Nebevi Hayat Dergisi 78. sayı (Mayıs, 2019)

Page 1

MAYIS 2019, RAMAZAN 1440 • YIL 7 • SAYI 78 • FİYATI 9,5 TL • dergi.nebevihayatyayinlari.com

Hoş Geldin Ya Şehri

Ramazan

Ramazan Ayını Fırsat Bilmek • Hakan Sarıküçük Ramazan Bu Sene de Böyle Olmasın • Ahmet İnal Helal Rızkın Önemi • M. Sadık Türkmen İslam, İman ve İhsan • Yener Yılmaz


Eğitim ve Araştırma Vakfı


RAMAZAN

GECELERİNİ İHYA EDELİM 1440 - 2019 RAMAZAN PROGRAMI Gece Namazı 24 Mayıs - 02 Haziran Bayramlaşma Bayramın 2. günü Öğle namazına müteakip “Hilâli görünce oruç tutunuz, hilâli görünce iftar ediniz.” (Hadisi Şerif, Buhârî)

* Programlarımız vakıf merkezinde gerçekleştirilecektir.


Yıl: 7 - Sayı: 78 - Fiyatı: 9,5 TL

Sahibi

Editör “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara Sûresi, 183.)

Nebevi Hayat Yayınları

Her şeyin sahibi, her şey üzerinde ezici bir kuvveti elinde bulunduran, nuru yer-

Adına Yakup Hazman

leri ve gökleri kaplayan, rahmeti her tarafa yayılan Rabbimiz Allah azze ve celle; eksik, hataya meyilli, acizlik her tarafına sirayet etmiş olan kullarına şefkat ve merhamet yüklü sözler ile hitap etmektedir: “Ey iman eden kullarım!”

Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz

Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri

Rabbimiz kitabında birçok yerde bu şeref kazandıran seslenişlerin ardından Müslüman kullarını ya hayra davet etmekte ya da bir şerden sakındırmaktadır. İşte böyle bir durum ile karşı karşıya kaldığımız bir an... Rabbimiz en kerim cümleler ile seslenişinin arkasından müminleri çok değerli bir hayra davet ediyor. O da bizden önce ki ümmetlerin de kendisi ile hemhal olduğu “oruç ameli” dir. Bütün peygamberlerin ve onlara iman eden güzel insanların ortak payda da buluştuğu

Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst.

salih amel… Hz. Âdem aleyhisselâm’dan, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sel-

Abone ve Dağıtım Sorumlusu:

lem’e kadar gelmiş bütün peygamberlerin birbirlerinin kardeşleri olduğu ve aynı kaynaktan beslendiklerinin ispatı olan bir ameldir oruç… Oruç; imsak vaktinden, iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak ile tanımlanan bir ameldir. Peki, bu ameli işleme ehliyetine sahip olan bir Müslümanın gün içinde belirli vakitlerde aç, susuz ve temel ihtiyaçlarını gidermekten kendisini alıkoymasının sebebi nedir diye soracak olursak bunun cevabını Rabbimiz çok veciz bir şekilde vermiştir: “Umulur ki takva sahibi olursunuz.”

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman

Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Mayıs 2019

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

İnsanı insan yapan kimliktir takva… İnsana şan ve şeref kazandıran, hayvanlardan ayıran büyük bir özelliktir takva… Maddenin esiri olmaktan kurtarıp onu Alemlerin Rabbi olan Allah azze celle’ye bağlayan kuvvetli bir iptir takva… Takva; Allahu Teâlâ’nın rahmetinden, affediciliğinden, lütuf ve kereminden, hidayetinden yoksun kalıp nefsinin, şeytanın ve habis ruhlu insanların boyunduruğu altında kalmaktan korkmaktır. Takva, kendisini yoktan var edip hesapsız rızıklandıran Rahmana vefasız kalmaktan ürpermektir. O’nun emir ve yasaklarından; Kitabından ve Peygamberinden gaflette kalmanın korkusunu yüreklerde yaşamaktır. Yaratılış gayesine göre hayat sürememenin endişesini bedenlerde taşımaktır. İşte oruç Müslümanı bu övülecek hallere taşıyan ameldir. Şeytanların zincirlere bağlandığı, günahların affedildiği, yapılan iyiliklerin karşılığının çokça verildiği, cennet kapılarının ardına kadar açılıp cehennem kapılarının ise kapatıldığı anlarda bu hayırlardan istifade edebilmenin anahtarı olan ameldir oruç. Sadece Allah için, Kur’an ve sünnette bildirilen sınırlar içinde, İslâm şahsiyetine zarar verecek hallerden uzakta kalarak tutulan oruç, bu aydaki rahmet ve bereketi bize yaklaştıracaktır. Gösteriş için yapılan ve Müslüman kişiye yakışmayacak söz ve davranışlardan uzak kalmayanlar için ise oruç, sadece açlığın ve susuzluğun verdiği bir meşakkate dönüşür. Nebevi Hayat Dergisi olarak Ramazan ayının İslâm alemine ruh, hareket, birlik ve beraberlik getirmesini Rahman olan Allah azze ve celle'den niyaz ederiz. Selâm ve dua ile…


İçindekiler Kavramlar Din -2 Mahmut Varhan

Ramazan Ayını Fırsat Bilmek

Hakan Sarıküçük

Ramazan Bu Sene de Böyle Olmasın Ahmet İnal

Gündem Analiz "Onlar Şüphesiz ki Yalancıdırlar" Nedim Bal

04

15

KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR Helal Rızkın Önemi M. Sadık Türkmen

20 NEBEVÎ DAMLALAR

İslam, İman ve İhsan Yener Yılmaz

24

29 37

İslâm Dünyasındaki Kâşifler Bursa’dan Semerkand’a Bir Bilim İnsanı: Kadızâde-i Rûmî Cihan Malay

43

Yakın Tarih Stratejik Bir Nokta: Süveyş Kanalı- 1 Furkan Uyanık

48

Nebevî Aile Eşler Arasındaki Problemlerin Çözümünde Altın Değerinde Kurallar Halime Yılmaz

52

Serbest Köşe Köyden İndim Şehire, Efendilikten Düştüm Köleliğe Ümit Şit

57

Serbest Köşe Cennet Yolunda Yürüyen Genç Derya Fıçıcı

62


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

Ramazan ayı; oruç, namaz, gece ibadetleri, Kur’an tilaveti, sadaka, itikâf, zikir ve umre gibi ibadetleri içinde barındırması hasebiyle, kalplerimizin diriltilmesi, imanımızın inşası ve Allah’a giden yolculuğumuz açısından, altın bir fırsattır.

4

Mayıs 2019

RAMAZAN AYINI FIRSAT BİLMEK

H

amd, “Ey iman edenler; korunasınız diye, sizden

öncekilere

farz

kılındığı

Salât ve Selâm “Ramazan ayına kavuşup da günahları bağışlanmadan bu aydan çıkan kişinin burnu sürtsün…”

(2)

gibi, size de oruç farz kılın-

buyurarak bu ayın ehem-

buyurarak Ramazan

miyetine vurgu yapan ve

ayını takvaya ulaşmak için

bu aydan istifade etmemiz

ihya etmemiz gereken bir ay

gerektiğini bildiren Rasûlul-

kılan Allah’a,

lah aleyhisselâm’a,

dı.”

(1)

1. Bakara, 183. 2. Tirmizi, r.3545, c.5/550; Hâkim, r.2016, c.1/734; Ahmed bin Hanbel, r.7444, c.2/254, Sahih-i Câmi r.3510. Elbani, sahih hadis olduğunu belirtmiştir.


Allahu Teâlâ’nın afvu keremi, ihsan ve nimetleri Ramazan ayını gereği gibi ihya edebilme kararlılığında ve çabasında olan müminlerin üzerine olsun. Ramazan ayı; oruç, namaz, gece ibadetleri, Kur’an tilaveti, sadaka, itikâf, zikir ve umre gibi ibadetleri içinde barındırması hasebiyle, kalplerimizin diriltilmesi, imanımızın inşası ve Allah’a giden yolculuğumuz açısından, altın bir fırsattır. Bu saymış olduğumuz ibadetleri hakkıyla yerine getirdiğimizde, hiç şüphesiz kalbin ihyası, aydınlanması ve en büyük hedef olan “Allah’a giden yolda” büyük bir hazırlık olması bakımından çok büyük etkileri olacaktır. Böyle olmaz da Ramazan ayını şekilden ibaret geçiştirecek olursak, olduğumuz hal üzere kalırız. Neticede Ramazan ayı yaşantımızda bir değişikliğe etki etmez. Ramazan’dan sonra da tembellik, gevşeklik ve dünyaya karşı olan bağımlılık konusundaki şikâyetler, olduğu gibi devam eder… Ramazan ayı; kalbi iman ile şarj etmenin, nefsi terbiye etmenin ve arındırmanın en büyük fırsatıdır. Bir Müslüman bu fırsatı asla kaçırmamalıdır. Ramazan ayı, bir Müslümanın kalbini ihya etmesi ve Rabbi ile bağlarını güçlendirmesi için birçok amelleri barındırmaktadır.

Birincisi: Oruç… Oruç, kişinin nefsine sahip olması ve onu kontrol altına alabilmesinin en büyük aracıdır. Nefis, kulun Allah’a yolculuğunda, önünde bulunan en büyük engeldir. Nefsin özelliği, sürekli olarak sorumluluktan ve haklardan kaçmaktır. Bu nedenle, nefsi terbiye etmenin en iyi yolu oruçtur. Oruç ile kişinin şehevi arzuları zayıflar. Halimî isimli âlim bir zat şöyle demiştir: “Kişinin, helal olan her yemekten, bedenini ağırlaştıracak kadar yemesi gerekmez. Böyle yaptığında, uyku halinin ağır basmasına sebebiyet verir. Böylelikle de ibadetlerden uzak kalır. Bunun için, açlığını bastıracak bir miktar yemek yemelidir. Kişinin yemek yemekteki amacı, ibadet yapabilecek gücü elde etmesi olmalıdır.” Oruçlu kişinin, yeteri miktarda yemek içmekle yetinmesiyle birlikte, yeteri miktarda konuşmayla yetinmesi ve fazla gülmemeye de dikkat etmesi gerekmektedir. Sözlerimiz boş sözlerden ve diğer dil felaketlerinden uzak olmalıdır.

İkincisi: Mescitlerden uzak kalmamak… Mescitlerin, kalbin aydınlanmasında büyük payı bulunmaktadır. Allah azze ve celle’nin “Allah, yerlerin ve göklerin nurudur” ayet-i celilesi’nin sonunda; “Allah; dilediğini nuruna kavuşturur. Allah; insanlara misaller

Ramazan 1440

5


verir. Ve Allah; her şeyi bilendir.” (3) buyurmaktadır. Allah azze ve celle, bir sonraki ayet-i celilesinde, bu nura sahip olmanın en büyük yerinin neresi olduğunu haber vermektedir; “O evlerde ki; Allah, onların yüceltilmesine ve içlerinde kendisinin adının anılmasına izin vermiştir. Onlar da sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (4) Mescitlerde, kalpler Allah’a bağlanır ve nefis günahlardan engellenir.

sonra yerimizi terk etmemeliyiz ki, bu

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Size, Allah’ın günahlarınızı sileceği ve derecenizi yükselteceği ameli haber vereyim mi?” buyurdu. Orada bulunanlar; evet, ey Allah’ın Rasûlü! dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Zorluğa rağmen abdest alıp çok adımla mescide gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra, öbür namazı beklemektir. İşte ribat (bağ) budur… İşte ribat (bağ) budur…” buyurdu. (5)

Üçüncüsü: Kur’an’ı Kerim…

Hiç şüphesiz, Müslümanın kalbi, imana çağıran etkenlerle, şehevi arzulara çağıran etkenler arasında sürekli bir şekilde halden hale değişir. Bunun için de kalbinin iman üzere sabit kalması, bağlanması gerekir. İşte bu durum, mescidin önemini ortaya koymaktadır.

gelmiştir.” (7)

Erken vakitte, mescitlere gitmeli ve bir ihtiyaç olmadığı sürece, namazdan

şekilde meleklerin bizim için yapacakları duaya nail olabilelim… Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz, sizden biriniz namaz kıldığı yerden kalkmadığı sürece ve abdestli olduğu sürece, melekler onun için; “Allah’ım onu bağışla… Allah’ım ona merhamet et…” diye dua ederler.” (6)

Ramazan ayı, Kur’an ayıdır. Hiç şüphesiz bu ayda Kur’an ile meşgul olmak, kalbin aydınlanması, doğru yolu bulması ve şifa bulmasının en önemli araçlarından biridir. “Ey insanlar; size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olana bir şifa, Müminler için bir hidayet ve rahmet Müminin Allah ile olan bağı, Kur’an ile olan bağları ölçüsündedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Size müjdeler olsun!.. Hiç şüphesiz, bu Kur’an’ın bir ucu Allah’ın elinde, diğer bir ucu da sizin elinizdedir. Onu sıkı sıkıya tutunuz! Hiç şüphesiz, siz ona tutunduğunuz sürece sapmazsınız ve helak olmazsınız…” (8)

3. Nur, 35. 4. Nur, 36. 5. Sahih-i Müslim, r.251, c.1/219. 6. Ahmed bin Hanbel, r.8106, c.2/312; Ebu Davud, r.469, c.1/127; Nesai, r.733, c.2/55. Ahmed Muhammed Şakir bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. 7. Yunus, 57. 8. Bezzar, r.3421, c.8/346; Taberani, el-Kebir, r.1539, c.2/126; es-Sağir, r.1044, c.2/209, Sahih-i Câmi, r.34. Elbani bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir.

6

Mayıs 2019


Hiç şüphesiz Kur’an, sadece dille okumamız için inmemiştir. Bilakis, düşünmemiz ve bize fayda verecek manaları okuyup çıkarmamız için inmiştir. “Ayetlerini düşünsünler ve akıl sahibi olanlar öğüt alsınlar diye, sana mübarek bir kitap indirdik.” (9) Seleften bazıları şöyle demiştir: “Kur’an’ın yanına oturduktan sonra kalkan birisi; ya bundan kazançlı olarak, ya da zararlı olarak kalkar.” “Kur’an’dan; müminler için rahmet ve şifa olanı indiririz. Zalimler için ise ancak hüsranı artırır.” (10) Hiç şüphesiz, kalbimizi ortak etmeden, sadece dille okuduğumuz Kur’an, hakiki manada bizleri değiştirmede etkili olamayacaktır. Bu durum, asırlardır Salihlerin dikkat çekmeye çalıştığı gerçeğin ta kendisidir. Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “Düşünmeksizin yapılan kıraatten hayır gelmez!” Hasan radıyallahu anh da şöyle demiştir: “Senin aklın, okumakta olduğun Sure’nin sonunu getirmekte iken, bu kıraat kalbini nasıl yumuşatsın ki?” İbni Kayyim rahimehullah da bu konuda şunları aktarmaktadır: “Kalp için; Kur’an’ı, manasını düşünerek ve

tefekkür ederek okumaktan daha faydalı bir şey yoktur. Hiç şüphesiz, Kur’an kendisinden önce inen bütün vahyi, Âlemin hallerini ve Ariflerin makamlarını içinde toplamıştır. Şayet insanlar, manasını düşünerek Kur’an okumanın faziletini bilmiş olsalardı, her şeyi bırakır onunla meşgul olurlardı. Bir ayetin, manası düşünülerek okunması, manası düşünülmeden ve tefekkür edilmeden okunan bir hatimden daha hayırlıdır.”

Dördüncüsü: Gece ibadetleri… Gece ibadetleri, kalbin ihyasında önemli yer tutan araçlardan biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Gece ibadetlerinden geri durmayınız. Hiç şüphesiz bu sünnet, sizden önceki Salihlerin alışkanlığı, sizi Allah’a yaklaştıran ve kötülüklerden alıkoyan, bedenden hastalıkları uzaklaştıran bir amel ve günahların kefaretidir...” (11) Hiç şüphesiz, gecenin ikramına yönelerek, diğerleriyle birlikte gecenin sunduğu ganimetleri bölüşmek, kalpte imanı filizlendirmenin en büyük yollarından biridir. Allah azze ve celle, hadleri, farz namazları ve diğer farzları teşri etmeden önce, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve Sahabe-i Kiram’a, gece namazlarını farz kılmıştı. Çünkü kişi, gecenin karanlığında Rabbiyle yalnız kaldı-

9. Sad, 29. 10. İsra, 82. 11. Tirmizi, r.3549, c.5/552; Beyhaki, r.4425, c.2/502; Sahih-i Câmi, r.4079. Elbani, sahih olduğunu belirtmiştir.

Ramazan 1440

7


korkan bir kul olarak, O’nun Rahmetine sığındığın bir anlık, sefer vaktin varsa, kendine fayda verebilirsin…

Beşincisi: Faziletli vakitlerden faydalanmak…

ğında ve kalbi O’na bağlandığında, kalbi temizlenir ve üzerine nur iner. Kuşkusuz bu büyük amel; Kur’an’ı düşünmeyi ve tefekkürü, Rabbi Subhânehu ve Teâlâ’ya karşı boyun eğişin ve alçalmanın sembolü olan rükû ve secdeyi, bir de Allah’a yaklaşma fiilini, bir araya getirmektedir. Bazı salih kişiler, şöyle demişlerdir: Dünyada; gece ibadetlerinde, yakarışta bulunanların, kalbinde hissetmiş olduğu tadın dışında, cennet ehlinin nimetlerine benzeyen başka bir şey yoktur. Muhammed İkbal, şöyle demiştir: “İster ilim ehliyle birlikte ol, istersen de hikmet ehliyle birlikte ol, seher vakti yakarışlarıyla geri dönmediğin sürece, bir kazanımın olmuş olmaz.” Allah’ın rahmeti üzerine olsun, bu sözleriyle şunu kast etmiştir: İster etkili bir vaiz ol, ister kalabalıkları galeyana getiren bir hatip ol, istersen de çok başarılı bir davetçi ol… Ne olursan ol! Ancak, şöhret ve güç elbiseni çıkarıp, sahte unvanlarını bir kenara koyup, Rabbinin gazabından

İbni Receb rahimehullah şöyle demektedir: “Hiç şüphesiz Allah azze ve celle, bazı ayları diğer aylardan üstün kılmıştır. Aynı şekilde bazı günler ve geceleri de diğerlerinden üstün kılmıştır. Örneğin; Kadir gecesini bin aydan üstün kılmıştır.” Bütün bu faziletli zamanlarda, kişiye düşen görev, kendisini Allah’a yaklaştıracak amel ve taatlerde bulunmaktır. Bahtiyar kişi bu mübarek aylar ve günlerde, gereken ibadet ve taati yaparak, üzerine düşen vazifeyi yerine getirerek Rabbine yaklaşan kişidir. Böylelikle Rabbinin rahmet ve mağfiretine erişerek, cehennemden kurtulup, o korku ve dehşetinden emin olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz, Rabbinizin zaman içinde bazı vakitlerde ikramları vardır. Bu vakitlerdeki ikramları elde etmek için gayret gösterin. Ola ki, sizden biriniz bu vakitlerdeki ikramlara denk gelir de o vakitten sonra artık hiç günahkâr olmaz…” (12) Hiç şüphesiz, özel vakitlerdeki bu özel ikramlar, elde etmeye çalışanlara nasip olur. Üç vakit vardır ki, âlimler bu vakitleri, ibadet ve taat ile Allah’a

12. Taberani, el-Kebir, r.519, c.19/233; el-Evsat, r.2856, c.3/180; Câmiu’d-Daif, r.1917. Elbani, zayıf hadis olduğunu belirtmiştir.

8

Mayıs 2019


giden kulluk yolculuğu olarak isimlendirmektedirler. Bu vakitler; gecenin sonu, günün ilk vakti ve gün sonudur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz, bu din kolaylık dinidir. Kim bu dine galip gelmeye çalışırsa, dine galip gelemez, din ona galip gelir. Doğru olun, yakınlaştırın ve müjdeleyiniz. Günün başında, sonunda ve gecenin bir bölümüyle, ibadetlerde bulunarak yardım alınız…” (13)

“Hiç şüphesiz, akıl sahipleri zikirle fikre ulaşırlar, fikir ile de zikre ulaşırlar. Böylece kalpleri dile gelir. Kalpleri konuştuğunda da hikmetle konuşur.”

