Nebevi Hayat Dergisi 83. sayı (Ekim, 2019)

Page 1

EKİM 2019, SAFER 1441 • YIL 7 • SAYI 83 • FİYATI 9,5 TL • dergi.nebevihayatyayinlari.com

İSLÂM’DA BORÇ VERMENİN FAZİLETİ VE HÜKÜMLERİ İslâm’da Borç Vermenin Fazileti ve Hükümleri • Hakan Sarıküçük Allah’ın Nizamı İle Hayat Bulmak • M. Sadık Türkmen Din Nasihattir • Yener Yılmaz Din Kavramı - 5 • Mahmut Varhan




Yıl: 7 - Sayı: 83 - Fiyatı: 9,5 TL

Sahibi Nebevi Hayat Yayınları Adına Yakup Hazman Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Yılmaz Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. 1300. Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Abone ve Dağıtım Sorumlusu: Kadri Karataş Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0533) 056 83 19 Web ve Sosyal Medya: twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2019 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 100 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevi Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa, İstanbul, Ekim 2019

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Editör

H

amd, rızasını kazanmak gayesiyle borç vermeyi teşvik eden, bunun karşılığında kuluna kat kat fazlasını vereceğini ve bağışlayacağını ayeti kerimeleri

ile bildiren Allahu Teâlâ’ya Salât ve selâm “Kim (borç vererek veya borcunu ödeyerek) bir mü’minin dünya hayatının sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse Allah da onun Kıyamet Günü’nün sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim darda olan borçluya vade tanır, kolaylık gösterirse Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık gösterir... Mü’min kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da yardımcı kulunun yardımcısıdır.” şeklinde buyurarak Müslümanların birbirlerine her zaman yardımcı olmaları gerektiğini, bu sayede Allah’ın yardımının da bizlerle olacağı tavsiyesinde bulunan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Allahu Teâlâ’nın sonsuz bağış ve ihsanları her zaman ve zeminde kardeşlerinin yanında olup ihtiyaçlarını gidermelerinde onlara destek olan, onlara karşı elinden gelen fedakarlıkları hiç çekinmeden ve canı gönülden yapabilen kullarının üzerine olsun. Allahu Teâlâ’nın afvu keremi, bizlere emanet olarak verdiği malı kendi rızasına uygun hareket ederek gereğince ve yerinde kullanabilme gayretinin peşinde olanlara olsun.

Bizlere emanet olarak verilen malların gerçek sahibi şüphesiz ki Rabbimiz Allah azze ve celle’dir. Allah azze ve celle’nin ve onun Rasûlü olan Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın koyduğu ölçülere göre kazanmak ve harcamak mecburiyetinde olan biz mü’minler için, malların meşru kullanma yollarından bir tanesi de ödünç vermedir. Nebevi Hayat Dergisi olarak insanımızın bencilliğinin alameti olan paylaşmak ve ihtiyacı giderme konusundaki eksikliğini gündeme taşımayı düşündük. Borç alıp verme erdemlerin kaybolduğu günümüzde bu amelin değerini ortaya çıkarmayı hedefledik. Allah azze ve celle hakkı ile amel etmeyi bizlere nasip etsin. Selam ve dua ile...


İçindekiler İslâm’da Borç Vermenin Fazileti ve Hükümleri Hakan Sarıküçük

04

KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR Allah’ın Nizamı ile Hayat Bulmak M. Sadık Türkmen

16

NEBEVÎ DAMLALAR

21

Din Nasihattir Yener Yılmaz

Kavramlar Din - 5 Mahmut Varhan

KAVRAMLAR

28

İslâm Dünyasındaki Kâşifler Astronomide Öncü Bir Şahsiyet: Battânî (Bettânî) Cihan Malay

38

Yakın Tarih Tarihin Karanlık İdeolojilerinin Yakın Döneme Etkileri: 1. Milliyetçilik -3 Furkan Uyanik

44

Nebevî Aile Saliha Kadının Özellikleri Halime Yılmaz

50

Serbest Köşe Sosyal Medyada İslâmi Davetin Gerekliliği ve Yöntemi Ümit Şit

55

Serbest Köşe Hadislerle Zühd Derya Fıçıcı

60


KAPAK DOSYA Hakan Sarıküçük

İSLÂM’DA BORÇ VERMENİN FAZİLETİ VE HÜKÜMLERİ Rabbimiz şöyle buyurur: “Eğer borçlu darlık içinde ise, ona ödeme imkânına kavuşuncaya kadar mühlet verin. (Alacağınız mükâfatı) bilirseniz alacağınızı sadaka olarak bağışlamanız sizin için hayırlıdır.” (Bakara, 280)

4

Ekim 2019

H

amd, rızasını kazanmak gayesiyle borç vermeyi teşvik eden,

olan borçluya vade tanır, kolaylık

bunun karşılığında kuluna

Mü’min kardeşinin yardımında

kat kat fazlasını vereceğini ve

olduğu sürece Allah da yardımcı

bağışlayacağını ayeti kerime-

kulunun yardımcısıdır.”

leri ile bildiren Allahu Teâlâ’ya

linde buyurarak müslüman-

Salât ve selâm “Kim (borç

ların birbirlerine her zaman

vererek veya borcunu ödeyerek)

yardımcı olmaları gerektiğini,

bir mü’minin dünya hayatının

bu sayede Allah’ın yardımı-

sıkıntılarından

sıkıntısını

nın da bizlerle olacağı tavsi-

giderirse Allah da onun Kıyamet

yesinde bulunan Rasûlullah

Günü’nün sıkıntılarından bir

sallallahu aleyhi ve sellem’e

sıkıntısını giderir. Kim darda

Teâlâ’nın sonsuz bağış ve

bir

gösterirse Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık gösterir...

1. Müslim, Zikr 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 17, Sadakat,14.

şek-

(1)

Allahu


ihsanları her zaman ve zeminde kardeşlerinin yanında olup ihtiyaçlarını gidermelerinde onlara destek olan, onlara karşı elinden gelen fedakarlıkları hiç çekinmeden ve canı gönülden yapabilen kullarının üzerine olsun. Allahu Teâlâ’nın afvu keremi, bizlere emanet olarak verdiği malı kendi rızasına uygun hareket ederek gereğince ve yerinde kullanabilme gayretinin peşinde olanlara olsun. Bizlere emanet olarak verilen malların gerçek sahibi şüphesiz ki Rabbimiz Allah azze ve celle’dir. Allah azze ve celle’nin ve onun Rasûlü olan Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın

koyduğu ölçülere göre

kazanmak ve harcamak mecburiyetinde olan biz mü’minler için, malların meşru kullanma yollarından bir tanesi de ödünç vermedir. Mü’minlerin birbirlerine karşı mükellef oldukları yardımlaşmanın bir şekli de ödünç verme olduğu için Allah’ın rızasına ermek amacıyla borç vermek, özel tabiri ile karz-ı hasende bulunmak, pek önemli bir İslâmî ameldir. Bir kimseye borç vermek Kur’ân’da “karz”

şeklinde

isimlendirilir.

Kur’ân’ı Kerim’de bu kelime esasen Allah yolunda infak etmek, malıyla ve canıyla fedakârlıklarda bulunmak manasında kullanılmıştır. Aynı zamanda bu kelime Allah rızasını kazanmak amacıyla, ihtiyaç sahiplerine karşılıksız ödünç vermek anlamına da gelmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de tam on iki yerde bu kavram mecazi olarak “Allah’a güzel bir şekilde borç verme” (karz-ı hasen) anlamında kullanılmıştır. Özetle belirtecek olursak, sırf yardım etmek gayesiyle, faizsiz, karşılıksız, menfaat beklemeden Allah rızası için maddi sıkıntı içinde bulunanlara verilen borca karz-ı hasen denir. “Ödünç vermenin faziletli bir davranış olduğunu bildiren dinimiz, verilen borçlar için dikkat edilmesi gereken temel bir prensip de ortaya koymuştur ki bu da verenin verdiğini hissettirmeden tamamen Allah için vermesi, bunu mü’minler arası dayanışmanın bir gereği ve Allah’ın bir tavsiyesi olarak görmesi, bir şeye karşılık tutulmaması, başa kakmaması ve verirken bir menfaat şartının koşulmamasıdır. Şayet ödünç veren kişi, bunun karşılığında bir menfaat elde etmeyi, karşı tarafın verilen borca karşılık bir şeyler vermesini şart koşarsa bu fâiz olur.” Allah için vermek, aslında vermek değil almaktır. Allah için bir Müslümana karşılıksız borç vermenin “Allah’a borç verme” şeklinde ifade edilmesi ve Allah için verilen borcun “güzel borç” yani “karz-ı hasen” olarak nitelendirilmesi de çok anlamlıdır. Çünkü bu şekilde borç vermede dünyevî bir menfaat söz konusu olmadığı için geriye asıl olması gereken en yüce maksat olarak Allah'ın rızası ve hoşnutluğu kalmaktadır. Böyle samimi bir niyetle verilen güzel bir borcun karşılığını da sadece Yüce Rabbimiz verebilir.

Safer 1441

5


verdi: “Çünkü dilenci¸ yanında olduğu halde dilenir. Hâlbuki borç isteyen kimse ancak muhtaç olduğu için borçlanır.” (2)

Mü'minlerin birbirlerine karşı mükellef oldukları yardımlaşmanın bir şekli de ödünç verme olduğu için Allah'ın rızasına ermek amacıyla borç vermek, özel tabiri ile karz-ı hasende bulunmak, pek önemli bir İslâmî ameldir.

Bir kimse borç verdiği para vs.’nin bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir. Yüce Rabbimiz borç veren kişinin borçlusu güç durumda ise ona kolaylık göstermesini, hatta mümkün ise alacağını bağışlamasını teşvik etmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de: “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. “ (3) buyrulur. Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Bu şekilde ihtiyaç sahiplerine borç vermek İslâm ahlâkı açısından faziletli ve sevap bir davranış olarak kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

de bir sadakaya on misli sevap

verileceğini, borç vermeye ise on sekiz misli sevap verileceğini bildirmiştir. Bu konuda sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Mirac Gecesi cennetin kapısı üzerinde, Sadaka on misli sevapla, borç ise on sekiz misli sevap ile karşılanır’ yazılı olduğunu gördüm. Ceb-

şöyle buyurmuştur:

“Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, kendisininkinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).”

Tebarânî’nin Ebu Umâme radıyallahu anh’den

nakline göre Rasûlullah sallal-

lahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kendi

gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde Allah’ın kendisini gölgelendirmesini arzu eden bir kimse,

rail’e ödünç vermenin neden sadakadan

zor durumda kalmış olana kolaylık sağla-

üstün olduğunu sordum; o da şu cevabı

sın veya onun borcunu indirsin.”

2. İbn Mâce¸ Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, lV, 126. 3. Bakara,280. 4. Tirmizi, Buyu’,67.

6

(4)

Ekim 2019


Duaların Kabulüne ve Cehennemden Azad Olmaya Vesiledir İmam Ahmed'in rivayetine göre İbn Ömer radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Duasının kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın.” (5) Taberâni İbn Abbas radıyallahu anh’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar mühlet veren bir kimseye, Allah da günahı sebebiyle tövbe edinceye kadar mühlet verir.” “İbn Abbâs radıyallahu anh’ın rivayet edip İmam Ahmed'in kaydetmiş olduğu hadise göre Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden korur.” (6) Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: “Onun

borcundan vazgeçiverin, böylece Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçmesini umarız”. derdi. Allah (cc) da onu günahlarından vazgeçti.” (7) Bu konuda diğer bir rivayette şöyledir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir adam hiç güzel (hayır) amelde bulunmazdı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçilerine: “Borcunu kolay ödeyecek zenginden al, borcunu zor ödeyecek fakirden alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer” derdi. Allah Teâlâ hazretleri de bunu üzerine: “Haydi senin günahlarından vazgeçtim” buyurdu.” (8) “Ebu Katade radıyallahu anh, bir borçlusunu parasını talep etmek üzere aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak: “Dardayım” dedi. Bunun üzerine: - “Allah’a yemin eder misin? diye sordu. Borçlu: - “Vallahi, dardayım” diye yemin etti. Ebu Katade: - “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Kim Allah’ın kendisini kıyamet gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen borcunu bağışlayıversin” dediğini işittim” dedi.” (9)

5. Ahmed b. Hanbel, II, 23 6. Buhârî, Buyû’ 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Buyû’ 67; İbn Mace, Sadakat 14; Ahmed b. Hanbel I, 327, II, 359. 7. Buhari Sulh, 10. Müslim, Müsakat, 19. Nesai, Büyu’104. 8. Buhari, Büyu’ 18, Enbiya 50; Müslim, Müsakat, 31. Nesai, Büyu’ 104. 9. Müslim, Kasame, 32.

Safer 1441

7


Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, kendisininkinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).”

Borç Verme İle Alakalı Genel Hükümler 1. Borç Alıp Vermek İslâm'a göre muhtaç olan bir kişinin borç alması mubah, ihtiyacı olana borç vermek ise menduptur. 2. Borç Vermek İslâm'da Sevaptır Dinimiz bunu teşvik etmiştir. Hatta bazı durumlarda sadaka vermekten de sevaptır. Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: 10. Teğâbun,17. 11. Hadid, 18. 12. Bakara, 245. 13. Mâide, 12. 14. Hadid, 11.

8

Ekim 2019

“Eğer Allah’a içten gelen istekle ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. “ (10) “Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat vardır.” (11) “Allah’ın kat kat fazlasıyla (kendisine) geri ödeyeceği güzel bir borcu O’na (O’nun adına faizsiz ödünç isteyen kuluna) verecek olan kimdir? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Hepiniz sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (12) “Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi¸ zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (13) “Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır.” (14)


“O

halde

Kur’an’dan

kolayınıza

geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin,

Allah’a

gönül

hoşluğuyla

ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (15) 3. Sadaka Sevabı Kazanmaya Vesiledir Peygamberimiz borç vermeye teşvik buyurmuş, borç olarak verilenin sadaka olarak verilmiş gibi sevap sağlayacağını da şöylece açıklamıştır:

Bunun üzerine ben: “-Ey Allah’ın Rasûlü, seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet verene her gün için onun gibi sadaka vardır, derken dinledim; sonra da yine seni, borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren kişiye her gün için iki kat sadaka verilmiş gibi olur buyurduğunu işittim” Hz. Peygamber şu cevabı verdi: “Borcun vadesi gelmeden önce verdiği her bir mühlet için onun gibi bir sadaka vardır. Borcun vadesi geldiğinde ona mühlet verecek olursa iki katı sadaka vermiş gibi olur.” (17)

“Bir parayı-malı borç vermek sadaka ver-

4. Borcu Zamanında Ödemek Gerekir

mekten hayırlıdır.”

Alınan borcun zamanında ödenmesi gerekir. Borçlunun borcunu ödeme imkânı olduğu halde ödemeyi geciktirmesini zulüm, borcunu zamanında ödemeyenleri de zâlim olarak nitelendiren Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “İmkânı olduğu halde borcunu ödemeyen zalimdir.” (18) buyurmuştur.

“(Sadakaların en değerlisi) birinizin mümin kardeşine ödünç olarak para veya binek-yük hayvanını vermesidir...” (16) Bureyde radıyallahu anh’den rivayetle: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu dinledim: “Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimse her gün için onun gibi bir sadaka vermiş olur.” Bureyde devamla dedi ki: Sonra da onun şöyle buyurduğunu dinledim: “Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren bir kimseye, mühlet verdiği her gün için iki katı sadaka yazılır. “

Bir kimse borcunu zamanında ödemeyerek hem iyi niyeti kötüye kullanmakta hem de Müslüman kardeşinin güvenini yıkmakla zulüm yapmış olur. Ayrıca Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ödeme niyeti taşımadan borç alan kimsenin hırsızdan farkı olmadığını da ifade etmiştir. (19)

15. Müzzemmil, 20. 16. C. Sağîr, 2/86;Müsned, 1/463. 17. Ahmed b. Hanbel, IV, 442-443, V, 300, 308. 18. Buharî, İstikraz, 12; Ebû Davud, Büyû, 10. 19. Bkz. İbn Mâce, Sadakât,11.

Safer 1441

9


haramdır. Dolayısıyla ödüncüne menfaat karıştıran ondan sevap alamadığı gibi bir de günah kazanır. Ancak borç verirken herhangi bir şart koşulma-

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Duasının kabul olunmasını, kederlerinin açılmasını isteyen, borcunu ödeyemeyen, zorda kalmış kimseyi bu durumdan kurtarsın."

dan borçlu, aldığının daha iyisini verir veya aldığını verirken yanında bir de gönlünden kopan bir hediye verirse bunda dinen bir sakınca olmaz. Bu, iyiliğe karşı iyilikte bulunma anlamı taşır. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâm bunu tavsiye etmiş ve bu konuda

şöyle buyurmuştur: “En hayırlınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.” (21) 6. Borçlunun Alacaklıdan Biraz İndirim Yapmasını İstemesi Caizdir Mâlikîlerden bazıları bunu mekruh görmüşlerdir; zira bunda bir minnete

“Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını helal kılar.” (20) Cezalandırılması da hapsedilmesidir. 5. Bir Menfaat Şart Koşulmamalıdır Ödünç vermenin faziletli bir davranış olduğunu bildiren dinimiz, bunun için temel bir prensip de ortaya koymuştur. Buna göre, ödünç öncelikle Allah için verilmeli, bir şeye karşılık tutulmamalı ve verirken bir menfaat şart koşulmamalıdır. Şayet ödünç veren bunun karşılığında bir menfaat elde etmeyi, karşı tarafın verilen borca karşılık bir şey vermesini şart koşarsa bu fâiz olur. Fâiz alıp vermek ise

katlanma vardır. Kurtubî: “İhtimal ki, kerahati mutlak söyleyenlerin maksatları bunun hilâf-ı evlâ olduğunu anlatmaktır.” demiştir. Aynî, İmam A’zam’ın görüşünün de böyle olması gerektiğini söylemiştir. Nevevî indirim istemekte beis olmadığını söyledikten sonra: “Lâkin zarûret yokken ısrar derecesine, nefsi tahkîre veya ezâya vardırmamak şarttır.” diyor. 7. Rasûlullah Aleyhisselâm Borçlu Olan Kişinin Cenaze Namazını Kılmamıştır Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, borcunu ödemeden ölen kişi için şöyle buyurmaktadır:

20. Ebu Davud, Akdiye, 29; Nesai, Büyu’100; İbn Mace, Sadakat,18. 21. Buharî, Vekâlet, 5; Müslim, Müsâkât, 22.

10

Ekim 2019


“İrade ve kudretiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir kimse Allah yolunda savaşırken öldürülse, sonra tekrar diriltilip yaşasa ve sonra öldürülse, sonra tekrar diriltilip yaşasa ve sonra yine üzerinde borç olduğu halde öldürülse, borcu ödeninceye kadar cennete giremez.” (22) “Kim ödemek niyetiyle bir borç alır da onu ödeyemeden ölürse, kıyamet gününde Allah onun namına o borcu öder. Kim de ödemek niyeti olmaksızın bir borç alır da sonra ölürse, Allah azze ve celle kıyamet gününde ona: “Kulumun hakkını almayacağımı mı sandın?” der. Böylece onun (borçlunun) iyiliklerinden alınıp diğerinin (alacaklının) iyiliklerine ilave edilir. Şayet sevabı yoksa borç verenin günahlarından alınıp ona yüklenir.” (23) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, borçlu olarak, borcunu ödemeden ölen kimsenin cenaze namazını kıldırmadığını da görüyoruz.

