmek yığınlarına çağıracaktır. Kendisine bu kadar istidraclar verildiği halde yine de mağlup olmaktan kurtulamayacaktır. Yukarıda zikredilen haberleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işiten Ümmü Şerik bint Ebi’l-Aker dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Peki o gün Araplar nerede olacaktır? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ”Araplar o gün azdır ve büyük çoğunluğu Beytul’l-Makdis ‘te (Kudüs’te) bulunacaktır. Onların imamları salih bir adam olacaktır. İmamları öne geçip onlara sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa onların üzerine sabahleyin inecektir. Bunun üzerine İsa’nın öne geçip cemaate namaz kıldıracağı için imam geri geri yürümeye başlayacak. Fakat elini onun omuzları arasına koyacak ve ona “Öne geç namazı sen kıldır çünkü kamet senin namaz kıldırman için getirildi” diyecektir. Bunun üzerine imamları onlara namaz kıldıracaktır. İmam namaz kıldırınca İsa aleyhisselâm “Kapıyı açın” diyecektir ve kapı açılacaktır. Kapının arkasında Deccal ve onunla beraber yetmiş bin Yahudi bulunacaktır. Bunların hepsi süslenmiş kılıçlı ve yeşil şallı olacaktır. Deccal Hz. İsa’ya bakınca tuzun 6. İbn Mace, hn:4077 7. Mü’min, 82-85
22
Ekim 2018
suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa aleyhisselâm da ona “Sana öyle bir darbem var ki, sen ondan kurtulamayacaksın” diyecektir ve İsa ona Lut şehrinin kapısında yetişecektir onu öldürecektir…”
(6)
Görüldüğü gibi hak ortaya çıkınca batılın sönmekten başka bir çaresi kalmamaktadır. Son olarak hak ile batılın mücadelesi ile ilgili olarak ilahi düsturdan şu ayetleri nakledeceğiz: “Onlar yeryüzünde gezip dolaşarak kendilerinden
öncekilerin
akıbe-
tini ve ne olduğuna bakmazlar mı? Onlar, bundan daha çok kuvvetli ve yeryüzündeki eserleri bakımından da daha güçlü idiler. Yine de onların kazandıkları şeyler kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. Onlara peygamberleri apaçık delillerle gelince, kendilerindeki ilme sevinip şımardılar. Alaya aldıkları da onları çepeçevre kuşatıverdi. Onlar, azabımızı gördüklerinde: “Tek olarak Allah’a iman ettik. Ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. Azabımız gördüklerinde iman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkındaki devam edegelen kanunu budur. İşte orada kafirler hüsrana uğradılar.”
(7)
KAPAK DOSYA Ahmet İnal
İMTİHANLAR DÜNYASINDA DEĞİŞMEYEN ESASLAR
Ç
ocukluk ve ihtiyarlık dönemleri dışında hayatımızın büyük
umulmadık yerlerde yaka-
bir bölümü imtihanlarla geçi-
samaya başlıyor, gerekçeler
yor. Anne karnından çıkıp
buluyor ve ikna oluyoruz.
dünyaya geliyoruz, gözümüz
Sahiden, eğer gerekmeseydi;
açılmaya
hocalarımız,
başlıyor,
hayatı
lanıyoruz aniden. Bir iki üç derken alışıveriyoruz, kanık-
patronumuz,
yavaş yavaş tanımaya çalışı-
anne babalarımız ve eşimiz
yoruz. Derken… Bir imtihan-
dostumuz tarafından neden
lar serisi yakamıza yapışıyor.
imtihan edileydik ki? Hocala-
Kimi zaman okul sıralarında
rımız anlattıklarını ne kadar
kimi zaman evimizin tam
öğrendiğimizi
ortasında kimi zaman da en
patronumuz verdiği maaşın
test
etmeli,
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk: 2 )
Safer 1440
23
hakkının verilip verilmediğini göz-
Maalesef, canlandırdığımız bu hazin
lemlemeli, anne babalarımız nasıl bir
tablo gündelik hayatta fazlasıyla
evlat yetiştirdiklerini iyice anlama-
karşımıza çıkıyor. Bu dünyanın bir
lılardı. Evet evet, bunun için sınan-
imtihan dünyası olduğu dillerimize
mak, zorlu bir imtihandan geçmek
pelesenk olmuş, ancak gönülleri-
ve sabredip ter dökmek gayet makul
miz başka şeyler diyor. İnsanlar-
idi. Değilse nasıl anlaşılırdı başarılı olanla olmayan, az çalışan ile çok çalışan, sabreden ile gevşeyen… Bizi sınayanlara itiraz edip, “siz kim oluyorsunuz da bizi böyle sınavlardan geçiriyorsunuz” demek içten bile değildi. Çünkü bunu yapmaya hakları vardı.
bir
kedicik
oluyoruz,
Allah’tan
gelenlere ise aslan kesilip asıyor, kesiyoruz. Belalar karşısında isyan edip hadsiz davranan kimseler için “insanlık halidir işte” deyip meseleyi geçiştirirken, sabredip erdemli davranmayı ise sadece peygamberlere
Evet, imtihanları kanıksıyor ve kendi
yakıştırıyoruz. Kısacası imtihanlar
içimizde
üretiyorduk.
hususunda insanlardan yana olabil-
Ancak bu bakış açısı hep insanlar
diğince müsamahakâr, Allah’a karşı
tarafından tabi tutulduğumuz sınav-
ise isyankârız. İşte tüm bu yanlış-
lar için geçerliydi. İmtihan eden,
lıklardan dolayı; imtihanın hikmeti,
gerekçeler
üzerimizdeki tüm nimetlerin sahibi olan Allah celle celaluhu olduğunda ise durum tamamen değişiyor, gerekçeler tuzla buz oluyor ve ardından bir vaveyla başlıyordu: “Dünyadaki milyarlarca insan arasında neden ben imtihan olmuştum ki? Cuma vakitlerinde namaza giden, kandil gecelerinde yakınlarına tebrik mesajları atan ben değil miydim? Hayatında bir defa olsun camiye
imtihanlarda Allah’ın değişmeyen kuralları,
imtihanlar
karşısında
insanların durumu gibi hususların zihinlerde doğru bir şekilde yer edinmesi, kalplerdeki duyguların tekrar canlanması gerekiyor. “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”
(1)
girmeyen milyonlarca insan varken
“Andolsun ki içinizden cihad eden-
neden onlar değil de ben seçilmiştim,
lerle sabredenleri belirleyinceye ve
Allah’ın hiç mi adaleti, merhameti
haberlerinizi açıklayıncaya kadar
yoktu?”
sizi imtihan edeceğiz.”
1. Mülk, 2 2. Muhammed, 31
24
dan gelen imtihanlara karşı masum
Ekim 2018
(2)
Kâinatın yegâne sahibi olan Allah’ın celle celaluhu,
her şeyin künhünü bil-
miş olmasına rağmen hangi hikmete istinaden bu dünyayı yarattığını tam olarak bilemiyoruz; ancak yukarıdaki ayetlerden hareketle rabbimizin bizden sadır olacak salih amelleri tekrar tekrar görmek istediğini, kendi uğrunda
çalışan
ile
çalışmayanı,
sabreden ile kahredeni ayırt etmek için
insanoğlunu
daima
imtihan
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara, 155)
edeceğini anlıyoruz. Diğer yandan insanlığın bidayetini temsil eden Hz. Âdem aleyhisselam’ın cennette dahi imtihan edilmesi ve bu imtihan neticesinde yine bir imtihan alanı olan yeryüzüne indirilmesi bizlere gösteriyor ki; bu dünya oyun ve eğlence olsun diye değil herkes kulluk göreviyle imtihan edilsin, hayır yolunda
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden
yarışanlar ile şer yolunda koşturanlar
önce kendilerine kitap verilenlerden
belli olsun diye yaratılmıştır.
ve şirk koşmakta olanlardan elbette
Bu dünyaya Allah’a kulluk hususunda sınanmak için gönderildiğimiz gerçeği tüm peygamberler tarafından ortak bir nida ile biz insanoğluna tebliğ edilmiş, bu zorlu yolda almamız gereken önlemler teker teker izah edilmiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerimde şu şekilde zikredilir: “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.”
(4)
Bir yarışa başlanacağında oyunculara kuralların bildirilmesi gibi insanoğluna da bu zorlu yolculukta keskin dönemeçler tarif edilmiştir. Dünyaya gelen herkes mutlaka bu hususların bir kısmı ya da tamamıyla imtihan edilecektir. Bunların
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri
miktarı ve zorluğu da kişinin imanı
müjdele.”
ölçüsünce olacaktır.
(3)
3. Bakara, 155 4. Âl-i İmran, 186
Safer 1440
25
doldurursa işte o zaman bu sevgi sahibinin felaketi haline gelir. Artık bu noktadan sonra servetin artması da bir imtihandır azalması da. Dünya malı ile imtihan çok çetindir. Zira bu imtihanda başarısız olmak kişiyi imanının yok olmasına kadar götürebilir. Bu sebeple Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
bizleri bu hususta
uyarmakta ve çekincesini şöyle dile getirmektedir: “Allah’a yemin ederim ki, ben sizin fakirliğinizden
Fakat,
ediyor:
sizden önceki (ümmet)lere olduğu gibi
“Dedim ki: ‘Ya Rasulallah, insanların
size dünya (zenginlikleri)nin açılma-
belâsı/imtihanı en çetin olanı kimdir?
sından, böylece başkalarının elinde-
Efendimiz buyurdu ki:
kilere özenip din yönünden ziyana
“Sahabelerden
Sa’d
rivayet
“Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini oranında bela
uğramanızdan ve öncekileri dünya zinetlerinin helak ettiği gibi sizi de helak
görür/imtihan edilir. Dini kuvvetli ve
etmesinden korkuyorum.”
sağlam ise belası ağır olur. Dininde zayıf-
Can ile imtihan ise; imtihanların en
lık söz konusu ise, dini kadar bela görür/ imtihana tabi tutulur. Bela insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” İmtihan
(5)
edileceğimiz
(6)
zorudur. İnsanın canı, bedeni selamette olmadığı sürece tüm dünya nimetleri önüne serilse de hiçbir kıymet ifade etmez. Günümüzde nice
hususların
başında, insanoğluna en sevimli gelen mallar ve canlar zikredilmiştir. İnsa-
servet sahibi insan vardır ki bedenlerine kalıcı bir hastalık dokunduğunda ellerindeki tüm mülklerini feda edip
noğlu mala ve mülke düşkün yaratıl-
ondan kurtulmak isterler. Ancak bu
mıştır. Hiç kimse bunlara olan makul
çoğu zaman mümkün olmaz. İşte
sınırlardaki sevgisinden dolayı kına-
can ile imtihan bu noktada başlar.
namaz. Ancak ne zaman ki bu ilgi ve
Kişiye düşen ise sadece sabretmek ve
alaka kişiyi Allah’ın yolundan alıko-
o bedenin sahibine yardım için niyaz
yar da kalbini mal- mülk sevgisiyle
etmektir.
5. Tirmizî, c. 7, s. 78-79; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, c. 1, s. 136 6. Buhâri; Müslim
26
korkmuyorum.
Ekim 2018
Eyyüb peygamber can ve mal hususunda yaşadığı imtihanlar ve gösterdiği sabır neticesinde darb-ı mesel olmuştur. Allah’ın yığın yığın mal ve
“Eyyûb da: “Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etti.”
oğullar ihsan ettiği Eyyüb peygamber gün gelir bunların yokluğuyla imtihan olur. Hayvanlarının hepsi helak olur, evlatlarıyla arası ölüm ile açılır. Tüm bu sıkıntıların yanında bir de hastalığa yakalanır. O artık zengin,
(Enbiya, 83)
çoluk çocuk sahibi, itibarlı bir kimse değildir. Zor günler bekler onu. Etrafında hanımından başka onunla ilgilenen hiç kimse yoktur. Ancak O, yıllarca nimetler içinde yaşadığını hatırlayarak rabbine isyan etmez ve daima tazarru içinde niyazda bulu-
Hastalığından kurtulması için de
nur. Duasında bile edep pınarları fış-
şifalı bir su ile nimetlendirilir:
kırır. Hastalığını, perişan durumunu dile getirmekten hayâ eder ve şu şekilde yalvarır rabbine: (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rab(7)
Samimi tüm dualara icabet eden Allah celle celaluhu
sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” dedik.”
“Eyyûb da: “Başıma bir bela geldi,
bine nida etti.”
“(Biz ona): “Ayağını yere vur! İşte
Eyyüb’ün aleyhisselâm sabrı
ve edebini gördükten sonra herkese bir ibret olsun diye O’na olan nimetlerini arttırarak lütufta bulunur:
(9)
Mallar ve canlar dışında insanoğlunu için bir başka imtihan alanı “korku hissi”dir. Korku, insanın tüm bedenine sirayet eden inanılmaz bir histir. Manevi bir duygu olmasına karşın etkileri
gözlenebilir
vaziyettedir.
