O’nun izinde
NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi
Şubat 2015 1436
Rebiülahir
Yıl: 3 Sayı: 27 - Fiyatı: 7 TL
www.nebevihayatyayinlari.com
"Şehidlerin ruhları yeşil kuşların karnındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Diledikleri gibi cennette serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler." (Hz. Muhammed )ﷺ
ÖLÜM(SÜZLÜĞ)Ü, HAYATA TERCİH EDENLERİN YOLU;
ŞEHÂDET CİHAD VE ZİKİR AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR
GÜNEY ASYADA BİR DİRENİŞ UMUDU: PATANİ
Mahmut VARHAN
Metin EKEN
EFSANE KOMUTAN: HATTAB
HEPİMİZ CHARLİE DEĞİLİZ (Gündem) Nedim BAL
Cihan MALAY
facebook.com/nebevihayat twitter.com/nebevihayat
YETİME KEFİL OL v) . a (s.
PEYGAMBER e
KOMŞU OL
SPONSORLUK BEDELİ/AYLIK
90
Her gün binlerce çocuğun yetim kaldığı dünyamızda ayda 90 lira ile bir yetim çocuğa destek verebilir, ona umut olabilirsiniz.
FiLiSTiN’DE YETiM ÇALIŞMALARIMIZ BAŞLAMIŞTIR. yetim.imambuharivakfi.org
www.imambuharivakfi.org
0538
517 23 21
0212
550 63 77
İMAM BUHARİ Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000-2 Şube: Yenibosna
www.nebevihayatyayinlari.com
%50 indirim
online alışveriş
Davet . ve Davetçinin .
ILKELERI
I
T IK
Ç
ADIM ADIM KUR’AN-I KERİM ELİF BA’SI
İMAM BUHARİ
(Hayatı, Eserleri ve Hadis İlmiyle İlgili Koyduğu Usuller)
ZÂDU’L MÜSLİM ÇOCUKLAR İÇİN
NAMAZ REHBERİ
PEYGAMBERİMİZDEN AHLAK HADİSLERİ
ZÂDU’L MÜSLİM
PEYGAMBERİMİZ (sallallahu aleyhi vesellem) RAMAZANDA NASIL İBADET EDERDİ
TEMEL İSLAMİ BİLGİLER
Amel, Sözün Efendisidir
KARDEŞLİK SÖZLEŞMESİ
İSLÂM AKAİDİ Arapça
AHLAKIMIZ RİSALETÜ’L-MÜSTERŞİDİN
DAVA ERLERİNİN İMTİHANI
8 HADİS İMAMININ KİTABINDAN RİVAYET EDİLEN EMİR VE YASAK HADİSLERİ
0212 515 65 72 0543 654 46 63 Güneşli Mh. Ayçin Sk No: 36 Güneşli Bağcılar/İST.
KUR’AN VE SÜNNETTE ZİKİR VE DUA
İNKÂR RİSALESİ
Hasan KARAKAYA
facebook/nebevihayatyayinlari twitter/nebevihayatyay www.nebevihayatyayinlari.com
İÇİNDEKİLER YIL: 3 Sayı: 27 Fiyatı: 7 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük
4
Cihad ve Zikir Ayrılmaz Bir Bütündür
9
Büyük Cihad’dan Küçük Cihad’a
Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63) - (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Kuveyt Türk Katılım Bankası Banka Şubesi: İstanbul Esenler Iban No: TR49 0020 5000 0910 2331 3000 01 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük
Mahmut Varhan Hakan Sarıküçük
Ne Zaman Döneceğiz?
13
Cihadsız Hayat Yaşanmamış Demektir!
17
Mücahidin Ahlâkı
Ebubekir Eren
22
Rakbu’ş-Şühedâ Şehidler Kervanı...
Said Özdemir
26
Gündem: Hepimiz Charlie Değiliz
Nedim Bal
37
Ölümsüzlüğü, Hayata Tercih Edenlerin Yolu;
Zafer Mert
S. Ramazan Aycil
(Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Ercan Araz & Yakup Hazman Kapak Yakup Hazman Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2015 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 80 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)
Şehadet
43
İslam Coğrafyaları: Patani
47
Nebevi Aile: Aile Tutumları Ve Çocuk
Metin Eken Halime Yılmaz
Üzerindeki Etkileri - 1
51
İman Kardeşliği
Derya Fıçıcı
54
Önderlerimiz: Efsane Komutan Hattâb
Cihan Malay
62
Müslümanın Mevsimleri
Baskı Cilt: Öz Karacan Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Şubat 2015 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Esma Köse
MAHMUT VARHAN CİHAD VE ZİKİR AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR
NEDİM BAL HEPİMİZ CHARLİE DEĞİLİZ
4
26
Hamd yüce Rabbimize, salat ve selamların en güzeli Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabelerine ve müminlerin üzerine olsun. Değerli Kardeşler, Bildiğiniz üzere ülkemizde her sene olduğu gibi şubat ayı denilince Müslümanlar arasında şehadet bir daha gündeme gelir. Şubat ayı adeta şehitler ve şehadetle birlemiş bir aydır. Her yıl şehitler için programlar tertip edilir ve gerçek önderlerimiz, liderlerimiz, vaizlerimiz anılmaya, hatırlatılmaya onlarla kalpler ihya edilmeye, mücadeleye yeni bir nefes getirilmeye çalışılır. Biz bu sebebe binaen mütevazı bir katkı da olsa çıkmaya başladığımız ilk yıldan itibaren şubat aylarında şehitlik konusu bir daha işlemeye hatırlatmaya çalışıyoruz ki önce bizler geçici bu dünyaya gereğinden fazla değer vermeyelim ve siz değerli dostlarımıza bunu bir kere hatırlatmış olalım. Şehitler gerçek başarının Allah’ın sınırlarını çiğnememek olduğunu ispatlayan yiğitlerdir. Şehitlerin verdiği mesajların en büyüğü: “Ey Allah’ın kulları, her şey Allah yolunda verilmeye lâyıktır; ama hiçbir şey Allah yolunda harcanmayacak kadar kıymetli değildir!” En büyük davetçiler şehitlerdir. Acaba hangimizin sesi bir Hasan el-Benna kadar, Seyyid Kutub kadar Abdullah Azzam kadar çıkabilir. Yine bir şehid olan Malcom X’in dediği gibi: Bazı ölüler yaşayanlardan daha çok konuşur. Değerli Kardeşler,
CİHAN MALAY EFSANE KOMUTAN HATTÂB
54
Sizleri dergimizle başbaşa bırakırken yeni yıl için ABONELİK çalışmalarımıza desteklerinizi beklemekteyiz. Şimdiden desteklerinizden dolayı Allah razı olsun. Rabbim sesimizin daha gür çıkmasını nasip eylesin. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duası ile.
MAHMUT VARHAN
Kapak Dosya
CİHAD
VE
ZİKİR
AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR
A
llah’ın zikrini kapsayan Kitab’ı Mübin’i indirerek, O›nu nasıl zikredeceğimizi biz Âdemo-
ğullarına öğreten ve kılıçla Kitab’ı korumayı emreden Rabbü’l-Alemin’e hamd olsun. Allah Azze ve Celle’yi zikreden bütün zâkirlerin serzâkiri ve Allah Teâlâ’nın yolunda cihad eden bütün mücahidlerin kumandanı olan Peygamberimiz, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e; hayatlarında zikir, ibadet ve cihadı mezcederek kâmil müslümanlar olan onun âline, ashabına ve kıyamete kadar gelecek olan etbâına salât ve selam olsun. İmdi; Dünyevi ve uhrevi saadete talip olanlar, ubudiyet yoluna girip; kul olduklarının bilinç ve şuuruyla hareket etmelidirler. Kul ise; kendisi için kolay gelen şekilde değil de yüce Mevlâ’sının emirlerine göre amel eder. Yüce Mevlâ’sının rı-
4
REBİÜLAHİR 1436
zasına ulaştıran amelleri tefrik etmeksizin, gücü nisbetinde hepsini yapmaya gayret eder. O bir taraftan rıhle-i tedriste ilim öğrenen ve öğreten bir ilim talibi; bir taraftan zikir meclisinde yerini alan bir zâkir; diğer taraftan Allah’a çağıran bir davetçi ve Allah Azze ve Celle’nin kelimesini/şeriatını yüceltmek ve hâkim kılmak için O’nun yolunda savaşan bir mücahittir. Çünkü bütün bunları ona emreden, onun Mevlâ’sı olan yüce yaratandır. İnsanların mizac ve tabiatları farklı olduğundan ve fıtrî kabiliyetleri ayrı ayrı bulunduğundan dolayı her ne kadar her bir insanın daha çok meyledeceği husus bunlardan biri olsa da; kulluk/ubudiyet yoluna giren sâlik yüce Mevlâ’sının bu ve benzeri emirlerinin hiçbirini ihmal etmez. Şahsiyeti kâmil olan bir müslüman gücü yettiğince Allah Azze ve Celle’nin dinini bir bütün olarak kâmil bir şekilde O’nun İzinde...
Bu mü’min kardeşlerine karşı merhametli, şefkatli ve mütevazi; Allah’ın düşmanları olan kâfirlere
Sahabe’i kiram ve selef’i salihinden her bir zat aynı anda hem ilmi ile âmil bir âlim, hem ârif’i billâh bir zâkir ve âbid, hem basiretli ve hikmetli bir davetçi ve hem de savaş meydanlarında Allah’ın kelimesini yüceltmek için kılıç sallayan bir mücahid idi. Onlardan sonra gelenler ise, bu mukaddes vazifeleri birbirinden ayırarak, her bir taife bu vazifelerden birine yapışıp diğerlerini ihmal etti. Kimisi sadece ilme yöneldi, kimileri zikir ve ibadetle iktifâ ettiler, diğer bazıları kendilerini tebliğ ve davet işine hasrettiler, daha başkaları da cihad ve savaş doğru meydanlarına yöneldiler. Böylece hak bölüşülünce, hakikat da ortadan kayboldu.
karşı öfkeli, şiddetli, sert ve izzetli; Allah’ın dinini yaşarken ve yayarken kendisine yöneltilen kınama, ayıplama, eleştiri ve azarlamalardan çekinmeyen; gönül dünyası ve kalbi Allah’ı zikretmekle mutmain olmuş, Allah’ı ve Rasûlü’nü her şeyden daha fazla seven ve Allah Azze ve Celle yolunda cihad eden bir müslüman tipidir. Şimdi Kur›an-ı Kerim›den, sünnet’i seniyyeden ve selef’i salihinin hayatından bazı örnekler verelim: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, elçilerimizi apaçık delillerle gönderdik ve beraberlerinde Kitab’ı ve mizanı (adalet terazisini) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler! Demiri de indirdik, elbette onda şiddetli bir be’s (vurucu güç) ve insanlar için birçok menfaatler vardır. Böylece Allah, kendisine ve elçilerine kimin gıyaben (görmeden) yardım ettiğini bilecek (belirleyecek)tir. Kesinlikle Allah çok kuv-
yaşamaya çalışır. Farklardan birisi de bu olsa gerektir. Sahabe’i kiram ve selef’i salihinden her bir zat aynı anda hem ilmi ile âmil bir âlim, hem ârif’i billâh bir zâkir ve âbid, hem basiretli ve hikmetli bir davetçi ve hem de savaş meydanlarında Allah’ın kelimesini yüceltmek için kılıç sallayan bir mücahid idi. Onlardan sonra gelenler ise, bu mukaddes vazifeleri birbirinden ayırarak, her bir taife bu vazifelerden birine yapışıp diğerlerini ihmal etti. Kimisi sadece ilme yöneldi, kimileri zikir ve ibadetle iktifâ ettiler, diğer bazıları kendilerini tebliğ ve davet işine hasrettiler, daha başkaları da cihad ve savaş meydanlarına yöneldiler. Böylece hak bölüşülünce, hakikat da ortadan kayboldu. Sahabe’i kirama müyesser kılınan muvaffakiyet, zafer, fetih ve ilâhi yardım daha sonraki nesillere
vetlidir, çok izzetlidir.” (Hadid; 25) Görüldüğü gibi Allah’a ve elçilerine yardım etmek için iki şeye sahip olmak gerekir: En büyük zikir olan Kitab’ın ilmi ve Kitab’ın ortaya koyduğu şeriatı hâkim kılmayı ve korumayı sağlayacak olan kılıç... Hidayet yoluna ileten Kitab ve onu koruyan kılıç... İlim ve cihad... Bu ikisi birbirinden asla ayrılmazlar. Ayrılmaları takdirinde cihadsız kalan ilim, güç ve kuvvet unsurlarından tecrid edilen Kitab heybet ve azametini kaybeder ve âlimler sadece münazara ve münakaşa meclislerinde toplumların üzerinde ciddi etkisi olmayan tartışmalar icra ederler. Kitab’ın hidayetinden ve ilmin nûrundan mahrum kalan cihad ise, gerçek gayesinden uzaklaşır ve insanlara tahakküm ve zulüm aracına dönüşür. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman
nasip olmadı. Bu taifelerin her birinde hayır bu-
edenler, bir (düşman) grupla karşılaştığınızda
lunsa da ancak hayrın kâmil bir şekilde meydana
sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin; tâ ki felaha
gelebilmesi için, dinin bir bütün olarak kâmil bir
(kurtuluşa/zafere) eresiniz. Allah’a ve Rasûlü’ne
şekilde yaşanması gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim
itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin; bu du-
ve sünnet’i seniyyeye baktığımızda böyle şahsiyeti
rumda başarısızlığa uğrarsınız ve rüzgârınız (gü-
tekâmül etmiş bir müslüman tipinin yetiştirilme-
cünüz) gider! Sabırlı olun; şüphesiz Allah sabre-
sinin amaçlandığını açık bir şekilde görmekteyiz.
denlerle beraberdir.” (Enfâl; 45-46)
dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
5
4- Zayıflayıp dağılmayı netice veren çekişmekten uzak durmak
Allah’a ve elçilerine yardım etmek için iki şeye sahip olmak gerekir: En büyük zikir olan Kitab’ın ilmi ve Kitab’ın ortaya koyduğu şeriatı hâkim kılmayı ve korumayı sağlayacak olan kılıç... Hidayet yoluna ileten Kitab ve onu koruyan kılıç... İlim ve cihad... Bu ikisi birbirinden asla ayrılmazlar. Ayrılmaları takdirinde cihadsız kalan ilim, güç ve kuvvet unsurlarından tecrid edilen Kitab heybet ve azametini kaybeder ve âlimler sadece münazara ve münakaşa meclislerinde toplumların üzerinde ciddi etkisi olmayan tartışmalar icra ederler. Kitab’ın hidayetinden ve ilmin nûrundan mahrum kalan cihad ise, gerçek gayesinden uzaklaşır ve insanlara tahakküm ve zulüm aracına dönüşür.
5- Sabretmek ve düşmana karşı dayanıklı olmak(1) Görüldüğü gibi ilâhi tevfike mazhar olabilmeleri ve muzaffer olmaları için diğer şartlarla birlikte Allah Azze ve Celle’yi çokça zikretmeli ve gece âbid, gündüz faris/süvari olmaları gerekir. Zira zikir, dua, tazarru’ ve niyaz ile kalpleri yumuşayıp itmi’nana kavuşur ve böylece yüce Mevlâ ile aralarında çok kuvvetli bir bağ ve yakınlık meydana gelir. Böylece Mevlâ’larının muhabbet ve yardımına müstehak olurlar. Zira zafer ancak çok izzetli, çok hikmetli Allah Azze ve Celle katındandır. Allah Azze ve Celle, muzaffer kıldığı Tâlut ve ashabının savaş meydanındaki dua ve tazarru’larını bizlere aktarırken şöyle buyurmaktadır: “...Allah’a kavuşacaklarını yakînen bilenler de dediler ki: “Nice az sayıda topluluk, Allah’ın izniyle çok sayıdaki topluluğu mağlup etmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” Câlut ve askerlerinin karşısına çıktıklarında şöyle dedi (dua etti)ler: “Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, bize dayanma gücü ver ve bu kâfir kavme karşı bize yardım et!” Nitekim Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar...” (Bakara; 249- 251) Yine Allah Azze ve Celle, dünyada ve ahirette
Bu ayet’i kerimenin tefsirinde hikmet sahibi bazıları şöyle demişlerdir: “Allah Teâlâ bu ayet’i kerimede savaşın âdabını bir arada zikretmiştir.” İbni Nehhas bu sözü şöyle açıklamıştır: “Bu kişi gerçekten doğru söylemiştir. Çünkü Allah Azze ve Celle bu ayet’i kerimede mücahidlere beş şeyi emretmektedir ki, bu beş şey birlikte bir toplulukta bulunsa, onların sayısı az ve düşmanlarının sayısı çok olsa dahi muhakkak onlara yardım edilir ve onlar zafere ererler. Bu beş şey şunlardır: 1- Sebat etmek 2- Allah Azze ve Celle’yi çokça zikretmek 3- Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmek. Kitab’a ve sünnete muvafık hareket etmek
6
REBİÜLAHİR 1436
saadet’i ebediyyeye mazhar kıldığı nice peygamberler ve onların ashabı hakkında şöyle buyurdu: “Maiyetinde birçok rabbânilerin (Allah’ın erlerinin) savaştıkları nice peygamber var ki, Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemedi, zaafa düşmedi ve (düşmana) boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Onların sözleri sadece şundan ibaretti: “Ey Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki israf (savurganlık)larımızı bağışla, bize sebat etme gücü ver ve kâfir kavme karşı bize yardım et!” Nitekim Allah onlara dünya sevabını ve ahiret sevabının da en güzelini (cenneti) verdi. Allah iyi davrananları sever.” (Âl-i İmrân; 146-148) İşte gerçek manada Allah Azze ve Celle ile buluşacakları anın muhasebesini yapan, o çok önemli an için hazırlanan, kalpleri Allah Teâlâ’ya bağlı; O’nun İzinde...
dua, zikir ve tazarru’ ehli olanlar! Bunlar Allah
zikrediyor, O’nu ta’zim ederek yüceltiyor; tesbih,
Azze ve Celle’nin yolunda savaşan peygamberler
tekbir, tahmid ve tehlillerle sürekli O’nu anıyor-
ve onların maiyetinde bulunan gönülden Allah’a
lardı. Bununla birlikte aynı zamanda gazveden
bağlı rabbâni erlerdir. Dünyada mükâfat, zafer, yardım ve muvaffakiyet ve ahirette de Firdevs cennetini talep eden herkes bu kutlu insanlara uymalı ve hayatında dua ve zikir ile cihadı bir araya getirmelidir. Yoksa dua, zikir ve tazarru’dan uzak bir şekilde savaşanların kalpleri katılaşacak; cihaddan uzak bir şekilde zikir ehli olduklarını iddia edenler bir miskinliğe mahkum olacaklardır. Ebû Mûsâ el-Eş’ari radıyallahu anhu dedi ki: “Biz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir seferde (gazvede) idik. Bir tepeye çıktığımız
gazveye, seriyyeden seriyyeye koşuyorlardı. Efendimizin ve ashabının izinde olduğunu iddia eden herkesin de onların yaptığı gibi yapması gerekmez mi?! “Andolsun, sizin için, Allah’a ve ahirete umut bağlayan ve Allah’ı çokça zikreden herkes için Allah’ın Rasûlü’nde elbette parlak bir örnek vardır! Mü’minler, hizipleri gördüklerinde, “bu Allah ve elçisinin bize vaad ettiği durumdur; Allah ve elçisi doğru söylemiştir” dediler ve bu, ancak iman ve teslimiyetlerini
zaman (yüksek sesle tehlil ve) tekbir getiriyorduk.
arttırdı. Mü’minlerden Allah’a verdikleri söze
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve
sadık kalan nice erler vardır ki, kimi adağını
sellem şöyle buyurdu: “Ey insanlar, kendinize acıyıp,
yerine getirdi kimi de bekliyor ve (durumlarını)
nefislerinize yumuşak davranınız. Zira sizler duy-
hiç değiştirmediler.” (Ahzâb; 21-23)
mayan ve gâib olan (sizleri görmeyen) birine seslenmiyorsunuz; bilakis sizler işiten ve gören bir Zât’a sesleniyorsunuz.” Sonra ben içimden: “Lâ havle velâ kuv-
Samimi olan ve düşünen bir kavim için, Allah Azze ve Celle’nin bu beyanı kâfi değil midir?! İşte
vete illâ billâhi” demekte olduğum halde benim yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Abdullah b. Kays, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi de. Çünkü bu cümle cennet hazinelerinden bir hazinedir.”(2) Cabir b. Abdullah dedi ki: “Bizler (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir seferde olduğumuz zaman) her bir tepeye çıktığımızda tekbir getirir, her bir vadiye indiğimizde tesbih ederdik.”(3) Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveden veya hacdan ya da umreden döndüğü vakit, her bir bayıra çıktığında üç defa tekbir getirir, sonra da şöyle derdi: “Allah’tan başka ilâh yoktur. O’nun şeriki yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O her şeye kadirdir. Dönenleriz, tevbekârız, abidleriz, secde edenleriz, ancak Rabbimize hamd edenleriz. Allah va’dinde sadıktır. Kuluna yardım etmiş, tek başına bütün hizipleri tarumar etmiştir.”(4) İşte bizim üsve’i hasenemiz olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının hâli! Onlar
Allah Azze ve Celle ile buluşacakları anın muhasebesini yapan, o çok önemli an için hazırlanan, kalpleri Allah Teâlâ’ya bağlı; dua, zikir ve tazarru’ ehli olanlar! Bunlar Allah Azze ve Celle’nin yolunda savaşan peygamberler ve onların maiyetinde bulunan gönülden Allah’a bağlı rabbâni erlerdir. Dünyada mükâfat, zafer, yardım ve muvaffakiyet ve ahirette de Firdevs cennetini talep eden herkes bu kutlu insanlara uymalı ve hayatında dua ve zikir ile cihadı bir araya getirmelidir. Yoksa dua, zikir ve tazarru’dan uzak bir şekilde savaşanların kalpleri katılaşacak; cihaddan uzak bir şekilde zikir ehli olduklarını iddia edenler bir miskinliğe mahkum olacaklardır.
bütün hallerde ve her yerde Allah Azze ve Celle’yi dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
7
Allah’ı çokça zikreden, Allah’a ve ahiret gününe umut bağlayan gerçek mü’minlerin hâli budur! Ebu’d-Derdâ radıyallahu anhu’nun rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına sordu: “Sizin için en hayırlı, melikiniz (olan Allah Teâlâ) katında en değerli, derecelerinizi en fazla
Muhammed b. İbrahim b. Ebi Sekine dedi ki: Abdullah b. Mübarek, hicri 177 senesinde Tarsus’ta bana şu şiiri yazarak Fudayl b. İyaz’a gönderdi: Ey Harameyn’in âbidi, eğer bizi görmüş olsaydın,
dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıpta
İbadet hususunda eğlenip oyalandığını anlardın.
sizin onların boyunlarını vurmanızdan, onların da
Sinesini göz yaşlarıyla ıslatan kişi bilmeli ki,
yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş
sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu size haber vereyim mi?” Onlar da: “Evet, haber ver ya Rasûlallah” dediler. Rasûl’i Ekrem şöyle buyurdu: “(Bu) Allah Azze ve Celle’yi zikretmektir.”(5) Allah Azze ve Celle’yi zikretmenin bu kadar faziletli olmasının sebebi şudur: Allah’ı çokça zikreden kul, Allah’ı sever ve kalbi O’nun muhabbetiyle ma’mur ve münevver olur. Allah ve Rasûl’ünü, onların dışındaki her şeyden daha çok sever ve her şeye önceler. Artık bu kulun kalbi, yüce Mevlâ’sına
Bizim sinelerimiz kanlarımız ile boyanmaktadır. Atını boş ve bâtıl işlerde yoran kişi bilmeli ki, Bizim atlarımız sabah baskınında yorulmaktadır. Karışımlı kokular sizin olsun! Bizim kokumuz ise, At toynaklarının savurduğu güzel toz ve topraktır.
tam birşekilde bağlanır ve onun tek derdi yüce
Peygamberimizin sahih, sâdık ve yalanlanmayacak şu sözü bize vârid oldu ki:
Mevlâ’sının emirlerini yerine getirerek O’nun rıza-
Allah’ın yolundaki atların savurduğu tozla,
sına nail olmak olur. Açıktır ki Mevlâsına tam bir şekilde bağlanıp itaatkâr olan böyle bir kul, Allah Teâlâ’nın emirlerinden birisi olan malını infak etmesi ve diğer önemli bir emri olan O’nun yolunda cihad etme vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye gayret eder. Dinin zirvesi kabul edilen bu yolda asla gevşeklik ve zaaf göstermez. Allahu Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnet’i seniyyesinde ısrarla teşvik ve emir buyurdukları ve ihmal edenleri şiddetli bir azapla tehdit ettikleri cihad gibi bir farizayı terkeden kimsenin Allah Azze ve Celle’yi hakkıyla zikrettiği söylenebilir mi? Allah’ın emirlerini ve farz kıldığı hususları ihmal eden kişi, olsa olsa Allah’ı zikrediyorum diye kendisi avutup duran gafil bir kimsedir. Aynı şekilde Allah Azze ve Celle’nin yolunda cihad eden bir kimse, nasıl olur da uğrunda canını ve malını feda ettiği yüce Rabbini zikretmekten gafil kalabilir?! Makalemizi, selef’i salihinden gayet muhterem iki zât arasında geçen bir kıssayı aktararak bitirelim:
8
REBİÜLAHİR 1436
Alevlenen ateşin dumanı bir kişinin burnunda asla bir araya gelmeyecektir. İşte Allah’ın Kitab’ı aramızda beyan etmektedir ki: “Şehit ölü değildir!” Bu da asla yalanlanmayacak bir hakikattir. Muhammed b. İbrahim dedi ki: Harem’de Fudayl ile karşılaşıp mektubu ona verdim. Fudayl mektubu okuyunca ağladı ve sonra şöyle dedi: “Ebû Abdurrahman doğru söylemiş ve nasihat etmiştir.”(6) ----------------------------1. İbni Nehhas, Muhtasaru Meşârii’l-Eşvâk: 387 2. Buhari: 6384. Parantez içindeki bölüm Buhari’de 2992 rakamlı hadiste geçmektedir. 3. Buhari: 2993 4. Buhari: 685; Müslim: 1344 5. İmam Ahmed, Müsned: 5/195; Tirmizi: 3374; İbni Mâce: 3790; Hâkim (1/496) tashih etmiş, Zehebi de ona muvafakat etmiştir. 6. Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nübelâ: 8/412
O’nun İzinde...
HAKAN SARIKÜÇÜK
Kapak Dosya
BÜYÜK CİHAD’DAN
KÜÇÜK CİHAD’A NE ZAMAN DÖNECEĞİZ? ِ ِ ْجه صغَ ِر إِلَي ْ َاد ْال َ ِ َر َج ْعنَا م َن ال ِ ْجه ِ اد ْالَ ْكب ِر قَالُوا و ما ال اد ُ ْج َه َ ِ ال َ َ َ ِ اد الْ َقل ْب َ َْالَ ْكبـَُر ق ُ ال ِج َه Küçük Cihad’dan, büyük cihada döndük. Dediler ki: büyük cihatta nedir? (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: kalbin cihadıdır.
