Yıl: 7 - Sayı: 77 - Fiyatı: 9,5 TL
Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Nisan 2019
Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Editör Hamd, insanları bir dişi ve bir erkekten yaratan ve soylarını çoğaltan Allah azze ve celle’ye, yaratılmış insanların önünde bir nur olan Peygamberlerin son siracı Allah Rasûlüne, ailesine, ashabına ve kıyamete dek gelecek tüm müminlere olsun. Eşcinsellik; yani cinsel olarak hemcinsine meyletme kişilik bunalımı ya da ruhsal bozukluk olmaktan öte imani bir problemdir. Bu durumun etkenleri arasında psikolojik unsurlar da vardır elbet. Ancak, bunların hiçbirisi insanı bu denli uç bir noktaya sürüklemek için yeterli değildir. Kişinin böylesi bir hale gelebilmesi için imanını, Allah korkusunu sonuna kadar tüketmiş olması gerekir. Çünkü İslam akıllarımıza ve kalplerimize yazıldığı kadar fıtratımıza, özümüze de yazılmıştır. Bu açıdan, böylesine iğrenç fiilin işlenmesi kişinin iman noktasında sıfırı tükettiğinin göstergesidir. Nitekim, bu akıl almaz fiilin sahipleri/destekçileri tarafından düzenlenen ve “Onur Yürüyüşü” olarak isimlendirilen “Rezalet Yürüyüşü” ndeki pankart yazıları bahsini ettiğimiz hususun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Eşcinsellik, salt bir kişilik bunalımı olmadığı gibi hormonal bozukluğun bir tezahürü de değildir. Maalesef günümüzde bu rezil davranış için, masumane gösterilmek amacıyla bazı tıbbi gerekçeler ileri sürülmeye çalışılmıştır. Küçük bir araştırma yapan herkes görecektir ki; ortaya konulan bu gerekçeler hem dinen hem tıbben geçersizdir. Zira bu rezil davranış biyolojik bir rahatsızlıktan kaynaklanmış olsaydı Lut kavminin kınanması ve helak edilmesi söz konusu dahi olamazdı. Oysa Kur’an-ı Kerim bu çirkin fiili işleyenleri çok açık bir şekilde eleştirmiş ve “ölçüyü aşan, aklı başında olmayan kör-sersemler “olarak nitelendirmiştir. Kavramsal olarak hem erkek erkeğe ilişkiyi (livata) hem de kadın kadına ilişkiyi (Lezbiyenlik) ifade eden eşcinsellik, tarihte hiçbir zaman övünülecek, gururla söylenecek bir şey olmamıştır. Sadece Lut peygamber döneminde bu çirkin fiil o kadar aleni ve çekinilmeden işlenilen bir fiil halini almış ki; bunun karşısında duran Allah’ın Nebisi Lut (a.s) "Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim!"şeklinde bir niyazda bulunarak çaresizliğini dile getirmiştir. Eşcinsellik bu örneğin dışında daima kenar köşede gizlice işlenilen ve dile getirilemeyen yüz kızartıcı bir fiil olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak günümüzde durum biraz daha farklı bir hal almış, insanlığın yüz karası olarak kabul edilen bu fiil, toplam 29 ülkede suç olmaktan çıkarılmış ve savunucularına hukuki haklar çerçevesinde korumalar getirilmiştir. Nebevi Hayat Dergisi olarak asırlardır kapalı kapılar arkasında kalan bu iğrenç durumun servis edildiği günümüzdeki uzantılarına dikkat çekmek istedik. Rabbimiz hem kendimizi hem de neslimizi bu düşük ahlakilikten muhafaza etsin. Selam ve dua ile
İçindekiler Erkeklerin Kadınlara, Kadınların Erkeklere Benzemesinin Yasaklanması
Hakan Sarıküçük
Yeniden Sahnelenen Kadim Sapıklık; Escinsellik Ahmet İnal
04
9
KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR Musibetlere Karşı Sığınağımız Sabır Ve Namaz M. Sadık Türkmen
14
NEBEVÎ DAMLALAR
Hicret ve Niyetin Önemi Yener Yılmaz
19
Kavramlar Din -1 Mahmut Varhan
23
Gündem Analiz Ey İki Yüzlü Haçlı Emparyalist Batı Size İnanalım mı? Nedim Bal
30
İslâm Dünyasındaki Kâşifler Astronomi ve Matematikte Bilge Bir Hükümdar: Uluğ Bey Cihan Malay
39
Yakın Tarih Ortadoğu Meselelerinde Önemli Bir Nokta: Arap-İsrail Savaşları-2 Furkan Uyanık
45
Nebevî Aile Şer Odaklı Çizgi Film Ve Ölüm Oyunlarına Dikkat! Halime Yılmaz
51
Serbest Köşe Müslüman Gençlerimizi İçine Çeken Derin Çukur: Boşluğa Düşme Hastalığı, Nedenleri Ve Çözümleri Ümit Şit
57
KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük
ERKEKLERİN KADINLARA, KADINLARIN ERKEKLERE BENZEMESİNİN YASAKLANMASI İbni Abbas radıyallahu anhumâ şöyle demiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.
4
Nisan 2019
H
amd,
dilediğini
ederek fıtrata muhalif hare-
erkek
suretinde
ket etmeyi nehyeden Rasû-
dilediğini de kadın
suretinde yaratan ve “Ey insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” buyurarak her birinin Allah katında üstünlük alâmetini takva esasına bağlayan Allah’a,
lullah aleyhisselâm’a Allah’ın rahmeti ve bereketi de yaratılışına uygun bir şekilde hareket eden, şer’i vazifelerinin neler olduğunu öğrenip buna uygun yaşayan mümin ve müminatın üzerine olsun.
Salât ve Selâm, gerek erkek
Yüce Rabbimiz bizleri hikme-
olsun gerekse de kadın her
tini bilemediğimiz bir şekilde
birinin şer’i sorumlulukla-
erkekler ve kadınlar olarak
rının neler olduğunu tebliğ
yaratmıştır. Hiçbirimize daha
doğmadan önce cinsiyetimizi seçme
vermez. Yeni bir arayışa insanı sürük-
hakkı tanınmamıştır. Bu şekilde yara-
ler. Bir türlü huzura kavuşamayan
tılmış olmamızın da elbette ki ilahi
nefis, kendisini mutmain kılacak son
bir hikmeti vardır. Bizler bu ilahi hik-
nokta olan vahyi ilahiye teslim olmak
meti bilemeyebiliriz ve bunu öğren-
yerine ondan kaçarak gayri İslâmi ve
mekle de mükellef değiliz. Ancak
vahye ters olan hususları dener durur.
müslümanlar olarak bunu kabul
Fakat nafile… “Bilin ki kalpler ancak
etmekten ve ilahi iradenin bizler
Allah’ı anmakla huzur bulur.” (1) ilahi
için takdir ettiği şeye razı olmaktan
fermanının asıl reçete olduğunu anla-
başka bir yolumuz yoktur. Bunu canı
madıkça ve bu reçeteyi tatbik etme-
gönülden kabul etmek ve teslimiyet
dikçe insan hiçbir zaman huzura ve
göstermek imanımızın bekası için
mutluluğa kavuşamayacaktır.
de önemli bir husustur. Çünkü bu, yüce Rabbimizin bizler için bir takdiridir ki bizler buna rıza gösteririz. Her hususta olduğu gibi bu hususta da teslimiyet gösteririz. Çünkü din teslimiyetten ibarettir. Kurtuluşun anahtarı teslimiyettir. Nitekim Peygamber aleyhisselâm “İslâm ol/ teslim ol kurtulasın” buyurmuştur. Yüce Rabbimizin yarattığı varlıklarını en güzel bir şekilde yarattığı hususunda asla bir şüpheye düşmemeliyiz. Yaratılış fıtratımıza uygun hareket etmeli ve bunu değiştirmeye çalışmamalıyız.
Bazı kimseleri görürüz, daima bir heyecan arar dururlar. Farklı şeyler denerler. Değişiklikten ve farklılıktan hoşlanırlar. Yüksek bir yerden kendilerini ayaklarından ip bağlamak suretiyle (Bungee jumping) aşağıya atarak kendilerince adrenalin tutkularını tatmin etmeye çalışırlar. Su altında farklı deneyimler ararlar. Unutulmayacak
maceralara
atılır-
lar, ölümcül olsa dahi farklı şeyleri denemek suretiyle arzularını tatmine çalışırlar. Maalesef her zaman işler istenildiği gibi gitmez. Bazen bu
İnsanlar hayatlarında devamlı bir
deneyimlerin arkasından çok üzücü
değişiklik ararlar. Tatmin olamama
durumlar ortaya çıkabilir ve daha
duygusu
şeyleri
huzura kavuşmadan huzuru ilahiye
denemeye ve onlarla huzur bulma
doğru giden yolun ilk durağında
arayışına sevk eder. Daima bir arayış
kendilerini bulurlar. Bütün bu ve
içerisinde olurlar. Farklılık ve farklı
benzeri davranışlar çoğu zaman iç
olmak hedeftir. Ancak bilinmelidir ki
huzursuzluktan kaynaklanır. Bazen
bunun verdiği fayda da sınırlı ve geçi-
de kısa süreli mutluluklar uğruna
cidir. Bir zaman sonra bu da fayda
hayat farklı arayışlarla geçer gider.
insanları
başka
1. Ra’d, 28.
Şaban 1440
5
fıtratını taklid ile umduğunu bulmaya çalışır. Kadınlarla birlikte oturmaktan zevk alan bir erkek zamanla erkeklerle
oturmaktan
alamadığı
zevkleri o ortamda almaya başla-
“…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”
yınca önce konuşmalarına, zamanla da karakterine, eylemlerine ve giyinişine etki eden bir değişikliğe uğrayabilir. Kadın gibi düşünüp kadın gibi konuşabilir. Kadın muhabbetlerine ilgi duyarak erkeklerin konuştukları konulardan sıkılabilir. Kadınlarla birlikte olmak arzusu kadınlara duyduğu ilgiden değil de onlar gibi olma ve onlara benzeme arzusundan kaynaklanabilir. Kadını ve kadınlığı önceleyebilir. Bunu bir tutku haline getirebilir Yaşam gayesini buna bağlayabilir.
Ancak neticede boş ve fayda getirmeyen şeyler uğruna koca bir hiç ve bu yolda heba olan nefisler… Allah hepimizi böyle durumlara düşmekten muhafaza eylesin.
6
Bunun tersi bir durum kadınlar içinde geçerlidir. Zayıflığının kendisine verdiği zararı bertaraf etme duygusuyla daima güçlü bir karaktere bürünmek isteyen bir kadın erkeklere kafa tutabilecek bir gücü elde etmek duygu-
Bu farklı arayışlardan bir tanesi de
suyla hareket edip bunun için her
kendi fıtratlarına uygun karakteri
türlü gayreti gösterebilir. Erkeklerle
elde edemeyen ve toplumca kabul
birlikte bulunarak konuşmalarından
göremeyen
bir
ve yaptıklarından etkilenebilir. Onlar
karaktere bürünerek hissedilmeye
gibi giyinerek, onların zevk aldık-
ve kabul görmeye çalışmaları duy-
ları şeyleri yaparak fıtratına muhalif
gusudur. Kişi, bir erkek olarak zayıf
işlerle meşgul olabilir. Bu söyledik-
bir karaktere veya zayıf bir bedene
lerimiz bazen bir hastalık neticesinde
sahipse farklılık arayarak karşı cinse
bazen de isteyerek ve içselleştirilerek
özenebilir. Fıtratına uygun bir yaşa-
gerçekleşebilir. Zaten bu da neticede
yıştan uzak kalan kişi, karşı cinsin
bir hastalık emaresidir.
Nisan 2019
kimselerin
farklı
Bu söylediklerimiz çoğunlukla
haram olduğu bildirilmekte ve
müslüman olmayan kimselerde
Rasûlullah aleyhisselâm’ın bunla-
çok fazla görülen bir durum-
rın terk edilmesi için bunları
dur. Nitekim müslüman olan
yapan kişilere ağır bir tehdit
kişi
olan lanet kelimesini kullan-
vahye
dolayı
teslimiyetinden
Rabbinin
kendisini
dığını görmekteyiz. Bu lanet
mükerrem ve mübarek bir
kelimesi bu terki istenen fii-
şekilde eşrefi mahlûkat ola-
lin çok kötü bir şey olduğunu
rak yarattığına inanır. Rasû-
ve asla bir müslümana yakış-
lünün
mayacağını bildirmektedir.
getirdiklerine
teslim
olur ve söylediklerine harfiyen tabi olur. Nitekim İbni Abbas radıyallahu anhümâ
şöyle demiştir:
Rahmet
Peygamberi
olan
Muhammed aleyhisselâm efendimizin karşı cinsin giyim-kuşamını
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
tercih edenlere lânet etmesi,
kadınlaşan erkeklere ve erkek-
herşeyden önce kılık-kıyâfetin
leşen kadınlara lânet etti."
öyle sanıldığı kadar basit bir şekilden ibaret olmadığını,
Buhârî’nin bir başka rivaye-
sonrasında da cinsler arasın-
tinde de (2) “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
daki duygusal yapı bozuklu-
kadınlara
benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti” denilmektedir. (3) Ebû Hüreyre radıyallahu anh de şöyle dedi:
ğunun giyim-kuşam taklidi ile başladığını ya da açığa çıktığını göstermektedir. Ne kadar acıdır ki, zamanımızda bu cinsler arası benzeşmeyi daha ileri
götürmek
ve
yaygınlaş-
tırmak maksadıyla çok özel
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sel-
ve ciddî gayretler sarfedil-
kadın gibi giyinen erkeğe,
mekte, yatırımlar yapılmakta
erkek gibi giyinen kadına
ve güya ekonomik kolaylık
Bu hadislerde
sağlamak için hem erkeğin
lem
lânet etti."
(4)
giyim-kuşamda,
hal-hare-
hem de kadının giyebileceği
ket ve benzeri konularda
(üniseks)
giysiler
üretilip
erkeklerin kadınlara, kadın-
pazarlanmaktadır.
ların erkeklere benzemesinin
gibi takıp takıştıran erkekler,
Kadınlar
2. Libâs, 61. 3. Buhârî, Libâs 62. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbni Mâce, Nikâh 22 4. Ebû Dâvûd, Libas 28. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 325
Şaban 1440
7
erkekler gibi giyinen kadınlar çağın
nazaran bazı üstünlükler ve bazı
modern çirkinleri ve lânetlileri olarak
nimetler verdiğinde o millet, şımarır
ortalıkta dolaşmaktadırlar.
ve ahlâkını bozar da o nimete liyaka-
Hadislerde söz konusu edilen muhannes, kadın gibi konuşan, kadın gibi kırıtarak yürüyen, işve ve naz yapan
elinden alır. Millet kendi üstün meziyetlerini bozmadığı müddetçe Allah
erkek demektir. Buhârî şârihi Aynî,
verdiği nimeti onların elinden almaz.
“muhannes, zamanımızda kendisine
İşte bu sebeple Allah’ın kendilerine
livâta yapılan (homoseksüel) kişidir”, demektedir.
üstünlük verdiği hem bu dünyada hem de ahirette tercih edip seçtiği bu
Erkekleşen kadınlar ise, konuşmasında, tavır ve hareketlerinde erkekler gibi olmaya çalışan, öyle davranan-
ümmet ahlâkını bozacak olursa, nimete nankörlük ederek üstün meziyetlerinden uzaklaşarak erkeğin erkekle bir-
lardır. Dinimize göre her iki insan
likte olması şeklindeki Lut aleyhisselâm’ın
cinsinin kendi yaratılışlarını koru-
kavminin yaptıklarını yapmaya doğru
maları, kadının kadın olarak erkeğin
giden bir yola girecek olursa veya
de erkek olarak kalması ve yaşaması
kadının kadınla birlikteliğinden zevk
esas olduğu için, bunun tersine hare-
alma derekesine(aşağı derece) düşecek
ket eden erkek ve kadınlara Rasûl-i
olursa Allah muhafaza buyursun bu
Ekrem Efendimiz tarafından lânet
ümmet de yok olacak, yerin dibine batı-
edilmiştir. Bu sebeple Müslüman top-
rılacak, korkunç bir sarsıntıyla yerin
lumların konuya son derece duyarlı
altı üstüne getirilecek, gökten sağanak
davranmaları gerekmektedir.
sağanak işaretlenmiş ve hedeflerine
(5)
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” (6) Bu ayeti kerimeden bizlere çıkacak ibretlerden bir tanesi de şudur: Allahu Teâlâ bir millete başkalarına 5. Riyazus-Salihin 1636. hadis şerhi. 6. Ra’d, 11.
8
tini kaybederse, Allah nimeti onların
Nisan 2019
kilitlenmiş kızgın taşlar yağdırılmak suretiyle cezalandırılacaktır. Çünkü böyle kimseler hakkındaki Allahu Teâlâ’nın sünneti budur. Her ne kadar Rasûlullah aleyhisselâm’ın yüce Rabbimizden duası sebebiyle toplu helak olmayacaksa da bu ümmetin sadece küçük bir kısmını teşkil eden bir devlet veya millet için geçerli olabileceği asla unutulmamalıdır. Selâm ve Dua ile…
KAPAK DOSYA Ahmet İnal
İ
nsanoğlunun Allah’a olan isyanına her geçen gün daha güçlü bir şekilde
etmemenin savaşıydı. Haddi
şahit oluyoruz. Okun yay-
hil olmayan, insanı yaratıp
dan çıktığı gibi dinden firar
kendi köşesine çekilen bir rab
eden insanlar hayatın her ala-
profili inşa etmekle olmuştu.
nında alemlerin rabbi, sahibi,
Atılan ikinci adım ise; boşa-
yegâne meliki olan Allah celle
lan bu eşsiz makamı dinin
celaluhu
ile amansız bir savaşa
aşmış
bu
azgın
güruhun
ilk hamlesi; hayata müda-
prangalarından
kurtulup
tutuştular. Bu, her şeyi yara-
aklın ve bilimin öncülüğünde
tan, şekil ve nizam veren,
hayatı tanzim eden biricik(!)
her şeyden haberdar olan ve
insanoğluna tahsis etmek ola-
gerek ilahlıkta gerekse otori-
caktı. İnkâr ve gaflet ile atı-
tede eşi ve benzeri olmayan
lan bu adımlar arttıkça arttı.
Allah’ın
beğen-
İnsanoğlu Allah’ın ahkamını
meme, onun idaresini kabul
siyasetten sağlığa, eğitimden
hükmünü
Lut kavminin yaptığı bu iğrenç fiil dünya tarihinde bir ilk; ama son değildir. Aradan yüzyıllar geçse de ekilen bu kötülük tohumları bir yerden baş göstermeye devam edecek, kendisini bu azgın kimselere nispet edecek modern temsilciler daima var olacaktır.
