Nebevi Hayat Dergisi 82. sayı (Eylül, 2019)

Page 1




Yıl: 7 - Sayı: 82 - Fiyatı: 9,5 TL

Sahibi Nebevi Hayat Yayınları Adına Yakup Hazman Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Eylül 2019

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör H

amd, alemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ’ya, salat ve selâm ahlâk timsali Rasûlullah aleyhisselâm’ın, ehlinin ve ashabının üzerine olsun.

İslâm ahlâkı, kalpte kul ile Allah arasında sır olan imanın gündelik hayatta en güzel hayat bulduğu yerdir. İmanlarımız çoğu zaman uzun uzun kılınan namazlarla, peş peşe tutulan oruçlarla değil güzel ahlâki meziyetlerle kök salar kalplerimize. Çünkü Efendimiz Muhammed aleyhisselâm ahlâkın kaynağının iman ve İslâm olduğunu beyan etmiş, güzel bir davranışın ancak temiz, imanlı bir gönülden doğabileceğine işarette bulunmuştur. Bu nedenle, rabbi razı edecek bir ahlâka sahip olmak ve onu korumak için savaşta nöbet bekleyen bir mücahidin dikkatine, namazda huşusunu korumak için çırpınan bir abidin gayretine muhtaç olduğumuzu unutmamak gerekir. İslâm ahlâkı tek bir davranışın ya da hasletin adı değildir. Tatlı bir tebessüm, gönülden verilen bir selâm ya da uzatılan minik bir yardım eli elbette bu ahlâkın parçasıdır. Ancak bunların hiç birisi İslâm ahlâkını tek başına tanımlamak için yeterli değildir. Çünkü o, ince ve kalın dalların ahenkli yapısıyla meydana gelen haşmetli bir ağaç misali, onlarca güzel meziyetin bir araya gelmesiyle vücut bulmuştur. Bu görkemli yapının önemli dallarından birisi tevazudur. Tevazu, İslâm ahlâkını oluşturan meziyetlerin belki de en başında gelir. Çünkü diğer birçok haslet varlığını ancak tevazu ile devam ettirebilir. Örneğin, cömert olmak, ikramda bulunmak, zorda kalana yardım etmek, selâm vermek, insanlarla muhabbet etmek vs. özellikler güzel ahlâkın şubeleridir. Ancak; bunlar mütevazi olmayan kibirli bir insan eliyle yapılacak olursa durum tamamen tersine döneceğinden dolayı İslâm ahlâkından söz edilemez. Bu nedenle tevazu, İslâm ahlâkını oluşturan yapının bel kemiği, olmazsa olmazıdır. Bu görkemli yapının diğer dalı ise hayadır. Utanma duygusuna sahip olmak... Kalp haramlara doğru yol alacağı sırada kendisini yoktan var eden ve hesapsız rızıklandıran Rabbinden çekinme ve uzaklaşma erdemine sahip olmak... İnsanların arkalarından iş çevirmekten ar duyma... Sürekli kalbini, zihnini, amellerini kontrol altında tutmak... Nebevi Hayat Dergisi olarak insanın en önemli iki erdem vasfına dikkat çekmek istedik. Dergi kapak başlığımızı da “Müslümanın Süsü; Haya ve Tevazu” olarak belirledik. Rabbim istifade etmemizi hepimize nasip etsin. Nebevi Hayat Dergisi olarak İdlip başta olmak üzere tüm coğrafyalarımızda mustazaf duruma düşürülen kardeşlerimize Rauf olan Allah azze ve celle’nin yardımda bulunmasını niyaz ederiz. Selâm ve dua ile...


İçindekiler Gündem Analiz Modern Çağın Azgın Karun'ları - 2 Nedim Bal

Müslümanın Süsü; Hayâ Yusuf Yılmaz

İslam Ahlâkının Katre-i Nur’u; Tevazu Ahmet İnal

04

11

KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR Dünyayı Ahiretin Tarlası Bilmek M. Sadık Türkmen

17

NEBEVÎ DAMLALAR

Helaller, Haramlar ve Şüpheli Durumlar Yener Yılmaz

22

27

İslâm Dünyasındaki Kâşifler Botanik ve Farmakoloji Bilgini: İbnü’l-Baytar Cihan Malay

37

Yakın Tarih Tarihin Karanlık İdeolojilerinin Yakın Döneme Etkileri: 1. Milliyetçilik -2 Furkan Uyanik

43

Nebevî Aile Daha İyisine Layık Değiliz Halime Yılmaz

49

Serbest Köşe İslam Davamız Başka Gündemlerin Gölgesinde Kalmasın Derya Fıçıcı

52

Serbest Köşe Medyanın Karanlık Yüzüne Maruz Kalan Müslümanlar Ümit Şit

56


KAPAK DOSYA Yusuf Yılmaz

MÜSLÜMANIN SÜSÜ; HAYÂ

"Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte hayâ duygusunun bulunması ise onu süsler." (Tirmizî)

4

Eylül 2019

İ

nsanın nasıl bir şahsiyete sahip olduğunu kullandığı beyanlardan çok, amellerinden anlarız. Zira yaşam şekli, kişinin kimliğini yansıtan en büyük aynalardan sadece bir tanesidir. Aynı zamanda toplum nezdinde de itibar sahiplerine baktığımızda konuşanların değil güzellikleri yaşayanların ön plana çıktığını görürüz.

erdemliktir. Müslüman güzel-

İşte hayâ gibi önemli bir kalbi amelde sadece mü'minlerin üzerlerinde taşıdığı ve güzel şahsiyetlerini yansıttıkları bir

Enes radıyallahu anh’den riva-

dir ve hayâ da bu güzelliğin süsüdür. Bu yazımızda özellikle Müslümanın cevherini ortaya çıkaran haya konusu ile ilgili, bakire bir kızdan da daha hayâ sahibi olan Rasûlullah aleyhisselâm’dan

nakillerde bulunup

kısa açıklamalara yer vereceğiz inşallah. yet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte hayâ duygusunun bulunması ise onu süsler.” (1) İslâm, Müslümanlara her hususta iyilik ve güzelliği ön plânda tutmalarını, çirkinliğin her çeşidinden uzak durmalarını öğütler. Çirkinlik neye bulaşırsa onu lekeler, kirletir ve sevimsiz hale getirir. Konunun mahiyetini iki küçük misâlle açıklayacak olursak, meselâ konuşma anında aşırı sertlik, uygun olmayan kelimeler kullanmak, yalan söylemek, iftira ve gıybet etmek sözlerimizi lekeler, sevimsiz hale getirir. Böyle sözler dinlenilse bile, dinleyiciler üzerinde iyi etki bırakmaz. Çünkü insanlara kötülük yapan biri dahi, aynı şeyin kendisine yapılmasını istemez. Meselâ alışverişinde dürüst olmayan bir tüccarın bu tavrı, onu lekeler ve insanlar nezdinde sevimsiz kılar. Çünkü yaptığı iş kötü ve çirkin bir iştir. Hiçbir toplumda bu çeşit davranışlar tasvip edilmez ve hoş görülmez. İnsan tabiatı, kendisi bizzat yapsa bile kötülük ve çirkinliklerden nefret eder; işte bu sebeple kötülük işleyenler o davranışları alenî değil, gizli saklı yaparlar. Hayâ dediğimiz utanma duygusu kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve davranışlarında ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır. Hayâ duygusu bütün hayırların temeli, her türlü kötülük ve çirkinliklerin zıddıdır. İnsan tabiatı hayâdan

hoşlandığı gibi, dinimiz de bu üstün faziletin fertler arasında ve toplumda yayılması ve yerleşmesi için her türlü teşviki yapar ve her tedbire başvurur. Çünkü hayâ, nerede bulunursa orayı süsler ve güzelleştirir. (2) Ebû Vâkıd Hâris İbni Avf radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Nebevî’de oturmuş, sahâbîler de onun etrafını almışken karşıdan üç kişi çıkageldi. İkisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yöneldi, diğeri gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelenlerden biri cemaatin arasında bir boşluk görüp oraya oturdu. Öteki ise cemaatin arkasına gidip oturdu. Üçüncü adam da çekip gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü bitirince (bunlar hakkında) şöyle buyurdu: “Size şu üç kişinin durumunu haber vereyim mi? Onlardan biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri (insanları rahatsız etmekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti. Ötekine gelince, o (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.” (3) Mescid-i Nebevî’nin yanından geçmekte olan, fakat kim oldukları bilinmeyen üç kişi içeri şöyle bir gözattılar. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ashâb-ı kirâmın arasına oturmuş onlarla sohbet etmekte olduğunu gördüler. Onlardan ikisi böyle bir fırsatın kaçı-

1. Tirmizî, Birr 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 17 2. Riyazu’s Salihin Şerhi, Erkam Yayınları 3. Buhârî, İlim 8, Salât 84; Müslim, Selâm 10. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 29

Muharrem 1441

5


rılmayacağını düşünerek hemen içeri girdiler. Bazı rivayetlerden öğrendiğimize göre selâm verip oturacak yer aradılar. Biri sohbet halkasının bir yerinde boşluk görüp oraya çöktü. Öteki sahâbî cemaatin arasına sıkışarak onları rahatsız etmekten çekindiği için en arkaya gidip oturdu. Bazı âlimlerin münâfıklardan biri olabileceğini düşündüğü üçüncü kişi ise, bu zikir meclisine önem vermeyip yoluna devam etti. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu üç kişi mescide geldiğinde devam etmekte olan sohbetini bitirince, onların davranış tarzlarını ashâbına açıklamak istedi. Sohbet halkasında bulduğu boşluğa oturan kimsenin halini Allah’a sığınmak diye değerlendirdi. Allah’ın da onu rahmetiyle ve hoşnutluğuyla barındıracağını belirtti. Oturanların arasına sıkışmak suretiyle onlara sıkıntı verebileceğini veya Rasûl-i Ekrem’in dikkatini dağıtarak onu rahatsız edebileceğini düşünerek en arkaya gidip oturan sahâbînin bu nezâketini pek beğenen Efendimiz, onun bu tavrını utanmak diye değerlendirdi; Cenâb-ı Hakk’ın da ona merhamet buyuracağını ve onu günahlarından dolayı hesaba çekerek utandırmayacağını bildirdi. Üçüncü kişinin hiçbir işi ve mâzereti olmadığı halde o zikir meclisinden yüz çevirdiğini belirten Peygamber

aleyhisselâm, Allah’ın da ondan yüz çevirdiğini haber verdi veya bunu bir temenni olarak söyledi. Bir başka rivayette bu üçüncü şahıstan söz ederken Rasûlullah Efendimiz’in “O iltifat etmedi, Allah da ona iltifat etmedi” buyurduğu belirtildiğine göre, onun bu sözü bir temenni maksadıyla söylemediği, adamın halini haber verdiği anlaşılmaktadır. (4) İbni Ömer radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, utangaç kardeşine bu huyunu terk etmesini söyleyen Medine’li bir Müslümanın yanından geçerken ona: “Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır” buyurdu. (5) İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hayâ ancak hayır kazandırır.” (6) Müslim’in bir rivayetine göre ise: “Hayânın hepsi hayırdır” buyurdu. Bir önceki hadîs-i şerifi tekrar hatırlayalım: Medineli Müslümanlardan yani ensâr-ı kirâmdan, maalesef adlarını bilemediğimiz iki kardeş, belki de iki din kardeşi utanma duygusu hakkında konuşuyorlardı. Biri, fazla utangaç bulduğu diğerine, utanmanın

4. Riyazu’s Salihin Şerhi, Erkam Yayınları 5. Buhârî, Îmân 16, Edeb 77; Müslim, Îmân 57-59. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 7; Nesâî, Îmân 27; İbni Mâce, Mukaddime 9, Zühd 17. 6. Buhârî, Edeb 77; Müslim, Îmân 60

6

Eylül 2019


insanı, haklarını elde etmekten alıkoyduğunu söylüyor, bu huyundan vazgeçmesini tavsiye ediyordu. O sırada yanlarından geçen Rasûl-i Ekrem Efendimiz bu konuşmayı duydu ve kardeşine öğüt veren zâta:

seler de dinin haram saydığı günahlardan uzak dururlar. Netice itibariyle insanlar bir yandan utanma duygusu, öte yandan Allah’tan korkma hissi sayesinde, kendilerine yakışmayan davranışlardan kaçınırlar.

“Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır” buyurdu.

Demek oluyor ki, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, hayâ duygusu baştan sona hayır olup insana ancak hayır kazandırır. Zannedildiği gibi bu asil duygu insanın hakkını elde etmesine engel olmaz. İnsanın rızkını kazanmasına, hakkını elde etmesine engel olan utanma duygusu değil, çekingenliği, korkaklığı ve beceriksizliğidir. Hayâ duygusuyla bu olumsuz özelliklerin hiçbir ilgisi yoktur.

Bazı önemli konuları mecâzî ifadelerle anlatmayı faydalı gören Efendimiz, burada da aynı metodu uygulamıştır. Onun “Hayâ imândandır” sözüyle anlatmak istediği şudur: İman insanı fena davranışlardan nasıl alıkorsa, utanma duygusu da tıpkı iman gibi insanın fenalık yapmasına fırsat vermez, onu kötülüklerden vazgeçirir. İnsana insanlığını hatırlatır. Onun herhangi bir hayvan olmadığını, aklına eseni yapamayacağını hissettirir. İşte bu nevi telkinlerle hayâ imanı besleyip olgunlaştırır. Böyle olunca da haya insana ancak hayır kazandırır ve onun tamamının hayır olduğu ortaya çıkar. Konuya şöyle de bakmak mümkündür. Özel telkinlerle düşünce yapısı bozulmayan kimseler insanların gözü önünde meselâ mahrem yerlerini açmaktan veya ulu orta cinsî temasta bulunmaktan utanıp kaçınırlar. Bu kadar bir utanma duygusu hangi dine mensup olursa olsun bütün insanlarda vardır. Utanma duygusunu büsbütün yitirmeyen kimseler hayâsızca davranışlardan kaçındığı gibi, dindar kim-

Bu güzel duygu günümüzde maalesef bazı telkinlerle zayıflatılmaktadır. Açılıp saçılmayı, utanma duygusunu bir yana atmayı çağdaş olmanın bir gereği gibi gösterenler, ne pahasına olursa olsun vazifesini lâyıkıyla yapmayı bir nevi aptallık sayanlar, kaytarmayı ve gününü gün etmeyi işbilirlik kabul edenler insana en büyük fenalığı yapıyorlar. Onun fıtratındaki utanma duygusunu ve vazife aşkını tahrip etmek suretiyle, kendini mükemmelleştirmesine engel oluyorlar. (7) Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İman yetmiş (veya altmış) kadar daldan ibarettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illallah demek, en aşağısı da insana zarar

7. Riyazu’s Salihin Şerhi, Erkam Yayınları

Muharrem 1441

7


Bugün yeryüzünü yönetmek isteyen azınlık bir Firavuni gurup yeryüzü insanını edep ve hayadan yana çıplak bırakma adına ellerindeki bütün imkanları kullanmaktadırlar. Şeytan ve dostları mü'minler temiz kalmasın diye bir yandan yazılı bir yandan da görsel alet ve edevatlar ile diğer taraftan da teknolojik gelişmeleri en edepsiz şekilde kullanmaktadırlar.

veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir.” (8) Peygamber Efendimiz imanı, kalbe kök salmış gür bir ağaca benzetmektedir. Bu ağacın bazı dalları bir mü’minin inanması gereken esaslarla ilgilidir. Meselâ imanın altı prensibi, Allah’ı sevmek, O’na şükretmek, verdiği sıkıntılara sabretmek, kin, haset, öfke ve hiyânet gibi kötü huyları terketmek bunlardan birkaçıdır. İmanın bazı dalları bir mü’minin

diliyle söylemesi gereken kulluk görevlerine dair olup kelime-i tevhîdi diliyle söylemek, ilim öğrenip öğretmek, Allah’ı zikretmek bunlar arasındadır. İmanın bazı dalları da bedenle yapılması gereken davranışlarla ilgilidir. İslâm’ın meşhur beş esası, temizlenmek, iffetli yaşamak, ana babaya, aile fertlerine ve komşulara karşı görevini yapmak, insanlara zarar veren şeyleri yoldan atmak bunlardan birkaçıdır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz kalp, dil ve bedenle ilgili bütün davranışların esasında imanla ilgili olduğunu belirtmektedir. İman esaslarının en başında gelen ve asla vazgeçilmez olan prensibin kelime-i tevhid yani lâ ilâhe illallah sözü olduğunu söylemektedir. Daha sonra da insanı gerçek mü’min yapacak özelliklerden birini, önemi sebebiyle ayrıca zikretmekte ve utanma duygusunun, iman ağacının vazgeçilmez bir dalı olduğunu açıklamaktadır. Şu hâlde mü’min, başkalarının yanında yapılması ayıp olan davranışlardan kaçınmalıdır. İnsana utanç veren hareketleri başkaları yaptığı zaman bundan rahatsızlık duymalıdır. Bize görevlerimizin çok önemli olduğunu hatırlatan bu hadîs-i şerîf, vazifemizi yaptığımız takdirde kazanacağımız ilâhî mükâfatlara da işaret etmektedir. Bir taş, bir diken parçasını

8. Buhârî, Îmân 3; Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Tirmizî, Birr 80; Nesâî, Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9

8

Eylül 2019


yoldan alıp atmak kadar kolay bir iş Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını ve affını kazanmayı sağlarsa, yapacağımız daha önemli bir hareketin Yüce Rabbimiz katındaki değerini ve mükâfatını takdir etmek mümkün müdür?

tılırken bizim gibi aynı hayat tarzına

Ayıpları Örtmek

davet ve cihad amelini farz kılarken

“Mü’minler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı azab vardır.” (9)

sinde işlenen ayıpların ve hayasızlık-

Hayâ ve edep noksanlığı, iman ve din noksanlığından kaynaklanır. Peygamber Efendimiz “Hayâ imandandır” buyurur. Hayasızlığın toplumda yayılmasını isteyenler, o topluma karşı en büyük saygısızlığı işlemiş olurlar. Bütün hak dinlerin temel hedefi, tevhid inancını yeryüzüne hâkim kılmak ve ahlâklı bir yapı kurmak olmuştur. Rasûlullah: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır. Bugün yeryüzünü yönetmek isteyen azınlık bir Firavuni gurup yeryüzü insanını edep ve hayadan yana çıplak bırakma adına ellerindeki bütün imkanları kullanmaktadırlar. Şeytan ve dostları mü'minler temiz kalmasın diye bir yandan yazılı bir yandan da görsel alet ve edevatlar ile diğer taraftan da teknolojik gelişmeleri en edepsiz şekilde kullanmaktadırlar. Mazlum coğrafyalarımız zalimlerin topları ve tüfekleri ile yıkıma uğra-

sahip olan beldelerimiz ise manevi teçhizatlar ile işgal edilmektedirler. İslam,

Müslümanlara

bir

yandan

hayasızlıkların ortadan kalkması için, ayıp ve kusurların işlenmemesi için bir taraftan da Müslümanlar içeriların gizlenmesi içinde ahlaki meziyetlerinin artmasını teşvik etmektedir. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (10) Dinimiz, insanların ayıplarını araştırmayı ve kişilerin gizli hallerini ortaya çıkarmak için gayret etmeyi yasaklamıştır. Buna karşılık, bir kimsenin ayıplarını, kusurlarını örtmek ahlâkî bir fazîlet, üstün bir insânî meziyet kabul edilmiştir. Örtülmesi istenilen ve Allah’ın da kıyamet gününde örteceği ayıp, kusur ve hatalar, kul hakkına taalluk etmeyen, zulüm ve haksızlık olmayan, söylenilmesi halinde kimseye fayda temin etmeyecek türden olanlardır. Bu sayılanlar ve benzerleri dışında kalan günahları ve özellikle haramları gizlemek câiz değildir.