H
amd, yeryüzünde azgınlaşan tağutlara, cihad ile hadlerini bildirmeyi emreden Allah’a, Salât ve selâm ise, cihadı bizzat pratik yaşantısında tatbik ederek Allahu Teâlâ’nın arz’ında büyüklenen zalim, kâfir ve İslam düşmanı azgınların yaptıkları zulümleri engelleyen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Allah’ın rahmeti, ihsanı ve bağışlaması da “i’layı kelimetullah” bayrağını kıyamete kadar dalgalandırmayı kendisine vazife edinen muvahhid, dergi.nebevihayatyayinlari.com
mücahid ve dava erlerinin üzerine olsun. İslam’ın izzeti ile izzetlenmekten aciz olan kişilerin çoğu zaman kendilerine bir mazeret olması için yaptıkları işlerden birisi de, İslami değerlerin içini boşaltıp, olduğundan farklı manalara hamletmek, kendi acziyetlerinin faturasını da İslam’a ve mensubu bulunan yiğit, fedakâr ve davası uğruna REBİÜLAHİR 1436
9
bedel ödemekten çekinmeyen ve Allah için canını ve malını esirgemeyen Allah erlerine kesmektir. Maalesef bugün, Allah’ın dinini, dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için hiçbir şeyden kaçınmayan kişilerin torunları ve nesilleri olan bizler, bırakın onların izinden yürümeyi ve onlar gibi olmayı, ne acıdır ki, atalarımızın Allah’ın dini için yaptıkları bu mücadelelerini bile inkâr eder bir hale geldik. Onlara mensubiyetimizi dahi reddetmekle kalmadık, zihinlerimizden bile uzaklaştırmak için her türlü yolu dener hale geldik. Allah’ın ve Rasulünün, zalimi durdurmak, mazluma hakkını vermek için övdüğü, emrettiği ve teşvik ettiği cihadı, sanki bir terör hareketi, insanları katletme ve soykırım şeklinde anlar olduk. Dedelerimizin Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak için ödedikleri bedellerin faturası, aman ha! bize kesilmesin diye ecdadımızı unuttuk. Tüm dünyayı insanlara kul köle olmaktan kurtarıp, Allah’a kul olmaya davet eden ecdadımızın gayretini ve “serdengeçti”liğini görmezden geldik. Bugün üzerinde yaşadığımız topraklarda Allah’ın dininin hâkim olması için ailelerinden, yakınlarından, sevdiklerinden ve bugün bizim hayalini kurduğumuz birçok dünyevi şehvetlerden vazgeçtiklerini bilemedik, anlayamadık. Geçmişle olan bağlarımızı koparıp ana-babasız doğmuş! bir çocuk gibi ana-baba sevgisinden ve şefkatinden yoksun bir halde yaşamaya ve önümüze her çıkanı ana-baba edinmeye başladık. Oysa zaten bizim kendileriyle övünmemiz gereken, gururla ve göğsümüzü gere gere her yerde, mensubu olduğumuzu hiç çekinmeden haykıracağımız yiğit ve kahraman ecdadımız vardı. Binlerce yıllık geçmişimizi silip daha yüz yılı bile tamamlamamış olan, tarihi ve geçmişi bütün kahramanlıklardan koparılmış, kısır ve eksik bir geçmişle yetinmeye razı olduk. Dünyayı zulüm bataklığına çevirmek ve içine düşenleri yutmak isteyen haçlı ve batı zihniyetli insanların hedefi haline gelmemek için, onların bizleri geçmişimizden koparmak için gösterdikleri gayretin yüzlerce mislini, biz fazlasıyla ve daha bir azim ve kararlılıkla kendimize ve insanlarımıza karşı gösterdik. Yeter ki ölmeyecek kadar az ve kuru bir ekmek parçasıyla yaşayabildiğimiz ve onlardan hiçbir
10
REBİÜLAHİR 1436
şey istemediğimiz için yeni ana- babamız! bizden razı olsun, bizi sevsin, sevmiyorsa da en azından zulmetmesin ve bizi dövmesin. Evet, bu anlattığımız kişiler ne acıdır ki bizleriz. Bu hale gelmemizin sebeplerini düşünmemiz ve geçmişimizin kahramanlık ve fedakârlık destanlarını okuyup, onlar gibi olabilmek için Rabbimize yönelip dua etmek yerine, ya, kırmızı başlıklı kız olup kurdun zulmüne… külkedisi olup üvey anne ve kardeşlerin zulmüne ve her türlü ezilmişliğe razı olduk veya zulmü ve zalimliği teşvik eden hikâyeleri okuyarak ve bu içerikteki filmleri seyrederek zalimin zulmüne, kâfirin küfrüne ve hainlerin ihanetlerine ortak olduk. İçimizden bizi bu hale düşüren zalim ve hainlere karşı buğz etmek şöyle dursun, onlara karşı çıkanlara bile söver hale geldik. Allah düşmanı olanlara karşı bizim gösteremediğimiz o muhteşem izzetli duruşu sergileyenleri ise, toplumumuzdan! tecrit etmeye ve türlü türlü ihanet komplolarını onların aleyhine kurmaya başladık. Sanki gayrimüslim kişilermişiz de, bu yüzden onlardan intikam alıyormuşuz gibi, tarih kitaplarında ecdadımız olan yiğitleri, kendi halkına tuzak kuran kişiler olarak gösterdik ya da en azından emperyalist kâfirlere ülkeyi peşkeş çeken kişilerin safında yer aldık. Oysa bundan kısa bir zaman öncesine kadar içinde İslam’ın yaşandığı ve Müslümanların bolca bulunduğu “İslâmbol” olan beldemiz, “İstanbul” şeklinde içi boş bir kavrama dönüştürülmüş ve manası idrak edilemez bir hale çevrilmiştir. Bacadan “İs”, “tan” diye yere düşmüş babamız bunu “bul” demiş, ama maalesef bir türlü bulamamışız bunun “İslâmbol” olduğunu... İslam’ın merkezi olduğunu… Hilafetin sevki idare edilen beldesi olduğunu… İslam’ın ve İzzetin sembolü olduğunu… İslam’ın başkenti olduğunu… Bizleri affet Allah’ım, affet… Yüz sene öncesine kadar ümmete önderlik eden ecdadımızın torunları olan bizler, şimdilerde bırakın ümmetin kuyruğu olmayı, gayri Müslimlerin bile kuyruğu olamıyoruz. Ne yapsak, ne etsek bir türlü onların “birliği”ne alınmıyoruz. Türlü türlü bahanelerle oyalanıyor, biraz daha taviz vermekle, biraz daha sömürülmekle kimliksizleştiriliyor ve soysuzlaştırılıyoruz. Artık herkes O’nun İzinde...
ğullarının firavun ve zulmünden kurtulmalarına rağmen, soğan, sarımsak yeme uğruna eski hayatlarına dönmeyi arzulamaları gibi, perişan halimizle yaşamayı ve bu halimizle gururlanmayı ve cahiliye hayatına özlem duymayı tercih ediyoruz.
Yüz sene öncesine kadar ümmete önderlik eden ecdadımızın torunları olan bizler, şimdilerde bırakın ümmetin kuyruğu olmayı, gayri Müslimlerin bile kuyruğu olamıyoruz. Ne yapsak, ne etsek bir türlü onların “birliği”ne alınmıyoruz. Türlü türlü bahanelerle oyalanıyor, biraz daha taviz vermekle, biraz daha sömürülmekle kimliksizleştiriliyor ve soysuzlaştırılıyoruz. Artık herkes anladı bizi sevmediklerini… Bizde anladık… Anladık anlamasına, fakat bir türlü bunu kendimize dahi itiraf edemiyoruz. Belki de korkuyoruz ana-babasız kalmaktan. Başka ana-baba bulamamaktan. Evet, bu korkularımız, bizim kendimize gelmemize ve uyanıp silkinmemize engel oluyor. Bu yüzden de uyumaya ve uyutulmaya uzun bir süreden beri razı oluyoruz. Sonra da zelil ve perişan olan halimizle gurur duymaya, İsrail oğullarının firavun ve zulmünden kurtulmalarına rağmen, soğan, sarımsak yeme uğruna eski hayatlarına dönmeyi arzulamaları gibi, perişan halimizle yaşamayı ve bu halimizle gururlanmayı ve cahiliye hayatına özlem duymayı tercih ediyoruz. anladı bizi sevmediklerini… Bizde anladık… Anladık anlamasına, fakat bir türlü bunu kendimize dahi itiraf edemiyoruz. Belki de korkuyoruz ana-babasız kalmaktan. Başka ana-baba bulamamaktan. Evet, bu korkularımız, bizim kendimize gelmemize ve uyanıp silkinmemize engel oluyor. Bu yüzden de uyumaya ve uyutulmaya uzun bir süreden beri razı oluyoruz. Sonra da zelil ve perişan olan halimizle gurur duymaya, İsrailodergi.nebevihayatyayinlari.com
Rabbimiz, bizleri daha en başından uyarmıştı. Ama bizler görmedik, görmeyi istemedik. “Dinlerine uymadıkça yahudiler de, hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” (Bakara; 120) Unuttuk, Rabbimiz tavsiyelerini ve emirlerini… Onları ne kadar seversek sevelim, asla bizleri sevmeyeceklerini… “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” (A’li-İmran; 119) Görmedik, göremedik bize karşı olan kinlerini… “size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar.” (A’li-İmran; 119) Rabbimizin bizlere olan daha yüzlerce tavsiye ve buyruğunu… Rehberimiz Kur’an ve sünnet olmayınca başka rehber ve önderler edindik. İslam’ı yol edinmeyince kendimize başka başka yollar edindik. Sonuçta uçuruma doğru yol aldığımızı görsek dahi, yoldaki güzel manzaralara aldanmamız bizi teselli etti. Bulunduğumuz hal ile sevindik, öyle ki ölüme ve yok oluşa sürüklendiğimizi bile unuttuk veya fark edemedik. Sonra da kalktık bizimle aynı yolda uçuruma doğru yol alanları, kendimize dostlar ve rehberler edindik. Onları kendimize sırdaş ettik. Sonu helâk olan bu yoldan bizi çevirmek isteyenleri ve uçuruma düşmekten engelleyenleri ise, hedefe! doğru olan yolculuğumuzda birliğimizi bozmakla ve bölücü olmakla suçladık. Görmedik, göremedik bizlere olan merhametlerini, bizler için çabaladıklarını, kötü görünmek ve suçlanmak pahasına bizlerin kurtuluşu için kendilerini feda etmelerini… görmedik… göremedik… görmeyi istemedik ve göstermeyi de istemedik. İşte bütün bunlardan sonra irtidat edip uzaklaşmaktan korktuğumuz dinimizin esaslarına uymak yerine, onları kendimize uydurduk. Nasların nefsimize zor gelen taraflarını bir tarafa iterek, kenarda köşe de kalmış, çürümeye yüz tutmuş her türlü kokuşmuş ve hevamıza uygun olan şehevi REBİÜLAHİR 1436
11
Maalesef bugün, Allah’ın dinini, dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için hiçbir şeyden kaçınmayan kişilerin torunları ve nesilleri olan bizler, bırakın onların izinden yürümeyi ve onlar gibi olmayı, ne acıdır ki, atalarımızın Allah’ın dini için yaptıkları bu mücadelelerini bile inkâr eder bir hale geldik. Onlara mensubiyetimizi dahi reddetmekle kalmadık, zihinlerimizden bile uzaklaştırmak için her türlü yolu dener hale geldik. şeyleri başucumuzdan ayırmadık. Bakışlarımızı hep o tarafa çevirdik. Onları gördük ve hep onların görünmesini istedik. Nasların bize hitap ettiği hususları doğru-yanlış veya zayıf- sahih demeden bir çırpıda alıp amel ettik. Sevdiğimiz şeylerin herkes tarafından sevilmesini istedik. Görmek istemediklerimizi de kimseler görmesin diye hep sakladık. Saklayamadıklarımızı ise daima kötüleyip, insanların onlardan uzaklaşmasını istedik. Sonra da insanların dillerinde dönüp dolaşan sözleri nesilden nesile aktarmak için var gücümüzle çabaladık. İşte bunun neticesinde de Yüce Rabbimizin Kur’an-ı Kerim de mallarla ve nefislerle yapılmasını emrettiği, İslam’ın zirvesi olan cihad ameliyesini gözlerden düşürdük. Basit bir amelmiş gibi göstermeye çalıştık. Zirve olan bir ameli, küçülttükçe küçülttük. Onu değersizleştirip nefisle cihadı en büyük cihad kabul ettik. Kâfirin küfrüne, zalimin zulmüne, hainin ihanetine devam etmesi için bakışlarımızı onlardan, nefsimize doğru çevirdik. Önce kendimize bakalım, dedik. Nasılsa biz başkalarına zulmetmiyorduk ki, sadece nefislerimize yazık ediyorduk… Nefisle olan cihadımızı elbet bir gün bitiririz, dedik. Şeytanın igvası ve telkinlerine kulak verip ömrümüzün sonuna kadar nefsimize yöneldik. “Bir gün seni yeneceğim ey nefsim!” sözcüğünü defalarca söyledik ve bu temenni ile ömrümüzün sonuna kadar geldik. Sonuçta kendimiz değişmediğimiz gibi etrafımızı, çevremizi, yaşadığımız yeri ve neticede dünyamızı da değiştiremedik. Sonra da konumuzun başında bahsettiğimiz hadis şeklinde rivayet edilen sözleri bayraklaştırıp bunu her mecliste bağıra bağıra aktardık. Yazımızın baş tarafında aktardığımız sözle alâkalı olarak bakınız alimlerimiz nasıl bir açıklamada bulunuyorlar:
12
REBİÜLAHİR 1436
Hafız İbni Hacer rahimehullah, bunun insanların dillerinde dönüp dolaşan meşhur bir söz olup, İbrahim b. Uleyye’nin sözü olduğunu bildirir. Hafız el-Iraki ise, Beyhaki’nin zayıf bir senedle, Cabir radıyallahu anh’tan bunu rivayet ettiğini söylemiştir. Hatîbu’l Bağdadi ise: “Tarih”inde bunu, Cabir radıyallahu anh’tan şu şekilde rivayet etmiştir: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem gazveden geldi ve şöyle buyurdu: “Sizler gelinecek yerlerin en hayırlı olanından geldiniz. Sizler küçük cihad dan büyük cihada geldiniz. Büyük cihad da nedir? dediler. “Kulun hevasıyla mücahede etmesidir.” diye buyurdu. Sonuçta önümüzde Rabbimizin içinde hiçbir noksanlık bırakmadığı mükemmel ve tamamlanmış bir dinimiz var. Yeter ki mükemmelleşmeyi isteyelim, yeter ki içimizdeki noksanlığı tamamlamayı arzulayalım. Nasıl mı? Tabi ki: Dinimize sımsıkı sarılmakla ve bu uğurda var gücümüzle çalışmakla, mücahede etmekle. “…Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır…” (Bakara, 256) “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) “Zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.” (Rum, 47) Gayret bizden, Başarı Allah’tandır. Selam ve dua ile. O’nun İzinde...
S. RAMAZAN AYCİL
C
ihad lûgatta, düşmanla savaşmak, söz ve fiili olarak tüm güç ve kuvveti ortaya
koymaktır. Allah yolunda cihad etti veya bir işte ictihad etti demek, amaca ulaşmak veya o çalışanların, hedeflerine varmak için tüm güç ve kuvvetini sarf etmesidir. Cihad, güç ve kuvvetin tümünü harcamaktır. Allah’a davette muhatabın durumunun gerektirdiği sabır ve meşakkatlere tahammül etmektir. Malı harcamaktır. Yahut kılıç ve dille veya kendisiyle cihad edebilecek her şeyle, her zaman ve her yerde savaşmaktır. Tüm bunlar Kuran ve sünnette en güzel bir şekliyle açıklanmıştır:
“ Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. “
Cihad, bireyi küfür hastalığından, İslam’ın sıhhat
( Hac; 78 )
ve afiyetine çıkararak tedavi eder.
Dikkat edilirse Rabbimiz bu ayeti kerimede ken-
İnsanlığı yok edici, parçalayıcı hastalık şüphesiz
disiyle cihad edilecek şeyleri beyan etmeyerek
küfürdür. Bunun tam ve mükemmel ilacı da İs-
müphem bırakmıştır ki tüm cihad merhalelerini
lam’ın ta kendisidir. İslam, toplumdaki fesad
kapsasın.
maddesini kopararak ve toplumdaki zulmü ber-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-
toplumdaki hastalıkları tedavi etmektedir.
lerinde şöyle buyurmuştur: “Mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle savaşınız. “ (Ebu Davud, Nesai)
taraf ederek, insanların ıslah olmasını sağlayıp Kâfirler ise, yeryüzündeki fesadın kökü, zulmün kaynağı, yeryüzü sakinlerinden güvenin, mut-
Yukarıda izah edilmeye çalışılan ayet ve hadis-
luluğun kalkmasındaki en büyük sebeptirler.
lerin ışığında Şer-i anlamıyla cihad, kimi ilim
Dolayısı ile İslam toplumu onları ortadan kaldır-
ehlinin anladığı “sadece savaş” anlamından çok
madan, güçlerini kırmadan Allah’ın şiarlarını Al-
daha genel ve kapsamlıdır. Öyle ki, söz konusu
lah’ın topraklarında ikâme edemezler.
âlimlerin bu anlayışından dolayı bazı müsteş-
İşte cihad Allah’ın düşmanlarını ezmek ve İslam
rikler İslam’a dil uzatmış ve İslam’a saldırmış-
kelimesini yüceltmek içindir. Kâfirin küfrünü-ki
lardır. Hâlbuki savaşmak cihadın bir bölümüdür.
bu her şeyin en kötüsüdür-terk etmeye zorlayıp,
Bu da tedavi için dağlama cinsinden, ancak za-
en güzel olan İslam’a dönmesini sağlar.
ruret halinde ve ihtiyaç duyulduğunda kulla-
Savaşın kendisinde; kâfirleri yermek, şehitleri
nılır. Bunun en büyük delili Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ordu veya seriyye komutanına yaptığı şu öğütlerdir :”Düşmanın olan müşriklerle karşılaştığında onları üç şeye davet et. Bunlardan hangisini kabul ederlerse, sende onlardan onu kabul et ve onlardan el çek. Şayet onlar hiç birini kabul etmezse o zaman Allah’tan yardım dile ve onlarla savaş.” (Müslim)
övmek varsa da temelinde bu, insanlık yapısını bozar. Onun bünyesinde ıslah, ihya ve yüceltme var. Islah olması sonuç itibari iledir. Çünkü işler sonuçlarına göre değerlendirilir. Hacamat (kan aldırma) gibi. Şekil itibari ile ifsattır. Ancak verdiği sonuç itibari ile ıslahtır. Sonra savaş, İslam ehlinden kâfirlerin şerrini
Bu Nebevi tavsiyeden anlıyoruz ki, kâfirleri delil
def etmek içindir. Kâfirler Allah’ın dininin baş
ve hüccetle Allah’a davet etmek her zaman kılıç
düşmanlarıdırlar. Bunların şerrini savaşsız def
ve mızraktan önce olmuştur. Buradan hareketle,
etmek mümkünse savaşa hemen el uzatılmaz. Bu
savaşmak, İslam düşmanlarının lanse ettikleri gibi
mümkün değilse, savaşa girilir.
bir vahşet, barbarlık ve ahmaklık değil, akıllı insan-
İşte İslam’da cihad budur. İlk Müslümanlar cihadı
ların nazarında güzel bir haslettir. Onlar, cihadın,
böyle anlamışlar ve onu hakkıyla yerine getirmiş-
fert ve toplumun ilacı olduğunu anlamıyorlar.
lerdir.
İnsanlığı yok edici, parçalayıcı hastalık şüphesiz küfürdür. Bunun tam ve mükemmel ilacı da İslam’ın ta kendisidir. İslam, toplum da ki fesad maddesini kopararak ve toplumdaki zulmü bertaraf ederek, insanların ıslah olmasını sağlayıp toplumdaki hastalıkları tedavi etmektedir.
14
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
İnsanlığı yok edici, parçalayıcı hastalık şüphesiz küfürdür. Bunun tam ve mükemmel ilacı da İslam’ın ta kendisidir. İslam, toplum da ki fesad maddesini kopararak ve toplumdaki zulmü bertaraf ederek, insanların ıslah olmasını sağlayıp toplumdaki hastalıkları tedavi etmektedir.
CİHADIN FAZİLETİ Değerli Kardeşim! Bu konuyla alakalı birçok ayet ve hadis mevcuttur. Bunların hepsini burada zikretmek derginin hacmini aşacağından ancak sadra şifa olacak bazı ayet ve hadisleri zikretmeyi yeterli bulduk. Konuyla alakalı tafsilatlı bilgi edinmek isteyenler Hadis Mecmualarına bakabilirler. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa; 95 ) O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz. (Nisa; 74 ) (Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır. (Tevbe; 1922) Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında dergi.nebevihayatyayinlari.com
satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. (Tevbe; 111) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem sayısız hadislerinde cihad etmenin, Allah yolunda çaba harcamanın faziletlerini bize haber vermektedir: “Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (cc) onun sebebiyle (mücahidi) hüzün ve kederden korur.” ( Ahmed b. Hanbel ) Allah’ın En Sevdiği Amel Cihad’tır İbni Mübarek, Süfyanı Sevri’den şöyle dediğini rivayet eder: Onlar (Ashabtan bir grup ) Keşke Allah’ın en sevdiği veya en faziletli ameli bilseydik dedi: Bunun üzerine Allah şu ayetleri indirdi: Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Saf; 10-11) Allah’a İmandan Sonra En Faziletli Amel Allah Yolunda Cihad’tır Ebu Hureyre, Buhari ve Müslim’de geçen bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şunu rivayet etmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “Amellerin en hayırlısı nedir? “ diye sorulunca , “Allah’a ve Rasulüne imandır “dedi. “Bundan sonra nedir? “diye sorulunca “Allah yolunda cihad’tır”dedi. Ve yine “bundan sonra hangisidir? Denilince “kabul olunmuş bir hacc’tır. ”buyurdular ( Buhari-Müslim ) REBİÜLAHİR 1436
15
Allah Yolunda Cihad’a Denk Bir Amel Yoktur
Cenâb-ı Hak:
Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan şöyle denildiği
“Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın” (Enfâl; 60) buyurarak Müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir.
rivayet edilmiştir; Nebi’ye sallallahu aleyhi ve sellem Allah yolunda cihad etmeye denk ne olabilir denildi ? Peygamberimiz “Sizin ona gücünüz yetmez” buyurdu. Bu sözü kendisine iki yada üç kez tekrarladılar. Hepsinde “Sizin ona gücünüz yetmez “buyurdu. Daha sonra “Allah yolunda cihad eden kimsenin misali oruç tutan, namaz kılan, Allah’ın ayetlerine bağlı kişi gibidir ki ta Allah-u Teâlâ’nın yolundaki mücahid dönünceye kadar ne oruç’tan gevşer, ne namazdan” buyurdu. (Buhari-Müslim ) Cehennem Azabından Azad Olmaya Vesiledir Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İki gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz.” (Tirmizi) Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün Müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır.
16
REBİÜLAHİR 1436
İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelime-i Tevhîd’in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan saadetin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul etmeye davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah’ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Cihad, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm’a yapışarak Allah yolunda canını ve malını feda etmek, istikamet üzere, aşırılıktan sakınıp ilâh olarak Allah’ı ve onun hâkimiyetini tanımak, İslâm’ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için bütün gayreti sarf etmek demektir.
O’nun İzinde...
EBUBEKİR EREN
Kapak Dosya
Halife Ömer, zenginliklerin hazineye aktığını görünce, haykırdı: “Müslümanlar dürüstlüklerini gösterdi.’’ Onun yanında oturan Ali bin Ebu Talib ise şöyle dedi: ‘’Sen kötü şeylerden kaçınıyorsun, bu sebeple senin emrin altındakiler de öyle. Fakat sen boş bir hayat yaşasaydın, onlar da öyle olacaktı.’’
MÜCÂHİDİN AHLÂKI H
amd gökleri ve yeri yoktan var eden her
Her hususta ahlakın olması gerektiği gibi dinde
şeye kadir, aziz olan Allah’a aittir. Salat ve
önemli bir yeri olan cihadın da ahlakı olmalıdır. Bir
selam Peygamber Efendimize, ailesine, ashabına
Mücahid aşağıda özetle zikredeceğimiz özellikleri
ve kıyamet gününe kadar kendisine tabii olan-
kendisinde bulunduran ahlaka sahip olmalıdır.
ların üzerine olsun. dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
17
İYİLİK
İHLAS Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Ey iman edenler!
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Hiç şüphesiz
Allah’a itaat edin ve sadıklarla beraber olun.’’
Allah, yaptığınız her hayrı bilir.’’(6)
Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: “İmam
Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ‘’Allah
(1)
kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. Eğer o takva ile emrederse ve kendisi adil olursa ona ecir vardır, bunun aksi ile emrederse ona vebal vardır.’’(2) Yalanlar bir kişiyi alçaltır, adalet ise hava ve su gibi hayati önem taşımaktadır. Bir Mücahid; Allah’a, insanlara ve kendisine karşı samimi olmalıdır.
iyidir, iyiliği sever ve iyiliğin karşılığı olarak kötülüğe veya başka bir şeye vermediği mükâfatı verir.’’(7) Bir Mücahid iyiliği düşünür. Melekler ona savaşta yardım eder; ilahi kudret her şeyi ait olduğu yere koyar, böylece ona elinden gelenin en iyisini yapma fırsatı verir. Cebrail aleyhisselam, Peygamber aleyhisselam’a dedi ki: ‘’Ya Muhammed, dilediğin kadar yaşa, yine öleceksin; dilediğini
Halife Ömer, zenginliklerin hazineye aktığını
sev, yine ondan ayrılacaksın; dilediğini yap, kar-
görünce, haykırdı: ‘’Müslümanlar dürüstlükle-
şılığını alacaksın.’’
rini gösterdi.’’ Onun yanında oturan Ali bin Ebu Talib ise şöyle dedi: ‘’Sen kötü şeylerden kaçınıyorsun, bu sebeple senin emrin altındakiler de öyle. Fakat sen boş bir hayat yaşasaydın, onlar da öyle olacaktı.’’
‘’Ne mutlu sana! ’der ona arkadaşları. Bazen bir Mücahid, insan gücünün çok üstünde bir şey yapmayı başarır. Ve bu yüzden diz çöküp rahmet ve yardımı için Allah Teâlâ’ya şükreder. Ama bir Mücahidin şükrü, manevi çerçevenin ötesindedir; savaş meydanında beraber kan akıttıkları için ar-
TEVAZU Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.’’(3) Tevazu bir Mücahid’in doğasında vardır. O, İlây-ı Kelimetullah için savaşır, insanlara üstünlük elde
kadaşlarını asla unutmaz. Bir Mücahide yapılan yardımların hatırlatılması gerekmez, onu kendisi hatırlar zaten onlarla mükâfatını paylaşır. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Kim zerre miktarı hayır işlerse, onun mükâfatını görecek.’’ (8)
etmek için değil.
ZÜHD
Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ’’Kı-
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sonra, yemin
yamet günü, Mü’minin terazisinde güzel ahlaktan
olsun ki, o gün(size verilen) her nimetten soru-
daha ağır bir şey yoktur. Allah Teala çirkin konuşan ve
lacaksınız.’’(9)
ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder.’’(4) HAYÂ Peygamber
Peygamber aleyhiselam şöyle buyuruyor: ‘’Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, ki-
aleyhisselam
şöyle
buyuruyor:
şinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha
‘’Hayâ, iyilikten başka bir şey getirmez.’’
fazla değildir.’’(10)
Bir Mücahid, Allah’ın ve meleklerin her zaman
Bir Mücahid, ruhunun saflığına özen gösterir ve
onu gördüğünü bilir. O insanlardan çok, Allah’tan
bu da yaptığı her işte ona yardım eder. Bir Mü-
utanır. Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor:
cahid hislerinin, arzularının ve malının kölesi de-
‘’Utanmıyorsanız, dilediğinizi yapın.’’(5)
ğildir.