Şaban 1440
9
sosyal hayata varıncaya kadar hayatın her alanında saf dışı bırakarak kendi egemenliğini iddia etmeye kalkıştı. Allah’ın izleri toplumsal hayattan tamamen silinmeye çalışılıyor; ancak yine de tatmin olunmuyordu. Rahatsızlık veren başka şeyler de vardı. Rahman’ın ayetlerini silmek için attıkları her adımda karşılarına başka izler çıkıyordu. Daima beraberlerinde bulunan, peşlerini asla bırakmayan, belki de hiç kurtulamayacakları bir iz’di bu. Allah’ın evlerini yıkmak, O’nun kitabını yasaklamak, O’nun dininin şiarlarına savaş açmak kolay; ama O’nun güç ve kudretinin en büyük alametlerinden sayılan bedenleri başkalaştırmak, sil baştan inşa etmek ya da sahibine iade etmek imkansızdı. İçler acısı bir durumları vardı. Kendi gölgelerinden kaçmak isteyip te bir türlü kurtulamayan cahiller gibiydiler. Her ne zaman Allah’ı unutturmak için hareket edecek olsalar, bizzat taşıdıkları bedenlerinin karşılarında hak namına durduğunu görüyorlardı. Durum böyle olsa da Allah’ın “ahsen-i takvim” üzere yaratışını reddedip kendi tasarruflarınca işler yaparak isyana, ilahlık iddialarına devam ettiler. Bedenlerini türlü türlü şekillere sokarak yaratanın nurundan uzaklaştırdılar. Ama bununla da yetinecek değillerdi. Çünkü bedenin sahibini tanımayanlar, ondaki izleri gizlemeye çalışanlar, Rabb’in tayin ettiği 1. Hicr, 73-76 2. Hud, 82-83
10
Nisan 2019
cinsiyeti de tanımayacaktı. Onlara göre; bu ancak bir dayatmaydı. Kişi, cinsiyetini de beraberinde gelen cinsel hayatını da kendi iradesiyle tercih etmeli, yaşamına öylece devam etmeliydi. Herkes, biyolojik durumuna bakmaksızın istediği cinsiyeti sergileyebilmeli, istediğini giyebilmeli, istediği kişiyle ilişkiye girme özgürlüğüne(!) sahip olmalıydı. İşte gelinen bu nokta, ardından her türlü pisliği de getiren son nokta olacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim daha öncesinde bu cürmü işleyip aynı noktaya basan ve cinsel hayatlarında Rabb’in hükmüne isyan edip azgınlaşan Lut Kavmi'nin sonunu şöyle bildirmişti: “Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz)
çığlık
yakalayıverdi.
Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda derin bir kavrayışa sahip olanlar için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır.”
(1)
“Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.”
(2)
Lut kavminin yaptığı bu iğrenç fiil dünya tarihinde bir ilk; ama son değildir. Aradan yüzyıllar geçse de ekilen bu kötülük tohumları bir yerden baş göstermeye devam edecek, kendisini bu azgın kimselere nispet edecek modern temsilciler daima var olacaktır. Bu açıdan, “eşcinsellik” meselesinin günümüz dünyasında giderek artan bir problem haline gelmesi şaşılacak bir durum değildir. Çünkü hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim bu malumatları genel kültür olsun diye vermemiştir. Tarihi tecrübelerle sabittir ki; Kur’an’ın geçmiş ümmetler hakkında verdiği her malumat bugün, bugün olmazsa yarın mutlaka kendisini tekrar etmiştir, edecektir de. Zira, şeytan aynı şeytan, insan aynı insandır. Bu nedenle, vakıanın tekerrürü şaşılacak bir durum değildir; ancak bizzat mahiyeti insanı hayretler içinde bırakacak cinstendir. İnsan nasıl olur da Allah’ın huzur kaynağı olarak yarattığı karşı cinsi bırakır da hemcinsine meyleder! Nasıl olur da kendisine nakşedilen tertemiz fıtrattan bu kadar uzağa gidebilir! Nasıl olur da yaratana karşı bu kadar asi olabilir! Eşcinsellik; yani cinsel olarak hemcinsine meyletme kişilik bunalımı ya da ruhsal bozukluk olmaktan öte imani bir problemdir. Bu durumun etkenleri arasında psikolojik unsurlar da vardır elbet. Ancak, bunların hiçbirisi insanı bu denli uç bir noktaya sürüklemek için yeterli değildir. Kişinin
Ülkemizde Millî Eğitim Bakanlığı’nın “British Council” ile yani İngiltere’nin kültürel ilişkiler ve eğitim fırsatlarından sorumlu uluslararası kuruluşuyla ortaklaşa yürütmüş olduğu "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” (ETCEP) kabul edilemez bir hataydı.
böylesi bir hale gelebilmesi için imanını, Allah korkusunu sonuna kadar tüketmiş
olması
gerekir.
Çünkü
İslâm akıllarımıza ve kalplerimize yazıldığı kadar fıtratımıza, özümüze de yazılmıştır. Bu açıdan, böylesine iğrenç fiilin işlenmesi kişinin iman noktasında sıfırı tükettiğinin göstergesidir. Nitekim, bu akıl almaz fiilin sahipleri/destekçileri tarafından düzenlenen ve “Onur Yürüyüşü” olarak isimlendirilen “Rezalet Yürüyüşü” ndeki pankart yazıları bahsini ettiğimiz hususun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. (3)
3. İzmir Lgbt yürüyüşü “Lut kavminin çocuklarıyız!” vs.
Şaban 1440
11
bu gerekçeler hem dinen hem tıbben geçersizdir. Zira bu rezil davranış biyolojik bir rahatsızlıktan kaynak-
Eşcinsellik; yani cinsel olarak hemcinsine meyletme kişilik bunalımı ya da ruhsal bozukluk olmaktan öte imani bir problemdir. Bu durumun etkenleri arasında psikolojik unsurlar da vardır elbet. Ancak, bunların hiçbirisi insanı bu denli uç bir noktaya sürüklemek için yeterli değildir. Kişinin böylesi bir hale gelebilmesi için imanını, Allah korkusunu sonuna kadar tüketmiş olması gerekir.
lanmış olsaydı Lut kavminin kınanması ve helak edilmesi söz konusu dahi olamazdı. Oysa Kur’an-ı Kerim bu çirkin fiili işleyenleri çok açık bir şekilde eleştirmiş ve “ölçüyü aşan, aklı başında olmayan kör-sersemler“ olarak nitelendirmiştir.
(4)
Kavramsal olarak hem erkek erkeğe ilişkiyi (livata) hem de kadın kadına ilişkiyi
(Lezbiyenlik)
ifade
eden
eşcinsellik, tarihte hiçbir zaman övünülecek, gururla söylenecek bir şey olmamıştır. Sadece Lut peygamber döneminde bu çirkin fiil o kadar aleni ve çekinilmeden işlenilen bir fiil halini almış ki; bunun karşısında duran Allah’ın Nebisi Lut aleyhisselâm "Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim!" (5) şeklinde bir niyazda bulunarak çaresizliğini dile getirmiştir. Eşcinsellik bu örneğin dışında daima kenar
Eşcinsellik, salt bir kişilik bunalımı olmadığı gibi hormonal bozukluğun bir tezahürü de değildir. Maalesef günümüzde bu rezil davranış için, masumane gösterilmek amacıyla bazı tıbbi gerekçeler ileri sürülmeye çalı-
köşede gizlice işlenilen ve dile getirilemeyen yüz kızartıcı bir fiil olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak günümüzde durum biraz daha farklı bir hal almış, insanlığın yüz karası olarak kabul edilen bu fiil, toplam 29 ülkede suç olmaktan çıkarılmış ve
şılmıştır. Küçük bir araştırma yapan
savunucularına hukuki haklar çerçe-
herkes görecektir ki; ortaya konulan
vesinde korumalar getirilmiştir. (6)
4. bkz: Araf Sûresi, 81; Hicr Sûresi, 72. 5. Hud Sûresi, 80. 6. Hollanda, Belçika, İspanya, Kanada, Güney Afrika, Norveç, İsveç, İzlanda, Portekiz, Arjantin, Brezilya, Yeni Zelenda, İngiltere, Fransa, ABD, Almanya..
12
Nisan 2019
Kanaatimce; eşcinselliğin insanlar nezdinde süratle yayılması, kalabalık kitlelere ulaşması düşük bir ihtimaldir. Aslında konuyu insanlık açısından tehlikeli yapan da yayılması değildir. İşin en vahim olan kısmı bu durumun toplumlar tarafından kanıksanması ve normal bir tercih olarak algılanmasıdır. Maalesef bu çirkin fiile hukuki dayanak sağlanması, yer yer devlet eliyle desteklenmesi gerek politikacıların gerekse toplumun ileri gelenlerinin bu fiili bizzat işlemeleri ve bunu da cesurca dile getirmeleri bahsettiğimiz tehlikenin gerçekleşmesi için yeterli zemini oluşturmuştur. Bugün eşcinsellik konusu açıldığında, insanların yüzlerinde kızgınlık, şaşkınlık yerine alaysı bir tebessüm görmekteyiz. Kur’an’da Lut kavmiyle ilgili ayetleri okuduğumuzda yüzümüzde tebessüm eden bir çehre oluşmuyor; fakat gündelik muhabbetlerde gülme edasıyla meseleyi konuşuyorsak bilmeliyiz ki; eşcinsellik meselesi bizim için Kur’an’daki bağlamından koparılmış ve kanıksanmış bir mesele haline gelmiştir. Unutmayalım ki; eşcinsellik daha 50 yıl öncesinde ABD ve tüm Avrupa ülkelerinde yasaklı bir fiildi. Günümüzde ise birçok ülkede ya serbest hale getirildi ya da göz yumulan bir fiil halini aldı. İslâm’dan uzak Avrupa toplumlarında imansızlıktan dolayı bu durum belirli ölçüde kabul
edilebilir. İşin üzücü ve kabul edilemez tarafı ise Müslüman halkların yaşadığı ülkelerde buna göz yumulması ve yer yer hayati hataların yapılmasıdır. Ülkemizde Millî Eğitim Bakanlığı’nın “British Council” ile yani İngiltere’nin kültürel ilişkiler ve eğitim fırsatlarından sorumlu uluslararası kuruluşuyla ortaklaşa yürütmüş olduğu «Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP)” kabul edilemez bir hataydı. 2014 yılından itibaren 162 pilot okulda uygulanmaya başlayan proje; hukuksal ve eğitim imkanları anlamında bir eşitlik gibi gözükse de öyle olmadığı, tam aksine cinsiyetler arasında geçiş yapılabileceği, kişinin kendi cinsiyetini kendisinin seçebileceği ile alakalı izlenimler doğurduğu, çocukların cinsiyet algısını dejenere ettiği ilerleyen zamanlarda netlik kazandı. “Yeniden yazmaya var mısın?” sloganıyla yola çıkan projenin neyi hedeflediği, neyi yeniden yazmanın peşinde olduğu merak konusu. Umarız ki; silip yeniden yazmak istedikleri ve evlatlarımızı maruz bıraktıkları şey “Allah’ın cinsiyetlerimiz üzerindeki takdiri” değildir. “Dikkat edin, yaratmak da emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir.” (7) “Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (8)
7. Araf, 54 8. Mülk, 14
Şaban 1440
13
KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR M. Sadık Türkmen
MUSİBETLERE KARŞI SIĞINAĞIMIZ SABIR ve NAMAZ “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
B
u mübarek ayet-i kerimeler kendisinden sonra gelecek olan
ayetler için bir mukaddime konumundadır. İnsan, dünya imtihanında Allahu Teâlâ’nın nefisleri o
sınadığı
denemelere
zaman,
mukavemet
edebilecek ve onları metanetle karşılamak için eğitimden geçmek ile mükelleftir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
efendimiz nasıl ki açık-
tan davete başlamadan önce gerek kendisini gerekse ken-
14
Nisan 2019
disine iman eden ashabını belirli bir eğitimden geçirmiş ise ve bu eğitim neticesinde yeryüzünün şirk ile istila edilmiş sahasına inmiş ise günümüz Müslümanı da aynı şekilde gerek kalbi güçlendirerek gerekse de azalarını itaate alıştıracak amelleri yapmakla mükelleftir. Yüce Allah’ın “Elbette sizleri biraz korku, biraz açlık, biraz maldan, candan ve ürünlerden eksilterek imtihan edeceğiz. O sabredenleri
müjdele.” (1) buyruğu kesin olarak önümüzdeki tehlikeli badireleri bize bildirdikten sonra akıllı bir kişinin yapacağı şey bu tehlikeli imtihanları beklemek olmamalıdır. “Elbette” yani kesin olarak başa gelecek olan ve ancak sabır ile aşılacak musibetlere sabrı kalbe eken ve onu filizlendirecek amellere yaklaşmak gerekir. Bu ameller İslâm’ın şartı olan amellerdir. En başında ise namaz gelmektedir. Hem sürekli olması hem de rükûnlarındaki derin manalardan dolayı namazın kişi üzerinde çok büyük etkisi vardır. “Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı dosdoğru kıl. Doğru kılınan namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan meneder. Şüphesiz ki Allah’ı anmak en büyük iştir ve Allah yaptığınız her şeyi bilir.” (2) Sabır kelimesi sözlük anlamı itibari ile “hapsetmek, tutmak” demektir. Mesela “nefsimi bir şeye sabrettirdim” cümlesindeki sabır bu manayı ifade etmektedir. İbn Cerir et-Taberi sabrın manasını açıklarken şöyle dedi: “Sabır ile yardım isteyin” kısmından kastedilen şudur: “Kitabınızda bana vermiş olduğunuz sözlerden bana itaat edeceğiniz, emrime tabi olacağınız liderlik ve dünya sevgisine olan isteğinizi terk etmeniz, hoşunuza gitmeyen konularda emrime itaat etmeniz ve peygamberim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmanız gibi ahdinize bağlı olmanız konusunda sabır ve namaz ile yardım isteyin.
“Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı dosdoğru kıl. Doğru kılınan namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan meneder. Şüphesiz ki Allah’ı anmak en büyük iştir ve Allah yaptığınız her şeyi bilir.” (Ankebut, 45)
Burada zikredilen sabrın oruç tutmak olduğu da söylenmiştir. Bize göre de oruçta sabrın bazı alametleri mevcuttur. Ancak bize göre asıl mana Yüce Allah insanlara nefislerinin Allah’ın itaat ve onun yasaklarından kaçınma konusunda kötü gördüğü şeylere sabretmeyi emretmesidir.” (3) Bu konuda İmam Kurtubi şöyle dedi: Eziyet veren şeylere ve itaat ile sebat etmeye sabretmek nefis ile cihat, onu arzularından menetmeye ve büyüklenmesine engel olma konusuna girer. Sabır, Nebilerin ve Salihlerin ahlâkındandır. Yahya İbn Yeman şöyle dedi: ‘Sabır Allah’ın sana rızık olarak verdiği şeylerin dışında bir şeyi temenni etmemen, dünyalık ve ahiretlik işle-
1. Bakara, 155 2. Ankebut, 45 3. Taberi Tefsiri, 45. ayet tefsiri
Şaban 1440
15
rinde Allah’ın senin için taktir etmiş olduğu şeylere rıza göstermendir.’” Eş-Şabi, Ali radıyallahu anh’ın şöyle dediğini bildirir: “Bedende başın konumu neyse iman için sabrın konumu odur.” Bu söze binaen Taberi şöyle dedi: “Ali radıyallahu anh doğru söyledi. Çünkü iman kalp ile bilmek, dil ile kabul ettiğini söylemek ve azalarla amel etmektir. Kim azaları ile amel etmeye sabredememişse mutlak manada imanı hak etmiştir denilemez. Bundan dolayı şeriat ile amel etmekte sabır tıpkı beden için olmazsa olmaz baş gibidir.” (4) Yüce kitabımız ve sünneti seniyye amellerin büyükleri çerçevesinde onlara yapılacak mükafatlara ölçü getirmiştir. Bu kapsamda her amelin mükafatı ayrı ayrı zikredilmiştir. Örnek olarak beş vakit kılınan namaz için elli sevap olduğu, uyumadan önce ve namazların ardından yapılan zikirlerin her birinin on katı ile karşılık göreceği ve daha başka amellere verilecek olan mükafatın ve sevabın belirlenmesi bu kabildendir. Ancak sabrın mükafatı istisna bir yere sahiptir. Sabrın mükafatı konusunda İmam Kurtubi şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ amellerin karşılığını belirtmiş, onlara bir ölçü ve sınır getirmiştir. Allah şöyle buyurdu: 'Kim iyilik ile gelirse ona on katı vardır.' (5) Allah 4. Bakara sûresi, 45. ayet tefsiri 5. En’am, 160 6. Bakara, 261 7. Zümer, 10 8. Kurtubi Tefsiri, Bakara sûresi 45. ayetin tefsiri
16
Nisan 2019
yolundaki sadakaya verilecek sevabı bunun üstünde tutmuştur. Buyurdu ki: ‘Mallarını Allah yolunda harcayanın örneği her başağında yüz taneye sahip yedi başak bitiren bir tane örneği gibidir.’ (6) Allah sabredenlerin ecirlerini ise hesapsız yapmıştır. Sabredenleri överek şöyle buyurdu: ‘Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız olarak ödenecektir.’ (7) ” (8) Sabredenlere bu şekilde mükafat verilmesinin sebebi nefse ağır gelen durumlara tahammül edilmesindendir. Beden ile yapılan ibadetler belirli zorluklardan sonra benliğe yerleşse de sabır her imtihan karşısında insanın muhatap olduğu bir durumdur. Aynı zamanda ibadetlerin yapıldığı vakitten geciktirilmesi kaza ile telafi edilirken sabrın gösterileceği yer musibetin ilk geldiği andır. Daha sonra gösterilecek sabır ancak kırdıklarını derlemeye çalışmak olur. Enes b. Malik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra, çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona: “Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın: “Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felaket, senin başına gelmemiştir” dedi. Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber sallallahu aleyhi
olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyan etmek üzere Hz. Peygamber’e): “Sizi tanıyamadım” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’de “Sabır dediğin, felaketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu. (9) ve sellem
Allah Teâlâ’nın esmaul-hüsna’sından olan “sabur” ismi ile ahlâklanma konusu özellikle önemlidir. Bu ismin manasının derinliğini davet vazifesini icra eden Allah yolunun erleri iyi kavramalıdır. Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh dedi ki: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Allah Teâlâ’dan daha çok duyduğu eziyete sabreden kişi yoktur. İnsanlar Allah’ın çocuğu olduğunu iddia ediyorlar o ise onlara esenlik verip rızıklandırıyor.” (10) Namaz konusu ise aslında sabrı tamamlayan ve sabırla beraber eksik olan bir gediği kapatır mahiyettedir. Sabır göstermek isteyen namaza sığınarak teselli bulur. Namaz kılan sabırlı olmayı öğrenir. Namazda Kur’an okuyan orada peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve Salihlerin başlarına gelenleri müşahade eder. Ölümü, kabir hayatının dehşetini, sur’a üfürülmesini, hesabı, mizanı tefekkür eder. Sırat köprüsünden her insanın geçeceği hakikati insanın zihninde ve kalbinde ürpertiye sebep olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
Musibetler başa gelmeden önce kulun hazırlıklı olması gerekir. Bu hazırlıklar ihlas, muhabbet, sabır, niyet gibi kalp amelleri olduğu gibi namaz, oruç, infak ve hac gibi kalbi bedeni ibadetleri içine alır.
her işini namaza bina etmesi, ayakları şişinceye kadar kıyamda durması, göz nurunun namazda kılınması ve kullukta vesileler araması namazın ehemmiyeti konusunda bize bazı ip uçları verir. Allah Teâlâ’nın Kur’an’ı Kerim’de en çok zikrettiği namaz dinin şartları arasındadır. Namazın bir rüknü olan secde etmek Allah’ın ilk insanı yarattığı esnada meleklere yüklemiş olduğu bir vazife olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bizden önce geçen diğer ümmetlerin hepsi namaz kılmak ile mükellef olmuşlardır. Namaz kılmanın terki konusu İslâm alimleri arasında farklı değerlendirilmiş, bu konuda çok ağır hükümler konulmuştur.
