Nebevi Hayat Dergisi 40. sayı (2016)

Page 1

MART 2016, CEMÂZİYE’L-AHİR 1437 • YIL 4 • SAYI 40 FİYATI 7,5 TL• dergi.nebevihayatyayinlari.com

NAMAZ Allah’a Şükür Borcumuz

Namaz Dinin Direğidir • Mahmut Varhan

Namazı Huşû ile Kılmak • Zafer Mert

Namazın Sana Neyi Emretti? • Derya Fıçıcı

Sahra Altında Bir Müslüman Beldesi: Nijerya • Metin Eken

Fırtına Kuşağı Gençliği ve Batıla Kurban Edilen Hayatlar • Nedim Bal

Halep Düşerse • Emrah Seven


AYLIK SEMİNERLER

CANLI YAYIN WWW.İMAMBUHARİVAKFİ.ORG’DAN

Mahmut Varhan Hoca

Ah�r Zaman Had�sler� Işığında Dünyamız TARİH: 06 NİSAN 2016 ÇARŞAMBA SAAT: 20.30 - 22.30 YER: İMAM BUHARİ VAKFI *Hanımlara yer ayrılmıştır.

“Amel, sözün efendisidir.” Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Bağcılar/İstanbul 0212 550 6377 | bilgi@imambuharivakfi.org | www.imambuharivakfi.org


Sizi Bekleyenler Var..

“Amel, Sözün Efendisidir.”


Editör

YIL: 4 Sayı: 40 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) - (0212 515 65 72)

G

ökler ve yer dolusu hamd Allahu Teâlâ’ya aittir. Salat ve selam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sel-

lem’in, ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Müslüman bir şahsiyetin, Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı hoşnut edecek her söz ve fiilleri genel anlamda ibadet sayılır. Allah Azze ve Celle, insanları ve cinleri kendisini tanısınlar ve yalnız kendisine kulluk etsinler diye

Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük

yaratmıştır. İbadetler arasında en mühim olanı na-

Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)

nin direği, kalbin nuru, ruhun gıdası ve en önemlisi

mazdır. Çünkü kıyamet gününde, insanın imandan sonra ilk sorulacağı konu namaz olacaktır. Namaz diyüce yaratıcı ile aracısız buluşma ve konuşma halidir. Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhuma dedi ki: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

"İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka

Grafik, Tasarım Ercan Araz

çisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat

Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2016 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, Şubat 2016 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

bir ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elvermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak." (Buhari-Müslim; İman) Nebevi Hayat Dergisi olarak Mart sayısını Allah’a yakınlaşmanın adresi olan “Namaz” konusuna ayırdık. Şehirleşmenin getirdiği yoğun iş tempomuzda ibadetlere karşı körelen bazı hislerimizi hatırlatarak, kalp dünyamızda canlandırmak istedik. Nebevi Hayat Dergisi olarak Dergimize abone olan ve abone bulan tüm kardeşlerimize teşekkür eder, abone çalışmamızın devam ettiğini bildiririz. Nebevi Hayat Dergisi olarak ümmetin kalbine bir ok gibi saplanan İslam Düşmanlarının hile ve tuzaklarının Rabbimiz tarafından bertaraf edilmesi için dua ederken, mazlum kardeşlerimize her daim bir elbisenin astarı kadar kendilerine yakın olduğumuzu hatırlatırız. Selam ve dua ile.


İçindekiler 04

Kapak Dosya Namaz Dinin Direğidir / Mahmut Varhan

16

Kapak Dosya Cuma Namazı ve Fazileti / Hakan Sarıküçük

18

Kapak Dosya Davetçinin Yol Azığı; Namaz / Ahmet İnal

22

Kapak Dosya Namaz Bütün Ümitlerin Bittiği Yerde Bir Ümit Kaynağıdır / Ebubekir Eren

24

Kapak Dosya İslam Hukuku ve Akâidi Açısından Namaz Kılmayanların Durumu / Ömer Ergül

27

Kapak Dosya Namazın Sana Neyi Emretti? / Derya Fıçıcı

31

Olaylar ve Yorumlar Fırtına Kuşağı Gençliği ve Bâtıla Kurban Edilen Hayatlar / Nedim Bal

37

Kur'ân'ın Gölgesinde Namazı Hûşû İle Kılmak / Zafer Mert

43

Nebevi Nasihatler Her Zaman ve Zeminde Müminlerin Umudu: Dua / M. Sabri Yücel

47

Nebevi Aile Ümmetin Kalbi Kadınlar / Halime Yılmaz

50

Davet ve Cihad Önderleri Kafkas Kartalı: Şeyh [İmam] Şâmil (1797-1871) / Cihan Malay

58

İslam Coğrafyaları Sahra Altında Bir Müslüman Beldesi: Nijerya / Metin Eken

61

Haber Analiz Halep Düşerse / Emrah Seven

04

18

31

47

50


KAPAK DOSYA

Mahmut Varhan

NAMAZ

Dinin Direğidir

Namazın Farziyeti

yaratmıştır. İbadetler arasında en mühim olanı

M

namazdır. Çünkü kıyamet gününde, insanın

üslüman bir şahsiyetin, Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı hoşnut edecek her söz ve fiilleri genel anlamda ibadet sayılır. Allah Azze ve Celle, insanları ve cinleri kendisini tanısınlar ve yalnız kendisine kulluk etsinler diye

4

MART 2016

imandan sonra ilk sorulacağı konu namaz olacaktır. Namaz dinin direği, kalbin nuru, ruhun gıdası ve en önemlisi yüce yaratıcı ile aracısız buluşma ve konuşma halidir.


İslam'dan önceki semavi dinlerde de namazın emredildiği, Kur’an-ı Kerim’de bizlere haber verilmiştir. Şöyle ki; Hz İbrahim aleyhisselam’ın eşi Hacer ve oğlu İsmail aleyhisselam’ı Hicaz’a götürüp bıraktığı esnada, yüce Allah’a dua ederek: “Benim soyumdan bir bölümünü namazı kılmaları için Senin kutsal evinin yanında tarıma elverişsiz bir vadide bıraktım” (İbrâhim; 37) demesi ve yine: “Ey Rabbim! Beni ve çocuklarımı namazı dosdoğru kılanlardan eyle” (İbrâhim; 40) diye dua etmesi, namazın İbrahim aleyhisselam’ın dininde de var olduğunu göstermektedir. Allah Azze ve Celle, Şuayb aleyhisselam hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Dediler ki: “Ey Şuayb, bize babalarımızın tapındıklarından yahut kendi mallarımızda dilediğimiz gibi tasarruf etmekten vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Çünkü sen muhakkak yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.” (Hûd; 87) Allah Teâlâ, Mûsâ aleyhisselam’a şöyle hitap etmiştir: “Ben seni seçtim. Şimdi sana vahyolunanı dinle: Ben, evet Ben Allah›'m. Ben'den başka ilah yoktur. Öyle ise Bana ibadet et ve (özellikle) Beni zikretmek için namaza kalk." (Tâ-Hâ; 13,14)

Allah Teâlâ, Hz. İsa aleyhisselam hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Dedi ki: “Ben Allah’ın kuluyum. Bana kitap vermiş ve beni peygamber kılmıştır. Nerede olursam beni mübarek kıldı. Hayatta olduğum sürece namaz kılmamı, zekat vermemi emretti.” (Meryem; 30,31) Bu ayet’i kerimeler göstermektedir ki, bütün peygamberlerin dinlerinde namaz vardı. Bu konuda daha birçok ayet’i kerime ve pek çok hadis’i şerifler bulunmaktadır. İslam'ın ilk yıllarında namaz, yalnız sabah güneşin doğmasından önce ve akşam güneşin batmasından sonra olmak üzere ikişer rekat olarak kılınıyordu. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Sabah ve akşam hamd ile Rabbini tesbih et.” (Mü’min; 55) Sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılındı. Meşhur olan rivayete göre Cebrail aleyhisselam’ın Hz Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e Ka’be’de, namaz vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi, Miraç olayının ertesi günü meydana gelmiştir. Namazın farziyeti Kitab, sünnet ve icma’ delilleri ile sabittir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz namaz, mü’minlere, vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” (Nisâ; 103) Namazın farziyetini


İslam'›n ilk yıllarında namaz, yalnız sabah güneşin doğmasından önce ve akşam güneşin batmasından sonra olmak üzere ikişer rekat olarak kılınıyordu. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Sabah ve akşam hamd ile Rabbini tesbih et.” (Mü’min; 55) Sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılındı. Meşhur olan rivayete göre Cebrail aleyhisselam’ın Hz Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e Ka’be’de, namaz vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi, Miraç olayının ertesi günü meydana gelmiştir.

bildiren daha pek çok ayet’i kerime mevcuttur. Namazın farziyetini beyan eden birçok hadisten iki tanesi şöyledir: Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhuma dedi ki: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka bir ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (1) Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle demiştir: “Sen ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah’a kulluk etmeye çağır, Allah’ı tanırlarsa; Allah’ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılarlarsa, Allah’ın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullarına verilmek üzere zekatı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma. Mazlumun

6

MART 2016

bedduasından sakın. Çünkü onun duası ile Allah arasında perde yoktur.” (2) İslam ümmeti de bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda icma’ etmiştir.

Namazın Fazileti Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz iman edip de salih amel işleyenlerin, namazı dosdoğru kılanların, bir de zekat veren kimselerin Rabbleri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara; 277) Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Ancak namaz kılanlar müstesna. Onlar ki namazlarına devam ederler. Onlar ki, dilenen ve yoksul için mallarında bilinen bir hak vardır… Onlar ki, namazlarını gereği gibi kılarlar. İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.” (Meâric; 22-35) Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler, mutlaka felâha (kurtuluşa) ereceklerdir. Onlar ki, namazlarında huşu’ içindedirler. Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekatı verirler... Onlar ki, kesinlikle namazlarını korurlar. İşte onlar vârislerdir. Firdevs (cennetin)e vâris olanlardır! Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Mü’minûn; 1-11) Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizden birinizin kapısının önünde bir nehir aksa ve günde beş kere onunla yıkansa kirinden eser kalır mı?” Dediler ki: “Kirinden hiçbir eser kalmaz.” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Beş vakit namaz da buna benzer; Allah onun sayesinde bütün günahları siler.” (3) Hz. Osman radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir mü’min, farz namazlardan birinin vakti girince güzelce abdest alıp huşûunu ve rükûsunu tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah


işlemedikçe bu kıldığı namaz geçmiş günahlarına keffaret olur. Bu her zaman böyledir.” (4)

kulun kalbi, bütünüyle namaza dalmıştır ve Rabbine kulluk ile meşguldür.

Abdullah b. Mes’ud radıyallâhu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e: “Amellerin hangisi daha faziletlidir?” diye sordum. “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. Ben: “Sonra hangisi?” diye sordum. “Anne-babaya iyilik etmek” dedi. Ben: “Sonra hangisi?” dediğimde; “Allah yolunda cihad etmek” diye cevap verdi.”(5)

Beşinci Mertebe: Bu mertebede kişi, namaza, yukarıda bahsedilen şartların aynısıyla girmenin yanısıra yüreğini alıp Rabbinin huzuruna koyar ve kalbini Allah'ın sevgisi ve büyüklüğü ile doldurarak O'nu görüyormuşcasına O’na bakar; O’nun murakabesi altında olduğunun bilincine varır. İşte bu noktada artık vesvese ve tehlikeli fikirler yok olur; kul ile Rabbi arasındaki perdeler kalkar. Namaz konusunda bu mertebedekilerle diğerleri arasındaki fark, gök ile yer arasındaki farktan çok daha büyük ve yücedir. Zira bu kimse, namazında tam anlamıyla Rabbi ile meşgul olup O’nunla gözü aydınlanmış, hakiki mutluluğa erişmiştir.

Namaz Kılanların Mertebeleri İbni Kayyim rahimehullah şöyle der: İnsanlar namaz konusunda beş mertebeye ayrılırlar: Birinci Mertebe: Kendine zulmeden, tefritçi (ihmal ve gevşeklik gösterenlerin) mertebesidir. Bu kişi, namazın abdestinde, vakitlerinde, sınır ve rukünlerinde kusurları olan, vazifesini eksik yapan kimsedir. İkinci Mertebe: Namazın vakitlerine, sınırlarına, görünen rukünlerine ve abdestine riayet edenin mertebesidir. Fakat bu kimse vesvese konusunda nefsiyle mücadelesini kaybetmiş olduğu için vesvese ve boş düşüncelere dalıp gitmiştir.

Bu mertebelerin ilkinde bulunanlar cezayı haketmiştir, ikincisi ise hesaba çekilir. Üçüncüsü günahları affolunmuş, dördüncüsü sevap elde etmiş, beşincisi ise Rabbine yakınlaştırılmış olup has kullardan sayılmıştır.

Üçüncü Mertebe: Namazın sınırlarına, rukünlerine dikkat edip vesvese ve boş düşünceleri defetmek için nefsiyle mücadelesini yapan kimsenin mertebesidir. Böylesi kimse, namazından herhangi bir şeyi aşırmaması için düşmanıyla daima bir cihad halindedir. Dolayısıyla o, hem namazda hem de cihaddadır. Dördüncü Mertebe: Namaza durduğunda namazın haklarını, rukünlerini ve sınırlarını tam anlamıyla yerine getiren; namazından herhangi bir şeyi kaybetmemek için sözkonusu sınırlara ve haklara riayet ederek gönlünü bütünüyle namazına veren hatta bütün tasası ve gayesi, namazı layık olduğu şekliyle eda etmek suretiyle onu tamamlayıp mükemmel hale getirmek olanların mertebesidir. Bu mertebede

Namazda Huşûlu Olmanın ve Başka Birşey Düşünmemenin Fazileti Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler gerçekten felâh bulmuşlardır. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

7


zekatı edâ ederler... Onlar namazlarını gereğince muhafaza ederler. İşte bu kimseler mirasçılardır; Firdevs'e mirasçı olanlardır. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar." (Mü’minûn; 1-11) Hz. Osman radıyallâhu ahnu, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in güzelce ab-

dest aldıktan sonra şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Her kim benim bu abdestim gibi abdest alır, sonra da aklına başka bir şey getirmeden iki rekat namaz kılarsa geçmiş bütün günahları bağışlanır.” (6) Zeyd b. Halid el-Cüheni radıyallâhu anhu dedi ki: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim dalgın olmaksızın iki secde yaparsa, Allah geçmiş günahlarını bağışlar.”

(7)

Abdullah b. eş-Şıhhir radıyallâhu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı sinesinden kaynayan tencerenin sesi gibi ses geliyordu.” (8) İbni Abbas radıyallâhu anhuma şöyle demiştir: "Tefekkürle yapılan iki orta yollu secde, dalgın bir kalple bütün geceyi namazla geçirmekten daha iyidir." Abdullah b. Zübeyr radıyallâhu anhuma namaza başladığı zaman huşûdan bir kürdan gibi olurdu. Secde ettiği zaman serçeler sırtına ko-

8

MART 2016

nar ve onu bir duvar kalıntısı zannederlerdi. Meymûn b. Câban şöyle anlatıyor: "Müslim b. Yesar’ın namaz kılarken asla başka bir yere dönüp baktığını görmedim. Bir keresinde mescidin bir tarafı yıkılmış ve orada bulunanlar bundan dolayı korkup kaçmışlar, oysa o mescidde namazına devam edip hiçbir yere gitmemişti.”

Zeynelâbidin Ali b. Hüseyin radıyallâhu anhuma abdest aldığı zaman yüzü sararırdı. Bir gün ailesi ona abdest alırken neden böyle olduğunu sorunca, şöyle cevap verdi: “Kimin huzurunda durmak istediğimi biliyor musunuz?”

Namazın Hikmetleri Namazın sayısız hikmetleri bulunmaktadır. Namaz Allah’a kulluğun en bâriz alameti ve imanın en açık ifadesidir. Allah’ın verdiği nimetlere karşı en büyük şükür ve insan için tükenmez bir sabır kaynağıdır. Namazın hikmetlerinden bazıları şunlardır: 1- Namaz, Allah ile kul arasında bağ kurmaktır. Kulun, Rabbini sürekli hatırında tutması, O’nu anması ve O’nun murakabesi altında yaşadığını hissetmesi namaz ehli olmasına bağlıdır. Günde beş vakit Allah Azze ve Celle’nin huzurunda kıyama duran ve O’nun önünde secdeye kapanan kimse, eğer yaptığı bu işi şuurlu ve bilinçli bir şekilde yaparsa, hayatının herhangi bir anında O’nu unutması ve O’ndan


gafil davranması mümkün olmaz. Bunun için de “namaz mü’minin mi’racıdır” denilmiştir. Allah Azze ve Celle, namazın Allah ile kul arasında meydana getirdiği bu bağı beyan etmek üzere şöyle buyurmuştur: “Ben, evet Ben Allah’ım. Ben’den başka ilah yoktur. Öyle ise Bana ibadet et ve (özellikle) Beni zikretmek için namaza kalk.” (Tâ-Hâ; 13-14) 2- Namaz, imanı kuvvetlendiren ve sürekli onu besleyen tükenmez bir kaynaktır. Kul, namaz vasıtasıyla kulluğunu idrak eder. Rüku’ ve secdeye kapanmasıyla Allah’ın azametini, saltanatını ve ulûhiyetini hisseder. Böylece namaz şuuru ve bilinci kuvvetlendikçe imanı da kuvvet kazanır. Namaz şuuru ve namazın haklarına riayet etmesi azaldıkça da imanı da azalır. Öyle ki namazı terkettiğinde imanı da kaybeder. Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ namazdan tamamen gafil olanları tehdit ederek şöyle buyurmaktadır: “Vay haline o namaz kılanların ki, onlar namazlarından gafildirler. Hem de onlar, riyakârlık yapanların tâ kendileridir. Onlar en basit şeyleri bile esirgerler.” (Mâûn; 4-7) Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem de, namazın kişinin imanını korumasındaki ehemmiyetini ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki kişi ile şirk ve küfrün arasında, namazı terketmek vardır.” (9)

hi ve sellem’e geldi ve bu yaptığını ona haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayeti indirdi: “Gündüzün iki tarafında, gecenin de birbirine yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenler için bir öğüttür.” (Hûd; 114) (Bunu duyan) adam şöyle dedi: “Bu sadece

İbni Abbas radıyallâhu anhuma şöyle demiştir: «Tefekkürle yapılan iki orta yollu secde, dalgın bir kalple bütün geceyi namazla geçirmekten daha iyidir.»

benim için mi geçerli?” Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bütün ümmetim için geçerlidir.” (11) Daha önce de geçtiği üzere namaz, içinde yıkanılan bir nehir gibidir. Şayet hukukuna riayet edilirse, insanın üzerinde hiçbir kir bırakmaz.

3- Namaz mü’minin ruhunu arındırır, nefsini terbiye eder ve onu her türlü günah kirinden aklayıp paklar. Sürekli günah işlemekle ve Rabbine karşı kusurlu davranmakla kalbi ve gönül dünyası paslanmış olan bir mü’min için namaz gibi başka bir cila yoktur. Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Büyük günahlar işlenmediği sürece beş vakit namaz ve diğer Cumaya kadar Cuma namazı, aralarında işlenen bütün (küçük) günahlara keffaret olur.” (10)

4- Namaz, insanı arındıran ve onu kulluğun zirvesine çıkaran zikir, dua, tazarru’, hamd, tesbih, tekbir, tehlil ve yüce Allah’ı övmenin ve yüceltmenin bütün yönlerini kapsamaktadır. Bu itibarla namaz kâmil bir zikirdir ki, insanın huzuru ve kalbinin itmi’nanı için şifası muhakkak bir ilaçtır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir. Bunlar iman edenlerdir, gönülleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d; 27-28)

Abdullah b. Mes’ud radıyallâhu anhu dedi ki: “Bir adam yabancı bir kadını öptükten sonra (pişman olarak) Peygamber sallallâhu aley-

5- Namaz, insanı günahlardan korur ve çirkin ortamlardan uzak tutar. Namaz kılan bir mü’min, Rabbinin celâl ve cemâlini müşahede

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

9


ederek O›na yakınlaşır ve bu yakınlığın lezzetini hisseder. Ruhu arınır ve kalbi ilâhi ma’rifetin nuruyla aydınlanır. Artık ruhu ve kalbi, Rabbi ile arasında perde olacak ve onu Allah’ın cemâlini seyretmekten uzaklaştıracak ma’siyetlerden ve günahlardan nefret eder. Bembeyaz bir kumaşta leke hemen belli olduğu gibi, aydınlanmış bir kalp ve arınmış bir ruh da günahın kirini hemen hisseder ve Allah’a sığınarak onu temizleyip paklamasını niyaz eder. Nitekim Allah Azze ve Celle, namazın bu fonksiyonunu ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur: “Sana vahyolunan Kitab’ı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz insanı hayasızlıktan ve her türlü münkerden alıkor. Allah’ı zikretmek elbette en büyüktür. Allah, ne yaptığınızı bilir.” (Ankebût; 40) 6- Namaz hakkıyla eda edildiği zaman, insanın diğer bütün sorumluluklarını yerine getir-

Namaz, insanı arındıran ve onu kulluğun zirvesine çıkaran zikir, dua, tazarru’, hamd, tesbih, tekbir, tehlil ve yüce Allah’ı övmenin ve yüceltmenin bütün yönlerini kapsamaktadır. Bu itibarla namaz kâmil bir zikirdir ki, insanın huzuru ve kalbinin itmi’nanı için şifası muhakkak bir ilaçtır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir. Bunlar iman edenlerdir, gönülleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d; 27-28)

10

MART 2016

mesini ve günahlardan uzak durmasını sağlar. Allah Azze ve Celle bu hususa Mü’minûn Sûresi’nin baş tarafındaki ayetlerle işaret etmiştir: “Mü’minler gerçekten felâh bulmuşlardır. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar, boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar, zekatı eda ederler. Onlar, ırzlarını korurlar. Eşlerine yahut sağ elleriyle sahip oldukları (cariyeleri)ne karşı müstesna. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar. Artık her kim bundan başkasını isterse, işte onlar sınırı aşan kimseler olurlar. Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Onlar namazlarını gereğince muhafaza ederler. İşte bu kimseler mirasçılardır; Firdevs’e mirasçı olanlardır. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.” (Mü’minûn; 1-11) Görüldüğü gibi ayet’i kerimenin başında ve sonunda namazı muhafaza etmek ve huşûyla namazı eda etmek zikredilmiştir. Bu da göstermektedir ki buna hakkıyla riayet eden, diğer bütün hususlara da riayet edecektir. 7- Günde beş vakit namaz kılan ve Allah Azze ve Celle ile münâcatta bulunarak ruhî ve kalbî enerjisini alan bir mü’min, sağlam bir irade gücüne sahip olur. Her gün namaz vasıtasıyla Allah’ın kulu olduğunu ve O’na dayanıp tevekkül ettiğini hisseden bir mü’min, zorluklara ve sıkıntılara karşı büyük bir sabır kuvvetine sahip olur. Bundan dolayı hayatın karmaşasına ve sıkıntılarına karşı kulun en büyük yardımcısı namazdır denilebilir. Allah Azze ve Celle bunu ifade etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım ve Bana şükredin, nankörlük etmeyin. Ey iman edenler! Sabırla ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara; 152,153) Diğer bir ayet’i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Bir de sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyiniz. Gerçi bu, (Allah’tan) korkanlardan başkasına elbette büyük (bir zorluk gibi) gelir. Onlar gerçekten Rabblerine kavuşacaklarını


ve sonunda yalnız O’na döneceklerini bilirler.” (Bakara; 45,46) Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de üzüntü ve keder zamanında huzur ve sükûnete kavuşmak için şöyle buyururdu: “Ey Bilal, kalk, ezan oku da namaz kılalım ve huzura kavuşalım.” (12) Yine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyanızdan bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Namaz ise göz aydınlığım kılındı.” (13) Huzeyfe radıyallâhu anhu dedi ki: “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem sıkıntılı ve zor bir durumla karşılaştığında hemen namaz kılardı. (14) 8- Namaz, mü’minlerin birliğini ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendirir ve onların arasında mükemmel bir dayanışma ve yardımlaşmayı meydana getirir. Bayram, Cuma ve cemaat namazlarında bir araya gelmeleri, birbirlerini tanımaları ve varsa birbirlerinin sıkıntılarını gidermeleri sağlanır. Müslüman toplumlarını bölüp parçalayan ırk, renk, dil ve ülke farkları ortadan kalkarak; hepsi tek olan Rabbin huzurunda aynı kıbleye dönerek bir safta birleşirler. Böylece İslam toplumunun birliği sağlanmış ve bölücü unsurlar ortadan kaldırılmış olur. Eğer toplum olarak müslümanlar namaza sarılsa ve toplu bir halde namazlarını hakkıyla ikame etmiş olsalardı, namaz bir mucize gibi onları ayakta tutardı. Onlar namazı ikame ederlerken, namaz da onları doğrultur ve istikâmet üzerinde tutardı. Müslüman toplumlar namazı zayi edince, her türlü bölücü unsura açık hedef oldular ve kendileri zayi oldular. İslam’ın Cuma namazına ve cemaatle namaz kılmaya çok büyük bir önem atfetmesinin hikmetlerinden biri de budur. Müslümanların birliğini ve gücünü ortaya koymasıdır. 9- Namaz, mü’min ile münafığı, sâdık ile kâzibi birbirinden ayırır. Mü’minler namazlarını muhafaza edip huşû içerisinde kılarlarken; münafıklar namaz hususunda gevşek davranır, tembellik eder, vaktin sonuna kadar namazı er-

teler ve isteksizce kalkıp hızlı bir şekilde kılarlar. Nitekim Allah Teâlâ, münafıkların namazı hakkında şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu münafıklar Allah’ı aldatmak isterler. Hâlbuki O, hilelerini başlarına geçirir. Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak pek az anarlar.” (Nisâ; 142) Enes b. Malik radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Şu münafığın namazıdır, şu münafığın namazıdır, şu münafığın namazıdır: Oturup güneşi gözetler, öyle ki güneş tam şeytanın iki boynuzu arasında (batmak üzere) olduğu esnada kalkar ve dört rekat namazı gagalarcasına kılar. Namazında Allah Teâlâ’yı ancak pek az zikreder.” (15)

Namazı Terketmenin Hükmü İslam âlimleri, namazın farziyetini inkâr ederek terkedenin kâfir olacağı; unutarak terkedenin ise kâfir olmayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Fakat namazın farziyetini inkâr etmeksizin kasıtlı bir şekilde kılmayanın hükmünün ne olacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. 1- İmam Ahmed b. Hanbel’e göre namazı kasten terkeden dinden çıkar, kâfir olur ve kendisine mürted cezası uygulanarak öldürülür. Hz. Ali, İbrahim en-Nehâi, Abdullah b. Mübarek, İshak b. Rahûye, Şa'bi, Eyyûb es-Sahtiyani, Hammad b. Zeyd, Hasan el-Basri ve Muham-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

11


med b. el-Hasen’in de aynı görüşte oldukları rivayet edilmektedir. Bu görüşte olanlar şu hadislerin zâhirini esas almışlardır: Cabir b. Abdullah radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Şüphesiz ki kişi ile şirk ve küfrün arasında, namazı terketmek vardır.” (16) Yani kâfir olmasına namazı kılması engel olur. Şayet namazı terkederse, kendisi ile küfür ve şirk arasında herhangi bir engel kalmaz, küfür ve şirkin içine girer. Büreyde radıyallâhu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur: “Bizimle kâfirler arasında, üzerine ahd alınan amel namazdır. Kim onu terkederse kâfir olur.

