Nebevi Hayat Dergisi 42. sayı (2016)

Page 1

MAYIS 2016, ŞABAN 1437 • YIL 4 • SAYI 42 FİYATI 7,5 TL• dergi.nebevihayatyayinlari.com

Meşrû İhtilâf Rahmet, Yerilmiş Olan Tefrika İse Azaptır Ya Da İhtilâf Fıkhını Kavramak • Mahmut Varhan

Müslüman İsminden Başka Bir İsme İslam’dan Başka Bir Düzene Asla Razı Değiliz • Nedim Bal

Zamanın Değişmesiyle Fetvalar Değişir Mi? • M. Emin Aksoy

Hint Okyanusunda Bir Müslüman Beldesi: Komor Adaları / Kamer Adaları • Metin Eken

Sünnetin Muhafızı İmam: İmam Şâfii (767-820) • Cihan Malay

İran’ın Suriye Hesapları • Emrah Seven


Amel,sĂśzĂźn efendisidir.


Ramazan

Kumanyaları 1. PAKET

2. PAKET

65

85

1

TOZ ŞEKER 1 Kg

IRMAK - NAR

1 AD

1

TOZ ŞEKER 1 Kg

IRMAK - NAR

2

ÇAY 500 GR

OFÇAY - SEVENE 1 AD

2

ÇAY 500 GR

OFÇAY - SEVENE 1 AD

3 AD

3

SIVI YAĞ 2 Lt

ORKİDE

1 AD

3

SIVI YAĞ 2 Lt

ORKİDE

1 AD

4

PİRİNÇ (OSMANCIK) 1Kg

ASYA

2 AD

4

PİRİNÇ (OSMANCIK) 1Kg

ASYA

3 AD

5

K. MERCİMEK TOP TANE 1 Kg ASYA

1 AD

5

K. MERCİMEK TOP TANE 1 Kg ASYA

1 AD

6

DERMASON FASULYE 1Kg

ASYA

1 AD

6

DERMASON FASULYE 1Kg

ASYA

1 AD

7

BULGUR PİLAVLIK 1 Kg

ASYA

1 AD

7

BULGUR PİLAVLIK 1 Kg

ASYA

2 AD

8

MAKARNA 500GR

ARBELLA - SELVA 3 AD

8

MAKARNA 500GR

ARBELLA - SELVA 5 AD ARBELLA - SELVA 2 AD

9

ARPA ŞEHRİYE 500 Gr

ARBELLA - SELVA 1 AD

9

ARPA ŞEHRİYE 500 Gr

10

TEL ŞEHRİYE 500GR

ARBELLA - SELVA 1 AD

10

TEL ŞEHRİYE 500GR

ARBELLA - SELVA 1 AD

11

SALÇA 830 Gr

TUKAŞ - MİS

1 AD

11

SALÇA 830 Gr

TUKAŞ - MİS

1 AD

12

TUZ 750GR

PAK

1 AD

12

TUZ 750GR

PAK

1 AD

13

REÇEL 360 Gr

LOKMA - ÇEŞME 1 AD

13

REÇEL 360 Gr

LOKMA - ÇEŞME 1 AD

14

HAZIR ÇORBA 60 Gr

LEZZO - YİĞİT

3 AD

14

HAZIR ÇORBA 60 Gr

LEZZO - YİĞİT

15

UN 1 Kg

ASYA

1 AD

15

UN 2 Kg

ASYA

1 AD

16

ÇOKOKREM 350 Gr

LOKMAN

1 AD

16

ÇOKOKREM 350 Gr

LOKMAN

1 AD

17

KEMALPAŞA 150 Gr

GAZİOĞLU

1 AD

5 AD

* Kumanyalarınızı bizden alarak hayra vesile olabilirsiniz. * Belirtilen markalar stoklar dahilinde eş değer markalarla değiştirme hakkımız saklıdır.

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Bağcılar - İstanbul

Tel: (0 212) 550 63 77 Gsm: (0 538) 517 23 21 www.imambuharivakfi.org


Editör

YIL: 4 Sayı: 42 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) - (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)

İnsanları farklı diller ve mizaçlar üzere yaratan, doğruyu bulmaları için onlara kitaplar indiren ve peygamberler gönderen Allah Teâlâ'ya hamd olsun. İlâhî rahmete nâil olan ve hidayet yoluna rehberlik eden Peygamber Efendimiz'e, onun pak âline, fedakâr ashabına ve kıyamete dek onun gösterdiği sırat'ı müstakim üzere bulunan mü'minlere salât ve selam olsun. İhtilâf fıkhını kavramak, meşrû olan İhtilâfı mezmûm (yerilmiş) olan tefrikadan temyiz etmek, meş-

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

rû olan İhtilâfın hikmetlerini, sebeplerini ve İhtilâf

Grafik, Tasarım Ercan Araz

âdabını bilmek en önemli konulardan biridir. Bun-

Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. Ayçin Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Abone Şartları 2016 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)

dan dolayı bizler de Nebevi Hayat Dergisi olarak bu önemli konunun bazı yönlerini aydınlatmaya gayret göstereceğiz. Müslümanların mezhep algısını nasıl oluşturmaları gerektiği, mezhepler arası ihtilafların sebepleri ve bu ihtilaf karşısında takınmaları gereken tavırlarının nasıl olması gerektiği ile alakalı yazılarımız inşallah bu önemli konuda okuyucularımıza değerli şeyler katacaktır. Nebevi Hayat Dergisi olarak gelen bahar ayının içi-

Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, Nisan 2016

mizi ısıttığı gibi İslam ülkelerinde yaşanan zulüm-

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

lerin bitmesine bir muştu olmasını Rabbimiz Allahu Teâlâ’dan niyaz ederiz.


İçindekiler 04

Kapak Dosya Meşrû İhtilâf Rahmet, Yerilmiş Olan Tefrika İse Azaptır Ya Da İhtilâf Fıkhını Kavramak / Mahmut Varhan

12

Kapak Dosya İslam Dini Mezhepleri Tanım, Tasnif, Ortaya Çıkış Sebepleri ve Kısa Bir Tanıtım / Ömer Ergül

17

Kapak Dosya Mezhepsizlikte Bir Mezheptir / Hakan Sarıküçük

20

Kapak Dosya Zamanın Değişmesiyle Fetvalar Değişir Mi? / M. Emin Aksoy

24

Kapak Dosya Mezhep ve Taassub / Derya Fıçıcı

27

Kapak Dosya İhtilaf Ahlâkımız / Ahmet İnal

32

Olaylar ve Yorumlar Müslüman İsminden Başka Bir İsme İslam'dan Başka Bir Düzene Asla Razı Değiliz / Nedim Bal

35

Kur'ân'ın Gölgesinde Ya Hep Beraber Var Olacağız Ya Da Teker Teker Yok Olacağız / Zafer Mert

43

Nebevi Aile Çocuklarda Zekâ Gelişimi / Halime Yılmaz

47

Davet ve Cihad Önderleri Sünnetin Muhafızı İmam: İmam Şâfii (767-820) / Cihan Malay

55

İslam Coğrafyaları Hint Okyanusunda Bir Müslüman Beldesi: Komor Adaları / Kamer Adaları / Metin Eken

58

Haber Analiz İran'ın Suriye Hesapları / Emrah Seven

60

Serbest Köşe Ey Değerli ve Sevgili Oğul! - 1 / Hüseyin Kalender

20

27

32

55

60


KAPAK DOSYA

Mahmut Varhan

Meşrû İhtilâf Rahmet, Yerilmiş Olan Tefrika İse Azaptır Ya Da İhtilâf Fıkhını Kavramak

İnsanları farklı diller ve mizaçlar üzere yaratan, doğruyu bulmaları için onlara kitaplar indiren ve peygamberler gönderen Allah Teâlâ›ya hamd olsun. İlâhî rahmete nâil olan ve hidayet yoluna rehberlik eden Peygamber Efendimiz’e, onun pak âline, fedakâr ashabına ve kıyamete dek onun gösterdiği sırat’ı müstakim üzere bulunan mü’minlere salât ve selam olsun. İmdi; İhtilâf fıkhını kavramak, meşrû olan İhtilâfı mezmûm (yerilmiş) olan tefrikadan temyiz etmek, meşrû olan İhtilâfın hikmetlerini,

4

MAYIS 2016

sebeplerini ve İhtilâf âdabını bilmek en önemli konulardan biridir. Bundan dolayı bizler de bu makalemizde bu önemli konunun bazı yönlerini aydınlatmaya gayret göstereceğiz. Bir makalede böylesi önemli bir konuyu bütün detaylarıyla açıklamak mümkün değildir. Bir nebze de olsa bu önemli konuyu aydınlatmaya muvaffak olabilirsek, kendimizi bahtiyar addederiz. Gayret bizden, tevfîk ise Allah Teâlâ’dandır.


1- Allah Teâlâ Bizlere Vahdeti Emretmiş, Tefrikadan ise Nehyetmiştir Evvela bilinmesi gerekir ki, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’i Seniyye’de en fazla üzerinde durulan ve farklı üsluplarla sürekli vurgulanan emirlerden biri de ümmet arasında vahdetin sağlanması, İslam düşmanlrına karşı el ele ve omuz omuza verilerek birlikte hareket edilmesidir. Aynı şekilde en şiddetli tehditlerle yasaklanan hususlardan biri de ümmetin arasına tefrikanın girmesi, İslam düşmanlarının karşısında bölük pörçük bir vaziyette İhtilâfa düşülmesidir. Ezcümle; bu konudaki pek çok ayet’i kerimeden birkaçı şöyledir: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve sakın ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah, kalplerinizi birbirine kaynaştırdı da O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz, bir ateş çukurunun kenarında idiniz. Allah sizi ondan kurtardı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki, hidayete eresiniz." (Âl-i İmrân; 103) “Şüphesiz ki dinlerini bölüp parçalayan ve fırkalara ayrılanlarla artık senin bir alâkan kalmamıştır. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra Allah, yaptıklarını onlara bildirecektir.” (En’âm; 159) “Şüphesiz ki tek bir ümmet olarak ümmetiniz işte budur. Ben de Rabbinizim. O halde Benden korkun. Ne var ki onlar mes’elelerini (dinlerini) aralarında parça parça ettiler. Her fırka kendindeki ile sevinir oldu.” (Mü’minûn; 52,53) “Allah “Dini ayakta tutun, onda ayrılığa düşmeyin” diye, Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya emrettiğimizi sizin için de dinden bir şeriat kıldı... Onlar, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler...” (Şûrâ; 13,14) Pek çok hadis’i şerifte tefrika nehyedilmiş olup, vahdet, ülfet ve cemaati iltizâm etmek emredilmiştir. Nitekim Ebû Hureyre radıyallâhu

anhu’nun rivayet etmiş olduğu hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ sizin için üç şeye razı olmakta olup, üç şeye de kızmaktadır. Yalnız O’na ibadet ederek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanıza; hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp, ayrılığa düşmemenize ve Allah’ın size yönetici kıldığı kimselere karşı samimi ve nasihatçi olmanıza razı olmuştur. Sizin hakkınızda üç şeye de gazap etmektedir: Kîlû kâle (dedikoduya), çokça (gereksiz) soru sormaya ve malı zayi etmeye de kızmaktadır.” (1)

2- İhtilâf ve Tefrika Muhakkak Vâkî Olacaktır Ancak bütün bu uyarılara, emirlere ve sakındırmalara rağmen İhtilâf ve tefrikanın vâkî olması, insanlık âleminin bir vakıâsıdır. Cennet ve cehennemin yaratılmış olması, İhtilâf ve tefrikanın vâkî olacağının en büyük işareti ve kanıtıdır. Bundan kaçış mümkün değildir. Çünkü bu iki yerin de dolacağı ezelde karara bağlanmıştır. Artık bize düşen ilâhî rahmete nâil olmak, cehennem ehli olan tefrikaya düşenlerden olmamak için gayret göstermektir. Bu da ancak Allah’ın ipi olan Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmakla ve böylece yükseklere doğru yücelerek esfel’i sâfilîne düşmekten kurtulmakla mümkün olabilir. İhtilâf ve tefrikanın muhakkak vâkî olacağını gösteren ayet’i kerimelerden biri şöyledir: “Eğer Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat Rabbinin merhamet ettiği müstesnâ, onlar İhtilâf etmeye devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin: “Şüphesiz Ben, cehennemi bütün cin ve insanlardan dolduracağım” sözü (hükmü) tamamlanmıştır.” (Hûd; 118,119) Ayet’i kerimenin açık bir şekilde ifade ettiği üzere insanlar iki kısımdır: Birinci kısım, haktan ayrılan ve peygamberlere itaat etmeyen İhtilâf ve tefrika ehlidir ki; bunlar insanların çoğunluğunu teşkil etmektedirler. İkinci kısım ise, rahmet ehli olanlardır ki; bunlar hakka tâbi olan ve peygamberlere itaat edenlerdir. Bunlar İhtilâf ve tefrikadan uzak durmuş, ülfet ve vah-

ŞABAN 1437

5


Nitekim Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’nun rivayet etmiş olduğu hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ sizin için üç şeye razı olmakta olup, üç şeye de kızmaktadır. Yalnız O’na ibadet ederek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanıza; hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp, ayrılığa düşmemenize ve Allah’ın size yönetici kıldığı kimselere karşı samimi ve nasihatçi olmanıza razı olmuştur. Sizin hakkınızda üç şeye de gazap etmektedir: Kîlû kâle (dedikoduya), çokça (gereksiz) soru sormaya ve malı zayi etmeye de kızmaktadır.” deti esas almışlardır. Çünkü bunların tamamı bütün peygamberlerin dini olan tevhid dinine intisab ederek, tek bir ümmeti teşkil etmişler ve tek olan âlemlerin Rabbine ibadet etmişlerdir. Katade dedi ki: “Allah’ın rahmetine ehil olanlar, farklı ülkelerde yaşasalar bile cemaat ehlidirler. Allah’a isyan edenler ise, aynı ülkede ve hepsi bir yerde yaşasalar bile tefrika ehlidirler.” Hasan el-Basri de ayet’i kerimenin “Zaten onları bunun için yarattı...” bölümü hakkında şöyle demektedir: “Zaten onları İhtilâf (ve tefrika) için yarattı.” Diğer bir rivayette ise şöyle demektedir: “İnsanlar farklı dinlere tâbi olarak İhtilâfa düşmüşlerdir.” “Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesnâ...” Rabbinin merhamet ettikleri İhtilâfa düşmemişlerdir. Hasan el-Basri’ye: “Zaten onları bunun için yarattı” ne demektir?” denildi; o da şöyle cevap verdi: “Şunları cenneti için, bunları da ateşi için yaratmıştır. Şunları rahmeti için, bunları da azabı için yaratmıştır." İmam Malik de bu ayet hak-

6

MAYIS 2016

kında şöyle demiştir: "Bir grup cennette, diğer bir grup da ateşte olacaktır.” İbni Cerir et-Taberi, Ebû Ubeyde ve el-Ferrâ da bu görüşü benimsemişlerdir. (2) İhtilâf ve tefrikanın muhakkak vâkî olacağını beyan eden bir hadis’i şerif de şöyledir: Ebû Hureyre radıyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler; Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya bölündüler; benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir fırka hariç hepsi de ateşte olacaklardır." Dediler ki: “Bunlar kimlerdir ey Allah’ın elçisi?” Şöyle buyurdu: “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yol üzerinde olanlardır.” (3) Bu hadis’i şerifte beyan edilen İhtilâf ve tefrika ehli, “ehli kıble” içerisinde yer alıp, “bid’at ve hevâ ehli” olan tâifelerdir. Bunlar Sünnet’i Seniyye ve ashab’ı kirâmın yolunu değiştiren, nebevî minhâcı terkeden ve hevâlarına tâbi olarak bid’atlere sapan fırkalardır. Fırkâ’i nâciye ise; Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’i Seniyye’yi ashab’ı kirâm gibi fehmeden ve nebevî minhâc üzere hareket eden “Ehli Sünnet ve’l-cemâat”tir.

3- Meşrû Olan İhtilaf ve Mezmûm/Yerilmiş Olan Tefrika Bilinmelidir ki her İhtilâf mezmûm değildir. İhtlafın meşrû olan bir kısmı da bulunmaktadır. İhtlafın kısımlarını ve her bir kısmın hükmünü ve derecesini bilmek gerekir ki; mezmûm olan İhtilâftan sakınılabilsin ve meşrû olan İhtilâfın âdabına riayet edilebilsin. Biz İhtilâfın kısımlarını ve her bir kısmın hükmünü daha önceki makalelerimizden birinde tafsilatlı anlattığımızdan dolayı burada özetle aktaracağız: a) Dinin aslında İhtilâf ve tefrikaya düşmek: Hak dinden ayrılan Yahudi, Hıristiyan ve mecusilerin İhtilâfı gibi... Günümüzdeki komünist/sosyalist, kapitalist/liberal, laik ve demokratların İhtilâfı da bu kâbildendir. Bu kısımda ilâhî vahye dayanan İslam’ın dışında kalan her türlü din ve sistem küfürdür. Zaruriyyat’ı diniyye’den olan bir hükmü inkar eden tâifeler de bu kabildendir.


b) Dinin aslında tefrikaya düşmeden, zarûriyyat’ı diniyyeden birini inkâr etmeden itikadî konularda meydana gelen İhtilâf: Bu kısımda Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve ashabının yolu üzerinde bulunan, Kur’an-ı Kerim ve sahih sünneti yegâne kaynak kabul eden Ehli Sünnet ve’l-cemâat, ehl’i necât olup; Kur’an ve Sünnet’in itikadî esaslarını hevâlarına uygun bir şekilde te’vil ve tahrif ederek bid’atlere saplanan Mu’tezile, Hariciyye, Mürcîe, Cebriyye, Kaderiyye, Şîa ve benzeri tâifeler de dalâlet ehli olan bid’at ve hevâ ehlidirler. c) Kalplerde kin ve nefret tohumlarını eken, Müslümanların birbirlerine düşmanlık etmelerine sebep olan her türlü İhtilâf da mezmûm ve haramdır. Hased, kin, öfke, kibir ve kendini beğenme gibi hastalıkların kaynaklık ettiği böyle bir İhtilâf; İslam ümmeti için en zararlı olan tefrika çeşitlerinden biridir. d) Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’i Seniyye’deki naslarla hükmü beyan edilmiş olan konularda, makul bir mazeret ve meşrû bir gerekçe olmadan naslara aykırı bir görüş ortaya koymak da mezmûm İhtilâf türlerindendir. Allah’a hamdolsun ki, Ehli Sünnet ve’l-cemâatin imamları böyle bir İhtilâftan korunmuşlardır. Mezheb imamlarımızın yer yer Kur’an ve Sünnet’teki naslara aykırı olan fetvâlarında muhakkak makul bir mazeret ya da meşrû bir gerekçeleri bulunmaktadır. Bundan dolayı da onların her biri sünnete ve delile tâbi olmaya teşvik etmiştir. Nitekim İmam Ebû Hanife şöyle demiştir: “Bu benim görüşümdür. Bu, benim bilebildiğim en güzel ve en doğru görüştür. Her kim bundan daha hayırlı ve daha doğru bir görüş getirirse, ondan o görüşü kabul ederiz.” İmam Malik şöyle demiştir: “Şüphesiz ki ben görüşümde isabet de eden hata da yapabilen bir beşerim. Bundan dolayı benim görüşlerimi Kitab ve Sünnet’e arzedin.” İmam Şafiî şöyle demiştir: "Benim görüşüme muârız bir hadis size ulaştığı zaman, benim görüşümü duvara çalıp hadisi esas alınız. Çünkü benim mezhebim hadistir." İmam Ahmed şöyle demektedir: "Dininde (masum olmayan) adamları taklid etme. Çünkü onlar hata etmekten korunmuş değillerdir.” Bir

adam, İmam Şafiî’ye bir mes’ele sorar. İmam Şafiî ona şöyle diyerek fetvâ verir: “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.» Bunun üzerine adam: “Ebû Abdullah! Senin görüşün de bu hadise uygun mudur?” deyince; İmam Şafiî şöyle cevap verir: “Sen benim üzerimde zünnar mı gördün? Sen beni kiliseden çıkarken mi gördün? Ben sana Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu diyorum, sen ise bana: «Senin görüşün nedir?» diyorsun. Ben, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’den bir hadis rivayet edip, ona aykırı bir görüş ortaya koyabilir miyim?!” e) Naslarda hükmü açık bir şekilde beyan edilmemiş olan konularda ve ictihadî olan mes’elelerde İhtilâf mezmûm olmayıp, meşrûdur. İctihad meşrû olunca, İhtilâf da meşrû olmuş olur. Çünkü ictihadın bulunduğu yerde, muhakkak İhtilâf da olur. İşte bu alana giren konular hakkında şöyle demişlerdir: «Ashab’ı kirâmın icma’ı kat’i bir hüccet, İhtilâfları da genişlik ortaya koyan bir rahmettir.” Yine bu alanla ilgili olarak “Ümmetimin İhtilâfı rahmettir" hadisi rivayet edilmiştir. Bu hadis isnadı açısından zayıf görülse de manası doğru kabul edilmiştir.