9. Nûr, 19 10. Müslim, Birr 72. Ayrıca bk. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17

Muharrem 1441

9


tım”, demesi, açık günahlardandır. Oysa o kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.” (11) Bir günah işlemek, bir kusur ve hata yapmak, sevilmeyen, arzu edilmeyen

“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.”

ve sahibine de hiçbir kıymet kazandırmayan, sadece kötü görülmesine ve bayağı sayılmasına vesile olan bir haslettir. Durum böyle iken, gizli kapaklı bir yerde işlediği ve Allah’tan başkasının bilmediği, Allah’ın da örttüğü bir günahı faziletmişcesine ortaya döken ve başkalarına anlatan bir kimse, Allah tarafından affedilme şansını kaybetmiştir. Günah ve kusurlarını başkalarına

Allah Teâlâ, dünyada günahlarını

anlatanlar, Allah’ı, Rasûlünü ve salih

örttüğü kulunun, kıyamet gününde

amel sahibi mü’minleri hafife almış,

de hata ve kusurlarını örter. Böylece mahşer halkı da onun bu halini bilmezler. Dünyada bir kulun hata ve kusurlarını örten kimse de sevap işlediği için, Allah katında o da mükâfatını görür. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşlediği

günahları

açığa

vuranlar

dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü halde, sabahleyin kalkıp: Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yap11. Buhârî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52

10

Eylül 2019

kötülüklerini

iyilik,

günahlarını

sevap, bayağılıklarını fazilet saymış olurlar. Bu ise, en az işledikleri günah seviyesinde bir pervasızlıktır. Oysa günah işleyen bir kimsenin, hiç olmazsa onu gizli tutması, kendisini aşağılanmaktan kurtarır. Aksi takdirde açıkladığı günah eğer bir cezayı gerektiriyorsa

cezalandırılmasını,

cezayı gerektirmiyorsa kınanmasını icap ettirir. Bir kimse, dünyada işlediği bir günahı utanarak gizlerse, Allah’ın kendisini kıyamet gününde rüsva etmemesi umulur.


KAPAK DOSYA Ahmet İnal

İSLÂM AHLÂKININ KATRE-İ NUR’U; TEVAZU

İ

slâm ahlâkı; La ilahe illallah dedikten sonra kulun her davranışında Müslümana yaraşır şekilde hareket etmesi, gerek yaratana gerekse yaratılana karşı yürüttüğü muamelatta Allah’ın çizdiği sınırlara olan bağlılığını aşikare göstermesidir.

ahlâki meziyetlerle kök salar

İslâm ahlâkı, kalpte kul ile Allah arasında sır olan imanın gündelik hayatta en güzel hayat bulduğu yerdir. İmanlarımız çoğu zaman uzun uzun kılınan namazlarla, peş peşe tutulan oruçlarla değil güzel

edecek bir ahlâka sahip olmak

kalplerimize. Çünkü Efendi-

dikkatine, namazda huşusunu

“Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.”

korumak için çırpınan bir abi-

(Furkan, 63)

miz Muhammed aleyhisselâm ahlâkın kaynağının iman ve İslâm olduğunu beyan etmiş, güzel bir davranışın ancak temiz, imanlı bir gönülden doğabileceğine işarette bulunmuştur. Bu nedenle, rabbi razı ve onu korumak için savaşta nöbet bekleyen bir mücahidin

din gayretine muhtaç olduğumuzu unutmamak gerekir.

Muharrem 1441

11


İslâm; özgüven duygusu gelişmiş, imanın verdiği cesaret ile kendinden emin duruşlar sergileyen, dik duran ama diklenmeyen, gerektiğinde kitlelere yön vermek için öne düşen izzetli Müslüman şahsiyetler yetiştirmek ister.

İslâm ahlâkı tek bir davranışın ya da hasletin adı değildir. Tatlı bir tebessüm, gönülden verilen bir selâm ya da uzatılan minik bir yardım eli elbette bu ahlâkın parçasıdır. Ancak bunların hiç birisi İslâm ahlâkını tek başına tanımlamak için yeterli değildir. Çünkü o, ince ve kalın dalların ahenkli yapısıyla meydana gelen haşmetli bir ağaç misali, onlarca güzel meziyetin bir araya gelmesiyle vücut bulmuştur. Bu görkemli yapının önemli dallarından birisi de tevazudur. Tevazu, İslâm ahlâkını oluşturan meziyetlerin belki de en başında gelir. Çünkü diğer birçok haslet varlığını ancak tevazu ile devam ettirebilir. Örneğin, 1. bk. DİA, tevazu mad.

12

Eylül 2019

cömert olmak, ikramda bulunmak, zorda kalana yardım etmek, selâm vermek, insanlarla muhabbet etmek vs. özellikler güzel ahlâkın şubeleridir. Ancak; bunlar mütevazi olmayan kibirli bir insan eliyle yapılacak olursa durum tamamen tersine döneceğinden dolayı İslâm ahlâkından söz edilemez. Bu nedenle tevazu, İslâm ahlâkını oluşturan yapının bel kemiği, olmazsa olmazıdır. Kısaca “alçakgönüllülük” olarak tarif edebileceğimiz tevazu kavramı; kimilerine göre “aza razı olma ve halkın yükünü çekme”, kimilerine göre “kendi itibar ve derecesini düşük görme, birisine boyun eğme”, kimilerine göre ise “kibrin karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını” ifade eder. (1) Ancak, bu tariflerden hareketle tevazu kavramını tanımlayacak olursak eksik ve yanlış bir iş yapmış oluruz. Çünkü tevazu ne insanlara bel bükmenin adı ne de salt olarak kibirden arınmış olmanın bir ifadesidir. Bel bükmek, kendini hakir görmek İslâm’ın güzel gördüğü bir meziyet olmak bir yana bizzat sakındırdığı, kerih gördüğü psikolojik bir durumdur. Dinimizin emrettiği tevazu, eziklik psikolojisinden çok uzaktadır. İslâm; özgüven duygusu gelişmiş, imanın verdiği cesaret ile kendinden emin duruşlar sergileyen, dik duran ama diklenmeyen, gerektiğinde kitlelere yön vermek için öne düşen izzetli


Müslüman şahsiyetler yetiştirmek ister. Peygamber aleyhisselâm’ın yetiştirdiği örnek nesil bunun en büyük delilidir. Efendimiz gibi büyük bir şahsiyetin dizinin dibinde yetişen Ashab-ı Kiram, şüphesiz her hususta olduğu gibi tevazuda da zirveydiler. Ancak bu durum onları Kisraların, Kayserlerin önüne çıkmaktan alıkoymadı. Çünkü iman ederek ulaştıkları izzet, daha önceleri bükülen bellerini doğrultmuş, kararan yüzlerini ak etmişti. Bunun için ne kendi boyunlarını eğdiler ne de haksız bir şekilde insanların kendilerine boyun eğmesini istediler. Öyle ki; bir seferinde Mısır valisi olan Amr ibni As’ın (r.a.) oğlu Abdullah haksız yere bir adamı dövmüştü. Bunun üzerine dönemin halifesi Hz. Ömer efendimiz bu adamı ve Abdullah’ı huzura getirterek Abdullah’a seksen kırbaç vurmuş ve tarihe geçecek şu sözleri söylemişti: “Analarından hür doğanları ne zamandan beri köleleştirdiniz.” Evet! İslâm köleleşmiş fertleri de onları bu hale getirecek tevazu anlayışını da reddediyordu böylece. Tevazuu tarif ederken yapılan hatalardan bir diğeri de onu “kibirsizlik hali” olarak nitelendirmekti. Kibirden uzak olmak elbette tevazünün sınırları dahilindedir. Ancak kişinin kibirlenmemesi onu her zaman mütevazi bir insan yapmayacaktır. Çünkü bu, nehyedilen bir davranıştan uzak olmak suretiyle gelinen vasat bir noktadır. Tevazu ise vasat olmanın ötesinde üstün bir meziyetin

ifadesidir. Bu nedenle söz konusu tanımlama yanlış olmasa da eksiktir. Daha doğru bir tarif ünlü dilbilimci Râgıb el-İsfahânî’den gelir. O’na göre tevazu; “kişinin haklarını koruyamayacak şekilde kendini aşağılaması ile olduğundan daha değerli görmesi şeklindeki iki erdemsizliğin ortasıdır.” (2) Üstat, yaptığı bu tanımlamayla tevazünün ne olmadığını ifade etmiş ve ona bir sınır getirmiştir. Ancak tevazünün daha somut olarak nasıl bir meziyet olduğunu tam olarak belirtmemiştir. Evet, tariften de anlaşılacağı üzere tevazu; kişinin kendisi hakkındaki düşüncelerinin itidal noktasıdır. Ancak nasıl bir nokta... Örneğin; bir kimse herhangi bir suç mahallinde bulunup da suçluyu görse ve suçlunun eşkâlini bildirirken sadece “uzun değildi, ama kısa da değildi, orta boylara sahipti” demiş olsa bu tarif suçluyu tespit etmeye yeterli olur muydu? Elbette hayır. Aynı şekilde bu tanım da daha öncekilerin hatalarını bertaraf etmiş olsa da ilgili kavramın künhünü tam olarak ortaya koyamamış, tabiri caizse eşkâlini çizememiştir. Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere tevazu kavramını eksiksiz ve kusursuz şekilde tarif etmek zor bir meseledir. Öyleyse doğrusunu öğrenmek üzere kulaklarımızı sözlerin en güzeli olan Allah Kelamına çevirelim:

2. bkz: DİA, tevazu mad.

Muharrem 1441

13


Kur’an’da Tevazu Kavramı Tevazu, kelime olarak Kur’an’da geçmemektedir. Ancak yüce kitabımızda bu güzel hasleti detaylı olarak tarif eden farklı kelime ve kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramlar ışığında tevazuu şöyle tarif edebiliriz: 1-Tevazu; Böbürlenmeden vakarlıca yürümektir. “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (3) “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz sen ne yeri yarabilirsin ne de boyca dağlara ulaşabilirsin." (4) 2-Tevazu; İnsanları küçümsemeden muamelede bulunmaktır. “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez. Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!” (5) 3- Tevazu; Ana babaya karşı merhametli olmaktır. “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (6) 3. Furkan, 63. 4. İsra, 37. 5. Lokman, 18-19. 6. İsra, 24. 7. Maide, 54.

14

Eylül 2019

4- Tevazu; Mü'minlere karşı alçak gönüllü olmaktır. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (7)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hayatında Tevazu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gerek peygamberlik öncesinde gerekse sonrasında oturuşuyla kalkışıyla, gülmesiyle ağlamasıyla kısacası her davranışıyla tevazu konusunda bizlere örnek olmuştur. Efendimizle kısa bir süre vakit geçiren kimse bile O’nun ne kadar mütevazi olduğunu, tüm imkân ve iktidarına rağmen kibirden, gösterişten uzak bir yaşantı içinde bulunduğunu hemen anlardı. Rasûlullah efendimiz diğer komutan ve krallar gibi davranmaz; tebaasıyla yakından ilgilenir, onlarla beraber yer, içer ve muhabbet ederdi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanlarla arasına mesafe koymazdı. Dileyen kimse hiçbir


engele takılmaksızın ona ulaşabilirdi. Bir seferinde yanına getirilen kişinin korkudan titrediğini görünce, “Sakin ol! Ben kurutulmuş etle beslenen bir kadının oğluyum” diyerek onu teskin etmişti. (8) Efendimiz, insanların kendisine sık sık gelip gitmesinden rahatsız olmazdı. Hatta bir dönem insanlar Efendimizin yanına o kadar sık gelmiş ki; Abbas (r.a.) bu durumdan rahatsız olmuş ve efendimizin yükünü hafifletmek maksadıyla; - Ya Rasûlallah! Kendiniz için bir taht edinip orada otursanız. Görüyorum ki halk sizi rahatsız ediyor” demiş, Allah Rasûlü ise cevaben;

elbise satın aldı. Hemen koşarak onları elinden almak istedim. Bunun üzerine: "Bir kimsenin, eşyasını kendisinin taşıması daha uygundur. Ancak taşımaktan aciz olursa Müslüman kardeşi ona yardım eder." buyurdu.” (10) Rasûlullah efendimiz, kendisini arkadaşlarından farklı görmezdi. Bir iş yapılacağında bir köşeye çekilip izlemez, kendisi de yardım ederdi. Mescid-i Nebevi’nin inşasında bilfiil durmadan, dinlenmeden çalışmıştı. Bir taraftan mübarek elleriyle kerpiçler taşırken, diğer taraftan Müslümanları şevk ve gayrete getirici şu sözleri söylüyordu: “Taşıdığımız şu yük ey Rabbimiz!

“- Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzura kavuşturuncaya kadar aralarında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbisemi çekiştirsinler, kaldırdıkları tozlar beni rahatsız etsin!” buyurmuştu. (9)

Hayber’in yükünden daha hayırlı, daha temiz!

Rasûlullah Efendimiz’in tevazüsünü ortaya koyduğu durumlardan birisi de kendi işini kendisinin yapmasıydı. O, insanlar arasında fazlasıyla sevilmesini ve Allah’ın(cc) kendisine ihsan ettiği makamı şahsi işleri için kesinlikle kullanmazdı. Medine döneminde O’nun en yakınlarında bulunan Ebu Hureyre’nin (r.a) anlattığı şu hatırası bunun güzel bir misalidir:

Bir sefer esnasında ashabına koyun kesip pişirmelerini emretmişti. Ashaptan biri; “Ya Rasûlallah, onu ben keseyim.” dedi. Başka biri; “Ya Rasûlallah, yüzmesi de benim vazifem olsun.” dedi. Bir başkası da “Ya Rasûlallah, pişirmesi de bana ait olsun.” dedi. Rasül-ü Ekrem Efendimiz de:

“…Bir gün Efendimiz ile beraber çarşıya gitmiştim. Peygamberimiz oradan

Ya Rab! Hayır, ancak ahiret hayrı! Sen, muhacirle ensara acı!” (11)

“– O zaman odunu toplamak da bana ait olsun.” buyurdu. Sahabiler; “Ya Rasûlullah! Biz onu da yaparız, senin çalışmana gerek yok.” dedilerse de efendimiz:

8. İbn Mâce, “Ettime”, 30. 9. İbn-i Sa’d, II, 193; Heysemî, IX, 21. 10. Heysemî, V, 122. 11. İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 142.

Muharrem 1441

15


“- Sizin benim işimi de yapabileceğinizi biliyorum. Fakat ben, size göre ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah Teâlâ kulunun, arkadaşları arasında ayrıcalıklı durumda olmasını sevmez.” buyurdu. (12) Rasûlullah Efendimizin gösterdiği tevazünün zirvesi belki de Mekke’nin Fethi gününde yaşanılan olaylardı. Efendimiz zorlu bir davet döneminin ardından Mekke’den hicret etmek zorunda kalmış, Medine’ye vardığında da Mekkeli müşrikler tarafından rahat bırakılmamıştı. Bedir, Uhud, Hendek derken çetin bir mücadele yaşanmış, tüm bunların ardından büyük bir zafer gelmişti. Rasûlullah efendimiz, gizli gizli terk etmek zorunda kaldığı Mekke şehrine şimdi fatih bir komutan olarak dönüyordu. Böylesine büyük zafer kazanmış bir komutanın mağrur olarak şehre girmesi beklenirken Efendimiz tam tersini yaparak ne kadar alçakgönüllü bir şahsiyet olduğunu bir kez daha vurgulamıştı. O, devesinin üzerinde Mekke’ye girerken, başını Yüce Rabbine karşı tevazu ile o derece eğmişti ki sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekteydi. O esnada devamlı olarak: “Ey Allah’ım! Hayat ancak ahiret hayatıdır!” diyordu.” (13) Mekkeliler, canına kastettikleri, yıllarca mücadele ettikleri O değerli insanın hükmünü merakla bekliyorlardı. Hepsi için ölüm kararı çıkabilirdi. Durum böyle olsa da yine de haklıydı. Onları mağlup etmiş ve savaşı kazan-

mıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe kapısının önünde herkesi toplayarak Mekkelilere bir konuşma yapmış ve sonunda şu soruyu yöneltmişti: “-Ey Kureyş topluluğu! Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” -Onlar, “Sadece hayır bekliyoruz. Çünkü sen iyi bir kardeşsin ve iyi bir kardeş çocuğusun” dediler. - Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Gidin, hepiniz serbestsiniz” buyurdu. (14) Efendimiz bu defa da tüm güç ve kudretine rağmen kibirlenmemiş, olgun ve mütevazi bir insan gibi insanların kalbine açılacak yolu seçmişti. Çünkü O’nun ahlâkı böyleydi. Ve bu ahlâk ile ömrünü nihayete erdirdi. Geriye de bu yüce ahlâkı kuşanmış talebeler bıraktı.