Sabah ve akşam vakitlerindeki zikirlerin ve bu vakitlerde Allah’ı anan kişinin fazileti hakkında birçok nas varit olmuştur. Selef, günün başlangıcından ziyade, gün sonuna daha fazla önem vermişlerdir. (14) İmam Hasan el-Benna rahimehullah şöyle demektedir: Değerli kardeşim!.. Önünde; her günün başlangıcında bir miktar, gün sonunda bir miktar ve geceden bir miktar vakitte, temiz bir ruh ile Mele-i Âla’ya yükselme fırsatın bulunmaktadır. Böylelikle dünya ve ahiretin en hayırlı amellerini elde edebilirsin. Önünde; Allah’ın Kitabı’nın ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin yönlendirmiş olduğu, Allah’a itaat etme mevsimleri, ibadet günleri ve Allah’a yakınlaşma geceleri bulunmaktadır. Öyleyse… Bu vakitlerde, Zâkirlerden olmaya gayret et. Gafillerden olma.

Öğrendikleriyle

amel

edenlerden

ol, gevşeklerden olma. Bu vakitleri ganimet bil. Vakit kılıç gibidir. Kılıçla vuruşma. Ondan daha tehlikeli bir şey yoktur. Bu değerli vakitlerden, haftalık olanına gelince; Cuma gününün büyük bir şerefi bulunmaktadır. Bu günde bir vakit vardır ki, bu vakitte dualara icabet edilir. Öyleyse, o değerli vakti elde etmek için gayretli olmalıyız. İmam Nevevi rahimehullah şöyle demektedir: Cuma günü, gün doğumundan, güneşin batımına kadar duayı artırmalıyız ki, dualara icabet edildiği o değerli vakte denk gelebilelim… (15)

13. Sahih-i Buhari, r.39, c.1/23. 14. Letâifu Mearif, İbni Receb el-Hanbeli. 15. El-Ezkar, Nevevi, s.129.

Ramazan 1440

9


Bize düşen, bu mübarek günde daha

Altıncısı: İtikâf…

fazla gayretli olmaktır. Bu güne özel

İtikâf, Allah’a ibadet etmek için mescide kapanmaktır. Ramazan ayında da bu ayın dışında da itikâfta bulunmak müstehaptır. İtikâfın en faziletlisi, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesine denk gelmek için, Ramazan ayının son 10 gününde yapılmasıdır.

bir program yapmalıyız. En güzel şekliyle Cuma namazını eda etmek için de erken vakitte mescide gitmeliyiz. Her ne kadar, Ramazan ayının diğer aylara nazaran bir fazileti, bir üstünlüğü bulunuyorsa da Kadir gecesinin daha büyük bir şerefi bulunmaktadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Kim iman ederek ve ecrini umarak, Kadir gecesini ikame ederse, geçmiş günahları bağışlanır.” (16) Kadir gecesini, Ramazan ayının son 10 gününde aramalıyız. Bunun için, Ramazanın son 10 gününde daha fazla gayretli olmalıyız. Hiç şüphesiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ramazanın son 10 günü olduğunda, hanımlarına

yaklaşmaz,

gecelerini

ihya eder ve ailesini de ibadetler için uyandırırdı… Bu değerli dönemlerden birisi de Hacc’a eşdeğer olan, Ramazan ayındaki Umre’dir. Bu nedenle, Umre yapmak için bu ayda gayret göstermeliyiz. Her birimizin, bu değerli vakitlerden hakkıyla faydalanmak için, kendisine uygun bir şekilde program yapması gerekmektedir. Bu vakitlerden birini kaçırdığında,

geri

kalan

bırakmaması gerekir… 16. Sahih-i Buhari, r.1802, c.2/672.

10

Mayıs 2019

vakitleri

İmam Ahmed, itikâfta bulunan kişinin, insanlara karışmaması, ilim dersi vermemesi ve hatta Kur’an dersi dahi vermemesi gerektiği görüşünü belirtmiştir. İtikâftaki kişinin, nefsiyle baş başa kalması, Rabbine münacatta bulunması, bütün vaktini zikir ve duaya ayırması gerekmektedir. İtikâf, insanlardan ve cemaatlerden uzak kalmaması gereken Müslümanın, şeriatın nezdinde tek meşru halveti ve insanlardan uzaklaşma halidir. Her ne kadar kısa olsa da bir Müslümanın, Ramazan ayının bu sayılı günlerini ve gecelerini ganimet bilerek, itikâfa niyet edip, Allah azze ve celle ile baş başa kalarak, mümkün olduğunca faydalanabilmek için, elinden geleni yapması gerekir. Ramazan ayının son 10 gününde itikâfa girmek için istekli olmalıyız. Bunu yapmaya imkân bulamıyorsak, en azından gecelerini ihya etmeliyiz. Özellikle tekli gecelerde kendimizi ibadete adamalıyız. En azından bu gecelerde insanlardan, konuşmaktan ve bizi Rabbimizle baş başa kalmak-


tan alıkoyacak bütün fiillerden uzak durmalıyız. İbni Receb rahimehullah, bu konuda şöyle demektedir: “İtikâfın hakikati; kendimizi, yaratanın hizmetine vermek için, yaratılanlarla irtibatımızı kesmektir.”

Erken vakitte, mescitlere gitmeli ve bir ihtiyaç olmadığı sürece, namazdan sonra yerimizi terk etmemeliyiz ki, bu şekilde meleklerin bizim için yapacakları duaya nail olabilelim…

Yedincisi: Dua… Dua da bir ibadettir. Bunun dışında kader geri çevrilmez. Bu ibadetle kul; bütün kâinatın sahibi karşısında, acizliğini ve fakirliğini itiraf etmiş olur. Duanın daha faziletli olduğu belirli bazı vakitler bulunmaktadır; ezan ile kamet arasındaki vakit, namazlardan sonraki vakit, gecenin son üçte birlik bölümü, Cuma günü imamın minbere çıktığı vakitle, Cuma namazını bitirdiği zaman arasındaki vakit, aynı şekilde Cuma gününün son vakitleri, Kadir gecesi veya yağmurun yağması esnasındaki vakit faziletli vakitlerdendir.

Dünyanın dört bir yanında zulme maruz kalan Müslümanlara da çokça dua

etmeliyiz.

Bununla

birlikte,

Aynı şekilde oruçlu kişinin duası ve yolcunun duası da makbuldür.

dünyanın birçok yerinde Allah’a ve

Ramazan ayının her gecesinde, Müminler cehennemden azat olunurlar.

zalimlere de beddua etmeliyiz. Uma-

Kulun Rabbine en yakın olduğu yer, secde halidir.

içinde bulunmuş olduğu bu sıkıntılar-

Bizim üzerimize düşen, bu değerli anları ganimet bilerek bu vakitlerde Allah’a boyun eğip, acizliğimizi itiraf edip, O’na sığınmak ve O’na yakarmaktır...

etmiş olduğu yardımını gönderir.

Rasûlüne kafa tutan, düşmanlık eden rız ki Allahu Teâlâ, Müslümanları dan kurtarır, acılarını hafifletir ve vaat

“Biz, suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü Müminlere yardım etmek üstümüze bir haktır.” (17)

17. Rum, 47.

Ramazan 1440

11


Sekizincisi: Sadaka… Hiç şüphesiz, Allah’ın Kitabına dikkatlice bakan bir kişi, Müslümanları Allah yolunda infak etmeye teşvik eden çok sayıda Ayet-i Celile ile karşılaşacaktır.

Sadaka kıyamet gününde sahibine gölge olur, onu cehennem ateşinden korur ve ondan azabı uzaklaştırır. Sadaka, kulun Rabbine olan yolculuğunda kuvvetli bir bağdır.

Kuşkusuz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, insanların en cömerdiydi. En cömert olduğu dönem de Ramazan ayı idi.

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış-

“Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyip arıtmış olasın.” (18)

Bu ameli terk etmek için, kimsenin bir

Sadakada ilk fayda gören kişi, bizzat sadakayı veren kişidir. Çünkü sadaka vermek, kişiyi cimrilik hastalığından ve günahlardan kurtarır.

ken muayyen bir miktar belirlememiş-

Nefsin, dünyanın çekim gücünden kurtulmasının ve göğe doğru yükselişinin başlangıç noktası, fıtratında var olan cimrilik hastalığından kurtulmasıdır. Bunu da Allah yolunda infak etme sonucunda elde edebilir. Böylelikle, bu haslet onun için bir karakter halini alır, dünya sevgisi kalbinden çıkar ve dünyalıklarda züht sahibi olur.

“Onlar ki; mallarını gece ve gün-

Tasadduk etmek, dünya ve ahiret için büyük bir fazilettir. Bu ibadet, hastalıkları tedavi eder, belâları def eder, işleri kolaylaştırır, rızkı artırır, kötülükleri önler, günahların etkisini 18. 19. 20. 21.

12

temizler ve Rabbin öfkesini dindirir.

Tevbe, 103. Rum, 38. Bakara, 274. Muttefekun Aleyh.

Mayıs 2019

lara hakkını ver. Bu; Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır ve işte onlar; kurtuluşa erenlerdir.” (19) mazereti bulunmamaktadır. Allah azze ve celle,

bizim için infak etmemiz gere-

tir. Bu kapı bütün herkesin önünde açıktır. Herkes gücü nispetinde, infak edebilmektedir. düz, gizli ve açık infak ederler. İşte onların mükâfatı Rabları katındadır. Onlar için korku da yoktur, üzülecek de değillerdir.” (20)

Dokuzuncusu: Fikir ve zikir… Allah azze ve celle’nin zikredilmesi, anılması kalbin gıdası ve hayat kaynağıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmaktadır: “Rabbini anan kişi ile Rabbini anmayan kişi, diri ile ölüye benzer.” (21)


İbni Teymiye rahimehullah, bu hususta şunları söylemektedir: “Balık için su neyse, kalp için de zikir odur. Balık sudan uzak durursa, hali nice olur? Cennetin binaları zikirle inşa edilir. Kişi Allah’ı anmayı durdurduğu zaman, melekler de cennetteki binaların inşasını durdurur. O kişi tekrar Allah’ı anmaya başladığında, melekler de inşaata devam ederler…” (22) Fakat kişi, Allah’ı anarken dilinin söylediklerine kalbini de ortak etmeli ve bu konuda rivayet edilmiş hadis-i şeriflerde geçen lafızlarla zikir yapmalıdır. Bununla birlikte, bu zikirleri yaparken tefekkür ibadetini de ihmal etmemelidir. “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde; akıl sahipleri için elbette ayetler vardır. Onlar ki; ayakta, oturarak ve yanları üstü yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz; Sen bunları boşuna yaratmadın, sen pak ve münezzehsin, bizi, o ateş azabından koru, derler.” (23)

İtikâf, Allah’a ibadet etmek için mescide kapanmaktır. Ramazan ayında da bu ayın dışında da itikâfta bulunmak müstehaptır. İtikâfın en faziletlisi, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesine denk gelmek için, Ramazan ayının son 10 gününde yapılmasıdır.

Bu zikirleri yaparken de dilimizle birlikte, kalbimizle de bu amele ortak olmalıyız. Şunu da bilmeliyiz ki, tam bir sevap almak istiyorsak, ameli tam bir şeklide icra etmemiz gerekir. Ameller, şekilleri veya sayılarıyla birbirlerine karşı üstünlük göstermez.

Hasan-ı Basri rahimehullah şöyle demiştir: “Hiç şüphesiz, akıl sahipleri zikirle fikre ulaşırlar, fikir ile de zikre ulaşırlar. Böylece kalpleri dile gelir. Kalpleri konuştuğunda da hikmetle konuşur.”

Bilakis ameller, kalpteki karşılıkları

Kendimize sürekli takip edeceğimiz, belli virtler edinmemiz gerekmektir.

yüzü arasındaki mesafe kadar bir

miktarınca, üstünlük arz eder. Aynı ameli iki kişi, aynı şekliyle yapabilir. Fakat bu iki kişinin yapmış olduğu aynı amel arasında yeryüzüyle gökfark olabilir.

22. El-Vabilu’s-Sayyib, İbni Teymiye. 23. Âl-i İmran, 190-191.

Ramazan 1440

13


Sabah ve akşam zikirlerinin veya diğer özel zikirlerin, üzerimizde büyük etkileri bulunmaktadır. Bunun için yapmış olduğumuz zikirleri önemseyerek, dilimizle tekrar ederken, kalbimizde iştirak edip, aklımızla da manalarını tefekkür etmeliyiz.

Onuncusu: Nefsimizi hesaba çekmek… Ramazan ayının geçmesinden birkaç gün sonra, nefsimizi kontrol etmek daha kolay olur. Onun için de yapmış olduğumuz amellerden dolayı nefsimizi sürekli hesaba çekmeyi ihmal etmemeliyiz. Hayatımızın birçok safhasında, nefsimizi hesaba çekebileceğimiz yerler bulunmaktadır. Bize düşen, hayatımızdaki bütün amellerde, kendimizi hesaba çekerek bu konularda nerede bulunduğumuzu tespit etmek, hatta mümkünse yapmış olduğumuz bütün hata ve günahları tespit ederek, bunlardan dolayı tövbe etmektir. Böylece hatalarımızı temizleyerek, daha doğru bir yaşantıya ulaşmış oluruz. Ramazan ayından hakkıyla faydalanmanın yolları hususunda aktarmış olduğumuz bu on maddeyi göz önünde tutarak, kendimize bir program hazırlamalı ve bu mübarek ay boyunca bu programa riayet ederek, mümkün mertebe bu ayı en verimli bir şekilde eda etmek için gayret göstermeliyiz. Günlük, sadık kalmamız hedefler belirlemeliyiz.

14

Mayıs 2019

gereken

Mescide zaman ayırmak için belirli bir vakit tespit etmeli ve bu programa riayet etmeliyiz. Bu vakitte, Kur’an’ı anlayarak ve tefekkür ederek, yavaş ve ağır bir şekilde okumalıyız. Evde bir kumbaramız olmalı ve günlük sadakamızı bu kumbarada biriktirmeliyiz. Fecir doğmadan önce, yarım saat bile olsa, teheccüt namazı için vakit ayırmalıyız. Kendimiz için, örneğin “Subhanallah ve bihamdihi” “Estağfirullah”, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için salavat, “La havle ve la kuvvete illa billah” gibi, genel manada zikir ve virtleri belirlemeli ve bu virtleri her gün tekrarlamalıyız. Duanın makbul olduğu faziletli vakitlerde dua etmeye gayret göstermeli, bu vakitlerde Allah azze ve celle’nin bizleri, ailemizi, kardeşlerimizi ve tüm Müslümanları bağışlaması için yalvarıp yakarmalıyız. Bunun yanı sıra, nefsimizle yalnız kalabileceğimiz vakitleri kollamalı ve bu vakitlerde kendimizi hesaba çekerek, hata ve kusurlarımızdan arınmanın yollarını aramalıyız. Son olarak, Allah azze ve celle’den, hakiki manada Kur’an’a dönmemizde, ona sıkı sıkıya tutunmamızda, onun şifasıyla sağlık bulmamızda ve insanları ona davet etmeye bizi muvaffak kılmasında bizlere yardım etmesini diliyoruz. Selâm ve Dua ile...


KAPAK DOSYA Ahmet İnal

RAMAZAN BU SENE DE BÖYLE OLMASIN!

A

llah’ın katında kulların dereceleri olduğu gibi günlerin ve ayla-

rın da dereceleri vardır. Ne var ki; kullukta derece takva ile günlerde ise tayin iledir. Bir kulu diğerinden üstün kılan yegâne ölçü imandır. İman ise her daim aynı seviyede değildir. Bu nedenle kullar değişken olan imanlarına göre bazen üst makamlarda bazen de alt sıralarda olabilirler. Ancak gün ve ayların derecelerinde böyle bir değişkenlik söz konusu değildir.

Çünkü o makamlar bizzat Allah celle celaluhu tarafından tayin edilmiş olduğu için kıyamete kadar üstünlüğünü korumaya devam edecektir. Rabbimizin tayin ettiği önemli zaman dilimlerinden birisi de “Ramazan Ayı”dır. Ramazan ayının fazileti, Kur’an kendisinde indirildiği için midir yoksa oruç ibadetinden mi ötürüdür bilemiyoruz. Ancak bu ay, rabbimizin övgüsüne mazhar olmuş ve Kur’an’da zikredilmeye değer görülmüş tek aydır. Ramazan, bu özellik-

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”

Ramazan 1440

15


Ramazan’da her gün Kur’an okuyup ta sonrasında Kur’an’ın yüzüne bakmayan, teravih namazlarını hatimle kılıp ta sonrasında caminin yolunu unutan kimse Ramazan’ı anlamamış demektir. (Buhari)

lerinden dolayı Müslümanlar arasında da diğer aylardan üstün tutulmuş, çeşitli uygulamalarla farkını ortaya koymuştur. Böylece bu ay oruç tutan için de tutmayan için de diğer tüm aylardan bariz bir şekilde ayrılmıştır. Ancak, Müslümanlar tarafından sergilenen bir durum var ki; onca ihtişamla karşılanması ve yaşanmasına rağmen bu ayın boynunu bükük bırakmaktadır. Zira Müslümanların Ramazan’a karşı tutumu; misafirini güzelce ağırlayıp uğurlayan sonra da onu hiç arayıp sormayan ev sahibini andırmaktadır. Bir misafiri sonrasında unutma ayıbı, onu muhteşem bir şekilde ağırlama güzelliğini gölgede bırakmaktadır. 1. Buhârî, Îmân 28, Savm 6.

16

Mayıs 2019

Günümüzde de ramazanlar iftar ve sahurlar ile süslenmekte, camiler cemaat ile şenlenmekte, imanlar ibadet ile güçlenmekte; ancak sonrasında sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi bir hissiyat içine girilmektedir. Ramazan’da her gün Kur’an okuyup ta sonrasında Kur’an’ın yüzüne bakmayan, teravih namazlarını hatimle kılıp ta sonrasında caminin yolunu unutan kimse Ramazan’ı anlamamış demektir. Ramazan’ı idrak etmek sadece sahura kalkıp hurmayla iftar açmak değildir. Ramazan, sadece bir ay ismi değil senenin tamamını kuşatan bir ruhun adıdır. Ramazan ruhu sadece bir aya sığdırılamaz. Çünkü bu ruh, sürekli Allah ile hemhal olmayı, Kur’an ile yakın olmayı gerektirir. Ramazan’dan geriye kalacak olan şey budur. Eğer kişi Ramazan ile bunlara ulaşamamışsa korkulur ki onun yanına kar kalan açlık ve susuzluktan başka bir şey değildir. Öyleyse, Ramazan nedir ve nasıl anlaşılmalıdır? Öncelikle bu soruya doğru bir karşılık verilmelidir. Çünkü bu mübarek ayı ve bize kazandırdıklarını anlamayan kişi elbette Ramazan’ı sadece otuz günün adı olarak değerlendirecektir.

Ramazan, günahlardan arınmak için sunulan bir fırsattır Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (1)


“Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan kişinin burnu sürtülsün.” (2) Ramazan, affolunmak için insana açılmış bir rahmet kapısıdır. Ramazan’ı ibadetle geçiren kişi belini büken yüklerden arınmış olarak çıkar bu aydan. Esasında bu aya Ramazan isminin verilmesi de bu hakikate binaendir. Ramazan, kelime anlamı olarak yanıp kavrulmayı ifade eder. Sıcağın altında kavrulup oruç tutan Müslümanın bu aydaki ibadeti günahları yakıp kül ettiği için bu isim verilmiştir. (3) Sadece isimlendirilme şekli bile tek başına birçok şeyi anlatmaya yetmektedir. Bin bir zahmet ile oruç tutup günahlarından arınmış bir kimsenin tekrar aynı hatalara dönmesi, aynı şeyleri kendine yük etmesi şaşılacak işlerdendir doğrusu.