“- Sadakatle mi” dedi. Ben de “Evet sadakatle” dedim. Bunun üzerine cenaze namazını kıldırdı.” (24) Rasûlullah aleyhisselâm borçlu olarak ölenin cenazesini kılmazdı. (Bir gün) bir cenaze getirildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“- Onun borcu var mı?”

diye sordu. - Evet iki dinar borcu var, dediler. “- Arkadaşınızın namazını kılınız, “ buyurdu. Bunun üzerine, Ensâr’dan olan Ebû Katâde; - "O iki dinarı ben yükleniyorum, Ya Rasûlallah" dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

de adamın namazını

kıldı. Allah azze ve celle Rasûlüne fetihler müyesser buyurunca, efendimiz:

Ebu Katade radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhisselâm’a, cenaze namazını kıldırması için bir adamın cenazesi getirildi, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ben her mümine kendi nefsinden daha

“-Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın!” buyurdu. Ben:

du. (25)

“-Borcu benim üzerime olsun, ben ödeyeceğim ey Allah’ın Rasûlü!” dedim.

evlâyım. Her kim borç bırakırsa (borçlu ölürse) onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakırsa varislerine aittir.” buyur-

8. Borcun Mazeretsiz Geciktirilmesi Zulümdür Bu hususla alakalı olarak Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:

22. Nesai; Taberani; et-Terğib ve’t-Terhib,4/94. 23. Taberani, Kebir; Et-Terğib, 4/ 89. 24. Tirmizi, Cenaiz, 69; Nesai, Cenaiz, 67. 25. Buhârî, Ferâiz 15; Müslim, Ferâiz, 16; Ebû Davûd, Buyû, 9; Tirmizî, Cenâiz, 69; İbn Mâce, Mukaddime,11; Sadakat 13; Nesâi, Cenâiz, 67; Iydeyn, 22

Safer 1441

11


9. Hanefilere göre, sadece para ve mislî olan mallar borç verilebilir

Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır: "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin.”

Mislî mal; piyasada benzeri bulunan, telef edildiğinde değeri değil, misli ile tazmin olunan mallardır. Bunlar, mekil (ölçekle alınıp satılan mallar) mevzûn (tartı ile alınıp satılan mallar) ve ceviz, yumurta gibi büyüklükleri birbirlerine çok yakın olan aded-i mütekarib mallardır. Hanefiler bu sayılanların dışındaki mallarda borç alıp vermeyi kabul etmezler. Çünkü bu adaletli bir ödemeye imkân vermez. Hayvan da, borç olarak verilmesi caiz olmayan mallardandır. 10. Borç Alan Kişi, Borcunu Aldığından Daha Üstün Bir Şekilde Ödeyebilir

“Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür. Biriniz (alacağı) bir zengine havale edilirse kabul etsin.” (26) Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu:

“Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de malı tüketip, telef etmek (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah da onun malını telef eder.” (27)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem borç olarak genç bir deve almış ve bunu yedi yaşına girmiş iyi bir deve ile ödemiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem genç bir deve borç almıştı. Kendisine, sadaka develeri geldi. Bana, (alacaklı) adama genç devesini ödememi emretti. Ben efendimize: “Develer arasında altı yaşını doldurmuş güzel bir deveden başkasını bulamadım” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “-Adama onu ver, şüphesiz insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir. “ buyurdu. (28)

26. Buhârî, Havale 1-2; İstikraz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Davûd, Buyû’, 10; Nesâi, Buyû, 100, 101; Tirmizî, Buyü’, 68; İbn Mâce, Sadaka, 8; Mâlik, Buyü’, 84; Dârimî, Buyû’, 48; Ahmed b. Hanbel II, 71, 245, 254, 260 27. Buhari, İstikraz, 2. 28. Müslim, Musâkât, 118, 128; Tirmizî, Buyû’, 73; Nesâi, Buyû’, 64; İbn Mâce, Ticaret, 62; Dârimî, Buyû’, 31; Mâlik, Buyû’, 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375, 390

12

Ekim 2019


Câbir b. Abdullah radıyallahu anh da bu konuda şu bilgiyi vermektedir: “Mescitte kuşluk namazı kıldığı sırada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ‘e vardım. Bana: “İki rekât namaz kıl.” buyurdu. Benim kendisinde alacağım vardı. Alacağımı ödedi ayrıca biraz da fazla verdi.” (29)

bir

hüküm

ortaya

konulmuştur.

Üstünlük borcun miktarı yönünden olabileceği gibi; kalitesi yönünden de olabilir. Meselâ bin TL borç alan bir kimse, borcunu bin yüz TL olarak verebilir.

de hiç bir yoruma tabi tutulmayacak

Yine ikinci kalite buğday borç alan, borcunu öderken birinci kaliteden ödeyebilir. Ancak bunun borç verme esnasında şart koşulmamış olması gerekir.

doğrulukla yazsın. Yazan Allah’ın

Ama borç alınırken borcu daha fazlasıyla veya daha iyisiyle ödeme, ya da borçlunun alacaklıya fayda temin edecek başka bir şeyi yapması şart koşulursa bu caiz değildir; İşte bu faizdir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Menfaat sağlayan her türlü borç faizdir” buyurmuştur. (30)

borçlu, sefih, küçük ve kendisi yaz-

İmam Malik'e göre şart koşulmamış bile olsa, borcu miktar olarak fazlasıyla ödemek caiz değildir. Hadisteki “insanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ödeyendir” cümlesi İmam Malik’e karşı delil olarak ileri sürülmüştür.

sinler. Borç, küçük veya büyük olsun

11. Borcun Yazılması: Kur’an’daki her hüküm ayetindeki açıklık gibi borçlanma konusunda da çok net

İbn Cüreyc der ki: Kim borçlanırsa

Kur’an’da toplum içinde yerleştirilmek istenen prensip, malın yok olmaması ve muayyen bir zaman için alınan borçlar hususunda borcun miktarının yazılmasıdır. Bunu yazmak isteğe bağlı olarak değil, ayet-i kerîme ile farz kılınmış bir husustur. Ayet kadar açıktır. “Ey iman edenler, muayyen bir zaman

vaadiyle

borçlandığınızda

onu yazın. Aranızda bir kâtip de kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Hak kendi üzerinde olan da yazdırsın. Şayet, dıramıyacak durumda ise, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerden iki de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler çağırıldıklarında çekinmeonu müddeti ile beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemenize de daha yakındır... “ (31) yazsın, kim alış-veriş yaparsa şahit tutsun.

29. Buharî¸ İstikrâz¸ 7. 30. Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, II, 94 31. Bakara, 2/282

Safer 1441

13


Katâde der ki: “Bize anlatıldığına göre, Ebu Süleyman el-Mar’aşî Kâ’b’ın arkadaşlarından birisiydi. Bir gün arkadaşlarına şöyle sordu: “Rabbına dua ettiğinde duasına icabet edilmeyen mazlûmu biliyor musunuz?” ona “Bu nasıl olur?” diye sorduklarında: “Bir adam belli bir vade ile satış yapar, şahit tutmaz ve yazmaz, malının zamanı gelince sahibi bunu inkâr eder, o da Rabbine dua eder, ama duasına icabet edilmez. Çünkü o, Rabbine isyan etmiştir.” dedi. “Aranızda bir kâtip de doğrulukla (hak üzere) yazsın. Yazarken kimseye ihanet etmesin. Ne eksik ne fazla; tarafların ittifak ettiği şeyi yazsın. Yazan Allah’ın kendisine (bilmediği şeyleri) öğrettiği gibi (herhangi bir zarûret olmasa da insanlar kendisinden bir şey yazmasını istedikleri vakit) yazmaktan çekinmesin ve yazsın.”; ilâhî hükmü ile de bu hususta görev yapacakların tavır ve görevleri belirlenmektedir. Allah’u Teâlâ buyuruyor: “Hak kendi üzerinde olan (borçlu zimmetinde olan borcu yazdırsın. Rabbi olan Allah’dan korksun da ondan bir şey (gizleyip) eksiltmesin. Şayet borçlu beyinsiz sefih, küçük (ya da deli) veya (konuşamama ya da yanlıştan doğruyu ayıramıyacak derecede cahil olması sebebiyle) kendisi söyleyip yazdıramayacak durumdaysa, velisi dosdoğru yazdırsın.” (32) 32. Bakara, 282 33. Taberani, Kebir; Et-Terğib, 4 / 110.

14

Ekim 2019

12. Borcun En Güzel Yolla Ödenmesi Gerekir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz borçlu ile alacaklının birbirinden hoşnut olarak, iyilik ve güzellikle birbirlerinden ayrılmalarının ehemmiyetini vurgulayarak şöyle buyurmaktadır: “Bir kimseye borç veren kimse, sonunda alacağını ondan aldığında ondan hoşnut olarak ayrılırsa, yeryüzünde yaşayan canlılar ve suda bulunan balıklar onun için dua ederler. Her kime de borç veren sonunda kendisinden hoşnut olmayarak, sıkıntılı, dargın ayrılırsa, ona her gün ve her gece, her Cuma ve her ay zulüm yazılır, günaha girer.” (33) 13. Borca Dair Şahitler Edinmek Allahu Teâlâ’nın: “Erkeklerinizden iki de şahit yapın.” buyruğu, yazıyla birlikte daha sağlam olması için şahit tutmayı da emretmektedir. “Eğer iki erkek bulunmazsa... bir erkek... iki kadın olabilir.” Bu durum ancak mallarda ve kendisiyle malın kastolunduğu şeylerde (akidlerde) olabilir. Eğer borçlu mü’min borcunu ödeyemez veya borcunu ödemeden ve miras bırakmadan ölürse, alacaklının tevsiki(belgelendirmesi) üzerine borç İslâm Devleti aracılığı ile mezkûr zekât fonundan ödenir. Alacaklı mağdur edilmez. Bu nevi tatbikat, ilk İslâm Devleti Başkanı olan Peygamberimizle başlamış ve O’nun aşağıdaki emri ile meşruiyyet kazanmıştır.


“Herhangi bir mü’min ölür de mal bırakırsa bu mala olsunlar onun varisleri varis olsun. Herhangi bir mü’min de borç yahut

Zira Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Menfaat temin eden her ödünç verme faizdir.”

fakir bir aile bırakırsa o da bana gelsin.” (34)

“Bir kişi diğerine borç verdiği zaman (ondan) hediye kabul etmesin.” (36)

Borç Verirken Dikkat Edilecek Hususlar

c- Borç veren mü’min yaptığı iyiliği başa kakmayacak, ödeyemeyen borçlusuna süre tanıyacaktır.

İslâm Dini'nin teşvik buyurduğu borç vermenin faziletine ve aşağıda açıklanacak ahiret mükâfatına erebilmek için borç verenin riayet etmesi gereken şartları da üç madde halinde şöylece özetleyebiliriz. (35) a- Borç veren bir maddî problemi çöz-

Rabbimiz şöyle buyurur: “Eğer borçlu darlık içinde ise, ona ödeme imkânına kavuşuncaya kadar mühlet verin. (Alacağınız mükâfatı) bilirseniz alacağınızı sadaka olarak bağışlamanız sizin için hayırlıdır.” (37)

olmuyor idiyse borçlusundan hediye

Rabbimiz; bizleri İslâm’ı en güzel şekilde öğrenip amel edenlerin zümresine dâhil eylesin. Dini uğruna verenlerden olabilmeyi bizlere nasip etsin. Kardeşlerinin en zor zamanlarında yanlarında olup Müslümanların dertleriyle dertlenenlerden eylesin. Taşıyamayacağımız yükleri bizlere yüklemesin. Yerine getiremeyeceğimiz sözleri söylemekten ve yapmadığımız amelleri sadece konuşmaktan bizleri muhafaza eylesin. Naslara teslim olup “İşittik, itaat ettik” diyenlerden eylesin. “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar gerçek akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (38)ayeti kerimesinde bahsettiği kullarından olabilmeyi her birimize kolaylaştırsın. Âmin…

de kabul etmeyecektir.

Selam ve Dua ile

meyi, bir üzüntüyü gidermeyi amaçlayacaktır. Bu sebeple alacağı borçla içki, kumar ve zina gibi bir haramı işleyeceğine veya bir israf ve lüks harcamada bulunacağına kanaat getirdiği kişiye borç

vermeyecektir.

Çünkü

İslâm

Dini’nde bile bile haramın işlenmesine sebep olmak da haramdır. İnsanı günahkâr kılar. b- Mü'min yalnızca Allah'ın rızasını gaye edinerek borç verecektir. Verdiği borca karşılık asla faiz almayacaktır. Faiz almayacağı gibi, borçlusundan şu veya bu şekilde yararlanmayı düşünmeyecektir. Eğer borç vermeden önce borçlusu ile arasında hediyeleşme

34. Hadis ve izahı için bak. S.B.M.T. Sarih Tercemesi,7/389. 35. Bu bölüm Ali Rıza Demircan’ın “İslâm’da ödünç vermenin fazileti” adlı yazısından alıntıdır. 36. S. Sağîr, 2/94; M.Mesâbîh, Hn. 2832. 37. Bakara, 280. 38. Zümer, 18.

Safer 1441

15


KUR'AN'I KERIM'DEN MÜ'MINLERE NIDALAR M. Sadık Türkmen

ALLAH’IN NIZAMI İLE HAYAT BULMAK “Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Peygamberi’ne icabet edin. Ve bilin ki Allah gerçekten kişi ile kalbi arasına girer ve muhakkak siz hep ona götürülüp toplanacaksınız.” Enfal, 24

H selam

amd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve

Rasûlullah’a,

O’nun

ailesine ve ashabına olsun. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın.

niz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından tekrar saldırırsa artık ona elem verici bir azap vardır. Ey temiz aklı, temiz özü olanlar! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Belki korunursunuz.”

(1)

Buna göre her kim kardeşi

Allah

tarafından kısmen bağışla-

olduğu kanunlar tüm insan-

nırsa, o zaman görev, birinin

lık için saadet kaynağıdır.

örfe uyması diğerinin de

Çünkü

bağışlayana borcunu güzel-

onun fıtratına temayüllerini

1. Bakara, 178-179

16

likle ödemesidir. Bu, Rabb’i-

Ekim 2019

Teâlâ’nın

beşeriyeti

koymuş

yaratan,


yerleştiren ve onun tüm ihtiyacını karşılayan, onun saadetini temin edecek en güzel nizamı koymaya da en fazla hak sahibidir. Yüce Allah dünya hayatını bir imtihan alanı ve neticelerinin daha sonra ortaya çıkacağı bir tarla yaptığı için insan bazen yönünü şaşırıp haddi ve hakkı olmadığı halde yaratıcının sınırlarını aşabilmektedir. Şeytanın tahakkümü altına aldığı bu zihniyet konumunu bilmeden Allah ile hudut belirleme hususunda yarışmaya ve onunla boy ölçüşmeye kalkmaktadır. Hem de nereden geldiğini, hangi şeyden yaratıldığını ve akıbetinin ne olduğunu bildiği halde bunu yapmaktadır. Oysa insanlık tarihi insanların bu boy ölçüşmeye kalktığı her zamanda nasıl bir uçurumdan yuvarlandığına da en güzel şahittir. Zaten bir Müslümanın kalbinde kim olursa olsun insan hayatını yönlendirmeye Allah’ın razı olmayacağı bir yöntemle yönelen bir hayat düsturu yer almaz. Geçmiş dönem cahiliyeleri gerek tek

Geçmiş dönem cahiliyeleri, gerek tek kralın yönetiminde gerek bir hanedanın yönetiminde gerekse belli kara parçalarına sahip milletlerin yönetiminde olsun herhangi bir başarıya muvaffak olamadılar. Günümüzde tüm milletlerin güya insanlığı ıslah etmek ve onlar arasında barışı temin etmek için kurdukları teşkilatların iflas ettiklerine şahit olmaktayız. Bırakın düzeltmeyi bilakis bu teşkilatlar eliyle yapılan düzenlemeler vesilesiyle veya bunların sessizliği ile masum insanların hayatları heder edilmektedir.

kralın yönetiminde gerek bir hanedanın yönetiminde gerekse belli kara parçalarına sahip milletlerin yönetiminde olsun herhangi bir başarıya muvaffak olamadılar. Günümüzde tüm milletlerin güya insanlığı ıslah etmek ve onlar arasında barışı temin etmek için kurdukları teşkilatların iflas

ettiklerine

şahit

olmaktayız.

vesilesiyle veya bunların sessizliği ile masum insanların hayatları heder edilmektedir.

Bırakın düzeltmeyi bilakis bu teş-

İslâm inancı her ferdin hakkının

kilatlar eliyle yapılan düzenlemeler

mutlaka kendisine iade edileceğini

Safer 1441

17


hatta dünyada zulme maruz kalan

vermektedir. Çin’de uygulanan idam

hayvanların dahi haklarının kendile-

cezalarını buna örnek verebiliriz.

rine iade edileceğini şu naslarda ilan

Yüce Allah tüm beşeriyetin gönlünü

etmiştir: “Kim bir iyilik ile gelirse ona on katı verilir; kim de bir kötülük ile gelirse ona da sadece o kadar ceza verilir ve hiçbirine haksızlık edilmez.” ve sellem

(2)

Rasûlullah sallallahu aleyhi

Muaz bin Cebel radıyallahu anh’ı

olan

adil

hükmünü

şöyle açıklamaktadır: “Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Fakat kim affedip düzeltir ise onun da mükafatı Allah’a aittir. Şüphesiz

Yemen’e gönderince ona bazı nasihat-

ki O, zalimleri sevmez.”

lerde bulunduktan sonra şöyle dedi:

Günümüzde her alanda suç oranları-

“Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.” (3) Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan rivayetle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Boynuzsuz koç dahi boynuzlu koçtan hakkını alacaktır.” (4) Bununla beraber insanoğlu yapılan haksızlıkların cezalarının verilme-

(5)

nın yaygınlaşmasının başında gelen sebep verilen cezaların caydırıcılığının olmamasıdır. Dolayısıyla suç işleyen kişi bundan cesaret alarak yeni suçlar işlemekte bir mahzur görmez. Tüm toplumların şikayetçi olduğu bu kanunun temelinde yine “insan hakları” kisvesine bürünen hukuk sistemleri yatmaktadır.

sini de kalbinin derinliklerinden

Bu sistemler işlenen suça aynı oranda

arzu eder. Bu haksızlığın veya suçun

adil ceza verilmesini hükmedecekleri

ne olduğunun çok fazla bir önemi yoktur. Bu cezalandırma genellikle insanları idare eden beşerî kanunlar vesilesiyle tatbik edilmektedir. Toplumdan topluma farklılık arz eden beşerî kanunlar bazen toplu katliamlara çok komik cezalar verirken (Norveç’te bir adadaki öğrencilerden

yerde suçu işleyene acırlar ve bir nevi haksızlığa maruz kalana ceza vermiş olurlar. Toplumum dili ile; “Falan kişi filanı öldürdü, paşa paşa yattı, çıktı.” denilerek itibar dahi atfedilen bir durum meydana gelmiş olur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur:

77 kişi öldüren şahsa sadece 21 yıl

“Suçluya acımak mazlumun cezalan-

hapis cezası verildi.) bazen de suç

dırılması ile mi olmalıdır, yoksa başka

denilmeyecek eylemlere idam cezası

bir yolu var mıdır?”