Bir Mücahid bilir ki hayâ, insanı hayvandan farklı
Bir Mücahid, Allah-u Teâlâ’nın kuludur ve kendi
kılar.
arzularının yöneticisidir.
18
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ‘’Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter.’’(11) Ebu Derda’nın şu cevabı, (evine ziyarete gelen) misafirini şaşırtmıştır: ‘’Bizim öyle bir evimiz var ki, kazanır kazanmaz eşyalarımızı oraya göndeririz. Eğer onların bir kısmını burada bırakmış olsaydık, mutlaka verirdik. Ayrıca bizim ötedeki evimize gideceğimiz yolda hafifin ağırdan daha iyi olduğu çetin bir yokuş var. Biz ağırlıklarımızı atmak istedik ki belki geçeriz’’ dedi. Peygamber aleyhi selam şöyle buyuruyor: ‘’Eğer dünya, Allah’ın nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.’’ (Tirmizi) SEBAT Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’And olsun, içi-
Ebu Derda’nın şu cevabı, (evine ziyarete gelen) misafirini şaşırtmıştır: ‘’Bizim öyle bir evimiz var ki, kazanır kazanmaz eşyalarımızı oraya göndeririz. Eğer onların bir kısmını burada bırakmış olsaydık, mutlaka verirdik. Ayrıca bizim ötedeki evimize gideceğimiz yolda hafifin ağırdan daha iyi olduğu çetin bir yokuş var. Biz ağırlıklarımızı atmak istedik ki belki geçeriz’’
nizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.’’(12) Bir Mücahid, bir Çinlinin şu ana kaidesini kabul etmelidir: ‘’Sebat sağlığa yararlıdır.’’ O, inatla sebatın alakası olmadığını bilir. Bazen öyle anlar gelir ki çatışma normalden uzun sürer, gücünüzü tüketir ve hevesinizi azaltır. İşte o zaman, Mücahid taktik değiştirir. Dayanma gücünün tükenmek üzere olduğunu hisseder, çatışmadan geri çekilir ve bir mola verir. Amacını yerine getirmede ısrarlıdır, müsait bir vakit oluşturur ve artık yeni bir hücuma geçer. Bir Mücahid daima savaşa geri döner; ama inatçı olduğu için değil. Bir Mücahid hep şu sözleri hatırlar: ‘’Bir zamanlar biri hakkında hikâyeler dinlemiştim. Bir zamanlar sadece yaşamak için yaşıyordum. Ama artık ben yaşıyorum; çünkü ben bir Mücahidim ve çünkü bir gün hep uğrunda savaştığım O’nun karşısına çıkmak istiyorum.’’ ZORLUKLAR Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’And olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan dergi.nebevihayatyayinlari.com
ve ürünlerden biraz azaltma(fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) sabredenleri müjdele!’’(13) Bazen bir Mücahidin yatacak yeri, yiyecek bir şeyi olmayabilir. Bazen hastalıklara yakalanır ve hiçbir tıbbi yardım yoktur. ‘’Olsun’’ diye düşünür, ‘’ bu da görevimin bir parçası. Kimse beni bu yola girmeye zorlamadı. Bu, benim aldığım bir karardı.’’ Bu sözler onun tüm gücünü içerir; o yolunu seçti ve onun için sızlanacak bir şey yok ve şikâyet edecek kimse yok. Peygamber aleyhisselam buyurdu ki: ‘’Allah kimin hayrını isterse, onu imtihan eder.’’(14) Bir Mücahid, Peygamberimizin halası Safiyye’nin metanetine hayrandır. O, İslam’ı savunmak için düşman öldüren sekiz Müslüman kadından ilki. O, Uhud savaşı boyunca, Peygamber aleyhisselam’ı korurken gözü kara bir şekilde savaşıyordu ve savaştan sonra kardeşi Hamza’nın karnının deşildiğini, ciğerinin çıkarıldığını, burnunun ve kulaklarının kesildiğini ve yüzünün mahvedildiğini fark etti ve dedi ki: ‘’Bunların hepsi Allah-u Teâlâ’nın adına ve O’nun yazdığı kaderden memnunum. Allah-u Teâlâ’ya and olsun ki sabırlı olacağım ki Allah-u Teâlâ ona hak ettiği mükâfatı versin.’’ REBİÜLAHİR 1436
19
sadece sabırla beklemesi/tevekkül etmesidir. O ızdırap ve acılarından kurtulmak için, Allah-u Teâlâ’ya sığınır ve Cihad için Rabbinden ruhuna cesaret vermesini ister ve tek bir dakika bile ‘’Allahım bu isteğimi kabul et’’ demeyi unutmaz. İşte bu, bir Mücahidin dua metodudur.
O, inatla sebatın alakası olmadığını bilir. Bazen öyle anlar gelir ki çatışma normalden uzun sürer, gücünüzü tüketir ve hevesinizi azaltır. İşte o zaman, Mücahid taktik değiştirir. Dayanma gücünün tükenmek üzere olduğunu hisseder, çatışmadan geri çekilir ve bir mola verir. Amacını yerine getirmede ısrarlıdır, müsait bir vakit oluşturur ve artık yeni bir hücuma geçer.
Mücahid, sıkıntılı anlarında işte bu metodu seçer. Bu tip durumlarda Allah-u Teâlâ, büyük yardımlarından bahsediyor. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Allah’ı çokça hatırlayın, umulur ki kurtuluşa erişirsiniz.’’(16) Bir Mücahid tekrar tekrar aynı görevi başardığında, bu metodu kullanır ve bu rutin görevini bir ibadete çevirir. Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ’’Kulun rabbine( manen) en yakın olduğu an, secde anıdır. Bu sebeple secdede duayı çoğaltın.’’(17) Bir Mücahid kendisini duaya adar. O, bu zamanlarda başka hiçbir şeyi düşünmemeyi dener. Zevklerden, isyandan ve ifşadan, dünya telaşından uzaklaşır. Ve sonra Mücahid, ruhunu sevinç ve sükûnet ile doldurur.
NAMAZ Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘’Namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.’’
(15)
Bir Mücahid’in kendine zaman ayırmaya ihtiyacı vardır. O, bu istirahat zamanını tefekkür etmek için ve her şeye kadir olan Allah-u Teâlâ’ya ibadet etmek için kullanır. Hatta sıcak savaşın içinde dahi bir Mücahid namaza ve Allah celle celâluhu’yu zikretmeye devam eder. İki tür dua vardır. İlki, bir insanın hayatında olan muayyen olaylar hakkında Allah-u Teâlâ’ya yalvarmasıdır. Ancak her şeye kadir olan Allah-u Teâlâ olayların gerçekleşmesi için zaman veya yer vermez. Ve O, neyin bizim için daha hayırlı olduğunu hepimizden daha iyi bilir, sadece bir duaya göre olayları belirlemez, gerekli olan neyse onu yapar. Ve dua eden kişi, bu anda duasının duyulmadığını hissetmeye başlar. İkinci tür dua ise, bir kişinin, yaratıcının onun yoluna hangi basamakları koyduğunu bilemeyeceğinden Allah-u Teâlâ’nın tüm planları onun hayatında gerçekleşinceye kadar
20
REBİÜLAHİR 1436
DUA Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ’’Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et!’’(18) Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ‘’İki tür dua vardır ki asla reddedilmez: ezan esnasında Allah Teâlâ’ya yapılan dua ve iki düşman birbirine doğru ilerlerken savaş esnasında yapılan dua.’’(19) Bir Mücahid duasında şöyle der: ‘Ey Allahım! Sana sığındım. Sen her ne emredersen razı oldum. Kalbimdeki en büyük korku senin korkun. Kalbimdeki en büyük aşk senin aşkındır. Bana sabır ver ve cesaretimi arttır. Beni sebatla mükâfatlandır ve beni Sırat-ı Müstakimine yönelt. Bana nefsimi yenmem için fırsat ver. Kâfirlere karşı bana zafer nasip et. Bana asla unutmayacağım irfan gönder. Bana şehid olma fırsatı ver. Beni bağışla ve merhamet et.’’ O’nun İzinde...
Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ‘’Dua, ibadettir.’’(20) ORUC Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ‘’Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: Ademoğlunun işlediği her iş kendisinindir, fakat oruç benimdir, onun mükafatını ben vereceğim.’’(21) Bir Mücahid, cihadına veya sağlığına zarar vermediği sürece oruç tutar. Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: ’’Allah yolunda bir gün oruç tutan kulun yüzünü, Allah-u Teâlâ yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.’’(22)
lümanlar onu örnek alabildi. Ebu Musa’nın sözlerini duyan El Muhacir, biraz su içtikten sonra şöyle dedi: ‘’Vallahi, ben susuzluğumdan dolayı değil, Emirim emrettiği için bu suyu içtim.’’ Daha sonra kınından kılıcını çekti ve yiğitçe savaşmaya devam etti, düşmanlarına korkusuzca saldırdı. O bu şekilde düşmanın ortasına kadar ulaştığında düşmanın kılıç darbeleriyle yaralandı ve bu savaşta şehid düştü. Allahu Ekber! Rabbim bizleri de bu özellikleri kendisinde bulunduran üstün şahsiyete sahip dini uğrunda mücadele veren kullarından eylesin. Âmin.
İnsanlar düşüncesizdir. Vücutlarının sağlığına en iyi şekilde özen gösterirler, fakat onlar ruh sağlıklarına özen göstermezler. Bir Mücahid, hem ruh hem de beden sağlığını dikkate alır. O, bu hayatı dikkate aldığı gibi bundan sonra gelecek hayatı da dikkate alır.
---------------------------------
El-Muhacir, Müslümanların, Mücahidlerinin çoğunu kaybettiğini fark ettiği zaman, kararlı bir şekilde kendisini Allah’ın yardımına mazhar olmak için feda etmeye karar verdi. O, vücudunun her yerine ölülerin cesedinin çürümeden muhafaza edilmesi için sürülen ilacı sürdü, kendisini kefene sardı ve kardeşi er-Rabia’ya son emrini verdi. ErRabia, Emir Ebu Musa’ya geldi ve dedi ki: ‘’El Muhacir oruçlu olduğu halde kendisini feda etmeye karar verdi. Zorlu savaşın ardından ve orucun tüm Müslümanları etkisi altına almasına rağmen, onlar asla oruçlarını bozmuyorlar. Siz bir şeyler yapmalısınız, neyin gerekli olduğunu düşünüyorsanız…’’ Ebu Musa El Eşari, Mücahidlere hitaben şöyle dedi: ‘’Ey Müslümanlar! Her birinize söylüyorum, ya orucunuzu bozun ya da savaşı durdurun.’’ Daha sonra bir kap su alıp içtikten sonra Müs-
6- (Bakara, 215)
dergi.nebevihayatyayinlari.com
1-(Tevbe,119) 2- (Müslim) 3- (Necm, 32) 4- (Tirmizi) 5- (Buhari ve Müslim) 7- (Müslim) 8- (Zilzal, 7) 9- (Tekasür,8) 10- (Tirmizi) 11- (Müslim) 12- (Muhammed,31) 13-(Bakara, 155) 14- (Buhari) 15- (Ankebut, 45) 16- (Cuma,10) 17- (Müslim) 18- (Bakara,250) 19- (Ebu Davud) 20- (Ebu Davud ve Tirmizi) 21- (Buhari) 22- (Buhari ve Müslim) Not: Daha geniş bilgi için Şamil Basayev’in Savaş ve Ahlak kitabına bakınız.
REBİÜLAHİR 1436
21
Kapak Dosya
SAİD ÖZDEMİR
Rakbu’ş-Şühedâ Şehidler Kervanı...
Sana Gelmez Bu Ufuklar Seni Almaz Bu Cihâd! Şehâdet; Canını, vaktini, malını yavaş yavaş fedâ etmede mum gibi erimekti. Şehâdet, kullara kul olmak istemeyenler için bir başkaldırı çağrısı, küfür otoritelerine karşı gerçekleştirilen kutsal kıyâmın enerji kaynağıydı. Şehîd ise, vücuttaki kalp gibiydi; toplumun kurumuş damarlarına kendi kanını ulaştırırdı.
22
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
Ö
lüm çağrıcısının sesine itaatkâr olarak “leb-
takdirin müthîş uyumunu ve en önemlisi; şehit-
beyk” diyenlerin, Rasûlullah sallallahu
lerin seçilmişliklerini…
aleyhi ve sellem ‘in kutlu beyânını ufuktan ufuğa taşırken bir noktada birikip tükenenlerin, can fedâ edenlerin bindiği mübârek kâfile. Hâbille başlayan ve günümüze kadar nicelerini içerisine katıp, bu diyârlardan alarak âhiret yurduna götüren nûrlu kâfile.
Bir örnekler klasiği... İşte Ashâb-ı uhdûd; zaman ve mekânın bildirilmediği tüm zamanların örnekliliği. Arkalarında hâin, acımasız, elleri rahimlere, minicik bebeklere uzanan ordular, asrın tiranları, zorba tağutları. Önlerinde ise kızgınca yanan kor kor ateşten hen-
Epeyi bir zamandır şehîd ve şehâdet iklimimize
dekler. Arada meydan okuyan imânları. Allâh’ı
az uğrar olmuştu. Soğuk bir kış günü derin dü-
arzulamış sıra sıra dizilmişler, gözleri Mevlâ da.
şünce ve tefekkûrün en ince odağından çıkıp gel-
Gelecek olan şehidler kervânın da. Öne çıkan
mişti Şubat ayı. Hayâtımızın dantelasının düz-
örneklik; Samîmiyyet. Yüceliğe tâlib olmak. Tâ-
günce örülemediği, et ve kemikten sıyrılıp ulvî/
vizsiz zafere kavuşmak.
yüce hasletlerin tadının duyulamadığı, mânânın maddede eritilemediği, duygu ve derin hislerden uzaklığın artık alışır hâle geldiği bir zamanda gelmişti Şehâdet ayı...
İşte Abdullah bin Revâha; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in: ‘Sizin kötü söz söylemeyen kardeşiniz’ dediği. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in her zaman yanında yer alıp: ‘Kimse
Çılgınca akıp giden bir hayatın içinde zaman
seni dinlemezse, biz seni dinleriz ey Allah’ın
zaman hedefsizlik, gâyesizlik, bıkkınlık ve şevk-
Rasûlü’ diyen büyük zât. Savaş meydanı... Rüz-
sizlikle karşılaştığımız bir uçurumun zirvesinde
garlar esiyor. 200 bin kişilik Rûm ordusu. ‘Val-
gelmişti Şehâdet ayı...
lahi biz, düşmanlarımızla, sayılarımızın çok-
Bir rüzgâr gibi zülüflerimizi okşayıp ‘Ey Müs-
luğu ile değil, Allâh’ın verdiği İslâm ile sava-
lümân! Sen şehîd gibi yaşamazsan, şehîd olamazsın’ nidâsıyla, Âkif’imizin; ‘Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihâd’ serzenişi, biraz yüksek ses tonuyla, bir çığlık ile çıkıp geldi Şehâdet ayı... Sâhi neydi Şehâdet, neydi Cihâd? Bizim için neyi
şırdık.’ derdi. Öne atılacak ama vesvese bulutları etrâfını sarar. Bir hamle ile dumanları dağıtır ve gerçeği görür. Fırtına gibi Bizanslıların üzerine eser. Dünyâlıklarını teker teker boşar, oldukları yere bırakır. Ve göç saati çalmaya başlar. Cesedi düşer ve rûhu Refîk-i A’lâ’ya yükselir. En değerli
ifâde ediyordu? Sadece şubat ayında taşımamız gereken bir hissi, bir duyguyu mu, yoksa arzu ettiğimiz bir sonu, bir vuslâtı mı?! Şehâdet; Canını, vaktini, malını yavaş yavaş fedâ etmede mum gibi erimekti. Şehâdet, kullara kul olmak istemeyenler için bir başkaldırı çağrısı, küfür otoritelerine karşı gerçekleştirilen kutsal kıyâmın enerji kaynağıydı. Şehîd ise, vücuttaki kalp gibiydi; toplumun kurumuş damarlarına kendi kanını ulaştırırdı. Görmez misin şehidler kervânı’na ilhâk olanları, onların vasıflarını, yaşantılarını, düşüncelerini... Hepsi de “tevâfuk” sözcüğünü fısıldadı bize, ilahî dergi.nebevihayatyayinlari.com
İşte Ashâb-ı uhdûd; zaman ve mekânın bildirilmediği tüm zamanların örnekliliği. Arkalarında hâin, acımasız, elleri rahimlere, minicik bebeklere uzanan ordular, asrın tiranları, zorba tağutları. Önlerinde ise kızgınca yanan kor kor ateşten hendekler. Arada meydan okuyan imânları. Allâh’ı arzulamış sıra sıra dizilmişler, gözleri Mevlâ da. Gelecek olan şehidler kervânın da. Öne çıkan örneklik; Samîmiyyet. Yüceliğe tâlib olmak. Tâvizsiz zafere kavuşmak. REBİÜLAHİR 1436
23
Bir şehîd’in hayâtı konu ediliyordu bir yerde, cümleye dikkat edin lütfen; “Şehid edildiği dönem havalar çok soğuktu. Evinde odun ve kömür de yoktu; ama o “Kömürüm de odunum da olmasa, benim derdim bunlar değil, derdim Allâh’ın dâvâsıdır” diyordu. Allâh yolunda her şeyimi vermeye hazırım dedikten sonra “Evet sıkıntı çekiyoruz, fakat öbür dünyâda ferâhlık bulacağız” derdi.”
idealleri gerçekleştirir. Öne çıkan örneklik; Dün-
biliyorsun ki benim gözlerim görmüyor. Kılıç
yâ’ya rağbet etmemek, vahye kulaklarını açmak,
yönünden Müslümanlara bir faydam da olmaz.
gerektiğinde yardan-serden geçmek, sessiz sedâsız
Ama istedim ki Pers ordusuna karşı Müslüman-
bir köşe de beklememek...
ların sayısı çok görünsün. Sancağı bana verin,
İşte Abdullah İbn Ümmü Mektûm; Rasûlullah
ben âmâyım, kaçamam. Beni iki saf arasına
sallallahu aleyhi ve sellem ‘in Abese sûresiyle
koyun.’ Târih de ender görülen bir savaş fırtınası
gönlünü hoş tuttuğu âmâ/kör sahâbi. Bedir sava-
esmeye başladı. Üç günün ardından zafer Müslü-
şının ardından cihâdın faziletini, onu yaşama ve
manların olmuştu. Bu büyük zaferin bedeli olarak
yaşatma arzusunu, cihattan geri kalanların âkibe-
yüzlerce kişi şehîd olmuştu. Bu, şehitler arasında
tini ifâde eden âyetler indirilince, sanki bu âyetler
Abdullah ibn Ümmü Mektûm da bulunmaktaydı.
binlerce sahâbe arasında kendisini kastediyormuş
Müslümanların sancağı kucağında, ona sarılmış
gibi müthîş bir mesûliyet duygusuna kapılarak:
bir şekilde bulunmuştu. Öne çıkan başlık; Hak
‘Yâ Rasûlallah! Vallâhi, cihâd etmeye imkânım olsa, cihâd ederdim.’ demişti. Daha sonra gözyaşlarını tutamayarak: ‘Allâhumme enzil Uzrî/ Allah’ım, özrümü beyân eden âyet indir!’ Diye (1)
duâ ederdi. Sürekli ağlardı bu acıyla. Ne samimiyetti onda ki. Büyük bir azim ve kararlılık sâhibiydi. Âmâydı, târihe kaydedileceğini bilmiyordu. Çağlar boyu herkesin kendi kıssasını
dâvânın çilekeşleriyle beraber olmak, fedâkarlık anlarında fedâkarlıktan çekinmemek, ilâhi emir ve yasaklara karşı duyarlılık, hiç değilse Müslümanların sayılarını kalabalık göstermek için faaliyetlerde bulunmak/katılmak... Şehidler kervanına katılanlardan hayâtımıza aksedecek daha birçok özellik vardı. Mesela; Hz.
öğreneceğini, insanlara örnek olacağını da bil-
Ömer de şehâdetin bizi her yerde bulabileceğini,
miyordu. Tek bildiği tevhidin şiârını her yerde
Ebu Hanîfe de zulme ilimle başkaldırmayı, İski-
yükseltmekti. Yaşı almış başını gitmişti. Hem
lipli Âtıf hoca da şerîata kurbân olmayı, Hasân
yaşlı hem âmâydı. Pers imparatorluğuna karşı
el-Bennâ da davet ve mücâdele azmini, Abdullah
cihâd çağrısı dalga dalga bütün vâdilerde yankı
Azzâm da rahat ve lüksten kaçmayı, Usâme de
bulunca, ordu yola çıktı. Zırhını giymiş Abdullah
güzel ahlak ve zâhidliği, Fehmeddin de kardeş-
da göründü. Pers ordusu düzenli, sayıca yüksek,
liği, çile ile yoğrulmayı...
o günlerde ender görülen silahlara sâhip, fillerle donatılmış bir orduydu. Enes bin Mâlik bir ara çadırın içinde Abdullah’ı gördü. Koca çınar düşünüyordu. Gözleri görmüyordu ama hayâtı kalp gözü ile müşâhade ediyordu. Senin ne işin var
Bir âlim, bir mürebbî olan cihâd öğretmeni Abdullah Azzâm rahimehullah, etrâfında yüzlerce şehid gördükten sonra onlarda gördüğü özellikleri şu şekilde sıralıyor;
bur da ey Abdullah! Sesiyle kendine geldi. ‘Enes
Dillerini Müslümanları çekiştirmekten muhâfaza
sen misin’ dedi. Enes, ‘evet benim’. ‘Enes! Sen de
ederlerdi.
24
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
Kalplerinde Müslümanlara karşı bir kin ve nefret
zensiz hayâtımıza karşılık bu cihâd bizi alır mı!
yoktu.
Bu Şehâdet kâfilesi bizi sarmalayıp huzûr diyâ-
Sessizce işlerini yapar, reklamdan uzak dururlardı. Basit bir görev verilse başındaki sorumluya itaat ederlerdi. Tartışmaya girmezlerdi.
rına götürür mü! Bir ezânı duyunca mescide koşmayan, infâk emri alınca infâka yanaşmayıp cimrilik eden, tefekkûr işâreti alınca düşünmeye zaman bulmayan, sohbet ve ilim meclislerinden uzaklaşan, itaat emri alınca ebeveyn önünde sükûta geçmeyen, Allâh’ın emir-
Yüksek edep, âlimlere, büyüklere ve yetkililere
leri karşısında diz çökmeyen, cihâd dâveti alınca
son derece ihtirâm gösterirlerdi.
cepheye gitmeyen, sabah namazına doğru dürüst
Cephede kalma konusunda büyük bir özen; yumuşak ve rahat hayattan kaçarlardı. Dilleri sadece Müslümanların güzelliklerini anlatırdı. Gerek cepheyi gerekse mücâhidleri kendilerinden üstün görürlerdi. Dağları devirecek kadar azîmleri ve himmetleri yüksek olan mücâhidlerin yanında kendilerini çok küçük görürlerdi.” Yakın dönemlerde şehâdete eren mümtâz şahsiyetlere baktığımızda da kendi hayatlarından vazgeçip, Allâh’ın hükümlerinden asla vazgeçmemişler. ‘İslâm yolunda ileri gitmekte şeref, geri kalmak da ar/utanç vardır.’ demişler. Geçenlerde bir tanesinin hayât hikâyesini okuduğumuzda
kalkmayan hepimizi bu cihâd nasıl alsın! Sloganlarla büyüyen, kur’an ahkâmından bahsedip de kur’an okumayan, Peygamberi sevdiğini söyleyip de O’nu örnek almayan kimseyi bu cihâd nasıl alsın! Müslümanların dertlerinden fersah fersah uzaklaşan, evinde bunu gündem etmeyen, çocuklarına İmân, güzel ahlâk ve cihâd aşkını aşılamayan, onları Tv önlerine, film ve dizi anaforuna teslim eden birini bu cihâd nasıl alsın! Dünyâda hayâtını ‘tevhid’e vakfetmeyen, zamânını face, twitter, instagram hesablarında harcayan ama inandığı dâvâsı için harcamayan birini
kendimizi çok çâresiz hissetmiştik. Bu akan hayat
bu cihâd nasıl alsın!
seli, nereden gelip, nereye gidiyor? Biz neyiz?
Kardeşlerim! Şehîd olabilmek elimizde olmasa
Bu hayâtın neresindeyiz? Ne yapıyoruz? Ne yap-
bile şehîd gibi yaşamın elimizde olduğunu bi-
mamız gerekirdi? Gâyemiz neydi? Ne gibi bir
lelim. Târih boyunca yola çıkan şehîdler kerva-
yarın, ne gibi bir son hayâl ediyoruz? gibi sorular
nına bakıp, onlardan ibret almalı ve kendi haya-
beynimizi zonklatırcasına akın akın gelmişti. Bir
tımızı onlarla kıyaslamalıyız yoksa bize şehâdet
şehîd’in hayâtı konu ediliyordu bir yerde, cüm-
uğramaz.
leye dikkat edin lütfen;
Ey kardeşim unutma ki; Kanlı bir vücut. Ama
“Şehid edildiği dönem havalar çok soğuktu.
misk-i anber kokan bir kan. Ama yıkanılmaması
Evinde odun ve kömür de yoktu; ama o ‘Kö-
gereken tek kan ve ceset. İşte şehîd ve şehâdet.
mürüm de odunum da olmasa, benim derdim
Bütün bunlarla şehâdet ve şehîd anlatılmış mı
bunlar değil, derdim Allâh’ın dâvâsıdır’ diyordu. Allâh yolunda her şeyimi vermeye hazırım dedikten sonra ‘Evet sıkıntı çekiyoruz, fakat öbür dünyâda ferâhlık bulacağız’ derdi.” Şimdi kardeşim, biraz kendi nefislerimizi gündem edip eleştiri oklarını kendimize çevirmeliyiz. Şimdi biraz düşünelim! Bizim kırık, dökük ve düdergi.nebevihayatyayinlari.com
oldu? Bilmiyorum. Tatmayan bilmez. Tadanlardan olma duâsıyla... ------------------------1. Allâh Teâlâ daha sonra ‘Özür sâhibi hâriç’ ayetini indirdi.
REBİÜLAHİR 1436
25
GÜNDEM GÜN D EM EM ND GÜ GÜ
M GÜNDEM G NDE ÜN GÜ DE M EM
GÜNDEM G ÜN EM DE ND Ü M G
gündem NEDİM BAL
DEM GÜNDE M GÜN GÜ EM ND ND
JE NE SUİS PAS CHARLİE... HEPİMİZ CHARLİE DEĞİLİZZ... BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Bu ayın en önemli olayı, hiç şüphesiz Fransa’nın başkenti Paris’te ahlaksız mizah dergisine yapılan silahlı saldırı ve 12 kişinin öldürülmesi. Avrupa şokta! 11 Eylül’den sonra Batı Dünyası için en büyük, en sarsıcı, en vahşi! Saldırı olduğu söyleniyor.(Hâlbuki birkaç sene önce Madrid saldırılarında ölenler daha fazla idi. Ama o ölenlerin belki de birçoğu İslam’a açıkça küfretmediği ve Peygamberimize açıkça hakaret etmedikleri için batılı emperyalist siyasetçilerin gözünde çokta önemi yok ölenlerin. O yüzden onların öldürülmesi vahşice olmuyor!) Sevgili Dostlar! Ahlaksız bir derginin silahlı saldırıya uğraması olayı hakkında düşüncelerimizi zikretmeden önce bir kaç konu üzerinde durmak istiyoruz.