Ramazan’dan maksat kişinin takvaya ulaşmasını sağlamaktır. Bakara Sûresi’nde rabbimiz Ramazan orucundan maksadın kişinin takvaya ulaşması olduğunu bildirmektedir: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz kılındı ki, takvâya ulaşasınız.” (4) Ayette geçen takvaya ulaşmak tabiri kişinin göstermiş olduğu yoğun 2. 3. 4. 5.

çabayı ifade eder. Yani kişi müttakilerden olabilmek için sürekli, yoğun bir çaba içine girmelidir. Bu ise sadece Ramazan’ı ibadetle geçirip sonrasında nefsi hevaya teslim etmekle gerçekleşecek bir maksat değildir. Kişi Ramazan ayında olduğu gibi diğer zamanlarda da çaba sarf etmeli ki takva sahiplerinden olabilsin.

Ramazan şeytanların zincirlere vurulduğu bir aydır Şeytan insanı hayır yollarından engellemek ister. Bunun için akla gelmedik vesveseler verir, hileler düzenler. Onu bu yoldan alıkoymak için önünden, ardından, sağından, solundan sıkılmaksızın yaklaşır. Kimi zaman da başarılı olur. Çünkü zayıf imanlı kimseler onun için kolay müşteridir, ağlara hemen takılırlar. Ancak, Ramazan ayı şeytanlar için hedeflerine ulaşamadıkları zorlu bir aydır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirmesine göre; “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” (5) Bu açıdan Ramazan, insanlık için tam bir ganimet ayıdır. Zira hem düşmanların eli kolu bağlı hem de rahmet kapıları sonuna kadar açıktır. Akıllı bir Müslüman, Ramazan ayında düşmanının prangalarından kurtulmasını

Tirmizi, Daavat 110, (3539). bkz.Müfredat’ü Elfazi’l-Kur’an, Rağıb el-Isfahani. Bakara Suresi 183 Müslim, Sıyam 2, (1079).

Ramazan 1440

17


yapılanı cennet için yeterli görmeleridir. Bu zihniyete sahip bir kimse için durum Ramazan’da da değişmeyecektir. Ramazan geldiğinde oruçlar tutu-

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ramazan ayının son on günü gelince geceleri ibadetle ihya eder, ailesini uyandırır, kulluğa soyunup paçaları sıvardı.” (Buhari)

lacak, ilk 10 günde teravih namazına gidilecek, kadir gecesinde de bir kandil simidi dağıtılacak ve böylece tüm yılın ibadeti peşin olarak ödenecektir. İslam, insanın hayatının başından sonuna kadar her anına taliptir. İyiler için sonsuz bir hayatın karşılığı olan cennete yılın sadece belirli günlerine hasredilmiş ibadetlerle girebilmek hiç de adilane olmayacaktır. Bu zihniyet, dini sadece pazar günü ayinleriyle sınırlı görüp hayatın diğer alanlarından onu söküp atan Avrupa zihniyetidir. Unutmayalım ki; bizler İslami-

bilir ve yılın diğer aylarına hür bir şekilde başlar. Kişinin Ramazan ayında yakaladığı manevi hazzı diğer zamanlara taşımamasının ya da taşıyamamasının tek sebebi Ramazan’ı tam olarak kavrayamamış olması değildir. Bunun bir diğer sebebi de bölünmüş, sıkıştırılmış seküler bir din anlayışına sahip olmaktır. Maalesef günümüzde insanların birçoğuna göre İslam belirli mekân, gün ve gecelere hapsedilmiş bir dindir. İnsanımızın kahir ekseriyeti cumadan cumaya namaz kılmakta, camilere sadece kandil gecelerinde gitmekte, Kur’an’ı cenazeden cenazeye okumaktadır. İşin daha da vahimi bu kadarcık 6. Buhârî, Leyletü’l-kadr 5.

18

Mayıs 2019

yet’i kabul ederek aslında hayatın her alanında Allah’ı celle celaluhu tek otorite kaynağı olarak ilan etmiş oluyoruz. Ramazan’da ibadetleri arttırıp sonrasında rehavete kapılmanın bir diğer sebebi ise; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

Ramazan ayındaki ibadet

hayatını yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Zira kaynaklarda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayına girildiğinde ibadetlerini bariz miktarda Sahabe

arttırdığı efendilerimizin

geçmektedir. anlattığına

göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ramazan ayının son on günü gelince geceleri ibadetle ihya eder, ailesini uyandırır, kulluğa soyunup paçaları sıvardı.”

(6)


Gündüzleri oruçlu geçiren, gecelerin bir kısmını namazla ihya eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem özellikle Ramazan’ın son 10 gününü itikaf ile geçirerek insanlardan uzaklaşır, dünyalık işleri azaltır ve kendisini yalnızca rabbine yöneltirdi. Yine bu ay içinde her gün Cebrail’e aleyhisselâm Kur’an’ı Kerim’in o ana kadar indirilen kısmını arz eder ve Cebrail’in mukabelesini dinlerdi. Hatta bu yoğun ibadet hayatı vefat ettiği senenin Ramazan ayında iki kat artmış, 10 günlük itikaf 20 güne çıkmış, bir mukabele iki sefer olarak yerine getirilmişti.

çekerdi. Bir defasında; “Hangi sadaka

Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ayında ibadet hayatındaki artışı İbni Abbas radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Ancak bu durum, Ramazan ayında

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da Ramazan’da Cebrail’in aleyhisselâm, kendisi ile buluştuğu zamanlardı. Cebrail aleyhisselâm, Ramazan’ın her gecesinde Hz. Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah Cebrail aleyhisselâm ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.” (7)

teşkil etmez. Ramazan ayında daha

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu Ashab-ı Kiram’a da tavsiye eder, Ramazan ayında yapılacak olan ibadetlerin ehemmiyetine dikkatlerini

daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, Ramazan ayında verilen sadaka!” cevabını vermiştir.

(8)

Başka bir seferinde de “Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar.” (9) buyurarak onları Ramazan umresine teşvik etmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazan ayında yaptığı ibadetlerin diğer aylara nazaran bambaşka olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. orucunu tutan, namazını kılan ama Ramazan geçince namazı ve diğer ibadetleri terk eden kimselere dayanak fazla ibadet etmek ortak nokta olsa da diğer açıdan farklılık arz etmektedir. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

Ramazan dışındaki hayatında

ibadetler itinalı bir şekilde eda edilirken günümüz insanında bu ibadetler bir anda kesiliveriyor ve maalesef o mübarek aydan hiçbir eser kalmıyor. İbadetlerde aslolan bir anda çokça eda edip sonunu getirememek değil az da olsa sürekli yapmak ve böylece Allah azze ve celle

ile olan bağları daimî eyle-

mektir.

7. Buhârî, Bedü’l-vahy 5, 6, Savm 7, Menâkıb 23, Bed’ul-halk 6, Fezâilü’l-Kur’ân 7, Edeb 39. 8. Tirmizi, Zekât, 28/663. 9. Buhârî, Umre 4.

Ramazan 1440

19


KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR M. Sadık Türkmen

HELAL RIZKIN ÖNEMİ “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (1) Yaşanan hadiselerde sebep sonuç

ilişkisini

etmek

mümkün

göz

ardı

değildir.

İnsanların ve diğer canlıların yaşantıları bu durum üzere devam etmektedir. Aslında 1. Bakara, 172

20

Mayıs 2019

insanın yaratılışı da bu minval üzere olmuştur. Allah Teâlâ insanı yeryüzünün halifesi olarak imtihan etmek için yaratmış ve dünyaya göndermiş, bunun üzerine ilk insandan günümüze, günümüzden de kıyametin kopacağı güne kadar birbirinin devamı olan, birbirini tamamlayan imtihanlar yumağı meydana gelmiştir.


İnsanın, olumlu veya olumsuz meydana gelen tüm hadiselerin ardında bir hikmetin yattığını bilmesi gerekir. Yine Allah Teâlâ’nın kâinatta hiçbir şeyi boş yere yaratmadığını, yaratılan her şeyin bir vazife ve fonksiyonunun olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Bundan belki birkaç yüzyıl önce ismi dahi zikredilmeyen buzulların, şu anda erimesiyle dünyayı yakın zamanda tehdit edecek bir boyuta geleceği söylentisi, milyonlarca yıl önce öldüğü iddia edilen canlılardan başta petrol olmak üzere çeşitli madenlerin elde edilmesi ve bugün dünyayı etkileyecek kadar büyük bir yer tutması gibi daha sayacağımız pek çok örnekler bize ipuçlarını birleştirme konusunda yardımcı olur. Sebep sonuç ilişkisine halk arasında verilen en güzel örneklerden biri şu deyimde temas edilmiştir: “Ne ekersen onu biçersin.” Bu söz insanın hangi fiili yaparsa yapsın onun bir karşılığı olacağına delalet etmektedir. Bir çiftçi semere elde etmek için tabi ki onu meydana getiren şeyi ekecek ki gelir elde etsin. Örneğin buğday ekip domates hasat edeceğini sanan elbette ki yanılgı içine girer. Hz. Âdem aleyhisselâm’ın iki oğlundan Habil, Allah’a en değerli hayvanını kurban olarak verince kabul edildi. Bunun tersini yapan Kabil yine kendi amelinin karşılığını hüsrana uğrayarak gördü. Hem dünyası heba oldu hem de ahirette haksız yere yapılan tüm öldürmelerden nasibini aldı.

Amellerin kabul edilmesinin başta gelen sebeplerinden biri de kuşkusuz helal rızık elde etmek ve onunla hayatı idame ettirmektir. Kur’an-ı Kerim ve sünneti seniyye gerek doğrudan gerekse dolaylı yollardan bu konuya temas etmiş ve dikkatleri bu noktaya tevcih ettirmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar. Kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz şükreden bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (2) Bu ayeti kerime her ne kadar genel bir kaide olarak ele alınsa da helal ve temiz rızık talebiyle yakın bir alakası vardır. Özellikle günümüzde bilim adamlarının dikkat çektikleri bir husus vardır: Sağlıklı beslenme vücudu dinç tutar ve ömrü uzatır. Aksi durum tecelli ederse insanın sağlığını kaybedeceği gibi yaşayacağı kısa hayatta hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır. İşte helal ve haramın azda olsa ona bağlılığını sürdüren dünya da mutmain bir hayat sürdürür. Ahiret hayatı ise elbette ki dünya hayatından daha fazla tatmin edicidir. Helal ve haram gözetmeksizin idame ettirilen hayatın bereketsizliğinin yanında ahirette getireceği felaketler kullarla hesap esnasında şiddetli tartışmalar ve Allah’ın gazabı olarak insanın önüne çıkacaktır.

2. Araf, 58

Ramazan 1440

21


Rabb! diye dua ediyor. Bunun yedikleri haram, içtikleri haram, giydikleri haram ve haramla gıdalanmış. Bu adamın duasına nasıl icabet edilir ki? (5)

Amellerin kabul edilmesinin başta gelen sebeplerinden biride kuşkusuz helal rızık elde etmek ve onunla hayatı idame ettirmektir. Kur’an-ı Kerim ve sünneti seniyye gerek doğrudan gerekse dolaylı yollardan bu konuya temas etmiş ve dikkatleri bu noktaya tevcih ettirmiştir.

İbn Receb el-Hanbeli bu hadisin şerhinde şöyle dedi: “Mümin için amellerinin güzel olmasını sağlayacak en büyük etkenlerden biri de temiz yiyecek ve onun helal yoldan elde edilmesidir. Bu yolla müminin ameli makbul olur.” (6) Zahit Ebu Abdullah en-Nebaci rahimehullah şöyle dedi: “Bir amel ancak beş şey ile kemale erer: Allah azze ve celle’nin her şeyi bildiğine iman etmek, hakkı bilmek, ameli yalnızca Allah için yapmak, sünnet üzere amel yapmak ve helal yemek. Eğer bu şartlardan biri kaybolursa amel kabul olmaz.” (7)

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Gerçekten Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah peygamberlere emrettiği şeyin benzerini müminlere de emretmiştir. Allah şöyle buyurdu: ‘Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın.’

(3)

yine

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helal olanlarından yiyin.” (4) Sonra bir adamdan bahsetti. Bu adam uzun yolculuk yapmış, saçı dağınık, toza bürünmüş, elini göğe kaldırarak ya Rabb ya 3. Mü'minun, 51 4. Bakara, 172 5. Müslim 1015, Tirmizi 2989 6. İlim ve Hikmet, 10. hadis şerhinden 7. Ebu Nuaym c:9 s: 310 8. Müsned c:6 s:159

22

Mayıs 2019

Helal lokma insanın duasının kabulü için çok önemli bir etkendir. Yukarıda zikrettiğimiz hadisi şerifte bir kulun duasının kabul şartı olan yolculuk yapma, kılık kıyafette zühde bürünme, elini göğe kaldırma ve Allah’tan ısrarla isteme gibi şartları kusursuz yerine getirdiği halde duasının kabul olmadığı bildiriliyor. Çünkü helal ile beslenmeyen vücuttan meydana gelen dua makbul olmaz. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Sa’d İbn Ebi Vakkas’a şöyle dedi: “Yediklerini temiz (helal) yap ki duan kabul olsun.” (8)


Abdullah bin Mübarek’in doğumu ile ilgili kaynaklarda şöyle bir kıssa nakledilir: Abdullah bin Mübarek, salih bir ana babadan dünyaya geldi. Ana, babası ve doğumu ile ilgili menkıbe meşhurdur: Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla istişare etti. Bir de Hristiyan komşusu vardı. “Onunla da istişare edeyim, başka dindendir ama görünüşte komşumuzdur” deyip çağırdı. İstişareden sonra, Hristiyan şöyle dedi: “Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, adetleri vardır. Sizden öncekilerin de adetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da adetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç.” Kadı “Üç yolu, adeti de açıkla” dedi. Hristiyan şöyle anlattı: “Bizim evvelkilerin yolu, asil, soylu birisini bulup kızını ona verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, adeti, takva sahibine vermekti. Zamanımızdakilerin adeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dine itibar etmezler. Sen hangisini seçiyorsun?” Kadı “Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim” dedi. Sonra düşündü. Merv’de, kölesinden daha takvalı ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca, kadıya şikâyet edip “Böyle saliha bir kızı, kölene verdin de henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir?” dedi. Kadı, kölesi Mübarek’e “Ey Mübarek! Sen benim

“Mümin için amellerinin güzel olmasını sağlayacak en büyük etkenlerden biri de temiz yiyecek ve onun helal yoldan elde edilmesidir. Bu yolla müminin ameli makbul olur.”

kızıma naz mı ediyorsun da yanına gitmiyorsun?” dedi. Mübarek cevabında “Ey Müslümanların kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerimenize nasıl naz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli bir şey yemesinden korktum. Ben ise, lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helal yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allah Teâlâ bize bir çocuk verirse, salih ve iyi olmasına çalışıyorum” dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helale bu derece dikkat etmesi neticesinde, Allah Teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyanın makbulü olan Abdullah bin Mübarek hazretleri idi.” Rabbimiz helal rızık araştırıp azda olsa onunla kifayet etmeyi kalplerimize ilham eylesin. Unutmayalım ki salih amellerimiz ancak onları meydana getirecek sebep üzere bina edilebilir.

Ramazan 1440

23


NEBEVÎ DAMLALAR Yener Yılmaz

İSLAM, İMAN VE İHSAN

Ö

mer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh şöyle buyurdu:

üstüne hürmetle koyduktan sonra

“Ben

Ey Muhammed! Bana İslâm hak-

Hz.

Peygamber

aleyhissalâtu vesselâm’ın

yanında otu-

ruyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eden hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber önüne

aleyhissalâtu

oturup

vesselâm’ın

dizlerini

dizle-

rine dayadı. Ellerini bacaklarının

24

Nisan 2019

sormaya başladı: kında bilgi ver! Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm

açıkladı:

“İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.” Yabancı: “Doğru söyledin” diye tasdîk etti.


Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm açıkladı: “Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti? Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm açıkladı: “İhsan Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.” Adam tekrar sordu: “Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm

bu sefer:

“Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor!” karşılığını verdi. Yabancı: “Öyleyse

kıyametin

alâmetinden

haber ver!” dedi. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm

şu açıklamayı yaptı:

“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.” 1. 2. 3. 4.

Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm

Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince şu açıklamayı yaptı: “Bu, Cebrail aleyhisselâm'dı. Size dininizi öğretmeye geldi.” (1) Açıklama Hadis alimlerinin “Cibril hadisi” olarak isimlendirdiği bu hadisi şerif içerdiği önemli bilgilerden dolayı “Sünnetin anası-temeli” (2) olarak kabul edilmiştir. Toplam sekiz sahabi tarafından rivayet edilmiş ve mütevatir olarak kabul görmüştür. (3) Bu hadisenin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatına yakın bir zamanda gerçekleştiği söylenebilir. Çünkü İslâm’ın şartları arasında sayılan haccın farz oluşu Mekke fethinden sonra gerçekleşmiştir. (4) Cebrail aleyhisselâm’ ın insan kılığına girerek farklı bir görünümle Hz Peygamberin adeta burnunun dibine sokulması medeni görünüşüne rağmen bedeviler gibi “Ey Muhammed” sallallahu aleyhi ve sellem diye hitap etmesi, öğrenci gibi soru sorup hoca gibi doğrulaması, mecliste bulunan sahabilerin dikkatini çekmek ve böylece konuşulanları iyice öğrenip kav-

Müslim, İman: 1, (8); Nesâî, İman: 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet: 17, (4695); Tirmizî, İman: 4, (2613). İbni Dakik el İyd, 40 hadis şerhi El-Vafi, şerh erbain enneveviyye Ahmet Lütfü Kazancı, Kırk hadis şerhi

Ramazan 1440

25


kendi iradesini Allah ve Rasûlünün iradesine tabi kılan kişiye Arapça-Farsça karışımı bir ifadeyle “Müslüman” denir. (7) Tarifte özellikle “teslim olma”

Müslümanın kalitesi yalnız başına kaldığında ortaya çıkar, toplum içerisinde edepli, ahlaklı ve takvalı görünen bir kişi, yalnız kaldığında ya da salih insanların olmadığı bir ortamda bu özelliklerini koruyorsa tabiri caiz se “kaliteli” bir Müslümandır.

ifadesi dikkatimizi çekmelidir. Bir Müslüman dinini dilediği meseleleri kabul edip dilediğini reddedebileceği bir alternatif yaşam biçimi olarak kabul edemez. İslâm bütünüyle kabul edilen ya da bütünüyle reddedilen en mükemmel hayat sistemidir.

İman Verilen bir habere kalpten inanma, haberi getireni tasdik etme, bir şeye tereddütsüz inanma, Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in

O’nun kulu ve

Rasûlü olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, ramaları için seçilen bir yöntemdir. (5) Kuran’ı Kerim’de anlatıldığı üzere (6) melekler Hz İbrahim’e aleyhisselâm ve Hz Hud’a aleyhisselâm insan kılığında gitmiş ve onlarla bir takım konuları konuşmuşlardır

Hadiste Geçen Kavramlar İslâm Selâmet ve huzur bulma, Allah ve Rasûlünün bildirdiklerine tabi ve teslim olma demektir. İslâm’ı kabul eden, 5. 6. 7. 8.

26

İlyas Kaplan, 40 Hadis şerhi Hud, 64-77; Hicr, 51; Zariyat, 24 Şamil İslâm Ansiklopedisi (İslâm maddesi) Şamil İslâm Ansiklopedisi (İman maddesi)

Mayıs 2019

kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına tam olarak inanmak ve kabul etmek demektir (8) genel olarak bu şekilde tarif edilse de Ehli sünnet alimleri arasında imanın tarifi hakkında üç farklı görüş bulunmaktadır: İman kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Buna göre kişi kalben inanıp diliyle bu inancını ifade ederse ancak, mümin sayılır. Bu görüş genelde Hanefi mezhebi alimleri tarafından benimsenmiştir.