Kalp ritimlerinin aniden hızlanması, bedende uyuşuklukların ya da titremelerin meydana gelmesi, vücudun
“Ve ona, bütün ailesini ve beraberle-
ısısının ekstrem bir şekilde artması
rinde bir mislini daha tarafımızdan
ya da azalması… Korku tüm bedeni
bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl
sarınca kişi dünyalar karşılığında da
sahipleri için bir ibret olsun.”
olsa bu durumdan kurtulmak ister.
(8)
7. Enbiya, 83 8. Sad, 43 9. Sad, 42
Safer 1440
27
Şeytan, bunun için her şeyini feda
su için Allah’ın emrine isyan eden ve
eden kimseyi en son diniyle sınar.
zelil olan kullardan bahseder:
İmanlar zayıf olduğu zaman şiddetli olan bu korkuya karşı direnemez ve eriyip giderler.
için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim
Korku imana galebe çaldığı zaman
ondan içerse benden değildir. Eliyle
kişi Allah’ın emirleri hususunda
bir avuç içen müstesna kim ondan
masiyetlere batar. Kul, Allah yolunda
içmezse bendendir, dedi. İçlerinden
cihada çıkacağı, infak edeceği, bir
pek azı müstesna hepsi ırmaktan
münkeri değiştirmek için teşebbüste
içtiler. Tâlût ve iman edenler bera-
bulunacağı vs. durumlarda karşı-
berce ırmağı geçince: Bugün bizim
sında elinde korku kılıcı bulunan şeytanı bulur. Bu şeytan onu kimi zaman ölümle, kimi zaman malının tükenip gitmesiyle, kimi zaman da insanlardan eza ve cefa görüp itibarının kaybolmasıyla korkutur. Netice
Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın
huzuruna
varacaklarına
inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle bera-
de zayıf olan iman buna boyun eğer
berdir, dediler.”
ve zamanla sahibini terk eder.
Açlık ve susuzluk ile imtihan insan-
İnsan; korku, mal ve can ile imtihan
ların kalitelerini ortaya koyar. Kimisi
edildiği gibi açlık hissi ile de imtihan edilir. Rahat bir yaşam süren, midesi daima lezzetli yiyecek ve içecekler ile dolan bir kimse için açlık çetin bir sınavdır. Hele bir de nefisler yemeiçmeye tamah etmiş ise durum daha
(10)
bir avuç su karşısında dinini satar ve helak olur, kimisi de bunun bir imtihan olduğunu anlar ve bir avuç suyla cenneti bulur. İşte bu açıdan insan, kendisini açlığa karşı hazırlamalı ve nefsinin yiyecek, içeceğe köle olma-
da vahimdir. Çünkü böyle kimseler
sını engellemelidir.
sırf açlık korkusundan dolayı akla
İnsan; korku, açlık ve mallardan,
hayale gelmedik kötülükler işleye-
canlardan, ürünlerden eksiltilmekle
bilirler. Günümüzde bir şişe kolaya
imtihan edilecektir. Ancak, ayette
dinini değiştiren, karnını bir sefer de
zikredilen “bir miktar” ifadesi kaydı
olsa doyurmak için hırsızlık yapan,
şartıyladır bu. Zira bilhassa korku ve
adam öldüren, namusunu satan çok
açlık bu ifade ile sınırlandırılmasaydı
sayıda insan vardır. Kur’an-ı Kerim
insanın takati bu imtihanlar ile müca-
bizlere Bakara Suresi’nde bir avuç
deleye yetmezdi. Çünkü aşırı derece-
10. Bakara, 249
28
“Tâlût askerlerle beraber (cihad
Ekim 2018
deki açlık ve korku insan bedenini ölüme götürmeye yeterlidir. Ayette belirtilenlerin dışında insan için değişmeyen imtihan alanlarından birisi de “kadın meselesi”dir. Kadınlar, malını ve canını Allah yoluna adayan bazı mü’minleri, duygularına hitap etmek suretiyle bu davranıştan vazgeçirebilirler. “Sen ölürsen biz ne yaparız; savaşa gitme.” diyebilirler. “Paranı boş yere harcama, çoluğunu çocuğunu düşün.” diyerek, erkeğin hayır yapmasına engel olabilirler. Sahip olduklarından daha fazlasını istemek suretiyle, kocalarını gayri-
dan maalesef tehlikeli boyutlardadır.
meşru kazanmaya sevk edip günaha
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu
itebilirler. Rivayet edildiğine göre
hususta erkekleri uyarmak için şöyle
ashab-ı kiram devrinde bazı sahabile-
buyurmuştur:
rin eşleri ve çocukları “Eğer gidecek olursan biz sensiz ne yaparız?” bahanesiyle onların hicret etmesini gecik-
“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne sebebi bırakma-
tirmişlerdi. Bu ve benzeri durumlar
dım.”
için kadınlar, erkekler için büyük bir
“Ne gariptir ki, kendine hâkim akıllı ve
imtihan sebebidir.
(11)
dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin
Kadının büyük bir imtihan oluşunun
kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebil-
belki de en önemli sebebi; cazibele-
diğini görmedim.”
rini kullanarak erkekleri gayri meşru ilişkiye sevk etme kabiliyetlerinin yüksek oluşudur. Tabi ki bu durum iman ve iffetten yoksun olan kadınlar için geçerlidir. Ancak netice de böyle
(12)
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadın-
kadınların olması ve hayatta erkek-
lara kapılmaktan korunun. Çünkü İsra-
lere çeşitli ayak oyunlarıyla tesadüf
iloğullarında ilk fitne kadınlar yüzün-
etmesi toplumları ifsat etmesi açısın-
den çıkmıştır.”
(13)
11. Buhârî Nikâh 17; Müslim Zikir 97 98. 12. Buhârî, Hayz 6, İman 21, Nikah 88; Müslim, İman 132, (79) 13. Müslim, Zikir 99; Tirmizî, Fiten 26.
Safer 1440
29
Bu
hadislerden
kadınların
mut-
geçerliliğini koruyacak ve sabreden-
lak olarak kötü bir cins oldukları
ler ile isyan edenler ortaya çıkacaktır.
anlaşılmamalıdır. Zira bu hadisler; kadınları fitne aracı olmayın diye uyarırken erkekleri de reddedilemez
Şunu biliyoruz ki; sadece iman ettik demekle cennet kapıları açılmayacak,
bir vakıa olarak kadınlar ile imtihan
dünya nimetleri önümüze serilme-
hususunda ikaz etmektedir.
yecek. Bu iddiamız için daima sına-
Netice olarak; insanoğlu yukarıda
nacağız. Aynı Rasûlullah’ın sallallahu şu şekilde belirttiği gibi:
zikredilen ve daha zikredemedi-
aleyhi ve sellem
ğimiz durumlar ile imtihan oluna-
“Mü’min kişinin benzeri, bir sap üze-
caktır. Çünkü bu dünya bir imtihan âlemidir. Herkes sınavdan geçirilecek ve çalışmasına göre cennet ve cehennemi hak edecektir. Bu durumdan peygamberler dahi müstağni değildir. Hatta onlar için imtihanlar
rinde biten taze ekin gibidir. Rüzgâr, ona hangi taraftan gelirse, onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner, meyleder (fakat o, yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min kişi de böyledir. O
daha da zordur. Açlık, korku, kadın,
da belâ sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz).
mal ve canlar ile ilgili imtihanlara
Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri
baktığımızda bunların en şiddetlile-
ise, sert ve dimdik duran çam ve dağ ser-
rinin peygamberlerin hayatlarında
visi gibidir. Nihayet Allah onu, dilediği
olduğunu anlarız. İşte bu açıdan;
zaman (bir seferde) kırar, devirir.” (14)
nefes aldığımız müddetçe imtihanlar ile karşılaşacağımız hakikatini asla unutmayacağız. Ve bileceğiz ki; bu dünya insanın her türlü emeline ulaşabildiği bir yer değildir. Burada acı vardır, korku vardır, açlık vardır. Tüm bunların ilacı olarak ise sabır verilmiştir. Bizler bu zorlukları yaşayan ne ilk ne de son kişileriz. Bu ilk insan Hz. Âdem için de böyledir, dünyaya gözlerini en son kapatacak
Yazımızı Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem
şu hadisiyle bitiriyoruz:
“Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şüphesiz onları (sıkıntı, musibet ve belâlarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) rızâ gösterirse, Allah’ın rızâsı (ve sevabı) o kimseyedir. Kim de (imtihan edildiği belâ
kişi için de geçerlidir. Belki şekli
ve musibetlere) öfkelenir (ilâhî hükme
değişebilir; ancak bahsettiğimiz imti-
rızâ göstermez) ise, Allah’ın gazabı (ve
han alanlarının hepsi kıyamete kadar
azâbı) o kimseyedir.”
(15)
14. Buhâri, Tevhid 32, hadis no: 92; Müslim, Sıfatu’l-Münâfikun 14, hadis no: 58-62. 15. İbn Mâce, Fiten 23, hadis no: 4034.
30
Ekim 2018
KAPAK DOSYA Ümit Şit
ALLAH’IN HİDAYETİNE TABİ OLMADA VE YÜZ ÇEVİRMEDE
SÜNNETULLAH
M
üşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse,
tır. Onlar ancak öncekilere
ümmetlerden herhangi birin-
hiçbir değişiklik bulamaz-
den daha çok doğru yol üzere
sın. Sen, Allah’ın kanununda
olacaklarına dair en güçlü
hiçbir sapma bulamazsın.
şekilde Allah’a yemin etmiş-
O Allah ki rahman ve rahim-
lerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı. Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü
uygulanan kanunu bekliyor-
canlı tüm varlıkları merhameti
"İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?"
ile kuşatmıştır. Kendisine gece
(Yunus, 32)
lar. Sen Allah’ın kanununda
(1)
dir. O rahman ki dünya da
gündüz isyan edenleri bile
tuzak kurmak için (böyle
merhametinden geride tutma-
davranıyorlardı). Oysa kötü
mıştır. O halık ki, yarattığını
tuzak, ancak sahibini kuşa-
en güzel şekilde yaratmıştır.
1. Fatr, 42-43
Safer 1440
31
Yarattığının zaaflarının derecelerini, kusurlarının niteliklerini, acizliklerinin künhünü bildiğinden her ferde takati kadar yük yüklemiştir. O adil ki, hiçbir kuluna zulmetmedi. Lakin o kulları kendi kendilerine zulmettiler. Allah Teâlâ dünyayı imtihan alanı olarak yaratmış ve bunun üzerine de imtihan olunanları ve imtihan olacak vasıtaları, nesneleri yaratmıştır. Bunların hepsini bir düzene, bir yasaya bağlamıştır. Allah’ın yeryüzünde canlı ve cansız varlıklar için koyduğu değişmez yasalara sünnetullah denir. Bu sünnetullah ise değişmemektedir. Yerin çekme kanunu, suyun kaldırma kanunu, ateşin yanma, suyun belli bir sıcaklıktan sonra buharlaşma kanunu gibi kanunlar olduğu gibi, kullarının yaşayışlarına bir düzen getiren, aralarındaki hukuku belirleyen, dünyada kötü ya da iyi bir insan olmanın kriterlerini ortaya koyan ve bu kriterler doğrultusunda amel eden insanların ebedi barınacağı yeni yurtlarını belirleyen yasalar da mevcuttur. Dünyada iki yön vardır ki bunlardan bir hak ve diğer yönler ise batıldır. İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır? (2) Rabbimiz olan Allah Teâlâ, yüzümüzü rabbimize döndürmek ve hak yolda ilerlemek için hidayet rehberlerini yeryüzüne elinde rehberle indirmiştir. Şöyle düşünelim; bir başka ülkeye 2. Yunus, 32 3. İsra, 15
32
Ekim 2018
gittiniz. Bu ülkeyi bilmiyor ve tanımıyorsunuz. Ancak tahminler çerçevesinde yolumuzu buluruz diyorsunuz. Birden elinde o ülkeyi tanıtan, yollarını gösteren, gidilecek ya da gidilmeyecek olan yerlerini size göstermesi için bir tur rehberi yanınıza gelmiş olsun. Herkes bilir ki tahminler yerine bu tur rehberine tabi olmak sorunsuz bir gezinti sağlayacaktır. Şayet ben tahminlerim üzerinden gideceğim derseniz hem yolunuz uzayacak hem de başınıza kötü bir şey gelme ihtimali olacaktır. İşte bu iki kişinin tutumları konumuzun detaylarını belirleyecektir. Biri elinde rehber ile gelen tur rehberine tabi olurken bir diğeri ise rehberden yüz çevirmek suretiyle kendi nefisinin tayin ettiği yolu seçmiştir. Bu iki yolu seçenler üzerinde cereyan eden Allah’ın bir sünneti vardır. Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. (3) Allah Teâlâ, elçilerini kavimlerine gönderdiğinde onlara sadece tek ve hak olan Allah’ın otoritesini tanıyın. Hayatınızın merkezine Allah’ın emir ve yasaklarını yerleştirin. Memnun edeceğiniz ilk Allah olsun. Övgüde bulunacağınız sadece Allah olsun. Kabre girmeden önce ona teslim olun
ve teslim olmuş olarak kabre girin demişlerdir. Yani la ilahe illallah’ı hayatınıza tatbik edin. Verdiğiniz sözde yalpalamadan durun. La ilahe illallah’ı söyleyip te kafirler gibi bir hayat yaşamayın. “Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır. (4) Allah Teâlâ peygamberleri aracılığıyla sapık olan insanlara hakkı gönderdiğinde fıtratı bozulmamış, kavmin içinde temiz kalmış olan insanlar hakka tabi olmuşlardır. Ancak nefsine ağır gelenler vahyi yalanlamışlar ve yüz çevirenlerden olmuşlardır. Allah tabi olanları eziyet edenlerden kurtarmış ve sabretmeleri karşılığında gerçek kurtuluşa erdirmiştir. Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzünde hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onlar için yerleştirip sabitleştireceğini ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını va’d etti. Çünkü onlar bana kulluk eder-
"Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz." (İsra, 15)
ler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte asıl fasık / inkârcı olanlar onlardır.” (5) “Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyete uğramalarına rağmen sabrettiler. Nihâyet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah’ın kelimelerini (sabredenler hakkındaki
sözünü,
kânûnunu)
değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun (tarafımdan) gönderilen (o peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana da geldi...” (6)
4. Şura, 13 5. Nur, 55 6. En'âm, 34
Safer 1440
33
adını sayamayacağımız tüm zalimlere uyanları helak etmiş ve dünyaya iyileri mirasçı kılmıştır. Şöyle bakılırsa; firavun ya da nemrut kendi zamanlarının süper güçleriydi. Hiç kimse onların bu saltanatlarının yok olacağını akıllarına bile getirmemişlerdir. Ama bu zamana bakacak olursak firavunlara karşı çıkan Musa isimli çocuklar her gün doğarken, firavun isminde çocuklar doğmamaktadır. İnsanlar çocuklarına İbrahim isimlerini hala koymaya devam ederlerken, nemrut ismi sadece tarihi bir tepe ismi olarak kalmıştır. Zalimlerin kökünü hem fiil hem de isim olarak kesen Allaha hamd olsun.
“Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz gâlip gelecektir. Onun için sen bir süreye kadar onlara aldırma.” (7) Allah elbette ben ve elçilerim gâlib geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâlibdir.” (8) Allah’ın iman edenler hakkında uyguladığı sünnet zafer, izzet ve ebedi kurtuluşken, yüz çevirenlere ise zillet damgası vurarak hem dünyada hem de ahirette lanete uğramışlardır. Allah firavunlara, nemrutlara, Ebu cehillere, ebrehelere, calutlara ve daha 7. Sâffât, 171-176 8. Mücâdele, 21 9. Enam, 6 10. Ankebut, 40
34
Ekim 2018
Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik; onlara yeryüzünde size vermediğimiz imkanları vermiş ve üzerlerine semayı bol yağmurlu olarak göndermiştik. Nehirleri de altlarından akar hale getirmiştik; buna rağmen günahları sebebiyle onları helak ettik ve onların ardından başka nesiller meydana getirdik. (9) Bunun üzerine bizde her birini günahı sebebiyle yakaladık. Artık onlardan kiminin üzerine (tas yağdıran) bir kasırga gönderdik. İçlerinden kimini de o korkunç ses yakaladı. Onlardan bazısını da yere batırdık. İçlerinden bazısını da suda boğduk. Halbuki Allah onlara zulmediyor değildi; fakat onlar bu isyanlarıyla kendilerine zulmediyorlardı. (10) Nice
şehirler var ki, onları helak ettik de azabımız kendilerine geceleyin veya onlar kakulede olan kimseler iken ansızın gelivermiştir. (11) Halbuki bol ve rahat geçimleri ile şımarmış nice şehir halkını helak ettik. İşte şu harap olmuş meskenleri! Kendilerinden sonra orada pek az oturabilmişler. Çünkü onlara varisler biz olmuşuzdur. (12) Onlardan önce yasamış olan nice nesilleri böyle zulümleri sebebiyle helak edişimiz, kendilerini hala yola getirmedi mi? Halbuki onların meskenlerinde dolaşıyorlar. Şüphe yok ki bunda, doğru akıl sahipleri için nice ibretler vardır. (13) Hem gerçekten o şehirlerin halkı iman edip peygamberlerine karşı gelmekten sakınsaydı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık fakat onlar yalanladılar, bunun üzerine bizde onları kazanmakta oldukları günahlar yüzünden azabımız ile yakalayıverdik. (14) Allah’ın hakka tabi olanlar ile yüz çevirenler arasındaki sünnetullahı böyledir. Peki günümüzde haktan uzak yaşayanların ya da kıyısında duranların üzerindeki zilleti görebiliyor muyuz? Şöyle cevap verirler; camilerimiz açık, en gür seda ile ezanlarımız okunmakta, çocuklarımız hafız oluyor, subhanekeyi çözdü amcası gibi cevaplar gelebilir ancak zillet sadece kafirleri kapladığını
düşünürlerse eksik düşünmüş olurlar. Müslümanlarda haktan ayrıldığı derecede sapmış ve zillete mahkûm olmuşlardır. Nasıl mı? Önce rızık korkusu tüm benliği kaplar. Sonra rızka erişme adına haramlar, helal ambalajıyla tüketilir. Batıyı yücelten eğitim anlayışıyla yoğrulurlar. Batıyı süper güç yapan filmler zihinlere enjekte edilir. Böylelikle katiline hayran bırakılırlar. Yazın kuran kursuna, kışın ise her türlü haramlara bulaştırılarak hak ile batıl karıştırılır. Sadece açık kızlar, jilet parlaklığındaki beyler mi flört edecek denilir. Sözde tesettürlü özde ise deve hörgücü kafalı kızlarımız ile sözde sakallı özde ise diriliş Ertuğrul modeli sakallı kardeşler yüce dava (aşk) uğruna flört ettirilir. Sonrası ise bana mantıklı gelmedi adı altında ayrılıklar oluşur. Makyajla yüze inen nur modeli yapılırken, kalpler günahlar ile kararır. Sonra batıdan ne gelse kabul görür. Doğudan gelen ise hafife alınır. Allahtan uzaklaşılır, şeytanın dostlarına yakınlaşılır. Gerçek anlamda aktif olmayan, dikkat çekemeyen şahıslar sanal dünyada dikkatleri üzerine çekme adına her türlü kepazeliklere, şaklabanlıklara, maymunluklara girerler ve buna modaya uyma denilerek sosyalleştiklerine inandırılırlar. Aslında batının insanlar üzerinde denediği köleliğin ilk örnekleri oldukları ise saklı tutulur. Kafirlerden ithal Modanın her türlü mantıksızlıklarını
11. Araf, 4 12. Kasas, 58 13. Taha, 128 14. Araf, 96
Safer 1440
35
sorgulamadan yerine getiren gençlerimiz, Allah’ın: “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (15) Ayeti ise gündemlerinden çok uzakta durmaktadır. Adeta bu taraklarda hiç bezleri yoktur. Böyle fertlerden nasıl bir toplum elde edilir sorusunun cevabı ise çok açıktır. Zillete boyun eğen köle toplumudur. Şehit Seyyid Kutup şöyle demiştir: İnsanoğlu Haktan uzaklaştıkça beyinsizlikte sınır tanımaz. Hak insanı aklını kullanmaya ve iyi olanı yapmaya iterek karakteri olgunlaştırır. Batıl ise çocuklaştırarak hiç büyütmez. Büyüyenler batıl ehli için tehdittir. Hep çocuk kalsınlar hiç büyümesinler ve üzerlerindeki semerleri fark etmesinler. Onları hayatın tek anlamlı olan davasının aşk olduğu yalanıyla kandıralım. Şarkılar hep aşktan söz etsin.
Şiirler hep iki kişi arasındaki kutsanmış aşktan bahsetsin. Onlar kabre gidene kadar hep dünyanın bunun için döndüğünü bilsin ve şeytanla lanete uğrayanlarla beraber aynı ebedi barınağı paylaşsınlar. İnsanlar günümüzde Allah’ın azabını sadece; üzerlere taş yağmurunun inmesi, kasırgaların her tarafı yok etmesi, depremlerin taş üstünde taş bırakmaması olduğunu zannediyorlar? Peki zillet ya da helak sadece böyle mi inmektedir? Zillet; Allah’ı tanımadan, sevmeden ve uğrunda bedel ödemeden sürünülen ve Allah’tan başka her şeyi öven bir yaşantı şekli değil midir? Allah’ı günlük hayatımızın ne kadarında hatırlıyoruz. En çok Allah’ı mı yoksa birbirimizi mi yüceltiyoruz? Sizler birebirinizi kutsamıyor ve yerlerde sürünmediğinizi iddia ediyorsunuz? Birbirinizi kutsuyorsunuz hem de aşk adı altında. Yerlerde sürünüyorsunuz hem de moda adı altında. Haktan uzak bir şekilde yaşam sürerken kendinizi hak üzerinde olduğunuza sizi inandırmaları ise en önemlisidir. Böyle can verirseniz sizin için bir helak ve bir zillet olmaz mı?
15. Âl’i İmran, 118
"Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat." (Yunuf, 101)
36
Ekim 2018
İKTİBÂS Nedim Bal
ESKİDEN “BİZ”… VE ŞİMDİ “BİZ”… Bismillahirrahmanirrahim
Soğuk ve puslu günlerdi...
Bu ay siyasi gündemlerden
Timurtaş Hocamın, Şevki Hocamın yüreklerimizi titreten vaazlarını, konferanslarını dinlerken, kalbimizde asil bir devrim bileylediğimiz, saçlarımızın ve sakallarımızın simsiyah, davaya dair hayallerimizin ise bembeyaz olduğu günlerdi.
ziyade bir “İç Muhasebe” niteliğinde
olan
Mehmet
Emin Sofuoğlu’nun “Eskiden “Biz”… ve Şimdi “Biz” isimli yazısını iktibas ederek sizlerle paylaşmak istedik. Her şeyin anlam ve değerini kaybetmeye başladığı şu günlerde biz Müslümanların ciddi bir “Nefis Muhasebesi” ne çok ihtiyacımız var... Hep beraber okuyalım.
Kaç yıldır giydiğimizi hatırlamadığımız koyu yeşil bir parkamız, çok pileli yarım şalvar ütüsüz bir pantolonumuz ve boynumuzdan hiç eksik etme-
Bugün geldiğimiz noktada biz, “Allah’ın ipi”ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı! Biz, kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden, Allah da bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek!..
Safer 1440
37
diğimiz Filistin şalından başka hiçbir mal varlığımızın olmadığı günlerdi... Davamızın ağırlığını omuzlarımızda hissettiğimiz, “biz yok isek kimse yok” diyerek, o büyük mefkuremizin sorumluluğu altında ezilmemek için katmerli bir heyecan ve samimi bir coşkuyla mübarek devrimler planladığımız ihlaslı günlerdi. Hakikatin hayat bulması için kutlu bir hedefe kilitlenmiş, zulmü sona erdirmek ve Hakkı hâkim kılmak için uykularımızı haram ettiğimiz günler… Uğruna nice zulümler çekilen “başörtüsü”nün, soylu bir mücadeleyi ihata ettiği ve masum istikballerin söndürülüp acımasızca yok edildiği günler... Sırpların, toplu Müslüman katliamları ve tecavüzlerle Bosna’yı inlettiğini işittiğimizde, Aliya’nın ordusuna harçlıklarımızı vermekle ve meydanlarda mitingler yapmakla kalmayıp, UÇK’ya katılmak için mehtapsız gece yarılarında Serhad Şehri Edirne’nin Balkan sınırındaki Meriç Nehriyle buluştuğumuz günler... Şehirlerin en büyük meydanlarında ve üniversitelerin kampüslerinde Hakk’ı haykırmak ve zulümlere karşı çıkmak için bir araya geldiğimizde, sloganlarımızın ardından sağ elimizin şehadet parmakları havada, “Şehit Tahtında Rabbe Gülümser” i yüreğimiz çatlarcasına muhteşem bir coşkuyla söyledikten sonra, iki tevhid bir tekbirle “En büyük sloganım bu, dai-
38
Ekim 2018
men Allah’u Ekber” marşının da Arş’a yükseldiği, sonra da sivil polislerin ya da istihbaratın ardımızdan evimize kadar takip ettiği günlerdi... İnsanların birbirlerine gösterdikleri yakınlığın sadece menfaatleri için olmadığı, yalnız Allah için birbirini sevmenin hakikaten ete kemiğe büründüğü günlerdi... İnsanın yüreğinde, cennet kokulu taze bahar çiçekleri açtıran kardeşliklerin, hazineden daha kıymetli olduğu günler... Saygının, sevginin, hatırın, vefanın geçer akçe olduğu, yalakalığın, dalkavukluğun ve riyakarlığın pirim yapmadığı günler... “Yalnız bu dünyada değil, ahirete dek inşallah” denilen, hiçbir zaman mazeretlere sığınılmayan, hiç baştan savılmayan, -mış- gibi olmayan, sapasağlam hakiki dostlukların abideleştiği günlerdi... Kitaplığımızda, Fizılali’l-Kur’an, Siyer-i Nebi, Mektubat-ı Rabbani, Riyazü’s-Salihin, İhya-u Ulumuddin, Sahih-i Buhari, bir de Ömer Nasuhi Bilmen’in Kur’an Meali bulunduğu günler... Evimizde televizyon olmadığı için sürekli takıldığımız, kumar oyunları oynanmayan çay ocağını işleten Sebahattin Abi’den, rica ile, mekanını gece kendimize açtırıp, Ali Kırca’nın ‘Siyaset Meydanı’nı ya da Hulki Cevizoğlu’nun ‘Ceviz Kabuğu’nu
“aah orada şimdi biz olacaktık ki…” diye başlayan cümleler kura kura ve hayıflana hayıflana izledikten sonra gecenin bi yarısı eve gelip, bi daha çay demleyerek sabah namazına dek Hakk’ı hakim kılacağımız günlerin stratejileri ile ilgili münazaralar yaptığımız günlerdi.. Kutlu bir direnişimiz vardı hem nefsimizin tuzaklarına hem de Hakikat düşmanlarına karşı. Kutlu bir devrim için adanmıştık, zihinsel ve bedensel varlığımızla... Bazen hep birlikte ilahiler, ezgiler söyleye söyleye sabah namazına camiye gider, bazen de evde namazımızı cemaatle kılardık. Birlikte Kur’an okur, meal ve hadisler okur, manevi sohbetler ederdik. Sonra okuduklarımızı yaşamaya gayret eder, birbirimize otokontrol yaparak sahip çıkardık.