(17)

Tâbiinden Abdullah b.

Şakîk rahimehullah şöyle diyor: Muhammed'in ashabı, namazdan başka amellerden hiçbirinin terkedilmesini küfür saymazdı. Onlar, ancak namazın terkedilmesini küfür sayarlardı. (18) Bu gruptaki âlimler şu ayet’i kerimenin zâhirini de delil getirmişlerdir: “Her bir nefis kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. Ashâbü’l-Yemin müstesna. Cennetlerdedirler, soruştururlar suçluların durumunu: Sizi ‹sekar’ cehennemine sürükleyen nedir?”

12

MART 2016

(Suçlular) derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik ve düşkünleri doyurmazdık.” (Müddessir; 38-44) 2- Üç mezheb imamı olan İmam Ebû Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî ve âlimlerin cumhuruna göre ise; namazı terkeden kâfir olmaz, günahkâr olur. Bunlar yukarıda zikredilen hadislere şu izahı getirmişlerdir: Bu hadislerden maksat, namazın farziyetini inkâr ederek terkeden veya münafık olarak kılmayandır. Yahut namaz kılmayan, şekil itibariyle kâfire benzer demektir. Zira mü’min ile kâfiri her zaman birbirinden ayıran amel namazdır. Ya da namazı kılmama kişiyi küfre sürükler demektir. Veya burada namazı kılmayan şiddetli bir şekilde uyarılmış ve ona karşı ağır ifadeler kullanılmış olup bunun hakikati kastedilmemiştir. Yukarıda zikredilen ayet’i kerimede geçen “Biz namaz kılanlardan değildik” ifadesini, “Biz mü’minlerden değildik” şeklinde anlamışlardır. Bu grupta olan âlimler, namazı terkedenin kâfir olmayacağına delil olarak şu ayet ve hadisleri zikretmişlerdir: Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında kalanı dilediği kimse için affeder.” (Nisâ; 48) Ayette Allah’a ortak koşmak dışındaki günahların Allah’ın iradesine kaldığı, dilerse bunları işleyeni affedeceği, dilerse günahı kadar azap edeceği beyan ediliyor. Bu da şirkin dışındaki günahların küfür olmadığını gösteriyor. Namaz kılmamanın şirk olmadığı aşikârdır. Ubade b. es-Samit radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Yüce Allah beş vakit namazı kullara farz kıldı. Her kim bu namazları kılar, onların gerektirdiği haklarını hafife alarak onlardan herhangi bir şeyi eksiltmeyecek olursa; Allah’ın onu cennete koyacağına dair vaadi vardır. Kim de bu namazları kılmazsa, onun için Allah katında herhangi bir vaad yoktur. Dilerse


azap eder, dilerse cennete koyar.” (19) Huzeyfe b. Yeman radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi İslamiyet de eskiyecektir. Hatta oruç nedir, namaz nedir, hac nedir ve sadaka (zekat) nedir bilinemeyecektir. Allah Azze ve Celle’nin Kitab’ı (Kur’an’ı-Kerim) da bir gecede (kaldırılıp) götürülecek ve yeryüzünde ondan tek bir ayet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar kadınlardan oluşan bir takım insanlar kalacak ve bunlar: “Biz babalarımıza “Lâ ilâhe illallâh” sözünü söylerken yetiştik, biz de bunu söylüyoruz” diyeceklerdir.” Huzeyfe b. el-Yeman bu hadisi rivayet edince, (orada bulunan) Sıla, kendisine şunu sormuştur: “Onlar namaz nedir, oruç nedir, hac nedir ve sadaka nedir bilmedikleri halde, “Lâ ilâhe ilallâh” kelimesi onlara ne fayda sağlayacaktır?” Huzeyfe, Sıla’dan yüzünü çevirdi, cevap vermedi. Sonra Sıla, bu soruyu üç kere tekrar etti. Her defasında Huzeyfe ondan yüz çevirip cevap vermiyordu. Nihayet üçüncü defasından sonra Huzeyfe, Sıla’ya döndü ve ona üç defa şöyle dedi: “Ey Sıla! Tevhid kelimesi onları (ebedi) ateşten kurtarır.” (20)

defnedilir, kendisine mirasçı olunur ve diğer İslamî hükümler uygulanır. Bunların delilleri ise şu naslardır: Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Haram aylar çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, kuşatın. Her gö-

Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de üzüntü ve keder zamanında huzur ve sükûnete kavuşmak için şöyle buyururdu: “Ey Bilal, kalk, ezan oku da namaz kılalım ve huzura kavuşalım.” Yine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyanızdan bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Namaz ise göz aydınlığım kılındı.” Huzeyfe radıyallâhu anhu dedi ki: “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem sıkıntılı ve zor bir durumla karşılaştığında hemen namaz kılardı."

Namazı Terkedenin Cezası Namazı inkâr etmeksizin kasten ve gevşekliğinden dolayı terkedenin kâfir olduğunu söyleyenlere göre, onun cezası ölümdür. Bunların delilleri daha önce zikredilmişti. Namazı inkâr etmeksizin kasten ve gevşeklikten dolayı terkedenin kâfir olmayacağını söyleyen âlimler ise, böyle birinin cezası hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir: 1- İmam Şafiî, İmam Malik ve bunlara katılan âlimlere göre, inandığı halde kasıtlı bir şekilde namazı terkedenin cezası ölümdür. Ancak öldürüldükten sonra kendisine müslüman muamelesi yapılır. Öldükten sonra yıkanır, cenaze namazı kılınır, müslümanların kabristanına

zetilecek yerden onları gözetleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılar ve zekatı verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.” (Tevbe; 5) Ayet, Allah’a ortak koşanların kanlarını korumaları için sadece tevbe etmelerini yeterli bulmuyor, aynı zamanda namaz kılıp zekat vermelerini de şart koşuyor. Bu da gösterir ki namaz kılmayanın kanı helal olur. Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

13


buyurdu: “Ben insanlarla Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet etmelerine, namazı kılıp zekatı vermelerine kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslam’ın hakkı hariçtir. Bunların hesapları Allah’a aittir.” (21) Bu hadiste de namaz kılmayanların öldürülmelerinin mübah olduğu ifade edilmiştir. Ebû Hureyre radıyallâhu anh diyor ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e, eline ve ayaklarına kına yakmış kadın kılıklı bir hünsâ getirildi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bu adamın hali nedir?” diye sordu. “Ey Allah’ın Rasûlü, bu kişi kendisini kadınlara benzetiyor” diye cevap verildi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem emretti ve o kişi Medine’nin kenarında bulunan Naki’ denilen yere sürgün edildi. Sahabiler: “Ey Allah’ın Rasûlü, onu öldürmeyelim mi?” dediler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bana, namaz kılanları öldürmek yasaklandı” buyurdu.” (22) Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu hadiste de namaz kılanların öldürülmesinin kendisine yasaklandığını beyan ediyor. Bu da namaz kılmayanların öldürülmelerinin mübah olduğunu ifade eder. 2- İmam Ebû Hanife ve ona katılan âlimlere göre ise, namazı, inandığı halde kasıtlı olarak terkedenin cezası, namaz kılıncaya kadar hapsedilip dövülerek terbiye edilmesidir. Buna öldürülme cezası verilmez. Bunların delilleri ise şunlardır: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bir müslümanın kanının sadece üç şeyden birini yaptığı takdirde helal olacağını beyan etmiş, namazı terketmeyi bu üç şey arasında saymamıştır. Abdullah b. Mes’ud radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın peygamberi olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı, ancak

14

MART 2016

şu üç şeyden biri ile helal olur: Cana karşılık can, evlendikten sonra zina eden, İslam dininden çıkıp müslüman cemaatini terkeden.” (23) Bu hadisin bir benzeri Hz. Osman ve Hz. Âişe radıyallâhu anhuma tarafından da rivayet edilmiştir. Namaz, dinin amellerinden biridir. Kul haccı terkettiğinde öldürülmediği gibi bunu terkettiğinde de öldürülmez. Görüldüğü gibi bu grupta olan âlimler, namazı hacca kıyas etmişlerdir. Bu konuda Hanbelî mezhebinin görüşünü değerlendiren İbni Kudâme el-Makdisi şöyle demektedir: "Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir görüşe göre, dinden çıkıp kâfir olduğu için öldürülür. Bu itibarla yıkanmaz, kefenlenmez, müslümanların kabristanına defnedilmez. Kimse ona mirasçı olmaz. Kendisi de kimseye mirasçı olmaz. Hanbelî mezhebinden Ebû İshak b. Şakila ve İbni Hâmid bu görüşü tercih etmişlerdir. İkinci rivayete göre ise, kişinin namazı terkettiğinden dolayı öldürülmesi, dinden çıktığı için değildir. O, evlendikten sonra zina edenin öldürülmesi gibi İslamî bir ceza olarak öldürülür. Hanbelî mezhebinden Ebû Abdullah b. Batta bu görüşü tercih etmiş, “küfründen dolayı öldürülür” diyenlerin sözünü reddetmiş ve Hanbelî mezhebinin kendi görüşü gibi olduğunu söylemiştir. Nitekim fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de bu doğrultudadır.” İbni Kudame de bu ikinci rivayeti tercih ederek şöyle devam etmektedir: “Müslümanlar, namazı terkedenin öldürülmesi halinde ona müslüman muamelesi yapılacağı hakkında icma’ etmişlerdir. Çünkü bizler İslam’ın yaşandığı asırların hiçbirinde, namazı terkedenin öldürüldükten sonra yıkanmadığını, cenaze namazının kılınmadığını, müslümanların kabristanına defnedilmediğini, mirasçılarının ona mirasçı olmalarına engel olunduğunu, namazı terkeden karı-kocadan birisi olması halinde, dinden çıktı kabul edilerek, nikahlarının gittiğine ve birbirlerinden ayrıldıklarına hüküm verildiğini duymadık. Hâlbuki namaz kılma-


yanlar çokça mevcuttu. Eğer bunlar kâfir sayılsalardı, onlara yukarıda zikredilen hükümler uygulanırdı. Diğer yandan, bir kişi namazlarını belli bir dönem kılmazsa, daha sonra onun geçmişteki namazlarını kaza etmesinin gerekli olduğu müslümanlar arasında ittifak konusudur. Eğer kişi namazı terketmekle mürted sayılsaydı, geçmiş namazlarını ve oruçlarını kaza etmesi gerekmezdi.” (24) -------------------------

11. Buharî: 526; Müslim: 2763 12. Nesâî, Mevâkît: 46; İmam Ahmed, Müsned: 1/206 13. Nesâî, İşratü’n-Nisâ: 1; İmam Ahmed, Müsned: 3/128 14. Ebû Dâvûd: 1319 15. Müslim: 622; Ebû Dâvûd: 413; Tirmizî: 160 16. Müslim, İman: 134; Tirmizî, İman: 9 17. Sahih bir hadistir. Tirmizî, İman: 9; Nesâî, Salât: 8; İbni Mâce, İkâmetü’s-Salât: 77; Müsned: 5/346 18. Tirmizî, İman: 9 19. Sahih bir hadistir. Ebû Dâvûd, Vitir: 2; Nesâî, Salât: 6; İbni Mâce, İkâme: 194; Darimi, Salât: 208; İmam Malik, Muvatta’: 14; İmam Ahmed, Müsned: 5/315,316, 322 20. Sahih bir hadistir. İbni Mâce, Fiten: 26

1. Buharî, İman: 1-2; Müslim, İman: 19-22 2. Buharî, Zekat: 41; Nesâî, Zekat: 1

21. Buharî, İman: 17; Müslim, İman: 36

8. Sahih bir hadistir. Ebû Dâvûd: 904; İmam Ahmed, Müsned: 16312

22. Ebû Dâvûd, Edeb: 61. Bu hadisin isnadı zayıf olup, “Bana, namaz kılanları öldürmek yasaklandı” bölümünün çeşitli şahitleri bulunduğundan dolayı hasendir. Buna benzer bir hadis İmam Ahmed’in Müsned’inde 23670 rakamıyla Sahih bir senedle şöyle geçmektedir: "Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den, münafıklardan bir adamı öldürmek için izin istediklerinde o şöyle buyurmuştur: “O namaz kılmıyor mu?” Dediler ki: “Evet, o namaz kılıyor, ancak olmaz olsun onun namazı.” Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşte bunlar, Allah’ın beni kendilerini öldürmekten nehyettiği kimselerdir.”

9. Müslim, İman: 134

23. Buharî, Diyât: 6; Müslim, Kasâme: 25-26

10. Müslim: 233

24. İbni Kudâme, el-Muğni: 2/446-447

3. Buharî: 528; Müslim: 667 4. Müslim: 228 5. Buharî: 2782; Müslim: 85 6. Buharî: 159; Müslim: 226 7. İmam Ahmed, Müsned: 21691


KAPAK DOSYA

Hakan Sarıküçük

Cuma Namazı ve Fazileti C

uma günü müslümanlar için önemli bir gün olup müslümanın haftalık bayram günüdür. Hadislerde, Cuma gününde yapılan duaların kabul edileceği bir anın (icâbet saati) bulunduğu; (1) gerekli temizliği yaptıktan sonra camiye gidip hutbe dinleyen ve namazı kılan kimsenin daha önceki cuma ile o cuma arasında işlediği günahların affedileceği, (2) Cuma gününü hafife alarak, üç cuma namazını terk eden kimsenin kalbinin mühürleneceği (3) bildirilmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cuma gününü anlattı ve: ‘Onda öyle bir saat var ki Müslüman bir kul o saate denk getirerek namaz kılıp Allahu Teâlâ’dan bir şey isterse, Allah ona isteğini mutlaka verir’ buyurdu.” Ve eliyle de bu zamanın kısa olduğuna işaret etti. (4)

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘İçerisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür! Âdem o günde yaratıldı, o günde cennete girdirildi, o günde oradan çıkartıldı ve o günde kıyamet kopacaktır! O günde öyle bir saat var ki, Müslüman bir kul o saate denk getirerek Allah’tan hayırlı bir şey isterse, Allah onun isteğini verir’ buyurdu.” (5) Ebu Hureyre, Ribiyy ibni Hıraş ve Huzeyfe radıyallahu anhum şöyle dediler: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Allahu Teâlâ bizden önceki kimselere Cuma gününü kaybettirdi. Dolayısıyla Yahudilerin özel günü Cumartesi, Hristiyanların özel günü Pazar oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve Cuma gününü Allah bize hidayet etti, gösterdi. Böylece Cuma, Cumartesi

16

MART 2016

ve Pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu. İşte bunun gibi kıyamet gününde de onlar bize ittiba edecektir. Biz dünya ehlinin sonuncularıyız, kıyamet gününde ise herkesten önce lehine hüküm verilenlerin ilkleri biz olacağız’ buyurdu.” (6) Âlimler, Cuma namazının Farzı Ayn olduğunu ve terkedilmesinin asla caiz olmayacağını ve terk etmenin de küfre sebep olacağını bildirmişler ve bu görüşlerine delil olarak ta aşağıda sunacağımız ayet ve hadisleri örnek olarak vermişlerdir. “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (7) “Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır; Âdem o gün yaratılmış, o gün Cennet’e girmiş ve o gün Cennet’ten çıkmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır.” (8) “Birtakım insanlar, ya Cuma namazını terk etmeyi bırakırlar, ya da Allah onların kalplerini mühürler. Sonra da onlar gâfillerden olurlar.” (9)

Cuma Günahların Bağışlanmasına Vesiledir Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Büyük günahları işlemedikçe beş vakit namaz ve Cuma, öbür Cuma’ya kadar aralarında işlenen günahlara kefarettir’ buyurdu.” (10)

Cumaya Erken Gitmek Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Cuma günü mesci-


din kapılarından her kapının önünde melekler ilk gelenleri yazarlar. İmam minbere çıkıp oturunca, yazdıkları sayfaları dürer ve hutbeyi dinlerler. İlk gelen deve kurban eden kimse gibidir. Bundan sonra gelen, sığır kurban eden gibidir’ buyurdu. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, tavuk ve yumurtaya varana kadar zikretti.” (11)

Cuma Namazı Kılmaktan İstisna Edilenler Tarık b. Şihab’ın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Cuma namazı bir topluluk içerisinde ki şu dört zümre haricindeki her müslüman üzerine vacip (farz) olan bir haktır: (Onlarda) Köle, kadın, çocuk ve hasta kimselerdir.” (12)

Allah onun kalbini mühürler.” (16) Hadiste geçen “tehâvun” kelimesi “istihfâf” yani küçümsemek, hafife almak manalarına gelse de burada “tehâvun” kelimesi az ehemmiyet göstermek gereği gibi önemsememek manalarında kullanılmıştır. Nitekim bilinmektedir ki her kim farz olan bir emri küçümser veya hafife alırsa bu küfürdür. Ve Allah muhafaza kişiyi dinden çıkarabilecek bir durumdur. Selâm ve Dua ile. -------------------------

1. Hâkim, el-Müstedrek, 1/279.

Cabir radıyallahu anh’dan gelen bir hadiste Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim, Allaha ve ahiret gününe iman ediyorsa ona gereken, Cuma gününde Cuma namazını kılmasıdır. Bundan istisna olanlar ise şunlardır: Hasta, misafir, kadın, çocuk ve köle. Kim ki lehviyatla yetinir (yani o namazdan yüz çevirir veya unutur veya gafil kalarak onu kılmayacak olursa) veya ticaretle meşgul olurda o namazdan müstağni olursa Allah’ta ondan müstağni olur. Muhakkak Allah Gani’dir, Hamid’tir.” (13)

2. Buhârî, Cuma, 6, 19.

Cuma Namazını Terketmenin Cezası!

8. Müslim, Cuma, 18.

Abdullah ibni Mesud radıyallahu anh şöyle dedi: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Cuma namazına gelmeyen kimseler için: ‘Yemin olsun ki; birisine emredeyim insanlara namaz kıldırsın, sonra Cuma namazına gelmeyen kimselerin evlerini kendileri orada iken yakıvereyim istedim’ buyurdu.” (14) Abdullah ibni Ömer ve Ebu Hureyre radıyallahu anhum şöyle dediler: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittik: ‘Bir takım insanlar Cuma namazlarını terketmekten ya vazgeçerler veya Allah onların kalplerini muhakkak mühürleyecek de kendileri gafillerden olacaklardır!’ buyuruyordu.” (15) Ubu Ca’d ed-Damri radıyallahu anh’dan gelen bir hadiste Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim ki önemsemeden ve hafife alarak üç Cuma(namazını kılma)yı terk ederse

3. Ebû Dâvûd, Salât, 204. 4. İbnu’l-Munzir el-Evsad 1716, Malik 1/108, Buhari 895, Müslim 852/13. 5. İbnu’l-Munzir el-Evsad 1714, Müslim 854/1717, Ebu Davud 1046, Tirmizi 491, İbni Hibban 2772, Malik 1/108, 109, Begavi 1050, Abdurrezzak 5583, Ahmed 10307, Albânî İrva 3/227 6. Müslim 856/22, Nesei 1367, İbni Mace 1083, Albânî Cami 1017. 7. Cuma Süresi, 9

9. Müslim; 865. 10. Müslim 233/14, Ebu Avane 2/20, Tirmizi 214, İbni Mace 1086, İbni Huzeyme 314, İbni Hibban 1733, Tayalisi 2470, Beyhaki 2/467, Begavi 345, Ahmed 2/484 11. Buhari 890, Müslim 850/25, Nesei 363, 384, İbni Mace 1092, Darimi 1/362, Malik 1/101, Tayalisi 2384, İbnu’l-Carud 286, İbni Huzeyme 3/133, Ahmed 2/239 12. Ebu Davud, Salât, bab:215 hn:1067; Darakutni, Cuma, bab: 2 13. Darakutni, Cuma, bab: 1; Beyhaki Sunenu’l Kubra, cilt:3 s:261 hn:5634 14. Müslim 652/254, Ahmed 3743, 3816, 4007, 4295, 4398, Albânî Cami 5142 15. Müslim 865/40, Nesei 3/88, İbni Hibban 2785, Begavi 1054, Ahmed 2132 16. Ebu Dâvûd, Cuma, bab:210 hn:1052; Nesâi, Cuma, bab:2; İbni Mace, İkame, baba:93 hn:1125,1126; Müsned, c:III s:424; Tirmizi, Cuma, bab:7, hn:500. Hasen bir hadistir. Abdullah ibn Ömer, İbn Abbas, ve Semure radıyallahu anhum’dan da rivayet edilmiştir.