“Cumhuru muhakkikin” diye isimlendirilen diğer alimlere göre iman kalp ile tasdikten ibarettir, yani kişi inanması gereken esasları kalben tasdik ederse mümindir, dil ile söylemesi şart olmayıp sadece dünyada kendisine mümin muamelesi yapılması için gereklidir. İmam Maturidi, Eşari, Fahreddin er-Razi bu görüştedir. Selef uleması ve hadis alimlerinin çoğuna göre iman; Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile amel etmektir. Bu alimler imanı tarif ederken yapılması gereken ibadet vs. amelleride tarifin içerisinde zikretmişlerdir, dolayısıyla ameli imanın bir parçası olarak kabul etmişler ancak ameli terk eden kişi dinden çıkar dememişler böyle bir kişiyi “fasık” ya da “asi” diye isimlendirmişlerdir. Buna göre yapılan bu tarifin mükemmel imanın tarifi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hiç şüphesiz bir kişiye verilen en büyük nimet imandır. Bu nimeti elde eden kişi gereğince yaşamalı, hakkını vermeye

çalışmalıdır.

Unutmamak

gerekir ki imansız olarak can veren kişi dünyanın en zengin, en rahat insanı olsa bile elindekilerin Allah katında zerre kadar değeri bulunmayacaktır. Bu durumda Rasûlullah’ın sürekli tekrarladığı duayı unutmamak gerekir “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit eyle.” (9)

İhsan Kelime anlamı iyilik, güzellik olan “ihsan”, Allah’ın huzurunda olduğunu, O’nu gönül nuruyla görüyormuş gibi tasavvur ederek kulluk vazifelerini yerine getirmek demektir. (10) İhsan sadece ibadetlerle ilgili değil, tüm davranışlarda göz önünde bulundurulması gereken bir görevdir. “Öldürdüğünüzde ihsan ile öldürün, hayvanları keserken ihsan ile kesin” (11) buyuran Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize bu gerçeği öğretmiştir.

Hadisten Çıkarılan Dersler Ve Hükümler Melekler insan şeklinde görülebilir ve konuşmaları insanlar tarafından duyulabilir. İman ve İslâm ayrı kavramlar olsalar da birbirinden ayrılmayan vasıflardır. Eğitim ve öğretimde soru cevap usulü faydalı bir metottur. Talebelerin hocalarına karşı olabildiğince saygılı olmaları gerekmektedir. Kişi Allah celle celaluhu’ın kendisini sürekli gözettiğini aklından çıkarmamalıdır. Cami vb. yerlere girerken temiz elbise giyip güzel kokular sürmek, ilim ehlinin yanında edepli olmak İslâm adabındandır.

9. Tirmizî, Deavât, 89 10. Şamil İslâm Ansiklopedisi (İhsan maddesi) 11. Müslim, sayd 57

Ramazan 1440

27


Kişi bilmediği bir soruyla karşılaştığında “bilmiyorum” demekten çekinmemelidir. Bu kişinin değerini düşürmez, bilakis arttırır. İmam Şa’bi’nin dediği

gibi

“Bilmiyorum

demek

ilmin yarısıdır.” Bilmediği bir konuda yorum yapmak ise büyük hataların sebebidir. Zira Allah azze ve celle bu konuda bizi uyarmıştır “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan mesul bulunuyor.”

(13)

Hadiste geçen kıyamet alametlerinden birisi olan “Cariyelerin efendileMüslümanın kalitesi yalnız başına

rini doğurması” ifadesi anneler ken-

kaldığında ortaya çıkar, toplum içeri-

dilerine efendi-patron gibi davranan

sinde edepli, ahlâklı ve takvalı görü-

çocuklar doğuracağı şeklinde de anla-

nen bir kişi, yalnız kaldığında ya da

şılmıştır. Günümüzde müşahede etti-

salih insanların olmadığı bir ortamda

ğimiz birçok olay bu anlayışın doğru-

bu özelliklerini koruyorsa tabiri caiz

luğunu ispatlar niteliktedir.

se “kaliteli” bir Müslümandır. İşte ihsanda tam olarak budur

larının yüksek bina yapmada birbir-

Kıyametin ne zaman kopacağı mese-

leriyle yarışmaları” ifadesi ise işlerin

lesi, Allahu Teâlâ’nın bilgisini gizli

terse döneceğine mevki ve makam

tuttuğu işlerdendir. “Kıyamet vakti

olarak itibarsız insanların toplum

hakkında bilgi ancak Allah katında-

içerisinde itibarlı kişiler sayılacağına,

dır.”

lüks ve israfın artacağına dair işaret-

(12)

Bize düşen görev ne zaman

kopacağıyla değil ne hazırladığımızla alakalı olmaktır.

leri barındırmaktadır. Allahu Teâlâ, bahşettiği İslâm ve iman

Cibril aleyhisselâm ara sıra Dihye bin

nimetinin farkında olup hakkını ver-

Halife el-Kelbi isimli yakışıklı, güzel

meyi ve ihsan makamına ulaşabilmeyi

bir sahabi suretinde gelmiştir.

hepimize nasip eylesin...

12. Lokman, 34 13. İsra, 36

28

“Yalın ayak, fakir, çıplak koyun çoban-

Mayıs 2019


KAVRAMLAR Mahmut Varhan

Kavramlar

DİN-2 "Yoksa onlar Allah'ın dininden başka din mi arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah'a boyun eğip teslim olmuşlardır ve sonunda hepsi O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i İmrân; 83)

Hak Din ile Batıl Beşeri Dinler Arasında Karşılaştırma Hak din ile batıl dinler arasında karşılaştırma

yapmaktan

maksat,

hak

dinin yakînî bir şekilde hakkâniyetinin ve batıl dinlerin de yakînî bir şekilde butlânının açığa çıkması, bu hususta kalplerinde hastalık bulunan şüphecilerin şüphelerinin giderilmesi ve batıl dinlerin mensûpları aleyhinde hûccetin îkâme edilmesidir. Bu ve benzeri pek çok hîkmetlerden dolayı Kur’an ve sünnette hak ile batıl arasında birçok yönden karşılaştırmalar vârid olmuştur.

“Ey zindan arkadaşları! Ayrı ayrı tanrılar mı, yoksa kahhâr (evrenin mutlâk hâkimi) ve bir Allah’mı daha iyidir?” (1)

1) Kaynağı îtibâriyle hak din îlahî ve semâvîdir. Allah katında tek makbûl din İslam’dır. Beşeri dinler ise yer kaynaklı olup, insan hevâsının ve şeytânî vesveselerin ürünüdür. Beşerî sistemlere göre doğrunun ve iyinin tek kaynağı insan aklı\hevâsıdır. Esâsen akıl, bütün evrenin kulluk ettiği Rabbû’l-âlemîn’e kul olmayı gerektirmektedir. Bundan dolayıdır ki Kur’an’ı Kerim sürekli akletmeye gönderme yapmakta ve akle-

1. Yusuf, 39

Ramazan 1440

29


denlerin mutlaka Allah’ı bulacaklarını ve O’na kulluk edeceklerini bildirmektedir. Dolayısıyla Beşerî dinlerin kaynağı akıl olmayıp insan nefsi, hevâsı ve şeytandır. Beşerî dinlerin tabileri de dünyalık menfaatlerini gözeten menfaatperest, nefislerini tatmin etmek için çalışan şehvetperest, hevâlarını ilah edinen ve hakikatte şeytana kulluk eden kimselerdir. Nitekim şu Âyet’i Kerime’de onların hakikatte şeytana kulluk ettikleri beyan edilmiştir: “Ey suçlular/ mücrimler, siz de (cehennemlikler olarak) bugün ayrılın! Ey Ademoğulları! Size, ‘Şeytan›a ibadet (kulluk) etmeyin! O sizin apaçık düşmanınızdır.’ diye bildirmedim mi? Sadece Bana ibadet (kulluk) edin. İşte dosdoğru yol budur! Nitekim (Şeytan) sizin bir çoklarınızı dalâlete düşürdü; böyle iken aklınızı kullanmaz mıydınız? İşte bu size îhtâr edilen cehennemdir. Kafirlik ettiğinizden dolayı bugün onu boylayın!” (2) 2) İslam’ın en temel esası, tevhid inancına sahip olmak ve Allah’ın peygamberlerine itaat etmektir. Allah’a ibadet etmek ve bu kulluğun nasıl yapılacağı konusunda peygambere itaat etmek Müslüman olmanın en temel şartıdır ki; kelime-i şehadet bunu ifade etmektedir. Tevhid inancına göre her şeyin yaratıcısı Allah’tır. Her şeyin sahibi ve maliki Allah’tır. Her şeyin rızkını temin edip bahşeden Allah’tır. Bütün sebepleri ve sonuçları yaratıp meydana getiren Allah’tır. Zerrelerden güneşlere kadar küçük-büyük her 2. Ya-sin, 59-64

30

Mayıs 2019

şeyin varlığı, bekası ve çalışma nizamı direkt olarak Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanmaktadır. Yaratma da emretme de Allah’a aittir. Dolayısıyla kullarının yaşama tarzını belirleyen, onlar için hayat nizamı koyan, ferdi, ailevi ve toplumsal hayatları için kanunlar vazeden, onlara emreden ve yasaklar koyan da onların hakiki Malik’i ve Rezzak’ı olan Allah azze ve celle’dir. Allah’ın şeriatını, O’nun kullarına ulaştıranlar ise; yine O’nun seçtiği peygamberlerdir. Beşerî sistemlerin esası ise ya kâinatın varlığından daha parlak ve kuvvetli bir hakikat olan Allah’ın varlığını inkâr etmek veya O’nun varlığını kabul etmekle birlikte sıfatlarında O’na ortak koşmaktır. İşte beşerin işlediği en büyük cürüm ve zulüm budur. Diğer bütün zulümler bu zehirli kökten türeyen ve acı meyveler veren dallar mesabesindedir. Kafir ve müşrik olan toplumların peygamberlere ve onların Allah’tan alıp insanlığa hediye olarak getirdikleri ilahi mesaja/vahye karşı vahşice mücadeleleri Hz. Nuh’un kavmiyle başlamış ve kıyamete kadar devam edecektir. İlahi nizama başkaldıran serkeş ve isyankâr kafirler ve müşrikler mağlup olup cehenneme atılacak ve hayırlı akıbet muttakilerin olacaktır! 3) Tek hak din olan İslam her açıdan kâmil, kâfî ve şâfîdir. İslam hayatın tüm olaylarını kapsayan şumûllü bir dindir. İslam; vatan, hükümet ve ümmet olarak devleti ifade ettiği


kadar, güç, rahmet ve adaleti ifade eden ahlak, kültür, kânun, ilim ve yargıdır. İslam; madde ve servet olduğu kadar kazanç ve zenginliktir. Cihad ve davet olduğu kadar ordu ve düşüncedir. İslam; sağlam bir akide ve samimi bir ibadettir. Bütün bunlar İslam için aynı şeylerdir. (3)” İslam, insanın ruhu ile bedeni arasında mükemmel bir denge oluşturan fıtrat dinidir. “Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslamiyet’i seçtim.’’ (4) Batıl olan beşeri sistemlerde ise hakiki bir akideye, gerçek bir ibadete ve üstün bir ahlaka yer yoktur. İnsan ruhu ya inkâr edilmiş veya ihmal edilmiş olup sadece insanın bedeni yönüne ve cesedinin şehvetlerine/istek ve arzularına önem verilmektedir. Dünya hayatının gayesi ve hakikati unutulmuş olup ancak zahiri ve maddi yönü imar edilmektedir. Şehvet, servet ve şöhret uğruna her türlü haksızlık meşru görülmekte ve tüm ahlaki ilkeler çiğnenmektedir. Kâğıt üzerinde yazılan insan haklarının gerçek hayatta hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü kalbi ve vicdanı ölmüş olan insan, zekasını sadece diğerlerinin haklarını çiğnemek için kullanmaktadır. “Onlar dünya hayatının sadece maddi yönünü bilirler, ahiretten ise habersizdirler.” (5) 4) Tek hak din olan İslam’a göre kuvvet haktadır ve haklı olan kuvvetlidir. Nitekim İslam’ın ilk halifesi olan Hz.

Bütün sebepleri ve sonuçları yaratıp meydana getiren Allah’tır. Zerrelerden güneşlere kadar küçük-büyük her şeyin varlığı, bekası ve çalışma nizamı direkt olarak Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanmaktadır. Yaratma da emretme de Allah’a aittir.

Ebubekir radîyallâhu anhu, İslamî Siyasetini deklâre ettiği ilk hutbesinde şöyle demektedir: “Sizden zayıf olup hakkı yenmiş olanlar, haklarını alıp kendilerine teslim edinceye kadar benim nezdimde kuvvetlidirler. Sizden kuvvetli olup ta haksızlık yapanlar, mazlumun hakkını onlardan alıncaya kadar benim nezdimde zayıftırlar.” Dolayısıyla İslam’a göre halifeyle köle, kuvvetliyle zayıf hak önünde eşittir ve şeriat mahkemesi onları huzurunda eşit derecede muhakeme eder. Buna delil olarak pek çok tarihî örnek vardır. Batıl beşerî dinlerde ise, hak kuvvette olup kuvvetli olan haklıdır. Güç ve

3. Hasan el-Benna, Risaleler: 474 4. Maide, 3 5. Rum, 7

Ramazan 1440

31


iktidar sahipleri ne kadar haksızlık ve zulûm yaparlarsa yapsınlar, kanunlarla kendilerini korumaya alırlar. Esef verici olan ise, zulme maruz kalan batıl din mensuplarının da bu zâlimleri meşrû hak sahipleri görmeleri ve hatta onları kutsal varlıklar olarak görmeleridir. Tarih boyunca dünyanın en büyük zalim ve tiranları, batıl dinlerin kılıfı ile tanrılaştırılmış ve halkı sömürmeleri meşru bir hak olarak benimsenmiştir. Son üç asırda ve özellikle yaşadığımız ahir zamanda komünizm, kapitalizm, laiklik ve demokrasi dinleri uğruna 100 milyonlarca insan haksız yere katledilmiş ve insanlığın çoğunluğu, azgın bir azınlık tarafından tarihte benzeri görülmemiş bir şekilde sömürülmüştür. Demokrasi dininin tanrıları olarak kabul edilen batılılar, bütün bu mezâlimi demokrasi dini için yaptıklarını iddia ederek zulümlerine meşru bir kılıf çekmek istemekte ve kendilerini haklı görmeye çalışmaktadırlar. On milyonlarca Müslümanın katili olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ülkeleri ve onların da ağababaları olan İsrail işgal devleti terörist kabul edilmezken; bu zâlimlere karşı kendilerini savunmak için çırpınan Müslümanlar ise Müslüman denilen devletler tarafından bile terörist sayılmaktadır. 5) İslam’ın sosyal hayat için vazettiği en temel kanun, iyilik ve takva hususunda teavun/karşılıklı yardımlaşma, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmama prensibidir. Bu prensibin 6. Buhari-Müslim

32

Mayıs 2019

gereği olarak bütün Müslümanlar arasında karşılıklı kardeşlik hukuku tesis edilmiştir. Diğer taraftan akrabalar arasında ve komşular arasında birtakım haklar ve vazifeler belirlenmiştir. Ayrıca Müslüman olsun zimmi (İslam devletinin gayr-i müslim vatandaşları) olsun toplumun bütün bireyleri arasında birtakım haklar ve vazifeler belirlenmiştir. Gerçek bir İslam toplumunda her bir Müslüman fert, kendi menfaatinden daha çok İslam toplumunun maslahatını düşünür ve en az kendi yararı kadar diğer Müslümanların da menfaatini düşünür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Sizden biri, kendisi için sevip razı olduğu şeyi kardeşi için de istemedikçe (gerçek manada) iman etmiş olamaz.’’ (6) Böylece İslam toplumu karşılıklı hürmet, merhamet, sevgi, kardeşlik, şefkat, yardımlaşma ve diğergamlık toplumudur. Beşeri sistemlerin sosyal hayatta vazettiği en temel kaidelerden biri de toplum bireyleri arasında insafsızca bir rekabettir. Bu serbest rekabet kanunu, toplum bireyleri arasında acımasız bir çekişme, menfaatler üzerinde sürtüşme ve dünyevi çıkarlar uğruna düşmanlık ve çatışmayı meydana getirmiştir. Suç oranları görülmedik bir şekilde artmış, cinayetler, ihanetler, gasp, hırsızlık, mafyalar, uluslararası suç örgütleri her tarafa yayılmıştır. İnsan insanın kurdu haline gelmiştir. İnsanların menfaatperest, çıkarcı ve serkeş olan nefisleri başkala-


rının canlarına, mallarına ve ırzlarına karşı mütecaviz ve saldırgan olmuştur. Hürmet-merhamet, sevgi-saygı, karşılıksız yardımlaşma, diğergamlık unutulmuş; toplumsal huzur da ortadan kalkmıştır. ’’Çokluğunuzla övünmek, kabirlere girinceye kadar sizi oyaladı." (7) 6) İslam, toplumlararası ilişkiyi akide ve inanç birliğine göre ayarlamıştır. Bütün Müslümanları -ırkları ne olursa olsun- kardeş kabul etmiştir. Bu kardeşliğin gereği olarak İslam tarihi boyunca çeşitli ırklardan oluşan İslam toplumu, samimi bir uhuvvet ve umumi bir selamet çerçevesinde birlikte yaşamışlardır. Birbirlerinin selameti ve kurtuluşu için ırk farklılığına bakmadan canlarını ve mallarını feda etmişlerdir. İslam’a göre ırkları ne olursa olsun bütün kafirler de tek bir millettir. İslam, Vela/dostluk ve Bera/düşmanlık ilkesini bu temele dayandırmıştır. Çünkü Müslümanlar Rahman’a kulluk etmekte, kafirler de şeytana kulluk etmektedirler. Beşeri sistemlere göre toplumlararası ilişki ırk esasına dayanan mücadele ve çekişmedir. Böylece Beşeri Dinleri benimseyen bütün toplumlar, başka toplumları yutmak ve haklarını çiğnemekle beslenen milliyetçilik ve ırkçılık hastalığına yakalanmışlardır. Bütün zemin, adeta toplumlararası güç ve galibiyet mücadelesi, birbirini yutmak ve sömürmek savaşının verildiği bir sahaya dönüşmüştür. Esef verici olan şudur ki, bir zamanlar

İslam hayatın tüm olaylarını kapsayan şumûllü bir dindir. İslam; vatan, hükümet ve ümmet olarak devleti ifade ettiği kadar, güç, rahmet ve adaleti ifade eden ahlak, kültür, kânun, ilim ve yargıdır. İslam; madde ve servet olduğu kadar kazanç ve zenginliktir.

İslam bayrağı altında tek bir ümmet olan Müslüman toplumlar da İslam hilafeti kaldırıldıktan sonra ulusalcılık ve milliyetçilik hastalığına yakalanmış ve batının onlara enjekte ettiği bu zehirden lezzet almaya başlamışlardır. Batılıların eliyle Müslüman toplumlar arasına çekilen sınırlar, zamanla onları birbirinden koparmış ve başlarında bulunan münafık ve mürted yönetimlerin çıkarları sebebiyle birbirlerine düşman olmuşlardır. Ancak Allah’ın rahmeti ile muamele ettiği şuurlu ve bilinçli Müslümanlar müstesnadır ki; onlar da toplumların azınlığını teşkil etmektedirler. 7) İslam’ın ferde/bireye gösterdiği hedef ve gaye, fazilet ve dünya-ahiret saadetidir. İslam, Allah’tan korkan, iffet ve haya sahibi bir ferd yetiştirmeyi

7. Tekasür, 1-2

Ramazan 1440

33


İslam, toplumlararası ilişkiyi akide ve inanç birliğine göre ayarlamıştır. Bütün Müslümanları -ırkları ne olursa olsun- kardeş kabul etmiştir. Bu kardeşliğin gereği olarak İslam tarihi boyunca çeşitli ırklardan oluşan İslam toplumu, samimi bir uhuvvet ve umumi bir selamet çerçevesinde birlikte yaşamışlardır.

amaçlar. Faziletli bir birey olmayı, dünya ve ahiret saadetini kazanmayı gaye edinen bir ferdin, içinde yaşadığı topluma ancak yararı olur. Böylece toplumda fazilet, güzel ahlak, saadet ve huzur yayılır. Allah’tan korkan ve O’nun kullarından haya eden fertlerden oluşan bir toplumda, ihlaller, fesat ve suç oranı asgari seviyeye inecektir. Beşeri sistemlerin ferde/bireye gösterdiği hedef ve hayatın gayesi ise, şahsi çıkar ve menfaattir. Şirk ve küfürle Allah’tan bağı koparılmış, ahirete iman etmeyen bir birey, başkalarına iyilik etse bile çıkarını ve menfaatini gözeterek iyilik eder. Allah’tan korkmayan, O’nun kullarından utanmayan bireylerin oluşturduğu bir toplumda suç oranları en yüksek seviyeye çıkar.