2. En’am, 160 3. Buhari, 1395; Müslim, 19. 4. Müslim, 2582. 5. Şura, 40.

18

ferahlatacak

Ekim 2019


Daha önce değindiğimiz üzere suçluya gereken ceza verilmeyince içi sızlayan mazlum veya yakınları haklarını başka bir yöntemle almaya çalışırlar. Hele bu haksızlık masum bir canın öldürülmesi şeklinde olmuşsa işin boyutu daha farklı bir noktaya gelir. Yakını öldürülen kişi ya katili öldürecek ya da onu bulamazsa onun yine suçsuz olan bir yakınını öldürecektir. Böylece pek çok mağduriyete yol açacak ve acılara vesile olacak

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Boynuzsuz koç dahi boynuzlu koçtan hakkını alacaktır.”

hadiseler yaşanır. Yaşadığımız coğrafyalarda buna benzer uygulamaların ortaya çıkardığı acı olaylar bunu teyit eder mahiyettedir. Yüce Allah’ın “Kısasta sizin için hayat vardır” buyruğu, üzerinde gerçekten çok düşünülmesi gereken bir hükümdür. Günümüz hukuk adamları (!) bunun bir cinayet olduğunu,

cezayı vereceğini bilir. Toplum için hayat olur, çünkü toplum kanunun kendilerini muhafaza ettiğini, Allah’ın kullarının haklarını ahirette olduğu gibi bu dünyada da noksansız bir şekilde vereceğini bilir.

barbarlık olduğunu ve insanları çağlar

İslâm ceza sisteminin en önemli özel-

öncesine götürdüğünü söyleseler de

liklerinden biri de kanunlara muha-

aslında insan vicdanından ne kadar

tap olanlara kul hakkına taalluk

uzak hareket ettiklerini kendileri de bilmektedir. İnsan öldürmek isteyen bir kişi bu fiilinin neticesinde kendisinin öldürüleceğini bilse bu büyük suça meyledebilir mi? İşte suça uygun ceza verilince bu, cani için bir hayat olur.

ettiği takdirde kişiye seçme hakkının verilmesidir. Bu ayet-i kerimede kısasın faydası anlatıldıktan sonra şayet maktulün velisi dilerse belirli bir diyet karşılığında katili affetme hakkına da sahiptir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta bu

Çünkü öldürüleceğini bilen bir kişi

anlaşmadan sonra artık iki tarafın da

kolay kolay böyle bir işe meylede-

birbirlerinin hukukuna riayet etmesi-

mez. Cinayete maruz kalacak kişi

dir. Katil diyetini gereği gibi ödemeli,

için bir hayat olur. Zira kanunun

maktulün velisi de diyetini aldıktan

onun hayatına kastedenin haksız

sonra artık eski cahiliyye davasını

olduğunu tespit ettiği anda gereken

gütmemelidir.

Safer 1441

19


kılmıştır. Hatta affettikten sonra katil ile maktulün velisi arasında kardeşlik bağına dikkat çekerek bu kardeşliğe halel getirecek durumlardan kaçınıl-

Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu kanunlar tüm insanlık için saadet kaynağıdır. Çünkü beşeriyeti yaratan, onun fıtratına temayüllerini yerleştiren ve onun tüm ihtiyacını karşılayan, onun saadetini temin edecek en güzel nizamı koymaya da en fazla hak sahibidir.

masını tavsiye etmiştir. Asıl gayemiz Allah’ın kanunları ile beşerî kanunları mukayese etmek değildir. Zira bu bir Müslüman için düşünülmesi dahi çok büyük bir felaket demektir. Ancak insanlığın içinde bulunduğu buhrandan tek çıkış yolunun kendilerini yaratan, onları en iyi bilen ve fıtratlarına uygun olan hayat sistemini onlar için seçip beğenen Rabb’lerine yönelmelerine davet etmektir. Allah’u

Teâlâ

şöyle

buyuruyor:

“Erkek veya kadın her kim mümin olarak iyi bir iş yaparsa muhakkak Öldürmelerde diyet meselesi Allah Teâlâ’nın Muhammed ümmetine vermiş olduğu bir nimettir. Daha önceki

yapmakta oldukları işlerin daha güzeli ile mükafatlarını mutlaka

şeriatlarda sadece kısas vardı. Buha-

vereceğiz.”

ri’nin rivayetinde İbn Abbas radıyallahu

Başka bir

anh

şöyle demiştir: “İsrail oğullarında

kısas vardı diyet yoktu, Allah bu ümmet için şöyle buyurdu “öldürmelerde kısas sizin için farz kılındı…”

(6)

ayet-i

kerimede şöyle

buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Peygamberi’ne icabet edin. Ve bilin ki Allah

İslâm, toplumun hayat bulması için

gerçekten kişi ile kalbi arasına girer

nasıl ki kısası farz kıldıysa affetmeyi

ve muhakkak siz hep ona götürülüp

de yine sevdirerek velinin iznine tabi

toplanacaksınız.”

6. Nahl, 97 7. Enfal, 24.

20

ona güzel bir hayat yaşatacağız. Ve

Ekim 2019

(7)


NEBEVÎ DAMLALAR Yener Yılmaz

DİN NASİHATTİR ‫يح ُة‬ َ ‫الدي ُن ال َّن ِص‬ ِّ ‫أَ َّن ال َّن ِب َّى صلى اهلل عليه وسلم َق َال‬ ‫ َو َعا َّم ِت ِه ْم‬،‫ َو ِلَئِ َّم ِة ا ْل ُم ْس ِل ِمي َن‬،‫ َولِ َر ُسولِ ِه‬،‫ل َولِ َك َتا ِب ِه‬ ِ َّ ِ :‫ لِ َم ْن؟ َق َال‬:‫ُق ْل َنا‬ Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed-Dârî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem : “Din nasihattir” buyurdu. Biz kendisine: – Kimin için nasihattir? dedik. Peygamber Efendimiz: - “Allah, Kitabı, Rasûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm Müslümanlar için nasihattir” buyurdu.

Müslim, Îmân 95. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41

Safer 1441

21


Hadisin Ravisi; Temim Bin Evs (ra) Temîm İbni Evs ed-Dârî sahâbe-i kirâmdandır. Filistin’de doğdu. Kahtânîler’e mensup Benî Dâr kabilesindendir. Ebû Rukayye künyesiyle anılır. Bu künyeyle anılmasına sebep olan Rukayye adındaki kızından başka çocuğu olmamıştır. Temîm, İslâm ile şereflenmeden önce Hristiyan’dı. Müslümanlığı benimsemeden önce ticaret maksadıyla Mekke’ye sık sık gitmiş, bazen uzun süre orada kalmış, hicretten sonra da Medine’ye gidip gelmeye başlamış ve hicretin dokuzuncu senesinde Müslüman olmuştur. Temîm, Medine’de ikâmet etmekteydi. Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Suriye’ye göçtü. O zamanlar Suriye toprağına dahil olan Filistin’e yerleşti. Temîm bir yandan deniz yoluyla ticaret yaparken diğer yandan deniz savaşlarına katılmış, bu savaşlarda esir alınan düşman askerlerine çok iyi davrandığına dair rivayetler nakledilmiştir. (1) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kendisine Kudüs’ün yanında bir köy olan Aynûn’u iktâ arazisi olarak ayırmış ve onun eline de yazılı bir belge vermişti. Hz. Ebû Bekir’in kız kardeşi Ümmü Ferve ve Nevfel b. Hâris’in kızı Ümmü’l-Mugīre ile evlenmiş, ancak künyesini kendisinden aldığı tek çocuğu Rukayye’nin hangi hanımından doğduğu kaynaklarda belirtilmemiştir. 40 (661) yılında Filistin’de vefat eden Temîm’in kabrinin Kudüs’le Gazze arasındaki Beytülcibrîn

köyünde olduğu zikredilmektedir. (2) Temîm ed-Dârî, İslâm tarihinde bazı konulardaki öncülüğüyle tanınmıştır. Hz. Peygamber henüz hayatta iken Şam bölgesinden getirdiği kandillerle Mescid-i Nebevî’nin aydınlatılmasını sağlamış (3) mescidde (iki veya üç basamaklı) bir minberin yaptırılmasını teklif etmiştir. (4) Aynı zamanda iyi bir hatip olan Temîm, Hz. Ömer döneminde Mescid-i Nebevî’de vaaz etmek için izin istemiş, halife ona önce olumsuz cevap vermişse de samimiyetini anlayıp vaazlarının içeriğini öğrendikten sonra cuma namazlarından önce olmak şartıyla müsaade etmiş, zaman zaman kendisi de onu dinlemiş, Hz. Osman devrinde ise Temîm’in vaazları iki güne çıkarılmıştır. Temîm ibadete düşkünlüğünden dolayı “rahip” sıfatıyla anılmıştır. Temîm ed-Dari, çok teheccüd namazı kılardı. Bir gece kalkmış, Kur’an’ın bir ayetini okuyarak sabaha kadar rükû etmiş ve ağlamıştı. Bu ayetin anlamı şöyledir: “Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (5) Temîm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den 18 hadis rivayet etmiştir. Müs-

lim’in Temîm’den naklettiği tek hadis budur. Buhârî’de hiç hadisi yoktur. Fakat Sünen’lerde rivayetleri yer almaktadır. Allah ondan razı olsun.

1. Makrîzî, s. 78-80 2. İbn Hacer, I, 368 3. İbn Mâce, “Mesâcîd”, 9 4. Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, III, 195-196; Makrîzî, s. 135 5. Câsiye, 21

22

Ekim 2019


Açıklama Hadisi şerifin işaret ettiği “nasihat” kelimesi, Arap dilinin en kapsamlı kelimelerinden biridir. Bazı dil bilimciler, Arapçada nasihat ile felah kelimeleri kadar dünya ve ahiret hayırlarını bünyesinde toplayan başka kelimeler olmadığını söylerler. Nasihat; sözlükte öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden uzaklaştırmaya çalışmak, bir işi sadece Allah rızası için yapmak, yırtık olan elbiseyi dikmek, balı mumundan süzüp arındırmak gibi çok çeşitli manalar ifade eder. Nasihat hadisi, cevâmiü’l-kelim denilen, az sözle pek çok manalar ifade eden hadislerden biridir. Bu sebeple İslâm âlimleri, nasihat hadisini, İslâm’ın esasını oluşturan hadislerden biri ve en önemlisi kabul ederler. Nasihatle kastedilen geniş ve kapsamlı manalar, hadiste zikredilen esaslar çerçevesinde şu şekillerde açıklanmıştır.

a. Dinin Allah için nasihat oluşu: Dinin Allah için nasihat oluşunun ilk basamağı Allah’a imandır. O’na şirk koşmamak, O’na kulluk ve ibadette ihlâslı davranmak, daima Allah’a itaat üzere olmak, O’na isyandan şiddetle kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek, Allah’a itaat edene dost, isyan edene düşman olmak, Allah’ı inkâr edenlerle cihad etmek,

nimetlerine şükretmek, insanları bu sayılan vasıflara dâvet ve teşvik etmek; işte bunlar Allah’a imanın gereği ve dinin Allah için nasihat oluşunun îcabıdır. Müslümanın bütün söz ve davranışlarında bunların gereğini yerine getirmesi hem dünyada hem de âhirette kendisine fayda verir.

b. Dinin Allah’ın Kitabı için nasihat oluşu: Allah’ın kitabından maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bir Müslüman, bütün semavî kitapların Allah katından indirildiğine, Kur’an’ın o kitapların sonuncusu ve onlara şahit olduğuna inanır. Bu konudaki inanç temelleri şunları da içine alır: Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu, Allah tarafından gönderildiği ve yine O’nun tarafından korunacağı, kul sözlerinden hiçbirinin ona benzemediği, kullardan hiçbirinin onun bir benzerini getiremeyeceği gerçeklerini kabul edip inanmak. İşte bütün bunlar, Kur’an’a yönelik inanç esaslarıdır. Aynı zamanda bu kitabın bir anayasa olduğunu şahısların, ailelerin, şehirlerin ve devletlerin bu kitap ile idare edilmesinin gerekli olduğuna inanmaktır kitaba olan nasihat. Dinin Kur’an için nasihat oluşuna şu prensipleri de ilâve etmemiz gerekir: Kur’an’ı okumak ve hıfzetmek. Çünkü Kur’an’ı okumakla ilim ve irfan kazanılır; nefs temizliği ve gönül saflığı elde edilir; insanın takvası artar. O halde Kur’an’ı okumak, sadece lafzını okuyup sevap kazanmak değil, Kur’an

Safer 1441

23


Nasihat hadisi, cevâmiü’lkelim denilen, az sözle pek çok manalar ifade eden hadislerden biridir. Bu sebeple İslâm âlimleri, nasihat hadisini, İslâm’ın esasını oluşturan hadislerden biri ve en önemlisi kabul ederler.

bilgisine sahip olmaya gayret etmek anlamındadır. Şunu da hemen ifade edelim ki, Kur’an okumakla insan büyük sevap kazanır ve Kur’an kendisini okuyana şefaatçi olur. Ancak bunların tahakkuk etmesi için birtakım şartların yerine getirilmesi gerekir. Kur’an okurken ona saygı ve ta’zim göstermek, tecvidine ve adabına riâyet ederek okumak, harflerinin hakkını vermek, huşû içinde okumak gerekir. Kur’an’ı okurken manalarını düşünmek, ayetlerin mahiyetini anlamaya çalışmak icap eder. Nitekim Allah Teâlâ: “Bunlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli midir?” (6) buyurarak bizi uyarır. 6. Muhammed, 24 7. Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21 8. Saf, 2-3

24

Ekim 2019

Kur’ân-ı Kerîm’i Müslüman nesillere öğretmek, Kur’an’ın korunması konusunda onlara mes’uliyetlerini hissettirmek, ona dil uzatanlara karşı müdafaa görevini yerine getirmek, her Müslümanın vazifesidir. Kur’an’ı öğrenmek ve öğretmek bizler için izzetin, şerefin ve saadetin önemli bir vesilesidir. Peygamber Efendimiz “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” buyurmuşlardır. (7) Kur’an’ı anlamak ve onunla amel etmek esastır. Anlama azmi olmadan ve sevap kazanma duygusundan mahrum olarak sadece okumak ve amel etmeksizin sadece anlamak bir hayır ve fazilet olarak kabul edilemez. Amel edilmeyen bilgi fayda vermediği gibi hoş da karşılanmaz. Allah Teâlâ: “Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük gazaba sebeb olur.” (8) buyurur. Kur’an ilimlerinin her birini öğrenmek, neşretmek, muhkemini, müteşâbihini, nâsih ve mensûhunu, umum ve hususunu bilmek de ümmet üzerine farz olan hususlardır. Bu konularda âlim yetiştirilmezse topyekün ümmet sorumlu olur. Buraya kadar ana hatlarına işaret etmeye çalıştığımız hususlar, dinin, Kur’an için nasihat oluşunun çerçevesini meydana getirir.


c. Dinin Allah’ın Rasûlü için nasihat oluşu: Bir mü’minin Peygamber Efendimiz’le ilgili inancı şu esasları da içermelidir. Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmek. Allah Rasûlünün Kur’an ve sahih sünnetle getirip bildirdiklerine iman etmek. Onu sevip itaat etmeyi, Allah’ı sevip itaat etmek gibi kabul etmek. “Ey Muhammed de ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (9); “Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”

(10)

gibi Kur’an âyetleri bunun delîlidir. Allah’ın Rasûlü’nü dost edinenleri dost, düşmanlarını düşman bilmek. Ehl-i beytini ve ashâbını sevmek, Peygamber’e inanmanın gerekleridir. Hz. Peygamber’in sünnetini ihya edip hayata geçirmek, bid’attan ve bid’atçılardan kaçınmak, İslâm’ın dâvetini yeryüzüne yaymak, sünnet ilimlerini öğrenmek, bunları başkalarına da öğretmek, ilmi öğrenir ve öğretirken edeplerine riâyet etmek, âlimlere saygı göstermek, terbiye ve nezâket kâidelerine uymak, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’

in ahlâkıyla ahlâklanıp edebiyle

edeplenmek gibi görev ve sorumluluklar, her Müslümanın hassasiyetle uyması gereken esaslardır.

İşte bu prensipler, dinin, Allah’ın Rasûlü için nasihat oluşunun ne anlam ifade ettiğini ortaya koyar.

d. Dinin mü’minlerin yöneticileri için nasihat oluşu: Hadiste geçen “eimme” tabiri, yöneticiler diye tercüme edilir. Esasen bu kelime, “imam” kelimesinin çoğuludur. İmam ise, toplumun önünde bulunan ve onlara önderlik yapan, toplumun da kendisine uyduğu kişidir. Daha özel anlamıyla imam, İslâm ümmetinin başında bulunan liderdir. Ümmet denilmesinin sebebi de bir imama tabi olduklarındandır. Bu lidere imam, halife, emir, sultan ve bunlara benzer isimler verilmiştir. Hangi adla anılırsa anılsın, imam, ümmetin önünde onlardan sorumlu olan ve onları yöneten kişidir. Toplum içinde devletin yöneticisi adına hüküm verme yetkisine sahip kılınan herkes, her seviyedeki yönetici bu tabirin kapsamına girer. Müslümanları yönetenler, onların işlerinin başına geçenler, Müslümanlardan olmalıdır. Çünkü Müslümanların kendilerini yönetenlere itaat etmeleri bir farîza, bir vecîbe, bir zorunluluktur. Müslüman olmayanlara nasıl itaat edilebilir? Allah Teâlâ şöyle emreder: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden olan buyruk sahibi yöneticilere itaat edin.” (11)

9. Âl-i İmrân, 31 10. Nisâ, 80 11. Nisâ, 59

Safer 1441

25


Aynı zamanda Müslümanları yönetenler Allahu Teâlâ’nın belirlediği kanun ve yasalarla halkı idare etmeli ve yönetmelidirler. Bir Müslüman kendisini beşerî kanunlarla idare eden kişilere nasıl yöneticim ya da imamım diyebilir? “Allah’ın, Rasûlü Muhammed’e indirdiğinden başkası ile hüküm vermek helâl değildir. Çünkü hak yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlıktır. Bu zulüm ve haksızlıkla hükmetmek helâl değildir. Herhangi bir yönetici veya hâkim, bu helâl olmayan hükümle hükmedecek olursa verdiği bu hüküm ebediyen geçersiz kılınır, onunla amel edilmez” buyuran alimlerimiz (12) buna delil olarak da Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Ve onlar arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet...” (13) âyetini göstermektedirler. Yöneticilere nasihatimiz ve onlara karşı

vazifemiz,

kendilerinin

iyi,

dürüst olmalarını, doğru yolu bulmalarını,

adaletli

davranmalarını

istemektir. Yöneticilerin âdil idareleri altında bütün İslâm ümmetinin birliğini ister, bunun için gayret ederiz. İslâm

ümmetinin

parçalanmışlığı

yüreğimizi yaralar; insanların zâlim yöneticilerin zulmü altında inlemesi, içimizi parçalar. Bu sebeple “yeryüzünü, Allah’ın hâlis kulları, gerçek mü’minler idare etmelidir” deriz ve bunun tahakkuku için var gücümüzle çalışmamız gerektiğine inanırız. 12. Bkz. el-Muhallâ, Kahire t.y., IX, 362. 13. Mâide, 49.