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

17


KAPAK DOSYA

Ahmet İnal

DAVETÇİNİN YOL AZIĞI;

NAMAZ

18

MART 2016


E

y Peygamber! Şüphesiz ki Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. (1)

Davet, Allah’ın, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yüklemiş olduğu ilahi bir vazifedir. “Uyuma dönemi artık geride kaldı ey Hatice!” diyerek yatağı yorganı çekip atan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kendisine yüklediği bu vazifeyi, geceli gündüzlü sürdürerek, cahiliyenin bataklığında saplanıp kalmış ve dünyada esamesi okunmayan bir topluluğu dünyanın seyrini değiştirecek eşsiz bir toplum haline getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra bu sancağı devralan Sahabe-i Kiram(Allah hepsinden razı olsun) O’ndan aldıkları bu nuru dünyanın dört bir yanına ulaştırma gayretiyle mukaddes beldelerinden ayrılarak yollara döküldüler. Ve biz bugün, hâla onlar ve onlardan sonra gelen büyük davetçilerin yaktığı meşalelerle yolumuzu aydınlatmaktayız. Ancak şu var ki; Davet yolu reyhanlarla, güzel kokulu çiçeklerle bezenmiş vaziyette bizi bekleyen bir yol değildir. Bu yol, başından sonuna kadar dikenlerle dolu; ama sonu cennet olan bir yoldur. Davetin bu cennet yoluna giren büyük şahsiyetler bu uğurda çekmedik çile bırakmamış; mallarını, canlarını, ömürlerini feda etmekten geri durmamıştır. Bu yolun zorluk ve fedakarlıklarla dolu olması, dava erlerinin kendilerini hazırlamaları gereken hakikatin ta kendisidir. Davetin zorlu yollarına talip olanlar, yolda dökülmemek için yolculuğun zorluğunu idrak etmeli, azığını hazırlamalı ve sığınacağı durakları iyice tespit etmelidir. Çünkü İslami davetin tarihi, büyük davetçilerin tarihi olduğu kadar, yolda dökülenlerin de bir tarihidir. Şüphesiz davetçilerin önderi Hz Muhammed (sav)’dir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her alanda olduğu gibi davet alanında da bizim için en güzel örnektir. Bu nedenle, davet yoluna koyulan Müslüman davetçiler, bu yolun tehlikelerine karşı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in attığı adımların ardınca yürüme-

li,O’nun koyduğu yön levhalarını dikkatlice takip etmeli ve O’nun azıklandığı şeylerle kendilerini teçhiz etmelidirler. Yirmi üç yıllık zorlu mücadelesinde kimi zaman şahsına hakaret edilen, kimi zaman olmadık eziyetler gören kimi zaman da ölümle burun buruna gelip memleketini terk etmek zorunda kalan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu mücadelesinde “Ne zaman bir musibetle karşılaşsa hemen namaz kılmak için ayağa kalkardı. “Her ne zaman geceleyin şiddetli rüzgar eserse O, mescide yönelir, rüzgar dinmediği sürece oradan çıkmazdı. Aynı şekilde, ay veya güneş tutulduğunda, tutulma bitinceye kadar namaz kılmaya devam ederdi.” (2) Çünkü Namaz, Rasûlullah’ın gözünün nuru, gönlünün süruru ve bitmez tükenmez azığıydı. Allah(cc) daha yolun başındayken Rasul’ünü namaz ile bu ağır yüke hazırlamış ve O’na şöyle hitap etmişti: “Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hariç, geceleri kalk,namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt. Ya da bunu çoğalt ve Kuran›ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz geceleyin (ibadete) kalkmak daha zor ve daha tesirlidir.Kıraat yönünden de daha elverişlidir. Zira gündüz vakti, senin için uzun bir meşguliyet var." (3) Allah(cc) bu ayet ile, Elçi’si sallallahu aleyhi ve

“Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hariç, geceleri kalk,namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt. Ya da bunu çoğalt ve Kuran›ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz geceleyin (ibadete) kalkmak daha zor ve daha tesirlidir.Kıraat yönünden de daha elverişlidir. Zira gündüz vakti, senin için uzun bir meşguliyet var."

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

19


sellem’e ve O’ndan sonra gelecek müslüman/ davetçilere bu ağır yükün altından nasıl kalkacaklarını gösteriyordu. Allah(cc), gündüzleri insanların hidayeti için defalarca kapılarına giden, onların bazen alaylı sözleriyle bazen de sert tavırlarıyla karşılaşan bir çıkış yolu ve rahatlama kapısı açıyor, bittiği tükendiği yerde O’nu namaz ile takviye ediyordu. Beş vakit namaz, yaşadığı sıkıntılara karşı Miraçta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verilen bir hediye değil miydi? En yakını, baş hamisi ve destekçisi olan Hz. Hatice ve Ebu Talib'in ölümünü hangi hediye unutturabilirdi ki namazdan başka! Taif’te insanların O’nu reddetmelerinin ve taşlamalarının acısını hangi lezzet giderebilirdi ki namazın dışında! Namaz, hüzün yılını ve Taif’i yaşayan Rasûlullah’a bir ödüldü. Öyleyse namaz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve O’nun yolunu takip edenler için, kesinlikle bir meşakkat ya da yerine getirilmesi gereken sıradan bir ibadet değil, davetin ağır yükünü omuzlayan bir kaldıraç mesabesindeydi. Üstad Ebu’l Hasen en-Nedvi, namazın Mümin/davetçi için nasıl bir anlam ifade ettiğini, onunla

Allah(cc), gündüzleri insanların hidayeti için defalarca kapılarına giden, onların bazen alaylı sözleriyle bazen de sert tavırlarıyla karşılaşan bir çıkış yolu ve rahatlama kapısı açıyor, bittiği tükendiği yerde O’nu namaz ile takviye ediyordu. Beş vakit namaz, yaşadığı sıkıntılara karşı Miraçta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verilen bir hediye değil miydi? En yakını, baş hamisi ve destekçisi olan Hz. Hatice ve Ebu Talib'in ölümünü hangi hediye unutturabilirdi ki namazdan başka! Taif’te insanların O’nu reddetmelerinin ve taşlamalarının acısını hangi lezzet giderebilirdi ki namazın dışında! Namaz, hüzün yılını ve Taif’i yaşayan Rasûlullah’a bir ödüldü.

20

MART 2016

namaz arasındaki ilişkinin hangi boyutlarda olduğunu ne kadar da güzel tarif etmiş: “Mü’min için namaz; yetim, güçsüz, yeteneksiz, dayanaksız çocuk için her zaman kucağını açmış olan anneden daha güvenli bir sığınak ve başını sokup huzur duyacağı bir yerdir. Her ne zaman çocuk kendisine bir tehlikenin geleceğini hissederse, biri çocuğu incitirse yahut açlık, susuzluk onu perişan ederse ya da herhangi bir şeyden korkarsa; hemen annesine koşar, sarılır, onun kucağına oturur ve tam bir güvene kavuştuğunu kabul eder. Aynı bunun gibi, namaz Müminin en büyük sığınağı ve huzur yeridir. Bu onunla Rabbi arasında gerilmiş olan sağlam bir iptir. Ne zaman isterse bu ipe sıkıca tutunarak kendisini güvence altına alır. Bu namaz, onun ruhunun gıdası, derdinin dermanı, yarasının merhemi, hastalığının şifası, en büyük silahı ve koruyucusudur.” (4) Evet, insanların bazen sözlü bazen de fiili tepki ve tehditleriyle karşılaşan davetçi, kendisini tehlikede hissettiğinde, tükenmeye yüz tuttuğunda rabbine sığınacak, davet yolunda sabır abidesi olan Hz. Nuh(a.s) gibi rabbine yönelip şöyle münacatta bulunacak: Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlanınca, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı. (5) Namaz ise; kulun rabbine yalvaracağı ve onunla rabbinin yardımını celbedeceği en güzel ibadettir. Çünkü, kendisinden nasıl yardım istenileceğini öğreten rabbimiz yardımının vesilelerini bize şu şekilde bildiriyor: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. (6) Namaz ile davetçi arasındaki bir başka ilişki ise; Namaz’ın başlı başına bir davet vesilesi olmasıdır. Hatta bunun da ötesinde davetin merkezi noktasında bulunmasıdır. İşte bu nedenden dolayı, Şuayb(a.s) insanları Allah’a davet ettiğinde, kavmi onun davetinin temelinde namaz’ın olduğunu görerek şu şekilde sormuştu: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (put-


ları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın! (7) Allah düşmanları, namaz’ın davet içindeki bu önemli konumunu bildiklerinden dolayı namaz’a karşı hep düşmanlık etmişler ve onun hakkıyla ikame edilmesini her zaman engellemek istemişlerdir. Bu nedenledir ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de insanları İslam’a sözlü olarak davet ederken görmediği tepkileri, Kabe’nin yanında namaz kılarken görmüştü. Rasûlullah’ın İslam’a dair anlattıkları onların tahammül sınırlarını zorlasa da bardağı taşıran son damla; “Namaz” olmuştu. Urve b. Zübeyr’den(r.a) şöyle naklediliyor: Abdullah b. Amr b. As’a(r.a) dedim ki; “ Müşriklerin Rasûlullah efendimize sallallahu aleyhi ve sellemyaptıkları şeyin en şiddetlisini bana haber ver. Şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’nin avlusunda namaz kılarken Ukbe b. Ebi Muayt geliverdi. Peygamberimizin omzundan tuttu ve elbisesini boynuna doladı, sıkıp boğmaya çalıştı. Bu sırada Ebubekir(r.a) geldi, oda onun omzundan yakalayıp çekti ve belayı Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den uzaklaştırdı...” (8) Müşriklerin namaz’a bu kadar düşmanlık etmelerinin sebebi; O’nun insanlara tesirinin büyük olmasıydı. İnsanların namazdan etkilenmelerini engellemek için her şeyi yapıyorlardı. Bunun için Hz. Ebubekir’e(r.a) de çok baskı yaptılar. “Ebubekir(r.a) Mekke’de dinini yaşamasına fırsat verilmediği için Habeşistan’a doğru yola çıkmışken İbn Dağne ile karşılaşmıştı. İbn Dağne, Ebubekir’i(r.a) geri dönmeye ikna etmiş ve onu himayesine almıştı. Ancak Hz. Ebubekir namazlarını açıktan kılınca müşrikler bundan korkarak, İbn Dağne’nin Ebubekir’i(r.a) uyarmasını istemişlerdi. Ancak tüm uyarılara rağmen O, namazını açıktan kılmış, bahçesine de bir mescit yapmıştı. Bunun üzerine müşrikler tekrar İbn Dağne’ye gelerek himayesini onun üzerinden kaldırmasını istemiş ve şöyle demişlerdi: “Biz O’na ibadetlerini evinde yapmasına izin verdik; ancak O haddini aştı. Bahçesine bir mescid yaparak namazını ve

kıraatını açıktan yapmaya başladı. Biz çocuklarımızı ve kadınlarımızı f itneye düşürmesinden korkuyoruz.” (9) Müşriklerin ve Allah düşmanlarının bir fitne vesilesi olarak gördüğü namaz, müslüman/davetçi için zorluklara karşı iltica ettiği bir sığınak, kendisiyle rabbine yaklaştığı bir buluşma anı, yüklerinden kurtulup huzura erdiği rahatlama zamanıdır. Namaz; davetçinin en etkili silahı, en sağlam kalesi, en bereketli azığı, en sadık yol arkadaşıdır. Sözün özü namaz, davetçinin her şeyidir. Unutmayalım ki; namazı, hayatının ve davetinin eksenine koymayan Müslüman/ davetçiler, üzerlerine yüklenen ağır yükün altında ezilmeye mahkumdur.

-------------------------

1. Ahzab Suresi 45-46. Ayet 2. Taberani, Kebir’de rivayet etmiştir 3. Müzzemmil Suresi 1-7. Ayet 4. Dört Rükün, Ebul Hasen en- Nedvi,s. 48, İstanbul, 2010 5. Kamer Suresi 10. Ayet 6. Bakara Suresi 45. Ayet 7. Hud Suresi 87. Ayet 8. Buhari, Kitab’üt tefsir, Bab-ı Suret-i Ğafir, 6/659 9. Buhari, Kitab’ül İcare,3/126

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

21


KAPAK DOSYA

Ebubekir Eren

NAMAZ

Bütün Ümitlerin Bittiği Yerde

BİR ÜMİT KAYNAĞIDIR N

amaz kul ile Allah arasında bir bağ ve buluşmadır. Namaz kalbin kuvvet aldığı, ru-

hun Allah’a bağlılığını hissettiği, nefsin dünya hayatının değerlerinden daha üstün değerler bulduğu manevi bağdır. Namaz günümüzde dahi Allah yolunun yolcuları için bir azık, sahrada susuz kalmışlar için bir pınar ve bütün ümitlerin bittiği yerde bir ümit kaynağıdır. Bu kaynak, her mü ‘minin elini uzatabileceği bir hazine olarak devam edip gitmektedir.

Cemaatle namaz kılmanın fazileti: Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Kişinin cemaatle beraber kıldığı namazı, evinde ve çarşısında tek başına kıldığı namazdan yirmi beş kat(daha hayırlı)dır. Bunun sebebi kişi abdest aldığında abdestini güzelce alırsa, daha sonra sadece namaz için mescide doğru çıktığında attığı her adımıyla bir derece yükselir ve bir hatası silinir. Daha sonra namaz kıldığında mescidde bulunduğu müddetçe melekler onun için: ‘Allah’ım ona salat eyle, Allah’ım ona rahmet eyle’ diye dua ederler ve bu kişi namazı beklediği müddetçe namazdaymış gibidir.” (1)

Osman Bn. Affan (r.a.h)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yarısını(ibadetle)ikame etmiş gibidir. Km yatsı ve sabah namazını cemaatle kılarsa gecenin tamamını(ibadetle)ikame etmiş gibidir”. (2) İbn-i Mesud dedi ki: “Kim yarına Müslüman olarak Allah’a kavuşma-


yı arzuluyorsa beş vakit namaz için nida edildiğinde(namazı cemaatle kılmayı) muhafaza etsin. Muhakkak ki Allah, Nebiniz için hidayet yolları kılmıştır. Beş vakit namazı(cemaatle) kılmakta bu hidayet yollarındandır. Şayet, bu kimsenin namazı evde kıldığı gibi sizde namazı(cemaatle değil) evlerinizde kılacak olursanız Nebinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Nebinizin sünnetini bırakacak olursanız delalete düşmüşsünüz demektir. Her kim, abdestini güzelce alıp, daha sonra bu mescitlerden birine namaz kılmak için yola çıksa attığı her adım için kendisine sevap yazılır, derecesi yükselir ve günahı silinir. Doğrusu biz beş vakit namazdan geri kalan kimsenin nifakı bilinen biri olarak düşünürdük. Şöyle ki yürüyemeyen kimsenin dahi kollarına girerek cemaat safına getirilirdi.” (3) Ebu Derda(r.h)’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Bir köyde ve beldede üç kişi bulunurda cemaatle namaz kılmazlarsa bu kişileri şeytan kuşatır. Sen( ey Ebu Derda) cemaatten ayrılma. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt kapar.’’ (4) Ebu Hureyre (r.h)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; ‘’İçimden öyle geçirdim ki, namaz için emredeyim de ardından ezan okunsun. Daha sonra birine, insanlara namaz kıldırması için emredeyim, ardından elinde değnek bulunan kimselerle gideyim, namaza gelmeyenlerin evlerini yakayım.’’ (5)

Selefi salihin cemaatle namaz kılma anlayışı Said b. Müseyyebe derki: Yirmi yıldan beridir müezzin her ezan okuduğunda namaz için mescidde hazır bulunurum. Hatim el Esam dedi ki: Bir vakit namazı cemaatle kılmayı kaçırdım ve bunun üzerine Ebu İshak el Buhari yalnız benim taziyeme gelmişti, şayet benim çocuğum vefat etseydi onbinden fazla kişi benim taziyeme gelirlerdi, çünkü insanlar nezdinde dinin musibeti, dünya musibetinden daha hafiftir. Abdullah bin Ömer dedi ki: Babam Ömer hurmalık bahçesine gitmişti. Bahçesinden döndüğünde insanlar ikindi namazını cemaatle kılmışlardı, bunun üzerine babam, inna lillahi ve inna ileyhi raciun, ikindi namazını cemaatle kılmayı kaçırdım ve bu hurmalık bahçemi

Hatim el Esam dedi ki: Bir vakit namazı cemaatle kılmayı kaçırdım ve bunun üzerine Ebu İshak el Buhari yalnız benim taziyeme gelmişti, şayet benim çocuğum vefat etseydi onbinden fazla kişi benim taziyeme gelirlerdi, çünkü insanlar nezdinde dinin musibeti, dünya musibetinden daha hafiftir. cemaatle kılmayı kaçırdığım namazın kefareti olarak miskinlere tasadduk ettim dedi.

Cemaatle namaz kılmanın hükmü ve delili; Ebu Hureyre (r.h)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; ‘’İçimden öyle geçirdim ki, namaz için emredeyim de ardından ezan okunsun. Daha sonra birine, insanlara namaz kıldırması için emredeyim, ardından elinde değnek bulunan kimselerle gideyim, namaza gelmeyenlerin evlerini yakayım.’’ (6) Mezhep imamlarımız zikri geçen hadisten yola çıkarak Cemaatle namaz kılmanın hükmü hususunda ihtilaf etmişler. Hanefi ve Maliki âlimlerine göre; cemaatle namaz kılmanın hükmü Sünnet-i Müekket’dir. Hanbeli mezhebine göre cemaatle namaz kılmanın hükmü, farzdır. Şafilere göre, cemaatle namaz kılmanın hükmü; İmam Münir’e göre, farz-ı ayındır. İmam Nevevi ’ye göre farz-ı kifaye’dir. İmam Rafi’ye göre, sünnettir. (7) ------------------------1. Buhari 647; Müslim 649. 2. Müslim 656; Ebu Davud 551. 3. Müslim 654; Ebu Davud 550; Nesai 849; İmam Ahmed 3616. 4. Hadis sahihtir. Ebu Davud 547. 5. Buhari 644; Müslim 651; Ebu Davud 548; İbn Mace 791 6. Buhari 644; Müslim 651; Ebu Davud 548;İbn Mace 791. 7. Kifayet’ül- Ehyar.

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

23


KAPAK DOSYA

Ömer Ergül

İSLAM HUKUKU VE AKÂİDİ AÇISINDAN NAMAZ KILMAYANLARIN DURUMU N

amaz, İslâm’ın şartları arasında yer alan diğer ibadetlere nazaran, mü’minin hayatında en sık muhatap olduğu, sadece fazları ele alsak günde beş defa yapmakla sorumlu olduğu en müstesna ibadettir. Namaz, okullarda öğretmenler tarafından derse gelen ve gelmeyen öğrencileri tespit için uygulanan “yoklama” gibidir. Günlük olarak Allah Teala’ya kulluk etmek ve onun yolundan ayrılmamak üzere söz veren mü’min kulun “varlık-yokluk yoklaması” dır. Günde beş defa müezzinlerin nidasına namaza durmak suretiyle karşılık veren mü’min kul, bir nevi “burdayım rabbim, sana kulluk üzereyim” şeklinde cevap vermiş oluyor.

24

MART 2016


Namaz; İslam’ın şiarı, imanın delili, Mirac’ın

vülür. Ya tevbe edip namazını kılar ya da hapis-

hediyesi, kul ile râb arasında kurulan sözleş-

hanede ölür. Maliki ve Şafiilere göre: Bir vakit

me, âhitleşme, gözlerin nuru, dünya ve ahirette

de olsa özürsüz olarak namazı terkeden kimse

diğer milletler ile İslâm milletini ayıran alâmeti fârika’dır. Namazın fazileti ve önemine dair söylenecek birçok şey var. Ancak konumuz bu olmadığı için bu kadarla yetinelim. Bizim üzerinde duracağımız asıl mesele başlıktan da anlaşıldığı üzere, çeşitli sebeplerle namaz kılmayan, bu büyük ibadetten nasibi olmayan kimselerin bu yaptıkları fiil sebebi ile dünya ve ahirette nasıl bir akıbet ile karşı karşıya kalacaklarına dair ulemanın ortaya koymuş olduğu görüşleri paylaşmak olacaktır. Bütün âlimler namazı akıllı, bülûğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş, deli olmayan, baygın bulunmayan her Müslümana farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Yine, bütün âlimler namazın farz olduğunu inkâr eden kimsenin kâfir ve mürted olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü namazın farz oluşu Kur’an, sünnet ve icmadan kesin deliller ile sabittir. Ancak tembellik ve umursamazlık sebebiyle namazı kılmayan kimse hakkında ihtilaf edilmiştir. Genel kanaat bu kişinin günahkâr ve fâsık olduğu yönündedir. Ancak

Namaz; İslam’ın şiarı, imanın delili, Mirac’ın hediyesi, kul ile râb arasında kurulan sözleşme, âhitleşme, gözlerin nuru, dünya ve ahirette diğer milletler ile İslâm milletini ayıran alâmeti fârika’dır. Namazın fazileti ve önemine dair söylenecek birçok şey var. Ancak konumuz bu olmadığı için bu kadarla yetinelim. Bizim üzerinde duracağımız asıl mesele başlıktan da anlaşıldığı üzere, çeşitli sebeplerle namaz kılmayan, bu büyük ibadetten nasibi olmayan kimselerin bu yaptıkları fiil sebebi ile dünya ve ahirette nasıl bir akıbet ile karşı karşıya kalacaklarına dair ulemanın ortaya koymuş olduğu görüşleri paylaşmak olacaktır.

böyle bir kimse yeni Müslüman olan biri ise yahut kendisine namazın farz olduğunun tebliğ edileceği bir müddet boyunca, Müslümanlar arasında bulunmamışsa namaz kılmadığından ötürü fâsık olmaz çünkü sorumluluk yoktur.

üç gün tevbeye çağrılır, tevbe etmezse öldürülür. Öldürme cezası kişi kâfir olduğu için değil, had cezası sebebiyledir. İmam Ahmed b. Han-

Namaz kılmamanın dünyadaki cezasına ge-

bel’e göre namaz kılmayan kâfir olduğu için

lince tembelliğinden veya umursamazlığından

öldürülür.

dolayı kılmayanlar konusunda fakihlerin farklı görüşleri vardır. Hanefilere göre: Tembellik se-

Fakihleri, namaz kılmayanın küfrüne delalet

bebiyle namazı kılmayan kişi fâsık olup böyle

ettiği gibi ağır bir hükme sevk eden rivayetler

bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edince-

mevcuttur. “İnsan ile şirk arasındaki (sınır),

ye kadar vücudundan kan akacak şekilde dö-

namazı terkdir.” (Müslim, İman, 35; Tirmiz,

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

25


İman, 9, Ebû Dâvud, Sünnet, 15), “Bizimle on-

Neticede hiçbir olgun mü’min, namaz kılma-

lar arasındaki ahid (fark), namazdır; onu terk

yan bir kişi olarak tasavvur edilemez. Namazsız

eden küfretmiş olur.” (Tirmizî, İman, 9; Nesâî,

kâmil bir mü’min olunmaz. Yüce kitabımızın

Salât, 8), “Resûlullah’ın (sav) ashâbı namaz

açık ifadelerinde gördüğümüz şekilde kâmil

hariç, amellerden herhangi birini terk etmeyi

müminler, namazlarında devamlıdırlar (Meâric

küfür saymıyorlardı.” (Tirmizî, İman, 9) Tüm

23), namazlarını korurlar (Mu’minûn 9, Meâric

bu hadisler ve Tevbe Suresi 5. ayeti gibi deliller

34) ve hatta namazlarında huşu içerisindedir-

âlimleri, namaz kılmayan kişinin küfrüne ve

ler (Mu’minûn, 2).

ceza olarak da öldürülmesi gerektiğine hüküm vermeye sevk etmiştir.

her namazdan sonra yapmasını tavsiye ettiği

Buna karşılık hadis şârihleri bu zikredilen ha-

şu dua ile yazımı sonlandırıyorum. “Allah’ım

dislerde geçen kimselerin münafıklar oldu-

seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel

ğunu söylemişlerdir. Yine cumhur ulema bu

bir şekilde ibadet etmek hususunda bana yar-

konudaki hadislerde geçen kimseleri, nama-

dım et.” (Ebû Dâvud, Vitir, 26)

zın terkini helal görenlere hamlederler. Ayrıca Allah Teala’nın şirk dışında kalan günahları bağışlayabileceğini (Nisa, 116) beyan etmesi, Hz. Peygamber’in (sav) “Ümmetimden Allah’a şirk koşmadan ölen kimse, inşallah şefaatime nail olacaktır ” (Müslim, İman, 338), “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet eden kimseye Allah cehennemi haram eder.” (Müslim, İman, 47) beyanları cumhur için birer delil teşkil eder. ‘Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği amelinin namaz olacağı ve eğer farzlarında eksik olursa nafileler ile eksiklerin tamamlanacağını’ beyan eden hadis-i şerif, namaz da eksiklikleri olabilecek kişilerin olacağına işaret eder. Yine iman ve amelin ayrı şeyler olduğu kabul edildiği takdirde, namaz da dahil hiçbir amelin inkar edilerek, küçük görülerek terk edilmediği sürece iman dairesinden çıkarmayacağı anlaşılabilir. Dolayısıyla, tembellik ve umursamazlık sebebi ile namazlarını kılmayan kimseler fâsık ve günahkârdırlar. Allah Teala dilerse onları bağışlar ve dilerse de onlara adaleti ile mukabelede bulunup cezalandırır.