34

Mayıs 2019

Rezalet, sefahet ve sefalet kanser gibi toplumun bütün damarlarına yayılır. Bütün bireyler şahsi ve dünyevi çıkarlarını gözettikleri için toplum bireyleri arasında hased, haksız rekabet, düşmanlık ve çıkar merkezli çatışmalar alabildiğince yayılır. Şahsi menfaatlerini önceleyen bireyler, bencillik ve cimrilik hastalığına yakalanır ve birbirlerinin canlarına ve mallarına kastederler. Toplumda faiz ve karaborsacılık yayılır, toplumun temel ihtiyaçları hususunda bile tekelcilik oluşur. Nitekim günümüzde ilaç ve gıda gibi en temel ihtiyaçlar dahi belirli kesimlerin tekelindedir. Böylece toplumda haksız rekabet, huzursuzluk, düşmanlık, kargaşa, karışıklık ve çatışmalar artar. Bütün bunlar da toplumu felakete ve helak olmaya sürükleyecektir. 8) İslam, insanlığın yarısını oluşturan kadınlara fıtri vazifelerini yüklemiş; iffet, haya ve tesettüre riayet etmelerini onlara emretmiştir. Kadına, annelik ve aile eğitimi görevini yüklemiş, aile yuvasının tanziminden onu sorumlu tutmuştur. Zaruret ve hacet olmadıkça aile yuvasından dışarı çıkmamasını ve erkeklere karışmamasını tavsiye etmiş, modern cahiliyyenin dayattığı şekildeki karma hayat anlayışını yasaklamıştır. Beşeri sistemlere ve eski-yeni bütün cahili dinlere göre kadın açılmalı ve hayatın bütün alanlarında erkeklere karışmalıdır. Kadının da erkeğin yapabildiği bütün işleri yapması ve erkekle birlikte dışardaki hayat mücadelesine katılması gerekir. Kadın da bütün


ağır işlerde çalışmalı, erkeğin yaptığı bütün işleri yapmalı ve hatta erkek gibi savaşmalıdır. Böylece kadınlar erkekleşmiş, esef vericidir ki erkekler de kadınlaşmıştır. Yabancı kadın ve erkeklerin karmasından sadece fesat artmış, iffet ve haya perdesi yırtılmış ve zina her tarafa yayılmıştır. Namusların payimal edilmesi neticesinde pek çok aile yuvası yıkılmış, boşanma oranlarında patlama olmuş ve ihanetlerin birçoğu da cinayetle sonlanmıştır. Kadın fıtri vazifesini terk edince; fıtratı bozulmuş, reklam aracı haline getirilmiş ve erkekleri de baştan çıkarmıştır. Böylece arsız, iffetsiz, hayasız, fuhuş kanserine yakalanmış bozuk bir cahiliye toplumu ortaya çıkmıştır. İşte İslam ile cahili dinlerin ayırıcı farklarından biri de kadın meselesine bakış tarzları ve kadına verdikleri konumdur. İslam’a göre kadının asli mekânı, aile yuvasının içidir. Asil görevi de annelik ve çocuk eğitimidir. Kadının fıtri vazifesi, şer’i farizası ve bedeni ziyneti tesettürdür. Beşerî/Cahili sistemler ise kadının evinden çıkıp çalışmasını ekonomik bir güç, açılıp saçılmasını da modernlik ve çağdaşlık olarak kabul etmekte; annelik, haya, iffet ve edep gibi mefhumları çağdışı ve yobazlık olarak görmektedirler. 9) İslam, toplumdaki sosyal adaleti ve gelir dağılımını zekâtı farz kılmak, faizi de haram kılmakla sağlamıştır. İktisadi alanda toplumların selameti, saadeti, huzuru ve gelir dağılımındaki adalet ancak zekât müessesesinin doğru bir şekilde tanzim edilmesi

İslam, insanlığın yarısını oluşturan kadınlara fıtri vazifelerini yüklemiş; iffet, haya ve tesettüre riayet etmelerini onlara emretmiştir. Kadına, annelik ve aile eğitimi görevini yüklemiş, aile yuvasının tanziminden onu sorumlu tutmuştur.

ve faiz kurumlarının kapatılması ile mümkündür. Çünkü zekât, Allah’ın zenginlere lütfettiği malın bir kısmını onlardan alıp fakirlere ve muhtaçlara vermektir. Böylece toplumun zengin tabakası, muhtaç olanlara rahmet, şefkat, merhamet ve ihsan nazarı ile bakacak; muhtaç olanlar da onlara hürmet ve muhabbet nazarıyla bakacaklardır. Cimrilik, hased ve kin alevleri sönecek ve toplum selamete kavuşacaktır. Faiz ise mütref kesimin, muhtaç tabakayı sömürmesi ve ellerinde bulunan birkaç kuruşa da göz dikerek onlardan çalmasıdır. Dolayısıyla faizci bir toplumda zengin tabaka, muhtaç kesimi tahkir eder, küçümser ve ihtiyaçları sebebiyle onları sömürür. Buna karşılık muhtaç kesim de cimri ve tamah-

Ramazan 1440

35


İslam, toplumdaki sosyal adaleti ve gelir dağılımını zekâtı farz kılmak, faizi de haram kılmakla sağlamıştır. İktisadi alanda toplumların selameti, saadeti, huzuru ve gelir dağılımındaki adalet ancak zekât müessesesinin doğru bir şekilde tanzim edilmesi ve faiz kurumlarının kapatılması ile mümkündür.

kar zengin tabakaya hased, kin ve düşmanlık besler. Böylece toplumda karışıklıklar ve hatta ihtilaller meydana gelir. Bu son asırda kapitalizme karşı komünistlerin eliyle işçi sınıfı bu şekilde tahrik edilmiş ve milyonlarca insan öldürülmüştür. Tarihte ve günümüzde buna benzer örnekler sayılamayacak kadar çoktur. İstisnasız bütün beşeri dinlerde ve cahili sistemlerde faiz ekonomik hayatın temel taşıdır. Zekât diye bir müessese zaten yoktur. 10) İslam, insanlığın Allah’ın dışında bir takım nesnelere ve kimselere ibadet etmekten kurtarılıp Allah’a ibadet etmeye, dinlerin/sistemlerin zulmünden kurtarılarak İslam’ın adaletine,

36

Mayıs 2019

dünyevileşmenin darlığından/sıkıntısından kurtarılıp dünya ve ahiretin genişliğine kavuşturulması amacıyla Allah yolunda cihadı emretmiştir. Cihad, rahmet ve adaletin diğer toplumlara da ulaşması için verilen çabadır. Cihad, insanlığın şeytanın izine takılarak cehenneme gitmemesi ve ipini şeytanın elinden kurtarıp cennet yoluna dönmesi için verilen mücadeledir. Cihad, insanlığın şirk, küfür, zulüm, faiz, zina, içki ve kumar gibi masiyetlerin pençesinden kurtulup iman, istikamet, güzel ahlak , erdem ve medeniyete kavuşması için canları ve malları feda etmektir. Özetle cihad, almaktan önce vermektir. İşte İslam’ın cihad anlayışı budur. Beşerî sistemleri benimseyen toplumlar ise düşman toplumları yıkıma uğratmak, tahrip etmek, çökertmek, zelil kılmak ve sömürmek için savaşmaktadırlar. Onlara göre savaşın tek kuralı vardır; o da galip gelmek uğrunda bütün insani kuralları çiğnemek ve her şeyi mübah görmektir. Zira galip geldikten sonra bütün kuralları tekrar ele alacak ve istedikleri gibi belirleyeceklerdir. Çünkü mağlup olan tarafın hiçbir hakkı ve hukuku yoktur. Batılıların bu son asırlarda Müslüman milletlere karşı giriştikleri savaşlar bunun en açık delilidir. Tarihte de haçlılar, Moğollar, birinci ve ikinci dünya savaşları gibi bunun pek çok örnekleri bulunmaktadır. Beşerî sistemlere mensup olanların savaş ahlakları da işte budur.


GÜNDEM ANALİZ Nedim Bal

“ONLAR ŞÜPHESİZ Kİ YALANCIDIRLAR” (Mu’minûn Sûresi, 90.Ayet)

A

merika ve haçlı Batı dünyası 2001 yılında “Taliban İslâm Emirliği” kontrolündeki Afganistan’ı işgal etti. O tarihte bu işgali meşru göstermek için kullandıkları birçok yalan gerekçelerden bir tanesi de “Taliban’ın uyuşturucu üreten en büyük örgüt olduğu, uyuşturucudan büyük gelirler elde ettiği, militanlarını da bu yolla kendisine bağladığı, Taliban rejiminin tüm insanlığı zehirlediği” propagandasıydı. Maalesef haçlı emperyalist Batı dünyasının kuyruğuna takılan

sözüm ona bazı ‘Müslüman aydınlarda (!) bu yalan rüzgarlarının etkisinde kalmış, şanı yüce Allah’ın “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı kötülük edersiniz…” (Hucurat, 6) ilahi uyarısını görmezden gelmişlerdi. Haçlı Batı dünyasının aldatıcı söylemleri karşısında Mankurtlaşmış ezik tavırlı Müslüman aydınlar(!) haçlı korosuyla beraber aynı şeyleri terennüm etmeye başlamış ve baştan

Ramazan 1440

37


“İslâm Emirliğini” tek suçlu” ilan etmişlerdi. Bu ezik Müslüman Aydıncıklar (!) hırsıza bulamadıkları kabahati ev sahibine bulmuş ve cezayı hırsıza değil ev sahibine kesmişlerdi. ABD ve Batının hakikatleri ters yüz ederek siyahı beyaz, beyazı siyah gösteren medya büyüsünün etkisinde kalan “her olayın sebebinin ve tek suçlusunun sadece Müslümanlar” olduğu propagandasına/yalanlarına inanan milyonlarca Müslüman, maalesef o yıllarda neredeyse zil çalarak Afganistan işgaline destek vermişti. Bu işgalin üzerinden tam 18 yıl geçti. Sonuç; şu an ABD ve müttefikleri savaş meydanında bükemediği eli öpmek istiyor. Ama tenezzül edip de onların necis dudaklarına uzatılacak el dahi bulamıyorlar.

ekilmekteydi. Ancak geleneksel afyon üretimi, özellikle 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin ülkeyi işgal etmesiyle birlikte şekil değiştirerek ticari amaçlı üretim yaygınlık kazanmaya başladı.

Sovyet İşgali Sovyet işgali ile birlikte ülkenin güneyindeki Hilmend ve Kandahar gibi tarım yapılabilen bölgelerde alt yapı tesislerinin, sulama sistemlerin, ehil hayvanların,

yollar

ve

pazarların

tamamen tahrip edilmesi Afgan halkının açlıkla yüz yüze gelmesine neden oldu. Sınırlı tarım arazilerinin savaş sonucu

Peki, o yıllarda işgali meşru göstermek adına ortaya attıkları “Taliban ve Uyuşturucu” ilişkisi iddialarının (yalanlarının) aslı ne idi? Bu konu üzerinde tarihi süreci biraz da geriden alarak durmaya çalışalım.

verimsizleşmesi Afgan halkını afyona

Uzun yıllar boyunca yaşadığı iç savaş ve dış müdahaleler nedeniyle istikrarsızlaşan Afganistan, günümüz itibariyle dünya afyon üretiminin yaklaşık yüzde 90’ına sahip. Ülkenin denizlere açılamaması, sert iklim şartları ve dağlık coğrafyasından dolayı tarıma elverişli alanlar oldukça sınırlı.

larda Pakistan İstihbaratı (ISI) ile bir-

Uyuşturucunun hammaddesi olan afyon, Afganistan’da yerli halk tarafından hastalıkları geleneksel yollarla

38

tedavi etmek amacıyla uzun yıllardır

Mayıs 2019

yöneltti. Açlıktan ölümlerin yaşandığı 80’li yıllardan itibaren Afganistan’da afyon üretimi hızla yaygınlaştı. Soğuk Savaş şartlarında Sovyet karşıtı direnişi destekleyen ABD’nin, o yıllikte ülkedeki afyon üretimini teşvik ettiği öne sürülmektedir. Birçok Batılı kaynakta, CIA ve Pakistan İstihbaratının (ISI) hem Afganistan’daki hem de dünyanın farklı bölgelerindeki Sovyet yayılmacılığına karşı ABD’nin yürüttüğü operasyonları afyon gelirleriyle finanse ettiği belirtiliyor.


Taliban Dönemi

Molla Ömer’in Afyon Üretimini

Bu şartlar altında Afganistan eko-

Yasaklaması

nomisi 2000 yılına kadar her geçen

2000 yılının yaz aylarına gelindiğinde

gün afyona daha da bağımlı hale

Taliban, kuzeydeki birkaç bölge hariç

geldi. Sovyet güçlerinin çekilmesinin ardından ülkedeki savaş beylerinin yıllar süren iktidar mücadelesi Taliban’ın ortaya çıkışına zemin hazırladı. Afyon üretiminin en yaygın olduğu bölgede etkinlik kazanmaya başlayan Taliban, 1996’da başkent Kabil’i kontrol altına aldı. Ülkenin İslâm hukukuna göre yönetilmesini savunan Taliban için afyon, mücadele

edilmesi

gereken

konuların

başında geliyordu. Diğer savaş beyleriyle çatışmaların devam etmesi ve halka afyona alternatif olarak geçim kaynağı

sunulamaması

nedeniyle

ülkenin yüzde 95’inde kontrol sağladı. Bu dönemde Taliban lideri Molla Ömer, “uyuşturucun İslâm’a göre haram ve insanlığa karşı suç olduğunu”

belirten

bir

fetvayla,

Afganistan tarihinde ilk kez ülke genelinde afyon üretimini yasakladı. Afyon tarlaları ve laboratuvarlar imha edildi. Uyuşturucu trafiği kesilerek uyuşturucu baronları en sert şekilde cezalandırıldı. Taliban’ın afyona savaş açması sonucu aynı yıl afyon üretimi ülke genelinde yüzde 94 oranında azalarak neredeyse sıfırlandı. Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, uyuş-

Taliban afyon üretimini kademeli

turucuyla etkin mücadelesi nedeniyle

olarak sınırlandırma yoluna gitti.

Taliban’a teşekkür etti.

Ramazan 1440

39


ABD - NATO İşgali Sonrası ABD’nin uluslararası güçlerin de desteğini alarak Afganistan’a başlattığı işgal sırasında ülkenin en önemli uyuşturucu baronları Beşir Nurzai ve Hacı Cuma Han yakalananlar arasındaydı. Uyuşturucuyla mücadele, Afganistan’a yönelik müdahalenin önemli dayanaklarından biri olmasına rağmen yakalanan baronlar kısa süre sonra serbest bırakıldı. Sonradan kurulan Karzai hükümeti sırasında birçok üst düzey hükümet üyesi ve ABD yetkilisinin ülkedeki afyon ticaretinden kar sağladığı öne sürülüyordu.

Ahmet Veli Karzai İktidara geldiğinde “afyona karşı güya cihad ilan eden(!)” Afganistan Cumhurbaşkanı Hamit Karzai’nin üvey kardeşi Ahmet Veli Karzai ülke-

40

Mayıs 2019

deki en büyük uyuşturucu baronu olarak tanınmaktadır. Karzai, Wikileaks tarafından sızdırılan ABD belgelerinde de “yolsuzluğa bulaşmış uyuşturucu baronu” olarak tanımlanıyordu. New York Times gazetesi Ahmet Veli Karzai’nin işgal öncesinde 8 yıl boyunca CIA’e çalıştığını öne sürmekteydi. Veli Karzai’nin Kandahar Eyalet Meclisi üyesi olduğu sırada ülkedeki afyon üretiminin merkezi olan Kandahar ve Hilmend’i fiilen tek başına yönettiği, afyon sevkiyatını askeri helikopterler ve polis konvoylarıyla sürdürdüğüne yönelik ciddi iddialar bulunmaktadır. İşgal sonrasında da ülkedeki uyuşturucu trafiğini kendi kontrolüne alan Ahmet Veli Karzai, 2011 yılında 7 yıldır korumalığını yapan Serdar Muhammed isimli “Taliban’ın uyuyan casuslarından birinin” düzenlediği suikast sonucu öldürüldü.


Yabancı Güçler ve Uyuşturucu Ticareti Alman İstihbaratı BND’den sızan bir belgede Alman kuvvetlerinin ülkedeki uyuşturucu trafiğine karıştığı ortaya çıktı. Büyük bir skandala neden olan sızdırılan belgelere göre, Kuzey Afganistan Emniyet Müdürü Muhammed Davut Davut’un organize ettiği uyuşturucu trafiğinde Afganistan’daki Alman askerleri aktif olarak yer almışlardı. Geçmişte Ahmet Şah Mesut’un sekreterliğini de yürüten Davut, Kuzey İttifakı içerisindeki en kirli isimlerden biri olarak bilinmekteydi. Muhammed Davut, 2011 yılında üst düzey 6 Alman askeriyle birlikte Taliban saldırısında öldürüldü. 2011 yılında yayınlanan bir rapor, ABD askerlerinin ülkede üretimi yapılan afyonun en önemli müşterilerinden biri olduğunu göstermektedir. Raporda fiilen görev başında olan 11 bin 200 ABD askerinin uyuşturucu kullandığı tespit edilmiştir. Gerçek rakamın ise çok daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. BM Raporlarına Göre Afganistan`da Haşhaş Üretiminin En Düşük Olduğu Yıl 2001... Birleşmiş Milletler’in 2001`de yayımladığı rapora göre; “Taliban İslâm Emirliği” yönetiminin olduğu dönemde uyuşturucu üretiminin yüzde 94 oranında azalarak, ülke tarihindeki en düşük orana yani 185 tona kadar gerilediği kaydediliyor. Aynı raporun devamında ise; işgalden hemen sonra Amerika’nın ülkenin başına getirdiği

Hamit Karzai yönetimindeki Afganistan'da bu rakam 3400 tona çıktı. 2003'de 80 bin hektar araziden 360.000 ton uyuşturucu elde edildi. BM`nin 2004 yılında yayımladığı raporda, “Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde Taliban rejiminin yıkılmasından bu yana Afganistan giderek artan biçimde bir uyuşturucu devletine dönüşüyor” ifadeleri kullanıldı. Üstelik daha önce sadece afyon sakızı yani hammadde üreten ülkede, artık büyük miktarda eroin de imal ediliyordu. Birleşmiş Milletler`in son raporu ise, durumun çok daha çarpıcı boyutlara ulaştığını açıkça ortaya koyuyor: “2006 yılında, Afganistan dünya uyuşturucu üretiminin yüzde 92`sinin yapıldığı büyük bir ‘zehir çiftliğine’ dönüşmüş durumda. Dünya`nın başka hiçbir bölgesinde bu oranda bir yoğunlaşma yok. Bu topraklarda üretilen uyuşturucunun satıldığı pazarlar da genişlemiş; artık sadece Avrupa ve Amerika değil, Rusya, Çin ve Ortadoğu`da, Afganistan`da üretilen uyuşturucular satılıyor.” BM resmi verileri bize; Afganistan’da “Taliban İslâm Emirliğinin” yıkılması

Ramazan 1440

41


ve ABD öncülüğünde uluslararası güç-

biri olan “Taliban ve Uyuşturucu

lerinin Afganistan’a yerleşmesi son-

Üretimi” de uydurulmuş o koskoca

rasında Afganistan’da uyuşturucu üretiminin 185 ton’dan 360.000 ton’a çıkarak tarihte görülmemiş bir pat-

Tıpkı; Taliban’ın vahşi olduğu, insan-

lama yaşandığını gösteriyor. Daha

ları çiğ çiğ yediği, harici olduğu,

önemlisi, bu artıştan başta CIA olmak

vahhabi olduğu, ABD ürünü olduğu

üzere,

yalanları gibi…

Afgan

hükümeti,

mahalli

komutanlar ve bölgesel liderlerin sorumlu olduğunu gösteren raporlar

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size

ve bağlantılar da çeşitli kaynaklar

haber getirirse onu etraflıca araştırın.

tarafından ortaya konuyor.

Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı

Deccaller’in

kötülük edersiniz…” (Hucurat, 6)

kara

propagandasına

inanan ve aynı yılan deliğinden onlarca kez ısırılan ama hala uyanamayan saf(!) Müslümanlar şunu bilmeli ki; tıpkı Irak’ın işgali için uydurulan “Saddam`ın korkunç kitle imha silahları” yalanı gibi, ABD’nin Afganistan’ı işgal gerekçelerinden

42

yalanlardan sadece bir tanesiydi.

Mayıs 2019

Selâm ve Dua ile… Allah’a Emanet Olun... -----------------------Kaynaklar Mepa News Dünya Bülteni


İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay

Bursa’dan Semerkand’a Bir Bilim İnsanı:

KADIZÂDE-I RÛMÎ (1337-1412)

İ

lim ve bilim adamlarının ortak noktalarından biri, hiç şüphesiz yolculuklardır. Bu kimseler, yolculuk şartlarının zorluğuna ve imkanların kısıtlı olmasına rağmen bu yolda birçok güçlüğe göğüs germişlerdir. Kadızâde-i Rûmî de önce kendi bölgesi ve Anadolu toprakları, ardından şehirler ve ülkeler gezerek Semerkand’a giderek ilim yolculukları yapmıştır. 1337 yılında Bursa’da ilim sahibi bir aileye mensup bir

kimse olarak dünyaya gelen Kadızâde-i

Rûmî’nin

asıl

adı, Mûsa bin Mehmed bin Kadı

Mahmûd

Efendi’dir.

Babası dönemin meşhur ilim adamlarından Mehmet Çelebi’dir. Dedesinin ve babasının Osmanlı hükümdarları Orhan Gazi ve Murat Hüdavendigâr döneminde kadılık yapmış olmasından ‘Kâdızâde’, Anadolu topraklarında yaşamasından dolayı ‘Rûmî’ denilerek “Kadızâde-i Rûmî” olarak meşhur olmuştur.

Ramazan 1440

43


aldığı eğitimini devam ettirmek adına hocası tarafından astronomi eğitimi almak için önce Konya’ya Müneccim Feyzullah’a, ardından da Horasan bölgesine göndermiştir.

İlmi bir aileye mensup olması onu daha küçük yaşlarda ilimle ilgilenmeye yöneltmiş, ilk eğitimini babasından aldıktan sonra onun vefatının ardından dedesi ile ilimle meşgul olmaya devam etmiştir. Dönemin Osmanlı başkenti ve bir ilim merkezi Bursa’da yaşamasının sağladığı fırsatları iyi değerlendiren Kadızâde-i Rûmî, baba ve dedenin ilminden istifade ettikten sonra Bursa Medresesi’ne giderek ilmi seviyesini yükseltme yolunda devam etmiştir. Burada olduğu süre içerisinde diğer öğrencilerden seviye olarak sıyrılması, dönemin Osmanlı şeyhulislamı Molla Fenârî’nin dikkatini çekmiştir ve Molla Fenârî onu özel eğitimine almıştır. Molla Fenârî’nin özel eğitimine alınması ile fıkıh, matematik, astronomi alanında eğitimi geliştirme imkânı bulan Kadızâde-i Rûmî, çok istifade ettiği hocasından

44

Mayıs 2019

Aile fertlerinin karşı çıkmasına rağmen 25 yaşlarındayken astronomi ilmine olan merakı ve hocasının teşvikleri onu Merağa Rasathanesi’nin yoluna düşürmüş, bu onun ilim yolculuğunda yaptığı uzun yolculuğun başlangıcı olmuş, ilk durağı Horasan’ın Cürcan şehrinde büyük ilim adamı Seyyid Şerif Cürcânî’nin ders halkasına katılmıştır. Derslerdeki zekâsı ile Seyyid Şerif Cürcânî’nin şu övgüsüne mazhur olduğu aktarılmıştır: “Kadızâde’nin tabiatına riyâziyyât (matematik) galip gelmiş.” Cürcânî’den kelam, mantık, fen ilimleri gibi alanlarda eğitim aldıktan sonra yolculuğa devam ederek Maveraunnehir’e ulaşmıştır. Onun burada Timur Devleti hükümdarı Şahruh (ö.850/1447) tarafından daha sonra devletin başına geçecek olan bilge hükümdar Ulûğ Bey’e (ö.853/1449) hoca olarak teklif edilmesi, burada kalmasına vesile olmuştur. Şahruh’un kendisine hürmetini geri çevirmeyen Kadızâde-i Rûmî, burada kalarak Ulûğ Bey’e hocalık yapmıştır. Kendisinin astronomi alanında önemli bilgilere sahip olması, Ulûğ Bey’in de bu alana olan merakı sayesinde Semerkand ve Buhârâ’da astronomi alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır.


Ulûğ Bey’in ilim adamlarına ilgili olması, bu dönemde Semerkand’ı bir ilim merkezi haline getirmiştir. Farklı bölgelerden ilim ve bilime meraklı kimseler, buraya göç etmiştir. Astronomi alanında yapılan öncü çalışmalar, Ulûğ Bey’in gökyüzünü izleme amacıyla yaptırmak istediği Semerkand Rasathanesi ile sürdürülmüştür. Çalışmalarına başlanılan rasathanenin ilk müdürü Cemşîd el-Kâşî’ye (ö. 832/1429) bitimini görmek nasip olmamıştır. Ardından Kadızâde’nin müdür olarak atandığı rasathanenin bitirilmesi, kurulmasında Kadızâde’nin önemli katkıları olmasına rağmen ona da nasip olmamıştır. Onun yetiştirdiği talebelerin önde gelenlerinden Ali Kuşçu (ö. 879/1474), hocasının izini sürdürerek Semerkand Rasathanesi’nin müdürlüğüne getirilmiş ve nihayet rasathanenin bitirilişi ona nasip olmuştur. Kadızâde-i Rûmî, Semerkand Rasathanesi’ne müdür olarak atandığı dönemde ders vermeye devam eder. Bu derslere Ulûğ Bey’in kendisi de katılır. Kadızâde-i Rûmî’nin derslerini vermeye devam ettiği bu dönemde hayatı hakkında şöyle bir olay aktarılır: “Bir gün Ulûğ Bey, müderrislerden birini görevden uzaklaştırır. Kadızâde de bu durumu protesto için derslere girmemeye başlar. Onun hasta olduğunu zanneden Ulûğ Bey, onu ziyarete gider. Ancak hiç de hasta bir hâli olmadığını görür.

Dönemin Osmanlı başkenti ve bir ilim merkezi Bursa’da yaşamasının sağladığı fırsatları iyi değerlendiren Kadızâde-i Rûmî, baba ve dedenin ilminden istifade ettikten sonra Bursa Medresesi’ne giderek ilmi seviyesini yükseltme yolunda devam etmiştir.

Kadızâde, karşısında bir devlet başkanı olarak duran Uluğ Bey’e şöyle der: “Biz müderrisliği, hiçbir kimseyle ilgisi olmayan bir görev zannederdik. Halbuki şimdi bunun da hüküm sahiplerinin elinde oyuncak olduğunu gördük. Öyleyse biz de dersten vazgeçtik.” Bunun üzerine Ulûğ Bey, görevden aldığı müderrisi eski görevine iade eder ve bir daha bu işlere karışmayacağını açıklar.” Talebe yetiştirmenin ilmin aktarılmasında önemli bir yol olduğunun bilincinde bir kişilik olarak talebelerine ilim öğreten Kadızâde-i Rûmî, Fethullah eş-Şirvânî ve Ali Kuşçu gibi

Ramazan 1440

45


önemli astronomi adamlarını yetiştirmiştir. Onları eğitmenin yanında bir de öğrendiklerini uygulama imkanlarını da sağlayarak, kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmuştur. Onlara ayrıca öğrendiklerini başkalarına öğretme sorumluluğunu da aşılarak, ilmin sonraki nesillere aktarılmasında önemli bir görev icra etmiştir. Nitekim hocalarının vefatının sonraki yıllarda Timur Devleti’ndeki karışıklıkların da etkisiyle Anadolu topraklarına geçen Fethullah eş-Şirvânî ve Ali Kuşçu, Osmanlı Devleti’nde astronomik çalışmalarda önemli gelişmelere vesile olmuştur. A. Adnan Adıvar şöyle demiştir: “O zamanki Doğu (İslâm) dünyasında kendisine bir isim yapan bu bilgin, tahsilini Horasan ve Türkistan’da tamamladıktan sonra asıl memleketine dönmüş olsaydı, Osmanlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tahmin edilebilirdi. Ama Kadızâde’nin Türkistan’da yetiştirdiği iki öğrencisi sonradan Anadolu’ya gelerek matematik ve astronomi ilmini yaymışlardır. Bunlardan birisi Fethullah Şirvânî, öteki Ali Kuşçu’dur.” (1) Kadızâde’nin geometriyle ilgili ‘Şerhu Eşkâli’t-te'sîs’ ve astronomiye dair ‘Şerhu’l-Mülahhaş fî 'ilmi’l-hey'e’ eserleri Osmanlı medreselerinde orta seviyede ders kitabı olarak okutulmuştur. Böylece o, Osmanlı’da ilim ve bilim alanında hem talebeleriyle hiz-

mette bulunmuş hem de eserleriyle bu alanda önemli bir etkiye sahip bir kişilik olmuştur. İlim dünyasının önde gelen şahsiyetlerden biri olması yanında Osmanlı’nın ilk özgün matematikçisi ve astronomu sayılmıştır.

Vefatı Avusturyalı Şarkiyatçı ve Osmanlı Tarihçisi Joseph Von Hammer’ın ‘ilk Türk riyaziyecisi’ olarak adlandırdığı, Kadızâde-i Rûmî’nin ölüm tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bazı kaynaklarda 1412 yılı öne çıkarılmıştır. Vefâtının 1432, 1436 ya da 1437 yılında olduğuna dair de kaynaklarımızda tarihler vardır. Osmanlı Devleti’ne olan dolaylı yoldan –yetiştirdiği talebelerine Anadolu’ya gitmelerini söylemesinden dolayı- ilmi katkılarından dolayı Taşköprizâde Ahmed Efendi, onun adına Osmanlı ulemâsının ikinci tabakasında yer vermiştir.

Eserleri A) Matematik 1. Tuhfetü’r-re'îs li’t-te'sîs.

şerhi

Eşkâ-

Şemseddin Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’nin ‘Eşkâlü’t-te'sîs’ adlı

1. Ahmet Kankal, Ali Kuşçu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. 36, Sayı 1-2 (1993) s.113.

46

Mayıs 2019


eserine yapılmış bir şerh olup 815’te (1412) Uluğ Bey’e ithafen kaleme alınmıştır. Eser, ‘Şerhu Eşkâli’t-te'sîs (Temel Teoremler Üzerine)’ olarak bilinmektedir ve teorik geometri açısından önemli bir çalışmadır.

telif ettiği en önemli çalışmadır.

Osmanlı Devleti’nde uzun yıllar medreselerde orta seviyeli bir geometri ders kitabı olarak okutulmuştur.

2. Hâşiye 'alâ Tahrîri’l-Mecistî.

Dünya kütüphanelerinde 200’ü aşkın yazma nüshası vardır. 2. Risâle fi’stihrâci ceybi derece vâhide bi-a'mâlin mü'essese 'alâ kavâ'ide hisâbiyye ve hendesiyye 'alâ tarîkati Gıyâs'iddîn el-Kâşî. (Giyaseddîn elKâşî’nin Yöntemine Dayanarak Aritmetik ve Geometrik Kurallar Bağlamında Bir Derecenin Sinüsünün Hesaplanması Üzerine)

Osmanlı medreselerinde orta seviyeli ders kitabı olarak okutulan eserin zamanımıza 300’ü aşkın nüshası gelmiş, ayrıca çeşitli baskıları yapılmıştır.

Nasîrüddîn-i Tûsî’nin ‘Tahrîrü’l-Mecistî’

adlı

eserine

Nizâmeddin

en-Nîsâbûrî’nin yazdığı ‘Ta'bîrü’t-Tahrîr’ adlı şerhin bazı zor yerlerini açıklayan bir hâşiyedir. 3. Risâle fi’stihrâci hatti nışfi’n-nehâr ve semti’l-kıble. Kıble yönünün ve meridyen çizgisinin belirlenmeli üzerine yapılan bu küçük çalışma, Kadızâde’nin bilinen tek Far-

Cemşîd el-Kâşî’nin 1 derecelik yayın sinüsünün hesaplanması için geliştirdiği cebir yöntemi hakkındaki risâlesinin şerhi olup, Kadızâde’nin matematik sahasında yazdığı en orijinal eser olarak kabul edilir.

sça astronomi eseridir.

Kâşî’nin üçüncü dereceden bir denklem haline getirerek çözdüğü bu problemdeki yöntemini Kadızâde genişletip basitleştirmiştir.

yazdığı belli olan eser isimlerine yer

B) Astronomi 1. Şerhu’l-Mülahhaş fî 'ilmi’l-hey'e Çağmînî’nin el-Mülahhaş fi’l-hey'e’sinin şerhi olup, 814’te (1412) yazılarak Uluğ Bey’e sunulmuştur. Kadızâde’nin nazarî astronomi sahasında

Kendisinin bu eserlerinin dışında bir takım eserleri onun yazdığı söylenmişse de bu tartışmalı bir durumdur. Burada kesin olarak kendisinin verilmiştir. ------------------------Kaynaklar Topdemir, Hüseyin Gazi. Kadızâde-i Rûmî, Bilim ve Teknik, Ocak 2011, s.84-89. Adıvar, A. Adnan. Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İhsan Fazlıoğul, Kadızâde-i Rûmî, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.24, s.98-100. - “Kadızâde-i Rûmî”. İslâm Düşünce Atlası.

Ramazan 1440

47


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

Uluslararası jeopolitik ve jeostratejik bir suyolu projesi olarak görülen Süveyş Kanalı’nın yapımı, Osmanlı Afrika’sında Mısır topraklarında Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine bağlamak amacıyla Süveyş kıstağında 25 Nisan 1859 tarihinde başlamıştır.

48

Mayıs 2019

STRATEJİK BİR NOKTA: SÜVEYŞ KANALI- 1

M

ısır tarihi boyunca birçok olaya, Peygamberlere ve fira-

vunlara şahitlik yapmıştır. 1517 de Osmanlı devletinin idaresi altına giren Mısır, 1800’lerden itibaren sömürgeciler tarafından işgal ve zapt eylemlerine maruz kalmış olan yakın tarihimizde ki önemli bir beldedir.

öldürme

ve

köleleştirme

konusunda çok cesurca davranan iki kıdemli sömürücüyü (Fransa-İngiltere) karşı karşıya getirdiği süreci ele almaya çalışacağız. Ayrıca bu dönemde, her türlü hile, isyan savaş gibi yollarla yıkılmak ve devrilmek istenilen Hilafetin merkezi Osmanlı devletinin

Bizler bu yazımızda yakınça-

izlemek zorunda kaldığı stra-

ğın en önemli kanallarından

tejiyi anlatmaya çalışacağız.

biri olan Süveyş kanalının

Gelecek ay ki yazımızda ise

açılma sürecini ve pragma-

kanalın açılmasından sonra

tik çıkarları uğruna Müslü-

cereyan eden vakalar üze-

manları

rinde duracağız inşallah…

günümüzde

dahi


1. Süveyş Bölgesinin Coğrafyası “Süveyş Kanalı açılmadan evvel Süveyş Berzahı, eski dünyanın ortasında Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan fakat Kızıl Denizle Akdeniz’i, dolayısıyla Hind ve Atlas okyanuslarını birbirinden ayıran bir coğrafi hususiyeti haizdi. Böyle bir berzahın tarih boyunca kıymeti, hiç şüphesiz, bağladığı karalar ile ayırdığı denizlerin münakale bakımından ehemmiyetleriyle mütenasip bulunmakta idi. Denizciliğin kara nakliyatı ile rekabet edemeyecek kadar zayıf bulunduğu devirlerde Süveyş Berzahı, jeopolitik önemi yüksek, kıtalar arası bir irtibat köprüsü idi. Bu husustan dolayı Süveyş Berzahı birçok askerî, siyasî ve iktisadi hâdiselere sahne veya sebep olmuştur. Herodot 6, Süveyş ile Nil nehri arasında kanal açılması hususunda ilk teşebbüsün 609 senesinde tahta çıkan Nehao tarafından yapıldığını ileri sürmekte ve kanalın açılışını ona izafe etmektedir. Süveyş Berzahının arızaları olmaması sayesinde açılan kanal, bir deniz seviyesi kanalıdır. Bu coğrafi hususiyet sayesindedir ki zaman alan ve masraflara yol açan Ekluz, yani yükseltme ve indirme havuzlarına ihtiyaç göstermemekte ve bu hususta Panama kanalına nazaran daha avantajlı bir durumu haiz bulunmaktadır. Bunlar-

dan başka, ayrıca sahil fenerleri, elektrik tenviratı ve gemilerin projektörleri sayesinde geceleyin de kanaldan inkıtaız geçmek mümkün olmaktadır (1).