4- Selef’i Salihîn Arasında da Bu Türden İhtilâf Vâkî Olmuştur Kur’an ve Sünnet’e ittibâ hususunda en hassas olan ve ilmî bakımdan en tekellüfsüz bulunan ashab’ı kirâm ve iyilikle onlara tâbi olan tâbiîn neslinin ileri gelen âlimleri, hakkında nass bulunmayan konularda veya sabit olan bir nassı anlamada İhtilâf etmişlerdir. Hatta Peygamber

ŞABAN 1437

7


Efendimiz’in döneminde de sahabe arasında bu farklı anlama İhtilâfı meydana gelmiş, Efendimiz iki taraftan hiçbirini kınamamıştır. Beni Kurayza üzerine gidileceği esnada Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sizden her biriniz ikindi namazını ancak Kurayzaoğullarına vardığı zaman kılsın.” Ashab yoldayken ikindi vakti girer. Onlardan bazıları hadisin zâhirine bakarak ikindi namazını kılmazlar. Hatta bazıları ancak yatsıdan sonra ikindi namazını kılabilirler. Fakat diğer bazıları: “Onun maksadı bu değildi. Asıl maksadı en hızlı bir şekilde Beni Kurayza diyarına varmamızı sağlamaktı” diyerek; yolda ikindi namazını kılarlar. Peygamber Efendimiz iki gruptan hiçbirini kınayıp ayıplamaz.” (4) Bu konudaki en meşhur örneklerden biri de Hz. Dâvûd ile Hz. Süleyman’ın hüküm verme olayıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Dâvûd’u ve Süleyman’ı da hatırla. Hani o ikisi kavmin koyunlarının içine girdikleri ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de onların hükümlerine şahitlerdik. Biz bunun hükmünü Süleyman’ın anlamasını sağladık. Onların her birine hüküm verme yeteneği ve ilim verdik.” (Enbiyâ; 78,79) Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, bir konu hakkında farklı iki hüküm vermelerine rağmen ikisini de hüküm verme yeteneği ve ilim sahibi olmakla nitelemiş ve en doğru hükmün Süleyman’ın verdiği hüküm olduğunu bildirmiştir. Ashab’ı kirâm arasında İslam’ın temel esasları

Kalplerde kin ve nefret tohumlarını eken, Müslümanların birbirlerine düşmanlık etmelerine sebep olan her türlü İhtilâf da mezmûm ve haramdır. Hased, kin, öfke, kibir ve kendini beğenme gibi hastalıkların kaynaklık ettiği böyle bir İhtilâf; İslam ümmeti için en zararlı olan tefrika çeşitlerinden biridir.

8

MAYIS 2016

ve açık bir şekilde Kur’an ve Sünnet nasları ile belirlenmiş olan hususlarda İhtilâf yoktu. Onlardan birisi bir hadis’i şerifi duymadığından dolayı bir konuda ictihâd ederek bir görüşe varmış olsa, daha sonra hadis’i şerifi duyduğu zaman hemen görüşünü terkederek Sünnet’i Seniyye’nin gereğini benimserdi. Onlar ancak bazı nasları anlama hususunda İhtilâf etmiş ve nass olmayan konularda ictihad ederek farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Ya da bir konuyla ilgili vârid olan nassı duymadıklarından ötürü o konuda genel ve umûm ifade eden naslara ve genel kaidelere göre bir hükme varmışlardır. Görüşleri hususunda müteassıp olmadıkları ve sadece hakka tarafgir oldukları için de o konudaki nassı duyar duymaz görüşlerini değiştirmişlerdir. Ashab’ı kirâm fethedilen yerlerde değişik şehirlere yerleşmiş ve oralarda ilim adamı yetiştirmişlerdir. Kimileri Hicaz’da kalmış, kimileri de Şam’a yerleşmişlerdir. Diğer bazıları Kûfe ve Basra’da ikamet etmiş, bazıları da Yemen’de ikamet etmişlerdir. Onlardan ilim öğrenen tâbiîn neslinin önde gelen ilim adamları da, ilmî menhec hususunda onların yolunu takip etmiş ve talebelerini de aynı menhec üzere yetiştirmişlerdir. Hadis’i şerifin nassı ile tafdil edilen ümmetin en faziletli ilk üç asrında âlimler aynı menheci takip etmiş ve sadece hakka tarafgir olmuşlardır. Asla kendi görüşlerine veya masum olmayan kişilerin görüşlerine taassub göstermemişlerdir. Bu konuda ilk üç asırda yaşayan âlimlerden pek çok kayıt vardır. Ezcümle: İmam Malik şöyle demektedir: "Kabr’i şerifin sahibi (olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem) hariç her kişinin görüşü alınabilir de reddedilebilir de...” İmam Ebû Hanife’nin en büyük talebesi olan İmam Ebû Yûsuf, İmam Malik ile görüşerek sâ’ın miktarı hususunda Hicaz ehlinin delillerini işitince, sâ’ın miktarı konusunda Kûfe ehlinin ve hocası Ebû Hanife’nin görüşünü terkederek Medine ehlinin görüşünü benimser ve şöyle der: “Şayet bizim hocamız da (Ebû Hanife de) bizim duyduğumuzu duymuş olsaydı, o da görüşünü değiştirirdi.”


İmam Şafiî, İmam Ahmed’e şöyle der: "Sizler sahih hadisleri bizden daha iyi bilmektesiniz; sahih bir hadis oluğu zaman bize bildiriniz ki, onu benimseyelim. Bu hadisin Kûfe ehli veya Basra ehli ya da Şam ehli tarafından rivayet edilmiş olması fark etmez.” İşte bu, ashab’ı kirâmın menhecinin aynısıdır. Nitekim Meymûn b. Mihrân radıyallâhu anhu şöyle demektedir: "Ebû Bekir radıyallâhu anhu’ya davacılar geldiği zaman, önce Allah’ın Kitab’ına bakardı. Şayet onların arasında vereceği hükmü onda bulursa, onunla hüküm verirdi. Eğer o konuda Kitab’ta hüküm yoksa ve o da bu hususta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den bir sünnet biliyorsa, onunla hüküm verirdi. Şayet bunu da bulamazsa çıkar müslümanlara sorarak şöyle derdi: “Bana şöyle şöyle bir konu geldi; bu konuda Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir hüküm verdiğini bileniniz var mı?” Bazen ona birkaç kişi gelir ve hepsi de o konuda Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir hüküm verdiğini zikrederlerdi. Bunun üzerine Ebû Bekir de şöyle derdi: “Aramızda Peygamber’imizin sünnetini hıfzeden kimseleri var eden Allah Teâlâ’ya hamdolsun.” Şayet o konuda Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir sünnetini bulmaktan da âciz kalırsa, insanların önde gelenlerini ve seçkinlerini toplayarak onlara danışırdı. Eğer onlar bir görüş üzere ittifak ederlerse, onunla hüküm verirdi.” (5) Kadı Şürayh dedi ki: Ömer b. Hattab radıyallâhu anhu bana şöyle yazdı: “Şayet sana, hükmü Allah›ın Kitab’ında bulunan bir konu gelirse; onunla hüküm ver ve kimsenin görüşü seni ondan alıkoymasın. Şayet sana, hükmü Allah›ın Kitab’ında bulunmayan bir konu gelirse; Rasûlullah’ın Sünnet’ine bak ve onunla hüküm ver. Eğer sana, hükmü Allah’ın Kitab’ında da Rasûlullah’ın Sünnet’inde de bulunmayan ve senden önce hiç kimsenin hakkında konuşmadığı bir konu gelirse; şu iki durumdan birini seç: Ya o konu hakkında görüşünle ictihâd ederek onunla hüküm ver ya da hüküm vermekten sakın. Ben, o konu hakkında hüküm vermemeni senin için daha hayırlı görmekteyim.” (6)

Hz. Ali radıyallâhu anhu’nun şu altın sözü ne kadar değerlidir: “Adamları(n değerini) hak ile (hakka yakınlıkları ile) bil. Yoksa hakkı adamlar ile bilme (filan söylüyorsa veya falan yapıyorsa haktır deme). Hakkı bil ki, hak ehlini de bilesin.” (7)

5- Âlimlere İttibâ Övülmüş, Taassub ise Yerilmiştir Hicrî 4. yüzyılın başına kadar âlimler bu menheci takip ettiler. Herhangi bir âlime veya herhangi bir mezhebe taassub göstermiyorlardı. Nitekim İmam Ebû Hanife’nin talebeleri olan İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer’in ona muhalefet ettikleri yerler neredeyse ona muvafakat ettikleri yerler kadardır. Çünkü onlar delillere bakan âlimlerdi. Delilin kuvvetine göre tercihte bulunuyorlardı. Aynı durum İmam Malik’in talebeleri, İmam Şafiî’nin ve İmam Ahmed’in talebeleri için de geçerlidir. Ümmetin en hayırlı asırları olan ilk üç asırdaki diğer müctehid ve âlimlerin hali de bu şekildeydi. Müslüman halk da kendi şehirlerinde bulunan ve fetvâ verme ehliyetine sahip olan müctehid ve âlimlere dinleri hususunda fetvâ soruyor; onların Kur’an, Sünnet ve kendilerinden önceki müctehidlerin fetvâlarına bakarak verdikleri fetvâlarla amel ediyorlardı. Müslümanlar arasında taassub ve tarafgirlik yoktu. Ehli Sünnet ve’l-Cemâat’in genel hali bu şekildeydi. Taassub ve cahiliyye tarafgirliği gibi bir tarafgirlik, Kur’an ve Sünnet’in menhecini ve selef’i salihinin dini anlama ve yaşama, ilim ve amel hususundaki yolunu terkeden bid’at

ŞABAN 1437

9


Kur’an ve Sünnet’e ittibâ hususunda en hassas olan ve ilmî bakımdan en tekellüfsüz bulunan ashab’ı kirâm ve iyilikle onlara tâbi olan tâbiîn neslinin ileri gelen âlimleri, hakkında nass bulunmayan konularda veya sabit olan bir nassı anlamada İhtilâf etmişlerdir. Hatta Peygamber Efendimiz’in döneminde de sahabe arasında bu farklı anlama İhtilâfı meydana gelmiş, Efendimiz iki taraftan hiçbirini kınamamıştır.

ehli arasında yaygındı. Ehli Sünnet ve’l-Cemâat olan İslam toplumu, Peygamber Efendimiz’e ve ashab’ı kirâmın hepsine tarafgirlik, muhabbet ve ihtiram gösterirken; Şîa tâifesi sadece bazı sahabelere tarafgirlik göstererek diğerlerini tefsik hatta tekfir etmekteydiler. Aynı şey Hariciler ve daha sonraları Mu’tezile mezhebi için de geçerlidir. Bid’at ve dalâlete sapan her fırka muhakkak Sünnet’in bir bölümünü reddetmiş ve ashab’ı kirâmdan bazılarına tarafgirlik ismi altında diğer bazılarını tezyif etmiştir. Böylece kişilere taassub ve mezhebî fanatizm Müslümanları sürekli bölüp parçalamış ve düşmanlarına karşı onları zayıflatmıştır. Hâlbuki Müslümanların sadece hakka tarafgirlik etmeleri, Kur’an, Sünnet ve selef’i salihin etrafında birleşmeleri gerekirdi. Teessüfle belirtmek gerekir ki, bid’at ve dalâlet ehlinde bulunan bu cahilî taassub ve tarafgirlik hicri 4. yüzyıldan sonra Ehli Sünnet ve’l-Cemâat’in bir kısmına da sirâyet etmiştir. Taassub bazı zamanlarda o kadar ilerlemiştir ki, Mescid-i Haram ve Şam’daki Emevi Camii gibi büyük mescidlerde dört mezhebin müntesiblerine ait ayrı ayrı mihrab ve minber konulmuştur. Cemaat ve Cum’a namazları ayrı ayrı kılınmıştır. Muhalif mezhebe mensup bir imamın arkasında namaz kılınıp kılınmayacağı

10

MAYIS 2016

ve muhalif mezheb müntesibleri ile evlenilip evlenilemeyeceği dâhi bazı kesimlerce tartışılmıştır. İnsaf sahibi âlimler bütün bu çirkin ve İslam›a aykırı davranış ve görüşleri reddetmiş ve bu konuda eserler kaleme almışlardır. Şunu da kaydetmek gerekir ki, ilâhî hikmet ve kaderin bir cilvesi olarak ilk üç asırda Ehli Sünnet ve’l-Cemâat çatısı altında hakkıyla İslam’ı temsil eden Müslümanlar, daha sonraki dönemlerde Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî ve az da olsa Ehli Hadis mezheblerine tâbi olmuşlardır. Fıkhî ve amelî olarak bu mezheblere ittibâ eden Müslümanlar, itikadî açıdan İmam Ahmed b. Hanbel’in mezhebi kabul edilen Selefî, Eş’arî ve Maturidî mezheblerine intisâb etmişlerdir. Temel esaslarda bu mezhebler arasında ciddi bir fark yok gibidir. Müslümanların ittibâ ettikleri mezhebleri bu şekilde sayılı sayıda kalmasının büyük faydaları ve derin bir hikmeti bulunmaktadır. Bu mezheblerden herhangi birine Kur’an ve Sünnet mizanı çerçevesinde ittibâ etmekte bir beis yoktur. Her bir Müslümanın ittibâ ettiği mezhebin delillerini öğrenmeye gayret göstermesi gerekir. Mezhebine taassub göstermemesi ve diğer mezheb müntesibi olan kardeşlerine karşı hasmane tavır takınmaktan şiddetle kaçınması gerekir. Farklı mezheblere müntesib bulunmak Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarını iptal edecek olursa, bu durumda ictihâdî konularda mezhebe ittibâ rahmet olmaktan çıkıp azaba dönüşmüş demektir. Allah Azze ve Celle, bütün Müslümanları akıbeti vahim böyle bir durumdan muhafaza eylesin. Hülasa: Bu konuyu özetlemek üzere deriz ki: • Tefrika haramdır: Müslümanların birbirlerine kin duymalarına, birbirlerini yüzüstü ve yardımsız bırakmalarına, bölünüp parçalanmalarına ve düşmanlarının karşısında zayıf düşmelerine sebep olacak her türlü tefrika haramdır. • Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’i Seniyye ile hükmü belirlenmiş konularda, meşrû bir gerekçe veya makul bir mazeret bulunmaksızın Kur’an ve Sünnet’e aykırı bir görüş


belirtmek haramdır. Şayet bu itikadî konularda olursa, bid’at ve dalâlet olur.

sahibi olan âlimlere danışmalı ve onların

• Ehli Sünnet ve’l-Cemâat imamları olan âlimlerimizin Kur’an ve Sünnet’e ittibâ noktasında herkesten daha hassas davrandıklarına hayatları şahittir. Onlardan herhangi birinin bilerek Kur’an ve Sünnet’e aykırı fetvâ verdiğini veya bir görüş belirttiğini iddia etmek çok büyük bir zulüm, iftira ve insafsızlıktır.

kim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmak-

• Bununla beraber Peygamberlerden başka hiç kimse masum değildir. Dolayısıyla imamlarımızdan herhangi birinin de masumiyetini iddia etmeyiz. Onlar görüşlerinde isabet de eden hata da yapabilen birer beşerdirler. Ancak onların ilmî yeterlilikleri ve dini sâfiyetleri, bilerek hata yapmaktan onları korumuştur. Onlar Kur’an ve Sünnet’e uygun fetvâ verebilmek için bütün güçlerini ortaya koymuş ve ictihâdda bulunmuşlardır. Çoğunlukla isabet etseler de bazı konularda da hata etmişlerdir. İsabet ettiklerinde hem ictihâd etmeleri ve hem de hakka isabet etmelerinden dolayı iki ecir almış; hata ettiklerinde de ictihâdlarından dolayı bir ecir almış ve hataları da affolunmuştur. Ancak onlar için affolunmuş olan bu hatalı görüşleri kabul edilmez. Nitekim Amr b. Âs radıyallâhu anhu’nun rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Hüküm verecek olan hâkim ictihâd edip isabet ederse, iki ecir alır. Hâkim hüküm vereceği zaman ictihâd edip hata ederse, bir ecir alır.” (8)

irşadlarına göre hareket etmelidirler. Nitetadır: “Şayet bilmiyorsanız zikir ehline (Kitab’ı bilenlere) sorunuz.” (Nahl; 43) • Ümmet tarafından kabul görmüş imamlarımıza ve âlimlerimize muhabbet beslemek ve onlara ihtiramda bulunmak dinimizin bir parçasıdır. Bu konuda sahabe, tâbiîn ve iyilikle onların yolunu takip eden bütün âlimlerimizin ümmet›i Muhammed üzerinde bu hakkını kabul eder ve onların hepsini muhabbet ve ihtiramla yâdederiz. Allah Azze ve Celle bütün âlimlerimizden razı olsun.

------------------------

1. Müslim: 1715; İmam Ahmed, Müsned: 2/327 2. Bkz: İbni Kesir Tefsiri: 3/566 3. Sahih bir hadistir. Ebû Dâvûd: 4596; Tirmizî: 2640; İbni Mâce: 3991; İmam Ahmed, Müsned: 2/332; İbni Hibban: 6247; Hâkim, Müstedrek: 1/128 4. Bkz: Buharî: 946; Müslim: 1770 5. Dârimi, Sünen: 163 6. Dârimi: 169 7. Câmiu Beyâni’l-İlim: 984; Şatıbî, İ›tisâm: 2/358 8. Buharî: 7352; Müslim: 1716

• Her müctehidin hakka isabet etmesi ve hata yapması muhtemel olduğundan dolayı, herhangi bir müctehidin her konuda isabet ettiği düşünülemez. Bundan dolayı herhangi bir müctehidin mezhebine ittibâ eden Müslümanın onun delillerine bakması ve açık bir şekilde hata ettiği görüşlerinden sakınması en doğru olandır. Ancak Müslümanların pek çoğu delillere bakma ve inceleme yeterliliğine sahip olamadıklarından dolayı, bu konuda kendi zamanlarında yaşayan ilmî ve dini açıdan ehliyet

ŞABAN 1437

11


KAPAK DOSYA

Ömer Ergül

İSLAM DİNİ MEZHEPLERİ TANIM, TASNİF, ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ VE KISA BİR TANITIM

Tanım Arapça bir kelime olan

konumu açısından meseleye yaklaşıldığında, mezheplerin bir dinin yaşandığı toplumda önde gelen şahsiyetler tarafından bir takım sebepler neticesinde farklı okunması, anlaşılmasına da-

12

kendine

has

olan bir görüşe istinad edi-

yol, yöntem, metod ve benimsenen anlamından hareketle ve mezheplerin dindeki

için,

özellikleri ve ilkeleri

mezhep “gidilen yol, tutulan görüş” gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin

mesi

yor olması, bu görüş etrafında öbeklenen bireylerin olması günümüze ulaşıp ulaşmaması önemli değil- ve kurumsallaşmış bir yapı oluşturması gerekir. Dolasıyla mezhepler dinin kendisi değil, dinin yorumlanış biçimleridir.

yalı oluşan muhtelif görüşler ve bu görüşler

Din, İslam düşüncesi çerçevesinde düşünül-

etrafında birlik oluşturan bir zümre tarafından

düğünde diğer insanlar gibi bir beşer olan Hz.

kurumsal bir hale getirilmesidir. Yani herhan-

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e, vahiy

gi bir din yorumunun mezhep olarak anılabil-

meleği Cebrail vasıtasıyla yirmi üç senelik bir

MAYIS 2016


süre zarfında indirilmiş, Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem önderliğinde bir toplum içerisinde yaşanmıştı. Dinî meselelerle ilgili -nasıl, neden, niçin, ne zaman, nerede, ve kim? gibi- tüm soruların yanıtı bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından verilmişti. O, hayatta olduğu sürece tüm problemler O’nun hakemliğinde halledildi. Ancak Hz. Peygamber vefat eder etmez başta halifenin kim olacağı meselesi ile başlayan bir dizi ihtilaf ve sonrasında kamplaşmalar meydana geldi.