9. Buhari, Cenaiz 32-43; ahkam 11 10. Buhari 6099 - Müslim 2804
Şaban 1440
17
Şayet delillerini sunmaya yönelirsek
niyet gibi kalp amelleri olduğu gibi
yukarıda saydığımız namaz konuları
namaz, oruç, infak ve hac gibi kalbi
ciltlerce kitabı barındıracak bir külliye teşkil eder. Ancak sabır ile alakalı olarak bir tamamlayıcı hükmünde şun-
b) Allah’tan yardım isteme şer’i iba-
ları zikretmekte fayda vardır.
detler çerçevesinde olmalıdır. Allah’ın
Mümin bir kulun başına bir musibet
razı olmayacağı hatta öfkeleneceği
gelince olduğu halden başka bir hale
amellerle O’na yaklaşmamak kul için
yönelmesi tavsiye edilmiştir. Kızgın
mesuliyet
olan kişinin abdest alması ayakta
Allah’tan yardım dilemek ne kadar
duran kişinin oturması tavsiye edil-
güzel bir davranış olsa da uygun
miştir. Huzeyfe b. Yeman radıyallahu anh
dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’i
üzen bir durum hasıl olunca
gerektiren
durumlardır.
olmayan yollara başvurmak amelleri boşa çıkarabilir.
namaza sığınırdı. (11)
c) Sabır ve namaz gibi konularda gay-
Namaz insanın başına gelen musibet-
retlerimizi artırmak için bu konuda
leri ortadan kaldırır, şifa vesilesi olur.
yazılmış eserleri okumakta büyük
Hakkıyla kılınan namazlarda çektik-
yararlar olacaktır. Bu alanda yazıl-
leri acıları unutan geçmiş dönem Müs-
mış olan İmam Gazalinin İhya-i Ulu-
lümanlarının oldukça dikkat çeken hikayeleri vardır. Ebu Hureyre radıyallahu anh
dedi ki: Nebi sallallahu aleyhi ve sel-
lem öğle sıcağında dışarı çıkınca bende
mud-Din eseri taktire şayandır. Aynı zamanda davet önderlerinin hatıralarını okumak bizlere güzel semereler
onunla beraber çıkıp öğle namazı kıl-
verebilir.
dım ve oturdum. Nebi sallallahu aleyi
d) Allah’a davet eden bir Müslü-
ve sellem bana yönelip “karnın mı ağrıyor?” dedi. Bende “evet” dedim. Bunun üzerine “kalk namaz kıl, çünkü
man’ın davet sahasına çıkmadan önce temel dinamiklerini mutlaka hazırla-
namaz şifadır” buyurdu. (12)
ması gerekir. Davalar ancak hazırlı-
Ayetten çıkarılacak dersler:
yükselebilir. Çünkü davet sahasına
a) Musibetler başa gelmeden önce
çıkmak Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-
ğını kemale erdiren omuzlar üzerinde
kulun hazırlıklı olması gerekir. Bu
lem’in
hazırlıklar ihlas, muhabbet, sabır,
demektir.
11. Ahmed b. Hanbel, Müsned 23299 12. İbn Mace 3458. Zayıf hadis
18
bedeni ibadetleri içine alır.
Nisan 2019
talip olduğu şeylere talip olmak
NEBEVÎ DAMLALAR Yener Yılmaz
HİCRET VE NİYETİN ÖNEMİ : َق َال،الل َع ْن ُه َ ْب ِن َع ْن ُع َم َر ُ َّ ض َي ِ اب َر ِ الخ َّط َ َس ِم ْع ُت َر ُس ُ الل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم يَ ُق :ول ِ َّ ول ُ َّ ص ّلَى َ الل
الل َو َر ُسولِ ِه َف ِه ْج َر ُت ُه إِلَى ِ َّ َف َم ْن َكانَ ْت ِه ْج َر ُت ُه إِلَى، َولِ ُك ِّل ا ْم ِر ٍئ َما نَ َوى،إِ ّنَ َما األ َ ْع َم ُال ِبال ِّن َّي ِة
اج َر إِلَ ْي ِه ِ َّ َ َف ِه ْج َر ُت ُه إِلَى َما َه، أَ ِو ا ْم َرأَ ٍة يَ َت َز َّو ُج َها، َو َم ْن َكانَ ْت ِه ْج َر ُت ُه ل ُد ْن َيا يُ ِصي ُب َها،الل َو َر ُسولِ ِه “Ameller ancak niyetlere göredir ve herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasûlü’ne ise onun hicreti Allah’a ve Rasûlü’nedir. Kimin de hicreti elde edeceği bir dünyalık yahut nikahlayacağı bir kadın için ise, onun hicreti de hicret ettiği şeyedir." (Buhari ve Müslim)
Şaban 1440
19
Hadisin Ravisi;
Hz.ÖMER (radıyallahu anh)
Cennetle müjdelenen sahabilerden biri olan Hz. Ömer, ikinci Raşit halife olarak İslâm tarihinin altın sayfalarında yerini almıştır. Adalet, cesaret ve dik duruşuyla Müslümanlara her daim örnek olmuş bir şahsiyettir. Önceleri İslâm düşmanı olarak yaşarken, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in duası vesilesiyle Allah azze ve celle ona İslâm’ı nasip eylemiş, peygamberliğin 6. yılında Müslüman olmuştur. O vakte kadar dinlerini gizlice yaşayabilen Müslümanlar Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla Kabe’ye gelerek topluca namaz kılabilmişlerdir. Kızı Hafsa’yı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile evlendirerek O’nun kayınpederi olma şerefine nail olmuştur. Oldukça isabetli karar verebilme özelliğine sahip olan Hz. Ömer 15-20 önemli konuda Hz. Peygambere başvurarak o hususlarda ayet indirmesi için Allahu Teâlâ’ya dua etmesini istemiş ve isteklerine uygun şekilde ayeti kerimeler nazil olmuştur. Hz. Ömer sert tabiatına rağmen pek mütevazı bir insandı; yamalı gömlek giyer, dul kadınların evlerine sırtında su taşır, çıplak döşemelerde yatıp uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Halifeliği süresince geceleri sokak sokak dolaşmış, halkın sıkıntılarını dinlemiş ve dertlerine çözüm getirmiştir. 10 yıl 6 ay 4 gün halifelik yapan, adaletin yeryüzündeki tecellisi olan, toplamda 537 hadis rivayet eden Hz. Ömer, hicri 24. yılda Zerdüşt bir köle tarafından hançerlenerek şehid edilmiştir.
AÇIKLAMALAR Niyet
Hicret
Niyet; bir işi Allah rızası için yapmayı
Hadisi şerifte geçen bir diğer husus da
kalpten geçirmektir. Yapılan işleri
hicret meselesidir. Hicret; bir şeyi terk
Allah katında değerli kılan, bizim
etmektir. Yeri geldiğinde vatanı, yeri
ihlas ve samimiyetimizdir. Mesela; insanlar görsün ve takdir etsinler diye yapılan bir ibadet küçük şirk derecesinde bir günah olan riyayı içinde barındırıyor demektir. Allahu Teâlâ ibadetlerin dış görünüşünden ziyade içeriğine ve kulun kalbine bakar. Zahiren çok güzel gördüğümüz birçok ibadet niyet bozukluğu dolayısıyla Allah katında zerre kadar değer bulamayabilir. Bu durumun farkında
geldiğinde Allah’ın yasaklarını terk etmek de hicret kabul edilir. Bu hadisi şerifte özellikle kafirlerin kontrolü altında olan vatanı terk edip Müslümanların yurdu olan Medine’ye hicretin öneminden bahsedilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı İslâm’ı daha iyi yaşamak ve Allah’ın egemenliğini yeryüzüne hâkim kılmak maksadıyla evlerini ve yurtlarını terk etmiş ve hicret sevabını elde etmişlerdir. Hicretini Allah ve Rasû-
olan bir mü’min tüm ibadetlerinden
lünü razı etmek gayesiyle tamamla-
önce niyetini gözden geçirmeli, kul-
yanlar bu amelden ecrini ve sevabını
ları razı etmekten evvel onu yaratan
almış, dünyalık bir çıkar ya da evle-
ve gözeten Allahu Teâlâ’yı razı etme
necek bir bayan bulurum maksadıyla
niyetinde olmalıdır. Bilmemiz gere-
hareket edenler bu sevaptan mahrum
ken bir başka husus da aslında ibadet
kalmışlardır. Dolayısıyla yola çıkar-
olmayan bazı işlerin iyi niyet ile yapıldığı takdirde ibadete dönüşebileceği gerçeğidir. Mesela; yemek yiyen kişi, bu gıdalardan elde edeceği kuvvet ile
ken kalbi yoklamak, niyeti halis tutmak bizim önceliğimiz olmalıdır.
Hadisten Çıkarılan Hükümler:
daha iyi ibadet edeceğini düşünürse
1. Allah, kulun niyetine ve ihlasına
yemek yerken bile sevap kazanmış
göre ecrini ve mükafatını verir.
olur. Normal ticaretini yapan, işine
2. Niyetin asıl yeri kalptir. İbadet-
gücüne giden bir mü’min işini iyi yaparak harama bulaşmadan helal lokma
kazanma
niyetinde
çalışması ibadete dönüşecektir.
olursa
lerde niyetin dil ile söylenmesi şart değildir. Fakat kalbi ibadete hazırlamak için bazı alimler dil ile de niyet etmeyi uygun görmüşlerdir.
Şaban 1440
21
3. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevi çıkarlar için dini kullanmamalıdır. 4. Ameller niyetlere göre değer kazanır. Bir işi iyi niyetle yapanlar onun mükafatını görürler. Kötü bir ameli, istemeden ya da hatayla yapanlar Allah katında ceza almazlar. 5. Allah katında makbul olan bir işi, imkansızlıkları sebebiyle yapamayanlar, onu yapmayı ihlas ve samimiyetle arzu ettikleri takdirde yapmış gibi sevap kazanırlar. 6. İyi niyetle yapılan işler insana sevap kazandırır. Allah rızasını gözeterek aile fertlerine yapılan harcamalar hatta bu düşünceyle yapılan şakalaşmalar bile nafile ibadet sayılır. 7. Aslı mubah olan her şey niyete bağlı olarak sevap ve mükafat vesilesi olabilir. 8. Niyetin samimi olmasının yanı sıra bir ibadetin kabul olması için ihlaslı olması, Kuran ve Sünnete uygun olması da şarttır. 9. İbadetlerde niyetin vakti, namazda başlangıç tekbirinde, hac ve umrede ihrama girerken, oruçta ise fecir doğmadan öncedir. 10. Kalp ile niyet ederken, niyet edilen şeyin belirtilmesi ve başka şeylerden ayrılması şarttır. Namaza niyet etmek yetmez, ‘öğle’ ya da ‘ikindi’ diye bilmek ve belirtmek gerekir.
22
Nisan 2019
11. Beydavi şöyle der: “Ameller, niyetsiz sahih olmaz. Çünkü amelsiz niyete sevap verilir ancak niyetsiz amel boşa gider. Amelde niyetin misali, bedendeki ruhun misalidir. Beden ruhsuz kalamaz, ruh da bu dünyada bir bedene girmeden duramaz.” 12. Hicretin bir diğer anlamı da ‘dinin yasaklarını terk etmektir.’ Hadisi şerifte ‘(asıl) muhacir Allah’ın yasaklarını terk edendir.’ buyurulmaktadır. Son olarak; görselliğin ön planda olduğu, insanların gösteriş için birbiriyle yarıştığı, samimiyet ve ihlasın mumla arandığı bu dönemde sevabını ve ecrini yalnız Allah’tan umarak yapılacak bir ibadetin tadı elbette paha biçilemez olacaktır. Kalabalıkların yanlış yollarda koşarak ilerlemesi, doğru yolda yürüyenlerin sayısının günden güne azalması bizi ümitsizliğe sevk etmemeli, görselden ziyade samimiyete ve ihlasa değer vermeli, elimizden geldiği kadar ibadetlerimizin hakkını vermeye çalışmalıyız. Allahu Teâlâ niyetlerimizi ve kalplerimizi ıslah, bizi kendisine doğru giden yollara sevk ve ayaklarımızı dini üzere sabit eylesin. (Âmin) -------------------------
Kaynaklar 1. Buhârî (1, 54, 2529, 3898, 5070, 6689, 6953); Müslim (1907) 2. Bkz “muvafakatu ömer” 3. Buhari-iman-10 4. Kırk hadis şerhi İlyas Kaplan
Kavramlar
KAVRAMLAR Mahmut Varhan
DİN-1 "Yoksa onlar Allah'ın dininden başka din mi arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah'a boyun eğip teslim olmuşlardır ve sonunda hepsi O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i İmrân; 83)
İ
nsanları yaratan ve hak dini ile onlara kurtuluş yolunu gösteren Allah Teâlâ’ya hamdolsun. Hem hayatları ve hem de sözleri ile Allah’ın dinini insanlığa öğreten peygamberlere ve hassaten onların seyyidi Hz. Muhammed Mustafa’ya salât ve selâm olsun. İmdi; bu makalemizde din kavramı üzerinde durmaya çalışacağız. Bir kavram olarak dinin tarifi, kısımları, temel özellikleri ve semereleri üzerinde duracağız.
Bir Kavram Olarak Dinin Tarifi Din
kavramının
anlamları
ve Kur’an-ı Kerim’de kullanım şekilleri üzerinde duran Fîruzâbadî şöyle demektedir: “Din kavramına gelince; bu itaat etmek ve karşılık vermek anlamlarına gelmektedir. İstiâre/mecaz yoluyla şeriat anlamında da kullanılmıştır. Din kavramı, şeriata boyun eğmek ve itaat etmek itibariyle
millet
ile
aynı
anlamdadır.”
Şaban 1440
23
Bazı âlimler şöyle demişlerdir: Din kavramı şu anlamlara gelmektedir: “(Hayır veya şer amellerin) karşılığı, İslâm, gelenek, itaat etmek, zillet/ boyunduruk altına girmek, (sürekli devam eden) hastalık, hesap, üstünlük ve galip gelmek, saltanat ve hükmetmek, tevhid, Allah’a yapılan tüm ibadet çeşitleri, millet, verâ ve zühd, ma’siyet ve günah yolu, ikrah/zor kullanarak bir şey yaptırmak ve sürekli aynı yere yağan yağmur.”
dini, hesap ve ceza gününü yalanla-
Din kavramı Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlarda kullanılmıştır:
dasının olmadığı gündür. Hüküm o
nizde sizi koruyup gözetenler var. Onlar Kirâmen Kâtibîn’dir. Her ne yaparsanız bilirler. İyi kullar, nimet içindedir. Günahkârlar da cehennemdedir. Hesap/din gününde oraya girerler. Bir daha da oradan çıkamazlar. Hesap ve ceza (din) gününün ne olduğunu bilir misin? Evet, hesap ve ceza gününün ne olduğunu bilir misin? O, kimsenin kimseye bir faygün Allah’ındır.” (6)
1- Tevhid ve şehadet; nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah katında tek din İslâm’dır...” (1) “Bilin ki, halis din/samimi kulluk sadece Allah’adır...” (2) “Yoksa onlar Allah’ın dininden başka din mi arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a boyun eğip teslim olmuşlardır ve sonunda hepsi O’na döndürüleceklerdir.” (3)
3- Şeriatın hükümleri; Allah Teâlâ
2- Hesaba çekme ve sorgulama; bu anlamdaki pek çok ayet’i kerimeden birkaçı şöyledir: “Hesap (din) gününün tek hâkimine.” (4) “Dini, hesap ve cezayı yalanlayanı gördün mü?” (5) “Fakat bütün bunlara rağmen siz
ması için Biz Yûsuf’a böyle bir çare
1. Âl-i İmrân; 19 2. Zümer; 3 3. Âl-i İmrân; 83 4. Fâtiha; 4 5. Mâûn; 1 6. İnfitâr; 9- 19 7. Nûr; 2 8. Yûsuf; 76
24
maya kalkışıyorsunuz. Oysa üzeri-
Nisan 2019
şöyle buyurmaktadır: “Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer sopa vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın belirlediği bu hükmü (cezayı) uygularken o ikisine olan acıma hissi sizi etkisi altına almasın..." (7) 4- Siyaset ve yönetim tarzı; nitekim “...Öz kardeşini yanında alıkoyöğrettik. Allah dilemeseydi, kardeşini kralın dinine/kanunlarına göre yanında alıkoyamazdı...”
(8)
ayet’i
kerimesinde kralın yönetim biçimine ve yasalarına da din denilmiştir.
