Yıl: 7 - Sayı: 76 - Fiyatı: 9,5 TL
Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon
Editör G
öklerin, yerin ve bilemediğimiz alemlerin tasarrufunu elinde bulunduran; diriden ölü, ölüden diri çıkaran Allahu Teâlâ’ya
hamd olsun. Allah’ın selamı, muhabbeti ve dostluğu Muhammed aleyhisselam’a, ailesine, ashabına ve Kıyamet gününe kadar gelecek müminlerin üzerine olsun. Süfyan-ı Sevri bir gece ağlarken insanlar “Günahlarına mı ağlıyorsun?” dediler. Eline bir saman çöpü aldı ve “Günahlar bundan daha
Yusuf Yılmaz
hafiftir. Ben asıl kötü hal üzere ölme korkusundan ağlıyorum.
Grafik, Tasarım
Çünkü asıl ağlanılacak ve ihtimam gösterilecek şey budur.” dedi.
Yakup Hazman
Bu sebeple selefimiz “Öte dünyadaki yerini görünceye kadar gözya-
Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Mart 2019
şını dindirme” demişlerdir. Onlardan bir diğeri de “Ötedeki halini görünceye dek gözüne uyku sürmesi çekme” demiştir. Allah’ın sadık kullarının sûi hatime üzere ölmek onları öyle bir yormuştur ki onlar rahatlık sokaklarından birine girdiklerinde endişe ve kaygıları onları hep korku meydanlarına çıkarmışlardır. Kişinin hangi hal üzere öleceğini en iyi bilen Rablerine sığınmışlardır. Salihlerin ve sıddıkların efendisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’de bundan ötürü her daim “Ey kalpleri evirip çeviren! Kalbimi dinin üzere sabitle” duası ile ne şekilde ölüm meleği ile karşılaşacağını bilen Rahmana sığınmıştır. Kendisinden sonra gelecek olanlara da “Ameller ancak son yapılana göre değerlenir” buyurarak kulların kendi iman ve amellerine çok güvenmeyip kendilerini yaratan ile güçlü bir bağ kurmalarını nasihat etmiştir. Nebevi Hayat Dergisi olarak, ademoğlu için çok önemli olan ancak dünya telaşından unuttuğu bu meseleyi “Son Nefeste Kötü Hâl Üzere Ölmekten Sakınmak” başlığımız ile hatırlatmak istedik. Nebevi Hayat Dergisi olarak Mısır’ın işkencehanelerinde şehid edilen kardeşlerimize ve sıralarını bekleyen yiğit erkek ve kadın müminlere Rabbimizin lütfunun ulaşmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz
Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
ederiz. Onları sadece Rabbimiz Allah’tır dediklerinden ötürü döven, söven ve öldüren zorbaları Cebbar ve Kahhar olan Allah’ın öfkesine havale ederiz. Rabbim üzerimize sabır yağdır, bizleri nurun ile dirilt, kalplerimize zulme karşı kin ve nefret koy, bizden korkularımızı gider ve zalimlerle en güzel bir şekilde cehd etmeyi nasip et. Âmin.
İçindekiler Son Nefeste İmansız Ölmekten Sakınmak İnsanın Son Anlarının Önemi ve Yaşanılan Haller
04
Hakan Sarıküçük
Son Nefesi İmanlı Vermenin Önündeki Engeller Ahmet İnal
17
KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR Ehli Kitab’ın Kelime Oyunu M. Sadık Türkmen
22
“Afganistan Savaşı Bitti… Kaybettik" Nedim Bal
27
İslâm Dünyasındaki Kâşifler Astronomi Biliminde Bir Dünya Bilgini: Ali Kuşçu Cihan Malay
32
Yakın Tarih Ortadoğu Meselelerinde Önemli Bir Nokta: Arap-İsrail Savaşları-1 Furkan Uyanık
39
Nebevî Aile Çocuklara Söz Dinletebilmede Etkili 5 Yöntem Halime Yılmaz
45
Serbest Köşe Hasan Karakaya Hoca Efendi’nin Anısına Binnaz Karakaya
53
Serbest Köşe Saçları Allah Yolunda Ağaran Genç; Zafer Mert Hoca Nedim Bal
57
Serbest Köşe “Hayatımı Yaşamak İstiyorum” Diyen Gence İthafen Derya Fıçıcı
61
KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük
SON NEFESTE İMANSIZ ÖLMEKTEN SAKINMAK İNSANIN SON ANLARININ ÖNEMİ ve YAŞANILAN HALLER
H
amd, ölümü ve hayatı yaratan ve öldükten sonra da
tekrar yaratacak olan Allah’a, Salât ve Selâm, ölümü hatırlamamızı birçok hadisi ile bizlere
bildiren
Rasûlullah
aleyhisselâm’a,
Allahu
Teâlâ’nın
sonsuz
keremi ve bağışlaması da dünyaya gelmesinin gayesini unutmayan ve ahireti uğruna gayret gösteren mü'minlerin üzerine olsun.
4
Mart 2019
Allahu Teâlâ kullarını yaratmış ve onlara bu dünya hayatında uymaları gereken en güzel yolu beyan etmiştir. Kendisine itaat edenlere cenneti, isyan edip itaatten uzak duranlara ise cehennemi vaad etmiştir. Kulların bu hayattaki tercihlerinin bir neticesi olan mükâfat veya ceza, ancak ölüm vesilesiyle elde edilir ki ölüm, bir sonraki karargâha yani ahiret âlemine giden yola doğru bir kapı niteliğindedir. Ölüm mü'minler için bir son değil bilakis bir diriliştir.
Ölüm bazı kimseler için dostlardan ayrılmak manasına gelirken diğer bazıları için ise hakiki ve ebedi, dost ve arkadaşlara kavuşma vesilesidir. Gerçek şu ki, her insanın eceli müphemdir. Ne zaman ve nerede öleceği ve ölümün ne zaman gelip kişiyi yakalayacağı da bilinemez. Aslında ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla şüphe bulunmayan bir şeydir. Bununla beraber ne yazık ki insanların çoğu bundan gaflet içindedirler. Ölüm, insanlar için en büyük vaiz ve en büyük ders olması gereken ibret dolu bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’ın rahmetinden uzak kalmış bazı kimseler hiç de bundan bir öğüt almadıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmazlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.” (1) Başka bir ayette de yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürü-
leceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (2) Şanı yüce olan Allah yine şöyle buyuruyor: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” (3) Peygamber aleyhisselâm da bu hususa şöyle dikkat çekmiştir. “Lezzetleri kesip atan ölümü çokça zikrediniz.” Hadisin bir başka rivayetinde geçen “hazim” ifadesi ile mâna, “Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça anın” şeklinde olmaktadır. (4) Allah Rasûlü aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter. ” (5) Müslüman’a düşen görev, ölümü çokça hatırlamak olmalıdır. Onun için gerekli olan yol hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları, üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Kişinin dünyaya bağlanmasını önler. İbn Ebi’d Dünya’nın rivayetine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça hatırlayın. Çünkü ölümü hatırlamak günah işlenmesini önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı sağlar. Eğer zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız bu, zenginlikle gururlanmayı
1. Ali İmran, 3/185. 2. Cuma, 62/8. 3. Nisa, 4/78. 4. Hadis için bk. Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321. 5. El-Fethu’l Kebir, 2/318. Taberani bu hadisi Ammar’dan rivayet etmiştir. Ancak hadis zayıftır. Bak Süyuti, Camiussağir, h:6245, s:389.
Receb 1440
5
ortadan kaldırır. Eğer ölümü fakirlik halinizle hatırlarsanız bu, sizi yaşantınızdan memnun kalacak hale getirir.” (6) Kötü hal üzere ölmekten korkmayan hiçbir Müslüman yoktur. Çünkü hiçbirimizin son durumumuza dair bir garantisi yoktur. Bu sebeple müslüman korku ve ümit arası bir durumda Rabbinden kendisini dini üzere sabit kılmasını ve hidayete erdirdikten sonra saptırmamasını diler. Çünkü kalpler Rahman’ın elindedir. Onları dilediği gibi çevirir. Bu sebeple bizler kalplerimizi itaate çevirmesi için Rabbimize niyaz ederiz. Süfyan-ı Sevri bir gece ağlarken insanlar “Günahlarına mı ağlıyorsun?” dediler. Eline bir saman çöpü aldı ve “Günahlar bundan daha hafiftir. Ben asıl kötü hal üzere ölme korkusundan ağlıyorum. Çünkü asıl ağlanılacak ve ihtimam gösterilecek şey budur.” dedi. Bu sebeple selefimiz “Öte dünyadaki yerini görünceye kadar gözyaşını dindirme” demişlerdir. Onlardan bir diğeri de “Ötedeki halini görünceye dek gözüne uyku sürmesi çekme” demiştir. Hiçbir kimse hayatının sona ereceği ve ahiretteki durumunu belirleyecek o en önemli ânı hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır. Her kim o anda itaate
ve Yüce Allah’a hüsnü zan besleyerek sabır ve sebat ederse ruhunu melekler kabzeder ve onu bağışlanma, rıza ve cennetle müjdelerler. Her kim de hayatını küfür ve isyanla noktalarsa hesap görücü olan yüce Allah’ın öfkesini hak etmiş olur. Azap melekleri yanına gelerek onu hüsranlık, ziyan ve Allah’ın azabıyla müjdelerler. Bu sebeple akıllı kişi ölüm anını aklından çıkarmayan, kötü ölümden korkan ve kötü hal üzere ölmemek için tedbir alan kişidir. Akıllı kişi iyi hal üzere ölmenin vesilelerini öğrenip onları elde etmeye çalışan kimsedir. Son nefesteki halin önemi ve tehlikesi Rasûlullah aleyhisselâm’ın “Ameller ancak son yapılanlarına göredir” (7) hadisinde gizlidir. Çünkü kul o anda son derece zayıf, ızdıraplı, dünyadan ümidi kesik ve gitmekte olduğu yerin tehlikesinden korku içindedir. Aynı zamanda İblis tüm yaya ve süvari askerleriyle hücuma geçmiştir. Adamlarına “Yakalayın bunu. Bugün elinizden kaçarsa bir daha ele geçiremezsiniz” der. İşte bu büyük bir fitnedir. Bu durumda Allah samimi mü'minlerin kalplerini sebat ettirir. Münafıkların ve günahkârların kalpleri ise ters döner. “Allah dünya hayatında ve ahirette mü'minleri sabit bir sözle (kelime-i tevhid) sebat ettirir. Allah zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.” (8)
6. Süyuti, Camiu’s-Sağir kitabında 1401 numara ile almış, hadis Enes’ten rivayet olunmuştur. Münavi de Feydu’l Kadir (2/86) eserinde, Hafız Iraki’nin bu hadisin isnadında ciddi manada zayıflık olduğunu söylediğini zikrediyor. 7. Buhari, Kader, 11/507; Müslim, İman, 2/160-161. 8. İbrahim, 27.
6
Mart 2019
Rasûlullah aleyhisselâm namazın son teşehhüdünde şu dört şeyden Allah’a sığınmamızı tavsiye etmiştir. “Cehennem azabından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Deccal’in fitnesinin şerrinden.” (9) Hadiste geçen “Hayatın fitnesinden” sözü kulun hayatta karşılaştığı yoldan çıkartıcı her türlü fitnelerdir ki bunlar da çeşit çeşittir. “Ölümün fitnesi” ise ölüm sıkıntısının ve sarhoşluğunun, yerin ve göklerin Rabbiyle buluşmanın yaklaşmasının dehşetinin yaşandığı anlardır. Âlimler şöyle demişlerdir: “Hidayet Allah’ın elinde ve doğru yol üzere bulunma da O’nun dilemesine bağlı olduğuna, akıbet ile ilgili bilginin gaybi olduğuna ve insanın iradesinin her zaman güçlü olmadığına göre… Sakın imanına, ameline, namazına, orucuna ve diğer ibadetlerine güvenme! Çünkü bunlar senin yapmanla gerçekleşmiş olsa da aslı itibariyle Rabbinin yaratmasıyladır ve onun sana olan büyük lütfu ve inayetidir. Dolayısıyla ibadetlerinle ne kadar övünürsen övün, sen bu halinle başkasının malıyla övünen kimse gibisin. Belki de nice zamanlar Allah senden lütfunu çekti de kalbin hayırdan yana devenin karnından daha boş kaldı. Akşama olgun ve parlak çiçeklerle çıkan nice bahçeler, yakıcı fırtına ile birlikte sabaha kuru samanla dolu
“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 8)
bahçe olarak çıkmıştır. Kul da böyledir, geceleyin kalbi Allah’a ibadetinden dolayı nurlu ve temizdir ama sabaha Allah’a isyanından dolayı kararmış ve bozulmuş bir kalple çıkar. Bu güçlü, halim, her şeyi yaratan ve her şeyi bilen Allah’ın işidir. (10) Nitekim konu ile ilgili olarak Sehl b. Sa’d’dan şöyle rivayet edilmiştir. Rasûlullah aleyhisselâm’ın katıldığı savaşlardan birine Müslümanlar arasında zengin birisi katıldı. Rasûlullah aleyhisselâm ona baktı ve “Cehennem halkından birine bakmak isteyen buna baksın” buyurdu. Bunun üzerine oradakilerden birisi adamı takip etti. Adam müşriklere karşı en şiddetli çarpışanlardan birisiydi. O hal
9. Buhari, Cenaiz, 3/241. 10. Kurtubi, Tezkire, 1/109.
Receb 1440
7
üzere savaşırken sonunda yaralandı. Hemen ölmek için kılıcını iki göğsünün ortasında sapladı ve omuzunun ortasından çıkardı. Adam hızla Rasûlullah aleyhisselâm’a gitti ve “şehadet ediyorum ki sen Allah'ın rasûlüsün” dedi. Rasûlullah aleyhisselâm “Ne oldu?” deyince adam, “Filan için sen: “Her kim cehennem halkından birine bakmak isterse şu adama baksın” demiştin. Müslümanların hepsinden daha zengin idi onun bu hal üzere ölmeyeceğini bildim. Gerçekten de yaralanınca hemen ölmek istedi ve kendisini öldürdü,” dedi. O zaman Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: “Bir kul görünüşte cehennem halkının amelini yapar oysa cennetliktir veya cennet ehlinin amelini işler oysa cehennemliktir. Amellerde önemli olan son yapılanlarıdır.” (11) Rasûlullah aleyhisselâm bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Ameller ancak niyetlere göredir.” (12) Yani ameller Allah’ın rızasına ve sünnete uygun bir şekilde yapılmadıkları sürece bir işe yaramazlar. Kulun hayatı bu şekilde salih ameller işleyerek noktalanacak olursa işte bu kişiye fayda verir ve bu vesileyle cennete girebilir. Sünnete uygun olmayan ve Allah’ın rızasının beklenilmediği amellerin hiçbir faydası olmadığı gibi bu amelleri bir müddet devam ettirip sonrasında terketmek veya zıddı amelleri işlemek önceden işlenen amellerin hepsinin heba olmasına 11. Buhari, Kader, 11/507; Müslim, İman, 2/160-161. 12. Buhari, Bed’ul-Vahy, 1/9; Müslim, 13/53,54. 13. Buhari, Kader, 1, VII, 210; Müslim Şerhi, V, 496.
8
Mart 2019
sebep olur. Bunca işlediği ameller de bir işe yaramamış olur. Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’dan, dedi ki: Doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu tasdik olunan Rasûlullah aleyhisselâm bize şunu anlattı: “Sizden her birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün süre ile nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra bunun kadar bir süre alaka (sülük gibi yapışan ve kan emen bir kan pıhtısı) olur. Sonra bunun kadar bir süre mudga (bir çiğnemlik et) olur. Sonra ona melek gönderilir, melek ona ruh üfler ve şu dört hususu yazmakla emrolunur: Rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı, mutlu mu olacağını. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah hakkı için, hiç şüphesiz sizden herhangi bir kimse Cennet ehlinin ameli ile amel eder. Nihayet kendisi ile Cennet arasında ancak bir arşın kalmışken, kitap (da yazılan kader) onun aleyhine ileri geçer ve o da Cehennemliklerin ameli ile amel eder, böylelikle oraya girer. Ve hiç şüphesiz sizden herhangi bir kimse Cehennemliklerin ameli ile amel eder. O kadar ki, kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşınlık mesafe kalır da, kitap onun hakkında ileriye geçer, o da Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennet’e girer.” (13) Kişinin ne zaman öleceği bilinmediği için her zaman salih amel içinde bulunması gerekir. Allah muhafaza Rabbimizin razı olmadığı bir amelin işlenmesi esnasında ecel gelecek olursa, bu hal üzere ölmek Rabbimizin huzuruna
da bu hal üzere çıkmamıza sebep olacaktır ki bu da bir Müslümanın asla temenni etmeyeceği bir durumdur. Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır. “Kişi hangi hal üzere ölürse Allah onu o hal üzere diriltir.” (14) Şairin biri de şöyle sesleniyor: Hazırlan, mutlak bir gün gelmesinden şüphe olmayan gün için Çünkü ölüm olayı kulların ameliyle baş başa kalmasıdır bil İster misin herkesin azığı varken, sen azıksız kalasın yoldaşından
Süfyan-ı Sevri bir gece ağlarken insanlar “Günahlarına mı ağlıyorsun?” dediler. Eline bir saman çöpü aldı ve “Günahlar bundan daha hafiftir. Ben asıl kötü hal üzere ölme korkusundan ağlıyorum. Çünkü asıl ağlanılacak ve ihtimam gösterilecek şey budur.” dedi.