26

Ekim 2019

e. Dinin tüm Müslümanlar için nasihat oluşu: Bütün Müslümanların âlim olması, âlim olanlarının da her şeyi bilmesi mümkün değildir. Her yaştan, her renkten, her ırktan, her cinsten ve her seviyede insanıyla ümmet bir bütündür. Burada herkesin birbirine karşı vazife ve mes’uliyetleri vardır. İşte bunları öğrenmek, öğretmek, din ve dünyalarına ait faydalı olan şeyleri insanlara göstermek, onlara yardımcı olmak, kusurlarını örtmek, onlara eziyet etmemek, iyilikleri emir, kötülükleri nehyetmek, başkalarını aldatmamak, haset etmemek, hürmet, şefkat ve merhameti aralarında yaymak, kendisi için arzu ettiklerini onlar için de istemek, kendi nefsi için arzu etmediklerini onlar için de istememek, canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını korumak ve müdafaa etmek, dinin bütün Müslümanlar için nasihat oluşunun gereğidir. Bu açıklamalardan sonra, nasihatin din ve İslâm anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Başlangıçta ifade ettiğimiz ve bu açıklamalarla görüldüğü üzere nasihat, yaygın olarak anlaşıldığı gibi sadece “öğüt vermek” anlamında kullanılmış değildir. -Nasihatin ifade ettiği manalardan biri olan “öğüt verme” konusunda dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır; Bu vazifeyi yerine getirmeye çalışan kişi şu beş vasfa sahip olmalıdır:


1- Bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bilgisiz kişi bu irşat vazifesini güzelce yapamaz. 2- Söylediği şey ile kendisi de amel etmelidir. Aksi takdirde “Niçin yapmadığınız şeyi söylersiniz!” (14) azarlamasına maruz kalır. 3- Bütün sözleriyle Allahu Teâlâ’nın rızasını, Müslümanların yükselmelerini gözetmelidir. Bunu gaye bilmelidir. 4- Karşısındaki kişilere şefkat göstermeli, irşat vazifesini merhametle, yumuşaklıkla yapmalıdır. 5- Sabır ile, güzel ahlâk ile vasıflanmış olmalı, hiddetten, şiddetten kaçınmalıdır (15) Son olarak; Özellikle bir kişiye nasihat edilmek isteniyorsa, toplum içerisinde onu rencide edecek şekilde değil de birebir de nasihat edilmeli. İbn Recep rahimehullah şöyle dedi: “Selef, birisine nasihat etmek istedikleri zaman ona gizliden nasihat ederlerdi. Hatta bazıları şöyle demiştir: Her kim kardeşini kendi aralarında gizli bir şekilde nasihatleşirse buna nasihat denir ancak kardeşine insanların önünde nasihat ederse bu bir azarlamadır.” İnsanların anlayabileceği şekilde, anlayabileceği konularda nasihat edilmeli, kişilerin şartları ve durumları göz önünde bulundurulmalı, örneğin günün on

iki saatini çalışarak geçiren bir kişiye nasihat edilirken durumuna uygun bir dil ve üslup kullanılmalı.

Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Nasihat dinin emirlerinden olup farz-ı kifâyedir. Gücü yeten herkes, gücünün yettiği nispette nasihatten sorumludur. 2. Nasihat sadece “öğüt vermek” değil, dinin bütün emir ve yasaklarını ihtiva eden bir mana taşır. 3. Müslümanlar bir imamın önderliğinde Allah, Kur’an ve Rasûl inancına dayalı ümmet olma azmi, gayreti ve kararlılığı içinde bulunmak ve neticede yeryüzünde bunu gerçekleştirmekle mükelleftirler. 4. Nasihati kabul edilecek kişinin nasihat etmesi vâcip olur. 5. Nasihat edene bir kötülük geleceğinden korkulursa, onun nasihati terk etmesine ve şartlar teşekkül edinceye kadar beklemesine ruhsat vardır. ------------------------Kaynakça 1-Riyazüs Salihin şerhi, Erkam Yayınları 2-TDV Ansiklopedisi 3- Şamil İslâm ansiklopedisi

14. Saf, 2. 15. Büyük İslâm İlmihali / Ömer Nasuhi Bilmen

Safer 1441

27


Kavramlar

KAVRAMLAR Mahmut Varhan

DİN KAVRAMI (5) Sünnet’i Seniyye’den “Sırat'ı Müstakîm" Üzerinde Devam Etmenin Ölçüleri

dini kıyamete kadar bâkidir.

1- İyiliği Emretmek ve Münkerden Sakındırmak

Esasen Allah’a iman eden

Bilinmelidir ki bu vazifeyi ilk

Teâlâ münafıkların münkeri

yerine getirenler peygamber-

emrettiklerini, ma’rûfu neh-

lerdir. Ancak Allah’a davet

yettiklerini

etme

sadece

“Münafık erkekler ve müna-

değildir.

fık kadınlar, bazısı bazısın-

Ümmeti de onunla birlikte

dandır; kötülüğü emrederler,

sorumludur.

iyilikten alıkoyarlar” (Tevbe,

sorumluluğu,

peygambere

28

ait Hz.

Muham-

Kıyamete kadar bu görevi yerine

getirmekle

sorumlu

olan da onun ümmetidir. herkes, Allah’a davet etmekle yükümlüdür. Nitekim Allah

beyan

ederek:

med sallallahu aleyhi ve sellem son

67)

peygamber olduğu için, onun

diyerek, mü’minlerin en temel

Ekim 2019

buyurduktan sonra şöyle


sıfatlarından birini belirtmektedir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe, 71)

Burada Allah Teâlâ, mü’minlerle münafıklar arasındaki farkın ma’rûfu emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu beyan etmektedir. Bu da iman edenlerin en önemli özelliklerinden birinin de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu gösterir ki, bunun başında da İslâm’a davet etmek gelmektedir. Nitekim İmam Taberi, Ebu’l-Âliye’nin şöyle dediğini nakleder: “Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği iyiliği emretmek, şirkten İslâm’a davet etmektir. Münkeri nehyetmek ise, putlara ve şeytanlara ibadet edilmesini nehyetmektir.” (1) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden her kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet buna güç yetiremezse, diliyle (değiştirsin). Eğer buna da güç yetirmezse, kalbiyle (buğzetsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır.” (2)

“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe, 71)

davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf, 108) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ettiği gibi; ona tâbi olan bütün mü’minler de ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ederler. Zaten bir ümmet olarak Müslümanların en önemli vazifeleri, emr’i bi’lma’rûf

ve

nehyi

ani’l-münkerdir.

Bu hadis-i şerif de açıkça göstermektedir ki, işlenen bir münker ile karşı karşıya kalan her bir Müslüman fert, durumuna göre bir şekilde ona müdahale etmelidir.

En hayırlı ümmet olmalarının şartı,

Yine Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a

İslâm’a uygun) olanı emreder, mün-

hayra/İslâm’a davet etmeleridir. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; ma’rûf (iyi ve ker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110)

1. Bkz: Kurtubi Tefsiri: 8/186 2. Müslim: 175. Ebû Said el-Hudri’den...

Safer 1441

29


“De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf, 108)

Allah Teâlâ diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rûfu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âl-i İmrân, 104) Bu ayeti kerime açıkça ifade etmektedir ki, Müslümanlar arasından yeterli derecede bir topluluğun hayra davet etme, ma’rûfu emretme ve münkeri nehyetme vazifesini yerine getirmeleri farzdır. Eğer bu vazife ihmal edilecek olursa, bütün Müslümanlar günahkâr olurlar. Dolayısıyla fert fert bütün Müslümanlar bu görevi yapmakla yükümlü oldukları gibi, bir topluluk ve cemaat halinde de bu görevi yerine getirmeleri gerekir. Zira münkeri tamamen ortadan kaldırmak 3. Bkz: Ahkâmü’l-Kur’an: 2/49

30

Ekim 2019

için bir cemaatin/organizeli bir toplumun olması gereklidir. Bu husus genel bir kaide olan şu ayeti kerimeye de dahil olur: “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.” (Mâide, 2) İmam Cessas’ın, İmam Ebû Hanife’den naklettiğine göre emr’i bi’lma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini hakkıyla yerine getirebilmek için bir cemaatin olması kaçınılmazdır. (3) Allah Teâlâ’nın İslâm ümmetine yüklediği cihad vazifesi de “emr’i bi’lma’rûf, nehyi ani’l-münker ve davet” çerçevesindedir. Çünkü Allah yolunda savaşmanın en temel gayesi, fitneyi ortadan kaldırmak, şirk ve küfürden nehyetmek ve İslâm’a davet etmektir. Diğer taraftan iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek dil ile yapılan cihaddır. Özellikle de zalim bir yöneticiye karşı yapıldığı zaman, en faziletli cihad olarak kabul edilmiştir. Ancak bu davet ve emr’i bi’l-ma’rûf -nehyi ani’l-münker yoluyla Müslümanlardan azap ve helak defedilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfâl, 25) Bu ayetin tefsirinde İbni Abbas radıyallahu anhu dedi ki: Allah Teâlâ (bu ayeti kerimede) mü’minlere, arala-


rında münkeri barındırmamalarını emrediyor. Aksi halde azap onların hepsini (salih olanlarını da olmayanlarını da) kuşatır. (4) Zeynep binti Cahş radıyallahu anha dedi ki: “Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, aramızda salih kimseler olduğu halde helak olur muyuz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Günahlar çoğaldığı zaman evet...” (5) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde bulunan Zât’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emreder, münkerden sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ pek yakında kendi katından size bir azap gönderir de sonra siz O’na dua edersiniz ancak O sizin duanıza icabet etmez.” (6) İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: «Bilesin ki emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vezifesinin büyük bölümü, uzun zamandan beri zayi edilmiş olup, bu zamanlarda ancak pek az şekilleri kalmıştır. Halbuki bu, dinin üzerinde kaim olduğu ve kendisine bağlı olduğu pek büyük bir konudur. Zira günahlar çoğalıp galip olduğu zaman, azap salih olanı da talih olanı da kuşatır. Zalime engel olmadıkları zaman, Allah’ın azabı ile onların hepsini kuşatması pek yakın olur. Dolayısıyla O'nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden ya da onlara acı verici bir azabın

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; ma’rûf (iyi ve İslâm'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110)

dokunmasından çekinip sakınmalıdırlar. Bunun içindir ki ahiret talibi olan ve Allah azze ve celle'nin rızasını kazanmaya çalışan kimselerin, bu konuya özen göstermeleri gerekir. Zira bunun faydası pek büyüktür. Bu konunun büyük bölümü ihmal edilmiş olduğundan, üzerinde daha ciddiyetle durmalıdır.»

2- Allah Yolunda Cihad Etmek Eğer bugün Müslümanların birliği dağıtılmış, İslâm ümmeti bölünüp parçalanmış, İslâm toplumları her yönden sömürülmeye maruz bırakılmış, ırzları, şeref ve namusları ayaklar altında çiğneniyorsa; şayet Rahman’ın

4. Bkz: İbni Kesir Tefsiri: 3/292 5. Buhari: 3346 6. Tirmizi: 2169; İmam Ahmed, Müsned: 5/391. Hasen-Sahih

Safer 1441

31


Ey Müslüman kardeşim! Şu fâni dünyanın ve geçici hayatın sevgisini kalbimizden söküp atalım, bâki olan Allah Teâlâ'nın ve ebedi olan cennet'i a'lânın muhabbeti ile kalplerimizi ma'mur edelim. Hayatımızı Allah Teâlâ'nın yoluna adayalım ki, O'nun rızasını elde ederek sonsuzluk yurdunda hakiki hayatı kazanabilelim.

insanlığa hediyesi olan İslâm şeriatı tatbik edilmeyip, kokuşmuş Roma hukukunun kalıntıları olan batının bâtıl hukuk sistemleri İslâm ülkelerinde dahi uygulanıyorsa; bunun neticesinde de şirk, küfür, nifak, zulüm, ihanet ve fısk’u fücur her tarafı kasıp kavuruyorsa; eğer havada, karada ve denizde fitne ve fesat baş göstermişse; işte bütün bunların en önemli sebebi Müslümanların Allah Teâlâ yolunda hakkıyla ve fıkhına riayet ederek cihad etmeyi terketmeleridir.

32

Ekim 2019

Müslümanların 20. ve 21. yüzyıllarda karşılaştıkları dağınıklık, ihtilaf ve tefrika, bölük-pörçüklük ve fikri, ahlâki, ictimai, iktisadi, siyasi ve askeri olarak mağlubiyetleri gerçekten her insaf ve vicdan sahibinin kalbini parçalamaktadır. İslâm âleminin her tarafı nifak ve ihanet şebekeleri ile sarılmış, bir asırdır Müslümanlar irtidad komiteleri tarafından idare edilmekte olup, bunun neticesinde de her tarafta irtidad hareketleri baş göstermiştir. İslâm’ın azılı düşmanları Müslümanları küçümsemekte olup, onlar hakkında her türlü zulüm kararlarını vermektedirler. Yahudi-Hıristiyan ittifakı, Müslümanları küçük lokmalara ayırıp yutmaktadır. İşte devası çok zor olan bu derdin sebebi, Müslümanların dünyevileşmeleri ve Allah yolunda cihadı terketmeleridir. Şimdi hep beraber Rasul’i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e kulak verelim: Sevban dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yemek yiyenlerin birbirlerini yemek köşesine çağırdıkları gibi, (diğer) toplumların da her ufuktan/bütün yönlerden size karşı (birleşerek saldırmak için) birbirlerini çağırmaları pek yakındır.” Sevban dedi ki: Biz: “Ya Rasûlallah! Bu bizim o dönemde az olmamızdan dolayı mıdır?” dedik. Şöyle buyurdu: “Sizler o gün çok fazla olacaksınız. Fakat selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Düşmanlarınızın kalplerinden sizden çekinme/korkma duygusu çekilip alınacak ve sizlerin kalplerinize de “vehn” konulacaktır.”


Dedi ki: Biz: “Vehn nedir?” diye sorduk. Şöyle buyurdu: “Hayatı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.” (7) Ey Müslüman kardeşim! Şu fâni dünyanın ve geçici hayatın sevgisini kalbimizden söküp atalım, bâki olan Allah Teâlâ’nın ve ebedi olan cennet’i a’lânın muhabbeti ile kalplerimizi ma’mur edelim. Hayatımızı Allah Teâlâ’nın yoluna adayalım ki, O’nun rızasını elde ederek sonsuzluk yurdunda hakiki hayatı kazanabilelim. Allah Teâlâ’nın yolunda cihâd etmeyi terketmek, fertleri ve toplumları zillete maruz bırakır. Şu asrımızda müslüman toplumların içerisinde bulundukları zillet ve perişanlık hâli, bunun en açık delilidir. Bin üç yüz küsur yıl dünyaya medeniyet ve uygarlığı öğretmiş olan biz müslümanlar, bugün ise medeniyeti bizden çalmış bulunan batının dilenciliğini yapıyoruz. Diğer taraftan müslüman toplumların içerisinde bulundukları cehalet, fakirlik, gaflet, gevşeklik, tembellik, neme lazımcılık, geri kalmışlık, değersizlik ve karışıklık bu zilletin sadece bazı yansımalarıdır. İşte bu zillete düşmememiz için Efendimiz aleyhisselâm bizi ciddi bir şekilde ikaz etmiştir. Abdullah b. Ömer dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Sizler Îne (dolaylı olarak faizli) alış-verişler yaptığınız, sığırların kuyruğuna yapı-

şarak ziraata razı olduğunuz ve cihâdı terkettiğiniz zaman; Allah Teâlâ sizin başınıza öyle bir zilleti musallat kılar ki, sizler tekrar dininize dönmedikçe onu çekip kaldırmaz.” (8) Allah Teâlâ’nın kelimesini yüceltmek uğrunda cihâd etmekten geri kalmak, ferdi ve toplumu çeşitli musibetlere ve felaketlere, dünyevi ve uhrevi azaplara

maruz

bırakır.

Nitekim

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki: “Allah yolunda cihâda çıkın” denildiğinde, ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemediniz? Yoksa siz, ahireti bırakıp, sadece dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının geçimliği ahiret yanında pek azdır. Eğer cihâda çıkmazsanız, Allah sizi can yakıcı bir azapla cezalandırır. Sizin yerinize başka bir kavmi getirir ve Allah’a bir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir.” (Tevbe, 38-39) Ebû Ümame’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

de şöyle buyurmakta-

dır: “Her kim gazveye çıkmaz veya bir gaziyi teçhizatlandırmaz ya da bir gazinin ardında onun ailesine hayırlı bir şekilde bakmazsa; Allah Teâlâ kıyamet gününden önce (o daha ölmeden) onun başına bir musibet/ felaket getirir.” (9)

7. Müsned: (22397) 5/278; Ebû Dâvûd: 4297. Hasen hadistir. 8. Ebû Dâvûd: 3462; Müsned: 4825 9. Ebû Dâvûd: 2503; İbni Mâce: 2762. Sahih bir hadistir.

Safer 1441

33


Rabbü’l-âleminin dini uğrunda cihâd etmeyi terketmenin en tehlikeli neticelerinden biri de kalbin kararması, katılaşması, kalpte nifak tohumunun

"Her kim gazveye çıkmaz veya bir gaziyi teçhizatlandırmaz ya da bir gazinin ardında onun ailesine hayırlı bir şekilde bakmazsa; Allah Teâlâ kıyamet gününden önce (o daha ölmeden) onun başına bir musibet/felaket getirir." (Ebû Dâvûd, İbni Mâce)

yeşermesi sonucunda fert ve toplumun fısk’u fücura bulaşmasıdır. Bunun en büyük şahidi asrımızdaki Müslüman toplumlardır. İnsanlar dünya hayatına razı oldukları için kalpleri ölmüş ve her taraf fasıklarla dolup taşmıştır. Rabbimiz celle celâluhû şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler sizin için Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha fazla sevimli ise, Allah emrini getirinceye

Aziz kardeşlerim! Bugün İslâm âleminin her tarafında yaşanılan felaketlerin, yıkımların, zalimlerin bombardımanları sonucu oluşan katliâm ve tahribatların izahı işte budur. Eğer bugün İslâm âlemi bir matemhaneye dönüşmüş ise, bunun en önemli sebebi Müslümanların cihâd hayatından uzaklaşmaları ve dünya hayatına razı olmalarıdır. İslâm ümmetinin tarihi açık bir şekilde göstermektedir ki, müslümanlar Allah yolunda cihâd etme vazifesini hakkıyla yerine getirdikleri zamanlarda aziz olmuşlar; bu vazifeyi ihmal ettikleri ölçüde de zillete düşmüşlerdir. 10. Müslim: 1910; Ebû Dâvûd: 2502; Nesâi: 3097. 11. el- Minhac: 7/58

34

Ekim 2019

kadar bekleyin. Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24) Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadiste Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmaktadır: “Her kim

gazveye çıkmadan ve gazveye çıkmayı içinden geçirmeden ölürse, nifakın bir şubesi üzerinde ölmüş olur.” (10) İmam Nevevi der ki: “Bu hadisten maksat şudur: Her kim böyle yapacak olursa, o bu sıfatında cihaddan geri kalan münafıklara benzemiş olur. Çünkü cihadı terketmek, nifakın şu’belerinden biridir.”