2. Kanalın Açılış Süreci Uluslararası jeopolitik ve jeostratejik bir suyolu projesi olarak görülen Süveyş Kanalı’nın yapımı, Osmanlı Afrika’sında Mısır topraklarında Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine bağlamak amacıyla Süveyş kıstağında 25 Nisan 1859 tarihinde başlamıştır. Yaklaşık on sene sonra, 17 Kasım 1869’da kullanıma açılacak olan bu suyolu projesinde Fransız mühendis-diplomat Ferdinand de Lesseps (1805-1894) başkanlık görevini üstlenmiştir. Sultan Abdülmecid döneminde, Mısır Valisi Said Paşa’nın himayesinde başlatılmış ve yürütülmüştür. Fransa’nın öncülüğünde Mehmet Said Paşa’nın desteğiyle yapılmaya çalışılan bu dev proje Hindistan’a giden yolu tehdit edeceğinden İngiltere’nin hiç hoşuna gitmemiş ve muhalefet etmiştir. Fransa ise projeyi yürütme kararında ısrarcı bir tutum sergilemiştir. Bunun üzerine İngiltere dolaylı yoldan hareket ederek Bâb-ı Âli’ye projeyi durdurması için bir takım baskı unsurlarını devreye sokmuştur. Böylece Osmanlı toprağı olan Mısır’da yapılması planlanan bu kanal için İngiltere ile Fransa İstanbul’da büyükelçiler marifetiyle

1. Danyal Bediz, Süveyş Kanalı’nın Önemi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1951, Cilt 9, Sayı 3.

Ramazan 1440

49


Süveyş kanal projesi belli hakikatleri ve realiteleri bize göstermesi açısından önemlidir. Bu çalışmada görmekteyiz ki İslam sınırlarında yer alan bölgelerimizin siyasi ve iktisadi zafiyetimizden dolayı sömürü imparatorlukları tarafından cesurca ele geçirilme planlarının yapılmasıdır.

kıyasıya bir mücadele içine girmişlerdir. Başta İstanbul’da olmak üzere Kahire, İskenderiye, Paris ve Londra gibi şehir merkezleri Lesseps’ in de dâhil olduğu diplomatik mücadeleye sahne olmuştur. Söz konusu proje için İstanbul’da bu döneminin en kıdemli ve duayen diplomatı Büyükelçi İngiliz Lord Stratford de Redcliffe (17861880) ile Fransız diplomatı Büyükelçi Edouard Antoine Thouvenel (18181866) ülkelerinin politikaları doğrultusunda ciddi bir rekabet içine girmişlerdir. Lord’un ardından halefi Henri

Bulwer (1801-1871) 1857-1865 yıllarında muhalefetin dozunu artırmış, Bâb-ı Âli’nin paşalarına zorluk çıkartmış, bazen de tehdit etmiştir. Mısır’ın Fransa için önemini iyi bilen ve Kahire’de görev yapan diplomat-yüksek mühendis Lesseps de kanal projesini anlatmak ve hızlandırmak için sık sık İstanbul’a Fransız büyükelçiliğine gelmiştir. Mısır, Fransa’nın ezeli rakibi büyük Britanya’yı ekonomik ve siyasî bakımdan zor durumda bırakmak için bir fırsat haline gelmiştir. Britanya’nın zenginlik menbağı olan Hindistan karşısında Mısır, Napolyon Bonapart’ın hayalindeki imparatorluğun en önemli merkezi olacaktır. (2) Fransız Lesseps bu projeyi hızlandırmak adına payitahta gelip Fransız konsolos arkadaşının aracılığıyla halifeyle yakın temaslar kurdu. Bu sırada yeni biten Kırım harbi ve ortaya çıkan mecburi birliktelikler bu iznin verilmesini kolaylaştırsa da ortaya yeniden bitmek bilmeyen ama Müslümanlara karşı kini ve nefretinden dolayı birlikte hareket edebilen İngiliz ve Fransızları karşı karşıya getirdi. Bunun üzerine kıdemli sömürücülerin lideri ve abisi devreye girip Bâb-ı Âli’de İngiliz Büyükelçi Lord Stratford Mustafa Reşid Paşa’yı (18001858) kıskaca almıştır. Ayrıca Lesseps bu kanalın Osmanlıya politik, dini, ticarî ve finansal olarak getirisi olacağı

2. Fatma Uygur, Süveyş Kanalı Projesinde İstanbul’da Cereyan Eden Diplomatik Mücadeleler, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Aralık 2018, Yıl 22, Sayı 3.

50

Mayıs 2019


noktasında söylev ve demeçlerle ikna sürecini hızlandırmıştır. Akdeniz kısmındaki Port Said Limanı veya Körfez tarafındaki Süveyş Limanı bu projenin gerçek giriş-çıkış noktası olarak görmek yanlıştır. Zira asıl geçiş anahtarı Aden ve Perim’dedir. Buralarda ise İngilizlerin mutlak hâkimiyeti bulunmaktadır. (3) Nihayet, İngiliz baskısı bitince Bâb-ı Âli, Lesseps’in İmzalanması için uğraştığı izni 19 Mart 1866’da ancak verebilmiştir. Bu yetkiyle, tamamlanması için gereken hafriyat ve inşaat hızlandırılmıştır. İsmail Paşa tarafından iki denizi birbirine bağlayan bu suyolu için gerekli finans kaynakları süratle sağlanmıştır. 25 Nisan 1859 tarihinde ilk kazmadan on yıl sonra 16 Kasım 1869’da tamamlanabilmiştir.

3. Kısa Bir Değerlendirme Süveyş kanal projesi belli hakikatleri ve realiteleri bize göstermesi açısından önemlidir. Bu çalışmada görmekteyiz ki İslâm sınırlarında yer alan bölgelerimizin siyasi ve iktisadi zafiyetimizden dolayı sömürü imparatorlukları tarafından cesurca ele geçirilme planlarının yapılmasıdır. Bu çalışma bizim gücümüze gölge düşürdüğü gibi bizlerinde kendi elimizde ki bölgeleri kullanma ve değerlendirme noktasında ki zafiyeti gün yüzünü çıkarmıştır.

Buradaki çalışma Fransızların lehineymiş gibi görünse de ekseriyette İngilizlerin

lehinedir.

Fransızlar

bugünde dahi her devirde İngilizlerin altında ve emrinde hareket etmek zorunda kalmıştır. En güçlü dönemlerinde bile İngilizler tarafından amiyane bir tabirle tokatlanmıştır. Süveyş kanalı

Müslümanların

malıyken,

Müslümanların başına çeşitli sorunlar, isyanlar ve şeytani planlar örülerek gasp edilmiş jeostratejik anlamda çok önemli bir bölgedir. Gelecek ay da burası için verilen mücadele ve İngilizlerin burayı işgal ederek Müslümanların önemli bölgesini ele geçirmiş ve yıllar boyu sömürmek için önemli bir adım atmıştır.

3. Fatma Uygur, Süveyş Kanalı Projesinde İstanbul’da Cereyan Eden Diplomatik Mücadeleler, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Aralık 2018, Yıl 22, Sayı 3.

Ramazan 1440

51


NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz

Çağımız insanı olarak çoğumuz fedakarlığı muhatabından bekliyor. Hep o adım atsın, fedakârlık yapsın. O sabretsin. Ama unutulan bir şey var ki, o da ilk fedakârlık yapan her bakımdan öndedir. Fedakârlık tek taraflı da yürümez.

52

Mayıs 2019

EŞLER ARASINDAKİ PROBLEMLERİN ÇÖZÜMÜNDE ALTIN DEĞERİNDE KURALLAR

H

amd, birbiriyle sükûn bulsunlar diye insanoğlunu iki farklı

cinste yaratıp aralarında sevgi ve

merhamet

peyda

eden

Allah’a mahsustur.

ren yegâne helal yoldur. Rum Suresi 21. Ayet-i Kerime'de Rabbimiz bunu şöyle ifade buyurmuştur: “Kaynaşmanız için size kendi (cinsinizden) eşler yaratıp,

Salat ve selâm insanoğlunun

aranızda sevgi ve merhamet

ve eşlerin en hayırlısı Muham-

peyda etmesi de O’nun delil-

med sallallahu aleyhi ve sellem’ in

lerindendir. Doğrusu bunda

üzerine olsun.

iyi düşünen bir kavim için

Evlilik, dininin diğer yarı-

ibretler vardır.”

sını tamamlamak demektir.

İlahi bir mucizeyi hatırlatan

Evlilik, tek başına sükûn

bu ayet, içerisinde çok mana

bulması mümkün olmayan

ihtiva eden, derin düşünceler

insan fıtratını sükûna erişti-

barındıran, evlilik kurumun-


daki sevgi bağının hakiki kaynağına dikkat çekerek Rabbimizin varlığı ve birliğinin en bariz delillerinden birini, bir solukta gözler önüne seriyor. Nikah bağıyla birbirine bağlanan karı koca arasındaki sevgi ve merhamet bağının, Allah tarafından lütfedilmiş bir ihsan olduğuna dikkat çekiliyor. Ne büyük bir lütuf! Düşünsenize! Birbirini tanımayan ya da tanısa da daha önce bu kadar birbirine yakın olmayan iki insan arasında sadece bir nikah ile oluşan ilahi ve mucizevi bağ nasıl oluyor dersiniz? Bu kesinlikle kimsenin çalışıp çabalayarak veya yıllarca da uğraşsa elde edebileceği bir bağ değildir. Bu ancak Yüceler Yücesi Rabbimiz azze ve cellenin kudretiyle gerçekleştirebileceği bir durumdur. Yeni evli bile olsa bir kadın üstü başı açıldığında ya da bir sıkıntısı olduğunda yıllarca kendisini yetiştiren babasının arkasına mı sığınır, yoksa kısa süreli bir beraberliği de olsa mahremiyetini paylaştığı kocasının arkasına mı? Bu soruya herkesin cevabı aynı olacaktır: Kocasının arkasına sığınır. İşte ayeti kerimede anlatılan ilahi bağ budur. Bu Allah’ın varlığının delillerindendir. Başka açıklaması olamaz. Peki ne oluyor da karı-koca arasındaki bu ilahi ve mucizevi bağ, zamanla geçimsizliğe dönüşüveriyor? Eşler arasındaki problemlerin çözümünde altın kurallar nelerdir? Bu konudaki en önemli 7 maddeyi sıralamaya başlayalım:

1-Şükür En önemli sorunumuz elimizdeki nimetlere şükredemememiz. Kadın olarak kocamızın bize sağladığı imkanları, çoluk çocuğumuzun yanımızda ve sağlıklı oluşunu, namusumuzun güvende olup iffetimizle insanların içerisinde rahatça dolaşmamızı unutmuşuz. Erkek olarak tüm eksiklikleriyle birlikte çoluk çocuğumuzu görüp gözeten, evimize sahip çıkan, gözümüzü harama bakmaktan koruyan bir hanımımızın olduğunu, başkalarına el açmadan bir çatı altında rahatça geceleyebildiğimizi unutmuşuz, elimizde ve eşimizde olmayan başkalarının elindeki nimetlere gözümüzü dikmişiz. Kendimizden daha aşağı durumda olan insanlara bakabilsek eğer, ne kadar nimet içerisinde olduğumuzu anlar ve halimize binlerce kez şükrederdik. Kadınlar, Pakistanlı Afiye Sıddiki’nin ve onun gibi nice Müslüman kadınların başından geçen ve hali hazırda da devam eden acı dolu yaşam hikayesini duysa yaptığı her şikâyette aynaya bakıp kendi yüzüne tüküreceğini bilirdi. Kendisi 16 yıldır hapishanede ve erkeklerin içerisindeki tek mahkûm olarak bilinen, üç çocuğunun nereye götürüldüğünden haberi olmayan, her gün çeşitli işkenceye maruz kalıp birçok erkek tarafından tecavüze uğrayan ve bu yüzden akli dengesini yitirdiği söylenen bir kadın. Bunu düşündüğümüzde ne kadar nimet içinde olduğumuzu anlıyor muyuz?

Ramazan 1440

53


Nuh aleyhi’s-selam 950 senelik mücadelesinde oğlu ve karısı bile ona iman etmemesine rağmen İsra Suresi 3. ayete göre o “çok şükreden bir kuldu.” Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz? Demek ki şükür, sadece nimet içinde yüzdüğünde yapılması gereken bir zikir değilmiş.

Erkekler bugün Suriye’de, Filistin’de, Guantanamo’da hapishane köşelerinde insan aklına ve hayaline sığmayacak işkence ve eziyetlere maruz kalan

kardeşlerini

aklına

getirse

elindeki nimetlerin kadrini daha iyi anlardı. Her iki cins olarak her yaşadığımız problemi bir kenara bırakalım. En azından çocuklarımız yanımızda ve güvende. Onlara gözlerimizin önünde eziyet edildiğini ya da biz yaşıyoruz ama ellerimiz onlara uzanamıyor düşünsenize. Hiçbir anne baba

yüreğinin

kaldıramayacağı,

hayalinin bile insanı oldukça tedirgin ettiği bir durum değil mi? Bizim

54

Mayıs 2019

hayal etmekten bile korktuğumuz şeyleri bazı kardeşlerimiz yaşıyor maalesef. Bunları düşündüğümüzde elimizdeki nimetlerin kıymetini daha iyi anlıyoruz değil mi? Ama çabuk unutuyoruz. Kendimize şükürsüzlüğümüzü hatırlatacak vesilelere ihtiyacımız var. Bu da ancak ilim, hikmet ve takva yüklü kişilerle beraberlikleri artırmaktan geçiyor. Nuh aleyhi’s-selâm 950 senelik mücadelesinde oğlu ve karısı bile ona iman etmemesine rağmen İsra Sûresi 3. ayete göre o “çok şükreden bir kuldu.” Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz? Demek ki şükür, sadece nimet içinde yüzdüğünde yapılması gereken bir zikir değilmiş. Sınırlarını zorlayacak kadar sınansan da kendinden daha zor durumda olanlara bakıp ibret almasını bilmek gerekir. Aksi takdirde elimizdeki nimetlerden de olabilir, en kötüsü de verdiğine razı olmamaktan dolayı Rabbimizi gücendirebiliriz.

2-Sabır Bazen yolunun karardığını hissedersin. Bu karanlık sebebiyle çileden çıkar sabredemeyeceğini düşünmeye başlarsın. Sonuçta hayatın gazına daha çok basar sabırsızlık göstererek yolunu daha da fazla şaşırırsın. Ama eğer yoluna aydınlık istiyorsan, çıkmaz sokaklarda bir çıkar yol bulmak istiyorsan, ilerleyebilmek için bir azık istiyorsan, bu bir tek sabırda var.


Şunu bil ki, bir tek sen sınanmıyorsun. Herkes sınanıyor. Nuh aleyhi’s-selâm oğlu ile Lut aleyhi’s-selâm karısıyla, Yusuf aleyhi’s-selâm kardeşleriyle, Hz. Asiye kocası Firavunun zulmüyle sınanmışsa, aile ile sınav, kıyamete kadar herkesin kaçınılmaz sınavı olacak demektir. Kimi eşiyle, kimi çocuklarıyla, kimi eşinin ailesiyle, kimi kardeşiyle sınanacak. Peki bu sınavda kim kazanacak? Sadece sabredenler kazanacak.

yoruz. Sulh ve anlaşma iki tarafın

3-Fedakârlık ve Barış

rız. Bir alime adamın biri çocuğunun

Çağımız insanı olarak çoğumuz fedakarlığı muhatabından bekliyor. Hep o adım atsın, fedakârlık yapsın. O sabretsin. Ama unutulan bir şey var ki, o da ilk fedakârlık yapan her bakımdan öndedir. Fedakârlık tek taraflı da yürümez. Evlilikte uyum ve geçim karşılıklı fedakarlıkla olur. Erkekler istiyor ki hanımı hep sussun hep alttan alsın. Ama bunun için erkeğinde birtakım fedakarlıklar yapması gerekir. Kadını ev işleri ya da bedensel yorgunluk değil kocasının destek vermemesinin yorduğunu bilmeleri gerekir. Kadınlar istiyor ki hep kocası onun suyuna gitsin dediklerini yapsın. Ama bunun için de kadınların bazı fedakarlıkları göze alması gerekiyor. Bir kocayı yoran işyerinde çalıştığı saatlerin uzunluğu değil, hanımının anlayışsızlığıdır. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde fedakarlığın karşılıklı yapılması gerektiğini anlı-

bazı istek ve haklarından vazgeçmesi ile gerçekleşir. Bu ise geçimsizliğin sürüp gitmesi ve ayrılıktan daha hayırlıdır. Nisa Sûresi 128. ayette şöyle buyrulmaktadır: “…Sulh daha hayırlıdır…”

4-Dua ve Zikir Bazen Allah’ı anmaktan gafil olduğumuz için en yakınlarımızla sınanıolmamasından şikâyet eder. Alim: “İstiğfar et” der. Başka biri gelip yağmur yağmayışından şikâyet eder. Alim: “İstiğfar et” der. Başka biri, ailesiyle geçimsizliğinden şikâyet eder. Alim: “İstiğfar et” der. Kendisine neden üç ayrı soruna da aynı cevabı verdiği sorulunca Nûh Suresi 10-1112. ayetleri okur: “Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O, çok bağışlayandır. (Dileyin ki) Üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın; size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” Bu bizzat Alemlerin Rabbinden gelen bir tavsiye.

Eşimizle yaşadığımız

problemlerde kolaya kaçıp onu suçlamayı seçmek yerine, Selefin yaptığı gibi Rabbine yönelip günahlarından af dilemelisin ki belki de Rabbim O’na dönmemiz için sınıyor olabilir.

Ramazan 1440

55


6-Güven ve Sadakat İlişkilerin çatırdamaması için eşle-

Eşimiz bile olsa birbirimize saygı sınırını korumalıyız. Birçok aile birbirine ve sınırlarına saygı duymadığı için dağılmaktadır. Saygı sevgiden bile önce gelir. Karı-kocanın birbirine ve değerlerine saygılı olmaması birçok şeyi bitiriyor.

rin birbirine her konuda güveni çok önemlidir. Güven ve sadakat olmadan evliliğin yürümesi zordur. Güven cam bir bardak gibidir. Kırıldığında tekrar eskisi gibi olması mümkün değildir. O yüzden iyi muhafaza edilmeli ki evliliğin temelleri sarsılmasın. Yoksa sarsılan temeli, üzerinde bina varken yeniden inşa etmek çok zor olacaktır. En iyisi baştan o temeli hep korumaya çalışmaktır. Aile korunması gereken en değerli hazinedir. Sığınacağın en güvenli liman, başın sıkıştığında başını yas-

5-Saygı ve Hoşgörü Eşimiz bile olsa birbirimize saygı sınırını korumalıyız. Birçok aile birbirine ve sınırlarına saygı duymadığı için dağılmaktadır. Saygı sevgiden bile önce gelir. Karı-kocanın birbirine ve değerlerine saygılı olmaması birçok şeyi bitiriyor. Mesela davetçi ve sürekli evden uzak olan bir kocayı ele alırsak kadının kocasına sabrı ve saygı duyması, onun yaptığı hayırlara ortak olmasını ve eşlerin birbirine sevgisini artıracaktır. Kadının zaaflarına ve

56

layacağın en doğru omuzdur. Bazı şeylerin kıymetini kaybetmeden anlamıyoruz. Ama akıllı insan etrafındaki olumsuz olaylardan ibret alıp ders çıkarmasını bilen insandır.

7-Muhabbeti Artıracak Etkenlere Sarılma Bu bazen eşine sevdiğini söyleme ya da belli etme, ona hediyelerle sürprizler yapma ve benzeri şeylerle olur. İnsan gönlü yapmak o kadar da pahalı ve zor değil. Birazcık samimiyet yeterli.

ailesine ya da önem gösterdiği şeylere

Hepinizi muhabbet ve sevgi dolu bir

kocanın değer vermesi ve saygıyla

yuva dileğiyle selâmlıyorum. Rabbim

karşılaması da kadını kocasına daha

hepinizin yuvasına huzur, saadet ver-

çok bağlayacak ve onun için yapacağı

sin. Evliliğiniz ve huzurunuz cennete

fedakarlıkları isteyerek artırmasını

kadar kaim olsun. Sevgiyi yaratan

sağlayacaktır.

Alemlerin Rabbine Hamd olsun…

Mayıs 2019


Serbest Köşe Ümit Şit

KÖYDEN İNDİM ŞEHİRE, EFENDİLİKTEN DÜŞTÜM KÖLELİĞE 18. Yüzyılın sonlarında ve 19.

dönemde önemli gelişmeler

Yüzyılın başında sömürgeci

olmuştur.

devletlerin sömürülen devletlerden sömürdüğü ham maddelerin çokluğu, insan gücüne dayalı ekonomik faaliyetlerin yerini makine gücüne bırak-

Toplumda sosyoekonomik ve sosyal

yaşantıdaki kültürel

değişimler bu dönemde başlamış ve hız kazanmıştır.

masına sebep olmuş ve tek-

Bu değişimler buhar gücünün

nolojik

kullanılmasıyla

buluşlarla

birlikte

başlamıştır.

endüstri ve makine gücüne

İngiltere’de kömürün yakıl-

geçiş dönemi gerçekleşmiş-

masıyla üretilen buhar gücü-

tir. Bu geçiş tarihte sanayi

nün, ticari hayatta ve tekstil

devrimi olarak adlandırılır.