Müslümanlar, lafta değil hakikatte yüksek ahlak ve karakter sahibi olmaları gerekir. Kur’an’ın, sünnetin, ilmin, irfanın ışığında planlı ve programlı çalışan, hikmetli, faziletli ve erdemli insanlar olmaları gerekir.
kada lüp ettikten sonra, abdestli demlediğimiz çayı yudumlarken kurduğumuz ve sabahlara dek süren devrimci sohbetlerimiz vardı...
………………………
Biz, tek yürek gecelerde omuzları bir-
O zamanlar dostlarımızdan ne vekil ne bakan vardı ne de müdür ne de Başkan...
birini saranlardık!
“BİZ” vardık!
Hayatları, imtihanlar, sabırlar ve dire-
Mescid-i Aksa’yı, Afgan cihadını, Çeçenistan ve Bosna zulmünü, Filistin’i, Keşmir’i, İhvan-ı Müslimin’i, Evliyaullahtan büyük zatları günlük sohbetlerinde konuşacak kadar iyi bilen, entellektüel lügatlı, Şamil yürekli merhamet abidesi kardeşlerimizle birlikte, sadece “BİZ” vardık...
nişler kuşananlardık!
Bir de ders çalışırken acıkınca, gece yarısı aldığımız su böreğini, 5 daki-
lardık ve Allah’ın rızasından gayrı her
Yüreklerinde
merhamet
denizleri
kabaranlar,
Biz, “Allah” zikriyle kalpleri ve bütün hücreleri coşanlardık! Biz, kutlu dirilişin zorluk seferine çıkanlar, elleri, şafaklar ağartacak gölgesi cennet kılıçlar kavrayanlardık! Biz, sahibi Allah’tan başkası olmayanşeyi kaybetmeyi göze alanlar!..
Safer 1440
39
Biz, dava için dünyalık menfaatlerimizden vazgeçenlerdik! Biz, dilleri “Allah” zikriyle ıslak, kalpleri merhametle yumuşak, gözleri ise tomurcuk tomurcuk yaşlı olan aşk ehliydik! Biz, gözlerini haramlara kör eden, dillerini gıybet ve iftirayla zehirli bir ok haline getirmeyen, yalandan ve yalancı şahitlikten kaçınan güzel ahlaklı gençlerdik! Kapitalizmin mabedleri olan AVM’lerin, beş yıldızlı otellerin ve lüks restoranların konforlu ve süslü salonlarında milyarlık iftar sofralarının hayali bile yoktu zihinlerimizde daha henüz!.. Borsadan, tahvillerden, bitcoinden, ihalelerden hiç haberimiz yoktu! Renkli koltuklu lüks cafelerde nargile fokurdatmaktan da!.. Lüks arabalarımız da yoktu, saunalı, çift banyolu lüks villalarımız da!.. Gözümüz kulağımız Afganistan’daki, Filistin’deki, Keşmir’deki, Bosna’daki, Cezayir’deki direniş haberlerinde idi... Bir de Aziz Milletimizin enflasyonla, terörle ezildiği, ama en büyük düşmanın “irtica” ilan edildiği zavallı ülkemin, laiklik sopasıyla dövülen Müslümanlarına yapılan zulmün övüle övüle anlatıldığı gazete manşetlerinde ve televizyonların ana haber bültenlerinde... Kalbimiz hep tetikte idi, zihnimiz hep dirik.
40
Ekim 2018
Hesap kitap bilmez, ayak kaydırmaktan, Bizans oyunlarından ve Çin entrikalarından hiç anlamaz idik! Önce
kardeşlerimize
ikram
eder,
sonra biz yerdik... Servet, Şöhret ve Şehvetle imtihan olmamıştık henüz... Ümmetin umudu olmak için uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkacak, şehir şehir, mahalle mahalle, ev ev ribatta olacaktık. Ne ganimet hevesinde idik ne makam ne başarı ve ne de zafer! Tek derdimiz, mübarek bir sefere çıkan mübarek ordunun kutlu bir neferi olarak, sağa sola sapmadan ‘Yol’da yürürken şehadet şerbeti içebilmekti... Desinler, övsünler, sevsinler, görsünler, bilsinler, takdir etsinler diye yola düşmemiştik. Şan ve şöhretin ardında eriyip gitmeyecek, ihlâsımızı asla kaybetmeyecektik! Gemide
verdiğimiz
sözü,
karaya
çıkınca tutanlardan olacaktık! Talut’un
ordusundaki
gibi
susuz
çöl yollarında karşımıza çıkan nehri geçerken, ‘kana kana içmeyin’ Emr-i ilahisine harfiyyen riayet ederek imtihanı kazanan o bir avuç muvahhitlerden olacaktık... Ahir zamanın illeti ‘Vehn’ hastalığına yakalanmayacaktık.
Kalplerimize
dünya sevgisi girmeyecek, ölümü unutmayacaktık!
Samiri’nin göz kamaştıran buzağısı, yüreklerimizi kamaştıramayacak, bizi büyüleyemeyecekti. Dünya selinin önünde sürüklenen çer çöp gibi olmayacaktık!.. Hakkı hâkim kılmak için çıktığımız kutlu dava yolunda, Salebe gibi vadi dolusu davara takılıp kalmayacak, ömrümüzü mal yığmaya harcamayacaktık... ‘Züleyha’lar yolumuza çıksalar bile, ‘Allah’tan korkarım’ diyerek nefsimizin tuzağına düşmeyecek, Yusuf gibi iffetimizle yürümeye devam edecektik!.. Dün birilerinin mızraklarının ucuna Allah’ın ayetlerini geçirip birbirleriyle savaşmaları gibi, bizler de dillerimizin ucuna Allah’ın ayetlerini, Rasûlullah’ın hadislerini geçirip birbirimizle savaşmayacaktık!.. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirmeyecektik! Düşmanlarımızı yakın, dostlarımızı uzak tutmayacaktık. Otobüsü hep biz sürecektik. Sırma kostümlü, çok maskeli dalkavukları yanımıza sokmayacak, türedi yalakalarla ve omurgasızlarla iş tutmayacaktık! Siyasi ve bürokratik makamları, zenginleşmek için imkânlar arenası veya ikbal için sıçrama tahtası ya da şan ve şöhret için reklâm ajansı olarak görenlerden olmayacaktık!..
Kendimiz için istediğimizi mutlaka kardeşlerimiz için de isteyecek, aramıza nifak sokmayacak, fesada ve hasede karşı teyakkuzda olacak, kardeşliğimizi hiç kaybetmeyecektik! Lakin, Çok şey değişti, makama, mansıba, paraya ve şöhrete kavuşuverince… Çok sular aktı köprülerin altından!.. Sabrı ve şükrü bırakıp, dünya malı, makamı için birbirimizle didişmeye, çekişmeye başladık. Birbirimize karşı haysiyet cellatlığına soyunduk, yalan ve iftiralar üzerine kurulu algı operasyonlarıyla itibar suikastçiliğinde hayli ileri gittik. Biz de zalimlerden olduk! Çanlar bizim için çalıyor! Bugün geldiğimiz noktada biz, “Allah’ın ipi”ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı! Biz, kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden, Allah da bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek!.. Dünyanın dört bir yanında coğrafyalar, kan ve zulme düçar olmuşken, mazlumlar hasretle adalet ve merhamet medeniyetini yeniden inşa edecek o eski “BİZ”i beklerken, toplumda azgınlık, huzursuzluk, mutsuzluk, bencillik, her türlü kötülük almış başını gitmişken, bugün patlamaya hazırlanan bir volkanın kraterinde piknik yapıyoruz.
Safer 1440
41
Ne acı ki; bugün birtakım tuzu kuru Müslümanlar, vur patlasın çal oynasın, gel keyfim gel eğleniyor, zevkleniyorlar. Müslümanlar
birbirlerini
sevmez-
lerse, bir kısmı bir kısmından nefret ederse, birbirlerine hased ve çekememezlik ederek kin tutarlarsa, birbirleriyle çekişip durur ve birbirlerinin kuyusunu kazarak kötülük etmeye devam ederlerse; Allah Azze ve Celle, üzerimizden rahmetini, bereketini, huzurumuzu ve birbirimize güveni elbette çekip alacaktır. Nitekim aldı da!.. Toplumda birbirimize ne güvenimiz kaldı ne merhametimiz ne huzurumuz kaldı ne saadetimiz... Rüzgârımız kesildi, gecenin karanlığında, okyanusta yalnız başına kalan bir yelkenliye dönüverdik sanki. Sahi bize ne oldu? Para, makam ve iktidar bizi bozdu. Oysa biz para, iktidar ve makamı bunun için istememiştik. Fesada ve bozguna uğramış yeryüzüne, Hakk’ın hükmünü hâkim kılacaktık, adaleti ve
merhameti
ikame
edecektik.
Öyle değil miydi?
Müslümanlar, lafta değil hakikatte yüksek ahlak ve karakter sahibi olmaları gerekir. Kur’an’ın, sünnetin, ilmin, irfanın ışığında planlı ve programlı çalışan, hikmetli, faziletli ve erdemli insanlar olmaları gerekir. Hikmet, fazilet ve erdem yoksa, kurtuluş da olmaz! Müslümanlar birbirlerini sevmezlerse, bir kısmı bir kısmından nefret ederse, çekişip dururlarsa kurtuluş olmaz! Kurtuluş, istikametle olur, ihlasla olur, ilimle, irfanla, hikmetle olur. Çocukları ve gençleri iyi insan, vasıflı Müslüman olarak yetiştirmekle olur. Rabbimize ruhlar aleminde verdiğimiz söze sadakatle olur. Rasulullah Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e biat ve itaatle olur... Kurtuluş, ‘laf’ değil, ‘hal’ Müslümanı olmakla olur! Ama Seyyid Kutub’un dediği gibi; “Allah’a giden yolun sorumluluğunu bilen yolcular, asla geri dönmez ve umutsuzluğa kapılmazlar!” Allah var, gam yok!..‘Rabbimiz ALLAH’tır’ deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir…
Geçmişteki baskı ve zorlukların üzerimize kâbus gibi çöktüğü zamanlarda, ihlasla
değerlerimize
tutunduğu-
muz için Allah’ın bugün bize verdiği makamları, değerlerimizi terk ederek koruyamayız!
42
Ekim 2018
---------------------İktibas Yapılan Kaynak Habervaktim.com/ Mehmet Sofuoğlu
Emin
İSLÂM DÜNYASINDAKİ KÂŞİFLER Cihan Malay
Bir Dünya Gezgini:
Evliya Çelebi (1611-1682)
R
asûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Seyahat edin, sıh-
hat bulun.” (1) Bu hadisi kendisine düstur edinen ve genç yaşta yolculuğa başlayan Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 yılında İstanbul Unkapanı’nda dünyaya gelmiştir. Ailesi Kütahya’dan İstanbul’a göç ederek buraya yerleşmiştir. Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmet Efendi’ye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur;
diğer bir görüşe göreyse Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Babası Derviş Mehmed Zıllî (15341648), I. Süleyman’dan I. Ahmet’e kadarki padişahların dönemde Osmanlı’da saray kuyumcubaşısıydı. Kanunî Sultan Süleyman’ın birçok seferlerinde ve II. Selim çağındaki Kıbrıs fethinde (1570-1571) hazır bulunmuş, Padişaha Magusa’ nın anahtarlarını takdim etmiş, I. Ahmed çağında da (1603-1617) eliyle yaptığı Kâbe’nin altın oluklarını sürre emanetiyle Hicaz’a götürmüş ve Sultan Ahmed Camisi’nin tezyinat işlerinde çalışmıştır. Annesi hakkında pek bilgi olmamakla birlikte, sarayla bağlantısının anne tarafına dayandığı bilinmektedir.