Mezhepleri Ortaya Çıkaran Sebepler Mezheplerin oluşmasında temel etken olan farklı görüşlerin mevcudiyetini sağlayan bir takım saikler bulunmaktadır. Bunları, Halil İbrahim Bulut’un Dünden Bugüne Siyasi-İtikâdi İslam Mezhepler Tarihi eserindeki derli toplu şemayı takiben ve muhtevasını da ihtisaren söyle sıralayabiliriz;

1- Dini Etkenler a- Nübüvvet Döneminden Uzaklaşılması Hz. Peygamber’in vefatından sonra O’nun bütünleştirici ve sorunlara son noktayı koyan konumunun geri dönmemek üzere kaybolmasıdır. Diğer insanların görüşlerinin O’nun varlığı gibi etkili olamaması.

b- Nasların Karakterlerinden Doğan Sebepler Kuran ve Sünnet’ten oluşan dinî naslar, farklı anlayışlara sebebiyet verecek, farklı yorumların doğuşunu sağlayacak şekilde teşbih, temsil, kinaye ve mecaz gibi bir takım edebî üsluplardan; delalet ve sübut açısından da kat’i ve zannî olarak iki farklı gruptan oluşmaktadır. Bu tür farklılıklar dinin anlaşılmasında farklı yorumları da mümkün kılmaktadır.

c- Nasların Anlaşılması Zor Bazı Konular İçermesi Naslar, anlamları açık olan “muhkem” ve ne murad edildiği tam olarak belli olmayan “müteşabih” iki türden oluşur. Bunlardan müteşabihlerin ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiği konusu ile bir takım açık olmayan meseleler ihtilafın doğmasına sebep olmuştur.

d- Dinî Metinlere Yaklaşımda Metot Farklılığı Bu metot farklılığı, nasların sırf zahirleri ile anlaşılıp yetinilmesi ve bunun ötesine geçilmemesi gerektiğini savunan “Zahirî” anlayış ile her nassın bir zahiri bir de batını vardır diyen ve asıl olanın batın olduğunu söyleyen “Batınî” yaklaşımlar gibi farklı görüşlerin çıkmasının nedenleridir. Ehl-i Hadis ve Ehl-i Rey ayrımı da bir metotsal ayrımdır.

e- İslam’da Fikir Hürriyeti İnsanın Düşünen Bir Varlık Oluşu Nasları anlama sürecinde, birbirinden farklı düşünüş ve karakter sahibi olan bireylerin naslara yaklaşımları sonucu birbirinden farklı ekoller çıkabilmiştir.

f- Kader ve İlahi Takdir Sorunu Bu bir nedenden öte tartışılan meselelerden biri olarak durmaktadır ancak müellife göre gerek ilk Müslümanlar arasında çıkan savaşlardaki ölen ve savaşanların durumları, bunların kader ve insan hürriyeti tartışmalarına sebebiyet verişi, ilerleyen zamanlarda da Emevî iktidar sahiplerinin kendilerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir argüman olarak “ilahî kader” meselesi fırkalaşmada etkili olmuştur.

2- Psikolojik Etkenler a- İnsanların Karakterlerinin Farklı Olması İnsanlar yaşadıkları çevrenin, içinde bulundukları toplumun kültürü ve oradaki mede-

ŞABAN 1437

13


c- Liderlik Tutkusu

Hz. Ömer devrinde hızla gelişen İslam fetihleri ile İslam toprakları genişlemeye başlamış ve bu genişleme birçok kültür ve dini grubu da içine alacak şekilde daha sonraları da devam etmiştir. Fars, Yunan ve Mısır gibi önemli medeniyetlerin asırlarca hakim olduğu yerlere Müslümanlar talip olmuş ve birçok insan İslam’a girmişti. Ancak eski inançlarının etkileri de İslam’a girmeleri sonrası bir anda yok olmadı ve etkisi daha sonra da devam etti. Fars kültüründeki karizmatik liderci anlayış, masum imam, beklenen mehdi gibi inançlar; eski Türklerdeki atalara saygı vs. ölülerle alakalı bir kısım inançlar daha sonra kabir ziyaretlerindeki aşırılık, çaput bağlama, ölünün arkasında çeşitli günler yapma şeklinde devam edegelmiştir.

Hz. Osman döneminde gün yüzüne çıkan eski bir çekişme olan Ümeyyeoğulları-Haşimoğulları çatışması, Hz. Ali’nin şehadetinden sonra ortaya çıkan sorunlar hep liderlik arzusunun etkisi ile oluşmuştur.

3- Sosyal Etkenler a- Irkçılık Emevi iktidarının mevaliye karşı uygulamaları ve Ümeyyeoğulları-Haşimoğulları çekişmesi Hz. Peygamber tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılan taassupların izlerini taşımaktaydı. Bunlarda gruplaşmada önemli bir etken olmuştur.

b- Ekonomik Sebepler Kader-İktidar-Servet üçgeni de bölünme ve parçalanmayı tetikleyen nedenlerden birisi olarak karşımızda durmaktadır.

4- Siyasi Etkenler a- Devlet Yönetimi

niyetin izlerinden etkilenir; duygu, düşünce ve karakterleri bunların da etkisi ile şekillenir. Bu psikolojik etkenler de dini inancın şekillenmesinde etkili olur. Mehdici hareketler bunun tipik bir örneğidir. Lider olma ruhuna sahip bir şahıs ile kurtarıcı karaktere tabi olma dürtüsündeki kişilerin tabiiyetleri neticesi oluşur.

b- İnsanların Zihniyet ve Gayelerinin Farklı Olması Abdullah b. Sebe örneğinde olduğu gibi aslında iman etmediği halde bir takım desiseler ile İslam’ın ilerleyişini engelleme ve birliği parçalama niyetli yapılan faaliyetler. Şiî inançta Fars etkisinin bariz bir şekilde görülmesi de farklı niyetlerin gruplaşmada etkili olduğunu göstermektedir.

14

MAYIS 2016

Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem vefatı sonrası halife seçimi konusundaki tartışmalar ilk fırkalaşmalara sebebiyet verdi. Biz bunları birazdan ele alacağız.

b- Siyasi Anlaşmazlıklar ve İç Savaşlar Hz. Osman’ın katillerinin bulunması gibi sebeplere dayalı, sahabe arasında cerayan eden anlaşmazlıklar neticesi Cemel Savaşı (h.36) ve Muaviye ile Hz. Ali taraftarları arasında Sıffin’de (h.37) gerçekleşen savaşlar neticesinde önemli ayrışma ve ihtilaflar olmuştur.

5- Dış Etkenler a- Diğer Din ve Medeniyetlerle Karşılaşma Hz. Ömer devrinde hızla gelişen İslam fetihleri ile İslam toprakları genişlemeye başlamış ve bu


genişleme birçok kültür ve dini grubu da içine alacak şekilde daha sonraları da devam etmiştir. Fars, Yunan ve Mısır gibi önemli medeniyetlerin asırlarca hakim olduğu yerlere Müslümanlar talip olmuş ve birçok insan İslam’a girmişti. Ancak eski inançlarının etkileri de İslam’a girmeleri sonrası bir anda yok olmadı ve etkisi daha sonra da devam etti. Fars kültüründeki karizmatik liderci anlayış, masum imam, beklenen mehdi gibi inançlar; eski Türklerdeki atalara saygı vs. ölülerle alakalı bir kısım inançlar daha sonra kabir ziyaretlerindeki aşırılık, çaput bağlama, ölünün arkasında çeşitli günler yapma şeklinde devam edegelmiştir.

b- Tercüme Faaliyetleri Emeviler’in son dönemleri ile başlayan ve Abbasiler döneminde Mansûr (ö.158), Harun Reşîd (ö. 193) ve Me’mûn’un (ö.218) iktidarları döneminde devam eden tercüme faaliyetleri ile Eski Yunan ilimleri Arapça’ya aktarılmıştır. Bu tercümelerle Hind, İran ve Yunan kültürlerine ait birçok düşünce, İslam inancı ile karşılaşmış ve etkileşim gerçekleşmiştir.

Farklı Tasnifler Bunlar ve benzeri saikler ile ortaya çıkmış, İslam dininin farklı yorumları olan mezhepler, İslam Mezhepleri İlmi tarafından ele alınıp incelenmektedir. Mezhep kavramı ile birlikte “fırak, mille, nihal vs.” kavramlarda bu ilim sahasında gerek İslam mezhepleri gerekse de diğer din ve onların gruplarını da içine alacak şekilde kullanılmaktadır. Mezhepler genel olarak İtikâdî ve Fıkhî olarak ikiye ayrılabilir. Ele aldıkları konular açısından yapılan bu tanıma göre İtikâdî mezhepler İslam Dininin İnançla ilgili mevzularındaki farklı anlayışları sebebiyle fırkalaşmış grupları içine alırken, Fıkhî mezhepler ise amelî konulardaki ihtilaflarına dayalı olarak fırkalaşan grupları ihata eder. Bir başka açıdan ise mezhepler İtikadî, Siyasî ve Fıkhî mezhepler olarak üçe ayrılırlar. Bunlar

da ortaya çıkışlarındaki temel meseleler açısından ele alınmak sureti ile bu şekilde gruplandırılmışlardır. Bu tanıma göre siyasi bir konu olan İmamet meselesindeki görüşleri ile ortaya çıkan fırka Şia, siyasi bir mezheptir. Yine Sıffin savaşı sonrası ortaya çıkan Hariciler de siyasi bir fırka olarak ele alınmaktadır. Ancak her ne kadar siyasi mezhep başlığı ile farklı bir kategoride değerlendirilse de bunlarda birer itikadî mezheptirler.

Kısa Tarihi Gelişimi Hilafet meselesinde bir grup insan, Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem ölmeden önce kendisinden sonra kimin halife (devlet başkanı) olacağını söylediğine inanmışlardır. Hilafetin Hz. Ali ve onun soyuna ait olduğunu söyleyen bu gruba Şia denilmiştir. Birçok gruba ayrılan Şia’nın, günümüzde devam eden en önemli üç kolu İmamiyye (İsna aşeriyye), Zeydiyye ve İsmailiyye’dir. İran’ın resmi mezhebi İmamiyye’dir. İmam inancı İmamiyye’de bir inanç esasıdır. İlk üç halife onların nazarında en hafif ifade ile gasıp konumundadırlar. Zeydiyye mezhebi, diğer şiî mezheplere göre Ehl-i Sünnet’e en yakın Şiî kol olarak tanıtılmaktadır. Hz. Ali ve muhalifleri arasında gerçekleşen mücadeleler, iki Müslüman grubun savaşması birçok itikadî sorun ortaya çıkardı. Bir Müslümanın öldürülmesi en büyük günahlardan biri olarak kabul edilirken, böyle bir işe karışan kişinin durumunun ne olduğu meselesi birkaç görüşün ortaya çıkmasına neden oldu. En başta Hariciler olarak adlandırılacak olan grup, Allah’tan başka hüküm verenin olmayacağı sloganıyla ortaya çıktı ve büyük günah işleyenlerin küfre düştüğüne ve ebedi olarak cehennemde kalacağına hükmettiler. Haricilerin günümüze ulaşan ve en ılımlı kolu olarak kabul edilen grup İbaziye’dir. Kuzey Afrika’da bazı ülkelerde yer almaktadırlar. Bunların tam karşısında bir görüş sergileyen grub ise Mürcie

ŞABAN 1437

15


Ehl-i Sünnet’in ana damarını oluşturan ekol

Allah’ı, insan biçimci düşünen ekoller ise Müşebbihe ve Mücessime olarak adlandırılmışlardır. Yezidiyye, Nusayriyye ve Dürzilik gibi aşırı sapkın düşüncelere sahip fırkalarda Mezhepler Tarihi kitaplarında kendilerinden bahsedilen fırkalar içerisindedirler.

ise ilk asırdan itibaren Ehl-i Hadîs ya da Selef Uleması olarak tarif edebileceğimiz çizgidir. Naslara sıkı sıkıya bağlı olan Selef uleması, Teşbih, Tecsim gibi şeylerden uzak, aklî tartışmalara dalmadan ve naslarda olan ile yetinmek suretiyle kendi inanç ve düşüncelerini temellendirmişlerdir. En önemli temsilcileri olarak Ahmed b. Hanbel ve İbn Teymiyye örnek verilebilir.

oldu. Büyük günah işleyen bu kişiler hakkında bir şey söylemekten uzak durup onların hükmünü Allah’a havale etmek gerektiğini söylemişlerdir. Mutezile’nin kurucusu kabul edilen Vasıl b. Ata’nın, Hasan-ı Basri’nin meclisinden ayrılmasına sebep olan olay da ehl-i kebair ile ilgili konudur. Mutezile’nin beş esasından biri olacak olan “el-menziletü beyne’l-menzileteyn” görüşü bu konudaki temel yaklaşımları olmuştur. Mutezileye göre büyük günah işleyen kişi ne mümindir, ne kafir’dir. Bu ikisi arasında bir konumdadır. Tevbe etmeden ölürse ebedi olarak cehennemde kalacaktır ve cezası da kafirlerin cezasından daha hafif olacaktır. Mutezile bu ve benzeri aklî yaklaşımları ile mezhepler içerisinde farklı bir konumda yer almaktadır. Mutezile, Abbasiler döneminde bir süre devlet desteği görmüş, başta ehl-i hadis’in öncüsü olan Ahmed b. Hanbel gibi önemli kişilere baskılar yapılmasında etkili olmuşlar, tarih içerisinde etkilerini kaybetseler de esasları Şia ve özellikle Zeydiyye bünyesinde devam etmiştir. Bir mutezili olan Ebu Ali el-Cübbaî’nin öğrencisi Ebu’l-Hasen el-Eşarî (ö.324), ondan ayrılmasından sonra Ehl-i Sünnet Kelamı’nın kurucusu olarak Eşari Mezhebi’ni kurmuş, onunla nerdeyse aynı zaman diliminde Horasan’da yaşayan Ebu Mansur el-Maturidi (ö.333) ise Maturidi Mezhebi’nin temellerini atmıştır. İslam inancını savunmak için Kelam metodunu kullanan bu iki Sünnî Kelâm Ekolü, İslam düşünce tarihine şekil veren önemli düşünürler yetiştirmişlerdir.

16

MAYIS 2016

Allah’ı, insan biçimci düşünen ekoller ise Müşebbihe ve Mücessime olarak adlandırılmışlardır. Yezidiyye, Nusayriyye ve Dürzilik gibi aşırı sapkın düşüncelere sahip fırkalarda Mezhepler Tarihi kitaplarında kendilerinden bahsedilen fırkalar içerisindedirler. Bir de son dönemler de ortaya çıkmış selefi anlayışa benzer bir yaklaşıma sahip Muhammed b. Abdulvehhab tarafından kurulmuş Vehhabilik Mezhebi; peygamberlik iddiasında bulunan Mirza Hüseyin Ali tarafından kurulan, Şii bünyeden çıkan, yeni dini bir akım Babilik-Bahailik ve yine nübüvvet iddiasında bulunan Mirza Gulam Ahmed tarafından tesis edilen Kadıyanilik-Ahmedilik de modern dinî mezheplerdendir. Bir de Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Caferi ve Zahiri mezhebi vs. kurucularının isimlerine istinaden adlandırılmış olan Fıkhi Mezhepler var ki bunlar da yukarıdaki fırkalaşma sebeplerinden bazılarına ve istidlal ile içtihad yöntemlerindeki farklılıklara dayalı olarak oluşmuş, bugüne ulaşanları ve ulaşamayanlarıyla İslam Düşüncesinin bir başka açıdan çeşitliliğini oluşturmaktadır. Çok uzun bir meseleyi birkaç sayfada özetleyebilme çabasının neticesi olan bu yazımız, birçok açıdan eksik olmakla birlikte bu alan da ilk okumalarını yapan kişiler için faydalı olur ümidiyle…


KAPAK DOSYA

Hakan Sarıküçük

MEZHEPSİZLİKTE

BİR MEZHEPTİR

H

amd bize bir peygamber göndermekle

sıdır. Kur’an’ı tefsir eden sahih kaynakları gö-

bizi küfür bataklığından kurtaran Allah’a;

zardı edip Kur’an’ın tahrif edilmeye çalışılması

Salat ve Selam ise ümmetine pek düşkün olan

faaliyetidir.

ve onların sıkıntıya düşmesi kendisine pek ağır

Bugün bu mesele dikkatlice mülahaza edilecek

gelen efendimiz, önderimiz, rehberimiz, ca-

olursa, Peygamber Aleyhisselam’ın peygamber-

nımızdan ve tüm sevdiklerimizden bize daha

liğini kendilerinden gelmediği için reddeden

sevimli olan Hz. Muhammed aleyhisselam’ın

ve biz bize indirilene tabi oluruz diyen Ya-

üzerine olsun.

hudilerle, Kur’an bize yeter deyip peygamber

Günümüzün en tehlikeli hastalıklarından bir tanesi de İslam’ın en önemli ikinci kaynağı olan sünneti inkâr etme hastalığıdır. Hadislere olan güveni ortadan kaldırıp yerine hevanın ve nefsani arzuların hâkim kılınmaya çalışılma-

aleyhisselâm’a Allah’ın verdiği peygamberlik misyonunu yakıştıramayanlar peygamber aleyhisselam’ı itibarsızlaştırma hususunda temelde aynı çizgi üzerinde yürümektedirler. Dikkat edilecek olursa her meslek erbabı ken-

Her bir ilim dalı o ilmin mütehassısı tarafından detaylı ve kapsamlı bir şekilde öğrenilebilir. Bu sebeple Allah tarafından özel olarak seçilip yetiştirilen ve İslam dinini mükemmel bir şekilde bilip öğreten bir peygamber varken, onu bırakıp heva ve hevesin ardısıra gitmek nasları anlamada ve algılamada vahiy ile konuşan bir peygamberi bırakıp, aklı esas almak asıl mantıksızlık değil de nedir?