5- Din, millet anlamında kullanılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Oysa onlar bâtıl dinlerden uzaklaşarak saf bir inançla yalnız Allah’a kulluk etmek, namaz kılmak ve zekât vermekle emrolunmuşlardı ki, dosdoğru din de zaten budur.” (9) 6- Din, İslâm anlamında da kullanılmıştır. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Dinini bütün dinlere üstün kılmak için, Rasûl’ünü hidâyet ve hak din (İslâm) ile gönderen O’dur. Müşrikler isterse hoşlanmasın.” (10) (11) 7- Fıtratla uyumlu olan yaşam tarzı; Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bütün bâtıl inançlardan uzak şekilde, yüzünü ve özünü hak dine çevir. O fıtrat dinine ki, insanları Allah onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yarattığını değiştirme imkânı yoktur. İşte dosdoğru din budur; lâkin insanların çoğu bilmiyor.” (12)
Dinin Kısımları: Hak Din ve Bâtıl Dinler Yukarıda geçen açıklamalardan açık bir şekilde anlaşıldığı üzere hak olsun bâtıl olsun insanların inanç dünyalarını şekillendiren her türlü itikâdî nizama, aynı şekilde insanların sos-
yal hayatlarını düzenleyen her türlü hukukî sisteme din denilmektedir. İnsanın âdet haline getirdiği ve yaşam tarzı olarak benimsediği her şey -hayır olsun, ma’siyet/şer olsun- onun dinidir. Yine hayır olsun şer olsun bu dünyadaki yaşam tarzının, inanç, söz ve davranışlarının karşılığı olarak ahirette alacağı ceza veya mükâfata da din denilmektedir. Buna göre dinler, hak din ve bâtıl dinler olmak üzere temelde iki kısma ayrılmaktadır. Nitekim Allah azze ve celle’nin, “O, peygamberini hidâyet ile hak din ile gönderendir. Çünkü onu -müşrikler hoş görmese bile- bütün dinlere üstün kılacaktır.” (13) sözünde bir kefeye hak din, diğer kefeye de bütün dinler konulmuştur. Böylece Allah Teâlâ dinleri hak din ve bâtıl dinler olmak üzere iki kısma ayırmıştır. a) Hak Din: “Allah katında tek (hak) din İslâm dinidir.” (14) İslâm dini bütün peygamberlerin dinidir. Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler sallallâhu aleyhim ve sellem İslâm dinini tebliğ etmişlerdir. İnsanlık tarihi boyunca peygamberlerin getirdiği hak din İslâm’a tâbi olanlara “Müslümanlar” denilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
9. Beyyine; 5 10. Tevbe; 33 11. Fîruzâbadî, Besâiru zev’it-Temyîz: 2/615- 617 12. Rûm; 30 13. Saff; 9 14. Âl-i İmrân; 19
Şaban 1440
25
"O, peygamberini hidâyet ile hak din ile gönderendir. Çünkü onu -müşrikler hoş görmese bile- bütün dinlere üstün kılacaktır." (Saff; 9)
“Allah uğrunda/yolunda hakkıyla cihad edin. Sizi O seçti. Dinde size güçlük vermedi. Atanız İbrahim’in milletine (dinine) uyunuz! Önceden de, bu Kur’an’da da sizi “Müslümanlar” diye O adlandırdı. Tâ ki Rasûl size şahit olsun, siz de insanlara karşı şahitlik edesiniz. İmdi; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a güvenin. Mevlânız O’dur. O ne iyi ve ne güzel Mevlâ, ne iyi ve ne güzel yardımcıdır.” (15) Yine Allah Teâlâ pek çok peygamberin kıssasına değindikten sonra şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki bu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Sizin Rabbiniz de Ben’im. O halde yalnız Bana ibadet edin.” (16) Allah Teâlâ’nın inzâl buyurduğu Tevrât, İncil, Zebûr, Kur’an-ı Kerim ve diğer peygamberlere indirilen sahi15. Hacc; 78 16. Enbiyâ; 92
26
Nisan 2019
felerin hepsi dinin temel esaslarında müttefiktir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman etmek; dini korumak, canı korumak, ırzı korumak, malı korumak ve aklı korumak ile ahlâkî esaslar gibi temel hususları bütün peygamberler ve tüm kitaplar beyan etmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed ve son kitap Kur’an-ı Kerim ise bu hususları bütün tafsilatıyla beyan etmiştir. Değişen ise, sadece zaman ve zemine göre farklı olabilen bazı hükümlerdir. İtikâdî esaslar ve ahlâkî prensiplerde herhangi bir değişim olmamıştır. Bundan dolayıdır ki Allah azze ve celle, Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde hem bize indirilene ve hem de bizden önceki peygamberlere indirilene, aynı şekilde istisnasız bütün peygamberlere iman etmemizi emretmiş; Allah’ın indirdiği kitaplardan herhangi birini inkâr eden veya peygamberler arasında ayrım gözetip bir kısmına iman ederek diğer bir kısmını inkâr edenlerin kâfir olacağını beyan etmiştir. Peygamberlerden birini inkâr eden, hepsini inkâr etmiştir. Çünkü hepsini gönderen tek bir Zât’tır ve hepsinin getirdiği tek bir dindir. Nitekim Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyada da ahirette de insanların arasında Meryem
oğluna en yakın benim; çünkü benimle onun arasında başka bir peygamber yoktur. Bütün peygamberler baba bir kardeşlerdir; anneleri farklı olup, dinleri tektir.” (17) Yani iman esasları aynı olup, getirdikleri şeriatların hükümlerinde farklılık bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim Allah Teâlâ’nın son kitabı olup, diğer kitaplar üzerinde hâkim ve onları neshedici konumda olunca; onların hükümlerinden kıyamete kadar bâki kalmaya elverişli olanları takrir etmiş, önceki peygamberlerin zaman ve zeminlerine has olan hükümleri de kaldırıp neshetmiştir. Böylece Peygamber Efendimiz’in gönderilişinden kıyamete kadar Allah Teâlâ’nın insanlık için razı olduğu hak dinin tek kaynağı Kur’an-ı Kerim ve onun tefsiri Sünnet’i Seniyye olmuştur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bugün dininizi kemâle erdirdim. Nimetimi üzerinize tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı razı olup seçtim.” (18) b) Bâtıl Dinler: Hakkın dışında ancak bâtıl ve dalâlet vardır. İslâm dışındaki bütün dinler de bâtıldır. Bu dinler ister aslı itibariyle ilâhî olup, daha sonra beşer elinin karışması ve tahrif etmesi sonucunda orjinliğini yitiren Yahudilik ve Hristiyananlık olsun; ister de sırf beşer hevâsının ürünü ve yeryüzü kaynaklı olan kapitalizm ve komünizm gibi dinler olsun farketmez. Hepsi de bâtıl ve dalâlettir. Yine
"Bugün dininizi kemâle erdirdim. Nimetimi üzerinize tamamladım. Ve size din olarak İslâm'ı razı olup seçtim." (Mâide; 3)
bu dinlere tâbi olanların Allah’ın varlığını kabul etmeleri, kâinatın yaratıcısının, düzene koyucusunun ve canlıların rızıklarını verenin Allah olduğunu kabul etmeleriyle birlikte itaat veya ibadette O’na ortak koşan müşrikler olmaları ile Allah’ın varlığını inkâr eden mülhidler/kâfirler olmaları arasında da fark yoktur. Bütün bunlar bâtıl ve dalâlet olmakta ortaktırlar. Fakat İslâm, hukuk bakımından bu bâtıl dinleri ikiye ayırmış ve bazı hükümlerde onlara farklı muâmelede bulunmuştur. 1- Ehli Kitab olan yahudiler ve hıristiyanlar: Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kitab ehlinden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Peygamber’inin haram kıldığını haram saymayan ve
17. Buharî: 3442, 3443; Müslim: 2365 18. Mâide; 3
Şaban 1440
27
hak dini (İslâm’ı) din edinmeyenlerle, küçülmüş kimseler olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” “Yahudiler: “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih (İsa) Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveleyip söyledikleri sözleridir. Onlar bu sözlerini kendilerinden önceki kâfirlerin sözlerine benzetirler. Allah, bunları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar?!” “Onlar, hahamlarını (yahudi din adamlarını), ruhbanlarını (hıristiyan din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka Rabbler edindiler. Hâlbuki onlara, ancak bir olan Allah’a kulluk etmeleri emrolunmuştu. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (19) Bu ayet’i kerimeler kat’i olarak şu üç hakikati ifade etmektedir: a) Yahudiler ve hıristiyanlar gereği gibi Allah’a ve ahirete iman etmedikleri, İslâm’ı reddettikleri, Üzeyr’in ve İsa Mesih’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia ettikleri, hahamlarını ve ruhbanlarını Rabbler edinerek onlara ve özellikle de İsa Mesih’e taptıkları için müşriktirler. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikati ifade eden sayılamayacak kadar çok ayet’i kerimeler mevcuttur. b) Bununla beraber İslâm devletinin hâkimiyetini kabul ettikleri ve cizye verdikleri sürece İslâm devletinin hâkimiyeti altında adâlet ve emniyet 19. Tevbe; 29 - 31 20. Tevbe; 36
28
Nisan 2019
içerisinde yaşamalarına izin verilmiştir. Bu hüküm hususunda mecûsiler de âlimlerin ittifakıyla Ehli Kitab’a ilhâk edilmiş ve onların da semâvî bir kitaba sahip oldukları şüphesi üzerinde durulmuştur. Ancak bu konuda kat’i bir nass bulunmamaktadır. Bundan dolayı biz mecûsileri ikinci kısımda zikrettik. c) Cizye vermeyi kabul etmemeleri durumunda müslümanların onlarla savaşmaları farzdır. 2- Ehli Kitab dışında kalan diğer bütün müşrikler ve mülhid kâfirler; bu mücrimlerin yolları açık bir şekilde belli olsun diye Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şirk ve küfrün bütün sebeplerini, çeşitlerini ve acı sonuçlarını detaylı bir şekilde beyan etmiştir. Budizm, mecûsilik, kapitalizm, sosyalizm/komünizm, laiklik, demokrasi, faşizm/milliyetçilik, ateizm, deizm ve diğer eski-yeni bütün şirk ve küfür yolları tek bir din ve bu dinin müntesipleri de müşrikler ve kâfirlerdir. Zira küfür tek millettir. Allah Teâlâ bütün bu müşrikleri bir taraf, İslâm ümmetini de bir taraf kabul edip bu iki taraf arasında amansız bir savaş olduğunu beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa, siz de onlarla topluca savaşın. Bilin ki Allah, mutlaka takva sahipleriyle beraberdir.” (20) Kendilerini İslâm ümmetine nisbet etmeye çalışsalar bile münafıklar ve mürted tâifeler de şirk ve küfür
kampına dahildirler. Günümüzde de açık bir şekilde müşahede ettiğimiz üzere mürted ve münafıklar içeriden, yahudi, hıristiyan ve müşrikler de dışarıdan İslâm ümmetine karşı amansız bir savaş yürütmektedirler. Allah azze ve celle bu savaşın dünyadaki yapısı ve ahiretteki sonucu hakkında şöyle buyurmaktadır: “İman edenler, yahudiler, sâbiîler (yıldızlara ve meleklere tapanlar), hıristiyanlar, mecûsiler (ateşe tapanlar) ve şirk koşanlar var ya; şüphesiz ki Allah kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir.” “Göklerde bulunan kimselerin, yerde bulunan kimselerin, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve birçok insanın muhakkak ki Allah’a secde ettiğini görmedin mi? İnsanların birçoğunun da aleyhine azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa, artık onun için ikram edecek bir kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.” “İşte bunlar, Rabbleri hakkında davalaşan (mü'min ve kâfir) iki hasımdır. İnkâr edenlere ateşten
elbiseler biçilir; başlarının üstünden kaynar su dökülür. Onunla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Ayrıca onlar için demirden topuzlar vardır. Onlar, ızdıraptan dolayı ne zaman cehennemden çıkmak isteseler, oraya döndürülürler. Onlara: “Yakıcı azabı tadın” (denilir).” Şüphesiz ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri ise, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri de ipektir.” (21) Bu ayet’i kerimelerden açıkça anlaşıldığı üzere mü’minlerle müşrikler arasındaki mücadelenin merkezinde Allah’a kulluk etmek veya Allah’a kulluğu kibirlenerek reddetmek mes’elesi vardır. Allah’a kulluk eden ve sadece Allah’a kulluk edilmesi için mücadele eden mü’minler, cennette ebedî nimetlere mazhar olurken; Allah’a kulluk edilmemesi, şeytana ve kendilerine kulluk edilmesi için mücadele eden müşrikler de cehennemde sonsuza kadar yakıcı bir azabın içinde kalacaklardır. (Devam edecektir..)
21. Hacc; 17- 23
Şaban 1440
29
GÜNDEM ANALİZ Nedim Bal
EY İKİ YÜZLÜ HAÇLI EMPERYALİST BATI SİZE İNANALIM MI?
Y
eni Zelanda’nın Christchurch kentinde Cuma namazı saatlerinde iki camiye birden düzenlenen silahlı saldırısı sonucu 50 Müslüman kardeşimiz alçakça katledildi. Öncelikle bu saldırılarda hayatını kaybeden mü’min kardeşlerimize Allah’tan rahmet yakınlarına sabırlar dileriz. Haçlı emperyalistlerin Müslümanlara yönelik bu alçakça saldırıları ne ilk nede son olacak… İman ile küfür taraftarları arasındaki savaş kıyamete kadar devam edecek.
30
Nisan 2019
Bir Topluluğa Olan Öfkeniz Sizi Adaletsizliğe Sevk Etmesin! Bu saldırılar; dini veya ırkçı düşüncelerden doğan ‘ideolojik’ bir saldırı mıydı yoksa akıl hastası birinin, ya da girdiği mekânın neresi olduğunu bilemeyecek derecede alkol veya uyuşturucu almış bir bağımlının münferit/bireysel bir eylemi miydi? Bu katliam sadece; “kişisel davranış bozukluğu” şeklinde kaçamak bir izah ile geçiştirilebilir mi?
Niçin bu soruları soruyoruz? Çünkü haçlı emperyalist Batı dünyası kendisine yönelik en ufak bir eylem gerçekleştirenlerin isimleri Abdullah, Ahmet, Mehmet, Ayşe veya Fatma olduğunda bu eylemi yapanın psikolojisine, şahsın gerçek maksadına, alkol veya uyuşturucu bağımlısı olup olmadığına bakmaksızın en yetkili siyasi ağızların dünya haber ajanslarına son dakika haberi olarak geçtikleri başlıklar hepimizin malumdur; “Bu vahşi bir terör eylemidir” “Teröristlerle ve onların sapık(!) ideolojileriyle mücadelemiz devam edecek” “Teröristlerin zihniyeti tüm insanlık için büyük bir tehlike ve tehdittir. Bu zihniyet yok edilmelidir” Çünkü eylemi yapanın isminin Müslüman ismi olması, bu eylemlerin terör eylemi olması için yeterlidir! Orada suçun şahsiliği ilkesi, kişinin psikolojik davranış bozukluğu veya madde bağımlılığı var mı yok mu tüm bunlar hiç aranmaz, sorgulanmaz. Hem de bu saldırılara orijinal bir isimde bulunur; “İslamic Terror”. Bu sefer katledilen, hem de ibadethaneleri içerisinde ibadetle meşgul olurken katledilenler savunmasız Müslümanlar. Peki, katleden kim? Brenton Tarrant isimli kendi ifadesiyle beyaz Avrupalı bir Hristiyan. Yani hem ismi Avrupalı hem de dini Hristiyan. Katlettiği insanlar ise Müslümanlar… O halde biz bu durumda peşinen ne dememiz gerekir? “Bu saldırı ‘Christian Terror’ saldırısıdır.
Ama biz inançlarımız ve adalet prensibimiz gereği peşinen, araştırmadan, gerçeği öğrenmeden böyle diyemiyoruz. Dolayısıyla biz Müslümanlar ikiyüzlü haçlıların yaptığı gibi yapamayız. Gerçekten bu saldırı bir meczubun, bir delinin, bir ayyaşın, bir eroinmanın, bir psikopatın veya cinnet geçirip ne yaptığını bilmeyen bir insanın eylemi olabilir. Bu durumda kendini bilmez birinin yaptığından dolayı o toplumun tümünü peşinen yargılamak ve suçlu ilan etmek bize emredilen adalet vasıfımızla bağdaşmaz… Çünkü Rabbimiz “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli Olun” diye emrediyor. (1) Dolayısıyla Müslümanlar ellerinden geldiği kadar adaletli olmaya, başkalarına iftira atmamaya ve meselenin hakikatini bulmaya gayret etmelidirler. Bize yakışanda, yapmamız gerekende budur. O topluluklara karşı haklı öfkeler duysakta…
Saldırının Ardındaki Zihin Dünyası Haçlı emperyalist batının siyasileri, bu alçakça saldırının akabinde yapılan katliamı hafif tonda kınamış fakat her zaman kullandığı o keskin dili kullanarak; “Bu bir terör saldırısıdır, bu bir nefret saldırısıdır, bu bölücü bir saldırıdır.” diyememiştir, dememiştir. Ayrıca katliam haberlerinin ilk saatlerinde saldırıyı yapanın “akli dengesi yerinde değildi, madde
1. Maide Sûresi 8.
Şaban 1440
31
bağımlısı psikolojik sorunları olan biriydi” şeklinde yalış kamuoyu algısı oluşturup meseleyi ‘kişisel davranış bozukluğuna’ indirgemeye çalışmaları da tam bir aymazlık örneğidir. Biz o soruyu tekrar soralım; bu saldırılar, dini veya ırkçı düşüncelerden doğan ‘ideolojik’ bir saldırı mıydı yoksa akıl hastası birinin, ya da girdiği mekânın neresi olduğunu bilemeyecek derecede alkol veya uyuşturucu almış bir bağımlının münferit/bireysel bir eylemi miydi? Bu katliam sadece; “kişisel davranış bozukluğu” şeklinde kaçamak bir izah ile geçiştirilebilir mi? Bizler bu saldırının arkasındaki gerçek sebebi tespit edebilmemiz için faalin inanç ve düşüncelerinin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Bu saldırı ideolojik amaçlı olup, hedefleri, planı, organizesi önceden belirlenmiş bir saldırı mıydı? Biz sondan başlayalım…Bu saldırı bir alkol, bir uyuşturucu veya bir cinnet krizinin neticesinde rast gele gerçekleşmiş sallapati bir saldırı değildir. Bu saldırı planlı ve organizeli bir saldırıdır. Çünkü; Birinci olarak; Saldırganın, yapacağı eylemi canlı yayında verebilmek için gerekli teknolojik araç, gereç hazırlığını önceden yapmış olması, İkinci olarak; Saldırganın, hedef aldığı kitleye en ağır zararı verebilmek için yeterli miktarda silah ve teçhizat hazırlıklarını önceden yapmış olması,
32
Nisan 2019
Üçüncü olarak; Saldırganın, Müslümanların en çok bir araya geldikleri Cuma namazı saatini özellikle belirlemiş olması, Dördüncü olarak; Saldırganın, birinci cami saldırısının hemen akabinde hızlı bir şekilde bölgedeki ikinci camiye yönelerek aynı saldırıyı orada da gerçekleştirmiş olması, Beşinci olarak; Farklı yerlerde bombalı araçların tespit edilerek 4 kişinin yakalanıp etkisiz hale getirilmesi gibi detaylar bize gösteriyor ki bu alçakça saldırı önceden planlanmış organizeli ve kolektif bir saldırıdır.
Saldırının Gerçek Amacı Saldırı Öncesi Yayınlanan Manifesto Saldırıyı düzenleyen Brenton Tarrant isimli şahıs planlamış olduğu bu saldırıdan önce 74 sayfalık bir manifesto/ bildiri yayınlıyor. Yayınlamış olduğu bildiride katil kendi kendine sorular soruyor ve bu soruları yine kendisi cevaplıyor. Bu açıklamalarda geçen ifadeler terörist ve arkasındaki kolektif gücün zihin dünyası hakkında bize bazı ipuçları veriyor. İşte o bildiriden bazı bölümler; Kimsin? “28 yaşında sıradan bir beyazım. Avustralya’da bir işçi sınıfı, düşük gelirli bir ailede doğdum. Üniversitelerde ders çalışmak için sunulan hiçbir şeye büyük ilgi duymadığım için üniversiteye gitmedim. Ben sadece normal
bir ailede büyüyen beyaz bir adamım.” Saldırıyı Ne Zaman Planladın? “Yaklaşık iki yıl önce planladım. Saldırı için en iyi zaman ise dündü, bir sonraki en iyi zaman ise bugündü.” Saldırıyı Neden Gerçekleştirdin? “İşgalcilere (Müslümanları kastediyor), topraklarımızın asla kendi toprakları olmayacağını, anavatanlarımızın bizim olduğunu ve beyaz bir adam yaşadığı sürece, topraklarımızı asla ele geçirmeyeceklerini ve halkımızı asla değiştirmeyeceklerini göstermek için yaptım. Ne İstiyorsun? “Halkımızın varlığı ve çocuklar için geleceği inşa etmeliyiz. Siyasi izlenimlerim bana çözümün açık bir şiddet gerektirdiğini gösterdi.” Kimi Temsil Ediyorsun? “Kendi halkları arasında barış içinde yaşamak, kendi topraklarında yaşamak, kendi geleneklerini uygulamak ve kendi türlerinin geleceğine karar vermek isteyen milyonlarca Avrupalı ve diğer etnik milliyetçi insanları temsil ediyorum.” Bu İnsanları Neden Hedef Aldın? “İnsanlar (Müslümanları kastediyor) topraklarımı işgal etmeye ve etnik olarak kendi halkımı değiştirmeye çalışıyordu. İşgalcilerin (Müslümanların) doğum oranları yüksek buna mukabil Batı toplumunun doğum oranları ise çok düşük. Bunun doğal neticesi ola-
rak yıllar sonra kendi topraklarımızda bizler azınlık olacağız. Onlar (Müslümanlar) daha yüksek sosyal güven ve güçlü, sağlam geleneklerden oluşan açık, görünür ve büyük bir işgalci grubuydular.” Neden Saldırmak İçin Yeni Zelanda’yı Seçtin? “Yeni Zelanda’da yapılan bir saldırı, uygarlığımıza yapılan saldırının gerçeğini, dünyadaki hiçbir yerde güvenli olmadıklarını, işgalcilerin (Müslümanların) tüm topraklarımızda, dünyanın en ücra bölgelerinde bile bulunmamaları gerektiğini anlamaları için.” Bunun Terörist Bir Saldırı Olduğunu Düşünüyor musunuz? “Tanım gereği, evet. Bu bir terörist saldırı. Ama bunun bir partizanlık olduğuna inanıyorum. İşgal karşısında bir aksiyon göstermek gibi.” Saldırı İçin Herhangi Bir Pişmanlık Hissediyor Musun? “Yok hayır, işgalciler benden daha fazla öldürdüler.” Kişisel Olarak Müslümanlardan Nefret mi Ediyorsun? “Topraklarımızı istila etmeyi seçen bir Müslüman erkek ya da kadın topraklarımızda yaşayıp halkımızı değiştirir mi? Evet, onlardan hoşlanmıyorum.” Saldırdıklarının Masum Olduğuna İnanıyor Musun? “Onlar masum değil çünkü işgalciler. Bu topraklarda yaşıyorlarsa suçludurlar.”