(11)


3- İslâm Hanif Bir Din Olup, Yaşanması Kolaydır Sırat’ı müstakim üzerinde sebat etmenin en önemli sebeplerinden biri de İslâm’ı doğru anlamak ve istikamet üzere vasat bir şekilde İslâm’ı yaşamaktır. Bunun için de ifrat ve tefritten uzak bir anlayışa sahip olmak ve selef’i salihinin yaşadığı şekilde Kur’an ve Sünnet ile amel etmeye gayret etmek gerekir. Hak, biri ifrat diğeri de tefrit olan iki bâtılın ortasında yer almaktadır. Hakka isabet etmek için ifrattan da tefritten de sakınmak gerekir. Hz. Âişe radıyallâhu anha dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki ben, kolay olan hanif dini ile gönderildim.” (12) Hz. Âişe radıyallâhu anha

dedi ki: “Rasûlullah

sallallâhu aleyhi ve sellem iki şey arasında muhayyer bırakıldığında, günah olmadığı sürece o iki şeyin en kolay olanını seçerdi. O şeyin günah olması durumunda ise, insanlar arasında ondan en fazla uzak duran o olurdu.” (13) Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz ki sizler kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz.” (14)

Enes b. Malik radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; sakinleştiriniz/sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz.” (15) Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallâhu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu ve Muaz b. Cebel’i (Yemen’e) gönderdiğinde şöyle buyurdu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (16) Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki din kolaydır. Her kim dine galip gelmeye çalışırsa, hiç şüphe yok ki din ona galip gelecek (ve o kimse mağlup olup usanacak)tır. Bundan dolayı ifrat ve tefritten uzak durup dosdoğru amel ediniz, en doğru olana yakın amel ediniz ve (yaptığınız amelin sevabı ile) sevininiz. Amel hususunda (serin vakitler olan) sabah vaktinden, zevalden sonraki vakitten ve gecenin bir kısmından faydalanınız.” (17) Yani amel etmenin kolay olduğu zamanlarda ve amel hususunda kendinizde bir dinçlik hissettiğiniz vakitlerde amel ediniz. Bütün bu hadis’i şerifler göstermektedir ki, Kur’an ve sünnette bize yüklenen sorumluluklar yerine getirilmesi kolay ve fıtratımıza muvafık vazifelerdir. Allah’ın en çok sevdiği ve ken-

12. İmam Ahmed, Müsned: 24855. İsnadı Hasen bir hadistir. 13. Buhari: 6126 14. Buhari: 6128 15. Buhari: 2125 16. Buhari: 6124 17. Buhari: 39

Safer 1441

35


disinden razı olduğu yaşam tarzı, her türlü bâtıldan yüz çevirmek ve hakka yönelmek anlamında olan haniflik, ifrat ve tefritten uzak vasat bir yaşam tarzıdır. Bunun için de Kur’an ve sünneti iyi bilmek ve istikamet üzere hayat sürmeye azmetmek gerekir. Tarih bize göstermiştir ki, ifrata/aşırılığa kaçarak veya tefrite/gevşekliğe düşerek Kur’an ve sünnetin gösterdiği vasat yoldan ayrılanlar istikametlerini kaybetmiş ve çeşitli bid’at yollarına sapmışlardır. Bütün bid’at taifeleri bunun açık örnekleridir.

4- Taklit ve Teşebbühden Sakınmak Toplumlar için en tehlikeli hastalıklardan biri de yabancıları taklit etmeleri ve onlara benzemeye çalışmalarıdır. Çünkü bu durum, bu hastalığa yakalanan toplumu yozlaştıracak, milli kimliğini kaybettirecek ve onu kimliksiz, kişiliksiz ve şahsiyetsiz bir hale sokacaktır. Neticede toplum zillete mahkûm olacak ve düşmanlarına boyun eğecektir. İşte bundan dolayıdır ki İslâm, yabancıları taklit etmeyi ve onlara benzemeye çalışmayı şiddetle yasaklamış ve böyle davrananların sonunda düşman saflarına iltihak edeceğini haber vermiştir. Nitekim Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (18)

Teessüfle belirtmek gerekir ki, Kur’an ve sünnette İslâm ümmetinin düşmanları olan Yahudi, hıristiyan ve müşriklerin taklit edilmemesi ve onların dost edinilmemesi konusunda varid olan pek çok muhkem naslar dikkate alınmamış ve Müslümanların büyük bir kısmı düşmanlarına benzemeye çalışarak sırat’ı müstakimden sapmışlardır. Krallar/siyasetçiler yönetim işlerinde, âlimler ilmî araştırma metodlarında ve ibadetle meşgul olma iddiasında olan müteşeyyıhlar da bid’at ve hurafelerde İslâm düşmanı olan milletlerin yoluna tâbi olmuşlardır. İşte bundan dolayıdır ki Abdullah b. Mübarek şöyle demektedir: “Dini ancak şu üç sınıf ifsat etmiştir: Krallar, kötü (çıkarlarını gözeten) âlimler ve kötü (bid’atlere bulaşmış ve dünyaya meyletmiş) âbidler...” Süfyan b. Uyeyne de şöyle demiştir: “Âlimlerimizden bozulanlar/dünyevîleşenler, Yahudilere benzemiş ve onların yoluna girmişlerdir. Âbidlerimizden bozulanlar/dünyevîleşenler ise, Hristiyan rahiplerinin yolunu tutmuşlardır.” Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Benim ümmetim karış karış, arşın arşın önceki ümmetlerin yoluna uymadıkça kıyamet kopmayacaktır.” Denildi ki: “Ya Rasûlallah! Farisîler/Persler ve Romalılar mı?” Şöyle buyurdu: “Bunlardan başka insanlar var

18. Ebû Dâvûd: 4029, 4030; İmam Ahmed, Müsned: 2/92 (5631). İsnadı Hasen bir hadistir.

36

Ekim 2019


mı ki?!” (19) İşte bu hadis'i şerif yönetim işlerinde Persleri ve Romalıları örnek alan sultanları ve günümüzde tamamen batılılaşarak tarihlerinden kopan garb mukallitlerini kınamaktadır. Yazıklar olsun dinlerinin kıymetini bilmeyip, karanlıklar içerisinde bulunan batıyı taklit edenlere!

disine şöyle demiştir: “Fakat sen de

Ebû Said el-Hudri radıyallâhu anhu dedi ki: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki sizler karış karış, arşın arşın sizden önceki ümmetlerin yollarına tâbi olacaksınız. Öyle ki onlar bir kelerin yuvasına girecek olurlarsa, siz de onların peşinden gideceksiniz.” Dedik ki: “Ya Rasûlallah! Yahudi ve Hristiyanlar mı?” Şöyle buyurdu: “Başka kim olacak?!” (20)

malarınızda, her biriniz karşı tarafın

5- Dini Konularda Cedelleşmekten Sakınmak

sana ancak tartışmak üzere örnek

Sırat’ı müstakim üzerinde sebat etmenin en önemli sebeplerinden biri de dini konularda cedelleşmeye girmemektir. Özellikle itikadî mevzularda cedelleşmek, kişiyi sırat’ı müstakimden ayırır ve çeşitli bid’at yollarına girmesine sebep olur. Dini gayet ciddiyetle ele almalı ve tartışma esnasında iki taraftan birinin yanlış bir düşünceye kaymaması için azami derecede hassasiyet gösterilmelidir. Nitekim aktarıldığına göre İmam Ebû Hanife, kelamî konularda tartışmaktan oğlunu menedince, oğlu ken-

ruf; 58) (21) Ne acıdır ki bu nebevî uyarıyı

kelam konularında münazara yapıyorsun?” Bunun üzerine İmam ona şu mükemmel cevabı vermiştir: “Biz bu konularda münazara yaptığımızda, sanki tepemizde uçmak üzere olan bir kuş var da onu uçurmamak için hassas davranıyoruz. Ancak siz tartışküfre düşmesini istiyormuş gibi davranıyorsunuz.” Ebû Ümame el-Bâhili radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kavim hidayete erdikten sonra sapmışsa, muhakkak kendilerine cedel ilmi verildiği için sapmıştır.” Daha sonra Hz. Peygamber şu ayet’i kerimeyi okudu: “Bunu, gösterdiler. Hatta onlar, düşmanlığı yol edinmiş bir toplulukturlar.” (Zuhdikkate almayan nice kimseler Kur’an ve sünnetin açık naslarını bir kenara bırakarak, Yunan mantığı ve felsefesinden oluşturulmuş cedel kurallarını dini mevzuları münazara etmekte esas kabul etmişlerdir. Böylece sırat’ı müstakimden sapmış ve çeşitli bid’at fırkalarını meydana getirmişlerdir. Allah azze ve celle bizleri ihlastan, samimiyetten, Kur’an ve sünnete muvafık amel etmekten ve ölünceye kadar sırat’ı müstakimden ayırmasın! Âmin!

19. Buhari: 7319 20. Buhari: 7320 21. Tirmizi: 3253; İbni Mâce: 48; İmam Ahmed, Müsned: 21660. Hasen bir hadistir.

Safer 1441

37


İSLÂM DÜNYASINDAKI KÂŞIFLER Cihan Malay

ASTRONOMİDE ÖNCÜ BİR ŞAHSİYET:

BATTÂNÎ (BETTÂNÎ) (858 -929)

K

ünyesi Ebu Abdullah, asıl ismi Muhammed b. Câbir b. Sinân

el-Harrânî Battân

(1)

olup

Harran’ın

bölgesinde doğma-

sına nisbetle “Battânî” olarak tanınmış olan Battânî, 858 yılında dünyaya gelmiştir. Bilim dünyasında astronomi alanında yaptığı öncü çalışmalarla gelmiş geçmiş en meşhur 20 astronum arasında adına yer verilen Battânî,

Batı’da “Albetanius, Albategnus veya Albategni” şeklinde anılır. Acı bir gerçek olarak diğer bazı ilim ve bilim adamlarımızda olduğu gibi Battânî hakkında da çok detay bilgilere kaynaklarımızda rastlanmamaktadır. Doğum tarihi ve çocukluğu hakkında çok net bilgilere sahip olamayışımız, bu dönemler hakkında bilgi vermemize engel olmaktadır.

1. Bazı kaynaklarda Bettân diye adlandırılmıştır.

38

Ekim 2019


Bunun nedeni hakkındaki acizane kanaatimiz, bu ve benzeri kimselerin hayatları hakkındaki bilgilerden ziyade yaptıklarıyla anılmalarını ön plana çıkarmış olmalarındandır. (Allah en iyisini bilir.)

Astronomi Alanındaki Çalışmaları Babası meşhur astronomi aletleri ustası Câbir b. Sinân el-Harrânî olduğu görüşü ağır basan Battânî, babasından etkilenerek küçük yaşlarda astronomi ile ilgilenmeye başlar. Nitekim babasından öğrendikleri ile daha sonraları kendisi de astronomi aletleri icat ve imal alanında maharetli bir kişiliğe sahip olması bu durumunun doğal bir sonucu olmuştur. Gençlik döneminde bilimsel alanda çalışmaların yoğunlaştığı Fırat Nehri’nin sahil kasabalarından Rakka’ya (2) giden Battânî, ömrünün büyük bir kısmını burada geçirir. Kaynaklarımızda 42 yıl gibi bir zaman diliminden bahsedilmektedir. (877-929) Rakka’da rasathane (gözlem evi) kurarak çalışmalarda bulunan Battânî, güneş, ay ve gezegenlerde meydana gelen değişiklikler üzerinde çalışmalarda bulunmuştur. Şahsi servetiyle zamanın en yeni rasat aletlerini alarak, rasathanede gözlemlerde bulundu. Gözlemevinde yaptığı gözlemleri “Kitâbü’z-Zîc (Zîc-i Sâbî)” adlı astronomi cetvelinde/kataloğunda toplar.

Bu alanda Battânî’nin yaptığı bazı çalışmalar; - Güneşin dünyadan en uzak noktadaki hareketini keşfederek, dünyaya göre güneşin yörünge eğimini ve dünyanın dönüş eksenindeki değişme değerlerini keşfetmesi - Ayın boylamda ortalama hareketini tespit çalışması - Güneş ve ayın görünür çaplarının ölçülmesi ve güneşin bir yıl, ayın ise anormal ay zarfında değişimlerinin bulunması Bunun sonucu olarak Batlamyus’un imkânsız dediği halka şeklinde güneş tutulmasının mümkün olduğu sonucunun çıkarılması ve ayın tutulma derecesinin hesabı için çok sağlam bir metodun geliştirilmesi. - Güneş ve ay tutulması tespit çalışmaları - Ayın görülme şartlarını tayin etmeye yarayan bir usûl geliştirmesi - Sıfırdan 90 dereceye kadar açıların trigonometrik değerlerini hesaplaması - Yaptığı gözlemlerle 489 yıldızı sınıflaması - Güneş yılını 365 gün, 5 saat, 46 dakika, 32 saniye olarak kendi döneminde günümüzdeki 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 46 saniye değerine çok yakın bir şekilde tespit etmesi

2. Günümüzde Irak toprakları içerisinde yer alan Rakka, o dönemde Suriye toprakları içerisinde yer almaktadır.

Safer 1441

39


gerçek değere en yakın değerin Battânî tarafından verilen değer ile Alphonsine Tabloları‘nda verilen değer olduğu görülmektedir.

Rakka’da rasathane (gözlem evi) kurarak çalışmalarda bulunan Battânî, güneş, ay ve diğer gezegenlerde meydana gelen değişiklikler üzerinde çalışmalarda bulunmuştur. Şahsi servetiyle zamanın en yeni rasat aletlerini alarak, rasathanede gözlemlerde bulundu.

- İslâm coğrafyalarında kıblenin tayininde yardımcı olacak çalışmaları - Kendisinden beş asır sonra gelen Kopernik’in 23 derece, 35 dakika olarak bulduğu dünyanın ekliptik (3) eğimini 23 derece hesaplayarak günümüzle arasında yirmi dakikalık bir farkla hesaplaması. Ekliptik ve Ekvator Arasındaki Eğim (4) Değerler gerçek değerlerle karşılaştırıldığında, ölçüm yapılan yıla ilişkin

Kaynaklarda onunla ilgili, “Akranları ve çağdaşları arasında hiç kimse Battânî kadar gezegen ve yıldızları doğru rasat yapmakta ulaştığı dereceye ulaşmamış, sonrasında da onun gibisi gelmemiştir” şeklinde açıklamalar bulunulmaktadır. (5) İbn Nedîm onun bu alandaki marifetlerini şu sözler ile övmektedir: “El-Battânî, geometri, nazarî ve amelî astronomi ve astrolojide önde gelen bir bilgin ve meşhur gözlemcilerden birisidir. Güneş ve ay hakkında şahsi gözlemleri ile onların hareketleri hakkında Batlamyus‘un “Almacestî”sinde verilen bilgilerden daha doğru bilgileri içeren ve cetvellerin bulunduğu bir eser yazmıştır... İslâm dünyasında, Batlamyus‘un ―Kitâbu‘l-Erba’a (Tetrabiblos) üzerine yazdığı şerhinde olduğu şekliyle yıldızları gözlemde ve onların hareketlerini tetkikte onun gibi kemâle erişmiş başka bir kimse yoktur...” (6) Battânî‘nin astronomik gözlemlerinden oluşturulmuş ve “Kurtuba Takvimi” adını taşıyan bir eser hazırlanmıştır. Bu eser çiftçiler ve tarımla uğraşanlar için bir el kitabı olarak kullanılmıştır. Takvim bugün bile

3. Ekliptik: Yer’in Güneş çevresinde izlediği yörüngenin içinde bulunduğu düzlemdir. 4. Yavuz Unat, I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, Şanlıurfa, 2006, s.364. 5. Seyfettin Kaya, Selçuklular Döneminde Astronomi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, s.66, Elâzığ-2018. 6. Mehmet Bayraktar, I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, Şanlıurfa, 2006, s.340.

40

Ekim 2019


halk arasında İspanya ‘da kullanıldığı bilinmektedir. (7) Kendisinden sonra bu alanda önde gelen isimlerden Kopernik, Tycho Brahe ve G. B. Ricioli gibi bilim alanında öne çıkmış kimseler kendisinden ve eserinden çokça istifade etmiştir. Nitekim Kopernik (1473– 1543), “Gök Kürelerinin Hareketi” adlı eserinde Battânî‘den çokça alıntı yapmıştır. Kepler ve Galileo da onun gözlemlerine sıkça başvurmuşlardır. Onun astronomi alanındaki hizmetlerine bir vefa borcu olarak aydaki bir kratere “Albategnus (el-Batânî)” adı verilmiştir.

Matematik Alanında Çalışmaları Astronomi

alanındaki

çalışmala-

rıyla her ne kadar bilinse de Battânî, matematik alanında da çalışmalarda bulunmuştur. Aslında astronomi alanındaki çalışmalarda bulunanların hesaplamalar vs. durumlardan dolayı matematik

alanında

çalışmalarda

bulunmasından daha doğal bir şey yoktur. Nitekim Battânî de bu durumun doğal sonucu olarak matematik alanında dönemin önde gelenleri arasında yerini almıştır. Onun için şöyle denilmiştir: “Matematiği astronomiye tatbik ederek 'Teorik Astronomi'ye ışık tutmuştur.” (8)

Onun matematik alanındaki otoriter yerini matematik/hesaplama alanında önemli bir boşluğu dolduran trigonometrinin öncülüğünü yapması göstermektedir. Nitekim bu konuda kendisi trigonometriyi sistemleştirenler arasında ilklerden kabul edilmiştir. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa kullanan bilim adamının Battânî olduğu söylenmektedir. Onun matematikte geliştirdiği bazı formüller şunlardır: M.Charles, “Geometride Metodların Tarihî Görünümü” adlı eserinde Battânî´den söz ederken, onun sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk kullanan kişi olduğunu ifade eder ve bu tabirleri güneş saati hesaplamasında bulduğunu, ona “uzayan gölge” adını verdiğini, buna modern geometride “tanjant” dendiğini belirtir. İslâm Tarihi Araştırıcılarından Prof. Philip K. Hitti “Muhtasar Arap Tarihi” eserinde şunları kaydeder: “Şüphesiz

7. Mehmet Bayrakdar, agm, s.344. 8. Halil Bayraktar, İslâm Medeniyetinin Bilim ve Teknolojiye Katkıları

Safer 1441

41


Eserleri 1. Kitâbü’z-Zîc

Battânî‘nin astronomik gözlemlerinden oluşturulmuş ve “Kurtuba Takvimi” adını taşıyan bir eser hazırlanmıştır. Bu eser çiftçiler ve tarımla uğraşanlar için bir el kitabı olarak kullanılmıştır. Takvimin bugün bile halk arasında İspanya ‘da kullanıldığı bilinmektedir.