Sonuç İslâm ahlâkının önemli şubelerinden birisi olan tevazu; kısaca alçak gönüllü olmayı, kibirden arınmayı ifade etse de kişinin hayatının her safhasında kendini gösterebilecek üstün ahlâki bir özelliktir. Kur’an-ı Kerim’de doğrudan zikredilmemekle beraber bireyin farklı farklı davranışlarıyla irtibatlandırılarak anlatılan kavramımız, Rasûlullah’ın hayatında en güzel şekilde vücut bulmuş ve hem yaşanması hem de sonraki nesillere aktarılması gereken bir miras olarak bizlere emanet edilmiştir.

12. Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Mısır 1281, I, 385. 13. Vâkıdî, II, 824; Buhârî, Rikâk, 1. 14. Sîretu İbn-i Hişam, 4/41.

16

Eylül 2019


KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR M. Sadık Türkmen

DÜNYAYI AHİRETİN TARLASI BİLMEK Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selâm Rasûlullah’a, o’nun ailesine ve ashabına olsun.

“Ey iman edenler! Kendisinde alışverişin olmadığı, dostluğun bulunmadığı, şefaatin de olmayacağı bir gün gelmeden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın. Kafirler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 254)

Muharrem 1441

17


Mü'min ile kafiri ayıran en önemli etkenlerin başında infak gelmektedir. Mü'min sahip olduğu her şeyin Allah tarafından kendisine verilen bir emanet olduğunu bilir ve bu emanete riayet etmeye gayret eder. Bedir savaşından sonra ele geçirilen esirlere ashabı kiramın ellerindeki yiyecekleri verip kendilerine bir şey ayırmamaları buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Verilen bu örnek sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in dönemine ait değildir. Çünkü İslâm ilk insandan kıyamete kadar uzanan bir sağlam ip gibidir. Güzel örneğin kaynağı onun yapısında her daim hayatını sürdürmüştür. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Adaklarını yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler. Sizi sadece Allah için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür.” (1) Mü'min hak yolunda harcadığı her malın bir sadaka olduğunu bilir. Bu hak yolu bazen kendi nefsinin arzuladığı helal şeyler, bazen ailesini ve akrabasının menfaati, bazen de Allah yolunda savaşmak şeklinde ortaya çıkar. Dinarın ve dirhemin kulu olmaktan kendisini korur ve rabbinin huzuruna varıncaya kadar bu tavrında sebat etmeye çalışır. Geçmiş dönemlerde yaşayan bazı kişilerin Allah’tan zenginlik istemeleri kendi1. İnsan, 6-8. 2. Yasin, 47.

18

Eylül 2019

lerine zenginlik verilince Allah’ı unutmaları Müslümanın her zaman elinde ki ile yetinmenin ve kanaat ehli olması gerektiği kendisine hatırlatır. Kafir ise kârun misalinde olduğu gibi “ben bunu bende olan bir ilim vesilesi ile elde ettim” düşüncesi ile hareket eder. Zahiren infak ediyor gibi göründüğü noktalarda ise mutlaka isminin anılması veya bir barış ödülü verilmesi kabilinden reklam edilmesini amaçlar. Yüce kitabımızın zikrettiği üzere “Ve onlara: ‘Size Allah’ın rızık olarak verdiklerinden infak edin’ denildiği zaman, o inkâr edenler iman edenlere dediler ki: ‘Allah’ın, eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz?’ Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık içindesiniz.” (2) ayetinde zikredilen karaktere sahip olan bir insan aslında dünya hayatını kendisine biricik gaye edinmiştir. Şurası bir gerçektir ki âdem oğlundan iki insanı birbirini bu kadar büyük bir şekilde ayrıştıran etken ahiret inancıdır. Bu fark imanın temel prensiplerinden başlar zamanla hayatın her zerresine sirayet eder. Bu sebepten dolayı ahiret yolculuğunda en önemli dönüm noktası olan dünya hayatı, kendisinden ibaret sayılmaksınız her yönü ile ele alınmalıdır. Zira her nimetin zevali olduğu gibi, dünya hayatını nihayete erdirecek ölüm her faninin uğrayacağı bir duraktır.


Alimlerin Bu Ayetle İlgili Görüşleri İmam Fahrettin er-Razi rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: Bu ayeti kerimenin “infak edin” sözü zekât gibi farz olan infaklardan mı ya da farz veya mendup olan her türlü infakı kapsayıp kapsamadığı konusunda alimler ihtilaf etti. Hasan el-Basri “bu emir zekâta hastır” dedi. Ona göre “…kendisinde alışverişin olmadığı, dostluğun bulunmadığı… bir günden önce…” kısmı cenneti vadeden, cehennemden uyaran, ancak farziyete işaret bir şekilde gelmiştir. Alimlerin çoğu ise şöyle dediler: Burada ki emir vacibi de mendubu da kapsamakta olup ayette tehdit havası yoktur. Ayette sanki şöyle denmiştir: “Dünyada olduğunuz zaman zarfında ahiret menfaatlerini elde ediniz. Çünkü siz dünyadan çıktıktan sonra ahirette bu menfaatleri tahsil edip kazanmasına imkânı yoktur.” Bu konudaki üçüncü görüş şöyledir: Buradan cihad için infak kastedilmiştir. Buna delil ise bu ayetin cihad emrinden sonra gelmesidir. Bundan maksat cihatla infakta bulunmaktır. İmam Taberi şöyle dedi: İsmi yüce olan Allah bu ayette şunu kastetmiştir: “Ey iman edenler! Size vermiş olduğumuz rızıkları Allah yolunda infak edin, ondan sadaka verin ve size

yüklediğimiz görevlerden farz olanları yerine getiririn.” (3) Bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak Fahrettin er-Razi rahimehullah dağınık tefsirlerdeki genel malumatları çok dakik bir şekilde derlemiş olduğu için onları aktarmaya özen göstereceğiz. Umulur ki sadra şifa olur. Şöyle diyor: “Bu ayetten kastedilen insanın ahirette tek başına geleceğidir. Dünyada elde ettiği hiçbir şey onunla beraber olmayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)’ bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır.” (4) Başka bir ayette şöyle buyurdu: “O söylediği şeylerin hepsini elinden alacağız da o bize tek başına gelecek.” (5) Allah Teâlâ ’nın “…alışverişin olmadığı…” sözünde iki görüş vardır. Birincisi, buradaki alışveriş fidye anlamındadır. Buna işaret ederek Allah şöyle buyurdu: “Bugün sizden fidye alınmayacaktır.” (6) Başka bir ayette şöyle demiştir: “O gün kimseden fidye kabul edilmeyecektir.”

3. Taberi Tefsiri 4. Enam, 94. 5. Meryem, 80. 6. Hadid, 15.

Muharrem 1441

19


Bir diğer ayette ise şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ ’nın “…şefaatin olmaya-

“Her türlü fidyeyi denkleşirip verse

cağı…” her türlü şefaatin olmayaca-

kabul edilmez.”

ğını gerektirmektedir.

(7)

(8)

Sanki Allah şöyle

dedi: Sizi azaptan kurtaracak fidyeyi kazanacağınız bir ticaretin olmadığı bir günden önce (infak edin).”

luğun bulunmadığı, şefaatin olmayacağı…” her türlü dostluk ve şefaati

İkinci görüş şu manadadır: Kendi-

kapsar. Ancak diğer deliller mü'min-

sinden hiçbir malın kazanılmayacağı,

ler arasında sevgi ve muhabbetin baki

hiçbir alışverişin olmadığı, ticaretin

olduğuna, şefaatin mü'minler için

yapılmadığı bir günden önce mülkü-

sabit olduğuna işaret eder. (14)

nüzde olan malı kendi nefisleriniz için takdim edin.

Ebu Said el-Hudri radiyallahu anh’dan rivayetle

Rasûlullah

sallallahu

Allah Teâlâ ’nın ” …dostluğun bulun-

vessellem

madığı…” ayetinden maksat sevgi-

mü'minler şefaat edeceklerdir.” (15)

nin bulunmadığıdır. Buna benzer bazı ayetlerde Allah Teâlâ şöyle dedi: “Allah’tan korkanlar hariç, o gün dostlar hep birbirine düşman kesilirler.”

(9)

“Aralarındaki bütün bağ-

lar lime lime kopacaktır.”

(10)

“Ama

daha sonra kıyamet gününde bazınız

aleyhi

dedi ki: “Nebiler, melekler ve

Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem söyle buyurdu: “Her peygamberin bir duası vardır. Bende Allah dilerse duamı kıyamet gününde ümmetim için şefaat olarak saklamak istiyorum.” (16)

bazınıza küfredecek ve bazınız bazı-

Ebu Zerr radiyallahu anh dedi ki: Rasûlul-

nızı lanetleyecektir.”

Allah Teâlâ

lah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

kafirlerin bu hallerini şöyle anlatıyor:

“Rabbim azze ve celle'den ümmetim için

“Bak, imdi bizim için ne şefaatçiler

şefaatte bulunmama izin verilmesini iste-

var ne de yakın bir dost”

Bir başka

dim. O’da izin verdi. Şefaatim Allah azze

ayette şöyle buyuruyor: “Zalimler

ve celle’ye şirk koşmayanlara inşallah nail

için yardımcı yoktur.”

olacaktır.” (17)

(11)

(12)

(13)

7. Bakara, 123. 8. Enam, 70. 9. Zuhruf, 67. 10. Bakara, 166. 11. Ankebut, 25 12. Şuara, 100-101. 13. Maide, 72. 14. Mefatihul-Ğayb 15. Buhari, Tevhid Babı 24, Müslim İman hn183. 16. Buhari, Tevhid Babı 31, Müslim İman hn198. 17. Ahmed b. Hanbel Müsned c: 5 s: 149.

20

Bilinsin ki Allah Teâlâ ’nın “…dost-

Eylül 2019


Burada dikkatlerden kaçmaması gereken ince bir nokta vardır. Kafirler küfürleri gereği zalim sıfatını taşımaya hak kazanmışlardır. Bu sıfatı almalarının pek çok sebebini saymak mümkün olsa da sadece Allah’ın son göndermiş olduğu peygamberi kabul etmemeleri dahi zalim olmaları için yeterlidir. Ancak buna bakarak her zalimi kafirlik vasfı ile bilmek doğru olmaz. Çünkü mü'min olduğu halde kendisine ve çevresine zulmeden nice insanlar vardır. İsmet sıfatı beşer için sadece peygamberlere mahsustur.

Ayetten Çıkarılacak İbretler 1. Dünya hayatını ahiretin tarlası olarak görmek gerekir. Kurtuluşa ermek için meşru olan tüm vesilelere sarılmak hususunda dikkat etmek önemlidir. Allah için yapılan hiçbir şey küçük değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu: “Sizden kim yarım hurma ile dahi olsa yüzünü ateşten korumaya güç yetirirse bunu yapsın.” (18) 2. İnsanın dünyada elde ettiği geçici nimetlere aldanmaması gerekir. Çünkü bu nimetler ahirette insanı kurtaracak şeylerden değildir. Ahirette kurtuluşa vesile olacak gerçek değer en azından Müslüman olarak ölmektir. Bu insanı ebedi cehennemden kurtaracaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Tebâreke ve Teâlâ,

“Sizden kim yarım hurma ile dahi olsa yüzünü ateşten korumaya güç yetirirse bunu yapsın.”

cehennemliklerden azapça en hafif olan kimseye: - Dünya ve içindekiler senin olsa bu azaptan kurtulmak için onları verir miydin?” buyurur, o da: «Evet» diye cevap verir. Allah Teâlâ: - "Sen Âdem’in sulbünde iken ben senden bundan daha hafif bir şey istemiştim: Şirk koşmayacaktın, ben de seni cehenneme koymayacaktım. Lâkin sen şirk koşmakta direttin" buyurur.” (19) 3. İnsanlar hakkında hüküm verirken acele etmemek gerekir. Özellikle Müslüman olduğunu iddia eden birini tekfir etme hususunda dikkat etmek gerekir. Allah Teâlâ “Kafirler zalimlerin ta kendileridir” buyurarak bize bir adap ve yöntem öğretmiştir. Kafirler, küfrü işlemeleriyle dinden çıkarak zalim olma vasfını taşımışlardır ancak zalimlerin hepsi için kafir hükmü vermek konusunda dikkat edilmelidir.

18. Tirmizi, Sıfatul Kıyame, hn: 2423. 19. Müslim, Münâfıkîn, 51.

Muharrem 1441

21


NEBEVÎ DAMLALAR Yener Yılmaz

HELALLER, HARAMLAR VE ŞÜPHELİ DURUMLAR Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhumâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i

şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2, Kudât 11; İbni Mâce, Fiten 14.

22

Eylül 2019


Hadisin Ravisi; Numan Bin Beşir (ra) Hicretten on dört ay sonra (Rebîülâhir 2 / Ekim 623) dünyaya geldi. Iraklılar, onun Resûl-i Ekrem’den epeyce hadisi bizzat duyduğunu belirtmesine bakarak daha önce doğmuş olabileceğini ileri sürmüş, Buhârî’ de hicret yılında dünyaya geldiğini belirtmiştir. Resûl-u Ekrem’e biat eden kadınlardan olan annesi Amre binti Revâha, Nu‘mân’ı Hz. Peygamber’in yanına götürerek tahnîk yaptırdı(Yeni doğmuş bebeğin ağzına hurma vb. bir şeyler tattırmak) ve ona dua etmesini istedi. Nu‘mân İslâmiyet’in ilk yıllarında Müslüman olan bir aile ortamında büyüdü. Rasûlullah’ın kumandanlarından olan babası Beşîr Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelerde bulundu. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Medineliler Ensar’dan birinin halife olmasını istediği halde o Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesini savundu ve ona biat etti. Nu‘mân b. Beşîr, yaşının küçüklüğü sebebiyle âlimlerin çoğunluğuna göre Hz. Peygamber’den çok az hadis dinlemiş, bu sebeple hadisleri naklederken, “Helâl bellidir, haram da bellidir” hadisi dışında Rasûlullah’tan duyduğuna delalet eden lafızlar yerine “Allah resulü buyurdu ki” ifadesini kullanmıştır, rivayet ettiği 124 hadisin çoğunu dayısı Abdullah b. Revâha, Hz. Ömer ve Hz. Âişe’den öğrenmiştir. Halife Muâviye’nin kumandanlarından olan Nu‘mân b. Beşîr, Suriye ve el-Cezîre valiliğine, daha sonra da Kûfe valiliğine tayin edildi. Ancak Hz. Hüseyin yanlısı olduğu gerekçesiyle dokuz

ay sonra Yezîd tarafından görevinden alındı. Buhârî onun Kûfe valiliğinin yedi ay devam ettiğini belirtir. Muâviye’nin Nu‘mân’ı Kûfe valiliğinden Humus valiliğine naklettiği de kaydedilmektedir. Nu‘man, Kûfe valiliğinden azledildikten sonra oğlu Muhammed ile birlikte Dımaşk’a yerleşti; Dımaşk kadılığı görevine getirildi. Nu‘mân b. Beşîr, Halep’le Humus arasında bulunan Maarre’den geçerken bir oğlu burada vefat edip defnedilmiş, daha sonra bu yer Maarretünnu‘mân diye anılmıştır. Yezîd b. Muâviye ve Yezîd’in yerine geçen oğlu Muâviye döneminde de Dımaşk’ta yaşadı. Daha sonra Abdullah b. Zübeyr’in yanına geçti. İbnü’z-Zübeyr kendisini Humus valisi olarak görevlendirince halkı İbnü’z-Zübeyr’i desteklemeye davet etti. Mervân b. Hakem’in halife olmasının ardından Humus halkı ona isyan etti. Nu‘mân, Humus’tan kaçmaya çalışırken 64 yılı Zilhicce ayının ortalarında (Ağustos 684 başları) Humus’un köylerinden Bîrîn’de katledildi. Hz. Peygamber’in şairlerinden olan dayısı Abdullah b. Revâha ile annesi Amre bint Revâha’nın şiir söyleme kabiliyeti Nu‘mân b. Beşîr’e ve çocuklarına da intikal etmiş, Nu‘mân’ın şiirleri bir divan hacmine ulaşmıştır. Çok iyi bir hatip olduğu belirtilen Nu‘mân’ın vahşice katledilmesi ve başının ailesine gönderilmesi üzerine kızları Amre ve Hamîde’nin söylediği mersiyeler tabakat kitaplarında yer almıştır. Allahu Teâlâ ondan razı olsun… (1)

1. TDV ansiklopedisi

Muharrem 1441

23


meyeceğini söylemiştir. İslâm âlimleri bunları bilinen benzeri konulara kıyas ederek yani ictihad yaparak açıklığa kavuşturmuşlardır. (2)

"Mekruh, kişi ile haram arasında bir geçittir. Sürekli mekruhları yapan kişi harama gider. Mubah da kişi ile mekruh arasında bir geçittir. Sürekli mubahlardan yararlanan kişi mekruha doğru kayar."

Açıklama Peygamber Efendimiz bu hadiste, Müslümanların

karşısına

çıkacak

meseleleri üç gurupta toplamaktadır: Birincisi yemek, içmek, yürümek, konuşmak ve evlenmek gibi helâl davranışlar. İkincisi içki içmek, zina etmek, yalan söylemek, iftira etmek gibi haram davranışlar. Üçüncüsü ise şüpheli konulardır. Şüpheli konuların helâl kısmına mı, yoksa haram kısmına mı girdiği ilk bakışta bilinemez. Çünkü din bu konuda açık bir hüküm getirmemiştir. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, halkın birçoğunun bunları bile2. Riyazu’s Salihin Şerhi, Erkam Yayınları

24

Eylül 2019

Allahu Teâlâ bizlere bir rahmet olarak haram olan durumları Kuran’ı Kerim’de ya da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aracılığıyla açıklamıştır, bunların dışında kalanların ise helal olduğu bildirilmiştir, yani haramların sayısı belli ancak helaller sınırsızdır. Bu durum ise bize hayatı kolaylaştırmış, yaşamdan yeterince istifade edebileceğimiz bir ortam oluşturmuştur. Bu durumla beraber dikkat etmemiz gereken bir konu “şüpheli şeylerin” var olduğu gerçeğidir. Yapmaktan kaçındığımız takdirde dinimizi ve şahsiyetimizi koruyacağımız “şüpheli şeyler” haram olup olmadığı açıkça bildirilmeyen ve kesinlikle helaldir denilemeyen durumlardır. Genel olarak bu şekilde tarif edilse de farklı yorum yapan alimlerimiz de bulunmaktadır örneğin; İmam Ahmed bin Hanbel, şüpheli şeyleri, katıksız helâl ile haram arasındaki bir durum diye açıklamış ve bir başka seferinde de “malına haram karışan kimsenin durumunda olduğu gibi, helâl ile haramın birbirine karışması” diye de yorumlamıştır. Bundan dolayı şöyle bir fetva vermiştir: “Eğer maldaki haram helâlden daha fazla olursa ondan uzak durmak icab eder. Helâl haramdan daha çok olup haram nispeten az ise, kullanımı caiz olur.”