ŞABAN 1437

17


lekesi kendilerinden daha mütevazı gibiymişçesine bir havaya girmektedirler. Bu gibi kimselere tabi olanlar ise akıl seviyeleri hususunda ciddi soru işaretleri bulunan bu gibilerinin peşinden giderek onların sancakları altında haşrolmanın mücadelesini vermektedirler. Bu gibi kişilerin düştüğü durum yanlış yola kanalize edilen hatta ve hatta hakikatte o ilmin zıddına çalışandan ilim tahsil etmeye benzer ki şeytanın ve hevanın ardı sıra gitmenin İslam’a tabi olmakla yakından uzaktan alakası yoktur. Baş-

18

di mesleğinde uzman olup bu mesleğin ilmi-

ka bir misal ile yolunu şaşırmış ve kaybolmuş

ni en güzel bir şekilde tahsil etmiştir. Doktor,

bir kişinin kendisine doğru yolu göstermeye

mühendis, öğretmen gibi her bir meslek sahi-

çalışan ve bu bölgeyi çok iyi bilen birisinin yar-

bi alanında uzmandır. Bu ilimlerin hiçbiri bu

dım teklifine olumsuz cevap vermesi ve bana

alanlarda bilgi sahibi olmayanlardan öğreni-

gösterdiğin yolu kabul etmeyeceğim, ben ken-

lemez. Bir öğrencinin yanında öğretmeni bu-

di bildiğim ve tecrübe edeceğim yoldan gitmeyi

lunmaksızın okuma ve yazmayı kendi kişisel

tercih ediyorum diyen zavallı ve basiret yoksu-

gayretiyle öğrenmeye çalışması büyük bir yor-

nu bir adama benzer ki bu yolculuk esnasında

gunluktan başka bir şeye sebep olmaz. Her bir

karşılaşacağı binbir türlü musibet ve felaketler

ilim dalı o ilmin mütehassısı tarafından detaylı

onu bu kaybolduğu yerden çıkaramadığı gibi

ve kapsamlı bir şekilde öğrenilebilir. Bu sebeple

başladığı yola bile geri döndüremeyecektir. Al-

Allah tarafından özel olarak seçilip yetiştirilen

lahu Teâlâ kişiyi böyle bir şaşkınlığa düşmek-

ve İslam dinini mükemmel bir şekilde bilip öğ-

ten muhafaza etsin.

reten bir peygamber varken, onu bırakıp heva

Günümüzde mezhepsizlerin mezhepleri red-

ve hevesin ardısıra gitmek nasları anlamada

detmelerindeki temel yaklaşımlarının esas

ve algılamada vahiy ile konuşan bir peygam-

noktası da hadis inkârcılığı ile doğru orantılı-

beri bırakıp, aklı esas almak asıl mantıksızlık

dır. Hadisleri inkâr, hadislerin sahibi olanı da

değil de nedir? Bu durum en iyi tabir ile mo-

inkâr manasına gelir. Zamanla hadislere karşı

tor tamircisinin doktorluğa özenmesi gibi bir

şüpheci yaklaşım peygamberlik misyonuna da

şeydir. Nitekim kıyas mantığını bilmeyen böy-

şüpheci yaklaşımı beraberinde getirmiş, ken-

le bir kişi araba motoru ile insan kalbini aynı

di zekâsını Peygamber Aleyhisselam’ın zekâ-

vazifeyi yapar şeklinde gördüğü için kendisini

sından üstün gören Yahudi zihniyetli ve ka-

uzman bir doktor gibi zannedecektir. Bir müd-

fasında olan Müslüman görünümlü kişilerin

det sonra motor tamircisi olduğunu unutan bu

türemesine sebep olmuştur. Böyle bir zihniyet

kişi, zamanla kendini bu alanda en zirve olan

tarzı Yahudi’nin yapacağı tahribattan çok daha

bir profesörden bile üstte görecektir. Bu misal-

fazlasını yapabilecek çok tehlikeli bir cüm-

de olduğu gibi naslardan habersiz olan ve ilmi

lenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çıkış

saygıdan uzak olan bu gibi garibanlar, bu ilmin

noktası Rahmani olmayan bir çizginin düm-

menbaı olan peygamber aleyhisselam’ı bile

düz bir halde olması mümkün değildir. Her

kendilerinden daha az düşünebilen ve akli me-

halükarda hatadan ve günahtan masum olan

MAYIS 2016


bir Peygamberin izinden gitmeyi beğenmeyen

yetkisini tanımayı reddeden aslında hüküm-

bu gibi kişiler, Ehlisünnet çizgisinden farklı

darın yetkisini reddetmektedir. Peygamberlik

bir itikat üzere olup kendilerini peygamberden üstün gören, hata yapmayan ve günah işlemeyen bir varlık yerine koymaktadırlar. Mezhepleri inkâr edenler hakikatte kendilerinin de bir mezhep sahibi olduklarının farkında değil midirler? O beğenmedikleri mezhepler ve sa-

misyonunu hafife alanların bunu bir kere daha düşünmeleri gerekir. Rabbimiz bizleri kendisine sımsıkı sarıldığımızda asla sapmayacağımız iki kaynaktan iba-

hipleri ayet ve hadisler ışığında mezheplerini

ret olan Kur’an ve sünnete bağlı kullarından

şekillendirmişler iken acaba bu mezhepsizler

eylesin. Kendisine ehlisünnet vel cemaat deyip

neyi veya neleri kendilerine ölçü olarak almış-

te sünnetten uzak olan ve cemaate muhalefet

lardır? Mezhep demek bir yola tabi olmak ve bir yol üzere bulunmak manasında olduğuna göre mezhepsizler acaba yolsuz mudurlar yok-

eden garibanlardan eylemesin. Allahumme Amin. Selam ve dua ile.

sa mezhepleri inkâr namına şeytan ve hevaya mensup bir mezhebe niye bağlanmışlardır. Mezhepleri kabul etmeyenler de hakikat de bir mezhep üzeredirler ki o da şeytanın mezhebidir. Peygamberin açık rehberliği karşısında bu yardımı istememek tek kelimeyle budalalıktır. Herkes işe tekrar başlama çizgisinden koyulacak olursa bu büyük bir zaman ve enerji kaybı olur. Hiçbir ilim ve sanat alanında böyle yapılmaz iken İslami ilimler alanında niye böyle bir yola kalkışılsın ki peygambere tabi olmayı reddeden kişinin hiçbir zaman doğru bir yol bulamayacağını veya başka bir deyişle Allah’a ulaşamayacağını fark edeceksiniz. Bunun böyle olmasının nedeni doğru bir kişinin öğütlerine inanma yerine dine inanmayı reddeden kişinin gerçeğin görünümünü kendisinden uzaklaştıran sapık bir yol benimsemesidir. Bu kişi kendi inatçılığı, gururu peşin yargısı ve sapıklığının kurbanı olmaktadır. Gerçek peygamber bizzat Allah tarafından seçilir. Mesajını kullarına ulaştırmak için onu insanlara gönderen Allah›tır. Peygambere iman ve itaat Allah’ın emridir. Bu nedenle Allah’ın elçisine ve getirdiklerini inanmayı reddeden kişi aslında Allah’ın emirle-

Günümüzde mezhepsizlerin mezhepleri reddetmelerindeki temel yaklaşımlarının esas noktası da hadis inkârcılığı ile doğru orantılıdır. Hadisleri inkâr, hadislerin sahibi olanı da inkâr manasına gelir. Zamanla hadislere karşı şüpheci yaklaşım peygamberlik misyonuna da şüpheci yaklaşımı beraberinde getirmiş, kendi zekâsını Peygamber Aleyhisselam’ın zekâsından üstün gören Yahudi zihniyetli ve kafasında olan Müslüman görünümlü kişilerin türemesine sebep olmuştur. Böyle bir zihniyet tarzı Yahudi’nin yapacağı tahribattan çok daha fazlasını yapabilecek çok tehlikeli bir cümlenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

rini yerine getirmeyi reddetmektedir ve bir asi olmaktadır. Şüphesiz bir hükümdarın vekilinin

ŞABAN 1437

19


KAPAK DOSYA

M. Emin Aksoy

Zamanın Değişmesiyle Fetvalar Değişir Mi

İ

slam nizamı, kaide ve kurallar üzerine bina edilmiş, Allah’ın bütün insanlar için gönderdiği evrensel bir dindir. Yüce Mevlâ’nın yeryüzündeki halifeleri olan peygamber varisleri ve rabbâni alimler, biz insanların hayatı daha yaşanır ve Allah’ın istediği şekle daha uygun olsun diye kur’ân ve sünnet ışığında bir takım kaide ve kurallar belirlemişlerdir. Hayatın her alanıyla muhatap olan insanın karşısına farklı zaman ve mekanlar da farklı sorunlar çıkmaktadır. İnsan her karşılaştığı meselenin ve problemin çözümünü direk olarak ve birebir yüce kitabımız Kurân-ı Kerim’de ve Efendimiz’in sünnetinde bulamadığından dolayı ancak dolaylı yollar ile bu sorunların çözümüne ulaşabilmektedirler. Eski dönemlerde yaşamış müctehitlerin zamanında olmayan bir çok mesele ve sorun günümüzde hayatını İslam’a göre yaşamaya çalışan insanların bir çoğunun zihinlerini meşgul etmektedir. İşte tam bu sırada fazilet sahibi Alimlerimiz devreye girer ve insanların çıkmaza girdiği, tı-

20

MAYIS 2016

kandığı anlarda Şeriatın maksadına, ruhuna ve gayesine ters düşmeyecek şekilde fetvalar vererek onların yollarını belirlenen kaide ve kurallar ışığında açarlar. Bu kaide ve kurallar ışığında insanların karşılaştığı bütün problemleri çözebilmekte ve o sıkıntılara rahmani reçeteler sunabilmektedirler. İşte o çok değerli göz nuru kaide ve kurallardan bir tanesi de “zamanın değişmesiyle bazı fetvaların değişmesi kaidesi”dir. Ancak bu kaidenin uygulanması için bazı şartlar gerekmektedir. Bu şartlar ise şu üç başlık altında toplanmaktadır: 1- Bu kaidenin tatbik edileceği alan şirk, tevhid, ahiret, sırat gibi itikadı ilgilendiren alanlarda olmamalıdır. Yani günümüz insanları şöyle düşünemez; Beş yüzyıl önce insanlar İslami bir düzende yaşıyorlardı. O dönemde Müslümanlar taş ve heykel önünde durmazlardı; günümüzde ise zaman değişti falanca putun önünde biraz durulabilir ve onu takdis edebiliriz gibi bir anlayış olamaz.


2- Şeriatın kati naslarını iptal ederek Şeriatın ruhuna, gayesine ve maksatlarına ters düşmemelidir. Bir kişinin iki kız kardeşi aynı nikah altında bir araya getirmesi, halanın ve teyzenin kişiye haram olması, ramazan orucunun çok sıcak günlere denk geldiğinden dolayı şevval ayına alınması vb. meselelerde hiçbir zamana ve mekana göre değişiklik arz etmeyecektir.

kendi yerine İsrailoğullarına vekil bırakıyor.

3- Bütün peygamberlerin ümmetini çağırdığı güzel ahlak, fazilet, erdemli işler yapmak, ye-

onlara mani olmaya alıkoyan neydi emrime

timlere sahip çıkmak, ahde vefa göstermek… İçki, kumar, zina, anne babaya eziyet etme, kul hakkı gibi yüz kızartıcı ve gayri ahlâki işlerden de uzak durmak bu husus da zamanın ve mekanın değişmesiyle değişebilecek bir husus değildir.

dahale etmedin? dedi.

Yukarıda zikredilen hususların dışında kalan bir kısım meseleler var ki bu meseleler zamana, mekana ve bir takım şartlara göre değişiklik arz edebilir. Daha önceki Alimler zamanında o zamanın şartlarına göre caiz olmayan bir şey daha sonraki dönemlerde gelen alimler tarafından caiz görülebilir. Aynı şekilde bir memlekette müstehap olan bir emir, başka bir memlekette mekruh veya haram olabilir. Zikredilen kaidenin daha iyi anlaşılması için bir kısım örnekler vermek yerinde olacaktır; 1- Allah Teâlâ bizlere Musa aleyhisselam’ın İsrailoğullarıyla olan şu kıssasını anlatıyor: Musa aleyhisselam Allah ile görüşmek için Tur dağına gittiğinde kardeşi Harun aleyhisselam’ı

Musa aleyhisselam yok iken Samiri adında bir yahudi, altından bir buzağı yapıyor ve: Sizin de ilahınız Musa’nın da ilahı budur. Fakat Musa bunu unuttu dedi. Nihayet Musa aleyhisselam dönüp İsrailoğullarının buzağıya taptıklarını görünce şöyle dedi: -Ey Harun onların yaptıklarını görünce seni karşı mı geldin o gördüğün münkere niçin mü-

Harun aleyhisselam “Ey anamın oğlu sakalımı ve başımı tutma, doğrusu bana İsrailoğulları arasında tefrika çıkardın ve benim sözüme neden uymadın diyeceğinden korktum” dedi. (Taha 88-94) Alimler bu olayda efendimiz Harun aleyhisselam’ı bizlere örnek olacak ne kadar isabetli ve hikmetli bir iş yaptığını söylemişlerdir. Yahudilerin entrikalarını fitne ve oyunlarını çok iyi bilen Harun aleyhisselam meselenin çözümü ve daha büyük sıkıntılar meydana gelmemesi için kardeşi Musa’yı beklemiş ve o anda yapılan kötü işe müdahale etmemiştir. Daha büyük bir fitne olmasın diye hikmetli davranarak emr-i bi’lmâr’uf ibadetini kardeşi Musa aleyhisselam gelme zamanına kadar ertelenmiştir. 2- Normal şartlarda sünnet olan evlilik bazı durumlarda caiz, bazı durumlarda caiz olmaya bilir:

ŞABAN 1437

21


• Şöyle ki; Kişi maddi ve manevi evlilik yükümlülüğünü yerine getirecek olgunlukta ise evlenmediği zaman (Allah korusun] zinaya düşme olasılığı yüksek ise Alimler bu durumda olan bir kişinin evlenmesinin farz olduğunu belirtmişlerdir.

riş şeriatın genel emirlerinin dışına çıkmadığı için İslam’ın ruhuna ve gayesine ters düşmediğinden dolayı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu ticaret şeklini onaylamıştır. Buna binaen Alimler bu ve benzeri alış-verişleri caiz görmüşlerdir.

• Kişi evlendiği zaman hanımının meşru daireler çerçevesinde maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamayacak ve ona zulüm edecekse ve evlenmediği zaman zinaya düşme korkusu yoksa böyle bir kişinin evlenmesinin caiz olmadığını belirtmişlerdir. Bu fetva haşa Allah Rasûlü’nün “Ey gençler topluluğu sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin!..” Hadisine aykırı bir fetva değildir. Bilakis hanımları hususunda Allah’tan en çok korkan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in söylediği söz şeriatın ruhuna ve gayesine uygundur.

Başka bir hadiste Allah Rasûlü’ne soruldu: “Bir kişi kaybolan bir deveyi bulsa ve onu sahibine vermek üzere alsa olur mu?” denildiğinde Allah Rasûlü o kişiyi bundan men etti. “Onu [deveyi] bırak o otlamasını bilir su olan yere gelir sonunda sahibi onu bulur” dedi. Allah Rasûlünün bu hükmü Hz. Ömer radıyallahu anh’ın hilafetinin son dönemine kadar bu şekilde devam etmiştir. Hz. Osman kendi hilafeti döneminde ise bu uygulamaya son vermiştir. Hz. Osman kaybolan develeri bulan kişinin onları başıboş bırakmamasını bilakis onu alıp sahibini araştırmasını, sahibini de bulamaz ise develerin satılmasını emretmiştir. Çünkü Hz. Osman döneminde insanların edep ve ahlaki durumları zayıflamıştı ve harama el uzatmaktan çekinmiyorlardı. Hz. Osman Efendimizin bu uygulaması, kaybolan develerin korunması ve deve sahiplerinin mallarını hırsızların ve tamahkar gaspçıların ellerine düşmesini engellemiştir. Bu fetva her ne kadar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem açık olan emrine aykırı gibi görünse de (haşa), bu Allah Rasûlünün amaçladığı gaye ve hedefe tam uygundur. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gayesi insanların mallarının korunması ve kimsenin zarara ve ziyana uğramaması idi. (1)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamasından bir örnek; Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Urve el Basri radıyallahu anha bir koyun alması için bir dinar vermiştir. Bu sahabe bir dinara iki tane koyun almış. Bir koyunu bir dinara satmış ve peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e bir koyun ve bir dinar getirmiştir. Allah Rasûlü bu ticaret şeklini onaylamış ve o sahabeye hayır dualarda bulunmuştur. (Buhari) Burada anlaşılması gereken husus bir kişi başkasının malında mal sahibinin belirlediği çerçevenin dışına çıkamaz. Ancak burada sahabenin yaptığı alış-ve-

Alimlerin içtihatlarından bir örnek; İbn-i Kayyim derki; İbn-i Teymiyye’nin şöyle dediğini duydum: “Tatar fitnesi (Moğol istilası) zamanında içki içen bir topluluğun yanından geçtik. Arkadaşlarım topluluğu içki içmekten alıkoymak istediler ancak ben onlara mani oldum ve şöyle dedim: ‘Bırakın içsinler. Allah’u Teâlâ içkiyi fitne fesat kapısını kapatmak için haram kılmıştır,

22

MAYIS 2016


burada ise bu zalim topluluk sarhoş olduğu sürece Müslümanları öldürmez, onların kadınlarına tecavüz etmez ve mallarını yağmalamazlar.’ " Şeriatın canı, malı ve namusu koruduğunu çok iyi bilen İbn-i Teymiye’nin fetvası ne kadar da hikmetli ve isabetlidir. Genç bir sahabenin oruçluyken hanımını öpmesi için Allah Rasûlü’nden fetva sorduğunda ona müsaade etmemesi aynı fetvayı yaşlı bir sahabi istediğinde ona bu hususta fetva vermesi; Hz. Ömer radıyallahu anh savaş sırasında hiçbir Müslümana had cezası uygulamaması, Ayet-i Kerime’de; kalpleri İslam’a ısındırılanlara zekat verilmesi sabit olmasına rağmen daha sonraki dönemlerde bu sınıfa zekat vermemesi; Sad b.Ebi Vakkas’ın içki içmiş olan bir sahabeyi affetmesi, Hz. Osman’ın Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yedi lehçe olan Kuran-ı Kerim’i imha edilmesini emredip yalnızca Kureyşi lehçesinde olan Mushafı bir araya getirip onu çoğaltması ve o kıraatın okunmasına dair ferman buyurması.. Bu ve benzeri hüküm ve fetvalar İslam nizamının kıyamete kadar vuku bulacak bütün çıkmazları ve olumsuzlukları aşacağının ve aynı şekilde genel hükümlerin her zaman ve her yerde olduğu gibi uygulanamayacağının işaretidir. Maliki mezhebine mensup olan Şihab Karrafi şöyle demiştir: “Bizlere nakledilen fetvaları olduğu gibi almak dinde yanlışa düşmektir. Selef-i Salihin ve İslam alimlerinin maksatlarını anlamamaktır.” Aynı mesele hakkında İbn-i Kayyim şöyle diyor: “Şurası bilinmelidir ki şeriatın gayesi ve hedefi insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmak ve onları dünyada karşılaştıkları zorlukları İslam çerçevesinde çözüme kavuşturmaktır. Hanefi alimlerinden İbn-i Abidin ise şöyle diyor:

“Fıkıh ve İslam yasaları belli bir zaman dilimi yahut belli durumlarda hangi biçimde düzenlenmişse o biçimde ilelebet kalan; zaman, koşullar ve yerin değişmesine rağmen onda herhangi bir değişiklik yapılmayan durgun ve değişmez bir kanun veya düzen değildir. İslam yasalarının böyle olduğunu düşünenler yanlış yapıyorlar hatta bize göre onlar İslam yasalarının ruhunu bilmemektedirler.” (Mevdudi)

“Zamanın ve örfün değişmesiyle bir çok fetva değişmiştir.Yine ihtiyaçtan ve zamanın fesada uğramasından dolayı bir çok hüküm değişmiştir.” Şimdi konumuzu İmam Mevdudi’nin inci taneleri gibi değerli sözleriyle bitirelim; “Fıkıh ve İslam yasaları belli bir zaman dilimi yahut belli durumlarda hangi biçimde düzenlenmişse o biçimde ilelebet kalan; zaman, koşullar ve yerin değişmesine rağmen onda herhangi bir değişiklik yapılmayan durgun ve değişmez bir kanun veya düzen değildir. İslam yasalarının böyle olduğunu düşünenler yanlış yapıyorlar hatta bize göre onlar İslam yasalarının ruhunu bilmemektedirler.” (Mevdudi) ------------------------1. (Mustafa Ahmed Zerka /Genel Fıkha Giriş )

ŞABAN 1437

23


KAPAK DOSYA

Derya Fıçıcı

VE

M

ezhep kelimesinin sözlük anlamı; fikir, takip edilen yol, tutum, görüş manaları-

cılık gibi İslam’ın yasakladığı bu tür yaklaşım-

na gelmektedir. Istılah anlamı ise; dinin inanç

“Arap olanın aceme, acemin de arap olana üs-

esaslarını veya ameli hükümlerini anlama ve

tünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” bu-

yorumlama konusunda kendine özgü yakla-

yuran Peygamber (s.a.v)’in ümmeti olarak bu

şımlara sahip düşünce sistemi, bu yaklaşımlar

ayrımı, bu tefrikayı getirip dini meselelerde gö-

etrafında ekolleşmenin ürünü olan ilmi ve fikri

rüş, yol manalarına gelen mezhep konusunda

birikimdir.

yaşatmaya kalkarsak cahiliye kalıntılarını üze-

Yani mezhepler insan ürünüdür, dinin kendisi değildir. Mezhep, grupçuluk, kabilecilik, taraf-

24

MAYIS 2016

larla değerlendirilmemelidir. Örneğin İslam’da

rimizde barındırmış oluruz. Örneğin; bir müslüman camiye gidiyor. Namaz


kılarken tahiyyatta şehadet parmağını kaldırıyor. Yanındaki müslüman namazını bitiyor ve soruyor: “Sen namazda neden parmağını oynattın?” Diğeri cevap veriyor: “Ben Şafii mezhebine tabiyim.” Yanındaki müslüman cevap veriyor: “Ya ben de seni müslüman sanmıştım.”

mak, taraf olmak, ne inandığımız dinde ne de

Müslümanlar arasında bu tür diyaloglar geçebiliyorsa mezhep algımızı sorgulamak gerekiyor.

yani Şafii, Hanbeli ve Maliki, hak mezhepler-

mezhep imamlarının örnekliğinde görülmüş bir davranış değildir. Çocukluk yıllarımızda, yaz döneminde gittiğimiz kurslarda, dört mezhepten bahsedilip, “Biz Hanefi mezhebindeniz. Diğer mezhepler dir.” diye öğrenmiştik. Ancak “Şafii bir imamın arkasında namaz kılınmaz. Namaz tekrar

Fıkhi mezheplere baktığımızda, imamların hiçbirinin mezhep kurma iddiası ile ortaya çıkmadıklarını görüyoruz.

iade edilmeli”yi nereden öğrendik? Beytullah’a

Beşerin olduğu yerde mutlaka farklılaşma olacaktır. Müslümanlar da beşer olduğuna göre bu kaçınılmazdır. Ancak bu farklılaşmanın, günümüzdeki durumu yani birbirini hor görme, tekfir etme, fırkalaşma gibi çeşitli ayrılıklara düşürmesi asla doğru değildir. “Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.” (Âl-i İmran, 103)

rendik?