Şaban 1440
33
“Ülkemiz için tehlikeli olan silahlı istilacıları öldürdüğünüzde en yüksek onura sahip halk kahramanı ilan edilirsiniz. Fakat milletimize, halkımıza zarar vermek isteyen silahsız istilacıları (Müslümanları kastediyor) öldürdüğünüzde ise bir canavar kabul edileceksiniz. Mahkemelere çıkarılacaksınız. Fakat asıl tehlike silahsız istilacılardır. (Müslümanları kastediyor). Çünkü silahlı istilacılara karşı askerimiz, silahımız ve yeteneğimiz var. Onlarla başa çıkabiliriz. Fakat silahsız istilacılara karşı nasıl karşı çıkacağımıza dair gerçek bir fikrimiz yok. Onlara saldıramayız ve hiçbir şekilde kendimizi savunamayız. Halbuki ikisi de milletimizi ve kültürümüzü yok etmeye çalışıyor. Silahsız işgalciler (Müslümanlar) silahlı işgalcilerden daha tehlikelidir” “Londra Belediye Başkanı olan Sadık Han, Britanya adalarında Britanya halkının etnik olarak yerinin alınmasının ve haklarından mahrum edilmesinin en açık işareti. Bu Pakistanlı Müslüman istilacı şimdi Londra insanlarının temsilcisi olarak oturuyor. Londinium (Antik Londra), Britanya adalarının tam kalbi. Beyazların yeniden doğuşunun bu istilacıyı ortadan kaldırmaktan daha iyi bir işareti olabilir mi?” “Kostantinopolis’e (İstanbul’a) gelecek ve bütün camiler ile minareleri yıkacağız. Ayasofya'yı minarelerden kurtaracağız. İstanbul bir kez daha Hristiyan toprağı olacak."
34
Nisan 2019
Hapishaneden Çıkacağını Düşünüyor Musun? “Ben Nobel ödülü kazanmayı beklemiyorum. Terörist Nelson Mandela bir zamanlar kendi halkı zafer kazanıp iktidara geldi. Hapsedildikten 27 yıl sonra, Mandela gibi aynı sebepten kurtulmayı bekliyorum.”
Silah ve Şarjörlerin Üzerindeki Yazılar Saldırıda kullanılan silah ve teçhizatın üzerine bazı yazılar önceden yazılmış ki bunlar tamamen kendi inanç grubuna ve Avrupa toplumuna subliminal mesajlar içermektedir. Yeni Zelanda’daki cami katliamını gerçekleştiren katil, Müslümanları öldürmek için kullandığı silah ve şarjörlerin üzerine bazı isimler yazmış. Şimdi saldırıda kullanılan silahların ve şarjörlerin üzerine yazılı isimlere ve bu isimlerin ortak özelliklerine dikkat edelim. -
Charles Martel (686-741): Frank Krallığı’nın önemli devlet adamı ve generali. 10 Ekim 732’de Endülüs Emevi ordusunu Potiers’de mağlûp ederek Müslümanlar’ın Avrupa’nın tamamını ele geçirmelerine engel olan ve Emevi ordusunu İspanya’ya çekilmeye zorlayan kişi.
-
Miloş Obiliç (1350- 1389) Karadağ soylusu.1389’daki Kosova Savaşı’ndan hemen sonra Birinci Murad’ı sırtından hançerleyerek öldüren ve Sırplar’ın asırlardan bu
yana “kahraman” olarak gördükleri kişi… -
Feliks Kazimiers Potocki (16301702):
Polonyalı
bir
asilza-
de.1683’teki İkinci Viyana Kuşatması’nda
Osmanlılara
karşı
savaşan ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’’nın kumandasındaki Osmanlı ordusunun geri çekilmesini sağlayan kişi. -
Michael
Szilagly
(1400-1460):
Macar generali ve Macaristan Kralının Naibi. Macaristan’ın güçlü bir devlet olması için çalıştı ama
-
Marko Antonio Bragadin (15231571): Venedikli amiral. İkinci Selim zamanında Kıbrıs’ı fethetmek için açılan seferde Türk kuvvetlerini durdurmaya çalışan kişi. 30 Temmuz 1571’de teslim oldu ama elindeki Türk esirlerin tamamını öldürttüğü ortaya çıkınca bu cinayetleri işlerken uyguladığı metodlarla, yani önce kulakları ve burnu kesilerek, ardından da derisi yüzülerek idam edildi. Kemikleri seneler sonra Venedik’teki bir kiliseye nakledildi ama masum esirleri öldürtmesi Avrupa’daki tarih kitaplarında yazılmadı, bunun yerine “Barbar Türkler, teslim olan Venedikli General’in derisini yüzdüler” şeklinde hatırlandı.
-
Josue Estebanez: İspanyol neonazi dazlak. 11 Kasım 2007’de Madrid’de Carlos Palomino’yu bıçaklayarak öldüren ve neonazilerin kahraman ilân ettikleri kişi.
Osmanlılar ile arasının bozulması üzerine İstanbul’a getirildi ve burada idam edildi. -
Davit Ağmaşenebeli (1073-1125): Gürcü Kralı. 1121’de Selçuklu ordularını mağlup
Didgori ederek
Savaşı’nda Güristan’dan
çıkartan kişi. Daha sonra “aziz” ilân edildi. -
Davit Sosan (Ölümü: 1207): Alan Prensi ve Gürcistan ordu kumandanı. Selçuklular’a karşı Gürcistan’a başarılar kazandıran kişi.
-
Dimitri Senyavin (1763-1831): Rus general. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 1806’da başlayan ve altı sene devam eden savaş sırasında Seydi Ali Paşa kumandasındaki
Türk
donanmasını
Çanakkale’de ve Limni’de bozguna uğratıp Ege’deki Osmanlı gücünü ortadan kaldıran kişi.
Şaban 1440
35
-
Alexandre Bissionette: 29 Ocak 2017’de Kanada’da bir camiye saldırarak altı kişiyi katleden terörist.
Evet, dikkat ederseniz saldırganın Müslüman katliamı yapmak için kullandığı silah ve şarjörlerin üzerinde yazılı isimlerin ortak özelliği; tarihte Müslümanlara karşı zafer kazanmış veya Müslümanları alçakça katletmiş kişiler olması. Bu isimler haçlı dünyasında din ve vatan kahramanı olarak anılan kişiler. Üstelik bu katilin kullandığı silah ve şarjörlerin üstündeki yazılı isimler hem tarih hem de dil uzmanlığı gerektiriyor. Çünkü bu sembol isimler ve onların hikayeleri öyle sıradan bir işçinin bilebileceği bir şey değil. Ayrıca bir diğer ilginç ayrıntıda bu sembol isimler yazılırken alfabeye özen gösterilmiş olması. Örneğin; Rus ve Sırp isimler Kril, Gürcü isimler Gürcü, Ermeni isimler de Ermeni alfabesi ile yazılmış. Burada verilmek istenen mesajlar açıktır. Birinci mesaj Müslümanlara yöneliktir. Adeta şöyle denmek istenmiştir; “Ey Müslümanlar korkun bizden! Tarihte bu atalarımız sizi nasıl mağlup ettiyse, sizi nasıl katlettiyse onların varisleri olan bizlerde onların yolunu sürdürecek ve sizleri bozguna uğratacak, sizleri katledecek, sizleri öldüreceğiz…Buna hazır olun”. Saldırının tarzıyla verilmek istenen ikinci mesaj ise haçlı ruhlu emperyalist Hristiyan topluluğunadır. “Ey
36
Nisan 2019
Beyaz Avrupalı Hristiyan kardeşim. Ayağa kalk. Kendine gel. Köklerine yönel. Senin topraklarına gelmiş, senin imkanlarına ortak olan Müslümanları ülkende yaşatma…Müslümanları yok et. Onları öldür. Çünkü onlar işgalci. Onlar vahşi. Bak senin ataların bunu yapmış sen de aynısını yap. İşte o zaman atalarını razı edeceksin” Evet, terörist ve arkasındaki kolektif gücün vermek istediği subliminal mesajlar tamda budur…
Bu Katliam hem İdeolojik hem de Kolektif Bir Terör Eylemidir Bu saldırı bir meczubun, bir ayyaşın, bir delinin, bir uyuşturucu müptelasının tevafuken rast gele düzenlemiş olduğu saldırı değildir. Bu alçakça saldırı; kişisel bir davranış bozukluğu ile geçiştirilecek basit bir saldırı da değildir. Müslüman kardeşlerimize yönelik bu katliam; amacı ve hedefleri olan, planlı, bilinçli, organizeli bir katliamdır. Üstelik bu saldırı bireysel bir organize değil, tam tersine arkasında hem siyasi hem de akademik bir desteğin olduğu kolektif bir organizedir. Kısacası bu katliam inanç/ideolojik odaklı bir saldırıdır.
İki Yüzlü Haçlılar ve Komünistler! Batı dünyası ve komünist Rusya’nın siyasileri Müslümanlara yönelik saldırıları hafif tonda da olsa kerhen kınadı. Çok büyük bir lütuf gösterdiler(!). Mest olduk. Meğer gavurlar Müslümanlara karşı ne kadar insancıl
ne kadar hassas düşünüyorlarmış (!) Gözlerimiz yaşardı(!) Peki sormak isteriz; Rusya, Amerika, Fransa, İngiltere ve İsrail’in; Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Mali’de, Yemen ve daha birçok yerde çoluk çocuk, bebek, kadın, yaşlı demeden camileri, evleri, okulları, hastaneleri uçaklarla bombalayıp Müslümanları diri diri yakması mı daha alçakça ve vahşice yoksa Yeni Zelenda’da ki saldırı mı daha alçakça ve daha vahşice? Yeni Zelanda’da ki saldırıyı ilk olarak kınayan ve ‘bu vahşi bir katliamdır, terördür’ diyen Rusya başkanı Putin mesela kalkıp da çatışmasızlık bölgesi ilan edilen Suriye’nin İdlip kentinde her hafta rutin olarak okullara, hastanelere, Pazar yerlerine saldırı düzenleyen ve Müslümanları cayır cayır yakan Rusya hava kuvvetleri komutanını da kınayabiliyor mu? “Bu vahşi saldırıları derhal durdurun” diye talimat veriyor mu? Yeni Zelanda'daki bu saldırıyı kınayan ABD, Fransa, İngiltere başta Irak olmak üzere Afganistan’da, Suriye’de, Mali’de Filistin’de yaptıkları katliamlardan dolayı kendi hava ve kara kuvvetleri komutanlarını kınayıp derhal bu alçakça, bu vahşice saldırıları durdurun diyorlar mı? Peki, işgal ettikleri Müslüman coğrafyada yaptıkları zulüm ve işkenceler arşı ala’yı titreten ve son 15 yılda 2 mil-
yonun üzerinde Müslümanı katleden bu kafirler topluluğunun kalkıp da Yeni Zelanda da ki katliamı kınamaları, duygusal mesajlar, tweetler paylaşmaları size de çok samimi geliyor mu? Yüzleri ve vicdanları kararmış Emperyalist Batı ile komünist Çin ve Rus siyasetçilerin bu ikiyüzlü tavırları sizi de tiksindirmiyor mu?
İstisnalar Kaideyi Bozmaz Hristiyan ve Yahudi alemi içinde dinimizden, inançlarımızdan ötürü bize düşmanlık etmeyen vicdanlı kimseler hiç yok mudur? Rabbimizin dediği gibi çok azda olsa vardır ve biz onlara karşı adil olmak zorundayız. (2) Yazımızın başında da söyledik; bizler, bir toplumun veya inanç mensuplarının hepsini aynı kefeye koyup peşinen toptan bir yargıya gidemeyiz. Onların içlerinde de bu zulümlere razı olmayan, isyan eden, eleştiren vicdan sahibi Hristiyan ve Yahudiler muhakkak vardır. Ama onların sesi soluğu bir noktaya kadar. Hatta bu iki yüzlü, çıkarcı sapkın haçlı emperyalist zihniyet o bir avuç vicdanlı halk topluluğunun gösterdikleri samimi itiraz ve tepkileri dahi kendi emelleri doğrultusunda kullanarak Müslümanlarda bir sempati oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Muhakkak ki Rabbimiz Doğru Söyler.. Şunu bilmemizde fayda var; dünya Müslümanları olarak zorlu süreçlere
2. bkz. Mümtehine, 8
Şaban 1440
37
doğru sürükleniyoruz. Bu zorlu imtihan süreçlerine karşı Müslümanlar olarak hem manevi hem de maddi hazırlıklar yapmak zorundayız. Çünkü Haçlı ve Siyonist zihniyetli kafirlerin anlayacağı tek bir dil vardır. O dilin adı da; güçtür, güçtür, güçtür...
Şayet
Yüce Rabbimizin “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (3) emri ilahisi haşa iş olsun diye bizlere bildirilmemiştir.
edilecek şeyler değildir.
İnsanı yaratan ve yaşatan Rabbimiz bize kat’i bir ilimle bu gerçeği haber vererek uyarmıştır. Bu mübarek ayet Rabbimizin biz mü'minlere en büyük merhamet tecellisidir. Çünkü yaratan Subhanahu Teala senin başına felaketler gelmeden önce seni uyarıyor. “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar..” (4) buyuruyor. Hristiyan haçlılar ve Siyonist Yahudiler hangi tarihte ve zamanda Müslümanlara karşı merhametli olmuşlar, dürüst olmuşlar ki bundan sonra olsunlar. 3. Enfal, 60. 4. Maide, 51.
38
Nisan 2019
Müslümanlar
olarak
gücü-
müz varsa ehli küfre karşı canımızın, ırzımızın, malımızın, neslimizin bir garantisi vardır. Yoksa, bu en temel haklarımız asla emperyalist, Siyonist, komünist kafirlerin kara vicdanlarına teslim edilerek korunacak, muhafaza İzzet ve şeref onların kokuşmuş cahili düzenlerinin ve toplulukların yanında değildir. Aksine izzet ve şeref Allah’a iman eden, salih amel işleyen, hak üzerinde olan ve Sabrı tavsiye eden muvahhid mü’minlerin yanındadır. Şu kesin ki; Allah’ın yardımı bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlenmiş, birbirine karşı merhametli, alçakgönüllü ve hüsniyetli olan mü'minlerin üzerinedir. Şu da kesin ki; birbirine karşı haset eden, kendi aralarında merhametsiz, hoşgörüsüz ve güvensiz Müslümanlara ise Allah’ın yardımı uzaktır. Rabbim
bizleri
muhafaza
buyur-
sun…… Selam ve Dua İle. Allaha Emanet Olunuz… ------------------------Kaynaklar Şarkul Evsat Son Dakika Haber
İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay
Astronomi ve Matematikte Bilge Bir Hükümdar:
ULUĞ BEY (1393-1449)
“İlmin hükümran olduğu bir ülkenin ferdi olmayı hükümdar olmaya tercih ederim.” (Uluğ Bey)
A
sıl ismi Muhammed Taragay bin Muinüddîn Şahruh Bahadır Mirza olan ve Güney Azerbaycan’daki Sultaniyye şehrinde 22 Mart 1394'te dünyaya gelen Muğisuddin Uluğ Bey, dedesi Timur Devleti hükümdarı olan ve bazı kaynaklarda “Asya Fâtihi” olarak adlandırılan Timur’un kendisine “Uluğ Bey” adı ile hitap etmesinden dolayı bu isimle tanınmıştır. Hatta bu isim, asıl ismi olan Muhammed Taragay’ı unutturacak şekilde tarihte kullanılagelmiştir.
Bu ismin verilme sebebi hakkında çok net bilgi bulunmasa da dedesinin ona verdiği değerin bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Dedesi Timur’un sevgisini yaşarken dedesinden gören Uluğ Bey, daha küçük yaşlarda Hindistan seferi (1398) sırasında Timur’a eşlik etmiştir. 10 yaşına geldiğinde aldığı dini eğitim ile hafız olmuştur. Arapça ve Kur’an ilimlerinde aldığı eğitimle kendisini geliştirmiştir.
Şaban 1440
39
Diğer yandan devlet yönetimi hakkında bilgi sahibi olmak adına Timur Devleti yönetim merkezi Semerkand civarındaki sarayda düzenlenen toplantılara katılmaya başlamıştır. 18 Şubat 1405’te Timur’un ölümünden sonra 1409’a kadar devam eden iç savaşın bitiminde devletin başına geçen babası Şahruh, Maveraünnehr genel valiliğini daha 16 yaşında bir genç olan oğlu Uluğ Bey’e verir. Bölgenin yönetimini babasının vefatına kadar toplamda 35 yıl elinde bulundurur. (1409-1446) Babası Şahruh döneminde devletin hâkim olduğu bölgelerde bilim ve sanat seferberliği başlatılmış ve farklı bölgelerden bilim insanı Semerkand merkezli devlet topraklarına gelmiştir. Şahruh, sade bir Müslüman olarak yaşamaya gayret etmiş ve halkından uzak bir hayatı yaşamamayı tercih eden bir kimse olmuştur. Hatta onun Cuma namazlarına yanında muhafızları olmadan gitmesi bu durumun bir göstergesiydi. Ancak onun bu tutumu, 1427’de bir suikastla şehit edilmesine neden olmuştu. Onun, haftanın 4 günü saraya hafızlar getirttiği, içki ve eğlence gibi tüm dünyevi zevklere şiddetle karşı çıktığı ve yasakladığına kaynaklarımız yer vermektedir.
Konu ile ilgili şöyle bir olay anlatılır: “1440 yılında Şahruh'un oğlu Cuki ve Ala’üd- Devle’nin evinde şarap olduğuna dair bir ihbar gelir. Ancak görevliler buraya girmek istemezler. Şahruh bunun üzerine görevlilerle beraber giderek şarapların dökülmesini sağlar.” (1) Babası Şahruh’un ölümünün ardından Uluğ Bey, devletin başına geçti. Salih bir babanın oğlu olan Uluğ Bey, her ne kadar hafızlık yapmış ve Kur’an ilimleri hakkında bilgi sahibi idiyse de babası kadar İslâmi hassasiyetleri gözetmemiştir. Konu ile ilgili şöyle bir olay anlatılır: “Uluğ Bey tarafından küçük oğlu Abdulaziz’in sünnetinden dolayı halka ve eşrafa avlularda şaraplar sunulmuştur. Durumu gören belediye başkanı ona çıkışarak «Sen Muhammed’in dinini mahv ile kâfirlerin adetini ithaf ettin” demesi üzerine sinirlenen Uluğ Bey ona “Seyitlerin halefi ve ilim sahibi olmakla şöhret sahibisin, artık ihtiyarladın. Sen galiba işkence içinde ölerek şehit olmak istiyorsun ve bunun için kaba sözler söylüyorsun. Fakat ben senin arzunu yerine getirmeyeceğim” demiştir. (2) İlmin öneminin farkında bir kimse olarak yaptırdığı ilk bina, Buhâra Medresesi’dir. Semerkand’da da aynı şekilde 1417’de başlanıp, 1421’de bitirilen bir medrese inşâ etmiştir. Yapıldıkları dönemde önemli ilim
1. Lâlifer Balibeyoğlu, Büyük Türk Astronomu: Uluğ Bey, Bilig-6, Yaz’97, s.159. 2. Lâlifer Balibeyoğlu, A.g.m, s.160.
40
Nisan 2019
merkezleri olarak kullanılmış olan bu medreseler, günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Semerkand’daki Uluğ Bey Medresesi’nin girişinde şu hadis yazılıdır: “İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslümana farzdır.” (3)
Semerkant Rasathanesi (Gözlemevi) Onun gerek valilik yaptığı dönem gerekse de devlet başkanlığı yaptığı dönemi, Semerkand ve Buhâra’da bilimsel ve sanatsal faaliyetlerin hızlandığı dönemdir. Çünkü o, ilim ve bilim adamlarını sarayına çağırarak bizzat onlarla ilgilenmiş ve onlara olanaklar sağlamıştır. Uluğ Bey “İlmin hükümran olduğu bir ülkenin ferdi olmayı, hükümdar olmaya tercih ederim” sözüyle ilme verdiği önemi en iyi şekilde anlatmıştır.