Kimi alimler ise, şüpheli olan şeylerin “mekruhlar” olduğunu söylemiş, sürekli yapıldığı takdir de bunların harama ulaştıran vesileler olacağını belirtmişlerdir.

Hadisten Çıkarılan Dersler 1. Helâl lokma yemeli, haramlardan sakınmalıdır. 2. İnsanı farkına varmadan harama

İbnü'l-Müneyyir, hocası Kubârî'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: “Mek-

yaklaştıran şüpheli konulardan uzak durmalıdır.

ruh, kişi ile haram arasında bir geçittir.

3. İyi ile kötüyü ayırt etmeye yarayan

Sürekli mekruhları yapan kişi harama

kalbin sağlığını korumalıdır.

gider. Mubah da kişi ile mekruh arasında bir geçittir. Sürekli mubahlardan yararlanan kişi mekruha doğru kayar.” Bu güzel bir çıkarımdır. Allah’ın

haramlarından

sakınmak

isteyen kişi ilk olarak helallerden istifa ederken belli bir ölçü ile hareket etmelidir, İbn Hibbân'ın rivayet ettiği şu hadis de bunu desteklemektedir: “Haramla aranıza helalden perde çekiniz. Kim bunu yaparsa şahsiyetini ve dinini korumuş olur. Bunun etrafında dolaşan kişi, koruluk etrafında hayvan otlatana benzer, onun oraya düşmesi yakındır.” Bu

4. Şüpheli konulardan sakınmayıp haram batağına düşenler hem Allah hem de insanlar yanındaki değerlerini yitirirler. 5. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allahu Teâlâ’nın bizim şeklimize, giyim kuşamımıza değil kalbimize ve amellerimize baktığını ve asıl ona önem verildiğini bildirmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dualarında Allah Teâlâ’dan selim

bir kalp istemiş ve bunu ümmetine öğretmiştir. (4)

şu anlama gelir: Helalin mutlak olarak

6. Kalp, yaratılış itibariyle insanın en

işlenmesinin mekruha götüreceğin-

hassas ve en çok tesir altında kalan

den korkulduğunda ondan kaçınmak

uzvudur. Burada kalp olarak kaste-

gerekir. Bu durum helal yiyecekleri

dilen, sadece et ve kandan ibaret olan

sürekli ve bolca yemeğe benzer. Bu da

maddi yapı değildir. Aksine insa-

çokça kazanç sağlamaya mecbur bıra-

nın hayatına yön veren karar alma

kır. Çokça kazanç sağlamak ise kişi-

mekanizmasının

nin hak etmediği şeyi almasına veya

dediğimiz… “Fuâd” ismi de verilen

insanları küçümsemesine yol açar. En

bu uzuv (organ), insanın şahsiyet ve

azından kullukla uğraşmaktan alı-

karakterinin merkezidir. İşte insanın

koyar. Bu herkesçe bilinen, gözle de

bütün özelliklerini, hayatı boyunca

görülen bir durumdur.

yöneleceği istikametini, amellerini,

(3)

merkezidir,

kalp

3. Fethul Bari Şerhi Buhari/39.Bab Dinde Şüpheli Şeylerin Hükmü 4. bk. Buhari, Deâvât 33

Muharrem 1441

25


8. Kur’ân-ı Kerîm, birçok âyet-i kerîme ile kalbin insan hayatındaki ehemmiyetini vurgulamıştır. Günah ve isyandaki aşırılıkları sebebiyle “mühürlenen kalpler” (5) bulunduğu gibi, o derece bozulmamış “hastalıklı kalp-

İbnu’l-Mulakkin şöyle demiştir: “Kalbin iyi olması şu beş şeyledir; Düşünerek Kuran okumak, karnı tam doldurmamak, geceleyin namaz kılmak, seher vakitlerinde Allah’a yalvarmak ve salih kişilerle beraber olmak.”

ler” (6) de vardır. Hissetmeyen “katılaşmış kalpler” (7) bulunurken “Allah korkusundan

titreyen”

(8)

“takvâ

sahibi” (9) kalpler de vardır. Her insan manevi olarak kalbinin hangi mertebede olduğunu bilir, bize düşen görev hastalandığını fark ettiğimiz anda kalbimize tedavi uygulamaya çalışmaktır; bu tedavi ise başta, Allahu Teâlâ’dan bu konuda yardım istemek ve Kur’an-ı Kerim ile münasebetimizi arttırmakla uygulanır. 9. İnkâr, münafıklık, Allahu Teâlâ’yı sever gibi başkalarını sevme, kin, haset,

nasıl bir insan olduğunu ve başkalarıyla münâsebetlerini belirleyen merkez hep kalptir. 7. İbnu’l-Mulakkin şöyle demiştir: “Kalbin iyi olması şu beş şeyledir; Düşünerek Kuran okumak, karnı tam doldurmamak, geceleyin namaz

kibir,

başkalarını

küçümseme, riya, açgözlülük, takdir edilene razı olmama gibi durumlar kalp hastalıklarından sayılır, kişi bu gibi duygular hissediyorsa tedaviye muhtaçtır. Tedavi süreci dua ile başlar salih amelleri arttırmak ve günahları azaltıp terk etmekle devam eder ve Allah’a yaklaştıkça kalp berraklaşır, kir pas ve manevi tüm hastalıkların-

kılmak, seher vakitlerinde Allah’a

dan kurtulur.

yalvarmak ve salih kişilerle beraber

“Ey kalpleri eviren, çeviren Allah’ım

olmak.”

kalplerimizi bu din üzere sabit eyle.

5. Bakara, 7 6. Bakara, 10 7. Bakara, 74 8. Hac, 35 9. Hac, 32

26

cimrilik,

Eylül 2019


GÜNDEM ANALİZ Nedim Bal

MODERN ÇAĞIN AZGIN KARUN’LARI -2-

G

eçen ayki yazımızda “Modern Çağın Azgın Karun’ları” başlığı altında ‘Rockefeller’ ailesinden ve özellikle de David Rockefeller’den bahsetmiştik.

Düzeni ve Yönetimi” ile ilgili

Bu ayki yazımızda ise Amerika’yı hatta dünyayı kontrol ettiği söylenen, dünyanın en zengin ve en nüfuzlu ailelerinden olan, İsmi illuminati tarikatı ve başka gizli örgütlerle anılan ABD’li Yahudi bankacı David Rockefeller’in ölmeden önce “Yeni Dünya

delerin David Rockefeller ait

yapmış olduğu açıklamaları konu alacağız. Bir

önceki

yazımızda

da

değindiğimiz gibi 2013 yılına ait olduğu iddia edilen bu ifaolup olmadığına dair net bir kaynak yok. Fakat Rockefeller ailesi hakkında bildiklerimiz ve işaret edilen tarihlerde yaşananlar zımnen bu anlatılanların ispatı gibi… Takdir siz değerli okuyucularımızın.

Muharrem 1441

27


Hitler’in bulunduğu mevkie gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu.

Hitler, Bizim Tarafımızdan Desteklendi İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi. Diğer bir önemli neden ise; Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye (Filistin’e) dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkie gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün des-

28

Eylül 2019

teğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.

Atom Bombası Yahudilerin Yaşadığı Almanya’ya Atılamazdı, Bu Nedenle Japonya Kışkırtıldı Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba


çok güçlüydü ve ne gibi tahribatlar oluşturacağı ön görülemezdi. Almanya’nın şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu. Dolayısıyla bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Atom bombasının denenebilmesi için Amerikan halkının büyük bir desteğiyle yeni bir savaşa girilmesi gerekiyordu. Bu noktada Japonlar bilerek kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumuldu. Böylece Amerikan halkının duygularıyla oynanarak desteği alınmış ve bu sorun da aşılmış oldu.

İsrail Devleti, Rothschild Ailesi’nin Cömert Mali Desteği ile Kuruldu Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rothschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos (Kaostan Çıkan Düzen) stratejisi yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild gibi finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.

Sovyetler Birliği’ne Yeteri Kadar Ülke Tahsis Edilmiş, Mali Destek Verilmişti Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç oluşması için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman

Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.

Çin, Henüz Kontrol Edemediğimiz Bir Ülke Ama ABD Ekonomisine Katkısı Büyük Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.

Muharrem 1441

29


Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehrin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

Vietnam, Kore, Endonezya, Afganistan, İran-Irak, Yugoslavya Savaş Endüstrisi’nin Deneme ve Gelişmesine Yaradı Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehrin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

30

Eylül 2019

Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı. Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü. Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır. (2001 yılında Amerikan işgali ile Taliban yönetimindeki “Afganistan İslâm Emirliği” yıkılmış ve yerine Amerikan kuklası Hamit Karzai hükümeti atanmıştı!) İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki devlet bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu da yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu. Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı ile


Irak ekonomisi bir kez daha çökertildi. Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı. Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla üretilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar. 1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.

Dünyada Hiçbir Yerde Mafya ve Kaçakçılık Olayları Bizim İznimiz Olmadan Yapılamaz Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur.

Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte vakıflarımızın desteğiyle de bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir. Buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.

Dünyadaki 5 Milyar İnsan, Bizim 1 Milyar İnsanımız İçin Çalışır Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insan, bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize akıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir haldedir. Refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları ise bizim emirlerimizi bekliyorlar. Bizimle iş birliği

Muharrem 1441

31


yonlar benzeri şeyler talep ettik. Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidardaki yerini uzunca bir süre için sağlamlaştırdığını zannediyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlayapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim

Bayar kurtuldu, çünkü bir Masondu

idaremiz altında yönetecekler.

ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da

Türkiye’ye Adnan Menderes Zamanında “Marshall Yardımı” İle El Attık

sıyla onu idamdan kurtardı.

diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskı-

Türkler de yıllar boyu komünizme karşı

savaşmıştır.

1950’lerde

ülke

yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog

32

rıyla beraber idam edildi. Sadece Celal

1980 Darbesi Bizim İsteklerimiz Doğrultusunda Yapıldı Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir sol-

kurmuştu. Bizden seçimde aldığı des-

cular, bir sağcılar iktidara geliyor ve

tek karşılığında, Marshall yardımı adı

bizim

altında devamlı borç alıyor ve ülke-

ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı.

sinde yatırımlar yaparak sanayi yapı-

Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş

sını geliştiriyordu. Fakat o kadar plan-

ülkelerin piyasaları doyuma ulaş-

sız ve programsız harcama yapıyordu

mışlar ve biz yeteri kadar mal sata-

ki; ödeme günleri geldiğinde bizden,

maz olmuştuk. Bunun üzerine diğer

borç ödemek için tekrar tekrar borç

az gelişmiş ülkelere uyguladığımız

istemeye başladı. Biz de kendisinden

planı onları da uygulamak istedik ve

ülkesini yabancı sermayeye açmasını

serbest piyasa ekonomisine geçmele-

ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar

rini ve ithalatın serbest bırakılmasını

tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı

talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş

İmparatorluğu’na dayatılan kapitülas-

görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

Eylül 2019

isteklerimiz

doğrultusunda


Binlerce Türk Genci Uydurma İdeojiler Uğruna Can Verdi En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos (Kaostan Çıkan Düzen) stratejisi ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek

ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.

Özal, İsteklerimiz Doğrultusunda Kapıları Sonuna Kadar Açtı Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen

Muharrem 1441

33


“Kalplerinde hastalık olanların ‘başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onlara (kafirlere) koşuştuklarını (yanaştıklarını) görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.” (Maide, 52)

hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.

Türkiye’de Para İtibar Gördü; Arkadaş, Dost, Aile Gibi Kavramlar Unutuldu Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar

34

Eylül 2019

çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

“Kürt Devleti Projesini” Hayata Geçirmek İçin Önce Örgüt Yarattık Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini


istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt yarattık. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimizi geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacak.

Türkiye Bizim İçin Çok Önemli… Su Kaynaklarının Önemli Bir Kısmı Burada

bilir! Lakin Müslüman toplumların ve dünyanın son 60 yıldır sürüklendiği hadiseler, yaşanılan acılar ve gelinen sonuçlar bu anlatılanların sadece bir hayal ürünü kurgu olmadığını gösterir nitelikte… Değerli Müslümanlar! Küfür; tabiatı gereği Batıl’ın hâkim olması için sistemli bir şekilde çalışmakta ve kıyamete kadar da çalışacak… Bu bir hakikat. Fakat unutmamamız gereken diğer bir hakikat de şu ki; biz Müslümanların da onlar kadar değil onlardan daha fazla Hakk’ın hâkim olması için çalışmamız gerektiği…

Öz Eleştiri! Maalesef Biz Müslümanların Hali!

Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:

Amerika’nın, Avrupa’nın Yahudi’nin her şeyi görüp gözettiğine ve asla yenilmez olduğuna iman eden, onları Allah’ı kutsal gibi kutsayan Müslümanlar…

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hâkim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır.

Bu kadar güçlü kafirler topluluğuna karşı mücadeleye girişmenin faydasız olduğuna hatta Müslümanlara zarar verecek işler olduğuna inanan, kurtuluşu, özgürlüğü, izzeti onlara karşı gelmekte değil bilakis onların safında, onlarla beraber olmakta arayan Müslümanlar…

………………………………….. Evet, anlatılanlar kendini müstağni gören azgın bir Karun’un yaptığı pervasız açıklamalar mıdır, yoksa bir kurgu mudur en doğrusunu Allah

“Kalplerinde hastalık olanların ‘başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onlara (kafirlere) koşuştuklarını (yanaştıklarını) görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir

Muharrem 1441

35


getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.” (1)

Dünya

Dünya küfrünün elebaşlarını, onların güç kaynaklarını, kullandıkları yöntemleri, halkları ifsat eden çalışmalarını inceleyip araştırmayı ve onların bu fesat projelerini boşa çıkaracak karşı hamleler, söylem ve eylemler geliştirmeyi boş iş olarak gören Müslümanlar...

ve kültürlerini bozmaya, ekonomik ve

Hatta Dünya küfrünün; Müslümanların dinini, aklını, neslini, ahlâkını, mal ve can emniyetini bozacak fesada uğratacak plan ve projelerine karşı “bunların aslı astarı yok, uydurma projeler bunlar sakın inanmayın, moralinizi bozmayın (!)” diyecek kadar da gayet vurdum duymaz bir tavır içinde olan Müslümanlar.

ve diğer yönleri ihmal eden dahası

Geleceğe yönelik hiçbir ciddi hedefi, plan ve projesi olmayan, hakiki anlamından koparılmış kuru bir tevekkül anlayışına sarılıp esbabı önemsemeyen ve felaketin kendi kapısını çalmasını bekleyen Müslümanlar…

aleyhine çevirecektir”

Küresel güçlerin amaç, hedef ve sahadaki pratiklerinden bi haber olan, kendilerini dış dünyanın gelişmelerinden soyutlamış, bir fanus gibi sadece kendi duygu dünyaları içinde yaşayan, tüm enerjilerini ihtilaflı tartışmalarla ve rutinleşmiş programlarla tüketen dahası bunlarla mutmain olan Müslümanlar... 1. Maide, 52 2. İbrahim, 45 3. Nisa, 76

36

Eylül 2019

küfrünün;

Müslümanların

inançlarını tahrif etmeye, ahlâklarını askeri saldırılarla onları yok etmeye yönelik plan ve eylemlerine

karşı

hem inanç hem kültür hem ekonomi hem de askeri alanlarda mücadele edecek nitelikli insan ve nesil yetiştirmeleri gerekirken çözümü sadece bir noktada arayıp oraya yoğunlaşan önemsiz gören Müslümanlar.

Bizim Tavrımız Ne Olmalı “Şüphesiz ki onlar tuzaklarını kurdular.

Onların

tuzakları

dağları

yerinden oynatıp giderecek güçte olsa bile, Allah bu tuzaklarını kendi (2)

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler ise; tağutun yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın tuzağı zayıftır.”

(3)

Selâm ve dua ile… Allah’a Emanet olunuz… ------------------------KAYNAKLAR Meal (Hasan Karakaya/Nebevi Hayat Yayınları) Rockefeller Ailesi (Ali Kuzu) Dünyayı Kimler Yönetiyor (Gary Allen)


İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay

Botanik ve Farmakoloji Bilgini:

İbnü’l-Baytar (593-1248)

Eserlerinde bin dört yüz kadar bitkiyi tek tek inceleyerek, bunlardan hangi ilaçlar elde edilebileceğini belirleyen İbnü’l-Baytar, bu bitki ve bitkilerden yaptığı ilaçların üç yüz tanesini tamamen kendisi keşfetti.

Hayatı Asıl adı Ebu Muhammed Ziyaeddin Abdullah bin Ahmed el-Endülüsî el-Mâlikî olan ve babasının veterinerlik (baytarlık) mesleğinden dolayı babasına nispetle “İbnü’l-Baytar” olarak tarihe adını insanlığa kazandırdığı faydalarla yazdıran büyük bilgin İbnü’l-Baytar’ın doğum tarihi hakkında kaynaklarımız farklı tarihler

vermektedir. Doğum tarihi hakkında 575 (1179), 585 (1189), 593 (1197) ve 596 (1200) yılları gösterilir. Endülüs (bugünkü İspanya) topraklarında yer alan Malaga şehrinde dünyaya gelen bilim adamımız, babasından öğrendikleri yanında kendi özel merakı vesilesiyle botanik (1) ve farmakoloji (2) ilmiyle ilgilenmeye daha küçük yaşlarda başlar. Botanik ilmi yanında

1. Botanik: Bitkileri inceleyen bilim dalı. 2. Farmakoloji: İlaçlar konusunda araştırmalar yapan, ilaçların etkisini ve kullanışlarını konu alan bilim dalı.

Muharrem 1441

37


Gittiği yerlerin bir manada dönem şartlarında eczası görevini üstlenen bitkilerle ilgilenen kimselerinden ilim alır ve bilimin önemli bir kısmını oluşturan kendinden öncekilerin tecrübelerinden istifade eder.