26

Hz. Peygamber (sav)’in Muaz b. Cebel’e (ra)

MART 2016

------------------------Kaynakça: 1. Zuhayli, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Risale Yayınları, İstanbul 1994, s. 387-390. 2. Köktaş, Yavuz, Anahatlarıyla Ahkam Haidsleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2013, s.94-98.


KAPAK DOSYA

Derya Fıçıcı

Namazın

Sana Neyi Emretti “D

ediler ki: “Ey Şu›ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” (Hud, 87) Şuayb (aleyhisselam)’ın soydaşları, kavmi, azgınlıklarını ve cehaletlerini bu ifadelerle dile getiriyorlar. Alaycı bir ifadeyle “Senin bize emrettiklerini şu kıldığın namaz mı söylüyor? Yani ibadet ettiğin ilahın, bizim atalarımızı, onların yolunu, bu zamana kadar taptığımız ilahları, hazırladığımız ticaret kanunlarını terkedip senin İlahının emirlerine itaat edeceğiz öyle mi? Bizden bunu mu istiyorsun?” diye açık açık soruyorlar. Şuayb (aleyhisselam)’ın kavmi, ibadet edilen İlah’ın kanun yapacağını yadırgıyor, kabullenmek istemiyordu. İbadet ayrı, yasalar-kanunlar ayrı. Bizim kendi yasalarımız var, karlı alışveriş ve ticaret yaptığımız yasalarımız dururken neden senin ilahının yasalarına göre hareket edelim” deyip itiraz ediyor, peygamberlerine karşı geliyorlardı.

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

27


“Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı ba-

bizim işlerimize karışma, düzenimizi bozmaya

şında bir adamsın.” Onlara göre yumuşak

kalkma, aklını başına al, böyle bağnaz ve yobaz

huylu, aklı başında olmak; atalarının yaptıkla-

düşüncelerinden vazgeç.’

rı düzenlere, yasalara, kanunlara, geleneklere

İşte cahil bir toplumun ifadeleri; Şuayb (aley-

karşı gelmemek, onları itiraz etmeden kabul-

hisselam)’ın kavmi. Onların bu tavırlarını oku-

lenip hatta onları övmek, atalarının yaptığı

duğumuzda cahilliklerinin boyutunu görüyo-

hayat nizamıyla gurur duymaktı. ‘Aslında sen

ruz. Sonra helak olup tarihe gömülüyorlar.

böyle olmalıydın. Aklı başında, uslu ve yumu-

21. yüzyıla geldiğimizde, aynı İlah’a, aynı pey-

şak huylu. Oysa şimdi aramızda terör estirmek

gambere iman ettiğini söyleyen bir toplumla

istiyorsun, nizamı ve düzeni bozmaya kalkı-

karşı karşıyayız. Peygamberlerini taşa tutma-

yorsun, bizim düzenlerimize dil uzatıyorsun.

yan, O’na iman etmekle şeref ve onur duyan,

Belki senin İlah’ın ayrı olabilir, sen ona ibadet

Allah’ın kendisine gönderdiği kitabı baştacı

et, namaz kıl, secde et, ne yaparsan yap ama

yapan, o Kitab’ın içindeki namaz emrine uyan, Rabbine secde eden bir toplum... Namazı emreden Rabbi, secde ettiği İlah’ı, tıpkı Şuayb (aleyhisselam)’a emrettiği gibi “Ticareti benim emrettiğim şekilde yap” diye emrediyor. “Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara, 275) “Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.” (Bakara, 279) Abdullah Azzam, Tevbe sûresi tefsirinde şöyle diyor: “Bir yönetici, bundan sonra akşam namazını dört rekat kılacaksınız dese, ona ne hüküm verirsiniz? Ya da namazı yasaklasa, onun hükmü

28

MART 2016


ne olur? Peki bugün tıpkı namaz gibi Allah’ın kitabında hükmü olan faizle ilgili ayetleri uygulamayan yöneticilere karşı tutumunuz nedir?” Peki, namaz kıldığımız İlahımızın, yaptığımız ticarette, malımızda, mirasımızda söz hakkı ne kadar? Oysa öğlen vakti girince, namaza durduğunda fatiha sûresini okurken “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz” demiştin. Ve namazını tamamladıktan sonra falanca bankaya gidip ev kredisi, araba kredisi çektin. Maaşını bankaya yatırdın, biraz faizle artsın, çoğalsın diye. Oysa kıldığın namaz sana faizi yasaklıyor. Oysa Allah’ın huzuruna geçip ellerini kaldırdığında, Rabbini yüceltip “Allahu Ekber” dedin. “Ey Rabbim, huzuruna geldim, sana teslim oldum, haramlarını bildim, helallerini bildim, onları kabul ettim, bana gönderdiğin kitabından ve peygamberinden razıyım” dedin. Günde beş defa O’nun huzuruna geçip, “Rabbim seni unutmadım, emrindeyim, senin kulunum” dedin. Hatta namazdan sonra “La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh, lehu’l mulku

“Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” Onlara göre yumuşak huylu, aklı başında olmak; atalarının yaptıkları düzenlere, yasalara, kanunlara, geleneklere karşı gelmemek, onları itiraz etmeden kabullenip hatta onları övmek, atalarının yaptığı hayat nizamıyla gurur duymaktı. ‘Aslında sen böyle olmalıydın. Aklı başında, uslu ve yumuşak huylu. Oysa şimdi aramızda terör estirmek istiyorsun, nizamı ve düzeni bozmaya kalkıyorsun, bizim düzenlerimize dil uzatıyorsun. Belki senin İlah’ın ayrı olabilir, sen ona ibadet et, namaz kıl, secde et, ne yaparsan yap ama bizim işlerimize karışma, düzenimizi bozmaya kalkma, aklını başına al, böyle bağnaz ve yobaz düşüncelerinden vazgeç.’

ve lehu’l hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr. / Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kâdirdir.” dedin. Ve iman ettiğini söylediğin kitapta, Rabbinin sana emrettiği birçok hüküm var. Öyle ise namazımız bizi, o hükümlerin hangisini yapmaya

lah’ın huzurunda namaza duran mümin kadın! Kıldığın namaz, seni, neden yüzünü makyajlayıp dışarı çıkmaktan alıkoymuyor? Kıldığın namazın, tesettürün seni neden flört belasın-

zorluyor? Hangi haramlardan uzak tutuyor?

dan alıkoymuyor? Dar kıyafetlerle sokaklarda

“Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl.

dolaşmaktan, gıybet etmekten ve daha birçok

Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kö-

haramdan neden alıkoymuyor?

tülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en

Bugün mescidlerde şahit oluyoruz. Genç kız-

büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 45) Ve ey tesettür ayetini kabul ettiğini söyleyip Al-

ların, bayanların namazları, onları haramdan korumadığı gibi namazı şeklen dahi hakkıyla yerine getiremediklerini, bundan da cahil bir

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

29


toplumla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Dar streç pantolonla namaz kılanlar, boynu

modern tesettür mü? Hangisi ?

açık namaz kılanlar, beline montunu dolayıp

“Sen, dinlerine uymadıkça Yahudiler de,

namaz kılanlar, elbisesi çok dar olduğu için

Hristiyanlar da, senden asla hoşnud olmaz-

eğilip kalkamayıp sandalyede namaz kılanlar,

lar. Allah’ın hidayeti asıl hidayetin ta ken-

rükusu ve secdesi birkaç saniye bile sürmeyen-

disidir, de. Şayet sana gelen ilimden sonra,

ler...

onların heveslerine uyacak olursan; and ol-

Ebu Abdullah el-Eş’ari radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sahabilerine namaz kıldırırdı. Sonra onlardan bir grup ile oturdu. İçeriye bir adam girdi ve namaza durdu. Rukû etmeye ve (tavuğun yem gagalaması gibi) başını eğip kaldırarak secde etmeye başladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bunu görüyor musunuz? Kim bunun üzere ölürse Muhammed’in dininden başka bir şey üzere ölmüştür. Kuzgunun leşi gagalaması gibi namazında

sun ki senin için Allah tarafından ne bir yar bulunur, ne de bir yardımcı.” (Bakara, 120) “İmamhatip okullarında, namaz kılan imanlı gençlik yetiştiriyorlar” dediler. Ancak imamhatip öğretmenleri, veli toplantılarında: “Çocuklarınızın ahlakı çok kötü, acil bir şeyler yapın” diye nasihat ediyor. Namazlı, tesettürlü ama ahlaksız gençlik! Müminlere, İslam davetçilerine düşen; Allah’ın emrettiği namazı, manen ve şeklen yeniden anlatmak, kısacası namaz seferberliği ilan edip, durdurak bilmeden çalışmak, davet etmektir.

başını eğip hemen kaldırır. Rükû edip secdesini

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bir-

(tavuğun yem) gagalaması gibi yapan bir ya da

birlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kö-

iki hurma tanesi yiyen aç insan gibidir. Bu onun

tülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru

açlığından neyi giderir?!” buyurdu.

kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Resu-

Oysa namaz Allah’a kulluğun, O’nun kayıtsız egemenliğini benimsemenin adıydı. Allah’ı birlemenin, tevhidin ruha ve bedene yansımasıydı. Şer odakları, İslami davet çalışması adı altında çeşitli projeler üretti. Bunlardan biri de; namaz kılan ancak diğer haramları yapmasında hiçbir sakınca olmayan müslüman örnekleri yetiştirmek. Aynı zihniyetle, tesettür kavramının içini boşaltıp sonra da ‘tesettür serbest’ dediler. Hangi tesettürün serbest olduğunu ayrıca tartışmak lazım. Allah’ın emrettiği tesettür mü yoksa Haçlıların razı olacağı, İslam’ı sevmesi, bizi

30

yobaz ve bağnaz görmemesi için icat ettikleri

MART 2016

lüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71) Selam ve dua ile...


OLAYLAR VE YORUMLAR

Nedim Bal

Fırtına Kuşağı Gençliği Ve Bâtıla Kurban Edilen Hayatlar

Bismillahirrahmanirrahim 1980’lerin hemen akabinde iki önemli sosyal proje devreye sokuldu. Birincisi; “ALTIN NESİL” projesi. Bu proje, ABD’nin, F.GÜLEN kontrolünde devreye soktuğu bir proje idi. Dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan da devlet desteği almış derin bir projeydi. İkincisi ise; “FIRTINA KUŞAĞI GENÇLİĞİ” projesi. Bu proje de, küresel küfrün A.ÖCALAN önderliğinde devreye soktuğu bir projeydi. Örgüt, kuruluş aşamasında Rusya’dan; ideolojik, lojistik, askeri destek alırken daha sonraları tamamen ABD ve İsrail’in kontrolüne girdi. En rahat olduğu, sığınma ve parasal destek aldığı ülkelerse; Almanya, Fransa, Belçika ve diğer Avrupa ülkeleriydi. PKK, tam 40 yıldır Kürt gençleri etki altına almak için sistematik bir çaba harcıyor. Örgüt; 90’lardan sonraki genç kuşağı etkisi altına almayı başardı da. Onlara “fırtına kuşağı gençliği” deniliyordu. Bu gençlere kurgusal ve yapay bir kimlik sunularak enerjileri, heyecanları, gelecekleri ellerinden alındı. Gelinen şu nokta itibariyle bunun basit bir çalışmanın ürünü olmadığı artık ortada.

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

31


PKK’nın Dayandığı Sosyal Realite Kemalist rejim; kurulduğu ilk günden itibaren İslam’ın tüm değerlerine karşı savaş açmış, İslam hukukunu kaldırıp yerine Avrupa kanunlarını yerleştirmiş, İslami eğitim kurumlarını yasaklarken öte yandan Hristiyan Avrupa’nın değerlerini ön plana çıkaran laik eğitim kurumlarında Müslüman halkın çocuklarına zorla Kemalizm, ateizm, Şamanizm inancını benimsetmeye çalışmıştır. Toplumu tümden

zorla söylettirilen “Onuncu Yıl Marşı”ında ki “On yılda 15 milyon genç, yarattık(!) her yaştan”….dizeleri öylesine söylenmiş sözler değildi. Bu söz, toplumsal dönüşümü gözleriyle gören Kemalist zihniyetin zafer sarhoşluğu ile kustuğu sözlerden sadece biriydi. Kemalist rejimin zulümleri bununla da sınırlı kalmadı. Doğu Anadolu Bölgesinde Kürt halkına karşı bilinçli olarak yaptığı ırkçı zulümler bardağı taşıran son damla misali “AYRILIKÇI/SİYASAL KÜRT HAREKETİ’nin yeniden doğmasına zemin hazırladı. İslami değerlerden kopmuş, inanç boşluğuna düşmüş, üstüne üstlük babaları ve dedeleri zulüm üstüne zulüm görmüş genç nesil; bir çıkış yolu ve hayat şansı olarak, PKK’nın (ateist / Marksist ) ideolojik-siyasi dünyasının etkisine kolayca girdiler.

İslami değerlerden kopmuş, inanç boşluğuna düşmüş, üstüne üstlük babaları ve dedeleri zulüm üstüne zulüm görmüş genç nesil; bir çıkış yolu ve hayat şansı olarak, PKK’nın (ateist /Marksist ) ideolojik-siyasi dünyasının etkisine kolayca girdiler. dönüştürmeyi amaçlayan devrim yasaları ve uygulamaları sonucu; 600 yıl İslam’ın sancaktarlığını yapmış bir halkın öz evlatları İslam’dan uzak yetişmiş hatta uzak yetişmekle kalmamış o dönem estirilen küfür rüzgârları neticesinde birçok âliminin torunları dahi azılı İslam düşmanı olmuştu maalesef. Kemalist rejimin bu despotik uygulamaları neticesinde; Allah'tan, Peygamberden, Kur’an’dan, İslam’dan zorla kopartılarak uzaklaştırılan ve uyuşturulan bir nesil/kuşak yetişti. Kendi mabetlerinde Müslüman çocuklarına

32

MART 2016

İşte bu sayede PKK, 40 yıldır saçma sapan gerekçelerle Kürt gençleri ölüme yolluyor. Dağlarda öldürttüğü yetmemiş gibi şimdi de bu gençleri şehirlerde hendeklere gömüyor. Bir kuşağı ölümüne kullanabilmek için derinden etkilemek gerekir. Bunun için de; inanca (ideolojiye), sosyal gerekçelere, güce, paraya, devamlılığa, uydurulmuş efsanelere, heyecan verici kahramanlık öykülerine ihtiyaç vardır. PKK ya da bir başka deyişle PKK’yı kurgulayan üst akıl, bunu başarmıştır. PKK ve HDP gücünü, savundukları davadan değil, kendilerini destekleyen içerideki ve dışarıdaki büyük güçlerden alıyor. Arkasındaki bu devasa güç olmasa PKK’nın Kürtleri rehin alması ya da gençleri elde silah ölüme yollaması bu denli mümkün olamazdı. Kürtlerin önemli bir kesimi PKK tarafından maddi-manevi olarak teslim alınmış vaziyette. Yoksa hiç bir halk, 40 yıldır çocuklarını ölüme gönderen, öldürten bir şebekeye müsaade etmez. PKK, Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de göz göre göre gençleri öldürtürken; etkisi altına


aldığı o insanların hayatlarını korkunç bir vurdumduymazlıkla, dış güçlerin menfaat hesapları adına harcıyor.

Sizler bu yazıyı okuduğunuzda tarihi buluşma

Yazık! Yazık! Batıl bir dava uğruna kurban edilen binlerce genç Can.. Peki, 40 yıldır bu gençlik, adım adım ateizmin, komünizmin, emperyalizmin, Siyonizm’in kucağına itilirken, Şanı yüce Allah’ın tüm insanlık için kurtuluş yolu olarak gönderdiği RAHMET DİNİ İSLAMI onlara doğru bir şekilde ulaştıramayan BİZ MÜSLÜMANLARIN, OLUŞAN BU ACI TABLODA HİÇ SUÇU, GÜNAHI YOK MU ?

bu tarihi buluşmanın ana gündemi; “Ortado-

Kendi iç hesaplaşmalarından dolayı başını bir türlü kaldıramayan, birbirini çekemeyen, dünyevi olarak sınıf atlayan ama uhrevi olarak bir türlü takva sınıfına geçemeyen, sözü ile eylemi bir olmayan, kapı komşusuna dahi tebliğ etmekten aciz olan BİZ MÜSLÜMANLARIN, OLUŞAN BU ACI TABLODA HİÇ SUÇU, GÜNAHI YOKTUR DEMEK, BÜYÜK BİR GÜNAHTIR?

Haçlı Savaşı Başladı

gerçekleşmiş olabilir. Bu tarihi görüşmenin temel konusu sizce ne olabilir? Sizi yormayalım, ğu’daki Hristiyanları, Müslümanların zulmünden(!) kurtarmak için ortak hareket etme zemini oluşturmak”..

Yazık! Yazık! Batıl bir dava uğruna kurban edilen binlerce genç Can.. Peki, 40 yıldır bu gençlik, adım adım ateizmin, komünizmin, emperyalizmin, Siyonizm’in kucağına itilirken, Şanı yüce Allah’ın tüm insanlık için kurtuluş yolu olarak gönderdiği RAHMET DİNİ İSLAMI onlara doğru bir şekilde ulaştıramayan BİZ MÜSLÜMANLARIN, OLUŞAN BU ACI TABLODA HİÇ SUÇU, GÜNAHI YOK MU ?

Tam bin (1000) yıldır Hristiyanların Katolik kilisesi ile Rus Ortodoks kilisesi arasında soğuk savaşlar esiyordu. Hristiyan Katolik dünyası, merkezi İstanbul Fatih’te olan Ortodoks Fener Rum patriği Barthelemeos ile sıkı ilişkiler içerisindeyken, 250 milyon Ortodoks Hristiyan âleminin 165 milyonunu kontrol eden Rusya Ortodoks kilisesini adeta yok sayıyordu. Şuan yeni seçilen Papa 1.Francis, Arjantinli ruhani lider olarak, Amerika ile Küba arasındaki tarihsel gerginliğin sonlanmasını ve iki ülkenin diplomatik ilişki kurmasını sağladı, buna karşılık Küba lideri Raul Kastro da Ortodoks ve Katoliklerin buluşma zeminini oluşturdu. Hristiyan Katolikler İle Rus Ortodoks kilisesi arasında bin yıllık soğuk ilişkiden sonra bir bahar havası esmeye başladı. Katolik papa 1.Francis ile Ortodoks patriği Kirill, 12 Şubat da Küba’nın başkenti Havana da buluşacaklar.

Rusya’nın Vatikan Büyükelçisi Alexander Avdeyev’in açıklamalarından, daha düne kadar “ateist” olan Rus devletinin yeni görevinin “Hıristiyanlığı korumak” olduğunu anlıyoruz. Avdeyev’in açıklamaları şöyleydi; “Batı’nın Rusya’ya karşı düşmanca sürdürdüğü ambargocu siyasete rağmen gerçekleşecek bu buluşma, esasen Rusya’nın Hıristiyanlığın savunulması için sergilediği mücadeleyi taçlandırmaktadır. Bu aynı zamanda Hıristiyan medeniyetine Rus-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

33


ya’nın yaptığı büyük katkıların (Katolikler nezdinde de) onaylanmasıdır”. Putin, Rusya’yı Suriye de savaşa sokmadan önce Rus Ortodoks Patriği Kirill’’in ayağına kadar gitti. Bu ikili görüşmelerin hemen akabinde Rus Ortodoks patriği Kirill şu açıklamaları yaptı; “Rus ordusu Ortadoğu’da ezilen, katledilen ve büyük tehdit altında kalan Hıristiyanları kurtarmak için Suriye’ye gidiyor”. Şuan Rus halkı, Rus ordularının Suriye’de İslam’a karşı savaş ve Hıristiyan medeniyetinin korunması amacıyla bulunduğuna inanıyor.

Putin, Rusya’yı Suriye de savaşa sokmadan önce Rus Ortodoks Patriği Kirill’’in ayağına kadar gitti. Bu ikili görüşmelerin hemen akabinde Rus Ortodoks patriği Kirill şu açıklamaları yaptı; “Rus ordusu Ortadoğu’da ezilen, katledilen ve büyük tehdit altında kalan Hıristiyanları kurtarmak için Suriye’ye gidiyor”. Şuan Rus halkı, Rus ordularının Suriye’de İslam’a karşı savaş ve Hıristiyan medeniyetinin korunması amacıyla bulunduğuna inanıyor. Nitekim Rus Ortodoks Kilisesi kıdemli metropoliti Hilarion, “Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde radikal İslamcıların Hıristiyanlara karşı geliştirdikleri soykırımcı saldırılara karşı Papa ve Patrik’in buluşması ortak mücadele yollarını açacaktır” açıklaması da olayın tuzu biberi oldu.

34

MART 2016

Nitekim Rus Ortodoks Kilisesi kıdemli metropoliti Hilarion, “Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde radikal İslamcıların Hıristiyanlara karşı geliştirdikleri soykırımcı saldırılara karşı Papa ve Patrik’in buluşması ortak mücadele yollarını açacaktır” açıklaması da olayın tuzu biberi oldu. Bu gelişmeler şunu gösteriyor; Hristiyan âlemi kendi içinde ki fitne, ihtilafları ve çekişmeleri bir kenara bırakarak İslam’a karşı güçlerini birleştirme yoluna gidiyorlar.

Rusya’nın soyunduğu yeni rol Putin, bölgeye gönderdiği askerleriyle, masum sivil Müslümanları alçakça öldürme işini ABD, İngiltere, İsrail ve Fransa’dan devralmış durumda. Artık onlar adına katliam yapan bir Rusya var. Rusya bunu, Suriye’de kendine ait veya bağlı bir devlet kurmak için yaparken, dünyaya da “Hıristiyanların koruyucusu” görüntüsü vermeye çalışıyor.

ABD, NATO ve Rusya Elele PYD/PKK, bir süredir Halep’in kuzeyinde Türkiye sınırında güvenli bölge ilan edilmesi planlanan Azez-Cerablus hattında iki yönlü ilerlemeye çalışıyor. PYD/PKK , 27 Aralık’ta ABD uçaklarının hava saldırısının ardından Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajı’nı İŞİD’ten geri almıştı. PYD’nin nehrin batısında Halep’e bağlı Mümbiç kasabasını alabilmesi için, hava desteğine ihtiyacı var. PYD/PKK, hava desteği olmadan bu bölgede bir adım dahi ilerleyemez. PYD öncülüğündeki güçler bölgede yığınaklarına devam ederken ABD ve NATO Türkiye’nin sert uyarıları sebebiyle PYD/PKK’ya hava desteğini ertelemişti. Stratejik ve derin müttefik(!) ABD ve NATO eliyle, Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin yıkılması demek, ABD ve NATO ilişkilerinde onarılması çok zor olan derin yaraların açılması demekti. Hem ABD, hem Avrupa, hem de İsrail; Türkiye sınırında ateist bir Kürt devleti kurulması-


nı istiyor. Bunun başarılabilmesi için PYD/ PKK’nın hava desteği alması şart. Hava desteği olmadan pyd/pkk’nın orada uzun süre barınabilmesi mümkün değil. ABD veya NATO ülkeleri PYD’ye hava desteği verirse, ittifak ülkesi Türkiye bu durumu bir ihanet gibi algılayarak ülke sınırları içindeki ABD ve NATO askeri üslerini ve diğer stratejik birimlerin faaliyetlerini geçici olarak durdurma kararı alabilir. Peki, o zaman ne yapılacak?