üretiminde kullanılması ile

Bu dönemdeki gelişmelerin

birlikte kas gücü yerine güçlü

insanlık

üzerindeki

makinelerle üretime devam

etkileri oldukça fazladır. Bu

edilmesi bu dönemde ortaya

tarihi

Ramazan 1440

57


çıkmıştır. 19. Yüzyılın ilk yirmi yılında, özellikle makine parçası ve üretimde kullanılan aletlerin geliştirilmesi ile endüstride kullanılan makine gücü üretimi hızlandırmıştır. Kurulan tarım ve tekstil fabrikalarında çalışmak için büyük kentlere göçler başlamıştır. Bu göçler şehirlerdeki nüfusu artırmış ve köylerdeki nüfusu azaltmıştır. Kalabalıklaşan şehirlerde daha çok evlere ihtiyaç duyulmuş ve insanlar gibi beton yapılarda çoğalmıştır. Hatta beton yapılar için yer kalmayınca üst üste daire şeklinde inşa edilmiş olan ve adına site denilen yapılar ortaya çıkmıştır. Biz sanayi devriminin tarihini işleyecek değiliz. Sadece şu soruyu sormak istiyoruz. Köylerden şehre inen insanlar şehirde daha mı mutlu oldular? Bu sorunun cevabını günümüzde anlamaktan fazlasına sahip insanlarla karşılaşmaktayız ama şehirler ellerimize, zihinlerimize o kadar kelepçe vurmuş ki kurtulamıyoruz. Şehirler bizleri ben yaptı. Benlikler çoğalırken bizler azaldık. Aslında benim diyenler yalnızlaştılar. Her aile önce akrabalardan uzaklaşarak yabancılaştı ve daha sonra ise bencil her fert aileden uzaklaşarak birbirilerine yabancılaştılar. Şehirler, üretimin merkezi oldu ama tükenen hep biz olduk. İşte kapitalizmi böyle doğurduk. Üretim adı altında birçok insanı bünyesinde tüketti. Modernleşme dediler adına ve tapınmaya başlanıldı elleriyle yaptıkları makinalara. Peki bu modernizm bize ne verdi biz-

58

Mayıs 2019

den ne aldı? Bu hesabı hiç yapabildik mi? yapamadık. Çünkü zamanımız hiç olmadı düşünmeye. O kadar çok sorunlarımız vardı ki düşüncelerimizi esir aldı. Esir alınan sadece düşüncelerimizle de kalmadı yaptığımız işlere de sıçradı. Araçlar anaçlaştırıldı. Yaratılışımız unutturuldu. Varlığımızı sorgulama kabiliyetimizi kısırlaştırdılar. Artık onlar neyi ne kadar sorgulamamızı isterlerse o kadar sorgulayabiliyoruz. Peki onlar kim? Onlar bizim kadim düşmanlarımızdır. Peki bizler kimiz? Bizler sadece Allah’a teslim olanlarız. Yani bu dünyayı ve dünyadaki insanları yaratan tek ilaha. Yani buharlı makineleri icat eden mühendislerin yaratıcısı olan Allah’a iman etmiş ve teslim olmuş olan Müslümanlarız. Bu sanayi devrimi neyi kolaylaştırdı bunu merak ediyoruz. Üretimi kolaylaştırdı diyorlar. Peki üretilen ürünleri sağlamlaştırdı mı? Hayır. Sanayi devrimi neyi kolaylaştırdı? Hızlı üretimi diyorlar. Peki ne acelemiz vardı ki? Bizim acelemiz yoktu ama zengin olmak isteyenlerin acelesi vardı. İşte kapitalizm dininin köleleri böyle ortaya çıktı. Fabrikalarda ve bu fabrikalara dolaylı olarak bir zincir sistemi olarak bağlı olan kuruluşlarda zengin olmak adına insanları günde 12 saat veya 8 saat kendilerine çalıştırmak isteyenler çoğaldı. Onlarında hesapları tutmadı. Çünkü kendilerini zengin yaptıklarını zannedenlerin üstünde hep daha zengin vardı. Aslında kendini zengin zanneden kişi aslında bir başkasının kölesiydi. Ta ki en üstteki


zengin kişiye çıkana kadar durum hep böyledir. Modern kölelik sistemi işte tamda budur. Eskiden köleler köle olduklarının farkındayken şimdiki köleler efendi olduklarını zannederek köle olarak yaşamaktadırlar. Olayın gerçek yüzüne şahit olmamaları için kendilerine kendi gibi insanlar tarafından bir takım seçim hakları verilmiştir. Ancak bu seçim hakları sadece kendilerinin köle olmadıklarına yine kendilerinin inanması için ortaya çıkarılan bir yalandır. Seçiyorsam özgürüm felsefesinden doğan koca bir yalan. Aslında kendilerine hizmet için seçtikleri insanlar aslında efendileridir. Efendileri biz sizin hizmetçileriniz demektedirler. Bu edebiyat saltanata geçinceye kadar kurgulanmış evrensel bir yalandır. Oysaki hizmet eden seçenlerdir. Seçilenler efendidir. Seçilenler hep zenginleşirken seçilenler neden hep fakirdir. Seçilenlerin fatura ödeme, kira ödemesi, vs. gibi ödeme sorunları olmazken, seçenlerin nasıl oluyor da üstün olmalarına rağmen sorunları her daim söz konusudur. Çünkü böyle bir sistem kula kulluk sistemidir. İşte peygamberler de bu sistemleri yıkmak için gönderilmiş elçilerdir. Her peygamber kendilerine tabi olanlarla beraber aynı hatta daha fazla sıkıntıyı yaşamışlardır. Halklar aç kaldıysa peygamberler misli ile aç kaldı. Kavimler korkutulduysa peygamberleri misliyle korkutuldu. İnsanlara bir musibet geldiyse tabi oldukları peygamberlere bin musibet isabet etti. Çünkü onlar kula kulluk eden köle

Eskiden köleler köle olduklarının farkındayken şimdiki köleler efendi olduklarını zannederek köle olarak yaşamaktadırlar. Olayın gerçek yüzüne şahit olmamaları için kendilerine kendi gibi insanlar tarafından bir takım seçim hakları verilmiştir. Ancak bu seçim hakları sadece kendilerinin köle olmadıklarına yine kendilerinin inanması için ortaya çıkarılan bir yalandır. Seçiyorsam özgürüm felsefesinden doğan koca bir yalan.

toplumlarını Allah’a kulluğa çağırmak suretiyle aslında zenginliğe, bolluğa, mutluluğa, huzura, hür olamaya çağırmaktadırlar. Tıpkı firavun toplumu gibi. İsrail oğulları köle olduklarının farkında değildiler. Firavunun önlerine attığı üç beş dünya metaını özgür

Ramazan 1440

59


olmak zanneden kölelerden ibarettiler. Aslında firavunun kendi saltanatını korumak adına verdiği dünyalıklar o kölelerin mutluluğuna dönüşmüştü. Halbuki en ağır işlerde çalışanlar kendileri, sıkıntı çekenler kendileri, bunalıma girenler kendileri, zengin olma çabasıyla boşa kürek çekenler yine kendileriydiler. Böyle köle toplumuna Allah, Hz. Musa aleyhisselâm’ı göndererek gerçek özgürlüğe çağırmaktadır. Onları firavunun devletinden kurtararak Allah’ın Rab olduğu devleti inşa etmek adına mısırdan çıkarmak için gönderilen Musa aleyhisselâm, köleliğin iliklerine işlemiş olduğu bu toplumla bayağı uğraşmıştır. O kadar çok köle hayatı yaşamışlardır ki özgürlüğe giderken çektikleri meşakkatler ağır gelmiştir. Çünkü hür olarak yaşamayı ve gerçek zenginliği tahayyül edememektedirler. Kendilerine biçilen sınırların ötesine geçmeyi felaket olarak nitelemektedirler. Bedenler hazlar ile uyutulurken ruhları tembelleştirilmiştir. Şimdiki televizyonlar gibi firavununda uyutma seanslarına yardımcı olan sihirbazları mevcuttu. Kölelikten fıtrat gereği bunalan insanlara uyanmamaları ve bir an olsun suni bir rahatlama sevinci yaşatmak adına sihirbazlar sahneye çıkar ve eğlendirirler, gündemi değiştirirler, firavunun saltanatının önüne set olurlardı. Hadi gelin Allah yolunda şöyle şöyle fedakarlıklar da bulunun da Allah sizi kölelikten kurtarıp efendi yapsın denilince, gidecekleri yolun zorlukları onları caydırmaktadır. Bu yolda sadece bıldırcın eti

60

Mayıs 2019

var derler, korku var derler, insanların kınamaları var derler, dünyayı biz mi kurtaracağız diyen itaatkâr köleler bile hep var olmuştur. Çünkü onlar çeşit çeşit yemeğe karşılık ahiretini satan dünyada ise zilleti kabullenen köleliği, kölelik kabul etmemektedirler. Oysaki Müslüman adını onlara koyan Allah’tır. Allah’a teslim olan demektir. Bir insan aynı anda nasıl iki varlığa teslim olabilir ki? İsrail oğulları Allah’ı bilirlerken aynı zamanda firavuna farkında olmadan kulluk etmekteydiler. Firavunun sisteminde zenginleşen firavunlarken, İslâm’ın sisteminde zenginleşen hep halk olmuştur. Allah yolunda başımıza bir meşakkat gelse söylenmeye başlarsak bizlerde köle zihniyetinden kurtulmuş olmayız. İşte gelişen teknoloji sadece hızlılığı geliştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Köylerden kentlere göçen insanlar fıtratlarından ödün vermişler, dinlerinden uzaklaşarak dünyevileşmişlerdir. Dünya ya daha çok bağlanarak ölümden ise oldukça uzaklaştıklarını zannetmişlerdir. Oysaki bu kadar seri üretim, tüketimi çoğaltmakta ama kalite namına ortaya bir şey koymamaktadır. Bu kadar teknoloji insana hala mutluluğu bulduramamaktadır. Beton bloklar ile çevrili şehir hayatı insanları daha çok strese sokmakta ve ruhi hastalıklara sebep vermektedir. Yeşil alanların olmayışı çocukları teknolojik oyunların tuzaklarına itmekte, bu oyunlar hem ahlâkı hem de sağlığı ciddi manada etkilemektedir. Günümüzdeki insanlar her şeyden şikayet-


çilerdir. Bu konuda haklıdırlar. Çünkü hep bir şey eksiktir. O da kalptaki güven duygusudur. İnsanlarda emin olmama hali hep uyanıktır. Geleceğe dair emin olamama kaygısı hep yük olarak taşınmaktadır. Bu yüzden çok çalışmak ve yeterince biriktirme arzusu saplantıya dönüşmüştür. Halbuki dünya bir yolculuk halidir. Yolculukta ise azık hep belli şeylerden oluşur. Ancak dünyaya kazık çakma arzusu söz konusuysa tabi ki helal haram demeden kazanma hırsı galip gelecektir. Velhasıl sanayi devrimi ile insan modernleşeceğini, modern olduğunda ise huzuru bulacağına inanmıştı. Ancak günümüzde belli olmuştur ki huzurlu insanlar yerine huzursuz, menfaatperest insanlar türemiştir. Menfaatperest bir toplum ideolojik düşünen bir toplumdan çok farklıdır. İdeolojik düşünen toplum yolun çamuruna, dikenine aldırmadan hedefe ulaşmak adına fedakarlıklarla yol almaktadır. Menfaatperest bir toplum ise yolun çamuruna, evin çatısına, yemeğin çeşitliliğine önem vermektedir. Bu menfaatlerden birisi kesintiye uğradığında hemen gerisin geriye dönüveren bir anlayışın sahibidirler. Bu yüzden İslâm’ı dava edinmekten çok belirli ibadetleri yapmakla kendilerini sınırlandırmışlardır. Bu sınırı öncelikle firavunları daha sonra ise nefisleri istemektedir. Kendi öz canlarında bu gidişatın yanlışlığını hissetmektedirler ancak ağızlarının tadının kaçmasından korkmaktadırlar. Modernizm çağdaş insan yerine

çağdaş köle yetiştirmiştir. Köleler, köleliklerinin bir an olsun farkına vardıklarında buhrana, bunalıma girerek intihar etmektedir. Çünkü hızlı üretim hızlı tüketimi beraberinde getirir. Hızlı yaşayan hızla tükenir. İslâm ise hızlı yaşamayı değil kaliteli yaşamayı bize lütfeder. İnsanlık şehirlerden aynı hızlılıkta olmasa da köylere yönelime geçmektedir. İçlerindeki yeşile, toprağa, denize, kuşların sesleri ile ortaya çıkan sessizliğe olan özlemi durduramamaktadırlar. Beden hazları istemekte ama ruh özgürlük duygusunu arzu etmektedir. Bu durum insanda bir iç çatışmaya sebep olmaktadır. İnsanlar artık köyden şehirlere değil, şehirlerden köylere dönmektedirler. Peki özgür olmanın özünü oluşturan İslâm’a ne zaman dönecekler? Ne zaman zincirlerini kıracaklar? Ne zaman betonlar içinde cennetin kokusunu alacaklar? Ne zaman eşyanın gerçek sahibi olan, gerçek manada Gani olan Allah’a yönelecekler? Ne zaman suni liderlerin prangalarından kurtularak, gerçekten bu ümmetin öncüleri olmak için yarışacaklar? Ne zaman insanların yazdıkları kitaplardan kısmen uzaklaşarak insan eli değmemiş olan kitabı okuyacaklar? Gerçekten ne zaman köle olmaktan sıkılarak sadece Allah’a kul köle olmayı şeref kabul edecekler? Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d, 28)

Ramazan 1440

61


Serbest Köşe Derya Fıçıcı

CENNET YOLUNDA YÜRÜYEN GENÇ

K

aranlık bir gecenin ardından şafak söküyordu. Aydınlık

bir güne doğru adım adım yürüyordu genç. Gördüklerinin acısını yüreğinde taşıyarak, yüklerini yanına alarak,

eriyip bittiği, tonlarca yükün orada hafiflediği... Bir kuş misali süzülerek dalmıştı nur dünyasına. Secde idi onun adı. Genç, ruhun, Rabbi ile

hüzünlerini tek tek aydınlığa

buluşma, kavuşma yerindeydi

sunarak yürüyordu.

artık. Hiç bitmesin istiyordu

Önce bedenini temizledi kirlerinden, sonra elbisesini. Sıra, kalbini,

62

ki, dertlerin, sıkıntıların orada

ruhunu,

benliğini,

bu an. Hiç bitmesin istiyordu bu lezzet. Sanki daha önce hiç yaşamamış gibiydi. Yeniden

o aydınlığın nuruna daldır-

doğmuştu

maya gelmişti. Öyle bir nurdu

sebebini bilerek, hissederek.

Mayıs 2019

adeta,

varlığını


“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (1) Yeryüzündeki tüm sıkıntılar da bu yüzden değil miydi? Kulluk, kime, neye, neden yapılmalıydı? İnsanlığın sorunu buydu. Bunalımların, buhranların, acıların, zulümlerin, karanlığın, sebebi buydu. Kulluğun, Alemlerin Rabbi Allah’a değil, başka bir kula yapılması idi. Hangi kulluk insanı aydınlığa kavuştururdu ki? Hangi kulluk insanın zincirlerini çözerdi? Hangi kulluk, insanı bir kuş misali özgür kılabilirdi ki? ALLAH diyordu genç. Tüm hücreleriyle, yalvararak, hıçkırarak ALLAH diyordu. Hayatı ve ölümü Allah için olmalıydı. “De ki: “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir.” (2) Önce Kitabullah’a baktı. Sonra Aişe radıyallahu anha’nin: “O’nun ahlakı Kur’an’dı.” diye bahsettiği Rasulün hayatını inceledi, adım adım takip etti. Yol uzundu elbet, yol dikenli ve zor. Bir davetçinin sözlerine rastladı: “Bu yol dikenlidir. Ayağını seven gelmesin.!” Baktı ki sözün sahibi canını feda etmişti yol için. Ayağını sevmemekle başladı işe. Adım adım yürüdü şehrin sokaklarında. Gecenin karanlığında mendil satan kızı bulmalıydı, sonra, çöpten yemek toplayıp yiyen amcayı.

Ama sadece karnını doyurmak için değil, ruhuna da ikram etmeliydi. Elleriyle, kararmış, nasırlaşmış ellerine dokunarak ‘haydi gel’ demeliydi. Sonra sokakta yürüyen ama görmeyen duymayan insanlara seslenmeliydi. Gür bir seda ile çağırmalıydı hepsini. Kartondan yatak yapmış, kaldırımda uyuyan adamı uyandırmalıydı. Uyuşturucudan beyni durmuş genci kurtarmalıydı. Tüm bunlar için takva kuşanmalıydı. “Birazı hariç, geceleyin kalk! Tam gece yarısı, biraz erken, biraz geç kalk ve Kur’ân’ı ağır ağır oku! Sana sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz. Çünkü gecenin değerlendirilmesi daha oturaklıdır ve söz daha etkilidir. Gündüzleri senin için uzun bir meşguliyet olacaktır.” (3) Genç, ilim ile takva ile iman ile kuşandı ve düştü yollara. Kapıları çaldı, sokakları mahalleleri dolaştı. En yumuşak, en merhametli ifadeler ile Rabbine çağırdı insanları. “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah›a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (4)

1. Zariyat, 56 2. En’am, 162 3. Müzzemmil, 2-7 4. Âl’i İmran, 159

Ramazan 1440

63


ayetini anlayarak, Rasulü’nün ahlakını kuşanarak yürüdü yolunda adım adım. Ve Nur’un aydınlığı sarmaya başladı ortalığı. Ve bu kervana her gün biri katılıyordu. Hamd, şükür, tekbirler yükseliyordu, yeryüzünden semaya doğru. Tarihin sayfalarına kazınmış, imanı ile bir toplumun ayağa kalkmasına, şehadeti ile ümmetin yeniden dirilişine vesile olan bir yiğidin hayatını, davasını okuyordu genç. Adı Hasan

Bir kez daha anladı ki, yol uzun, yol meşakkatli, yol dikenli. Ama meyvesi cennet olan bir yol idi bu. Ellerini semaya kaldırdı ve Rabbine dua etti. Ya Rab! Sen imtihanımızı kolaylaştır.

El-Benna idi.

Sen ayaklarımızı dinimiz üzere sabit kıl.

Allah’a adanmış bir ömrün nasıl ola-

Bizi dinimizde fitneye düşürme.

bileceğini gördü Şeyh’in hayatında.

Vereceğin her türlü hayra muhtacız Allahım...

Haramlarla mücadele ederek başlamıştı dava ve davet yolculuğu. Sonra ilim sevdası ve mücadelesi ardından kahvehaneleri dolaşmıştı. Yedi kişi olmuşlardı. Allah’a davet eden yedi kişi derken davet, dalga dalga yayılmıştı. Tüm Mısır halkına, oradan Suriye’ye, Ürdün’e, Filistin’e... Sonra şehadetle zirve yapan bir ömür. 1. Bakara, 153

64

Sonra derin bir iç çekti genç. Ya Rabb! Ne güzeldi sana adanmak... Kitabın sayfalarını çevirdi. Bu yolda esir olan, zindanlara tıkılan, işkence gören yiğitlerin hatıralarını okudu. Günde dört yüz kırbaç yiyen, su dolu hücrelerde bekletilen, vücuduna elektrik verilen, annesi ve kız kardeşiyle tehdit edilen, on beş yıl boyunca annesini hiç görmeyip, tahliyesine üç gün kala annesinin vefatını öğrenen, aç köpeklerle aynı hücrede kalan, aklın almadığı işkence ve zulümlere sabreden dava erlerinin sabrını okudu sayfalarda. Zindanda hafız olan dava erlerini, hücrelerini, kıldıkları namazlarla cennet bahçelerine çeviren yiğitleri okudu.

Mayıs 2019

Sen bizi bir an bile nefislerimizle başbaşa bırakma Ya Rabbi..! “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (1) Selam ve dua ile...


Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali Orta boy Renkli Ivory Lux deri baskılı cilt 624 sayfa

i n Ye SKI BA

Oku, Yasa , Anlat

Oku

0212 515 65 72 0543 654 46 63 Güneşli Mh. 1300. Sk No: 36 Bağcılar/İST.

! a s . a !Y

! t a l An

r ola g r Ka lıcıya A ttir. Ai

facebook/nebevihayatyayinlari www.nebevihayatyayinlari.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.