Nebevi Hayat Dergisi 32. sayı (2015)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Temmuz 2015 1436 Şevval

Yıl: 3 Sayı: 32 - Fiyatı: 7 TL

dergi.nebevihayatyayinlari.com

TATİL CELLÂDINA ZAMAN NİMETİNİ

TESLİM ETMEK

Mahmut VARHAN

Hakan SARIKÜÇÜK

Nedim BAL

İSLAM’DA TİCARET AHLÂKI VE HELAL KAZANÇ ÖLÇÜLERİ

TATİL VE DİN’LENMEK

EYVAAH! NE OLACAK ŞİMDİ

Metin EKEN İSLAM COĞRAFYALARI: ORTA AFRİKA

GRUP DİRİLİŞ VAKTİ’YLE RÖPORTAJ

Derya FIÇICI TATİL VE ATALET




sallallahu aleyhi ve sellem

YIL: 3 Sayı: 32 Fiyatı: 7 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ramazan Küpoğlu

nun izinde

Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63) - (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Ercan Araz & Yakup Hazman Kapak Ercan Araz Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63

İçindekiler İslam’da Ticaret Ahlâkı ve Helal Kazanç Ölçüleri / Mahmut Varhan 4 Tatil ve Din’lenmek / Hakan SARIKÜÇÜK 8 Mahremi Olmayan Bayanın Yolculuk Yapması / Ebubekir EREN 12 Eyvaah! Şimdi Ne Olcak / Nedim BAL 16 Vakit, Hayattır Gezi ve Tâtiller, Atalete Dönüşmesin / Zafer MERT 21 Tatil Cellâdına Zaman Nimetini Teslim Etmek Yâda Nimet Adanmışlığı / Ali YÜCEL 27 İslam Coğrafyaları: Orta Afrika / Metin EKEN 30 Önderlerimiz: Asrımızın Muhtaç Olduğu Halife - 2 / Cihan MALAY 34 Aile: 3 Yaş Buhran Dönemi / Halime YILMAZ 42 Grup Diriliş Vakti’yle Röportaj 46 Tatil ve Atalet / Derya FIÇICI 50 Göz Zinası Bağımlısı Olan Bir Kişinin Hikayesi 52 Bir Müslümanın Arkadaşı Nasıl Olmalıdır / Soner DURAL 56 Bu Çağın Ebu Cehil’i İngiltere’den Oruç Yasağı! / İbrahim ADAK 62

Abone Şartları 2015 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 80 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Öz Karacan Matbaa

“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.”

Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Temmuz 2015 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

(İnşirah; 7-8)


HAKAN SARIKÜÇÜK TATİL VE DİN’LENMEK

8

H

amd, gökleri ve yeri direksiz ayakta tutan Allah’adır. Salat ve selam Rasulullah sal-

lallahu aleyhi ve sellemin, ailesinin, ashabının ve tüm Müslümanların üzerine olsun. Zaman; hayatı anlamlı kılan, insanoğlunun varlığını kıymetli hale getiren, tavır ve davranışlarını şekillendirdiği Allah tarafından insanoğluna bahşedilmiş en yüce nimetlerdendir. Bu sayede insanoğlu zaman ile mukayyet olduğunu bilecek ve istikbara kapılmayıp faniliğinin farkında olacak, öte yandan zaman ile sınırlandırılamayacak bir yaratıcının kulu olma bahtiyarlığını her daim hissedecek. Bu açıdan bakıldığında Allah azze ve celle’nin vahdaniyetinin en büyük delillerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır zaman nimeti. Vahdaniyetini hiçbir varlığın gölgeleyemeyeceği Rabbin karşısında sınırlı, mahdut ve mahkûm ol-

ZAFER MERT Vakit, Hayattır Gezi ve Tâtiller, Atalete Dönüşmesin

21

duğunu bilecek, bu sınırlı zaman içerisinde seni ve zamanı yaratan Allah celle celaluhu tanımaya gayret edecek, kulluk vazifelerinin bu zamana sığamayabileceği endişesi ile Rabbine minnet hissi ile her daim ibadet etmeye gayret edeceksin. Nebevi Hayat Dergisi olarak zaman kavramının bu yaz aylarında tatil zihniyetiyle hoyratça kullanıldığına dikkat çekmek, yaz dönemi ve benzeri zaman dilimlerini nasıl algılayıp ne şekilde değerlendirmemiz konusunda okuyucuya şuur vermek amacıyla sayfalarımızı bu konuya ayırdık. Nebevi Hayat Dergisi olarak, mübarek Ramazan ayı içinde idam kararları verilen Mısır’lı Müslümanları ve canlarını Allah uğrunda feda eden tüm şehid kardeşlerimizi tebrik eder, haklarında gerçekleşen hükmün kendileri için hayır, zalimler

ALİ YÜCEL Tatil Cellâdına Zaman Nimetini Teslim Etmek Yâda Nimet Adanmışlığı

27

içinde bir iç yarası oluşturmasını Allahu Teâlâ’dan niyaz ederiz. Ramazan ayınız ve Ramazan Bayramınız mübarek olsun.


İSLAM’DA TİCARET AHLÂKI VE HELAL KAZANÇ ÖLÇÜLERİ MAHMUT VARHAN

İ

nsanı yaratan, güzel ve faydalı şeyleri ona helal kılarak, pis ve zararlı şeyleri ona haram kılan Allah Azze ve Celle’ye sonsuz hamdler olsun. Allah’ın salât ve selamı, insanlarla olan muâmelelerinde en güzel ahlâk ölçülerini sergileyen, haram ve şüpheli olan şeylerden sakınmanın en güzel örneklerini ortaya koyan Efendimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in, onun pak âlinin, ashabının ve kıyamete dek etbâının üzerine olsun. İmdi; Allah Azze ve Celle yeryüzünde bulunan her şeyi insanlığın faydası için yaratmıştır. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (Bakara; 29) Bununla beraber bir takım faydalara ve hikmetlere binâen yaratmış olduğu bazı şeylerin kullanılmasını ve yenilmesini haram kılarak; sadece temiz ve helal olan şeylerin yenilmesini emretmiştir. O şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara; 168) Bu ve daha sonra zikredeceğimiz benzeri birçok ayet’i kerime ve hadis’i şerif göstermektedir ki, bir müslümanın en çok ihtimam göstermesi

4

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


gereken hususlardan biri de helal gıdayı, haram gıdadan ayıran ilimdir. Zira şeytanın insana musallat olmasını ve damarlarında serbest bir şekilde dolaşmasını, dilediği gibi kalbine ve aklına nüfuz etmesini sağlayan etkenlerin başında haram lokma gelmektedir. Haram lokmayla beslenen bedenin varacağı yerin ateş olduğu hadis’i şeriflerde sabit olmuştur. İnsanı şeytanlara karşı en fazla koruyan hususların başında da helal lokma gelmektedir. Haram gıdanın en yaygın yollarından biri de yasaklanmış bulunan alış-veriş çeşitleri ve haram olan kazanç yollarıdır. Ticarî kâr elde etmenin bütün yöntem ve yolları helal değildir. Helal olan yolları olduğu gibi, haram kılınmış olan yolları da bulunmaktadır. Kâr elde etmenin bütün yöntemlerini aynı kabul eden ve hepsini helal görenler hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların: “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır…” (Bakara; 275) İşte yasaklanmış bir çıkar yoluyla serbest bırakılmış bir kazanç yolu arasındaki en büyük fark budur: Allah Azze ve Celle’nin birini haram kılmış olması, diğerini de helal kabul etmiş olmasıdır. Helal ile haram arasında ne kadar büyük bir farkın bulunduğunu ve bu ikisinin aynen irin ve kan ile berrak ve tatlı bir su misali asla bir olmadıklarını ancak Allah’a iman eden ve kalbi ilahî marifetle aydınlanmış olan kimseler idrak ederler. Yoksa bütün idrak yolları kapanmış, eşyanın zahirinden başka bir şey görmeyen ve basiretleri tamamen körelmiş olan kâfir ve fâcirler için irin ve kanla dolu bir çanağın, hayat kaynağı olan berrak ve tatlı su bardağından hiçbir farkı yoktur. Kur’an-ı Kerim ve sünnet’i seniyyede haram olan ticaret ve alış-verişler ile helal olan ticaret ve alış-verişler tafsilatlı bir şekilde beyan edilmiştir. Böylece haram apaçık ortaya çıkmış, helal de belli olmuştur. Bu ikisi arasında da bazı şüpheli durumlar vardır ki, pek çok insan bu hususların hangi kısma ilhâk edildiğini ve hükmünün ne olduğunu bilmez. Ancak kalpleri iman nuruyla aydınlanmış olan Rabbânî âlimler bunların da hükdergi.nebevihayatyayinlari.com

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara: 168) Bu ve daha sonra zikredeceğimiz benzeri birçok ayet’i kerime ve hadis’i şerif göstermektedir ki, bir müslümanın en çok ihtimam göstermesi gereken hususlardan biri de helal gıdayı, haram gıdadan ayıran ilimdir. Zira şeytanın insana musallat olmasını ve damarlarında serbest bir şekilde dolaşmasını, dilediği gibi kalbine ve aklına nüfuz etmesini sağlayan etkenlerin başında haram lokma gelmektedir.

münü beyan etmişlerdir. Bizler de Allah’ın izniyle bu Rabbânî âlimlerimizin beyanları ışığında helal kazanç ölçülerini ve İslam›da ticaret ahlâkını, helal olan alım-satım ile haram olan alış-verişin genel kaidelerini açıklamaya çalışacağız. Gayret bizden, tevfik Allah Azze ve Celle’dendir. Birinci Esas: Ticaret Hukukunu Öğrenmek Bilinmelidir ki ilim, amelden önce gelmektedir. Herhangi bir şeyi söylemek ya da yapmak isteyen kimse, önce onun hükmünü öğrenmeli, Kur’an ve Sünnet mizanında onu tartmalıdır. İmanın en bariz alametlerinden biri şudur ki, bir şeyi yapmak isteyen bir mü’min öncelikle bunun Allah katındaki değerine bakmalıdır. Eğer Allah Teâlâ’nın razı olacağı bir şey ise, onu yapmalı; yok şayet Allah Azze ve Celle’nin razı olmayacağı bir şey ise, ondan şiddetle sakınmalıdır. Bunu da yapmak istediği şeyi Kur’an ve Sünnet’e arzederek bilebilir. İlmin amelden önce geldiğini ifade etmek üzere İmam Buhari rahimehullah “Sahih”ine şöyle bir konu başlığı atmıştır: “İlmin, söz ve amelden önce geldiği konusu: Zira, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed; 19) Böylece Allah Teâlâ ilmi (“Bil ki” buyurarak) öne almıştır.”(1) Görüldüğü gibi ilim, sözlü ve fiili bütün amellerden hatta ayet’i keriŞEVVAL 1436

5


menin açık ifadesine göre tevhidden dahi önce gelmektedir. Çünkü müslüman, itikadî ve amelî bütün inanç ve davranışlarını ilim temeli üzerine bina etmelidir. Bilinen bir husustur ki, ilim iki kısma ayrılmaktadır: Her kişinin bilmesi gereken farz’ı ayn ilimler ve ihtiyacı giderecek kadar kişinin bilmesi yeterli olan farz’ı kifâye ilimlerdir. Nitekim Enes radıyallahu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “İlim talep etmek, her müslümana farzdır.” (2) Malumdur ki her ilmi talep etmek, her müslümana farz değildir. Dolayısıyla her müslümana talep etmesi farz olan ilim, içinde bulunduğu hâlin ilmidir. Bir müslüman hangi hâl içinde bulunuyorsa, o hâlin Kur’an ve Sünnet’teki hükmünü öğrenmesi ona farz’ı ayn olur. Buna göre ticaret ve alım-satımla uğraşan her müslümanın, öncelikle İslam’ın ticaret hukukunu ve ticarî ahlâkını öğrenmesi gerekir. Bu, onun imanının bir gereği ve alametidir. Burada İbni Receb el-Hanbeli’nin farz’ı ayn olan ilmin çerçevesini belirleyen şu ifadelerini nakletmemiz yerinde olacaktır: “Allah Azze ve Celle’nin emir ve yasaklarını, sevip razı olduğu şeyleri ve kerih görerek nehyettiği hususları öğrenmeye gelince; bunlardan herhangi biriyle karşı karşıya kalan kimsenin onu öğrenmesi kendisine farz olur. Bundan dolayıdır ki: “İlim talep etmek, her bir müslümana farzdır” hadis’i şerifi rivayet edilmiştir. Zira her bir müslümanın, dini hususunda ihtiyaç duyduğu taharet, namaz ve oruç gibi konuları öğrenmesi farzdır. Malı olan her bir kişinin, malı hususunda kendisine vacip olan zekat, nafaka, hac ve cihad gibi konuları öğrenmesi farzdır. Aynı

6

ŞEVVAL 1436

şekilde alım-satım (ticaret) yapan her bir kişinin de helal olan alış-veriş çeşitlerini ve haram olan alış-veriş çeşitlerini öğrenmesi farzdır. Nitekim Hz. Ömer radıyallahu anhu şöyle buyurmaktadır: “Dinde fakih olanlardan (dinimizin ticaret hukukunu bilenlerden) başka hiç kimse çarşı-pazarımızda alım-satım (ticaret) yapmasın.” (3) Zayıf bir senedle rivayet edildiğine göre Hz. Ali radıyallahu anhu da şöyle buyurmuştur: “Ticaret yapmaya başlamadan önce fıkıh (ticaret hukukunu) öğrenmek gereklidir. Zira fıkıh öğrenmeden ticaret yapmaya başlayan kimse, faize (haram olan alış-verişlere) bulaştıkça bulaşır!” İbnü’l- Mübarek rahimehullah’a soruldu: “İlim öğrenme hususunda insanlara farz olan miktar nedir?” Şöyle cevap verdi: “Kişinin yapmak istediği her şeyi sorup öğrenerek ilimle yapmasıdır. İşte ilim öğrenmek hususunda insanlara farz olan budur.” Sonra bunu biraz açıklamak üzere şu örneği verdi: “Şayet bir kişinin malı yoksa, zekatın ahkâmını öğrenmesi ona farz olmaz. İki yüz dirhemi olduğu zaman ise; bundan ne kadarını zekat olarak çıkaracağını, ne zaman çıkarması gerektiğini, nereye ve kimlere vereceğini öğrenmesi kendisine farz olur. Diğer bütün hususlar da bu şekildedir.” İmam Ahmed rahimehullah’a da: “Kişiye farz olan ilim talebi nedir?” diye soruldu; o da şöyle cevap verdi: “Kişinin, kendisiyle namazlarını ve oruç, zekat gibi dininin diğer hususlarını -burada İslam’ın diğer emirlerini de saydı- ikâme edeceği kadar ilim talep etmesi farzdır.” Yine İmam Ahmed şöyle demiştir: “İnsanın öğrenmesi farz olan ilim, namazında ve dinini (itikadî ve amelî olarak) ikâme etmede gerekli olan hususları öğrenmesidir.” (4) Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki: Ticaretle uğraşmak isteyen bir müslümanın, maddi ve manevi olarak çok riskli olan bu işe girişmeden önce İslam’ın ticarî ahlâkını ve ticaret hukukunu öğrenmesi kendisine farz’ı ayndır. Bu konuda dinde tefakkuh etmeden, helal-haram sınırlarını öğrenmeden ve İslam’ın ticarî ahlâkı ile ahlâklanmadan bu riskli sahaya girerse; hem maddi olarak hem de manevi olarak çok büyük tehlikelerle karşı karşıya kalır. Maddi açıdan zâhiren kâr ediyor gibi göO’nun İzinde...


zükse de Allah’ın haram kıldığı alım-satım işlemlerine ve özellikle de faize bulaşması neticesinde büyük bir darbe yemesi pak yakındır. Bu aynen zehirli bir bal gibidir; başta tadı hissedilse de karın sancısına dönüşmesi ve yavaş yavaş öldürmeye başlaması çok uzak değildir. Manevi açıdan musibet daha büyük, felaket daha yıkıcıdır. Zira özellikle günümüzde faize bulaşması sebebiyle Allah’ın gazabına müstehak olması ve kul haklarına girerek affedilmez bir yola girmesi kuvvetle muhtemeldir. Tabii ki bütün bunlar namaz kılan müslümanlar için sözkonusudur. Yoksa dinden uzaklaşmış kâfir ve fâcirlerin haram yollarla ticarî kâr elde etmeleri, servetlerini ve bedenlerini şişirmeleri ve böylece cehenneme layık lokmalar haline gelmeleri zaten onlar için en büyük felaket ve azaptır. Diğer taraftan helal-haram konularının konuşulduğu meclisler, en faziletli zikir meclislerindendir. Nitekim Atâ el-Horasâni rahimehullah şöyle demektedir: “Asıl zikir meclisleri, helal-haramın konuşulduğu meclislerdir. Alım-satımı nasıl yapacağın, nasıl namaz kılacağın, nasıl oruç tutacağın, nasıl evlenip, nasıl boşayacağın, nasıl haccedeceğin ve bunların benzeri olan konuların konuşulduğu meclisler…” Buna göre ticaretle uğraşan kimselerin câiz olan ve olmayan alış-veriş şekillerini araştırmaları, sormaları ve konuşmaları zikir mesabesindedir. Bu konuları ilim ehliyle karşılıklı mevzubahis edip konuştukları meclisler, zikir meclisleridir. Bu mübâhese ve müzâkereler hem onları yukarıda arzedilen maddi-manevi tehlikelerden korur, hem de zikir meclislerinde bulunmalarından dolayı çok büyük bir mükâfata ve berekete nail olmalarını sağlar. Gerçekten bu, kaçırılmaması gereken çok büyük bir fırsattır. Fakat ticaretle uğraşan müslümanların çoğu bu altın fırsattan gafildirler. Zira birçok kimse sıkıntıya düşmedikçe sormamayı ve araştırmamayı âdet haline getirmiştir. Sıkıntıya düşüp harama bulaştıktan sonra bir çıkış yolunu aramayı alışkanlık haline getirmiştir. Kafa üstü kuyuya düşen bir deveyi kuyruğundan tutarak çıkarmak ne kadar zorsa, ticarî haramlara bulaştıktan sonra bu bataklıktan çıkmak da bir o kadar zordur. Bundan dolayı da bu bataklıklara düşmemek için herhangi bir işe girişmeden önce onun Kur’an ve Sünnet’e göre hükdergi.nebevihayatyayinlari.com

münü öğrenmek gerekir. Günümüzde pek çok ilim adamının bile muttali olmadığı, muttali olduklarını zannedenlerin de birçok yanlış fetvalar vererek insanları faiz bataklığına düşürdükleri bu çetrefilli ve zor konuda Allah Teâlâ müslüman tâcirlerin yardımcısı olsun ve onlara Rabbanî ve basiretli âlimleri rehber eylesin! Son olarak bir noktaya da değinip bu konuyu bitirelim: Ticaret ve alış-veriş hususlarında câiz olan ve olmayan mevzulardan bahsetmek, yazmak, bu konuları konuşmak ve bu müzâkerelerin neticesinde ortaya çıkan hükümleri uygulamak; zühd konusundan bahsederek, zühde sarılmak demektir. Nitekim İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni’ye: “Zühd konusunda bir şeyler yazmaz mısın?” denildiğinde; o şöyle cevap vermiştir: “Ben, büyu’ (alış-veriş) kitabını tasnif etmiş bulunmaktayım.” Onun bu sözden maksadı şudur ki: Ben bu kitapta helal olan ve haram olan hususları beyan ettim. Zaten zühd haram olan şeylerden sakınıp helal olan şeylere rağbet etmekten ibaret değil midir! (5) -------------------------

1. Sahih-i Buhari: 1/41 2. İbni Mâce: 224. Hasen li Ğayrihi bir hadistir. 3. Tirmizi: 487. Tirmizi dedi ki: “Bu Hasen-Ğarib bir hadis olup, isnadında bulunan raviler güvenilir kimselerdir.” 4. İbni Receb, Mecmûu’r-Rasâil: 2/295-296 5. Bkz: İmam Serahsi, el-Mebsût: 12/128

ŞEVVAL 1436

7


HAKAN SARIKÜÇÜK

Kapak Dosya

TATİL VE DİN’LENMEK H

amd; “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (1) Ve

“Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışması da yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.”

(2)

Buyuran Allah’a; Salât ve Selâm ise; Allah azze ve celle’nin bu emrini ümmeti için kendi şahsiyetiyle örneklendiren ve vefatına dek ümmeti için durup dinlenmeden koşuşturan Efendimiz, önderimiz, rehberimiz olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashabına ve onun yolundan gidenlerin üzerine olsun. Tatil deyince hepimizin aklına ilk olarak, bütün işi gücü bırakıp kendimizi bulunduğumuz or-

sakin bir yerde kafa dinlemek veya bir süreliğine zaman geçirmek gelir. Tatil, özellikle sanayileşmiş kent toplumları açısından stresten kurtulma imkânıdır. Bütün yıl devam eden monoton bir hayattan, belirli bir çevreden kurtularak rahatlama imkânı sağlar. Sağlıklı yaşamaya, çalışma gücünün sürdürülmesine, bedensel ve zihinsel yıpranmışlığın telafisine imkân verir. Dolayısıyla bireysel temel bir ihtiyaç olan tatil, asrımızda aynı zamanda çalışma verimi ve toplumsal yarar açısından da bir zorunluluk halini almıştır. Öğrenci okulundan, işçi iş ortamından, işveren fabrikasından, memur devlet dairesinden kısacası sanki tercihlerimiz neticesinde isteyerek veya istemeyerek zorunlu olarak bulunmak durumunda

tamdan uzakta, gündelik yaşantımızda birlikte

olduğumuz bir ortamdan uzaklaşmak akla gelir.

bulunduğumuz herkesten ve her şeyden ayrı bir

Tatil boyunca öğrenci kitaplardan, yani öğren-

şekilde, ailemizle veya sevdiklerimizle bir arada,

mekten uzak durur. İşçi yapması gereken işlerin

8

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Asıl dinlenmek; DİN’lenmek olmalıdır Müslümanın hayatında… Kendisine dinini daha güzel yaşayabilmek için zaman ayırmasıdır, tatil… Allah için koşuşturma, Allah için didinip çabalamaktır tatil… Tatil dünyayı ta’til (iptal) edip Allah için çalışmak ve ahirette dinlenmektir. Yorgunluğun karşılığını Allah katında alabilmek için didinmektir tatil… İslam uğruna yaptığımız hiçbir şeyden uzaklaşmamak, bilakis daha bir gayretle daha bir azimle yönelmektir davaya… Allah’a kendini adamaya… Dini dar olanlardan değil de, dindarlardan olmaya çabalamaktır, tatil…

hiçbirini düşünmez bile… Oysa tatil harici za-

Müslümanın emeklisi mezarda olurmuş. Tabi ki

manlarda nasılda bizleri meşgul ederdi bu işler…

tatili de… Emekliliği de, tatili de ancak kabirde

Yapmazsak olmazdı. Her şey bir tarafa, işimiz bir

olacaktır. Bu da ancak samimiyetiyle, ihlâsıyla ve

tarafaydı. Ne ailemize, ne akrabalarımıza, ne çev-

Allah rızası uğruna dünyadaki gayreti oranında

remize, ne de dinimize, zaman ayırma fırsatı tanı-

mümkün olacaktır.

mazdı işlerimiz bize... Çünkü kısa bir zaman dahi olsa aksatmak zarar verirdi, bütün bugüne kadar yapmış olduğumuz çalışmamıza, piyasamıza, müşterilerimize ve daha nice nice kafamızda ürettiğimiz engelleyici sebeplere... Ama demek ki yeri geldiğinde artık mâzeret üretilemiyormuş, demek ki istenildiğinde en önemli olan şeylerde terk edilebiliniyormuş, nitekim bu fani dünyanın koşuşturmasından bir gün elbet terki diyar edeceğimiz ölümle ayrılacağımız gibi... Demek ki uzaklaşmak ve ayrı kalmak mümkünmüş. Peki, müslümanın tatili olur mu? İptal edebilir mi her şeyini? Ara verebilir mi dini için yaptığı çalışmasına, tebliğine, davetine, koşuşturmasına, nefsine olan müdahalesine ve onu itaate sevk etmek için nefsine karşı yaptığı mücadelesine?