Şeytanca bir plan devreye sokuldu 1.Türkiye, “şayet pyd/pkk Fırat’ın batısına geçerse müdahale ederiz” diyor. 2.PYD/PKK ‘nın Fırat’ın Batısına geçerek Kürt kantonlarını birleştirebilmesi için Hava desteği şart. 3. ABD ve NATO bunu çok istemelerine rağmen Türkiye ile askeri ve stratejik müttefik (!) oldukları için bunu açıktan yapamıyorlar. O zaman, ABD’nin de NATO’nun da dışında olan ve Türkiye’nin de fazla ses çıkaramayacağı Rusya bu işi yapabilirdi. Fakat hızlı hareket edilmesi gerekiyordu. Çünkü Türkiye, ulusal çıkarları gereği her an diğerlerinin de bahane ettiği İŞİD’i bahane ederek Azez-Cerablus sınır

hattına girebilirdi. Rusya’nın bölgede olması da Türkiye’nin bu bölgeye girmesine engel değildi. Çünkü TÜRK -RUS ilişkileri gayet normaldi. Nasıl ki Rusya, IŞİD’i temizleyeceğim bahanesiyle Suriye’ye girmişse pekâlâ Türkiye de kendi sınırlarına komşu olan İŞİD’i temizleyeceğim mazeretinin arkasına sığınarak bölgeye girebilirdi. Buda ABD, Avrupa ve İsrail’in planlarının suya düşmesi demekti. Dolayısıyla geriye tek bir çare kalıyordu, o da; çok büyük bir hadiseden dolayı Türkiye –Rusya ilişkilerinin bozulması. İşte tam bu noktada uçak düşürme olayı devreye sokuldu. Rusya sanki böyle bir şeyin olmasını bekliyormuşçasına ardarda sert açıklamalar yaptı. Hemen aka binden Rusya, askeri uçaklarının güvenliğini bahane ederek S-400 hava savunma füzelerini 1 hafta içinde sınır bölgesine kurdu ve “Türkiye’ye ait savaş uçaklarının Suriye sınırlarını ihlal etmesi durumunda kesin düşüreceklerini” ilan etti. Şuan Türkiye, savaş uçaklarının burnunu dahi sınırın öte tarafına sokamıyor. Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var; S-400 Füze sistemlerinin teknik kurulumu üç haftadan önce bitirilemezken uçak hadisesinden sadece 7 gün sonra S-400 Hava savunma sistemi kurulmuştu. Buda gösteriyor

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

35


ki, Suriye sınırını Türkiye savaş uçaklarına kapatabilmek için hazırlıklar çok daha önceden başlamıştı. Uçak düşürme hadisesi bunun sadece kılıfı oldu. ABD ve Avrupa “Rusya delidir, ne etse yeridir, sözümüz geçmiyor” modunda. Türkiye bu mesajı çok iyi almış durumda. Çaresizlik içinde çareler üretmeye çalışıyor. Nitekim bu gelişmelerin ardından, ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’le mücadele için kurulan koalisyondaki Özel Temsilcisi Brett McGurk ile İngiliz ve Fransız diplomatlar şubat ayı başında Kobani’de, PYD/PKK ile görüştü. Bu görüşmenin sabahında ise Rusya, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Fırat’ın batısında ilerleme çabaları için destek vermeye başladı. Nehrin batısındaki Mümbiç kasabası, ağır Rus bombardımanı altına alındı. ABD ve Avrupa, her dönem Rusya’yı büyük bir tehdit ve düşman görürken şuan Suriye de Rusya’nın açık işgaline rağmen niçin sessiz kaldığını anlamak için bu kutsal(!) ittifakın farkında olmak gerekir. İş, Müslüman kanı dökmek olunca tüm düşman kâfirler bir araya toplanıyor.

36

Şimdi bu projenin son halkasındayız. Dininden, birliğinden, dirliğinden, ahlakından, özünden, örfünden koparılmış bu millete son bir darbe vurabilmek için tüm kâfirler birleşmiş durumda. Nihai hedefleri; o gün yutamadıkları bu toprakları yutmak ve çok eskilerde olduğu gibi tekrar bu coğrafya yı Hristiyan aleminin parçası yapmak.. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Mehmet Akif Ersoy tarafından yazıldı. Bugünkü durumdan ne farkı var değil mi? O gün de Müslümanlar birbirine düşmüş/düşürülmüş ve hilafetimiz yıkılarak devletimiz elden gitmişti. Ardından İngiliz projesi devreye sokularak başsız, devletsiz ,halifesiz bırakılan Ümmeti Muhammedîn torunları şimdi İslam’a

EY Müslümanlar!!!!

düşman edildi. İsimlerimiz Müslüman kaldı

“Artık Allah için birbirimizle uğraşmaktan vaz geçelim. Artık bu fırkalara, bu melun tefrikalara nihayet verelim. Biliyorsunuz ki şarkta, garpta, şimalde, cenupta ne kadar Müslüman varsa hepsi mahkûm! İşte o zavallıların da dinlerini muhafaza edebilmeleri de, şu devlet sayesindedir. Maazallah şu son Müslüman devleti de de yıkılacak olursa Rusya’daki, Çin’deki, Hind’deki Cava’daki velhasıl dünyanın her yerindeki yüzlerce milyon Müslüman artık dinine sahip olamayacak. O zaman biz yalnız kendi derdimizi değil, dört yüz milyon ibadullahın(müslümanın) vebalini de yükleneceğiz. Ne dünyayı görecek gözümüz, ne huzur-u Rabbül’alemine çıkacak yüzümüz kalmayacak.”

ama yaşantımız gâvurlaştı.

Yukarıdaki bu sözler bize ait değil. Bu sözler, bu yakarış kim tarafından ve ne zaman yazıldı biliyor musunuz? Bugün yazılmadı. Bundan tam 101 sene önce Kasım 1914’te, Birinci

için çarpışan bir avuç mücahit için bari gece-

MART 2016

Şimdi bu projenin son halkasındayız. Dininden, birliğinden, dirliğinden, ahlakından, özünden, örfünden koparılmış bu millete son bir darbe vurabilmek için tüm kâfirler birleşmiş durumda. Nihai hedefleri; o gün yutamadıkları bu toprakları yutmak ve çok eskilerde olduğu gibi tekrar bu coğrafya yı Hristiyan aleminin parçası yapmak.. Allah bu mazlum ümmetin yar ve yardımcısı olsun. İzliyoruz, sadece izliyoruz. Bir gece ansızın kapımızı çalacakları günü bekliyoruz. Ümmeti Muhammed’in; şerefi, onuru, izzeti leri dua edelim.. Allah’a emanet olunuz. Esselamu aleykum.


KUR’ÂN’IN GÖLGESİNDE

Zafer Mert

Namazı Hûşû İle Kılmak ‫ين ُه ْم ٖفى َصلَاتِ ِه ْم‬ َ ‫َق ْد اَ ْف َل َح الْ ُم ْؤ ِم ُنو َن اَلَّ ٖذ‬ ِ ‫َخ‬ ‫اش ُعو َن‬ “Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (1)

İ

nsanın Yüce Yaratıcısı ile irtibatını düzenleyen ve bu irtibatın canlı tutulmasını sağlayan ibadet, niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve Yüce Allah’a yakınlaşmayı sağlayan özel itaat halidir. (2) İslâm inancında Allah’a yakınlaşmayı ve O’na yükselmeyi sağlayan ibadetlerin en başta geleni namazdır. Bu hususiyetleri ile namaz diğer ibadetlere göre daha öne çıkmış, “Dinin direği” ve içinde bulunan bir rükün olan secde de “Kulun Allah’a en yakın olduğu hal” olarak nitelendirilmiştir. Namaz kılmak her mükellef Müslümanın en başta gelen görevlerindendir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve sünneti seniyyede namazın kılınış şekliyle beraber manası, ruhu ve gayesi üzerinde durulmuştur.

Namaz hususunda öncelikle namazın ruhu durumunda olan hûşû konusu üzerinde durulmalıdır. Müslümanlara günün belirli periyotlarında kılmaları emredilen namazla ilgili ayetlere (3) bakıldığı zaman farziyetinin hikmeti, suç ve fenalıklardan alıkoymak, Allah’a yaklaştırmak, kulluk şuurunu taze tutmak gibi şekillerde ortaya konulmaktadır. Günümüzde namazın kılınış gayesinden ve öğreteceği sorumluluk bilincinden çok şekli yönüne ağırlık verilmekte yer yer hûşû kısmı ihmal edilmektedir. Oysa birey ve toplum olarak kurtuluşumuzun yolu namazlarımızı hakkıyla kılmaktan geçmektedir. Dinin temeli namaz diye ifade edildiğine göre bozuk temele sağlam bina inşa edilemez. Dolayısıyla namazın şekli ile beraber ruhu ma-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

37


hiyetinde olan ve ayette övgüye mazhar olan hûşû kavramı iyi anlaşılmalıdır ve namaz kılan her müminin hedefi de bu hûşûya ulaşmak olmalıdır. Hûşû sözlükte “başı öne eğmek, gönülden yalvarmak, alçak gönüllü olmak, mütevazı ve itaatkâr olmak, sessiz ve sakin durmak, tevazu

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (4) ayeti ile gerçek kurtuluşa ereceklerin özellikleri sıralanırken ilk sırada namazı huşua riayet ederek kılanların zikredilmesi namazda huşuun önemini göstermesi bakımından dikkate değer bir husustur. Aynı zamanda bu ayet, huşuun terk edildiği bir namazın, vaat edilen kurtuluşu sağlamayacağına da delalet eder. Huşu olmadıktan sonra namaz, anlamsız hareketlerden ibaret kalır. Bu ayette geçen hâşiûn “‫اش ُعون‬ ِ ‫ ” َخ‬ifadesi, bedenin olduğu kadar kalbin de bir durumudur. Kalbin huşuu korkması, bedenin huşuu ise, gözün secde mahalline bakması, namazla ilgisi olmayan her şeyden yüz çevirmesi, namazda sağa sola bakmaması, ihlaslı olarak Allah’ın huzurunda durma, kalp yumuşaklığı ve vücut azalarının lüzumsuz hareketlerden uzak tutulması olarak tefsir edilmiştir.

38

MART 2016

ile hakka boyun eğmek; yumuşaklık, kolaylık” gibi anlamlara gelip çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruşu ifade eder. Namazda hûşûun kalbî boyutu ve bedene yansıyan yönleri vardır. Hûşûlu bir şekilde namaz kılmayı amaçlayan bir kimsenin zâhirî ve bâtınî bir takım şartları yerine getirmesi gerekmektedir. Zahirî (dış) şartlar; başın öne eğilmesi, kıyamda gözlerin secde mahalline odaklanması ve secde mahalli dışında bir yere bakılmaması, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, oturuşta kucağa, selam verirken sağ ve sol omuz başlarına bakılması, kıyamda saygının bir göstergesi olarak sağ elin sol el üzerine konulması, Kur’an’dan okunanların huzur içinde dinlenilmesi bunlardan bir kaçıdır. Hûşûun batıni (içsel) şartlarına gelince; kişinin Allah’tan korkup, O’nun karşısında kendini küçük görerek kalbini mümkün olduğunca namaz dışı düşünce ve fikirlerden arındırması, Allah’a tazim dışında her şeyi terk etmesi, Yüce Allah’ı görmese de O’nun kendisini görüp bildiğini düşünerek dünyevi ilişkilerden kurtulmaya çalışarak ihsan mertebesinde olması bunlardan bir kısmıdır.

Namazda Hûşûun Önemi Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (4) ayeti ile gerçek kurtuluşa ereceklerin özellikleri sıralanırken ilk sırada namazı hûşûa riayet ederek kılanların zikredilmesi namazda hûşûun önemini göstermesi bakımından dikkate değer bir husustur. Aynı zamanda bu ayet, hûşûun terk edildiği bir namazın, vaat edilen kurtuluşu sağlamayacağına da delalet eder. Hûşû olmadıktan sonra namaz, anlamsız hareketlerden ibaret kalır. Bu ayette geçen hâşiûn “‫اش ُعون‬ ِ ‫ ” َخ‬ifadesi, bedenin olduğu kadar kalbin de bir durumudur. Kalbin hûşûu korkması, bedenin hûşûu ise, gözün secde mahalline bakması, namazla ilgisi olmayan her şeyden yüz çevirmesi, na-


mazda sağa sola bakmaması, ihlaslı olarak Allah’ın huzurunda durma, kalp yumuşaklığı ve vücut azalarının lüzumsuz hareketlerden uzak tutulması olarak tefsir edilmiştir. Bir seferinde namazda sakalı ile meşgul olan bir adamı gören Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanın ruhu ile vücudu arasındaki irtibata işaretle “Şayet bu şahsın kalbi hûşû içinde olsaydı elbette organları da hûşû (derin saygı) içinde olurdu” buyurmuştur. Dolayısıyla hûşû insanın hem ruhen yaşadığı psikolojik bir durumu hem de bedenen bazı tezahürleri çağrıştırır. İbadetler yerine getirilirken sevgiyle, gönülden, isteyerek yapıldığı zaman kişinin ruhen ve manen ilerlemesine yardımcı olur, aksi takdirde, sıradan bir emri yerine getirir gibi, kişilere fazladan bir külfet gelir ki, bu ibadetlerin temel esprisine aykırıdır. Elmalılı’nın ifadesiyle “İkrah ile yapılan amelde dinin vadettiği sevap bulunmaz, rıza ve hüsnü niyet bulunmayınca hiçbir amel ibadet olmaz... Dinen talep edilen şeylerin hepsi ikrahsız, hüsnü niyet ve rıza ile yapılmalıdır…” (5)

Namazda Hûşûu Sağlayacak Durumlar Hûşû, kalpte oluşan derin sevgi ve saygıdan kaynaklanan, dışarıdan bakıldığında da tezahürleri görülebilen, yapmacık olmayan, içten gelen tabiî bir sükûnet, gönülden boyun eğiş ve severek itaat halidir. Hûşû içerisinde kendisini ibadete veren kişinin zihinsel olarak da bu işe odaklanması söz konusudur. Namaz öncesi, namaz esnasında ve sonrasında hûşûu sağlayacak bazı önlemler alınabilir. Hz. Peygamber “Hiçbir Müslüman yoktur ki; farz bir namazın vakti geldiğinde o namazı güzelce bir abdest alarak hûşû ile kılsın da büyük günah işlemedikçe o namaz ondan önceki günahlarına kefâret olmasın. Bu her zaman için böyledir” (6) buyurarak mükemmel bir namazın güzel bir abdestle başlayıp, hûşû içinde edâ edilmesi ile sağlanacağını ifade etmiştir.

Hûşûun sağlanmasında şu hususlara dikkat edilmesi önem arz etmektedir: 1- İslâm’ın şiârı olan, kurtuluşu müjdeleyen ezanı duyan kimse kıyamet günündeki davetin dehşetini düşünmeli ve ezanı bu anlayışla dinlemelidir. 2- Mümkün olduğunca namaz vakti girmeden önce farz, sünnet ve âdabına riayet ederek abdest alıp ezan beklenmelidir. 3- Namaz kılınacak mescidin, odanın, elbisenin temiz olması kadar hûşûa engel olmaması için sade olması da önemlidir. Çünkü namaz kılanların kalplerini meşgul edecek şekilde mescidin mihrabını veya duvarlarını nakışlamak mekruhtur. 4- Namaz kılanın dikkatinin dağılmaması için önünden birilerinin geçişini önlemek amacıyla mihraba yakın durulması, mihrabın olmadığı yerlerde duvara yakın bir yere durulması, bu da mümkün değilse ön tarafa sütre konulması hûşûun gereğidir.

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

39


5- Namaz kılan sadece bedenle Kâbe’ye yönelmekle kalmayıp namazın mi’rac olduğu düşünülerek kalben Allah’a yönelmelidir. İnsan neye niyet etmişse kalbi ona hazırlanır. Bu da namazda Allah’ın dışındaki şeylerle alakayı kesip bütün kalbiyle Allah’a yönelmekle olur. Ayrıca bu durumun hem şeklen hem manen namaz sonuna kadar muhafaza edilmesi gerekir ki bir sonuç alınabilsin. 6- Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in namaz kılma şeklini güzel bir şekilde öğrenip namazını Hz. Peygamber gibi kılmaya özen göstermelidir. Allah’ın bütün emir ve yasakları karşısında fevkalade hassasiyet gösteren Peygamber Efendimiz (s.a.s.), namazı dosdoğru kılma hususunda da son derece dikkatli idi. Kıyamından kıraatine, rükûundan secdesine, iki secde arası oturuşundan teşehhüdüne kadar bütün rükünleri itidâl ve sükûnetle ikâme ederdi. O, “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın!” (7) buyurmak suretiyle namazı dosdoğru kılma hususunda ashabına –dolayısıyla ümmetine- en güzel rehberdi. 7- Namaz kılan için niyet, Allah’ın namazı

en güzel şekliyle yerine getirme hususundaki emrine icabet etme ve bu emri yerine getirme noktasındaki kararlılığı başlamadan önce kibir, riyâ gibi ibadetleri Allah katında değersiz hale getiren şeylerden kaçınmalıdır. 8- Namazı ta‘dîl-i erkâna riayet ederek kılmak. Özellikle günümüzde hızlı namaz kılınmakta ve ta‘dîl-i erkân ihmal edilmektedir. Zira kimilerinin namaza durmasıyla birlikte hemen rükûa varması, daha tam doğrulmadan secdeye kapanması, iki secde arası oturmayı tam yapmadan diğer secdeye gitmesi bir olmaktadır. Oysa kıyam, kıraat, rükû, secde, oturuş ve bunların arasındaki rükünlerde itidâl şarttır. Aksi takdirde usûl ve adabına uygun namaz kılınmış olmaz. Bu itibarla Hz. Peygamber (s.a.s.), horozun yemi hızlı hızlı gagalaması gibi namaz kılmaktan men etmiştir. (8) Ayrıca şu uyarılarda bulunmuştur: “Rükû ve secdeleri tamamlayın!” (9) “Rükû ve secdelerinizi güzel yapın!” (10)“Sizden biriniz rükû ve secdelerde belini tam olarak doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz.” (11) Namazın acele ve hızlı kılınması, kıyam, kıraat, rükû, kavme, secde ve celse gibi rükünlerin noksan yapılmasına, diğer bir ifadeyle ta‘dîl-i erkânın ihmâl veya ihlâl edilmesine sebep olabilir. Bu ise namazın sevap ve faziletini azaltabilir. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur: “Kişi vardır, namazını kılar bitirir de kendisine namazın sevabının ancak onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri yahut yarısı yazılır.” (12) Allah’ın emrini yerine getirme ve yine O’nun rızasını kazanma maksadıyla kılınan namaz, usûl ve erkânına riayet edilmediği takdirde neticesiz ve boş bir fiile dönüşebilir. Üstelik sahibinin üzerinde borç olarak kalabilir. Dahası, ahirette sahibinden davacı olabilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem böylesine kötü duruma düşmekten bizi şöyle sakındırır: “Hûşû içinde kılınmayan, rükû ve secdeleri tam olarak

40

MART 2016


yerine getirilmeyen namaz (ahirette) simsiyah zifiri bir karanlık halinde ortaya çıkacak ve sahibine ‘Senin beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!’ diyecektir. Allah’ın dilediği zaman gelince böyle kılınan namazlar, eskimiş elbise (paçavra) gibi dürülüp sahibinin suratına çarpılacaktır.” (13) Alelacele kılınan namazda rükünler noksan olmakta, hatta bundan daha vahimi, namazdan çalma, yani namaz hırsızlığı vuku bulmaktadır. Zira Rasûlullah (s.a.s.) “Hırsızlığın en kötüsü, namazından çalmaktır.” buyurmuş; sahabiler “Ey Allah’ın Resulü, kişi namazından nasıl çalar?” diye sorduklarında, “Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz.” cevabını vermiştir. (14) Esasen ta‘dîl-i erkâna riayet edilerek kılınan namaz ile riayet edilmeden kılınan namaz arasında sadece birkaç dakika fark vardır. İbadetin makbul olabilmesi için gerek farzların gerekse sünnetlerin hakkının verilmesi, bütün rekât ve rükünlerin itidâl, itina, ciddiyet, hûşû ve sükûnet içinde ikâme edilmesi gerekmektedir. Ta‘dîl-i erkâna riayet edilmeden acele kılınan namaz, Rabbimizi gücendirir, Şeytanı sevindirir. “Teennî (temkin ve sükûnetle hareket etmek) Rahman’dan; acele ise Şeytandandır.” (15) hadisi bu gerçeği ifade eder. Zira Şeytan, secde etmekten imtina ettiği gibi, insanların da secdeden ve namazdan uzak kalmalarını ister. Hatta bütün gücüyle namazında ve niyazında olan insanlarla uğraşır. Onları ibadet ve tâatten alıkoymaya çalışır. Şayet buna gücü yetmezse bu defa namazdaki hûşû, huzur, usûl ve erkânın ihlaline çalışır. Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde bu gerçeğe şöyle işaret buyurur: “Şeytan, ezan okunur ve kamet getirilirken bunları duymayacağı uzak yere doğru yellenerek kaçar. Sonra geri döner ve namaz kılan kişi ile kalbi arasına girer. Ona ‘Şunu hatırla, bunu düşün’ diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki buna kapılan kişi, kaç rekât kıldığını (ve ne okuduğunu) bilemeyecek hale gelir.” (16) 9- Tekbirden önce, “Ben yüzümü tamamen,

Allah’ın emrini yerine getirme ve yine O’nun rızasını kazanma maksadıyla kılınan namaz, usûl ve erkânına riayet edilmediği takdirde neticesiz ve boş bir fiile dönüşebilir. Üstelik sahibinin üzerinde borç olarak kalabilir. Dahası, ahirette sahibinden davacı olabilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem böylesine kötü duruma düşmekten bizi şöyle sakındırır: “Huşû içinde kılınmayan, rükû ve secdeleri tam olarak yerine getirilmeyen namaz (ahirette) simsiyah zifiri bir karanlık halinde ortaya çıkacak ve sahibine ‘Senin beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!’ diyecektir. Allah’ın dilediği zaman gelince böyle kılınan namazlar, eskimiş elbise (paçavra) gibi dürülüp sahibinin suratına çarpılacaktır.” (13)

gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben Ona ortak koşanlardan değilim!”, “De ki: “Benim namazım, ibâdetim, hayâtım ve ölümüm hep âlemlerin Rabb’i Allâh içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.” gibi duaları okuyarak namaza başlamalıdır. 10- Kıyam Allah’ın huzurunda saygı ve sevgi duyguları içerisinde ayakta duruştur. Kişi namaza niyetlenerek ayağa kalktığında kalbi onun âlemlerin Rabb’i için ayakta durduğuna şehadet eder. 11- Namaza başlama tekbiri alan kimse “Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddi düşünceleri, Hakk’ın dışındaki her şeyi elimin

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

41


42

tersiyle arkaya atıyor ve Yüce Allah’ın huzuruna çıkıyorum.” demek istemektedir. Tekbir ile Allah’ın en büyük olduğunu ifade eden kişi, Allah’ın her şeyden yüce olduğunun şuurunda olmalıdır. Bunu dil ile söylerken kişi kalbinde dünyada yüksek konum ve statü sahibi olan kişilere Allah’tan daha büyük değer veriyorsa o kişi Allah’ın büyüklüğünü tam olarak kavrayamamış demektir.