1. Bu hadisi İmam Ahmed, Taberânî, Ebu Nuaym ve başkaları rivâyet etmişlerdir. Ancak bu, zayıf bir hadistir.
Safer 1440
43
rütbeli askerlerin yetiştiği Enderun Mektebi’ne kabul edilmiştir. Evliya Çelebi, dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Sultan IV. Murad’ın hizmetine girmiştir. Melek Ahmed Paşa’nın ölümüne kadar onun en yakın has adamı olarak hizmetinde bulundu. IV. Murad’ın vefatına kadar sarayda zekâ ve güzel konuşma kabiliyeti ile dikkatleri üzerine çekerek padişahın teveccühünü kazanmıştır.
Uzun Seyahatlerin İlk Durağı: İstanbul
Evliya Çelebi’ye devlet kapısında memuriyet verilmesine aracılık eden Silahtar Melek Ahmet Paşa kimilerine göre dayısı, kimilerine göreyse Evliya’nın teyzesinin kocasıydı. Babası, annesi ve büyük annesi Beyoğlu’nda şimdiki Lohusa Sultan Türbesi yakınındaki
Meyyit
Mezarlığı’nda
gömülüdür. Eğitimine ilk olarak Unkapanı’nda Fil Yokuşu’ndaki Hamid Efendi Medresesi’nde başlamış ve yedi yıl burada eğitim görmüştür. Eğitiminin yanında Sadizade
Darülkurra’sına
giderek
Kur’an’ı Kerim’i ezberlemiş, babasından da tezhip, hat ve nakış sanatlarını öğrenmiştir. İlk eğitiminin ardından yüksek seviyede devlet ve bilim adamlarıyla üst
44
Ekim 2018
Evliya Çelebi, ömrü boyunca gezip gördüğü bilgilerden meydana getirdiği “Seyahatname” eserinin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken başından geçen şu olayını aktarmıştır: “Bir gece rüyamda Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i gördüm ve ondan “şefaat ya Rasûlallah” diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp “seyahat ya Rasûlallah” dedim. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, benim gönlüme gezme, uzak ülkeleri görme imkânı hoşnutluğu verdi.” Evliya Çelebi’nin gördüğü bu rüya kendisini seyahat için yollara düşmeye itmiş ve 19 yaşında ilk olarak 1630’da İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini ve duyduklarını yazmaya başlamıştır. Babası, onun İstanbul dışına çıkmasına uzun zaman karşı koyduysa da 1640’ta eski dostu Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa’ya giden Evliya Çelebi’nin bu yolculuğu bir ay sürmüş, dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlayan baba, seya-
hate çıkmasına izin vermiştir. Bu seyahatlerin devamında aynı yılda İzmit ve Trabzon’u gezmiş, 1645’te Kırım’a Bahadır Giray Han’ın yanına gitmiştir. Bunun yanında yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle de uzak yolculuklara çıkmış, savaşlara mektup götürüp getirme göreviyle (ulak) katılmıştır. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibliği görevinde bulunmuş, bu sayede Doğu illerini, Azerbaycan, Gürcistan›ın bazı bölgelerini gezme fırsatını bulmuştur. 1648’te İstanbul’a dönen Evliya Çelebi, Mustafa Paşa ile Şam’a gitmiş ve burada kaldığı üç yıl içerisinde bölgeyi tanımaya yönelik gezilerde bulunmuştur. 1651’den sonra ise artık Anadolu sınırlarının dışına çıkarak, Rumeli’yi dolaşmaya başlamıştır. Bir süre Sofya’da bulunduktan sonra 16671670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik’i yörelerini gezmiştir. Genelde resmi ziyaretlerde bulunduysa da keyfi ziyaretlerde de bulunmuştur. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si Tarihçi Rhoads Murphey göre Osmanlı yöneticileri için bir rehber kitaptır..
Bir Gezi Kayıt Kitabı: Seyahatname Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde ömrünün yaklaşık 50 yılında gezip gördüğü yerleri, kendi üslûbu ile
Evliya Çelebi, Seyahatnâme'sinde ömrünün yaklaşık 50 yılında gezip gördüğü yerleri, kendi üslûbu ile kayıt altına alarak yazmıştır. 10 ciltte topladığı Seyahatnâmesi, bütün görmüş ve gezmiş olduğu yerler hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bu bilgilere kendi yorum ve düşüncelerini katarak katkıda bulunmuştur.
kayıt altına alarak yazmıştır. 10 ciltte topladığı Seyahatnâmesi, bütün görmüş ve gezmiş olduğu yerler hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bu bilgilere kendi yorum ve düşüncelerini katarak katkıda bulunmuştur. Eserde bu zaman dilimi içerisinde gezdiği
toplumların
toplumsal
düzeni ve yaşama biçimleri hakkında bilgilerde bulunmuştur. Bu durum sonraki dönemde Osmanlı toplumu ve diğer toplumlar hakkında araştırmalarda bulunan araştırmacılara bilgi sağlamada önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Safer 1440
45
Eserde yer yer çizimlere de başvurulmuştur. Bu çizimlerden biri; Nil Nehri boyunca gerçekleştirdiği yolculuğundaki gözlemlerini altı metre uzunluğunda, bir metre genişliğindeki bir haritadır. Haritanın tek nüshası, bugün Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Seyahatname’nin 1814 yılında Hammer tarafından keşfedilmesinden sonra birçok yabancı bilim adamı Evliya Çelebi hakkında araştırmalar yapmış, eseri birçok dile çevrilmiş ve yayımlanmıştır. Bu seyahatler tarihleri ve kitabındaki cilt numarası sırasıyla şunlardır: Eserde insanlar ile ilgili bilgiler yanında yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz edilmiştir. Ayrıca eserlerin yapılış tarihi, onarımları, yapanı, yaptıranı, onaranı hakkında da bilgiler verilmiştir. Eserin yukarıda verilen özelliklerine rağmen son yüzyıla kadar maalesef beklenilen ilgi esere gösterilmemiş, eser hakkında inceleme ve araştırmalarda bulunulmamıştır. Eserde günlük konuşma diline yakın, anlaşılır bir dil ve akıcı üslup kullanılmıştır. Eserinin birçok bölümünde mizahi öğelere yer vermiş, kendi başına gelen komik olayları dahi okuyucuya anlatmıştır.
46
Ekim 2018
1. (I.Cilt)İstanbul ve çevresi. (16301640) 2. (II.Cilt) Anadolu, Kafkaslar, Girit ve Azerbeycan. (1640-1648) 3. (III.Cilt) Suriye, Filistin, Ermenistan ve Rumeli. (1648-1653) 4. (IV.Cilt) Doğu Anadolu, Irak, ve İran. (1655-1656) 5. (V.Cilt) Rusya ve Balkanlar. (16561662) 6. (VI.Cilt) Macaristan’da seferler. (1663-1664)
askeri
7. (VII.Cilt) Avusturya, Kırım ve ikinci kez Kafkaslar. (1665) 8. (VIII.Cilt) Yunanistan ve ikinci kez Kırım ve ikinci kez Rumeli (16671670) 9. (IX.Cilt) Hac için Hicaz, Mekke ve Medine (1671-1672)
10. (X.Cilt) Mısır ve Sudan (16721673). Seyâhatnâme ilk olarak 1848’de Kahire Bulak Matbaası’nda “Müntehâbât-ı Evliya” Çelebi adıyla yayımlanmıştır.
Vefat Kendini ‘Dünya gezgini, insanoğlunun dostu’ olarak adlandıran ve ömrünün yaklaşık elli yılını seyahat ile geçiren Evliya Çelebi’nin 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılmaktadır. Ölüm yeri ve mezarı bilinmemektedir.
"Evliya Çelebi'nin yaklaşık 5o yıl boyunca yaptığı seyahatlerde katettiği toplam yol, 350 bin kilometre. Dünya ile ay arası kadar bir mesafe."
Avrupa Konseyi, Evliya Çelebi’yi “21.
70 yıllık hayatında 47 ülke, 247 şehir gezmiştir.
Yüzyılda İnsanlığa Yön Veren En Önemli
Onun seyahatlerde geçen ömrü hakkında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Tarihi Anabilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Nusret Çam şu ifadelere yer vermiştir: “Evliya Çelebi’nin yaklaşık 5o yıl boyunca yaptığı seyahatlerde katettiği toplam yol, 350 bin kilometre. Dünya ile ay arası kadar bir mesafe.”
Çelebi sergide şu ifadelerle tanıtıl-
Son yüzyılın önemli tarihçilerinden Halil İnalcık, Evliya Çelebi’yi “En büyük sosyal tarihçi” diye tarif etmiştir.
------------------------
Hayatı boyunca evlenmeyen Evliya Çelebi, seyahat ettiği 50 yıla yakın sürede 18 Osmanlı padişahının taht değişimine şahit olmuştur. Doğumunun 400. yılı olan 2011 yılı, UNESCO tarafından “Evliya Çelebi” yılı olarak ilan edilmiştir.
20 Kişiden Biri” ilan etmiştir. Evliya mış: “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en önemli gezgin. 40 yıldan fazla bir zaman imparatorluğun uçsuz bucaksız topraklarında gezdi. Çalışması, Osmanlı İmparatorluğu’nda kültürel hayata dair önemli rehberlerden biri olarak kabul ediliyor.”
YARARLANILAN KAYNAKLAR • Sorularla Evliya Çelebi; İnsanlık Tarihine Yön Veren 20 Kişiden Biri, Ülkü Çelik Şavk, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Ankara 2011.
• Evliya Çelebi [1611-1685?], www.ttk.gov.tr • Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler, Atsız, Ötüken Yayınları.
Safer 1440
47
YAKIN TARİH Furkan Uyanık
YAKIN TARİHİMİZİM EN ÖNEMLİ MESELESİ:
HİLAFETİN İLGASI
H
amd yerin ve göğün yaratıcısı olan gücün ve kuvvetin gerçek
sahibi Allahu Teâlâ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir salat ve selam Efendimiz, komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine ve ashabına olsun. Yakın tarihimizin en önemli olayını içeren hilafetin ilga edilmesi
48
Ekim 2018
konusunu
inşal-
lah bu yazımızda ve gelecek yazıda konunun perde arkasındaki görünen ve görünmeyen gerçekleri ile bir sunum yapmaya çalışacağız. Hilafet bizim için neden önemli biz Çanakkale Savaşı ve akabinde Kurtuluş mücadelesini verdiğimiz sırada dünyadaki Müslümanların harç harç bize yardım ederken asıl maksadı Türkiye’de Ulus bir devlet kurmak mı? Yoksa hilafetin
aktarsak da konuya dair birçok belge bulunmaktadır.) İkinci sayıda ise yukarıda da belirtildiği üzere son Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi’den nemalanılarak mesele anlatılmaya çalışılacaktır. Rabbim bizim ayaklarımızı sabit kılsın. Bizi olumsuzluklara karşı tahammül eden değil sabredenlerden eylesin…
ana merkezi olan Türkiye’ye destek vermek mi? Bunu net bir şekilde göreceğiz. Ayrıca bu yazımızda hilafetin ilgasının arka planını Son Osmanlı şeyhülislamı olan Mustafa Sabri Efendi’nin bize aktardıkları ile aktarmaya çalışacağız… Bu topraklardaki insanlar maalesef bizler hilafetten bahsedince çok anormal karşılıyor ve bir şeyleri anlamamaya yemin etmiş gibi davranıyor. Hâlbuki bugün Bizler hilafetten bahsederken Hasan Karakaya Hocaefendi’nin ifadesiyle plastik bir hilafetten bahsetmiyoruz. Ayrıca olmayacak bir şeyden de bahsetmiyoruz. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in müminlere olan müjdesinden bahsediyoruz. Peki, bu nasıl olur diye sorulacak olursa onu bize tarih gösterecek diyerek işittik ve itaat ettik. İki kısımdan oluşacak hilafet yazımızın ilk kısmında Hindistan’dan bize ulaşan mektupları aktaracağız. (Biz iki belge
Belgelere geçmeden önce Hindistan halkının Müslümanlara olan sevgisi hakkında çok kısa da olsa anekdotlar aktarmayı doğru bulmaktayız. “Hindistan Müslümanlarının Hilafete bağlılığı o denli kuvvetliydi ki, Hindistan’ı ayağa kaldırdılar… Hint Ulema Cemiyeti, Osmanlı Hilafetine ve Türklere destek için Camilerde örgütlendi. 20 Mart 1919’da Bombay’da 15 bin kişinin katıldığı büyük bir mitingde “Hilafet Komitesi” kurulması kararı alındı… Müslüman olmayan Mahatma Gandhi bile bir bildiri yayınlayarak Hinduların Hilafet Hareketi’ni desteklemesini istedi, kendisi Hilafet Komitesi toplantılarına katılarak açıkça destek verdi, Türkleri ve Hilafet Hareketi’ni desteklemenin Hindular için de bir “dini görev” olduğunu ilan etti.” (1) “Mahatma Gandhi’nin Hilafete destek vermesinin sebebi, emperyalistlerin sömürüsünden ancak “Hilafet” ile kurtulabilineceği kanaatine vardığından olsa gerek. Böylece İngilizlerin
1. Mim Kemal Öke, The Turkish War of Independence and the Independence Struggle of the South Asian Muslims “The Khilafat Movement”, A Publication of Türkiye Minister of Culture, Ankara 1999, sayfa 65, 66.