şer’i ilimlerin çeşitli alanlarında da eğitimini almayı sürdürür. Onun botanik ilmine olan merakı, onu alanının uzmanlarına yöneltir ve bulunduğu bölgenin bu alandaki ilim adamı olan Ebu’l-Abbas Ahmed bin

Muhammed

(İbnü’r-Rûmiyye)

en-Nebâtî’nin

yanında

kendini

bulur. Hocasıyla birlikte Muvahhidler’in başkenti İşbîliye (Sevilla) bölgesinde tıbbi bitkiler, isimleri ve yetiştikleri yerler hakkında incelemelerde ve araştırmalarda bulunmaya başlar. “İlim öyle bir şeydir ki onun misali ucu bucağı görünmeyen deniz gibidir” sözünün gereğini daha öncekilerinden öğrenmiş olan İbnü’l-Baytar, daha henüz yirmili yaşlarda Endülüs topraklarını karış karış gezmeye başlar.

38

Eylül 2019

1220 yılına gelindiğinde Endülüs toprakları da ona yeterli gelmez, bir daha Endülüs topraklarına uğramayacağı yolculuğu sırasında bu sefer Afrika topraklarında araştırma ve incelemelerde bulunmak üzere yola koyulur. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır gibi Afrika ülkelerinde kendisini alanında uzmanlaştırma yolunda kilometrelerce yolculularda bulunur. Buralarda da kendisinden istifade edebileceği kimselerle tanışır ve onlardan da istifade ederek yoluna devam eder. 1223 yılına gelindiğinde, bu sefer rotası eski medeniyetlerin beşiği konumunda yer alan Anadolu ve Mezopotamya toprakları olur. “İlme sevdalanmış bir yüreği durdurmak zordur ya onu hapsederek ya da onun canını alarak ilimden geri bırakabilirsin” sözünün gereği, Anadolu topraklarında da ilmi birikimini arttırdıktan sonra yönü bu sefer, Kuzey Akdeniz sahilleri ve Yunanistan adaları olur. Yaptığı bu uzun yolculukların ardından İskenderiye’ye geldiğinde, dönemin Mısır Eyyûbi Sultanı Melik Kâmil (1218-1238) onu yanında yer alması hususunda ikna eder. Böylece Mısır’da ‘baş tabip’ olarak görev yapmaya başlar. Bir yandan da öğrenci eğitmeyi sürdürür.


Kâmil’in oğlu Melik Salih (1237-1238, 1239-1245) döneminde de görevini sürdüren İbnü’l-Baytar, bir yandan da Afrika’da çeşitli şehirleri gezerek incelemelerde bulunmaya ve malzeme toplamaya devam eder.

668/1269), yazdığı bir eserde hocası-

Botanik Bilimine Katkıları

O, araştırmaları esnasında öğrendiği noksansız Yunanca’dan faydalanarak, Dioskorides’in ilaçlar hakkında söyledikleri ile derse başlardı. Daha sonra Galen’in mevzu ile alakalı sözlerini anlatırdı. Bahsettiği mevzuda devrinin tabiplerinin nerede birbirlerinden ayrıldıklarını, nerede hata ve tereddütler bulunduğunu birer birer açıklardı. Eve geldikten sonra anlattığı konuları kitaplarda araştırır, İbnü’l Baytâr’ın anlatılması gereken her şeyi anlattığını görürdüm.

İbnü’l-Baytar, bitkilerle ilgili yaptığı gözlem ve deneylerle ile birçok bitki ve ilacı tıp dünyasına kazandırmıştır. Ayrıca hayvan ve madenler hakkında da yaptığı araştırmalarla, bu alanların gelişimine de katkı sağlamıştır. Büyük İslâm zooloji bilgini Demîrî (ö.808/1405), ondan çokça istifade edenlerden biridir. İlgilendiği bitkilerin mahallî okunuşlarına da eserlerinde yer vermiştir. Bir ilacı farklı bir ilaçla kıyaslayarak ve ilaçların kimyasal özelliklerini inceleyerek tetkik eden İbnü’l-Baytar, kendisinden sonraki botanik ve tıp ilmine büyük katkı sağlamıştır. Onun botanik ilmine en büyük katkı noktalarından biri hiç şüphesiz tarlada yetişen ve mahsullere zarar veren otları inceleyen ilk ilim adamı olmasıdır. Eserlerinde bin dört yüz kadar bitkiyi tek tek inceleyerek, bunlardan hangi ilaçlar elde edilebileceğini belirleyen İbnü’l-Baytar, bu bitki ve bitkilerden yaptığı ilaçların üç yüz tanesini tamamen kendisi keşfetti. İbnü’l Baytâr’ın yetiştirdiği en büyük talebelerinden İbn Ebî Usaybia (ö.

nın alanındaki uzmanlığını şu sözler ile anlatmaktadır: “Onun yanında ilaç isimleri hakkında bilgimi geliştirmek için Dioskorides’in kitabını okudum.

En ilgi çekici olan şudur: İbnü’l Baytar bir ilaçtan bahsettiğinde, o ilacın Dioskorides ve Galen’in kitaplarında hangi bahiste ve bu bahisteki ilaçlar arasından hangi numaralı ilaç olduğunu söylerdi.” Said Hassan, İbnü’l-Baytar için “Botanik ve farmakoloji konusunda Müslüman bilim adamlarının en büyüklerinden biri” ifadesine yer vermiştir. Usâme Ânûtî ise “Reva mine’t-türâsi’l-arabî” isimli eserinde şöyle demektedir: “İbnü’l-Baytar’ın eserlerindeki bilgiler aslı itibariyle doğrudur. Bunun şahidi, kitabının ihtiva ettiği bitkiler ve ilaçlardır. Bunların hepsini bugün modern tıp kabul etmektedir. Onun kitaplarında bildirdiği birçok hastalıkların tedavisinde faydalı olan maddelerin pek çoğu Farmokoloji ilmine girmiştir.”

Muharrem 1441

39


Eserleri Botanik ve fermakoloji ilmine olan katkısını verdiği eserleriyle taçlandıran İbnü’l-Baytar’ın ne üzücüdür ki

İbnü’l-Baytar, bitkilerle ilgili yaptığı gözlem ve deneylerle ile birçok bitki ve ilacı tıp dünyasına kazandırmıştır. Ayrıca hayvan ve madenler hakkında da yaptığı araştırmalarla, bu alanların gelişimine de katkı sağlamıştır. Büyük İslâm zooloji bilgini Demîrî (ö.808/1405), ondan çokça istifade edenlerden biridir.

iki eseri ancak günümüze ulaşmıştır. Bunlar; 1. el-Câmi‘ li-müfredâti’l-edviye ve’l-ağziye (Basit Tedaviler ve Gıda Sözlüğü). İbnü’l-Baytar’ın en meşhur eseri olma özelliği taşıyan kitap, “el-Müfredât” olarak meşhurdur. Eser, 1242-1248 yılları arasında kaleme alınmış ve Eyyûbi hükümdarı Melik Salih Necmeddin Eyyûb’e takdim edilmiştir. Eserini kendisinden önceki alanın uzmanı kimselerin bilgileri yanında gezip gördüğü ve tecrübe ettiği bilgilerle meydana getiren İbnü’l-Baytar, eserinde ilaç olarak kullanılan bitki, hayvan ve maden isimleri alfabetik sıraya dizmiş ve bunların faydalı

Vefatı

anlamda “Orta çağ’ın en büyük bitki ve

Dioskorides, Calinus ve Hipokrat gibi

ilaç kitabı” kabul edilmektedir.

eski Yunan tıpçıları yanında kendinden

Eserde ilaçların Arapça, Farsça, Ber-

önceki İbn Sina (ö. 428/1037) ve Gâfikî (ö. 560/1165) gibi alanında uzmanların eserlerinden de istifade eden ve bazılarına şerhler yazan İbnü’l-Baytar, ardında Kâhire ve Şam’da yetiştirdiği birçok talebeyi brakarak 1248 yılında Şam’da aniden vefat etti.

40

olduğu hastalıkları zikretmiştir. Bu

berîce, Latince dillerindeki karşılıklarını yanında yerel lehçedeki telaffuzlarına, ayrıca bitkilerin hangi hastalıklara şifa kayanağı veya zararlı olduğu hakkında bilgilere yer verilmiştir. İbn Baytar, eseri hazırlarken Anadolu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı gezmiş,

Onun hayatını şu sözler özetlemekte-

bitkileri incelemiş, kaydetmiş ve res-

dir: “Yaşadığı dönemde üç kıtayı gezerek

metmiştir. Bu muhteşem çalışmada

bitkisel, hayvani ve madeni birçok ilaç

bahsi geçen bilgilerin çoğunun bugün

malzemesi toplayan ve notlar alan kişi.”

bile geçerliliğini koruması son derece

Eylül 2019


önemlidir.” (3) 16.yy ortalarından 19.yy’a kadar Batı tıbbında başucu kaynak eser olarak kullanılan eserin İspanyolca, Latince, Almanca ve Fransızca gibi bir çok dile tercüme edilmesi, alanında ne kadar büyük bir kıymete sahip olduğunu göstermektedir. Eserin bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Yazma Eserler bölümünde, diğer bir nüshası da Ayasofya Kütüphanesi’nde yer almaktadır. Eserin önsözünde şu bilgilere yer vermiştir: “Latif ve kerim olan Allah’a insanı yaratıp ve onun bilge gibi konuşmasını sağladığı ve aynılarına dünyada organik olmayan şeyleri, bitkileri, hayvanları, insanların hizmetine sunduğu, sıhhatte kalmayı, hastalıkları iyileştirmeyi ve ilaçlarlar ile yiyecekler arasında sınır çizmeyi öğrenmeye yol gösterdiği için şükürler olsun. Allah’a şükürler olsun ve Muhammed’e ve tüm ona inananlara hürmet ederiz. Ulu Malik Al-salah Necmeddin Sultan’ın şayanı hürmet ve ulvî emirleri üzerine bu eser ortaya çıkmıştır. Sultanın şanı ve şöhreti ile bu basit tedavi edici eserin taslağı tüm bilgileri ve işaretleri, aynı zamanda yiyecekleri de kapsayacak. Bu ne doğuda ne de batıda bitecek. Bu taslakta tedavi edicilerin dış belirtilerini, kuvvetlerini, faydalarını, zararlarını, dozlarını,

yemeklerini, usarelerini, pişirilmelerini, ilaç olmadığı zaman muadilini, değişik türevlerini sayabiliriz. Birinci amaç: Bu eser tümüyle gerektiğinde devamlı ve geçici gündüz veya gece ihtiyaç olan basit ilaçları ve yiyecekleri anlatıyor. Bunun haricinde bu eserde meşhur Dioskorides’in beş kitabında ilaçlar hakkında söylediği her şeyi bir araya getireceğim. Meşhur Galen’in altı kitapta anlattığı ilaçlardan da bahsedeceğim. Bundan sonra bu iki tanınmış Yunanlının da eserlerinde değinmedikleri daha başka yeni adamların madenlerin, bitki ve hayvan vücutları hakkındaki fikirlere değineceğim. Bu eserde Dioskorides ve Galen’in hiç yazmadıklarını, inançlı daha başka

3. Abdurrahman Aliy, İslâm Bilim Tarihine Genel Bir Bakış, Hendese Dergisi, Sayı:?, s.?.

Muharrem 1441

41


adamların, öğretmenlerin ve bitki tanıyanların eserlerini de ortaya koyacağım. Tüm bana verilen kaynakları ve verenleri açıklayarak ilaçların ve yemeklerin etkilerini anlatacağım.

cunun kelimeleri karıştırmaması veya

İkinci amaç: Bana yaşlı hekimler tarafından bırakılan ve topladıklarımdır. Bana söylenene değil, beni inandırarak ve göstererek, bana doğru gelen, sağlam gözükenleri Allah’a sığınarak değerli bir hazine gibi saklayacağım. Kuvvet, nitelik, mizaç, fayda, doğruluk ve hakikatten sapan veya yazarı veya devreden mantık dışı olup doğruluktan ayrılırsa, açıkça onu elimden bırakıp red edeceğim.

Bu esere yiyecek ve ilaç ile bütünleş-

Üçüncü amaç: Bu eserde çok önemli ve gerekli olmadıkça tekrarlara yer vermeyeceğim.

ları yazılmıştır. Mehmed b. Ahmed

Dördüncü amaç: Bu eser içindeki malzemeleri arayanın kolay bulabilmesi, yorulmaması, zorluk çekmemesi açısından alfabetik sıraya koyuldu. Beşinci amaç: Yaşlı ve sonra gelen hekimlerin ilaçlar hakkında yanlış fikir ve hatalarını anlaşılır açıklama ile düşünceleri düzeltilmiştir. Altıncı amaç: Değişik lisanlarla yazılan ilaçlar hakkındadır. Bundan sonra sadece bilinen faydaları olan ve tecrübe edilmiş ilaçlar hakkında bilgi vereceğim. Çevresinde bilinen, buralarda yetişen bitkiler olan ilaçların birçok isminden bahsedeceğim... Kitaplardaki hatalardan korunmak, okuyu-

başkasının yerine koymaması için kelimelerin vokaller ile doğru bağlantıları, harflerin işaretlendirilip noktalanması üzerinde çaba gösteriyorum. tiğinden dolayı Câmia (cem eden, toplayan) adını veriyorum. Şimdi işe başlama zamanı, bana doğru yolu gösterecek yüce Allah bana yardım edecektir.” (4) 2. el-Muğnî fi’l-edviyeti’l-müfrede. Eser, yirmi bölümden oluşmakta ve hastalıklar hakkında karşılarına ilaçb. İbrahim el-Edimevî eseri “Levâmi’u’l-hikme” adıyla Türkçe’ye çevirmiş ve şerhini yapmıştır. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Diğer Eserleri: Tefsîru kitâbi Diyâskûridûs (Dîskûridis), el-İbâne vel-i‘lâm bimâ fi’l-minhâc mine’l-halel ve’l-evhâm.Ef‘alü’l-garîbe ve’l-havâssu’l-acîbe, Mîzânü’t-tabîb, Risâle fî tedâvi’s-sümûm. Eser 1875 senesinde Kâhire’de basılmıştır. -----------------------KAYNAKLAR Kaya, Mahmut. “İbnü’l-Baytar”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c.20. s.526-527. İslâm Tarihi Ansiklopedisi, “İbnü’l-Baytar”, c.6, s.22-24.

4. Ahmet Doğan Ataman, İbnü’l-Baytar’ın Sarı Sabır (Aloe Vera) İçin Yazdıkları, Turkiye Klinikleri J Med Ethics 2004, 12.

42

Eylül 2019


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

TARİHİN KARANLIK İDEOLOJİLERİNİN YAKIN DÖNEME ETKİLERİ:

H

1-MİLLİYETÇİLİK (2)

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahu Teâlâ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve selâm Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine ve ashabına olsun.

ağır tokatlar yese de düşüncesinden

Yakın dönemimizde milliyetçilik akımının baş unsuru veya uyanışındaki en büyük sebebi Napolyon olarak görmek gayet tabiidir. Napolyon hürriyet, bağımsızlık, özgürlük naralarıyla yola çıktığını iddia etse de tarih bize şunu gösterdi ki bu düşüncenin temeli faşist yapılanmaya dayanmaktadır. Her ne kadar Moskova’da Ruslar tarafından

içindeki unsurları veya etnik grupları

vazgeçmedi. Çünkü faşist yapılanma, diktatörlüğe geçişteki en kolay yol, totaliter yapı oluşturup bütün her şeyi kontrol etmek istedi. Nihayetinde bu milliyetçilik hastalığını batı da iyi bir şekilde kullanıp İslâm devletinin kendi kışkırtıp bölme, parçalama yoluna gitti. Bu yazımızda milliyetçilik akımının etkisiyle birlikte ortaya çıkan Kara Yorgi Sırp ve Yunan isyanlarını işleyeceğiz. Bu süreçte şunu da göreceğiz ki milliyetçilik kavramı zaman zaman bir figüran haline gelmiş ve Haçlı Siyonist ideolojisinin binek eşeği olarak Hıristi-

Muharrem 1441

43


yanlık propagandasıyla ağır saldırılar yapılmıştır. Şunu da belirtmekte fayda var ki bizler şimdilik Hilafetin ilgasına kadarki dönemde yanan isyanları kısa bir şekilde aktarmaya çalışacağız.

Sırp İsyanı ve Sonrasındaki Süreç Slav Sırplar yakın dönemde Kırım harbinde ağır bir yenilgi alsa bile Rusların etkisinden kurtulamayarak Rusların güdümünde hareket etmekten hiç kurtulamadı. Ruslar Balkanlar ve Kafkaslarda hakimiyet ve hegemonyasını güçlendirmek adına 1800’lerin modası milliyetçilik propagandasını da iyi bir şekilde kullanıp hedeflerine adım adım yürümek istedi. “Fransız İhtilâli’nin Avrupa ve Balkanlar’daki etkileri Sırbistan’da da kendisini göstermiştir. Bundan dolayı, Sırplar 1804 yılında Kara Yorgi liderliğinde Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandılar ve Müslümanlara karşı bir katliama giriştiler. Kara Yorgi zaten son derece acımasız bir insandı. “Ben vurduğum zaman öldürürüm” derdi. Sırpların, görünüşte Yeniçerilere karşı olmak üzere başlattıkları bu ilk isyan hareketinin başında asıl adı George Petroviç olan Kara Yorgi bulunuyordu. İsyan Şubnice köyünde patlak verdi ve çok geçmeden bütün eyalete yayıldı. Asiler, kalelere hücum ettiler ve Müslüman halkın, bulundukları yerlerden toptan kaçırılması için şiddet kullandılar. Bir domuz tüccarı olan, bir zamanlar eşkıyalık yapmış ve Avusturya ordusunda hizmet etmiştir.