adeta kendisini aslında yaratılmış olduğu top-

12- Kişi yaşayarak namaz kılmalı, diliyle söylediğine ve bedeni ile yaptığı davranışa kalbi iştirak etmelidir. Müslüman namazda okuduklarını anlamaya çalışmalı, namazı ebedî olan âhiret nimetlerine ulaştıran bir vesile olarak görmeli, gafletin Allah’ı zikre aykırı bir durum olduğunun bilincinde olmalıdır.

pılacak olan rükû ve secde namazda hûşûun

13- İbadetler aynı zamanda kulun Rabb’ine duyduğu ta’zim hislerinin bedenen ifade edilişidir. Namazdaki rükû ve secde, Yüce Allah’a boyun eğme, O’nun büyüklüğünü itiraf etmenin fiilî şeklidir. Bu durumda namaz kılanın kalbi yumuşar, hûşûu tazelenir, Mevlâ’nın yüceliğinin farkına varmaya çalışır. Bu arada dilinin söylediğini kalbin doğrulaması için Allah’tan yardım dilenir. İşte bir kul, Allah’ı tesbih etmek ve O’nun yüceliğine şahitlik etmek anlamında “sübhâne rabbiye’l-azîm: Yüce Rabb’im seni tesbih ederim.” der. Bunun, kalbinde de yer etmesi için tekrar eder. Sonra başını rükûdan kaldırırken daha önce söylediğini tekit için “semi’allâhu limen hamideh: Allah hamd edenin hamdini işitir.” der. Bu, Allah şükredenin şükrüne karşılık verir demektir. Sonra Allah’ın kendisine verdiği nimetlere “Rabb’enâ leke’l-hamd: Rabb’imiz hamd sanadır.” diyerek tekrar Allah’a şükrünü ifade eder. Çünkü Allah’ın kulu hidâyete erdirmesi ve şükre muvaffak kılması da büyük bir nimettir. Daha sonra emre boyun eğmenin son noktası olan secdeye kapanır ki, kişinin en şerefli ve duygularının hepsinin bir arada bulunduğu uzvu olan yüzünü en zelil olan toprağa koyarak kendisi ile toprak arasında bir engel bırakmaz. Secde ile

hunu ve benliğini namaza verebildiği ölçüde

MART 2016

rağın yerine koyar ve burada Rabb’inin yüceliğini “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” diyerek tekrar yineler. Bütün bunlarda kulun tekebbürü bırakarak secde ile Rabb’i karşısındaki acziyetini ortaya koyar. Sonra edeple teşehhüde oturur, anlamlarını düşünerek tahiyyat ve naslarda geçen diğer duâları okurken mîracı gönlünde canlandırmaya çalışır. İşte bu özelliklerde yasağlanmasına yardımcı olur. Dinin direği ve müminin miracı olarak nitelendirilen namaz, günlük hayatımızın her safhasında yer alan en önemli ibadettir. İbn Kesir’in dediği gibi, “Dinin kelime-i şahadetten sonra en şerefli rüknü, namazdır.” İnsan, bütün ruonu en güzel şekliyle eda edebilir. Rabbim kendi katında makbul olan ve hûşû ile kılınan namazlar nasip eylesin. -------------------------

1. Müminun, 1-2. 2. Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul, ts. I, 95. 3. Bk. Bakara 2/152-153; Taha 20/14; Ankebut 29/45. 4. Müminun, 1-2. 5. Yazır, Hak Dini, II, 861. 6. Muslim, Taharet, 7; Darimi, Salat, 9. 7. Buharî, Ezan 18. 8. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 265 9. Buharî, Eymân 3. 10. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 234. 11. Tirmizî, Salât 196, Ebû Dâvud, Salât 143; Nesaî, İftitâh 88. 12. Ebû Dâvud, Salât 124. 13. Taberanî, el-Mu’cemu’l-evsat, VII/183. 14. Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, Kasru’s-salât 72. 15. Tirmizî, Birr 66. 16. Buharî, Sehv 6.


NEBEVÎ NASİHATLER

M. Sabri Yücel

Ateşlerde İbrahim’in Sularda Musa’nın Karanlıklarda Yunus’un Her Zaman ve Zeminde Z Müminlerin Umudu:

Dua

ِ ‫عن ال ُّن ْع‬ ِ ‫مان ْبنِ بشي ٍر‬ ‫بي‬ ِّ ‫ َعنِ ال َّن‬، ‫رضي اللَّه ع ْن ُهما‬ ‫ُّعاء ه َو ال ِع َباد ُة‬ َ ‫َصلّى الل ُه َع َل ْي ِه‬ ُ ‫ « الد‬: ‫وسلَّم َقا َل‬ ‫ رواه أبو داود والترمذي وقالا حديث حسن‬. » ‫صحيح‬ Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dua ibadettir.” (2)

âtı ile kâim olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan yegâne varlık Allah azze ve celle’dir. O’ndan başka her şey varoluşunda, varlığını devam ettirmesinde hep muhtaç konumdadır. İnsanoğlu da O’nun yarattığı bir varlıktır ve muhtaçtır. İnsanın kendisini müstağni görmeye çalışması beyhude bir çaba ve acziyetini ispat ile neticelenmesi muhakkak bir durumdur. Söz gelimi Firavun, kendi mülkü ve tasarrufu altında olduğunu iddia ettiği sular tarafından boğulmuş ve âleme ibret bir şekilde acizliği ömrünün son anında bile bütün gerçekliğiyle hissetmiştir. İnsanın yeryüzünde taşkınlık yapmasının sebebini de “kendini müstağni görme” hastalığı ile izah etmiyor mu ilk inen surenin ayetleri? “Hayır! Doğrusu insan azgınlık eder. Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.” (Alak 6-7) İnsan muhtaç bir varlıktır ve bu ihtiyaç halini kimi zaman iliklerine kadar hisseder. Varoluş safhasından dünyadaki vazifesini tamamlayıp yaptıklarının hesabını vermek üzere Rabbinin katına çıkıncaya kadar hep bir şeylere muhtaç olarak hayatını devam ettirir. Çeşitli merhaleler-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

43


den geçerek Allah celle celâluh’un eşsiz kudretine delalet eden bir ayet haline gelen insanoğlunun, Kur’an-ı Kerim’de anlatılan yaradılış evrelerinden biri de; bir parça et halinden sonra kemik yani iskelet şekline büründürülüp daha sonra o kemik yapının et ile kaplanmasıdır. “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kap-

ladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıpyaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minûn 12-14) İnsan vücudunun fonksiyonlarını gerektiği gibi devam ettirmesi, yaradılışında var olan sistemin sağlık ve mevcudiyeti ile alakalıdır. Vücudun bir kütle olarak ayakta durabilmesi ve çeşitli hareketleri irade doğrultusunda icra etmesi, ayet-i kerimede özellikle vurgu yapılan kemiklerin varlığı ile mümkündür. Bütün bir bedenin yükünü kemiklerden oluşan iskelet yapı üstlenmiştir adeta. Bu açıdan son derece önemli ve ihmale gelmeyecek nimetler cümlesindendir. Özellikle tekniğin gelişmesi sayesin-

44

MART 2016

de hepimizin duyduğu, bildiği konulardan biri de şudur: İnsan vücudunun ayakta durması için son derece mühim olan iskelet yapıdaki kemiklerin iç kısmında bulunan ve kemik iliği (Medulla ossea) diye adlandırılan dokular, vücut ağırlığının ortalama %4’ünü oluşturmaktadır. Azımsanacak gibi gözüken bu oran, kemiklerin ve bütün vücudun işlevini yürütmesi için son derece önemlidir. Kemik iliğinde meydana gelecek ufak bir arıza, koca bir cüsseyi işlevsiz bir hale getirebilecektir. Vücut denilen bünyeyi ayakta tutan ana yapı, son derece azımsanacak bir yer işgal eden iliklerdeki sorundan dolayı gerekli fonksiyonlarını icra edemez hale gelebilmektedir. Yani insanoğlu ayakta durabilmek için kemik yapıya muhtaç olduğu gibi bu kemiklerin yararlı olabilmesi için sağlıklı iliklere muhtaçtır. Bizler yaradılış gayesi ibadet olan insanlar olarak Rabbimize kulluğa muhtacız, O ise es-Samed’dir, O’nun hiçbir şeye muhtaç olması düşünülemez. Bizler, kendi ihtiyacımız için ibadet ederiz. Bu açıdan ibadet, hayatta olmamızın da sebebi ve gerekçesidir. Teşbihi caiz ise, ibadetleri insan vücudundaki iskelet yapıya benzettiğimizde manevi bünyemizin ayakta durması ibadet ile mümkündür. Bu sebeple ibadetsiz, zikirsiz, Kur’an tilavetinden uzak kimseleri ölü veya yıkılmış, harap olmuş olarak tasvir etmektedir âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu elçi. İbadet etmeyen, yatalak ve kötürümdür manevi açıdan. Maneviyat âleminde dik duruşumuzun sembolü olan ibadetlerimiz, gönül dünyamızın ana ve temel yapısını oluşturmaktadır. Ne var ki, ibadetlere ruh veren ve onların asıl vazifelerini icra etmesine vesile olan şey; ibadetlerde bulunması gereken özdür yani yine ifade uygun olacaksa şayet, iliktir. Öz ve iliğin kusuru koca bir iskeleti kemik yığınına çevirdiği gibi ibadetlerde bulunması gereken ilik ve öz kaybolduğunda ibadetlerde asli fonksiyonlarını icra edemeyeceklerdir. Beyyine Suresi’nde âlemle-


rin Rabbinin azarlamasına muhatap olan ehl-i kitabın ilk kusuru, ibadetlerdeki özü kaybetmeleri olarak belirtilmiştir. Buna bağlı olarak özü kaybedenler zamanla ibadetleri de kaybeder olmuştur. (1) İbadetlerin aslı ve özü, kulun kendisini Allah’a muhtaç hissetmesidir. Bu muhtaçlığın tezahürü de hiç şüphesi duadır. Bu konu, Mü’min Suresi’nin 60. ayet-i kerimesinde hiçbir izaha yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde anlatılmıştır. Kullarının yaradılış maksadını ibadet olarak tayin eden Allah azze ve celle, bu ayet-i kerimede dua-ibadet ilişkisine dikkatimizi çekmiş ve her ikisinin ayrılmaz bir parça gibi olması gerektiğini beyan etmiştir. Kullarından kendisine dua etmelerini emreden Rabbimiz, dua etmeyenleri ibadet etmeyenler olarak vasıflandırmış ve korkunç sonlarını bizlere haber vermiştir. “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” Bugün bizim derdimiz ve sorunumuz budur. Bacakları uyuşana kadar TV, internet vs. başından ayrılmayan ama Rabbinin huzurunda üç-beş dakika diz çökmeyi aklından bile geçirmeyen sözüm ona Müslümanlardır asıl sorun. Derdine derman bulmak için gecesini gündüzüne katarak o hastane bu hastane, o şehir bu şehir belki o devlet bu devlet demeden koşturanların, geceleyin gönülleri yorulana kadar Rableri ile hasbıhal edememeleridir gerçek problem. Duayı hakkıyla takdir edememektir bizim derdimiz. Oysa dua, kâinatta cari olan kurallara bile aldırış etmeden Allah’tan dilemek ve istemektir. Zira varlık âleminde geçerli olan kuralların belirleyicisi olan Allah, kendisine dua eden kullarının hatırına bu kuralları işlevsiz hale getirmektedir kimi zaman. Ateş yakar kural gereği ama İbrahim açarsa ellerini dua ile ateş bile serinlik vermeye başlayan nimete dönüşür Allah’ın dilemesiyle. Firavunu su boğar evet, zira su boğup öldürebilecek

Bizler yaradılış gayesi ibadet olan insanlar olarak Rabbimize kulluğa muhtacız, O ise es-Samed’dir, O’nun hiçbir şeye muhtaç olması düşünülemez. Bizler, kendi ihtiyacımız için ibadet ederiz. Bu açıdan ibadet, hayatta olmamızın da sebebi ve gerekçesidir. Teşbihi caiz ise, ibadetleri insan vücudundaki iskelet yapıya benzettiğimizde manevi bünyemizin ayakta durması ibadet ile mümkündür. Bu sebeple ibadetsiz, zikirsiz, Kur’an tilavetinden uzak kimseleri ölü veya yıkılmış, harap olmuş olarak tasvir etmektedir âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu elçi. İbadet etmeyen, yatalak ve kötürümdür manevi açıdan.

bir duruma gelir kimi zaman ama Musa açarsa elini dua ile anasının kucağındaki bir bebek, belki yeni yürüme çağındaki bir çocuk boğulmadan geçer denizlerden. Tek görevi görmek olan keskin gözler, âlemlerin rahmet vesilesine cinayet kastı ile gözlerini dört açtıkları halde önlerinden geçen Muhammed Mustafa’yı göremedilerse eğer, dua adresine ulaşmış ve gafillerin önlerinden ve arkalarından görmelerine engel olacak perdeler indirilmiş demektir. Duayı takdir edemedik biz, ibadet vazifemizi yapmaya çabalasak da ondaki öz ve cevher mesabesindeki, sır ve ilik konumundaki duayı ihmal ettik. Hendek’de rüzgârları, kasırgaları,

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

45


Duayı takdir edemedik biz, ibadet vazifemizi yapmaya çabalasak da ondaki öz ve cevher mesabesindeki, sır ve ilik konumundaki duayı ihmal ettik.

fırtınaları coşturanın dua olduğunu, ümmeti tepelemek için sökün etmiş kafir ve hain güruhun ardına bakmadan bile kaçmalarına vesile olan şeyin yine dua olduğunu unuttuk da; Şam’ın, Bağdat’ın, Yemen’in, Kabil’in üzerinde kara bulut gibi dolaşan kafir, mecusi, hain, mürtet topluluğu dağıtacak kulpa sarılmadık. Yenilmişlerin gemisiydi dua, tufanda Nuh ve beraberindekileri kurtaran gemi. Stres ve sıkıntıların kucağından alıp selamet sahiline ulaştıran bir binit gibiydi dua, Yunus’u kederden kurtarmış selamet sahiline teslim etmişti. Fizik kurallarını, insanoğlunun bildiklerini altüst ederdi dua ashab-ı kehfin şahsında. Bütün bir devlet üç-beş delikanlıyı bulmak ve yok etmek için tüm imkânlarını seferber etseler de, dua ile kurtulacak ve o devletin yok olduğunu görecekti ashab-ı kehf. Çıkış yolu istemişlerdi Rablerinden çünkü. Vahdaniyetini ikrar için ayağa kalkıp kıyam ettiklerinde bu gençlerin kalplerine sebat duygusunu nakşeden Allah, elbette onların çıkış yolu taleplerini geri çevirmeyecekti. İş, dünyada bilinen kuralları işlevsiz hale getirmek bile olsa –ki bu, kâdir-i mutlak olan Allah’a asla zor değildir- ashab-ı kehfin kurtuluşu ile nihayete erecekti. Bugün müslümanların Rablerine gerçek manada kulluk etmeleri, çıkılmaz ve aşılmaz gibi gördükleri zor şartlardan kurtulmaları Rablerini hakkı ile takdir etmelerine bağlıdır. Hiçbir şart ve sınırın kendisini ihata edemeyeceği Allah azze ve celle’nin azametine sığınmak ve O’nun buyruklarını özüyle, iliğiyle, ruhuyla tatbik etmeye çalışmalarına bağlıdır. Zira fiziksel olarak güçleri yok gibi gözükse de ellerin-

46

MART 2016

de, sinelerinde, dudaklarında ve gönüllerinde semanın kapılarını çalan, gök ehlini harekete geçiren ve ilahi nusreti cezbeden duaları vardır. Allah, yardımcıları olduktan sonra kim müslümanlara galip gelebilir ki? “Korkma ey Musa! Senin yanındadır yardımımız” muştusundan sonra hangi Firavuni sistem Musa’yı yenebilir ki? İbrahim’i “halîl” edindiyse Allah, hangi Nemrut düzeni İbrahim’in kılına dokunabilir ki? Dua ile kendine sığınan İsa’yı yahudiye bırakır mıydı Allah? Gözünden süzülen yaş yere düşmeden duası semaya çıkan Resulullah hiç yenilir miydi Bedir’de? Mustazafların duasını ordularının en öncü birliği olarak tayin eden Selahaddin-i Eyyubi, Yusuf b. Taşfin, Mahmud Nureddin Zengi elbette muzaffer olacaklardı. İşin özüne inmek, basmakalıp değil yüreğin şekillendirdiği ya da Peygamber ifadesi ile uyanık kalple Allah’a yalvarmak ve O’na muhtaç olduğu hissetmek… Kaybettiğimiz yitik yadigârımızı bulmaya çalışarak işe başlamak bu gün en öncelikli meselemiz gibi gözükmektedir. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dua ibadettir.” (2)

İmam Tirmizi’nin Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den rivayet ettiği senedi zayıf olarak değerlendirilen bir rivayette ise Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Dua ibadetin özüdür/iliğidir/beynidir.” (3) -------------------------

1. “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (Beyyine Suresi 5) Ayrıca bkz. Meryem Suresi 59. ayet-i kerime: “Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” 2. Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3, 41, Daavât 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 1 3. Tirmizi, Daavât 2.


NEBEVÎ AİLE

Halime Yılmaz

Ümmetin Kalbi

Kadınlar

D

ilim varmıyor söylemeye, elim varmıyor yazmaya ve kalbimi hüzün kaplıyor her hatırladığımda...

Ümmetin sessizliği acıtıyor yüreğimi, kahrediyor, parçalıyor ciğerimi... Sonra

bunun

vicdan

rahatlatmaktan,

unutmak için uydurduğum safsatadan ibaret

Ama ne yaparsam yapayım ümmetin kan ağladığı gerçeğini değiştiremiyorum, kopuyor fırtınalar bedenimin her köşesinde...

olduğu fikri meşkul ediyor zihnimi...

Gözlerim doluyor, içim parçalanıyor Halep'teki, Arakan’daki, Somali’deki ve dünyanın her yerindeki gözü yaşlı bebekleri ve yaşam hakları ellerinden alınmışları...

Suçlu? suçlu?

Bu vahşet dolu, kan donduran manzaralar ne zaman son bulacak diye soruyorum kendi kendime?...

Düşünüyorum! Öyleyse suçlu kim ki?

Hani arayan her şeyi bulur ya! Kısa sürede veriyor cevabı vicdanımın günahlara bulaşmamış tarafı... Sensin ve senin o hastalıklı kalbin! Bu sesi duymak ve bir türlü duymaktan kurtu-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

47


lamamak, dünyada acı verecek şeylerin en ağırı geliyor bana. Zihnim, bedenim, kalbim kalkamıyor bu yükün altından...Ve korku kaplıyor her yanımı... Korku! Korku deyince etle tırnak gibi ayrılmaz parçası ümit düşüyor içime. Ve ikisini ayırmadan vasat yaşayabilmenin isteği...

namaz ve nasıl ölürse; ümmetin kalbi olan kadınları ne zaman Allah’tan ve onun zikrinden, muhabbetinden uzaklaştı, kaçtı ve görmezden geldi işte o zaman ümmet bu hale geldi. Hakkın, zulmün, ilmin ve hikmetin karşısında sessiz, hareketsiz, tepkisiz bir ümmet ve onun arkasında kayıtsız gerçekler ve dünyaperest anneler... İslam düşmanlarının Müslüman kadınlardan başlayıp ümmeti bozma çabalarını şimdi daha iyi kavrıyordu aklım... Kadını boz, ümmeti parçala... Muhtemelen ümmeti parçalama planlarının en başarılı entrikasıydı bu... Müslüman kadını önce zihninden başlayıp sonra yaşantısına kadar alt üst etmek... Ve devamı çorap söküğü gibi gelecekti... Bunu çok iyi biliyorlardı. Peki neden biz çok geç anladık? Hatta bu planı yapanlar dahil herkesin çok kolay verebileceği bir cevabı vardır bu sorunun... Uyutulduk ama demek ki Müslüman kadınlar olarak uyumaya razıydık ve işin acı tarafı unut-

48

Hani derdi veren dermanı da verir derler ya... Bu derdin de içinde mutlaka bir dermanı vardır diyor ve içimdeki dermanı aramaya koyuluyorum.

tuk ve Allah tarafından unutulduk.

“Vücutta bir et parçası vardır, o iyi olursa tüm vücut iyi olur, o kötü olursa tüm vücut kötü olur. Dikkat edin! O kalptir.” hadisi şerifi bir balyoz gibi vuruyor beynime. Ve beni derince daldığım uykudan yavaş yavaş irkitiyor.

daha fazla olduğunu gösteriyordu tecrübeler...

Sonra Hasan el-Benna (r.h)’nın sözü geliyor aklıma: “Ümmetin yarısını kadınlar oluşturur. Diğer yarısını da kadınlar yetiştirir.”

kızdan büyük olsun, erkekler geç olgunlaşır”

Gözlerimin ferini açıyor ve beni yerimden tamamen kaldırıyor. Bu güzel ve anlamlı söz...

bir hikmetle yaratan El-Hakim Allah böyle di-

Evet diyorum kendi kendime. Kadın, bu ümmetin kalbidir. Kalp zayıfladı mı tüm vücut nasıl çöker, nasıl zayıflar, bir süre sonra daya-

Yüce Rabbimin hikmetinin tamamını aklede-

MART 2016

Halbuki kadınların küçük yaştan itibaren erkeklerden zihin, olgunluk ve daha birçok yönde daha ileride, öğrenmeye olan iştiyakının Hızlı öğrenmek, çabuk etkilenmek, duygusal olmak; bunlar kadının fıtratında vardı... Gençler yuva kurarken büyükleri “erkeğin yaşı deme sebepleri neydi acaba? Bunların hepsinin bir sebebi vardı... Her şeyi lemişti. Bu hiç tesadüf olur muydu? meyecek acizlikteki kulunun aklına bir şey geliyordu.


Çünkü kadın geleceği yetiştiren bir mürebbi, eşinin Allah yolunda destekçisi bir Hatice, zekasıyla, iffetiyle ve Allah'ın ona çizdiği sınırları aşmaması ve durması gereken yerde durmasıyla bir Aişe, mayasına yerleştirilen incelik, sabır ve şefkatiyle bir Meryem, anne babanın kalbine sûrur veren, gönlüne su serpen bir Fatıma.

Sen Selahaddinler, Mevdudiler yetiştir ki ümmet zulümden, cehaletten ve zalime boyun eğmekten kurtulsun... Sen akıllı ol ki İslam ve cehalet mücadelesini İslam kazansın. Çıkar artık şu içindeki cevheri ki yetiştirdiğin imanlı nesil, İslam düşmanlarının kalbine korku salsın, şeytanlar nerden vuracağını şaşırsın.

Meryemler doğuran, onları Allah’a adayan ve

Çıkar artık şu içindeki cevheri ki yetiştirdiğin imanlı nesil, İslam düşmanlarının kalbine korku salsın, şeytanlar nerden vuracağını şaşırsın. Tut artık şu nefsinin dizginlerini ki kalpler canlansın, ahiret düşünülerek yaşansın.

gözünü bile kırpmadan, arkasına dönmeden, bağrına taş basan ama doğasına ve davasına sadık kalan ama pek fark edilmeyen gizli kahraman Hanne’dir. Ümmetin üzerinde oynanan oyunların en can alıcı noktası beliriyordu artık... Kadın, bu ümmetin kalbiydi. O kırıldı, zayıfladı, itildi, kakıldı, kimi zaman haddini aştı, kendisine Allah tarafından tayin edilen konumu beğenmedi. İşte o zaman beden yorulmaya, sekteye uğramaya, hadiselere nötr bakmaya mahkum oldu. Öyleyse ey nefsim! Ve ey ümmetin kalbi Müslüman bacılarım! Vakit ağlamak, dövünme, basit met’alar peşinde koşma vakti değildir. Vakit silkelenme, kendine gelme, kamburlaşmış belini doğrultma,hastalanmış kalbine şifa arama ve etrafına güzellik, mutluluk saçma vaktidir! Sen kalk ki ümmet kalksın. Sen iyi ol ki Müslümanlar kötülükten, günahtan uzaklaşsın.