Onlar hazırlıklı çıkmışken yola, sen azıksız ve hazırlıksız Öyleyse müslümanın görevi, henüz beklenen an gelmeden önce bu dünyada iken ahireti için hazırlık yapmasıdır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Ey mü'minler! Ahiret için) Azık edinin. (Bilin ki) azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının” (15)
yoldaki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır. Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim geçip gider. Kim de bu söyle-
Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıkacağında bunun için hazırlık yapmaması mümkün müdür? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması hiç düşünülür mü?
nenler doğrultusunda azığını hazır-
Doğrusu bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır. Bizim ise bu
için gerekli olan malzemeyi ve azığı
lamazsa, iyi bilsin ki sonu hüsrandır, zarar ve ziyandır. Saadete ermeyi murat eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun hazırlayandır. Katı yürekli şakî insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona dalıp
14. Hakim Müstedrek’te 4/313 zikretmiş ve bu Buhari ve Müslim’in kitaplarında zikretmemiş olmalarına rağmen Müslim’in şartlarına uygun bir hadistir, demiştir. Zehebi ona muvafakat etmiş, Elbani’de es-Sahiha’da no:283 te ikisini birden onaylamıştır. 15. Bakara, 2/197
Receb 1440
9
durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır kapısını, o hâlâ isyandadır, tanımaz Rabbini. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu. İşte bu gibilerine Rabbimiz şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:
“Beş şey gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil. Şöyle ki, ölümünden önce bu hayatının değerini bil, hastalığa yakalanmadan önce sağlığının değerini bil, meşguliyet gelip çatmazdan önce boş zamanının değerini bil, yaşlılık gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin değerini bil.” (18)
“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler ve hareketler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.” (16)
Şairin biri de şöyle sesleniyor:
Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (17) Allah Rasûlü aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
Ey dünyası kendisini meşgul eden insan Uzun emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan Ansızın gelir ölüm behey gafil Kabir ise sandığıdır amelin bil Allah bizi gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın Rabbinin ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli vardır. O anı ne bir an öne alır ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (19) Belki de çoğu kez olduğu gibi ölüm, kendisine haber vermeksizin ve herhangi bir uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa o, dünyada pek uzun
16. Mü'minun, 23/99–100. 17. Münafikun, 63/9–11. 18. Ahmed b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hâkim İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Hâkim, Müstedrek, K. Rikak, hadis: 1/7846. Hâkim, bu hadis Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir, ancak ikisi de bu hadisi tahric etmemişlerdir, demiştir. Nitekim Telhis adlı eserde de Buhari ve Müslim’in şartlarına göre, denilmiştir. 19. Araf, 7/34.
10
Mart 2019
emeller ve olması pek de olası olmayan hayaller peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de bir zanna kapılmayasın. Nice gençliğin baharında iken bu hayata veda edenler ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki, bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler, dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki yazdıklarını ve yazmak istediklerini bitiremeden geçip gittiler. Ey ne zaman yola çıkacağını unutan insan Görüyorum ki, seni ayırıp yalnızlığa iten ölümü umursamayan Yokluk yolculuğuna çıkıp kaybolanları unutmuşsun sen Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı bırakıp gittiler, bir bilsen Hepsi de bir parça bez ve bir hırka ile çıktılar yola Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapamadan gittiler kabre
Ki onlar toprağın altında sara hastalığına tutulmuş kalmış yapayalnız Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş, onlardan hiç kalmadı yoldaş Sen de yarın veya bir gün sonra olacaksın komşusu onların Kabirlerde tek başına yapayalnız kalacaksın uzak onlardan Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin kestiler bağını Sözün de duran biri görmedin, kopardılar tüm bağlarını Hazır ol, bekle ölümünü, gitme azıksız O yakındır dalma gaflete, düşe boş umutlara be akılsız. Rabbimiz azze ve celle şöyle buyurmaktadır. “Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fakat ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. Eğer o sağdakilerden ise, Ey sağdaki! Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (20)
20. Vakıa, 56/83-96.
Receb 1440
11
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, tedavi edebilecek kimdir? denir. Can çekişen bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk edilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (21) Yüce Allah şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vaat edilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?” (22) Yine yüce Mevla buyuruyor: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve dünyada size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda görmeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve ilah sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.” (23) Söyleyen ne de doğru söylemiş:
babası ruhunu teslim etmektedir, sinesi adeta dışarı fırlayacakmış gibi ses çıkarmaktadır. İşte bu anda bir şiirin şu mısralarına sarılır ve der ki: Varlığıma yemin olsun ki hiçbir genç kurtulamaz ölümden Eğer o gün gelirse, göğüs dışarı fırlar dehşetten Ebu Bekir radıyallahu anh kızına bakar ve ona şöyle der: “Kızım şiir okuma, ancak şu ayeti oku! “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (24) Eğer herhangi bir insanın ölümden kurtulabilmesi mümkün olabilseydi bu, peygamberlerin efendisi, yaratılmışların en şereflisi, önce gelenlerin ve sonradan gelecek olanların seyyidi, âlemlerin Rabbinin sevgilisi, habibi, efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm
olurdu.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Biz,
Ne kadar sağlıklı yaşarsa yaşasın ana kuzusu
senden önce de hiçbir beşere ebe-
Bir gün gelir, tabut ile yola koyulur ölüsü
sanki onlar ebedi mi kalacaklar?” (25)
Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ölüm döşeğinde iken, başucunda annemiz
kak sen de öleceksin, onlar da öle-
21. Kıyame, 75/26-30. 22. Kehf, 18/48. 23. En’am, 6/94. 24. Kaf, 50/19. 25. Enbiya, 21/34. 26. Zümer, 39/30.
12
kızı Hz. Aişe radıyallahu anha, bakar ki
Mart 2019
dilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, Yine yüce Allah buyuruyor: “Muhakcekler.” (26)
Konu ile ilgili olarak Said-i Nursi rahmetullahi aleyh de şöyle demektedir. Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam. Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem. Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı, sen gibi görmem. Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.
İbrahim-i Teymî şöyle der: "İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ'nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek."
Rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem. Bismillâh diyerek çalıyorum, (27) arkama bakmam, dehşet de almam. Elhamdülillâh diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam. Allahu ekber diyerek ezan-ı Haşri işitip kalkacağım, (28) Mahşer-i Ekberden çekinmem, Mescid-i Âzamdan çekilmem. Lütf-u Yezdan, nur-u Kur’ân, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem. Durmayıp koşacağım, Arş-ı Rahmân zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşaallah. Ey gaflete dalıp, bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda;
avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez. Ey nefis! Şu temsile bak, gör, nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti elîm bir eleme kalb eder. Meselâ, şu karyede, yani Barla’da, iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız o bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır. Orayı düşünür, ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, “Oraya git”; sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı ne görür ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler zanneder. Şu biçare adam ise, bütün
27. Eyvah diyerek kaçmıyorum. 28. İsrâfil'in ezanını fecr-i Haşirde işitip Allahu ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı Kübrâdan çekinmem, Mecma-ı Ekberden çekinmem.
Receb 1440
13
onlara bedel, yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı (ayrılık acısını) kapamak ister. Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın, kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdâne (mertçe, yiğitçe) kabre bak, dinle, ne talep eder? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme. Ey nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş (aşırı düşkünlük) eder, derd-i maişetle (geçim derdi ile) sarhoştur.” Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor. Hem deme, “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah azze ve celle’nin haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:
“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (29)” İman edip sonra küfre düşen nicelerini işittik, doğru yoldayken sapan nicelerini gördük. O yüzden Rasûlullah aleyhisselâm şu duayı çokça yapardı. “Ey kalpleri evirip çeviren! Kalbimi dininde sebat ettir.” (30) Peygamber aleyhisselam zamanında da iman eden bazı kimseler irtidat etmişler, aydınlıktan karanlıklara çıkmışlardır. Bunlardan biri Habeşistan’a hicret eden sonra da dinini bırakıp Hristiyanlığa giren Ubeydullah b. Cahş’tır. Rasûlullah aleyhisselâm’ın vefatından sonra da büyük topluluklar irtidat etmiş, neticede Hz. Ebubekir radıyallahu anh onlarla savaşmıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh’in hilafeti zamanında da birçok kişi dinden çıkmıştır. Zamanında sahabelerden sayılan Rabia b. Ümeyye b. Halef bunlardan biridir. Rabia çokça içki içerdi. Ömer radıyallahu anh ona içki cezasını verdi sonra Hayber’e sürgün etti. O da -Allah korusun- bir içki yüzünden Hiraklius’un yanına kaçtı ve dinini bırakıp Hristiyan oldu. İbnü'l Cevzi der ki: En hassas şeylerden biri de ölmek üzere olan kimsenin uyandırılmasıdır. Çünkü o anlatılamayacak
29. Cum’a 62/8. 30. Tirmizi, Kader,2140; İbni Mace 3834. Tirmizi hasendir, demiştir. Elbanide hadisi sahihlemiştir.
14
Mart 2019
biçimde uyanıp kendine gelir ve tarif edilemeyecek şekilde endişeye kapılır ve geçmiş günlerine hayıflanır. Kaçırdığı fırsatları telafi etmek için mühlet verilmesini temenni eder. Ölümü ne kadar net görüyorsa tevbesinde de o kadar samimidir. Pişmanlığından neredeyse kendini öldürür. Kişi sağlığında iken bunun zerresini hissetse takva üzere amelden yana arzuladığı her şey meydana gelir. İşte akıllı kişi o ânı göz önüne getirip gereği ile amel eden kişidir. O ânı aynen göz önüne getiremezse yapabildiği şekilde hayalinde canlandırmalıdır. Çünkü bu hevâyı engeller ve kişiyi çalışmaya sevk eder. Her kimin de o ân gözünün önünden hiç gitmezse o ânın esiri gibi olur. Nitekim
rivayet
edildiğine
göre
Habip el-Acmi her sabah hanımına “Ölürsem beni filan kişi yıkasın, filan kişi taşısın” derdi. Maruf
birisine
“Öğlen
namazını
bizimle kıl” dedi. Adam “Öğlen namazını sizinle kılarsam ikindiyi sizinle kılmam” dedi. Bunun üzerine Maruf, “Sen sanki ikindiye kadar yaşayacağını ümit ediyorsun. Uzun ömürden Allah’a sığınırım” dedi. Birisi Maruf’un yanında bir adamın gıybetini yaptı. Maruf, “Gözüne bez/ pamuk koyacakları ânı hatırla” dedi. (31)
Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acılaştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir. Bir defasında, Allah Resûlü’nün yanında bir adamın ismi anılınca oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber aleyhisselâm, “O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?”diye sordu; oradakiler, “Biz onun ölümü andığını hiç işitmedik” dediler. Hz. Peygamber aleyhisselâm,”O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş” buyurdular.
İslâm Büyüklerinin Konuyla İlgili Sözleri Hasan-ı Basrî der ki: “Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı.” İbn Sîrîn’in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini kaybetmişçesine dona kalırdı. Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce ölümden, kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze varmışçasına ağlarlardı.
31. İbn Cevzi, Saydu’l Hatır, s:146.
Receb 1440
15
İbrahim-i Teymî şöyle der: "İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ'nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek." Kâ’b Ahbâr, “Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve kederlerini çözmek kolay gelir” demiştir. Ebû Hânî Eş’as anlatıyor: “Hasan-ı Basrî’nin sohbetlerine devam ederdik. Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiret olayları ve ölümü anmak oluyordu.” Tabiînden Safiyye radıyallahu anha anlatıyor: “Kadının biri, Hz. Âişe radıyallahu anha’ya kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişe radıyallahu anha ona, ‘Öyleyse ölümü çokça an; kalbin yumuşar’ dedi. Kadın, Hz. Âişe radıyallahu anha’nın dediğini yaptı; kalbi yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti.” Hz. Davud aleyhisselâm’ın yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde, mafsalları birbirinden ayrılma derecesine gelinceye kadar ağlar; Allah’ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi. Hasan-ı Basrî der ki: “Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir.” Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birine, "Bana öğütte bulun" dedi. Âlim, "Sen ölecek ilk halife değilsin" dedi. Ömer, "Biraz daha nasihat et" deyince âlim şöyle devam etti:
16
Mart 2019
“Hz. Âdem’e (aleyhisselâm) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası sana gelmiştir.” Bunları duyan Halife Ömer ağlamaya başladı. Rebî’ b. Huseym, evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve “Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur” derdi. Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: "Şu ölüm var ya, servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız." Ömer b. Abdülaziz, Anbese’ye şunları söylemiştir: “Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder.” Ebû Süleyman Dârânî rahimehullah anlatıyor: Ümmü Harun’a rahimehullah, “Ölümden hoşlanır mısın?” diye sordum. O, “Hayır, hoşlanmam” dedi. “Niçin?” diye sordum, “Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah’a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki!” diye cevap verdi. Allahu Teâlâ’dan bizleri ibret alanlardan kılmasını, ölüme hazırlıklı olmayı, son halini hüsnü hâtime ile bitirenlerden eylemesini niyaz ederiz. Nitekim O, dualara icabet edendir. O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır. Selâm ve Dua ile.
KAPAK DOSYA Ahmet İnal
SON NEFESİ İMANLI VERMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İ
man, insana verilebilecek nimetlerin en büyüğüdür. Kişi rabbini onunla tanır,
onunla
saadetin
kapısını
aralar, onun hatırıyla bağışlanır. İman hem eşsiz nimetlere ulaşmanın hem de ebedi azaptan emin olmanın yegâne şartıdır. İman, kimi zaman bela ve imtihanları mıknatıs gibi çekmek, kimi zaman kor ateşi elde tutmak, kimi zaman da tüm dertleri sabır ilacıyla yudumlamaktır. Ancak, başı ne kadar acı olsa da sonu hep tatlı hep hayırdır.
Mü’min kimse ile imanın misali; kıymetli mücevherler ile onları korumanın derdiyle yanıp tutuşan zengin adam gibidir. Mü’min, aynı bu adam gibi; kalbinde bulunan ve tüm zenginliklerin kaynağı olan imanını muhafaza etmenin derdindedir. Malı mülkü koruma, arttırma kaygısı zengini uykusuz bıraktığı gibi; imanına sahip çıkma, onu daha da güçlü hale getirme derdi de mü'mini yatağından uzak eder. İmanı kalp ile perçinleme, onu ruhun bir parçası haline getirme çabası
Receb 1440
17
mü'min için en kıymetli uğraştır. Mü’min kimse bilir ki; iman nazlı bir çiçek gibidir, sürekli bakım, ilgi ve alaka ister. Kendi haline terkedildiği zaman da solar gider. İman, bir çocuğun büyümesine benzer. Sağlıklı beslenen, aile sevgisini ziyadesiyle alan bir çocuğun iyi bir bedene ve güçlü bir karaktere sahip olması gibi; ibadetle takviye edilen, taat ile zenginleştirilen iman da sağlam bir yapıya kavuşur. İman, durağan değildir. Kişinin kalbinde hep aynı haliyle durmaz. Kimi zaman güçlenir, kimi zaman zayıflar. Sahibi tarafından sürekli gözlemlenmesi, kontrol edilmesi gerekir. İşte bu kısmı işin en zor olanıdır. Çünkü tarih iman yolunda dökülen nicelerine şahittir. Kimisi ilk dönemeçte, kimisi son dönemeçte, bazısı yolun başındayken bazısı zirvesindeyken… Kesin olan şudur ki; iman yolunda hiç kimsenin garantisi yoktur. Bir kez iman ettikten sonra ebedi kurtuluşu garantilediğini düşünen, onu cennete koymak sanki Allah’ın celle celaluhuüzerine bir borçmuş gibi vehmeden kimse elbette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu buyruğundan habersizdir: “...Kendinden başka ilah olmayan zata yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir ziralık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel
ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer." (1) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellembu sözleriyle iki tip insan kitlesini uyarmıştır. Birincisi; imanlarına güvenip rehavete kapılan ve şeytanın tuzağına düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kimselerdir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemise herkesi bu durumdan sakındırmış ve bu tehlikeye karşı bir duayı vird edinmişti: “Ümmü Seleme radıyallahu anha’ya; “Ey Mü’minlerin anası! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, senin yanında olduğu zaman en çok yaptığı dua ne idi?” Dedi ki: “Çoğunlukla yaptığı dua şuydu: “Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi de dinin üzere sabit kıl.” Ben kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin bu duâyı yapıyorsunuz?” diye sordum. Şöyle buyurdular: “Hiçbir kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın. Dilediğini düzeltir, düzgün yola kor dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır.” Sonra Âl-i İmrân sûresi 8. ayetini okudu: “O derin kavrayış sahipleri şöyle yakarırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şüphesiz bağışı en çok olan sensin sen.” (2)
1. Buhari, Kader 1; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud, Sünnet 17, (4708) 2. Tirmizi, Deavat, (3522); Müsned, 25210
18
Mart 2019
Uyarılan bir diğer grup ise; yaptığı kötülükler neticesinde Allah’tan tamamen ümit kesmiş olanlardır. Bu hadisi şerif, ölüm gelmeden önce hiçbir şeyin geç olmadığını müjdeleyerek onlar için bir umut kaynağı olmuştur.
İman, bir çocuğun büyümesine benzer. Sağlıklı beslenen, aile sevgisini ziyadesiyle alan bir çocuğun iyi bir bedene ve güçlü bir karaktere sahip olması gibi; ibadetle takviye edilen, taat ile zenginleştirilen iman da sağlam bir yapıya kavuşur.
Bu hadislerden sonra kullara düşen; sağlam bir imana sahip olmak için uğraşmak, imanı güçlendiren ve ortadan kaldıran etkenleri öğrenmek ve kalpleri elinde bulunduran, her şeyin takdirini belirleyen Allah azze ve celle’ye dua etmektir. İmanı ortadan kaldıran ve kişiyi son nefeste imansızlığa sevk eden etkenleri ise şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Emir ve Yasakları Öğrenmemek Allah azze ve celle’nin her türlü kötülüğün bulunduğu Mekke ortamında ilk ayet olarak “Oku” emrini seçmesi dikkate şayandır. İnsan, kendisini yaratan, onun daima hayrını dileyen rabbinin adıyla okumalıdır ki; cehaletten kurtulmalı ve tüm kötülüklerden aziz ve celil olanın adıyla sıyrılmalıdır. Çünkü kişi ezeli düşmanı olan şeytanın hile ve desiselerinden ancak bu şekilde selamette olabilir. Bu durumun tam aksi olarak; okumayan, İslâm’ın ahkamından habersiz bir ömür geçiren kimse ise, iman avcısı olan şeytanın pençelerinde can vermeye mahkumdur. Bu nedenle imanını korumak isteyen her mü'min için uyulacak ilk yol; İslâm’ın emir ve yasaklarını öğrenmek ve bunların rehberliğinde imanına istikamet çizmek olacaktır.
2- Rehavete Kapılmak Şeytanın
tuzağına
kapılmaya
en
yatkın olanlar kendilerini gereksiz bir güven duygusuyla donatanlardır. İnsan başına gelebilecek tehlikelere karşı
daima
teyakkuz
halinde
olmalıdır ki; karşılaştığı zaman onu def edebilsin. Şeytan bazen insana sağ tarafından yaklaşarak, onu güçlü bir mü'min olduğuna, Allah yolunda büyük hizmetler yürüttüğüne ikna etmeye
çalışır.