Safer 1440
49
neden Hilafeti kaldırmak istedikleri daha iyi anlaşılıyor. Ayrıca bütün Hindistan’da Osmanlı’ya teklif edilen Sevr Barış Projesi protesto edildi ve bu hareket hızla yayıldı… Gandhi de destekledi… Gelişen hareket, Muhammed Ali ve Şevket isimli iki kardeşin liderliğinde “Hint Hilafet Hareketi” ne dönüştü.” (2) “Türkiye’ye destek olmak için Hindistan’da “sivil itaatsizlik” anlamında “hicret” ve “boykot” hareketleri hızla yayıldı ve İngiltere üzerinde ağır bir baskı kuruldu. Yaklaşık 60 bin kişi Afganistan’a hicret etmek için yola çıktı.” (3)
Hint Hilafet Delegasyonunun Osmanlı Sultan’ına Mesajı (Mayıs 1920) “70 milyon Müslümanı ve onlarla omuz omuza duran diğer dinlerden 250 milyon yoldaşı temsil eden Hindistan Delegasyonu, İtilaf Devletleri’ne ve Barış Konferansına her Müslümana dininin yüklediği yükümlülükleri açıklamak, hilafetin ve İslam’ın kutsal topraklarının korunmasına ilişkin olarak Hindistan’daki olağanüstü ulusal duyguları dile getirmekle yetkilendirilmiştir. Delegasyon dindaşları namına, İslam ve hilafet tarihinin bu ağır kriz döneminde, siz Sultana, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in halefi ve Emi-
rü’l-Mü’minin olarak tüm samimiyetiyle sadakatlerini sunmaktadır.(…) …İslam dünyası için çok daha önemli olan, siz Sultanın İtilaf Devletleri’nin taleplerine vereceğiniz cevaptır ve bu cevap verilmeden önce, siz Sultana İslam dünyasının bugün Hulefa-i Raşidin ’den bu yana, hiç olmadığı kadar sizin yanınızda tüm gücüyle durduğunu bildirmeyi görev sayıyoruz. Şu anda her bir Müslüman, gözünü kırpmadan ve hiç korkmaksızın Allah’ın kendisinden beklediğini, imanın bedeli olarak yaşamını feda etmek dâhil olmak üzere yapmaya kararlıdır. Cenab-ı Hakkın siz Sultana ve sizin asil ve cesur, ancak parçalanmış ulusunuza, yalnızca Türkiye’ye değil, aynı zamanda İslam’a karşı olan görevinizi yerine getirme gücü ve azmi vermesi ve Türkiye’nin birliğinin kısa süre içinde İslam’ın birliğinin gerçek aynası haline gelmesi için dua ediyoruz.
2. Azmi Özcan, Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve Ingiltere (1877–1924), Isam Yayınları, Ankara 1997, sayfa 235 ve devamı. 3. Azmi Özcan, Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve Ingiltere (1877–1924), Isam Yayınları, Ankara 1997, sayfa 240
50
Ekim 2018
Hindistan Hilafet Delegasyonu olarak, mağarada yalnızca ikisi kalmış ve düşmanları çok sayıda iken, ilk halifesi Ebu Bekir’e Rasulullah’ın söylediklerini hatırlamanızı niyaz ediyoruz: ‘Korkma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.’ Rabbimiz, kudret ve inayetiyle bize imanımızı koruma ve yalnızca O’na hizmet etme gücü versin. Hindistan Hilafet Delegasyonu Üyeleri Muhammed Ali, Seyyid Hüseyin, Seyyid Süleyman Nedvi, Abdülkasım” (4)
Sünni Müslümanların Hilafet Konusunda Genel Vali’ye Mektubu (Haziran 1920) “Kıymetli Vali,
landırılması düşüncesine Hintli Müslümanlar dayanamıyorlar. Sırf cezalandırma veya aşağılama maksadıyla, Türkiye ve İmparatorluğunun parçalanmasına ilgisiz kalamayız. Bu yüzden siz Valimiz ve hükümetinizden, Sultanın bakanlarından barış antlaşması şartlarında revizyon yapılmasını istemenizi ve siz Valimizin, bunun yapılmaması durumunda hilafet meselesinin Hint halkının ortak meselesi haline geleceğini onlara söylemenizi istiyoruz. Eğer Vali bu mütevazı önerimizi benimsemezse, maalesef 1 Ağustos’tan itibaren hükümetle iş birliğinden çekilmek, dindaşlarımız ve Hindu kardeşlerimizden de aynısını yapmalarını istemek zorunda kalacağız. Bizler Hindistan’daki her-
Aşağıda imzası olan bizler, en geniş Sünni Müslüman kamuoyunu temsil ediyoruz. Türkiye ile barış antlaşması şartlarını dikkatlice okuduk. Bunların, Müslümanların dini duygularını ihlal ettiği kanısındayız. Bu şartlar tüm Müslümanları incitmekte, özellikle Sünni Müslümanların dini yükümlülüklerini ihlal etmektedir.
kes gibi, İmparatorluğun sadık tebaası
Bize göre Hintli Müslümanların bu konudaki duruşu nettir. Burada üzerinde durulması gerekmeyen nedenlerden dolayı, Almanya’nın yanında yer aldığı gerekçesiyle Sultan’ın dünyevi gücünün zayıflatılarak ceza-
emretmektedir.” (5)
olduğumuzu iddia ediyoruz; ancak dünyevi hükümranlığa olan sadakatimiz, İslam’a olan sadakatimizin altındadır. İslam, her Müslümanın hilafetin mallarına acımasızca zarar verenlerin İslam’ın düşmanı olarak görülmesini,
gerektiğinde
onlara
karşı silahlı mücadele verilmesini (Bu belge Muhammed Chotani ve Şevket Ali dâhil Hindistan’ın tüm bölgelerinden yaklaşık 90 önde gelen Müslüman tarafından imzalanmıştır.)
4. The Indian Annual Register 1921, 1. Ksım, sayfa 183, 184. 5. The Indian Annual Register 1921, 1. Kısım, sayfa 197, 198. Yakup Hasan, Mazharülhak, Abdülbari, Hasret Mohani, Dr. S. D. Kitchlew, M.
Safer 1440
51
NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz
ÇOCUKLAR NEDEN TIRNAK YER?
Ç
ocuklarda tırnak yeme, dudak ısırma, ritimli bir şekilde el ayak sallama gibi tekrarlayan ve aileyi rahatsız eden hareketler görülebilir. Bunlar arasında en sık görüleni, tırnak yemedir. Altında genellikle strese sebep olan bir durum yatar. Çocukta tırnak yeme ya da parmak emme durumu, iki yaşından öncesine denk geliyorsa, emme ile ilgili bir eksikliğin giderilmesi anlamına geliyor demektir. Eğer çocuk iki yaşından evvel emmeyi bıraktıysa, emme ihtiyacını tırnak yiyerek ya da parmak emerek gidermeye çalışıyor anlamına
52
Ekim 2018
gelir. Diğer bir sebep de yanında tırnak yiyen bir büyük varsa onu taklit etmesi olabilir. Bunu zevk alarak yapmaya başladıysa, o zaman bir alışkanlığın başlangıcı olduğu söylenebilir. İki yaşından sonra yani emme dönemini bitirmiş çocuklarda tırnak yeme veya diğer alışkanlıklardan biri görülüyorsa, burada bir güven eksikliğinden söz edilebilir. Bu dönemde yetişkinlerin baskıcı tutumları da çocuğun elini ağzına götürmesini engellemez, bilakis daha da artmasına sebebiyet verebilir.
Tırnak yeme alışkanlığı 3-4 yaşlarında başlar ve genellikle bu durum ergenliğe kadar devam edebilir. Yetişkin olduğunda azalması beklenir. Ama bazı kişilerde aynı şekilde devam ettiği de gözlemlenebilir. Çocuğun tırnak yemesinin sebepleri: * Çocuğun içinde bulunduğu gerginliğin dışa yansıması olabilir. Televizyon seyrederken aniden şiddet ve korku içeren bir sahneyle karşılaşınca çocuk bu yönteme başvurarak sıkıntısını dışa vuruyor olabilir. * Çevresinde bulunan yetişkinlerden birinde görerek onu taklit ediyor olabilir. Özellikle taklit etme yoluyla çocukların tırnak yemeye alışması, ön sıralardadır. Çünkü okul öncesi dönem, çocuğun aile ve çevresini taklit etme ve örnek alma dönemidir. * Özgüven eksikliği de tırnak yeme ve benzeri alışkanlıkların sebeplerinden biridir. Ailede sürekli baskı görmesi, devamlı eleştirilmesi, kıskançlık, yeterli ilgi ve sevgi görmemesi, ailede sürekli tartışma ve gerginliklerin yaşanması ya da anne babanın aşırı kaygılı tutumları, veyahut ta çocuklarına aşırı korumacı davranması gibi etkenler de çocuğun tırnak yeme ve diğer benzeri alışkanlıklar edinmesine sebep olabilir. Çevresine kendisini ifade edemeyen, aile veya öğretmeninin kendisine haksızlık ettiğini düşünerek onlara kızan ama bunu dile getiremeyen çocuk, öfkesini bu şekilde tırnak yiyerek veya parmak emerek kendisine yöneltebilir.
Çevresine kendisini ifade edemeyen, aile veya öğretmeninin kendisine haksızlık ettiğini düşünerek onlara kızan ama bunu dile getiremeyen çocuk, öfkesini bu şekilde tırnak yiyerek veya parmak emerek kendisine yöneltebilir.
*Çocuğun çok sevdiği bir yakınının; annesi-babası veya teyzesi gibi birinin ölmesi, hastalanması, uzun süreli ayrı kalması, kardeşler arasında yapılan ayrımcılıklar çocukta can sıkıntısına sebep olup tırnak yemesine yol açabilir. Çocuğumuzun tırnak yeme, parmak emme, ritimli bir şekilde veya ayak sallaması
durumunda
yapmamız
gerekenler nelerdir? Aileler çocuklarında bu alışkanlıkları gördüklerinde aldıkları geçici ve bu durumları daha da artırıcı bazı yöntemlere başvurabiliyorlar. Mesela; aile tırnak yiyen çocuğunun tırnağına acı oje sürüyor ya da elini cebine koyma cezası verebiliyor veyahut ta ellerini bağlayarak çözüm elde edeceğini zannedebiliyor. Bu yollarla kesinlikle çözüme ulaşmak mümkün değildir. Üstelik bu yöntemlere başvuran anne
Safer 1440
53
haberlere şahit olmasından kaynaklanabilir. Bunu tespit ettiğimizde çocuğumuzu böyle filmler ve haberlerden
Tırnak yediği için çocuğu cezalandırma, tırnak yemesini engellemeye çalışmak, çocuğu sürekli uyarmak sorunu artıracaktır. Tırnak yiyen çocuk için yapılması gereken ilk şey, onun tırnak yemesine sebep olan etkeni bulmak ve sıkıntısını azaltmaktır.
uzak tutmamız gerekir. Çocuğun tırnak yediğini gördüğümüzde “tırnak yemeyi bırak” demek yerine onun dikkatini başka yere vermesini sağlamak faydalı olabilir. Çocuk küçük ise eline oynayacağı bir oyuncak verilebilir. Ya da yiyebileceği bir şey önüne konularak tırnak yemekten uzaklaşması sağlanabilir. Ama kesinlikle azarlama, korkutma yöntemlerine başvurulmamalıdır. Arada bir çocuğumuzun bir başarısından ötürü ödüllendirmede bulunmak
babalara bir hatırlatmada bulunmak isterim. Bunlar, çocuğumuzun tırnaklarını yemesine engel olmayacak, bilakis bu engellemeler ortadan kalktığında çocuğumuz yeniden tırnak yemeye başlayacaktır. Hatta bu yanlış tutumlar çocuğumuzdaki bu alışkanlığı daha da tetikleyebilir. O yüzden bu faydasız yöntemlerden şiddetle uzak durmak gerekir. Tırnak yediği için çocuğu cezalandırma, tırnak yemesini engellemeye çalışmak, çocuğu sürekli uyarmak sorunu artıracaktır. Tırnak yiyen çocuk için yapılması gereken ilk şey, onun tırnak yemesine sebep olan etkeni bulmak ve sıkıntısını azaltmaktır. Öncelikle çocukta tırnak yemeye sebep olan kaygının nedeni bulunmalıdır. Küçük çocuklarda bu, bazen korku ve şiddet içeren film veya
54
Ekim 2018
faydalı olabilir. Ama bu yerinde olmalı ve
aşırıya
kaçılmamalıdır.