Bu sebeple Müslümanın “İslami vazifeden uzaklaşma” şeklindeki böyle bir tatil düşüncesi olmaması lazım; zira o, tatili ötede yani ahirette yapacaktır. Burada tatil yapanlar, âhiretteki tatil haklarını kullanmış, yıpratmış ve aşındırmış sayılırlar. Müslümanın tatili, iptal etmek manasına gelen her şeyden uzaklaşması değil, başka bir ifade ile kazma sallamaktan yorulan kişinin biraz da kürekle çalışması şeklinde olmalıdır. Tüm dünyevi koşuşturmayı kısa bir süreliğine de olsa durdurmak anlamında olsa da tatil, hiçbir uhrevi çalışmadan uzaklaşmamak ve kopmamaktır. Kendisine ve çevresine İslami bir yatırım yapmaktır, tatil… Kendisini İslâmi yönden daha güzel yetiştirebileceği vasıta ve yöntemleri elde etmek uğruna bir başka yöne yönelmektir, tatil… Asıl

Müslüman için eğlence, tatil ve dinlenme, boş

dinlenmek; DİN’lenmek olmalıdır Müslümanın

durmak, boşa zaman harcamak olarak düşünü-

hayatında… Kendisine dinini daha güzel yaşa-

lemez. Aksine kulluğun bilincine varmada farklı

yabilmek için zaman ayırmasıdır, tatil… Allah

bir durumun yaşanması olarak kabul etmek ge-

için koşuşturma, Allah için didinip çabalamaktır

rekir. Müslüman, eğlencesinde de, tatilinde de,

tatil… Tatil dünyayı ta’til (iptal) edip Allah için

dinlenmesinde de kulluğundan sıyrılamayaca-

çalışmak ve ahirette dinlenmektir. Yorgunluğun

ğının, kulluktan tatile ayrılamayacağının bilin-

karşılığını Allah katında alabilmek için didin-

cindedir. Zaten bu dünyada sıkı sıkıya sarıldığı

mektir tatil… İslam uğruna yaptığımız hiçbir

kulluğunun, bir anlamda onu ebedi bir eğlenceye,

şeyden uzaklaşmamak, bilakis daha bir gayretle

tatile götürdüğünü de bilmektedir.

daha bir azimle yönelmektir davaya… Allah’a

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

9


olmalıdır. Çalışırken hareket, dinlenirken de hareket… Bir diğer ifadeyle o, mesaisini öyle tanzim etmelidir ki, hayatında boşluğa hiç yer kalmamalıdır. Gerçi dinlenmeye ihtiyaç duyduğunda o da dinlenecektir ama böyle bir dinlenme de yine aktif dinlenme şeklinde gerçekleşmelidir. Meselâ, okuma ve yazma ile meşgul olan ve yorulan biri, yan gelip yatarak dinlenebileceği gibi pekâlâ meşguliyet değiştirerek de dinlenebilir; Kur’ân okuyabilir, namaz kılabilir, kültürfizik yapabilir, bunlarla yorulduğunda da döner tekrar kitap mütalâasına kaldığı yerden devam eder. kendini adamaya… Dini dar olanlardan değil de, dindarlardan olmaya çabalamaktır, tatil… Bizlerin tatil anlayışımız diğer insanların tatil anlayışından farklı olmalıdır. Bir mümin için tatilde yapacağı en önemli faaliyetler arasında hacca gitmek ve umre yapmak gelir. Kısacası Allah yolunda yapılacak her türlü faaliyet bu manada düşünülmelidir. Çağa göre, kendine has keyfiyeti ve çizgisiyle Allah yolunda yapılması gereken çalışmalar neredeyse ve mücadele nerede devam ediyorsa, orada ve o mücadele safında bulunmak icap eder. -Bir mü’minin tatil düşüncesi

َ ‫وَا ْبتَغ ِفيمَ ا آ ت‬ ‫ْس ن َِصيب َ​َك‬ ُ ‫َاك ا‬ َ ‫آلخ َر َة َوالَ تَن‬ ِ ‫هلل ال َدّا َر ْا‬ ِ ُ ّ ‫ِمنَ الد ْنيَا‬ “Allah’ın sana verdiği her şeyde âhiret yurdunu ara; bu arada dünyadan da nasîbini unutma!” (3) Ayeti ile uyum içinde olmalıdır. Bu âyet-i kerimede Rabbimiz, “Ahiret yurdunu ara” derken “ibtiğâ” fiilini kullanıyor ki bu, “Bütün benliğinle âhirete yönel ve âhirete, âhiret kadar değer ver” demektir. Bundan da anlaşıldığı üzere, âhiret için bütün imkânlar seferber edilmeli, dünya için de “nasibi unutmama” esasına bağlı kalınmalıdır. Yukarıda zikrettiğimiz bu âyet-i kerime ve “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (4) ayetleri Müslümana önemli bir hareket felsefesi ve bir hayat düsturu sunuyor. Evet, mü’min her zaman hareket hâlinde

10

ŞEVVAL 1436

Devamlı bir şekilde yapılan benzer işlerin zamanla insanda bıkkınlık oluşturması muhakkaktır. Buna meydan vermemek için imkânlar nispetinde başka yerlere gitmekte, başka işlerle meşguliyette fayda olabilir. Ancak bunun İslami değerlerimize ve İslam’a uygun olan örfi değerlerimize zarar vermemesi şartıyla. Günümüzdeki böyle bir algı bozukluğu insanların bayramları ve diğer tatil günlerini biraz öncede değinmiş olduğumuz gibi bir uzaklaşma ve kaçış olarak görmelerine, sıla-i rahim (akraba ziyareti) gibi dinimizin bayramlarda ve diğer boş zamanlarda da teşvik ettiği bu önemli ve ecri bol olan bu ibadeti ihmal etmelerine sebebiyet vermiştir. Ne yazık ki İslami ölçülere riâyet edilerek kazanılacak sevaplar yalnız ve baş başa kalma arzularıyla heba edilmektedir. İnsanlarımız, bırakın bayramın birinci gününde bayramlaşıp tatile gitmelerini, daha arefe gününden itibaren yaşadıkları şehirleri ve memleketlerini terk edip deniz kıyılarına, eğlence mekânlarına ve daha nice farklı tatil beldelerine akın akın koşuşturmaktadırlar. Çalışmak kadar dinlenmek, rahatlamak da önemlidir. Tatil yapmak, yorgunluğu atmak için olduğu kadar, çalışmak için gerekli şevk ve enerjiyi toplayarak daha verimli çalışmak için yapılan ve insan tabiatının ihtiyaç duyduğu bir faaliyettir. Hele içinde bulunduğumuz çağın hayat şartları, meşru çerçevede eğlenmeyi, dinlenmeyi ve tatil yapmayı gerekli kılmaktadır. Maalesef zamanımızda Müslümanlarda kapitalist sistemden etkilenmiş, hayatlarını İslam’i esaslara göre tanzim edemedikleri için kapitalistçe O’nun İzinde...


bir yaşamın içine sürüklenmişlerdir. Bu sebeple de kapitalistlerin yaşamını taklit etmeye, onların değerlerini kendilerine değer edinmeye ve hayatlarını heba ettikleri şeyler uğruna hayatlarını, ahireti terk edip feda etmeye sevk etmiştir. Şeytan aleyhillane’nin de yardımıyla ekonomik sistemler bırakmazlar ki insanlar, İslam’ı günlük hayatın belirli saatlerinde yaşayabilsinler, Allah’a gereği gibi kul olmak için gayret göstersinler… Nerede!.. Namaz kılarken dahi kişinin Rabbi ile baş başa kalması çok gelir kapitalist zihniyete. 5-10 dakikalık bir ibadetin bile içine girip dinin içindeyken dahi dünyayı düşündürür. Alacakları verecekleri hatıra getirir. Akşama veya sabaha yetişmesi gereken işleri hatırlatır durur, Allah’a kulluk esnasında… Allah’a olan kulluk borcunu düşünmeyen insan da, insanlara olan borcunu nedense hiçbir zaman düşünmeden duramaz bu esnada… Peki, biz müslümanlar için durum nedir? Müslümanlar nasıl eğlenirler, onlar için eğlence ve tatilin anlamı nedir? Müslümanın dininin gereklerini unutacak derecede eğlenceye dalması şüphesiz uygun olmaz. Fakat eğlenirken, gezip görürken ve çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunurken de insanın dinini yaşaması mümkündür. Ciddiyet ve eğlenceyi, çalışma ve tatili bir arada ve birbirinin tamamlayıcısı, destekleyicisi olarak düşünmek gerekir. Yoksa boşa harcanan, yani kişinin dünya ve ahiretine bir faydası olmayan çalışma da, tatil de aynı şeydir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de 15’ten fazla ayet-i celile de dünyada neler olup bittiğini görmek, araştırmak ve anlamak amacıyla gezip görmemiz tavsiye edilmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur: “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.” (5) Çeşitli eğlenceler, yarışmalar, spor gibi faaliyetlerle stres atıp moral depolanırken, tatillerde ayrıca yeni şeyler öğrenilip tecrübe artırılır ve yeni yerler görüp yeni yüzler tanımak suretiyle de sosyal bir çevrenin oluşmasına katkıda buludergi.nebevihayatyayinlari.com

nulur. Bu münasebetle tebliğe, davete ve Allah yolundaki birçok faaliyete ara vermeden devam edilir. Pek çok ayet-i celile de tavsiye edildiği gibi yeryüzündeki eşsiz güzellikleri ve eski medeniyetlerden geri kalanları görüp ibret alma fırsatı da yakalanmış olur. Bir tatil ne kadar iyi planlanır ve ne kadar güzel değerlendirilirse, insan o kadar çok rahatlar, dinlenir ve öğrenir. Buna karşılık plansız programsız, boşu boşuna geçirilen zamana ise tatil denilmez. Bu sebeple tatili, boş durmak, iş görmemek gibi düşünmemek gerekir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Eğlence ve tatili belli kalıplara sıkıştırıp, bu kalıpların değişmez ölçülermiş gibi algılanması doğru değildir. Herkesin kendi hayat tarzı ve yaşantısı ile yakından ilgili bir eğlence ve tatil yapma biçimi vardır. Müslümanların da, hayatın yorucu, yoğun atmosferinden biraz olsun kurtulup kendilerine gelmeleri için meşru sınırlar içinde yani dinimizin emir ve yasaklarını hassasiyetle gözeterek dinlenmeye, eğlenmeye hakları vardır. Bu sene Ramazan ayının tatil mevsimine denk gelmesi de Cenâb-ı Hakk’ın ayrı bir lütfudur ve bu, önemli bir fırsat kabul edilip çok iyi değerlendirilmelidir. Selâm ve Dua ile.

------------------------1. İnşirah:7-8. 2. Necm:39-41. 3. Kasas, 77. 4. İnşirah:7-8. 5. Ankebut, 20.

ŞEVVAL 1436

11


EBUBEKİR EREN

Kapak Dosya

Mahremi Olmayan Bayanın Yolculuk Yapması

H

amd, bizleri Mübarek Ramazan ayına kavuşturan Allah’adır. Salat ve selam mahlû-

katın ve beşerin efendisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine ve ashabı kiramına olsun. Seferiliğin Mahiyeti: Sefer ve müsaferet, yolculuk demektir. İslami bir terim olarak yolculuk belirli bir mesafeye gitmek olup orta bir yürüyüşle üç günlük, yani on sekiz saatlik bir mesafeden ibarettir. Buna ‘üç merhale’ denir. Orta yürüyüş, yaya yürüyüşü veya kafile içindeki deve yürüyüşüdür. Denizlerde ise yelkenli gemi ile üç gün sürecek bir yolculuğu ifade eder. İşte karalarda böyle bir yürüyüş ile denizlerde ise mutedil bir havada yelkenli bir gemi ile on sekiz saat sürecek bir mesafe sefer süresi sayılır. Bu yolun yalnız gidiş mesafesi esas alınır, yoksa gidiş-dönüş mesafesine bakılmaz. Yolculuk yapan kimse sürat yapar yâda bu mesafeyi günümüzde O’nun İzinde...


yeni çıkan ulaşım vasıtalarında olduğu gibi, daha

Ömer bu soruya şöyle cevap vermiştir: “Bende

kısa bir sürede katederse bile yolcu sayılır ve na-

aynı durumu Hz. Peygambere sormuştum, bana şöyle

mazlarını kısa kılar. Vatanında veya o hükümdeki

buyurmuştu”: ‘Bu Allah’ın size verdiği bir bağıştır.’ (2)

bir yerde oturan kimseye “mukim”, buradan çıkıp en az on sekiz saatlik mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de misafir(yolcu)denir.

b)Yolculukta iki namazı birleştirerek kılmak: Hanefilere göre, beş vakit namazı kendi vakitleri içinde kılmak gerekir. Çünkü ‘vakit’ namazın

Yolculuk Hükümlerinin Başlama Yeri: Bir kimsenin yolcu sayılması için en az sefer mesafesi kadar bir yere gitmesi için niyet etmesi yeterli olmayıp, namazı kısaltmak ve ramazan orucunu tutmamak için fiilen yola çıkması da gereklidir. Buna göre yolculuk; vatan edinilen şehir, kasaba veya köyün yola çıkıldığı evlerinden ayrıldıktan sonra en az üç günlük bir yere gidilmeye niyet edildikten sonra başlar. Bu yüzden şehir kenarlarındaki yerleşim alanları, şehirle bütünleşmiş

şartlarındandır ancak hac sırasında arefe günü Arafat’ta öğle ile ikindi birleştirilerek öğle vaktinde, Müzdelife’de akşamla yatsı birleştirilerek vaktinde kılınır. Bu sahih sünnete dayanır. Yolculuk sırasında ise Hz. Peygamberin Tebük Gazvesi yolculuğunda yaptığı gibi öğleyi son, ikindiyi ilk, akşam namazını geciktirip son, yatsıyı ise ilk vaktinde birleştirerek kılmak caiz olur. Buna ‘’suri cem’ ’yani şeklen birleştirme denir. Aslında burada her namaz vaktinde kılınmış olur.

olan köyler veya köyden yola çıkanlar için ‘’finayi

Çoğunluğa göre ise yolculuk sırasında, öğle ile

mısır’’ denilen harmanlık, mezarlık ve ağıl gibi

ikindiyi ve akşamla yatsıyı birbirinin vakti içinde

eklentiler geçilmedikçe yolculuk başlamış olmaz.

birleştirerek kılmak caizdir. Onlar Hz. Peygamberin, kimi yolculuk veya yağmurlu havada bu

Seferiliğin Hükümleri: Yolcular için bir kısım kolaylıklar, ruhsatlar ge-

namazları birleştirerek kıldığını bildiren hadislere dayanmışlardır.

tirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan ki-

c)Ramazan orucunu sonraya bırakma:

şinin orucunu geri bırakması mübahtır. Yolcunun

Yolcu isterse, Ramazan orucunu sonraya bıraka-

mestlerini meshetme süresi üç gün, üç gecedir. Yolcu dört rekâtlı farz namazlarını iki rekât olarak kılar. Buna ’Kasr-ı salat’ denir.

bilir. Kur’an’da şöyle buyurulur: ‘’Sizden kim hasta olur veya yolculukta bulunursa, tutamadığı orucu, sayısınca başka günlerde tutsun.’’

a) Dört rekâtlı namazların iki rekât olarak kılın-

(3)

ması:

Allah’ın Rasulü ile yolculuk yapmış ve Mekke’ye

Yolculukta dört rekâtlı namazların kısaltılarak

vardıklarında şöyle demiştir: ’Ey Allah’ın elçisi!

kılınması Kur’an ve sünnete göre caizdir. Allah

Ben namazlarımı kimi zaman kısa, kimi zaman tam

Teâlâ şöyle buyurur: “Yeryüzünde sefere çıktı-

kıldım. Oruç tuttum, tutmadığım da oldu. Rasulullah

ğınız zaman, eğer kâfirlerin size kötülük etme-

sallallahu aleyhi ve sellem de “Güzel yapmışsın

sinden korkarsanız, namazları kısaltmanızda

dedi ve beni kınamadı.” (4)

bir sakınca yoktur”.(1) Bu ayette kısaltmanın korku şartına bağlanması, o gün bulunan olayı tespit etmek içindir. Çünkü Rasulullah sallallahu

Hz. Aişe (r.a) Medine’den Mekke’ye umre için

d) Mestlere üç gün süreyle mesh etme: Mestler üzerine mesh etme süresi mukim için bir

aleyhi ve sellem’in çoğu yolculukları korkudan

gün bir gece, yolcu için ise üç gün üç gecedir. Hz.

hali değildi. Ashab-ı kiramdan Ya’la İbn Ümeyye

Peygamberin uygulaması bu şekilde olmuştur.

(r.a) Hz. Ömer’e şöyle demiştir: “Biz neden namaz-

Ancak bu süre dolmasa da cünüplük sebebiyle

ları kısaltarak kılıyoruz, hâlbuki güven içindeyiz.” Hz.

mestlerin çıkarılması gerekir.

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

13


Sadece bu gideceği yer 90 km den uzakta olursa

Daru’l küfürde olup dinini gereği gibi yaşayamıyorsa kadının Daru’l küfürden, Daru’l İslam’a gitmesi vaciptir. Bu durumda mahremin yanında bulunması şart değildir. Ebul Abbas el-Kurtubi der ki: Bir kadın, dini hususunda fitneye düşmesi söz konusuysa bulunduğu beldeden ayrılıp İslam diyarına gitmesi vacip olduğu konusunda âlimler ittifak etmişler. Bu durumda mahremin bulunması veya bulunmaması şart değildir. (6)

seferi olur. Fakat oraya varınca seferiliği kalkar. Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli yerleşmek amacıyla başka bir yere giderse gittiği yer vatanı aslisi olur. Birinci yer asli vatanı olmaktan çıkar. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’ye gittiğinde kendisini misafir saymış ve “biz seferiyiz” buyurmuştur.

(5)

Vatan-ı

asli, vatan-ı ikamet ile bozulmaz. Doğduğu veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik, askerlik veya işçilik gibi bir amaçla on beş günden fazla kalmak üzere kişiyi seferi yapan uzaklıktaki bir yere giden kimse önceki asli vatanı nitelik değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa seferi sayılmaz. Çünkü vatan-ı ikamet, vatan-ı asliyi bozmaz. Bir kimse bir şehirde otururken ai-

Yolculuğun Sona Ermesi: Asli vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada oturmaya niyet edilmese de sonuç değişmez. Vatan-ı ikameye dönüşte ise kalmaya niyet gerekir. Vatan üç kısma ayrılır: a) Vatan-ı asli: Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barın-

lesini nakletmeden başka bir şehirde de evlense her iki şehir kendisi için asıl vatan olur. Hangisine gitse mukim sayılır. Vatan-ı ikamet ise, başka bir vatan-ı ikamete gitmek veya oradan ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut asli vatana dönmekle bozulur. Yani vatanı ikametten ayrılan kimse yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa se-

mayı kastedip başka yeri vatan edinmek isteme-

feri sayılır.

diği yere vatan-ı asli denir.

On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı sük-

b) Vatan-ı ikamet: Bir kimsenin doğduğu, evlen-

nanın bir önemi yoktur. Kişi orada seferi sayılır.

diği ve yerleşmeye karar verdiği bir yer olmak-

Bu vatan diğer vatan çeşitlerini değiştirmez. Kişi

sızın yalnız içinde on beş günden fazla kalmak

on beş günden kısa süren 90 km.’den uzağa yap-

istediği yere de vatan-ı ikamet denir.

tığı tüm yolculuklarında, şehrin yerleşim alanla-

c) Vatan-ı sükna: Bir yolcunun içinde on beş

rının dışına çıktığı andan itibaren ve gittiği yerde

günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir

seferi sayılır. Bu durum dönünceye kadar devam

vatan-ı süknasıdır. Bu sonuncuya itibar edilmez.

eder.

Bununla ne asli vatan ne de ikamet vatanı değişmiş, bozulmuş olur. Seferilik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden insanın asil vatanı olan yer, diğer ikamet ve sükna vatanlarıyla bozulmaz.

Cemaatle namaz da mukim, misafir imama uymuşsa imam iki rekât namaz kılınca selam verir, mukim selam vermeyip namazı dörde tamamlar. Namazı dörde tamamlarken kıyamda bir şey oku-

Yani vatanı ikamette bulunan kimse vatan-ı asliye

ması gerekmez, fakat okuyabilir. Çünkü namazın

dönmekle misafir olmaz. İnsan doğup yerleştiği

baş tarafını imamla kılmış ve farz kıraat yerine

veya karısının yerleştiği yere varınca seferi olmaz.

gelmiştir.

14

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Yanında Mahremi Olmadan Kadının Yolculuk Yapması: Yanında mahremi bulunmadan yolculuk yapan kadının üç durumu vardır: • Daru’l küfürde olup dinini gereği gibi yaşayamıyorsa kadının Daru’l küfürden, Daru’l İslam’a gitmesi vaciptir. Bu durumda mahremin yanında bulunması şart değildir. Ebul Abbas el-Kurtubi der ki: Bir kadın, dini hususunda fitneye düşmesi söz konusuysa bulunduğu beldeden ayrılıp İslam diyarına gitmesi vacip olduğu konusunda âlimler ittifak etmişler. Bu durumda mahremin bulunması veya bulunmaması şart değildir. (6) • Kadının üzerine vacip olan haccı eda etmek için yolculuk yapması. Bu hususta mahremin bulunması şart mı değil mi açısından âlimler iki temel görüş belirtmişler; Birinci görüşe göre kadın bu durumda mahremi ile veya kocasıyla beraber çıkması şarttır. Ebu Hanife, İbrahim en-Nehaî ve Hasan-ı-Basri bu görüşteler. Ebu Hanife yolculuk mesafesinin uzun olmasını şart koşmuştur. İkinci görüşe göre kadının yolculuğu için mahremi şart değildir. Ebul Abbas dedi ki: Said bin Cübeyr, İbn Sirin, İmam Malik ve İmam Şafii bu gibi yolculukta kadının mahreminin bulunmasını şart koşmamışlardır. (7) Buna delil; Hz. Ömer’in, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem eşlerinin son yapmış oldukları hacda onlara bu hususta izin verdi. Ve beraberinde Osman bin Affan ve Abdurrahman bin Avf’ı gönderdi.” diye buyurmasıdır. (8) İkinci görüşe sahip âlimlerin kadının yanında mahreminin bulunmasının şart olmadığını bildirmekle beraber kadının güvende olmasını şart koşarlar. Bu durumda kadının, güvenilir bir kadın cemaat ile beraber olmalı ve buna benzer güvenliğin olması gerekir. İmam Nevevi der ki: “Kadının yanında mahremi bulunması değil, kadının güvende olması şarttır. Kadının güvende olması kocasıyla, mahremi ile veya güvenilir kadın topluluğu ile beraber olmasıyla olur. Şayet bir kadınla beraber olursa dergi.nebevihayatyayinlari.com

bu durumda hac kadında gerekli değil, ancak hac yapması caizdir.” (9) • Vacip olmayan seferlere çıkması. Umre ve akraba ziyareti gibi. Hanefilere göre yolculuk mesafesi kısa ise kadının yanında mahreminin bulunması şart değildir. Yolculuk mesafesi şayet uzak olursa güvenilir bir kadın cemaat ile yolculuk yapabilir. Kadın güvende değil ise yolculuk yapması caiz değildir. Cumhur’a göre hac ve umre dışında vacip olmayan yolculuğa kadının mahremsiz çıkması caiz değildir. Sefer mesafesinin uzak veya yakın olması durumu değiştirmez. Güvenilir kadın cemaat ile umre ve nafile hac yapabilir. Ebul- Abbas derki: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kadının bir gün ve bir gece mesafesindeki sefere çıkması kendisine helal olmaz. Ancak yanında mahremi bulunması hariç.” (10) Bu hadisteki yasak, kadının yalnız kalması, avretinin görüleceği gibi durumlara yorumlanmıştır. (11)

-------------------------

1. Nisa: 101 2. Müslim; Misafirin. 4 3. Bakara: 184-185. 4. Beyhaki; 3/142. Hadisin isnadı sahihtir. 5. Ebu Davud; 1229. Hadis sahih li-gayrihtir. 6. el-Müfhim. 45013. 7. el-Müfhim. 4431 3. 8. Buhari; 1860. 9. Sahihi Müslim şerhi; 149/9. 10. Buhari;1088. Müslim;1339. 11. el-Müfhim:45013.Not: Geniş bilgi için Hamdi Döndüren, İslam İlmihaline. Bkz.

ŞEVVAL 1436

15


GÜNDEM GÜND EM EM ND GÜ GÜ

M GÜNDEM G NDE ÜN GÜ DE M EM

GÜNDEM G ÜN EM DE ND Ü M G

gündem NEDİM BAL

DEM GÜNDEM GÜN GÜ EM ND ND

EYVAAH!

K A C A L O E N İ ŞİMD Bismillahirrahmanirrahim Şu an Türkiye’nin en önemli gündemi hiç şüphesiz seçimlerden sonra ortaya çıkan siyasi tablo. Bu tabloya göre Ak parti tek başına hükümeti ku-

imtiyazlara ve ayrıcalıklara bir daha ulaşmanın zor olacağı ortadadır.

ramıyor. Ak partinin 12 yıllık iktidar dönemi sona

Fakat bu meseleyi karşı bir so-

erdi. Belli ki pek çok kimse sonuçların böyle ola-

ruyla biraz kurcalamak istiyoruz.

cağını tahmin etmiyordu. Bu nedenle herkeste bir şaşkınlık, bir telaş var. İslami kimliğe sahip pek çok insan şu soruyu soruyor: Şimdi ne olacak?