Şeytanın
bunu
yapmadaki nihai amacı ise; kulun rehavete kapılarak kendisini salması, ibadetlerini
azaltması,
günahlarını
küçük görmesi ve en sonunda da masiyetler içinde kaybolup gitmesini istemesidir. Bu vesveselerle karşılaşan
Receb 1440
19
"Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler." kul ise derhal Allah’a sığınmalı ve imanını istikamet üzere kılması için Allah’a dua etmelidir.
3- Dünyaya Aşırı Bağlanmak Allah celle celaluhu Araf Sûresinde; İslâm’dan sıyrılıp azgınlığa koşan bir kişiden bahseder. Rivayetlere göre ise bu kişi, Hz. Musa döneminde yaşamış ve kendisine ilim verilmiş olan Belam
asıl
derdi
imanıdır.
Ancak, dünyanın peşinden koşan ve gelip geçici olana tamah eden kimse hedefinden sapmış ve mü'minlerden ayrı bir yol tutmuş olur. Bu kimsenin akıbeti ise imanını kaybetmekten başka bir şey değildir.
4- Günahlarda Israrcı Olmak ve Tevbeyi Geciktirmek
b. Baura’dır. İsminin tam olarak ne
İmanın karargâhı kalptir. Kalbin
olduğu, hangi dönemde yaşadığı bir
cilası ibadetler, kiri pası ise masi-
yana; Bel'am, dünyevi çıkar ve hesap-
yetlerdir. Tertemiz olan iman ise
lar için Allah'ın dinini tahrif eden bir
ancak tertemiz olan bir kap içinde
ilim ve din adamını, küfür sistemle-
muhafaza edilebilir. Bu nedenle,
rine ve kafir yöneticilere yaranmak
günahların kararttığı bir kalpte ima-
maksadıyla
hükümlerini
nın barınması çok zordur. İman, her
çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran
masiyet sonrası biraz daha zayıflar
kimseleri temsil etmektedir. Allah
ve en sonunda kararan o kalbin sahi-
bu kimsenin sapmasını ise
bini terk eder. Kul günah işlediği
dünyaya meyletmek ve nefsine tabi
zaman pişman olur ve tevbe ederse
olmaya bağlamaktadır.
kalbini kir ve pastan temizlemiş olur.
azze ve celle
3. Araf, 175-176
20
Müslümanın
(3)
Mart 2019
Allah'ın
Tevbeyi ertelediği taktirde ise biriken çöplerin bir evi kokuttuğu gibi günahlarda bir yığın haline gelerek o kalbi ifsad eder. Bu durumu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle ifade etmektedir: “Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Doğrusu şudur
“O derin kavrayış sahipleri şöyle yakarırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şüphesiz bağışı en çok olan sensin sen.”
ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır.’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur.” (4)
5- Kötü Bir Arkadaş Çevresine Sahip Olmak Mümin olmanın şartı kelime-i şehadet getirmek ise imanı korumanın da en güzel yolu; sadıklarla beraber olmak-
onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku
tır. Bu hakikate binaen ayette bu husus
duyarsın!” (6)
emir kipiyle bildirilerek insanın terci-
İnsan, çoğu zaman etrafında bulu-
hine bırakılamayacak kadar mühim
nan eş ve dostlarından etkilenmekte,
olduğu vurgulanmıştır:
onlardan izler taşımaktadır. Kişi doğ-
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (5)
duğu, bulunduğu çevrenin ürünüdür. Bu çevreyi seçmek ise çoğu zaman insanın elindedir. Bu nedenle, imanına
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de
sahip çıkmak isteyen bir kul arkadaş
buyurduğu gibi; “İyi arkadaşla kötü
çevresini özenle seçmeli, onlara olan
arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfü-
mesafesini Allah’a olan mesafelerine
ren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana
göre ayarlamalıdır.
4. Müslim, “İmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75 5. Tevbe Sûresi,119. 6. Müslim, Birr, 146
Receb 1440
21
KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR M. Sadık Türkmen
وا ْ يَٓا اَ ّيُ َها ا ّلَ ۪ذي َن ٰا َم ُنوا َل تَ ُقولُوا َرا ِع َنا َو ُقولُوا ا ْن ُظ ْرنَا َو ۜ اس َم ُع اب اَ ۪لي ٌم ٌ َولِ ْل َكا ِف ۪ري َن َع َذ “Ey iman edenler! ‘Raina’ demeyin. ‘Unzurna’ deyin ve dinleyin. Kafirler için can yakıcı bir azap vardır.” (Bakara, 104)
EHLİ KİTAB’IN KELİME OYUNU Hamd alemlerin Rabbine olsun. Salat
olan Yahudilerin tabiatlarını bizlere
ve selam Rasûlullah’a, onun ailesine ve
tasvir etmesi açısından oldukça dikkat
ashabına olsun.
edilmeye şayandır.
“Ey iman edenler! ‘Raina’ demeyin.
Bu ayeti kerimeden elde edilecek bazı
‘Bize bak’ (unzurna) deyin ve dinle-
faydalar şunlardır:
yin. Kafirler için can yakıcı bir azap vardır.”
(1)
Bu ayeti kerime çok kısa olmakla bera-
İmam Fahrettin er-Razi rahimehullah et-
ber içerisinde pek çok inceliği barındı-
Tefsirul Kebir’de şöyle diyor: Allahu
rır. Ayetin lafzı her ne kadar mü'minleri
Teâlâ’nın Kur’an’da seksen sekiz yerde
bir kelimeyi telaffuz etmekten sakın-
“Ey iman edenler!” diye hitap ettiğini
dırmış ise de bu dinin kadim düşmanı
bilesin. İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle
1. Bakara, 104
22
a) Ey iman edenler’in mahiyeti
Mart 2019
dedi: Allah Tevrat’ta “Ey miskinler” diye hitap etmişti. Sanki Allahu Teâlâ başta onlara miskinler diye hitap ederek işin sonunda miskinliği onların üzerine sabit kılmıştı. Allah şöyle buyurdu: “Onlara zillet ve miskinlik damgası vuruldu.” (2) Bu da Allahu Teâlâ’nın bu ümmete iman ile hitap etmesinden dolayı kıyamet gününde onu ateş ile azap etmekten emin kılacağına delalet etmektedir. Aynı şekilde mü'min ismi en şerefli isim ve niteliğe delalet etmektedir. Bize dünyada en üstün isim ve sıfatlarla hitap edildiğine göre Allah’ın fazlı ile kıyamet gününde en güzel muamelede bulunacağını ümit ederiz.
b) Raina’nın Mahiyeti Allahu Teâlâ’nın mü'minleri “Raina” demekten sakındırıp "Bize bak" (unzurna) demeye teşvik etmesi günlük hayatımızda ve dini meseleler hakkında konuşacağımız kelimeleri seçmede bizi dikkatli olmaya itmektedir. Asıl itibari ile bu iki telaffuz aynı manayı ifade etmekle beraber Yahudilerin kullanmış olduğu kendi dillerinde "raina" hakaret manası içeriyordu. Bu sebepten dolayı onlar kendi dillerinde değişik anlama da çekilebilecek olan “raina” kelimesini kullanarak güya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ile alay ettiklerini zannediyorlardı. İmam Kurtubi Yahudilerin bu özelliğine dikkat çekerek şöyle diyor: Allahu Teâlâ
“Ey iman edenler ‘Raina’ demeyin” diyerek Yahudilerin cehaletlerinden ayrı bir yönü zikretmiştir. Bundan asıl maksat Müslümanların benzeri şeyler söylemesini engellemektir. Sözlükte “Raina” kelimesinin gerçek anlamı “bizi koru ki bizde seni koruyalım’dır.” Çünkü müfeâle iki kişi arasında olmaya delalet eder. (3) Allah sana riayet etsin anlamına gelir. Yani sen bizi koru ki bizde seni koruyalım, bizi gözet bizde seni gözetelim. "Eri’na sem’ake" yani kulağını bizim sözlerimize yönlendir anlamında kullanılması da caizdir. Bu hitap şekli ile konuşmada eziyet olduğu için Allah mü'minlere lafızların en güzelini ve manaların en anlamlısını seçmelerini emretti. İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: Müslümanlar Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i çağırma ve ona yönelme kastıyla “Raina” yani bize yönel diyorlardı. Bu Yahudilerin dilinde "ey işitemeyen! Dinle" anlamına gelen küfür içerikli bir kelime olduğu için kendilerine ganimet bildiler. Önceden ona gizlice küfrediyorduk şimdi de açıkça sövüyoruz diyorlar ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e böyle hitap edip kendi aralarında gülüşüyorlardı. Onların dilini bilen Sa’d b. Muaz radıyallahu anh Yahudilere şöyle dedi: “Allah’ın laneti üzerinize olsun! Sizden bir kişinin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e böyle dediğini duyacak olursam onun boynunu
2. Bakara, 61 3. Müfeâle: Sarf ilminde bina kitabında iki kişi arasında cereyan eden fiiller için kullanılan bir kalıptır.
Receb 1440
23
vururum.” Yahudiler sizde aynı sözü kullanıyorsunuz deyince arkasından bu ayet nazil oldu. Müslümanlar Yahudilerin yanlış manada kullandıkları bir lafzı kullanarak onlara tabi olmaktan men edildiler. (4) İbn Kesir rahimehullah bu ayeti kerimenin tefsirinde Yahudilerin bu genel karakterine dikkat çekmektedir. Onların sadece bir konuda değil fırsat buldukları her konuda aynı metodu takip ettiklerini beyan ederek şöyle dedi: Allahu Teâlâ mü'minleri sözlerinde ve fiillerinde kafirlere benzemeye yasaklamıştır. Bunun sebebi Yahudiler -Allah’ın laneti üzerlerine olsunamaçladıkları bir şeyde kusur bulmak için konuşmalarda şaşırtma yoluna gidiyorlardı. “Bizi dinle” (unzurna) diyecekleri yerde “raina” diyerek düşüncesizlik ve söylediğini bilmezlik kelimesini kullanıyorlardı. Allahu Teâlâ şöyle dedi: “Yahudi olanlardan kimileri kelimeleri yerlerinden değiştirdiler. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak ‘işittik, isyan ettik, dinle işitmez olası Raina (ahmağımız) derler.’ Eğer onlar ‘işittik, itaat ettik, dinle ve bize bak’ deselerdi, elbette ki kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah onlara inkarlarından dolayı lanet etti. Pek azı müstesna onlar iman etmezler.” (5) 4. El-Camiu’l-i Ahkam’il Kuran; Bakara, 104 5. Nisa, 46 6. Tefsirul Kurani’l Azim; Bakara, 104 7. Et-Tefsir’ul Kebir; Bakara, 104
24
Mart 2019
Onların bu durumlarını haber veren hadisler de vardır. Onlar selam verdikleri zaman "Essemu Aleykum" diyorlardı. “Sem” ölüm anlamına gelmektedir. Bundan dolayı onlara “ve aleykum” diye cevap vermemiz emrolundu. Zira onlar aleyhine yaptığımız dualara icabet olunur ancak onların bizim aleyhimize yaptığı dualara icabet olunmaz. Buradaki amaç; Allahu Teâlâ’nın mü'minleri söz ve davranışlarda kafirlere benzetmekten men etmesidir. (6) Fahrettin er-Razi kelimelerin kullanıldıkları yerlere göre ve kullanan kişilerin maksatlarına göre manalara geleceğine işaret ederek şöyle dedi: “Allah’ın aynı manayı ifade eden iki kelimeden birini yasaklayıp diğerine izin vermesi çok uzak ihtimal değildir. Bundan dolayı İmam Şafi radıyallahu anh’a göre Farsça olsun, İberce olsun Fatiha sûresinin tercümesi ile namaz geçerli olmaz. Allah’ın “Raina”yı yasaklatıp “unzurna” (bize bak) kelimesine izin vermesi her ne kadar ikisi aynı manaya geliyorsa da yasaklanması uzak bir şey sayılmaz. Çünkü müfessirlerin çoğu “raina” kelimesinin bir nevi fesat çıkarmak için kullanıldığını söyleyerek yasaklandığını açıkladılar.” (7) İmam Muhammed b. Cerir et- Taberi rahimehullah bu ayette kullanılan
“raina”nın hangi manalara geldiğine ve bu görüşlerinin kimlere ait olduğunu tefsirinde tafsilatlı bir şekilde belirtmiştir. Biz bu görüşleri şöyle sunacağız.
"Raina" Hakkında Değişik Görüşler Birinci görüş: Muhalefet anlamında konuşmayınız. İkinci görüş: Sen bizi dinle, bizde seni dinleyelim. Üçüncü görüş: Bu Yahudilerin alay etmek ve küfür amaçlı kullandığı bir kelimedir. Allahu Teâlâ mü'minleri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e böyle hitap etmekten men etti. Dördüncü görüş: Bu Ensar’ın cahiliye döneminde söylediği bir kelime idi. Allah onları İslâm'da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e böyle hitap etmekten menetti. Beşinci görüş: Yahudilerden Rifaa b. Zeyd adında bir şahsın kullandığı kelime idi. O bununla Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e küfretmek amacı ile hitap ederdi. Müminler bu kelimeyi ondan öğrenmişlerdi. Bunun üzerine Allah mü'minlere bunu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e hitap etmekte kullanmayı yasakladı. İmam Taberi bu görüşleri ve hangi alimlere ait olduklarını beyan ettikten sonra şöyle dedi: Allah celle celaluh’un mü'minleri nebisine “raina”
“Yahudi olanlardan kimileri kelimeleri yerlerinden değiştirdiler. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak ‘işittik, isyan ettik, dinle işitmez olası Raina (ahmağımız) derler.’ Eğer onlar ‘işittik, itaat ettik, dinle ve bize bak’ deselerdi, elbette ki kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah onlara inkarlarından dolayı lanet etti. Pek azı müstesna onlar iman etmezler.” (Nisa, 46)
demekten
men
etmesi
hakkında
söylenecek en doğru görüş şudur: Bu Allah’ın onlar için Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e söylemelerini hoş görmediği
bir kelimedir. Bunun benzeri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den
şöyle rivayet
edilmiştir: “Üzüme ‘kerm’ demeyin (8) ‘habele’ deyin. (9) Kölelerinize ‘kölem’ demeyin, ‘gencim’ deyin.” (10)
8. Kerm; şarap anlamına geliyor 9. Habele; üzümün başka bir ismidir. Bu şarap manasında kullanılmayan bir kelimedir. 10. Buhari, hn:6182; Taberi Tefsiri Bakara, 104
Receb 1440
25
Ayeti kerimeden çıkarılacak bazı öğütler
Kelimeleri olduğu manadan farklı manalara çekmek Müslümanın sakınması gereken bir durumdur. İsrail oğullarının geçmişte atalarının yaptıkları kelime oyunları nesilden nesile miras kalmıştır. Kullandığımız kelimelerin karşımızdaki kişinin anladığı manada olmasına dikkat etmeliyiz. Aksi durum karakterimizin bozulmasına yol açar.
1) Güzel hitap muhatapta olumlu izlenim bırakır. Allahu Teâlâ’nın bizlere “Ey iman edenler! diye hitap etmesi buna güzel delildir. Aynı zamanda güzel hitap etmek muhatabın güzel amel yapmasını teşvik eder. 2) Müslümanların kafirlere söz ve davranışlarda muhalefet etmesi gerekir. Bu konuda çok titiz davranmak gerekir. Çünkü hafife alınarak yapılan taklitler zamanla İslâm’ın alametlerinin silinmesine vesile olur. 3) Kelimeleri olduğu manadan farklı manalara çekmek Müslümanın sakın-
Ayeti kerimenin sonunda Allahu Teâlâ, mü'minlerin, emirlerine sıkıca bağlanmasını emrediyor. Zira bu konuda gösterilecek gevşeklik veya vurdum duymazlık, imtihanın kaybedilmesine sebep olacak kadar ağırdır. Muhammed Cemaleddin el-Kasimi bu konuda şunları söyledi: “Size ne emrettiysem o şekilde konuşun, tüm emirlerime bağlı kalın, Yahudiler gibi olmayın. Çünkü onlar işittik ve isyan ettik dediler. Kafirler için yani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in makamını daha önce zikredilen sözlerle hafife alan Yahudiler için can yakıcı
oğullarının geçmişte atalarının yaptıkları kelime oyunları nesilden nesile miras kalmıştır. Kullandığımız kelimelerin karşımızdaki kişinin anladığı manada olmasına dikkat etmeliyiz. Aksi durum karakterimizin bozulmasına yol açar. 4) İki anlama da çekilecek kelimeleri kullanmaktan kaçınmak gerekir. Aynı şekilde bir manası kötülüğü ifade ederken o kötü şeyi iyi gösterecek ifadelerden kaçınmak gerekir. Mesela, rakı kötü bir mana ifade ederken onu
bir azap vardır. Bunun sebebi cüret
aslan sütü diye isimlendirmek bu
ettikleri büyük günahtır. (11)
kapsamdadır.
11. Mehasinu’t Te’vil; Bakara, 104
26
ması gereken bir durumdur. İsrail
Mart 2019
İKTİBÂS Nedim Bal
“Afganistan Savaşı Bitti…
A
merika Birleşik Devletleri, Afganistan’daki savaşı kaybetmiştir. Washington bu durumu itiraf etmek istemiyor olabilir, ordu da hala bir “beraberlik” durumunun söz konusu olduğunu iddia ediyor olabilir. Bütün bunlar sakın sizi yanıltmasın: 11 Eylül savaşı kaybedildi.
rında ülkenin güneyindeki en önemli
Taliban, Afgan yetkililer ile ABD’nin Afganistan’daki en üst düzey komutanı olan General Austin S. Miller’ın bir araya geldiği toplantıya saldırı düzenledi. Toplantıya katılan Amerikalılar yaralanırken, General olaydan yara almadan kurtuldu. Arala-
Binbaşı Dave Butler, olayın sadece
ABD müttefiklerinden birisi olan General Abdurrezzak’ın da bulunduğu en az üç Afgan yetkili öldürüldü. ABD ordusundan saldırı ile alakalı olarak yapılan ilk açıklama, Afganistan konusunda nasıl algı yönetimi yapıldığını gösteren çok güzel bir örnek oldu. Ordu sözcüsü “Afganlar arasında yaşanan bir vaka olduğunu” söyledi. Taliban’ın saldırıyı hemen üstlenmesi, çok önemli bir Taliban karşıtı komutanın öldürülmesi, Amerikalıların yaralanması ve bütün bunların ülkedeki savaşı
Receb 1440
27
yöneten ABD generalinin huzurunda
rolü altında tutan Taliban, ABD’nin
yaşanmış olması düşünüldüğünde,
artık ülkeden ayrılmak için her şeyi
ordu sözcüsünün açıkladığı gibi duru-
denemeye hazır olduğunun farkında
mun olması açıkçası çok saçma.
ve savaşı kazanmaya çalışmıyor bile.