Yoksa
çocuk bunu kullanıp ödül almak için tırnak yemeye başvurabilir. Burada dengeli olmak elzemdir. Eğer çocuğumuz evde bir baskı görmediği halde erken dönemde; mesela üç yaşında tırnak yemeye başlamış ve bundan zevk alır hale gelmişse, o zaman sebebini
açıklayarak
“yavrucuğum,
elini ağzına koyma” denilerek bu alışkanlıktan vazgeçirilmeye çalışılabilir. Tüm bunlara başvurmamıza rağmen çözemiyorsak, dini ve imanına güvendiğimiz bir uzmana danışarak iş birliği halinde bu problemi çözme yoluna gitmek en doğrusu olacaktır. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı
İSLAM ve DAVET NE KADAR DERDİMİZ?
İ
slam davasını dert edinen, ondan başka sevdası olmayan bir önderin, bir
davetçinin dilinden şu sözler dökülüyor: “Allah bilir, nice geceleri, ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik, ümmetin durumunu tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldır-
İşte Hasan El-Benna rahimehullah’ın dilinden, İslam davasını,
İslam ümmetini nasıl dert edindiğini anlatan cümleler. Bu sözlerin sahibi olan kalp ne kadar ihlaslıydı, ne kadar samimiydi
ki,
yanındaki
kalpleri titretmiş, ürpertmiş, onları harekete geçirmiş. Fay
mak için ne kadar düşündük. Bu
hattı misali kitleler üzerinde
hallerin tesiriyle bazen ağlama
deprem etkisi meydana getir-
durumuna gelirdik.”
miş, bir halkı uyandırmış.
Kim İslam davasını geceleri uykuları kaçacak, gözyaşı dökecek kadar dert edinirse, Rabbim de mübarek davayı bu mübarek omuzlara yüklüyor.
Safer 1440
55
gerçekten dert edinmekten, samimiyet ve ihlastan kaynaklanıyor. Kim İslam davasını geceleri uykuları kaçacak, gözyaşı dökecek kadar dert
Bizlerin dava bilincini, şuurunu zayıflatan, cılızlaştıran şeylerin dünyaya ait olan geçici gündemler olduğunu unutmayalım. Bu durumda yapmamız gereken, birbirimizi suni gündemlerden uzaklaştırıp, yaşam gayemiz olan kulluğumuzu, davamızı, İslam ümmetinin içinde bulunduğu hali, düşmanla savaşımızı sürekli, durdurak bilmeden hatırlamak.
edinirse, Rabbim de mübarek davayı bu mübarek omuzlara yüklüyor. Samimi, vefalı, fedakar kalpler de bu şahsiyetin etrafında toplanıyor. İhtiyaç duyulan her şey bir bir gideriliyor. Yeter ki Rabbinden gerçekten isteyen, ihlaslı samimi duamız olsun. Müslümanlar olarak görüyoruz ki, bugün, gerek yaşadığımız toplumu İslam’a davet, gerek haramlarla savaşımız, İslam coğrafyalarının ayrı ayrı imtihanları...
Kimilerinin
savaşla,
kimilerinin açlıkla, kimilerinin ırz ve namuslarının tehdit edilmesi ile... Daha yüzlerce sayacağımız, dert edineceğimiz mesele söz konusu. Bize ulaşan haberler, videolar, resimler, yardım çalışmaları, durdurak bil-
Ve bu sözler ne kadar ihlaslı bir kalpten çıkmış ki, sadece kendi ülkesindeki insanları değil, kendinden sonra başka ülkelerdeki farklı dili konuşan insanlara dahi tesir etmiş, onları düşündürmüş, düşündürmeye devam ediyor. Anlıyoruz ki sözün tesiri, cümle yapı-
56
meden yapacağımız onca iş, sorumluluk... Ve bütün bunların içerisinde yorgun düşen kalplerimiz, cılızlaşan, enerjisi tükenen dava şuurumuz, bilincimiz, tesir etmeyen sözlerimiz... Tüm bunların ardında yatan sebebi arıyoruz. Müslümanların zirve yaptığı dönemlere baktığımızda, küffarla büyük
sından, özneyi yüklemi doğru yerde
mücadelelere girdiği dönemlere bak-
kullanmaktan, iyi bir hatip olmaktan,
tığımızda, onların gecelerinin gün-
edebik sözler kulanmaktan ziyade,
düzlerinin İslam davası olduğunu
Ekim 2018
görüyoruz. O dönemlerde yüreklerden öyle dualar yükselmiş ki, şiddetli yakarışlar arşa ulaşmış. Tıpkı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Bedir savaşı öncesinde ridası sarsıntıdan yere düşecek kadar yalvarışı gibi. Küffarı zelil edecek planların, projelerin, çalışmaların, bu dua sahiplerine nasip olduğunu görüyoruz. Bizlerin
dava
bilincini,
şuurunu
zayıflatan, cılızlaştıran şeylerin dünyaya ait olan geçici gündemler olduğunu unutmayalım. Bu durumda yapmamız gereken, birbirimizi suni gündemlerden uzaklaştırıp, yaşam gayemiz olan kulluğumuzu, davamızı, İslam ümmetinin içinde bulunduğu
hali,
düşmanla
savaşımızı
sürekli, durdurak bilmeden hatır-
kurduğu Suveyş’te birer işçiydiler. Hasan El-Benna İngilizlerin, Mısır halkını ezdiğini, onları zelil ettiğini görüyordu. Haramlar mübahlaşmıştı.
lamak. İzzetin, kurtuluşun yalnızca
İşte Hasan El-Benna’nın uykularını
İslam’da olduğunu bir daha, bir daha
kaçıran, kalbini parçalayan bu gör-
hatırlamaktır.
dükleriydi.
Nasıl ki küffar durdurak bilmeden
Allah celle celaluhu Mısır halkına El-Ben-
bizleri dünyaya teşvik ediyor, zaaf-
na’yı vesile kılarak yeniden izzet ve
larımız üzerinden, eğitimle, teknoloji
dirilişi hatırlattı.
ile, medya ile saldırıp, bizi asıl meselemizden uzaklaştırıyorsa, biz müslümanlar da daha fazla hatırlatmak zorundayız. El-Benna döneminde Mısır halkı, İslam’ı tamamen terketmiş değildi. Sadece küffarın onların hayatlarına soktukları gündemlerle asıl meselelerinden uzaklaşmış, İngiliz şirketinin
“Ancak yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak, mü’minlere fayda verir.”
(1)
Rabbim bizlere, toplumumuzu uyandıracak, izzet ve şerefin yalnızca İslam’da olduğunu anlatacak samimi, ihlaslı ameller nasip etsin. Allahumme Amin... Selam ve dua ile
1. Zariyat, 55
Safer 1440
57
SERBEST KÖŞE Yusuf Yılmaz
SABIR GÜNLERİ Sabır günlerinde küfrün, şirkin, hurafeciliğin ve dünyevileşmenin karşında İbrahim aleyhisselam edasıyla iman ve amel çizgisinin dışına çıkmamanın zorluğu oranında mükafat olacaktır.
58
Ekim 2018
Ş
am ehlinin güvenilir tabiilerinden Ebu Umeyye eş-Şabani, sahabeden
Ebu Salabe el-Huşeni ile aralarında geçen bir konuşmayı şöyle aktarmaktadır: Bir gün Ebu Salebe ’ye sordum: - “Ya Eba Salebe! “Siz kendinize bakın” (1) ayeti hakkında
ayeti Allah Rasûlüne sormuştum da o, şöyle cevap vermişti: “Birbirinize iyiliği emredin ve kötülükten sakındırın! Ne zaman; -
Cimriliğe boyun eğildiğini,
-
Nefsani arzulara uyulduğunu,
-
Dünyanın (her şeye) tercih edildiğini,
-
Herkesin kendi fikrini beğen-
ne diyorsun?” (Ebu Salebe şöyle cevap verir:) - “Vallahi sen bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben de bu
1. Kısa bir bölümün alındığı bu ifade tamamı ile Maide sûresi, 105.ayetinde geçmektedir.
meye başladığını görürseniz, işte o zaman kendinize bakın ve halkı bırakın. Çünkü artık önünüzde ‘sabır günleri’ var demektir. O günlerde sabretmek, avucunda kor ateşi tutmak gibidir. O günlerde ameline devam edenlere sizin gibi amel eden ‘elli kişinin’ sevabı kadar sevap verilecektir.” (2) Ebu Davud şu ilaveyi yaptı: Dendi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizden elli kişinin sevabı kadar mı yoksa onlardan elli kişinin sevabı kadar mı? (Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sorulan soruya şöyle cevap verdi:) “Hayır, sizden elli kişinin sevabı kadar.” İnsanların önemsemeyip hayatlarına virüs gibi bulaşan bir takım kötü düşünce ve fiiller vardır ki özellikle İslam Toplumunun önemli aktörlerinden olan Rabbani Davetçiler bu sorunu öncelemeyip nasihatten geri durduklarında fertte hâkim olan kalbi ve ameli hastalıklar, toplumu bir ağ gibi sarmaya başlayıp toplumun ifsat olmasına neden olmuştur. Kuran ve Sünnetten edindiğimiz malumatlara göre fertleri ve fertlerin oluşturduğu toplumu hak çizgisinde tutan ve bozulmalara engel olan en önemli amel Davet ve İrşat çalışmaları olmuştur. Davet, bir şahsın ve toplumun İslam olmasını sağladığı kadar aynı unsurların İslam Ahkam ve
İnsanların önemsemeyip hayatlarına virüs gibi bulaşan bir takım kötü düşünce ve fiiller vardır ki özellikle İslam Toplumunun önemli aktörlerinden olan Rabbani Davetçiler bu sorunu öncelemeyip nasihatten geri durduklarında fertte hâkim olan kalbi ve ameli hastalıklar, toplumu bir ağ gibi sarmaya başlayıp toplumun ifsat olmasına neden olmuştur.
Ahlakında kalmasında da temel bir rol oynamıştır. Mekke sokaklarında başlayan İslam Daveti, kısa zamanda yüreklere ve topraklara hâkim olup düşmanlarının uzanamayacağı derinliklere kök saldı. Cahiliyenin karanlıklarına nur, zulüm ve haksızlığın karşında adalet ve emniyetin, fıskı fücurun çirkefliğine ahlakın galip gelmesi, İslam Davetinin canlı tutulması ile mümkün oldu. Ne zaman ki Müslümanlar hem kendilerini hem de kendileri dışındakileri dinamik tutan iyiliği emretmek, kötü-