26
REBİÜLAHİR 1436
Hz. Muhammed (s.a.v.)’ in Müslümanlar Katındaki Değeri Yüce Allah Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in müminler nezdinde ki şerefli değerini şöyle bildirmiştir. ‘‘Resul, müminlere kendi canlarından daha evladır(kıymetlidir).’’ (Ahzab; 6) Âlemlerin Rabbi tarafından âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem hakiki iman ehli müminler için kendi öz canlarından daha kıymetlidir. Bir Müslüman kendi ölümü ile Hz. Peygamberin ölümü, kendisine eziyet ile Hz. Peygambere eziyet hususunda baskı altında tercihe zorlansa, kendisinin öldürülmesini ya da eziyete uğramasını gözünü kırpmadan tercih eder. Allah Resulünün ayağına tek bir diken dahi batmasındansa, kendi başının kopmasını temenni eder. Bu sadece bir ayet, bir akide meselesiyle izah edilemeyecek O’nun İzinde...
derece muazzam bir olaydır. Bu gönül, muhabbet, sevda, iman meselesidir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlar nezdinde sadece bir insan, sadece bir lider, sadece bir komutan değildir. O, bir insandan daha öte anlam taşır müminlerin gönül dünyasında...
ı ve slümanlar r Onlar, Mü ç ve kültü n a in i d n e ı, k kutsalların değerlendirdikleri i kodlarıyla ve benzer u b a ın r la baş ini asla müddetçe den geldiğ e n ın r la y ola yacaklar. anlayama
O yüzden Allah’ın Peygamberi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e yapılan saldırı, Rasulullah’a yapılan hakaret, Rasulullah’a yapılan terbiyesizlik herhangi bir insana yapılmış gibi değerlendirilemez. Avrupalı Hristiyanların ve Yahudilerin asla anlamadığı ve anlayamayacağı nokta işte tamda burasıdır.
gazeteci(!) olmaya lüzum yok. Bu zaten herkesin bildiği bir gerçek.
Onlar, Müslümanları ve kutsallarını, kendi inanç ve kültür kodlarıyla değerlendirdikleri müddetçe başlarına bu ve benzeri olayların neden geldiğini asla anlayamayacaklar.
Saldırıyı “Azmettirenin” Emperyalist Hristiyan Batı ve onu gaza getiren “Siyonist Yahudi Basının” olduğu noktasında hiç kimsenin bir şüphesi ve tereddütü yok ki zaten!
Niçin Bu Ahlaksız Dergi Hedef Alındı?
Bu saldırının azmettireni, tahrik edeni, kaşıyanı bellidir. Lanetlemek ve kınamak için asıl suçluyu bulmak isteyen varsa; Batı’nın utanmaz ve ahlâksız yüzüne baksın.
Paris’te çıkan bu dergi; İslam dini ile alay eden, Hz. Peygamber Efendimiz hakkında iğrenç, aşağılık ve şerefsizce karikatürler yapan, Müslüman erkeklere ve Müslüman hanımlara küfredip iğrenç karikatürlerle alay eden bir dergiydi. O saldırıda ölenlerin çoğu da bu derginin çalışanları ve çizerleriydi. İnanın bu iğrenç karikatürlerden bir tanesini bile görmek; iman sahibi Müslümanın akıl sağlığını kaybetmesine yeterlidir. İşte İslam’a, Hz. Peygambere ve Müslümanlara durmadan hakaret eden, aşağılayan bir dergi ocak ayında saldırıya uğradı ve on iki kişi öldü. Olayın Gerçek Failleri Kim? “Saldırılar kimin işine yarıyor?” sorusundan yola çıkarak “Olayın gerçek failleri kimlerdir?” noktasında komplo teorileri üretmek, saldırıya neden olan “ANA SEBEBİ” unutturmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. İsrail’in, Amerika’nın, Emperyalist Avrupalı siyasetçilerin “İslam Düşmanlığını körüklemek’ maksadıyla böylesine sansasyonel olaylara ihtiyacı olduğunu tespit etmek için filozof(!) yada dergi.nebevihayatyayinlari.com
Evet, bu saldırılar Siyonist İsrail’in ve Emperyalist Hristiyan siyasetçilerin işine yarayabilir. Batı’nın İslam düşmanlığını köpürtmek istemesi demek; bu olayı baştan sona planlayan, yürüten ve sonuca vardıranın her zaman onlar olduğu anlamına gelmez. Müslümanların Böyle Profesyonel Bir Saldırıya Güçleri Yeter mi? Müslümanların tamamen kendi imkânları ve planlarıyla böyle bir saldırıyı gerçekleştirmeleri mümkün müdür? Bu kompleksli ve küçük görücü sorunun iki cevabı vardır: 1- Amerika’nın, İsrail’in, İngiltere’nin ve tüm emperyalist Avrupa’nın; gizliyi de – açığı da bilen, her an her şeyi görüp gözeten, her şeyden haberdar olan, her şeye gücü yeten İLAHLAR olduğuna inanlar için bu saldırıyı Müslümanların gerçekleştirmesi mümkün değildir. 2- Gizliyi de – açığı da bilenin, her an her şeyi görüp gözetenin, her şeyden haberdar olanın, her şeye gücü yetenin, zaferi ve mağlubiyeti REBİÜLAHİR 1436
27
A ZULÜM
TAN’D AFGANİS
A ZULÜM
TAN’D ÇEÇENİS
takdir edenin âlemlerin RABBİ YÜCE ALLAH olduğunu inanlar için, bu olayı Müslümanların başarmış olmaları mümkündür.
Sizler, Siyonist Yahudilerin ve Emperyalist Hris-
Bu mukadderatın içinde, “Allah dilerse fasıkların eliyle de dinini aziz eyler” hakikatini de unutmamak gerekir. Bu sebeple, saldırının arkasında “O mu var? Bu mu var?” tartışmaları beyhude ve faydasız bir tartışmadır. Asla bu ve benzeri saldırıları sonlandırmayacak ve ümmeti daha da bölecek basiretsiz tartışmalardır. Sivrisinekle uğraşıp bataklığı görmemektir.
milyondan fazla erkek, kadın, çocuk, yaşlı de-
Bazılarının ellerinde hiçbir delil olmaksızın iddia ettikleri gibi bu saldırının arkasında şayet batılı ülkeler varsa; O zaman durum daha da vahimdir! Çünkü Siyonist’ler ve Emperyalist’ler “seni yemeyi kafasına koymuş fakat buna kılıf arıyorlar” demektir. O halde, zaten beni yemeyi kafasına koymuş düşmanımdan özür dileyecek kadar niye alçalayım ki?
perişanlığa mahkûm ederseniz, Müslümanların
Peki, Bu Saldırının ‘Sonuçları’ Ne Olacak?
ÜMMETİN içinden bazı yiğitlerde çıkar ve sizlere
Şimdi “Doğabilecek sonuçları” konuşma ve her zaman ki gibi parçalanma, bölünme zamanı değildir. Güçlü ve tek bir sesle, batıya karşı “SEBEPLERİ” konuşma zamanıdır. “SONUÇLARA” engel olmak isteyenler, her defasında İslam âlemini ve Müslümanları kınamaktan, lanetlemekten vazgeçip biraz erkek, biraz omurgalı olurlarsa ve “SEBEPLERİ” ortadan kaldırmayı başarırlarsa o zaman bu ve benzeri olaylar bir daha tekrarlanmaz. Bu kadar basit.
haddinizi bildirir.”
28
REBİÜLAHİR 1436
tiyan batının gözleri içine baka baka; “Müslümanların topraklarına saldırıp son 20 yılda 5 meden ve hiç acımadan öldürürseniz, Müslümanların hanımlarına eşlerinin gözleri önünde tecavüz eder ve bu iğrenç görüntüleri dünyaya yaymaktan zevk alırsanız, Müslümanlara en vahşice işkenceleri yaparken birde utanmadan hatıra fotoğrafları çekip alay edercesine dünya ile paylaşırsanız, Müslümanları açlığa, yokluğa, kutsal değerlerini aşağılayıp hakaret ederseniz, üstüne üstlük 1 buçuk milyar Müslümanın kendi canlarından daha aziz bildikleri Peygamberine; alçakça, şerefsizce, ahlâksızca hakaretler eder ve resmederseniz, Müslümanların onuruyla sinir uçlarıyla oynar gibi oynarsanız, Müslümanları tahrik edip patlama noktasına getirirseniz bu koca
Eğer sizler, Siyonist İsrail’in ve Emperyalist Hristiyanların gözlerinin içine baka baka bunları söylemeye ve “doğabilecek sonuçları” değil, “SEBEPLERİ” konuşmaya başlarsanız o zaman bu dünya yaşanabilir bir dünya olacaktır. İslam’a Söven, Peygamber Efendimize ve Müslümanlara Durmadan Hakaret Eden Bu Dergiye Yapılan Saldırılara Gösterilen Tepkiler O’nun İzinde...
E ZULÜM
PATANİ’D
Katliam! Vahşet! Basın özgürlüğüne darbe! Kınıyoruz! Lanetliyoruz! Ölenlerin suçu sadece karikatür çizmekti! Sıkılan kurşunlar düşünce özgürlüğüne sıkılmıştır! Hepimiz Charlie’yiz! Evet, ahlaksızlığı meslek edinmiş bir dergiye karşı yapılan saldırılara dünyanın verdiği tepkiler bunlar... Bu tepkileri ortaya koyan kesimleri iki kısma ayırmak gerekiyor. Birinci kesim; Şuan Dünya düzenine egemen olan ve her şeyin en doğrusunu sadece kendilerinin bildiğini söyleyen, insanlığın nasıl inanacağına ve nasıl yaşayacağına karar verme hakkını kendilerinde gören, Dünya için planladıkları düzene uymayan herkese terörist, aşırı, radikal, selefi, cihatçı, şucu bucu gibi sıfatlar takan; Nemrudi, Firavuni, Tağuti, Emperyalist ve Siyonist Düzenin gönüllü ve maaşlı askerleri... Bunların yukarıdaki yorumları ve tepkileri ortaya koymaları gayet doğaldır. Çünkü bu asalaklar varlıklarını yine bu kahpe düzenlere borçludurlar. Onların değer yargılarıyla yetişmiş ve onların değer yargılarını benimsemişlerdir. Onlara göre bir Yahudi veya bir Hristiyan’ın, binlerce Müslümanı öldürmesi ‘’meşru müdafaa hakkı’’ ama öldürülen binlerce masum Müslümanın evlatlarından bir’i, onlardan bir kimseyi öldürünce; barbarlık, vahşilik, katliam!!. Dolayısıyla adil olmayan, tarafsız olmayan, kara vicdanlı dergi.nebevihayatyayinlari.com
M
’DA ZULÜ
ARAKAN
batının kara vicdanlı siyaset ve yazarlarından beklenen tepkide zaten bunlardı! İkinci kesim: Dünyayı ve olayları; Allah ve Resulünün ölçüsüne göre okuyup değerlendirmeleri gerekirken, meselelere batının empoze ettiği değer yargılarıyla bakma hastalığından kurtulamayan, her olay karşısında ‘’eyvah başımıza felaketler gelecek’’ diye özür mukabilinden yüzlerce mazeret üretmeye çalışan, İslamcı kimlik ile demokratik kimlik arasında gidip gelen, hakkı hak bilip hakkı yazmak, batılı batıl bilip batıl olduğuna kalemleriyle şahitlik etmek yerine beslendikleri odakların yaptığı hatalara hata diyemeyen, körü körüne amirlerine, patronlarına, önderlerine, liderlerine bağlı olan, her platformda onların yaptıklarının meşru ve doğru olduğunu göstermek için bin türlü soytarılık yapan, İslami basın olma iddiasıyla yola çıkıp statükoyu savunan muhafazakar basın olma yolunda hızla ilerleyen, İslami düzen taleplerinden demokratik düzen taleplerine doğru evrilen/değişen , sözüm ona İslami camiayı(!) temsil eden(!) omurgasız yazarlar!!! İki elin parmağını geçmeyecek kadar az olan yazarlar haricinde (Allah onlardan razı olsun) İslami basında sayfa meşgul eden tüm yazarlar bir kınama bir lanetleme yarışına girdiler. Hatta öyle ki; Siyonist İsrail’le, Emperyalist Hristiyan Batıyı bile sollayıp geçtiler. Hiçbir zaman Müslümanların hissiyatına tercüman olamayan, batının değer yargılarıyla dünREBİÜLAHİR 1436
29
M
’DA ZULÜ
KİSTAN OĞU TÜR
D
ÜM
A’DA ZUL
ALMANY
yaya bakan bu yazarları (önemliyse) bizde esefle kınıyoruz.
Geriye kalan tüm Parlamenterler yani 130’a yakın
İslam’a ve Müslümanlara Küfretmek, Hz. Peygambere Hakaret Etmek Basın ve Fikir Özgürlüğü müdür?
özgürlüğüdür.” dediler.
Basın ve fikir özgürlüğü kulağa hoş gelen fakat batının bize karşı uydurduğu aldatıcı bir kavramdır.
fikir özgürlüğü!!!
İslam’a küfretmek, Hz. Peygambere küfretmek, Müslümanlara küfretmek basın özgürlüğü mü?
kanunen suç, bunu biliyor muydunuz?
Hz. Peygamberin ve Müslümanların çırılçıplak resimlerini yapıp şerefsizce alay etmek, tahkir etmek, hicvetmek mi ifade özgürlüğü?
kaldı?
parlementer “Hayır bu bir suç değildir, bir fikir Yani İslam’a, Hz. Peygambere, Müslümanlara küfretmek, aşağılamak, hakaret etmek basın ve Şimdi sıkı durun, Avrupa’da özellikle de Fransa’da Yahudiliğe ve Yahudilere hakaret etmek Hani
basın özgürlüğünüz? Fikir özgürlüğünüz nerede Aynı şekilde şuan Fransa’da, ‘’Ermeniler Türkler tarafından soykırıma uğramamıştır, bu koca bir
Ey aldanmış ve aldanmaya devam etmek isteyen Müslüman? Onların basın ve fikir özgürlüğü dediği şey; senin kutsal değerlerine küfretme, saldırma ve aşağılama hakkıdır. Bunu anla artık…
yalandır’’ demek kanunen suç! Bunu da biliyor
Batının İkiyüzlülüğü!
başkan yardımcılığı ve senatör olarak görev
2013 yılının nisan ayında Türkiye hükümeti “Dini değerlere hakaret etmenin, hakaret içeren karikatürleri yayınlamanın provokasyonlara zemin hazırlayacağı uyarısında bulunarak bu tür yayınların ‘nefret suçu’ kapsamında değerlendirilerek yasaklanması talebiyle” Avrupa Parlamenterler Meclisine bir önerge vermişti. Sonuç ne mi oldu? 150 üyesi bulunan Avrupalı Parlamenterden sadece 21 tanesi ‘’Evet bu bir suçtur’’ dedi.
30
REBİÜLAHİR 1436
muydunuz? Hani bilim, tarih, basın, fikir özgürlüğü? Daha önceleri Fransa’da milletvekilliği, meclis yapan, bilim edebiyat ve felsefe dalında dünya çapında aranan ve fikirlerine değer verilen, Sosyalist görüşlü bir insan iken Müslüman olan Rogar Garaudy, Amerika ve İsrail’i rahatsız eden kitaplar yazdığı için Fransa’da kitaplarının yasaklandığını ve kendisinin yine yazmış olduğu bir kitaptan dolayı mahkûmiyet cezası aldığını da biliyor musunuz? İşte batının ikiyüzlülüğü, alçaklığı ve kokuşmuşluğu. O’nun İzinde...
M
’DE ZULÜ
FİLİSTİN
IRAK’DA
ZULÜM
İslam’a, Peygambere, Müslümanlara küfretmek,
Ey Fransa! Ey İngiltere! Ey Avusturya! Ey Yeni
aşağılamak, alay etmek serbest, fakat kendi dü-
Zelenda! Ey Yunanlılar! Ey Ermeniler! Ey İtal-
zenlerini ve kendi kutsallarını eleştirmek yasak!
yanlar! Ey Sırplar…
Hiç kimsenin Müslümanlara ve Müslümanların
Siz bu topraklara it sürüleri gibi saldırıp işgal et-
kutsal değerlerine hakaret etme, aşağılama, hic-
tiğinizde, Anadolu’da yakmadık yıkmadık yer
vetme hakkı yoktur… Bu açıkça bir tahrik ve saldırıdır. Bu ahlaksız derginin karikatür ismi altında gerçekleştirdiği iğrenç saldırılar, Müslümanların zihin dünyasında Hiroşima’ya atılan atom bombası tesirinde bir TERÖR faaliyeti olarak algılanmaktadır. Müslümanlar, canlarından aziz bildikleri Peygambere hakareti, hiçbir zaman soğukkanlı karşılayacak kadar, basın özgürlüğü!, mizah anlayışı diyecek kadar alçalmamıştır. Dost düşman bunu böyle
bırakmadığınızda, analarımızın ırzına geçip, kadınlarımızı dansözler gibi soyup oynattığınızda, hamile kadınlarımızı karınlarındaki bebekleriyle birlikte süngülediğinizde, çocuklarımızın boğazlarını kesip erkeklerimizi kapılara çivilediğinizde... Dayanamadık(!), sabredemedik(!), şeytana uyduk(!) ve Sizinle SAVAŞTIK… Sizleri maalesef ÖLDÜRDÜK… Şimdi çok pişmanız(!). Kendi kendimizi kınıyor ve lanetliyoruz. Her ne sebeple olursa olsun sizleri ÖLDÜRMEMELİYDİK(!). Hiç bir sebep insan canına kıymaya
bile.
değmez(!) Biz çok utanç verici bir iş yaparak siz-
‘Her Ne Sebeple Olursa Olsun’…Cümlesi ku-
lerle savaştık ve sizleri ÖLDÜRDÜK...
rarak Bu Saldırıları Kınayan ve Lanetleyenlere
Analarımıza ve kadınlarımıza tecavüz ettiğiniz
Herkes bir özür dileme, bir pabuç yalama yarışında. Herkes bir şeyler söylüyor. Ama bunların içerisinde Müslümanları en acıtan ve inciteni ise yukarıdaki söz: ‘‘Her ne sebeple olursa olsun...’’ Demek hiçbir sebep insan canına kıymaya
için… Kızlarımıza ve çocuklarımıza tecavüz ettiğiniz için... Vatanımıza tecavüz ettiğiniz için... İstiklalimize tecavüz ettiğiniz için… Hilafetimize tecavüz ettiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyoruz(!)... Ama bizler ne vahşi, ne gaddar, ne gözü dönmüş caniler, ne TERÖRİSTLERMİŞİZ
değmez öylemi? Hiçbir sebep insan öldürmeyi
ki; sizlerle SAVAŞTIK ve sizleri ÖLDÜRDÜK…’
haklı kılmaz öylemi? Ey ruhlarını batıya esir
Her ne sebeple olursa olsun… ‘öldürmek bir vah-
etmiş zavallılar! Gelin bu özrü (SİZLER ADINA)
şettir(!)... Can almak bir terördür(!)… Kendimizi
biraz daha genişletelim ne dersiniz?
kınıyor ve lanetliyoruz.!!
dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
31
E ZULÜM
KEŞMİR’D
Gerçi sizler bunun intikamını bizlerden feci şekilde aldınız... Medeniyetimizi aldınız! Hilafetimizi aldınız! Şeriatımızı aldınız! Mahkemelerimizi aldınız! Medreselerimizi aldınız! Sarıklarımızı aldınız! Ve son olarak da ruhlarımızı aldınız! Öyle ki, yaptığınız bunca zulmü kınayamayan, lanetleyemeyen fakat zulme BAŞKALDIRANLARI her fırsatta lanetleyen bir nesil yetiştirdiniz! Ruhları satın alınamayanlar diyor ki; Allah’a, Peygamberine ve İslam’a küfretmek SEBEPLERİN EN BÜYÜĞÜDÜR.. Bu Çirkin Saldırlar Tarihte ilk Kez Mi Oluyor? Hayır! Yine Fransa devleti, 2. Abdulhamid Han döneminde ‘Muhammed ve Cenneti’ isimli Peygamber Efendimize hakaret içeren bir tiyatro sergilemek ister. Osmanlı Devletinin Padişahı Abdülhamid Han bunu haber alır almaz bir mektup yazar ‘’Duydum ki; ülkenizde Peygamberimize hakaret içeren bir tiyatro sahnelenecekmiş! Bu mektup elinize geçer geçmez bu oyunu derhal kaldıracaksınız. Yoksa çok pişman olursunuz!” Sonuç, bu rezil oyun derhal kalkar… Aynı şekilde Kanuni Sultan Süleyman, Fransa’da kadın-erkek karışık bir dans icat edilince derhal mektup yazar: “Ey Fransa eyaletinin başkanı! Benim ülkemin sınırları senin eyaletinin sınırlarına komşudur. Bu ahlâksız dansın ülkeme sıçrayıp halkımın ahlâkını bozacağını düşünmekteyim. O yüzden bu mektup eline geçer geçmez
32
REBİÜLAHİR 1436
LİBYA’DA
ZULÜM
derhal bu rezil oyunu kaldıracaksın. Şayet bu dansı kaldırmazsan, Cihad’ı-Ekber ilan eder, ordularımla oraya gelir ve bizzat ben kaldırırım.” Paris saldırıları için özür üstüne özür, kınama üstüne kınama yazısı yazanlar buna ne diyecek? Herhâlde savaşın, pekte hijyenik! ve steril! Bir ortam olmadığını ve bu savaşta binlerce insanın öleceğini akılları kesebiliyor değil mi? Ne büyük vahşet! Ne büyük bir barbarlık, Savaş! Osmanlının alfabesini getirmekle, Osmanlının fesini giymekle, mehter marşını çalmakla, biz Osmanlı torunuyuz demekle, Osmanlı olunmuyor beyefendi ve yazarlar! Rasulullah’a yapılan hakaret karşısında Fransa’yı tehdit eden ve savaş ilan etmeye hazırlanan Abdülhamid’i de, Kanuni’yi de kınar mısınız lütfen! Siyasilerden ve Bu Mahallenin İslamcı! Yazarlarından En Azından Şu Tepkiyi Beklerdik; ‘’Bu eylemi doğru bulmuyoruz. Fakat bu saldırıya sebep olan sosyolojik olay, Fransa’nın tarih boyunca takındığı İslam düşmanlığı görüntüsüdür. Yıllarca sömürdüğü, katlettiği insanların ahıdır. Maalesef bu saldırıların temelinde ikiyüzlü batının emperyalist emelleri var. Bir düşünün bu dünyayı çekilmez ve yaşanmaz yapan siz batılılar değil misiniz? Bu saldırı, sizlerin yüzyıllardır sürdürdüğünüz vahşetin birikmiş ve patlamış öfkesidir. Sizleri kaç defa uyardık! Resmi başvurular bile yaptık. Dini değerlere hakaret etmenin, peygamber karikatürleri yaparak Müslümanları O’nun İzinde...
ULÜM
Z MISIR’DA
aşağılamanın ağır bir tahrik olduğunu söyledik. İslam’a hakaretin eğlence konusu olduğu bu ülkelerde devletin cezalandırmadığı hakaret suçlarını bir gün mutlaka öfkeli gençler cezalandırır. O yüzden siz istediniz ve açıkça davet ettiniz bu saldırıları.. Sizleri kınıyoruz!’’ Katolik Sivil Örgüt, İspanyol Aktör ve Papa Kadar Bile Olamadınız! Omurgası kaymış ve dünyaya Emperyalist Batı’nın değer yargılarıyla bakma hastalığına yakalanmış, bizim mahallenin! Pek değerli! Yazarları şu ifadelerden sonra birazcık utanıp arlanırlar mı? 1973 yılında kurulan Katolik birliği kurucu başkanı “Biz bu şiddet olayını asla hoş görmüyoruz. Fakat biz bu şiddet olayına sebep olan provokasyonu (Karikatürleri de) hoş görmüyoruz. O dergi çalışanlarının, toplumsal figürleri aşırı şekilde aşağılayan mide bulandırıcı bir geçmişi var. Özellikle dini figürleri tasvir ediyorlardı. Derginin yayımcısı saldırı sırasında hayatını kaybetti. O kendi ölümüne kendisinin ne kadar çok pay sahibi olduğunun farkında değildi. Eğer kendini bu kadar beğenmiş biri olmasaydı şimdi yaşıyor olabilirdi.” İspanyol aktör Willy Toledo ise şunları söyledi: “Siz hiç gürültü çıkarmadan her gün binlerce Müslümanı öldürüyorsunuz. Onların bu olaylar karşısında sessiz kalacağını mı düşündünüz?” Papa ise şu açıklamaları yaptı: “İfade özgürlüğü temel haktır. Fakat bununda bir sınırı vardır. Örnek vereyim yakın dostum Dr. Gaspari (Padergi.nebevihayatyayinlari.com
A ZULÜM
RİKA’D ORTA AF
pa’nın en yakın adamlarından) benim anneme küfretse, yüzüne bir yumruk yemeyi beklemelidir. Bu normaldir. İnsanları provoke edemezsiniz. Diğer insanların inançlarını aşağılayarak alay konusu yapamazsınız. İnsanların inançları söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün bir sınırı vardır. Başka insanların inançlarıyla alay edip dalga konusu yapanlar provokatörlerdir. Dr. Gaspari’nin başına gelenler onlarında başlarına gelir.” Bu sözleri duydunuz mu ey; her devrin yazarları, ZAMAN’IN Bula(ma)çları, CUMHURİYET’İN çocukları, küfrün SÖZCÜ’leri… Ey İslami basının omurgası kaymış ve kendi gölgesinden bile korkar hale gelmiş yazarları! Sizler, Papa’nın bu sözlerinden sonra birazda cesaret (icazet) alarak “Yahu konuşulması gereken ‘SEBEPLERDİR’ biz bu olaylara SEBEP olanları KINIYOR VE LANETLİYORUZ” diyebilirsiniz. Hiç Kimse Hz. Peygamberden Daha Merhametli Olduğunu Söylemesin… İftira, saldırı, aşağılama karşısında Hz. Peygamber ve ashabı sessiz kalmamıştır. Dileyen Siyer kaynakların da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve müminlere yapılan saldırı ve aşağılamalara nasıl karşılık verildiğini okuyabilir. Hiç kimse Hz. Peygamber adına konuşup; hoşgörü, fikir özgürlüğü demeye kalkmasın. Hiç kimse Hz. Peygamber den daha merhametli görünme pozlarına yatmasın… REBİÜLAHİR 1436
33
E ZULÜM
SURİYE’D
E ZULÜM
YEMEN’D
Allah’a hamd olsun ki; bizler Müslüman kadının
Omurga Kaymıştır!
iffet örtüsüne saldırıp alay eden Yahudilerle sa-
Bugün İslam adına konuşanlar, elleri kalem tutan yazar ve çizerler, maalesef batı emperyalizminin değer yargılarının etkisi altında kalarak dünyaya İslam gözlüğü ile değil, batının kokuşmuş ikiyüzlü değerleriyle bakma hastalığına yakalanmışlardır.
vaşan ve o önemsiz gördüğünüz BEZ! Uğruna, can alıp, can veren bir Peygamberin ümmetiyiz. Bununla da asla utanmıyor veya birilerinin yaptığı gibi bu uygulamaları görmezlikten gelmeye çalışmıyoruz. Eğer sizler, insan canının ne kadar kutsal ve dokunulmaz olduğunu söylüyorsanız, yeri geldiğinde, bin candan daha değerli olan inançların, kutsalların, değerlerin ve şereflerin de dokunulmaz olduğunu anlamanız ve insanları tahrik etmemeniz gerekir. Müslüman’ın Her Yaptığı İş Doğru mudur? Müslümanların mazlum olması, haklarının gasp edilmiş olup hakarete ve aşağılanmaya uğramış olmaları- samimi duygularla yapmış olsalar dahiyaptıkları her işin, her amelin doğru olduğu ve peşinen desteklenmesi gerektiği anlamına mı geliyor? Bu üzerinde müstakil olarak konuşulması gereken hassas bir konudur. Fakat bu mesele, bugün konuşulacak bir mesele değildir. Çünkü bu yönde yapılacak her türlü konuşma, saldırının ‘ANA SEBEBİNİ’ UNUTTURACAKTIR. Bin parçaya bölünmüş ümmeti daha da bölecektir. ’SEBEPLERİN’ güçlü ve Israrlı bir şekilde KONUŞULMADIĞI yerde, sadece sonuçları konuşmak bu ÜMMETİN MAZLUM TARİHİNE İHANETTİR.