Tut artık şu nefsinin dizginlerini ki kalpler canlansın, ahiret düşünülerek yaşansın. Değişime önce kendinden başla ki ümmet bencillikten sıyrılsın. Gizli kahraman olmaya devam et ki, fitneler çoğalmasın, ortalık fesada bulanmasın. Sen kendine gel, özünü hatırla ki saf Tevhid Dini yayılsın. Sen ilim yoluna gir ki ümmet cehalette boğulmasın. Sen Kur’an dostu ol ki, başka dostlar aranmasın. Sen Peygamber’i rehber edin ki, sahte önderlere uyulmasın, Sen sabırlı ol ki daha fazla yaralar açılmasın... Sen hayra şükret, şerde sabret ki ümmet bereketlensin. Sen sıkıntılar karşısında sadece Allah’a dayan ki, Allah’ın gücü karşısında dünyanın dili tutulsun... Sen mütevazı ol ki, yeryüzünde bilmişlere, kibirlilere fırsat kalmasın... Çünkü sen ey Müslüman kadın! Sen bu ümmetin kalbisin. Sen kalbini ıslah et ki, hasta ruhlu nesiller türemesin!

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

49


DAVET VE CİHAD ÖNDERLERİ

Cihan Malay

Kafkas Kartalı:

İmam Şeyh Şâmil (1797-1871)

“Ö

lüm, bizi Allah’ımıza kavuşturan en ulvî hadisedir. Dünyaya geldik, O’nun eserlerini gördük, O’nun emirlerindeki isabete inandık, O’nun eserlerine gönlümüzden vurulduk. Şimdi de sevine sevine O’na kavuşmayı özlemeliyiz. Ölüm kâfirler için bir azap, bir ıztıraptır. Müslümanlar için bir surûr ve saadet olmalıdır.” Allah kulları içinden bir takım kimseleri dinine hizmet ve mücadelede bulunması için yaratmıştır. Bu kimseler insanlar İslam’dan ve Allah yolunda mücadeleden insanlar uzaklaşmış bir durumda gelerek, insanlara İslam’ın hakikatlerini sunmuştur. Bu hakikatler uğruna kendi canlarından geçebilecek kimselerdir bu kimseler. İşte Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil de bu kimselerden biri...

Bizden torunlarımıza kalacak en büyük miras, hürriyet uğrunda savaşmak ve hakkı yayma uğrunda can vermek olacaktır. Torunlarımız hürriyet ve istiklal uğruna yapılan savaşların kuyruğu değil, başı olmalıdır. 50

MART 2016


Kafkas halklarının direnişi 1783’te İmam Mansur ile başlamış, ardından özgürlük sancağının dalgalanması için Allah Kafkas halklarına 1834’te Şeyh Şamil’in direnişini nasip etmiştir.

Hayatı 1797’de Dağıstan’ın Gimri köyünde doğdu. Babası Muhammed, ona Ali ismini verdi. Küçük yaşta ağır bir hastalığa yakalanan ve iyice zayıflamasından dolayı fazla yaşayamayacağı söylenen Ali’ye, âdetlerine uyarak Şâmil (yıkılmayan, yılmayan) ismini de verdiler ve artık bundan sonra o isimle çağırmaya başladılar. Fakir bir ailenin çocuğu olan Şamil, çocukluk yıllarında babasının eşeğe yüklediği şeftalileri taşlı dağ çığırlarından pazara götürüp satar ve ailesinin geçimini sağlardı.

Hemen en yakın evin damına çıkıp bağırdım:“ Hey, siz! Hançerimin ateşi, karnınızı dağlasın istemiyorsanız döküp saçtığınız herşeyi toplayın!” Gençler, sözlerimi ikiletmediler(hemen dediğimi yaptılar). O gün pazarda yaşlılar, “Biz bu gencin adını (inşallah) ilerde de duyarız” diye konuşuyorlardı. Bana gelince kalpağımı kaşımın üzerine yıkıp, iyi huylu eşeğimi dehleye dehleye yolumda ilerledim. Ben mi istemiştim, kavgayı gürültüyü? Hayır. Sabrımı taşıran, yüreğimi alevlendiren onlar olmuştu.”

İlim Ve Cihad İle Geçen Geri Kalan Yıllar

İşte Şimdi Şâmil Oldum

İlk öğrenimine bölgenin alimi Said Harekânî’nin yanında başladı. Daha sonra kayınpederi Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumuki’nin öğrencisi oldu.

Bu yıllarda unutamadığını ifade ettiği şöyle bir olayını aktarır: “Bir gün bir olay geldi başıma. Çok, çok uzun yıllar önce oldu bu ama ben hiç unutmuyorum bu olayı, unutmak da istemiyorum. Çünkü ruhum, ruhumdaki ateş o gün uyandı ve ben o gün Şâmil oldum.

Küçük yaşlardaki bu ilim sevgisinin ardından gençlik yıllarında ilim tahsili için arkadaşlarıyla birlikte gittiği Bağdat›a gider. Burada meşhur tasavvuf şeyhi Mevlana Halid-i Bağdadî’den dersler almıştır. İlim öğrenip memleketine dönünce, adının başına “Şeyh” ünvanı getirilir.

Demirhan Şura’ya varmadan bir önceki köyün sınırında, birtakım gençler önümü kestiler. Niyetleri benimle eğlenmekti. Biri başımdan kalpağımı kaptı, kaçmaya başladı. Ben onun peşinden koşarken ötekiler eşeğimden şeftali sepetlerini indirmeye başladılar. Benim umarsız, şaşkın durumuma bakıp gülüyor, eğleniyorlardı. Şakaları hiç hoşuma gitmemişti. İçimde o güne dek bilmediğim bir ateşin tutuştuğunu duydum.

Şeyh Şâmil, Kafkasya'ya döndükten sonra on yedi sene önce Şeyh Mansûr ile başlayıp sonra, Gâzi Muhammed ile devam eden Kafkasya mücadelesine başladı.

Kemik saplı hançerimi çektim ve kalpağımı alıp kaçanın arkasından koşmaya başladım. Köyün ağzında yakaladım oğlanı ve bir çelmede kendisini kirli su dolu hendeğe yuvarlayıp, hançerimi gırtlağına dayadım. Aman dileyip yalvarmaya başladı. Ona: “Ateşle oynama bundan böyle” dedim. Onu orada hendeğin içinde bırakıp çevreme bakındım. Sepetlerimi indirip şeftalilerimi dökenlerin herbiri bir yana kaçmıştı.

1800’lü yılların başlarında Müslüman Kafkasya halkı İmam Mansur’dan aldıkları cihad bayrağının tekrar yeniden dalgalanması için Rus işgaline karşı İmam Muhammed önderliğinde bir mücadeleye başladı. Şeyh Şâmil de çocukluk ve okul arkadaşı İmam Muhammed’in yanında yer aldı ve en büyük yardımcısı oldu. 1832’de Dağıstan’daki bir çarpışmada, Şeyh Şâmil›in çocukluk arkadaşı olan Gâzi Muhammed, Ruslarla yaptığı Gimri muhârebesinde şehit olmadan önce; “Kardeşim Şâmil! Bu savaşta şehit olursam, benden sonra Hamzat imam olacak. Ondan sonra sen imam ol.” demişti. Çarpışmanın şiddetlendiği bir an, Gâzi Mu-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

51


hammed şehit düştü. Bu hâle çok üzülen Şeyh Şâmil, büyük bir hızla düşmana saldırarak birçok Rus askerini öldürdü ve bu arada ağır yaralandı. Şeyh Şâmil’in yaralandığını gören Gimri Camii’nin müezzini Mehmed Ali onu takip ederek, savaş alanı dışındaki bir mağaraya sakladı. Şeyh Şâmil pek çok yerinden yaralanmış, kaburga kemiklerinden bazıları ve köprücük kemiği de kırılmıştı. Şamil’in tedavi yapıldıktan sonra kendine geldiğinde, başında bekleyen annesine söylediği ilk sözü, “Ana, namaz vakti geçti mi?” oldu. Altı ay boyunca namazlarını îmâ ile kılarak, yatakta yatan Şeyh Şâmil, ancak iyileşebildi. Muhammed’den sonra Dağıstan bağımsızlık mücadelesinin başına Hamza Bey seçildi. Kabileler arasındaki düşmanlık sonucu üç yıl sonra(1835) Hamza Bey, Hunzah Câmii’nde bir Cuma günü camide şehit edildi. Bundan sonra bu mücadelenin başına Şeyh Şamil getirildi.

Hem Alim Hem Mücahid Lider Şeyh Şâmil bundan sonra hem ilmi yönden hem de mücadele yönünden kendini yetiştiren bir lider konumuna geldi. Bu ağır görevi yüklenmek artık Şeyh Şamil’e verildi. Bundan sonra kendisine toplumun ve direnişin lideri anlamında ‘İmam Şâmil’ denildi. Zor bir dönemde imam olan Şâmil, ilk önce kabileler arasındaki ihtilaf, kan davası, düşmanlık gibi olumsuzlukları kaldırmak için uğraştı ve bunu da başardı. Dağıstanlılar, Çeçenler ve Avarlar arasında birlik ve beraberliği sağladı. Bunu İslam dininin hükümlerine göre sağladı. Dünya çapında güçlü bir orduya sahip Moskova ordusu, Dağıstan’da İmam Şâmil ve mücahidlere karşı âciz kalıyorlardı. Dağlık ve ormanlık bir coğrafyaya sahip olan Dağıstan’ın bu yapısını, Şeyh Şâmil akıllıca değerlendiriyordu. Çeşitli taktikler deneyerek İmam Şâmil’in mücadelesini sonlardırmaya çalışıldı. Ruslar en sonunda yaptıkları teklifin daha tutarlı olması için ona kendisini kıramayacağı annesi vasıtasıyla bir teklif gönderdiler. Ancak annesi

52

MART 2016

oğluyla yaptığı görüşmeden gözü yaşlı çıktı. İmam Şâmil, teklifi reddetti.

Kafkas Dağlarını Ruslara Geçilmez Kılan Saldırılar Ahulgo Savaşı Şeyh[İmam] Şâmil’in 1839’da Ahulgo Tepesi’nde 3.000 mücahid ile General Grabbe komutasındaki 10.000’den fazla donanımlı Rus

Rus komutanlarından Milyutin, 80 gün devam eden Ahulgo Savaşı hakkında hatıratında şu sözleri söyler: “Artık muharebenin sevk ve idaresi kumandanların elinden büsbütün çıkmıştı. Hiddetlerinden köpürmüş, adeta çıldırmış bir hale gelen dağlılar(mücahidler), ulu orta askerlerimizin üzerine saldırıyor, süngü ucunda can verinceye kadar dövüşüyorlardı. Kadınlar bile kendilerini kudurmuş gibi müdafaa ettiler ve silahsız oldukları halde sıra sıra süngülerimizin üzerine atıldılar. Lâkin muvaffakiyet için her türlü fedakarlığı göze almış olan Rus kumandanlığı inatla taarruzlara devam etti. Teslim olmayı katîyen reddeden dağlılar(Rusların mücahidlere verdiği isim), hiçbir ümitleri kalmadığı halde kahramanca dövüştüler. Kadınlar, çocuklar ellerindeki kamalarla Ruslara hücum ediyor, süngülerin önünde göz kırpmadan can veriyorlardı. Bazıları ise kendilerini ve çocuklarını korkunç uçurumlara atıyorlardı. Yaralılar bile inanılmaz şekilde dövüşüyordu.”


ordusunun kuşatmasına 80 gün süreyle direnişi harp tarihine geçmiştir. Şâmil bu savaşta eşi Cevheret’i, oğlu Said’i ve kız kardeşi Mesedo’yu kaybetmiş, 8 yaşındaki oğlu Cemaleddin de Ruslar tarafından esir alınmıştır. Rus komutanlarından Milyutin, 80 gün devam eden Ahulgo Savaşı hakkında hatıratında şu sözleri söyler: “Artık muharebenin sevk ve idaresi kumandanların elinden büsbütün çıkmıştı. Hiddetlerinden köpürmüş, adeta çıldırmış bir hale gelen dağlılar(mücahidler), ulu orta askerlerimizin üzerine saldırıyor, süngü ucunda can verinceye kadar dövüşüyorlardı. Kadınlar bile kendilerini kudurmuş gibi müdafaa ettiler ve silahsız oldukları halde sıra sıra süngülerimizin üzerine atıldılar. Lâkin muvaffakiyet için her türlü fedakarlığı göze almış olan Rus kumandanlığı inatla taarruzlara devam etti. Teslim olmayı katîyen reddeden dağlılar(Rusların mücahidlere verdiği isim), hiçbir ümitleri kalmadığı halde kahramanca dövüştüler. Kadınlar, çocuklar ellerindeki kamalarla Ruslara hücum ediyor, süngülerin önünde göz kırpmadan can veriyorlardı. Bazıları ise kendilerini ve çocuklarını korkunç uçurumlara atıyorlardı. Yaralılar bile inanılmaz şekilde dövüşüyordu.” Yine Rus kaynakları, 1843 senesinde Avaristan’daki Şeyh Şamil ve mücahidlerin bu şanlı mücadelesini şöyle aktarır: “Şâmil, Avaristan’da taş üstünde taş bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli üslerimizi, mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrip etti. Rusya’ya çok pahalıya mal olan bu Avaristan muhârebelerinde yaptığımız müthiş masrafları, verdiğimiz korkunç insan ve malzeme zâyiatını hesap edecek olursak, bu savaşın Kafkasya’da yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı olduğu meydana çıkar.”

Dargo Savaşı Dünya savaş tarihinde en kanlı savaşlardan birisi de Dargo Savaşı’dır. Bu savaş muazzam Rus ordularına karşı, Şeyh Şâmil’in en büyük zaferidir. Dargo diye anılan bu kanlı savaş, 25 Mayıs 1845’te Çeçenistan’da oldu.

Dargo’ya hücuma hazırlanan Rus Genelkurmay Başkanı General Kont Vorontsov, 34 tabur piyade, 5 istihkâm bölüğü, 8 bin Kazak suvarisi, 2 bin milis kuvveti ve elli adet dağ topu ile artık Şeyh Şâmil ve ona bağlı mücahidlerin direnişini kırmak için harekât başladı. Aynı zamanda Çar’ın damadı olan Kont Vorontsov’un emrinde, 8 general, 3 prens vardı.

Şeyh Şâmil’den Müthiş Taktik Şeyh Şâmil, savaş öncesinde casusları ile Andi Köyü’nü karargah gibi kullanarak Ruslar’la savaşacağını halk arasında yaydı. Bu bir savaş taktiğiydi. Bu haber Ruslar’a ulaşınca, Çar orduları 4 Haziran günü bütün hiddet ve şiddetiyle buraya saldırdı. Rus Ordusu, 20.000 kişilik kuvvet ve top ile saldırdığı Andi Köyü’nün aslında boş olduğunu görünce çok şaşırdılar. Şeyh Şâmil’in bu harp hilesi ile hedefi Rus ordusunu, sık olan Çeçen ormanlarının içine doğru çekerek savaşmaktı. 16 Haziran’da Çeçenistan içlerine 25 km kadar sokulan Çar orduları, Aval denilen yerde İmam Şâmil’in kuvvetleriyle karşılaştı. Topçu ateşiyle taarruza kalkan Kont Vorontsov, Şâmil’in şiddetli bir piyade ateşiyle karşılaşmışsa da İmam’ın bu kuvvetleri seri bir çekilme ma-

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

53


nevrasıyla ormanın derinliklerine kaçabildi ve kendilerini kaybettirmeyi başardı. Bunun üzerine takibi hızlandıran General Vorontsov, bir kısım kuvvetlerini orman içinde takibe gönderdi. Kendisi de bütün ağır kuvvetleriyle İçkeriya Ormanları istikametinde yürüdü. İmam Şâmil ve mücahidleri takibe devam eden Rus General Lüders komutasındaki bir alay bölüğü, Kaf Dağı Ormanları’ndan çıkıp da iki dağ arasındaki bir vadiye geldikleri zaman Şâmil’in büyük ve kahraman naibi Taş Hacı, 2.000 mücahidle saldırarak bu alayı öldürdü. Bu taktik ile mücahidler, Rus ordusuna ara ara saldırarak güçlerini yıpratıyordu. Rus Ordusu, Dargo’ya gelince hiç kimseyi burada göremedi. Şeyh Şâmil erken davranarak, köyü boşaltmıştı.

Çar Nikola bu hezimetten sonra General Vorontsof’u Kafkas Orduları Başkumandanlığı’na getirerek; “Bütün ordularım bu uğurda feda olsun. Hazinelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır. İstediğin her şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh Şâmil’i ölü veya diri olarak ele geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum” dedi. General Vorontsof, Kafkasya’yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Ancak bu harekette de Rus Ordusu Şeyh Şâmil tarafından tekrar mağlup edildi. General Kont Vorontsov, bu savaşı anlattığı raporunda şöyle der: “ Muazzam Rus İmparatorluğu’nun karşısında bir tek adamın, yani Şâmil’in bir avuç insanla nasıl olup da mücadeleye devam ettiğini ve çok kereler teşebbüsü de elden bırakmadığını havsalama sığdıramamaktayım. Bu adamı tanıyan bir çok Rus kumandanları gibi bu hususta ben de şu kanaate vasıl olmuş bulunuyorum ki, Şâmil’in o cidden parlak harp talihini temin eden esrarengiz kuvvet, dağların ve ormanların kendisinden esirgemediği lütufkârlıktan gelmektedir.” Bu savaşa katılmış General R.A. Fadayev de harp hâtıratında şöyle geçer: “Artık Kafkasya’ya Şâmil kumanda ediyor ve çok üstün imkânlarla teçhiz edilen ordumuz karşısında fütursuzca dayanıyor. Çar hükümetinin harp teknolojisini hiçe sayıyor. Ordularımızın Kafkasya’da işgal ettiği toprakları Şâmil, teker teker elimizden aldı ve dağlara eski hürriyetini iade etti.”

Dava Uğruna Her Şey Feda Edilir

Bu zafer, Rus tarafından 20.000 askerin ölümüyle sonuçlandı. Batılı tarihçilerin iddialarına göre bu savaşta ölen Rus generallerinin cesetleri, harpten sonra büyük ücretler karşılığı Ruslar’a teslim edilmişti.

54

MART 2016

Şeyh Şâmil davasına son derece sadık bir insandır bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen olay tarihe geçmiştir. Bu olay şudur: “Savaş dönemlerinde halktan bazıları ‘artık teslim olalım anlaşma yapalım’ diye hayıflanmaya başlar. Bunun üzerine Şeyh Şâmil, teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görür. Tabii bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şâmil’in annesine gitmekte bulmuştur ve annesini ikna edip çok sevdiği annesini kıramayacağını da


düşünere konuyu bu vesile ile annesinin açmasını sağlamışlardır. Annesi Şâmil’e teslim olma teklifini sununca, Şeyh Şâmil koymuş olduğu kanundan ödün vermeyerek aynı cezayı annesine de uygulamış, sonra annesi cezasını çektikten sonra onu çok üzgün bir şekilde sırtında taşımış ve böylece davasının ciddiyetini görenler bir daha teslim olmak ve barış gibi kelimeleri kullanmamışlardır.”

Bir Halk Güçlü Düşmana Karşı Nasıl Savaşır? Bir gün İmam Şâmil’e sormuşlar: “Söylesene İmam, küçücük yarı aç Dağıstan, yüzyıllar boyunca onca güçlü devlete karşı nasıl direndi, nasıl karşı koyabildi? Otuz yıl boyunca dünyanın en güçlü hükümdarlarına karşı nasıl savaşabildi?” O ise şöyle cevap verdi: “Göğsünde iman ve kin ateşi yanıyor olmasaydı, Dağıstan hiçbir zaman bu savaşlardan sağ çıkamazdı.”

Esareti 6 Eylül 1859’da 400 askeriyle Gunip Köyü’ne sığınan Şeyh Şâmil, 70.000 kişilik Rus ordusu tarafından kuşatıldı. Beraber hareket ettiği bazı gruplar, ihanet edip ayrılıncaya kadar kahramanca savaştı. Birkaç gün sonra sadece elli adamı kalmıştı. Bu mücadele sonucunda şu şartlarda teslim olmak üzere antlaştılar: “Müslümanların dinlerine karışılmayacak, onlardan asker alınmayacak, vergi toplanmayacak, Müslümanlar iç işlerinde serbest bir devlet olup, idarecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, aile efradı ve mevcud kırk kadar askeri ile silahları dahi ellerinden alınmadan Osmanlı’ya gidebileceklerdi.”

İmam Şâmil: “Komutan! Bu dağların, bu dağlarda yaşayan Müslümanların onurunu koruyabilmek için 25 yıl savaştım. Hiçbir zaman iyi ol-

Şeyh Şâmil davasına son derece sadık bir insandır bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen olay tarihe geçmiştir. Bu olay şudur: “Savaş dönemlerinde halktan bazıları ‘artık teslim olalım anlaşma yapalım’ diye hayıflanmaya başlar. Bunun üzerine Şeyh Şâmil, teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görür. Tabii bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şâmil’in annesine gitmekte bulmuştur ve annesini ikna edip çok sevdiği annesini kıramayacağını da düşünere konuyu bu vesile ile annesinin açmasını sağlamışlardır. Annesi Şâmil’e teslim olma teklifini sununca, Şeyh Şâmil koymuş olduğu kanundan ödün vermeyerek aynı cezayı annesine de uygulamış, sonra annesi cezasını çektikten sonra onu çok üzgün bir şekilde sırtında taşımış ve böylece davasının ciddiyetini görenler bir daha teslim olmak ve barış gibi kelimeleri kullanmamışlardır.”

Rus ordusu bu şartlarla antlaşmayı kabul etmiş ancak teslim olduktan sonra sözlerine ihanet ederek, onu esir almıştır.

mayacak ondokuz yara var vücudumda. Şu anda tutsak düşmüş bulunuyorum, topraklarımız sizin elinizde artık.”

Rus Çarına Verdiği Müthiş Cevabı

Prens: “Bu topraklar için mi acıyorsun! Nereye baksan taş, kaya.”

Rus Çarı’na gönderilmeden önce bölgenin komutanı Prens Baryatinski ile aralarında şöyle bir dialog geçer:

İmam Şâmil: “Söylesene ey prens! Hangimiz daha haklıyız bu savaşta? Bu toprakları güzel

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

55


olduğumuzu biliyordunuz ama yine de bizimle böylesine uzun bir savaşa giriştiniz?” cevabını verdi. Bu sözlerin ardından İmam Şâmil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra Kulaga Köyü’nde 1869 yılına kadar esir olarak gönderilir. Bu 10 yıllık esaret yıllarında büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi’nin karısı Kerimet üzüntüden verem hastalığına yakalanarak vefat eder. bilip bu topraklar uğruna ölen biz mi yoksa bu toprakları beğenmeyip yine bu topraklar uğruna ölen siz mi?” Prens: “Bütün karşı koymaların, bütün çabaların boşunaydı” deyince, İmam Şâmil şu muhteşem sözleri söyledi: “Hayır! Hiç de boşuna değil. Bu savaşın anısını, halkımız sonsuza dek yaşatacaktır. Bu savaş pekçok kanlıyı kardeş yaptı, birbirinin canına susamış pekçok köyü birleştirip dost etti. İnsanlarımızın toplumsal bilincini pekiştirip tek bir Dağıstan halkı oluştu.” Bu konuşmaların ardından esir olan İmam Şâmil, aile efradı ve 40 kadar adamı bir ay süren bir yolculuktan sonra Petersburg’a götürülüp Çar’ın karşısına çıkarıldılar. İmam Şâmil, Rus Çarı’nın karşısına çıktığında ilk sözü, “Namazım geçiyor” oldu. Namazını kıldıktan sonra da Rus Çarı’na unutulmayan şu sözleri söyledi: “Kahraman tebâmın kalplerinde kök salan bu eşsiz zafer inancını kökünden kazımadıkça, bu mübârek İslam topraklarını en son kaya parçasına kadar karış karış müdâfaa etmekten bizi men edemeyeceksiniz. Dînim ve topraklarım uğrunda, bütün çocuklarımı ve ailemi kılıçtan geçirseniz, zürriyetimi kurutsanız, en son tebamı öldürseniz de tek başıma son nefesimi verinceye kadar sizinle savaş edeceğim.” Bu sözlerin ardından Çar şöyle dedi: “Söyle İmam! Ülkemin bu denli büyük, devletimin bu denli güçlü olduğunu bilseydin, yine de böyle uzun bir savaşa girişir miydin? Yoksa akıllıca davranır ve işin başında silahını bırakır mıydın?” İmam Şâmil: “Siz bizim küçük, zayıf bir ülke

56

MART 2016

Dinimizde Domuz Eti Haram Rus Çarı ile yaşamış olduğu şu diyalog meşhurdur: Bir gün Rus Çarı, esaret altındayken Şeyh Şâmil’le karşılıklı yemek yemeye başlar. Şeyh Şâmil’in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere: “Korkarım bu adam bizi de birazdan yer” diye söylenir. Şeyh Şâmil, bunu duyunca: “Korkmayın, dinimizde domuz eti yemek haramdır” cevabını verir.