12 yıllık Ak parti iktidarı döneminde bazı imtiyazlı cemaatler, vakıflar, sivil toplum örgütleri elde ettikleri makamları, zenginliği, refahı kısaca

Bu soruyu biraz açmak lazım! Bu soruyu soran

tüm imkân ve imtiyazları; İslami bir toplumun

kardeşlerimiz; 12 yıllık Ak parti döneminde elde

oluşması adına ne kadar kullandılar? Elde edilen

ettikleri kazanımların, makamların, statülerin,

bu geniş imkânları halka yansıtıp kalplerin fet-

zenginliğin, ihalelerin, konforun, kurumsal ya-

hine çalıştılar mı? İslami daveti halka indirebil-

pıların ve imtiyazların ne olacağını soruyorlarsa,

diler mi? Yoksa elde edilen imkân ve imtiyazlar;

Ak parti iktidarının olmadığı bir dönemde bu

önce kendilerine, sonra kendi topluluklarına,

16

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


sonra yine kendi topluluklarının seçkinlerine mi

kızlı erkekli karışık topluluklar; muhafazakâr bir

sarf edildi?

gençliği temsil edemez. Oysa bu cıvık ve iğreti

Aradan geçen 12 yıl sonra ortada; akidesi ve ah-

davranışlar, bu sınır tanımaz arsız ve azgın yaşam

lakıyla rüştünü ispat etmiş, Salih ameli ve takvası ile örnek, İslam davası için yeri geldiğinde can

biçimi; Adam gibi adam, Müslüman gibi Müslüman olan “DİNDAR” bir gençliğin davranış ve

kuşunu seve seve Rabbine sunacak bir gençlik

yaşam biçimi değildir.

oluşmadıysa, 12 yıl içerisinde halkın İslami şuuru

Ak partinin 12 yıllık iktidarı döneminde elde ettik-

biraz daha yükselmemiş, halkın İslami yaşam

leri geniş imkân ve imtiyazları, toplumun İslam-

tarzı daha belirgin hale gelmemişse, bu imkân-

laşması adına İslami bir değişim ve dönüşümün

lardan bire bir istifade edenler Allah için ne yap-

gerçekleşmesi için kullanmayanların, halka İslami

tılar o zaman?

daveti hakkıyla götürmeyenlerin, kendi hayat

Ak parti döneminde elde edilen imkân ve imti-

kalitesini yükseltmekle meşgul olanların, üstelik

yazlar, İslami bir toplumun yetişmesi için hakkıyla kullanılmamışsa o halde Ak partinin iktidardan uzaklaşmasına üzülmek; Allah için, İslam

diğer Müslümanlara tepeden bakan o alaycı ve kibirli toplulukların; şimdi İslam adına (!), Dava adına (!) üzüldüklerini söylemeleri çokta samimi

için, Din için değil, ali menfaatlerin, kârlı ihale-

gelmiyor açıkçası.

lerin, makam, imkân ve imtiyazların elden çıkma-

İslam’ın emrettiği hal üzerine yaşamayanların

sına üzülmektir. İktidarın tüm imkânlarını sonuna kadar sömüren topluluklardan şöyle bir itiraz gelebilir; “Biz muhafazakâr (!) bir gençliğin ve muhafazakâr bir toplumun oluşması için Ak partinin bize sağladığı

İslam davasının geleceği adına üzülüyoruz demeleri tam bir ikiyüzlülüktür. Bu durum aslında İslam’ın geleceğinden değil, kurumların, imkânların ve imtiyazların geleceğinden endişe etmektir.

tüm imkânları kullandık. Daha ne yapalım ki?” Doğrudur. Akidesi sağlam, ahlâkı ve şahsiyeti

Ak Parti Dönemi

ile örnek, takvası ile etrafına hayat veren, ibadet-

12 yıllık Ak parti döneminde şu veya bu örgüte

lerine düşkün, Allah’ın sınırlarına hürmet eden bir gençlik ve toplum değil, aksine MUHAFAZAKÂR (!) bir gençliğin, MUHAFAZÂKAR bir toplumun yetişmesi için çaba gösterdiniz. Yani mevcut statükoyu, mevcut kazanımları, mevcut imkân ve imtiyazları korumayı (muhafaza) etmeyi önceleyen bir gençlik ve bir toplum.

nispet edilerek hapse atılan 100’lerce masum Müslüman olmuştur. Evlerine gece yarısı baskın yapılarak, eşlerinin ve çocuklarının gözleri önünde yerlerde süründürülüp silah doğrultularak emniyet binalarına götürülen, oradan da yalan, yanlış, iftira dolu suçlamalarla mahkemelere çıkarılıp sürüm sürüm süründürülen Müslümanlar

Türkiye de muhafazakârlaşmanın “Dindarlaşma”

da olmuştur. Halen İslami kimlik ve mücadele-

olduğunu zannetmek gibi son derece yanlış bir

lerinden dolayı bir fiil hapishanede yatan veya

algı mevcuttur. Muhafazakârlaşmak ile dindar-

mahkemeleri devam eden 1000’in üzerinde Müs-

laşmak arasındaki zıtlık doğu ve batı arasındaki

lüman var bu ülkede. Bu cezaların birçoğunun al-

zıtlık gibidir.

tında da maalesef Ak parti yetkilerinin imzası var.

Örneğin; nargile salonlarında bacak bacak üstüne

Hükümet yetkilileri diyorlar ki; “biz paralel ya-

atarak bir taraftan nargilelerini fokurdatırken öte

pının oyununa geldik! Aldatıldık! Uyutulduk!”

taraftan kahkahalarla ortalığı inleten baş örtülü,

Doğrudur. Aldatıldınız ve uyutuldunuz! Fakat bu

makyajlı, kirli sakallı ama aynı zamanda namazlı,

iftira ve zulümlerin arkasında kökü dışarıda olan

aynı zamanda oruçlu, aynı zamanda İslam CI (!)

bu yapının olduğunu sağır sultan bile işitmişti.

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

17


ıflar, aatler, vak ca m e c lı z a ı kısa ı imtiy liği, refah minde baz in e g n ö n e d z ı r dar ı, a r makamla dına ne ka parti iktid a i k r ı s A le a k ik t m lı t ş ıl e y lu 12 rin fethine plumun o ütleri elde le o g t r lp ö a ir k b m i ıp lu m ıt p s a yan rı; İsla sivil to imkân e imtiyazla geniş imkânları halk Yoksa elde edilen v n â k i im tüm yine kend dilen bu diler mi? a e il r b n e e o ld s ir E , d a ? in r ın luklar ti halka kullandıla lami dave kendi toplu edildi? İs a r n ı? o m s , r e a dilerin çalıştıl mi sarf ; önce ken kinlerine r ç e la s z a ın iy t ın r ve im toplulukla

Fakat bir tek siz anlamadınız, bir tek siz duyma-

sınlar. Yollar, köprüler, havalimanları, metrolar

dınız. Ya da anlamak ve duymak istemediniz. Ha

yapılırken insanların kalbine giden yolların niçin

bire Müslümanlara dönen ihanet ve iftira silahı

ihmal edildiğine baksınlar. Güneydoğuda halkı

sonunda bir gün size de döndü. Canınız yandı.

neredeyse PKK’nın eline teslim eden politikala-

İşte o zaman uyandınız maalesef(!). Sizlerin canı

rına baksınlar. 6-7 Ekim olaylarında PKK/HDP

yanmasa idi belki de gaflet uykusuna devam ede-

tarafından 50 Müslüman katledilirken bu katliam-

cektiniz başkalarının yanan canlarına hâlâ göz yu-

ları ve diğer günlerde olan katliamları aval aval

marken!

seyreden İç İşleri Bakanlığına sorsunlar bunun

Bütün bu olumsuzlukları göz ardı etmeden ve

hesabını. Seçim sandığının güvenliğini dahi sağla-

unutmadan bir tarafa notlayarak yine de denilebilir ki; genel anlamda 12 yıllık Ak parti iktidarı döneminde inançlı insanlar bir nebze olsun rahatlamış, İslami camia ve kuruluşların önleri açılmış, geniş imkân ve fırsatlar tanınmıştır. Sesi Çok Çıkan Yaygaracılar! Bu seçim sonuçları üzerine bazı Ak partili fanatiklerin, akidevi hassasiyetlerinden dolayı hiçbir zaman, hiçbir partiye oy vermeyen ve sayıları da seçmen sayısının %1’inin yarısını bile geçmeyen muvahhid kesime yönelik “bak işte gördünüz mü? Şimdi sevinecek misiniz? Sizin yüzünüzden memleket ne hale düştü?” yollu sitem ve serzenişleri yersiz, anlamsız ve boş sözlerdir. Hayatta en basit şey; kendi hata ve kusurlarını örtmek için başkalarını suçlamaktır. Bu yol, basit insanların en sevdiği yoldur.

yamayan iktidarın acizliğine baksınlar. Cumhurbaşkanının çevresindeki devşirmelere ve Ak parti içinde menfaat davası güdenlere sorsunlar bunun hesabını. Temayül yoklamalarında 1. sırada çıkan isimleri yok sayan AK parti merkez yönetimine sorsunlar bunun hesabını. İl ve ilçe teşkilatlarında yapılan hataları bütün samimiyetiyle dile getiren binlerce kişiyi dışlayan, aşağılayan ve ayak oyunlarıyla partiden sürülmelerine sebep olan kibirli, menfaatçi teşkilatlarla hesaplaşsınlar. “Bakara Makara” muhabbeti yapan seviyesizleri el üstünde tutanlara sorsunlar bunun hesabını. 950 tl asgari ücretin alındığı bir ülkede 300 bin liralık makam arabası için “çerez parası” diyen zatı muhteremden sorsunlar bunun hesabını. Bülent Arınç’ın “biz israfın önüne geçebilseydik sizden vergi almazdık” sözünün hakikatinde arayın bu seçim sonuçlarını. Cumhurbaşkanı ve Başbakan meydan meydan dolaşırken havuzlarda çimlenen

Ortada suçlanacak birileri aranıyorsa; Ak par-

milletvekili adaylarına ve ilçe teşkilatlarına sorun

tinin son dönemde kendi içinde bile bir türlü tut-

bunun hesabını. Sayıları on binleri geçmeyen bir

mayan akordeon ayarlarının bozukluğuna bak-

avuç müvahhid Müslümana; neden oy verme-

18

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


diniz diye hesap sormadan önce geriye kalan 26 milyon seçmenin oyunu neden alamadık diye kendinize sorun bunun hesabını. Bunların hesabını sormadan, içinizi temizlemeden, lütfen dışınızdaki insanlara laf atmayın, çamur atmayın… Nerede İktidarın Tüm İmkânlarını Kullananlar? Ak parti kurmaylarının, il ve ilçe teşkilatlarının hatalarının hesabı sorulurken bundan daha önemli olan bir husus gözden kaçırılmamalıdır? Ak parti döneminde tüm imkan ve imtiyazları sonuna kadar sömüren, fakat halkın ayağına inmeyen, topluma binalarının teraslarından bakmayı tercih eden, Müslümanlar arasında kardeşlik hukukunu değil, alt-üst ilişkisini esas alan, kurumsallaştıkça samimiyetlerini kaybeden, İslam’ı halkın içinde değil binalarının içinde yaşamaya başlayan, davet ve tebliği sadece televizyon ve seminer salon-

ve imtiyazları toplumun İslamlaşması adına değil kendilerinin daha da semirmesi adına kullanmışlardır. Dolayısıyla bu sonuçlardan sonra ortada saldırmak için bir suçlu aranıyorsa bunda en büyük pay; 12 yıl boyunca iktidarın tüm gücünü arkasına alıp ha bire semiren ama hiç süt

larına hapseden, halka temas etmeyen, halkın

vermeyen yapılardır.

ayağına gitmeyip halk ayağımıza gelsin diyen,

İFLAS EDEN BİR MANTIK; “ HALKA HİZMET

mahallesinden, sokağından haberdar olmayan, halkın yaşam kalitesine bakmaksızın kendi yaşam standartlarını yükseltmekle meşgul olan değerli cemaatlerimizin, sivil toplum örgütlerimizin İslam adına yaptıkları veya yapmadıkları da ayrıca sorgulanmalı değil midir? Hem iktidarın gücü ile semireceksiniz hem de bu imkân ve gücü halkın içine inerek, halkla paylaşmayacak, sahada aktif olmayacak, topluma rehberlik yapmayacak sonra da kalkıp bu güne kadar iktidarın gücünden hiçbir zaman nemalanmayan, ihale ve imtiyaz kovalamayan bir avuç muvahhit Müslümanı suçlayacaksınız. Yapmayın! Ebu Talip’in bile adalet ve insafı sizin adalet ve insafı-

HAKKA HİZMETTİR ” Ak parti cumhuriyet tarihi boyunca görev yapan tüm iktidarların toplamından daha fazla hizmetler ortaya koymuş, çökmüş bir ekonomiyi tekrar ayağa kaldırmış, ülkenin temel alt yapı sorunlarını büyük ölçüde halletmiş, stratejik öneme sahip konularda ciddi ilerlemeler kat etmiş, itibar ve güven kaybeden devlete yeniden itibar kazandırmıştır. Tüm bunlara rağmen şu seçim sonuçları “demokratik yollarla İslam’ı hâkim kılma yâda demokratik usullerle İslami değişim ve dönüşümü gerçekleştirme “ yönteminin ne denli ibretlik ve vahim sonuçlar doğurduğunu bir kez

nızdan daha büyük kalıyor.

daha ortaya çıkarmıştır.

Ak parti kendi üzerine düşen görevi fazlasıyla

Sadece hizmet esaslı, sadece hizmet odaklı insan

yapmış hatta kendi geleceğini bile tehlikeye

kazanma yöntemi ve mantığı iflas etmiştir. Çünkü

atacak şekilde birçok İslami camiaya, kurum ve

insanın nefsine, arzularına, konforuna, refahına

kuruluşa omuz vererek geniş imkân ve imtiyazlar

hitap eden tüm çalışmaların sonu hüsrana çık-

tanımıştır. Fakat omuz verdiği bu camialar ve

maya mahkûmdur. Bu değişmez bir kaderdir.

kurumlar omurgasız çıkmış, sağladıkları imkân

Kim insanların refahını, konforunu, zenginliğini

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

19


larında gerçek sahibi ALLAH’tır. Hakiki müminlerin yar ve yardımcısı ALLAH’tır. Bu topraklarda AK parti yokken de İslam davası vardı, AK partiden sonra da İslam davası var olmaya devam edecektir. Davamız hayattadır. Diridir ve bakidir. Kişilere, Zamana, Şartlara ve Ortama bağlı olmaksızın Su misali; kıvrım kıvrım akarak bu dava yol almaya devam edecektir. Türkiye’deki İslami uyanış ve diriliş hareketini Ak parti doğurmamıştır. Tam tersine, Allah’ın yardımıyla bu coğrafyadaki onbinlerce mazlum esas alarak bunu öncelemişse sonunda kaybet-

ve mağdur Müslümanın İslami gayret ve müca-

miştir. Hem de kazandığını zannederken…

delesinin oluşturduğu “dindar” taban üzerinden

Allah’ın razı olup olmayacağı işleri önceleyip,

Ak parti iktidara ulaşmıştır.

önemsemek yerine;- halkın gücünü arkasına almak bahanesiyle- insanların razı olup olmayacağı işleri önceleyip önemsemek tam anlamıyla

Türkiye’deki İslami mücadelenin geçmiş ve geleceğini AK partiye bağlamak; Ertuğrul Gazilerin,

milletin arzusunu putlaştırmaktır. “Hâkimiyet

Osman Gazilerin, Fatih Sultan Mehmetlerin,

kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, milletin

İskilipli Atıf Hocaların, Şeyh Saidlerin, Erbilli

hevâsını kutsal put haline getirenlerin putu yı-

Esad Efendilerin, Ali Haydar Efendilerin, Hafız

kılmıştır. Allah’ın ölçülerini esas alarak Allah’ı

Mehmet Aşık Kutlu Efendilerin, Said Nursilerin,

razı etmek yerine, Milletin ölçüsünü esas alarak Milleti razı etmeyi önceleyen mantığı kendilerine yöntem/metot olarak seçen tüm çalışmaların sonu hüsrandır ve hüsran olmaya devam edecektir. Mutlak anlamda “halka hizmet, hakka hizmettir”

Mehmet Zahit Kotkuların, Mahmut Sami Ramazanoğullarının, Mustafa Sevinçlerin, Ahmet Aktaşların, Bilal Yaldızcıların, Erdoğan Tunaların, Gürsel Kabadayıların, Hüseyin Kurumahmutoğ-

mantığı putlaştırıldığı sürece; hem halkı hem de

luların, Sedat Yenigünlerin, Metin Yüksellerin,

Hakkı kaybetmek acı bir son olacaktır. Rasulullah

Süleyman Tunahanların, Sadrettin Yüksellerin ve

(s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Her kim Allah’a

şuan adını hatırlayamadığımız binlerce alimin,

rağmen insanları razı etmeye çalışırsa, Allah onu razı etmeye çalıştığı insanların eline (insafına) terk eder.” (Tirmizi)

davetçinin, şehidin aziz hatıralarına, emek ve mücadelelerine saygısızlıktır. İslam davası bize Ak partiyle ulaşmamıştır ve AK

İslam Dâvâsının Geleceği Ne Olacak? “Şimdi ne olacak?” sorusunu; “ülkedeki İslami ça-

partinin gitmesiyle de bitecek değildir. Dolayısıyla bazıları için kaybedilen sadece eldeki imkân

lışmaların ve Müslümanların hali ne olacak?” an-

ve imtiyazlar olacaktır.

lamında soran samimi kardeşlerimiz hayli fazla.

İman ve İslam dâvâsı her dâim vâr olacaktır.

Bu sevgili kardeşlerimiz bilsinler ki; Evvel ve Ahir olan sadece ALLAH’tır. Zafer ve mağlubiyeti takdir eden ALLAH’tır. Bu dinin de Müslüman-

20

ŞEVVAL 1436

HAYAT; İMAN VE CİHATTIR.. Allaha Emanet Olunuz. Es selamu Aleykum O’nun İzinde...


ZAFER MERT

Kur’an’ın Gölgesinde Dersler Vakit, Hayattır Gezi ve Tâtiller, Atalete Dönüşmesin

ِ ‫سيروا فِى ْالَ ْر‬ ‫وب‬ ٌ ُ‫ض فـَتَ ُكو َن لَ ُه ْم قـُل‬ ُ َ‫اَفـَلَ ْم ي‬ ‫يـَْع ِقلُو َن بِ َها اَ ْو ٰا َذا ٌن يَ ْس َمعُو َن بِ َها فَِانـََّها َل‬ ِ ‫وب الَّتى فِى‬ َ ْ‫تـَْع َمى ْالَب‬ ُ ُ‫ار َوٰلك ْن تـَْع َمى الْ ُقل‬ ُ‫ص‬ ‫الص ُدو ِر‬ ُّ “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac 22/46)

H

ayat, iki kapılı bir han… Doğumla girilen birinci kapı ile ölümle gerçek hayata açılan

ikinci kapı. Hayat, kısa bir seyahatten oluşan zaman dilimi. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “Dünya ile benim ne alâkam var.

bir seyahat yeri olduğunu ve kendisinin de bir yolcu gibi olduğunu ifade etmektedir. Her canlı yeryüzüne gelmekle bir seyahate başlıyor. Hayat yolculuğu denilen birinci kısım

Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp

doğum ile başlayıp ölüm ile sona ererken, asıl

giden bir yolcu gibiyim” buyurarak dünyanın kısa

olan yolculuk olan ahiret yolculuğu ise ölüm ile

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

21


Seyahat ile birlikte iyi anlaşılması gereken kavramlardan birisi de tatil kavramıdır. Tatil, çalışmaya belli bir süre ara verme anlamına gelir. Bir Müslüman bazı işlerini belli bir süre durdurabilir. Ama bu süre içinde vaktini boş geçirmemesi, başka faydalı işlerle meşgul olması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş” başlayıp devam ediyor. Dünyada yapmış olduğumuz seyahatler aslında varacakları noktayı da bize şimdiden haber veriyor. Su testisi suyolunda kırılır darbı meselinde olduğu gibi. Rabbimiz yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette seyahat ile ilgili uyarılarda bulunarak hayat yolculuğumuzu ıskalamamamız için bizleri uyarıyor. Biz be bu sebebe binaen özellikle yaz aylarına girmiş olduğumuz bu dönemde seyahat kavramı ve tatil kavramı ile ilgili bazı hususlara değinmeye çalışacağız. Sözlükte “suyun yeryüzünde sürekli akması” anlamındaki seyh kökünden türeyen seyâhat (siyâha) “yürüme, gitme” şeklinde açıklanmakta, suyun yeryüzünde akması gibi yolculuk edene de yeryüzünde gezip dolaştığı için sâih veya seyyâh denildiği belirtilmektedir. Yine “yürüme, gitme, yolculuk” gibi mânalara gelen rihle, seyr ve sefer kelimeleri de seyahate yakın anlamlarda kullanılmaktadır. Yeni sözlüklerde yer alan seyahatle ilgili tanımları “planlı ve amaçlı yolculuk” şeklinde özetlemek mümkündür. Yüce Rabbimiz kitabında seyahatlerin bazı sebeplere binaen yapıldığını ifade etmektedir ki başlıcaları şunlardır:

1- İbret Almak Amacı İle Yapılan Seyahatler: “Yeryüzünde gezip dolaşsalar olmaz mı? O zaman onlarda, akıllanmalarına yarayan kalpler

22

ŞEVVAL 1436

ve dinlemelerine yarayan kulaklar oluşur. Gözler körelmiyor ama göğüslerdeki kalpler, gerçekten köreliyor.” (1) Ayet-i kerimede “Yeryüzünde gezip dolaşsalar olmaz mı?” gibi soru ifadeleriyle yahut “Yeryüzünde gezip dolaşın” şeklindeki emirlerle insanlar seyahat ederek gördüklerinden, ibret almaya teşvik edilmiştir. İbret, yanlış davranışların yol açtığı kötü sonuçlardan ders alarak hayata yön vermek, görünenden görünmeyene geçmek, nesnelerin ve olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp doğru sonuçlar çıkarmak ve buna göre davranmak şeklinde anlaşılmalıdır. İnsanların Allah’ın emirlerine, dinin hükümlerine ve ahlâk kurallarına uygun şekilde hareket edip mutlu ve huzurlu yaşamalarında ibret almanın büyük bir payı olduğu için Kur’an’da peygamberlerden, onların gönderildiği toplumlardan ve kendilerine karşı gelenlerden söz eden kıssalara geniş yer verilerek ibret almamız tavsiye edilmiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin, “Bir göz ki onun ibret olmaya nazarında / Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde” beyiti ibret ile ilgili söylenebilecek birçok hususu muhtevi bir beyittir. Dolayısıyla yapılan seyahatlerde muhakkak ibret nazarı ile canlı ayet olan kâinat seyredilmeli, eserden hareketle müessirin yüceliği düşünülüp ona teslim olunmalıdır.

2- Bilim ve Araştırma Amaçlı Seyahat: “De ki: Yeryüzünde gezin dolaşın da bakın ki, Allah yaratmaya nasıl başlamış. Sonra o, bir başka yapı oluşturacaktır. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (2) Seyahatlerin bir amacı da ilim öğrenme ve öğretme yanında ülkelerin coğrafî özellikleri, tarihleri, siyasî, idarî, ekonomik ve sosyal durumları, dinî ve ahlâkî özellikleri vb. konularda bilgi toplama gibi daha geniş amaçları da vardır. II. (VIII.) yüzyılın sonlarından itibaren Hint, İran ve Grek kaynaklı matematik, astronomi ve coğrafya eserlerinin tanınmaya başlanmasıyla İslâm dünyaO’nun İzinde...


sında coğrafya bir ilim dalı olarak ortaya çıkmış, III. (IX.) yüzyıldan itibaren coğrafya kitaplarının hazırlanmasında bu seyahatlerin önemli payı olmuştur. İlk coğrafyacılardan olan Kitâbü’l-Büldân’ın müellifi Ya‘kūbî Ermenistan, Horasan, Hindistan, Filistin, Mısır, Cezayir, Mağrib gibi ülkelere seyahatler yapmıştır. Ali b. Hüseyin elMes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf adlı eserlerini yazmadan önce seyahate çıkmış, ayrıca Kitâbü’l-Każâyâ ve’t-tecârib adıyla bir seyahatnâme yazmıştır. İlk coğrafyacılardan İbn Havkal’in Kitâbü Sûreti’l-arż (el-Mesâlik ve’lmemâlik) başlıklı eseri de otuz dört yıllık seyahatin ürünüdür.

3- İbadet Amaçlı Seyahat: Bu tür seyahatlerin başında hac ve umre yolculuğu gelir, cihad yolculuğu da bu çerçevede zikredilir. Özellikle hac ibadeti her yıl İslâm dünyasında düzenli bir seyahat geleneğinin oluşmasını, yolcuların ağırlanmasıyla ilgili kurum ve kuralların gelişmesini sağlamış; hacıların yedirilmesi, içirilmesi ve barındırılması gibi temeli İslâm öncesi dönemlere dayanan hizmetleri kurumsal bir yapıya kavuşturmuş, Mekke ve Medine İslâm âlimleri için buluşma ve bilgi alışverişi merkezi haline gelmiştir. Hac ibadeti ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yoluna gücü yeten her kimsenin Beytullah’ı haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde hakkıdır.” (3) Hz. Âişe’ye atfedilen bir rivayette Hz. Ebû Bekir’in Mekke döneminin zor günlerinde Habeşistan’a doğru seyahate çıktığı, yolda karşılaştığı bir kişinin nereye gittiğini sorması üzerine, “Kavmim beni yurdumdan çıkardı, yeryüzünde dolaşıp rabbime ibadet etmek istiyorum” dediği belirtilir. (4) Bu rivayetten daha o zamanlarda seyahatin ibadet vesilesi olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.