ABD’nin
Trump,
son
dönemde
Afganis-
2017’nin Ağustos
ayında
tan’daki gelişmelere verdiği tepkiler,
Afganistan’daki savaş stratejisini açık-
artık Taliban’ın mağlup edilmesinden
ladığında, ABD’nin yaklaşımının neye
vazgeçildiğini ve sadece ülkeden çık-
göre çizildiği belli olmayan zaman
mak için bir yol aramaya odaklanıl-
tablolarına değil, sahadaki şartlara
dığı göstermekte.
göre şekillendirileceğinin altını çiz-
Mesele artık büyük ölçüde Amerika’nın diplomatlarının kucağına bırakıldı. ABD’nin kaybettiği belli olmadan ülkeden ayrılmasını sağlayacak
mişti. Trump haklı bir şekilde, Obama’nın geri çekilme tarihi belli olan dönemlik asker artırımlarının bir hata olduğunu söylemişti.
bir anlaşma yapılması için bu diplo-
Taliban ve müttefikleri, Obama’nın
matlar uzun uzun çalışmak zorunda
gönderdiği takviye birliklerin gitmesi
kalacaklar. Ancak, bu diplomatik
için, hiçbir şey yapmadan sadece 18
kumarın kötü sonuçlara yol açabilece-
ay beklemeleri gerektiğini biliyordu.
ğine işaret eden birçok mesele var.
Teorik olarak, savaşın ilerleyişi üze-
Bu ayın başında, Afganistan’daki barış görüşmelerinin liderliğini yapmak üzere ABD özel temsilcisi olarak göreve yeni başlayan Zalmay Halilzad
rine kurulacak olan Trump’ın stratejisi, Obama’nınkine göre daha gerçekçiydi. Ancak sahadaki şartlar beklenildiği gibi iyileşmedi.
ile Taliban temsilcileri Katar’ın Doha
Trump, herkesten konu ile alakalı ola-
şehrinde bir araya geldi. Bu toplantıda
rak sabır göstermelerini istedi ancak
savaşı kazanmak için eşit derecede
kimsede sabredecek güç yoktu. Başkan
çaba sarf eden iki taraf yoktu. Afga-
henüz geri çekilme ile alakalı bir plan
nistan’ın yarısından fazlasını kont-
ilan etmedi ancak bu durum yakında değişebilir. Üst düzey Amerikalı yetkililerden alınan bilgilere göre, Donald Trump önümüzdeki birkaç ay içinde Afganistan’daki operasyonların minimum seviye indirilmesi emri verebilir. Cıva gibi değişken başkan her an fikrini değiştirebilir ancak hükümet yetkilileri şimdiden süreleri sona ermiş gibi yoğun şekilde çalışmaya başladı.
28
Mart 2019
Başkanın davranışları da bu bakış açısını güçlendirmektedir. Donald Trump, geçtiğimiz yıl “kazanmaya” kararlı olduğunu açıklamasına rağmen, ABD ordusunun başı olarak Afganistan’ı henüz ziyaret etmedi. Trump, Afganistan’daki savaştan kopuktur. Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Afganistan’daki savaşı yönetmesi için görevlendirdiği ilk isim olan General John W. Nicholson Jr. Eylül ayında yaptığı veda konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: “Afganistan’daki bu savaşın sonra ermesinin vakti gelmiştir.” Ancak herkesin bildiği üzere, savaşlar ‘sona ermez’, ya ‘kazanılır ya da kaybedilir’. Ve Taliban kesinlikle kaybetmedi. Hatta birçok açıdan, 2001 öncesinde olduğundan çok daha güçlü bir hale geldi. Amerika’nın savaşı bitti deyip “sona erdirebileceğine” inanmak, 2011’de Irak’taki savaşı “sorumluluklar nezdinde sona erdirdiğini” iddia eden Barack Obama’nın meseleye olan yaklaşımı ile aynıdır. Tabi ki, Obama’nın iddia ettiği gibi bir durum ortada yok. Amerika’nın çekilmesinin ardından meydana gelen güç boşluğu ve Suriye’deki iç savaş, cihat yanlılarının bir halifelik ilan etmesine yol açtı. Trump hükümeti, Afganistan’da kendileri için görece daha mutlu bir son olduğuna inanmak istiyor. Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, Taliban ile “siyasi anlaşma” imzalanmasının gerekli olduğu görüşünde ama bu gerçekçi değil. Halilzad’ın bölgedeki
ABD’nin son dönemde Afganistan’daki gelişmelere verdiği tepkiler, artık Taliban’ın mağlup edilmesinden vazgeçildiğini ve sadece ülkeden çıkmak için bir yol aramaya odaklanıldığı göstermekte.
çabalarının önüne taş koyabilecek şu üç noktaya bakalım. Birinci Nokta: Taliban, Afganistan İslâm Emirliği’ni yeninden tesis etmek istemektedir. Taliban, bu ay başında Doha’daki görüşmelere iştirak ettiklerini teyit ederken, “Afganistan İslâm Emirliği’ne” bağlı “siyasi ofis” temsilcilerinin toplantıda hazır olduğu şeklinde bir ifade kullandı. İlk bakışta bunda ne var diyebilirsiniz ancak aslında bu surata atılmış bir tokattır. Trump yönetimi gibi, Obama yönetimi de Taliban ile masaya oturmaktan başka çaresi olmadığını bildiği için, örgütün 2013 yılında Doha’da bir ofis açmasına, bazı şartlar altında müsaade etmişti. Bu şartlardan bir tanesi de Doha ofisinin kendisini “Afganistan İslâm Emirliği’nin” bir kolu olarak tanımlamamasıydı. Bu isim, Taliban’ın Afganistan’ı 2001 yılına kadar idare ettiği rejimin ismiydi. Taliban’ın
Receb 1440
29
Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Afganistan’daki savaşı yönetmesi için görevlendirdiği ilk isim olan General John W. Nicholson Jr. Eylül ayında yaptığı veda konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: “Afganistan’daki bu savaşın sonra ermesinin vakti gelmiştir.”
emirliğinde, Batı ile müttefik seçilmiş bir hükümet söz konusu olamaz. Obama hükümeti, Afgan hükümetine, Taliban’ın kendisine “Afganistan İslâm Emirliğ ” diye hitap etmeyeceğinin garantisini vermişti. Ama bizimle konuşmaya başlar başlamaz yaptıkları ilk şey bu oldu. Taliban, Doha’daki ofisin açılışı için yapılan tören sırasında üzerinde “Afganistan İslâm Emirliği” yazan bir sancak açarak hem ABD’yi hem de Afgan hükümetini küçük düşürmüştü. Aradan beş yıl geçmesine rağmen, Taliban hem dışarıda hem de içeride kendisine hala “Afganistan İslâm Emirliği” demekte. Sadece bu nokta dahi, ABD ile masaya oturulması sürecini başlamadan bitirmeye yeterli. Washington, Taliban’ın, şu anki Afgan hükümeti ile bir anlaşma yapmasını
30
Mart 2019
istemekte. Ancak Taliban savaşın başından beri ABD ile ittifak eden Afgan hükümetlerinin meşru olmadığını savundu. Taliban’a göre, sadece İslâmi bir sistem olması halinde devletler ve yönetimler meşru sayılırlar. Taliban, yıllardır ülkenin dört bir yanındaki meselelerle ilgilenmeleri için bakanlık yapıları oluşturdu. Taliban lideri Heybetullah Ahundzade, ağustos ayındaki toplantıda, emrindekilere yakın gelecekte daha fazla toprak fethedeceklerini ve bunun için şimdiden yönetimsel manada hazırlıklar yapmalarını söyledi. Taliban ayrıca, Afganistan’da yapılan seçimleri tanımadığını ve seçimleri sekteye uğratmanın “dini bir vecibe” olduğunu ilan etti. Bu açıdan bakıldığında, Taliban’ın, Afgan hükümeti ile anlaşıp, siyasi sürece katılım sağlayacağı fikri havada kalmakta. Bunun yerine Taliban, Afganistan İslâm Emirliği olarak bir kez daha tüm Afganistan’ı kontrol etmek için hazır olduğunu herkese göstermekte. Uzun vadede Taliban belki geçici bir ayrılma anlaşmasına yanaşabilir ancak böyle olsa dahi kimse bunun kalıcı olacağına inanmamalı. İkinci Nokta: Pakistan, Taliban’ın üst düzey liderlerini korumaya devam etmekte. Trump yönetimi, Pakistan’a yapılan askeri yardımları durdurmak dahil birçok şekilde uzun soluklu bu müttefiğinin ikili oynamaya son vermesi için çözüm aradı. Pakistan ordusu ve istihbaratı yıllardır Hakkani Ağı mensupları
dahil, Taliban’ın üst düzey yöneticilerini koruyor. El Kaide ile yakın ilişkileri olan Hakkaniler, zaman içinde Taliban yönetiminde daha fazla söz sahibi oldu. Taliban’ın şu anki iki numarası, örgütün askeri operasyonlarını yöneten Siraceddin Hakkani’dir. Eylül ayında yayınlanan raporların da teyit ettiği üzere, Trump hükümetinin "bağrına taş basarak" gösterdiği tutum Pakistan’ın davranışlarını değiştirmesine yetmedi. Sonuç olarak, birçok Taliban lideri, sınır ötesinden birliklerini komuta etmeye devam etmekte. Bu liderler herhangi bir tehdit altında olmadıkları gibi emrindeki askerlere silah bırakmalarını söylemeleri için de bir sebepleri yok. Bu durum, Taliban’ın şu anki statükoyu değiştirecek türde kendisine zarar verecek bir anlaşma yapmayacağına işaret etmekte. Ayrıca, Pakistan’ın 90’lı yıllarda Taliban’a Afganistan’ı kontrol altına alırken ettiği yardımları da unutmamalıyız. 20 sene sonra, Pakistanlılar o gün yaptıklarını tekrar edebilirler. Üçüncü Nokta: Taliban hala El Kaide’den feragat etmedi. ABD, ilk başlarda resmi olarak Taliban yönetiminden El Kaide’yi dışlamasını talep etmişti. Devlet Bakanı Hillary Clinton, görüşmeleri tıkadığı gerekçesiyle bu talebi geri çekmişti. Taliban’ın kendisini El Kaide’den soyutlamak için 17 yılı oldu ama bunu yapmayı reddettiler. El Kaide lideri Eymen ez Zevahiri, hala Taliban emiri Heybetullah Ahundzade’ye biatlı. Zevahiri’ye
bağlı birlikler, Taliban sancağı altında, Afganistan İslâm Emirliği’ni yeninden diriltmek için savaşmakta. Eğer başarılı olurlarsa, dünyadaki bütün El Kaide mensuplarının kendilerine olan güvenleri artacak. Taliban bu mesele ile alakalı umut vaat eden ancak içi boş bir dil kullanarak, meseleden rahatça sıyrılabilir. Taliban’ın şu anda El Kaide’den vazgeçeceğini düşünmek için herhangi bir sebep yok. Sonuç olarak: Amerika Birleşik Devletleri artık Taliban’ı mağlup etmeye çalışmıyor. Bunun yerine, kendisinden önceki Obama yönetiminin yaptığı gibi Trump hükümeti de ülkeden çıkmak için bir yol arıyor. Taliban bunu biliyor ve Amerika’nın çekilmesi sürecinin şartlarını dikte etmekten ziyadesiyle memnun. Tekrar edelim, Amerika’nın ülkeden çekilmesi süreci artık net bir biçimde masada. Herkes gibi cihat yanlıları da savaşların ya kaybedilen ya da kazanılan şeyler olduğunu ve zaferin kendilerine yakın olduğunu biliyor. Thomas Joscelyn/Ortadoğu Uzmanı/ Tercüme: Mepa News
Receb 1440
31
İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay
Astronomi Biliminde Bir Dünya Bilgini:
ALİ KUŞÇU (1403-1474)
A
Uluğ Bey’in (1) doğancı başısı olması veya Uluğ Bey’in doğanını av esnasında kendisine emanet etmesinden dolayı olduğu söylenmiştir.
Kendisine ‘Kuşçu’ lakabının verilmesi, babasının ilim ve bilime önem veren ve yönetici kişiliği yanında bilimsel çalışmalara öncülük etmeye gayret eden Timur Devleti hükümdarlarından
Babasının bu görevinden dolayı saray ve çevresinde yetişme imkânı bulan Kuşçu, Uluğ Bey’in bilime merakından çokça istifade etmiştir. Bir astronomi bilgini olan Uluğ Bey ve onun yanında yer alan Gıyaseddin Cemşid ve Bursalı Kadızâde Rûmî(ö.1440) gibi bölgedeki zamanın önde gelen bilim
sıl adı Alâuddin Ali b. Muhammed olan Ali Kuşçu’nun nerede ve hangi tarihte doğduğuna dair kaynaklar kesin bir bilgi vermemekle birlikte Semerkand veya yakınlarında ve 1403 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.
1. Bilge hükümdar Uluğ Bey, 22 Mart 1394 yılında Azerbaycan’ın Sultaniyye şehrinde doğdu. Babası Timur’un küçük oğlu Şahruh’dur. Sarayda dini ilimler, ardından mantık, matematik ve astronomi eğitimi gördü. 1409 yılında kendisine Semerkant merkezli Maveraünnehir bölgesinin yönetimi verildi. Henüz 16 yaşında devlet yönetimine geçen Uluğ Bey, bu görevi 38 yıl sürdürdü. Döneminde Maveraünnehir bölgesi bir ilim ve bilim merkezi haline geldi. Oğlu Abdüllatif tarafından Ekim 1449 yılında öldürüldü.
32
Mart 2019
adamlarından matematik ve astro-
açma girişiminde bulundu. Gözlem
nomi dersleri aldı. Bunun yanında
evinin (rasathane) sorumlusu olarak
dini ilimlerde de eğitimler alarak ilmi
önce Gıyaseddin Cemşid’i daha sonra
birikimini arttırdı.
Kadızâde Rûmî’yi seçti. Ancak her
Uluğ Bey’in özel ilgisine mazhar olan Kuşçu, genç yaşta bölge dışındaki diğer ilim adamlarından da istifade etmek adına Kirman’a gitti. İlk eseri olan “Risale fi Hall-ü Eşgal el-Kamer (Ayın Halleri)” adlı risalesini Uluğ Bey’e takdim etmiştir. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eği-
iki bilim insanına da rasathanenin tamamlanması nasip olmadı. Ardından Uluğ Bey tarafından Ali Kuşçu, Semerkant Rasathanesi’nin sorumluluğuna getirildi. Yıllar önce başlatılan gözlemevinin tamamlanması ona nasip oldu. (1437) Bu zice “Zîc-i Gürgânî” adı verildi.
timini tamamladıktan sonra Kadızâde
Semerkand Gözlemevi (2), gerek İslâm
Rûmî’ye yardımcı olmuştur.
dünyası gerekse de İslâm dünyası
Uluğ Bey, kendinden önceki bazı rasathanelerde hazırlanan eski ast-
dışındaki astronomi alanında birçok araştırmacıya bu alanda önderlik etti.
ronomi tablolarında (zîcler) bulu-
Müslümanların astronomi alanındaki
nan hataları düzeltmek maksadıyla,
bu büyük başarıları hakkında Lüb-
Semerkant’ta
nanlı tarihçi Corci Zeydan şu sözleri
yeni
bir
gözlemevi
2. Semerkant rasathanesi ve Uluğ Bey’in çalışmalarının kopyaları bugün Gülhane Parkı’nda bulunan İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir.