34
REBİÜLAHİR 1436
İşte bu hal Müslüman aydınlar(!) denilen kesimdeki en büyük savrulma, kelimenin tam anlamıyla omurga/eksen kaymasıdır. Bu gün İslami basından! (statükoyu korumayı amaçlayan) muhafazakâr basına ya da İslami düzen taleplerinden, demokratik düzen taleplerine doğru evrilme/değişim dediğimiz şeyde işte tam budur. Müslümanlar müntesip olduklarını iddia ettikleri İslam Dinin ölçü ve hükümlerine uymaları gerekirken, batının değer yargılarıyla düşünme hastalığına yakalandıkları günden beri, Dinin ölçü ve hükümlerini, kendi görüşlerine uydurmaya başlamışlardır. Yarın bir gün, İslam adına konuşan resmi vaizler, İslami basın(!) denilen yerlerde köşe kapan yazar ve çizerler; İslam’ın zekât hükümlerinin, evlenme boşanma hükümlerinin miras hükümlerinin suç ve cezalarla ilgili hükümlerinin ve daha birçok hükümlerin, laik-demokratik- liberal- sekülerAvrupa birliği insan hakları normlarına ne kadar uygun olup olmadığını alenen tartışmaya başlarlarsa hiç şaşırmayın. İlim sahibi olmayan Müslüman aydınların(!), fikir sahibi olduğu bir ülkede yakında bunlarda olacaktır. O’nun İzinde...
ULÜM
ÇİN’DE Z
Maalesef emperyalist Avrupa topraklarımızdan defolup gitti. Fakat geride kendi değer yargılarıyla dünyaya bakan aydın(!) tiplemesini miras bırakmayı başardılar. Sözümüz hakkı hak bilip hakkı söyleyen ve yazan aydınlarımıza değildir. Onları tenzih eder ve gösterdikleri izzetli tavırdan dolayı Allah razı olsun deriz. Bizlerde KINIYOR ve LANETLİYORUZ !! Masum insanları öldürmek, onlara işkence yapmak, onlara tecavüz etmek, onları aşağılayarak zulmetmek şayet KINAMAYI VE LANETLEMEYİ gerektirecek şerefli bir tavır ise; Allah şahit olsun ki, peygamber şahit olsun ki, mü’minler şahit olsun ki ve tüm dünya zalimleri şahit olsun ki, • 1798 yılında Osmanlı devletine saldırarak Mısır’ı işgal eden ve savaş esirlerini işkence ederek öldüren FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 1827 yılında Osmanlı devletinin donanmasını yakan ve şehirde büyük katliamlara imza atan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 1830 yılında Cezayir’i işgal ederek her türlü insanlık suçunu hiç çekinmeden işleyen, halkın üzerinde özel işkence tekniklerini deneyip geliştiren, Müslümanların kafalarını kesip hatıra fotoğrafları çektirmekten utanmayan, Müslüman kadınlara tecavüz edip sonrada da çırılçıplak fotoğraflarıyla aynı karede poz veren, 132 yıl süren işgal sürecince dergi.nebevihayatyayinlari.com
M
’DE ZULÜ
CEZAYİR
bir buçuk (1,5) milyon insanı katleden, 8 bin köyü yok eden FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 1862 yılında Cubuti’yi işgal edip, onbinlerce Müslümanı tavuk keser gibi kesen, İslami eğitimi yasaklayıp, Müslüman halkın Hristiyan olması için baskı ve zulümler yapan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… 1894 yılında Orta Afrika’yı işgal eden Fransa devletine karşı direniş gösteren Baladu’s-Sudan devletinin Müslüman lideri Rabih b. Zübeyr’in başını kesip, cesedini Kuseri Nehrine atan ve kesik başını şehirde mahalle mahalle dolaştırdıktan sonra şehrin en kalabalık meydanına asan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 1904 yılında Benin kıyılarını işgal ederek köle ticareti yapan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 1920 yılında Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal eden, Müslümanları katledip kadınlarının ırzına geçen, Ermenileri destekleyip kundaktaki bebekleri bile katlettiren FRANSA’YI KINIYORUZ ve LANETLİYORUZ… • 1948 yılında Setif ve Guelma’da gösteri yapan Cezayirli Müslümanların üzerine Fransız Ordusu ve polisinin makinalı tüfekle ateş açması sonucu 1 gün içerisinde 45.000 (anlamayanlar için söyleyelim 45 bin) masum sivil insanı Alçakça, Şerefsizce, Onursuzca katleden FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… REBİÜLAHİR 1436
35
• 1994 yılında Ruanda’da sadece 100 gün içerisinde 800.000 insanın ölümüne sebep olan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 2013 yılında Orta Afrika’ya tankları, uçakları ve modern silahlarıyla girip Hristiyanları örgütleyerek Müslüman katliamı yaptıran, Müslümanların cesetlerini canlı canlı parçalayıp sevinç gösterileri yapan Hristiyanlarla hatıra fotoğrafları çektiren, Müslüman kadınların burunlarını ve dudaklarını kesen Hristiyan çetelerine arka çıkan, Müslümanların evlerindeki ekmek bıçaklarını dahi toplayıp kendi gözetimlerinde Müslümanların evlerini yağmalatan kalleş FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • 2013 yılında Mali’ye saldıran, uçaklarla, tanklarla köyleri bombalayan, binlerce masum Müslümanı öldüren, insanları su kuyularına atıp benzin dökerek yakan FRANSA’YI KINIYOR ve LANETLİYORUZ… • “Sömürülerimiz altında yaşayan ilkel insanları değiştirmek, onları amaçlarımıza daha iyi hizmet etmelerini sağlamak, ticaretimizi daha rahat yapabilmek için en doğru yol; onların çocuklarını daha küçük yaşlardayken elimize
alıp kendi değer yargılarımıza, kültürümüze göre yetiştirip, onları zihin ve fikirlerini kendi isteğimize göre değiştirmeliyiz. Bunun için özel okullar açmalı ve bu çocukları buralarda yetiştirip ülke yönetimlerine getirmeliyiz.” diyen Fransa devleti kamu eğitimi bakanı Rambaud’u KINIYORUZ ve LANETLİYORUZ… Kork ey Emperyalist Amerika, Avrupa ve Fransa!... Topraklarını işgal ettiğiniz, anne babalarını katlettiğiniz, analarının ırzına geçtiğiniz, mallarını yağmaladığınız, köle pazarlarında sattığınız insanların torunları şimdi size doğru geliyor… Kendilerine
zulmedenlerden
intikam
için gelen bu mazlumların öfkesinden korkun. Onların önce ahı sizi vuracak… Sonra Allah’ın gazâbı… Ey Emperyalist Avrupa ve Siyonist İsrail! Acınız acımız değil! Üzüntünüz üzüntümüz değil! Hiç birimiz de Allah’ın Rasulüne hakaret edip aşağılayan Charlie DEĞİLİZ ELHAMDULİLLAH. Selam ve Dua ile… Allah’a Emanet Olunuz…
H! ... CH AR Lİ E DE Ğİ Lİ Z EL HA MD UL İL LA FRANSA’DA DA ZULÜM VAR
almak
UYANNNNNN!
ZAFER MERT
Kur’an’ın Gölgesinde Dersler
Ölüm(süzlüğ)ü, Hayata Tercih Edenlerin Yolu;
Şehâdet Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rabb’leri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler. (Âli İmrân; 169-170)
ِ ِ ِوالَ تَحسب َّن الَّ ِذين قُتِلُواْ فِي سب َحيَاء ِعن َد َربِّ ِه ْم يـُْرَزقُو َن ْ يل اللّه أ َْم َواتًا بَ ْل أ ََ ْ َ َ َ ِ َّ ِ ِ ِ ِ ْ َفَ ِرِحين بِما آتَاهم اللّهُ ِمن ف ْح ُقواْ بِ ِهم ِّم ْن َ ين لَ ْم يـَل َ ضله َويَ ْستَْبش ُرو َن بالذ ُُ َ َ ف َعلَْي ِه ْم َوالَ ُه ْم يَ ْح َزنُو َن ٌ َخل ِْف ِه ْم أَالَّ َخ ْو dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
37
Ölüm(süzlüğ)ü, Hayata Tercih Edenlerin Yolu; Şehâdet Sözlükte “bir olaya şahit olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak” gibi anlamlara gelen şehâdet (şühûd) masdarından türeyen şehîd (çoğulu şühedâ) dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen Müslümanı ifade eder. Kelimenin sözlük ve terim anlamları arasındaki bağı “görülen, tanıklık edilen” (meşhûd) mânasına göre açıklayan âlimler, canını Allah yolunda feda eden kimsenin hemen cennet nimetlerine erişmesine Allah ve melekler tarafından şahitlik edilmesinden dolayı, “gören, tanıklık eden” (şâhid) anlamını esas alanlar ise Allah’ın vaad ettiği nimetleri hazır olarak görüp onlardan yararlandığı yahut kıyamet gününde kendisinden Hz. Peygamber’le birlikte geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi isteneceği için ona şehid dendiğini belirtirler. (1) Şahadet ise, şâhitlik etme, şâhitlik, tanıklık, açık belirti, şehid olma, şehidlik (2) manalarına gelmektedir. Kur’an’da otuz beş dolayında “şehid” kelimesi ve yirmi civarında da, çoğulu olan “şüheda” kelimesi geçmektedir. Aynı kökten gelen kelimelerle beraber, Kur’an’da geçen “şehid” kelimesi, daha çok şâhid manasınadır. Şehid, aynı zamanda Yüce Allah’ın isimlerinden biridir. Bir kaç âyette de, bu manayı ifâde etmektedir. Burada konumuz olan şehid ise Kur’an’da daha çok “ka-te-le” fiilinin mechûlü ile, Allah yolunda öldürülme anlamında kullanılmaktadır. Şehidlik bir Müslümanın ulaşabileceği en büyük mertebelerden birisidir. Şehidler hem Allah’ın hem de Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisini kazanan bahtiyar insanlardır.
Bir a’râbî Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek: “Ya Resûlullah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya ve gösteriş için savaşır. Hangisi Allah yolundadır?” diye sorunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı vermiştir: “Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır” (3) Hadiste de ifade edildiği gibi ganimet için, şöhret için, gösteriş için savaşıp ölenler şehid olarak isimlendirilemezler. Yine diğer bir hadiste gösteriş için savaşıp ölenlerin cehenneme girecek ilk sınıflar arasında olduğu, şehid olarak isimlendirilemeyeceği zikredilmiştir: “Ebu Hureyre radıyallahu anhu’den rivâyet edildiğine göre Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde aleyhine hüküm olunacak halkın birincisi, şehid edilen bir adam olacaktır. O kişi Allah’ın huzuruna getirilir. Allah, ona verdiği nimetleri bir bir anlatır. O da bunları bilir, hatırlar. Yüce Allah ona: Bu nimetlerin arasında ne yaptın? Diye sorar. O, şu cevabı verir: Senin rızan için savaştım ve nihâyet şehîd oldum. O zaman Allah şöyle der: Yalan söylüyorsun! Fakat sen, hakkında kahraman denilsin diye savaştın ve neticede de bu söz söylendi. Allah’ın emri üzerine o kişi yüzüstü sürüklenerek Cehenneme yollanır…” (4) Hadislerden anlaşılacağı üzere gösteriş, ırkçılık, maddi menfaat, kahramanlık gibi amaçlarla savaşıp ölenler şehid olarak isimlendirilemezler. Maalesef günümüzde en çok istismar edilen kavramlardan bir tanesi de şehidlik kavramıdır. İslam’a düşman olan çevreler bile şehidlik kavramını kullanmakta, ölülerini şehid olarak isimlen-
Şehidin Tarifi
dirmektedirler. Gayesi Allah’ın şeriatını korumak
Allah rızası için, O’nun yolunda canını fedâ eden Müslümana şehid denir. Diğer bir ifade ile her kim Allah’ın kelimesi olan Lâ ilâhe illallah Muhammedu’r-Rasulullah sözü en yüce olsun, Allah’ın şeriatı hâkim kılınsın diye mücadele eder ve bu uğurda canını verirse o kimse şehidtir.
olmayan tağûti güçler, komünistler, laikler bile
38
REBİÜLAHİR 1436
ölülerine şehid ismi vermekte, bu kavram üzerinden Müslümanları sömürmektedirler. Dolayısıyla ırkçılık uğruna, gösteriş uğruna, mal mülk uğruna kısacası Allah için olmayan her savaş batıldır, ölüleri de şehid değildir. O’nun İzinde...
Şehidliğin Fazileti Allahu Teâlâ mücahitler ve şehidler için kimselere hazırlamadığı nimet ve ikramlar hazırlamıştır. Bundan dolayı her devirde sadık Müslümanlar dünya ve içindekileri terk ederek cihad meydanlarına, ölümün kol gezdiği mekânlara koşmuşlardır. Şehidlerin özelliklerini ve ecirlerini anlatan ayet ve hadisler buraya alamayacağımız kadar çoktur. Biz burada her konu ile ilgili birkaç nass zikrederek izah etmeye çalışacağız. 1) Şehidler, Diridirler ve Allah Katında Rızıklandırılmaktadırlar. “Allah yolunda öldürülenleri, ölüler sanma. Hayır, (onlar) diridirler. Rabb’leri katında rızıklanmaktadırlar.” (5) 2) En Büyük Mükafat ve Ecir Şehidleredir. “Dünya hayatını âhiret hayatı karşılığında satarlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” (6) 3) Şehidlerin Bütün Günahları Af Olunur. Ebu Katade’den: Efendimiz aramızda iken buyurdu: Amellerin faziletlisi Allah’a iman ve onun yolunda cihattır. Adamın birisi, “Eğer Allah yolunda cihad ederek öldürülürsem bütün günahlarım af olunur mu?” dedi. Efendimiz: Evet sabrederek, düşmanı bekleyerek, ondan kaçmayarak öldürülürsen af olunur” dedi. Sonra efendimiz: Ne dedim? Dedi. Adam: “Eğer Allah yolunda öldürülürsem bütün günahlarım af olunur mu? Dedim. Efendimiz: “Evet bekleyerek, sabrederek, kaçmayarak Allah yolunda öldürülürsen borç müstesna diğer günahların af olunur. Bunu şimdi bana Cebrail söyledi” dedi. (7) 4) Şehidler Tekrar Dünyaya Gelip Savaşıp Şehid Olmayı İsterler. “Cennete giren hiç bir kimse, dünya üzerindeki her şey kendisine verilse bile, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid müstesnadır. O, göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder.” (8) “Muhammed’in nefsi, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşmak ve öldüdergi.nebevihayatyayinlari.com
Ebu Katade’den: Efendimiz aramızda iken buyurdu: Amellerin faziletlisi Allah’a iman ve onun yolunda cihattır. Adamın birisi, “Eğer Allah yolunda cihad ederek öldürülürsem bütün günahlarım af olunur mu?” dedi. Efendimiz: Evet sabrederek, düşmanı bekleyerek, ondan kaçmayarak öldürülürsen af olunur” dedi. Sonra efendimiz: Ne dedim? Dedi. Adam: “Eğer Allah yolunda öldürülürsem bütün günahlarım af olunur mu? Dedim. Efendimiz: “Evet bekleyerek, sabrederek, kaçmayarak Allah yolunda öldürülürsen borç müstesna diğer günahların af olunur. Bunu şimdi bana Cebrail söyledi” dedi.
rülmek, sonra savaşmak ve yine öldürülmek, sonra yine savaşmak ve öldürülmek isterdim.” (9) 5) Şehidlerin Amel Defterleri Kapanmaz. Öldükten sonra amel defterleri kapanmayacak olan sınıflardan biriside nöbet esnasında iken şehid olan mücahittir. Nitekim peygamber efendimiz: “Allah yolunda nöbet tutarken ölen dışında herkesin ameli sona erer. Nöbet esnasında şehid olan mücahidin ameli ise kıyamete kadar devam eder ve kabir fitnesinden emin olur.” buyurmuştur. (10) 6) Şehidler Şehadet Esnasında Acı Hissetmezler. Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Şehid sizden birinizin çimdiklenmede hissettiği eziyet kadar acı hisseder.” (11) Şehid Merhum Abdullah Azzam bu hadisi kitabında şu kıssa ile birlikte zikreder. Bir gurup mücahit operasyon için yola çıkarlar ve bir süre sonra mayın döşendiği belli olan bir bölgeye gelinir. Osman adındaki mücahit ileri çıkar ve önden gitmeye başlar. Birkaç metre ilerlemeye kalmaz ki ayağının altında mayın şiddetle patlar. Patlamanın şiddeti ile mücahidin bir ayağı kopar, bağırsakları karnından dökülür ve elinin üzerinde basit bir yara oluşur. Kardeşleri derhal mücahidi alarak merkeze revire ulaştırırlar. Doktor Salih, Osman’ın yanına geldiğinde bir yandan bağırsaklarını toplar bir yandan da ağlar. Bunun üzerine Osman “Ey doktor niçin ağlıyorsun elimde REBİÜLAHİR 1436
39
Günümüzdeki işgal ve zulümleri durdurmanın yolu Şehadet bilinci ile kuşanmaktan geçer. İslam düşmanları, aşağılık çıkarlarına ulaşmak, kendi kapitalist sistemlerini çevirmek için her devirde İslamî hareket ve davetçilerinin önüne engeller koymuşlardır. Bunun bir yansıması olarak yüzbinlerce Müslümanı şehit etmiş, topraklarını gasp etmiş, zindanlara doldurmuş, mallarına el koymuş ve kendi çıkarları uğruna kullanmaktadırlar. Günümüzde bir yandan Müslüman kardeşlerimizi katlederken diğer yandan da kasalarını doldurmaktalar. Bu zulüm çarklarının dönmesi için de toprakları işgal edilmiş halkların kendilerine karşı koymayacak, koymayı aklından dahi geçirmeyecek uyuşturulmuş bir hale getirilmesi gerekmektedir. Bu da şehadet bilincinden mahrum edilmiş veya şehadet bilinci tahrif edilmiş halklara yaptırılabilir. Çünkü biliyorlar ki şehadeti göze alan bir ümmeti durdurabilecek hiçbir güç yoktur. Ölümü kurtuluş gören bir ümmeti dizginlemek, sömürmek, kanını emmek mümkün değildir.
sadece basit bir yara vardır” der, kendisinin ayağının koptuğundan ve bağırsaklarının parçalandığından haberi yoktur, onları hissetmemektedir ve böylece ruhunu Rabbi’ne teslim eder. O şehid olur ama ayağının koptuğundan, bağırsaklarının parçalandığından haberi yoktur. Allahu Ekber… Bizler şehadet anına tanık olduğumuz kardeşlerimizi gördüğümüzde ne acılar çektiğini düşünebiliriz. Ama peygamberimizin düsturu ortadadır. Bizler akli delillerle ölümden korkmak yerine nakli delilleri esas alıp dinimiz için gerektiğinde canımızı vermekten çekinmemeliyiz. Rabbim bizleri de o sâlih kullarından eylesin. (Amin) 7) Şehidler Kabir Azabından Emin Olurlar. “Allah katında şehidin yedi özelliği vardır: Kanının ilk damlası ile af olunur. Cennetteki makamını görür. İman tacı ile süslenilir. Kabir azabından emin olur. Büyük korkudan (mahşer) emin olur. Başına azamet tacı giydirilir ki, o tacın bir tek yakutu dünya ve dünyadakilerin hepsinden daha değerlidir. Yetmiş iki
40
REBİÜLAHİR 1436
huri ile evlendirilir. Akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçi olur.” (12) 8) Şehidler Yaraları Taze ve Kanları Akar Halde Mahşere Gelirler. “Allah yolunda yaralanan herkes kıyamet gününde yarasından kan akarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusundadır.” (13) 9) Şehidler İnsanların En Hayırlılarıdır. Abdullah b. Abbas (radiyallahu anhuma)’dan: “Allah Rasulu bir gün onlar bir mecliste otururken geldi ve şöyle dedi: “Size makamı insanların en hayırlısı olanı haber vereyim mi?” (sahabeler) dediler ki: Evet ey Allah’ın Rasulu. (Peygamber) buyurdu ki: “O atının yularını alıp Allah yolunda ölen veya öldürülendir…” (14) Şehadeti Kuşanmak Şehid; canını imanına şahit kılan kişidir. Şehid; hayatın tek amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu hayatıyla ispatlayan ve en iyi tebliğ eden kimsedir. Şehadet bilincini kuşanan yiğitler hayatı ölüme götüren bir yaşantı olarak değil, ölümü hayata götüren bir yol olarak tercih edenlerdir. Onun için şehidliğe talip olanlar dünya hayatı ve nimetlerini küçük görürler, onlardan yüz çevirirler, bâki ve ebedi olan nimetlere yönelirler. Günümüzdeki işgal ve zulümleri durdurmanın yolu Şehadet bilinci ile kuşanmaktan geçer. İslam düşmanları, aşağılık çıkarlarına ulaşmak, kendi kapitalist sistemlerini çevirmek için her devirde İslamî hareket ve davetçilerin önüne engeller koymuşlardır. Bunun bir yansıması olarak yüzbinlerce Müslümanı şehid etmiş, topraklarını gasp etmiş, zindanlara doldurmuş, mallarına el koymuş ve kendi çıkarları uğruna kullanmaktadırlar. Günümüzde bir yandan Müslüman kardeşlerimizi katlederken diğer yandan da kasalarını doldurmaktalar. Bu zulüm çarklarının dönmesi için de toprakları işgal edilmiş halkların kendilerine karşı koymayacak, koymayı aklından dahi geçirmeyecek uyuşturulmuş bir hale getirilO’nun İzinde...
mesi gerekmektedir. Bu da şehadet bilincinden mahrum edilmiş veya şehadet bilinci tahrif edilmiş halklara yaptırılabilir. Çünkü biliyorlar ki şehadeti göze alan bir ümmeti durdurabilecek hiçbir güç yoktur. Ölümü kurtuluş gören bir ümmeti dizginlemek, sömürmek, kanını emmek mümkün değildir. Şehid, kâr ve zarar hesabı yaparken tek ölçünün dünya, tek kazanılan veya kaybedilen mekânın dünya hayatı ve kriterleri olmadığını kanıyla ispatlayan kimsedir. Çünkü olaylara sadece dünya gözü ile bakan kimseye göre ölüp gitmiştir, hâlbuki hayatta kalması ve çalışıp çabalaması daha faydalıdır, kendini tehlikeye atmanın ne anlamı vardır. Günümüzde de böyle söylemiyorlar mı şehid adaylarına! Onlar kolay yolu seçtiler, şehid olup gitmek kolay, burada kalıp mücadele etmek zor!!! Heyhat, şehadet ruhunu kavramak şöyle dursun, bunların ruhları ölmüş haberleri yok. Böyle düşünenler şehidleri anlayamazlar, anlasalar böyle düşünmezlerdi. Bu düşünceye göre şehid, kendi ölümüyle sonuçlanan eylemiyle, zâlimin maddî gücüne hiçbir zarar vermediği gibi İslâm saflarına da maddî açıdan hiçbir katkıda bulunmamıştır. Aksine; şehâdetiyle, kendi kişisel varlığını yok ederek İslâm saflarını, bir neferinin güç ve imkânlarından mahrum bırakmıştır; İslâmî hareketi yarar-zarar hesapları içinde yönlendirmeye çalışan zihniyete göre bu böyledir. Onlar, görmez veya göremez ki; İslâmî hareketin esas dinamikleri maddî imkânların ötesinde; ölçülemez, kolay anlaşılamaz mânevî dinamikler ve İlâhî yardımlardır. Şehidler yaratılış gayesini en iyi anlayan kimselerdir. Şehidler asıl gayeyi dünyada galip gelmek zannedenlere, iktidar olmak diye düşünenlere kanlarıyla yanlış yolda gidiyorsunuz çağrısını en yüksek sesle haykıranlardır. Çünkü birincil gaye iktidar olmak, galip gelmek değil Allah’ın rızasını kazanmaktır. Dünya hâkimiyeti ise, bu amacın doğurduğu bir sonuçtur. Dünyada bir devrimin başarısı sonucuyla değerlendirilebilir ama bir şehidin değerlendirilmesi asla dünyevi sonuçlara göre olmamalıdır. Çünkü sünnetullah odur ki, her zaman Müslümanlar dünya ölçeğinde başarılı dergi.nebevihayatyayinlari.com
En büyük davetçiler şehitlerdir. Acaba hangimizin sesi bir Hasan el-Benna kadar, Seyyid Kutub kadar Abdullah Azzam kadar çıkabilir. Yine bir şehid olan Malcom X’in dediği gibi: Bazı ölüler yaşayanlardan daha çok konuşur.