44

Eylül 2019

1806-1812 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Sırplar Ruslara yardım etmeye çalıştılar. Fakat, Napolyon 1812’de Moskova seferine başlayınca, Rusya alelacele Osmanlı Devleti ile 1812 Bükreş Barışı’nı imzaladığı gibi, Sırplarla da ilgisini kesti. Osmanlı Devleti ile iyi geçinmek için. Bununla beraber, Bükreş Barışı’nın 8. maddesi Sırplara ait hükümler ihtiva etmekteydi. Buna göre, Osmanlı Devleti Sırplara “şefkatle” muamele edecek, yaptıkları ayaklanma dolayısıyla Sırplara af çıkaracak, ayaklanma sırasında Osmanlı Devleti'nin Sırbistan’da yapmış olduğu istihkâmlar yıkılacak ve nihayet umur-i dâhiliyelerinin kendi taraflarından idaresi sağlanacak. Yani, Sırplara bir takım özerklik yetkileri tanınıyordu. Ne var ki, bundan sonra Sırplar, bu yetkilerle, kendilerini neredeyse bağımsız saymaya başlayacaklardır. Kara Yorgi, Bükreş Antlaşması’ndan sonra da mücadelesine devam etmeye kalkınca, Osmanlı kuvvetleri karşısında 1813 Ekim’inde ağır bir yenilgiye uğradı ve canını kurtarmak için Besarabya’ya kaçtı. Yerine, bir domuz tüccarı olan fakat askerî yeteneği de bulunan Miloş Obrenoviç geldi. Miloş’un Sırbistan'ın başına geçmesi, bundan sonra Kara Yorgi ailesi ile Obrenoviç ailesi arasında bir mücadelenin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Nitekim, Kara Yorgi, 1817 Temmuz’unda gizlice Sırbistan’a girmeye kalkınca, Miloş’un adamları tarafından öldürüldü ve kafası İstan-


bul’a gönderildi. Viyana Kongresi, Mora Rumları için olduğu kadar, Sırplar için de bağımsızlık konusunda bir ümit kapısı oldu. Viyana Kongresi’nin toplantı halinde bulunduğu bir sırada, bütün Sırp ileri gelenleri bir kilise ‘de toplandıklarında, Miloş Obrenoviç Sırp millî bayrağını açarak şöyle diyordu: “Zalimlere savaş! Ben buraya sizin aranıza, vatanı kurtarmaya veya onunla beraber ölmeye geldim.” Kara Yorgi’nin 1817’de öldürülmesinden sonra da Sırp millî meclisi (Skupçina), aynı yılın Kasım ayında, Miloş Obrenoviç’i, babadan oğula geçmek üzere Sırbistan Prensi ilân etti. Tabiî Osmanlı Devleti bunu tanımadı. Sırp beyleri Osmanlı Padişahının fermanı ile “tayin” ediliyorlardı. Avrupa’daki milliyetçi nitelikli 1848 ihtilâlleri de Sırpları etkilemekten geri kalmadı. 1848 Macar ihtilâlinde belirttiğimiz gibi Avusturya sınırları içindeki Sırplar da Macarlara karşı gelmişler ve hatta Sırbistan’dan giden birçok gönüllüler de Macarlara karşı çarpışarak, Sırpların Macar egemenliği altına girmesini önlemek istemişlerdir. Sırbistan meselesi Paris Kongresi’nde de ele alındı. Paris Anlaşması’nın 28. ve 29. maddeleri Sırbistan’a aittir. 28. madde ile Sırbistan’a şimdiye kadar tanınan ayrıcalık ve yetkiler, devletlerin ortak garantisi altına konmakla beraber, “saltanat-ı seniyyeye tebaiyetinde devam eyleyecektir.” Yine bu maddeye göre, “zikr olunan beylik, idare-i müstakille-i milliyesile umur-ı mezhebiye ve

kanuniye ve ticaret ve seyr-i sefain serbestisini muhafaza idecektir.” 29. maddeye göre de Osmanlı Devleti, diğer devletlerin onayı olmadan Sırbistan’da askerî tedbirlere (“vesatet-i müsellaha”) başvurmayacaktır. 9 Haziran 1876 da Sırbistan’a bir nota vererek, bu aşırı silahlanmanın sebebini sordu. Bu sırada, Panslavist’lerden Çernayef isimli bir Rus generali de Sırbistan ordusunun başına getirilmişti. Savaş ilânı Sırbistan ve Karadağ’da olduğu kadar, bu iki Slav ülkesini koruyan Rusya’da da büyük heyecana sebep oldu. Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı Devleti’yle mücadeleye başlaması, Avusturya'yı endişelendirdi. Zira, Balkanların, antlaşmalarla tespit edilmiş olan statükosunun, alt-üst olması ihtimali ortaya çıkıyordu. Eğer Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanır ve bu yolla, Bosna-Hersek de Rus nüfuzu altına girecek olursa, Avusturya-Macaristan sınırlarının yanı başında büyük bir Slav tehlikesi belirmiş olacaktı. Avusturya’nın bu durumu kabullenmesi

Muharrem 1441

45


mümkün değildi. Sırplar ise başlangıçtan itibaren yenilgilere uğradılar. Zaman zaman şiddetli muharebeler olmasına rağmen, savaş Sırplar için bir hezimetler dizisi oldu. Her şeye rağmen Sırbistan 1878 Berlin Anlaşmasının 34 ve 42. maddeleriyle bağımsız olup devleti İslâmiye’den ayrılmıştır. Şer ve bela İslâm düşmanlarının üzerinedir…

Yunan Ayaklanması Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında ortaya çıkan bu yeni süreci, iki sebebe bağlamak mümkündür: Birincisi, Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama ve yıkma siyaseti, İkincisi de 19. yüzyıl boyunca gelişen milliyetçilik akımıdır. Rumların bağımsızlık için harekete geçmelerinde ilk adımı, 1814’de Odesa’da, ikisi Rum ve biri Bulgar olmak üzere üç kişilik bir tüccar grubu tarafından kurulan gizli, Etniki Eterya derneği veya örgütüdür. Sözde eğitim ve öğretim amacı ile kurulduğu belirtilen dernek, tam manasıyla bir ihtilâl örgütü olup Rumların ayaklanması için, paralar toplanmış, silâh dağıtmış ve ayaklanma için propaganda faaliyetlerine girişmiştir. Derneğin İstanbul merkezi, 1815 Ekim’inde Fenerli üç Rum tarafından kurulmuş ve bundan sonra dernek adalar da dahil olmak üzere, İmparatorluğun her yerinde şubeler açmıştır. Amaç, Bizans İmparatorluğunu yeniden kurmaktı. Yunan ayak-

46

Eylül 2019

lanmasını işte bu Aleksandr Ypsilanti başlattı. Yalnız, Mora’da değil de Boğdan'da da. Ypsilati 6 Mart 1821 günü 3.000 kadar askerle, Prut nehrini aşarak Buğdan’a girdi. Burada bir ayaklanma çıkarmak istedi. Moldavya Prensi Soutzo da Ypsilanti’yi desteklediğini açıkladı. Ypsiland ise Yaş şehrinde yayınladığı demecinde, “Elenler, saat çalmıştır. Dinimizin ve vatanımızın intikam zamanı gelmiştir... İleri! Çok güçlü bir devletin haklarımızı koruyacağını göreceksiniz” diyordu. Ypsilanti’nin ayaklanmayı ilk önce Buğdan’da çıkarmasının amacı, Eflâk ve Buğdan Rusya’nın sınırında olduğundan, bu surede Rusya’yı harekete geçirip ondan yardım sağlamak. Esasen, Ypsiland, Buğdan halkını ayaklandırmak isterken, Çar’ın onayı ile hareket ettiği propagandasını yaymaktaydı. Ypsiland harekete geçtiğinde, Laybach Kongresi toplantı halindeydi. Çar Aleksandr, Ypsilanti’nin bu teşebbüsünü görünce sevinmiş ve “Cesur çocuk!” demişti. Fakat Metternich, Çar’a, Laybach Kongresi’nin bu gibi ihtilâlci hareketleri bastırmak için toplandığını hatırlatınca, Aleksandr, Ypsilanti’ye mektup yazıp “Türkiye’nin temellerini, gizli bir dernek vasıtası ile dinamitlemek, bir İmparatora yakışmaz” diyerek Ypsilanti’yi desteklemediğini belirtmiştir. Ypsilanti’nin Buğdan’daki ayaklanması başarılı olamadı. 21 Mart 1821’de de Ypsilanti’nin kardeşi Demetrius Ypsilanti de Mora’da ayaklandı. Bu ayaklanma, Buğdan’dakinden çok farklı oldu


ve ayaklanma, kısa sürede, bütün Mora’ya ve adalara yayıldı. Mora ayaklanması bütün Avrupa’da büyük bir heyecan uyandırdı. Tabiî, aynı zamanda sempati de. Bu ise İstanbul’da hem telâşa ve hem de sinirliğe sahip oldu. İmparatorluk sınırları içindeki bütün Rumlara karşı sert tedbirler düşünüldü ise de İngiliz elçisinin teşebbüsleri ile, Padişah yumuşatıldı. Sadece, soruşturma yapılmasına ve suçlu görülenlerin cezalandırılmasına karar verildi. Bu arada, Osmanlı Devleti büyük bir hata yaptı. Yapılan incelemelerde Fener Patriği Gregoryus’un da hem Etniki Eterya üyesi ve hem de ayaklanmada parmağı olduğu öğrenilince, resmî elbisesi ile Patrikhanenin önünde asıldı. Aynı şekilde, suçlu görülen, diğer yerlerdeki metropolitler de aynı şekilde cezalandırıldı. Lâkin, bu idamlar da Avrupa kamuoyunun Yunanlıları daha fazla desteklemesine ve Osmanlı Devleti’nin aleyhine dönmesine sebep oldu. Patriğin idamı üzerine ilk harekete geçen Rusya oldu. Çar Aleksandr, Laybach’dan döndükten sonra, Fener Patriğinin idamının, Rus halkını da heyecanlandırdığını ve Yunan davasını benimsediğini görünce, fikrini değiştirdi ve Rumlar için harekete geçmeye karar verdi. Rusya’nın harekete geçmesi ise, diğer devletlerin de harekete geçmesi, yani sorunun “enternasyonalize” olması ve kontrolün Osmanlı Devleti’nin elinden çıkması demekti. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komuta-

sındaki 16.000 piyade, 800 at, pek çok toptan meydana gelen Mısır kuvvetleri 60 gemi ile temmuz ayında İskenderiye'den hareket ettiler. İbrahim Paşa kışı Girit’te geçirip, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 26 Şubat 1825’te Moda’nda Mora’ya çıktı. İbrahim Paşa’nın Mora’ya gelmesi ile birlikte, ayaklanmanın askerî gelişmeleri de Osmanlı Devleti’nin lehine döndü. Bu sebeple 1825 ve 1826 yılları Rumlar için hiç iyi gitmedi. Çarpışmaların en şiddetlisi, âsilerin yoğun olduğu Missolonghide oldu. İbrahim Paşa burasını 1825 yılı başında kuşatmaya başladı ise de âsiler 15 ay direndiler ve sonunda 1826 Nisan’ında Missolonghi teslim oldu. Diğer yerlerde de şiddetli çarpışmalara rağmen, İbrahim Paşa kuvvetleri âsileri yenmeyi başardı. İbrahim Paşa kuvvelerinin Mora’daki başarıları ve âsi Rumların yenilgileri Avrupa diplomasisini de harekete geçirmiş ve Yunan ayaklanması 1825 yılından itibaren “enternasyonalize” oldu; yani milletler arası diplomasinin bir sorunu niteliğini kazandı. Konuya herkes elini soktu. Tabiî bu da Osmanlı Devleti’ne, sorun üzerindeki her türlü kontrolünü kaybettirdi. Londra Anlaşması Osmanlı Devleti’ne 16 Ağustos 1827 de bir bildirim (nodfication) ile tebliğ edildi. Kendilerinden “Üç Müttefik” diye söz ettikleri bu bildirimde, ayrıca “Hıristiyan Devletlerin çıkarları” deyiminin kullanılması da ilginçti. Diğer taraftan, Bildirim’de, Osmanlı Devleti’nin, şimdiye kadar yapılan

Muharrem 1441

47


bütün aracılık tekliflerini reddettiği de belirtilerek, bu defa da 6 Temmuz 1827 anlaşmasını reddedecek olursa, üç devletin, “genel ticarî menfaatleri ve Avrupa barışı açısından”, gerekli tedbirleri alacakları bildiriliyordu. Esasında Bildirim tam bir ültimatom niteliğindeydi. Üç Müttefik donanması, Navarin’i kuşatma altına aldılar ve İbrahim Paşa’dan ateşkes istediler. İbrahim Paşa, Osmanlı Devleti’nden yetki ve izin isteyeceğini bildirince, 20 Ekim 1827 sabahı İngiliz, Rus ve Fransız filoları Osmanlı-Mısır donanmasına saldırdılar. Bu baskında, Osmanlı Devleti 6.000 asker kaybetti. Müttefiklerin kayıpları ise sadece 140 kişiydi. Buna karşılık 64 parçalık Osmanlı-Mısır donanması tamamen tahrip edildi. Navarin olayı, bütün Avrupa’da, fakat özellikle Rusya, Fransa ve Yunanistan’da büyük sevinç gösterileri ile karşılandı. Hıristiyanlığın Müslümanlığa karşı bir zaferi olarak telâkki edildi. Üç devlet bu adımı da attıktan sonra, 22 Mart 1829 da Londra’da yeni bir Protokol imza ettiler, bu Protokol ile Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne bağlı bağımsız bir devlet haline getiriliyordu. Osmanlı Devleti’ne bağlılığı ise yılda ödeyeceği 1,5 milyon kuruştan ibaretti. Yunanistan bir Krallık olacak ve başına bir “Hıristiyan” Prens getirilecekti. Fakat, bu Prens, İngiltere, Rusya ve Fransa hükümdarlık ailelerinden herhangi birine mensup olma-

yacak. Yunanistan’ın kuzey sınırları, Doğu’da Volo Körfezi ile Batıda Arta körfezi arasında çizilen bir çizgi oluyordu. Bu Protokol imzalandığı zaman, bu sınırları ne Yunanlılar ne de Osmanlı Devleti kabul etti. Yunanlılar, bu sınırların tespit ettiği toprakları çok küçük, Osmanlı Devleti de çok büyük bulmuştu. Lâkin Osmanlı Devleti Edirne Barışı ile bu Protokolü aynen kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa Londra’da 3 Şubat 1830’da yeni bir Protokol imza ettiler. Bu Protokol artık Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne bağlılığından söz etmeyip doğrudan

Eylül 2019

Yunanistan’ın

“bağımsızlığını” kabul ediyordu.” (1) Mesele Yunanlılarla ilgili olduğu için Navarin ve Osmanlı Rus savaşına pek girmedik. Bu bilgilerden anlaşıldığı üzere tarih boyunca ortaya atılan bütün kavramlar İslâm düşmanları tarafından kullanılarak İslâm beldelerine silahlı saldırılar gerçekleştirilmiştir. Bizler ne milliyetçiliği öne alırız ne de bu kavram üzerinde insanları ayrıştırırız. İlk yazımızda milliyetçilik kavramının tarihsel sürecine, bu yazımızda da bu coğrafyadaki etkilerine azami miktarda aktarmaya çalıştık. Gelecek yazımızda ise bu aktarımlara devam edip Ermeni meselesini işleyeceğiz.

1. Armaoğlu Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Kasım 2014.

48

doğruya


NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz

DAHA İYİSİNE

LAYIK DEĞİLİZ

Y

oksa siz yığınlarla ifade edilen ‘en hayırlı ümmetin’ en çok yal-

nızlaştırılmış boynu bükük yetimleri

misiniz?

Suyun

üzerindeki köpükten ibaret kalabalıkların içinde fark edilmeyen, ezilmiş zayıflar sizler misiniz? Tükürün yüzümüze, daha iyisine layık değiliz!

gibi mi bakıyorlar artık? “Yardım et!” diye gözünün içine baktığın Müslümanlar, yüz mü çeviriyor senden? Ey küçük yaşında kucağına yeni doğmuş kardeşi emanet edilmiş çocuk! Boş ver, aldırma, umut bağlama bu hevasının kucağına kendini teslim edenlere! Kendine bile

Kulak ardı mı edildi maruz

hayrı olmayan bu ifsat olmuş

kaldığınız

haksızlıklar?

kalabalıkları yok say. Sanki

Kendi rahatından vazgeçe-

dünyada yoklarmış, hiç var

mediği için kardeş olduğu-

olmamışlar diye düşün. Yal-

muzu

nızlığını bir tek Allah’a söyle.

unutanlar,

düşman

Muharrem 1441

49


Şikâyet et seni sokaklarda küçücük

lara rağmen mücadeleyi öğretin. Bir

bedeninde kocaman dertleriyle yarı

ümmet daha zelil olamazdı her halde.

çıplak bırakan “kardeşlik hukukun-

Baksanıza dünyanın yükü omuz-

dan” bahseden bu sahte kardeşlerini

larında olandan yardım istiyoruz.

Rabbine.

Sakın bize bel bağlamayın. Tükürün

Acını haykırma vicdanı körelmiş halden anlamayan, bu kendine bile hayrı

olmayan

insancıklara.

değiliz.

Acı

Yoksa sen annesi elinden alınmış, çiz-

onlara sadece. Kardeşlikten oldukları

diği taştan kadının bağrında sıcaklığı

imtihanda sınıfta kaldıkları için acı.

arayan masum kız mısın? Boşuna

Dua et be çocuk. Senin gibi elinde

uğraşma! Taşlaşmış kalpleri yumu-

hiçbir şeyinin olmadığını sandığı dua

şatamazsın. Bağırlarına bastıkları bir

ve mazlumiyet zengini birinin sahip

değerli yetim olamazsın evlerinde.

olduklarını asla idrak edemeyecek

Çünkü sen kimsesizsin. Kimsesiz-

olanlara dua et, alemlerin Rabbi ile

lerin kimsesi olan Yüceler Yücesini

aranda hiçbir perdenin olmadığını

hatırlatıyor ve vicdanları yaralıyor-

hatırlat onlara. Gerçi bildiklerinin

sun. Allah’ı hatırlamak istemeyen

öğretemediğini sen de öğretemezsin

gönüllere sadece ıstırap olursun. Sen

be çocuk. Bildiğinin cahili olanlara

de tükür yüzümüze be çocuk. Daha

emanet edilmekmiş senin kaderin.

iyisine layık değiliz.

Sen onlara takılma. Bu kaderi sana yazana teslim ol. Teslimiyet en çok sana yakışıyor sanki. Sırtına dünyanın yükü verilmesine rağmen gözlerinin içi gülüyor, dünya cennetinin içine girmişsin çoktan. Dünyanın en azılı zalimi gelse korkutamaz seni biliyorum.

Yoksa sen insanlığın kıyısına vurmuş Suriyeli Aylan bebek misin? Hollywood filmleri için çok iyi bir malzemeden başka bir değer biçilmeyen bir cennet kuşu musun sen? Annen nasıl kaldırsın umursamaz dünya

Müslümanlarının

rahatlı-

ğını. Sadece küçücük cesedin kıyıya

Sana kafirin zulmü değil Müslümanın

vurunca ağladı kardeş bildiklerin.

zilleti hüzün veriyor değil mi? Yalnız

Sonra unuttular seni ve arkanda

mısın yığınlar arasında? İnan sana sırt

bıraktığın nice acı çeken akranlarını.