Receb 1440
33
söyler: “İslâm astronomi âlimleri bu ilimde o derece büyük bir iktidar ve mehâret sahibi olmuş idiler ki o devirde bütün cihanın üstadı kesilmişlerdi. Cihanın her neresinde olursa olsun en müşkil meseleler İslâm astronomi âlimlerine müracaatla hal olunurdu. Avrupa hükümdarları astronomide müşkil bir meseleye düştükçe kendilerine daha yakın olan yalnız Endülüs’e değil Şark-İslâm memleketlerine dahi hususi memurlar göndererek o müşkil meseleleri İslâm âlimlerine hallettirirlerdi.” Uluğ Bey’in, 1449 yılında oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmesinden sonra başlayan taht kavgaları Semerkant’taki ilmî çalışma ortamını tamamen yok etmiştir. Bu durum karşısında Ali Kuşçu, hacca gitme niyetiyle Semerkand’ı terk etme kararı alır. “İlim himâye edildiği yere göç eder” sözünün gereği olarak Semerkand’ı terk ettikten sonra Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan, bu bilim insanına sahip çıkar. Böylece ailesiyle birlikte Akkoyunlu saltanatının merkezi Tebriz’e yerleşir. (1469) Her ilim adamı gibi Ali Kuşçu da burada ilmi faaliyetlerini sürdürmeye devam eder. Bu durum Uzun Hasan ile Osmanlı Devleti Hükümdarı Sul-
tan II. Mehmed (Fatih) arasında çıkan anlaşmazlık zamanına kadar sürer. Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmed ile aralarındaki anlaşmazlığın çözümü için Ali Kuşçu’yu elçilik sıfatıyla Osmanlı başkenti İstanbul’a gönderir. İstanbul’da büyük bir ilgi ve kalabalık bir topluluğun kendisini karşılaması onu etkiler. Bu büyük bilim insanının yaptıklarından haberdar ve ilim ve bilimin öneminin her daim farkında olan Fatih, diplomatik görüşmenin ardından kendisine İstanbul’da kalması teklifinde bulunur. Ali Kuşçu, Uzun Hasan adına yapmakta olduğu elçilik görevini tamamlamak şartıyla bu teklifi kabul ettiğini bildirir. Tebriz’e dönen Kuşçu, sözünün gereği olarak ailesiyle birlikte İstanbul’a gitmek üzere yeni bir yolculuğa çıkar. Bu onun ilim yolundaki son yolculuğu olacaktır. (1472) İlim ve bilim insanlarına gerekli hürmeti her daim gözeten Fatih (3), Ali Kuşçu içinde aynı ihtimamı göstermiştir. Osmanlı topraklarına girdikten sonra özel bir heyet tarafından karşılanmış, yolculuğunun rahat geçebilmesi için olanaklar hazırlamış ve İstanbul’a yaklaştığında bir büyük
3. Sultan II. Mehmet (Fatih), Manisa’da bulunduğu şehzadelik döneminden itibaren ilim sahiplerine hürmet göstermiş, ilmin çeşitli dallarında onlardan dersler almış, ilmi çalışmalarını desteklemiş ve onlara güzel hediyeler vermiştir. Bu dönemde Avrupa’dan da önemli bilginler Manisa’ya gelmiştir. Sultan II. Mehmet’in tahta geçtiği Edirne’deki sarayında ve daha sonra İstanbul’un fethiyle birlikte Topkapı Sarayı’nda da Müslüman ve gayrimüslim ilim adamı bulunmuştur. Molla Güranî, Molla Hayrettin, Molla Hüsrev, Hocazâde, Hızır Bey Çelebi, Molla Zeyrek, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemi gibi devrin önemli âlimleri Sultan II. Mehmet’in yetişmesinde büyük katkı sağlamışlardır. Nihat Sami Banarlı, “Fatih’in Zafer Sırları” adlı eserinde şöyle der: “Öyle hocalar elinde yetişen herhangi bir Osmanlı şehzadesinin esasen bir fatih olmaması kolay değildi.” (Mehmet Işık, Sultan II. Mehmet’in İlim Severliği Üzerine Bir Değerlendirme)
34
Mart 2019
ilim adamı olan hocası Hocazâde Muslihuddin Mustafa’yı (ö.1488) onu karşılamak için göndermiştir. Tebriz’de görüştüğü Alâeddin Ali et-Tûsî, ona Hocazâde’nin ilmini şöyle tanıtır: “İnsanın malûmatı onun ki yanında hiç kalır.” Daha Tebriz’de iken Hocazâde’nin şöhretini duyan Ali Kuşçu, İstanbul’a geldikten sonra Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkmış ve padişah kendisine Hocazâde’yi nasıl bulduğunu sormuş, o da “Acem’de ve Rum’da benzeri yok” demiştir. Fatih Sultan Mehmed “Arap’ta da benzeri yoktur” diyerek sözünü tamamlamıştır. Hocazâde’yi çok takdir eden Ali Kuşçu, kızlarından birini onun oğluyla, torunu Kutbuddin Mehmed’i de onun kızıyla evlendirmiştir. Bu son evlilikten meşhur Osmanlı matematikçisi Mîrim Çelebi (ö.1525) dünyaya gelmiştir. Onun İstanbul’a gelişi ve öncesinde İstanbul’da bulunan bilim adamlarının etkisiyle, İstanbul bilimin merkezi haline gelir. Fatih, ilim ve bilim adamlarının bir merkez olarak İstanbul’da toplanması konusunda ciddi gayretlerde bulunmuştur. Kendisiyle birlikte gelen ve sonrasında yetiştirdiği talebeleri, Ali Kuşçu’nun Osmanlı’da bilim alanında ne büyük katkıya sahip olduğunun göstergesidir. Onun Semerkand’da bilimin öncülerinden sayılan Kadızâde Rûmî’nin talebesi Fethullah Şirvanî’yi
Kendisine ‘Kuşçu’ lakabının verilmesi, babasının ilim ve bilime önem veren ve yönetici kişiliği yanında bilimsel çalışmalara öncülük etmeye gayret eden Timur Devleti hükümdarlarından Uluğ Bey’in doğancı başısı olması veya Uluğ Bey’in doğanını av esnasında kendisine emanet etmesinden dolayı olduğu söylenmiştir.
de davet etmesi bu durumun bir örneğidir. Talebeleri arasında en önde gelenlerden biri “Molla Câmî” diye tanınan Nureddin Abdurrahman’dır. İstanbul’a gelmeden önce astronomi konusunda “Risâle der İlm-i Hey’e (Astronomi Risalesi)” ve matematik-cebir konusunda “Risâle der İlm-i Hisâb” adlarında iki Farsça risâle kaleme almıştır. İkinci eserini İstanbul’a gelirken biraz genişleterek ve düzeltmelerde bulunarak Arapça kaleme almıştır. Esere Fatih’in ismine nispetle “el-Muhammediyye fi’l-hisab” adını vererek Şubat 1474 tarihinde Fatih Sultan Mehmed’e sunmuştur.
Receb 1440
35
sahibi bir kimse olan talebesi Molla Lütfi’den bu görevi yapmasını istemiş, öğrendiklerini de kendisine bildirmesini söylemiştir. Böylelikle Hoca Sinan bu alanda kendisini geliştirmiş ve meşhur Osmanlı matematikçisi Mirim Çelebi’yi yetiştirmiştir.
Daha sonra Risâle der İlm-i Hey’e adlı birinci eserini genişleterek Arapça’ya çevirmiş ve bunu da 11 Ağustos 1473 Çarşamba günü Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Meydan Savaşı’nın kazanıldığı gün tamamlamıştır. Bu savaşa katılan Ali Kuşçu, savaşın kazanılması hatırasına “el-Fethiyye” ismini verdiği eseri aynı gün Fatih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Kazanılan zafer sonrası İstanbul’a dönüldüğünde, Ali Kuşçu’ya Fatih Sultan Mehmed tarafından Ayasofya Müderrisliği görevi verilmiştir. Ayrıca kendi husûsi kütüphanesinin müdürlük görevini de ona verdi. Ayasofya müderrisliğinde, ilerleyen yaşına rağmen astronomi, matematik ve diğer fennî dersler veren Ali Kuşçu, Osmanlı medreselerinde ders programlarının düzenlenmesinde Molla Hüsrev ile birlikte büyük katkı sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmed, onun anlattıklarını önemseyerek genç hocası Sinan’dan Ali Kuşçu’nun derslerine katılmasını ister. Hocası Sinan’da Fatih’in saray kütüphanesi katibi ilim
36
Mart 2019
Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematik üzerine yazmış olduğu eserlerinin medreselerde ders kitabı olarak okutulduğunu Kâtip Çelebi şöyle haber vermektedir: “Meşhur âlim Ali Kuşçu tarafından Fâtih Sultân Mehmed adına te’lîf edilen ‘el-Muhammediye’ ve ‘Fethiyye’ ile yine hey’etten Mahmud bin Ömer Çagmini'nin el-Mülahhas adlı eseriyle bunun Kadızâde Rûmî tarafından yazılmış şerhi 15. ve 16. asırlarda medreselerimizde tedris edilmiştir." Fatih Camii minaresi üzerine bir güneş saati çizelgesi yapması ve diğer çalışmaları, başta Kopernik olmak üzere Avrupa matematik ve astronomi çalışmalarına çok ciddi olarak etki etmiştir.
Vefatı Ömrünün son birkaç yılını İstanbul’da geçiren hem Osmanlı hem de diğer toplumlara ilim ve bilim alanında katkıları görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir kimse olan Ali Kuşçu, son görevi Ayasosya müderrisliğine başladıktan bir yıl sonra 16 Aralık 1474 yılında vefat etmiş ve Eyüp Sultan Câmii civarında bulunan hâzireye defnedilmiştir.
Ali Kuşçu’nun vefât gün ve ayı, torunu Mirim Çelebi'nin Farsça kaleme aldığı bir kıtasından tespit olunmuştur: “İlim yol göstericisi Mevlâna Ali Kuşçu, Cennet ravzası tarafına gittiği zaman hicri 879 senesi idi. Şaban’ın ilk haftasının yedinci cumartesi günü gitti." Vefatının ardından adına Edirne’de bir mahalle, mescid ve medrese kurulduğu kaynaklarda haber verilmektedir. Ankara Mamak Belediyesi tarafından adına “Ali Kuşçu Gök Bilim Merkezi” kurulmuştur.
Eserleri Matematik ve Astronomi Alanında el-Risâlet el-muhammediyye fî el-hisâb. ‘Risale der ilm el-hisâb’ın genişletilmiş şeklidir. Eserin önemi, Osmanlı medreselerinde orta seviyeli matematik ders kitabı olarak okutulmasından kaynaklanmaktadır. Sultan Fatih’e ithaf edilen eser bir eserdir. (1472) ‘el-Muhammediyye’, Katip Çelebi tarafından “Ahsen el-hediyye” adıyla mukaddimesinin sonuna kadar şerhedilmiştir. Risale der ilm-i hisâb. el-Muhammediyye’nin esasını teşkil eder. Risâle der ilm-i Hey’e. Özet bir astronomi ders kitabıdır. Dünya kütüphanelerinde seksenin üzerinde nüshasının olması, eserin yaygın bir şekilde kullanıldığını gösterir. Eser üzerine yazılan Muslihiddin Lârî’nin şerhi, Osmanlı medreselerinde yaygın olarak kullanılmıştır.
el-Fethiyye fî ilm el-hey’e. Osmanlı astronomi öğretiminde orta-seviyeli ders kitabı olarak okutulmuştur. Konuyla ilgili şu eserleri de vardır: “Risâle fî asl el-hâric yumkin fî el-sufliyyeyn”, “Şerh alâ el-tuhfe el-şâhiyye fî el-hey’e”, “Şerh-i Zic-i Uluğ Bey”, “Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid)”,“Evâil-i Telvih”, “Meserretü’l-Kulûb fî Defi’l-Kurûb“.
Dil Alanında Şerh el-risâle el-vazi’yye. Dünya ve Türkiye yazma kütüphanelerinde binlerce nüshası mevcuttur. el-İfsâh. İbn Hâcib’in Arap dilinin cümle yapısı konusunda kaleme aldığı “el-Kâfiye fî el-nahv” adlı eserinin şerhidir. Eser hacimli olup günümüze ona yakın nüshası gelmiştir el-Unkûd el-zevâhir fî nazm el-cevâhir. Arapça kelime yapısı (ilm-i sarf) konusunda kaleme aldığı bir eserdir.
Receb 1440
37
Hâşiye ‘ale’t-Telvîh. Ali Kuşçu’nun bu eser yanında kelam sahasında kaleme aldığı pek çok risâlesi mevcuttur.
Diğer Eserleri el-Tezkire fî âlât el-ruhâniyye. Mekanik âletler hakkındadır. Bu eserlerden başka, Ali Kuşçu’nun ilimler tasnifi, Ayasofya tarihi vb. konularda pek Oldukça hacimli olan eser, sahasında rağbet görmüştür. Zamanımıza yüzlerce nüshası gelen bir eserdir. sahasında kaleme aldığı eserin şerhidir. Hacimli olan eserin bazı nüshaları günümüze gelmiştir. Kuşçu’nun
bunlardan
mevcuttur. Bu eserlerden bazılarının nüshaları zamanımıza gelmiş, bazıları
Şerh el-şâfiye. İbn Hâcib’in ilm-i sarf
Ali
çok eseri
başka
Osmanlı ilim geleneğinde meşhur olan ve üzerlerine pek çok şerh ve haşi-
ise kayıptır. Kânûnnâme-i Çin ve Hata. Uluğ Bey tarafından sık sık Çin’e gönderilen elçilik heyetlerinden birine iştirak etmiş, yolculuğu esnasında gördüğü yerleri kaydettiği eseri.
yenin kaleme alındığı dil ve edebiyat sahasında irili ufaklı onlarca risalesi
-------------------------
vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât, Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf, Risâle mâ Ene Kultu, Risâle fî’l-Hamd.”
Kelam Alanında eş-Şerhu'l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd. Nasiruddin Tûsî’nin “el-Tecrîd fî ilm el-kelâm” adlı kelâm eserine yazdığı şerhtir. “Şerh-i Cedîd” diye bilinmiş, Ali Kuşçu da “Şârih-i Cedîd” diye şöhret bulmuştur. Eserin zamanımıza gelen yüzlerce yazma nüshası vardır.
38
Mart 2019
KAYNAKLAR Aydın, Cengiz. TDV İslâm Ansiklopedisi “Ali Kuşçu” maddesi. Fazlıoğlu, İhsan. “Ali Kuşçu”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, s. 216-219. Aydüz, Salim. “Sultanların Bilim Adamı: Ali Kuşçu”, Yedi Kıta Dergisi, Haziran 2012, s.6369. Kankal, Ahmet. “Ali Kuşçu”, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Fakültesi Dergisi, Cilt 36, Sayı 1-2 (1993), s.103-104. Yıldız, Musa. “Bir Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.10-14. Ali Kuşçu, http://www.akat.org
YAKIN TARİH Furkan Uyanık
ORTADOĞU MESELELERİNDE ÖNEMLİ BİR NOKTA:
ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI-1
H
amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahu Teâlâ’yadır,
Bu tarz manşetleri ve başlıkları defa-
O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve
hatırlarsanız geçen yazımızda Kudüs
selam Efendimiz, komutanımız Hz.
hakkında bilgi vermeye çalışmıştık.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, aile-
Bu yazımızda ise tarihe Arap-İsrail
larca görmekteyiz. Lakin Ortadoğu sürecinin pek bilincinde değiliz. Bizler,
sine ve ashabına olsun.
Savaşları olarak geçen savaşlardan
Ortadoğu’daki Çatışma! Ortadoğu’da
1956; gelecek ay ise 1967 ve 1973 Savaş-
bahsedeceğiz. (Bu Yazımızda 1948,
Kaos! Kanayan Yaramız Ortadoğu!
larından ve Camp David Antlaşmasını
Ortadoğu’daki Yangın!
anlatmaya çalışacağız.) Ortadoğu’yu
Receb 1440
39
anlamak için 19. yüzyıldan başlamak
Ortadoğu’da buhranların, krizlerin
gerekiyor. Fakat Ortadoğu için dönüm
günümüze kadar uzanmasına sebep
noktasını 1917 Sykes Pikot Antlaşması
olmuştur. Bu sebeple, önce İsrail
olarak görebiliriz. Bu antlaşma ile bir-
Devleti’nin kuruluşunu ele almak
likte Ortadoğu’da -dikkatlerinizi rica
zorundayız. Birleşmiş Milletler Filistin
edeceğim- sınırlar cetvelle belirlendi. Yine bu tarihte ilan edilen Balfour Deklarasyonu da tesadüf değildir. 1948 yılında kurulan terörist İsrail Devleti bölgedeki dengeleri alt üst etti. Bu tarihten sonra Haçlı Siyonist ortaklığı iyice pekişmiş ve dünya büyük bir zulüm ve kaosla karşı karşıya kalmıştır. Bu yazıda bizim için önemli olan mesele hilafetin ilgasından sonra yani Müslümanların başsız kalmasından sonra en büyük düşmanımız olarak gördüğümüz İsrail’in bölgede nasıl geliştiğini size anlatmaktır. Çünkü düşmanımızı iyi tanımadığımızdan dolayı ödediğimiz bedelleri tarih bize ayan beyan göstermektedir. Bizler tabi ki de Arap-İsrail Savaşlarında Arapların milliyetçiliğinin ön plana çıkmasını tasvip etmiyoruz. Zaten bir mücadelenin sahih bir mücadele olabilmesi için sadece Allahu Teâlâ’nın dini için savaşılması gerektiğini bilmekteyiz. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, ana gayemiz Haçlı Siyonist ortaklığının Ortadoğu’daki yapay devletinin faaliyetlerini tarihsel bir çerçevede size aktarmaya çalışacağız.
1948 Arap-İsrail Savaşları “İsrail Devleti’nin kuruluşuna karşı, Arap dünyasının tepkileri ve maalesef peş peşe yaptığı hatalar,
40
Mart 2019
Komisyonu, 16 Haziran- 24 Temmuz tarihleri arasında bizatihi Filistin’de yaptığı incelemelerden sonra, ağustos ayında raporunu yayınladı. Bu raporda Komisyon, oy birliği ile Filistin’in bağımsızlığını teklif ediyordu. Lakin bu bağımsızlık nasıl olacaktı? Bu noktada komisyon ikiye ayrıldı. Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay’ın desteklediği çoğunluk fikrine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmeli ve iki ayrı bağımsız devlet kurulmalıydı. Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olmalıydı. Hindistan, Yugoslavya ve İran tarafından desteklenen azınlık teklifine göre de Filistin Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen federal bir devlet olmalıydı. Yahudiler çoğunluk planını Araplar ise azınlık planını tuttular. Çünkü Araplara göre azınlık planı veya teklifi Filistin’in toprak bütünlüğünü korumaktaydı. Büyük devletlerden Amerika, Sovyet Rusya ve Fransa taksim lehinde, İngiltere ise çekimser oy vermişti. Türkiye Arap ülkelerle beraber taksimin aleyhinde oy vermişti. Arap ülkeleri 17 Aralık 1947’de Kahire’de yaptıkları toplantıda, Filistin’in taksimi kararını önlemek için savaşa gitme kararı aldılar.
Arap İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü. İsrail’in ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına rağmen Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. B.M. kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin’deki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948’den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün önce de David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel Aviv’de toplanan Yahudi milli konseyi, İsrail devletinin kuruluşunu ilan etti. İsrail devleti kurulur kurulmaz Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 mayıstan itibaren İsrail’in üzerine yürümeye başladılar. Birinci Arap İsrail savaşı başlamıştı. İngiltere ve Amerika savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp Filistin’e silah sevkiyatına ambargo koydukları halde, Sovyetler kurdukları bir hava köprüsü vasıtası ile Çekoslovakya’dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı. Arap İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü.
İsrail’in ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına rağmen Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en iyi döğüşeni Ürdün ordusu oldu. İsrail Mısır ateşkes antlaşması 24 Şubat 1949’da Rodos’ta, İsrail Lübnan ateşkes antlaşması Lübnan 23 Mart 1949’da Ras en Nakurada, İsrail Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949’da Rodos’ta ve İsrail Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949’da Manahayim’de imzalandı. Irak’ın İsrail ile herhangi bir sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes antlaşması imzalaması söz konusu olmadı. Savaşın acı sonuçları olmuştur. İsrail, Filistin topraklarının hemen hemen dörtte üçünü ele geçirdi. Savaş sonrası mülteciler meselesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca Mısır’da kral Faruk rejiminin devrilmesi neticesini vermiştir.” (1)
1. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İsrail’in Kuruluşu ve Arap İsrail Savaşı 1948-1949, Alkım Yayınevi, İstanbul, s.483
Receb 1440
41
1956 Arap-İsrail Savaşı “Süveyş Kanalı’nı Mısır’ın kontrolünden çıkarmak için yaz aylarında birçok temaslar ve toplantılar yapıldı. Eylül ayında mesele, Güvenlik Konseyi’nin önüne götürüldü fakat bunlardan hiçbir netice çıkmadı. Nasır, batılıların teklif ettiği Süveyş Kanalı’nın milletlerarası kontrol altına konulması
fikrini
kabul
etmekte
diretti. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, Nasır’ın Ortadoğu’da oluşturduğu bu tehlikeli durumu sona erdirmeye karar verdiler ve İsrail ile birlikte Mısır’a karşı bir komplo hazırladılar. Bu komplo gereğince İsrail 29 Ekim 1956 günü birdenbire Mısır’a karşı saldırıya geçti. Saldırı bir yanda Sina Yarımadası’nda Gazze bölgesinde ve öte yanda da Akaba Körfezi’nin sonunda ve Sina Yarımadası’nın
güney
ucundaki
Şarm-el Şeyh istikametinde idi. Hazırlanan plan gereğinde İngiltere ve Fransa 30 Ekim’de İsrail’e ve Mısır’a verdikleri birer ültimatomla her iki devletin de Süveyş Kanalı’nın iki kıyısından 16 km geri çekilmesini istediler.