olamazlar. Allah, zaferi insanlar arasında evirir çevirir: Nitekim merhum Libyalı mücahitlerin lideri Şehid Ömer Muhtar da: ‘Savaş dinimizin emridir, başarı ise Rabbimizin elindedir’ diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir. Bir çok peygamber gelmiş, ömürlerini Allah’ın rızâsı doğrultusunda tebliğ ve cihada harcamışlardır. Fakat bazıları küçük bir ümmet/cemaat bile oluşturamadan gitmişlerdir. Bu, mağlûbiyet ve başarısızlık mıdır? Maddî ve zâhirî yönden “evet!” Hz. Nûh da, dünya ölçeğinde mağlup olduğunu belirtiyordu: “(Nûh) Rabbine; ‘Ben mağlûb oldum, yenik düştüm, bana yardım et!’ diye yalvardı.” (54/ Kamer, 10). O Nûh (a.s.) ki, her türlü yöntemi denemiş, gece-gündüz, gizli-açık tebliğ etmiş, tebliğ etmişti (71/Nûh, 5-9). Hem de, dile kolay; tam 950 sene... “Andolsun Biz Nûh’u kendi kavmine gönderdik de, o, dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı.” (29/Ankebût, 14) Ama hakikatte ve âhiret ölçeğinde onlar başarılıydı, gâlipti, gâyelerine ulaşmışlardı. Onlar, ne yaptılarsa Allah rızâsı için yapmışlar ve o rızâyı da kazanmışlardı. İnsan, sadece kulluk yapmak için (51/Zâriyât, 56), Allah’ın emir ve yasaklarına uyup O’na teslimiyetle itaat için yaratıldığına göre, bu görevlerini yapandan daha başarılı kimse olur mu? İşte şehidler bunun canlı şahitleridirler. Şehidler gerçek başarının Allah’ın sınırlarını çiğnememek olduğunu ispatlayan yiğitlerdir. İmanı gözlerinde olanlar, hakikati gözleriyle talep edenler bu nurlu yolu kavrayamazlar. REBİÜLAHİR 1436
41
Şehidlerin verdiği mesajların en büyüğü: “Ey Allah’ın kulları, her şey Allah yolunda verilmeye lâyıktır; ama hiçbir şey Allah yolunda harcanmayacak kadar kıymetli değildir!” Metin Yüksel, Seyyid Kutub, Hasan el-Benna, Abdullah Azzam, Ahmet Yasinlerin şehâdetleri, asırlardır cihad, inkılâp ve şehâdet rûhunu nasıl etkilemiştir? Seyyid Kutub, Hasan el-Benna, Abdukadir Udeh, Abdullah Azzam ve onun gibiler hâlâ yaşamıyorlar, yoldaki işaretleri göstermiyorlar mı? Onlar bu hizmetleri yaparken ölü de, iş-aş-eş uğraşısı içinde kaybolan bizler mi diriyiz? Hangimiz ölü, felçli olmasına rağmen siyonizmi rahatsız edip füzeyle şehid edilen Ahmet Yasin mi? Biz mi? Hangimiz gerçekten felç, organları hareket etmeyen mi merhum Ahmet Yasin mi? Bu kadar zulme sessiz kalan azaları sağlam yığınlar mı? En büyük davetçiler şehidlerdir. Acaba hangimizin sesi bir Hasan el-Benna kadar, Seyyid Kutub kadar Abdullah Azzam kadar çıkabilir. Yine bir şehid olan Malcom X’in dediği gibi: Bazı ölüler yaşayanlardan daha çok konuşur. Şehidler bu kutsal davayı canlarını feda etme pahasına bize ulaştırdılar. Peki biz bu görevi ifa edebiliyor muyuz? Sancağı tek eli kesilince diğer eline alan Musab b. Umeyr gibi muhafaza etme gayreti içinde miyiz? Eğer öyleysek ne mutlu. Şehid olamasak bile şehidlerin şefaatini umabiliriz. Şehadet bilinci hayatımızın her anını kapsamalıdır, Allah için dünyayı ve en sevdiği canını verme bilincinde olan Allah için ne yapmaz ki! Unutmamalıyız ki hak batıl savaşı olanca hızıyla devam etmektedir. Bugün küfür cephesi geçmiştekinden daha merhametli ve masum değildir. Bunlarla mücadele yolu da şehadet ruhunu kavramaktan geçmektedir. Her müminin duasında şehadet ile ömrünü sonlandırma niyazları vardır. Ama güzel ölmenin yolu güzel yaşamaktan geçer. Canlı şehid olamayana, canını şehid olarak vermek nasip olmaz. Herkesle beraber aynı standartlarda yaşayan, herkesin yaptığı işi yapanlar bu şerefli makama çıkamazlar. Şehidler hayatlarında herkesin bir iş yaptığı yerde iki iş, iki iş yaptığı yerde bir çok işler
42
REBİÜLAHİR 1436
yapan kişilerdir… Amelleri, ibadetleri, ihlasları ile öne çıkmış kişilerdir. Yaşanmayan yolda ölünmez denilir ya veya atalarımızın “su testisi su yolunda kırılır” sözü vardır ya işte bu bize hayatımızın ölümümüze bir işaret olduğunun en güzel izahıdır aslında. Dolayısıyla nasıl yaşıyorsak öyle öleceğiz ve nasıl ölürsek öyle dirileceğiz. Şehidler bunu en iyi anlamış kişilerdir. Ancak “hayat, iman ve cihaddır” düsturuyla hareket edenler şehidlik mertebesine erebilirler. Çünkü şehâdet ucuza elde edilebilecek bir şey değildir. Şehâdet işi, Allah’la bir alışveriş işidir. Bu alışveriş çok kârlı bir ticarettir, karşılığında cennet olan bir alışveriş! Selamların en güzeli Bedir gazvesinden Hendek’e, Çanakkale’den Grozni’ye, Filistin’den Doğu Türkistan’a, Afganistan’dan Çeçenistan’a… Bu nurlu yolda canlarını Allah’a adayan yiğitlere, Onları yetiştiren anne babalarına, Hayat arkadaşları iffet timsali hanımlarına, Arkalarında bıraktıkları dünya süsü evlatlarına, Dava arkadaşlarına, şehidlerin yolunu canları, malları, dilleri, kalemleri ile destekleyen tüm müminlerin üzerine olsun. -----------------------------1. Prof. Dr. M. Âkif Aydın, “Şehid”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 38, İstanbul, Diyanet Vakfı Yayınları, 2010. 2. D. Mehmet Doğan, “Şehid”, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Dördüncü Basım, İstanbul, Pınar Yayınları, 2008. s. 1516. 3. Buhârî, İlim, 45; Cihâd,15; Müslim, İmre,150,151; İbn Mace, Cihad,13; Ahmed b. Hanbel, IV, 392, 397, 402, 405, 417. 4. Müslim, İmâre, 52; Neseî, Cihâd, 22; Ahmed b. Hanbel, III, 322. 5. Ali imran, 169. 6. Nisa, 4/74. 7. Müslim 8. Buhârî, Cihâd 6; Müslim, İmâre,108,109; Neseî, Cihâd 33. 9. Buhâri, İman, 26; Müslim, İmâre,103,107; Neseî, Cihad, 37. 10. Ebu Davut, Tirmizi, Hakim, İbn Hibban 11. Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Hibban 12. Ahmed, Taberani 13. Buhari, Müslim 14. Tirmizi, Nesei, İbn Mace
O’nun İzinde...
İSLAM COĞRAFYALARI
METİN EKEN
Güney Asya’da Bir Direniş Umudu
PATANİ P
atani, her ne kadar son zamanlarda çeşitli vesile-
sembol bir İslam şehri olan Filistin ile benzer kılan pek çok sebep
Patani, çevresindeki pek çok sıralanabilir. İsrail’in Filislerle ismi sıklıkla duyulsa Güney Asya İslam beldesi gibi tin’deki mevcudiyetini da, hakkında detaylı İslam’la Müslüman tüccarlar vasıtasıyla İngilizlerin sağlaması malumata sahip oltanışmıştır. Önemli biri ticaret hattı üzerinde gibi Patani’deki Taymadığımız kadim olan bölge, Müslüman tüccarların ahlaklı ticaretland müdahalesinin bir Güney Asya leri ve bölgeye tüccarlarla birlikte gelen ilim adamde İngiliz eseri olMüslüman beldelarının etkisiyle İslam’ı kabul etmiştir. 15. Yüzyıla ması bu sebeplerin sidir. Hatta çok gelindiğinde ise, Patani halkı bölgede İslam kanunilki ve belki de en yerinde bir benlarıyla yönetilen bir devletin temellerini atmaya ilgincidir. 1200’lü zetmeyle(1) Güney başlamış, Patani kralı Antira’nın Müslüman yıllarda İslam’la taAsya’nın Filistin’idir. olmasıyla birlikte, Patani İslam krallığı nışan ve 1700’lü yılların Böyle bir benzetmenin kurulmuştur. ortalarına kadar Müslüarka planına bakıldığında ise, bu kadim beldeyi dergi.nebevihayatyayinlari.com
manların egemenliğinde olan REBİÜLAHİR 1436
43
PATANİ 1700’lü yıllara gelindiğinde ise, Patani İslam Krallığı iç karışıklıklar ve Siyam saldırıları nedeniyle zayıf düşmüş ve Patani topraklarına Budistler hâkim olmaya başlamıştır. Daha sonraki yıllarda Patani İngilizler tarafından işgal edilmiş ve 1900’lü yılların hemen başında İngiltere ile Taylandlılar arasında yapılan anlaşmayla Patani toprakları resmi olarak Budist hâkimiyetine girmiştir.(3) İkinci dünya savaşı sonrasında ise, bölPatani 1786 yılında Tayland (Siyam) tarafından
gede gücünü Tay Budizmi ve Monarşisinden alan
işgal edilmiş ve İngilizlerin 1902 yılında, kuzey
milliyetçi yapı, tüm etnik unsurları bünyesinde
Malaya toprakları olarak da anılan üç eyaletin
eritme ve asimile etme politikalarıyla bölge Müs-
yönetimini Tayland’a bırakmasıyla özgürlüğünü
lümanlarının kâbusu haline gelmiştir.(4) Ancak
kaybetmiştir. Bu durum 1909 yılında yapılan Tay-
tüm bu baskı ve yıldırma politikalarına rağmen
land-İngiliz anlaşmasıyla resmiyet kazanmıştır.
Patanili Müslümanlar inançlarına sımsıkı sarılmış
Filistin-Patani benzerliğinin önemli göstergele-
ve ilayı kelimetullahı yüceltme davasından bir an
rinden bir diğeri ise, Yahudi yerleşimcilerin işgali
olsun vaz geçmemiştir.
(2)
desteklemek amacıyla Filistin topraklarına ikame edildiği gibi Budist yerleşimcilerin de Müslüman Patani topraklarına yerleştirilmesi ve bu yolla hâkim Müslüman nüfusun baskı altına alınmasıdır. Bu benzerliğin bir diğer göstergesi de, Filistin topraklarındaki İsrail askeri kontrol noktalarına benzer bir biçimde, Tayland yönetimine
Patanide İslam Patani Müslümanları her ne kadar baskı ve işkence politikalarına maruz kalsa da İslam’a bağlılıklarını bir an olsun yitirmemiş ve canları pahasına İslam davasına hizmet etmiştir. Bu canlılığın altında
ait askeri kontrol noktalarının Patani bölgesinin
yatan sebeplere bakıldığında ise, Patani halkının
hemen her yerinde görülmesidir. Gelin, şimdi bu
İslami eğitime verdiği önemin altı çizilebilir. Bu
İslam beldesinin tarihsel geçmişine kısaca bir göz
önemin en önemli yansımalarından bir tanesi ise,
atalım.
ormanların içerisinde küçük ahşap binalar şeklinde kurulan ve Pondok adıyla anılan medrese-
Geçmişten Günümüze Patani Patani, çevresindeki pek çok Güney Asya İslam beldesi gibi İslam’la Müslüman tüccarlar vasıtasıyla tanışmıştır. Önemli biri ticaret hattı üzerinde olan bölge, Müslüman tüccarların ahlaklı ticaretleri ve bölgeye tüccarlarla birlikte gelen ilim adamlarının etkisiyle İslam’ı kabul etmiştir. 15. Yüzyıla gelindiğinde ise, Patani halkı bölgede
lerdir. Patani İslam toplumunun dini ve kültürel değerlerini diri tutan bu medreseler, günümüzde Tayland hükümetinin asimilasyon politikalarının da odak noktasında yer almakta, Tayland eğitim sistemine entegre hale getirilerek toplumsal etkisinin azaltılması yönündeki politikaların hedefi haline gelmektedir. Patani medreseleri, yalnızca Patani için değil bölge Müslüman beldeleri için de
İslam kanunlarıyla yönetilen bir devletin temelle-
ikame edici bir role sahiptir. Bu medreselerde ye-
rini atmaya başlamış, Patani kralı Antira’nın Müs-
tişen pek çok ilim ehli çevre İslam beldelerinde de
lüman olmasıyla birlikte, Patani İslam krallığı ku-
faaliyet göstermektedir. Bununla birlikte Patani,
rulmuştur.
yetiştirdiği âlimlerle de İslam’ın kültür dünya-
44
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
PATANİ
sına önemli katkılarda bulunmuştur. Patani’deki
Tayland Mezalimi ve Patani Direnişi
bu ilmi canlılık halk tabanında da İslami bilincin
Tayland ve Malezya toprakları arasında yer alan
her daim canlanmasına öncülük etmiş ve onları
ve yaklaşık 5 milyonluk nüfusa sahip Malay kö-
her türlü zor duruma hazırlayarak önemli ölçüde
kenli Patani halkı, erken dönemlerden beri Tay-
beslemiştir. Patani halkının bu husustaki duyarlı-
land hükümetinin etnik ve dinsel çatışma politi-
lığını anlatması açısından aşağıdaki anektod ilgi
kalarının hedefi haline gelmiştir. Tayland hükü-
çekicidir.
metinin bu doğrultudaki en önemli politikası, bölgenin Güney Tayland olarak adlandırılması
İlginç Bir Anektod
ve bölge halkının hem etnik hem de dini kimliğini yeniden tanımlama ve dönüştürme çabala-
Çinli Budist rahip Limto Kiem, ablasıyla misyo-
rıdır. Bu doğrultuda, Tayland hükümeti, bölge
nerlik faaliyetleri için geldiği Patani bölgesinde,
halkının kimliğini oluşturan her türlü milli ve
telef olan köpeği nedeniyle büyük acı yaşadığı
dini unsuru, baskı ve şiddet politikalarının en
dönemde Müslümanların yakınlarının ölümüne
önemli etkinlik sahası olarak konumlandırmıştır.
karşı metanetli kalabilmelerinden çok etkilendi.
İslami eğitimden Müslümanca giyim kuşama
Ablasıyla durumu paylaşmasına rağmen sonuç alamayan Kiem, misyonerlik için dolaştığı evlerde Müslüman halktan büyük acılara dayanma güçleri konusunda bilgiler aldı. Limto Kiem, Müslüman olmaya karar vererek ablasının da kendisiyle İslam dinini tercih etmesini istedi. Duruma karşı çıkan ablasının tüm çabasına, hatta açlık grevine başlamasına rağmen kararından vazgeç-
kadar gündelik hayattaki her türlü İslami unsur hedef tahtasına koyulmuş, Müslüman halk kadın-erkek, büyük-küçük zulüm ve ifsadın, baskı ve asimilasyon politikalarının hedefi olmuştur. Ancak Patani Müslümanları tüm bu zulüm ve baskı politikaları karşısında yılmamış, izzetli bir mücadelenin ve şerefli bir cihadın temsilcileri olmuştur. Bölgede bu güne kadar yaşanan saldırılar sonucunda yirmi binden fazla şehit verildiği ve
meyen Limto Kiem, Budist tapınağı yapmak için
kırk binden fazla yetimle birlikte binlerce Müs-
satın aldıkları araziye de sırtında taşıdığı taşlarla
lümanın toplama kamplarında tutulduğu tahmin
cami inşa etti.(5)
edilmektedir.
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” (Ali İmran; 105) dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
45
PATANİ
Patani direnişine bakıldığında, 1947 yılı önemli
Yusuf Ziya Cömert, “Patani Dosyası”, Kitabevi
bir dönüm noktası olmuştur. Patani Direnişi’nin
Yayınları, Araştırma ve İnceleme Dizisi.
babası olarak isimlendirilen Hacı Sulong’un Patani Halk Hareketi’ni kurup mücadeleye başlaması bu yıllara rastlar. Ancak Patani hareketinin lideri Hacı Sulong 1954 yılında oğluyla birlikte Budist Tayland askerleri tarafından şehid edilmiştir.1968 yılında ise, son Patani İslam Kralı’nın torunu Kebir Abdurrahaman Tenvira, Patani
Emrin Çebi, “Patani-Krallıktan Azınlığa”, İlke Yayınları, İslam Coğrafyası Dizisi. --------------------Dipnot ve Kaynakçalar
Birleşik Kurtuluş Örgütü’nü (PULO) kurmuştur. PULO 1975 yılında Patani’de 70 bin kişinin katıl-
1. Yeni Şafak gazetesinde 10 Mayıs 2014 tarihinde aynı başlıkla
dığı Patani tarihinin en kalabalık protesto gösteri-
yayınlanan yazı için bkz: “Güney Asya’nın Filistini Patani”,
sini düzenlemiştir.
http://m.yenisafak.com/dunya/patani-guney-asyanin-filis-
2004 yılı ise Patani için kanlı bir yıl olmuş,
tini-644418
Krue-Se Camii’nde Budist askerlerle Patanili
2. Bu hususta detaylı bilgi için bkz: Mehmet Özay, “Tarihten
Gençler arasında çıkan çatışmada 32 Patanili ha-
günümüze Patani”, Dünya Bülteni Araştırma Masası, Haziran
yatını kaybetmiş, aynı gün Patani’nin farklı böl-
2013 Raporu, Dübam Yayınları, İstanbul, http://media.dunya-
gelerinde çıkan çatışmalarda da 74 Patanili daha
bulteni.net/file/2013/patani1.pdf
katledilmiştir. Aynı yıl Narativa’nın Takbay Ka-
3. Patan Halk Kurtuluş Cephesi başkanı Ahmet Muhtar ile ya-
sabası’nda tutuklu bulunan 6 Patanili Gencin
pılan Röportajdan. Röportajın tam metni için bkz: http://www.
serbest bırakılması için düzenlenen gösterilerde,
timeturk.com/m/haber.asp?id=553278
Budist Tayland Askerleri’nin göstericiler üzerine ateş açması sonucu 85 Patanili daha hayatını kaybetmiştir.(6) Tayland hükümetinin zulmü günümüzde de devam etmektedir. “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte
4. Mehmet Özay, “Tarihten günümüze Patani”, Dünya Bülteni Araştırma Masası, Haziran 2013 Raporu, Dübam Yayınları, İstanbul, s. 30 5. http://www.trthaber.com/haber/dunya/musluman-patanilerin-drami-146913.html
bunlar için büyük bir azap vardır.” (Ali İmran;
6. Tarihsel süreçte Patani’de yaşanan zulümlerin kronolojik bir
105).
özeti için bkz: Adem Özköse, Patani Abdulhamid’i Unutmadı,
*Patani hakkında detaylı bilgi edinmek isteyen
Ağustos 2008,
okurlar için Türkçe yayınlanan aşağıdaki kitaplar
http://www.timeturk.com/tr/2008/08/22/patani-abdulha-
faydalı olabilir;
mid-i-unutmadi.html#.VLEm9iusVGs
46
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
HALİME YILMAZ
Nebevi Aile
AİLE TUTUMLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
1 dergi.nebevihayatyayinlari.com
İ
çinde yaşadığımız toplumda aile tipi, onların tutumu ve bu tutumların bir neticesi vardır. Ebeveynler olarak bu aile modellerini ve bu ailelerin tutumları sonucunda ortaya çıkan neticeleri iyi okumalı, kendimize anlatılanlardan dersler çıkarmalı, varsa güzelliklerimiz onları artırmalı varsa hatalarımız “zararın neresinden dönersek kârdır” düsturuyla düzeltmeliyiz. Zira kimi zaman çocuklarla ilgili yapılan hataların bedeli ağır olabilmekte ve telafisi mümkün olmamaktadır. Kimse mükemmel değildir. Hata yapmak ve unutmak biz insanlar içindir. Zaten “insan” kelimesi bile nisyan (unutkanlık)’dan türemişken kimse yüzde yüz hatasızdır denilemez. Önemli olan her konuda olduğu gibi çocuk eğitiminde de hata yapmamak değil varsa hata onda ısrarcı olmamak, düzeltmeye gayret etmektir. Aslında bakılırsa mükemmel olmaya çalışmakta bir hatadır. Çünkü mükemmel olan sadece Allah’tır. Bize düşen düşREBİÜLAHİR 1436
47
tüğümüz yanlışlardan hemen Allah’ı hatırlamak ve o yanlışı kapatmak için bir iyilik yapmaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Nerede olursan ol! Allah’tan kork. Her kötülüğün ardından bir iyilik yap ki onu silsin ve insanlara güzel ahlâkla muamele et.” buyurmuştur. (Tirmizi) İbretlik bir olay anlatılır: “Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında 3 yaşındaki oğlunun gayet neşeli bir şekilde elindeki çekiçle kamyonun kaportasını mahvettiğini görmüştür. Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun elindeki çekici alarak kendini kaybetmiş bir şekilde vurmaya başlamıştır. Biraz sakinleşince oğlunu hastaneye götürmüş. Doktor çocuğun kırılan parmak kemiklerini kurtarmaya çalışsa da elinden bir şey gelmemiş, çocuğun 2 elinin parmaklarını kesmiştir. Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle; “Babacığım! Kamyona zarar verdiğim için çok üzgünüm” demiş ve sonra şu soruyu sormuş; “Parmaklarım yeniden ne zaman çıkacak?” Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş… Çocuklarımıza karşı yapmış olduğumuz nice davranıştan sonra pişman oluruz ve üzülürüz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi sonradan pişman olup özür dileyeceğimiz şeyi bilerek yapmamalıyız. Çünkü sebep olduğumuz şey bu örnekte olduğu gibi bir daha telafisi mümkün olmayan bir sonuç doğurabilir. Şimdi aile tipleri, anne babaların hatalı tutumları ve bunun çocuklar üzerindeki etkileri nelerdir? Onları incelemeye çalışalım. 1-) Şiddetli Reddedici Aile Modeli: Reddetme bir bakıma çocuğun bedensel ve ruhsal gereksinimlerini aksatarak ona düşmanca duygular beslemek şeklinde tanımlanabilir. Bu tür davranışlar “ölse de kurtulsam”, çok kıskandığı için eşine, “ya o, ya ben” demek yada “çocuk özgürlüğümü kısıtlıyor, onun yüzünden bir yere gidemiyorum.” gibi düşüncelerle ortaya çıkar.
48
REBİÜLAHİR 1436
Çocuğu reddetme göstergeleri şunlardır: “İhmal, hor görme, istememe gibi davranışlardır. Azda olsa görülebilen bu anne babalar aslında acınacak haldedirler. Reddedişleri kendi hayatlarındaki trajediden kaynaklanır. Bu ebeveynler çocuklarına öz olduğu halde üvey evlatmış gibi davranırlar. Adeta hata yapsınlar diye fırsat kollanır. Çocuğun iyi yanları görülmeyip kötü yönleri ön plana çıkarılır. Reddedilen çocuğa evdeki diğer çocuklardan farklı davranılır. “Eğer uslu durmazsan senin annen baban olmayacağım” gibi tehditler son derece yanlıştır. Bu tavırların pek çok sebepleri olabilir; 1) İstenmeyen çocuk olabilir. 2) Anne baba hazır değildir. 3) Çocuk özürlü olabilir. 4) Eşlerden biri çocuğa aşırı düşkün olup eşini ihmal ediyor olabilir. Kadın veya erkek çocuğu kendisine rakip görebilir. Her ne sebeple olursa olsun reddedilen çocuk yine reddeden anne babaya bırakılmış bir emanettir. Bu reddediş ahirette karşılığını emanete ihanet şeklinde bulacaktır. Bunun bu dünyadaki karşılığı ise şunlardır: Bu tutumun sonuçları: Bu tür ailede yetişen çocuklar; 1) Yardım duygusundan uzaktır. 2) Psikopat eğilimlidir. 3) Sinirli, agresif bir yapısı vardır. 4) Duygusal kırgınlıkları sıklıkla yaşar. 5) Sevdiği şeyleri kaybetme korkusu yaşarlar. 6) İnsanlara güvenmezler. 7) Hayvanlara ve küçüklere karşı düşmanca davranırlar. 8) Kötü muameleye maruz kalmamak için anne ve babalarına karşı uyumlu görünürler. Çünkü direnecek güçleri yoktur. 9) Korkaktırlar. 10) Hayal kırıklığına uğramışlardır. O’nun İzinde...
11) İleri yıllarda inatçılık, hırçınlık, uyumsuzluk, depresyon ve intihar eğilimleri görülebilir. Kendi dışında kimseyle iletişim kuramadığı için saldırganlığını kendine yöneltmekte ve dengesiz bir kişilik sergilemektedir. 2- Kayıtsız, İlgisiz, Pasif Anne Baba Tutumu Çocukların davranışlarına karşı ilgisiz ve kayıtsız davranan anne babadır. Onlar için çocuğun varlığıyla yokluğu birdir. Bu guruba giren anne babalar hoşgörü ile boş vermeyi birbirine karıştırırlar. Çocuk anne babayı rahatsız etmediği müddetçe görünürde bir sorun yoktur. Eğer rahatsız ederse anne baba düşmanca tavır takınır.
İşleri başından aşkın bir anne baba vardır. Çocuk sevgisinden hiç mi hiç nasipleri yoktur. Çocuklarıyla geçirdikleri her anı kayıp sayarlardı. Baba devamlı hesaplarıyla uğraşırken anne de mücevherlerinin başından ayrılmaz onları nasıl çoğaltacağını düşünürdü. Çocuk elinde bir resimle bir gün babasının yanına geldi: “Babacığım! Şu maymuna bak! Elindeki muzu nasıl tutuyor çok komik değil mi?” Önündeki hesaplarla uğraşan babası öfkeyle “Git başımdan beni rahat bırak.” Annesinin yanına gidip ondan da ilgi göremeyince çocuk somurtur.