Hac Yolculuğu İmam Şâmil’e on yıl aradan sonra, gitmek istediği hac yolculuğu için Çar tarafından izin verilir. Fakat Çar, oğullarını rehin almak şartıyla kabul edebileceğini söyledi. İmam Şâmil’de kabul ederek, İstanbul üzerinden olacak hac yolculuğuna koyulur. Kendisi, 1870 yılında İstanbul’da kahraman olarak büyük bir savgı ile karşılanır. hareket etti. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Sultan Abdülaziz’in kendisine tahsis ettiği gemi ile Mekke’ye doğru yola koyulur. Cidde Limanı’nda Mekke Emiri, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke’de misafir edilir. Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık 100.000 hacının onu görmek için oluşturduğu izdihamı engellemek için İmam Şâmil Kabe’nin üstüne çıkartılır.


Şâmil, hac farizasını yerine getirdikten sonra

ŞEYH [İMAM] ŞAMİL’İN SÖZLERİ

Medine’ye geçer. Medine günlerinde iyice güçten düşüp hastalanarak yatağa düşer.

Vefatı 10 yıl Gazi Muhammed ve Hamzat ile 25 yıl da savaşanların imamı olarak 35 yıl cihad eden Şâmil, 4 Şubat 1871’de 74 yaşında iken vefat

“Bizden torunlarımıza kalacak en büyük miras, hürriyet uğrunda savaşmak ve hakkı yayma uğrunda can vermek olacaktır. Torunlarımız hürriyet ve istiklal uğruna yapılan savaşların kuyruğu değil, başı olmalıdır.” “Savaşımız, Çarların rûhâni reislerin ve eşkıyaların milletimizden gaspettikleri haklarını iade için sonuna kadar devam edecektir.” “Maddi silahlar yalnız başlarına hiç bir işe yaramazlar.” “Ölüm, bizi Allah’ımıza kavuşturan en ulvî hadisedir. Dünyaya geldik, O’nun eserlerini gördük, O’nun emirlerindeki isabete inandık, O’nun eserlerine gönlümüzden vurulduk. Şimdi de sevine sevine O’na kavuşmayı özlemeliyiz. Ölüm kâfirler için bir azap, bir ıztıraptır. Müslümanlar için bir surûr ve saadet olmalıdır.”

eder ve Cennetü’l Baki Mezarlığı’na defnedilir.

Sözleri “Bizden torunlarımıza kalacak en büyük miras, hürriyet uğrunda savaşmak ve hakkı yayma uğrunda can vermek olacaktır. Torunlarımız hürriyet ve istiklal uğruna yapılan savaşların kuyruğu değil, başı olmalıdır.” “Savaşımız, Çarların rûhâni reislerin ve eşkıyaların milletimizden gaspettikleri haklarını iade için sonuna kadar devam edecektir.” “Maddi silahlar yalnız başlarına hiç bir işe yaramazlar.” “Ölüm, bizi Allah’ımıza kavuşturan en ulvî hadisedir. Dünyaya geldik, O’nun eserlerini gördük, O’nun emirlerindeki isabete inandık, O’nun eserlerine gönlümüzden vurulduk. Şimdi de sevine sevine O’na kavuşmayı özlemeliyiz. Ölüm kâfirler için bir azap, bir ıztıraptır. Müslümanlar için bir surûr ve saadet olmalıdır.” -------------------------

Kaynakça: 1. Benim Dağıstanım’da Şeyh Şâmil - Dr. Hayati Bice (makale) 2. İmam Şâmil’in Hâtıratı - Semerkand Yayınları 3. Dağıstan’dan Medineye Şeyh Şâmil, B. Mümtaz Aydın, Sızıntı Dergisi, Mart 2001 4. Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil – 2, Salih Okur (makale) 5. Şeyh Şâmil, biriz.biz (makale)

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

57


İSLAM COĞRAFYALARI

Metin Eken

Sahra Altında Bir Müslüman Beldesi:

Nijerya

H

er sayıda bir Müslüman beldesini ele aldığımız İslam Coğrafyaları yazı dizisi süresince Asya Müslümanlarından başlayarak Afrika’ya doğru yönelen bir seyir izledik. Türkiye Müslümanları olarak, içinde bulunduğumuz bölgede yer alan Müslümanlar ile aynı coğrafyanın çocukları olarak hasbel kader tanışıklığımız olsa da, özellikle son yazılarda ele aldığımız Afrika ülkeleri ve bu ülkelerdeki Müslümanların serüvenine dair yeterli bilgi sahibi olduğumuz söylenemez. Her ne kadar bu uzak coğrafyalar gönül coğrafyamızın kopmaz

58

MART 2016

parçaları olsa da, Millet-i İslam’ın bu coğrafyalardaki ahvali zihin dünyamızda yeterince şekillenmemiştir. Bu durum ise, ümmet olma şuurunun önündeki önemli engellerden birdir. Hakkında bilgi sahibi olmadığımız, gitmediğimiz ve görmediğimiz yerlerin bizim olduğunu nasıl ifade edebiliriz ki? Hiçbir derdini bilmediğimiz, nasıl kıskaca alındıklarının farkında dahi olmadığımız Müslümanlara samimiyetle kardeşlerimiz diyebilir miyiz? Hâlbuki Afrika her alanda sahip olduğu potansiyel ile küresel politikaların, uzun dönemli kirli emperyalist


planların tam da merkezinde yer almaktadır. Gerek ABD ve Avrupa ülkeleri gibi müstekbirler, gerekse de Çin gibi yeni sömürgeciler bu ülkeleri bilfiil ve bilkuvve kontrol altında tutmaktadır. İşte, İslam coğrafyaları adlı yazı dizisinin öncelikle bu ülkeleri okuyucuyla paylaşması, bu ülkeler hakkında çok temel bir fikriyat oluşturarak onları gönül coğrafyamızla birlikte zihinlerimize ve ufkumuza da yerleştirme niyeti taşımaktadır. Nitekim bu yazılarda, sadece ülkemize gelen yabancı futbolcuların ülkesi olarak bildiğimiz Senegal’in, aslında Afrika’da köle ticaretinin başladığı ve yüz binlerce Müslüman’ın köleleştirilerek Avrupa ve Amerika’ya taşındığı küresel bir sömürge merkezine dönüştürüldüğüne şahit olduk. Evlerimizde belki de onlarca Kur’an varken ve hak ettiği ilgiyi görmezken; İlimler ve âlimler ülkesi olan Moritanyalı Müslümanların basılı bir Kur’an metnine dahi sahip olmadan hafızlık yaptıklarını öğrendik. Peygamberin (s.a.v.) vefatından hemen sonra Mısır’ın 639 yılında fethedilmesiyle birlikte Sudan olarak anılan geniş Afrika topraklarının İslam ile tanıştığını gördük. Bugün Etiyopya olarak anılan bölgenin aslında Habeşistan olduğunu ve İslam’ın bu topraklara, henüz Medine’ye ulaşmadan yıllar önce geldiğini ve bölgeyi selam yurdu kıldığını gördük. Her ne kadar Somali denildiğinde açlık ve kıtlık akla gelse de bu ismin bir gıda maddesinden türetildiğini, “Somal” kelimesinin bölge halkının yüzyıllardır ürettiği inek ve keçi sütüne verilen bir isim olduğunu ve bölge geçmişinin bu günkü kıtlığın tam da zıddıyla, bollukla anıldığını müşahade ettik. Fransa’nın askeri müdahaleleri ile gündeme gelen Mali’nin erken dönemlerden itibaren İslam’ın Afrika’daki kalbi olarak anıldığını, özellikle Timbuktu şehrinin pek çok âlimin toplandığı bir ilim şehri olma özelliğini yüzyıllarca devam ettirdiğini, pek çok yazma eseri barındıran eşsiz kütüphaneleri, eşsiz mimariye sahip

camileriyle bu ülkenin İslam’ın Afrika’daki en önemli merkezlerinden biri olduğunu öğrendik. Tüm bunlar göstermektedir ki, Halep ne kadar ümmetin kalesi ise Bamako da o kadar ümmetin kalesidir. Kabil, Kandehar Müslümanlar için ne kadar önemli ise Timbuktu da o kadar önemlidir. Grozni’nin mücadelesi Bangui’nin de mücadelesidir. Bütün bu beldeler ümmetin biri diğerine tercih edilemeyecek en temel unsurlarıdır. Bu doğrultuda yazı dizisinin bu bölümünde Sahra altı Afrika ülkelerinden Nijerya’ya konuk olacağız. 2015 verilerine göre yaklaşık 180 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın nüfus bakımından en büyük ülkesi olan Nijerya coğrafi, tarihsel, kültürel, sosyal ve ekonomik parametreler bakımından da Afrika’nın en önemli ülkeleri arasında yer almaktadır. Nüfusunun neredeyse %60’ının Müslüman olduğu ülkede geriye kalan kısmı Hristiyanlar ve az da olsa Yahudiler ve diğer etnik gruplardan oluşmaktadır.

Coğrafi ve Demografik Özellikler Resmi adı Federal Nijerya Cumhuriyeti olan ülkenin başkenti Lagos’tur. En önemli şehirleri ise İbadan, Sokoto, Ogbomoşo, Kano, Kaduna’dır. Sahra altı batı Afrika ülkelerinden olan Nijerya, kuzeyden Nijer, kuzeydoğudan Çad, doğudan Kamerun, güneyden Atlas Okyanusu, batıdan Benin’le çevrilidir. Ülkede pek çok etnik grup yaşamaktadır. Bu etnik gruplar Hausa, Yoruba, İbo, Fulani ve Kanur’lardır. Ülkenin para birimi Naira, resmi dili ise İngilizcedir. Halk arasında Hausa, Yoruba, İbo dilleri gibi değişik yerel diller de konuşulmaktadır. Dünyanın önemli petrol ihraç eden ülkelerinden biri olan Nijerya yer altı kaynakları bakımından da önemli zenginlikleri bünyesinde barındırmaktadır. Nijerya Sahra-Altı Afrika’nın en büyük ikinci ekonomisidir ve dünyanın sekizinci en büyük petrol üreticisi olarak günlük 2.4 milyon varil petrol üretmektedir. Ürettiği petrolün çok büyük bir kısmını ise ABD’ye ihraç etmektedir. (1)

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

59


Hem nüfus verileri hem de ekonomik veriler ülkenin bölgede çok stratejik bir öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak özellikle petrolden sağlanan gelirlerin halka yayıldığını söylemek güçtür. Özellikle Müslüman halk ülkede ciddi imkânsızlıklarla da mücadele etmektedir.

Nijerya’da İslam ve Müslümanlar Nijerya’da İslâmiyet XI. yüzyıldan itibaren Kuzey Nijerya bölgesinde yayılmaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise Yoruba olarak bilinen bölgede önemli bir müslüman nüfus oluşmuştur. Nijerya’da İslâmlaşma, bağımsızlık sonrasında ülkenin kuzey bölgesindeki eyalette meclis başkanlığı yapan Ahmedü Bello’nun girişimiyle büyük gelişme kaydetmiştir. Sadece 1963 yılı sonu ile 1964 yılının ilk birkaç ayında bilhassa Gwara bölgesinde 100.000 kişinin Müslüman olduğu bilinmektedir. Osman b. Fûdî’nin soyundan gelen Ahmedü Bello ülkede İslâm’ı yaymak için Cemâatü Nasri’l-İslâm adlı bir teşkilât kurmuş, faaliyetlerini merkezî hükümet desteklemediği için Kuveyt, Katar ve özellikle Suudi Arabistan’dan maddî yardımlar almıştır. (2) Günümüzde ülkenin büyük bir çoğunluğunu Müslüman nüfus oluşturmaktadır. Müslüman halkın en önemli problemlerinden biri ise nüfusun çoğunluğunu oluşturmalarına rağmen özellikle siyasi ve idari anlamda kontrolün Hristiyanların elinde olmasıdır. Bu kontrol sadece siyasi ve idari alanda değil ekonomik yaşantıda ve eğitimde de kendisini iyiden iyiye hissettirmektedir. Özellikle eğitim alanında Katolik Hıristiyanlar tarafından kurulan okullar hem ulusal hem de uluslararası güçlerce desteklenmekte ve bu okullardaki eğitim mantığını Müslümanlara da dayatma eğilimi görül-

60

MART 2016

mektedir. Ancak Müslümanların ülkenin pek çok bölgesinde özellikle medreselerde odaklanan alternatif bir eğitim mekanizmasını kurduğunu ifade etmek mümkündür. Müslüman halk bu medreselerde eğitilmekte, diğer Afrika ülkelerinde de gördüğümüz Afrika Müslümanlarına özgü hafızlık ve ilim geleneği bu ülkede de çok canlı bir biçimde yaşatılmaktadır. Bu sebeple Müslüman halk içerisindeki hafızların oranı da önemli ölçüde yüksektir. Ülkede Müslümanların aleyhine pek çok iç karışıklık olduğu bilinmektedir. Özellikle 2000’li yıllarda ülkedeki bazı eyaletlerde şer-i bazı hükümlerin uygulanması ülke Hristiyanları tarafından ciddi bir tepkiyle karşılaşmış ve meydana gelen olaylarda pek çok Müslüman şehid edilmiştir. Hem ülkedeki hem de bölgedeki Hristiyan gruplar ülkede İslami herhangi bir siyasi ve hukuki talebe ciddi tepki ve baskı ile cevap vermektedir. (3) Bu sebeple çıkan iç karışıklıklarda da binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Her ne kadar uluslararası medya kuruluşları bölgede İslami terör çığırtkanlığı yapsa da Müslümanların bulunduğu köylere yapılan saldırılar sonucunda vahşice katledilen masum Müslüman halkın durumu bölgede batı kaynaklı terörün ne ölçüde etkin olduğunu gözler önüne sermektedir. -------------------------

1. Hatice Gülabi, Batı Afrika’nın Devi Nijerya Federal Cumhuriyeti’nin Jeopolitik Analizi, Web Kaynağı. http:// acm.klu.edu.tr/dosyalar/birimler/acm/dosyalar/dosya_ ve_belgeler/88023140.pdf. 2. Ahmet Kavas, “Nijerya”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013. 3. Ahmet Kavas, a.g.m.


HABER ANALİZ

Emrah Seven

HALEP DÜŞERSE S

uriye tarihi Esad ailesinin kanlı katliamla-

katliamını gerçekleştirdi. Hafız Esad, halkı bas-

rıyla meşhur bir tarih.

kıyla, şiddetle, ölümle sindirdi, iktidarını şid-

Hafız Esad iktidara geldikten sonra diktatör

detle pekiştirdi.

tavırları halk tarafından benimsenmedi ve bir

Babasının yolundan giden, usta çırak misa-

halk hareketi başlatıldı. Hafız Esad, halkı sin-

li ustasını geçen Beşşar Esad ise aynı şekilde

dirme girişimlerinde bulundu. Ve sonrasında

baskıcı, totaliter yönetimini sürdürdü. Suriye,

da 1982 yılında 30.000 insanın öldüğü Hama

2011 yılına gelindiğinde ise Dera’da başlayan

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

61


halk ayaklanmasına sahne oldu. Yine şiddeti seçen Beşşar ailesi, halkının üzerine bu sefer bombalar yağdırdı. Suriye halkı yılmadı, mücadelesine devam etti. Mazlum Suriye halkını İslam ümmeti destekledi, yanlarında durdu. Ve dünyanın dört bir yanından gelen Mücahidler mazlumların yoldaşları oldu. Halk devrimin ilk yıllarından itibaren Esad’ı, avaneleri, yardakçıları yalnız bırakmadı. İran ve Hizbullat para ve militan yardımında, Rusya ise maddi ve teknik anlamda destek sağladı. Tüm bu desteklere rağmen Muhaliflerin direnişi kırılamadı ve Muhalifler ilerlemeye devam etti. Şimdi ise Muhalifler için durum kritik. Halep şehri muhalifler için önemli bir karargâh. Rejim yanlısı güçler Halep’i kuşatmakta ve kararlı bir mücadelenin içine girmekteler.

Halep Stratejik Açıdan Neden Önemli? Halep’e stratejik açıdan bakacak olursak geçen yıl bunun bir benzerini Kusayr’de odaklaşan çatışmalarda gördüğümüzü hatırlarız. Kusayr, Humus’un bir ilçesiydi ve muhaliflerin elindeydi. 25 bin nüfuslu bu ilçenin önemi, Tartus ve Lazkiye limanlarını Başkent Şam’a bağlayan

Halep’i kuşatma altına alan Rusya, Esad, İran Lazkiye’den İdlib ve Halep koridorunda ilerleyerek muhalifleri bir alanda sıkıştırmak istiyor. Bu sırada Afrin’in doğusundan da PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) muhaliflerin elinde bulunan Azez’e oradan da Cerablus’a ilerletilmesi isteniyor. PYD’nin Halep’e müdahil olması ve Minniğ havaalanını ele geçirmesi Türkiye’yi de savaşa müdahil etti. Türkiye geçtiğimiz günlerde PYD mevzilerini top atışına tuttu ve savaşın seyrini değiştirdi. ABD ise PYD’nin destekçilerinden fakat müttefiki Türkiye’yi kaybetmemek adına PYD’nin Minniğ havaalanını boşaltmasını istedi. ABD, savaşın başından beri ikiyüzlü, kirli siyasetini Halep’de de uyguluyor.

Halep Düşerse Ne Olur • Muhaliflerin umudu Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’in rejimin başkenti Şam’a alternatif bir kale oluşturmasıydı. Burası tamamen düşerse Suriye’de rejim karşıtı isyanın çekirdeği bir anda çökecek.

ana yol üzerinde olmasıydı. Bu nedenle rejim

• Nüfusu sebebiyle Halep’te Suriye krizinin

Kusayr’e büyük bir harekat başlatıp, bölgeyi

başlamasından bu yana en büyük insani fe-

muhaliflerden aldı. Bu sayede Rusya’dan ge-

laket yaşanacak.

milerle gelen silahların Şam’a sevkiyatı kontrol

• Halep düşer, rejim burayı Rusya’nın da

altına alındı. Çünkü Kusayr, rejimin dünyaya

desteğiyle elinde tutmayı başarırsa savaşın

açılan kapısı olan Tartus ve Lazkiye limanları-

asıl kısmı bitmiş olacak.

nın Şam’la arasındaki bağlantıyı sağlayan bölgeydi. Rejim, Kusayr’i alarak iç savaşta muhaliflere büyük üstünlük sağlamıştı. Aynı şekilde Halep’i de alarak muhaliflerin yardım alacağı yolları kapamayı, onları etkisiz hale getirmeyi hedefliyor.

62

Pyd'de Dahil

MART 2016

• Tedarik hattı kapanacak. 300 bin sivil etkilenecek. Suriye krizinin başlamasından bu yana en büyük göç yaşanacak. • Katliamlara, zulümlere sessiz olan ikiyüzlü medya ve Uluslararası toplum örgütle-


ri bize bir kez daha işe yaramaz olduğunu gösterecek. • Esad rejimi ve Rusya Cenevre görüşmelerinde muhaliflerin elini güçsüz göstermeye, masada da kazanmayı hedefliyor.

lara sahip çıkmaktır. • Her platformda Suriye halkını gündem etmeliyiz. Toplumun gündemine mazlumları sokmalıyız. • Sosyal medyayı faydalı kullanmalıyız. İn-

Mazlumların, Müminlerin, Mücahidlerin ya-

sanlarda mazlumların yanında olma bilinci

nında olan Allah, Halep’te de Mazlumları, Mü-

oluşturmalıyız

minleri, Mücahidleri yalnız bırakmayacaktır.

• İnsani yardım kuruluşlarını maddi olarak

Dün nasıl Bedir’de, Hendek’de, İstanbul’un

desteklemeliyiz. Maddi imkânımız yetersiz

fethinde, Sovyetlere Afganistan’ın Hindukuş

kalıyorsa gönüllü olarak yardımda bulun-

dağlarında galip gelindiyse silahlarını bırakıp

malıyız.

rejimleri çökertilip kaçtılarsa bugünde umut ediyoruz ki yine arkalarına bakmadan kaçacaklar ve Esad rejimi çökecektir. Müminler için yenilgi yoktur çünkü onların

• Dualarımızda Suriyelileri unutmamalıyız • Suriye’den göç edenlere şefkat nazarıyla bakmalı, onlara yardımcı olmalıyız.

destekçisi, yardımcısı Allah’tır. Bütün dünya

Maddeleri arttırabiliriz fakat en önemlisi gay-

sessiz kalsa, herkes sırtını dönse, tüm insan-

retkâr ve azimli bir şekilde Suriye halkının ya-

lar eleştirse, bu akide, bu inanç, bu teslimiyet

nında olmalıyız. Allah Müslümanların yardım-

olduğu sürece şairin dediği gibi ‘Galiptir, bu

cısı olsun.

yolda mağlup’.

Şu Süreçte Yapmamız Gerekenler • Bütün Müslümanların görevi, zalimlere karşı kardeşlerinin yanında durmak ve on-

------------------------Kaynakça: 1. www.sabah.com.tr 2. www.haber7.com

CEMÂZİYE’L-AHİR 1437

63


5-6-7-8. sınıflar

Haydi

Çocuklar Erkekler

Kızlar

Temel İslâmi Bilgiler

Peygamberimiz’den

Sallallahu Aleyhi ve Sellem

Ahlâk Hadisleri

Sınav Tarihi

Sınav Tarihi

08.05.2016 Saat: 11.00

24.04.2016 Saat: 11.00

Son Başvuru Tarihi

Son Başvuru Tarihi

25.04.2016

1.ye

Tam Altın

30.03.2016 Yarım Altın

2.ye

Çeyrek Altın

3.ye

0212 550 6377

Yarışma test usulüdür. Dereceye giren ilk 10 kişiye saat, mp3, kitap setleri, kırtasiye setleri vb. HEDİYELER verilecektir. Yarışmaya hazırlık kitaplarını Nebevi Hayat Yayınları’ndan temin edebilirsiniz. Yarışmaya ortaokul 5-6-7-8. sınıflara giden veya 10-14 yaş arası gençler katılabilir. Yarışma İstanbul il sınırları içinde olacaktır.


9-10-11-12. sınıflar

Haydi

Gençler Erkekler

Kızlar

İslâm Edebinden Demetler

Müslüman Kadının Ahlâkı

Sınav Tarihi

Sınav Tarihi

10.04.2016 Saat: 11.00

24.04.2016 Saat: 11.00

Son Başvuru Tarihi

Son Başvuru Tarihi

15.03.2016

1.ye

Tam Altın

30.03.2016 Yarım Altın

2.ye

Çeyrek Altın

3.ye

0212 550 6377

Yarışma test usulüdür. Dereceye giren ilk 10 kişiye saat, mp3, kitap setleri, kırtasiye setleri vb. HEDİYELER verilecektir. Yarışmaya hazırlık kitaplarını Nebevi Hayat Yayınları’ndan temin edebilirsiniz. Yarışmaya lise 9-10-11-12. sınıfa giden veya 15-19 yaş arası gençler katılabilir. Yarışma İstanbul il sınırları içinde olacaktır.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.