“el-Câmi' fî hisâbi’n-nücûm ve mevâzı'i mesîrihe’l-mümtehan” ve “ez-Zîcü’s-Sâbi'î” adıyla da anılan eser, kendisinden sonra astronomi ilmine merak duyanlara büyük katkılar sağlamıştır. Eser aynı zamanda onun Doğu ve Batı’da alanında büyük bir şahsiyet olarak tanınmasına olanak sağlamıştır. VII. yüzyıldan önce “astronomik gözlem sonuçları tablosu” anlamında kullanılan “zîc” kelimesi daha sonraları “astronomi risâlesi” anlamında kullanılmıştır. Eserin mukaddimesi şöyledir: “Tüm

matematik bilginleri tanjant hakkında Battânî´den ancak beş asır sonra bilgi sahibi olabildiler.”

övgüler her şeyin ve her sözün sahibi olan, her şeyi insanlar şeyi insanlar faydalansın diye yaratarak en iyi şekilde yapan yüce Allah’a mahsustur... Tüm övgüler ilmi ve kudretiyle

Vefatı Bir ilim ve bilim adamı ardında büyük bir ilmi miras bırakan Battânî, bir

onları düzenleyen Allah’a mahsustur. “O, her şeyi ilmiyle kuşatır.” (9)

ve “O her şeyi bir bir saymış-

sebeple Bağdat’a gider ve 317’de (929)

tır.”

dönüş yolunda Halife Mu‘tasım tara-

zerre miktarı dahi O’ndan (ilmin-

fından Samarra yakınlarında yaptırıl-

den) gizli kalmaz. Daha küçük ya

mış olan Kasrü’l-Cis’te vefat eder.” Allah kendisinden razı olsun. 9. Talak, 12. 10. Cin, 28. 11. Sebe, 3.

42

yaratılanları yaratan, isteğine göre

Ekim 2019

(10)

, “...Göklerde ve yerde bir

da daha büyük hiçbir şey yoktur ki kitapta apaçık yer almasın.”

(11)

Böylece şahitlik ederim ki Allah’tan


başka hiçbir ilah yoktur, Allah birdir

sonra yeni gözlemlere dayanarak

ve O’nun ortağı yoktur ve yine şahit-

bunlara dair yaptığı düzenlemelerin

lik ederim ki Hz. Muhammed O’nun

olduğunu söyler.

kulu ve elçisidir...”

Astronomi ve küresel trigonometrinin

Uzun süre bu bilime yöneldikten ve kendimi bu konuda çalışmalara adadıktan sonra yıldızların hareketleri konusunda yazılmış kitapların kendi içinde farklı olduklarını (uyuşmadıklarını) ve bazı yazarların, yapıtları ve birincil kaynakları kullanırken hata yaptıklarını anladım. Yeni gözlemler eskilerle bir araya getirilince, zamanın ilerlemesi ile yıldızların hareketlerinde ne gibi değişiklikler meydana geldiğini ve ekliptiğin eğiminden dolayı aritmetiğin (hesabın) türlerinde, güneş ve ay tutulmalarının zamanlarına göre belirlenen tablolarda neyin değiştirilmesi gerektiğini anladım...

gelişmesinde çok büyük rol oynayan

İşte bu yüzden bu konular üzerine bir kitap yazdım. Bu kitapta güçlükleri açıklayarak (karmaşık şeylere açıklık getirerek), kapalı şeyleri aydınlatarak hem bilimin gizli ilkelerini hem de özellikle nerede kullanıldığını gözler önüne sererek, bunu (bu kitabı) çalışanlara ve izleyenlere kolay yolu gösterdim.” (12)

Kaynaklarda Battânî’ye isnat edilen

Mukaddimeden anlaşılacağı üzere Battânî, kendinden önceki çalışmalarda gördüğü hata ve ihtilâflar yüzünden böyle bir kitap yazmaya ihtiyaç duyduğunu ifade ettikten

eser, üç asır sonra Batı’da Latince’ye tercüme edilmiştir. İspanya Kralı Alfonso el Sabio’nun emriyle yine XII. yüzyılda Arapça aslından İspanyolca’ya da tercüme edilmiştir. 2. Kitâbü Ma'rifeti metâli'i’l-bürûc fîmâ beyne erbâ'i’l-felek 3. Risâle fî tahkıki akdâri’l-ittisâlât 4. Şerhu’l-makaleti’l-erba'a li-Batlamyûs (Batlamyus’un Dört Kitap Adlı Eserinin Şerhi) 5. Kitâbu fî Dalâ‘ili‘l-Kırânât ve‘l-Kusûfat. daha başka eserler olduğu söylense de bunların ona ait olduğu kesin değildir. ------------------------Kaynaklar Müftüoğlu, Ferruh. “Bettânî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c:6, s.9-10. I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 28-30 Nisan, c.1, Şanlıurfa, 2006. Vural, Cuma. Türk ve Müslüman Bilim Adamları, Liya Kitap. Türkoğlu, Melisa. İnsanlık İçin Matematik: Battani, Maviçatı Yayınları

12. Publications of the Inst,tute for the History of Arabic-İslâmic Science, Islamic Mathematics and Astronomy, Ed. Fuad Sezgin, c.11, s.4-6. Çeviren: S. Ertan Tağman – Serap Kalaycıoğlu.

Safer 1441

43


YAKIN TARİH Furkan Uyanık

TARİHİN KARANLIK İDEOLOJİLERİNİN YAKIN DÖNEME ETKİLERİ:

1-MİLLİYETÇİLİK (3)

H

44

amd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahû Teâlâ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve selam Efendimiz, komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, ailesine ve ashabına olsun.

maya çalıştık. Ayrıca milli-

Milliyetçilik hastalığı, milliyetçilik kavramı ve özellikle Fransız İhtilali sonrası hilafetin yıkılmasına kadar ki süreci ele aldığımız önceki iki yazımızda milliyetçilik kavramını gücümüz yettiğince açıkla-

milliyetçiliğin etkisiyle bir-

Ekim 2019

yetçilik hastalığına bulaşan milletlerin özellikle de Sırp ve Yunan milletlerinin isyanları ve milliyetçilik damarlarının nasıl kabardığını ve bu doğrultuda hangi eylemlere bulaştığını

aktarmıştık.

Bu

yazımızda da yine aynı şekilde likte isyan eden ve şeytanın en büyük dostlarından İngiltere, Fransa ve Rusya’nın teşvik ve telkinleriyle eylemlerini süreç içerisinde sürekli arttırarak gerçekleştiren

Ermenilerin


isyanlarından bahsedeceğiz. Rabbimizden dilimize ve bileğimize kuvvet vermesini, okuduklarımızdan dersler çıkarmamız konusunda bize yardımcı olmasını diliyoruz. Berlin Kongresi’nden sonra kıdemli sömürücü İngiltere’nin planlarını ve hesaplarını değiştirdikten sonra yani yeni politikasıyla birlikte Müslümanları alenen parçalama, yıkma ve bölme eylemlerine geçtiğini görmekteyiz. Bu yeni politika gereği, Osmanlı hilafet devletinden 18.yy’a kadar milliet-i sadıka olarak adlandırılan Ermenileri kışkırtma ve milliyetçilik hastalığına yakalanması için sistemli bir hareket politikası uyguladı. Oysaki Ermeniler 19.yy’a kadar Osmanlı kültürünü en fazla benimseyen ve saray dâhil olmak üzere hayatın her noktasında önemli görevler almış bir topluluk idi. Lakin tüm bunlara rağmen kışkırtmalar sonucu ve milliyetçilik hastalığıyla Ermeniler de tıpkı Sırplar ve Yunanlar gibi ihanet içerisine girip isyanlar çıkarmıştır. Bu kerteden sonra Ermenilerin eylemlerini göreceğiz…

Kıdemli Sömürücülerin Kıskacına Giren Topluluk: Ermeniler Bununla beraber, Ermenilerin devlet ve toplum içindeki bu durumu, Ermeni Patrikliği’nin etkisini hiçbir zaman azaltmamıştır. Zira Patrikler, Ermenilerin din işlerini yönetir, şikâyetlerini inceler ve hatta Ermenilere ait emlâki de yönetip gelirlerini toplarlardı. Fakat zamanla Patriklerin

Ermeni toplumu üzerindeki bu etkinlikleri siyasal etki ve kontrol haline de dönüştü. Yabancılar, Rum patrikliğinde olduğu gibi, Ermeni patrikliğini de millî ve siyasal bir makam olarak görmeye başladılar. Berlin Antlaşmasından sonra patlak veren Ermeni sorununda İstanbul Patrikliği’nin büyük rolü olduğu gibi, Doğu Anadolu’daki Ermeni ayaklanmalarında da Ermeni kiliseleri silâh deposu ve terör karargâhı görevini de yapacaklardır. İngiltere'nin teşviki ile 1842 de ilk defa Kudüs’te bir Protestan Kilisesi açılmıştır. Yine İngiltere’nin desteğindeki Protestan misyonerleri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, okullar, kolejler açtılar ve ilginçtir, buralarda yapılan ilk iş Ermeni tarih ve edebiyatının ve kültürünün işlenmesi olmuştur. İngiltere’nin bu faaliyeti sonucu, birçok Ermeni Protestanlığa dönerken, şimdi Ermeniler de İngiltere’de bir koruyucu bulmaya başlıyorlardı. Bu da Ermenilerin millî duygularının harekete geçmesine sebep olmuştur. Ermeni sorunu aktif olarak, 18771878 Osmanlı-Rus savaşında Rusya’nın, Doğu Anadolu’daki bazı Türk şehirlerini işgal ederek, bu şehirlerde yaşayan Ermenileri bağımsızlık amacı ile Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmasıyla başlamıştır. Bu durum İngiltere’yi telâşlandırmış ve Rusya’nın Ermenileri koruma perdesi altında, Doğu Anadolu’yu Balkanlaştırmasından ve bu savaşla sağlamış olduğu toprak kazançlarının oluşturduğu elverişli durumdan faydalanarak,

Safer 1441

45


Ermeni davası, Ermenilerin değil, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çıkarları çarpışan iki büyük devletin -İngiltere ile Rusya- tahrikleri ile ortaya çıkmıştır.

nüfuzunu bir yandan İskenderun, öte yandan da Mezopotamya üzerinden Basra Körfezi’ne yaymasından korkmuştur. Böylece, Ermeni davası, Ermenilerin değil, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çıkarları çarpışan iki büyük devletin -İngiltere ile Rusyatahrikleri ile ortaya çıkmıştır.

Milliyetçiliğin Etkisinde Oluşan Kurumlar İmparatorluk içindeki Ermeni cemiyetlerinin ilki, 1860’da İstanbul’da kurulan Hayırsever Cemiyeti’dir (Benevolent Union). Amacı Kilikya’yı yükseltmekti. 1870 ile 1880 arasında Van’da Araratlı, Muş’ta Okul sevenler ve Doğu Erzurum’da Milliyetçi Kadınlar isimli dernekler ortaya çıktı. Okul sevenler ve Doğu dernekleri daha sonra birleşerek Ermenilerin Birleşik Cemiyeti’ni kur-

46

Ekim 2019

dular. Bunların yanında ihtilâlci dernekler de kuruluyordu. 1878 de Van’da Kara Haç Derneği kuruldu. Amacı, Ermenileri saldırılardan korumak için onları silahlandırmaktı. 1882’de kapatılmıştır. İhtilâlci bir siyasal parti örgütü olarak ilk ortaya çıkan ise Armenakan Partisi’dir. 1885’de kurulmuştur. Programının başlıca noktaları şunlardır: Parti’nin kuruluş sebebi, ihtilâl yolu ile Ermenilerin kendi kendilerini idare hakkını elde etmektir. Parti amacına ulaşmak için, bütün milliyetçi Ermenileri bir araya getirmek, ihtilâlci fikirleri yaymak, üyelere silah kullanmayı ve askerî disiplini öğretmek, silâh ve para sağlamak, gerilla kuvvetleri oluşturmak ve halkı genel bir harekete hazırlamak gibi yollara başvuracaktı. Bir merkez örgütü olacak ve bölgelerde de bölge komiteleri oluşturulacaktı. Ayrıca, diğer ihtilâlci gruplarla iş birliği için de özel bir komite teşkil olunacaktı. Silah kullanmak ve askerî strateji konularındaki bilgilerin, Van Ermeni Okulu’nda, Rus konsolosu Binbaşı Kamsaragan tarafından verildiği belirtilmiştir. Bu dernekler içinde asıl önemli iki tanesi, şüphesiz Hınçak ve Taşnak komiteleridir. İhtilâlci Hınçak Partisi: Hınçak (Hunchak veya Hentchak) Ermenice’de Çan demektir. 1887’de İsviçre’de kurulmuştur. Marksist ilkelere sahipti ve 1890’dan itibaren faaliyetlerini Doğu Anadolu’ya yaymaya başlamıştır. Marksist niteliği dolayısıyla, Hınçak’a göre, bugünkü düzen ihtilâl yoluyla ortadan kaldırılmalı ve onun yerine, ekonomik gerçek-


lere ve sosyal adalete dayanan yeni bir toplum düzeni getirilmelidir. Parti’nin ilk ve yakın hedefi, Türkiye Ermenistanı’nın siyasal ve millî bağımsızlığını sağlamaktır. Türkiye’de ihtilâl yoluyla gerçekleştirilecek amaca varmak için, kullanılacak metot, propaganda, tahrik, tedhiş ve işçi ve köylü hareketidir. Tahrik ve tedhiş, halkın cesaretini arttırmak için gerekliydi. Hükümete karşı nefret yaratmak, tahrikin başlıca yollarıdır. Tedhiş hareketlerini yürütmek için özel bir örgütlenme yapılacaktı. İhtilâli gerçekleştirmek için en müsait zaman Türkiye’nin savaşa girdiği dönem olacaktır. Süryaniler, Kürtler, Türklere karşı mücadelede kazanılmalıdır. Programında, yakın amaca, yani İhtilâle ulaşmanın çaresi olarak, “Türkiye’deki Ermeni bölgelerindeki genel kuruluşu alt-üst etmek, değiştirmek, genel isyanla Türk Hükümetine karşı savaş açmak” gösterilmekteydi. Hınçak Partisi, 1896’daki genel kongresinde, “Hınçak İsyan Cemiyet Kanının Âlisi” başlıklı bir belge kabul etti. Buna göre, Hınçak Cemiyeti ve İhtilâlci Hınçak Partisi’nin tek görevi ayaklanma çıkarmaktır. Osmanlı İmparatorluğu bu yönde bir takım ayaklanma bölgelerine ayrılmıştı.

Eylem ve Saldırı Sürecinin Başlaması Kışkırtmalar sonucunda Erzurum Ayaklanması patlak verdi. 20 Haziran 1890’da çıkan bu ayaklanmanın sebebi ise, Erzurum’daki Sanasaryan okulunda ve kiliselerde, Ermenilerin Rus-

ya’dan getirdikleri silâhları depo ettiklerinin haber alınması üzerine Vali’nin de buralarda arama yaptırmak istemesidir. Fakat aramanın yapılacağı Köpek Boğos adında biri tarafından, birkaç saat önceden okula haber verilmiş ve her şey çabucak ortadan kaldırılmıştır. Tabiî, sonunda aramadan bir sonuç çıkmamıştır. Fakat bu arada komitacı Ermeniler, aramaya gelen subay ve erlerin üzerine ateş açtılar. Müslüman halka da saldırdılar. İki saatlik çarpışmalarda, her iki taraftan 100’den fazla ölü ve 200-300 kadar yaralı vardı. Daha sonra İstanbul’da Kumkapı olayları meydana geldi. 1892 Temmuz’unda Merzifon’da olaylar meydana çıktı. Merzifon, bu yıllarda, (Kayseri, Develi, Yozgat, Çorum, Tenüs, Aziziye’yi kapsayan bölge) Hınçak Komitesi merkeziydi. “Küçük Ermenistan İhtilâl Komitesi” adını taşıyordu. Komitenin başkanı, Merzifon’daki Amerikan kolejinin öğretmeni olan Karabet Tomayan’dı ve kolej de Hınçak’ın karargâhı niteliğindeydi. Merzifon olaylarını Sason Olayları izledi. 8 Ağustos 1894 günü Sason’un Şenik Köyü’nde birkaç koyunun Kürtler tarafından kaldırılması üzerine Ermeniler, ele geçirdikleri Müslümanları katletmeye başladılar. Diğer köylerde de zaten vergi vermemek, hükümet memurlarına direnmek gibi serkeşlik yapıyorlardı. Bu sebeple ayaklanma hızla gelişti. Padişah Abdülhamit, ayaklanmanın sert bir şekilde bastırılmasını istedi. Gerçekten

Safer 1441

47


Ermenilere karşı çok sert davranıldı ve epey Ermeni kırıldı. İstanbul’da 18 Eylül 1895’de Babıali yürüyüşü yapıldı. Bâbıâli’nin 1 Ekim 1895’deki resmî bildirisindeki deyimle, “Ermenilerin hamal ve tulumbacı” esnafından birtakım insanların giriştiği bu yürüyüşün amacı, Hınçak Komitesinin büyük devletler elçilerine yürüyüşten önce verdikleri bildiriye göre, “Bâbıâli ile Avrupa’ya, Ermeni halkının istediklerini bildirmek” ti. Fakat her zaman olduğu gibi, güya masumane yapılmak istenen yürüyüş, önceden plânlandığı gibi, “Ermeniler ya ölüm ya hürriyet istiyor” âvâzeleri ve “Erzurum Ermeni dağlarından bir ses çınladı” marşları ile sayıları bir ara 5 bini bulan Ermenilerin Türk jandarmasına ve polisine ateş açtığı bir ayaklanmaya dönüşmüştü. 1895 yılındaki bu Ermeni ayaklanmalarında, Osmanlı Devleti tarafından resmen tespit edilen ölü ve yaralı sayısı şöyledir: -Müslümanlardan 1828 ölü ve 1433 yaralı. Gayrı Müslimlerden ölü sayısı 8717 ve yaralı sayısı da 2238’dir. Zeytun Ayaklanması 1895 Temmuz’unda Hınçak Komitesi tarafından çıkarılmıştır. 1896 Haziran’ında ise Van ayaklanması patlak vermiştir. Van ayaklanmasının hazırlıkları bir yıldan beri yapılmaktaydı. Ermeni halktan toplanan “silâh vergisi” ve ölüm tehdidi ile Ermeni halka gönderilen mektuplarla, halktan para toplanmış, silah ve cephane yığınağı yapılmış, ayaklanmayı yönetecek

48

Ekim 2019

olanlar da İran ve Rusya yoluyla gelerek, ayaklanmanın başına geçmişlerdir. Ayaklanma 15-24 Haziran 1896 arasında devam etmiş olup, bu ayaklanma bastırıldığında, 418 Müslüman ile 1715 Ermeni hayatını yitirmiş ve 363 Müslümanla 71 Ermeni de yaralanmıştır. Nihayet 19. yüzyılın son Ermeni ayaklanması, 1897 yılında, 2. Sason Ayaklanması oldu. Temmuz ortalarına kadar sürdü ve Ermenilerin söylediğine göre, bu çarpışmalarda, 9321132 Türk “öldürülmüş” ve sadece 19 Ermeni ölmüştür. Fakat buna rağmen Ermeni kuruluşları ve komiteleri bu ikinci Sason ayaklanmasını da “Ermeni katliamına” dönüştürdü. Mamafih, bu ikinci Sason ayaklanmasının Avrupa’da yeteri kadar ilgi uyandırmadığı da bir gerçektir.