4- İlim Tahsili İçin Seyahat: Hz. Peygamber çeşitli hadislerinde ilim tahsili için seyahate çıkmanın önemini ifade etmiştir. Bir hadiste, “İlim elde etmek amacıyla evinden çıkan dergi.nebevihayatyayinlari.com

kimse evine dönünceye kadar geçirdiği bütün zamanını Allah yolunda harcamış sayılır” (5); diğer bir hadiste, “İlim elde etmek için yola çıkanlara Allah cennetin yollarından birini bulmayı kolaylaştırır” (6) buyurulmuştur. Bunun yanında Kur’an’ın ilk emrinin “oku!” (7) olması, çeşitli âyetlerde ilmin, âlimlerin ve hikmetin yüceltilmesi (8) Müslümanlarda ilim sevgisini doğurmuş, özellikle Resûlullah’ın hadislerine ulaşma tutkusu bilgi amaçlı seyahatlerin en önemli etkenlerinden birini oluşturmuştur. Bu sebeplerden dolayıdır ki; • Peygamberler gezip dolaşmışlar, Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmak ve yaşanabilir ortamlar bulmak için… • İlim yolcuları dolaşmışlar yeni şeyler öğrenebilmek ve öğrendiklerini başkalarına aktarabilmek için… • Kâşifler dolaşmışlar yeni buluşlar için… • Seyyahlar dolaşmışlar görüş ufuklarını açan yeni yerler görebilmek için… • Şair ve edebiyatçılar dolaşmışlar kâinat kitabının değişik sayfalarından güçlü ilhamlar derebilmek için… • Tacirler/tüccarlar dolaşmışlar kazanabilmek için… • Sosyal, siyasi ve ekonomik yönden önleri tıkanan her seviyedeki insanlar yeni çıkış yolları bulabilmek için hep seyahat etmişlerdir… Günümüze gelince ise bugün yolculuk/seyahat denildiği zaman ilk akla gelen turizmdir. TuŞEVVAL 1436

23


Zengin kesime göre tatil, günah işleyebilmek için hazırlanmış ortamlarda doyasıya eğlenmek, malı ve zamanı bol bol israf etmektir. Allahu Teala’nın “Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.” İlahi emri kulaklarımıza küpe olmalı kâfir ve cahillerin tatil anlayışından uzak durmalıyız. Bu sebeple batıdan gelen tatil anlayışı, ne sebepleri, ne uygulama biçimi ne de sonuçları itibariyle bize uyar. rizm kavramının içi, İslâmi seyahat kavramının amaçlarından farklıdır. Turizmden kastın amacı sadece parasal ve çıkarcılık üzerine kurulmuştur ki turizm “bacasız fabrika” olarak görülmektedir. Haram helal dinlemeden sadece keyfi arzuları hedef alan turizm ile İslamın tavsiye etmiş olduğu seyahat asla aynı kefeye konmamalıdır. Müslümanlar seyahatlerinde de bu çizgiyi koruyarak hareket etmelidirler. Özellikle yaz aylarında canlanan bu sektörde haramlar meşrulaştırılmakta, eğlence adı altında tesettürden, içkiye kadar bütün emirler hayâsızca çiğnenmektedir ki Müslümanlar böyle mekânlardan kesinlikle uzak durmalıdırlar. Müslümanların seyahatlerinden ise çok faydalar oluşur. İslâm’ın inanç, ibadet, ahlâk ve ananelerinin yayılması bu sayede gayet kolay olur. Gezici tüccarların İslam dininin tebliğine yapmış oldukları katkılar bunlardan birisidir. “Yeryüzünü gezin, dolaşın” Bize seyahat emrini veren de yine Kur’ân’dır. Bir düzineden fazla âyetinde Kur’ân bize “Yeryüzünü gezin, dolaşın” der. Tabii, bu âyetlerde kastedilen, ibret gezileridir. Yahut gezip dolaşırken ibret nazarlarımızı açık tutmak ve etrafta görülmesi gereken şeyleri atlamamaktır. Bu konudaki âyetlerin büyük çoğunluğu, dünya hayatının mahiyetini ve sonucunu görmemiz

24

ŞEVVAL 1436

için bizden yeryüzünde gezip dolaşmamızı ister. “Gezin de görün, sizden öncekilerin âkıbeti nice olmuş, Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar ne olmuş” der. Bu uyarılar, bizi, bulunduğumuz coğrafî mevkiin ve yaşamakta olduğumuz ânın daracık sınırlarından çıkarır, büyük dünyanın gerçekleriyle yüz yüze getirir ve bu gerçeklere sebep ve sonuçlarıyla birlikte, geniş bir açıdan bakmamızı sağlar. Gören, işiten gibi değildir denildiği gibi Lut aleyhi’s-selam’ın kavminin batırılmış olduğu Lut gölünü gören ile duyan tabi ki bir değildir. Merhum Mevdûdî, “ve orada elemli azaptan korkanlar için (Allah’ın kudretine delalet eden) alâmetler de bıraktık.” (9) ayetini şöyle tefsir ediyor: “Burada bahsedilen alâmet, Lût gölünün güney kısmıdır. Bu kısmın bugün de büyük bir medeniyete mezar olduğunun hikâyesini dile getirmektedir. El-Lisan adındaki küçük yarımadanın güneyindeki sığ bölümün, felaketten sonra ortaya çıkması anlayanlara bir işarettir. Bunun yanında 1965›de bu bölge civarında ve el-Lisan’da Amerikan arkeologlarının yaptığı kazılarda, büyük bir mezarlık ortaya çıkmıştır. Burada 20.000’den fazla mezar olduğu tesbit edilmiştir. Bu işaretlerden yakın bir yerde büyük bir şehrin bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu keşif ayrıca, söz konusu şehrin, yere battığı tezini de güçlendiriyor. Çünkü zamanımızda bu bölgede başka kalabalık herhangi bir yerleşim bölgesi yoktur. Lût gölünün güney kısmında büyük bir felaketin belirtileri olarak büyük kara lekeler, yanmış taşlar, soğumuş lavlar, petrol, mazot ve tabiî gaz kalıntıları da karşımıza çıkıyor. Bütün bunlardan insan, bir zamanlar burada bir kıyametin koptuğunu açıkça anlıyor. Arkeologlar, Lût kavminin helak oluş tarihini M.Ö.1900 yılları olarak hesaplıyorlar. Amerikalı ilim adamı Jack Finegan, 1951 senesinde kaleme aldığı bir makalesinde şunları söylüyor: “...Arkeolojik deliller iyice incelenirse, Lût gölünün güney kısmındaki suların yükselmesinin sebebi anlaşılır. Bu bölgede bulunan Sodom ve Gomorre şehirleri, büyük bir zelzele ile birlikte, yıldırım ve göktaşı yağmuru, yerden fışkıran zehirli gazlarla O’nun İzinde...


Gecesini gündüzüne katıp İslami davanın temellerini yükseltmeye çalışan Hasan El-Benna’ya, şehid edilmeden kısa bir süre önce bir arkadaşı, “Üstadım biraz istirahat etseniz olmaz mı?’’ Deyince Üstat şöyle cevap vermiş: “Aziz kardeş! (Öldükten sonra) uzun süre hem uyur, hem istirahat ederim cevabını vermişti.”

ve büyük bir patlama neticesinde toprağın derinliklerine gömülmüşlerdir”. (10) “(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” (11) Ayetini Firavunun bozulmayan cesedini görenle görmeyen kimse tarafından aynı şekilde anlaşılması mümkün müdür? Firavun’un bozulmayan cesedi Londra’nın British müzesinde bulunmaktadır. Firavunun cesedi Süveyş kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte bulunmuş ve Londraya getirilmiştir. Saçlarının bir kısmı halen yerindedir. Başının bazı azalarının etleri de halen yerlerindedir. Alın kısmında et kalmamıştır. Elleri ve ayakları secde eder vaziyettedir. Geçmiş kavimlerin başlarına gelenleri anlatan kıssalar Kur’an’ın can damarlarıdır. Fakat oturduğumuz yerde bu kıssaları okuyup geçtiğimiz zaman, bunlar bizde pek zayıf bir iz bırakır. Hatta çoğu zaman, iz de bırakmadan, birer masal gibi bir kulağımızdan girer, diğerinden çıkar. Sanki o kıssalar başka bir âlemden, başka dünyalardan bahsediyormuş gibi, onların anlattıklarını hiç üzerimize almayız. Bizi bu uyuşukluktan kurtaracak bir şey varsa, o da, Kur’ân kıssalarında anlatılan gerçeklerin somut tanıklarıyla yüzleşmektir. Yani, o kıssaların ve benzerlerinin yaşandığı, bizden evvelkilerin gelip geçtiği yerleri dolaşmaktır. Tarihi bugün yaşamak. O yerleri dolaşırken, insan, hayalen yüzyıllar öncesine gider. Bizim gibi, hiç ölmeyeceklerini sanan eski zaman insanlarıyla beraber olur bir süreliğine. O günlerin pek dergi.nebevihayatyayinlari.com

çabuk gelip geçeceğini söyleyenlere güler, geçer. Karşısında kalıntıları görür. Şu sütun, bu sokak, öteki oda, o mezar her biri en tatlı yerinde keskin bıçakla biçilmiş bir rüyadır. “Gezin de görün, sizden öncekilerin âkıbeti ne olmuş!” Her gezi bir uyanış olur. Eğer insan görmek için gezerse, adımını attığı her yerde böyle ibretler bulur. O ibret derslerinde de kendi istikbalini bulur. Sadece “kendisinden öncekileri” değil, kendisini ve sonrakileri de o ibret derslerinin halkasında beraberce bulur. İbret alan için, o geziler bir uyanış olur: Uyanış ve hayatın en temel gerçekleriyle yüz yüze geliş. Onun için, Kur’ân bizi sık sık yeryüzünde dolaşmaya çağırdığı gibi, seyahat edenleri de müjdelenecek kullar arasında sayar. Seyahat ile birlikte iyi anlaşılması gereken kavramlardan birisi de tatil kavramıdır. Tatil, çalışmaya belli bir süre ara verme anlamına gelir. Bir Müslüman bazı işlerini belli bir süre durdurabilir. Ama bu süre içinde vaktini boş geçirmemesi, başka faydalı işlerle meşgul olması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş” (12) İbadetlerde, ailemize ve topluma karşı olan sorumluluklarımızda tatil olmaz. Tatili bir iş değişikliği, bilgi ve görgüyü artırma ve yaşanan ortamı değiştirip farklı işler yaparak dinlenme şeklinde anlayabiliriz. Şunu da belirtmekte fayda vardır ki, İslam’da merkezden yönetilen bir çalışma hayatı olmadığı için bugünkü anlamda bir tatili İslami kaynaklarda aramak yanlış olur. Bu tatil anlayışı batıdaki sanayi devriminden sonra başlayan, insanın tabiatını, duygularını, sosyal yaşantısını ve aile ŞEVVAL 1436

25


ilişkilerini ters yönde etkileyen çalışma hayatının zorunlu sonucudur.

dükten sonra) uzun süre hem uyur, hem istirahat

Zengin kesime göre tatil, günah işleyebilmek için hazırlanmış ortamlarda doyasıya eğlenmek, malı ve zamanı bol bol israf etmektir. Allahu Teala’nın “Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.” (13) İlahi emri kulaklarımıza küpe olmalı kâfir ve cahillerin tatil anlayışından uzak durmalıyız. Bu sebeple batıdan gelen tatil anlayışı, ne sebepleri, ne uygulama biçimi ne de sonuçları itibariyle bize uyar.

Azgınlığın zirve yaptığı, fitne ve fesadın kol gez-

Yaz tatilleri, Müslüman gençler için büyük fırsatlarla doludur. İslam’ı daha iyi öğrenme ve kendilerini yetiştirmek için günlerinin büyük bölümünü bu alanda çalışmayla geçirmenin zaruretini bilip buna göre amel etmelidirler. Bilmeden İslam’ın gerçek manada yaşanamayacağı, İslam’a davet edilemeyeceği ve İslam’ın savunulamayacağı muhakkaktır. Bunun için de zamanı büyük bir sermaye görüp en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmalıyız. Tatil hususunda Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi şerifini sürekli olarak hatırlayarak zamanımızı heder etmekten kaçınmalıyız. “İki nimet vardır ki, insanlar kıymetini bilmiyorlar: Sıhhat ve boş vakitler!”

çalışırsa yorulmaz mı, dinlenmeye ihtiyacı yok

Müslümanlar, zamanın en büyük sermaye olduğu bilinciyle zamanlarını boşa geçirmezler. Basra’nın meşhur âlimlerinden Abdullah bin Amir’e bir dostu, “Biraz vakit ayır da şöyle havadan sudan sohbet edip vakit geçirelim” der. Abdullah bin Amir çok kısa bir cevap verir: “Tut güneşi gitmesin, seninle oturup havadan sudan konuşup vakit öldürelim” der. Bu cevaba şaşıran dostu; “Ne demek tut güneşi?’’ deyince Abdullah; “Çünkü güneş durmayıp gidiyor, böylece vakit harcanıyor; ya vakti durdur seninle havadan sudan muhabbet edelim ya da geriye çekil, akıp giden vakti değerlendirelim, nakitten de kıymetli olan vakti boşa harcama gibi bir gaflete düşmeyelim” der. Gecesini gündüzüne katıp İslami davanın temellerini yükseltmeye çalışan Hasan El-Benna’ya, şehid edilmeden kısa bir süre önce bir arkadaşı, “Üstadım biraz istirahat etseniz olmaz mı?’’ Deyince Üstat şöyle cevap vermiş: “Aziz kardeş! (Öl-

26

ŞEVVAL 1436

ederim cevabını vermişti.” diği ve günahın bütün boyutlarıyla işlendiği yeryüzünde, insanların İslam’ı tanıması ve yaşaması görevini yüklenmiş gençlerimizin yükleri ağır, sorumlulukları büyüktür. Görevlerini hakkıyla yerine getirmek için Hz. Nuh Aleyhisselam’ın buyurduğu gibi “gece gündüz” çalışırlarsa mesafe kat edebilirler. Durum bu iken, insan devamlı mudur? Gibi sorular sorulabilir. İnsan elbette ki yorulur, dinlenmeye ihtiyacı vardır. Ancak dinlenme, işi tatil edip eğlenme değildir. Müslüman gençler etkin olmak ve faaliyetlerde başarılar elde etmek için her zaman faal olmalıdır. Zira kısacık dünya ömrü sona erdiğinde, sonrası her zaman istirahat olacaktır. Müslümanların en güzel dinlenme ve istirahat yeri ise cennettir. Rabbim! Gezip gördüklerinden ibret almayı, ecrini ahirette almayı ve tatilini cennette geçirmeyi düşünerek bütün gücü ile Allah Teâla’nın dinine hizmet etmeyi bizlere nasip etsin.

-------------------------

1. Hac 22/46. 2. Ankebut 29/20. 3. Âl’i İmran 3/97. 4. (Buhârî, “Menâķıb”, 45; “Kefâlet”, 4) 5. (İbn Mâce, “Cihâd”, 13; Tirmizî, “Ǿİlim”, 2) 6. (Müsned, II, 252, 325, 407; Buhârî, “Ǿİlim”, 10; Ebû Dâvûd, “İlim”, 1) 7. (el-Alak 96/1) 8. (meselâ bk. el-Bakara 2/269; ez-Zümer 39/9; el-Mücâdele 58/11) 9. Zariyat, 37. 10. Zafer Dergisi, sayı 124. s.12, 1987. 11. Yunus, 92. 12. İnşirah, 7. 13. Âl’i İmran, 196.

O’nun İzinde...


Hadis-i Serif

ALİ YÜCEL

sallallahu aleyhi ve sellem

TATİL CELLÂDINA ZAMAN NİMETİNİ TESLİM ETMEK YÂDA NİMET ALDANMIŞLIĞI

ِ ‫ «نِ ْع‬:‫ قال رسول اللَّه صلّى اهلل َعلَْي ِه وسلَّم‬:‫عن ابن عباس رضي اللَّه عنه قال‬ ‫متان مغبو ٌن‬ ُ َ َ ‫ الصحة والفراغ» رواه مسلم‬:‫فيهماكثير من الناس‬ “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (1)

A

llah azze ve celle insanoğluna sayısız lütuf ve ihsanda bulunmuş, türlü nimetleri emrine amade kılmış ve irade nimetinden dolayı kendisini imtiyazlı bir konuma yükseltmiştir. Sayılmaya kalkışılsa beşer takati ile asla güç yetirilemeyecek bu nimetler içersinde iman ve iman üzere hayat emanetini sahibine teslim etme, kadr-i kıy-

dergi.nebevihayatyayinlari.com

meti en yüce olan nimetlerdendir. İmanın söz konusu olması için ise mutlaka zaman ve zemin gerekmektedir. Dünya denilen imtihan hane imanın sınanacağı zemin olarak tayin edilmiş ve içi, insanoğlunun bu sınavda başarılı olabilmesi için her türlü şartlara müsait hale getirilmiştir. İmanın tahakkuk etmesi, insanın dünyaya gönderiliş ŞEVVAL 1436

27


amacını gerçekleştirebilmesi, neticede mükâfat ve cezanın söz konusu olabilmesi için zaman isimli nimet de insanoğlunun hamiline yazılmıştır. Zaman; hayatı anlamlı kılan, insanoğlunun varlığını kıymetli hale getiren, tavır ve davranışlarını şekillendirdiği Allah tarafından insanoğluna bahşedilmiş en yüce nimetlerdendir. Bu sayede insanoğlu zaman ile mukayyet olduğunu bilecek ve istikbara kapılmayıp faniliğinin farkında olacak, öte yandan zaman ile sınırlandırılamayacak bir yaratıcının kulu olma bahtiyarlığını her daim hissedecek. Bu açıdan bakıldığında Allah azze ve celle’nin vahdaniyetinin en büyük delillerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır zaman nimeti. Vahdaniyetini hiçbir varlığın gölgeleyemeyeceği Rabbin karşısında sınırlı, mahdut ve mahkûm olduğunu bilecek, bu sınırlı zaman içersinde seni ve zamanı yaratan Allah celle celaluhu tanımaya gayret edecek, kulluk vazifelerinin bu zamana sığamayabileceği endişesi ile Rabbine minnet hissi ile her daim ibadet etmeye gayret edeceksin. Âlemlerin Rabbi, Kitab-ı Mübininde zamanın ve zamanın her bir diliminin önemini, en etkileyici yöntemlerden biri olan kasem yani yemin yöntemi ile bizlere bildirmektedir. Zamanın iki ucu olan gece ve gündüzü emrimize amade kıldığını hatırlatan Rabbimiz, zamanın tespitinde ölçü olarak kullanılan güneş ve ayın insanoğluna musahhar kılındığını minnet ile anlatmakta ve bunca nimet karşısında sadece akli melekelerini tam olarak kullananların bu nimetlerden istifade edeceğini bildirmektedir. (Örnek olarak Nahl Suresi 12, İbrahim Suresi 32-34, İsra Suresi 12, Fussilet Suresi 37. ayet-i kerimelere bakılabilir.)

Zamanı zayi edip öğüt almak isteyenin öğüt alabileceği süreyi ve süreci değerlendiremeyen gafilleri “Size mühlet vermedik mi?” hitabı ile azarlayan Allah azze ve celle, insanoğluna verilen ömür sermayesinin cennet denilen mükâfat yurdunu kazanabilmek için yeterli olduğunu da dolaylı olarak bildirmektedir. (Bkz. Fatır Suresi 37) Bu sebepten olsa gerektir ki Kıyamet günü ömür sermayemizi ne tür çaba ve gayretlerle tükettiğimizden sual olunmadıkça hareket etmeye mecalimiz bile bulunmayacaktır.

28

ŞEVVAL 1436

Zaman nimetini, ömür sermayesini, vaktin kıymetini tam olarak idrak edememek insanoğlunun karşı karşıya kaldığı ve neticesi bazen ilahi ceza ile sonuçlanacak amansız girdaplardan biridir. Bu girdabın kuvvetine dayanamayıp yalpalayanlar sadece inançsız kimseler olmayıp kimi zaman, özellikle içinde bulunduğumuz şu modern zamanlarda müslümanlar da bu girdapta yollarını kaybedebilmektedirler. Nasıl olmasın ki? Kerim olan Rabbine karşı aldanan insan, Rabbini hakkı ile takdir edemeyen insan, kerem sahibi Allah’ın nimetlerinden biri olan zaman konusunda da pekâlâ aldanabilir ve vaktin kıymetini hakkıyla takdir edemeyebilir. Çabalamadan yorulan gençliğin hüküm sürdüğü şu zamanlarda insanlığın muhtaç olduğu yegâne tedavi, zamanı disiplinli bir şekilde kullanmayı öğütleyen son ve mükemmel din olan İslam’ın çizdiği rotada yol almak ve dümeninde şeytanın bulunduğu her türlü girdaptan uzak durmaktır. Namaz vakitlerinde kendini en bariz biçimde gösteren İslam’ın zamana bakışı şu gerçeği de dolaylı olarak bizlere hatırlatmaktadır: Ey müslüman, bir dakika gecikme ile namazı eda standardından kaza seviyesine düşürme ihtimalin bulunmaktadır. Bu sebeple şunun farkında ol ve bil ki senin dakikaların, saniyelerin ve en küçük zaman birimi olarak değerlendirilen içinde bulunduğun an, fevkalade kıymetli ve asla ihmal edilmemesi gereken nimetler cümlesindendir. Sen boş yere yaratılmadın, önüne serilen nimetler sayılamayacak kadar çok olsa da hesapsız değil, bunca nimeti değerlendirmek ve her birisinden istifade etmek için muhtaç olduğun zaman nimetini zayi etmek, Allah’a karşı bir nankörlük olacaktır. Zamanın en küçük birimi olan an, o kadar kıymetlidir ki, ömrü boyunca Rabbine isyan etmiş bir kimse son zamanlarında ve anlarında yapacağı itaatlerle ahiret hayatını şenlendirebilmektedir. Bunun tam tersi düşünüldüğünde ömrü boyunca itaat yapma gayretindeki bir şahsın son demlerinde isyana düşmesi ahiretini zindana çevirebilmektedir. Bütün bu önemli son ve sonuçlar zaman denilen sermayeyi ve onun birimlerini layık olduğu şekilde kullanıp kullanmamakla alakalıdır. O’nun İzinde...


Zamanın en çok israf edildiği şu modern zamanların Müslümanlarının birçoğuna sirayet etmiş gibi bulunan materyal düşünce ve değerler, adeta müslümanlara gerçek rehber ve önderleri olan Hz. Muhammed aleyhisselamı unutturmuş gibidir. Allah’ın dinini tebliğ etmek, bir insanı daha cehennem gayyasından kurtarabilmek için zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıp her türlü zaman israfından uzak duran Hz. Peygamber’in ümmeti, yapmış olduğu davet çalışmalarının sevabını “tatil” isimli zaman cellâdının insafına terk edebilmektedir. Oysa müslüman standardı “O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş” olmalı değil miydi? (Bkz. İnşirah Suresi 7) Ruh, Hira mağarasına çekilmek istediğinde, dünyanın yoruculuğundan bir an olsun tefekkürün doyuruculuğuna sığınmak istediğinde bunu “tatil” olarak veya atıl kalmak olarak değil yeniden doğmak ve kuşanmak için bir fırsat bilmelidir. Zira müslüman, gamsız kedersiz bir dinlenmeyi cennette yaşamak arzusunda olandır. Enkaza dönmüş İslam coğrafyası göz önündeyken vakit israfı sayılacak “tatil” programlarının icra edilmesi, zahiren dinlenme hissi verse bile ahiret günü yorgunluk sebebi olabilecektir. O halde tashihe muhtaç kavramlarımızdan biri de hiç şüphesiz zaman kavramı olmalıdır. Allah bizi dünyada dinlenirken değil çalışıp çabalarken görmek istiyor ve bu çabaların karşılığını fazlasıyla vereceğini bildiriyor. “Ve de ki; “Çalışın! Yaptıklarınızı hem Allah görecek, hem Resulü, hem de müminler görecektir. Sonra da gizliyi ve açığı bilen Allah’ın huzuruna iletileceksiniz. İşte o zaman, neler yaptığınızı size O bildirecektir.” (Tevbe Suresi; 105)

Tarih, başta Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere gündüzü gibi gecesini de çalışarak, kulluk ederek, gayret göstererek değerlendirmeye çalışanların adını iftiharla kaydetmiştir. Onların zamanlarından asla ödün vermeden bizlere emanet ettiği kutlu davanın, bir sonraki nesle doğru bir şekilde aktarılmasının endişesini taşıyorsak zaman israfından uzak durmalıyız. Paha biçilmez bir hazine olan zamanı, onu bizim emrimize amade kılan Allah celle celaluhun buyrukları doğrultusunda değerlendirmeli ve âlemdergi.nebevihayatyayinlari.com

Zamanı zayi edip öğüt almak isteyenin öğüt alabileceği süreyi ve süreci değerlendiremeyen gafilleri “Size mühlet vermedik mi?” hitabı ile azarlayan Allah azze ve celle, insanoğluna verilen ömür sermayesinin cennet denilen mükâfat yurdunu kazanabilmek için yeterli olduğunu da dolaylı olarak bildirmektedir. (Bkz. Fatır Suresi 37) Bu sebepten olsa gerektir ki Kıyamet günü ömür sermayemizi ne tür çaba ve gayretlerle tükettiğimizden sual olunmadıkça hareket etmeye mecalimiz bile bulunmayacaktır.

lere rahmet olarak gönderilen kutlu Nebi’nin buyurduğu gibi meşguliyetimizden önce içinde bulunduğumuz ânı fırsat ve ganimet bilmeliyiz. Normal standartlara göre çok da uzun sayılamayacak bir zaman diliminde mezarlığa dönmüş İslam diyarlarına tekrar canlılık tohumları serpen büyük İmam Hasan el-Benna’nın baktığı gibi bakmalıdır müslüman: “İşimiz vaktimizden çoktur.” Aldanmışlığımızın tespitini kısa ve öz bir şekilde izah eden şu nebevi buyruk biz yorulmaktan bile haz duyacak kıvama gelinceye kadar gönlümüzün tembel yerlerini kamçılayan manevi bir kırbaç olmalıdır. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (1)

------------------------1. Buhârî, Rikak 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 1; İbni Mâce, Zühd 15

ŞEVVAL 1436

29


İSLAM COĞRAFYALARI

METİN EKEN

A

frika, yüzyıllardır neredeyse tüm bölge halklarıyla birlikte Müslüman toplulukların da

açlık, zorunlu göç, katliam vb. gibi pek çok zorlukla karşı karşıya geldiği kadim bir kıtadır. Doğal

DİRİ DİRİ YAKILAN MÜSLÜMANLARIN BELDESİ

kaynaklar bakımından dünyanın en zengini olan bu kıta, ne yazık ki aynı zamanda fakirliğin de en yoğun yaşandığı ülkeleri bünyesinde barındırmaktadır. Coğrafi keşiflerle birlikte tüm imkânları sömürüye açılan, Sanayi devrimiyle birlikte ise talan edilecek bir hammadde deposuna dönüşen Afrika, günümüzde de pek çok kriz ve problemle mücadele etmektedir. Ekonomik ve siyasal krizlerin yanı sıra tüm bu sorunlardan etkilenen etnik ve dini karakterli problemlere her geçen gün bir

ORTA AFRİKA

yenisi eklenmektedir. Bu krizlerden bir tanesi de, özellikle son dönemlerde ulusal ve uluslararası medyaya zaman zaman vahşet görüntüleriyle yanO’nun İzinde...