42
Mart 2019
Bu arada İsrail’in Sina’daki askerî harekâtı gayet başarılı geçti. Mısır ordusu, İsrail kuvvetleri tarafından kıskaç içerisine alınacağını anlayınca geri çekilmek durumunda kaldı. Geri çekilirken de 1000 ölü, 4000 esir verdiler. Ayrıca 100 kadar tank, 300 adet top, 1500 kadar otomatik silah ve bir o kadar da kamyon geride bırakmışlardı. Sina’nın kontrolü İsrail’in eline geçmişti. İngiltere ve Fransa, aynı zamanda Mısır havaalanlarını bombardıman ederek Akdeniz-Süveyş Kanalı bölgesine kadar asker çıkartmaya başladılar. Kanalı ele geçirmek ve Nasır’ı iktidardan düşürmek istiyorlardı. İngiltere ve Fransa’nın Kanal bölgesine asker çıkarmaları üzerine Mısırlılar da Kanal’daki bütün gemileri yakarak Kanal’ı tıkadılar. İngiltere ve Fransa, Mısır’a karşı saldırıya geçerken Polonya’daki ayaklanma ile Macar İhtilali’ne güvenmişlerdi. Bu sebepten Sovyetlerin kımıldayamayacaklarını düşünüyorlardı. Fakat bu hesap yanlış çıktı. 5 Kasım sabahından itibaren Sovyetler, Macar İhtilali’ni bastırmaya başlamışlar dolayısıyla Macaristan’daki durumları düzelmeye başlamıştı. Bu sebeple 5 Kasım 1956 günü Sovyet Başbakanı Bulganin, İsrail, Fransa ve İngiltere Başbakanlarına gayet tehditkâr mesajlar gönderdi. Bu mesajlarda Süveyş Savaşı’nın derhal durdurulmasını isteniyordu. Bulganin, Fransa Başbakanı Guy Mollet’ye gönderdiği mesajında “Sovyet Hükümeti saldırıları ezmek ve doğuda varışı tekrar kurmak için
kuvvet kullanmaya tamamen kararlıdır.” İngiltere Başbakanı’na gönderilen mesaj ise daha ağırdı ve şöyle diyordu: “Tahrip için modern silahların her çeşidine sahip daha güçlü devletler kendisine saldırdığında, acaba Büyük Britanya nasıl bir durumda kalırdı? Bu devletler İngiltere kıyılarına sadece uçak gemileri göndermekle kalmazlar, başka silahlar da mesela füzeler de kullanabilirler.” Bulganin aynı gün ABD Başkanı Eisenhower’a da bir mesaj göndererek Amerika ve Sovyet Rusya’nın, Mısır’a
Ne Amerikan hükümeti ve ne de Amerikan kamuoyu İngiltere ve Fransa’nın giriştiği bu saldırıyı tasvip etmemişti. Zaten bunlar saldırı planlarını hazırlarken Amerika’ya bir şey hissettirmemeye dikkat etmişlerdi. Bu sebepten
ortak bir kuvvet göndererek savaşı
Amerika’nın tepkisi sert oldu. Fransa
durdurmalarını istiyor ve bu savaş
ve İsrail’e sert bir ihtarda bulunarak
durdurulmadığı
bunun
Mısır topraklarından çekilmelerini
üçüncü dünya savaşına gidebileceğini
istedi. İki taraftan gelen bu ağır baskı-
söylüyordu. Amerika ortak kuvvet
lar karşısında bu devletler daha ileriye
teklifine şiddetle karşı geldi ve Sov-
gidemediler ve Mısır’dan çekilmek
yetler Mısır’a asker gönderdiği tak-
zorunda kaldılar. Süveyş Kanalı da
dirde Amerika’nın gereken tedbirleri
temizlenerek 1957 Mart’ında dünya
alacağını bildirdi.
deniz trafiğine açıldı.
takdirde
Receb 1440
43
1956 Süveyş Bulganinin en mühim neticesi, şüphesiz Sovyet Rusya’nın Mısır’ı bir kere daha kurtarmış olmasıydı. Birincisi silah satışı ile olmuştu. Dolayısıyla Sovyetlerin Arap Yarım Adası’ndaki prestiji de arttı. Başka bir deyişle İngiltere ve Fransa kaş yapayım derken göz çıkarmışlardı. Nasır’ın ve Sovyet Rusya’nın Ortadoğu’daki prestijini ve tesirini yok etmek isterken büsbütün arttırmışlardı.” (2)
Kısa Bir Değerlendirme Bu savaşlar her ne kadar bize İsrail’in büyüdüğünü, genişlediğini, Müslüman halkları katledip kanlarını akıttığını gösterse de siyonist-haçlı birliği Rabbimizin izni ve inayetiyle asla bizi yenemeyecektir. Bizlere bu olaylar başsızlığın ve lidersizliğin ne denli önemli olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır. Hatta elimizde
olsa ümmetin her bir ferdine kılıçsız kın ve yakasız gömlek vermek isteriz ki başsız olduğumuzu iyi bellesinler ve çalışma azminin, İslâmi mücadelenin bahaneye, yorgunluğa, yoğunluk gibi mezaretlere sığınılmayacağını iyi fehmetsinler. Haçlı-siyonist ortaklığı şunu unutmasın ki bizler her ne kadar zor günler yaşasakta; kurt kışı geçirir lakin yediği ayazı unutmaz. Bunun bedeli er ya da geç ödetilir. Bu savaşlar İslâmi camia da pek bilinmemektedir. Bölgeyi analiz açısında değerlendirebilmek için yakın zamanda cereyan eden önemli olayları iyi bilmek zorundayız. Ayrıca bu savaşlarda, İslâm halklarının başlarına zorla otorite olanların Allah için savaşmadığında ne tür sorunlar yaşadığını görmekteyiz. Rabbim bizim ayaklarımızı İslâm yolunda sabit kılsın…
2. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Süveyş Buhranı, Alkım Yayınevi, İstanbul, s.492
44
Mart 2019
NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz
ÇOCUKLARA SÖZ DİNLETEBİLMEDE
E
ETKİLİ 5 YÖNTEM
n güzel bir surette yarattığı insanoğluna, kendisi ile diğer varlıklar arasındaki en büyük fark
Ahir
zamandayız,
malumunuz.
İmanı korumanın, elde kor ateş tutmak kadar zor olduğu, bir sünneti
olan akıl nimetini bahşeden, imtihan
ihya edene 100 şehit sevabı veril-
ettiği zorluklarla birlikte kolaylıklar
diği, dört bir yanımızın haram, şirk,
halk eden, her derdi dermanıyla birlikte
günahlarla
gönderen, her soruna bir çözüm yara-
oldukça zor ve çetin günlerden geçi-
tıp bu çözümleri bulmayı bizlerin ini-
yoruz. İmanı korumanın, ibadetleri
siyatifine bırakan Allah’a hamd olsun.
hakkıyla yerine getirmenin oldukça
Çözüm yollarını kestirmeden bulmada
zor olduğu günümüzde, sadece evi-
bizlere rehberlik eden Muhammed
mizin dışındaki münkeratla değil
sallallahu aleyhi ve sellem’e,
onun ailesine,
savaşımız. Evimizin en nadide köşe-
ashabına salat ve selam olsun. Allah’ın
sinde bizleri ve hassaten nesilleri-
selamı, rahmeti, bereketi, hidayeti ve
mizi kirletmenin derdinde olanların,
inayeti siz değerli Müslüman kardeşle-
emellerine uygun kullandıkları tek-
rimin üzerine olsun.
nolojik bataklıklar var. Hep söyle-
çepeçevre
kuşatıldığı
Receb 1440
45
diğim gibi; bu aletlerden tamamen soyutlanmak günümüzde mümkün değil, çözüm de değil. Şimdiki çocukların her anlamda alternatifi fazla. Teknoloji oldukça ileride. Her şeyi iyi veya kötü anlamda öğrendikleri bir sürü TV ve internet kanalı var. Şimdiki nesil daha özgüvenli, daha ben merkezci ve daha doyumsuz bir nesil. Çocuklarımıza bu ve benzeri sebeplerden ötürü söz dinletmek gittikçe zorlaşıyor. Ancak her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu bildiren bir Rabbimiz var. Peki bugünün çocuklarına söz dinlettirmenin yolları nelerdir? Meraklı bakışlarla bu sorunun cevabını beklediğinizi biliyorum. Bu yüzden merakınızı daha fazla artırmadan çözümlere geçeceğim. Ayrıca konunun daha kalıcı olması açısından çözümleri 5 madde ile açıklamaya gayret ettim. Çocuklara söz dinletmenin yolları elbette ki sadece bunlarla sınırlı değil. Burada özellikle en önemlilerini açıklamaya çalıştım. İnşallah istifade edebileceğinizi umuyorum.
Çocuklara Söz Dinletmenin 5 Yolu: 1) Kuralsız, düzensiz, tutarsız olmaktan kesinlikle uzak durmak: Kuralsız ailede çocuğun sorumluluk bilinci gelişmez. Anne-baba çocuklarına sorumluluk ve alışkanlıkları küçük yaştan itibaren kazandırmaları gerekir. Günlük ihtiyaçları bir düzen içinde karşılanan ve ne zaman, nasıl davranması gerektiği öğretilen çocuk-
46
Mart 2019
lar, küçük yaştan itibaren günlük düzenle ilgili kendilerine yapılan uyarılara olumlu tepki verirler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kucağındaki torunu, zekât hurmalarına elini uzatıp ağzına atınca O, onun ağzından hurmayı çıkararak “Biz Muhammed ailesinin zekât mallarından yemediğimizi bilmiyor musun?” buyurmuştur. Böylece bir peygamber soyuna nelerin yasak olduğunu küçük yaşından itibaren torununa öğretmeye başlamıştır. İstese “çocuktur, bir şey olmaz” deyip önemsemeyebilirdi ve eğitimini büyüyünceye kadar ertelerdi. Ama öyle yapmadı. Küçük yaşlardan itibaren öğretilen düzen, çocukların artık alıştıkları hatta ihtiyaç duydukları bir durum olur. Bu durumda anne-babanın uyarması çocuğu rahatsız etmez. Çocuk, kendisinden istenileni keyifle yapar. Ama küçüklüğünden düzen öğretilmemiş, kendi başına bir şeyler yapmasına müsaade edilmemiş ve bu sebeple becerileri gelişmemiş bir çocuğun büyüyünce söylenenleri hemen yapması beklenemez. Böyle bir durumda anne babaların çocuğa sorumluluklarını hatırlatması bir işe yaramaz. Alışkanlıklar küçük yaşlarda başlar. Çocuklara alışkanlık kazandırmada ödüllendirme, istenen davranışın gelişmesi için cezadan daha etkilidir. Sınırlarını ve kuralları öğrenmemiş çocuk hem kendi becerilerini geliştiremez hem de okul gibi sosyal ortamlara uyum sağlamada zorlanabilir.
Bir kurumu ayakta tutan ve diğerlerine göre üstünlük sağlayan etken, “etkili” ve “işleyen” kurallardır. Aile de toplumdaki en önemli kurumdur. Bu kurumun ayakta durması ve bireyler arası ilişkinin sağlıklı olması için, aile üyeleri arasındaki iş birliğini ve sorumluluk paylaşımını düzenleyen kuralları olmalıdır. Bu kurallar, çocuklar açısından ne kadar az, basit ve anlaşılması kolay ise; akılda kalması ve uygulaması da o kadar kolay olur. Olay anında kural koymak bir işe yaramaz. Sadece anne babayı o an için “kötü adam” pozisyonuna düşürür. Bu durum ayrıca çocuğu baş kaldırmaya ve itiraza itebilir. Aile kurumunu ayakta tutmak, beraberliklerimizin kalitesini artırmak, sağlıklı iletişim kurmak ve aile içi konulan kuralların işlenebilir ve etkili olmasını istiyorsak, “Aile toplantılarımız” olmalıdır. İlk bakışta zor ve tuhaf görünebilir. Ama birçok çözülmeyi bekleyen sorunlarımızın çözümü, bahsettiğim bu toplantıları düzenli bir şekilde tatbik etmekten geçiyor. Aile reisi, yani koca ve baba, bu toplantıların başkanı olmalı, son sözü o söylemelidir. Babanın olmadığı durumda annenin devreye gireceği, ilk yapılan toplantıda aile üyelerine tebliğ edilmelidir. Bu durumda anne, babanın tüm görevini o güne has üstlenmeli, bir nevi onun vekili gibi olmalıdır. Aile içinde uyulması gereken kurallar karı-koca tarafından önceden konuşulup kâğıda dökülmüş
Kuralsız ailede çocuğun sorumluluk bilinci gelişmez. Anne-baba çocuklarına sorumluluk ve alışkanlıkları küçük yaştan itibaren kazandırmaları gerekir. Günlük ihtiyaçları bir düzen içinde karşılanan ve ne zaman, nasıl davranması gerektiği öğretilen çocuklar, küçük yaştan itibaren günlük düzenle ilgili kendilerine yapılan uyarılara olumlu tepki verirler.
olmalıdır. Yani yapılacak toplantıya büsbütün hazır gelinmelidir. Bu işi ciddiye aldığımız, öncelikle bu adımımızla gösterilecektir. Haftada bir gün veya iki haftada bir gün belirlenmeli, herkes o gün o toplantıda hazır ve ciddi olmalıdır. Konulan kurallar herkes tarafından anlaşılır olmalı ve asla yoruma açık olmamalıdır. Kural çiğnemenin bir bedeli ve sonucu olmalıdır ki çiğnenirse uygulanacak yaptırımdan dolayı kural çiğnenmesin. Dikkat ederseniz “ceza” demiyorum.
Receb 1440
47
Çünkü bunun adı ceza olursa uygun olmaz. Bazen ceza adı altında uygulanan yaptırımlar, çocukların o faaliyete daha fazla yönelmesine sebep olmaktadır. Yazılı hale getirilen kurallar ve uygulanmazsa sonuçta yapılması gerekenler, herkesin görebileceği bir panoya ya da buzdolabı gibi ortak bir noktaya asılmalıdır. Böylece unutma gibi bahanelerin önüne geçilmelidir. Çocuklara
koyduğumuz
kurallar,
tutarlı olmalı ve tutarla uygulanmalıdır. Çocuk sizin tutarlı olduğunuzu görürse, sözünüzü dinlemeye daha istekli olacaktır. Çünkü çocukların kuralları öğrenmesini ve kurala uymasını zorlaştıran en önemli faktör, kuralların tutarsız bir şekilde uygulanmasıdır. Yapılması yasak edilen bir şey, başka bir gün kabul ediliyorsa çocukların bu kuralı, kural olarak benimsemeleri zor olacaktır. Anne baba böyle bir durumda çocuğun söz dinlememesini
48
Mart 2019
olağan karşılamalıdır. Diğer yandan herhangi bir konuda anne babanın tutarsızlığını gören çocuk, diğer konularda da itaat etmekte zorlanacaktır.
Anne Babalar! Çocuklara Söz Dinleteyim Derken Sakın Kazanamayacağınız Savaşa Girmeyin! Kesinlikle Kaybeden Siz Olursunuz! Bir kural koymadan önce şu noktalara kesinlikle dikkat etmeli ve şu soruları kendimize sorup cevabını net almadan işe girişmemeliyiz. Öncelikle kendi sınırlarınızı bilmelisiniz. Çocuğunuza bir konuda “Hayır” dediğinizde eğer ağlarsa ne kadar dayanabilirsiniz? Cevabınızın nedenini açıklamaya ve çocukla konuşmaya ne kadar zaman ayırabilirsiniz? Eşiniz size bu konuda destek çıkıyor mu?
Çocuğunuzun her istediğinizi yapması doğru mudur? İlk üçünün cevabını sizin kendiniz vermeniz gerekiyor. Biz dördüncüyü cevaplamaya gayret edelim. Her çocuk sınırları zorlamalıdır. Her denileni yapan, hiçbir şeye itiraz etmeyen, tanımadığı objelere dokunup onları yanlışlıkla kırmayan çocuk, hayata daha geç adım atar. Evet yanlış okumadınız. Çocuk her denileni yapmamalıdır. Zaten bu sağlıklı da değildir. Sınırları zorlayan, meraklı, araştıran çocuk, çocuktur. Ancak sınırları zorlarken çocukların, anne babalarını yıkıp geçmeye değil, onların dimdik kalıp kendilerini durdurabilecek bir anne baba profiline ihtiyaçları vardır. Peki çocuklar niçin sınırları zorlar? Çünkü kendi sınırlarını keşfederler. Nasıl davrandıklarında kabul gördüklerini ve sevildiklerini ayrıca neler yaparlarsa ilgi çektiklerini, ne yaparlarsa da dışlandıklarını, sınırları zorlama yoluyla öğrenirler. Onlara ilgi gösterdiğiniz zaman, sergiledikleri davranışların doğru olduğu mesajını alırlar. İşte bu yüzden çocuklarınızın yapmasını istemediğiniz davranışlara ilgi göstermeyin. Çocuğunuzun kazanmasını istediğiniz davranışla ilgilenerek pekiştirin. Çocuklardan bir şey yapmasını istediğimizde basit ve net cümleler kuralım. Ayrıca hem kendi hem de onların isteklerini birleştirelim. Çocuklar dayatmadan hoşlanmazlar.
Çocuklarına en rahat söz dinleten anne babalar en sakin olanlardır. Bu kişiler çocuklarının herhangi bir davranışına çok abartılı yanıt vermezler. Sakin anne babalar, hataları genelleştirmezler. Olumsuz bir davranış gördüklerinde öncelikle nedenini anlamaya çalışırlar. Bunun için dalga geçmeden, suçlamadan, gereksiz sertlik göstermeden samimi bir merak ile sorarlar.