Kurtuluş Mücadelesi’nde Ermenilerin Tavırları Bizler her ne kadar Ermeni olaylarını aktarmaya çalışsak da bizim bu aktardıklarımız en asgarisidir. Şimdi ise yine kurtuluş mücadelesinde geçen olayların çok az bir kısmını anlatmaya çalışacağız. Bahsedeceğimiz cephe güney cephesi olsa da diğer bölgelerde ve cephelerde de benzer akalar cereyan etmiştir. Fransız albayı Saint Marie, 28 Ekim 1919 günü Antep’te Ermeniler tarafından muhteşem bir suretle bando


mızıka ile karşılandı. Fransızlar özellikle rütbeli subaylarını din adamı gibi gösterip, onları yerli Ermenilerle görüştürerek bölgede bulunan Ermenilerin örgütlenmelerine ve dışarıdan gelen Ermenilerin de bölgeye iskânlarına yönelik çalışmalarını bu şekilde sürdürmekteydi. Mutasarrıf vekili Sabri Bey’in imzasıyla 12 Kasım’da Ermenilerin şehirde çıkardığı olaylar şu şekilde örneklendiriliyordu: 1. Ermeniler, sokak ve çarşılardan geçerken karşılaştıkları Müslümanların dinine küfredip hocalara saldırılar gerçekleştiriyordu. 2. Uzun Hamamı civarında toplanan silahlı Ermeniler, zavallı Müslüman kadınların çarşaflarını sırtlarından almaya teşebbüs etmiştir. Bunların imdadına koşan Hacı İmam, Said Efendi ve Gaffar Osman isimlerindeki üç Müslüman, Ermeni hainleri tarafından dipçikle yaralanmıştır. Aynı zamanda medrese üzerine ateş ederek Zülfikar Hüseyin’i şehit ettiler. 3. Müslümanları katledip kadınlarını alacaklarını, kışla yolu üzerinde bağıra bağıra ilan ettiler. Yine 12 Ocak 1920 günü, Fransızlar, yarısı Ermeni gönüllüleriyle Maraş Arapdâr Köyü’ne giderek burada zorla insanları evinden çıkarıp, eşyaları yağmalayıp, hayvanları mundar etmiş ve kadınlara sarkıntılık yapmıştır. Burada çıkan çatışmalar neticesinde 10 tane şehit verilmiş ve 60 tane

de Ermeni öldürülmüştür. (1) Daha önceki yazılarımızda aktardığımız Sütçü İmam olayı da yine Ermenilerin bir Müslüman bacımıza saldırmaya teşebbüs etmesi neticesinde ortaya çıkmıştır.

Sonuç Bizler bir kez daha gördük ki milliyetçilik hastalığına bulaşan bütün toplulukların saldırgan, ayrımcı, dışlayıcı ve nihayetinde böyle bir hastalığın peşinden koşarak insanları öldürme ve ölme konusunda hiç geri durmamaktadırlar. Biz bu yazımızda milliyetçiliğin

neticesi

sonucunda

ve özellikle de şeytanın başlarında olduğu İngiliz ve Fransızların maşası olan Ermenilerin, Müslümanlara olan kin ve saldırılarını çok az da olsa işledik. İlerleyen süreçlerde muhakkak ki bu meseleler Allah’ın izniyle daha detaylı işlenecektir. Günümüzde de milliyetçilik akımları hala devam etmektedir. Müslümanların başına musibetler hem milliyetçilik hem de diğer faktörlerle birlikte gelmeye devam etmektedir. Bizim bu durumlar karşısında vermemiz gereken cevap şu şekilde olmalıdır: “Biz, Rabbimizin bizi cehenneme atması dışında başımıza gelecekler yüzünden endişe duymayanlar zümresiyiz…”

1. Prof. Dr. Armaoğlu Fahir, 19.yy Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s.564-580

Safer 1441

49


NEBEVÎ AİLE Halime Yılmaz

SALİHA KADININ ÖZELLİKLERİ

H selam

amd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salat ve

Muhammed

aleyhi ve sellem’

sallallahu

e, Onun o terte-

miz ailesi ve ashabının üzerine olsun. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı ve

50

Salih sözlükte; iyi, erdemli, doğru, yerinde, faydalı, faziletli, namuslu, dindar, katıksız, kaliteli, hayırlı ve benzeri manalara gelmektedir. Hadisler baz alınarak konuya nazar

edildiğinde

“saliha

kadın” kocasına karşı görev-

hidayeti tüm salih ve saliha

lerini yerine getirmesi, onu

kullarının üzerine olsun.

hoşnut etmesi, iffeti, imanı

Ekim 2019


ve dünyaya meyilli olmamasının ölçü alındığı görülmektedir. Müslüman bir kadın, kocası evden çıktığında ona, iffeti ve kocasının evine girmesini istemediği kişileri eve almama konusunda tam bir güven verebiliyorsa ona “saliha kadın” adı veriliyor. Kocalarının davet, ilim tahsili, cihat ve Allah’ın celle celaluhu razı olduğu amelleri yapmalarında onlara yardımcı olarak, onları önden o amele hazırlayarak, ayağı sürçerse doğruyu hatırlatarak Alemlerin Rabbinin verdiği sorumluluğu hakkıyla yerine getiren kadınlar, “saliha kadınlar” vasfını hak etmiş kadınlardır. Eşi eve geldiğinde onu tebessümle karşılayan,

kendisini

Kocalarının davet, ilim tahsili, cihat ve Allah’ın celle celaluhu razı olduğu amelleri yapmalarında onlara yardımcı olarak, onları önden o amele hazırlayarak, ayağı sürçerse doğruyu hatırlatarak Alemlerin Rabbinin verdiği sorumluluğu hakkıyla yerine getiren kadınlar, “Saliha kadınlar” vasfını hak etmiş kadınlardır.

gördüğünde

kocasının gönlüne huzur ve güven serpen, onu Allah’ın belirlediği sınırları aşmadan mutlu etmenin her yolunu deneyen kadın, saliha kadındır. Bütün bu tanımlar, ayetler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in hadislerine dayanmaktadır. Günah çamurunu andıran şu yeryüzü ancak salih ve salihaların imarı, uyanışı ve sorumluluklarını yerine getirmeleriyle huzura erecektir. Dünyanın her yerine derinlemesine ekilmiş şer tohumları, ancak ve ancak pak ve ter-

Salihalardan olmak bizzat Allah tarafından

imtiyazlı

olmak

demektir.

Yığınlarca insan topluluğu arasından seçilmiş olmak demektir. Ancak kendisine Rabbi tarafından hayır dilenen insan, salihler arasına ilhak edilebilir. Ancak cennete girmesi istenen bir kadın bu ayrıcalıklı sınıfa dahil olabilir.

temiz salih kulların dirilişi, sebatı ve

Saliha olmak, özel olmaktır. Herkesin

sabrı vesilesiyle bertaraf edilebilir. Bu

uzanamadığı değerli bir mücevher

yüzden salih ve salihalardan olmayı

gibi hissettirir sahibine. Değersiz taş-

istemek; yüce bir mertebeye göz dik-

lar çoğaldıkça etrafında, onun kıymeti

mek, izzetli bir hayatın sahibi olmayı

artar. Kıymeti arttıkça imanı, imanı

dilemek demektir.

arttıkça salih ameli, ameli arttıkça

Safer 1441

51


tevekkülü, tevekkülü arttıkça da derecesi artar. Bu makamda olamayanlar, ne çok şey kaybetmişlerdir. Bunu ancak bu makama erişebilen seçkin saliha kadınlar bilebilir. Saliha kadın olmak güzel, ayrıcalıklı ve gıpta edilmesi gereken bir makam olsa da zordur. Maalesef çoğu kadın başaramaz bu mertebeye erişmeyi. Bir kısmı önemsemez, bir kısmı değerini bilmez, bir kısmı -haşa- küçümser, bir kısmı bu mertebenin eşiğine kadar sabreder ama devamını getiremez. Bilimsel çalışmalarda zirveyi zorlayan çağımızın insanları, bu çalışmaları yapmalarında onlara güç veren Rablerinin bu konudaki öğütlerine kulak asmada, taş devrinden daha da geriye gitmekten bir rahatsızlık duymamaktadır. Ama biz rahatsızlık duymalıyız. Cehenneme karşı, ümmetin ahvaline karşı duyarlılığı olan her kadının rahatsız olması gerekir. Her kadın önceliğini iyi bir mesleğe sahip olmaya verirken saliha kadın önceliklerini hiçbir zaman unutmayandır. Diğer kadınlardan en önemli farkı da budur. Kadının salihalardan olması Kuran ve sünnette kocasına itaatkâr veya isyankâr olup olmamasıyla değerlendirilmiştir. Miraç olayında şahit olduğunu bildirdiği “cehennemliklerin çoğunun kadınlar” olmasının sebebi de kocalarına isyan etmeleri, onlara eziyet etmelerine bağlanmıştır. Yani nasların ortaya koyduğu ortak mana adeta Nisa Suresi 34. Ayette kısaca şöyle özetlenmiştir:

52

Ekim 2019

“…saliha kadınlar, itaatkardırlar…” Ayet gayet net ve açık bir şekilde ifade ediyor. Saf, temiz, kaliteli Müslüman kadın, meşru bir emir olduğu sürece kocasına itaatten geri durmaz. Cennetine giden en kolay yolun burada olduğunun bilincindedir. Şöyle düşünelim: Sizi her an koruyup kollayan, her daim hakkınızı savunan, sizi gerçek anlamda sahiplenen Yüceler Yücesi bir Rabbin buyruğudur ki, sadece O’nu razı etmek için kocanı razı etmen gerekmektedir. Kocan sana her istediğini yapabilir, canı istediğinde dövebilir, sana nasıl istiyorsa öyle davranabilir demiyor. Kocana “hanımına nazik davran” diye emreden Rabbin, sana da ona itaat et diyor. Ne kadar mükemmel bir sistemin takipçileriyiz. İki tarafın hukukunun da çiğnenmediği harika bir sistem. Kocanın nezaketi giderse kadının itaati, kadının itaati giderse kocanın nezaketi biter sistemi. Her şeyi yerli yerine koyan ne kadar adil bir düzen. Hamd etmek, emredileni yapmak ve hayranlığımızı gizleyememekten başka bir şey düşmüyor bize. Neden erkeklerin kadınlara değil de kadınların erkeklere itaat etmesi emrediliyor peki? Aynı ayetin öncesinde bunun sebebi açıklanmış: “…Erkekler, kadınlar üzerinde yönetici, koruyucu ve reistirler…” Erkekler kadınlara onlara göre daha az verilen bazı doğal nitelik ve güçlere sahip oldukları için evin yöneticisidir-


ler. Yoksa bu, onların şeref ve fazilet bakımından üstün oldukları anlamına gelmez.

Kadın,

doğasındaki

bazı

eksiklikler sebebiyle kendi güvenliği için ona tabi olmak zorundadır. Uygulandığı

sürece

aile

birliğini

idame ettirmeyi sağlayacak harikulade bir düzendir bu. Bir koca hanımına kızıl dağdan siyah dağa gitmesini emretse kadına düşenin bu emri yerine getirmek olduğunu (1), haklı bir gerekçesi olmadan kocasından boşanmak isteyen bir kadına cennetin kokusunun haram olduğunu (2), başka bir rivayette de o kadının münafıklardan olduğunu

(3)

Salihalardan olmak bizzat Allah tarafından imtiyazlı olmak demektir. Yığınlarca insan topluluğu arasından seçilmiş olmak demektir. Ancak kendisine Rabbi tarafından hayır dilenen insan, Salihler arasına ilhak edilebilir. Ancak cennete girmesi istenen bir kadın bu ayrıcalıklı sınıfa dahil olabilir.

bildiren, Rasû-

lullah sallallahu aleyhi ve sellem’ dir. Saliha kadının meşru konularda kocasına itaatkâr olması dışındaki diğer bazı özellikleri:

“Kadınlar

çocuklarını

karınlarında

taşıma ve doğurma zahmetine katlanırlar.

-Kocasına karşı sevimli, teselli edici,

Çok merhametlidirler. Kocalarına ettikleri

naziktir.

eziyetler olmasa, onların namaz kılanları

-Sözü, ameli, kocasını itminan edişi,

cennete girer.” (4)

her yönüyle kendine “İşte bu dünyanın en büyük nimeti” dedirtir. -Kadınların cenneti kazanmaları için özellikle kocalarının haklarına riayet etmeleri tavsiye edilmiş ve bu konuda

-Saliha kadın kocasının, evine girmesine izin vermediği kişileri eve almaz. -Kocasının sırrını ifşa etmez, kocası kendisinden bir şey istediğinde cimri-

işleri oldukça kolaylaştırmıştır. Ebu

lik etmez, kendisi birşey isterken ısrar

Umame’ den rivayetle Rasûlullah sal-

etmez, kendisine bir iyilik yaptığında

lallahu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu:

teşekkür etmeyi unutmaz.

1. İbn Mace 1852. 2. Nesai, 3330, Hâkim 2752. 3. Ebu Davud 1947. 4. İbn Mace 2043.

Safer 1441

53


-Evde yaptığı işleri küçümsemez. Bu işlerle kocasının dışarıda yaptığı hayırlı amellerin mükafatına ortak olduğunu bilir.

Sizi her an koruyup kollayan, her daim hakkınızı savunan, sizi gerçek anlamda sahiplenen Yüceler Yücesi bir Rabbin buyruğudur ki, sadece O’nu razı etmek için kocanı razı etmen gerekmektedir. Kocan sana her istediğini yapabilir, canı istediğinde dövebilir, sana nasıl istiyorsa öyle davranabilir demiyor. Kocana “hanımına nazik davran” diye emreden Rabbin, sana da ona itaat et diyor. Ne kadar mükemmel bir sistemin takipçileriyiz. İki tarafın hukukunun da çiğnenmediği harika bir sistem. Kocanın nezaketi giderse kadının itaati, kadının itaati giderse kocanın nezaketi biter sistemi. Her şeyi yerli yerine koyan ne kadar adil bir düzen. Hamd etmek, emredileni yapmak ve hayranlığımızı gizleyememekten başka bir şey düşmüyor bize.

-Doğum sancısı, hamilelik, emzirme dönemlerindeki uykusuz, yorgun, eziyetle geçirdiği zamanları kocası kendisinden razı olduğu sürece gündüz oruçlu, gece ibadetle geçirdiği zamanlar gibi görerek sabreder. -Evinden dışarı çıktığında iffetini korur ve kocasının kötü yanlarını başkalarına anlatmaz. Ümmü Seleme’ nin bildirdiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “En çok kızdığım kadın, kocasından şikayetlerde bulunmak için eteklerini sürüyerek evinden çıkan kadındır.” (5) Ebu Davud’da geçen bir olay ile yazımızı nihayete erdirelim: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bir gazaya iştirak eden Ümmü Hallad’ ın oğlu şehit düşmüştü. Oğlunu sormaya gelen kadına “Hem şehit düşmüş oğlunu sormaya geliyorsun, hem de saçını başını yolmamış, yakanı paçanı yırtmamışsın. Hatta yüzün de peçeli. Sen bir anne olarak oğlunu böyle mi sormaya geldin? Denilince Ümmü Hallad şu cevabı verdi: “Oğlumu kaybettim ama iffetimi kaybetmedim.” Rabbimizin bizleri de salihalar zümresine dahil etmesi duasıyla… Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur… 5. Taberani Cem’ul-Fevaid 4312.

54

Ekim 2019


SERBEST KÖŞE Ümit Şit

SOSYAL MEDYADA İSLÂMİ DAVETİN GEREKLİLİĞİ VE YÖNTEMİ

İ

nsanların sosyal hayat kavramı, günümüzde büyük ölçüde değişikliğe

ken… İnsanlar; duymayan,

uğramıştır. Hızla gelişen tek-

rist kültürün savaş strateji-

nolojinin, artıları ve eksileri

sinde kullandığı argümanlar

hesap edilmeden… Hayat-

da insanın sosyal hayatını ve

lara kapitalist ve sekülerist

önceliklerini

bir anlayış hâkim olurken…

İnsanoğlu yaratılışı itibariyle

Günlük işleri kolaylaştıran

içinde hayrı ve şerri barın-

teknolojiler,

dıran bir varlıktır. Ancak,

uzun

vadede

görmeyen, konuşmayan üç maymunu oynarlar. Seküle-

değiştirmiştir.

ruhları ve zihinleri rehin

imtihan

alırken… Medyanın kitle ile-

hayır ve şer karıştırılmıştır.

tişim araçlarıyla başlattığı,

Günümüzde

insan zihnine düzenlenmiş

çok insan şerri hayır gibi

en karmaşık savaş günü-

görmekte ve bu minvalde de

müzde iyice ayyuka çıkar-

direnmektedir. Şerrin yerini

gereği

bulunan

maalesef

bir-

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Âl-i İmran, 104

Safer 1441

55


hayrın alması ve hayrın yerini şerrin alması durumu insan ihtiyaçlarını kurgulayan toplum mühendislerinin aldatmacalarıdır. Toplum mühendisleri medyaya argüman sağlarlar. En önemli argümanları; cinsellik, özgürlük, anın yaşanması, hızlılık gibi kavramlardır. Bu kavramlar üzerinden insanların zihinlerine seslenmektedirler. Bu kavram ve kavramlar üzerinden insanlara çağrılar yapılmakta ve adeta şerrin davetçisi gibi görev yapmaktadırlar. Bu daveti ise "biz sadece insanlığın yararına çalışmaktan ve ortalığı düzeltmekten başka bir görev bilmiyoruz cümleleriyle masumlaştırmaktadırlar." Bu söylemleri ne kadar da Allah’ın şu ayetine benzemektedir: “Onlara 'yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın' denildiği vakit 'Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz' derler.” (1) Aslında bu davetin sahibi iblisten başka kimse değildir. İblisin kendine boyun eğen şeytanları vardır. Bunlar cinlerden de olabilir, insanlardan da. Cinlerden olanlar vesveselerle şeytani fikirleri fısıldarlarken, insan şeytanları ise bu fikirleri pratiğe dökerek misyonlarını gerçekleştirmektedirler. Allah’ın haram kıldığı, yasakladığı şeylerin bütününün, kâfir, zalim ve fasık yönetimler eliyle nasıl rağbet gördüğü, nasıl bu yasakların prim yaptırıldığı gözümüzü yırtarcasına önümüzdedir. Kitle iletişim araçlarından biri olan sosyal medyanın, 1. Bakara, 11.