Kayıtsız, pasif ve ilgisiz anne baba tutumlarının çeşitli sebepleri vardır. Yoğun iş temposu nedeniyle aşırı yorgunluk, çocuklara ayrılabilecek zamanın kısıtlı olması ve bu zamanın etkin kullanılmaması, büyüklerinde veya bakıcıda olması ve bunların çocuğu anne babayla paylaşmak istememeleri, çocuğa sürekli ilgi gösterilmemesi gibi birçok neden sayılabilir. Ama hiçbiri çocuğumuzu
Sevincine belki ortak olur diye hizmetçi kıza koştu. Hizmetçi kız iyi kalpli, çocuğun dilinden anlayan biriydi. Resme baktı “Aman Allah’ım! Şu maskaraya bak! Ne komik bir duruşu var…” diye çocuğun hislerine ortak oldu. İkisi gülmeye başladılar. Çocuk artık bütün sevinç ve üzüntülerini hizmetçi kız ile paylaşıyordu. Onu anne babasından daha çok sevmeye başlamıştı. Anne babası uzun bir yolculuğa çıksa bile buna üzülmüyor, bilakis hizmetçi kızın yokluğunda daha çok üzülüyordu. Hizmetçi kız dönünce dünyalar onun
kaybetmek için yeterli bir neden değildir.
olmuş gibi sevinçten havalara uçuyordu.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
49
Bu tutumun sonuçları:
Şiddet uygularlar. Çocuğu anlama çabası içine
Bu çocuklar kendilerine yöneltilen düşmanlıktan
girmezler. Belki de çocukta sonunda direnç bı-
çok, ilgisizliğe karşı mücadele ederler. Önem-
rakır anne babanın istediği kalıba zorda olsa girer
senmek isterler çevresindekiler tarafından. Anne
ama çocukta çocukluktan eser kalmaz. Aile artık
babanın ilgisini çekmek için her yolu denerler.
uzaktan kumandalı bir çocuğa sahiptir. Artık or-
Genelde kötü davranışların sebebi bile kendi-
tada şen-şakrak oynayan bir çocuk yerine silik,
siyle ilgilensinler diyedir. Çocuğun ceza alması
hantal bir çocuk vardır.
bile kendisiyle ilgilenildiğinden ona ödül gibi gelir. Bu çocuklar insanlarla sağlıklı iletişim kuramazlar. Başkasının ilgisini çekmek için suç ve şiddete yönelebilirler. Çocuk büyüyünce arkasından intikam alma yoluna bile gidebilir. Bu çocuklar yaşları ilerledikçe aileden uzaklaşmakta, anne babanın ilgiye muhtaç olduğu zamanlarda onların yanında olmamaktadır. Çünkü kendisinin ilgiye muhtaç olduğu zamanlarda anne babasını yanında görememenin yalnızlığını yaşamaktadır. 3- Baskıcı, otoriter, katı ve sıkı anne baba tutumlu Bu tip anne babalar çocukları kendi ideallerinde yaşattığı kalıplara uygun küçük bir yetişkin yapma çabası içindedirler. Katı, baskıcı ve hoşgö-
50 yaşında bir adam çocuğunun da kendi gibi ciddi ve olgun olmasını istiyordu. Fakat oğlu henüz küçüktü. Oynamak, zıplamak, eğlenmek istiyordu. Babası ise bu duruma çok kızıyordu. Bu yüzden teyzesinin aldığı topu patlattı. Çocuktan sadece ders çalışmasını bekliyordu. Çocuk babasının böyle sıkı disiplin uygulamasından dolayı ondan nefret ediyordu. Saatlerce babasının yanında oturur, onun gitmesiyle rahat bir nefes almayı hayâl ederdi. En kaba adamları bile babasına tercih ederdi. Bir gün babası ölünce hiç üzülmedi. Gözünden bir damla yaş bile düşmedi. Hatta kendisinden. “Çok şükür babamdan kurtuldum. Artık oynayabilirim” dediğini duydular.
rüsüzdürler. Çocuk bizden yaşça küçük olabilir. Ama bu, çocuğun bizim bir model küçüğümüz
Baskıcı ailede ceza da eğitimde ön plandadır. Ay-
olması anlamına gelmez. O henüz çocuktur. Yara-
rıca ceza çocuğun işlediği suçla orantılı değildir.
mazlık yapmasından doğal ne var ki? Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çocukların
Bu tutumun sonuçları:
çocukluktan kaynaklanan hatalarını görmezden
Baskıcı tutum çocuğu çekingen yapar. Çocuk
gelirdi. Bu aileler çocukları sanki askeri bir eği-
attığı her adımda yanlış yapma korkusu yaşar.
time tabi tutarlar. Kalkış 07.30, yemek 8.00, yatış
Duygularını içine atar, bastırır. Çoğu kez çocuk
21.30
kendisinden bekleneni yapamaz.
Anne babanın gözü sürekli çocuğun üstündedir.
Çekingen oldukları için kim ne tarafa çekerse o
Her türlü hareketlerinde bir kusur bulunur. Hata yapmaları için adeta fırsat kollanır. Bir gün deprem olur. Anne çocuğu arar. Çocuk saklanmış. Korkuyla “Anne valla ben yapmadım” der. Bu anne babalar o kadar baskı kurar ki, çocuklar her davranışında tepki bekler. Bu ebeveynler çocukları olumsuz özellikleriyle niteler ve lakap takarlar. Hatta ileriye giderek eğitim maksatlı!
50
REBİÜLAHİR 1436
yöne gider. Çünkü kendilerine yönelik bir özellik gelişmemiştir. İnsanlar tarafından rahat kullanılırlar. Aşağılık duyguları gelişmiştir. Karar alma becerileri gelişmemiştir. Doğruyu yanlışı ayıramazlar. Kolayca ağlayan, en ufak olayda sinen çocuklar olurlar. Bir sonraki sayımızda görüşmek duasıyla. O’nun İzinde...
DERYA FIÇICI
İMAN KARDEŞLİĞİ “
“
Benim öyle kardeşlerim var ki anam doğurmamıştır. (Hasan Basri Rahimehullah)
K
endisini Allah için sevdiğim, Allah’ın rızası için birbirimize kenetlendiğimiz kardeşlerim… Omuz omuza yürüdüğümüz, aynı şey için heyecan duyduğumuz, cennete birlikte gitmek istediğimiz, cennette beraber olmak istediğimiz kardeşlerim… Hiç kimsenin bilmediği ve anlamadığı sıkıntılarımı bilen, dertlerimin sırdaşı, tanışmış olmasam da adı mümin olan, derdimin ortağı canım kardeşlerim… “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.” (Hucurat-10) Allah’ın aramıza ayet indirdiği, bağı ile bizi bağladığı, mesafelerin bizi ayıramadığı kardeşlerim… Allah-u Teâlâ, Rasulullah aracılığıyla bize bildirdiği bir kudsi hadisinde şöyle buyurmuştur: “Celalim hakkı için birbirlerini sevenler nerede?Benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün (kıyamet günü), onları kendi gölgemde barındıracağım.” (Müslim, Ahmed) dergi.nebevihayatyayinlari.com
Rabbimizin ne büyük bir müjdesidir bu. Dünyada birbirimizi severek kötülere, zalimlere karşı mücadele ettik, birlikte dayandık, birlikte sabrettik, birlikte yürüdük. Bütün bunlar kalbimizi birbirine giydirdi, kaynaştırdı, hoş geldi gönlümüze. Bazen tebessümünle teselli oldum, içimi ferahlattı nasihatin ve biz birbirimizi sevdik diye Rabbimizin müjdesiyle müjdelendik. Ahiret günü, hesap günü, seni sevdim diye, Rabbim beni ve seni gölgesinde gölgelendirecek inşaAllah. Biz birbirimizi böylesine severken, şeytan aleyhillaneh de boş durmaz elbet. Aramıza fitne ve nifak tohumları atmanın yolunu arar, normalde sabredip önemsemediğimiz davranışlara sabredemez, gücenir, tavır alırız. Nefis, her olayda ortaya çıkar, bizi birbirimize düşman etmeye çalışır, ayrılığa zorlar. Davet nöbeti tutan, kız kardeşlerim! Allah’ın çağrısına kulak vermiş, Allah’ın ayetlerini kuşanmış ve davet yoluna düşmüş olanlar, biliniz ki şeytan bizlerle daha fazla uğraşacak, çünkü bizler şeytanın yolunu kesen, tıkayan, ona geçit REBİÜLAHİR 1436
51
Davet nöbeti tutan, kız kardeşlerim! Allah’ın çağrısına kulak vermiş, Allah’ın ayetlerini kuşanmış ve davet yoluna düşmüş olanlar, biliniz ki şeytan bizlerle daha fazla uğraşacak, çünkü bizler şeytanın yolunu kesen, tıkayan, ona geçit vermeyen, onun yoluna engel olan savaşçılarız. Dolayısıyla o da bizimle uğraşacak, savaşacaktır. Şeytan ve uşaklarının yapacağı ilk şey, bizim kuvvetimizi dağıtmak, bizi parça parça edip gücümüzü azaltmaktır. “Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever” (Saff; 4)
Bizi birbirimize bağlayan şey ne aynı organ içinde oluşmamız (biyolojik), ne aynı toprak üzerinde doğmamız (hemşehricilik), ne de kan bağıdır (akrabalık), bunların hiç birisi değildir. Birbirimize bağlı olma sebebimiz: iman (akide) bağıdır. Bizim iman ettiğimiz şey, Allah celle celaluhu’nun dinidir, kıyamete kadar yaşayacak olan, Allah’ın hak davasıdır. Bu davanın sahibi yerlerin, göklerin ve ikisi arasında olanların sahibidir. Bizi birbirimize bağlayan işte bu şuur yani iman bağıdır. İşte bu bağı zayıflatmaya çalışan ancak şeytanın zayıf hilesinden başka bir şey değildir. “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve bilir.” (Fussilet; 36) Şeytanın hilesini bozmak da ancak Rabbimize sığınarak mümkündür. Bir kardeşine karşı öfke hisseden, günaha doğru meyleden yahut nefsinin telkinleriyle burun buruna gelen bir kimsenin yapacağı tek şey Allah celle celaluhu’ya sığınmaktır. İslâm büyüklerinden biri ile talebesi arasında geçen şu konuşma da bunu göstermektedir: -Şeytan seni fenalığa teşvik ederse ne yaparsın? -O duygudan kurtulmaya çalışırım. -Şeytan aynı duyguları bir daha telkin ederse?
vermeyen, onun yoluna engel olan savaşçılarız. Dolayısıyla o da bizimle uğraşacak, savaşacaktır.
-Yine o duygulardan kurtulmaya çalışırım.
Şeytan ve uşaklarının yapacağı ilk şey, bizim kuvvetimizi dağıtmak, bizi parça parça edip gücümüzü azaltmaktır.
-Ben yine ondan kurtulmaya gayret ederim.
“Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff; 4) Allah azze ve celle, bizi bu ayette uyanıklığa davet ediyor. Saf tutup çarpışmak yani kenetlenmek, duvar olmak, kaynaşmak, birbirine kilitlenmek, şeytanın aradan gireceği bütün delikleri tıkamaktır görevimiz. Alacağımız ilk önlem de Rabbimizin istediği gibi saf olmak, birbirimize tutunmak, birbirimizle olan ilişkimizi, kardeşliğimizi bu şuurla oluşturmaktır.
52
REBİÜLAHİR 1436
-Şeytan seni tekrar baştan çıkarmaya çalışırsa? -Bu uzun iş oğlum! Düşün, yolda giderken önüne bir koyun sürüsü çıktı, sürünün köpeği havlayarak yanına gelip sana saldırırsa ne yaparsın? -Köpekle mücadele eder, yolumdan çekilmesini sağlarım. -Bu da uzun iş evlât! Sürünün çobanından yardım iste de, köpeği yolundan çeksin! İşte biz de şeytanın hilesini ancak Allah’ın yardımıyla bozarız. O’na sığınarak, O’na başvurarak, O’na danışarak bozarız. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurmuştur: O’nun İzinde...
“Kişi kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhari, Müslim) “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” (Müslim, Tirmizi, İbn Mace) Yermük Savaşı sonrası üç yaralı mücahidin arasında geçen bu hadise de gerçekten bizler için ibret vericidir: “Yermük savaşında, Hâris bin Hişam, İkrime bin Ebî Cehil ve Ayyaş bin Ebî Rabia ağır yaralar alarak yere düştüler. Hâris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce “Bu suyu İkrime’ye götür”dedi. İkrime suyu alırken, Ayyaş’ın kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek “Bunu götür Ayyaş’a ver”dedi. Fakat su Ayyaş’a yetişmeden Ayyaş öldü. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime de ölmüştü. Hemen Hâris’in yanına koştu. Hâris de ölmüştü.” (Hayatu’s-Sahabe) Kendisinin yerine kardeşini tercih etmen demek, onun ihtiyacını bilmeni, onun hayatının içinde olmanı gerektirir. Neye ihtiyaç duyduğunu bildiğimiz kişiler; hayatımızın içinde olan, zaman, mekanı ve derdimizi paylaştığımız kişilerdir. Buradan yola çıkarak anlıyoruz ki, kardeş olmanın yolu beraber olmak, birlikte zaman geçirmek, birbirinden haberdar olmak ve birbirleriyle ilgilenmekten geçer. Bizi kardeşlerimizden uzak tutan sebepleri ortadan kaldıralım, onlarla daha sık görüşüp, dertlerinden, sıkıntılarından, ihtiyaçlarından haberdar olalım. Eğer bir kardeşimizin sıkıntısını tek başımıza çözemiyorsak, diğer kardeşlerimizle istişare edip birlikte çözüm arayalım. Unutmayalım ki kardeşimizin sıkıntısını bilmek, dinlemek, ona çare olmak değildir. Çare olmak; onun sıkıntısını giderecek, hafifletecek çözümler aramak, onun için emek harcamaktır. Elimizden gelen hiçbir şey yok demek, büyük bir yanılgıdır. Onu teselli etmek, sevgi ve şefkat göstermek, yanında olduğunuzu hissettirmek, alâkadar olmak da kardeşlik gösterisidir. dergi.nebevihayatyayinlari.com
Ona öyle bir sorumlulukla yaklaşmalısın ki, unutma! O, senin oda arkadaşın, ev arkadaşın, akıl kardeşin vs. bunlardan hiçbiri değil. O, seni ve inancını, davanı anlayan, yanyana yürüdüğün, aynı şey için mücadele ettiğin ender insanlardan biri. Öyle ise ona bu sorumlulukla yaklaş. Onu ihmal etmen, davanı, inancını ihmal etmen, yürüyüşünü zayıflatman, yanını boş bırakman, dayanıksız, desteksiz kalman, gücünü kaybetmen, oksijensiz kalman ve onu da bu sıkıntılarla başbaşa bırakman demektir. Ensar ile Muhacirin birbirine olan sorumluluğunu, düşkünlüğünü biliyoruz. “Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.”(Haşr-9) İyilik ve kardeşlik ancak özveri ile gerçekleşir. Bazen malda bazen duygularda özveri göstermek, yani her şekilde fedâkârlıktır. Bazen ekmeği bölerek fedâkârlık, bazen vakit ayırarak fedâkârlık, bazen öfkeyi yenerek fedâkârlık, bazen hata ve kusurları unutarak, kin tutmayarak, içindeki her türlü bencilliği yenerek, iyiliğin önündeki her türlü engeli aşarak fedâkârlık göstererek kardeş olmak… Ve: “Onlardan sonra gelenler derler ki: «Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr-10) Dua ederken de bencilliği yenmek, dua ederken dahi geçmişteki, hayatının içinde olmayan, dokunamadığın, konuşamadığın, adını bile bilmediğin kardeşlerini de duanın içine almaktır, kardeşlik… Selam ve dua ile…
REBİÜLAHİR 1436
53
Efsane Komutan:
HATTÂB
CİHAN MALAY Samir ibni Salih bin Abdullah (1970-2002)
Tacikistan’da 2 yıl boyunca karlı, dağlık arazide
Hattab, Arap Körfezi’nde varlıklı ve kültürlü bir
cephane ve mühimmat eksikliği içinde mücadele
ailenin çocuğu olarak 1970’te doğdu. Çok cesur,
ettiler.
kuvvetli ve zeki bir genç olarak yetişen Hattab
Buradaki iki yıllık mücadeleden sonra tekrar Af-
İngilizce eğitimi aldıktan sonra 1987 yılında
ganistan’a döndü.
bir Amerikan Lisesi’nde okuma hakkı kazandı. ABD’de eğitimine devam edeceği zaman geldiğinde Hattab birçok arkadaşının ve akrabalarının yaptığı gibi Afganistan’a kısa bir ziyarette bulunmaya karar verdi. 1987 de ailesi ile vedalaşıp evinden ayrılan Hattab o günden sonra bir daha evine, ailesinin yanına dönmedi. Afganistan Dağlarında 1987 yılı, istilacı Rus ordusuna karşı Afganistan Cihadının en yoğun dönemlerindeydi. Dünya’nın Süper Güç olarak kabul ettiği Rusya’ya karşı yapılan mücadele ve gösterilen olağanüstü kahramanlıklar, Müslümanlar arasında yayılıyordu. Dünyanın dört bir tarafından Müslüman gençler, Rusya işgaline karşı cihad etmek için anne ve babalarıyla vedalaşarak Afganistan’a gidiyorlardı. Bir mücahid, Hattab’ın
Celalabad’taki eğitim
kampına geldiğindeki ilk izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Celalabad’taki eğitim kampı hemen her gün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslar’a karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar eşyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çı-
Hattab, burada yaşadıklarını şöyle anlatır: ”Bir gün televizyon izlerken Çeçenlerin Ruslara karşı savaştığını duydum. Savaşanların üzerinde ‘La ilahe illallah’ yazılı saç bantları takan ve tekbir getiren Çeçenleri gördüğüm zaman Çeçenistan’da bir cihad olduğuna ve oraya gitmem gerektiğine karar verdim.”
“Celalabad’taki eğitim kampı hemen her gün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslar’a karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar eşyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çıkarken yeni bir grup geldi. Hattab’ı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaşlarında henüz sakalları yeni yeni çıkan, uzun saçlı bir genç... İlk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsaade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. İbnu’l-Hattab’la böylece tanışmış oldum.”
karken yeni bir grup geldi. Hattab’ı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaşlarında henüz sakalları yeni yeni çıkan, uzun saçlı bir genç... İlk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsaade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. İbnu’l-Hattab’la böylece tanışmış oldum.” Tacikistan’da Afganistan’da koca Sovyet Rusya’yı dize getirip Afganistan’ı terk etmek zorunda kaldığı zaman, Hattab ve bir grup arkadaşı bu sefer Tacikistan’da
Çeçenistan ve Kafkasya’da 1995 yılının baharında 8 arkadaşıyla beraber Çeçenistan’a kısa bir süreliğine gitmek üzere yola koyuldu. Buraya varıp savaşanlarla görüştüğünde şu sözleri söyledi: ”Afganistan ve Tacikistan’da
yaşananlar, Çeçenistan’da 4 yılda yaşanan kahramanlıklar yanında çocuk oyuncağı gibi kaldı. Resmi Rus kaynaklarına göre 2 yıllık Çeçen-Rus savaşında öldürülen Rus askeri sayısı, Afganistan’daki 10 yıllık kayıplarından fazla idi.”
aynı düşmana karşı bir savaşın haberini aldılar.
I. ve II. Çeçen Savaşın’da Ruslara karşı yaptığı
Bunun üzerine eşyalarını toplayarak bu grupla
operasyon ve verdirdiği büyük zayiatlardan do-
beraber 1993 yılında Tacikistan’ın yolunu tuttu.
layı Rusların korkulu rüyası haline geldi.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
55
1996 yılının sonbaharında Rusya’nın Çeçenistan’dan çekilmesinden sonra Hattab Çeçenistan’da “Milli Kahraman” ilan edildi ve kendisine “Üstün Cesaret Madalyası” verildi. Rusya Çeçenistan’dan çekilmesine rağmen baskılarını devam ettiriyordu. Dağıstan’a giren Rus birlikleri hem Dağıstan’da halkı katlediyor hem de Çeçenistan da terör eylemleri düzenliyordu. Çeçen Komutanlara suikast girişimleri artmıştı. Dağıstanlı Müslümanlar onlardan yardım istemişti. Bütün bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak Şamil Basayev ile birlikte bir birlik oluşturup Dağıstan’da ki Rus karargahına saldırdılar. Bu operasyon için Hattab şöyle diyor: ‘’Ruslar 1 gecede 3 köyü yok ettiler. Bu köylerde 1000 den fazla çocuk, 500 kadın vardı.Hepsini öldürdüler. Onlar vurunca susan dünya ve İslam alemi biz bir saldırı yaptığımızda hemen ayağa kalkıyor ve bizi kınıyor. Bunu söyleyenler yanlış söylüyor. Eğer vurmaktan başka çareniz yoksa ne yapacaksınız. Bu operasyon 17 tane alimin ve Çeçenistan-Da-
“Afganistan ve Tacikistan’da yaşananlar, Çeçenistan’da 4 yılda yaşanan kahramanlıklar yanında çocuk oyuncağı gibi kaldı. Resmi Rus kaynaklarına göre 2 yıllık Çeçen-Rus savaşında öldürülen Rus askeri sayısı, Afganistan’daki 10 yıllık kayıplarından fazlaidi.”
ğıstan meclisinin kararıyla gerçekleşmiştir.’’ Yaptığı Başarılı Operasyonlar ve Ruslara Verdiği Büyük Zayiatlar En şanlı operasyonlarından birisi, 16 Nisan 1996 tarihinde komutasındaki 50 kişilik mücahid grubuyla 50 araçtan oluşan Rus konvoyunu tamamen imha ettikleri Shatoi Pususudur. Resmi Rus kaynakları bu pusuda 26’sı rütbeli olmak üzere 223 Rus askerinin öldüğünü ve bütün araçların bertaraf edildiğini bildirmişti. Bu operasyon Moskova’da 2 veya 3 Rus generalinin görevlerinden alınmasına sebep olmuştu. 5 mücahidin şehitlik mertebesine ulaştığı bu operasyon, filme alınmış ve fotoğraflarla tarihe kaydedilmiştir.
56
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
Bundan birkaç ay sonra Hattab grubu ile Rus Askeri Kışlasına yaptığı başka bir baskında Rus helikopterlerini AT-3 uzaktan yönlendirilen tanksavarlarıyla düşürdüler. Bu operasyon da filme alınmıştır. Ayrıca grubundan bazı mücahidler 1996 Ağustosunda Şamil Basayev’in komuta ettiği ünlü Grozni saldırılarında görev almıştır. 22 Aralık 1997 yılında tekrar sahneye çıkmış, komuta ettiği 100 Çeçen ve yabancı mücahidden oluşan grubu ile Rusya içine 100 km sızarak 136. Motorize Zırhlı Tugayı Merkezi’ne saldırıda bulunmuştur. Bu baskında 300 Rus aracı tahrip edilmiş ve birçok Rus askeri öldürülmüştür. Cihadın Sosyal Medyaya Taşınması Düşman medyasının yalan, yanlış iddialarına yanıt olarak sadece sözlerin yetmeyeceğini ve video görüntülerinin de cevapta yer alması gerektiğini savunmaktadır.
tecrübeli komutanlardan oluşan bir kadrosu vardı.” Hattab, Ruslar Kafkasya’dan Orta Asya’ya kadar bütün Müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmişti. Ruslar Hakkında Şöyle Diyordu Hattab; ilk olarak Ruslara karşı Afganistan’da savaşmış ve ardından Tacikistan’daki cihada destek olmak için bir müddet orada Ruslara karşı savaşmıştı. Ardından gelen Çeçenistan cihadında yine Ruslarla savaştı. Bu yüzden Ruslar hakkında şöyle diyordu:”Ruslar’ı ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karşı savaşmak bizim için başka bir orduyla savaşmaktan daha kolay.» “Eğer Afganistan’dayken bana ‘bir gün gelecek Ruslarla Rusya’nın içinde de savaşacağız’ deseydiniz, size asla inanmazdım.” Kendisine Kurulan Pusular, Yaralanmalar ve Gelen Şehadet
Hattab cihadın medya alanına da taşınması gerektiğine inanmaktadır ve bu konuda şöyle demektedir: “Allah, bizden, kâfirlere karşı onlar bizimle nasıl savaşıyorlarsa öyle savaşmamızı istiyor.”
Birçok kez ölümden son anda kurtulmuştu. Bunlardan en önemlisi Ruslar tarafından bombalanan 4 tonluk bir Rus aracındayken oldu. Kamyon takla atıp ters dönerken, Hattab yara almadan kurtuldu. Cennete uçan iki parmağı... Tacikistan’da el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti.
Hattab cihadın medya alanına da taşınması gerektiğine inanmaktadır ve bu konuda şöyle demektedir: “Allah, bizden, kâfirlere karşı onlar bizimle nasıl savaşıyorlarsa öyle savaşmamızı istiyor.” Afganistan, Tacikistan ve Çeçenistan’daki savaş görüntülerini içeren 100’lerce video kasetinin olduğu bilinmektedir.
15 yıl boyunca Ruslar’a karşı savaşan Hattab; kendisine kurulan pusulardan Allah’ın izniyle bir bir kurtulunca, Ruslar içerden savaşa başladılar. Müslümanlar içerisindeki münafıkları kullanmaya başladılar. Hattab, annesi ile ara ara mektuplaşan biri idi. Bunu bilen münafıklardan biri alçakça bir plan
Onun Hakkında Söylenilenler
kurarak, zehirli bir mektubu annesi tarafından
“Zeki ve cesurdu. Ciddi bir kişiliğe sahipti. Askerleri tarafından çok sevilir, ciddiyetsizliğe tahammül edemezdi. Askerlerini sürekli teftiş eder, kişisel problemlerini çözer ve harcamaları için kendi cebinden harçlık verirdi. Her birisi öldüğünde yerini alabilecek kapasitede iyi yetişmiş,
Hattab’a yazıldığını öne sürerek Hattab’a verdi.
dergi.nebevihayatyayinlari.com
Ve 19 Mart 2002...Hattab mektubu açınca, mektuptaki zehirden etkilenerek şehid oldu. Allah şehadetini kabul etsin.(Amin) Yayınladığı Bazı Kayıtlardan [Alıntılar] REBİÜLAHİR 1436
57
ve biri Allah’a hizmet etmek istiyorsa bırakın etsin....” (İbnu’l Hattab-2001) “Ben Afganistan’dan döndüğümde bir boşluğa düştüm, kötü düşüncelerim oluştu ve problemlerim olmaya başladı. İnsanlar mücahidleri eleştirmeye ve onlara karşı olumsuz davranmaya başladılar. Bir çok yerde kardeşler moral bozukluğu yaşamaya başladı.İnsanlar karşılaştıklarında alay etmeye başladı ve “Bu mücahidler nerde? Siz ellerinizi ve ayaklarınızı uyuşturucu satıcıları için kaybettiniz” diyerek mücahidleri taciz ettiler. Bir çok söz söylendi, biliyorum ki herkes böyle konuşmadı ama kardeşlerden bir çoğu böyle konuşmalara yakalandı: “Biz size yardım ettik, ama şimdi Afganlar bir birleriyle savaşıyorlar. Biz uyuşturucu satıcılarına yardım ettik. Bu insanlar sizi aldattı” gibi sert söylemler vardı. Bu bazı mücahidlerde moral bozukluğuna sebep oldu. Bazı yaşlılar “Afganistan’da kurmak istediğiniz hilafet nerde?” diyerek bizimle alay ediyordu. Bu konuşmalar bu kardeşlerin samimiyetiyle uyumlu değildi. Onlar genç yaşlarında evlerini ve lüks yaşamı terk etmişler... Onlara “Cezekumullahu hayran, eğer bu sefer olmadıysa, olabilirse bir dahaki savaşta olur. İnşaAllah, Ümmet’in zafer kazanacağı gün gelecek. Ne zaman ve nerde olacağını bilmiyoruz ama muhakkak gelecek” deyip moral vermek yerine, mücahidlere sitem ve hakaret ettiler, kardeşlerin morallerini zayıflattılar. Yerinde olmak isteyeceğiniz mücahidlerin en iyileri zayıflamaya ve üzülmeye başladılar. Ümmet böylelerini bekliyordu ki tüm dünyada müslümanların lideri olsun. Ama onların çoğu şahıslarına
söylenen
sözlerden
zayıf
düştü...
İnsanlar sabırlı olmalı ve Allah’a güvenmeliler... “Hepimiz Allah’ın elindeyiz. Burada ki 3 kişiden biri-
Bütün bunları Allah rızası ve Allah’ın dinine yardım
mizin tek eli yok, birimizin tek gözü yok, diğerimizin de
için yaptık. Biz Ümmet’i derin bir uykudan nasıl uyan-
tek ayağı... Üçümüz de bir şekilde yaralı veya sakatız. Biz diğer mücahidlerin arasındayız. Operasyonlarda bizzat yer alıyoruz. Aynı diğer mücahidler gibi ön cephelerde ağır silahlarla çatışıyoruz. Bir operasyona çı-
dırdığımızı hissediyoruz. Allah’a yemin ederim ki kardeşler, biz Allah’a güvenmeliyiz. Genç kardeşlerin çok küçük bir kısmı küçük bir miktar silahla Allah’ın düşmanlarına karşı istenilen operasyonu ve ya askeri programı yapmaya, İslam Üm-
karken Allah’ın bize şehadet nasip etmesi için dualar
met’i için bir şeyler ortaya koymaya hazır durumdalar.
ediyoruz. Allah’a bizim canımızı kendi yolunda alması
Ben kardeşlere diyorum: Allah’a güvenmeye devam
için yalvarıyoruz. Allah’ın yolunda ölmek bir şereftir
edin, O’na umut edin. Allah’a inandığımız gibi, Pey-
58
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
gamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in bize hak-
bize merhamet etsin, boyunlarımızı cehennem
kında haber verdiği Hilafetin kesin zaferine de inanın.
ateşinden korusun ve bizi Cennete yaklaştırsın.