Mezheplerin en büyük sorunu olan taassub, sonraki nesillerde ortaya çıkmıştır. Zamanla mezhepler sanki dinmiş gibi algılanmaya başlamıştır. Dinde farklılık meydana getirecek cinsten ayrılıklar zaten mezhep diye adlandırılmamalıdır. Bunlar başlı başına dindirler. Örneğin; Nusayrilik, Dürzilik gibi. Ancak fıkıhta mezhepçilik yapmak, yani fıkhi ayrılıklar biz de, birbirimizi sevmeyi, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi engelliyorsa orada durup düşünmek gerekir. Futbol fanatizmi gibi mezhepçilik yapmak, taraftar topla-

gidip “Bunlar Hanbeli mezhebine mensub, arkasında namaz kılınmaz” demeyi nereden öğ-

Aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere inanıp, aynı ezanla cemaat olup namaz kılamazsak, küffara karşı nasıl birlik oluruz? Küffar bizim bu tefrikalarımızı kullanmaz mı? Şeytan bizim bu halimize keyiflenip gülmez mi? Acaba mezhep imamları, bizi namazda dahi cemaat olmamıza engel olan fıkhi farklılıkları nereden aldılar, nereden topladılar da biz böyle ayrılığa düştük?

Mezhep imamlarımızın hayatlarına baktığımızda, ömürlerini deve ve at sırtında yollar katederek Ashabı Kiram’dan tek tek hadis toplamakla geçirdiler. Kimi Peygamber şehri Medine’den hiç ayrılmadı, kimi zindanlara atıldı, kimi sürgünler yedi. Aynı din, aynı kitap, aynı peygamber uğruna feda edilen birer ömür yaşadılar. Onlar, tek olan İslam yolunda birleştiler. Adları, alimler, salihler, şehitler olarak tarihe geçti.

ŞABAN 1437

25


Mezhep imamlarımızın hayatlarına baktığımızda, ömürlerini deve ve at sırtında yollar katederek Ashabı Kiram’dan tek tek hadis toplamakla geçirdiler. Kimi Peygamber şehri Medine’den hiç ayrılmadı, kimi zindanlara atıldı, kimi sürgünler yedi. Aynı din, aynı kitap, aynı peygamber uğruna feda edilen birer ömür yaşadılar. Onlar, tek olan İslam yolunda birleştiler. Adları, alimler, salihler, şehitler olarak tarihe geçti.

Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış şekillerinde ayrılığa düşmüşlerdir. Örneğin; abdest alınırken baş meshedilir mi? Başın neresi, ne kadarı meshedilir? Yani meshin tarzı ve miktarında ihtilaf etmişlerdir. Ayrılıkları, görüş farklılıkları ancak bu kadardır. İmam Malik şöyle demiştir: “Ben bir beşerim. Bazen hata bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap ve

İmam Malik şöyle demiştir:“Ben bir beşerim. Bazen hata bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımıinceleyiniz. Kitap ve sünnete uygun bulursanız kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.”

sünnete uygun bulursanız kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” İmam Şafii şöyle demiştir: “Benim söylediğim bir söz, Allah’ın Rasulü’nden gelen bir hadise aykırı olursa, sözümü duvara çarpın.” Mezhep imamlarımızı takip etmemizin, onlara tabi olmamızın sebebi, bizleri Kuran ve sünne-

Bizler de ömürlerimizi Hanefi taraftarları, Şafii ya da Maliki taraftarları olarak değil, onların yolunu takip ederek İslam’ın taraftarları olarak ölmeliyiz. “Muhakkak ki ben müslümanlardanım, diyerek salih amel işleyen ve Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet, 33) Mezhep imamlarının birbirleri hakkındaki sözlerine bakalım. İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel hakkında şunları söylemiştir: “Bağdat’tan ayrıldığım zaman, orada Ahmed b. Hanbel’den daha alim, daha fakih, haramlardan ve şüphelilerden kaçan kimseyi bırakmadım.” Aynı zamanda İmam Şafii, İmam Malik’ten, Medine’de hadis ilmi ve fıkıh ilmi almıştır. İmam Şafii, İmam Malik hakkında şunları söylemiştir: “Malik, Allahu Teala’nın, tabiinden sonra kullarına karşı hüccet olarak gönderdiği bir insandır.” Görüldüğü gibi her biri, diğeri hakkında, ilmindeki üstünlüğünü övmüştür.

26

MAYIS 2016

te götürmesindendir. Bunun dışında ne ırkları, ne birbirlerine olan üstünlükleri, onların takipçileri olmamıza sebep değildir. “Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu? Senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, ne yapmakta idiklerini kendilerine haber verecektir.” (En’am, 159) “Allah’ım kalplerimizi birleştir, aramızı ıslah et, bize kurtuluş yollarını göster, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar, bizi her türlü çirkinliklerden, açığından ve gizlisinden uzaklaştırır. Bize, kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi, eşlerimizi ve neslimizi mübarek eyle. Tövbelerimizi kabul eyle. Şüphesiz ki Sen tövbeleri çokça kabul edensin, çok merhametlisin. Bizi nimetlerine şükredenlerden, nimetlerinle seni övenlerden, verdiğin nimetleri kabul edenlerden eyle ve bize nimetlerinin devamını ihsan eyle...” (Hakim, Davud 977) Allahumme Amin.. Selam ve dua ile...


KAPAK DOSYA

Ahmet İnal

İHTİLAF AHLÂKIMIZ

İ

slam’ın ‘tevhid’ dini olması, kendisini sadece itikad alanında gösteren sınırlı bir özellik değildir. Tevhid inancı, hayatımızın her anı için bir düzenleme getirmiş olan İslam’ın tüm hükümlerinde varlığını hissettiren kapsamlı bir inanç biçimidir. Birlemek, tek hale getirmek manasında olan ‘Tevhid’ üzerine yükselmiş olan İslam, insanları belirli temeller üzerinde birleştirmek ister. Ayet ve hadislerde, bir yandan ehli kitab örnek gösterilerek Mü’minler’in tefrikadan uzak durmaları öğütlenirken öte yandan da bir ümmet-cemaat teşkil etmeleri istenmektedir. Ancak şu var ki; İslam insanlar arasındaki tüm farklılıkları ortadan kaldırmak gibi bir uğraş içinde değildir. Çünkü insanlar arasında bazı farklılıkların olması ve bir takım noktalarda birbirlerinden ayrılmaları bizzat Allah azze ve celle tarafından koyulmuş sünnetullahlardandır.

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır. (1) (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlarda) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir. (2) Ayetlerde bahsi geçtiği üzere, bu farklılıklar / ihtilaf, parçalanma/tefrika için bir sebep değil, tanışma, birleşme ve imtihan edilme için birer vesiledir. O halde, yapılması gereken şey; insanları tek tip hale getirip onları birbirlerinin

ŞABAN 1437

27


İslam uleması ayetlerin, hadislerin ve vakıanın gerektirdiklerini göz önüne alarak ihtilafın hakikatini telakki etmişler ve karşılaştıkları meselelere bu zaviyeden bakmaya çalışmışlardır. Neticede ise; aralarında bulunan yüzlerce görüş farklılığına rağmen, İslam kardeşliğine halel getirecek bir harekette bulunmamışlar, birbirlerine karşı gösterdikleri muazzam edep ölçüleriyle bizlere İhtilafın bile ahlakının olacağını öğretmişlerdi. kopyası gibi tek bir duygu, düşünce ve hayat tarzı üzerinde birleştirmek değil, Allah’ın tayin ettiği bu vesilelerin hikmeti üzerinde tefekkür etmek ve bunları İslam kardeşliğinin tesis edilmesinde kullanmaktır. Zaten istenilse bile tüm insanların her konuda aynı şeyi düşünmeleri, aynı duyguları paylaşmaları, aynı şekilde yaşamaları imkânsızdır. Eğer bu mümkün olsaydı, bunu başaranlar elbette Ashab-ı Kiram olurdu. Çünkü onlar, Ebu Süfyan’ın nitelendirmesiyle “kalpleri tek bir kalp üzere atan bir topluluk”tu. Onlar’ın kalbi Hz. Peygamber’in sevgisi ve davası üzerine birleşmişken bile, birçok noktada ihtilaf etmişlerdi. İhtilaf, hayatımızın doğasında var olan bir durumdur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “Yahudiler 71 ya da 72 fırkaya ayrıldılar. Hristiyanlar da bir o kadar fırkaya ayrıldılar.

28

MAYIS 2016

Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır. (3) sözleriyle kaç asır öncesinden bizleri uyarmış ve bu hakikate dikkatlerimizi çekmiştir. Hz. Peygamber’in bu sözleri, günümüze gelinceye kadar vakıada bizzat gerçekleşerek hakikat olduğunu ispatlamakla beraber, uyarı yönü ağır basan bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan, bizim imtihanımız; ümmetimizin fırkalara ayrılacağı gerçeğini bilmekle beraber bu uyarıyı dikkate alarak tefrikadan kaçınmak ve vahdeti sağlamak için var gücümüzle mücadele etmektir. İslam uleması ayetlerin, hadislerin ve vakıanın gerektirdiklerini göz önüne alarak ihtilafın hakikatini telakki etmişler ve karşılaştıkları meselelere bu zaviyeden bakmaya çalışmışlardır. Neticede ise; aralarında bulunan yüzlerce görüş farklılığına rağmen, İslam kardeşliğine halel getirecek bir harekette bulunmamışlar, birbirlerine karşı gösterdikleri muazzam edep ölçüleriyle bizlere İhtilafın bile ahlakının olacağını öğretmişlerdi. “İmam Şafii, Ebu Hanife’nin- Allah ikisine de rahmet etsin- kabrinin yakınlarında Sabah namazı kılmış ve O’na olan edebinden dolayı kunut yapmamıştı.” (4) “İmam Ahmed b. Hanbel, burun kanamasının abdesti bozacağı kanaatinde idi. Kendisine, “imam, vücudunun bir yerinden kan çıktığında yeniden abdest almaksızın namaz kıldıracak olursa, arkasında namaza durur musun? diye soruldu. İmam Ahmed: İmam Malik ve Said b. Müseyyeb’in arkasında nasıl namaz kılmam diye cevap vererek onlara karşı muazzam bir edep örneği gösterdi.” (5) Bir diğer edep timsali ise Muvatta’nın müellifi İmam Malik’tir. Bu büyük imam, şer’i sınırlar dâhilindeki ihtilafın bereket getireceğine inanarak kendisine sunulan büyük bir teklifi geri çevirmişti. “Muvatta, İmam Mâlik’in sağlığında büyük bir alâka ve şöhrete ulaşır. O derecede ki, hac maksadıyla Medine’ye gelmiş bulunan halife Hârun Reşîd, Muvatta’yı İmam’dan dinler, çok memnun kalır ve üç bin dinar ihsanda bulunduktan sonra:


“- Bizimle beraber (payîtahta) sen de gel. Ben insanların Muvatta ile amel etmelerine karar verdim. Tıpkı Hz. Osman’ın, ümmeti, (aynı imlâya, aynı lehçeye göre çoğaltılan) Kur’ân’a sevkettiği gibi, (ben de fıkıhta Muvatta yoluyla tek mezhebe sevk edeceğim)” der. Muvatta’nın Kâbe›ye asılmasını teklif eder. İmam şu cevabı verir: “- İnsanları Muvatta’ya sevk etmek mümkün değil. Zira Rasulullah’ın Ashâb’ı, kendisinden sonra İslâm diyarına dağıldılar ve O’ndan gördüklerini, öğrendiklerini oralara götürdüler. Onların farklı uygulamalarının tamamı yerleşik bir sünneti yansıtmaktadır.” Bu büyük insanların sergilemiş olduğu edeb ve ahlakın günümüzde de devam ettirilmesi için onlar tarafından konulan bazı kural ve kaidelere riayet edilmesi gerekmektedir. Bunlar:

1- Karşı tarafla tam ve doğru bir iletişim kurulduğundan emin olmak: Günümüzde, İnsanlar arasında meydana gelen ihtilafların büyük çoğunluğu, eksik ve yanlış gerçekleşen iletişimden kaynaklanmaktadır. Bireyin haddinden fazla öne çıkarıldığı şu günlerde, kişide bulunan “ ben tabi ki haklıyım” kanaati insanlar arasındaki iletişime ciddi oranda zarar vermektedir. Herkesin kendisini tamamen haklı görüp karşı tarafı suçlamaktan vazgeçmediği bir ortamda elbette sağlıklı bir iletişimden bahsedemeyiz. İmam Şafi’nin söylediği gibi “ Görüşlerimiz, yanlış olma ihtimali olan bir doğrudur. Başkasının görüşü ise doğru olma ihtimali olan bir yanlıştır.” İlkesini insanlarla olan muamelatımızda uygulamamız ihtilaf adabının gereklerindendir. Tefrikayı önleyici bir iletişimin gerçekleşebilmesi için; öncelikle karşı tarafın meramını anlamak için onu sonuna kadar dinlemeli yahut karşı taraftan bize bir haber ulaşmışsa onun doğruluğunu araştırmalı, mümkünse bizzat kendilerini dinlemeli ve meselenin tam olarak anlaşıldığı kanaati hâsıl olunca hükmümüzü vermeliyiz.

2- İhtilaf edilen meselenin konumunu tam olarak belirlemek: İhtilaf, bazen kişilerin meselelere haddinden fazla değer vermesiyle ya da meselenin önemini gereğince takdir edememesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan, ihtilafa bahis olan konunun dinin temelinden olan “Asıl”lardan mı yoksa ikincil meseleler mesabesindeki “furuat”tan mı olduğu tespit edilmelidir. Bu ilkeye riayet edildiği takdirde ihtilaflı olan birçok konuda insanların mutabakata varacağı görülecektir. Çünkü furuattan olan birçok meselenin avamlar tarafından ‘asıl’ meselelerdenmiş gibi muamele görmesi nice ihtilaflara hatta tefrikalara yol açmaktadır. İhtilaflı meselenin, İslam’ın asıl’larından biri olması sıkıntı teşkil eder. Özellikle Cibril hadisinde İslam, İman ve İhsan’a dair zikredilenler dinin asıllarından kabul edilirler. Çünkü hadisin sonunda Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Cibril’in insanlara dinlerini öğretmek için geldiğini söylemiştir. Dinin aslını teşkil eden mevzular kesinlikle tartışma ve ihtilaf kabul etmez. İhtilafın furuattan bir mesele olması durumunda ise; ulemadan bir kısmı ashab-ı kiram’ın ihtilafının rahmet olduğunu söylemiş bir kısmı da bunu reddetmiştir. Bunun bir rahmet olacağını kabul edenlerden Ömer b. Abdülaziz; “Hz. Peygamber’in Ashabı ihtilaf etmemiş olsaydı bundan hoşnut olmazdım. Çünkü bir tek görüşle amel etme mecburiyeti olsaydı insanlar sıkıntıya düşerlerdi.” diyerek ihtilafın rahmete nasıl dönüştüğünü izah etmiştir. Bunu kabul etmeyenler ise; Ashabın ihtilaf ettiği noktalarda birisinin hatalı olduğu ve onun görüşünün reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır. İbn Abdilberr ise bu iki görüşü şu şekilde bağdaştırır: “Ashabın ihtilafındaki genişlik, rey içtihadındaki genişliktir. Yoksa kişinin haklı ve doğru bulmadığı bir halde Onlar’dan birisinin görüşünü kabul etmesi anlamında bir genişlik söz konusu değildir. (6)

ŞABAN 1437

29


3- İhtilaf eden tarafların konumlarını tam olarak tespit etmek: İhtilafa muhatap olan insanlar üç sınıftır: Alim, avam ve müteallim Eğer ihtilaf eden taraflar âlim iseler bunda bir beis yoktur; naslar ışığında bir hükme varıp ihtilaf etmişlerdir. Doğruya isabet ederlerse iki sevap yanlışa düşerlerse bir sevap onlar içindir. Eğer taraflar delillerin zayıfını kuvvetlisinden ayıramayan avamlardan iseler; bunlar için bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Çünkü ihtilafların büyümesi ve önüne geçilmez bir hal almasında birçok zaman avam tabakasının etkisi vardır. İmam İbn Teymiye “Bilmeyenler sussaydı ihtilaflar ortaya çıkmazdı” diyerek meselenin önemine atıfta bulunmuştur. Avam tabakası ihtilaflı meselelerde büyük imamlara tabi olmalı, onların görüşlerinden çok iyi bildikleri hususlar varsa bunlar hakkında konuşmalıdırlar. Alim ile avam arasında bulunan ilim talebeleri olan Müteallim’lerin durumu ise derece derece olmakla beraber onlar için de genel olarak sınırlamalar getirilmiştir. Ancak şu var ki; onlar mütehassıslaştıkları konularda kendileri tercihte bulunabilirler, diğer hususlarda ise büyük imamları taklit ederler.

4- İhtilaf edilen meselede Allah ve Rasulüne müracaat etmek: Bu maddenin burada zikredilmesi bazı kimselerce ilginç yahut gereksiz kabul edilebilir. Ancak son dönemlerde Müslümanlar arasındaki ihtilaflara dikkat ettiğimiz zaman göreceğimiz acı bir tablo vardır: Bazı Müslümanların Batı menşe’li akımlardan etkilenmiş olmaları. Ne hazindir ki Müslümanların güçlerini kaybettiği son dönemde bazı kesimler, izzeti İslam’ın dışındaki farklı kaynaklarda ararcasına birtakım girişimlerde bulunarak gayri Müslimlerle aynı söylemleri paylaşmışlardır. Bu durum ise Müslümanlar arasında uzun süre giderilemeyecek olan büyük ayrılıklara sebebiyet vermiştir. Bu açıdan şu ayeti kerimeyi tekrar tekrar düşünmeye ihtiyacımız vardır: “ Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Pey-

30

MAYIS 2016

gamber’e ve sizden olan Ulü’l-Emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (7)

5- İhtilafı tefrikaya dönüştürmemek: İhtilaf ve tefrika arasında şüphesiz büyük farklar vardır. Daha önce, ihtilafın önüne geçilemeyeceği ve belirli noktalardaki ihtilafın tabii olduğundan, bazen rahmet olabildiğinden bahsetmiştik. Ancak tefrika için aynı şeyler geçerli değildir. Parçalanıp bölünmeyi ve parçalar arasındaki düşmanca bir ilişkiyi ifade eden tefrika İslam’da kesinlikle yasaklanmıştır. Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. (8) Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir. (9) Müslümanlar olarak özellikle paramparça olduğumuz böylesi bir dönemde, tefrikadan kaçınmak ve ihtilaflarımız asıllarda değilse bunları büyütmemek, vahdet için atacağımız önemli adımlardan olacaktır.

6- Ortak noktalarda yardımlaşmak, İhtilaflı hususlarda ise nasihatleşmek: İhtilaf edilen noktalarda Müslümanların birbirlerini uyarması, kınaması ve hisbe yapması konusunda fukaha bazı sınırlamalar getirmiştir. Bu sınırlamaların getirilmesi elbette ihtilafların daha büyük ayrılıklara sebebiyet vermesini engellemek içindir. Bazen problemler üzerine fazlaca eğilmek, mevcut sorunları gideremediği gibi yeni sorunlar da ortaya çıkarabilir. Bu açıdan bazı hususlar, anlatmak ve çabalamakla değil zamana bırakmakla çözüme kavuşabilir. Süfyan es-Sevri-Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir: “Fukaha’nın ihtilaf ettiği noktalarda


kardeşlerimi o görüşlerden birisini almaktan sakındırmam.” İmam Ahmed b. Hanbel ise “kişi ihtilafın ancak zayıf olduğu noktalarda kınanır ve sakındırılır.” diyerek bu konudaki sınırlamaları ifade etmiştir. İhtilafın gerçekleştiği konu, hakkında hiçbir nassın bulunmadığı ictihadi bir mesele ise görüşlerden herhangi birisiyle amel eden kimse kınanıp sakındırılmaz. Ancak ihtilafı gidermek için Müslümanların nasihatleşmeleri güzel bir şeydir. Neticede ise; Müslümanlar ittifak edebildikleri noktalarda birleşmeli ve ortak hareket edebilmeli, ihtilaf noktalarında ise tefrikaya sebebi-

“İmam Ahmed b. Hanbel, burun kanamasının abdesti bozacağı kanaatinde idi. Kendisine, “imam, vücudunun bir yerinden kan çıktığında yeniden abdest almaksızın namaz kıldıracak olursa, arkasında namaza durur musun? diye soruldu. İmam Ahmed: İmam Malik ve Said b. Müseyyeb’in arkasında nasıl namaz kılmam diye cevap vererek onlara karşı muazzam bir edep örneği gösterdi.”

yet vermemek için bu sınırlamalara riayet etmelidirler.