Bu dönemde özellikle de kendisinin ilgisinden de kaynaklanan astronomi alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Onun astronomiye olan ilgisinin çocukluk döneminde gördüğü Merağa Rasathanesi’nden (4) kaynaklandığı sanılmaktadır. O, bilim adamlarını gözeterek Semerkand’ı bilim merkezi haline dönüştürmüştür. Sarayında kütüphane kurdurmuş, çeşitli bölgelerde medreseler yaptırmıştır. Başta Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî’nin babasına yazdığı iki mektubu olmak üzere hemen hemen bütün kaynaklar, Uluğ Bey zamanında Semerkand’da bulunan âlimlerin çokluğuna işaret ederler. Astronomi ve matematikte ilk hocası Bursalı Kadızâde Rûmî (5), diğer bir hocası da Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî (6) olduğu düşünüldüğünde, onun bu alanlarda öne geçmesinin
3. İbn Mace, “Mukaddime”, 17. 4. Merağa Rasathanesi: Moğol Hükümdarı Hülagü Han emriyle 1259 yılında Nasuriddin et-Tûsî tarafından günümüzde İran sınırlarında yer alan Merağa kasabasında kurulmuştur. Günümüzde çok küçük bir kısmı ayakta kalmıştır. 2008 yılı Unesco tarafından “Merağa Rasathane Yılı” ilan edilmiştir. 5. Kadızâde Rûmî: Asıl adı, Selahattin Musa İbn Muhammed. Bursa Kadısı Koca Mahmud’un torunudur. Uzun süre Semerkant’ta kalması nedeniyle Anadolu'ya geldiği belirtmek anlamında, “Rûmî” lakabını almıştır. Osmanlı’nın önemli matematik ve astronomi bilgini olan Kadızâde Rûmî, aslen Bursalı’dır. Kendisine Musa Paşa da denilmiş, Osmanlı’nın ilk şeyhulislâmı Molla Fenâri’den matematik ve astronomi dersleri almıştır. Aldığı bu ilk eğitim ardından Horasan ve Türkistan taraflarına giderek eğitimini sürdürmeye devam etti. Uluğ Bey zamanında Gıyaseddin Cemşed’in vefatı üzere Semerkand Rasathanesi müdürü yapıldı. Aynı zamanda da Semerkand Medresesi baş müderrisliğine getirildi. Hayatı hakkında şöyle bir olay aktarılır: Bir gün Uluğ Bey, müderrislerden birini görevden uzaklaştırır. Kadızâde de bu durumu protesto için derslere girmemeye başlar. Onun hasta olduğunu zanneden Uluğ Bey, onu ziyarete gider. Ancak hiç de hasta bir hâli olmadığını görür. Kadızâde, karşısında bir devlet başkanı olarak duran Uluğ Bey’e şöyle der: “Biz müderrisliği, hiçbir kimseyle ilgisi olmayan bir görev zannederdik. Halbuki şimdi bunun da hüküm sahiplerinin elinde oyuncak olduğunu gördük. Öyleyse biz de dersten vazgeçtik.” Bunun üzerine Uluğ Bey, görevden aldığı müderrisi eski görevine iade eder ve bir daha bu işlere karışmayacağını açıklar. 6. Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî: Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Gıyaseddin Cemşid, 14.yy sonlarında Kaşan’da doğmuştur. İlk öğrenimini doğduğu bölgede aldıktan sonra Uluğ Bey’in daveti üzerine Semerkand’a gelmiştir. Onun matematik ve astronomi alanındaki bilgileri, bir çok bilim adamına fayda sağlamıştır. Ondalık kesirleri ilk defa o kullandı. “Uluğ Bey Zîci” adlı eserin önsözünde, 1429 (H.833) senesinin sonbaharında Semerkand’da öldüğü bildirilmektedir.
Şaban 1440
41
altında yatan etken de ortaya çıkmış olacaktır. Dönemin alandaki diğer önemli bir ismi, Ali Kuşçu'dur. Uluğ Bey ve Kadızâde Rûmî, Ali Kuşçu gibi bir bilim adamının yetişmesinde öncü olmuştur. Görüldüğü üzere Uluğ Bey hem öğrenmiş hem de öğrendiklerini diğer insanlara öğretmesinden dolayı hükümdarlık yanında bilgeliğiyle ön plana çıkmış bir kimsedir. Hatta onun astronomi alanında, dünyanın sayılı kişilerden olduğu söylenmiştir. Kendisine “15.yy astronomu” denilerek, alandaki değeri ifade edilmiştir. İranlı yazarlara göre, Uluğ Bey en zor geometri problemlerini çözebilen bir matematikçi ve büyük bir astronomdu. Türkiye’nin yetiştirdiği bilim tarihi uzmanlarından Ord. Prof. Aydın Sayılı, 1960’ta yayımladığı “The Observatory İn Islamand İts Place İn The Gene-
ral History Of The Observatory (İslâm Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane Tarihi İçindeki Yeri)” isimli eserinde, rasathanenin/astronominin doğuşunu İslâm medeniyetine borçlu olduğunu ilmî anlamda ortaya koymuş ve şu tespiti yapmıştır: “Mısırlılar ve Mezopotamyalılar’dan başlayarak medeniyetimizin meydana gelmesinde doğrudan doğruya rol almış olan medeniyetlerde, rasathaneye ilk defa İslâmiyet’te rastlanır. Bu anlamıyla rasathane, Türk ve İslâm medeniyetinin meydana getirdiği ve dünya medeniyetine sunduğu bir kuruluştur.” (7) Astronomi alanındaki çalışmalar meyvelerini verip, Semerkand Rasathanesi (Gözlem Evi)’nin bitirilmesinin ardından daha önce çalışmalarda bulunan Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî ve Kadızâde Rûmî’nin müdürlüğünün ardından Ali Kuşçu rasathane-
7. İsmail Çolak, Astronomi Semasının Yıldızı: Uluğ Bey, Somuncubaba Dergisi, Yıl:22, sayı.181, s.58-61.
42
Nisan 2019
nin başına geçmiştir. Üç katlı olarak inşâ edilen bu rasathane, dönemin en modern rasathanesi unvanını taşımaktadır. İlk müdür el-Kâşî, Uluğ Bey için “Gözlem evinin sahibi” ifadesini kullanmıştır. Dünyaca meşhur bilim tarihi otoritelerimizden Prof. Fuat Sezgin, şöyle demiştir: “Kurduğu rasathane, çağının en modern usullerle gözlem yapan, araştıran, inceleyen, bilimin aydınlığını yayan bir ilim irfan merkeziydi.” (8) Rasathanedeki aletler aracılığıyla Güneş, Ay, gezegen ve yıldızların yükseklikleri yanında önemli Astronomik bilgilere ulaşılması da sağlanabiliyordu. Bu dönemde elde edilen bilgiler, bugün bu alanda elde edilen bilgilere çok yakın değerlerdedir. Rasathane sayesinde elde edilen bilgilerden yeni gözlemler yapılmaya devam edilmiş ve bu bilgiler ile “ Zîc-i Gürgani” (9), “ Zîc-i Cedidi Sultan” ya da “Zîc-i Uluğ Bey (Uluğ Bey’in Astronomi Cetvelleri)” adlı yıldız katoloğu hazırlamıştır. (10) Bu katalogların 1437 yılında tamamlandığı kabul edilmektedir. Dünyaca ünlü İngilizce Kültür Ansiklopedisi (Encyclopedia Brittanica) gözlemevi hakkaında şunları belitir: “En üretken İslâmi gözlemevi, Timurid prens Uluğ Bey tarafından
1420 sıralarında Semerkand’ta yaptırılan gözlemevidir...” (11) Bu çalışma ülke dışındaki astronomi bilginlerinin ilgisini çekmiş, kendisinden sonra gelenlere önemli bir kaynak olarak tercüme edilmiştir. XVII. yüzyılda, İngiltere’de Greenwich Gözlemevi’ni kuran John Flamsteed (Con Fileymstid) “Britanya Gök Tarihi” adlı eserini hazırlarken, Zîc-i Uluğ Bey’den yararlanmıştır. Kataloğun hazırlanmasında Ali Kuşçu’nun büyük destekleri olmuştur. Uluğ Bey’in diğer bir önemli çalışması da gökyüzü üzerine hazırladığı haritasıdır.
8. İsmail Çolak, A.g.m. 9. Zîc: Gök cisimlerinin yerlerini ve hareketlerini göstermek için düzenlenmiş cetvel. 10. Hazırlanan katalog, 1018 yıldız içermektedir. 11. Aziz Yardımlı, Uluğ Bey.
Şaban 1440
43
Osmanlılar’da on altıncı yüzyılın başlarından itibaren ‘zîc’ denildiğinde, “Uluğ Bey Zîc”i akla gelmektedir. Bunun nedeni, eserin hazırlanmasında büyük etkisi olan Ali Kuşçu’nun Fatih Sultan Mehmed devrinde Osmanlı Devleti’ne çağırılması ve bu davetin olumlu cevap bulmasıdır. Bir kaç yıl gibi kısa sürede, Ali Kuşçu’nun desteklerinin olduğu bu çalışma medrese müfredatına dahil edilmiştir.
bir suikastle öldürüldü.
Ölümü
Oğlunun
Uluğ Bey, Horasan Seferi sırasında oğlu Abdullatif arasında anlaşmazlık çıktı ve bu anlaşmazlık zamanla baba ve oğlu karşı karşıya getiren bir savaşa dönüştü. Oğlunun üstünlüğünün olduğu bu savaş, Semerkand yakınlarındaki Dimşik’te 1449 Eylül ve Ekim aylarında gerçekleşti ve Uluğ Bey savaşı kaybetti. Savaşın kaybedilmesindeki en büyük etkenlerden biri, Uluğ Bey’in tarafında yer alan kumandanların savaşın kızıştığı anda oğlu Abdullatif’in tarafına geçmesidir. Babası Şahruh’un ölümünden sonra iki yıl hükümdarlık yapabilen Uluğ Bey, savaşın kaybedilmesinden ve oğlunun iktidarı ele geçirmesinden bir müddet sonra çıktığı hac yolculuğu sırasında oğlu Abdüllatif (ö. 854/1450) tarafından öldürtüldü ve dedesi Timur Hanın yanına defnedildi. (10 Ramazan /85327 Ekim 1449) Babasının öldürülmesinin üzerinden daha bir yıl geçmeden Abdullatif de
44
Nisan 2019
Oğlu babasını öldürtmekle kalmayarak, büyük emekler uğrunda yaptırılan dönemin modern astronomi merkezi olan Semerkand Rasathanesi’ni de yıktırdı. 1908’de bir Rus bilgini olan V. L. Vyatkın bu rasathanenin tam mevkisini bildiren kitabeyi bulmuş ve yapılan arkeolojik kazılar sonucu bu rasathanenin kalıntıları tekrar ortaya çıkartılmıştır. yönetimi
ele
almasının
ardından, bilgin kimseler farklı bölgelere dağılmışlardır. Böylece Semerkand’ın bir ilim merkezi olma durumu sonlanmaya başlamıştır. Milletlerarası
Astronomi
Derneği
tarafından Ay’ın görünen yüzünde bir bölgeye, “Uluğ Bey Krateri” adı verilmiştir.
-------------------------
Kaynaklar - Söylemez, Orhan. Adil Yakuboğlu’nun Tarihi Romanı: Uluğbey’in Hazinesi, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 10 (1998), s.301-307. - Unat, Yavuz. Uluğ Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.42, s.127-129. - Zîc-i Uluğ Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.44, s.400-401. - Timurlular Devri ve Uluğ Bey’in Bilimsel Çabaları. - Fazlıoğlu, İhsan. Osmanlı Felsefe Biliminin Arkaplanı: Semerkand Matematik-Astronomi Okulu, Dîvân İlmî Araştırmalar, sy. 14 (2003/1), s.1-66.
YAKIN TARİH Furkan Uyanık
ORTADOĞU MESELELERİNDE ÖNEMLİ BİR NOKTA:
ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI-2
S
iyonist-Haçlı ortaklığından ve saldırılarından defaten bahsetmiştik... Bu ortaklığın çalışma sahası yalnızca Ortadoğu değil, Türkistan (aslında günümüzde burası Orta Asya olarak bilinse de 1905 yılında İngilizlerin dünya kamuoyuna bu coğrafyada Müslümanların yaşadığını unutturmak için ortaya attığı bir isimdir Orta Asya. Aslında buranın adı Türkistan veya Türkmenistan) değil, Balkanlar değil, Afrika değil, tüm Dünya’dır. Maalesef Müslümanlar için günümüzde
Ortadoğu sıradanlaştı. Dünyanın her yerinde bizden beklenti en üst safhada, özellikle Afrika’da. Lakin Afrika’yı çok az gündemimizde tutmaktayız. Bugün sadece Calvinistlerin 4 milyon yetimi vardır. Yani devşirilmeye hazır 4 milyon adamları bulunmaktadır. Calvinistler gibi onlarca Siyonist-Haçlı ortaklığının ürünü kurum ve kuruluşlar dünyadaki İslam düşmanlığını arttırıyor ve terör olaylarıyla Müslümanları katlediyor, bunu da devşirdikleri adamlarla sağlıyor. Batı zihniyeti
Şaban 1440
45
1948 Arap-İsrail savaşını Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-İsrail savaşı ise İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir.
200 yılı aşkın bir sürede, sistemli bir şekilde dünyanın her bir noktasında operasyonlar
yapmaktadır.
Birkaç
gün önce Yeni Zelanda’da sanki bir oyun oynarcasına Müslümanlar katledildi. Bütün bunların bedeli elbet sorulacaktır. Buradaki mesele bizim ne yaptığımız ve ne düşündüğümüzdür. Saldırgan batı zihniyeti gücü yetmediği topraklarda, özellikle de ülkemizde düşünsel ve teknolojik saldırılarla zihin kontrolleri yapmaktadı. Nitekim başarılı da oluyorlar. Bütün dünyanın bizden beklentisi yüksekken, bizler de bu zihin kontrolüne karşı gelemeyip olayları çok çabuk unutmaktayız ve gündemimizden düşürmekteyiz. Tıpkı 1948, 1956 Arap-İsrail savaşlarında olduğu gibi
46
Nisan 2019
1967 ve 1973 savaşlarında da gözler ve kulaklar bize çevrilmişti lakin bizler o günlerde de bir şeyler yapmamıştık. Bugün bizler Haçlı-Siyonist saldırılarının temellerine inmez ve haçlı ortaklığının ana gayelerini tarihsel serüvenle tespit etmeye çalışmazsak bugünkü meseleleri hiçbir zaman anlayamayacağız. Müslümanların, detayına pek girmesek de yukarıda örneklendirdiğimiz meseleleri derin bir şekilde düşünmeleri gerekir. Kalemimizin mürekkebini daha fazla akıtmak istesek de şimdilik bu kadarıyla yetinmekteyiz. Bu ayki yazımızda ise yine Siyonist-Haçlı ortaklığının veya başka bir ifadeyle saldırgan batı zihniyetinin birlikte hareket ettiği 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşlarını sizlerle paylaşacağız. Rabbimizden niyazımız; bizim zihin dünyamızı açması ve Müslümanların, herkes gibi yaşayıp herkes gibi ölmenin bize yakışmayacağını anlaması, Müslümanca yaşamanın ve Müslümanca son nefesi vermenin haysiyeti ve şerefiyle huzuruna çıkmayı bize nasip etmesidir!
1967 Arap - İsrail Savaşı 1960-80 arası Ortadoğu gelişmelerinde, 1967 Arap-İsrail Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü bu savaşta İsrail’in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-İsrail meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getir-
miştir. Keza, bu savaş kendisinden önceki savaşlardan ve kendisinden sonraki Arap-İsrail savaşından da çok farklı bir mahiyette ortaya çıkmıştır. 1948 Arap-İsrail savaşını Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-İsrail savaşı ise İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir. Arapların 1967 savaşının çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç mühim sebep rol oynamış görünmektedir:
Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-İsrail savaşının başlangıcını 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği teşkil eder.
Başkan Nasır’ın gerek 1948 gerek 1956
Çoğunlukla Ürdün’de bulunan ve
savaşının ve her iki savaştaki yenilgi-
diğer Arap ülkelerine de dağılmış
nin intikamını almaya kararlı olması.
bulunan Filistinlileri teşkilatlandıra-
Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi.
rak bunları mücadeleye sevk etmek
Eğer İsrail’i yenecek olursa, intikamını
için
gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı
elinde bulunan Doğu Kudüs’te Birinci
zamanda kazandığı prestijle bütün
Filistin Kongresi toplandı.
Ortadoğu’da Mısır’a büyük bir üstün-
Kudüs
lük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi. 1956’dan beri Sovyet Rusya, Mısır ve Suriye’yi o kadar silahlandırmıştı ki, İsrail ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-İsrail savaşını Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.
1964
Mayıs’ında,
Kongresi’nde,
Ürdün’ün
9.maddenin
öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedain denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan el-Fetih kurulmaktaydı. Bu gelişmeler üzerine İsrail, fedain saldırı ve akınlarına karşı, kasım ayının ortalarından itibaren, misilleme-mukabele taktiğini tatbike başladı. Yani yapılan en küçük bir saldırıya karşı en ağır şekilde ve en ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Ocak-Nisan 1967
Bu sırada Amerika’nın Vietnam
döneminde Suriye, İsrail sınırlarında
bataklığına saplanmış olması ve dola-
küçük çatışmalardan, tank, topçu ve
yısıyla İsrail’in arkasında yer alama-
hava çatışmalarına kadar her türlü
yacağı düşüncesi.
faaliyet ortaya çıktı.
Şaban 1440
47
İsrail için 1967 Savaşı’nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri gerçekten İsrail’i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir.