2. Ebu Davud, Melâhim (17/4341), Tirmizi, Tefsir (6/3058) Tirmizi, bu hadis için hasen garip ifadesini kullanmıştır.
Safer 1440
59
lükten alıkoymak anlayışından taviz vermeye başladı, şeytan ve dostlarının saldığı zehirli fikir ve ameller kalplerde ve zihinlerde yer buldu. Başta etkisi uzun soluklu olmaz zannı ile yaklaşılan manevi hastalıklar, zaman ilerledikçe bireyi ele geçirmekle kalmadı, bizden önceki selefin bin bir emek ile huzur ve güveni tesis ettikleri beldelerde hakimiyetlerini sağladılar. Bırakın iman edenleri, Müslüman olmayanların dahi mutlu olarak yaşadığı yerlerde bugün, sadece insanı değil hayvanlardan bitkilere varıncaya kadar tüm eşyayı etkileyen buhranlar yaşanmaktadır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine yöneltilen ayetin, neleri ihtiva ettiği ile ilgili soruya verdiği cevabına “Birbirinize iyiliği emredin ve birbirinizi kötülükten alıkoyun” cümleleri ile başladı. Sanki, bunu yapmayacağınızdan veya yapamayacağınızdan dolayı toplumda şu dört şey hâkim olur demek istedi; 1. Kendisine boyun eğilen cimrilik: Maalesef ki Müslümanları ve Müslümanların yoğun olduğu beldeleri etkisi altına alan bir hastalık oldu cimrilik. Bir taraftan Rabbimiz “Allah’ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu, onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin 3. Âl-i İmrân, 180 4. Nesâî, 3110
60
Ekim 2018
mirası Allah›ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.» (3) ayeti ve benzeri ayetleri ile, bir taraftan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Cimrilik ve iman bir kulun kalbinde ebedî bir sûrette bulunmaz.” (4) sözleri ile, diğer taraftan selef-i salihin; “Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır.” tespitleri ile cimriliği ve cimrileri kınarlar iken Müslümanlar olarak infak yapamaz, Allah yolunda sarf edemez hale geldik. Hatta verdiğimiz şeylerin dahi hesabını yapıp pişman olacak seviyeye ulaştık. Biz sadece zenginlerin değil fakirlerin dahi ihsan sahibi, cömert olduğu bir toplum iken, şu an cömertlerin parmakla sayıldığı ve gün geçtikçe bencilleşen bir yapıya evriliyoruz. Dün, kendisi dışında herkesi düşünen ve elini hayırla açan bir selef mirasından; bugün kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen ve hesaba dahi katmayan bir ümmet haline büründük. Bu da bizi içten içe zayıflatmakta ve ümmetin ihtiyaç duyduğu şeylere karşı duyarsızlaştırmaktadır. Böylelikle, İslam’ı yok etmek için çaba sarf eden kötülüğün taraftarlarına karşı elimiz kolumuz bağlı, bakmaktayız. Allah’ın dininin yayılması, güç bulması, hâkim olmasında; şeytanın
hiziplerinin sultasını al aşağı etmede, yeteneklerini, zamanını ve maddi imkanlarını seferber etmeyi öğreneceğimiz güne kadar da bu esaretimiz devam edecektir. 2. Nefsani arzulara uyulması: Nefsin bir aslan gibi pençeleri ile bizi ve toplumumuzu ahlaksızlığa ve şehvetin esaretine sürüklemesi. Her istediğini yapma, haram ve helal dinlememe, başkasının haklarına fütursuzluk… Aklına gelen ile icraata girme, Allah ne der diye hesap yapmama… Kadın ve erkeklerin hem cinsleri ile hatta daha da ahmakçası hayvanları evlenmesi… Babanın kız çocuğuna cinsi anlamda istek duyması… Aman Allah’ım! Hayvanların yüzünü yere eğdirecek fahşanın hayat haline gelmesi… Kafa yapıcı maddelerin prangasının ağırlığından iki adım atmakta zorlanan gençlerimiz… Evlerinde olmaları gereken saatlerde nefsi duygularını şaha kaldıran mekanlarda iffetini bırakan genç kızlarımız… Haram görüntülerin servis edildiği ekranlar karşısında gözünü kaptıran neslimiz… “Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, Sonra ona fücûrunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felâh bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (5)
Nebevi Terbiye neticesinde sahabe efendilerimizin nefisleri arındırılmış ve olması gereken yöne kanalize edilmiş. Allah Rasûlünün devamlı nasihatleri ve öğütleri neticesinde kimi zaman nefsin kötü arzularına uyanlar çıksa da çok büyük bir kesimi nefsini iyiliğin çizgisinde tutmaya çalışmıştır.
Nebevi Terbiye neticesinde sahabe efendilerimizin nefisleri arındırılmış ve olması gereken yöne kanalize edilmiş. Allah Rasûlünün devamlı nasihatleri ve öğütleri neticesinde kimi zaman nefsin kötü arzularına uyanlar çıksa da çok büyük bir kesimi nefsini iyiliğin çizgisinde tutmaya çalışmıştır. Hatta nefsinin kötü isteklerine boyun eğenler, ısrarcı nasihatlerin yaydığı pişmanlık duygusunun kırbacından rahatsızlık duyup bedeli ne olursa olsun Peygamberimize pişmanlıklarını sunup Tevvab ve Gafur olanın affediciliğine sığınmışlar.
5. Şems, 7-10
Safer 1440
61
Ne zaman ki davetin bu etkili gücü yerini cılız bir sese bıraktı, işte o zaman kabaran nefislerini haramlar ile doyurmak isteyen ve maalesef şeytanın ekmeğine yağ süren bir ümmet haline geldik.
günlük dedikleri dünya için ahire-
Şu an sokaklarımızda rastladığımız iğrenç görüntülerin failleri, bir zamanlar İslam için her şeyini ortaya koymuş bir neslin devamıdır. Nefsinin atına binip haram ve helal gözetmeksizin dört nala koşan insanımız, doğduğunda İslam üzere, tevhid üzere yaşasın umudu ile kulaklarına ezan ve kametin okunduğu kişilerdir.
eşyaya minnet duyup ona tazimde
Bu durum biz İslam alemini öyle bir alana itti ki haramların oluşturduğu dehlizlerde boğulmanın her türlü eziyetini yaşarken, şeytan ve dostlarının maddi ve manevi her türlü değerimizi peşkeş çekmesine sebep olmaktadır. Toprağının ter, göz yaşı ve kan ile beslenip İslam ağacının gölge olmasına vesile olan ecdadımızın bize miras olarak bıraktığı şeyleri, bir bir yitirmekteyiz nefsani arzuların sarhoşluğunda. 3. Dünyanın (her şeye) tercih edildiğinde: Dün dünyayı ellerinde tutup onu esir eden bir ümmet iken bugün dünyayı kalplerimize alıp ona tutsak olan bir ümmet haline geldik. Maalesef kızlarımızın başları kıytırık bir üniversitede okumak için açılırken, nice gençlerimiz kıytırık makamlar uğruna namazından vazgeçmiştir. Kimileri ahlakından kimileri şerefinden taviz verirken kimileri de üç
62
Ekim 2018
tinden ödün vermektedirler. Dünya ve içindekileri hesapsız yaratana ve şekil verene şükranlarını sunup kulluğunu ifa etmek varken, dünya süsünün cazibesine aldanıp yaratılan bulunulur olduk. Çünkü değer yargılarımızı belirleyen ve kırmızı çizgilerimizi oluşturan dünya menfaatinin ta kendisi haline geldi. Halbuki Allah’u Teâlâ dünya ve içindekileri, insanın emrine verip bununla yaratılış gayesine ulaşacak vesileye yapışması için var etmişken, insanın bu yaratılış amacı dışında dünyayı kullanması kendi zararına olmaktadır. Çünkü onu elde etme adına her şeyinden taviz vermektedir. Zira dünya bir gölge gibidir; elle tutulması hayalin ötesindedir. 4. Herkesin kendi fikrini beğenmesi: Başkalarının fikirlerine itibar etmemek, herkesin bildiğini okuması ve kimseyi görmez hale gelmek… Futbolu da en iyi bilmek, siyaset ise zaten benim işim, dini meseleler de ise hücceti ikame seviyesinde görmek kendini maalesef ukala bir topluluk haline gelmemize neden olmuştur. Her şeyde söyleyecek sözümüzün olması, bilgi sahibi olmasak ta yorum getirecek öz güveninde hissetmek kendimizi…
Karşımızda
duranlar
oluşturmak, onları beğenmemek ve hafife almak genlerimize işledi.
İşte bu acı anlayış ve amellerin yaşadığınız topluma hâkim olup toplumu ifsat ettiğine şahit olduğunuz zaman, kendinize bakın… Mümin şahsiyetinize gölge düşmesine, insanları kazanayım diye kendinizi kaybetmeye, haramların karşısında durayım derken o değirmenlerde öğütülme tehlikesine dikkat edin. Genel ifadeler ile mümin bireye şu mesaj verilmektedir: Eğer ifsat olmuş toplumun renginden, kokusundan ve tadından etkilenecek kadar zayıf isen senin gibi müminler ile birlik ve beraberliğe sabret ve yanlışların doğru yöne çevrilmesi için ellerinizi sıkı sıkı tutun. Yok eğer fıskı fücurun necasetinden ve dumanından etkilenmeyecek bir imana sahip isen tek başına da kalsan batılın karşısında etten bir duvar ol. Zira bugünlere ulaşan siz dert sahipleri biliniz ki bu günler “sabır günleri”dir. Sabır günlerinde imanı korumak ve amellerinize bidat ve hurafeleri bulaştırmamak avuçlarının arasında kor ateşini tutmak kadar zor ve çetindir. Sabır günlerinde küfrün, şirkin, hurafeciliğin ve dünyevileşmenin karşında İbrahim aleyhisselam edasıyla iman ve amel çizgisinin dışına çıkmamanın zorluğu oranında mükafat olacaktır. O da peygamber aleyhi selamın rahlesinden, terbiyesinden geçmiş, Allah azze ve cellenin methine mazhar olmuş, Rasûlullah aleyhisselamın “ümmetin emniyetidir” buyurduğu
Toparlan, gözlerinin içerisindeki umuttan beslenenlerin olduğunu düşünerek ayağa kalk… Yapacakların için Rahmanın sana ayırdığı paya bir bak ve ümitlen… Sahabe makamında olamasan da onların aldığı sevaptan nasiplenmenin fırsatını ara… Keşke Allah Rasûlü döneminde olsaydım da ona hicret etseydim dediğin günleri hatırla ve ona hicret etmiş olabilme adına sabır günlerinde imanından ve salih amellerinden ayrılma…
sahabeyi güzinden elli tanesinin sevabı ile derecelendirilmek. Yazımızın başında aktardığımız hadisin bir benzerinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, “sabır günlerinde ibadete devam edenler, bana hicret etmiş gibidir” (6) buyurmaktadır. Şimdi, yaşadığın geniş toplumdan, sokağına varıncaya kadar fitne ve fesada, fıskı fücura şahit olan kardeşim!
6. Tirmizi, Fiten (77/2267)
Safer 1440
63
Yüreğinin nasıl daraldığını hisset-
Ey karalar içinde, yazın sıcaklarına
mekteyim. Sana göre hayatın artık
aldırmadan yürüyen kız kardeşim!
bir anlamının olmadığını biliyorum.
İffetsizliğin,
Senin için toprağın altı, üstünden
rında, haya perdenin olmadığı gün-
daha hayırlı… İnsanlığın çivisi çıkmış
lerden uzaklaşan… Okuduğun ve
sana göre… Haklısın…
duyduğun
hakikatler
sokakla-
neticesinde
Bundan dolayı da ben hayata küskü-
karşına herkesi almayı kabullenen
nüm ve beni böyle bir dünyada imti-
imanın sahibi… Nefes aldığın diyarda
han ettiği içinde hayat sahibine küs-
seni yok hükmünde sayanlara, seninle
künüm…
eğlenenlere, kirli dudaklarına seni
Kabuğuma çekilme vakti… Verin benden aldığınız değerlerimi… Bakmayın solgun yüzüme… Hele yüzüme gülüp iş çevirmeyin sizi göremediğim yerlerde… Çünkü ben kendisi adına
meze edenlere rağmen Meryem iffetine talip olanlar… İğreti gözlerden çıkan kin ve nefrete karşı giydiği tesettürü kalkan bilen sen… Sabır günlerinde sabrı kendine azık edin. Edin
iş yapılmaması geren, yaşayan ölüler
ki sana, isimlerini bile saymaya aciz
arasından bilet ayırmış bir meczu-
kaldığın elli sahabe hanımın tesettür
bum… İşte bu son söylediğin sözlerin
ameli ecri ve Rasûlüne hicret sevabı
her birinde haksızsın.
verilsin.
Toparlan,
gözlerinin
içerisindeki
Kıytırık makam ve mevkiler önüne
umuttan
beslenenlerin
olduğunu
konulduğunda kendisinden ahireti
düşünerek ayağa kalk… Yapacakların
istenen genç… Elde edeceğin üç kuruş
için Rahmanın sana ayırdığı paya bir
karşılığında şahsiyeti talep edilen…
bak ve ümitlen… Sahabe makamında
Dünya ile nikahlanman karşılığında
olamasan da onların aldığı sevaptan nasiplenmenin fırsatını ara… Keşke Allah Rasûlü döneminde olsaydım da ona hicret etseydim dediğin günleri hatırla ve ona hicret etmiş olabilme adına sabır günlerinde imanından ve
64
edepsizliğin
mehir olarak imanına göz dikilen… Sabır günlerinde kendine sabrı yoldaş edin. Edin ki sana, sahabenin yiğitlerinde elli adamın ecri ve Allah Rasûlüne hicret sevabı verilsin…
salih amellerinden ayrılma… Tıpkı
Ey müminler! Sabır günlerinde kendi-
Nebi aleyhisselam ile hicret esna-
nize dost olarak Allah’ı ve müminleri
sında amel eden Ebubekir radıyallahu
seçin. Sabır günlerinde sabır ağacının
anh’ın ecirlerinde bir sevap bulma
köklerine azı dişlerinizle sarılır gibi
adına yola koyul…
yapışın.
Ekim 2018
İHTİYAÇ SAHİPLERİ İÇİN YAPILAN KERMESİMİZE YARDIMLARINIZI VE ZEKÂT MALLARINIZI BEKLİYORUZ...
HAYIR
KERMESİ • • • •
Eğitim ve Araştırma Vakfı
Giyim Ayakkabı Zücaciye Plastik Ürünler
• • • • • • • •
Kitap Kırtasiye Bohçalar Oyuncak El İşleri Konserve Gıda vb..
Bangladeş Daru’s Selâm Yetimhanemizde Kur’ân-ı Kerim ve Hafızlık Eğitimi Alan 200 Yetimimize
Sende Destek Ol! Bir Yetimin Hamilik Bedeli
100₺
Eğitim ve Araştırma Vakfı