Sonuç: Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (10) Birbirimizle çekişip gücümüzün nasıl dağıldığını yaşayarak tecrübe eden bir ümmetiz. Ancak buna rağmen ayrışmışlığını her geçen gün biraz daha arttıran ümmet olma özelliğini de beraberinde taşımaktayız. Paramparça olduğumuz, düşmanın korkusunu kalplerimizde hissettiğimiz, düşmanın nazarındaki heybetimizi yitirdiğimiz zorlu bir dönemden geçmekteyiz.

------------------------

Bugün doğruymuş gibi gözükenin az bir zaman sonra büyük yanlış olduğunu, yanlışların da

1. Hucurat Suresi,13. Ayet

ileriki zamanların doğruları olabildiğini bize

2. Maide Suresi, 48. Ayet

öğreten bir hayatta yaşıyoruz. Olayların hızlı ve bu kadar muğlak olduğu böylesi günlerde Müslümanlarla olan ihtilaflarımızı ve neticesinde takındığımız tavrı tekrar gözden geçirme ihtiyacı hâsıl oldu. Büyük hatalara düşmeme ve İslam kardeşliğini zedelememe adına İslam’ın

3. Tirmizi, İman, 18, (H. No: 2640) 4. Şafiiler, Sabah namazında kunut yaparken Hanefiler kunut yapmamaktadır. 5. İmam Malik ve Said b. Müseyyeb, burun kanamasının abdesti bozmayacağını düşünüyordu. 6. Cami’u Beyani’l-İlmi ve Fadlih, II, 82 7. Nisa Suresi, 59. Ayet

bize sunduğu ve Ulemanın yaşayarak tatbik et-

8. Ali İmran Suresi, 103.ve 105. Ayet

tiği İhtilaf ahlakına riayet etmemiz İslam üm-

9. Rum Suresi 32. Ayet

metinin elzemleri arasında zikredilebilir.

10. Enfal Suresi, 46. ayet

ŞABAN 1437

31


OLAYLAR VE YORUMLAR Nedim Bal

MÜSLÜMAN İsminden Başka Bir İsme İSLAM’DAN Başka Bir Düzene Asla Razı Değiliz Bismillahirrahmanirrahim Bu ümmetin farklı renklerini, dillerini, örflerini, kültürlerini bir arada tutacak, onları et ve tırnak gibi kaynaştıracak, onları birbiriyle kardeş ve yoldaş kılacak inanç sistemi; ne Kemalizm’dir, ne Türk IRKçılığıdır ne de Kürt IRKçılığıdır. Malumunuz, neredeyse 10 aydan beri Doğu ve Güneydoğu bölgesinde çatışmalar devam ediyor. İnsanlar ölüyor. Analar- Babalar evlatsız, eşler dul, çocuklar yetim kalıyor. Evler, yurtlar, ocaklar yakılıyor, yıkılıyor. İnsanlar doğup büyüdükleri yerlerden gözyaşları içinde göç etmek zorunda kalıyor. Yaşanan acılar, hüzünler ve gözyaşları toplumun tüm kesimlerini ayrı ayrı noktalara, ayrı ayrı uçlara sürüklüyor. Toplum ayrışıyor. Oğlu veya kardeşi ya da eşi, komşusu veya

32

MAYIS 2016

arkadaşı PKK tarafından öldürülen bir Türk, hiç bitmeyecek bir kinle Kürde düşman oluyor. Aynı şekilde oğlu veya kardeşi ya da eşi, arkadaşı veya komşusu devlet güçleri tarafından öldürülen bir Kürt de, hiç bitmeyecek bir kinle Türk’e düşman oluyor. Müslüman camiaların içinde bile “Ben IRKçı değilim amma ……….” diye başlayan ve diğer ırkı tahkir eden, aşağılayan cümleler artık uluorta konuşulur oldu. Irkçılık meselesi müslümanların en çok dikkat etmesi gereken meselelerden biridir. Irkçılık fitnesi; Çekirge sürüsünün ekin tarlasına girmesi gibidir. Çekirge sürüsü çekilip gittiğinde geriye faydalı hiçbir şey kalmaz. Müslümanların içindeki bu gidişat iyi bir gidişat değil. Hele hele böyle bir dönemde, Müslümanlar konuştuğu cümlelerin nereye varacağını çok iyi düşünmeli, bin düşünüp, bir konuşmalıdır.


Her müslüman; Allah’a, onun şerefli elçisinin önderliğine, hayat nizamı için gönderilen Kur’an’ın tüm buyruklarına, gerçek adaleti tesis eden Şeriatın üstünlüğüne iman etmekle mükelleftir. Aynı şekilde yine her Müslüman; Allah’ın gönderdiği İslam nizamı dışında kalan ve insanlığı yönetmeye talip olan alternatif tüm düzenleri, rejimleri, ideolojileri, dünya görüşlerini temelden reddetmekle mükelleftir. Ne mevcut düzeninin ve sağcı partilerin amentüsü olan; Kemalizm, laiklik, demokrasi ve Türk ırkçılığı, ne de PKK/ BDP nin ve solcu partilerin amentüsü olan; sosyalizm, komünizm, marksizm, Apoizm ve Kürt ırkçılığı; Allah’a iman eden, peygambere iman eden, Kur’an’a iman eden, Kabe yönelip namaz kılan Müslümanların yolu olamaz. Bu batıl, cahili, kokuşmuş ikiyüzlü düzenler, ideolojiler, rejimler; bir Müslümanın seveceği, kabul edeceği, peşinden gideceği ve uğruna öleceği yollar, inançlar olmadığı gibi insanları bu batıl düzenlere çağıran ve bu beşeri sistemleri savunan liderler, örgütler, partiler, cemaatler de asla Müslümanların peşinden gideceği kişiler ve kurumlar olamaz. Toplum büyük bir bunalım yaşıyor. At izi ile İt izinin, güzel ile çirkinin, hak ile batılın bu kadar karıştırıldığı bir dönem yaşanmış mıdır bilmiyoruz! Bunun en büyük sebebi de lanetlenmiş olan ırkçılık belasıdır. Kendi ırkından olanın çamurunu görmeyip başka ırktan olana çamur atma hastalığı.. Ya da bir başka deyişle “bizden olsun çamurdan olsun” cahiliyyeti… Müslümanların IRK meselesi üzerinden konuşacağı, halledeceği, varacağı hiçbir nokta yoktur, olamaz. Kemalist rejim kurulduğu günden beri sadece bir ırka zulmetmiş değildir. Kemalist rejimin zulmüne uğrayanların içinde; Kürdü, Türkü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Arab’ı hepsi vardır.

Kemalist rejim; laik, ulusalcı, ateist ve batıcı olup rejimi savunan Kürtlere asla zulmetmemiştir. Kemalist rejim; laik, ulusalcı, ateist ve batıcı olup rejimi savunan Türklere de asla zulmetmemiştir. Kemalist rejim; laik, ulusalcı, ateist ve batıcı olup rejimi savunan; Laz’lara, Arap’lara, Gürcü’lere, Zaza’lara, Çerkezler de asla zulmetmemiştir. Fakat Kemalist rejim; kendi değerlerine inanmayan, devrim kanunlarını savunmayan ve yeni düzeni kabul etmeyen; MÜSLÜMAN Kürt’lere , MÜSLÜMAN Türk’lere, MÜSLÜMAN Arap’lara, MÜSLÜMAN Laz’lara, MÜSLÜMAN Zaza’lara, MÜSLÜMAN Gürcülere, Çerkezlere, Pomaklara ZULMETMİŞTİR. Yani yeni kurulan Kemalist rejimin devrim kanunlarına göre değil de; Allah’ın kanunlarına, Allah’ın emir ve yasaklarına göre bir hayat yaşamak isteyen tüm kesimler, ırkına bakılmaksızın KEMALİST rejimin zulmünden pay almıştır. Bu ince nokta “ben Müslümanım” diyenlere bir şeyler anlatması lazım. Bu bir ırk savaşı, ırk mücadelesi değildir. Bu HAK ile BATIL’ın mücadelesidir. Batıl bir rejim bile; kendi değerlerine iman edenleri, kendi değerlerini savunanları hangi ırktan olursa olsunlar aralarında hiçbir fark gözetmeksizin hepsini kendi Yoldaşı, kendi Dindaşı kabul ediyor. Öyleyse nasıl olurda; Allah’a iman eden, İslam’a iman eden, Kabe’ye yönelip namaz kılan, Allah’ın emri tesettüre bürünen, hacca giden ve ben Müslümanım diyen kimseler, toplumu; Laikliğe, Kemalizm’e, Demokrasiye, Avrupa’nın değerlerine, Türk ırkçılığına çağıran Sağcı Partilerin ve liderlerin peşinden gidebilir, destekleyebilir, sevebilir??!! Yada; ateizmi, Marksizm’i, Sosyalizmi, Komünizmi, İslam düşmanlığını savunan Solcu Partilerin, PKK/BDP ve türevlerinin peşinden gidebilir, destekleyebilir, sevebilir?!!

ŞABAN 1437

33


Müslüman kendi kendine sormaz mı “Benim desteklediğim, sevdiğim, savunduğum partiler, örgütler, cemaatler, gruplar ve bunların başlarındaki lider kadrolar neye inanıyor, neyi savunuyor ve nasıl bir düzen istiyor???. Bunların söyledikleri ile Allah’ın söyledikleri, bunların çağırdığı yol ile Allah’ın çağırdığı yol, bunların kanunlarıyla Allah’ın kanunları birbirine uyuyor mu.?? Bu soruları kendi kendine sorup cevabını aramayan, sırf aynı ırktan aynı mezhepten oldukları için körü körüne o Liderlerin, o Partilerin, o Örgütlerinin peşinden giden bu kadar basiretsiz, bu kadar şuursuz, bu kadar düşüncesiz bir Müslüman topluluğu olabilir mi.?? HAK; tuttuğunuz ve taparcasına sevdiğiniz Partilere, Örgütlere, Cemaatlere göre mi ölçülür.?? Yoksa Allah’a göre mi.?? “Onların yüzleri (cehennem) ateşine çevrildiği gün ‘keşke Allah’a itaat etseydik ve peygambere itaat etseydik!’ derler. Yine derler ki; ‘Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk. Onlarda bizi yoldan çıkardılar. Ey Rabbimiz onlara azabı iki kat ver.” (Ahzab 66-68) “(Körü körüne o liderlere) uyanlar derler ki; ‘keşke bizim için bir kere daha (dünyaya dönüş) olsa da onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık.’ İşte böylece Allah, onlara yaptıklarını pişmanlık kaynağı olarak gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak kimseler değildir.” (Bakara 167-168)

Irkçılık meselesi müslümanların en çok dikkat etmesi gereken meselelerden biridir. Irkçılık fitnesi; Çekirge sürüsünün ekin tarlasına girmesi gibidir. Çekirge sürüsü çekilip gittiğinde geriye faydalı hiçbir şey kalmaz.

Türk yapınca güzel ama aynı şeyi Kürt yapınca kötü oluyor, ya da Kürt yapınca güzel ama aynı şeyi Türk yapınca kötü oluyor öyle mi? Yok böyle bir şey. Müslümanın böyle bir adalet terazisi olamaz. Müslümanın böyle bir kafa yapısı, böyle bir inancı, böyle bir vicdanı olamaz. Zaten bu kafa yapısına, bu inanca sahip olanlar da Müslüman olamaz. Müslümanların peygamberi “Irkçılık /kavimcilik davası güden bizden değildir” (Müslim/imare) buyurmuyor mu? Müslümanın tek bir milleti vardır; O da İslam milletidir. İslam bizim çimentomuzdur, İslam bizim zorlukları aşacağımız çıkış yolumuzdur. İslam bizim dünya ve ahirette tek Kurtuluş Yolumuz dur. Kim İslam’dan başka bir yol, bir kanun, bir düzen, bir yaşam şekli ararsa O dünya ve ahirette kaybedenlerden olacaktır. (Al-i imran 85) Demokratlıktan, laiklikten, Türk ırkçılığından, Kürt ırkçılığından, kâfir atalarıyla öğünmekten, Kemalizm’den, Apoizm’den, Şamanizm’den, Zerdüştlükten, komünizmden, sosyalizmden Marksizm’den kısaca; Allah’ın yolu olan İslam dışındaki tüm batıl düzenlerden yine Allah’a sığınırız. Bizim renklerimiz, dillerimiz, örf ve âdetlerimiz farklı olsa da yüce Allah’ın aynı dünya üzerinde yarattığı kullarız. Biz, milleti İbrahimiz. Biz, MUHAMMET ÜMMETİYİZ. MÜSLÜMANDAN başka bir isme , İSLAMDAN başka bir düzene asla razı değiliz. “Allah’a davet eden, Salih amel işleyen ve ‘şüphesiz ki ben MÜSLÜMANLARDANIM’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 33) Esselamu Aleykum. Allah’a emanet olunuz.

34

MAYIS 2016


KUR’ÂN’IN GÖLGESİNDE

Zafer Mert

Ya Hep Beraber Var Olacağız Ya Da

Teker

Yok

Teker

Olacağız

‫ف‬ َ َّ‫َوا ْع َت ِص ُموا بِ َح ْبلِ اللّٰ ِه َج ٖمي ًعا َو َلا َت َف َّرقُوا َوا ْذك ُ​ُروا نِ ْع َم َت اللّٰ ِه َع َل ْي ُك ْم اِ ْذ كُ ْن ُت ْم اَ ْعد ًَاء َفاَل‬ ‫َب ْي َن قُلُوبِ ُك ْم َفاَ ْص َب ْح ُت ْم بِ ِن ْع َم ِت ٖه اِخْ َوانًا َوكُ ْن ُت ْم َعلٰى شَ فَا ُح ْف َر ٍة ِم َن ال َّنا ِر َفاَنْ َق َذكُ ْم ِم ْن َها‬ ‫ك َٰذلِكَ ُي َب ِّي ُن اللّٰ ُه لَ ُك ْم اٰ َياتِ ٖه لَ َعلَّ ُك ْم َت ْه َتدُو َن‬ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah›ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (1) ***

‫اب َع ٖظي ٌم‬ ُ ‫ين َت َف َّرقُوا َواخْ َت َلفُوا ِم ْن َب ْع ِد َما َج َاء ُه ُم الْ َب ِّي َن‬ َ ‫َو َلا َت ُكونُوا كَالَّ ٖذ‬ ٌ ‫ات َواُول ٰ ِئكَ لَ ُه ْم َع َذ‬ “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” (2)

ŞABAN 1437

35


İslam âleminin içinde bulunmuş olduğu tablo da bizlere vahdet oluşturmamız gerektiğini anlatan en canlı delillerdendir. Dünyanın dört bir yanında Müslüman kardeşlerimizin zulme uğraması, katledilmesi, her türlü haksızlığa uğramasının temeli de ne yazık ki bizim dağınıklığımızdır. Kâfirlerin ve zalimlerin gücü bizim bir arada olmamamızdan kaynaklanmaktadır, bizim dağınıklığımızdan beslenmektedirler. Vahdet (Hep Birlikte Allah’ın İpine Sarılmak) Temeli tevhid olan dinimizin en önem verdiği meselelerden biriside vahdet; Müslümanların bir ve beraber olmasıdır. Gerek Rabbimiz gerekse peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem birçok emirlerinde Müslümanlara birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini vurgulamış, tefrika ve ayrılıktan ise kaçınmayı emretmiştir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın...”

(3)

“Kendilerine apaçık deliller

geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” (4) “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (5) “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

36

MAYIS 2016

(6)

buyrularak Müslümanların bir

araya gelmesi ve bölünmekten kaçınmaları emredilmiştir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de: “Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” (7) “Cemaat rahmet, tefrika (ayrılık çıkarma) azaptır.” (8) “Bereket, cemaatle beraberdir.” (9) buyurarak cemaatleşmenin, birlik ve beraberlik içinde olmamızın önemine vurgu yapmıştır. İslam âleminin içinde bulunmuş olduğu tablo da bizlere vahdet oluşturmamız gerektiğini anlatan en canlı delillerdendir. Dünyanın dört bir yanında Müslüman kardeşlerimizin zulme uğraması, katledilmesi, her türlü haksızlığa uğramasının temeli de ne yazık ki bizim dağınıklığımızdır. Kâfirlerin ve zalimlerin gücü bizim bir arada olmamamızdan kaynaklanmaktadır, bizim dağınıklığımızdan beslenmektedirler Hepimizin bildiği yaşlı babanın oğullarına birer sopa getirin deyip önce hepsini bir arada kırmaya çalışıp kıramaması üzerine, tek tek alıp kırması ve oğullarına ‘birlik olursanız sizi kimse mağlup edemez ama tek kalırsanız sizi kırıp geçirirler’ demesi de vahdetin önem ve gücünü ifade eden veciz bir kıssadır. Atalarımızın “nerde birlik, orda dirlik” “bir elin nesi var? İki elin sesi var” “tek el, kendini yumaz” sözleri de birlik beraberliğin önemi ifade etmektedir. Günümüzdeki kâfirler ve zalimler geçmişte her biri diğerini boğazlamaya çalışırken günümüzde ortak menfaatler söz konusu olduğunda birleştiklerini görmekteyiz. Şeytanın sağ kolu olan Amerika ile sol kolu olan Rusya’nın Suriye üzerindeki ittifakı bunun en küçük örneklerinden birisidir. Kâfirler her platformda bir araya gelmenin yollarını ararken ümmetin arasına da nifak tohumları ekerek her cemaati diğerinden koparmak, uzaklaştırmak için ellerinden gelen her türlü oyunu sergilemektedirler. Ümmet ne zaman ki beyliklere, uluslara, kabilelere bölünmeye başlamışsa tarih sahnesinden silinmiş, özne olmaktan çıkıp nesne konumuna düş-


müştür. Bu oyunlar Müslümanların bir araya gelmesi ile bozulmalıdır. Müslümanların vahdetini parçalamak için İngiliz casus Hempher’in tatbik etmiş olduğu planlar her Müslüman tarafından bilinmelidir. Tarih boyunca piyon kullanarak Müslümanlar üzerinde hile ve tuzak kurmaya çalışan İngiliz casusunun cümlelerini beynimize kazımak zorundayız ki aynı hatalara düşmeyelim, tarih tekerrür etmesin. İngilizlerin Müslümanların vahdetini parçalamak için başlatmış olduğu çalışmaların temelini bu görüşler oluşturmaktadır.

ve ırkçılık fikirlerini kuvvetlendirmemiz lazımdır. Ayrıca, birbirine komşu bütün Müslüman kabile ve milletlerin arasına ve Müslüman ülkeler arasına düşmanlık sokmamız lazımdır. Halkı gruplara bölmek, eskileri dâhil, bütün bozuk mezhepleri ihya edip, canlı tutmak ve birbirine düşürmek lazımdır. • İslam’ın bünyesinde, tahrif edilmiş din ve mezhepler ihdas etmek lazımdır ve ihdas

Müslümanların kuvvetli noktalarını tahrip etmek için şunlar yapılmalıdır: • Cemaatlerin, aralarına düşmanlık sokup, suizannı aşılayarak, bölücülüğü teşvik eden kitaplar yayınlamak suretiyle, ihtilafları yerleştireceğiz. • Müslümanların arasında, ırkçılık ve milliyetçiliği körükleyecek ve onların dikkatlerini, İslamiyet’ten önceki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısır’da Firavunluğu, İran’da Mecusiliği, Irak’ta Babilliliği, Osmanlıda Attila ve Cengiz vahşetini canlandıracaksınız • Cami imamlarının fâsık, sapık olduklarını yayarak cemaat ile namazı ortadan kaldıracaksınız. • Müslümanları, ibadetlerinden men etmeye çalışacak ve (Allah insanların ibadetlerine muhtaç değildir) diyerek, onları ibadetlerin faydaları hakkında tereddüte düşüreceksiniz. Hacca gitmek ve cemaat ile namaz kılmak gibi, onları bir araya getiren ibadetlerden men edeceksiniz. Aynı şekilde, camilerin, türbelerin ve medreselerin inşasına mani olmaya çalışacaksınız. • Türk-İran hükümetleri arasına çok şiddetli ihtilaflar sokup, her iki tarafta milliyetçilik

Hepimizin bildiği yaşlı babanın oğullarına birer sopa getirin deyip önce hepsini bir arada kırmaya çalışıp kıramaması üzerine, tek tek alıp kırması ve oğullarına ‘birlik olursanız sizi kimse mağlup edemez ama tek kalırsanız sizi kırıp geçirirler’ demesi de vahdetin önem ve gücünü ifade eden veciz bir kıssadır. Atalarımızın “nerde birlik, orda dirlik” “bir elin nesi var? İki elin sesi var” “tek el, kendini yumaz” sözleri de birlik beraberliğin önemi ifade etmektedir.