çeviren senden daha yalnız. Seni anla-

Sen de tükür be cennet kuşu. Daha

mayan daha anlamsız. Seni ölüme

iyisine layık değiliz.

terk edenin ruhu çoktan çekilmiş. Mutluluk

50

yüzümüze. Çünkü daha iyisine layık

oyunlarıyla

Yoksa sen zorla anne babasından

kendilerini

alınıp dininden, soyundan, sevdik-

kandıranlar yaşamıyorlar zaten. Siz

lerinden koparılan Doğu Türkistanlı

yaşamayı öğretin bize. Tüm zorluk-

masum yavru musun? Sana diyecek

Eylül 2019


hiçbir sözüm yok. Yakamızdan tutup

gibi inanmışları da kat kervanına ve

ahirette hak talep edersen bir gün,

yürü muttaki kahramanların arka-

yanarım kendi halime de kızamam

sında. Bırak çer çöplerle dolu yürek-

sana. Yerden göğe kadar haklısın

leri kendi başına.

seni kurtaracak yiğitler yetiştirmeyen ümmetten hesap sormaya. Sen de tükür be ümmet mağduru güzel yavrucak. Nasıl olsa yüzümüz kızarmayacak. Daha iyisine layık değiliz. Yoksa sen “Allah’a yemin ederim ki Fırat kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, kıyamette onun bile hesabı Ömer’den sorulur” diyen büyük insanın

zamanında

fethedilen

Şam’dan kaçarken sığındığı ülkede insan

muamelesi

görmeyen

bir

garip miydin? Yoksa sen değerli bir beldeden göçen bir muhacirdin de biz Ensar olamadık mı? Dur sen söy-

Yoksa sen niçin alındığını anlamayacak kadar küçükken karga tulumba babası Siyonistler tarafından götürülen, yaşayan şehidin kızı mısın? Olanlara anlam veremeyen gözlerle bakma bize. Biz de anlam veremeyecek kadar uyuşuğuz be güzel kız! Sadece bakıyor, bekliyor ve okuyup geçiyoruz. En vicdanlımız bir kurtarıcı gelse de kurtulsa diye dua ediyor. Kendinden geçmiş bu faydasız yığınlara ümit bağlama sen. Sen sadece tükür yüzümüze, daha iyisine layık değiliz.

leme. Ben yerine söylerim. Ağzından

Yoksa sen Arakan’ın kimsesi olmayan

çıkan her kelime bizi yakar çünkü.

yetimi misin? Yoksa sen ülkesinin

Yazıklar olsun bize! Bize sığınan

zulmünden kaçmış Suriyeli misin?

mazlumlara sığınak değil zindan

Yoksa sen Firavun ’un sarayındaki

olduk. Sen sadece tükür yüzümüze.

Yusuf, Guantanamo ’da Filistin ve

Çünkü daha iyisine layık değiliz.

Çeçenistan’daki ümmetin sahip çık-

Yoksa sen Ebu Garip’ deki kimsenin

madığı ismi bilinmeyen bir kahra-

bilmediği garip bir babanın garip bir çocuğu musun? Boşuna uğraşma çocuk! Üç maymunu sadece zalim oynamıyor. Müslümanın en sevdiği oyun olmuş artık. Sen sadece tükür ve git. Belki vicdanından bir kırıntı

man mücahit misin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

selin üstündeki

köpüğe benzettiği ümmet seni duysa, yanında olsa ne olur ki? Atalet, kesalet, zillet ve korkaklıkla damgalanmış bir kalabalık sana ne fayda sağlayabi-

kalmışlara bir uyanış olur bu hamlen.

lir ki? Sen sadece baş koyduğun yol-

Bizim gibilerle sekteye uğramasın

dan ayrılma. Sakın vazgeçme. Diren.

mücadelen. Git ve şaha kaldır cihat

Belki çıkacak yiğitlerin nesli sen olur-

atını. Bekleme sadece ikna olduğu

sun. Sen sadece tükür yüzümüze.

için bu yolda duranları. Sen, senin

Çünkü daha iyisine layık değiliz.

Muharrem 1441

51


SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı

İSLÂM DAVAMIZ BAŞKA GÜNDEMLERİN GÖLGESİNDE KALMASIN “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır. Siz de onu düşman tanıyın.” (Fatır, 6)

“Allah’a davet eden, salih

sözleri

amel işleyen ve ‘ben Müs-

amelle birlikte... İnsanın kendi

lümanlardanım’ diyen kim-

kişiliğine

seden daha güzel sözlü kim

Allah’a

olabilir?”

olma durumu ile birlikte...

(1)

Seyyid Kutub rahimehullah Fi Zilali’l-Kur’an adlı tefsirinde,

yer

salih

vermediği,

bütünüyle

teslim

Bu durumda davet tamamen Allah’a özgü kılınmış olur.”

bu ayetin tefsiri hakkında

Ayetin tefsirinde açıklandığı

şunları söylemiştir: “Yeryü-

gibi, mü'minin bütün meselesi

zünde söylenen en güzel söz,

budur. Allah’a davet etmek ve

Allah’ın dinine davet ama-

salih amel işlemek, diğer mese-

cıyla

sözlerdir.

lelerimiz, konu başlıklarımız,

Bunlar güzel sözlerin başında

her şey ama her şey davamız

gökyüzüne yükselirler. Ancak

ve davetimizle anlam kazanır.

sarfedilen

1. Fussilet, 33

52

doğrulayan

Eylül 2019


Hiçbir şeyi onu düşündüğümüz kadar düşünmeyiz. Hiçbir şeyi onu konuştuğumuz kadar konuşmayız. Her işimiz davetimizin, davamızın ışığında aydınlanır, anlam bulur… Biz mü'minler, bu dine davet etmek için, bu dini yaşamak için, onunla amel etmek ve “Biz Müslümanlardanız!” demek için, öyle yaşayıp, öyle Rabbimize kavuşmak için varız. Bu bizim gündemimizdir. Hiç bitmeyen, hiç susmayan yegâne sesimiz, yegâne derdimizdir. Bir de insanın apaçık düşmanı olan şeytan aleyhillane’nin davası, meselesi

Biz mü'minler, bu dine davet etmek için, bu dini yaşamak için, onunla amel etmek ve “Biz Müslümanlardanız!” demek için, öyle yaşayıp, öyle Rabbimize kavuşmak için varız. Bu bizim gündemimizdir. Hiç bitmeyen, hiç susmayan yegâne sesimiz, yegâne derdimizdir.

vardır. Allah celle celaluhu onun hakkında bizi şöyle uyarır: “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır. Siz de onu düşman tanıyın.”

(2)

“Onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yanlarına

İşte tam da bu sebeple son dönemlerde

sokulacağım ve pek çoklarını şükre-

Müslümanların gerek kendi hallerinde,

denlerden bulamayacaksın.” Dedi.”

gerek bir araya geldiklerinde zararı

Şeytanın

bize

düşmanlığı

(3)

bizleri

dokunacak kadar mevzu ettikleri bazı

sadece taşlara, putlara sevk etmekle ya

konu başlıklarını ele alalım.

da Allah’a şirk koşmaya teşvik etmekle

Müslüman hanımlar dikkat!

değildir. Günahlara, haramlara sevk etmekle

de

değildir.

Bizi

kendi

meselemizden uzaklaştırarak, hatta din kisvesi altında, güzel görülen,

Bugün gündemimizde bizleri en çok meşgul eden, en fazla konuştuğumuz birkaç başlık sıralayalım:

zararsız görülen mevzular ile de

Sağlıklı yaşam! Zararlı gıdalar! Orga-

oyalayıp kolayca aldatabilir.

nik hayat! Doğal beslenme!

2. Fatır, 6 3. Araf, 17

Muharrem 1441

53


54

Bu sloganlar, hayatımızda Kur’an ve sünnetten daha fazla konuşuluyor. Allah’a davetten daha fazla meselemiz olmuşsa, gerçekten durup düşünmemiz gerek. Tabi ki sağlıklı yaşam, zararlı gıdalar hatta helal gıdaların hepsi bizim davamızın bir parçası. Tabi ki bunlara dikkat etmeliyiz. Gücümüz yettiğince kendimizi, neslimizi bu tehditten korumalıyız ancak bizim gerçek davamız bu değil. İslâm’a daveti unutursak, onu böyle suni gündemlerin gölgesinde bırakırsak, insanlığın bu gibi sorunları asla çözülmeyecek.

aşırı ilgi ve alakalarından dolayı bilgi

Bugün öyle kardeşler görüyoruz ki; sağlıklı beslenme, doğal yaşam, suni gıdalardan korunma derdine sosyal hayattan kopmuş, meselelerden uzaklaşmış, gıda paketlerini incelemeye koyulmuş, bebeğime zararsız ne yedirebilirim derdiyle dertlenmiş ve asıl meseleden uzaklaşmış.

onları davetten alıkoyacak kadar oya-

Evet, bunlar ehemmiyet göstermemiz gereken meseleler… Müslüman, mü'min bir hanımın dikkat etmesi gereken meseleler… Ancak toplumun ıslahı ve davet, bunun gölgesinde kalacak kadar önemli mevzularımız değil elbet.

İslâm’a ve topluma, dava ve davete

Çelişen bir halimizden söz edecek olursak; yeni neslin bedenine haram gıdalar girmesin diye verdiğimiz mücadeleyi, yeni neslin ruhuna haramlar girmesin diye veremiyoruz. Aynı cehd ve gayreti gösteremiyoruz. Üstelik son dönemin Müslüman anneleri, psikoloji ve pedagoji kitaplarına

“Beyaz gelinlik giymek caiz mi?” ,

Eylül 2019

kirliliğine maruz kaldılar. Ve ne garip ki, kirli zihinlerden gelen psikolojik, pedagojik tespitlerle muamele eder olduk yeni nesle… Bilimi inkâr etmekten söz etmiyoruz elbet ama bilimi sunacağımız kalıp yine Kur’an ve sünnet olmalı. O süzgeçten geçirmediğimiz hiçbir şey bizler için doğru ve faydalı olarak kabul edilmemeli. Fazlasıyla gündemimizde olup bizleri meşgul eden diğer bir mesele; özellikle genç kızların gündeminde olup layan, meşgul eden evlilik mevzusu. Elbette genç bir kızın ya da mü'min bir delikanlının zihninde evlilik mevzusunun olması fıtrî bir durumdur. Bunu konuşması, dile getirmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Eğer gençler,

yapacakları

evliliklerinde

nasıl faydalı olabileceklerini düşünüp konuşuyorlarsa,

doğru

kimselerle

bunun istişaresini yapıyorlarsa bunun ancak faydasını görürüz. Ancak bu konuşmalar; “Koltuk takımında mı oturacağız yoksa minderde mi?” , “Erkek düğünde kravat takabilir mi?”, “Düğünümüz

sohbetli

mi

olacak

yoksa yemekli mi?” gibi mevzulardan öteye gitmiyorsa ve biz de bu mevzuların fakihi değilsek, bu konuşmalar bizler için faydasız konuşmalardan öteye geçmeyecektir.


Başka bir gündeme daha değinecek olursak… İlim alma mevzumuz ya da ilim aldığımız alanda ihtisas yapma, daha iyisini yapma… Öğrenme, daha da öğrenme… Bu konuda en iyi olma… Elbette bu doğru bir düşüncedir. Mü'min yaptığını en güzel şekilde yapmalı, ilmini en güzel şekilde almalı, öğrenmeli… Ancak hep birlikte buna yönelirsek, başka sorumluluk alanlarımızı boş bırakırsak; bu düşünce ve davranış ancak bizim felaketimiz olur. Bizler ilim kitaplarının arasında kaybolurken, kendi alanımızda en derin meseleleri araştırıp öğrenirken, Arapçayı mükemmel derecede konuşmaya çalışırken, hadiste ihtisas yaparken, yedi kıraate Kur’an okumayı öğrenirken; sokağımız, mahallemiz, bir toplum davetsiz kalırsa… Biz beyinlerimize Arapça gramer dersini kazırken, hadisleri ezberlerken, falanca kursuna gitmişken, şu belgeyi de alacakken; mahallemizdeki Zeynep kızın ruhuna şeytan satır satır işliyorsa… Bedenine, tüm hücrelerine esrar, eroin zerk ediyorsa…

Sen ilmini tamamladığında, seni bir daha duyamayacak hale geliyorsa, gündemimizi değiştirmemiz gerekmez mi kardeşim? “Sizden hayra davet eden ve iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, felaha erenlerdir.”

(4)

Ayetin tefsirinde âlimlerimiz; hayra davet edip, kötülükten men edip, iyiliğe çağıran bir topluluğun bulunmasının farz-ı kifaye olduğunu, İslâm ümmetinin bunu yerine getirecek bir topluluğu yetiştirmek mecburiyetinde olduğunu, bu vazife yerine getirilmediği takdirde bütün ümmetin vebal altında olacağını bildirmişlerdir. Rabbimiz! Bizlere, hikmetli bir anlayış ve kavrayış nasip eyle! Âmin… Selâm ve dua ile…

4. Âl-i İmran, 104

“Sizden hayra davet eden ve iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, felaha erenlerdir.” (Âl-i İmran, 104)

Muharrem 1441

55


SERBEST KÖŞE Ümit Şit

MEDYANIN KARANLIK YÜZÜNE MARUZ KALAN MÜSLÜMANLAR

“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurât, 6)

56

Eylül 2019

İ

nsan sosyal bir varlıktır. Bu yüzden bir bilgiyi öğrenmesi, paylaşması, sunması, tebliğ etmesi, aktarma dürtüsü sürekli insan içinde var olan bir tutumdur. Günümüz insanı bu fıtrattan (yaratılıştan) dolayı, medya araçlarını sıklıkla kullanmaktadır. Ancak genel olarak insanlığın, özel olarak ise biz Müslümanların karşı karşıya kaldıkları birtakım sorunlar, birtakım problemler ve bu problemlerle gelen tehlikeler vardır. Öncelikli sorunumuz, bilgi kirliliğine maruz kalarak

doğru habere, gerçek bilgiye ve hak olan mesaja ulaşamamak. Sonra, gerçeği yansıtmayan bilgi ve mesajların TV, sosyal medya ve alternatif medya aracılığıyla insanlarımız üzerinde ciddi bir ahlâki çöküntünün oluşturmasıdır. Daha sonra ise ahlâkı ve münasebetleri lakaytla şan ve ilişkileri gevşeyen insanlarımıza karşı düzenlenen beyin yıkama programlarının toplumu inancından, kültüründen, hülasa benliğinden uzaklaştırması sorunları ile karşı karşıya kalmaktayız.


Doğru ve gerçek olan bilgilere, bilhassa Müslümanları ilgilendiren haberlere ulaşamıyoruz. Sebebi ise gayet açıktır. Medya dünyası, İslâm gibi kusursuz, eksiksiz, kapsayıcı, adaletli, sınıfsal ayrımın söz konusu olmadığı bir yaşam sistemine karşı olan güçlerin elinde bulunmaktadır. İslâm’la yönetilen idareleri ortadan kaldırıp krallıklar, sultanlıklar, zorba idareciler koyan güçler, tekrar adil bir düzenin gelmesinden korkmaktadırlar. Çünkü Müslümanların başına Ebubekir radiyallahu anh gibi bir idareci gelse, modern kölelik sistemi bitecek, münafıklar kaçacak delik arayacaktırlar. Ömer radiyallahu anh gibi biri gelse, peygamber efendimize hakaret etmek için karikatürler çizilemeyecek, fakirler zengin olacak, adeta dünya adalet ile sulanacaktır. Eğer Osman radiyallahu anh, gibi biri gelse, İngiltere,

Fransa, ABD gibi küresel terörist devletler, Afrika’nın yeraltı kaynaklarına gözünü dikemeyecek, insanlık susuzluktan suskunlaşmayacaktır. Ali radiyallahu anh gibi biri gelse, insanlık şuurla nacak ilimle yeniden doğacak ve dünyası için cennetinden yüz çevirmeyecektir. Böylelikle dünyayı dava edinmeyen ama davayı dünyaya hâkim kılan bir nesil yetişecektir. Bu yüzden kafirler her koldan mü'minlere karşı saldırılar düzenlemektedirler. Medya ise bu kolların en önemlisidir. Medya silahlarıyla haberleri çarpıtarak, suni gündemler oluşturarak Müslümanlara algı operasyonları, zihin saldırıları düzenlemektedirler. İçimizdeki gayrimüslim sevdalıları ise kendilerinin Müslüman olduğunu öne sürer ancak her fırsatta ve nefeste Müslümanlara ve değerlerine saldırmayı vazife kabul etmiş zümrelerin

Muharrem 1441

57


yani Yahudi ve Hristiyan lobilerine bağlı ajanslar bünyesinde çalışarak İslâm aleyhinde insanlara kara propaganda uygulamaktadırlar. Müslümanlar şunu bilmeliyiz ki; şu dünya standardında Allah’ın emir ve yasaklarına karşı savaş açan kan emici bir sistemin varlığı mevcuttur. Bu yüzden büyük ölçekte bizi yansıtan, bizim gibi düşünen, bizim gibi dünya ve ahiret hayatına bakan ne adil bir medya nede araçları mevcuttur. Ancak sosyal mecralarda kendi çaba ve gayretiyle hakkı ve hakikati paylaşanlar da yok değildir. Medya, insanları eğlence adı altında denetleyen, kontrol altında tutan bir mekanizmadır. Dünyaya hangi yaşam sistemi hakimse medya o hâkim gücün elindedir. Onun inandıkları prensipler çerçevesinde yayın ilkeleri düzenlenir. Yayın tüzüğünde Allah’ın hudutları, sınırları gözetilerek yayın akışı sağlanacaktır diye bir madde yoktur. Allah’ı; eğitimden, hukuktan, siyasetten, sosyal hayattan hatta ve hatta gündelik bir meseleden bile uzak tutanlar yayın tüzüğüne de karıştırmamaktadırlar. Peki neden? Çünkü inançları olan yüce demokraside hüküm yetkisini elinde bulunduran ilah insandır. Ancak demokrasinin hudutları ve çerçevesinde yayınlar yapılmaktadır. Her ajansta ya da haber kanallarında eşik bekçileri denen editörler vardır. Bunlar her gelen haberi gazetede basılmadan önce, haber kanallarına