ORTA AFRİKA sıyan Orta Afrika’daki insanlık dramıdır. Dünya Müslümanlarının genel görünümüne benzer bir şeklide Orta Afrika’daki dramın da başrolünde maalesef mazlum Müslümanlar yer almaktadır. Tüm dünyanın ve pek çok uluslararası örgütün gözleri önünde her gün onlarca Müslüman ölüme mahkûm edilmektedir. Bölgede Müslümanlara yönelen baskı ve zulüm politikalarına geçmeden önce Orta Afrika Cumhuriyetini biraz daha yakından tanımak faydalı olabilir. Orta Afrika Nereye Düşer Orta Afrika Cumhuriyeti, Afrika kıtasının tam ortasında yer alan ve denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Sudan, Çad, Kamerun, Kongo ve Demokratik Kongo Cumhuriyetlerine sınırı bulunan ülke yaklaşık 5 milyonluk nüfusa sahiptir. Ülke nüfusunun yarısı Hristiyanlardan oluşmakta, Müslüman nüfusun oranı ise %20’leri bulmaktadır. 1960 yılında bağımsızlığını kazanan ülke bu tarihe kadar Ubangi-Chari ismi ile anılan bir Fransız sömürgesi olarak varlığını sürdürmüştür. Müslüman nüfus çoğunluk itibariyle Çad ve Sudan sınırına yakın bölgelerde yaşamakla birlikte

ancak Orta Afrika Müslümanları; insan aklının alamayacağı, eşine az rastlanır vahşet ve işkence biçimleriyle adeta an be an yok edilmektedir. Müslümanlar her gün cesetleri lime lime edilmiş, yakılıp tanınmayacak hale gelmiş cenazeler kaldırır hale gelmiştir. İşin ilginç yanı ise tüm bu vahşetin hem Afrika Birliği hem de Fransız sözde Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde gerçekleşmesidir. Aslında tüm bu yaşananlar Batı dünyasının Müslüman halklara ve özelde İslam’a olan kinini ve ikiyüzlü çıkarcı siyasetini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

başkent Bangui de önemli sayılabilecek bir Müslüman nüfus oranına ev sahipliği yapmaktadır. Orta Afrika’da İnsanlık Dramı Orta Afrika toprakları özellikle Aralık 2013’ten itibaren önemli bir insanlık dramına sahne ol-

Peki Olaylar Nasıl Başladı? Ülkedeki siyasi kriz, 2003 yılında askeri darbe ile cumhurbaşkanı olan Francois Bozize’nin siyasi gücü ele geçirmesi ile birlikte başlamıştır. 20042007 yılları arasında ülkede hükümet güçleri ile

maktadır. Bu tarihten itibaren Müslümanlar akıl

ülkenin kuzeydoğusunda ortaya çıkan isyancı

almaz bir vahşet ve işkencenin hedefi haline gel-

gruplar arasında bir iç savaş yaşanmıştır. Aralık

miştir. Müslüman nüfus yaşlı-genç, çocuk-büyük,

2012’de Michel Djotodia liderliğindeki isyancı

kadın-erkek olmalarına bakılmaksızın diri diri

grupların kurduğu Selekaka koalisyon örgütü,

yakılmakta, cesetleri parçalanarak yollarda sü-

ülkenin birçok şehrini ele geçirmiş ve ülkenin

rüklenmekte ve hatta etleri çiğnenmektedir. Hris-

başkenti Bangui’ye kadar ilerlemiştir. 24 Mart

tiyan Anti Balaka militanları ellerinde palalar ve

2013’de darbe ile işbaşına gelen devlet başkanı

her türlü silahlarıyla sokak ve caddelerde Müs-

Bozize ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Mart

lüman avına çıkarak, bölgeyi Müslümanlar için

2013’te Seleka koalisyon örgütünün lideri Michel

yaşanmaz bir hale getirmektedir. Evet, dünyanın

Djotodia, kendi devlet başkanlığını ilan ederek,

pek çok bölgesinde Müslümanlar zulüm altın-

ülkenin ilk Müslüman devlet başkanı olmuştur.

dadır ve pek çok işkenceye maruz kalmaktadır

(1)

dergi.nebevihayatyayinlari.com

Seleka’nın koltuğundan ettiği François Bozize ŞEVVAL 1436

31


ORTA AFRİKA

ülkeyi terk ederek önce Kamerun sonrasında ise

katletmiştir.(2) Ancak bu katliamdaki en önemli

Benin’e sığınmıştır. Kısa sürede taraftarlarını bir

paylardan biri de Afrika Birliği ile birlikte hareket

araya toplayan Bozize, beraberinde götürdüğü

eden Fransa’ya aittir. Fransa, 5 Aralık 2013 tari-

yüklü miktardaki para ile hükümete karşı atağa

hinde Sangaris Operasyonu adıyla 1600 askerini

geçerek ülkede son dönemde yaşanan şiddet olay-

Orta Afrika’ya sokmuş ve hemen akabinde terörist

larını başlatmıştır. Anti-Balaka ismi verilen Bozi-

gözüyle baktığı Seleka mensuplarının ellerindeki

ze’ye sadık çeteler, özellikle Müslüman köylerini,

tüm silahları toplamıştır. Bu silahlar toplandıkça

camileri ve Seleka üyelerinin evlerini basarak

François Bozize’in iktidarında Savunma Bakanı

infazlar gerçekleştirmiştir. Yerel halkın Balaka

olan oğlu Francis Bozize’nin teşkilatlandırdığı ve

dediği bu çeteler, her türlü insanlık dışı uygu-

kendilerine “anti-balaka” adı verilen (ne anlama

lamaya imza atarak kısa sürede yüzlerce insanı

geldiği bile anlaşılmayan) gurup silahlandırıl-

Müslüman nüfus yaşlı-genç, çocuk-büyük, kadın-erkek olmalarına bakılmaksızın diri diri yakılmakta, cesetleri parçalanarak yollarda sürüklenmekte ve hatta etleri çiğnenmektedir. Hristiyan Anti Balaka militanları ellerinde palalar ve her türlü silahlarıyla sokak ve caddelerde Müslüman avına çıkarak, bölgeyi Müslümanlar için yaşanmaz bir hale getirmektedir


ORTA AFRİKA

maya başlanmıştır. Bunlara Bozize zamanındaki ordunun askerleri de dahil olmuş ve bölgede resmen Müslüman avı başlatılmıştır. (3)

leri önünü açmıştır. Bu durum küresel siyasetin

Görüldüğü üzere ülkede siyasal nitelikli bir kriz şeklinde ortaya çıkan durum artık bir din savaşına evrilmiştir. Bölgede yaşayan Hristiyan Anti-Balakalar Orta Afrika’da yaşayan bir tek Müslümanın varlığına dahi tahammül edememektedir. Yaşanan tüm bu olaylar neticesinde neredeyse 5 milyon nüfusa sahip olan ülkede milyonlarca kişi evlerini terk etmek zorunda kalmış ve insani yardıma muhtaç hale gelmiştir. Binlerce Müslüman bu vahşi terörden kaçmak için aylarca başkent Bangui’deki camiye ve havaalanına sığınmıştır.

Müslümanları ile birlikte Türkiyeli Müslümanlara

Orta Afrika cumhuriyetinde yaşanan bu olaylar göstermektedir ki, gerek uluslararası güç odakları, gerekse de yerli çıkar grupları ortak bir yönetim sistemi olsa dahi Müslümanların siyasi iktidarda söz sahibi olmalarına en ufak bir tamammül dahi gösterememiş, milyonlarca insanın kırılması pahasına bir din savaşına sebebiyet veren gelişme-

1. Abdurrahim Sıradağ, “Orta Afrika Cumhuriyetinde Siyasal Kriz: Sebepler, Dinamikler” Ortadoğu Analiz Dergisi, Ey-

dergi.nebevihayatyayinlari.com

karanlık yüzünü tüm yönleriyle ortaya koyması bakımından manidardır. Bu noktada tüm dünya da önemli görevler düşmektedir.

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff; 8)

-------------------------

lül-Ekim, Cilt:6, Sayı: 64. 2. Serhat Orakçı, İHH İnsani Yardım Vakfı Orta Afrika Cumhuriyeti Kriz Raporu, İHH İnsani Yardım Vakfı, İstanbul, 2014. 3. Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği, Orta Afrika Dramı Raporu, ORDAF Afrika Araştırmaları Grubu, Şubat 2014.

ŞEVVAL 1436

33


CİHAN MALAY

Asrımızın Muhtaç Olduğu Halife: Ömer bin Abdulaziz (rahimehullah) (679-720)

2

Hayatından Tablolar

Ümmetin Sorumluluğu Üzerimde Şu olayı, hanımı Fatıma binti Abdülmelik anlatıyor: “Bir gün huzuruna girmiştim. Namaz için tahsis ettiği bölümde, ellerini yanaklarına dayamış, gözlerinden yaşlar boşalıyordu.” Ona: “Neyin var? Niçin ağlıyorsun?” diye sordum. Bana: “Vah sana ey Fatıma… Bu ümmetin sorumluluğu benim omuzlarıma yüklendi. Ümmetin içindeki ve yeryüzü üzerindeki bütün aç fakirleri, kimsesiz hastaları, sahipsiz çıplakları, gönlü kırık yetimleri, ezilmiş mazlumları, garipleri, kimsesizleri, esirleri, elden ayaktan düşmüş ihtiyarları, bir başına kalmış dul kadınları, ailesi kalabalık olup da kazancı az olanları ve bunlar gibi O’nun İzinde...


nice insanları düşündüm. Biliyorum ki, Rabbim bunların hesabını kıyamet gününde bana soracaktır… O gün onlar adına beni Hz. Muhammed (s.a.v.) dava edecektir. O günde bir dayanağımın olmamasından korktum da onun için ağlıyorum.” Allah’ı Çokca Zikreden Kul Hanımı Fatıma onu şöyle anlatıyor:”Gece yatağında yatarken Allah’ı anıyor; korkudan tir tir titreyen bir serçe gibi yatakta titriyordu. Ona bir şeyin olmasından endişelendim de, ‘Bu gece halife vefat edip, insanlar sabaha halifesiz çıkacaklar.’ diye düşündüm…”

Hiç Gülmedi Halife olduğu günden Rabbine kavuştuğu güne kadar geçen süre içinde hiç kimse onu gülerken görmemişti… Ümmetin İşlerinin Yoğunluğu Arasında Ailesine Fazla Zaman Ayıramıyor Halifeliliğin ilk günlerinden birinde hanımı Fatıma’yı çağırır. Ona omzuna yüklenen ağır yükler karşısında ona kocalık yapmaya vaktinin olmayacağını zira bütün zamanını bu ağır yüklerin sorumluluğunun alacağını söyler. Geleceğini ve hayatını yeni baştan kurabilmesi için dilerse onun kendisinden boşanabileceğini bildirir. Ancak o her zaman kocasının yanında ve desteğinde olmuştur.

neklere Ömer bin Abdulaziz son verince kadın derhal halifeye gitti. Onu oturmuş akşam yemeğini yerken buldu. Gördükleri karşısında şaşkına döndü. Halası selâm verip oturdu. Gözlerini dikerek Halifeye bakmaya başladı. Gördüklerine inanamıyordu. Halifenin önünde yemek olarak kuru ekmek ve bir tabak mercimekle tuzdan başka hiçbir şey yoktu. Bu, bir zamanlar nimetler içinde yüzen Ömer değil miydi? Kadın; gördükleri karşısında daha fazla kendini tutamadı, gözlerinden yaşlar boşalıverdi ve : “Bir ihtiyacımı söylemek için gelmiştim… Fakat seni görür görmez kendi ihtiyacımdan önce senin ihtiyacının giderilmesinin uygun olacağını düşünüyorum…” dedi. Halife:”Ey halacığım, ihtiyacım olan o şey neymiş? Halası: “Kendine bundan daha iyi bir yemek temin edebilirsin…” Halife: “Fakat halacığım, benim bundan başka yemeğim yok ki; olsaydı elbette yerdim.” Halası: “Senin de bildiğin üzere amcan Abdülmelik, bana ödenekte bulunuyordu… Sonra kardeşin Velid bu ödeneği fazlasıyla ödemeye devam etti… Ardından Süleyman da onun bu uygulamasını sürdürdü… Sonra sen halife oldun ve bana yapılan bu ödeneği tümden kaldırdın.” Halife: “Halacığım, amcam Abdülmelik ve kardeşlerim Velid ve Süleyman, sana devlet hazinesinden ödeme yapıyorlardı. Devlet hazinesi benim değil ki sana oradan ödenekte bulunayım. Ama istersen sana kendi malımı verebilirim.”

Cömertliği

Ben Kıyamet Gününden Korkuyorum

Hatta insanlar onun hakkında şöyle konuşmaya başladılar: “Kapısını çalmaya gerek duymadığımız ilk Emevî halifesi bu. Hakkımız olan her şey, biz evimizdeyken ayağımıza geliyor.Uğrunda kellelerin kesileceği, elde edilmesi zor ve tehlikeli hiçbir hak ve alacağımız onda kalmadı.”

Emevî valilerinden bütün mülk ve servetlerini alıp da onları devlet hazinesine kattığı zaman bazı yakın dostları Halifeye geldiler ve “Ey Halife… Kavminin sana bir kötülük yapmasından korkmuyor musun?” dediler.

Akrabalarına Karşı Adil Davranıyor Halası Ümmü Amr binti Mervan, Mervan oğullarına ödenmekte olan tüm malî tahsisat ve ödedergi.nebevihayatyayinlari.com

İçli, duygulu, her an Allah’a yönelen, sessiz, gözü yaşlı halife birden aslan gibi kükredi:”Siz beni kıyamet gününden başka bir günle mi korkutuyorsunuz…?! Kıyamet gününün korkusu dışında çekindiğim her korku beni bulsun…!!” ŞEVVAL 1436

35


Hanımı Fatıma onu şöyle anlatıyor:”Gece yatağında yatarken Allah’ı anıyor; korkudan tir tir titreyen bir serçe gibi yatakta titriyordu. Ona bir şeyin olmasından endişelendim de, ‘Bu gece halife vefat edip, insanlar sabaha halifesiz çıkacaklar.’ diye düşündüm…”

Allah’a yemin ederim ki, şayet bâtılın yok olup hakkın bâki olması, ancak benim organlarımın lime lime doğranmasıyla mümkün olacak olsaydı, seve seve bu uğurda kendimi feda ederdim! Yine Allah’a yemin ederim ki, aranızda elli yıl hüküm sürecek olsaydım, yine ancak bu şekilde adaletle yönetmekten başka bir yol edinmezdim!”

Bir Halifenin Evinde Akşam Yemeği; Mercimek ve Soğan Halife Ömer bin Abdülaziz, bir gün yatsı namazından sonra evine dönmüştü. Küçük kızlarını görünce, âdeti olduğu üzere onlara selâm verdi.

Halife Yerde Oturuyor Biyografisini yazan tarihçilerin onun hakkında kullandıkları bir ifade var ki akıllarımıza durgunluk veriyor. İşte o ifade: “… Sonra Ömer bin

Abdülaziz’e biat edildi. O, halkla görüşmek üzere yere oturdu!”

Aç Kalanlar, Kâbe’nin Örtüsüne Harcama Yapmadan Önceliklidir Kâbe’nin örtülmesi için devlet hazinesinden büyük miktarda para kullanmak için onay isteyecekleri zaman onlara şu cevabı vermiştir: “Ben bu parayı açlıktan kıvranan mideler için kullanmayı daha uygun görüyorum; çünkü onlar bu paraya Kâbe’den

Fakat kız çocukları her zaman yaptıkları gibi babalarının selâmını alıp ona doğru koşmak yerine elleriyle ağızlarını kapatıp kapıya doğru kaçtılar. Kızlarının bu davranışlarına bir anlam veremeyen Halife, onların niçin böyle kaçtıklarını sordu. Evdekiler: “Akşam yemeği olarak bulabildikleri tek

yiyecek, mercimek ve soğandı. Senden kaçmalarının sebebi, yedikleri soğan sebebiyle ağızlarından yayılan kötü kokuyla rahatsızlık vermek istememeleridir.” dediler. Bu cevabı duyan Halife ağlamaya başlar. Kızlarına şöyle der: “Kızlarım… Sizin çeşit çeşit nefis, leziz yemekler yemeniz, sonra da babanızla birlikte cehennem ateşine girmeniz sizin iyiliğinize olan bir durum değildi!

daha çok lâyık ve hak sahibidirler.” Halifenin Tek Olan Elbiseleri Zorba Değil, Adil Olun Horasan valisi Halifeye bir mektup yazarak ondan Horasan halkına karşı şiddet ve güç kullanma konusunda izin istedi. Gelen mektupta şöyle yazılıydı:”Onları kılıç ve kırbaçtan başka bir şey yola getiremez.» Halife ise valiye şu cevabı yazdı: “Yanıldın… Bilakis adalet ve hak onları ıslah eder. Sen bu yüzden iç-

Yine bir gün yakın dostlarından biri onu evinde ziyaret eder. İçeri girince evin güneş alan bir köşesinde Halifenin bir örtünün altında büzülüp oturduğunu görür. Hasta olduğunu zannederek hâlini sorar. Halife:”Bir rahatsızlığım veya hastalığım yok. Sadece elbisemi yıkadım da kurumasını bekliyorum…” der. Adam:”Elbisen nedir?” diye sorar.

lerinde adalet ve hakkı yaygınlaştır. Sonra unutma ki

Halife:”Gömlek, peştamal ve ridâ…” der.

Allah, fesatçıların işini asla yoluna koymaz.

Adam: “Yedek gömlek, peştamal ve ridâ edinsen…”

36

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Halife: “Yedek giysim vardı; ama eskiyip yıprandılar…” Adam: “Başka bir tane daha edinseydin…” Bu sırada ellerini yüzüne kapayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor… Bir yandan da aşağıdaki âyeti okuyor: “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takva sahiplerinindir.”(Kasas; 83)

Valiler: “O Maaşa Daha Fazla Layık İnsan Var” Bir gün her valiye bir miktar mal göndererek,

Halifeliliğin ilk günlerinden birinde hanımı Fatıma’yı çağırır. Ona omzuna yüklenen ağır yükler karşısında ona kocalık yapmaya vaktinin olmayacağını zira bütün zamanını bu ağır yüklerin sorumluluğunun alacağını söyler. Geleceğini ve hayatını yeni baştan kurabilmesi için dilerse onun kendisinden boşanabileceğini bildirir.

gönderdikleriyle idare edip işlerini yürütmelerini ve yeni sıkıntılı hayatlarına böylece başlamalarını istedi. Bu durumdan rahatsız olan valiler, kendi aralarında sözleşip toplandılar. Toplantı sonunda

Onların küçük büyük her tür kusur ve hatalarını örtüp

bir karar aldılar: ”Halifenin yakın dostlarından birini

gizle.

halifeye göndererek kendilerine yapılan ödeneğin arttırılmasını rica edeceklerdi.” Halife ona şu cevabı: “Vallahi ben onlara o miktarda

Muhabbet ve öfke anlarında onlara karşı davranışlarında kendini frenle, tut…”

mal verdiğime pişman oldum. Halkın içinde o mala onlardan daha fazla lâyık ve muhtaç insanların olduğunu çok iyi biliyorum…”

Birlikte Yaşamanın Beş Esası Bir gün ayağa kalkıp halka şu konuşmayı yaptı: “Bizimle birlikte olmak isteyenler şu beş şeyi yapmak

Yönetim, İmtihandır Gelin, şimdi bu mektuplardan birini hep birlikte okuyalım: “… Yönetim ve iktidarla sınanan kimse gerçekten büyük bir imtihana tâbi tutulmuş demektir. Allah (c.c.) afiyet ve yardımından bizi mahrum etmesin. Ben seni, gizli ve açık bütün hâllerinde Allah’ın kurtuluş ve selâmete erdireceğini ümit ettiğin konumda durmaya çağırıyorum. Geçmişte yapmış olduğun yanlışlarını düşünüp hatırla

şartıyla bizimle olabilirler, aksi takdirde bizden ayrılsınlar: • İhtiyacını dile getiremeyen kimsenin ihtiyacını bize bildirmek • İyi işlerde bize elinden geldiğince yardımcı olmak • Görüp bilemediğimiz iyi işlerde bize öncülük ve kılavuzluk etmek • Bizimle beraberken hiç kimseyi arkasından çekiştirip gıybetini yapmamak

ve başkası senin bu hatalarını düzeltmeye kalkışmadan

• Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmamak…”

önce sen onları düzeltip telâfi etmeye çalış. Bunu ya-

Bu konuşmayı nakleden bütün tarih kitapları,

parken insanların sözlerine kulak asma…

konuşma metninin ardından şunu söylüyorlar:

Allah’ın seni başlarına idareci yaptığı insanlara dinleri

“Bu konuşmadan sonra şairler derhal orayı terkettiler,

ve namusları hususlarında yardımcı ol, bu konuda on-

geride Halifeyle sadece zahidler ve fıkıh bilginleri kal-

ların iyiliklerine çalış.

dılar…”

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

37


Yine bir hakkı açığa çıkaran yahut bâtılı ortadan kaldıran veya hayır ve iyiliğe yol açan bir haberle uzak

Allah’a yemin ederim ki, şayet bâtılın yok olup hakkın bâki olması, ancak benim organlarımın lime lime doğranmasıyla mümkün olacak olsaydı, seve seve bu uğurda kendimi feda ederdim!

yollardan ve meşakkat içinde bize gelen herkese yolculuk masraflarını karşılayacak miktarda yüz dinardan üç yüz dinara kadar nakit yardımında bulunacağız.” Yazıda Tasarruflu Ol Başka bir valisi ise Halifeden fazlaca kalem ve kâğıt göndermesini istiyordu. Halife ona da şu cevabı gönderdi:

İsyancılara Verilen Büyük Ders Ömer bin Abdüzlaziz’in hilafetinin ilk günlerinde halk arasından bazıları silahlı eylemler yapmaya

“Bu mektubum sana ulaşmışsa, kalemin ucunu aç, yazılarını daha derli toplu yaz ve pek çok hususu tek bir sayfada anlat. Müslümanların, devlet hazinesine zarar verecek fuzulî söze ihtiyaçları yoktur.”

başladı… Bunun üzerine Halife grubun liderine bir mektup yazarak şöyle dedi: “…Allah ve Resûlü uğrunda öfkelenerek birtakım faaliyetlerde bulunduğun haberi bana ulaştı. Bu işi yapmaya ben senden daha lâyığım. Gel de bu konuyu karşılıklı tartışıp değerlendirelim… Eğer biz haklıysak, sen bize katılırsın. Yok; sen haklıysan, biz de kendi durumumuzu yeniden gözden geçiririz…” İsyancı lider, Halifenin mektubunu okur okumaz yanlışını anlar ve eylemlerine son verir.

İslam İnsanların Müslüman Olmasına Karşı Değil Bir gün Irak valisi Adiy bin Ertâ’dan aşağıdaki haber ulaştı: “İnsanlar grup grup Müslüman olmaya başladılar. Böyle giderse, vergi gelirlerinin iyice azalmasından endişeleniyorum. Adaletli halife ona şu cevabı yazdı: “Allah’a

yemin ederim ki, yeter ki insanların hepsi Müslüman olsunlar da; önemli değil, ben ve sen kendi el emeğiyle geçinen iki çiftçi durumuna düşelim. “ Halife, devlet hazinesinden bölgeye destek ve

Sonra çeşitli bölge halklarına mektuplar yazıp

yardımcı olacaktır: “Vergileri belirle ve haksızlığa yol

onlara da şöyle dedi: “Haktan yüzçeviren, Kitap ve

açmadan tahsil et. Toplanan vergiler, halkın ihtiyaç-

Sünnet’in gereklerini yerine getirmeyen hiçbir yöneti-

larını karşılamaya yeterse, çok iyi. Aksi takdirde bana

cime itaat etmeyin. Aşağılanmış bir hâlde hakka geri

bildir, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak miktarı

dönünceye kadar onu size havale ediyorum!”

göndereyim.”

İnsanları Memnun Et, Şikâyetleri Azalt Valilerinden birine ise şu mektubu yazmıştı: “Hakkındaki şikâyetler çoğalıp, senden memnun olanların sayısı azalmaktadır. Ya durumunu düzeltirsin ya da istifa edersin!”

Bugünün İşini Yarına Bırakamam Bir gün oldukça yorulmuş, bitkin düşmüştü. Maiyetindekilerden bazıları biraz dinlenmesini önerdiler. Onlara: “Bugünkü işimi yerime kim tamamlar?!” diyerek bu öneriyi kabul etmedi. Daha

Bütün İslâm coğrafyasına aşağıdaki öz genelgeyi

sonra ona “Yarım kalan işlerini yarın tamamlar, telafi

gönderdi: “İdarecisi tarafından herhangi bir konuda

edersin.” dediler. O ise şu muhteşem cevabı verdi:

haksızlığa uğramış hiç kimsenin bana gelirken izin

“Tek bir günün işi, dinlenmemi isteyeceğiniz derecede beni yorup bitkin düşürmüşken iki günün işi bir araya geldiğinde hâlim nice olur?!”

alması gerekmez.Uğradığı bir haksızlık sebebiyle bize gelen herkese hakkını iade edeceğiz.