ŞABAN 1437

37


edeceğimiz bu dinlerin her birinin bir memleketin insanlarının heva ve hevesine uygun olması için, çok ince bir plan yapmalıyız. • Sekreter, Irak seferine çıkmadan önce, bana dedi ki: Hempher, bu sefer vazifen, bu ihtilafları iyice tanımak ve bakanlığa bilgi vermektir. Müslümanların arasındaki ihtilafı şiddetlendirebilirsen, İngiltere’ye en büyük hizmeti yapmış olacaksın. Biz İngilizler, refah ve saadet içinde yaşamamız için, bütün dünya devletlerinde ve sömürgelerimizde tefrikalar çıkarmak zorundayız. Osmanlı Devletini de ancak böyle fitnelerle yıkabiliriz. Böyle olmazsa, sayıca az bir millet, sayısı çok olan bir millete nasıl hüküm edebilir? Bütün gücünle, zayıf noktaları ara bul ve oradan içeriye gir. Bilmiş ol ki, Osmanlı Devleti ve İran, zayıf devrelerini yaşıyorlar. Bunun için, senin vazifen, idarecilere karşı isyana sevk etmektir! Tarih, “Bütün inkılâpların, halkın ayaklanmasından kaynaklandığını göstermiştir”. Müslümanların birlik beraberliği kuvvetleri dağılınca, onları rahatça imha ederiz. İngilizlerin Müslümanların birlikteliğini bozmak için yapmış olduğu çalışmaların bir benzeri ABD’deki düşünce kuruluşlarından olan Rand Düşünce Kuruluşunun (10) raporlarında da görülmektedir.

Bu rapora göre Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi gibi sonuçsuz kalmış girişimlerin doğurduğu öfkenin de tesiriyle ayrışma ve çatışma hızlanmıştır. İslam dünyasında dört faklı görüş birbiriyle çatışma halindedir. Raporun saydığı çatışma halindeki farklı görüşler, köktendinciler, gelenekçiler, modernistler ve laikler olarak sıralanır. Köktendinciler: Demokratik değerleri ve çağdaş Batı kültürünü reddeden köktendinciler. Kendi aşırıcı bakış açısılarına göre İslam hukukunu ve faziletlerini uygulayacak otoriter, bağnaz bir devlet isterler. Bu gayeye ulaşmak için teknolojiyi ve yenilikleri kullanmayı arzularlar. Gelenekçiler: Muhafazakar bir toplumdan yana olan gelenekçiler. Değişim, yenilik ve moderliğe kuşku ile bakarlar. Modernistler: Modernistler İslam dünyasının, küresel modernliğin bir parçası olmasını arzularlar. Çağa ayak uyduracak şekilde İslamda reforma gidilmesini ve modernleştirilmesini isterler. Laikler: Laiklik sistemini destekleyenler, İslam dünyasının, devletin ve dinin ayrılmasını, dinin kişinin kendi mahrem hayatı olmasını kabul etmesini isterler.

Rand raporu planı Rapor karışık dört aşamalı bir eylem planı öngörmekte ve tavsiye etmektedir.

Önce modernistleri destekle • Modernistlerin çalışmalarını edilmiş maliyetlerle yayınla.

subvanse

• Gençlik için kamuoyuna açık sunumlar ve konferansları cesaretlendir. • İslami eğitim müfredatında onların görüşlerini duyur. • Onlara bir kamuoyu platformu sağla • Onların dini yorumlar ile ilgili fikirlerini

38

MAYIS 2016


ve yargılarını web siteleri, okullar, enstitüler gibi fikir yayma araçları ile gelenekçi ve köktencilerinkine rakip olarak ortaya koymalarına imkân sağla. • Asi fikirler arayışındaki İslami gençliğe, laik ve modernist karşı kültürleri seçenek olarak ortaya koy. • İslam önceki ve İslami olmayan kültürlerinden haberdarlıklarını ilgili ülkenin medyasında ve eğitim kurumlarında öne çıkar. • Bağımsız sivil organizasyonların gelişimini destekle ve sıradan vatandaşların kendilerini politik süreçte eğitmeleri ve görüşlerini söyleyebilmeleri alanları yarat.

Gelenekçileri köktencilere karşı destekle • Köktenci aşırılıklarını ve şiddetini eleştiren gelenekçileri kamuoyu önüne getir. Gelenekçi ve köktencilerin anlaşmazlıklarını teşvik et. • Gelenekçiler ve köktenciler arasındaki ittifakların önüne geç • Modernistlere yakın görüşten gelenekçilerin modernistler ile ortak hareket etmelerini destekle. • Uygun oldukça gelenekçileri köktenciler ile münakaşalarında daha iyi olabilmeleri için eğit ve donat. Köktenciler hitabette genellikle çok üstündürler buna karşın gelenekçiler dini eğitimlerini ailede alırlar ve meramını anlatmada zayıftırlar. • Gelenekçi enstitü ve kurumlarda modernistlerin profillerini ve varlıklarını arttır. • Gelenekçilerin değişik bölümleri arasında ayrımcılık yap. Modernist görüşlere yakın olan olan Hanefi mezhebi okulu gibilerini diğerlerine karşı cesaretlendir. Vahabî kaynaklı kuralların otoritesini zayıflatmak maksadıyla onların dini fikirlerini yayma-

Vakıa gerek ilmi anlamda gerekse coğrafi şartlarla birbirinden koparılmış ümmetin bir araya getirilmesi kolay bir iş değildir. Aynı ülkede belki aynı şehirde hatta aynı mahallede oturup ortak müştereklerde hareket edemeyen Müslümanların var olduğu günümüzde bu ameli yapmak oldukça zordur. Fakat “tamamına ulaşılamayan şeyin bir kısmı terk edilmez” (12) veya “tamamına ulaşılamayan şeyin tamamı terk edilmez” usulünde belirtildiği gibi bütün Müslümanların bir araya getirilmesi zor gözükse de mümkün olan en geniş muvahhitlerle hareket etmenin yolları her daim aranmalı ve bunun için ihlâslı bir şekilde çalışılmalıdır.

larını destekle. Bu iş fonlama ile ilintilidir: Vahabi parası muhafazakar Hanbeli mezhebini destekler. Bu ayrıca bilgi ile alakalıdır: Müslüman dünyanın daha geniş çekingen kısmı İslami hukunun yorumundan ve ileri uygulamalarından bihaberdir. • Sufiliğin kabulünü ve popülerliğini teşvik et.

Köktencilere karşı koy • İslamı yorumlamalarına itiraz et ve tutarsızlıklarını açığa vur. • İllegal grup ve eylemler ile ilişkilerini ortaya koy. • Şiddet eylemlerinin neticelerini kamuoyuna duyur. • Cemaatlerinin ve bölgelerinin olumlu gelişimi için yönetme yetersizliklerini göster.

ŞABAN 1437

39


leceğini bunun inanca zarar vermeyeceği aksine onu güçlendireceği fikrini destekle. Plan ve projelerden anlaşıldığı üzere batı dünyası İslam alemini bir daha bir araya gelmemek üzere nasıl parçalar ve sömürürüz hususunda oldukça detaylı bir şekilde çalışmaktadır. Müslümanlar bu planları bilerek onların oyunlarını bozmaları gerekir.

Vahdet Nasıl Gerçekleşir? Bu husustaki en önemli soru, vahdet nasıl gerçekleşebilir, fert ve cemaat düzeyinde bizlere düşen vazifeler nelerdir, Müslümanların bir araya gelmesi nasıl basamaklanmalıdır, ne gibi kuruluşlara ihtiyaç vardır, bu hususta nasıl metinler yazılıp ortak hareket etme iradesi ortaya konmalıdır gibi bazı temel konular olsa gerektir. • Bu mesajları özellikle genç insanlara, takva ehli gelenekçilere, batıdaki Müslüman azınlığa ve kadınlara ver. • Köktenci aşırıların ve teröristlerin başarılı şiddet eylemlerine saygı duyulmasına ve sempati beslenmesine engel ol. Onları kötülük sever kahramanlar olarak değil, rahatsız edici, alçak ve ödlek olarak lanse et. • Köktendinciler ve teröristlerin gayri ahlakiliklerini, riyakârlıklarını ve yolsuzluklarını araştırmaları için gazetecileri yüreklendir. • Köktenciler arasındaki bölünmeleri destekle.

Laikleri seçici destekle • Köktendincilerin ortak düşman olarak tanınmasını destekle, laiklerin milliyetçi ve sol ideolojik platformlarda ABD karşıtı gruplar ile ittifak yapmalarına mani ol. • İslamda da devlet ve dinin ayrı tutulabi-

40

MAYIS 2016

Dünyada yaklaşık 200 üyesi bulunan BM (Birleşmiş Milletler), Avrupa devletlerini kuşatan Avrupa konseyi gibi çok uluslu örgütlerin çalışma sistemleri incelenmeli, küfrün bir araya gelmek için yapmış olduğu çalışmaların ve fedakârlıkların kat kat fazlası yapılmaya çalışılmalıdır. Tabiki onlarca ülkelerden müteşekkil üyesi bulunan bu yapıların üyelik, çalışma koşulları, komisyonların görev ve yetkileri vs. bunlar belirlenmiş ve sistematik bir şekilde, kendi inançları etrafında çalışmaktadırlar ki Allahu Teala onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “…Onların kendi aralarındaki çarpışmaları şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, (oysa) onların kalpleri dağınıktır…” (11) Rabbimizin onlar kendi aralarında çarpışmaları şiddetlidir, kalpleri dağınıktır diye ifade ettiği küfrün bir arada olması ümmetin ise dağınık olması kabul edilebilir bir hadise değildir, hiçbir Müslüman buna razı olmamalı vahdet için elinden geleni ardına koymamalıdır. Allah için çalışan fert ve cemaatlerde bu tüzükleri oluşturmaya çalışmalı ve sistem etrafında kilitlenmelidirler. Kişi merkezli çalışmalardan,


izafi görüşlerle yapılan toplantılardan uzun vadeli sonuç beklemek doğru bir hareket olmaz. En kısa sürede ümmetin ana hatlarını oluşturacak çalışma ilkeleri, prensipler gibi hususlar kaleme alınıp mümkün olan en geniş kitle ile hareket etmenin yolları aranmalı, asla ümitsizliğe kapılmamalı, İslam düşmanlarının oyunlarına gelinmemelidir. Vakıa gerek ilmi anlamda gerekse coğrafi şartlarla birbirinden koparılmış ümmetin bir araya getirilmesi kolay bir iş değildir. Aynı ülkede belki aynı şehirde hatta aynı mahallede oturup ortak müştereklerde hareket edemeyen Müslümanların var olduğu günümüzde bu ameli yapmak oldukça zordur. Fakat “tamamına ulaşılamayan şeyin bir kısmı terk edilmez” (12) veya “tamamına ulaşılamayan şeyin tamamı terk edilmez” usulünde belirtildiği gibi bütün Müslümanların bir araya getirilmesi zor gözükse de mümkün olan en geniş muvahhitlerle hareket etmenin yolları her daim aranmalı ve bunun için ihlâslı bir şekilde çalışılmalıdır. Her Müslüman vahdetin oluşumuna katkı sunmak, ortak iş yapabilme iradesi oluşturabilmek için şu hususlara dikkat etmelidir: 1- İhlâs ile yola çıkıp Müslümanların vahdeti için Allahu Teâlâ’ya niyazda bulunmalıdır. 2- Müslümanlar Kur’an ve Sünnet çerçevesinde bir araya gelmelidir. Bu iki kaynağın dışında asli bir kaynak edinilmemeli, naslar ehl-i sünnet ve’l-cemaat kriterleri doğrultusunda anlaşılmalıdır. 3- Vahdet kavramı iyi anlaşılmalıdır. Vahdet, her konuda aynı olmak, hiç ihtilâf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, liderlere ve teşkilâtlara mâsum damgası vurmak, devamlı baş eğmek değildir. Mü’minlerin dinin esas meselelerinde, Kur’an ve sahih sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır.

4- Vahdet, önce içimizde ve kendimizle olmalıdır. Kendisiyle barışık ve vahdet/uyum içinde bir kişilik sergileyemeyenler, dışlarında vahdeti hiç oluşturamazlar. Vahdet, yakından uzağa doğru oluşup adım adım genişleyebilir. Bütün mü’minlerin kardeş, velî/dost bilinmesi gerekir. Mü’minlerin birbirlerini, özellikle farklı cemaat mensubu dâvâ adamlarını topa tutup, dine savaş açanları unutmaları büyük bir cinâyettir. Düşmanlık için, Kur’an’ın belirttiği İslâm’a savaş açan tâğut ve zâlimler yeterlidir. 5- Müslümanlara dayatmaya çalışılan ulus devlet olgusu fitnesine karşı uyanık olunmalıdır. Ümmet bilinci diriltilmeye çalışılmalıdır. Ümmet bilincinin yeniden kurulabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. 6- Müslüman fertlerin sağlıklı bir şekilde yetiştirilmesi gerekir. İslâm toplumunun yeniden inşâsı, kâmil insanın, kişilikli, bilinçli bireylerin yetişmesiyle başlar. Sağlıklı bir toplumsal bünye, nitelikli, derinlikli, ufuklu, erdemli bireylerden oluşur. Gerçek bir cemaat yapısı güçlü kişiliklerle inşâ edilebilir. Sağlıklı bir ce-

Vahdet kavramı iyi anlaşılmalıdır. Vahdet, her konuda aynı olmak, hiç ihtilâf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, liderlere ve teşkilâtlara mâsum damgası vurmak, devamlı baş eğmek değildir. Mü’minlerin dinin esas meselelerinde, Kur’an ve sahih sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır.

ŞABAN 1437

41


maat için bireylerin benliklerini arındırmaları gerekir. Bireyler, hayatın her alanında Allah’a yönelen bir bilinçle, eylemle, davranışla mükemmelliğe ulaşırlar. Sağlıklı, tutarlı bir kişilik bilincine sahip olanlar, sağlıklı bir cemaat bilinci oluştururlar. Sağlıklı bir ümmet bilincine, ancak sağlıklı bir cemaat bilinciyle ulaşılabilir. 7- Zedelenmiş güvenin tekrar ihyası için özel gayret göstermeliyiz. Mesela ikili ziyaretlere önem vermeliyiz. Bunları sıklaştırıp mümkünse periyodik hale getirmeliyiz. 8- Cemaat olmak ile hizipçilik birbirine karıştırılmamalıdır. Dinimiz cemaatleşmeyi emrederken hizipçilik ve gurupçuluğu ise yasaklamıştır. Grup taassubu kırılmalıdır. Fakat herkes muhakkak Kur’an ve Sünnet ışığında hareket eden bir cemaatle hareket etmelidir. 9- İhtilaf usulu iyi bir şekilde öğrenilmelidir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denilen muteber mezhepler arasındaki ihtilaflar tefrikaya yol açmamalıdır. Farklı kanaatlere sahip olunsa bile ümmet şuuru ile hareket edilmelidir. 10- Kurumlar arası bir hukuk oluşturulmalı ve bu yazıya dökülmelidir. 11- Her Müslüman gerek konuşmalarında gerekse tavırlarında nasıl ki vahdeti oluşturmakla mükellefse, aynı şekilde tefrika içine sokmamakla da mükellef olduğu bilincinde hareket etmelidir. Ayrıştırıcı, bölücü, dışlayıcı her türlü söylem ve tavır büyük bir vebali de beraberinde getirmekte olduğu bilinmeli bu şuurla hareket edilmelidir. 12- Başkasına tahammül etme hususunda dikkatli olunmalı, nefsi ve ani çıkışlardan uzak durulmalıdır. 13- Kurumlar arası yakınlaşma sağlanmaya çalışılmalıdır. Ortak iş yapma kültürü yayılmaya çalışılmalıdır. 14- Top yekûn hareket bazen mümkün olamıyorsa ortak iş yapma yolları aranmalıdır.

42

MAYIS 2016

Satırlarıma Merhum şair M.A. Ersoy’un dizeleri ile son vermek istiyorum: Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Şunu unutmamalıyız ki birbirimize tahammül etmediğimiz müddetçe başkalarına katlanmak onların zulümlerine boyun eğmek zorunda kalacağımızdır. Rabbim bizleri tevhid üzere yaşayıp, vahdeti kurmak için mücadele eden muvahhitlerin yolundan ayırmasın. -------------------------

1. 3/Âl-i İmrân, 103. 2. 3/Âl-i İmrân, 105. 3. 3/Âl-i İmrân, 103. 4. 3/Âl-i İmrân, 105. 5. 6/En’âm, 159. 6. 8/Enfâl, 46. 7. Tirmizî, Fiten 7, hadis no: 2166, Humus 1966; Nesâî, Tahrîm 6. 8. (Ahmed bin Hanbel, 4/145, 278). 9. (İbn Mâce, Et’ıme 17) 10. https://tr.wikipedia.org/wiki/Il%C4%B1ml%C4%B1_%C4%B0slam 11. Haşr, 14. 12. ‫ما ال يدرك كله ال يترك جزئه‬


NEBEVÎ AİLE

Halime Yılmaz

ÇOCUKLARDA ZEKÂ

H

amd; gökleri, yeri, insanoğlunu mükemmel bir şekilde yaratan Âlemlerin Rabbi Allah(cc)’a mahsustur. O’na hamdeder; Müslümanlara önderliği ve örnekliği kıyamete gününe kadar edecek olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, ashabına salât-u selam ederiz. Allah’ın selamı yeryüzündeki tüm Müslümanların üzerine olsun.

ŞABAN 1437

43


Birçok anne-baba toplum tarafından parmakla gösterilen, üretken, problemleri çözebilen ve zeki çocuklara sahip olmayı; ahlâklı ve sorumluluk duygusu gelişmiş çocuklara sahip olmaktan daha çok arzular. Bu; toplumumuzdaki değerlerin alt-üst olmasından, vahiy kaynaklı yaşamanın ihtiyarlık zamanlarına ertelemesinden ve içerisinde ahlâk ve sorumluluk duygusu taşımayan zekâların övülmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki kendisine güzel ahlâkın ve sorumluluk duygusunun eşlik etmediği zekâ; insanı başarıya götürmez, insanı iki cihanda mutlu etmez. Hele ki haram, günah ve yanlış yollarda kullanılan bir zekâ söz konusu ise… Bu sebeple evlatlarımızın zeki olmalarını istediğimiz kadar ahlâklı ve sorumluluk duygusuna sahip olmalarını da en az onun kadar istemeliyiz. Allah Rasûlüsallallahu aleyhi ve sellem’in sözünü unutmayalım. “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyuruyordu Allah(cc)’ın en sevdiği kulu! Bir insan zeki olabilir. Ama ahlâklı ve sorumlu biri değilse bu zekâsını -Allah(cc) korusunhırsızlık için kullanabilir. O halde çocuklarımızın zekâ gelişimine dikkat ederken; dinî, ahlâkî ve sosyal sorumluluklarının gelişimini çöpe atamayız. Atmamalıyız. Müslüman anne-babalar, çocukları için öncelikle iyi bir Müslüman, güzel bir kul, çevresi tarafından takdir edilecek kadar ahlâklı bir birey olmaları için dua etmeli ve onların yanlarında olduğu müddetçe gerekenleri yapmalıdır. İkinci basamak; zekâlarına etki edebilecek tüm faktörlere dikkat etmektir. Ki bu anne karnından başlar. Bilirsiniz; İslâm dininin tavsiyesidir; eşler cinsî münasebetten önce kovulmuş şeytandan Allah(cc)’a sığınırlar. Nedeni, kendilerinden olabilecek nesillerin şeytandan korunması için dua etmektir. Bu bir başlangıçtır. İyi bir nesil için ilk adımdır. Sonra, anneler hamilelik boyunca faydalı besinlerle beslenmeli, zararlı yiyecek ve içeceklerden mümkün

44

MAYIS 2016

olduğunca kendisi ve bebeği için uzak durmalıdır. Allah(cc)’ın Hz. Meryem’e doğum öncesi hurma yemesini buyurması tesadüf değildir. Hurma; hem doyurucu hem de içerisinde birçok mucizevî faydaları ihtiva eden bir meyvedir. Gebelerin; hurma, şekli insan beynine benzeyen ceviz, fındık gibi besinleri, sebze ve meyveleri ihmal etmeden tüketmeleri doğacak bebeğin zekâsına olumlu yönde etki edecektir.