Mısır iki cepheden İsrail’e karşı pozisyon aldı. Biri, Sina’yı tamamen kontrol altına almak suretiyle İsrail’e karşı doğrudan hareket imkanını kazanması ve arada BM kuvvetlerinin mevcut olmamasıydı. İkincisi ise Şarm el-Şeh’e askerini sokmakla İsrail’in Kızıldeniz’e çıkışı olan Tiran Boğazı’nı kontrol altına alıyordu. Nasır bununla yetinmedi ve 22 Mayıs’ta Tiran boğazını İsrail gemilerine ve 24 Mayıs’ta bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile İsrail’e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini engellemiş olmaktaydı. 23 Mayıs’tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek bir savaşı önleme çabalarına giriştiler. İki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyet-
48
Nisan 2019
lerinin hiçbir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs’ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Eğer savaş gelecek olursa bu topyekûn bir savaş ve hedefimiz de İsrail’i yok etmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi İsrail’le savaş için hazırız. Bu sefer 1956’daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık.” Al-Ahram gazetesinin baş yazarı Muhammed Heykel de aynı gün: “Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini İsrail’e kabul ettirebileceklerdir” diyordu. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı İsrail yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 07.30’dan itibaren havalanan İsrail uçakları Mısır, Suriye, Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar. Mısır’a yapılan baskında, İsrail uçakları Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak Mısır’ın batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır, Sina üzerinden değil. O kadar ki İsrail uçakları, Irak’a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı’nı bile bombardıman ettiler. Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılamaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve birçok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. İsrail kuvvetleri 3 gün içinde bütün Sina’yı ele geçirip 7 Haziran akşamı
Süveyş Kanalı’nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantara, ortada İsmailiyye ve güneyde de Port Tevfik’e ulaşmışlardır. Bu durumda Mısır’ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran’da İsrail ile ateşkesi kabul ederek, İsrail kuvvetlerinin kanalın öbür yakasına geçmesini engellemiştir. İsrail için 1967 Savaşı’nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri gerçekten İsrail’i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır’dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir İsrail kuvvetlerinin eline geçince, İsrail bütün Batı Şeria’yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de İsrail ile ateşkesi kabul etti. Suriyeliler de İsrail karşısında fazla dayanamadılar. İsrail kuvvetleri Golan Tepeleri’ni aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. İsrail kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam’dı. İşte tam bu sırada 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika’ya başvurarak İsrail ilerlemesi durdurulmadığı takdirde -askerî harekât da dahil- gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada İsrail kuvvetleri, Şam’a 40 mil mesafedeki Kuneitra’ya girmiş bulunuyordu. Dolayısıyla İsrail, Kuneitra’da durdu ve o gün saat 16.30’da İsrail ile Suriye arasında ateşkes başladı. 6 gün savaşı böylece sona ermiş oluyordu. (1)
1973 Arap - İsrail Savaşı Ekim 1973’te başlayan bu savaşa, Müslüman dünyasının Ramazan ayına rastlaması dolayısıyla Ramazan Savaşı ve İsraillilerin çok kutsal bir ayı olan Yam Kipur’a rastlaması dolayısıyla Yam Kipur Savaşı adı verilmiştir. Fakat esas adı itibariyle Yam Kipur Savaşı olarak adlandırılmaktadır. Bu savaşın amacı, daha öncekilerde olduğu gibi, İsrail’in haritadan silinmesi değil 1967 Savaşı’nda İsrail’in ele geçirdiği toprakların geri alınması ve bu suretle Arapların prestijinin tamiri ve yükseltilmesi idi. Bundan dolayı Sedat, Mayıs 1972’de SALT-I Antlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre önce Moskova’ya gitti. Fakat Sovyetler çok değişmişti. Şimdi Sovyetler adeta Amerika ile birlikte ortak bir Ortadoğu politikası takip ediyorlar ve bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını istemiyorlar, intibaını aldı. Dolayısıyla Sovyetlerden silah
1. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I-II: 1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, s. 701-710
Şaban 1440
49
kademe, Batı Sina’daki stratejik Khatmia, Gidi ve Mitla geçitlerini ele geçirmekti. Üçüncü kademe de bu geçitleri aldıktan sonra ilerleyip İsrail sınırlarına dayanmaktı. Mısır kuvvetleri 24 saat içinde karşı kıyıya geçip köprü başlarını kurmaya ve 500 tankı kurmaya muvaffak oldular. Şimdi ikinci hedef 20 mil ötedeki üç stratejik geçidi ele geçirmekti fakat bunu gerçekleştiremediler. Ancak 4-5 mil ilerleyebildida sağlayamadı. Bir yandan Sovyetlerin tutumu diğer bir yandan da 1971 Mayıs ayında Sedat’ın Moskova taraftarı Ali Sabri’nin darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalması, Sedat’ın Sovyetlerden dönmesine sebep oldu. Bunun neticesi olarak 17 Temmuz 1972’den itibaren 17.000 kadar olan Sovyet uzman ve danışmanlarını Mısır’dan çıkardı. Ağustos ayında da her iki devlet elçilerini geri çektiler. Sovyetler 1972 Sonbaharından itibaren tekrar Mısır’a yanaşarak Mısır’ın modern silah isteklerini karşılama hususunda kapıları aralamaya çalıştılar. Bu çabalamaların sonucu olarak 1973 şubatında Mısır ile Sovyetler arasında bir antlaşma meydana geldi. Yahudilerin en kutsal günü olan Yam Kipur’un tatil olduğu 6 Ekim 1973 günü Mısır ve Suriye kuvvetleri aniden İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. Mısır’ın hareket planı 3 kademeli idi. Birinci kademe kanalın doğu kıyısında köprü başları tutmaktı. İkinci
ler. 14 Ekim’de Barleo hattı denen İsrail cephesine büyük Acıgöl bölgesinde yaptıkları büyük bir taarruz başarısızlıkla neticelendi. Mısır’ın kuvvetlerini kırıp Mısır’a ayak bastılar. Mısır’ın üçüncü ordusunun durumu çok tehlikeli idi. Fakat iki Mısır ordusunun arasında kanalın batı yakasına geçen İsrail kuvvetlerinin durumu daha az tehlikeli değildi. Bundan dolayı her iki taraf da güvenlik konseyinin 22 Ekim 1973 günlü 338 sayılı kararını aynı gün akşamı kabul ederek çarpışmaları durdurdular. Ateşkese rağmen İsrail, Mısır üçüncü ordusunun etrafındaki çemberi tamamlamak için 23 Ekim’de çağrışmaları yeniden başlatınca yeni bir kriz doğdu ve bu kriz Amerika’yla Sovyet Rusya’yı karşı karşıya getirdi. Güvenlik konseyinin taraflar arasına Birleşmiş
Milletler
Kuvvetleri’nin
konulmasına dair 25 Ekim 1973 ve 340 sayılı kararı kabul edilerek 4. Arap-İsrail Savaşı sona ermiş olmaktaydı. (2)
2. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I-II: 1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, s. 711-723
50
Nisan 2019
NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz
ŞER ODAKLI ÇİZGİ FİLM VE ÖLÜM OYUNLARINA DİKKAT!
B
izleri İslâm ile hidayete erdiren Rabbimize hamd ederiz. Hidayet rehberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ e salat ve selâm olsun.
Peygamber aleyhi’s selâm’
Hidayet, bu dünya hayatındaki en büyük nimettir. Yediğinin tadını alır, giydiğinin kıymetini bilir, elindeki nimetlerin değerini anlarsın. Tüm sahip olduklarını Allah için sever, O’ndan gelen her şeye rıza gözüyle bakarsın. Böylece “dünya cenneti” ile mükafatlandırılırsın.
ateşe atılmak gibi görmek,
edici değiliz. Bunu zamanla
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.”
anlamaya başlarsın. Karşına
(Tahrim, 6)
ın
ifade
buyurduğu
gibi
Allah ve Rasûlünü her şeyden fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek ve iman ettikten sonra küfre dönmeyi hayatının en önemli üç şiarı olur. İmanın tadına bunlarla varmışsındır.
Sevdiklerinin
hatta
sevmediklerinin
bunu
tatmalarını
bile
istersin.
Ama ne sen ne de ben hidayet
Yusuf sûresi 103. ayet çıkar:
Şaban 1440
51
“Kendini zorlasan da insanların çoğu inanmazlar.” Üzülür ama yine de yoluna devam edersin. Çevrendeki herkesi ıslah edemeyeceğini bilsen de en azından ailenden, çoluk-çocuğundan sorumlu olduğunu bilirsin. İbn Ömer radıyallahu anhuma’ dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Amir, memurlarının çobanıdır. Erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibarıyla hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.” (1) Tahrim Sûresi 6. Ayet bir bomba gibi düşer beynine: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” Bu ayet ağır bir sorumluluk yükler sırtına. Çünkü onların cenneti veya cehennemi olacak yolu onlara sen göstereceksin. Çok dikkatli, uyanık, tuzaklara hazır bir gözle önde sen, arkada çocukların yürümelisin. Temkinli adımlarla ilerlerken tek muhatabın ailen ve çocukların değil.
Senin de bir ailen, akrabaların, arkadaşların ve tanıdıkların var. Kendine de zaman ayırmalısın. Tam da başkalarıyla meşgulken yanındaki evladını senin dikkatini dağıtarak, kendini güzel göstererek, “Bana güvenebilirsin, çocuğunu gönül rahatlığıyla bana teslim edebilirsin” sözleriyle seni kandırmaya çalışarak usulca çocuğunun elinden tutup azaba sürüklemek isteyen şeytanların varlıklarını unutmamalısın! Şeytan nasıl masum değilse, aletleri de masum değil! Çağımızda şeytanların lehine kullandığı aletlerin en tehlikelisi İnternet ve TV. Eskiden anneler, çocuklarının dışarıdaki kötü alışkanlıkları olan çocuklarla arkadaşlık edip hata etmesinden korkardı. Bunun için tedbirler alırdı. Şimdi ise bu bile masum kaldı. O günleri arar hale geldik. Evimizin içinde cirit atan karanlık arkadaşlardan korkar olduk. Elsa adını duydunuz mu? Umarım hiç duymamışsınızdır, çocuklarınız da hiç böyle bir isimle hemhal olmamıştır. Kendisi masum gibi görünen ama şer odaklarının iğrenç fikir ve kötü hedefleri için kullandıkları bir “çizgi film kahramanı!” Buzlar kraliçesiymiş. Disney’de yayınlanan ve çocukların çoğunun hayranlıkla seyrettiği ve hatta örnek aldığı bir çizgi film! Elsa’nın yeni filminin Kasım’da sinemaya gireceği söyleniyor. Fragmanı bile şimdiden 124 milyon defa izlenen film, yine en çok izlenenler arasına
1. Buhari, Cuma 11; Müslim, İmare 20; Ebu Davud, İmare 1,13; Tirmizi, Cihat 27
52
Nisan 2019
girecek. 52 dilde çevirisi yapılan filmi izlemeyen çocuk kalmayacak maalesef. Bilinçli, Allah’tan korkan ve İslâm ölçülerine dikkat eden seviyeli aileleri bundan istisna tutuyorum elbette. Allah onların sayısını artırsın. Aman dikkat! Elsa yeni bölümde lezbiyen. Bir bayana âşık olup onunla uygunsuz davranışlarda bulunacak. Ve bütün dünyadaki kız çocukları onu örnek alacak. Başımıza taşlar yağacak. Neler duyuyor nelere şahit olup da görmezden gelmeye alışıyor bu ümmet! Çocuklarımızın, geleceğimizin tertemiz beyinlerini iğrenç bir sapmayla kirletmeye çalışıyorlar. Lütfen dikkatli olalım. İzletmeyelim! Bu ve daha nice aynı hedef için yayınlanan çizgi filmlerde cinsel sapkınlığın en ileri seviyesi normalleştirilmeye çalışılacak. Nasıl razı oluyoruz anlamıyorum. Kendi rahatımız için hiç kontrol bile etmeden nasıl ciğerparelerimizi kirli ellere teslim ediyoruz. Daha önce ve halihazırda Rabbimizin İsra 32. ayette: “Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz o hayasızlık, iğrençlik ve kötü bir yoldur” buyurarak zinaya “yaklaşma” konusunda uyarmasına rağmen, zinanın normalleştirilmesi için film ve çizgi filmlerde uygunsuz sahneler teşhir edildiği halde hiçbir tepki vermediğimiz gibi buna da tepkisiz kalacağız. Gafletimizi kullanan sapkınlar, bu durumumuzdan yararlanmaya devam edecek ve durmayacaklar. Daha da ileri gidecekler. Ta ki biz bilinçlenene kadar.
İzin vermeyelim kardeşlerim! Evimizde bir zinakârın, bir eşcinselin dolaşmasına izin verir miydik? Ama dolaşıyor. Medya aracılığıyla yapılıyor bu. İslâm’da yapanın cezası ölüm olan lezbiyenlik, eşcinsellik normalleşmeye ve bir kesim tarafından hak olarak görülmeye başlıyor. Bunu dile getiren kesimin azlığına bakmayın! Çoğunluğun sessizliği, azınlığın fikrini normalleştirir ve yayılmasına sebep olur. Lezbiyenlik bütün alimlerin ittifakıyla haram değil mi? Lutilik yani eşcinsellikle ilgili Lut kavminin sapkınlığından bahseden ve bu durumu kınayan birçok ayet çıkıyor karşımıza. Peki hiç düşündünüz mü? Neden? Demek ki bu yüzyılda da görülecekmiş bu hayasızlık. İşte size Kuranın bir mucizesi daha.
Şaban 1440
53
Ebu Musa el-Eşari’ den rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Erkeğin erkeğe, kadının kadına yaklaşması zinadır.” (2) Durumun vahameti sadece bu çizgi film ile sınırlı değil. Hadi bu çizgi filmden çocuklarımızı uzak tuttuk. Daha yüzlerce şer odaklar tarafından kullanılan haramlar ve kötülükler
Çağımızda şeytanların lehine kullandığı aletlerin en tehlikelisi İnternet ve TV. Eskiden anneler, çocuklarının dışarıdaki kötü alışkanlıkları olan çocuklarla arkadaşlık edip hata etmesinden korkardı. Bunun için tedbirler alırdı. Şimdi ise bu bile masum kaldı. O günleri arar hale geldik. Evimizin içinde cirit atan karanlık arkadaşlardan korkar olduk.
telkin eden çizgi filmler var korumamız gereken çocuklarımızı. Özellikle Disney sanki bu iş için kurulmuş. Bu kanalda sadece cinsel sapkınlıkla ilgili iğrenç fikirler işlenmiyor çocuklara. Ayrıca satanizm ve ispritizma (ruhun ölmediğine inanma, ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış, ruh çağırma) gibi daha nice karanlık düşüncelere çekilmeye çalışılıyor çocuklarımız. Biz çocuklarımız yalnızca Allah’a kul olsun diye uğraşırken, Kuran okusunlar, her daim Allah’ı zikretsinler diye bin bir çaba peşindeyken, şeytan ve nefsi her seferinde onlara kötüleyip onların tuzaklarından uzak tutmaya çalışırken, farkına varmadan şeytanın ellerine nasıl da teslim etmişiz? Subliminal mesajlar veriliyor kardeşlerim birçok film ve reklamlarda çocuklarımıza. Yani bilinç altına yanlış düşünceler biz fark etmeden nakşediliyor. 2. Taberani, el-Kebir 20-198; Beyhaki, s. Kübra 8-233
54
Nisan 2019
Hâlâ çocuklarını oyalamak ve başından savmak için bu ellere teslim etmekte bir sakınca görmeyen yoktur sanırım. Çocuklarımızı sistematik bir şekilde yok eden, geleceğin sapkınları, katilleri ve satanist ve ateistleri yapmanın derdinde olanlardan uzak tutalım çocuklarımızı. Lütfen çocuklarımızla beraber seyredelim çizgi filmleri. Yanlış bir durum gördüğümüzde müdahale edelim, uyaralım, açıklama yapalım. Ki daha fazla kan kaybetmeyelim. Ümmetin bir damla dahi verecek kanı olmamalı yanlışa sapanlara. Çocuklarımızın imanına, namusuna, ahlâkına, edebine, dünya ve ahiretine dikmişler gözlerini. Kendileri zaten bu çukurda debeleniyorlar. Çocuklarımızı da o çukura çekmenin derdindeler. Bir ölüm oyunu olan “Mavi Balina” yı duymayan kalmamıştır. Onlarca çocuğun intihar etmesine sebep olmuştu. Şimdi de “Momo” diye başka bir katil oyunla muhatap oluyor çocuklar. İlk Whatsapp üzerinden daha sonrada Youtube’dan yaygınlaştığı söyleniyor. Bu vb. oyunlarda çocuklara birtakım telkinler yapılarak kendini öldürmeye zorlanıyor. Arjantin’de 12 yaşında bir çocuğun intihar etmesi Momo oyunuyla ilişkilendiriliyor. İngiltere’ de 5 yaşında bir çocuğun bu oyun sebebiyle saçını kestiği ve bu yüzden endişelerin arttığı belirtiliyor. Ülkemizde de bazı çizgi filmlerin yanı sıra oyun ve ürün tanıtımı ve minecraft oyununun videolarında görüldüğüne dair haberler verildi.
Düşündüğünde bile insanın kanını donduran bir tablo bu! Gözünden bile
sakındığın
evladının
intiha-
rına sebep olacaklar. Hem de kendi evinde. Hem de hiç fark ettirmeden. Hem de karşılığında kullanmak için paranı sarf ettiğin bir yolla bunu gerçekleştirecekler.
Çocuklarımız
biz fark etmeden böyle görüntülere maruz kaldılarsa neler yapabiliriz? - Öncelikle telefon veya tabletten Youtube, Google vs. arama motorlarına rahat girmemelerini sağlayalım, - Mavi Balina, Momo gibi isimleri çocukların duymasına ve görmesine müsaade etmeyelim. Çünkü bu da merakını artırıp izlemesine sebep olabilir. Telaş edip endişeleneceğinizi biliyorum. Ama aklında yokken çocuğun kafasına kendimiz bu fikri sokmayalım. Sakin olup neler yapabileceğimizi düşünelim. - Böyle bir şeye maruz kaldıysa gördüklerinin bir insan olmadığını ve ona doğrudan zarar veremeyeceğini anlatalım,
Şaban 1440
55
ellerini hiç kirletmeden çocuklarımızı intihara sevk ederek onların canlarına gözlerini dikmişler. Akıllı ve uyanık olduğumuz sürece emellerine ulaşamayacaklar inşallah.
- Çocuklarımızdaki davranış değişikliklerini gözlemleyelim ve onunla sürekli iletişim halinde olalım, - Mümkün olduğunca internete sınırlar getirelim. Ya da güvenli internet uygulamalarıyla çocuklarımızın maruz kalmasını istemediğimiz şeyleri filtreleyelim. Bildiğiniz gibi İslâm’da intiharı bırakın, ölümü istemek bile yasaktır. İntihar etmenin ahirette azabı büyüktür. “Kendinizi öldürmeyin.” (3) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “İple boğazını sıkarak intihar eden, boğazı sıkılarak azap görür. Herhangi bir bıçakla intihar eden cehennemde bıçaklanarak azap görür.” (4) Kendileri azaba layık oldukları yetmiyormuş gibi çocuklarımızı da buna sürüklüyorlar. İmanımıza, ahlâklarımıza ve evlerimize gözlerini diktikleri yetmiyormuş gibi şimdi de o kanlı 3. Nisa 29 4. Buhari 5. Tirmizi, Kıyamet 59
56
Nisan 2019
Gözünüzü korkutmak için bunları anlatmadım. Gözlerimizin önünde cereyan eden ama göremediğimiz bu tehlike için tedbir alalım diye yazdım. İmanımız güçlü olduğu, her daim hazırlıklı olduğumuz ve pes etmediğimiz sürece dünyanın hepsi bizi ve çocuklarımızı yıldırmaya, korkutmaya, uyutmaya, kötülüğe çekmeye çalışsa da Allah’ın izni ve yardımıyla hiçbir şey yapamaz. İbn Abbas diyor ki: Ben bir gün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ’in terekesinde idim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ey evlatçığım! Sana bazı kelimeler öğreteceğim. Allah’ın buyruklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızasını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile. Ve bil ki bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.” (5)
SERBEST KÖŞE Ümit Şit
MÜSLÜMAN GENÇLERİMİZİ İÇİNE ÇEKEN DERİN ÇUKUR: BOŞLUĞA DÜŞME HASTALIĞI, NEDENLERİ VE ÇÖZÜMLERİ
B
u yazımızda günümüzde
makalenin önce kendi nefsimize
yaşayan Müslüman genç-
ve daha sonra da Müslüman kar-
lerimizin boşluğa düştüğü
deşlerimize naçizane bir nasihat
durumları değil, Allah’ın izniyle Müslüman davetçi gençlerimizin, aktif hayatlarından sonra düş-
niteliği taşımasıdır. “Allah, iyiye ve güzele götürmek
tüğü ve düşeceği atıllıklara deği-
istediğinin göğsünü İslam’a açar;
nilmektedir. Yerlerin, göklerin ve
saptırmak dilediğinin de göğsünü
ikisi arasında kalanların sahibi
öylesine daraltıp tıkar ki, o, göğe
olan Allah Teâlâ’dan temennimiz,
yükseliyormuş gibi olur…”
(1)
1. Enam, 125
Şaban 1440
57
“Kendileri için hidayet yolu belli
olunmuş hayatlar. O hidayet ki yal-
olduktan sonra gerisingeri dönen-
nızca Allah’ın dilediğinden başkasına
leri, şeytan aldatıp peşinden sürük-
isabet etmez. O hidayet ehli hangi
lemiş ve kendilerini boş ümitlere
güzel hareketi, hangi güzel ameli,
düşürmüştür.” (2)
hangi mazlumun duası vesilesiyle
Allah sevdiği kullarını iyilik ve güzellikle tanıştırmak ister. Bu yüzdendir ki sevilen o kuldur ki İslam sancağına sıkıca tutunmaktadır. Çünkü iyilik ve güzellikten önce kötülük ve çirkinlikler içinde debelenmekteydi. Kötülüğün iyilik kılığına girerek bir bir çirkinlikler doğurduğunu çok iyi bilmekteydi. Kötülük bir bataklık, çirkinlikler ise bataklık üzerinde uçuşan sinekler gibiydi. Bu yüzden bataklığa düşmemek ve sineklerin dünyasından kurtulmak adına İslam’a sarılmıştı. O İslam ki kalpteki hüznü gözyaşlarıyla temizledikten sonra, yavaş yavaş mutluluk ekmeye başlıyordu. Daha sonra ise vücuttaki derin ürpertiler ile güzelliklere açılan kapıları, Fettah olan Allah bir bir açıyordu. Her açılan kapıdan çıkan güzellikler, ferdin hayatına anlam ve önem yükleyerek ilerliyordu. Fert öyle bir duruma geliyordu ki babasının adını İslam, kendisinin adını ise Müslüman olarak tanımlıyordu. İşte sözlerin en güzeli ile kimlik kazanıyor ve hayat buluyordu.