38

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Ey Halife! Duvarımı Yükselt Bir gün postacısı ona bir mektup uzattı. Mektup Mısır’ın Cîze bölgesinden, “Fertûnetü’s-sevdâ” isminde bir kadından geliyordu. Kadın, evinin bahçesinin duvarlarının yıkılmış olduğunu, hırsızların bu duvarı aşıp tavuklarını çaldıklarını, kendisinin de duvarı onartacak para ve imkâna da sahip olmadığını şikâyet ediyordu. Halife, devletin başkenti Şam’da mektubu okur okumaz derhal Mısır valisi Eyyûb bin Şurahbîl’e şu mektubu yazdı: “Allah’ın kulu Halife Ömer’den Eyyûb bin Şurahbîl’e… Allah’ın selâmı üzerine olsun… Fertûnetü’s-sevdâ, bana bir mektup yazarak bahçe duvarının kısalığından ve bu sebeple tavuklarının hırsızlarca çalınmasından şikâyetçi olup, duvarının onarılmasını istedi.Bu mektubum sana ulaştığında, sen bizzat kendin oraya giderek duvarı sağlamlaştır.” Bu mektubu Mısır valisine ulaştıran postacı, Halifeden Fertûnetü’s-sevdâ’ya da bir mektup götürdü… Halife, mektubunda kadına şöyle diyordu: “Allah’ın kulu Halife Ömer’den Fertûnetü’s-sevdâ’ya… Allah’ın selâmı üzerine olsun… Duvarın kısa olduğu için hırsızların tavuklarını çalmasından dert yandığın mektubunu aldım. Allah’ın izniyle, Eyyûb bin Şurahbîl’e haber göndererek, seni içinde bulunduğun sıkıntından kurtaracak şekilde sana sağlam bir duvar yapmasını emrettim.” Bu harika olayı bize nakleden İbn Abdülhakem şöyle diyor: “Eyyûb bin Şurahbîl mektubu alınca, bineğine binip Cîze’ye gitti. Fertûnetü’s-sevdâ’yı arayıp buldu. Bu siyah tenli, kimsesiz yoksul bir kadındı… Vali, kendisinden istendiği gibi duvarı kadın için onarıp yükseltti.”

Geçmişte yapmış olduğun yanlışlarını düşünüp hatırla ve başkası senin bu hatalarını düzeltmeye kalkışmadan önce sen onları düzeltip telâfi etmeye çalış. Bunu yaparken insanların sözlerine kulak asma…

Müslüman asker, İslâm dininden çıkmaya zorlanmış; ancak o bütün zorlamalara rağmen dinini terk etmeyi kabul etmemişti… Bunun üzerine İmparator, askerin iki gözünün de oyulmasını emretti… Komutanın bu kararı Halifeye tez elden ulaştırıldı. Bunun üzerine Halife, askeri içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için derhal harekete geçti. Kalem ve kâğıdını alarak Roma imparatoruna bir mektup yazdı: “… Falan esirine yaptığın işkence

haberi bana ulaştı. Allah’a yemin olsun ki, derhal o esiri bana göndermezsen, baş tarafı senin orada, arka tarafı da benim burada olacak kadar büyük bir orduyu üzerine gönderirim…!” Mektubun gönderilmesinden bir müddet sonra asker, vatanına ve ailesine döner…

Bir Âlimin Halifeye Önemli Nasihati Halife olunca bir alim ona yöneticilere ışık tutacak

Baş Tarafı Burada, Sonu Orada Bir Ordu Gönderirim Hilafet merkezine ulaşan haber, İstanbul’u kuşatan İslâm ordusunun savaşçı yiğit askerlerinden birinin Bizans ordusuna esir düştüğünü söylüyordu. Bizans komutanının huzuruna çıkarılan dergi.nebevihayatyayinlari.com

şu çok önemli nasihatleri yaptı: “Ey Halîfe! Yarın

kıyamet günü kurtulmak istersen, müslümanların yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evladın bil! O zaman bütün müslümanlara kendi evindeki ana-baba-kardeş ve evladın gibi muamele etmiş olursun..” ŞEVVAL 1436

39


için memurlar zorluk çekmeye başlamıştı. Çünkü zekâta ihtiyacı olan kimse bulunamıyordu.

Bütün İslâm coğrafyasına aşağıdaki öz genelgeyi gönderdi: “İdarecisi tarafından herhangi bir konuda haksızlığa uğramış hiç kimsenin bana gelirken izin alması gerekmez.Uğradığı bir haksızlık sebebiyle bize gelen herkese hakkını iade edeceğiz. Yine bir hakkı açığa çıkaran yahut bâtılı ortadan kaldıran veya hayır ve iyiliğe yol açan bir haberle uzak yollardan ve meşakkat içinde bize gelen herkese yolculuk masraflarını karşılayacak miktarda yüz dinardan üç yüz dinara kadar nakit yardımında bulunacağız.”

Bu konuda Yahya ibn Sâid’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Ben Afrika bölgesinin zekât

amili idim. Zekatları topluyor, fakat dağıtacak ihtiyaç sahibi kimse bulamıyordum. Ömer’in uygulaması insanları zengin yapmıştı. Ben bu paralarla köle satın alıp azat ediyordum.” İbn Kesîr, “Ömer b. Abdülaziz çarşı pazarlara memurlar göndererek şöyle bağırmalarını emrederdi: “Ey borçlular! Ey evlenmek isteyen gençler! Ey yetimler! Ey fakir ve muhtaçlar! Neredesiniz, geliniz! Nasibinizi alınız” Ömer böylece bütün bu insanları zengin yapmıştı” demektedir.” (1)

Dayım Abdullah bin Ömer(radıyallahu anh) Gibi Olmak İstiyorum Abdullah bin Ömer, Ömer bin Abdülaziz’in annesinin amcası… Ondan bahseder veya onu çağırırken, “dayı” demekten daha çok hoşlandığını görüyoruz.

Oğluna Verdiği Ders Bir valiyi görevlendirirken “Ellerini Müslümanların kanından, mideni malından uzak tut” buyururmuş. Tam o günlerde oğlunun 1000 dirheme bir yüzük taşı satın aldığını duyar. Ona 2 dirhemlik bir yüzük yollar ve üzerinde “Allah Teâlâ haddini bilene merhamet eylesin” yazmaktadır. Oğlu mesajı alır, yüzüğü satıp bin garibe yemek verir.

Medine’ye geldiği günden beri onun yanında. Onun ilim meclisinde öğrenci. Ve onu örnek alıyor. Ondan hiç ayrılmıyor. Onu çok beğeniyor. Abdullah bin Ömer’in ilmini, verâ hâlini, cömertliğini ve ruhundaki asaleti dilinden düşürmüyor, öve öve bitiremiyor… Annesiyle daima şu içten söylenmiş sözleriyle şakalaşıyor: “Anneciğim, biliyor musun? Ben de ke-

sinlikle dayım Abdullah bin Ömer gibi olacağım.”

Zekat Verecek Kimse Yok Ömer b. Abdülaziz’in ekonomik uygulaması sayesinde İslâm devletinin her yerinde refah seviyesi yükselmiş, daha önce yoksulluk içinde bulunan kalabalık halk kitlesi, normal bir yaşama kavuşarak ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek bir duruma gelmiştir. O, ticaret yapan kimselerin dışında kalan herkese beytülmaldan maaş bağlamıştı. Uyguladığı âdil siyaset ile fakir zümre ortadan kalkmış, toplanan zekâtların dağıtılması

40

ŞEVVAL 1436

Zühd ve Takvası İbrahim İbn Bekkûr onun bu durumunu şu şekilde dile getirmektedir: “Ömer b. Abdülaziz’i Medine’de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra da onu gördüm; dünya nimet ve lezzetlerini tepmiş, takva sahibi bir mümin gibi yürüyordu.” (2) O’nun İzinde...


Bir gün yine odasına çekilmiş ağlıyorken, annesi çıkageldi. Biricik oğlunun ağladığını görünce hemen ona sarıldı. Kendisini üzüp ağlatan şeyin ne olduğunu sordu… Çocuk şu cevabı verdi:”Anneciğim, beni üzen hiçbir şey yok. Sadece ölümü hatırladım…” Medine’nin büyük Fıkıh bilgini Salih bin Keysan, Ömer bin Abdülaziz’in çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Gönlünde Allah’ı bu çocuk kadar yüceltip, saygı duyan birini görmedim.” Bir gün Medine’de Resûlullah’ın mescidinde cemaat namazlarından birine vaktinde yetişemedi. Hocası ve mürebbisi Salih bin Keysan, ona cemaate geç gelmesinin sebebini sorunca şöyle dedi:”Berberim saçımı yapıyordu.” Hocası onu ayıplayarak şöyle dedi:”Sen saçını yaptırmayı namazdan daha önemli mi görüyorsun?!” Babası Abdülaziz bin Mervan, Salih bin Keysan’a oğlunun her haberini kendisine iletmesini istemişti… Salih bin Keysan, bu olayı da bir mektupla babaya iletti. Babası yazdığı mektubunda, oğlu Ömer’in saçının tamamını tıraş ettirmesini (kazıtmasını) emrediyordu. İbadetinin nasıl olduğunu soranlara hanımı Fatıma onun ibadetini şöyle anlatıyor: “Vallahi o herkesten daha çok namaz kılan ya da oruç tutan biri değildi. Fakat Allah’a yemin olsun ki, ben Allah’tan onun kadar korkan hiç kimseyi görmedim…”

Bir gün oldukça yorulmuş, bitkin düşmüştü. Maiyetindekilerden bazıları biraz dinlenmesini önerdiler. Onlara: “Bugünkü işimi yerime kim tamamlar?!” diyerek bu öneriyi kabul etmedi. Daha sonra ona “Yarım kalan işlerini yarın tamamlar, telafi edersin.” dediler. O ise şu muhteşem cevabı verdi: “Tek bir günün işi, dinlenmemi isteyeceğiniz derecede beni yorup bitkin düşürmüşken iki günün işi bir araya geldiğinde hâlim nice olur?!”

mensupları mı? Hariciler mi? Yoksa bilinmeyen gizli bir el mi? Kimin öldürdüğü hala bilinmemektedir. İmam Taberi rahimehullah onun taht sevdası yüzünden Mervan’ın hanedanından birisinin zehirlediğini söylemiştir. (3) İmam Suyûtî de Ömer bin Abdulaziz’in şiddetle Ümeyyeoğullarının üzerine gittiğini; gasbetmiş oldukları malları onlardan geri aldığını ve bundan dolayı onların da onu zehirlediklerini kaydetmektedir. (4)

------------------------Vefatı Onun yönetimine hayran kalan kimi arkadaşları bazen ona “Allah İslâm’a hizmetinden dolayı seni hayırla mükâfatlandırsın.” diyor, o da onlara: “Bilakis Allah bana hizmetinden dolayı İslâm’ı hayırla mükâfatlandırsın.” karşılığını veriyordu.

1. İbn Kesîr; el-Bidâye ve’n-Nihaye, IX, 200

Ömer b. Abdülaziz şuan üzerinde yirmi sekiz devlet bulunan Emevi Devleti’ni Şam’ın kuzeyinde, halen bir medrese olan o iki odalı bu evinden idare etti.

- Ömer bin Abdulaziz; Halid Muhammed Halid, Beka Yayınları. Bu eser kaleme alınırken en çok faydalanılan eser olup, kardeşlerimize şiddetle okumalarını tavsiye ettiğimiz bir eser olma niteliğindedir.

Ömer bin Abdülaziz yemeğine zehir katılıp şehit edildiğinde henüz kırk yaşındaydı. Hanedan dergi.nebevihayatyayinlari.com

2. İbn Sa’d; Tabakatul-Kubrâ, V, 332 3. Taberî, Tarih, IV/132 4. Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, 277 Kaynaklar:

- Ömer b. Abdülaziz’in Hayatı ve Şahsiyeti, Doç. Dr. Murtaza Köse ,Yeni Ümit Dergisi - Ömer bin Abdulaziz; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi

ŞEVVAL 1436

41


HALİME YILMAZ Nebevi Aile

H

amd âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Allah’ın selamı Muhammed (s.a.v)’e, onun as-

habına ve tüm Müslümanların üzerine olsun. Bu döneme hürriyete karşı birinci atılım, birinci kaprisler çağı gibi isimlerde verilmektedir. Çocuk benliğini bu dönemde keşfeder. Bu keşif iyi olmaz, başarılı atlatılmazsa bencil bir tipin ortaya çıkması çok doğaldır. Ve ileriki yıllarda bu zaafın telafi edilmesi çok zorlaşır. Bunu şöyle bir örnekle açık-

3 YAŞ BUHRAN DÖNEMİ

layabiliriz: Bir camın kırılması veya kırılmaması önceden alacağımız tedbire bağlıdır. Kırılmadan önce biraz dikkat edilirse ve tedbir alınırsa cam kırılmaz, dolayısıyla mesele kalmaz. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sebebiyle cam kırılırsa iş zorlaşır. Bu cam parçalarını eski haline döndürmek için çok uğraş gerekecektir. Camlar toplanıp fabrikasına gönderilir ve bir usta tarafından tekrar cam haline getirilebilir. Çevresine ve ailesine karşı hürriyete, özgürlüğe ilk adımını atan çocukta bu cam misalidir. Daha kırılmadan işler kolaylaşırsa işler daha da kolaylaşacaktır. Ama tedbir alınması gerekenler yapılmazsa ilerde bir uzman yardımı gerektirecek kadar sorunlar ortaya çıkabilir. Küçük bir dikkat ikinci zahmetli yoldan insanı kurtarır. En iyisi, bu dönemi anne babanın iyi tanıyarak, buna uygun davranışları benimseyebilmeleridir.

42

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


3 yaşındaki çocuk adeta dünyayı keşfetmeye çalışır. Bunun için kırar, döker, duvarları çizer, etrafı karıştırır. Önüne çıkan engellerde kızgınlık gösterir. Aynı yeni hastalıktan kalkmış bir kişi gibi düşünün. Odada dolaşmaya başladığı zaman engellenirse sinirlenir. Ve bu onun azmini kırabilir. Hâlbuki ayağa kalkıp dolaştığı için sevinç duymamız gerekmektedir. Bu yaştaki çocukta böyledir. O özlemle yürümeyi, gelişmeyi, bilgisini arttırmak için etrafını karıştırmayı arzulamaktadır. Bu sebeple önüne sürekli engel koyarak onu kızdırmak ve karşı tepki vermesine sebep olmak yerine ona bu arzusunu yerine getirebileceği alternatif ortamlar bulmalıyız. Onun için bir köşe, bir oda ayırabilir yada enerjisini atmasını sağlamak ve sık sık vakit buldukça etrafı keşfetmesine yardımcı olmak için oyun parklarına ve oyun bahçelerine götürülebilir. Çocuk bu çağda çevreden ve aileden adeta çözülerek hürriyet yolunda ilk merhaleyi aşar. Amaç ileride tek başına hayatını yaşayabilecek hale gelmesidir. Bunun ilk sınavı bu dönemde verilmektedir. Bu yaşta çocuk çok kaprislidir. Anne babasına karşı koymadan rahat edemez. Hemen hemen her şeye HAYIR cevabını verdiğine şahit olursunuz. Ama endişeye mahal yoktur. Bu gayet normaldir. Çünkü çocuğunuz bu yaşta kendi öz kuvvetini denemekte, kendini kabul ettirmeye çalışmaktadır. İleriki yıllarda geçireceği buhran dönemine güç toplayacaktır. Sosyal hayatta kendine bir yer edinmek için zemin hazırlamaktadır. Bütün bunlar normaldir. Çocuğunuzun gelişiminin evrenin bir neticesidir. Bunlar bilinmezse aile içi çatışmalar çıkabilir. Ve çocuğun bu kaprisleri daha da büyüyebilir. Ve hayat anne baba için çekilmez bir hale gelebilir. Oysa buna hiç gerek yoktur. Çocuğun gelişimi ve yaşı gereği bu davranışlarının normal olduğu karı koca tarafından bilinip gereken neyse yapılırsa sorun ortadan kalkacaktır. Bu yaşta çocuklar keşif meraklısı olduklarından kırıp dökmeyi sevdiklerinden evde kırılacak eşyalar kaldırılabilir. En güzeli de bahçede, öyle bir imkân yoksa da parklarda kontrolümüz altında oynayarak bu ihtiyaçları giderilmeye çadergi.nebevihayatyayinlari.com

lışılmalıdır. Ancak bu kontrol sürekli müdahale olarak anlaşılmamalıdır. Onun canına veya çevreye zarar vermesini önlemek amacıyla onu takip etmek gerekir. Her adımında müdahale etmek ona zarar verir. Bu yaşta çocuğa pahalı oyuncaklar yerine üst üste koyup şekiller yapabileceği tahta küpler, sepet, bozuk telefon, evde kullanılmayan yazı makineleri (daktilo) vb. oyuncaklar kaslarını ve duygularını geliştirmek için daha yararlıdır. Bu tahta küpler evde baba tarafından farklı renklere boyanıp imkân varsa farklı ölçülerde alınırsa bu dönemi yaşayan çocukların pek işine yarar. Çocuk bunları üst üste koyarak türlü şekiller yapmak ister. Hem zararsız hem ucuz ve kullanışlı araçlar olurlar. Tabi yutamayacakları kadar büyük olmalıdır. Anne babalar bu yaştaki çocukların en çok GÜRÜLTÜ yapmalarından şikayetlenir. Ama bu endişe edilecek bir şey değildir. Çocuğun normal gelişimi açısından gürültü yapması bir gereksinimdir. Asılında, fazla sessiz çocuklar çok hareketli çocuklardan daha çok endişe uyandırmalıdır. Anne babalar çocuklarının söz dinlememesinden şikayetlenir. Aslında onlardan bazı şeyler istemek ve almak, söz dinletmek yazımızın sonunda izah edeceğimiz maddeler yerine getirilirse kolaylaşır. Örneğin gerçek sevgi ve tolerans görmüş çocuklar anne babalarının otoritelerini daha rahatlıkla kabul eder ve onlara itaat ederler. Bu yaş döneminde çocukken bir şey isterken öncelikle bunun istenebilecek şey olup olmadığına iyi karar vermeliyiz sonrada yapacağımız en önemli şey KARARLILIKTIR. Mesela bu yaşta televizyon seyredip seyretmeyeceği konusunda ciddi ve tutarlı karar almalı ve istikrarlı bir şekilde uygulamalıyız. Bir gün öyle, bir gün böyle davranışlar sergilemek çocuğu da aileyi de mutsuzluğa götürür. Çocuğu eğitenlerin bir süre sonra çocuk karşısında etkisiz hale gelmeleri bundandır. Daha önce söylediğimiz gibi bu dönem KAPRİSLER dönemidir. Yapacağımız şey net ve açıktır; • Tehlikesizce yaptığı şeyleri yapmasına müsaade etmek ŞEVVAL 1436

43


3 yaşındaki çocuk adeta dünyayı keşfetmeye çalışır. Bunun için kırar döker, duvarları çizer, etrafı karıştırır. Önüne çıkan engellerde kızgınlık gösterir. Aynı yeni hastalıktan kalkmış bir kişi gibi düşünün. Odada dolaşmaya başladığı zaman engellenirse sinirlenir. Ve bu onun azmini kırabilir. Hâlbuki ayağa kalkıp dolaştığı için sevinç duymamız gerekmektedir. Bu yaştaki çocukta böyledir. O özlemle yürümeyi, gelişmeyi, bilgisini arttırmak için etrafını karıştırmayı arzulamaktadır. Bu sebeple önüne sürekli engel koyarak onu kızdırmak ve karşı tepki vermesine sebep olmak yerine ona bu arzusunu yerine getirebileceği alternatif ortamlar bulmalıyız. Onun için bir köşe, bir oda ayırabilir yada enerjisini atmasını sağlamak ve sık sık vakit buldukça etrafı keşfetmesine yardımcı olmak için oyun parklarına ve oyun bahçelerine götürülebilir.

• Kaprislerini görmezden gelmek

caktır. Zira bunlar ödül gerektirecek şeyler de-

• Yapması gereken işlerde sükûnet ve değişmeyen bir ses tonuyla eğitmek

ğildir.

Size bir soru: Çocuğunuzun ilaca ihtiyacı olsa almayacak mısınız?

yemek yediğinde her uyuduğunda ödül vermek

Elbette alırsınız. O halde bu yaştaki çocuğunuzun kaslarını ve duygularını geliştirmek için kırmaya, kapıları karalamaya ihtiyacı var. Bırakalım duvarları karalasın, kapıları çizsin mi? Olur mu öyle şey? Dediğinizi duyar gibiyim. Elbette ki bütün evi kırıp dökmesine, bütün duvarları karalamasına izin verin demiyoruz. Süslü eşyalar, süslü duvarlar her zaman yapılabilir ama çocuk büyüyünce, onun giden çağını tekrar getirmek mümkün değildir. O yüzden onun keşfe çıktığı yerlerde kırılacak eşyaları kaldırıp bu dönem geçene kadar belli oranda etrafı çizip dağıtmasına hoşgörüyle yaklaşmalıyız. Buradan bütün evin duvarlarını çizmesine izin verilmeli yada eline bir çekiç verin duvarları kırsın demek istemiyoruz. Çocuk bu yaşta eline kalemi aldımı, annesi görmeden bir yeri çizer. En azından kendine ait çizebileceği bir duvarı ya da tahtasının olması sağlanabilir. Çünkü bu dönem geçicidir. Şimdi duvarların çoğu bir bezle silinip çıkarılabilecek şekilde boyanmaktadır. Çocuğa zaten yapması gereken işlerde yemek yemesi, uyuması vb. ona ödül vermeye, bir şeyler vadetmeye lüzum yoktur. Bu bir yanlışlık ola-

44

ŞEVVAL 1436

Çünkü ileride çocuk bu durumu kullanabilir. Her zaten buhran döneminde olan çocuğu daha kaprisli yapar. Bu dönemde erkek çocuk anneyi, kız babayı kıskanır. Öyle ki bazen anne baba sarılınca ayırmaya çalışabilirler. Anne babanın yapması gereken şey aldırmazlık ile baskı arasında güzel bir denge kurmaktır. Anne sevginin, baba otoritenin temsilcisi olmalıdır. Anne baba rol değiştirmemelidir. Her bunalım döneminde olduğu gibi bu dönemde de çocukta ACİZLİK duygusu vardır. İçe kapalı çocuklar bu dönemde içe kapanmaya başlar. Anne babanın yanlış tavırları da bunu daha da körükler. Bu yaştan itibaren aile içinde herkesin aynı muameleyi görmemesi gerektiği onlara kıskançlık duygusu doğurmadan anlatılması ve bu gerçek kabul ettirilebilmelidir. Sevgide ve eşya alımında onlara EŞİTLİK değil, ADALET duygusunun ön planda tutulması öğretilmelidir. 6 yaşındaki aslıya çikolata verilir, 3 yaşındaki Ayşe’ye dokunduğu için verilmez. Başka şey verilir. 12 yaşındaki Mehmet’e büyük olduğu için daha çok çikolata verilir. Bunu çocuklar bu yaşta öğrenmeli, sindirmelidir. Sonuç olarak şunlar söylenebilir: O’nun İzinde...


3 yaş buhran, bunalım dönemidir. Bu yaşın sonunda çocuk ilk hürriyetini elde etmiş olacaktır. Bu yaşta gösterdiği tepkiler özgürlüğe doğru iler-

• Sevgi • Tolerans (hoşgörü)

lemek için yaşadığı sonuçlardır. Bu da sıkıntısız

• Otorite

geçmez. Bu dönemin sonunda çocuk acizlikten,

• Sabır

bağımlılıktan kendini idare etmeye hatta başkalarını idare edebilecek hale gelecektir. Bu da onun

• İnanma

için büyük bir sorundur.

Bir dahaki yazımızda, 3 yaş buhran döneminde

Örneğin bir öğrencinin bilmediklerini öğrenmek

anne babalara ilaç gibi gelecek bu 5 maddeyi açık-

için ders çalışıp yerine göre sıkılması, uykusuz

layacağız inşallah.

kalması, eğlencelerinden fedakârlık yapması ge-

Anlattıklarımızın okuyucularımıza fayda ver-

rekir. Bunun sonunda sınav verecektir ve biraz

mesi duasıyla… Varsa hata benden, başarı ise Al-

daha mutluluk yolunda merhale geçecektir. Çocuğun 3 yaş dönemi de bu şekilde yorumlanabilir. Bu kaprisler karşısında heyecana kapılmamalı, çocuğa bağırmamalı, yüzüne normal dozun üze-

lah’tandır. Velhamdülillahi rabbil alemin…

-------------------------

rinde gülünmemelidir. O zaman kaprislerini arttırıp onlara sığınır. Fakat bu kaprislerin geçip gitmesi bilinçli bir şekilde beklenmelidir. Sözün

Kaynak:

kısası şu 5 maddeyi dengeli şekilde bu dönemde

Çocuk ve Gençte Sosyal Gelişim; Prof. Dr. Kemal

verebilmemiz işimizi oldukça kolaylaştırır.

Çakmaklı

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

45


Röportaj

Grup Diriliş Vakti

Şimdi İmanları Tazeleme Zamanı B

u ay Nebevi Hayat Dergisi olarak, ezgileriyle gönül dünyamızı harekete geçiren Grup Diriliş Vakti ile bir röportaj gerçekleştirdik. Grup adına Erkan PERVER bizimleydi;

Nebevi Hayat: Grup Diriliş Vakti ne zaman kuruldu ve gayesi nedir?

Gözlerimizden akan her damla yaş tarihe düşülen bir nottu aslında

Grup diriliş vakti 2008 yılının sonlarında kuruldu. Kuruluş gayesi yürek coğrafyamız diye adlandırdığımız, İslam coğrafyasın da yaşananları, üm-

Damarlarımızdan yere dökülen her damla kan,içimizde intikam için bileylenen bir bıçaktı

metin gözyaşlarını, hüzünlerini, dökülen mazlum kanlarını, acıları başta yaşadığımız coğrafyada sonrasında tüm dünya Müslümanları arasındaki İslam kardeşliğimizin pekişmesine, kardeşlik bağlarımızın daha da kuvvetlenmesine vesile olmaktır.