Böylece kardeşlerin kalpleri bir kaya gibi birleşik
Savaş alanında biz üniversitelerde öğrenemeye-
olup cahillerin, taraf olanların, kötü insanların lafla-
ceğimiz bir çok şeyi görüp öğreniyoruz. Bugün
rını ve mücahidlerle alay edenleri kâle almamalılar.
Allah bu ümmeti iki milyar insanla onurlandırdı ve
Kardeşlerim, Allah’a yemin ederim ki, eğer ben Çeçen
onlar Pakistan’ın, Arabistan Yarımadası’nın, Kafkas-
topraklarında olmasaydım, burada olan her şeye inan-
lar’ın, Kuzey Afrika’nın yarıdan çoğuna – en zengin
mazdım. Ben derdim ki, burada olanlar Avrupa’nın
topraklarına sahiptirler. En stratejik ve önemli top-
yağmalanması için Rusya’nın gizli komplosudur. Bazen yüzlerce araç konvoyundan oluşan Rus askeri araziyi kuşatıyor, ama Allah’ın lütfu sayesinde mücahitler bu çevrelenmeden kurtuluyordu. Bu halk kendisi Rusya’nın bir parçası olmaktan çıkmaya ve bir daha onlarla yaşamamaya karar verdi, onlar hatta Rusların yüzünü görmekten bile nefret ederdi. Halk Kafkasya’da yaşanan acı bir tarih yüzünden Rusların Çeçenistan ve Kafkasya’ya adım atmasını dahi istemiyordu. “Kafkasya” enstitüsü ve eğitim kampındaki çabaları-
raklar Müslümanların bölgelerindedir. Eğer Müslüman dünyası hamle yaparsa, dünyanın tüm yolları kapanır. Allah’ın Akide, Kuran ve tüm Peygamberlerin Mühür’ünü bahşettiği ulus... Bu Ümmet için başka ne gerekiyor? Sahabeler, Allah onlardan razı olsun, tabiinler ve onların takipçileri bu Ümmete onur ve şeref kurmuşlar, ama biz tüm bunları geçici dünya peşinde kaybettik. Şimdi ümmetin hastalığı nedir?
mızdan yalnızca bir değil, tüm halklar yarar sağladı.
Bugün onun neye ihtiyacı vardır? Onun doktor-
Hatta savaştan sonra bile burada evde 30 – 40 misafir
ları, mühendisleri, tüccarları ve işadamları vardır.
oluyordu, bir ve ya iki grup için hazırlanan ziyafet tüm
Biz Müslüman gençler, Ümmetin başına gelen
oda boyunca yayılırdı. Her yerden insanlar geliyordu
her bir şeyden sorumluyuz. Biz bu kirli hayatın
– biri geliyordu, biri gidiyordu, bir diğerinin hazırlan-
çanak antenler, otomobiller, maaş, ev ve kadın
maya ihtiyacı vardı. Biz yalnızca geceleri dinleniyorduk.
gibi sefil bir hayatın peşinden koşuyoruz. Obe-
Hal böyleyken sizin her biriniz buna hazırlıklı olmalıdır.
zite artıyor ve şimdi 5-10 metre karınlara sahibiz!
Bizimle işi olanların, bizim sonuçtan sorumlu olduğumuza dair boş sözlerini dinlemeyin. Biz her hangi bir işin sonucuna göre Allah tarafından sorgulanmayacağız, sağlanan nedenlerden dolayı sorgulanacağız. Zafer ve yardım Yüce Olan Allah’ın elindedir. Biz yalnız Allah Subhanallahu ve Teâlâ’ya cevap vereceğiz, neden destek vermedik ve ya Allah’ın bize merhamet ettiği bir hareketi neden yapmadık diye, geriye kalan ise Allah’ın elindedir. Bazı insanlar bizi yargılıyor, bizim verdiğimiz ve çıkan sonuçlara göre analiz yapıyorlar. Bu doğru değildir, biz Allah’a inanıyoruz, eğer bu savaşta sonuç çıkmasa, o zaman ikincide, üçüncüde, dördüncüde ve ya beşincide çıkacaktır. Her savaştan biz büyük tecrübe kazanıyoruz ve ben Allah’a dua ediyorum ki, düzenlenen her savaş cephesinde ders vermeye ve ya onu kaydetmeye bize zaman versin – neler oldu, nereye gittik, Afgan, Tacik ve Çeçen cihadında kimlerle karşılaştık. Eğer Allah bize hayatımızın beş ve ya on yılını cihatta tayin etmişse, biz dua ediyoruz ki, Allah
Allah’la dosdoğru olmaktan, hazırlık yapmaktan ve
dergi.nebevihayatyayinlari.com
Müslümanlarla yardımlaşmada samimi olmaktan başka çözümümüz yoktur. Ve eğer Allah bizde samimiyet görürse, O bu yolda tekrar bize merhamet edecektir.”
Bizimle işi olanların, bizim sonuçtan sorumlu olduğumuza dair boş sözlerini dinlemeyin. Biz her hangi bir işin sonucuna göre Allah tarafından sorgulanmayacağız, sağlanan nedenlerden dolayı sorgulanacağız. Zafer ve yardım Yüce Olan Allah’ın elindedir. Biz yalnız Allah Subhanallahu ve Teâlâ’ya cevap vereceğiz, neden destek vermedik ve ya Allah’ın bize merhamet ettiği bir hareketi neden yapmadık diye, geriye kalan ise Allah’ın elindedir.
REBİÜLAHİR 1436
59
Şehid Hattab’ın Oğluna Yazdığı Mektup Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla Salih, kutsal bir mücadele olan Çeçenistan’dan, benim sana olan tavsiyem budur. İslam tarihi sayfalarında sadece Allah yolunda verdikleri sözleri tutanlar şerefle kaydedilmiştir. Onlar ise sözlerinde durarak söyledikleri gibi savaşın olduğu yere gidenlerdir. İnan bana oğlum; para, iman edenleri inançlarından alıkoydu. İnananlar Batılılaştılar ve onların maaşlarına tapıyorlar. Ancak, Allah’ın verdiği daha hayırlıdır. Ve bu yanlış davranıştan dolayı insanlar sanki hayvanlaşmışlar. Yani onlar sabah kahvaltıya kalkarlar, sonra işe giderler, sonra öğlen yemeğe giderler, sonra eve giderler ve sonunda yatarlar. Ve onların hayatlarında başka bir amaç ve hedef yoktur. İnan bana Salih, onların amacı kendilerini zenginleştirmek ve o yolda ilerlerken problemlerden kendilerini sigorta etmek. Ancak problemler hiçbir zaman bitmez. Evde karısıyla, çocuklarıyla, aile problemi ve benzeri problemlerin birini çözerler, arkadan diğeri başlar. Ve böylece onları çözerlerken hayatları sona erer, problemleri kalır. Bugün İslam ümmeti içerisinde her türlü insan mevcuttur: Âlimler, talebeler, işadamları, mühendisler hatta hırsızlar ve haydutlar. Ancak, Tevhid ehli ve Cihad ehli asker azdır. İnan Salih, bugün Cihad zamanıdır. Küfür ümmeti çok dikkatli çalışmaktadır. İslam ümmeti ise keskin bir kılıca muhtaçtır. Allah, bu zamanda da İslam ümmetine merhamet ederdi. Peygamber Efendimiz’in aleyhisselam, ashabın ve onların yolunda devam edenlerin zamanından bahsetmiyorum. Biz gördük, dünyanın en fakir olan milletinin Sovyetler Birliği’ni nasıl yok ettiğini ve en az olan milletin ise Rusya’nın kalbini nasıl kırdığını. Ben bunlarla yaşamasaydım, belki ben de inanmazdım.
60
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...
İnan Salih’im, ölümünü kendin seçebilirsin; şehadetini isteyerek, cihat yolunda. Ama Allah daha iyi bilir. Allah’a tevekkül et ve ölümüne dimdik karşı koy, hayat da o zaman sana gelir. Allah’a olan ümidini yitirme ve O’na tüm kalbinle inan. Bizler Allah’a inanırız ve yine de zafer gelir mi acaba diye şüpheleniriz. İnsanlar her zaman şüpheli davranırlar. Körfez Savaşı’ndan beri kâfir uçakları ve tankları çoğu insanın kalplerinde korku bırakmıştır. Körfez Savaşı, Afganistan’da Rusya’ya karşı kazanılan savaştan sonra Müslümanların kalplerine inen inanç ve cesareti yok etmeye yetti. Düşmanların silahlı kuvvetleri Allah’a inanan az bir insan karşısında yenilgiye uğradıktan sonra Orta Doğu’da tüm yerlere yerleşip Muhammed ümmetini korkutmaya başlamışlardır. Saddam’a ve askerlerine bir şey olmuyordu. Ama Batılılar gittikçe vahşileşerek, Müslümanları korkutarak ve onların sahip olduklarına el koyarak devam ettiler ve biz buna karşı koymayı borç bildik. Ve hala bu savaş 18 yıldır devam etmektedir. Salih, zaman gelir sen de ölümle karşı karşıya kalırsın. O halde Allah’a yönel ve O’nun yolunda cihad et. O, bu dünyada ve öbür dünyada da bir şereftir. Canım benim! Sen hala çok küçüksün. Ama biz sana ve senin yaşındakilere bir yol gösterdik ki bunu bize, bizim ninelerimiz gösteremezdi. Biz önce Allah’a ve sonra size inanıyoruz. Siz, bu ümmettin umudusunuz. Maalesef bugün gençler televizyonun, futbolun ve benzeri şeylerin ve arabaların kölesi olmuşlar. Boşu boşuna ölmekten kork ve Allah’tan sonunun hayırlı olması için dua et. Allah yolunda cesedin parçalanarak ölmek, mahşerde seni Peygamber Efendimiz’le beraber kılar. Benim için en büyük hediye -Elhamdülillah- senin bu cihad topraklarında dünyaya gelmendir. Senin anne tarafı akrabalarından bazıları şehid edildi, bazıları benimle birlikte hala savaşmaktalar, bazıları Ruslara esir düştüler. Onlar Dağıstan’da şeriatı ilk ilan edenlerdendirler. Ben hatırlıyorum; o zamanlar da onların bulundukları köyler Ruslar tarafından çember altına alınmıştı ve biz onlara yardıma koştuk ve beraberce orada kâfirleri dize getirdik. O zaman Çeçenistan’da annen seni karnında taşıyordu. Ve uçaklar bizim toprağımızı her yerde bombalıyor ve yakıyordu. Ve onun için Allah’a şükret ki sen annenin karnındayken cihadın seslerini duymaya başladın. Annen ise bir yerden öbür yere koşardı. Canım benim, lüks bir hayatı hiç düşünme. Çünkü seni her yerde küfür ümmeti takip edecektir ve sana rahat vermeyeceklerdir. Sen ise babanın yoluna devam et ve şerefli bir yol seç. Babanın çoğu arkadaşları da bunu seçtiler ve şehid oldular veya esir düştüler. Sen ise onlardan daha iyi değilsin. Hayatında ciddi bir karar al. Allah’a inanarak ve zafere inanarak devam et. Boş konuşmalara kulak verme, çok soru da sorma. İlim ara ve onu uygula ve Allah’ın kitabını öğren. Küçükken bunları yap, sonra Allah’ın yolunda cihad’a hazırlan. Oğlum benim! Bilmem cihadda beraber olur muyuz? Belki sen tek başına olursun, ben ise mezarda. Ama bu, bir komutanın askerine olan tavsiyesidir; benim için bir rahmet ol, bana dua et ve salih bir evlat ol ki ölenler ancak salih evladın duasını alırlar. Peygamberimiz de aleyhisselam böyle söylemiştir. İsterim ki, Allah’ım onu koru! Bu ümmete faydalı olma ve bu dini koruma, güç ve cesaretini ver ona! Ve senin sonsuz rahmetinden rahmet eyle ona! Allah’ım düşmanlarından koru onu! Ve fakir babasına ve annesine şefaatçi kıl! Allah, inanmayanlara karşı senin şerefini ve gücünü yükseltsin! Allah-u Ekber Senin baban, Hattab dergi.nebevihayatyayinlari.com
REBİÜLAHİR 1436
61
ESMA KÖSE
ŞÜKÜR SABIR İSTİĞFAR RIZÂ
MÜSLÜMANIN MEVSİMLERİ
H
afif esen rüzgârın serinliği ve üzerime dökülen güneş ışınlarının yakıcılığı mevsimleri hatırlatırken, Mümin’in mevsimlerini yazmak geldi aklıma. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ‘’ iki günü eşit olan ziyandadır’’ buyuruyordu. Ve Allah sanki insanı harekete sevk etmek istercesine doğayı aynı seyirde ilerletmiyor farklı farklı mevsimler yaratarak canlılardaki hareket seyrini değiştiriyordu. Doğanın mevsimleri olduğuna göre doğanın varlığına hareket getiren en şerefli varlığın, insanın da mevsimleri olmalıydı. O halde insanlığına şeref olacak iman ile şereflenmiş Mümin’in mevsimlerini düşünmeye başladım. Biraz sonra bunu bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in haber vermiş olduğunu farkettim. Şöyle buyuruyordu kâinatın en şerefli insanı; “Müminin işine şaşarım, çünkü onun işleri tamamen hayırdır. Bu da ancak mümine özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da hayır olur.” (Müslim) Bu söz Müslümanın iki mevsimini tarif etmektedir. Bunlardan birincisi; Şükür mevsimidir. Bu
62
REBİÜLAHİR 1436
mevsim müminin yazını temsil eder. Zira yazın açar bütün çiçekler, görsel güzellik müthiştir. Ancak güneşin kavurucu sıcaklığıdır bu görselliği ortaya çıkaran. Dolayısıyla bu mevsimde var olan tüm güzelliklere rağmen yakıcı sıcak güzelliğin tadından mahrum bırakır Mümin gözlüğü ile bakamayanları. Sıcaklıktan sarhoş olanlar mevsim bittiğinde hatırlar güzellikleri ve vahlanırlar. İşte bu mevsimde şükür ilacını kullanmayı beceremeyenlerdir onlar. Başına gelen güzel şeyler karşısında gösterdiği refleks mevsimin şiddetini belirler. Her mevsimin kendine göre zorluk ve sıkıntıları mevcuttur. Mesela; Şükür mevsiminin kibir, şımarıklık, bencillik, aç gözlülük ve israf gibi bir takım virüsleri vardır ki; kişi bu virüsten ancak şükür ilacı ile kurtulur. Peki, şükür ilacı nedir ve nasıl kullanılır? Zira şükür ilacını kullanma konusunda halk arasında bazı yanlış uygulamalar vardır ve bu yan tesirlere sebebiyet verebilir. Mesela; bir takım insanlar her nimete elhamdülillah diyerek teşekkür ettiğini zanneder. Oysaki bu şükür Siyonistlerin masum insanları öldürüp ‘’pardon’’ dedikten O’nun İzinde...
sonra tekrar öldürmesi sonra tekrar ‘’pardon’’ demesi kadar gülünçtür. Ya da öldürülen insanlar için üzgün olduğunu belirtip harekete geçmeyen ve üzülmek için yeni ölümleri bekleyen insanlar kadar ürkütücüdür. Şükür bedel ister. Mal nimetine sahip olan infak ederek, akıl nimetine sahip olan aklını davasında kullanarak, hitabet yeteneği olan hakkı ve sabrı tavsiye ederek, temizlikten anlayan temizlik yaparak, kas nimetine sahip olan ise cihad ederek kısaca kimin hangi konuda kapasite ve yeteneği varsa o yeteneğin hakkını vererek şükrünü yerine getirmiş olur. Yani şükür ilacı ancak doğru kullanıldığında virüslere karşı korur. Mesela; Kıbrıs şükür mevsimini yaşamaktadır. Zira içerisinde bulunan nimetler ziyadesiyle fazla olmasına karşılık aynı zamanda sokakları virüslerle kaplıdır. Kıbrıs’ın sokaklarında elbisesine virüs bulaşmamış Mümin görmek zordur. Bu da bize ilacı kullanmanın zorluğunu hatırlatmalıdır. İnsanoğlunun acizliğinin ispatı ve her şeye kolay ulaşma düşüncesi ilacı kullanamamasına sebep olmaktadır. Zira bir insan doktora gider doktor ona bir ilaç verir o kişi bu ilacı bir defa kullanır ve iyileşmeyi bekler. İyileşmeyince de doktora kızar ve kendine başka doktorlar bulur. Allah kula şükür ilacını vermiş, virüsleri tarif etmiş ve kullanma talimatını da bildirmiştir. Kula düşen ise tabibin dediğini yapmak ve bu ilacı düzenli kullanmaktır. Zira dünyadaki bir rahatsızlıktan dolayı gittiğin doktoru değiştirebilirsin ancak ahlaki zaafiyetlere karşı sana ilaç sunan Tabip seni yaratan olduğuna göre ona kızdığında gidecek kapın kalmaz. Başka kapılar bulduğunu iddia edenler ise şükür ilacını bir daha bulamazlar. Şükür ilacını kullanamayan ise bu virüslere bulaşmaya mahkûmdur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerinden yola çıktığımızda ikinci mevsiminde sabır mevsimi olduğunu görürüz. Müslüman başına bir bela geldiğinde sabır mevsimiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu mevsim ise kışı hatırlatır. Zira kışın soğuğu fırtına ve tipilerle yoğunlaştığında ayakta kalabilmek imkânsızlaşır. Yağan kar, sonunda gelebilecek tipiye rağmen huzur verir sabrı kuşanana. dergi.nebevihayatyayinlari.com
Belalar, musibetler kar tanelerine benzer. Bir iki kar tanesi etkilemez Müslümanı. Ancak o kar taneleri arttığında ve tipiye dönüştüğünde de değişmemelidir müminin tavrı. Zira eline bir kaç kar tanesi düşenin takındığı tavır belirler çığ geldiğinde tavrın ne olacağını. Bazı insanlar vardır ki gökten kar yağmaya başladığında başlar isyanı. Henüz gelmemiş olan çığlara düşman olur onlar. Bazıları ise kardan yollar yapar kaymak için ve o kar yığınlarının arasından sabır kızağının üzerinde yol alırken hızlandırır seyrini. Kar tanelerinden huzur bulanlar gelecek çığlara tedbir alırken kar tanelerine düşman olanlar çığ geldiğinde aynı isyanlarıyla yok olur. Sabrı kızak yapanlar ise çığ ile yol almayı öğrenir. Mümin kışını sabır ile güzelleştirir. Ve bu güzellik onu kışlara hasret bırakır. Bir örnek vermek gerekirse; Filistin gelir akla. Zira haçlılardan sonra 1948 tarihinde başlayan zulüm politikaları ile sürekli sabır mevsiminde Filistin. Gökten kar yerine çığ yağıyor Filistin’de. Kar tanelerine isyan edenler bu çığlarda helak olurken direnişin neferleri çığlardan kızaklar yapıp devam ediyor yoluna. Bir de İzzeddin Kassamları var Filistin’in. Henüz çığlar yağmamışken gökten, Filistin şükür mevsimindeyken çığları haber veren. Evet, şükür mevsiminde virüslere karşı şükür ilacını kullananlar gelecek mevsimleri ferasetleriyle görür ve o mevsimlere adam yetiştirirler. İşte şimdi Filistin’de var olan direnişçileri yetiştirenler bu adamlardır. Şükür mevsimini güzelleştirenlerin nesilleridir sabrı bir taş gibi ellerinde tutanlar. Müminin dünyasını dolduran bu karlar bazen görünüşte bela ve musibet olmayabilir. Mesela; kişinin kendisine sunulan fırsatları farkedememesi de büyük musibetlerdendir. Bazen tek bir karar şükür ya da sabır mevsimine girmeye sebeptir. Müminin bakışı mümince olmalıdır ki imzası besmele olsun. Mümince bakışa sahip olmayanın kararına yakışacak imzası ise isyanlıdır. Üçüncü bir mevsim daha vardır ki bu istiğfar mevsimidir. Şükür ve sabır mevsiminde hastalananlara sunulan bir fırsattır istiğfar mevsimi. Son bahar gibidir bu mevsim. Bir ağacın gövdesi sağlam olduğu sürece yaprakların sararması etkilemez gövdeyi. Uzaktan bakıldığında kurumuş REBİÜLAHİR 1436
63
gibi görünen bu ağaç aslında bir bahara muhtaçtır. Müminin son baharıdır bu mevsim. Eğer o kuru yapraklara sarılır ve istiğfar rüzgârıyla dökmezse yapraklarını gelecek baharlar tekrar canlandıramaz ağacı.
yaprakları sarardığında esecek rüzgârı beklemez
yaşanır. Ancak yazın virüsleri, kışın çığları, son baharın kuru yaprakları etkilemez bu mevsimde yaşayanı. Tek ilaçla bütün hastalıklara, belalara karşı koruma altındadır bu mevsimin mümini. Bu mevsim rıza mevsimidir. Yazın sıcağına, kışın soğuğuna, son baharın kurumuş yapraklarına değil de yaza sıcağı, kışa soğuğu, sonbahara kuru yaprağı, uygun görene hayrandır bu mevsimin Mümini. Her yandığında onu yakanın sebepsiz yakmadığını düşünür. Soğuk hücrelerine işlediğinde şükürle ısınan kemiklerini hatırlar ve onu üşütenle ısıtanın aynı güç olduğunu düşünerek tebessümle karşılar gelen soğuğu. İman ağacının
kabul edenlerdeki izzetin ve sabrın kaynağını ve
kendi rüzgârını kendisi üretir ve hızla döker sarı yapraklarını. İlkbahar gibidir bu mevsim; yeni açmış yeşil yap-
raklar, arada yağan serin yağmur, güneşin sıcacık Son baharı yaşamak zorundadır Mümin. Zira ışınları, hep bir aradadır. Ancak çetin değildir hiçAdem aleyhisselamla atılmıştır bu mevsim Mübiri bir anne şefkati gibidir dokunuşları. Nazik bir minin hamuruna. Fırına koyulan kakaolu bir kekin mevsimdir ilkbahar. beyaz çıkmasını istemek kadar anlamsızdır son Bu mevsimin Mümini psikologlara ihtiyaç baharsız bir hayat yaşama isteği. Müminin ağacının yaprakları sararır bu mevsimde ve istiğfar duymaz. Ancak teslimiyeti kucaklayamayan ve ile dökülür bir bir yapraklar gelecek baharlarda bu sebeple mevsimlerin şiddetine tutulmuş olanyeniden filizlenmek için. Ancak sadece rüzgâra ları tedavi edebilir, bu mevsimleri yaratanın yaratbırakmamalıdır kendini ağaç, rüzgârın getirdiği tığı bir kul olan psikolog. Onların rıza mevsimini nefes ile nefes almalı ve sallanmalıdır yaprağını bulmuş teslimiyetin zarafetini yakalamış dökmek için. Yoksa sadece istiğfar rüzolanlara söyleyecek sözü olamaz. gârına dokunmak değildir tövbe. Şükür Rıza mevsiminin özgürlüğünü O rüzgarla birlikte çabalamak bedel ister. Mal elde edenler, başına bela ve telafi etmektir hataları. nimetine sahip olan infak geldiğinde sabreden, niGelecek bahara daha ederek, akıl nimetine sahip olan aklını davasında kullanarak, fazla yaprak filizlensin metlerin içindeyken hitabet yeteneği olan hakkı ve sabrı diye çabalamaktır meşükreden, günah işletavsiye ederek, temizlikten anlayan sela. Sarartılan bir yapyince istiğfarla temiztemizlik yaparak, kas nimetine sahip rağın yerine üç yaprak lenenlerdir. Saadet olan ise cihad ederek kısaca kimin yeşertmektir. Sadece ve huzur ancak rıza hangi konuda kapasite ve yeteneği günah yapraklarını varsa o yeteneğin hakkını vererek ile mümkündür. Zira dökmek değil, yanlışları şükrünü yerine getirmiş olur. Allah’tan razı olan, tesdoğrularla telafi etmektir Yani şükür ilacı ancak doğru limiyet kahramanı insankullanıldığında virüslere tövbe. ların yaşadığı asra, saadet karşı korur. Bu üç mevsimi hastalanmadan asrı denmiştir. ya da İstiğfar mevsiminde temiz’Teslimiyet özgürlüktür’’ diyordu Aliya lenerek geçirenlere hediye edilen bir İZZETBEGOVİÇ. O gün anladım İslam’ı şeref mevsim vardır ki; onda bu dört mevsim birlikte
64
REBİÜLAHİR 1436
teslimiyeti kucaklayamamış izzeti batıda arayan, İslam olmaktan utanan gençliğin zilletini. Evet, teslimiyetin içinde gizliydi her şey. Teslimiyetin gücünü elde edenlerdir ölümü öldürenler ve korkuya yenilmeyenler. Teslimiyet sonsuz bir cesaret, umut ve heyecan demektir. Teslimiyeti bedenlerine hücre yapanlar ölümü vuslat bilip şehadet diye kucaklar. Selam olsun Allah’tan razı olmuş Allah’ta onlardan razı olmuş, imtihan zindanlarını teslimiyetle özgürleştirmiş ruhlara… O’nun İzinde...
20 AYLIK SEMİNERLER
15
Konuşmacı İbrahim ÖZPOLAT Hoca ile
iMAM MALiK’iN HAYATI VE iLME KATKILARI 04 ŞUBAT ÇARŞAMBA
SAAT: 20:30
Cennet ve Cehennem'in Özellikleri, Nimet ve Azapları
4 MART
Hakan SARIKÜÇÜK Hoca
Siyonizmin Filistin ve Dünya Üzerindeki Oyunları
6 MAYIS
Nedim BAL Araştımacı - Yazar
RAMAZAN PROGRAMI
Hz. Ebubekir’in Hilafeti ve Mücadelesi
1 NİSAN
Mahmut VARHAN Hoca
Nafile İbadet ve Zikrin Gerekliliği, Müslüman’ın Hayatındaki Önemi
3 HAZiRAN
Sadık TÜRKMEN Hoca
Hilafet’ten Cumhuriyet’e Geçiş Süreci
5 AĞUSTOS Hüseyin NOHUT Hoca
İslam’da Cemaatleşmenin Gerekliliği, Cemaatin Temel Unsurları, Hizipçiliğin Tehlikeleri
2 EYLÜL
Zafer MERT Hoca
Seyyid Kutub’un Hayatı, Mücadelesi ve Şehadeti
4 KASIM
Hasan KARAKAYA Hocaefendi
www.imambuharivakfi.org
7 EKİM
Kerbela Olayı ve Hz. Hüsetin’in Şehadeti
Mahmut VARHAN Hoca
2 ARALIK
Medyatik Kuşatma ve Müslümanlar
Metin EKEN Erciyes Üniversitesi Araştırma Görevlisi 0212
550 63 77
Lebbeyk el İslami Ey İslam! Emrine amâdeyiz Ey İslam! Ben geldim, yoluna kurbanım Ey İslam! Sancağın bir gün suya ihtiyaç duyarsa Biz bütün gençler sancağını sulamak için kanımızı dökmeye hazırız. Emrine amâdeyiz. Emrine amâdeyiz. Emrine amâdeyiz ey İslam! Sancağın yeter ki dalgalansın…