58

Eylül 2019

geçmeden önce bir süzgeçten geçirirler. Haber gelir yüce demokrasiye, misyonlarına uygun olup olmadığı kontrol edilir ve yayına hazırlanır. Şayet; İslâm ümmetinin menfaati söz konusuysa dini propaganda olduğu söylenir. Demokrasi ye aykırıdır denilir. Demokrasi adına bizim haberlerimiz bizden gizlenir. Gerçekler çarpıtılır. Hakikatlerin üstü kapanır. Yalancılar emin olur. Eminler yalancı olur. Teröristler dünya barışını gözetenlere dönüşür. Gerçek barış yanlıları ise teröriste dönüşüverirler. Firavunun sihirbazları gibi medya maymunları da halkın gözünü boyamak için kurulan tezgâhta bir misyonun parçasıdır, Dünya çapında Müslümanlar lehine olacak haberlerin yapılması imkânsız gibi bir şeydir. Ya yapılmaz ya da yapılsa da eksik ve çarpıtılarak servis edilir. Ama kendi lehlerinde olan haberleri büyük haber kanalları gözümüzün içine kadar sokarlar. Bu yüzden şu soruları sormak gerekir. Filistin’de terör devleti İsrail; çocukları, gençleri, hatta rızkının peşinde koşan balıkçıları bile öldürüyor. Evleri yıkıyor. İstediği gibi istediği Müslümanı tutuklayabiliyor. Bu haberleri hangi kanalda kaç dakika izlediniz? Afganistan’da Müslümanların evlerine baskınlar düzenleniyor, hastaneler, Kur’an kursları bombalanıyor. Dünyanın öteki ucundan Afganistan’a gelip ülke halkına sen teröristsin deniliyor. Yer altı kaynaklarını hortumlamak için bir ülke işgal


ediliyor. Bu haberleri hangi kanalda kaç dakika izlediniz? Irak’ta bir taraftan Amerikan askerleri, diğer taraftan ise vahdeti savunan İran eliyle katliam yapılırken, kitle imha silahları uydurmasıyla altınlar kamyonlara yüklenirken, kendini ve ailesini korumak için silahlanan yerli halka işkenceler yapılırken, Müslüman kadınlara tecavüz edilirken, zalim Saddam yerine yine ondan daha zalimler, Müslümanların başına tebelleş edilirken bu haberleri hangi kanalda kaç dakika izlediniz? Orta Afrika’da kardeşlerimizi ashabı Uhdud kıssasındaki gibi yaktılar hangi haber kanalı kaç dakika verdi. Doğu Türkistan’da komünist Çin; namazı, orucu ve tüm İslâm şiarlarını yasaklarken, camilerimizi yıkarlarken ve gözünün üstünde kaşın var gibi sebeplerle uzun yıllar Müslümanların hocalarını, alimlerini hapishanede tutarlarken hangi haber kanallarında kaç dakika izlediniz? Bosna’da çocuklar toplu mezarlara koyulurken, dünya basını neredeydi? Keza Çeçenistan’da kızının gırtlağının kesilmesine şahit olan Müslümanların gözyaşları hangi kameraya yansıdı? Tacikistan’da hacı babanın sakalının yere sürtmesi hangi kanal tarafından haber niteliği taşımaktadır? Myanmar hükümeti ile sözüm ona barışçıl ota çiçeğe bile merhametli Budistler tarafından baltalarla katliam yapılırken hangi haber kanalı kaç dakika canlı yayın yapmıştır. Suriye’de bir taraftan Ortodoks haçlısı Rusya, bir taraftan Hz. Ali’ye ilah diyen Rafızi

Medya, insanları eğlence adı altında denetleyen, kontrol altında tutan bir mekanizmadır. Dünyaya hangi yaşam sistemi hakimse medya o hâkim gücün elindedir. Onun inandıkları prensipler çerçevesinde yayın ilkeleri düzenlenir. Yayın tüzüğünde Allah’ın hudutları, sınırları gözetilerek yayın akışı sağlanacaktır diye bir madde yoktur.

Esad taraftarları, bir taraftan ise İran Şii cumhuriyeti, ehli sünneti çocuk, yaşlı, kadın demeden misket bombalarıyla, aç bırakarak susuz bırakarak yavaş yavaş ölüme terk ederlerken, hangi haber kanalı kaç dakika üzerinde eğildi. Bizi Müslüman Müslümanı öldürüyor yalan haberiyle kaç yıl avuttular? Müslümanların hayatı, Londra’da araba çarpmasıyla ölen iki kişi kadar ya da Fransa’da yanan bir tapınak kadar değerli sayılmamıştır. Müslümanları ilgilendiren haberlere kaç dakika tanık olduk ve yine ne kadar süre, kedi köpek haberlerine

Muharrem 1441

59


tanık olduk. Doğumu yaklaşınca aile hekimine giden kedi haberi kadar değerimiz yok. İnsanlık ölürken dünyada, insanlar dünya futbol şampiyonasına kilitlenmiş. Öyle bir oyun oynandı ki bizlere bütün taraftarlarımızı tribüne yolladılar. Velhasıl medya muhteşem bir sihir sergiledi. Düşünün ki, peygamber efendimizin zamanında medya, Kureyş müşriklerinin elindedir. Peygamber ve ashabı hakkında olumlu bir haber paylaşırlar mı? Ya da Müslümanları uyandıracak, kaldıracak, şahlandıracak, diriltecek bu sihir dünyasını asasıyla yerle bir edecek bir Musa’nın yetişmesine sebebiyet verecek bir haber paylaşırlar mıydı? cevap tabii ki hayır. Aksine İslâm’ın aktif bir dava oluşundan evden işe işten eve pasif bir vicdan dini olarak kalması için çalışacaktırlar. Nitekim topluma olan yansımalarına da şahit olmaktayız. Bu yüzden her türlü habere itimat etmemeli güvenli bildiğimiz kaynaklardan haberin doğruluğunu teyit ettirmeliyiz ve haberleri sadece TV’lerin belli başlı haber kanallarından ya da çöplük sosyal mecralardan öğrenmemeliyiz. Nitekim, dünyada önümüze serdiği her türlü nimetin ölçüsünü belirleyen Allah, haber alma noktasındaki ölçümüzü de belirlemiştir. “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak 1. Hucurât, 6 2. Münavi, Feyzul-Kadir 5/2.

60

Eylül 2019

için o haberin doğruluğunu araştırın.” (1) buyurmaktadır. Fasık kimdir? Allah’ın ve resulünün emirlerine riayet etmeyen, ona uymayan, hayatının her bir metrekaresinde ölçü kabul etmeyen kurum, kişi veya kişiler olabilir. Şimdi ey Müslümanlar TV’ler ve sosyal mecralar bir araç olarak bu kategoriye giriyor mu girmiyor mu? Bizi fıska fücura ahlâksızlığa, Allah’a rağmen Allah’a karşı bir özgürlüğe çağırıyor mu çağırmıyor mu? Çağırıyor. O zaman nasıl olurda Müslümanlar hakkında bize gelen bir haberin doğruluğunu araştırmadan sormadan TV gibi sosyal medya gibi fasık medya araçlarına güvenebiliyoruz. Eğer böyle yaparsak Allah Rasûlü bize şöyle seslenecektir. “Her duyduğunu söylemesi, nakletmesi, anlatması kişiye günah olarak yeter.” (2) Bizi gerçek mesajdan alıkoymak için misyoner medya patronları TV’ler ve sosyal sayfalar sayesinde bilgi kirliliğine yol açıyorlar. Sana ve ailene doğru yolu gösteren mesaja ulaşmaman için seni medya silahlarıyla rehin alıyorlar. Dedeni dipçikle uzaklaştırdılar. Anne ve babanı Yeşilçam ile zehirlediler. Seni ise bebekken çizgi filmlerle daha sonrası ise ahlâksızlığa, fırlamalığa, zorbalığa, beden ticaretine çağıran dizilerle seni hak olan mesajdan uzaklaştırıp yeni dünya düzeni dedikleri düzene uydurarak kontrol altında tutmaktadırlar. Bu


kontrollü köleliği toplumda görmekteyiz. Cadde ve sokaklar Hz. Ömer’in inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanırsın sözünün aynasına dönüşmüş durumdadır. Allah bizi yanlış bilgilerden uzak tutarak inandığımız gibi yaşatsın TV ve sosyal medyadan türeyen, sadır olan popüler kültür ya da özünden koparıcı her türlü bilgi ve mesajlar gençlere ve ardından tüm insanlara pompalanmaktadır. Bu şekilde Allah’ın bizden istemiş olduğu görevi yerine getirmede acizlik çekiyoruz ve çeşitli problemler içerisinde kalan bu İslâm ümmeti medya araçları olan TV, sosyal medya ve alternatif medya ile bireyler kaybetmeye devam ediyor. Bu kaybediş ahlâki çöküntüyle beraber malayani boş işlere yönlendirerek bizden esirler alıyor. Gençlerimiz birer birer medya kurbanları listesine giriyor. Birçok annenin masumane bir eğlenceden ibaret gördüğü TV dizileri, bize bir anne, bir baba, bir kardeş, bir arkadaş, bir dede, bir nine, bir eş profili çiziyor. Bu profil çizilirken hangi ölçülere göre çiziliyor? Herhâlde İslâmi ölçülerle çizilmiyor. Tabii ki insanı robotlaştıran, duygusuzlaştıran, duyusuzlaştıran, edepsizleştiren, lakaytlaştıran, ciddiyetsizleştiren yeni dünya düzeni dinine uygun ölçülerde bireyler çiziyor. Bunu yapanın ister masonlar deyin ister illüminati örgütü deyin ister para odakları deyin ama gerçek olan şurasıdır ki bir savaşın ortasındayız ve bu insanların kimden direktif aldığı

Medya dünyası, İslâm gibi kusursuz, eksiksiz, kapsayıcı, adaletli, sınıfsal ayrımın söz konusu olmadığı bir yaşam sistemine karşı olan güçlerin elinde bulunmaktadır.

malumdur. İblis ve onun orduları… Bu savaşta tek silahımız imanımızdır. Bu savaşta onların karşısında durabilecek yegâne güç komünizm değil, liberalizm değil, sekülerizm değil sadece ve sadece İslâm’dır. Dünyada da ahirette de gerçek olan budur. Ne kadar bilgiye sahip olursanız olun. Reklamlarda filmlerde dizilerde, yarışma programlarında ne kadar çok bilinçaltımıza işlenen karelerin şifrelerini çözerseniz çözün eğer azığımız iman, cephanemiz amellerimiz, desteğimiz Allah değilse bu savaşta kaybedeceğiz. Çünkü imandan başka her azık tükenir. Salih amellerimizden başka her cephane patlar. Allah’ın desteğinden başka her destek yıkılır Gençlerimizi medya, popüler kültüre yönlendiriyor. Hazlara ve zevklere ulaşılırken cehennem yolunun

Muharrem 1441

61


kamufle edildiği kültürden bahsediyoruz. TV ve internet dünyası dizilerle zina yapan gençlere masumane bir aşk imajı çizerken, Allah’ın yanındaki imajımızın alçaklığını fark edecek zamanı bizden çalıyorlar. Düşünmene asla yer yok, zaman yok zaten bu fırsatı da tanımıyorlar. Niçin yaratıldığının farkına varmadan bize çeşitli örnekler sunuyorlar. En ahlâksız ve tutarsız kişileri en değerli olarak gösterirlerken iyi oluşumuzu, dürüstlüğümüzü ise acziyet olarak izliyoruz. Akıllı ve çalışkan olanımız ineğe benzetilirken haylaz, kopyacı ve kötü huylu olanımız kahraman olarak gösteriliyor. Yabancı ülkelerdeki yarışma programları ithal edilerek aslında yabancı kültürleri de ithal ettiğimizi anlayamıyoruz. Aile içindeki sıkıntılarımızı hayat şartlarının zorluğuna, sebze ve meyvenin pahalılığına bağlıyoruz. Aslında olan ise Müslüman aile standardından sapmamızdır. Aile efradımızın arasındaki muhabbet programlarla parçalanmaktadır. TV de programlar, akıllı telefonlarda ise uygulamalar artık zıvanadan iyice çıktı. Zaman geçtikçe de dozunu arttırıyor. Bundan 20 sene önce daha az ahlâksızlık mevcutken şimdi daha da çoğaldı. Medya silahlarının teknik ekipmanları yenilendikçe kurşunların kalitesi ve tahrip güçleri de arttırıldı. İslâm ümmetinin mensubu olarak biz bu medya savaşının hangi safında yer alacağız. Medya zihinlerimizde 3. Nisâ, 139.

62

Eylül 2019

kültürünü empoze ederken biz bu kültürü al aşağı edecek vahiy bilgisinden uzaklaşıyoruz. Bu insanı zehirleyen yaşam biçimini parçalayacak bir Rasulullah ölçüsünden kaçmaktayız. Nereye kaçıyoruz Yahudilerin, Hristiyanların karanlık yaşamlarına mı? onların o karanlıklarında bir ışık bir şeref mi arıyoruz? Oysa ki Allah, bizi uyarıyor. “Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.” (3) Hangi Müslümanla bu ümmete faydamız dokunacaktır. Biz dizi filmlerin önünde mor gözlerle sabahlayan annelerden İsmail’ine su getirmek için Safa ve Merve’de 7 kez tavaf eden Hacer annemiz gibi bir şefkat örneği olmasını bekleyebilir miyiz? Biz flört programlarındaki kişilerin hayat hikayelerini ezberleyen, Facebookta bilmem kaç erkeğin takip ettiği başı kapalı kızlarımızdan iffeti örnek Meryem olmasını bekleyebilir miyiz.? biz şehvetini dava kabul gören oğullarımızdan bu zamanın firavunlarıyla bir mücadele içine giren Musa olmasını bekleyebilir miyiz.? Biz gündüz iş de akşam ise gecenin geç saatlerine kadar futbol kritikleri başında uyuya kalan bir babadan sabır abidesi olan gözü yaşlı Yakup olmasını nasıl bekleriz? Medya, aile kurumuzun altına dinamit yerleştirmek suretiyle ortadan kaldırmaktadır.


Yerli Medya propaganda aracı olan Hollywood endüstrisini ithal etmektedir. Bu film endüstrisi sayesinde beyinler yıkanıyor. Filmlerde Amerikan askerlerini hep teröristlerin elinden halkı kurtaran ve o merhametli ellerini çocuklara uzatan kurtarıcılar olarak izliyoruz. İşte bu bizim bilinçaltımıza karşı işlenen bir saldırıdır. Askerler tam donanımlı teknik ekipmanları ve teknolojik araçları ile bir gövde gösterisi yapmakta ve süper güç olduğunu tüm beyinlere kazımaya çalışmaktadır. Aslında olan ise süper güç değil süper teröristler olmakla beraber Afganistan’da zayıf bedenlere ama güçlü imanlara sahip Müslüman Afgan halkı tarafından hezimete uğratılmaktadırlar. Bu sebeple Afganistan girdabından savaşı kaybetmelerine rağmen, itibar kaybetmeden çıkmanın hesapları yapılmaktadır. Medya bu haberlere her zaman ki gibi üç maymunu oynamaktadır. 70 milyon Kızılderili’yi katleden 65 milyon bizonu da yemesinler diye öldüren yine bu süper güçtü. Japonya’ya atom bombası atarak binlerce bebeği ve çocukları havadaki toz zerresine dönüştüren yine bu merhametlilerdi. Hem de bilerek araştırarak Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinin en yoğun saatini seçmişlerdi. Vietnam’la alakası olmamasına rağmen işgal etmeye çalışan ve ezik bir şekilde yenilen yine bunlardı. ırakta binlerce Müslümanı katleden, kadınlarımıza el uzatan bu namussuzlardı. Her yolsuzluğun her sömürünün altından çıkan bu terörist

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Maide, 51)

devlet kendi halkına da yalan söyleyerek kendilerini haklı karşısındakileri ise medya ile haksız göstermektedir. Medyaları sayesinde kendilerini barışın havarileri olarak gösteriyor karşısında bulunan her gücü ve inancı terörist olarak kamuoyuna sunuyorlar. Müslümanların bile Müslümanlara bakış açıları değişiyor. Bir ülke işgale uğruyor da işgal eden mağdur, işgale uğrayan ise en suçlu olarak medyada görülüyor. Kardeşlerim söyleyin bakalım annelerimiz öldürülüyor, kardeşlerimiz tecavüzlere uğruyor, bebeklerimiz kundaklarında ya da anne karnında öldürülüyor (tıpkı firavunun yaptığı gibi) da kendisine bomba atılan, silahın dipçiğiyle muamele edilen bu mazlum Müslümanlardan düş-

Muharrem 1441

63


mana gül atması isteniliyor katiline, tecavüzcüsüne muhabbet beklenilmesi teveccüh edilmesi isteniliyor. Var mı böyle bir şey.? olur mu kardeşim adama ahmak demezler mi.? bu hangi savaşta mevcut oldu ki günümüzdeki Suriye’de, ırakta, Afganistan’da, Arakan ’da Filistin’de de aynı şekilde bir mücadeleye girilsin. Söyleyin kardeşlerim Çanakkale’nin hangi cephesinde gülle atan düşmana karşı gül demetleri attık. Dostumuzu ve düşmanımızı Amerika’nın, Avrupa’nın, Rusya’nın medya söylemlerine ve politikalarına göre değil. Allah ve resulünün bizden istemiş olduğu şekilde seçmemiz beklenilmez mi? Dünyanın her köşesinde Müslümanlar katledilirken dünya sessizliğini korumaktadır, herkes sessiz kalsa mü'minin rabbi sessiz kalmamıştır. Nisa suresi 93 ayetinde “Kim de bir mü'mini kasten öldürürse; onun cezası içinde ebedi4. Maide, 51. 5. Buhari, Enbiya 50.

64

Eylül 2019

yen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” Ayetine kulak veren mü'minlerde sessiz kalamazlar. Ancak Kur’an’dan uzaklaşan Müslümanlar medyanın muhteşem propagandasına maruz kalarak kardeşlerine suçlu muamelesi yapmaktadırlar. Bu durum kafirlerin medya araçlarını ne kadar etkin bir şekilde kullandıklarının göstergesidir. Kardeşlerimizin ise bu vakıaları araştırmaktan ne kadar uzak olduğu teşhisini ortaya koymaktadır. Bu şekilde dost ve düşman kavramı değişmektedir. “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (4) Ebu Saîd el-Hudrî’nin aktarımına göre, Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar siz de onları takip edeceksiniz.” (Hz. Peygamberin gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahabeler) sorduk: Ya Rasulullah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve Hristiyanlar mı olacak? Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?” (5)




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.