celp etmiştir. Allah kulunu sevmiş ve hidayete erdirmiştir. Peki ya sonra ne olacak? Kul hidayet nimetini iyi bir şekilde değerlendirerek salih amelden diğerine koşarken mi Allah’a canını teslim edecek? Yoksa hidayetten sonra dalaleti mi satın alacak? Hidayetten sonra dalalete düşmek gerçekten iflas etmenin tam tanımıdır. İblis ve aveneleri kesinlikle hidayete mazhar olan kulların peşinden koşmaktadır. Neden mi? Hidayet içinde olan bir kul daima şeytani sistemler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır da ondan. Bu tehdidi çok iyi bilen şeytanlar ordusu özellikle hidayete ermiş olan mümin gençleri sıkı takibe almaktadır. Gaflet uykusundan uyanışa geçmiş olan gençlerin
etkileri
tarihi
olayların
seyrini değiştirmiş, değiştirmekte ve değiştirecektir. Bu yüzden şeytanlar türlü türlü tuzaklarla özellikle Müslüman davetçi gençleri hedef tahtalarına koymaktadır. Gençlerin oluşturduğu listelerinin en başlarında böyle kapasiteli gençlerin isimleri yer almakta-
İşte gerçek iyiliklerin aslında hiçte
dır. Ölü gibi yaşayan gençler kimseyi
insanların düşündükleri gibi olma-
etkileyemezler ama hayat sahibinin
dığına şahittir bu hidayete mazhar
hayat bağışladığı gençler çevrelerine
2. Muhammed, 25
58
Rabbinin hoşuna gitmiştir ki hidayeti
Nisan 2019
hayat verirler. Bu durum ise şeytanların hiç de hoşuna gideceği bir durum değildir. Şeytanların planları cehennemdir. Gençleri cehenneme çekmek isterlerken, genç İslam davetçileri cennetin münadileridirler. Gündeminde cennet olmayan gençlerin gündemlerine cenneti, ahireti, Allah’ın kitabını, Rasûlullah’ın sünnetini taşırlar. Şeytanlar bu durumu savaş ilanı sayarlar ki ilk savaşı zaten kendileri başlatmış-
"Allah, iyiye ve güzele götürmek istediğinin göğsünü İslam'a açar; saptırmak dilediğinin de göğsünü öylesine daraltıp tıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur…” (Enam, 125)
lardır. Günümüz dünyası geçmişte olduğu gibi şeytanın taraftarları ile Allah’ın kulları arasında geçen bir savaşa şahitlik etmektedir. Geçmişe oranla bugün savaş kızışmıştır. Büyük bir savaş verilmektedir. Ancak birçok Müslüman gençler ve diğer Müslümanlar dünyada yaşanan olaylara farklı
anlamlar
yüklemektedirler.
Bunun sebebi kendilerinin anlam çıkaramamalarından dolayı başkala-
bilir. Ancak durum bu kadar basit ve ani gelişmemiştir. Her yükselişin bir inişi vardır. Her inişin ise bir yükselişi olduğu gibi. Önemli olan ise bu yükseliş ve düşüşü fark edebilmektir.
rının gündemleriyle amel etmeleridir.
Özellikle
Bu gafil Müslümanların dışında kalan
kanatlanmaya
davetçi Müslüman genç ve diğerleri
uğrağı haline gelen boşluk çukurları
olayların farkındadırlar ancak gaflet
bir hayli çoğalmaktadır. Genellikle
içerisinde olanların gaflet zerreleri
psikolojik rahatsızlığa yol açmakta,
üzerlerine bulaşmıştır. Bu sebeple yer
sonrasında ise tembelliğe ve başı boş-
yer gaflet uykusu zamansız bir şekilde
luğa sebep olmaktadır. Gençler ara-
bastırmaktadır.
uyuklaması
sında boşluğa düşen gençlerin çoğu
bu zamanda boşluğa düşme ismini
potansiyel sahibidirler. Zaten bu yüz-
almıştır. Allah sevdiği kulunun sap-
den boşluğa düşmektedirler. Aslında
masına razı olmadığından hidayeti
boşluğa düşme meselesi şeytanın
vermişken, o kul ki hidayetle hayat
gemisidir. Şeytanlar, Müslüman genç-
bulmuşken, bulduğu hayat ile hayat-
lerin önüne bir sürü plan koyarak akıl
lar kazanacakken nereden çıktı bu
karışıklığına yol açmaktadırlar. Akıl
boşluğa düşme meselesi şimdi denile-
karışıklığından kurtulmak için ise
Gaflet
yükseğe
ulaşma
çalışan
adına
gençlerin
Şaban 1440
59
yine şeytanlar kendi reçetelerini sunmaktadırlar. Şeytanların reçetelerin-
Boşluğa Düşme Hastalığının Nedenleri ve Çözümleri
deki çare ise bir süreliğine beklemektir. Böylelikle gençleri bir süreliğine bekletmek adına gemilerine bindirirler. Gemiye binen gençlerde zaman mefhumu alt üst olmakta ve bu bekleme süresi zaman geçtikçe genişlik kazanmaktadır. “Bekleyelim biraz”, “bakalım
zaman
ne
gösterecek”,
“içimden şu an gelmiyor ama daha sonra başlayacağım”, “programımda ama biraz bekleyelim” gibi söylemler şeytanın gemisinde yol alan gençlerin ağızlarından çıkmaktadır. Çünkü şeytan birçok sebep öne sürerek İslam ümmetinin neferlerini aktif halden pasif hale dönüştürme planları yürütmektedir. Boşlukta olan gençlerin bilinci yerinde olup amelde ‘pause’ moduna geçmişlerdir. Boşluğa düşme hastalığının nedeni büyük ölçüde iman zayıflığından doğan nefsi problemlere dayanmaktadır. Biz nedenleri açıklarken iman zayıflığından doğan bu sonuçlar aslında hastalığın nedenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şayet iman güçlenirse nefis zelil olacak. Böylelikle Müslüman bu dünyadaki problemleri ve ihtilafları geçici kabul edecek ve Allah’ın onun için çizdiği yolda duraksamadan ilerleyecektir.
60
1. Sohbet ve İlim Halkalarından Uzak Kalmak Şuurlu Müslüman daha önce içinde eridiği ve her daim müntesibi olduğu ilim ve sohbet halkalarından uzaklaşması ile kendi çukurunu kazmaya başlamaktadır. Nitekim Allah’ın kitabı kuranı ve Rasûlullah’ın pak sünnetini anlatan hadislerin zikredilmesi, anlaşılması için üzerinde düşünülmesi ve amel edilmesi için bir yolun bulunması süreci bu ilim halkalarında icra edilmektedir. Müslüman genç bu tür ilim yuvalarından uzak kalması ile başka bilgi mecralarına göç etme gereği duyacaktır. Çünkü insan meraklı bir yapıya sahiptir. Öğrenim süresi ömrünün süresi ile eşittir. Şayet kendini hak bilgi ile doldurmazsa batıl ya da malayani işlerin bilgileri ile esir alınacak ve daha sonra boşluk sürecine girecektir. Bu tür ortamlarda ilim ve ilim talep eden talebelerle olan ilişkiler kalpte derin bir ünsiyete sebep olmakta ve her daim kalp kendini yenileyecektir. Şayet kalp kendini yenilerse, tükenmeyecektir. Kalbi tükenen insanların ölü olduğu, tükenmeyen insanların ise hayat sahibi olduğu unutulmamalıdır. Kalp hayat bulursa bütün vücut hayat
Peki gençlerimizi bu duruma getiren,
bulacaktır. Nitekim Rasûlullah sallallahu
boşluğa düşme hatalığına duçar eden
aleyhi ve sellem’in
nedenler ve çözümleri nelerdir?
rinde yeterince durulmuştur.
Nisan 2019
hadislerinde kalp üze-
Kalbi sağlıklı olan kimse boşluğa
amelde
düşmez ve sadece hedefe kilitlenir.
vücut âtıl olmakta ve bildiklerimiz
O zaman ilmimizi arttırmanın yoluna
herkesin bildikleri gibi olmaya başla-
girmek adına “Ey Rabbim ilmimi
maktadır. Böylelikle kalp huzur bula-
arttır…"
(3)
diyeceğiz. Daha sonra ise
monotonlaşmamak adına ilimde her daim bir üst basamağa çıkmak adına gayret edeceğiz. Böylelikle nefislerimiz düzene girecek ve zihin dünyamız özgürlüğe kavuşacaktır. Aksi takdirde İmam Gazali rahmetullahi aleyhin de dediği gibi, “Bir mümin üç gün art arda ilim öğrenmeyi, kitap okumayı keserse manevi halleri alt üst olur. Kendisi fark etmese dahi.”
2. Gereğince Salih Amel Sahibi Olmamak
pratiğe
dökmediğimizden
mamakta ve boşluk çukuru derinleşmektedir. Amel etmek sevap getireceği gibi tembellik ve monotonluk duvarlarını da yıkıp atacaktır. Amel etmek kişi için bir hayırdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ bir kulun hayrını diledi mi ölümünden önce salih amel işlemede muvaffak kılar.”
(4)
Şayet gereğince salih amel üretmek için çalışmazsak çok konuşan bir ağzın sahibi oluruz. Böylelikle konuşacak şey bulamadığımız takdirde ise
Genelde çok konuşur, çok tartışı-
çok gıybet ve malayani konuşmaya
rız ama amel etme noktasında hep
başlarız. Böylelikle zihin ve manevi
hedeflediğimiz seviyeye gelememek-
dünyamız alt üst olur. Sahabe efen-
teyiz. Bunun sebebi tabii ki şeytanın
dilerimizi örnek almamız gerekmek-
birçok koldan saldırırken gerçekleş-
tedir. Az konuşur çok amel ederlerdi.
tirdiği vesvese oklarının hedefinde
Şöyle şöyle yapacağım demez, öyle
olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bir
öyle yaparlardı.
sadaka verecekken yarına ertelemek, bir yardımda bulunacakken daha süresi varmış demek, iyi bir iş yapacakken daha karlı sandığımız bir işe yönelmek bu oklardandır. Böylelikle
Salih amel sahibi olmak kalp amelleri ile alakalıdır. Zaten amel konusunda boşluğa düşmenin en büyük nedeni kalbi amellere gereken önemin veril-
birçok amelden geri durmaktayız.
memesidir. İlim vardır ama içsel-
Gereğince ve çeşitli olarak amel etme-
leşmemiştir. Kalbi ameller nefisleri
den yaşamamız bizi pasifleştirecektir.
teskin ederek toplum yararına olan
İlimde birçok şey bilmemize rağmen
amellerin inşasına yöneltir.
3. Taha, 114 4. Tirmizi
Şaban 1440
61
3. Takip Edilen Liderlerin Davranışlarındaki Çelişkilere Takılmak İslam davası kişilere değil ilkelere bağlıdır. Ancak her daim bir liderin yani imamın nezaretinde yol almak işlerimizi disiplin altına almamız adına ihtiyaçtır. Aksi takdirde her kafadan bir ses çıkması kaosa sebep olacağı gibi ileri gideyim derken geri gitmemize sebebiyet verecektir. Bu yüzden ehli sünnete ittiba etmiş liderlerin yol göstericiliğine ihtiyacımız vardır. Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır ki takip edeceğimiz liderler peygamber ya da melek değillerdir. Bu yüzden söyledikleri ve icra ettikleri meselelerin kuran ve sünnet çerçevesinde ele alınması ve sorgulanması elzemdir. Ancak her cümle ve hareketine muhalif olmak da doğru değildir. İtikadi meseleler sorguya açıktır. Ancak yöntem meselelerinde sadece nasihatte bulunmak evladır. Aksi takdirde lider beğenmeyen şıpsevdi bir anlayışa sahip olmamız içten bile değildir. Liderlerini davasının önüne geçiren nice gençler boşluğa düşmüştürler. Nitekim lider bir insan olup ve hataları olması gayet doğaldır. Hatalara tahammül edemeyen genç Müslümanlar liderlerini kutsamakta ve hatadan münezzeh bir duruma sokmaktadırlar. Bu anlayışı
ile karşılaşsalar hemen gönül ve zihin dünyaları dağılıverir. Bu şekilde davanın icrasında boşluğa düşerler. Kabuklarına çekilirler ve faaliyetleri icra etmedeki o eski şevklerinden uzaklaşırlar. Bu durum İslam davasında bir fitnedir. Bu yüzden takip edilen kişilere körü körüne bağlanmak yerine merhamet ve hikmet ölçüsünce nasihat edilerek yol alınması gerekmektedir. Buna karşılık takip edilen lider ise nasihatlere kulak tıkamamalıdır. Verilen nasihatleri yersiz yapılan nefsi eleştirilerden ayırt etme adına çaba sarf etmelidir. Herkese kulak veremem yapacak çok işim var ancak az vaktim var diyerek gelen nasihatlere tenezzül etmeyenlere ise şu nasihat yeterli olacaktır. “Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Rasûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”
(5)
4. Dünya Meşgaleleri Yüzünden Müslümanlarla Yeterince Sosyalleşmemek
dillendirmeseler dahi gönül dünyala-
Müslüman gençler; evlenince, iş haya-
rına bunu kabul ettirmişlerdir. Çünkü
tına girince ya da başka sebeplerden
ne zaman takip ettikleri bir liderden
dolayı Müslüman kardeşleriyle zaman
5. Tevbe, 61
62
bir hata sadır olsa ya da sert bir üslup
Nisan 2019
geçirmekte yetersiz kalmaktadırlar. Bunun en büyük sebebi kapitalist zehirli sistemin içerisinde zehirlenmeleridir. Şeytanın fakirlik korkusu çığırtkanlığının vermiş olduğu telaşla bir anda iş hayatında sınırı olmayan bir mesai içerisine girilmektedir. Böylelikle altından kalkılamayacak birçok iş yüküne girilmektedir. Tabi ki kimseye çalışmayın diyemeyiz çünkü bu zehirli sistem içerisinde biz de yaşamaktayız. Ancak çözümü bulunmaktadır. Dünya üzerinde sınırlı hayaller kurarak hayallerin gerçekleşmesini
ranışlarda haddi aşabilmektedir. Bu
cennete
Böylelikle
bir hata olabilir ya da edebe aykırı
Rasûlullah’ın deyimiyle bir yolcu gibi
bir davranış olabilir. Bu sebeplerden
yaşayabiliriz. Bir yolcunun ihtiyacı ise
dolayı İslami çalışmalardan uzak
sınırlıdır. Aksi takdirde yani dünyada
kalmak kardeşlerine ihanet etmektir.
kendimize cennet vari bir hayat kur-
Onlar bir davranışlarıyla haddi aşar-
maya çalışırız. Bu sefer de hedefi ger-
ken sen bir hareketinle birçok Müs-
ertelemeliyiz.
çekleştirememekten kaynaklı buhranlar açığa çıkacak ve boşluk çukuruna doğru düşenlerden olacağız.
5. Müslümanlar Arasındaki Gayri Ahlaki Münasebetlere Şahit Olmak
lümanın vebalini almış olacaksın. Hata sahibinden uzaklaşmak yerine hikmetli bir şekilde nasihat etmek en güzel harekettir. Aksi takdirde bir hatayı görüp de düzeltmemek yerine uzaklaşmaya çalışmak o hata ile kar-
Şu unutulmamalıdır ki Müslümanlar
deşini baş başa bırakmak demektir.
İslam’ın temsili değildirler. İslam’ın
Bu da onu terk etmek anlamına gelir.
temsili kuran ve sünnettir. Kuran ve
Oysa Mümin müminin kardeşidir ve
sünnete hangi Müslüman daha çok
asla terk etmez. Kardeşlerimize öfke
yapışır ve bu ölçüde hareket ederse
duymak yerine onları kurtaracak
aynı şekilde o ölçüde İslam’ı temsil
adımlar atmalıyız. Bu adımın reçe-
etmiş olur. Müslüman kardeşlerimiz
tesini Ebu'd Derda radıyallahu anh Müs-
ya cahilliklerinden ya ortamın vesile
lüman kardeşlerini kast ederek şöyle
olduğu şımarıklık veya şahsiyetin-
açıklamıştır: “Ben onun kendisine
deki gevşeklikten dolayı bazı dav-
ve şahsiyetine değil günâhına kızı-
Şaban 1440
63
mak adına karşılaştığımız olaylar ve eşyalar üzerinden Müslüman bakış açısıyla tefekkür etmemiz gerekmektedir. Nice topluluklar geldi geçti oturduğumuz meskenler üzerinden. Nice milletler geldi geçti yürüdüğümüz yollardan. Nice insanlar hamallık ettiler de bu dünyaya sırtlarının karşılığı kuru ve soğuk toprağa uzanmak oldu. Nice insanlar ise Allah’ın dininin hizmetkarı oldu da o kuru ve soğuk toprak onlara muazzam bahçelere dönüştü. Bu dünyanın derdi yorum, günâhı terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.” (6)
gündemler
ile terk ettiğin zaman dünyayı. İşte o
hızlı
zaman bitecek inşallah. bir
Bu yüzden dünyada boşluğa düş-
şekilde değişmektedir. İnsanlar kılık-
mekten kurtulamadığımız takdirde
tan kılığa, şekilden şekle girmekte-
bir nesli ebedi bir çukura teslim ede-
dirler. Gün içerisinde birçok insanla
ceğimizi unutmamamız gerekmekte-
diyaloglara girmekteyiz. Günümüz
dir. Önce kendimizi sonra ise kardeş-
dünyası maddeci güçlerin egemen
lerimizi boşluklardan çıkarmalıyız.
olduğu bir yaşayışın işgali altında-
İnsanı denetleyen bir ilah varken
dır. Bu sebeple sadece bedenimizin
boşluğa düşmek ne demektir?
kapladığı hacim dünyası değil, zihin ve gönül dünyamız işgal altındadır. Bu sebeple maddeci anlayışın tasavvurundan ve dayattıklarından kendi-
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar
döndürülmeyeceğinizi
sandınız?”
mi
(7)
mizi ve ailemizi korumakla mükelle-
"Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki-
fiz. Müslüman şahsiyetimizi diri tut-
leri boş yere yaratmadık…"
6. Abdürrazzâk, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225 7. Mü’minûn, 115 8. Sâd, 27
64
Cevap şudur ki; önce kalp ve zihin ile zamanı geldiğinde ise beden ve ruh
6. Olaylar ve Eşya Üzerinde Yeteri Kadar Tefekkür Edememek Çağımızda
ne zaman bitecek diyor nefisler.
Nisan 2019
(8)