46

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Nebevi Hayat: Grup Diriliş Vakti’nin kuruluşundan bu yana serüvenini kısa olarak anlatır

Nebevi Hayat: İlk albümünüz nasıl karşılandı? İstediğiniz başarıyı yakalayabildiniz mi?

mısınız? Grup diriliş vakti neler yaptı? Grubumuz 2008 yılının sonlarında kuruldu demiştik. 2010 yılında ise ilk albümünü “Vazgeçmeyiz Bu Davadan” adlı neşid albümünü çıkardı. Normalde sadece bu albümdeki parçaların okunması bile sadece en az 2 ya da 3 ay sürerken biz bu dönem de kardeşlerimiz amatör olması ve ilk kez stüdyo ortamı görmelerine rağmen Ramazan ayında oruçlu iken 2 günde 4’er saat toplam 8 saat gibi bir sürede okumaları bitirmiştik. Kardeşlerimizin boğazı kurusa su bile içemez bir halde okumuşlardı. O gün şartlar onu gerektiriyordu.

Tahminimizden daha çok beğeni kazandı. – el Hamdulillah - Biz bunu şuna bağlıyoruz. Bizim ilk albümümüz sanırım Türkiye’de grup olarak ilk neşid albümüydü. Amatör bir ekibin çıkardığı samimi bir albümdü. Parçalarımızı dinleyenlerden bu samimiyetin hissedildiğini duyduk. Müslümanlardan böyle bir şey duymak bizi ziyadesiyle memnun etti. Zira 90’lı yıllardan günümüze kadar İslami ezgi ve marşlarda özellikle sözlerde giderek samimiyet azaldı. Bunun bir doğal sonucu olarak ta müziğe ağırlık verilerek bu açık kapatılmaya çalışıldı ama bu da belirli bir noktadan sonra dinleyiciyi bıktırmaya başladı.


Nebevi Hayat: Sizin tarzınız biraz farklı sanırım

Nebevi Hayat: Diğer gruplardan sizce farkınız

açıklar mısınız?

nedir?

Evet, biz ilk albümüzden sonra 2 parça daha yaptık

Bence farkımız bizim için dezavantaj olan fakat

“Dirilişimiz Direnişimiz” ve “Şehadet Güvercini”

dinleyici için renk olan grup elemanlarının birkaç

adlı bu eserlerde caiz olan, tüm Müslümanların

yılda bir değişmesi. Her defasında dinleyici farklı

gönül rahatlığıyla dinleyebileceği enstrümanları kulandık, çıkacak albümümüzde de aynı şekilde caiz olan enstrümanları kullanacağız…

sesleri işitiyor grup diriliş vakti adı altında, bu da kardeşlerimizin öğrenci olması yada işleri yüzünden kaynaklanıyor. Bu bir bayrak yarışı Rabbim ne kadar bu yolda hizmet etmeyi dile-

Nebevi Hayat: Kuruluşunuzdan bu yana yaşa-

diyse o kadar hizmet edip ayrılıyor kardeşler,

dığınız zorluk engeller ve problemler oldu mu?

yerine yenileri geliyor ama inşallah bu son kadromuzla uzun yıllar beraber olacağız. Birde bizi

Tabi ki olmaz mı? Ama “zahmet olmayan yerde

diğer gruplardan ayıran büyük özelliğimiz par-

rahmet olmaz” dedik zorlukları aşmayı başardık

çalarımızı tek bir kişinin değil de ayrı ayrı kar-

– el Hamdulillah – Bir ara grup dağılma noktasına

deşlerin seslendirmesi bu da albümümüze renk

geldi, bırakacaktık her şeyi ama Rabbim nasip etti

katıyor. Bu sanırım sadece bizim gruba has bir

devam ettik.

özellik.


Yüreğime kazıdım ben sevdamı, acılarla harmanladım yıllarca Zulümlerin ortasında kalsamda, Zalime karşı duruşumu hiç bozmadım.

Nebevi Hayat: Grupta görev paylaşımı nasıl

Allah – şehadeti nasip ettiğinde sözlerimizin, ezgi

oluyor?

ve marşlarımızın altına kanımız ve canımızla imzamızı attıktan sonra hedefimize ulaşmış olacağız.

Ben eserleri seslendirmiyorum. Sadece söz ve beste noktasında varım, birde şiir bölümlerini okuyorum. Diğer kardeşlerimizde hem sesleriyle hem kalemleriyle katkıda bulunuyorlar. Bir parça kimin sesine uyuyorsa o seslendiriyor.

Nebevi Hayat: Grup diriliş amacına ulaştı mı?

Nebevi Hayat: Yeni albümünüz ne zaman çıkacak inşallah?

Yeni ezgi ve marşlarımızı, haziran ayı içinde kardeşlerimizle buluşturacağız inşallah.

Yapmak istediklerini yaptı mı? Nebevi Hayat: Son olarak bir şeyler söylemek Grup geçen sene çalışmalarına vakfımız “İmam

ister misiniz?

Buhari Vakfı” çatısı altında devam etmeye başladı ve bu bize ayrı bir şevk ve motivasyon sağladı.

Grup olarak elimizden geldiğince müslümanlar

Şimdi çalışmalarımızı daha sağlam bir zeminde ve

ın yüreklerine su serpecek, sıkıntılarını dillendi-

daha bir kontrollü yapıyoruz. Amacımıza ulaştık

recek parçalar koymaya çalışıyoruz. Fikrimizi,

mı? Yapmak istediklerimizi yaptık mı? Kısmen.

zikrimizi, itikadımızı İslam’ın izin verdiği enstrü-

Cihad meydanlarında bizim parçalarımız söyle-

manları kullanarak duyurmaya çalışıyoruz. Bu

niyor. Bazı mücahidler şehadetlerinden önce bizim

konuda eserlerimize sahip çıkıp bizi destekleyen

parçalarımızı söylüyor. Bu bizim için bir onur .

gelişmemiz için bize öneride bulunan tüm kar-

Demek ki bir şeyler yapabilmişiz ama Rabbimiz

deşlerimize teşekkür eder, selam ve muhabbetle-

bize, birimiz ya da grup üyelerinin hepsine – İnşa-

rimizi sunarız. Es Selamu Aleyküm.

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

49


DERYA FIÇICI

ATİL VE ATALET Dünyada yaygınlaşan (açlık ve yokluk çeken ülkeler dışında) tüketim çılgınlığı, virüs gibi Müslümanlar arasında da yaygınlaşmaktadır. Müslüman ülkelerin bir kısmı açlıktan ölürken, ne yazık ki bazı Müslüman ülkelerde tüketim hastalığı ve bu konuda batıyı taklit etme hastalığı hızla yaygınlaşmaktadır. Tüketim hastalığı ile birlikte gelen kültürlerden biri de, tatil yapma kültürüdür. Yani daha fazla yeme, daha fazla içme, daha fazla satın alma, zevk için para harcama, dünyalık işlere hatta ibadetlere dahi bir süreliğine ara verme, haramları hafife alma, üç günden bir şey olmaz deme, “bizim hakkımız yok mu” gibi sebeplere sığınma zamanının adı: tatil yani atalet…

A

talet ve tatil, aynı kökten türemiştir. Yani tatil; boş durma, bir işle meşgul olmama... Türkçe manası tembellik yapma anlamına gelmektedir.

en sık hatırladığı, O’ndan en çok korktuğu, kalbinin en çok titrediği an demektir. Günahlardan uzak durduğu, nefsini terbiye ettiği zaman, en güzel, en kıymetli, en huzurlu zaman demektir.

Öyleyse “Müslüman için tatil var mıdır?” sorusunu sormaya gerek bile duymuyoruz. Çünkü Müslüman’ın boş durması, tembellik yapması asla düşünülemez.

Ancak bize yerleştirilmeye çalışılan tatil algısı, bunlardan tamamen uzak. Kalbi zayıflatan, “en çok yemek nerede var, en uzun açık büfe masaları hangi otel kuruyor, en çok çeşit hangi tatil bölgesinde var” araştırmaları yaptıran, çıplaklığın meşrulaştığı, normal karşılandığı plajlar, havuzlar sanki yıl içinde ruhumuzu kirleten haramlar yetmiyormuş gibi, bu haramların daha yoğun yaşandığı tatil yerlerini tercih etme anlayışı, müzik, dans, içki gibi bütün haramların gerçekleştirildiği bölgelerde Müslüman’ın kendine bir yer araması… Hatta bazı iç rahatlatan turizm firmaları bu otellere sahabe isimleri vererek İslami bir kimlik kazandırmaya çalışması Müslümanların gözünde olabilirlik kazandırdı. Ve artık Müslüman’ın vakti de cebi de bu kültüre yer verdi. Tıpkı tesettür giyiminde olduğu gibi tatil harcamalarında da sermaye şirketleri kuruldu.

“O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.” (İnşirah; 7) Dünyada yaygınlaşan (açlık ve yokluk çeken ülkeler dışında) tüketim çılgınlığı, virüs gibi Müslümanlar arasında da yaygınlaşmaktadır. Müslüman ülkelerin bir kısmı açlıktan ölürken, ne yazık ki bazı Müslüman ülkelerde tüketim hastalığı ve bu konuda batıyı taklit etme hastalığı hızla yaygınlaşmaktadır. Tüketim hastalığı ile birlikte gelen kültürlerden biri de, tatil yapma kültürüdür. Yani daha fazla yeme, daha fazla içme, daha fazla satın alma, zevk için para harcama, dünyalık işlere hatta ibadetlere dahi bir süreliğine ara verme, haramları hafife alma, üç günden bir şey olmaz deme, “bizim hakkımız yok mu” gibi sebeplere sığınma zamanının adı: tatil yani atalet… Oysa mümin için rahat demek, hayat demek, hayatın tadı demek; Allah’a en yakın olduğu, O’nu

50

ŞEVVAL 1436

Müslüman’ın anlayışı “Şu yaptığımız iş gavurun kültürü anlayışı olsa da paramız yabancıya gitmiyor” oldu. O’nun İzinde...


Gariptir ki artık tatildeki rahatlığı, ataleti zerresine kadar yaşayan Müslüman, hac ve umre ibadetinde dahi beş yıldızlı otel rahatlığını arar oldu. Umre ibadetinde birçok Müslüman’ın ağzından bu serzenişi duyduğumda, Müslümanların hac ve umreye bakışı seyahat mantığına bürünmüş olduğunu anladım. Hatta bir Alman, bir İngiliz, bir Çinli dahi İstanbul ziyaretlerinde çok iyi şartlarda otel aramadan seyahatini gerçekleştiriyor. Ancak bizler, mübarek topraklara vardığımızda kalbimizin, ruhumuzun konforunu, rahatlığını, huzurunu hissetmeden, bedenî rahatlığımızın derdine düşüyoruz. Bizim bu zaafiyetimizi bilen küfür, kutsal topraklarımıza rahat edip bol bol yiyeceğimiz, alışveriş yapabileceğimiz oteller, rezidanslar, alışveriş merkezleri yapıyor. Öyle ki umre kaydını yaptırırken, kabe manzaralı oda talep edilebilir hale geldi.

açlıktan ölen çocukları bombaların yok ettiği,

Umre ziyaretimde, o topraklara nice zorluklarla, sıkıntılarla gelen Müslümanlar gördüm. Ayaklarının altındaki yarıklar, elbiselerinin eski olması, ellerinde birkaç elbiseden oluşan bavullar kalacak yerlerinin olmadığını ve mescitte kaldıklarını ispatlıyordu. Hatta umumi banyoları kullanmaları gerçekten bin bir türlü zorlukla geldiklerinin şahidiydi. Ancak ibadet ederken namaz ve tavaf esnasında döktükleri gözyaşları, takvaları beni çok etkilemişti. Orada şunu anladım; beş yıldızlı otelde, açık büfe kahvaltı yapıp yüz adım yürüdükten sonra kabeye ulaşmakla, midelerinin dolu olmasının verdiği rehavetten dolayı kılınan namazdan bir şey anlamayan insanın aldığı sevablar da, hissettiği duygular da asla bir değildir.

zıdır, ancak dinlenmek ve istirahat; atalet, günaha

Ve hayata tatil algısıyla bakan Müslümanlar, yılda bir ay yapacakları tatilin parasını biriktirmek için saatlerce mesai yapan, tatil kredisi çeken, takside bölünmüş tatil aidatını ödeyen Müslümanlar… Hayata beş yıldızlı otellerin penceresinden, mükellef sofralardan bakınca, tatil dönüşü, Suriye’de

acı çığlıklarının yükseldiği şehirleri görebilmesi mümkün değildir. Ahmed bin Hanbel’in oğlu babasının “Zühd” kitabında Malik bin Dinar’ın şu sözünü zikretmiştir: “Yüce Allah, İsrailoğullarının bir peygamberine şöyle vahyetti: Kullarıma söyle; düşmanlarımın yollarına girmesinler, düşmanlarımın elbiselerini giymesinler, düşmanlarımın gemisine binmesinler, düşmanlarımın yiyeceklerini yemesinler, sonra onlar gibi düşmanlarım olurlar.” Anlıyoruz ki hayat anlayışımız, yaşam biçimimiz, tercihlerimiz sadece ve sadece Allah’ın razı olduğu şekilde olmalı. Allah insanın dinlenmesine, istirahat etmesine ragirme, günaha razı olma, haram ortamlarda bulunmak asla değildir. Bunlar kalplerimizin kararmasına, katılaşmasına sebep olur. İbn Kayyim rahimehullah “Kalbin İlacı” kitabında, kalbin kararması konusuyla ilgili şunu söylüyor: “Kişi, bunu kalbinde, gözleriyle gecenin zifiri karanlığını hissettiği gibi hakiki olarak hisseder. Gözü için karanlık ne ise, kalbi için günahın karanlığı odur. Günahlar kalbi ve bedeni zayıflatır. Onun kalbe verdiği zayıflık belli bir husustur. Hatta zayıflatılması onu tamamen öldürene kadar devam eder. Kul günahları işleye işleye onları basit görmeye, kalbinde küçümsemeye başlar, bu ise helak alametidir. Çünkü günah, kulun gözünde ne kadar küçülürse, Allah nezdinde o kadar büyür.” Selam ve dua ile…

Ahmed bin Hanbel’in oğlu babasının “Zühd” kitabında Malik bin Dinar’ın şu sözünü zikretmiştir: “Yüce Allah, İsrailoğullarının bir peygamberine şöyle vahyetti: Kullarıma söyle; düşmanlarımın yollarına girmesinler, düşmanlarımın elbiselerini giymesinler, düşmanlarımın gemisine binmesinler, düşmanlarımın yiyeceklerini yemesinler, sonra onlar gibi düşmanlarım olurlar.”

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

51


GÖZ Zinası Bağımlısı Olan Bir Kişinin Hikayesi

Ş

eyh Muhtar Şankiti’ye genç bir kişi tara-

Ey Kardeşlerim! Bu günahların hepsi tehlike-

fından, kendisinde bağımlılık haline gelmiş

lidir.

gözün haramlardan nasıl sakındırılacağına dair bir soru sorulmuş. Onun cevabı şu oldu: “Eğer bir adam sahip olduğu görme kabiliyetini tasavvur eder ve Yüce Allah’ın karşısında durduğunu, o gün (kıyamet günü) geldiğinde Allah ona der ki: “Ey kulum! Utanmıyor musun? Körlerin görmediğini görüyorsun; ben sana görme kabiliyeti verdim ve sen hala onu, bunlara bakmak için mi kullanıyorsun?” İnsanın işlediği tek bir günah veya Allah’a karşı

Bu günahlar kalbin ölmesine ve kalpteki iman ışığının sönmesine neden olur. Kıyamet gününe kadar vay sizin halinize. Allah’ın karşısına çıkacaksınız ve bütün amelleriniz önünüze serilecek. Ve bu göz, ateşten çivilerle çıkarılacak ve ateşin şiddetiyle siyaha dönüşecek. O zaman işlediğin bütün günahlardan zevk alabilecek misin?

gelmeye davet eden bir videoya göz ucuyla bile

Kişi kendisine dürüstçe bir soru sormalıdır: “Ey

olsa bakmak; bu tek bir amel yüzünden o kişi Al-

kardeşim! Bunlara bakarak işlediğin bu günahla ne ka-

lah’ın gazabına uğrayabilir ki sonrasında bu ga-

zandın? Bunun meyvesi ne, ne elde ettin?”

zaptan kurtuluş yoktur ve bu yüzden kalbindeki

Bu şeylere bakmış ve bunlardan zevk almış ola-

iman ışığı sönebilir. Böylece Yüce Allah’a kavuşa-

bilirsin. Peki, bunun sonucu ne? Senin defterine

cağı güne kadar kalbi kararır.

yazıldıktan sonra…

52

ŞEVVAL 1436

O’nun İzinde...


Kıyamet günü geldiğinde bu kitap sana sunulacak ve o kitabın içinde baktığın o görüntünün Allah’ın hoşuna gitmediğini göreceksin. Bir adam hakkında derler ki; kendisi öğrenciyken âlimin biriyle bir-

“Eğer bir adam sahip olduğu görme kabiliyetini tasavvur eder ve Yüce Allah’ın karşısında durduğunu, o gün (kıyamet günü) geldiğinde Allah ona der ki: “Ey kulum! Utanmıyor musun? Körlerin görmediğini görüyorsun; ben sana görme kabiliyeti verdim ve sen hala onu, bunlara bakmak için mi kullanıyorsun?”

likte giderken güzel bir Hristiyan

Bunun için selefi salihin şöyle demiştir: “Günah-

genç kız ile imtihan edilmiş ve ona bakmış.

ların küçüğüne bakmayın, itaatsizlik ettiğinizin

Âlim öğrencisinin ona baktığını görünce yanına

(Allah) yüceliğini düşünün.”

gelmiş ve ona sormuş: “Neden ona bakıyorsun?”

Bir bakış, bir kişinin bütün hayatını mahvedebilir.

Öğrenci gözlerini sakınmış.

Bir bakış sevgili kardeşim! Allah’ın hoşuna gitme-

Âlim öğrenciye demiş ki: “Üzerinden zaman geçse

yecek bir şeydir.

de Allah tarafından bu günahının karşılığını bu-

Ben sizlerin Allah’ın rahmetinden ümidinizi kes-

lacaksın.”

memenizi ve Allah’ın affediciliğini ifade etmeye

Başka bir deyişle; hayatının sonuna kadar bile

çalışıyorum.

olsa, Allah seni bu günah yüzünden cezalandıra-

Müjdeli haberlerle mutlu olun. Ben sizin yaptı-

caktır.

ğınız şey için pişmanlıktan gözyaşı dökmenizi

Bu öğrenci der ki: “20 yıl boyunca Allah’ın vere-

isterim.

ceği cezayı bekledim. Tüm Kur’an’ı ezberlemiştim

Ben sizden şunu istiyorum: “Bir gün odanızda

ki bir gece uyudum, uyandığımda bütün Kur’an’ı

yalnız başınıza oturun. Günahınızı hatırlayın ve şöyle

unutmuştum.

söyleyin: “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na dö-

Bu olayı İbn Kayyım, Medaricu’s Salikin eserinde

neceğiz.” (Bakara, 156)

aktarmıştır.

Beni endişelendiren şey büyük bir kayıptır.

Allah’tan selamet ve sağlık dileriz.

Allah bana görme yetisi bahşetti ve ben yine de

Bir kimse bir günaha bakıp ta onu önemsiz göre-

O’nun hoşuna gitmeyecek bir şeye baktım.

bilir. Fakat gerçekte onun ağırlığı çok büyüktür.

Kaç tane video izledim? Kaç tane sahneye baktım?

İnsanın işlediği tek bir günah veya Allah’a karşı gelmeye davet eden bir videoya göz ucuyla bile olsa bakmak; bu tek bir amel yüzünden o kişi Allah’ın gazabına uğrayabilir ki sonrasında bu gazaptan kurtuluş yoktur ve bu yüzden kalbindeki iman ışığı sönebilir. Böylece Yüce Allah’a kavuşacağı güne kadar kalbi kararır. Ey Kardeşlerim! Bu günahların hepsi tehlikelidir.

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

53


Bununla nasıl Allah’ın karşısına çıkarım? Ne yap-

Yaptığınız bir şey için tevbe etmeye niyetlendi-

tığınızın ızdırabını ağlayana kadar içinizde his-

ğiniz her seferinde Allah, o kötü amelden uzak-

sedin.

laşmanız için size yardım edecektir.

Böylece bu gözyaşları günahlarınızı temizleyebilir. Benim sizden isteğim, yalnız bir halde dökülecek

Şeytan gelip şöyle diyecektir: “Hayır! O kadar

çok günah işledin ve o kadar çok sefer baktın ki

gözyaşıdır.

tevbe edemezsin, artık umudun yok!”

Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem) söz ver-

Baştan aşağı günah içinde boğulsanız bile Allah’a

miştir ki bu gözyaşı sayesinde Allah’ın dışında hiç bir gölgenin olmadığı günde, Allah onu kendi

iman etmelisiniz.

gölgesine alacaktır.

Allah size yardım edecek ve yol gösterecektir.

Ve saydığı yedi sınıf içinde-Allah bizi onlardan

Sizlere tavsiye ettiğim iki şey şunlardır: “Günah-

kılsın- demiştir ki: “O’nun gölgesinden başka hiç

bir gölgenin olmadığı gün kendi gölgesine alacağı yedi sınıftan biri, yalnız kaldığında Allah’ı hatırlayıp gözyaşı döken kişidir.” O kişi Allah korkusuyla gözyaşı dökmüştür. Sadece bir gözyaşı... Ve kardeşlerim! Sizlere ikinci tavsiyem de şudur:

“Bu günahlara dönmeyin. Yakınından bile geçmeyin. Allah size yardım edecektir.”

54

ŞEVVAL 1436

lardan uzaklaşın, yaptığınız şey için pişman olun ve Allah’a iman edin.” Büyüklükte eşi benzeri olmayan Allah’tan dilerim ki kötü amellerimizi salih amellere çevirsin. O, size yardım edecek olan ve buna muktedir olandır. Allah her şeyin en iyisini bilendir. O’nun İzinde...


ŞEVVAL ORUCU َ ‫صا َم ِس ّ َت َة أ‬ َ ّ ‫ام بَ ْع َد ا ْل ِف ْط ِر َكا َن تَ َما َم‬ َ :‫الس َن ِة‬ ‫ي‬ ّ َ ‫َم ْن‬ ٍ } ‫{ َم ْن َجا َء ِبا ْل َح َس َن ِة َفلَ ُه َع ْش ُر أ َ ْمثَالِ َها‬ ] ‫[ رواه ابن ماجه‬

“Kim, Ramazan (orucunu tutar ve) bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, senenin tamamının orucu olmuş olur. Her kim hayırlı bir iş ile gelirse (bir iyilik işlerse) kendisine onun (yapmış olduğu iyiliğin) on misli sevap verilir.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 33)

dergi.nebevihayatyayinlari.com

ŞEVVAL 1436

55


SONER DURAL

BİR MÜSLÜMANIN ARKADAŞI NASIL OLMALIDIR

İ

nsanoğlunun arkadaşsız yaşayamayacağını bilen Rabbimiz, arkadaş edinmeyi meşru kılmış ve bu çerçevede arkadaşlıkların nasıl olması gerektiğini, kimlerle dostluk kurulup-kurulmayacağını, dostluğun hangi sınırlar içerisinde olması gerektiğini kitabı ve peygamberi vasıtası ile bizlere anlatmıştır. Bir kaç başlık altında şöyle sıralıyabiliriz:

sormuşlardı. Bu soruya Rasulullah sallallâhu aleyhi

1- Arkadaşımız Nasıl Olmalı?

Arkadaşlarımızın nasıl olması ve hangi vasıflara

Sahabe-i Kirâm, bir ara Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e “Yâ Rasulallâh! Acaba hangi arkadaşımız daha hayırlıdır?” diye soru

ve sellem şu üç özelliği zikrederek cevap verdi: Görüldüğünde size Allah’ı hatırlatan, Konuştuğunda ilminizi artıran, Yaptığı işlerle ahireti hatırınıza getiren kimsedir. (Da‘îfu’t-Terğîb ve’t-Terhîb)

sahip arkadaşlar seçmemiz gerektiği noktasında bu hadisler aslında bizlere çok ciddi anlamda ipuçları vermektedir.