“Oyuncaklarını toplamadan kahvaltıya gelme” demek yerine “Oyuncaklarını kahvaltıdan önce mi sonra mı toplamak istersin?” diyelim. Diyelim ki çocuk bu seçeneklerden hiçbirini kabul etmek istemedi. O zaman da “Seçimini kendin yapacak mısın, yoksa yerine ben seçeyim mi?” diye sorabiliriz. Bu onu iyice köşeye sıkıştırıp seçim yapmak zorunda bırakacaktır. Bazen çocuk bu seçenekler dışında kendi bir seçenek sunmak isteyebilir. Böyle bir durumda da “Ama seçenekler arasında böyle bir
Receb 1440
49
şık yok” dersiniz. Gördünüz mü ne kuralların çiğnenmesine izin verdiniz ne de çocuğa dayatma yaparak onun gözünde küçüldünüz. Aman dikkat! Sakın çocuklara oyun oynarken söz dinletmeye çalışmayın. Çünkü çocuk böyle bir durumda sözünüzü büyük ihtimalle dinlemeyecektir. Sebep, oyunun çocuk için en önemli meşguliyet ve iş olmasıdır. Çocuğun bir şey yapmasını istediğinizde zamanı iyi kollamalısınız. Tam oyuna daldığı bir anda bir şey yapmasını beklerseniz, olumsuz yanıt alırsınız.
2) Sakin olmak:
Çocuklara söz dinletmek isteyen anne babaların bilmesi gereken önemli bir nokta da çocuğun dünyasına inip onu dinlemenin gerekliliğidir. Size bir şey anlatmak istediğinde onu dinlemek, kendisinin değerli olduğu hissini verecektir çocuğunuza.
Sakin anne babalar çocuklarına daha iyi örnek olurlar. Çocuklarınızdan beklediğiniz davranışları önce kendiniz yapmanız gerektiğini de eklemeden edemeyeceğim. Çocuğunuza sevginizi belli edin. Sevginiz için kesinlikle şartlar öne sürmeyin. Çocukla iyi vakit geçirin. Onunla ilgilenmek için bir sorun olmasını beklemeyin. Olumsuz durumları tartışmaktan kaçınmayın. Duygu ve isteklerinizi açıkça ifade edin. Kurallarınız olsun. Olumsuzlukları abartmayın. Bu gibi durumlarda çözüme odaklanın. Çocuklarına en rahat söz dinleten anne babalar en sakin olanlardır. Bu kişiler çocuklarının herhangi bir davranışına çok abartılı yanıt vermezler. Sakin anne babalar, hataları genelleştirmezler. Olumsuz bir davranış gördüklerinde öncelikle nedenini anlamaya
50
Mart 2019
çalışırlar. Bunun için dalga geçmeden, suçlamadan, gereksiz sertlik göstermeden samimi bir merak ile sorarlar. Eğer çocuğunuzun tek hakimiyeti sizde değilse, mesela çalışıyorsanız; çocuğunuza bir büyüğünüz ya da bakıcı bakıyorsa bakan kişiyle iş birliği yapmanız ve aynı kural ve kaideleri uygulamanız gerekir. Aksi takdirde
çocuğun
kafası
karışır.
Dolayısıyla konulan kurallara uymak istemeyebilir.
3) İstekleriniz açık ve net olsun: Çocuğunuza koyduğunuz kurallar mümkün olduğunca açık ve net olmalıdır. Çocuğunuzdan açık bir şekilde nasıl
davranmasını
beklediğinizi
belirtmeniz, çocuğunuzun istenilen davranışa uygun hareket etme olasılığını artıracaktır. Çocuğunuz mızmızlanarak sizden bir şey isterse veya bir şey istemede çok tutturursa ona talimatlar vermek ve laf anlatmaya çalışmak yerine; onu o ortamdan uzaklaştıracak ve dikkatini başka yöne çekecek öneri ve alternatifler sunma taktiğini uygulamanız, başarı oranınızın yüksek olacağı bir yöntemdir. Mesela o an evdeyseniz boyama kitabını birlikte boyamayı
Kardeşiyle sürekli kavga eden ve kardeşine vuran bir çocuğa bir müddet mola verilerek düşünmesi sağlanmalıdır. Kardeşinden uzaklaştırıp mağdur olanla ilgilenmelidir. Tabi ki sinirlenmeden, bağırıp çağırmadan bunu yapmak gerekir ki çocuk bunun bir ceza değil bir mola olduğunu anlasın.
veya birlikte oyun oynamayı önermek, dışarıdaysanız da onun mutlu olacağını bildiğiniz bir şeyi yapmayı teklif edebilirsiniz.
Receb 1440
51
ve bundan sonra söyleyeceklerinizi bir kerede yapmasında etkili olacaktır. Çocuklara söz dinletmek isteyen anne babaların bilmesi gereken önemli bir nokta da çocuğun dünyasına inip onu dinlemenin gerekliliğidir. Size bir şey anlatmak istediğinde onu dinlemek, kendisinin değerli olduğu hissini verecektir çocuğunuza. Sizin tarafınızdan değer gördüğünü hissederse de size ve sizin değerlerinize değer
4) Ceza yerine mola verin: Kardeşiyle sürekli kavga eden ve kar-
vermeye başlayacaktır. Eğer sizin kendisini dinlemediğinizi düşünürse o da sizi dinlemek istemeyecektir.
deşine vuran bir çocuğa bir müddet
Ayrıca çocuğunuzla iyi iletişim kur-
mola verilerek düşünmesi sağlanma-
manız çok önemlidir. Çünkü size karşı
lıdır. Kardeşinden uzaklaştırıp mağ-
öfkeli olan çocuk sözünüzü dinleme-
dur olanla ilgilenmelidir. Tabi ki sinirlenmeden, bağırıp çağırmadan bunu yapmak gerekir ki çocuk bunun bir ceza değil bir mola olduğunu anlasın. Kendisine verilen süre dolduğunda yaptığı davranışın yanlış olduğunu tekrar anlatmaya gerek yok. Zaten o çocuk, molayla yaptığı davranışın yanlış olduğunu anlar.
yerek sizi cezalandırmaya çalışabilir. Çocuklarını dayak, zorbalık, dayatma ve psikolojik baskı ile büyütüp sonra bu maddeleri uygulamaya çalışanlara tavsiyemiz, önce çocukları ile aralarındaki buzları eritmeleri ve kopmak üzere olan bağlarını yeniden kurmanın yollarına başvurmalarıdır. Dayak veya baskıyla arsızlaşan çocukla önce
52
5) Eğer sözünüzü dinlerse çocuğunuzu sözünüzle ödüllendirin:
bozulan ilişki ağı düzeltilmelidir.
Sözünüzü bir kere bile dinlediyse çocu-
letebilmek bir sanattır. Sabırlı, tutarlı,
ğunuza “Aferin” demek çocukla iletişi-
inançlı ve umutlu olduğumuz sürece
minizi güçlendiren bir yoldur. “Aferin
Allah’ın izniyle sonuç alacağımızı
sana, bunu bir söyleyişte yapman çok
bilmeliyiz. Allah’a, Rasûlüne ve anne
güzel bir davranış” diyerek ödüllen-
babasına itaatkâr bir nesil yetiştirmek
dirmek, bu davranışlarının beğenilip
duasıyla… Hamd alemlerin Rabbi
takdir edildiğini görmesini sağlayacak
olan Allah’a mahsustur.
Mart 2019
Ve’l-hasılı kelam; çocuklara söz din-
SERBEST KÖŞE Binnaz Karakaya
HASAN KARAKAYA HOCA EFENDİ’NİN ANISINA
| Muhterem Eşi Binnaz Karakaya
‘Bismillahirrahmanirrahim’
B
ir dava adamını hayırla yâd etmek için kısada olsa bir yazı yazmayı istedim.
Böyle hedefinde yürüyen, idealist bir insanı yazmak ve anlatabilmek benim için kolay olmadı. Mevzuya bir ayeti celile ile girmek istiyorum. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: "Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emre-
der, kötülüğe mâni olursunuz. Ve Allah’a iman edersiniz." (1) Bilindiği üzere marufu emretmek, münkerden nehyetmek görevi İslâm ümmeti içinde öncelikle âlimlerimize aittir. Bu görevi layıkı ile yapabilmek için yeterli bilgiye sahip olmak, gönüllü olmak ve özveri sahibi olmak gerekir. İman ve takva yolunda sevgi ile hizmet eden herkes bu şereften nasibini alır. Bu yol bütün mü'minlere açık bir yoldur.
1. Âl-i İmran, 110.
Receb 1440
53
ol"
(3)
buyurmaktadır. Doğruluğun
ölçüsü ise Kur’an’dadır, Rasûlün sünnetindedir. Hasan Karakaya Hoca da devamlı bu kaynakları benimsemiş, bu kaynaklardan beslenmiş ve insanlara bunu sunmuştur. Burada bir ayeti celileyi sizlere nakletmek istiyorum. Allahu Zülcelâl şöyle
buyuruyor:
"(Ey
Peygam-
ber) Allah’ın, güzel bir sözü; kökü sabit, dalları göğe doğru yükselen güzel bir ağaca benzettiğini görmez misin?" (4) "O ağaç Rabbinin izniyle Evet, açıktır, ama nasıl? Bu hususta Kur’anı Kerim bize yol göstericidir. ‘’Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile davet et." (2) Bu şerefli ve hayırlı ümmetin bir ferdi olarak Hasan Karakaya Hoca Efendi bunu kendisine gaye edinmiş bir insandı. Öncelikle sağlam bir iman gerekiyordu. Bu da kendisinde mevcuttu. İman temel şarttı. İman cevherinden kısaca bahsedecek olursak; iman bilgiye dayanan bir inançtır, kalbin mutlak tasdikidir, dilin ikrarıdır. Kelime-i Tevhid’de ifadesini bulur ki bu ‘La ilaheillallah Muhammed-ün Rasûlullah’tır. Bu Allah’ı Rab olarak tanımakla beraber külli emir ve yasaklarını kabul edip Kur’an’ın çizgisinde istikamet almaktır. Zaten Allahu Zülcelâl ayeti celilesinde "Emir olduğun gibi dosdoğru 2. Nahl, 125. 3. Hud, 112. 4. İbrahim, 24. 5. İbrahim, 25.
54
Mart 2019
her zaman meyvelerini verir. Allah insanlara misaller veriyor ki, öğüt alsınlar." (5) Burada kastedilen ‘güzel söz’ âlimlerimizin görüşüne göre Kelime-i Tayyibe ‘dir ve imanı ifade eder. Demek ki kalbe iman yerleştiği zaman güzel bir ağacın tohumu da kalbin derinliklerine yerleşmektedir. Kalpteki iman durağan da değildir. Diridir, aktiftir, tezahürleri meydana gelir. Bunlar; iman ağacının meyveleri gibi namaz, oruç, zekât, hac güzel ahlâk, güzel sözler olarak kendini gösterir. Kalpten güller, sümbüller misali güzellikler neşet eder. Oradan ancak hak sözler çıkar. Batıla yer yoktur. Oradan güzel bir rayiha etrafa yayılır. İşte Hasan Karakaya Hoca Efendi böyle bir şahsiyetti. Vakarlı ve imani duruşuyla toplumda güzel bir örnekti.
Onun tefsir, hadis, fıkıh, akaid alanında yaptığı çalışmaları bir yana, hayatının gayesi her sahada Kur’anı ve sünneti hâkim kılmak, müslüman kardeşliğini tesis etmek, kalpleri tevhidi çizgide birleştirmekti. Tevhid ve şirk arasındaki farkın ancak doğru bilgi ile anlaşılabileceği gerçeği üzerinde durmuş, bilinçsiz bazı müslümanların hayatına girmiş olan şirkten onları uzak tutmayı vazife edinmişti. Rasûl aleyhisselam bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Her kim İslâm’da iyi bir sünnet (yol) ortaya koyarsa onun ve ondan sonra bununla amel edecek olanların sevabı o kimseye ait olur. Kimde kötü bir sünnet (yol) ortaya koyarsa onun ve ondan sonra bununla amel edecek olanların günahı da o kimseye ait olur." (6) Hasan Karakaya Hoca Efendi hiçbir zaman akidevi fikri sapmaların, batıl yolların savunucusu olmamış, ifrat ve tefritlere kaymamış, sıratı müstakim çizgisini korumuştur. Öyle zannediyorum ki, birçok güzel çalışmalara öncülük etmiş, İslâm’ın doğru anlaşılması için ilmin önemini vurgulamış, gençlere bunu tavsiye etmiştir. Takva sahibi olmayı kendine prensip edindiği için hayatını da takva üzere tamamlamıştır. Alimler toplumu yönlendirmede peygamberlerin vekilidir. Bu yönüyle iyi yetişmiş, derin düşünce ve fikir sahibi, İslâm’ın izzetini koruyan, güvenilir âlimlerimize ihtiyaç vardır. Zamanımızda birçok fesat
sözler, batıl ve yanlış düşünceler, felsefi görüşler ortaya atılmaktadır. Bunlarla ilmen mücadele etmek gerekir.
Gençlerden
beklentimiz
dini ve dünyevi ilimlerle donanımlı olmaları, dinde fesat ve bozgunculuk çıkaranlara verebilecekleri cevapları olmalarıdır. Burada hayatımda karşılaştığım sorulardan birini de sizlere arz etmek istiyorum. Bana bazen soruyorlardı, sosyal alanda etkin alim bir insanla evlilik nasıl? Güzel bir mutluluk, diyordum. Fakat bilmemiz gereken böyle insanların ailelerine ayırabilecekleri zamanın kısıtlı olduğudur. Evliliğimizin ilk yıllarında eşim bana ‘ailemin
geçimi
ikinci
plandadır’
demişti. Bu söze taaccüp etmiştim, bu ne demek diye düşündüm. Zamanla onu daha iyi anladım; onun bir dava adamı olarak İslâm’a hizmet aşkı her şeyin önündeydi. Fakat bu söz bazı durumlara da işaret ediyordu. Gerek-
6. Müslim Kitabüz-zekât, c,1, sy 705.
Receb 1440
55
Aile bireylerine nezaketli davranır, kötü bir üslup kullanmazdı. Derler ya, çocuklar için baba bir çınar ağacı gibidir. Meyvesi olmasa da gölgesi yeter. Dönüp arkaya baktığımda rol model olarak yetmişti. Onun aramızda olması elbette bir güçtü, mutluluktu. Fakat ölüm bir hakikat! Biz her şeyden önce Rabb’imize güvenen, dayanan mü'minleriz. O bize yeter. ‘"O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır." (8) Ondan sizlere tiğinde zorluklara göğüs gerebilmeye, problemleri çözebilmeye, bazı şeylere sabredebilmeye… Fiilen de öyle oldu. Bazı zorluklar yaşandı. Ancak bunlar Allah’ın yardımı ve sabırla aşıldı. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemb eş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilmemiz için bizi uyarmıştır. Bunlar “İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalanmadan önce sıhhatin, fakirlikten önce zenginliğin, meşgul olmadan önce boş vaktin, ölümden önce hayatın kıymetini bilmektir.” (7) Hasan Karakaya Hoca da hayatın ve gençliğin değerini bilenlerdendi. Ömür sermayesini güzel ve yerinde kullandı. Yoğun çalışmalar neticesinde ailesine vakit ayıramadığının farkında olduğundan fırsatını bulduğunda bu eksikliği telafi etmeye çalışırdı. O, sert mizaçlı görünmesine rağmen iyi huylu bir insandı. Küçük şeyleri mesele yapmaz, problem çıkarmazdı. 7. Buhari Rikak, 3, Tirmizi Zühd, 25. 8. Enfal, 40.
56
Mart 2019
bir esinti aktarayım! Bazen evden çıkarken özellikle de gençlik yıllarında tekrarladığı bir dörtlük vardı. "Allah’a ısmarladık sizi, Duadan unutmayın bizi. Nasip, kısmet olursa; Görürüz birbirimizi" der, ayakkabılarını giyer ve çıkardı. Bu sefer yola revan olmak ahireteydi. Dünyadan bir yıldız kaymış, ahirete göç etmişti. (20 Mart 2018) İman ağacının tohumu kalpten toprağa düştü. Umarım meyvesini vermeye devam eder. Çünkü âlimler ölmez, eserleriyle yaşarlar. Onu, vefatının yıl dönümünde ve (her zaman) rahmetle anıyoruz. Allah kendisine rahmetiyle muamele etsin. Mekânı cennet, makamı yüce olsun! (Âmin) Onu hayırla yâd edenlerden de Allah razı olsun… Âmin
SERBEST KÖŞE Nedim Bal
SAÇLARI ALLAH YOLUNDA AĞARAN GENÇ; ZAFER MERT HOCA Rasûlullah efendimiz, sahabelerine şöyle buyurdu: “Kimin saçları Allah yolunda beyazlarsa kıyamet günü Onun için bir nur olur.” (Tirmizi/ Nesai)
Bismillahirrahmanirrahim Aynı yolun yoldaşı olduğunuz, geleceğe dair hayaller kurduğu-
duygu yoğunluğun da ne söylenmek istenen söylenebiliyor ne yazılmak istenen yazılabiliyor…
nuz, nice idealleri paylaştığınız, o
Fakat öte yandan; özellikle genç
idealler üzerine kader birliği yap-
nesillerin örnek alması açısından,
tığınız ve bir gün ansızın şahadet
can dostumuzun, dava kardeşi-
haberini aldığınız can dostunuzun
mizin şahsiyetiyle alakalı bazı
ardından birkaç cümle dahi olsa
örnek hasletlerini paylaşmanın
yazmak o kadar zor ki!
da ne denli mühim olduğunun
Duygular, düşünceler, yaşanmış-
farkındayız…
lıklar hepsi birbirine karışıyor.