56

Ekim 2019

yüksek bir ivme kazanmasıyla artık mahrem bölgelere, özel mülkiyetlerin ta içlerine girilmek suretiyle gizliliğin ve mahremiyetin ortadan kalktığına şahit oluyoruz. Ahlâk duvarlarının, bilgisayarların güvenlik duvarları kadar önemsenmediğini görüyoruz. Temiz fıtratlara virüslerin bulaştırıldığına, sözde kendini İslâm’a nispet eden cahil kitlelerin daha da cahilleştiğine, İslâm’a düşman olan kesimlerin ise daha da azgınlaştığına şahit olmaktayız. Sosyal medya artık yeni bir hayat alanı haline gelmiştir. Toplumdaki bütün kesimler bu hayat alanına kendisine ait tuğlalar yerleştirmektedirler. Bu tuğlalar zamanla bina olmaktadır. Her ideoloji ve düşünce ekolleri kendi tohumlarını sosyal alana, sosyal medya aracılığıyla serpiştirirlerken, serpiştirilen bu tohumlardan çıkan zehirli sarmaşıklar Müslümanların ayaklarına dolanmaktadır. Sosyal medya ürünleri arasında sosyal sanal ortamlar, blog sayfaları, video siteleri vb. ürünler aracılığıyla önce sanala, sanaldan ise pratik hayata pratik bir şekilde uygulanmaktadır. İslâm davetçileri, Müslümanların dinlerini, ırzlarını, akıllarını korumakla mükellef olduklarından bu platformlarda olmaları tabii bir şekilde oluşmuştur. Önemli olan insan kitlelerine ulaşmaktır. Şayet insan kitleleri cadde ve sokaklara rağbet ediyorlarsa davetçi Müslümanlar algılarını o yöne doğru


çevirmek zorundadır. Şayet insanlar sosyal medya ile sosyalleşiyorsa bir İslâm davetçisinin davet alanlarından biri de sosyal medya ortamları olmalıdır. Ancak sosyal sanal medyaya bağımlı hale getirmek değil, sosyal sanal medyadan, gerçek hayata adım attırmak ve gerçek dünyayı gözlerinin önüne sermekle mükelleftirler. Nasıl Peygamber Efendimiz davet ederken insan kalabalıklarının en yoğun olduğu Ukaz panayırlarını gözetiyordu ise biz de insanlara sosyal sanal medya aracılığıyla ulaşarak pratik hayatına ve hayatlarına geçiş yapabiliriz. Şayet biz İslâm davetinin sosyal medya ayağını oluşturmazsak, Müslümanların ayaklarını batıl ideolojiler ya da hurafe ve bidat dolu bir din anlayışı kaydırabilir. Şayet biz sosyal medya projelerimizi ortaya koymazsak, projeye aç genç beyinlerin göç etmesiyle karşılaşabiliriz. Birçok insan özellikle genç kesimler İslâm’ın gerçek mahiyetini, tevhidi, şirki, imanı bozan halleri, itikat esasları gibi her şuurlandırıcı bilgiyi sosyal medya aracılığıyla tanıyarak hidayeti Allah’ın izni ile bulmuşlardır. Bu durum azımsanamayacak kadar fazladır. Sosyal medyanın geniş kitlelere ulaşması rolünden dolayı sosyal medyaya inmemiz Müslümanlar olarak kaçınılmaz bir gerçektir. İslâm daveti ister istemez ferdi olarak yeni hidayet bulanlar tarafından sosyal medyaya zaten girmiş bulunmaktadır. Bizim amacımız bu daveti nasıl disipline etmemiz gerektiği,

Sosyal medya artık yeni bir hayat alanı haline gelmiştir. Toplumdaki bütün kesimler bu hayat alanına kendisine ait tuğlalar yerleştirmektedirler. Bu tuğlalar zamanla bina olmaktadır. Her ideoloji ve düşünce ekolleri kendi tohumlarını sosyal alana, sosyal medya aracılığıyla serpiştirirlerken, serpiştirilen bu tohumlardan çıkan zehirli sarmaşıklar Müslümanların ayaklarına dolanmaktadır.

haram olan şeylerden nasıl kaçınmamız gerektiği, İslâm davetinin sanal ortamdan nasıl gerçek hayatta karşılığının bulunacağı bir yapıya kanalize edileceği gibi problemleri tanıyarak gidermektir. Evet sosyal medyada haramlar vardır ve davetimiz, sırasında bunlara bulaşma riskimiz mevcuttur. Ancak eğer biz gerçekten davetçiysek aynı riskin benzerleriyle metropol şehrin; caddelerinde,

sokaklarında,

Safer 1441

dük-

57


“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?” Fussilet, 33

kânlarında, hastanelerinde, üniversitelerinde ve daha birçok kamuya açık alanlarında karşı karşıya zaten kalabilmekteyiz. Nasıl gerçek hayatta daveti terk etmiyorsak, sosyal medyada da haramların önünü kapayıcı önlemler alarak daveti sürdürmek gerekir. Daveti ferdi davetten çok sivil toplum kuruluşlarının bünyesinde bulunan resmi sosyal medya sayfalarından yapabiliriz. Bu durumda hem kendi nefsimizi başı boş bırakmamış olur, hem de ulaşılan bireye daveti, bir köprü gibi sanal üzerinden gerçek hayatta şeffaf bir yapı ile yüzleştirerek, karşılık bulabilmelerinin güvenini aşılamış oluruz. Sosyal medya sayfalarında siyasi düşünceler yerine Allah’ı ve Rasûlullah’ı tanıtıcı, cennetin nimetlerini, cehennemin azabını, İslâm ahlâkını, sahabe hayatlarını, iman nimetini, evreni tefekkür ettire-

58

Ekim 2019

cek söylemler ile vitrine çıkılmalıdır. Zaten gerekli olan da budur. Polemik üreten boş yorumlardan kaçınmalı hatta yorum yapılmamalıdır. Daha çok diyalogdan öte monolog bir davet yapılmalı karşı tarafın bilinçlenmesine gayret edilmelidir. Sosyal medyada diyalog kaostur. Gece yarılarına varan kısır danışıklı dövüş gibidir ki bu da sonuçsuzdur. Hem zamanımızı da bilgisayar başında geçirmemize sebebiyet verir. Sosyal medyada daha çok şuurlandırıcı, tevhidi ve şirki anlatan, ehli sünnet inancını anlatan, hadislerin önemini anlatan, videolar yapılmalı ve bir sayfa üzerinden paylaşılmalıdır. Böylelikle davet kullanıcılara taşınacaktır. Davetçi kullanacağı görseli ve dili iyi seçmelidir. Aksi takdirde davet başlamadan bitebilir. Özellikle toplumun anlayacağı ve kabul göreceği bir dil ve görseller kullanılmalı, fitneden uzak durulmalı ve ayrıştırıcı üsluplardan kaçınılmalıdır. Ayrıca sayfalar üzerinden okunabilecek tavsiye kitaplar da paylaşılabilir. İslâm’a düşmanlığı ile bilinen kesimlerin propagandalarına, manipüle edilmiş haberlerine karşı hakkı ortaya koyan gerçek haberleri paylaşmalı ve propagandalara karşı ortak İslâmi bir şuur oluşturulmasının önünü açacak paylaşımlarda bulunmak da sosyal medya sahasında yapılması gereken davetçi görevlerindendir. Özellikle kitlelerin zihinlerini batıl ideoloji ve inançlarla kontrol altına almaya çalışan kesimlere karşı, insanları


Allah’a davet etmek ve Müslüman olmanın gereklerini açıklamak, Müslüman kimliğin her türlü kimliğin ve statünün üstünde bir kimlik olduğunu anlatarak insanların zihinlerini özgürleştirmek de bir davetçinin görevleri arasındadır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (2) İslâm Davetini her koşulda ve mekânda insanlara ulaştırmalıyız. Çünkü insanlar öncelikli meselelerle sonraki meselelerin yerlerini karıştırmışlardır. Çünkü insanlar dünya hayatındaki sorunların çözümlerini çözüm olarak inandıkları uyuşuk zihinlerinden ortaya çıkan çarpık fikirlerde aramaktadırlar. Mesela Suriye’de yüzbinlerce insan ölürken, sokakta yatan bir kedi ve köpek için gözyaşı dökebiliyorlar. Mesela kadın cinayetleri tedbirlerin alınmamasından dolayı işlenirken, en kalıcı ve kesin tedbirler gericilik yaftası ile görmezden gelinebiliyor. Biz Müslümanlar olarak şuna iman ediyoruz ki ne kadın hakları ne hayvan hakları ne de birçok mazlumun hakkı İslâmi bir sistem kurulmayana kadar asla düzelmeyecektir. Ne BM kararları ne kamu spotları ne de insan ürünü birçok bakış açısı ve sistemler bu cinayetlerin ve işlenen suçların önüne geçe-

Biz Müslümanlar olarak şuna iman ediyoruz ne kadın hakları ne hayvan hakları ne de birçok mazlumun hakkı İslâmi bir sistem kurulmayana kadar asla düzelmeyecektir.

cektir. Çünkü bu dünyayı tanımayan ve kesin olarak dünyanın ve evrenin kurallarına hâkim olamayan hiçbir kimse kalıcı çözüm üretemez. İnsan ise bırakın her şeyi bilmeyi kendi vücudunu bile tam olarak tanıyamamıştır. Bu yüzden Müslüman davetçiler olarak insanları gerçek sorunlara yönelterek hem dünyalarında huzuru yaşamalarını hem de ahiret hayatında ebedi mutluluğa ulaşmalarını sağlamak boynumuzun borcudur. En önemlisi ise bu insanlara hakkı ulaştırarak aslında kendimizi hakka ulaştırdığımızı unutmamalıyız. “İçinizden

hayra

çağıran,

iyiliği

emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

(3)

2. Fussilet, 33. 3. Âl-i İmran, 104.

Safer 1441

59


SERBEST KÖŞE Derya Fıçıcı

Hadislerle

Zühd Ey Mü'mine kardeşim! Allah’a hamd olsun ki, O bizleri dinine layık gördü. Kalplerimizi kendisine yöneltti. O’nun lütfu ve keremi sayesinde İslâm üzere, temiz, pak bir hayat yaşamaya gayret ediyoruz. Bu imtihan sürecinde dünya kendisini bizlere sunmaya, çağırmaya devam ediyor. Nefislerimizin dünyaya karşı şiddetli isteklerine, arzularına irademizle karşı koymaya ya da Allah’ın koyduğu ölçüde onun hakkını verip susturmaya çalışıyoruz. Ancak öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki, evlerimizde otururken dahi bir tık’la her türlü dünya nimeti gözlerimizin önüne seriliyor. Çarşı ve

60

Ekim 2019


pazarlardan, vitrinlerden, büyük marketlerden uzak kalsak dahi bir yerden bir yere giderken nefislerimizi kışkırtan yüzlerce durumla karşı karşıya kalabiliyoruz. Rengârenk vitrinlere dizilmiş elbiseler, ışıklandırılmış takı dükkânları, mobilyacılar, döşemeciler ve daha yüzlercesi… Her gördüğümüz kare irademizi zayıflatıyor ve onlara karşı zafiyetimizi artırıyor. Bugün görüyorum ki, bu konuda büyük bir yanılgıya düştük. Sokaktaki çarşı ve pazardan kaçtık. Onlara ihtiyaç dâhilinde ve Allah’ın en sevmediği yerler olduğunu hatırımızda tutarak gittik. Elhamdülillah bu konuda bir fıkhımız var ve bizler de buna göre hareket etmeye çalıştık. Peki telefon ekranından bize açılan çarşı ve pazarlara karşı ne yapacağız? Üstelik internet alışverişi ile alakalı bir fıkhımız dahi yokken buna nasıl bir ölçü getireceğiz? Çarşı ve pazar görmeyen ama sosyal medya hesabından sürekli gerekli gereksiz ürün siparişi veren, instagram sayfalarından pahalı-ucuz ürün takibi yapıyorum, diye zamanının büyük bir bölümünü burada geçiren, öyle ki dünyanın dört bir tarafından birileri ile tanışan, iletişim kurduğu kişinin cinsiyetinden dahi emin olamadığı bir ortamda başkalarıyla iletişime geçen birçok insan var… Hatta ürünlerin altına yorumlar yazan, hatta burada ne koysam satılıyor, deyip ticarete atılan birçok bacımızın, bunun, haya-

tının amacı haline geldiğini ve olayın haramlık ve helallik boyutu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan kendilerini internet üzerinden ticaret sahasında bulduklarını görüyoruz… Sosyal medya kullanımı fıkhına ihtiyacımız vardı. Henüz bunu oluşturamadan şimdi de internet üzerinden alışveriş fıkhına ve “Mümin bir kadının bu konuda ölçüsü ne olmalı, nasıl bir ölçüyle bunu kullanabilir?” sorusuna cevap arıyor durumdayız… Dünyalıkların dört bir yandan bizi sardığı bu ortamda, kendimizi dipsiz bir kuyunun karanlıklarına doğru hızla düşerken bulduğumuz anda önderimiz, rehberimiz, efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için uzanan el olduğunu görüyoruz… Hz. Aişe radiyallahu anha diyor ki: “Ensar’dan bir kadın yanıma gelmişti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının katlanmış bir örtüden ibaret olduğunu görünce, doğru çıkıp evine gitti. İçi yünle doldurulmuş bir yatak alıp getirdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem geldiği vakit: ‘Bu nedir?’ diye sordu. Ben de: ‘Ensar’dan falanca kadın yanıma gelmişti. Senin yatağını gördü ve bunun üzerine bunu getirdi.” dedim. Bana: “Onu geri yolla.” dedi. Ben ise yollamadım çünkü öyle bir yatağın evimde olması hoşuma gidiyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ısrarla bana üç sefer onu geri vermemi söyledi ve: ‘Ey Aişe! Allah’a yemin ederim ki şayet istesem

Safer 1441

61


Allah, altın ve gümüş dağlarını benimle yürütür.’ Bunun üzerine ben de yatağı gerisin geri yolladım.” (1)

Çarşı ve pazar görmeyen ama sosyal medya hesabından sürekli gerekli gereksiz ürün siparişi veren, instagram sayfalarından pahalı-ucuz ürün takibi yapıyorum, diye zamanının büyük bir bölümünü burada geçiren, öyle ki dünyanın dört bir tarafından birileri ile tanışan, iletişim kurduğu kişinin cinsiyetinden dahi emin olamadığı bir ortamda başkalarıyla iletişime geçen birçok insan var… Hatta ürünlerin altına yorumlar yazan, hatta burada ne koysam satılıyor, deyip ticarete atılan birçok bacımızın, bunun, hayatının amacı haline geldiğini ve olayın haramlık ve helallik boyutu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan kendilerini internet üzerinden ticaret sahasında bulduklarını görüyoruz…

Sen ve ben evlerimize mübah anlayışıyla koyduğumuz konforun, lüksün içinde dünyaya karşı nefsimizi koruyamayacağımızı işte bu hadisin nasihati ile anlayabiliriz. Kendimizi alışveriş çılgınlığından, “bu da ihtiyaç!” kandırmacasından, “biz mütevazı bir hayat sürüyoruz.” rüyasından ancak şu hadis uyandırabilir. Abdullah b. Yezid el-Hutami bir gün bir yemeğe davet edilir. Davet evine geldiğinde o evin süslü olduğunu görür ve dışarıda oturarak ağlamaya başlar. “Neden ağlıyorsun?” dediklerinde şöyle der: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir yere ordu sevk ederken Veda Tepesi’ne vardığında şöyle derdi: ‘Sizin dininizi, emanetinizi ve işlerinizin akıbetini Allah’a ısmarlıyorum.’ Bir gün kürk giyen adam gördü. Güneşin doğduğu yere yöneldi. -Ravi burada tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi ellerini uzatarak- ‘Dünya sizi sarmış! Dünya sizi sarmış!’ dedi. Yani dünyaya yönelmişsiniz, dedi. Öyle ki bize diyor sandık. Sonra sözlerine devamla: ‘Siz bugün lüks içerisinde yaşayıp Kâbe’nin örtüldüğü gibi evlerinizi de güzel kumaşlarla örteceği gün mü iyi olacaksınız?’ buyurdu. Abdullah: “Ben hala ağlamayayım mı? Kâbe’nin örtüldüğü gibi evlerimizi örttüğümüz şu günlere de kaldım.” der. (2) 1. Ahmed b. Hanbel, Kitabu’z Zühd 76. 2. Ahmed b. Hanbel, Kitabu’z Zühd 1092.

62

Ekim 2019


Peki ya şu günlere kalmış sen ve ben dünya şehvetlerine karşı nefislerimizi nasıl dizginleyeceğiz?

Sonra hemen minbere çıkarak: “Ey

Sahabe efendilerimizin bunu nasıl yaptıklarına bakalım… Sanki uzaktan, onlar bu kadar dünyalıklarla imtihan olmadılar, diyenlerin seslerini işitir gibi oluyoruz…

Bu büyük servet, asr-ı saadet günle-

Hatırlayalım ki Ömer radiyallahu anh zamanında, bir defasında İslâm başkentine o kadar büyük bir servet geldi ki, bu servet o güne kadarki vergi gelirine göre hayal bile edilemeyecek kadar büyüktü. Bir akşam vakti Ömer radiyallahu anh’ın Bahreyn dolaylarında görevli haraç vergisi tahsildarı, topladığı vergileri teslim etmeye geldi. O sırada Müslümanlar akşam namazını kılıyorlardı. Bu sırada Ömer radiyallahu anh ile tahsildar arasında şu konuşma gerçekleşti. Ömer radiyallahu anh: “Yanında ne kadar para var?” diye sordu. Tahsildar: “Beş yüz bin sarı lira (dirhem).” dedi. Ömer radiyallahu anh: “Beş yüz bin sarı liranın ne kadar olduğunu biliyor musun?” diye sordu. “Evet biliyorum. Yüz bin sarı lira sonra yine yüz bin sarı lira…” diye beş kez tekrarladı. Ömer radiyallahu anh: “Anlaşılan sen yorgunsun ve uykusuzsun. Şimdi git, yarın sabah bana gelirsin.” dedi. Ertesi sabah tahsildarın gelmesinden sonra toplanan paranın gerçekten beş yüz bin sarı lira olduğunu öğrendi.

ahali! Çok para geldi! Bunu isterseniz tartarak aranızda bölüştüreyim.” rine yakın yaşayan devlet başkanı ve liderleri Ömer radiyallahu olan Müslümanları bozmadı. O Ömer ki, devlet hazinesinden kendine bağlanan maaştan artınca ailesine yağlı çörek almış, sonra “aldığım para fazla ki artıyor” deyip yağlı çöreğin parasını devlet hazinesine geri ödemişti. Ve yine Ömer radiyallahu anh ileri gelen sahabilerin taşraya gidip ticaret yapmasına izin vermemişti. Onlara insanlar arasında Allah’ın hükümlerini uygulama görevinde kendisine yardımcı olma görevini vermişti. Sahabelerden hiçbirinin Ömer radiyallahu anh’ın bu kuralına karşı, “Ticaret yapmak helal bir iştir. Bizi bundan neden

engelliyorsun?”

dediklerini

duymuyoruz. Çünkü onların daha mübarek bir vazifeleri vardı. Allah’ın yasasını, hükümlerini insanlar arasında uygulama görevini yüklenmişlerdi. Peki güzel kardeşim, sen ve ben dünyanın süsüne, çekiciliğine karşı aldanıp Allah azze ve celle’nin mübarek davasına davet etme, tebliğ etme vazifesine talip olmayacak mıyız? Selam ve dua ile…

Safer 1441

63




İSLÂM DAVASINDA SON KALE AİLE Yusuf Yılmaz İmam Buhari Vakfı Aylık Seminerleri

09 Ekim - Saat: 20.30 Yer: İmam Buhari Vakfı

*Erkeklere Yöneliktir. Eğitim ve Araştırma Vakfı


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.