Rastgele arkadaş seçimi insanı helake götüren unsurlardan birisidir. İnsan, arkadaş seçerken çok dikkatli olmalı ve sadece Allah’tan korkup sakınan kimselerle arkadaşlık etmelidir. Aksi halde helakin eşiğine gelebilir. Zikretmiş olduğumuz hadiste anlatılan 3 maddeyi kısaca izah etmenin yararlı olacağını düşünüyoruz. Hadiste ilk olarak “Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan insanlar” hayırlı arkadaş portresi olarak bize sunulmaktadır. Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan insanlar… Acaba nasıl? Ne şekilde? Evet, arkadaşlarımızın böyle olması gerekiyormuş Rasulullah’a göre… Kendileri ile bir araya geldiğimizde bizlere Rabbimizi hatırlatan, gündemlerinde hep Allah olan ve hep Allah’ı anlatan arkadaşlar… Böylesi insanlarla arkadaşlık kurulması gerekiyormuş; böyleleriyle arkadaş olunca hayır oluyormuş… İşte bu Nebevî tavsiyeyi iyi düşünmemiz ve arkadaşlarımızı bu tavsiyeye göre seçmemiz gerekmektedir. Peki, bir insan görüldüğünde Allah’ı bizlere nasıl hatırlatır? a- Kılık-kıyafeti ve İslamî görünümüyle ki, bu onun İslamî giyiniş tarzı ve sakal gibi İslamî kimliğinin dışa vurulması ile olur. b- Davranışlarındaki ağırlık ve İslam’ın ona öğrettiği ağırbaşlılık ile ki, bu da onun oturması, kalkması, yemesi, içmesi ve benzeri davranışlarındaki güzellik ile olur. c- Söz ve davranışlarındaki uyum ki, bu da doğruluk, sadakat, edep ve ahlakî tavırlarda meydana çıkar. d- Dışa yansıttığı pozitif enerjisi ile ki, bu da tebessüm, güler yüz ve insanların yardımına koşma gibi canlılığını gösteren fiillerle olur. e- Allah’ı anması ile ki, bu da bulunduğu ortamlarda Allah’ı anlatması, O’nu gündem etdergi.nebevihayatyayinlari.com

mesi ve O’ndan gelen doğruları insanlığa ulaştırması ile olur. İşte böylesi fiillere sahip olan bir insan, Allah’ı bizlere hatırlatan insandır. Hadis-i şerifin öğrettiğine göre bizlerin, böylesi insanlarla arkadaş olması, böylelerini arkadaş edinmesi gerekmektedir. Hadisin ikinci maddesinde hayırlı bir arkadaşın “Konuştuğunda ilmimizi artıran” bir arkadaş olduğu ifade edilmektedir. Yani arkadaşlarımızın bilgili, ilim sahibi ve insanlara hakikatleri anlatan şahsiyetler olması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, ilim sahibi olmayanlar, başkalarının ilmini artıramazlar. Bu nedenle arkadaşlarımızı seçerken onların; Allah’ı, Peygamberi, Kur’ân’ı ve İslam’ın hakikatlerini tanıyan insanlar olmalarına dikkat etmemiz gerekmektedir. İmam Âcurrî rahmetullahi aleyh’in bu konuda çok önemli bir nasihati vardır. O, “Âlimlerin Ahlakı” adlı eserinde der ki: “Âlim bir şahsiyet, dostlarını üç guruba ayırır. (Onun arkadaşları): 1- Ya kendisinden daha bilgili olan ve ondan hayır öğreneceği bir kimse, 2- Ya kendisi ile denk olan ama kendisi ile müzakere edebileceği bir kimse, 3- Ya da kendisinden daha düşük seviye de olan ve kendisine ilim öğreteceği bir kimse (olmalıdır.) İmam Âcurrî’nin bu nasihati, aslında sadece âlimlere yöneltilmiş bir nasihat değildir. Aksine bu nasihat, her Müslüman için geçerli olan ve itina ile dikkat edilmesi gereken bir nasihattir. Her müslümanın arkadaşı aslında bu üç sınıfın haricinde olmamalıdır. Ya kendisinden bir şeyler öğrenebileceği bir arkadaşı ya kendisine bir şeyler öğretebileceği bir arkadaşı ya da bazı şeyleri oturup müzakere edeceği, dertleşebileceği bir arkadaşı olmalıdır. Eğer bu üç gurubun haricinde bir arkadaşı olursa, bu arkadaşın ona zararından başka bir şeyi olmaz. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in tavsiyesine göre arkadaşımızın öğretici ŞEVVAL 1436

57


düzen vermeli ve böyle davranmadığımız takdirde Allah’ın huzurunda hesap vermek zorunda kalacağımızı bilmeliyiz.

pozisyonunda olması, yani kendisinden hayrı ve iyiliği öğrenebileceğimiz bir insan konumunda olması gerekmektedir. Hadis-i şerifin “Konuştuğunda ilminizi artıran…” kısmı bunu ifade etmektedir. Ama aynı zamanda bizlerde birilerine arkadaş olacağımız için bizlerinde bu makamda olması, dolayısıyla bizlerinde ilmî birikimi olan insanlar sınıfında yer alması gerekmektedir. Her halükarda burada ilme ve bilgili bir insan olmaya teşvik vardır. Hadisin son kısmında ise “Yaptığı işlerle ahireti hatırınıza getirendir” buyrularak arkadaşlarımızın yaşantıları ile sanki ahirete adanmış birisi gibi ameller işleyen kimse olması gerektiği vurgulanmıştır. Yani bu arkadaş öyle bir arkadaştır ki, ortaya koyduğu davranışlar ve yapmış olduğu işler ile insanlara ahireti ve Allah’a hesap verileceğini hatırlatır. Onun davranışlarını ve amellerini görenler, bu şahsın hep Allah’a hesap verme şuuru içerisinde yaşayan bir kimse olduğunu bilirler ve bundan etkilenerek kendilerinin de böyle olmaları gerektiğini idrak ederler. Bir insanın, “Ameli ile ahireti hatırlatması” demek, kıldığı namazı, tuttuğu orucu, yaptığı cihadı, verdiği sadakası ile ahirete gideceğimizi ve bu noktalarda Allah’a hesap vereceğimizi hatırlatması demektir. Yani bu arkadaşın nasıl namaz kıldığını gördüğümüzde öylesine etkilenmeli, öylesine etkilenmeliyiz ki, o andan itibaren namazlarımıza çeki

58

ŞEVVAL 1436

Oruç tuttuğunu gördüğümüzde kendi oruçlarımızdan utanmalı, açlığımızdan şikâyet etmeyi ve adeta başa kalkar tavırlarımızı terk etmeliyiz. Sadaka verdiğini gördüğümüzde kendi sadakalarımızı azımsamalı, verirken içerisinde bulunduğu ihlaslı tavrından dolayı kendi samimiyetimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Cihad ettiğini, düşmanla nasıl savaştığını, onları yok etmek için nasıl çaba harcadığını; buna mukabil kendi kardeşlerine nasıl şefkat ve merhametle davrandığını gördüğümüz zaman kendimizi gözden geçirmeli ve onun bu tavrından son derece etkilenmeliyiz. İlim tahsil ettiğini gördüğümüzde ilme olan iştiyakından ve öğrenmeye karşı gösterdiği hırstan dolayı bizde gayrete gelmeli ve onun bu tavırlarından son derece müteessir olmalıyız. Diğer amelleri için söylenecek şeylerde aynı olmalıdır. 2- Dostluk Yalnız Müminlerle Kurulmalıdır. Bir müslümanın arkadaşı, aynı kendisi gibi Müslüman ve mümin olmalıdır. Bir müslümanın kendi akidesinden ve kendi inancından olmayan insanlarla iç içe olması, dostane bir tavırla onlarla ilişki içerisine girmesi asla düşünülemez. Çünkü böylesi tavırlarla onlarla arkadaşlık etmek zamanla insanı onlara benzetecek ve onu ―Allah korusun― helakin eşiğine getirecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisinde bu hakikate dikkat çekerek yalnız müminlerle arkadaşlık edilmesi gerektiğini açık bir şekilde dile getirmiştir. “Ancak mümin birisiyle arkadaşlık et; yemeğini de ancak müttaki insan(lar) yesin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 56)

Bir müslümanın birileri ile “dost” olabilmesi için, dost edinilecek o şahısların mutlaka iman etmiş olmaları şarttır. Çünkü insan, ancak kendisine başkalarından daha yakın hissettiği kişileri dost edinir ve ancak diğer insanlara nispetle daha yakın olduğuna inandığı kimselerle düşüp kalkar, onlarla daha samimi ilişkiler içerisine girer. Çünkü dostluk, normal beşerî ilişkilerin en ileri noktasıdır. İşte bu nedenle samimi ilişO’nun İzinde...


kiler içerisine gireceğimiz insanların her şeyden önce şirkten uzak olmaları ve gerçek anlamda Allah’a iman etmeleri gerekmektedir. Dost edinilen bir şahsın şirkten kendisini arındırmış olması ve Allah’a hakkıyla iman etmesi, onu arkadaş edinen kimsenin yanlış yollara düşmesini engellemesi bakımından son derece önemlidir. Zira şirkten sakınan bir insan, aynı zamanda arkadaş olduğu insanları da şirkten sakındıracaktır. Dolayısıyla böylesi bir şahsiyetle arkadaş olan kimse, Allah’ın izni ile şirke düşme noktasında kendisini ciddî anlamda koruma altına almış olacaktır. İşte bu nedenle bizlere mümin olan kimselerle arkadaşlık etmemiz emredilmiştir. Aslında bu, sadece Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından verilmiş bir emir değildir. Aksine bu, Kur’an’ı Kerim’de Rabbimiz tarafından da sürekli vurgulanmış bir emirdir. Rabbimiz şöyle buyurur: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz...” (Âli İmrân, 28) “Ey imân edenler! Yahudî ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar (gerektiğinde) birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onları dost edinirse, doğrusu o da onlardandır…” (Maide, 51) “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin.” (Maide, 57) “Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirinin velîleri (dostları ve yardımcıları) dir.” (Tevbe, 71)

Bu ayetlerin tamamında müminlerden başkaları ile dostluk kurulmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Yanlış anlaşılmaması için hemen ifade edelim ki, bu ayetlerde söz konusu edilen dostluk “arkadaşlık” değildir. Çünkü bir insan bazen bir kâfirle dinini ulaştırma amacıyla arkadaş olabilir. Burada yasaklanan dostluk, velayet kapsamındaki bir beraberliktir ki, bu müminlerin aleyhinde kâfirlere yardım etmeyi gerektirir ve böylesi bir dostluk insanı şirke düşürür. Ne demek istediğimizi biraz daha izah edecek olursak; bir insan, eğer kâfir bir şahsiyetle müminlerin aleyhinde çalışacak tarzda bir arkadaşlık kurarsa, yani onları kâfirlere şikâyet ederse, ihdergi.nebevihayatyayinlari.com

barda bulunursa, sırlarını onlara ulaştırırsa, gizliliklerini ifşâ ederse, birlik ve bütünlüklerini bozmak için onları ele verirse, onlarla savaşa girerse… İşte o zaman küfre düşer ve kâfir olur. Ayetlerde ilk olarak yasaklanan dostluk bu şekildeki bir dostluktur. Dikkat edilirse Rabbimiz böylesi dostluklar kuranların artık “Allah ile bir ilişiklerinin kalmayacağını” ifade etmiştir. Peki, kimin Allah ile ilişiği kalmaz? Bu sorunun cevabı çok net bir şekilde bellidir: Ancak küfre düşmüş insanların Allah ile ilişiği kalmaz. Müfessirlerde ayeti bu şekilde anlamış ve anlamlandırmıştır. Örneğin İmam Taberî bu ayet hakkında şöyle demiştir:

“Kim böyle yaparsa onun artık Allah ile bir ilişiği kalmaz…” Yani, dininden irtidat edip küfre girdiği için Allah’tan uzaklaşmış, Allah ta ondan uzaklaşmış olur.” O halde bu ayetlerde yasaklanan dostluk insanı küfre düşüren bir dostluktur ki, biraz önce de vurgulamaya çalıştığımız gibi, böylesi bir dostluk müminlerin aleyhinde kâfirlere yardım etmek üzere kurulmuştur. Bu anlamdaki bir dostluktan tüm müminlerin sakınması gerekmektedir. Ama müminlerin aleyhinde kâfirlere yardım etmeyi içerisinde barındırmayan dostluklar, kısım kısımdır. Bir kısmı vardır ki, caizdir. Bir kısmı vardır ki, haramdır. Bu nedenle bir müslümanın kâfir birisi ile dostluk kurarken dostluk ilişkisinin hangi hükme tabi olduğunu tespit etmesi gerekmektedir. Aslına bakılırsa bir müslümanın kâfirlerle dostluğu, ancak davet ilişkisi içerisinde olmalıdır. Yani Müslüman, ancak tebliğ yapmak ve akidesini ulaştırmak amacıyla bir kâfirle ilişki içerisine girebilir. Tebliğ ve davet amacı gütmeyen her arkadaşlık ilişkisi, insanı her an bir hatanın içerisine düşürebilir. Bu nedenle ilişkilerimizi İslamî çerçeveye oturtmalı ve kiminle dost olup, kiminle dost olmayacağımızı iyi tespit etmeliyiz. 3- Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir İnsanoğlu, çok çabuk etkilenen bir yapıyla yaratılmıştır. Gördüğü, duyduğu ve müşahede ettiği şeylerden hemen etkilenir; düşüp kalktığı kimseŞEVVAL 1436

59


lerden, gezip dolaştığı yerlerden yani çevresinden etkilenmemesi mümkün değildir. İşte bu nedenledir ki İslam insana iyi arkadaş seçmesini ve hayırlı insanlarla oturup kalkmasını kesin bir dille emretmiştir. Bu bağlamda Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünü aklımızdan çıkarmamamız gerekir: “Kişi arkadaşının dini (hayat tarzı) üzeredir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 45.) Eğer arkadaşlarımız sahih İslam akidesi üzerinde iseler bu bizi de etkileyecek ve bizlerinde doğru bir inanca sahip olmasını sağlayacaktır. Yok, eğer akideleri bozuk, inançları sapık ise aynı şekilde bu bizde tesir bırakacak ve ―Allah korusun― bizlerinde ayağının kaymasına sebep olacaktır. İşte bu nedenle arkadaşlarımızı seçerken hangi inanç üzere olduklarını iyi tespit etmemiz gerekmektedir. İnsan kiminle düşüp kalkarsa onunla aynı inancı paylaşır. Çünkü arkadaş mıknatıs gibidir. İyi ise iyiliğe; kötü ise kötülüğe çeker. Etkilenmemek mümkün değildir. Eskiler boşuna dememiş: “Üzüm üzüme baka baka kararır.” Gerçekten de bu böyledir. Kiminle takılırsan aynı onun gibi olursun. Örneğin sövmeyi bilmeyen birisi isen, ağzı küfürlü olan insanlarla fazla değil, sadece birkaç gün beraber olman senin ağzını da aynı şekilde küfürlü hale getirecektir. İstemesen ve farkında olmasan bile onlarla aynı ağzı konuşursun. Buna mukabil eğer ilmi seven ve ön plana çıkaran insanlarla takılırsan sen de kaçınılmaz olarak ilmi sever ve ilmi istersin. Cihad ehli insanlarla oturursan sende cihad tutkunu, cihad aşığı olursun. Namaz ehli insanlarla vakit geçirirsen sende namaz ehli olursun. Bu şekilde örnekleri çoğaltmak mümkün... Durum bu olduğuna göre kiminle dost olduğumuza dikkat etmeliyiz. Söz buraya gelmişken Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünü zikretmemek olmaz. O, sahih bir hadisinde buyurur ki:

60

ŞEVVAL 1436

“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin (demircinin) haline benzer: Misk satan ya sana güzel kokusundan bir miktar ücretsiz verir ya sen satın alırsın, ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise, ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Buhârî, Zebâih 31; Müslim, Birr 146.)

İşte iyi arkadaşla kötü arkadaşın örneği… Hangisi ile beraber olmak istersin? Kokucuyla mı yoksa demirciyle mi? Bu örnekleri kafamıza nakşetmeli ve arkadaş seçimini iyi yapmalıyız. Bu noktada Rabbimizin bizlere çok önemli bir emri vardır. Rabbimiz, Tevbe sûresi 119.ayetinde şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun!” Bir müslümanın bu emre kayıtsız kalması düşünülemez. Onun mutlaka sadık kullarla, Allah’a kendisini adamış insanlarla beraber olması, onlarla düşüp-kalkması gerekmektedir. Peki, ayette zikri geçen “Sadık” insanlar kimlerdir? Vasıfları nelerdir? Hangi özelliklere sahip olan insanlara “sadık” denir? İslam âlimlerinin belirttiğine göre sadık bir kimse, her şeyden önce kendisini Allah’ın razı olmadığı her türlü söz, davranış ve inançlardan arındırmış kimse demektir. Bununla birlikte özü ve sözü doğru olan, ihlâsı asla terk etmeyen ve her daim doğru konuşmaya özen gösteren insanlara denir. Daha Rabbini doğru dürüst tanıyamamış, ağzından hâlâ şirk sözleri dökülen, şirkin her türlüsünü çok rahatlıkla işleyebilen kimseler sarıkta taksalar, cübbede giyseler Evliyaullah’tan olduklarını da iddia etseler asla sadıklar zümresinden değildirler. Düzgün arkadaş seçmeyen kimseler, yarın kıyamet günü bin pişman olacak ve dünyada iken kötü arkadaş seçmelerinden ötürü nedametlerinden ellerini ısıracaklardır. Ama vakit el ısırma vakti değildir! O’nun İzinde...


Bakınız, Rabbimiz Furkan suresi 27. ayet ve devamında dünyada iken düzgün arkadaş seçmeyenlerin pişmanlıklarını nasıl tasvîr ediyor:

Bir müslümanın birileri ile “dost” olabilmesi için, dost edinilecek o şahısların mutlaka iman etmiş olmaları şarttır. Çünkü insan, ancak kendisine başkalarından daha yakın hissettiği kişileri dost edinir ve ancak diğer insanlara nispetle daha yakın olduğuna inandığı kimselerle düşüp kalkar, onlarla daha samimi ilişkiler içerisine girer. Çünkü dostluk, normal beşerî ilişkilerin en ileri noktasıdır. İşte bu nedenle samimi ilişkiler içerisine gireceğimiz insanların her şeyden önce şirkten uzak olmaları ve gerçek anlamda Allah’a iman etmeleri gerekmektedir.

“O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı (filanı) dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverendir!” Zuhruf suresi 67. ayette de şöyle buyurur:

“O gün bütün dostlar birbirlerine düşman olacaklardır; ancak takva sahipleri müstesnadır.” Eğer insan dünyada iken salih, Allah’tan korkan, Rabbine ibadet eden, ihlâslı ve müttakî kimseleri dost edinmezse ahirette mutlaka pişman olacak ve pişmanlıktan dolayı ellerini ısıracaktır. Allah’ın “olacaktır” dediği bir şeyde hiç olmama gibi bir ihtimal olur mu? Allah böylesi insanlarla dostluk kurmayanların, sapık kimseleri velî edinenlerin mutlaka pişman olacaklarını ve bunun göstergesi olarak da ellerini ısıracaklarını söylemektedir. Sözü Allah’tan daha doğru olan kimdir? O, “Ellerini ısıracaklardır” dedikten sonra kim aksini iddia edebilir? Evet, dünyada salih arkadaşlar edinmeyenler, Rasulullah gibi yaşantısı olan arkadaşlarla dostluk kurmayanlar ahirette mutlaka pişman olacaklardır. Bu kesin olarak böyle olacağına göre gelin şimdiden arkadaşlarımızı düzgün şahsiyetlerden seçelim ve iyi kimselerle oturup-kalkmaya gayret edelim. Hz. Ali radıyallahu anh’ın arkadaşlık hakkında çok güzel bir nasihati bulunmaktadır.

* Yalancıyla dost olmaktan sakın, çünkü yalancı serâba benzer, uzağı yakın gösterir sana, yakını uzaklaştırır senden.” Kimlerle dost olmamamız gerektiğine dair çok önemli bir nasihattir bu. Bu nasihati dikkate alarak ahmakla, cimriyle, kötülük sahibiyle ve yalancıyla asla dostluk kurmamalı ve kötü sonuçlarla karşılaşma pozisyonuna düşmemeliyiz. Son olarak Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’dan arkadaşlık hakkında nakledilen bazı hadisleri aktararak bu konuyunoktalandırmak istiyoruz. O, şöyle buyurur:

O, oğullarına nasihat ederken şöyle demiştir:

“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah

“Oğlum!

için buğzetmektir.” (Ebû Dâvud, 4599)

* Ahmakla dost olmaktan sakın, çünkü sana fayda vermek isterken zararı dokunur.

“Dostunu/sevdiğini ölçülü sev; bir gün düşmanın ola-

* Cimriyle dost olmaktan sakın, ona en fazla muhtaç olduğunda yardımına koşmaz, yerinde oturur.

olabilir.” (Tirmizî, Birr, 60)

* Kötülük sahibiyle dost olma, o pek az bir menfaat karşılığında seni satar. dergi.nebevihayatyayinlari.com

bilir. Sevmediğine de ölçülü buğz et; bir gün dostun

“İnsan, sevdiği ile beraberdir.” (Müslim, Birr, 161) Gayret bizden Tevfik Allah’tandır. selam ve dua ile… ŞEVVAL 1436

61


HABER ANALİZ İBRAHİM ADAK

Bu Çağın Ebu Cehil’i İngiltere’den Oruç Yasağı! E

vet, yanlış okumadınız. Sene 2015 Haziran ayı, uzay çağı olan bir yüzyılda; kendisini çağdaşlığın ve uygarlığın piri, güneşin batmadığı ülke olarak nitelendiren İngiltere’de, bir vakıf okulunda oruç tutulmasını yasaklandı. ‘ Lion Academy ‘ adlı vakfa ait bir ilkokul, bünyesinde barındırdığı Müslüman çocukların oruç tutmamaları gerektiğini belirten bir mektup yazıp ailelerine göndererek İslam’ın ritüellerinden olan orucu yasaklama cüretinde bulunmuşlar ve bu yasağın sebebini okul müdürü Aaron Wright: “İslam hukukuna göre, çocukların ramazan ayı boyunca oruç tutma zorunluluğu bulunmadığını, erişkin olduklarında oruç tutmaları gerektiğini öğrendik ayrıca geçen yıl oruç tutma süresi 18 saati geçiyordu. Bu bir çocuğun susuz ve gıdasız

62

ŞEVVAL 1436

geçirdiği oldukça uzun bir süre” ifadelerine yer vererek İngiltere’de yaşayan müslümanların tepkisini çekmiş ve bu olayı okulun önünde yapılan basın açıklaması ile dile getirmişti. Tarihe bir göz attığımızda hangi taşın altını kaldırsak bir çıbanoğlu olarak karşımıza çıkan bir İngiltere görmekteyiz. Arap yarımadasına baktığımızda İsrail gibi bir devletin kurulmasında öncülük yapan ve en büyük desteği veren İngiltere, Arap Coğrafyasında 67 yıllık bir fitne fesat döneminin tohumunu ekerek anarşinin devam etmesini sağlamış ve bu anarşi İngiltere’ye ne gibi kazanımlar getirmiştir Allah bilir. Yine haritamızın biraz yukarısına gidelim; Pakistan-Hindistan sınırında bulunan bir Keşmir sorunu var. Halan çözülememiş ve sorun ilk günkü gibi heO’nun İzinde...


yecanını korumaktadır. Batılı müşrik ülkeler böl, parçala, yönet taktiği ile kendilerine kazanım elde edip teknolojisini geliştirirken, geride kalanlara ise anarşi, gözyaşı, nefret gibi kavramlar kalmaktadır. Bu misalleri verme sebebim aslında şaşırmamız gerektiğini düşündüğüm içindir. Kâfir kâfirliğini yapıyor; tabiri caiz ise kendi akidesinin gerektirdiklerini yapıyor. Nitekim Ebu Cehil’de kendi inancının gerektirdiklerini yaparak Müslümanlara zulmetmiş, 3 yıllık boykota öncülük edip yeri geldiğinde Rasulullah ( s.a.v)’in başına deve pisliği koymuştur. Ebu Cehil ve İngiltere’yi böyle bir duruma iten sebep kendi yaşam şekillerinin hayata hâkim olmasını istemeleridir. Bakmayın siz o özgürlük naralarına, bakmayın siz o demokrasi palavralarına, bakmayın siz o insan hakları bildirgesine. Bunlar çıkarlarına ters düştü mü hepsini bir çırpıda silerler. Evet, İngiltere’deki o vakıf ne kadar suçlu ise biz Müslümanlar da o kadar suçluyuz. İngiltere’de o vakıf öğrencilerine oruç tutmayı yasaklamışken başka bir yaramız olan Doğu Türkistan’da da oruç tutmak yasaklandı. Bize orucumuzu sağlıklı bir şekilde tutmayı ve sadece Allah istediği için özgürce tutmayı nasip eden Allah’a hamd olsun ama görüyoruz ki bu özgürlüğe herkes bizim kadar eşit mesafede değil maalesef. Artık kâfirler kendi yaşam tarzlarını bize nakşettirdergi.nebevihayatyayinlari.com

meyi bırakmış tabiri caiz ise dinimizin iç işlerine karışarak bunun daha yaşı gelmemiş, İslam hukukunda yetişkinlere oruç farzdır gibi ifadeler kullanarak dinimizin ahkâmına karışmaktadır. Burada şunu da kaçırmamak gerekiyor adamlar araştıran bireyler, yukarıdaki o müdürün açıklamasına baktığımızda İslam hukukunda oruç yetişkinlere farzdır ifadesi rastgele gelişi güzel bir cümle olarak kullanıldığını düşünmüyorum. Belli bir çabanın sarf edildiğini anlayacağınız. Peki, biz ey değerli Müslümanlar! Tahrif olmuş olduğunu kalbimizin en derinliklerinde hissetmiş olsak bile Hristiyan öğretisi olan Hamsin yortusunu biliyor muyuz? Paskalya bayramını biliyor muyuz? Onlar, bizim dinimizi öğrenerek her türlü tahrifatı yapmaya çalışırken bizim bu tür davranışlara pirim vermeyerek dinimizin şuan Ramazan ayı olması sebebi ile Oruç ahkâmını, fıkhını öğrenmemiz gerekmektedir. Bizi Ramazan ayına ulaştırıp oruç tutmamızı nasip eden Allah’a hamd olsun. Bütün Müslüman âlemine; Başı Rahmet, ortası Mağfiret, sonu ise Cehennem azabından kurtuluş olan bu mübarek ramazan ayını en güzel şekilde ihya etmelerini temenni etmek ile birlikte Allah’tan ihlas ile amellerimizi artırmasını niyaz ediyorum. (Allahumme âmin) ! ŞEVVAL 1436

63





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.