Yüreğimiz kavrulup kelemimiz
Harfler, kelimeler, cümleler adeta
edata donsa da Zafer hocamı-
boğazınızda düğümleniyor. Bu
zın şahsiyetini, örnek hayatını
Receb 1440
57
genç nesillere hatırlatmak en büyük vazifemizdir…Rabbim
dilimizdeki
düğümü çözsün ve bizi bilerek veya bilmeyerek hata etmekten muhafaza eylesin... Ey Gençler! Zafer hocanız kimdi bilir misiniz? O, Küçük Yaşlardan İtibaren Bu Davaya Gönül Vermiş Bir Gençti! Tevhidi bilinçle tanışması ve İslâmi mücadelesi daha ortaokul çağlarında
Lise yıllarında başarılı bir öğrenci idi. Üniversite de pek itibarlı (!) bölümler kazanabilecek kapasitesi olmasına rağmen, onun hayallerini; insanlar nezdinde itibarlı ve bol paralı olan ‘doktorluk, mühendislik’ gibi meslekler süslemiyordu. Onun en büyük hayali; ilim sahibi bir davetçi ve mücahit olmaktı. O, bu yolda gece gündüz azimle ilerledi.
başlamıştı. Okuldaki İslâmi gayret
O, İlme Sevdalı Bir Gençti!
ve mücadelesi onu diğer öğrenciler-
Lise yıllarından sonra özel Arapça ve dini ilimler üzere başarılı bir tahsil yaptı. O, yeryüzünde zillet içerisinde yaşayan Müslümanların ancak; ilim, amel ve ihlas ile yeniden dirilebileceğine inanıyordu.
den farklı kılıyordu. Daha o yaşlarda azmi, cesareti, direniş mücadelesi ile diğer gençlere örnek oluyor, öğretmenleri arasında dikkati çekiyordu. O, Kabuğuna Çekilmiş, Dünyadan -Bi Haber- Bir Genç Değildi! O, ufak yaşlarından itibaren Ümmeti Muhammed’in derdiyle dertlenmeyi kendisine yol edinmişti. Henüz 17 yaşlarındayken o günün şartlarında çok kısıtlı imkânlara rağmen İslâm dünyasının mahzun, mazlum ve mağdur Müslümanlarının haberlerini toplayıp arşivlemeye çalışıyordu. İnternetin, cep telefonlarının olmadı o dönemde sınırlı gazete ve dergileri tarayıp önemli bulduğu haberleri, köşe yazılarını özenle kesip arşivlenmesi onun ümmeti Muhammed’in derdiyle ne denli dertlendiğinin en güzel örneğiydi.
58
O, Makam, Mevki ve Maaş Düşkünü Olmayan Bir Gençti!
Mart 2019
O yüzden bir davetçi, bir mücahit olmadan önce ilim ve ahlâk sahibi olmanın, rahle başında dirsek çürütmenin gerekliliğine inanmıştı. İlim olmadan hakikat yolunun bulunamayacağını, cehaletin İslâm’ın en büyük düşmanı olduğunu söylerdi. Bu yüzden Ashabı Suffa gibi gençliğini Allah yolunda ilim öğrenmeye adamıştı. O, Yorulmak Bilmeyen Bir Davetçiydi “İlmin zekâtı; onu dağıtmaktır” derdi. Ve hep öyle de yaptı. Yoğun ve zahmetli vazifelerine rağmen talep edildiği vakit ne yapar yapar muhakkak bir sohbet, bir seminer verir ve insan-
ları Allah’a davet ederdi. Bu hususta hiçbir engel tanımaz, kınayıcıların kınamasını umursamazdı. O, vehimlerle uğraşmaz, daveti her kesime ulaştırmaya gayret ederdi. Bu husustaki azmi ve gayretiyle hepimizin önüne geçmiş ve herkesi kendisine gıpta ettiren bir mü’min olmuştu. O, Azimkar Bir Dava Adamıydı O, İslâm davasına gönülden inanmış, bu kutlu davayı yaşam biçimi haline getirmiş bir mü’min di. Onun en büyük gayesi; Allahu Teâlâ’ya kul olmak, onun rızasını kazanmak ve inandığı nizamın yeryüzüne hâkim olması uğruna mücadele etmekti. O, bu iman ve ideallerinden aldığı güç ile Allah yolunda yılmadan, usanmadan, bıkmadan, yorulmadan çalışan Salih bir dava adamıydı… O, Sebeplere Sarılmayı İhmal Etmeyen Bir Tevekkül Ehli İdi… O, geleceğe dair hayalleri ve idealleri olan bir insandı. O, uhrevi ideallerini gerçekleştirmek için beşerî sebeplere sarılmayı asla ihmal etmeyen, idealleri uğruna gece gündüz çalışan, tüm çaba ve gayretini ortaya döken sonra Rabbinin takdirine razı olan tevekkül ehli bir mü’min idi. O, hayaller, İdealler ve Vakıalar Arasında Denge Kurabilmiş Bir Şahsiyetti… O, son derece idealist bir mü’min olmasına rağmen, yaşadığı toplumun vakıasından habersiz ve O vakıayı
dikkate almayan basiretsiz hayalperestlerden değildi… O, yaşadığı toplumun vakıasını kabullenmekle beraber tamamen kendini vakıaya teslim eden teslimiyetçi Müslümanlardan da asla olmadı. Onun tüm mücadelesi, ümmetin ve içinde yaşadığı toplumun vakıasını, kalitesini adım adım yükseltmek ve o büyük fedakârlık günlerine, kutlu kıyam günlerine ilmek ilmek hazırlamaktı… Onun Hayatı, İlim Talebeleri İçin En Büyük Nasihatti Onun hayatı geride kalan ilim talebelerine baştan başa bir nasihatti. O, örnek yaşantısıyla adeta genç Suffa ashabına şunları diyordu; “İlim tahsil eden genç kardeşlerim! Sizlerin ufku ve hedefleri büyük olsun. Sizlerin hedefi sadece cami veya mescit hocası, ya da içi boş kuru bir vaiz olmak olmasın. Sizler,
Receb 1440
59
iyi bilen şuurlu mü'minlerdendi. Aynı yolun yolcusu olduğunu söyleyen ama yola taş koymaktan başka bir işe yaramayan cahillerin eliyle de imtihan edileceğini çok iyi bilendi... O, yoldaki cahillerden dolayı yola küsmeyen ve Allah için yoluna azimle devam edenlerdendi…Nitekim onu sırtından vuranlarda aynı yolun yolcusu olduğunu iddia edenlerdi… O, Şehadet Sevdalısı Bir Mücahitti… O, Allah yolunda cihat etmeyi ve şehit olmayı arzulayan bir yiğitti. Şehit kendinizi ilmi olarak geliştirirken yaşadığınız çağın gereklerini ve siyasetini de çok iyi bilen, sözde değil özde ümmetçi olan, insanlarla oturup kalkan, onların dertleriyle dertlenen, şuurlu, disiplinli, teşki-
O, en sıkıntılı anlarında “YA SELAM! İnşallah
Rabbim
bize
merhamet
ederde şehitlerden oluruz” derdi.
latçı bir o kadarda fedakâr ve merhametli
Ey saçları Allah yolunda beyazlayan
hocalar olun. Unutmayın; İslâm davası,
genç! Rabbim sana merhamet etti ve
ancak derdi İslâm Olanların Omuzunda Yükselecektir.” O, Her Davanın Bir Diyeti Olduğunu Bilenlerdendi O, Allah’ın şeriatına düşman olan tağuti güçler tarafından her türlü eziyet ve iftiralara maruz kalabileceğini ve Hz. Yusuf aleyhisselam gibi zindanlara
seni şehitlerden kıldı inşallah. Rabbim bizlere de merhamet etsin ve bizleri de şehitlerden kılsın. Ey saçları Allah yolunda beyazlayan genç! Ağaran saçların şahidin olsun. Sırat köprüsünde önünü aydınlatan nurun olsun. Rabbim seni Hz.
atılabileceğini çok iyi bilen ve tecrübe
Muhammed aleyhiselam'a, sahabelere,
eden bir davetçi idi.
Sıddıklara, şehitlere komşu eylesin.
O, kendinden olandan imtihan edi-
60
olmak en büyük arzusu ve duasıydı.
Âmin, Âmin…Velhamdulillahi Rabbil
leceğini bilenlerdendi….
Alemiyn…
O, sadece İslâm’a düşman olan tağuti
Senden sonra bir yanımız hep eksik
güçlerle imtihan edilmeyeceğini çok
kaldı güzel Şehidim… (İnşaallah)
Mart 2019
SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı
“HAYATIMI YAŞAMAK İSTİYORUM”
DİYEN GENCE İTHAFEN
E
y genç! Dilersen sana hayatını yaşamak istediğin dünyayı tanıtayım,
rehberlik edeyim. Nerede ne var, nereler gezilmeli, görülmeli, tek tek anlatayım. Sana göre hayatın nerelerde olduğunu az çok tahmin ediyorum. Oralardan başlayayım anlatmaya. Bir haftasonu, örneğin,
sahil şeridine doğru inerken görebileceğin
manzaralardan
bahsedeyim. İlk olarak kırmızı ışıkta durdun, karagözlü çocuk sana doğru
yaklaşıyor,
elindeki
mendil paketini uzatıp öylece gözlerine bakıyor. Çocukların çoktan uyuduğu bu vakitte gecenin karanlığında üzerinde
hayatını yaşayan insanların ter-
yıpranmış bir elbise, ayakları
cih ettiği saatlerden bir vakit,
çıplak, saçlarına anne elinin
arabanla,
değmediği belli olan düşük
yaşadığın
şehrin
Receb 1440
61
omuzlu, yorgun bir kız çocuğu ile karşılaşıyorsun. Bir paket mendil alıp bir lira uzatıp üstü kalsın dedikten sonra, karagözlü, donuk bakışlı kız çocuğu, yaşamak istemediği hayata doğru gecenin karanlığında yalın ayak yürümeye devam ediyor. Sen ise yaşamak istediğin hayata doğru hızla ilerliyorsun. Derken, ‘bizim için hayat yeni başladı’ diyen insanların indiği, cafe ve restaurantların bulunduğu bir caddeye ulaştın. Dışarıdan nefis yemek kokuları geliyor, cadde oldukça kalabalık, trafik de var, malum insanlar hayatlarını yaşamak istiyor.
‘Benimki de soru mu? Çöpten yemek
Yavaş ilerleyen trafikte insanları izliyorsun. Kimisi garsona sipariş vermek üzere, kimisi kahvesini yudumluyor, kimisi de çoktan tatlı faslına geçmiş.
bey amcanın hali aklından gitmiyor.
Birden acıktığını fark edip ne yesem diye düşünürken, karşında bir manzara, hayata dair. Çöp konteynırının dibinde debelenen bir adam görüyorsun. İlk önce çöplerden kağıt topladığını düşünüp başını çevirdin. Çünkü çöpten kağıt toplayan adamlar görmek normal bu hayatta. Sonra gözlerin tekrar adama dönüyor. Dikkatlice bakıyorsun. Evet evet, gördüğün şey doğru. Çöpten yiyecek bir şeyler bulmuş onların tozunu pisini üfleyerek yemeye çalışıyor. Hızlıca arabayı park edip adamın yanına yaklaşıyorsun. “Bey amca aç mısınız? Ben size şuradan bir şeyler alayım, gelin.” Bey amca, gözlerinizin içine bakıyor, kafa sallayarak aç olduğunu onaylıyor. Kendi kendine düşünüyorsun.
62
Mart 2019
yiyen bir adama aç mısınız dedim.’ diyerek kendini ayıplıyorsun. Hemen önündeki dükkandan yiyecek bir şeyler alıp bey amcaya ikram ettikten sonra gerçekten aç olan bir insanın nasıl yemek yediğine şahit olurken yüreğinde bir sızı, içinde bir ateş, boğazında bir düğüm oluşuyor. Neyse, duygusala bağlamaya gerek yok. Hayatımızı yaşayacağız. Bir restauranttan içeriye girip garsona sipariş veriyorsun. Hayalini kurduğun yemekler önüne geliyor. Ancak Bir de insanların sıradan bir durummuş gibi bey amcaya bakıp sonra yollarına devam etmeleri... ‘Herkesin yeyip içtiği şu caddede bir insan nasıl olur da çöpten yemek zorunda kalır’ düşüncesi aklını kurcalıyor. Derken iştahın kaçtı. En iyisi bir eğlence mekanına gitmeli. Biraz dans edip eğlenirsem bu düşüncelerden kurtulurum diyorsun. Tekrar aracına binip ilerliyorsun. İstediğin yere ulaştın. Sokak gençlerle dolu. Gitar çalıp eğlenenler, şarkı söyleyenler, kahkahayla gülenler. “Ah be! Hayat burada işte.” derken, Disco Bar’dan bir grup genç çıkıyor. Kiminin gözü patlamış, kiminin burnu kanıyor, içeriden çığlık sesleri geliyor ve bir el silah sesi ile beraber feryat figan insanlar sokağa taşıyor. Sen ise aracını park ettiğin yerde donup kaldın, merak ve dehşet içinde
olanları izliyorsun. Polis ve ambulans
Ne yapabilirim ki?” deyip oradan hızla
olay yerine intikal etti. İçeriden bir-
uzaklaşıyorsun. Daha güzel bir hayat
çok yaralı, bir de ceset torbası çıkıyor.
görürüm hayaliyle yoluna devam
Etraftakiler ne olduğunu konuşur-
ediyorsun. Ve hayata dair manzara-
ken duyuyorsun. Alkolü fazla kaçı-
lar da devam ediyor.
ran genç, başkasının kız arkadaşına bakınca iki genç arasında kavga çıkıyor, gruplar birbirine giriyor ve biri diğerini bir el ateş ederek öldürüyor. Ve kalabalığın içinden sesler yükseliyor: “Yazık daha gencecik delikanlı, ikisine de yazık oldu. Biri toprağa diğeri hapise. Tüh tüh ne vardı o kadar içecek, zamane gençliği eğlenmeyi bile bilmiyor.”
Henüz on iki-on üç yaşlarında bir genç, kullandığı uyuşturucu hapların etkisiyle ağzından köpükler akıtarak inliyor. Bu çocuğun iniltisi, şehrin kahkahaları arasında kaybolup gidiyor. Anlatmaya dilinin varmadığı mide bulandırıcı,
yürek
sızlatan
daha
birçok manzara. Ve artık nefes ala-
Ve sesler dağılıp gidiyor.
madığını fark ediyorsun. Oksijen
Belediye arabası geliyor, yerdeki
Kendini, sahilin en güzel manzara-
kanları yıkıyor. Tüm izler siliniyor ve hayatını yaşayanlar hayatlarına devam ediyor. Şarkılar, türküler, kahkahalar... Tüm bunları kanı donmuş şekilde izlerken, bütün olanlardan habersiz, tüm olanlara karşı tepkisini yitirmiş, yaşamla ölüm arasında gidip gelen başka bir adam var. Köşedeki ATM’nin içinde kendisine kartondan bir yatak ve çöp poşetinden bir yorgan yapmış. Sanki dünyanın en rahat, ortopedik yatağına uzanmışcasına uyuyor. Yavaş adımlarla yanına
tükendi sanki, kalbin hızla atıyor. sını görebileceğin, denizden gelen iyot kokusunu içine çekebileceğin bir yerde buluyorsun. Aracından inip sahildeki banka oturuyorsun. Şehrin ışıl ışıl lambaları sanki uzaktan göz kırpıyor. Hafif bir rüzgar denizin kokusunu sana ulaştırıyor. Karşında yalılar, villalar, yatlarıyla denize açılmış insanlar... Dolunayın görüntüsü denize yansımış, bütün bu güzelliklerin karşısında işte hayat bu deyip tüm gece gördüklerini bir an olsun unutmak istiyorsun ve anın tadını çıkarıyorsun.
yaklaşıyorsun. Yan taraftaki büfenin
Tam her şeyi unuttum derken karşı-
sahibi: ”Alkolik o. Sokaklarda yaşıyor.
dan gelen adam eliyle ilerideki köp-
Üç günden önce uyanmaz” deyip alaylı
rüyü işaret ederek: “Az önce genç bir kız
bir gülümsemeyle boşver dercesine
kendini köprüden aşağıya atarak intihar
bir bakış atıyor. Adamın bu tavrına
etti. Sahil güvenlik ekipleri kızın cesedini
içten içe kızıyorsun. Sonra belki de:
arıyor.” diyerek hayata dair bu güzel
“Haklı. Ben mi kurtaracağım dünyayı.
manzarayı acı haberle bozuyor.
Receb 1440
63
Vakit epey ilerledi. Neredeyse sabah
“Bilin ki; dünya hayatı ancak bir
olacak. Nasıl bir gecenin sabahı bu Ya
oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda
Rabb! diye düşünürken şehrin mina-
bir övünme ve daha çok mal ve evlat
relerinden ezan sesi duyuluyor:
sahibi olmak isteğinden ibarettir.
Allâhu Ekber Allâhu Ekber. Allâhu Ekber Allâhu Ekber.
de hoşuna giden bir bitki gibidir ki; sonra kurur da sapsarı olduğunu
Eşhedu en lâ ilâhe illâllah
görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahi-
Eşhedu en lâ ilâhe illâllah
rette şiddetli azab vardır. Allah´ın
Eşhedu enne Muhammeder-Resûlullah
rızası ve mağfireti de vardır. Dünya
Eşhedu enne Muhammeder-Resûlullah Hayye ale’s-Salâh Hayye ale’s-Salâh Hayye ale’l-Felâh
hayatı, aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey de değildir.”
(1)
“O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Ken-
Hayye ale’l-Felâh
dilerine): “Bugün müjdeniz altların-
Allâhu Ekber Allâhu Ekber
dan ırmaklar akan, içlerinde ebedi
Lâ ilâhe illâllah ‘Hayatımı yaşamak istiyorum’ dediğin bu karanlık hayattan seni çekip alacak, seni oradan kurtaracak sözleri işitiyorsun. Sana uzanan bir el, sana açılmış bir kucak... Rabbin seni çağırıyor. Seni ve tüm insanlığı kurtaracak ses bu; Lâ ilâhe illâllah. Gördüğün bu manzaraları tek tek değiştirecek, yerine saadet asrını getirecek olan, hak dava, Allah’ın davası, Allah’ın dini seni çağırıyor ey genç! Ve sen bu dava ile ebedi olan Firdevs, Naim, Adn cennetlerine yükseleceksin. Orada ne hüzün var ne keder... Peygamberler, salihler, şehitler seni beklemekte. 1. Hadid, 20 2. Hadid, 12 3. Tevbe, 89
64
Bu; yağmurun bitirdiği, ekicilerin
Mart 2019
kalacağınız cennetlerdir.” (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!”
(2)
“Allah onlara temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur.”
(3)
Selam ve dua ile...
Nebevi Hayat Yayınlarından
YENİ ÇIKAN ESERLER Tarihe İz Bıtakan Öncü Şahsiyetler (1. Cilt) Hazırlayan: Cihan Malay
Ebat: 16 x 23,5 Kağıt: İthal Holmen Renk: Tek Renkli Kapak: Bristol Kağıdı Sayfa: 400
80₺ 45₺
Örneklerle Açıklamalı Kolaylaştırılmış Tecvid Halime Yılmaz
Ebat: 16,5 x 23,5 Kağıt: İthal Holmen Renk: Çift Renkli Kapak: Bristol Kağıdı Sayfa: 64
İzzetin Varisleri Muhammed Emin el-Mısri
Ebat: 13,5 x 21 Kağıt: İthal Holmen Renk: Tek Renkli Kapak: Bristol Kağıdı Sayfa: 176
12₺
6₺
25₺ 13₺