Yapılan araştırmalara göre hamilelik döneminde eşle tartışmak çocuğun zekâsını olumsuz yönde etkiler. Gebeliğinde çok sık strese maruz kalmış annelerin çocukları üç yaşına gelince çekingen ve kaygılı olabilmektedirler. Huzurlu bir hamilelik geçiren annelerin bebekleri daha huzurlu, mutlu, sakin ve zihinsel aktivitelerde daha faal olmaktadır.

Bununla beraber hamile kadınlar hassas ve kırılgan olurlar. Etrafındaki insanların ve özellikle eşinin bu durumu göz önüne alarak bu süreçte daha hassas olmaları bebeklerinin zekâ gelişimine faydası olacaktır. Yapılan araştırmalara göre hamilelik döneminde eşle tartışmak çocuğun zekâsını olumsuz yönde etkiler. Gebeliğinde çok sık strese maruz kalmış annelerin çocukları üç yaşına gelince çekingen ve kaygılı olabilmektedirler. Huzurlu bir hamilelik geçiren annelerin bebekleri daha huzurlu, mutlu, sakin ve zihinsel aktivitelerde daha faal olmaktadır. (1) Annelik dünyanın en zor işidir. Bir kadın anneliğin verdiği meşakkate eşinin desteği olmadan tahammül edemez. Bu dönemde eşi ve çevresi tarafından duyguları paylaşılmalı, onunla bol


bol sohbet edilmelidir. Bununla beraber imtihan gereği, bazen, kadının kocasının ölmesi, eşlerin ayrılması veya bazı konularda anlaşamamaları gibi zorluklarla karşılaşabilir anne adayı. Şeytan bu zorlukları onun önüne sererek ümitsizliğe düşmesini, doğacak bebeği için fazla endişelenmesini ve sanki dünyanın sonu gelmişçesine hüzünlenmesini isteyecektir. Elbette Müslüman kadın böyle bir durumla kar-

şılaşınca bile “Benim büyük bir sorunum var.” demez; sorununa dönüp “Benim büyük bir Rabbim var.” der ve hamilelik boyunca Rabbine sığınır. Çünkü bilmelidir ki kendisi hamileliğinde ne kadar üzülürse çocuk da o kadar üzülür ve olumsuz etkilenir. Anne-babanın çocuk doğduktan sonra hatta doğmadan önce bile çocukla duygusal iletişimi çok önemlidir. Anne karnında ve doğup büyürken yanında güzel şeyler söylenen çocuk; güzel sözlerle canlanan çiçek gibidir. Ancak çocuklar hangi yaşta olursa olsunlar, kötü söz duyduklarında veya kendileriyle hiç konuşulmadığında konuşma becerileri yeterince gelişmez. O yüzden çocuklarımıza güzel sözler söyleyelim ve onlarla konuşalım. Bir insanın kelime hazinesinin büyük kısmı ilk altı yıl oluşur. Çocuklar doğduktan sonra

görme, duyma, dokunma, tatma, koklama açlığı çekerler. İlk yıllar hızlı bir öğrenme süreci yaşadıklarından dolayı sürekli etrafı gözlemlerler, bazı şeyleri ağızlarına götürerek ne olduklarını algılamaya çalışırlar. O yüzden anne, ağzına götürdüğü şeyi elinden alınca bebek ağlar. Aslında öğrenmeye olan merakına engel olduğundan dolayı dökülür gözyaşları. Çoğu zaman büyükler mikrop kapmasın, zarar görmesin diye ağzına bir şey götürmesine; tencere kapaklarıyla oynamasına; evi, çekmeceleri altüst etmesine müsaade etmezler. Ama çocuk bütün bunları öğrenme merakından yapar. Biz anne-babaların da şunu bilmemiz gerekir ki ilk altı yıl çocukların zekâ gelişimleri açısından etraftaki farklı uyaranlar çok önemlidir. Çocuğa ve çevresine zarar vermediği müddetçe oynamasına, ağzına götürüp merakını gidermesine, karalamasına ve dağıtmasına hatta çekmeceleri karıştırmasına müsaade etmek geleceğimiz olan çocuklarımız için faydalı olacaktır. Eğer etrafta çocuklarımıza zarar verdiğini düşündüğümüz eşyalar varsa onlar büyüyene kadar kaldıralım. Bu, çocuğumuzdan ve gelişiminden daha önemli değildir. Çocuğun zekâ gelişimi olumlu etkileyecek şeylerden biri de Kur’an-ı Kerîm dinletmek, içerisinde hadis, fıkıh, tefsir sohbetlerinin yapıldığı ortamlarda büyütmektir. Belki de bu zekâlarını geliştirmenin en etkili yoludur. Peygamberin yanından ayrılmayan sahabenin ayetleri ve hadisleri bir defa duyup unutmamaları ve üzerinden yıllar geçmesine rağmen kelimesi kelimesine hatırlamaları Allah’ın zikredildiği ortamlardan ayrılmamalarından kaynaklanıyordu herhalde. Burada oturup kalktıkları, yiyip içtikleri ve uyudukları ortamlarda fazla eşyanın olmaması da etkili diye düşünüyorum. Çünkü ne kadar fazla eşya o kadar fazla unutkanlık ve zihin meşguliyeti demektir. Onlar; ellerinde Kur’an, altlarında bir hasır, etraflarında duvar ve yanlarında yiyecek, içecekten başka bir şey olmadan günlerini geçiriyorlardı. Ha-

ŞABAN 1437

45


yatımıza göz attığımızda, mutfağa gidince ne alacağımızı bile unutur hale gelme sebebimiz ortaya çıkmaktadır. Kur’an ve Kur’anî ilimlerin zikredildiği meclisleri terk etmek ve sade bir hayat yerine şaşaalı bir hayatı tercih etmek… Ayrıca uygun yaşa geldiklerinde Kur’an okumayı öğretip ondan ezber yaptırmaya başlamanın faydası olacağını düşünüyorum. Dikkat ediniz! Yaşantısına Kur’an eksenli devam eden hafız insanların ezberlerinin daha kuvvetli, problemleri çözmede daha isabetli ve bu hal devam ettiği sürece zekâlarının da daha geliştiğini görürsünüz. Bu Kur’an’a has bir durumdur. Onu ezberlemeye yeteneği olan çocuklar buna yönlendirilmelidir. Yeteneği olmayanlar zorlanmamalı, en azından Kur’anî ilimlerden yeteneği olan yöne teşvik edilmelidir. Her insanın yeteneği farklıdır. Bu da zenginliktir. Önemli olan bunu keşfetmek ve köreltmemektir. Çocuklarımızın yetenekli olduğu yönlerini geliştirmek ve başarılı olmadığı diğer konularda başkalarıyla kıyaslamamak gerekir. Kıyas, onu yetenekli olduğu konularda da köreltmek manasına gelir. Her çocuk kendine özeldir. Zekâlarını geliştirmek için o konuşurken sabırla dinleyin. Bu, onun dil gelişimini sağlar. Dil gelişimi ne kadar iyiyse zekâsı da o düzeyde iyi olur. Onu aile sohbetlerine dâhil edin. Konuşurken gözlerine bakın ve gülümseyin. Yüksek sesle konuşmayın. Mesela siz bir iş yaparken işin detayına kadar onları sıkmadan, gözlerinin içine bakarak, gülümseyerek anlatın. Çünkü çocuklar öğrenmeye aç doğarlar. Yapılan araştırmalarda bebekler dokulu, desenli, yuvarlak nesneleri izlemeyi tercih ederler. Ne enteresan ki insan yüzünde bu özellikleri karşılayacak zenginlikte birçok uyaran vardır. Bu yüzden bebekler insan yüzüne özellikle gözlere çok bakarlar. (2) Çocuklarınızın zekâsının gelişmesini istiyorsanız problemlerini onun adına siz çözmeyin. Çözmeyi öğretin. Yanında olduğunuzu hissettirin ve İslâm önderlerinin, Peygamberlerin hayatlarını anlayacakları dilde anlatın. Bu çok faydalı olacaktır zihin gelişimleri açısından.

46

MAYIS 2016

Hem hikaye dinlemek, onlara dinlemeyi öğretecektir. (3) Çocuklara hafızalarını kullanmayı öğretin. Bunun en güzel yollarından biri “kodlama yöntemi”dir. Bu, hafızada olmayan bir şeyi, hafızada olan bir şeyle bağlantı kurup hatırlamaktır. Uyku, zekâ gelişimi için çok önemlidir. Uyku esnasında beyin uyumaz. Gün boyu öğrendiklerimizi tekrarlar. Gece yatmadan öncede televizyon seyretmek, bilgisayarla, telefonla oynamak beyni köreltici aktivitelerdir. Bunun yerine uyumadan önce Kur’an-ı Kerîm tilâveti, kitap okuma gibi faydalı aktiviteler yapmalıyız. Çünkü beyin, uyuduğumuzda aynı konuyu çalışmaya devam eder. Çocuklarımızı uyumadan önce böyle aktivitelere alıştıralım. Gece iyi uyumayanlar; güne yorgun, dikkati dağınık ve sinirli başlarlar. Unutkan olurlar. (4) Kısacası çocuklarımızın zekâ gelişimi için onlara vakit ayırmalı, doğru yönlendirmeli, doğru aktivitelere alıştırmalı, kimseyle kıyaslamamalı, yapabilecekleri şeyleri desteklemeliyiz. Onlarla geçirdiğimiz her dakika çok değerlidir. Ve bir gün mutlaka meyve verir, biz görmesek de. Bize düşen doğru yolda sabırla ilerlemektir. Gerisi elbette gelir. Bu yüzden koşullar ne kadar ağır olursa olsun çocuklara vakit ayıralım. Onların pahalı oyuncaklara, bilgisayarlara değil; yalnızca size ihtiyacı var! (5) Zekâ oluşumunda kalıtım %40-50 oranda etkilidir. Ama yaşantıya göre gelişmekte veya körelmektedir. Çocukların zekâlarını geliştirmek çalışma ve fedakârlık ister. Sanıldığı gibi zekâ doğuştan gelip sabit kalan bir yapı değil; akışkan ve esnektir. Geliştirilebilir. Çocuğunuzun zeki olmasını beklemeyin, zeki olmasına yardımcı olun. (6) -------------------------

Kaynakça: - Tüm dipnotlar; Erdinç Güllü, Dahi Çocuk Yetiştirmek, Hayat Yayınları


DAVET VE CİHAD ÖNDERLERİ

Cihan Malay

SÜNNETİN MUHAFIZI İMAM: İMAM ŞÂFİİ (767-820)

B

ir gün, rivâyet ettiği bir hadis ile amel edip etmediğinin sorulması

üzerine İmam Şâfii titreyip sarsıldı ve ona; “Be adam! Resulullah’tan hadis nakledip de gereğince hükmetmezsem bu yer beni taşır mı, bu gökyüzü beni altında barındırır mı? Elbette onunla amel ediyorum! Onun her sünneti, benim için doyumsuz bir lezzettir, başım gözüm üstünedir!” diye cevap verdi. Allah yeryüzünden âlimleri hiç bir zaman eksik bırakmamıştır. Bu âlimlerin üstlendikleri en önemli görev, İslam’ın asıllarına riayet ederek toplumun canlı ve diri kalmasını sağlamaktır. Onlar Kur’an, Sünnet ve sahabenin(Allah hepsinden razı olsun) İslam anlayışını toplumlara aktarmış ve toplumlar aydınlanmış, kalpleri diri kalmış ve mutluluk o topluma hakim olmuştur. Bu hakkı insanlara öğretebilmek için önce kendileri hakkı öğrenmiş ve öğrenme uğruna binbir çileler çekmiştir. Kimileri yazacak bir kağıt dahi bulamadığı anda kağıt alabilmek için tek olan elbiselerini satmak durumunda kalmıştır.

ŞABAN 1437

47


İmam Şâfii de ilmin bu çileli yoluna baş koymuş ve ilim uğruna belde belde gezerek İslam’ın hakikatlerini öğrenmek için büyük gayret göstermiştir. İslam’ın doğrularını anlatan bir çok âlimin başına gelen imtihanlar, İmam Şâfii’nin de hayatında yer almıştır. Onun hayatını inceleyenler, Sünnet ve hadise olan bağlılığını çok bâriz bir şekilde göre-

İmam Şâfii, Harun Reşid’in sarayındayken halifenin çocuklarını eğiten Ebu Abdussamed’e şöyle nasihat eder: “Çocukları terbiye ederken, önce kendi nefsini düzeltmekle işe başla. Çünkü çocuklar adeta senin gözünle görür, senin aklınla düşünürler. Onlar için güzel olan her şey, senin de güzel saydıklarındır. Yapmadıkların da onlar tarafından çirkin sayılır. Onlara Allah’ın Kitabı’nı öğret. Ancak öğretirken çok da zorlama. Çünkü usanıverirler. Tamamen de onları Kur’an’dan uzaklaştırma. Çünkü büsbütün terk ediverirler. Sonra onlara nezih şiir ve kıymetli, veciz sözler öğret. Sakın hâ, bir konuyu iyice öğretmeden diğer bir konuya geçme! Çünkü kulağa, aldığından fazla doldurulan söz anlaşılmaz.”

48

MAYIS 2016

cektir. Onun Sünnet’e olan sıkı bağlılığı ve Kur’an’daki “hikmeti” sünnet olarak alması, İslam düşmanı ancak bu düşmanlığını “Sünnet” üzerinden yapanlar tarafından İmam Şafii’nin hedef alınmasına sebep olmuştur. Bu yüzden bir “sünnet muhafızı” olarak İslam aleminde yerini almıştır. Onlar bu vesile ile İmam’ın ve Sünnet’in değerini ne kadar düşürmeye çalışsa da Allah’ın onlar için yazdığı kadere mahkum olmuşlardır. Allah(c.c) kitabında onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar ise bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (Al-i İmran, 54) Bu sesi kısmak isteyenlere karşı Allah, onun ismini yeryüzünün her tarafında duyurdu.

Hayatı İmam Şâfii künyeli Muhammed b. İdris, hicri 150(m.767) yılında Filistin Gazze’de doğdu. İmam Şâfii’nin baba tarafından soyu Resulullah(sallallahu aleyhi vesellem)’e dayanmaktadır. Dedesinin dedesi Şâfii, Kureyş kabilesinden ve sahabeden olduğu için ‘Şâfii’ adı ile meşhur olmuştur. 2 yaşında babasını kaybeden İmam Şâfii, yetim olarak annesiyle birlikte Mekke’ye yerleşir ve daha çocuk denilebilecek yaşta 7 yaşına geldiğinde Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Kur’an ezberinin yanında Mekke’de bulunan çeşitli âlimlerin ders ve sohbetlerine de katılmaya başlayan İmam, bu vesile ile hadis öğrenmeye ve ezberlemeye başlar. Gençliğinin ilk yıllarında Mekke’de bulunan tâbiinden Süfyan bin Uyeyne gibi fakih ve muhaddislerden ders alır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir: “Kur’an’ı ezberledikten sonra devamlı Mescid-i Haram’a gidip fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kağıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim.”


Bu ilim sürecinin başlangıcından sonra Arapça’yı en fasih şekliyle öğrenmek ve İslam ilimlerini en iyi şekilde anlayabilmek için İmam Şâfii, çölde yaşayan Huzeyl kabilesinin içinde

Yemen’de Geçen Yıllar Yemen Necran’da kadılık görevi alıp burada yaklaşık beş yıl kalan Şâfii, Hz. Osman’ın torununun torunu olan Hamdeh(Cemile) ile ev-

10 yıl kalarak ilim tahsiline devam etti.

lendi.

Kendisi o günleri hakkında şöyle der: “Çölde

Yemen’de olduğu yıllarda kadılık görevinin

iken himmetim iki şeyde toplanmıştı: ‘Okçuluk ve

yanında burada bulunan âlimlerden de ilim

ilim. Ok atmakta o kadar maharet sahibi idim ki,

tahsilinde bulunur ve görevi süresince İslam

on ok atsam hepsi hedefe isabet ederdi.’ Bunu söy-

ahlakından kaynaklanan üstün adalet anla-

ledikten sonra ilim hususunda bir şey demeden sustu. Yanında bulunan biri: “Vallah sen ilimde, okçulukta olduğundan çok daha üstünsün’”dedi.

Medine’de İmam Mâlik İle Geçen Yıllar Mekke’de okuduğu ilim yıllarında İmam Mâlik’in ilminin büyüklüğünden haberdar olan İmam Şâfii Medine’ye İmam Mâlik’in yanına gitmeye karar verince, bir tanıdığından İmam Mâlik’in hadis kitabı Muvattâ’yı ödünç alır ve ezberler.

yışı ve aklı herkesin dikkati çekti. Necran’da

Ardından hocası Müslim b. Hâlid ez-Zencî’nin

yaşatılmak istenen adaletsiz ve çarpık düzene

Mâlik’e ve Mekke valisinin Medine valisiyle

hiçbir şekilde izin vermeyerek, o dönemde uy-

Mâlik’e hitaben yazdığı mektupları alarak 20

gulanması zor görülen adaleti tam olarak ger-

yaşlarında Medine’ye gitti.

çekleştirdi.

İmam Şâfii, Mâlik’in yanına gittiğinde Muvat-

Adaletli yönetimi bazı kimseler tarafından ra-

ta’yı ezberden okur. Kendisindeki ilmi yeteneği

hatsızlık meydana getirince, dönemin yönetimi

farkeden Mâlik, vefat edinceye kadar 9 yıl bo-

tarafından bir ayaklanma tertip ettiği suçlama-

yunca İmam Şâfii’ye hocalık yapar(795).

sıyla tutuklanıp Harun Reşid’in huzuruna gö-

Bu zamanlarda Yemen Valisi Hicaz’a geldiğinde, Kureyş’ten bazıları ona ilminin büyüklüğünden dolayı Şâfii’yi beraberinde Yemen’e götürmesini söyler. Vali de bunu uygun bularak, Şâfii’yi beraberinde götürür.

türülmek üzere Bağdat’a eli ve ayakları kelepçeli halde götürülür. Bu olay gerçekleştiğinde İmam Şâfii, 34 yaşındadır. Harun Reşid ayaklanmayı tertip ettiği söylenen diğer arkadaşlarını idam eder ancak İmam Ebu Hanife’nin iki büyük talebesinden İmam Mu-

Şâfii bu hususta diyor ki: “Annemde bana vere-

hammed künyeli Muhammed b. Hasan eş-Şey-

cek yol parası bile yoktu. Evimizi rehin olarak ve-

bâni, İmam Şafii’nin ilmini duyması vesilesiyle

rerek yol parasını tedarik ettim. Yemen’e varınca

araya giderek idamdan İmam Şâfii’nin kurtul-

vali bana iş verdi.”

masına vesile oldu(m.810).

ŞABAN 1437

49


“Numan’ı tekrar tekrar anlat Ki sen anlattıkça Misk saçarcasına kokular yayılır Büyük sofralar kurarlar büyükler, Ziyafet onlarındır Bize onların artıkları Ve bir hoş tat kalır”

Çocukları Eğitmede Metod İmam Şâfii, Harun Reşid’in sarayındayken halifenin çocuklarını eğiten Ebu Abdussamed’e şöyle nasihat eder: “Çocukları terbiye ederken, önce kendi nefsini düzeltmekle işe başla. Çünkü çocuklar adeta senin gözünle görür, senin aklınla düşünürler. Onlar için güzel olan her şey, senin de güzel saydıklarındır. Yapmadıkların da onlar tarafından çirkin sayılır. Onlara Allah’ın Kitabı’nı öğret. Ancak öğretirken çok da zorlama. Çünkü usanıverirler. Tamamen de onları Kur’an’dan uzaklaştırma. Çünkü büsbütün terk ediverirler. Sonra onlara nezih şiir ve kıymetli, veciz sözler öğret. Sakın hâ, bir konuyu iyice öğretmeden diğer bir konuya geçme! Çünkü kulağa, aldığından fazla doldurulan söz anlaşılmaz.”

Bağdat Yılları Gerçekleşen bu olay sonrası göz hapsinde tutulan İmam Şâfii, İmam Muhammed’in derslerine katılmaya başlar. Bu derslerden oldukça istifade ettiğini bildiren Şâfii, İmam Muhammed için şöyle der: “İmam Muhammed’den öğrendiğim ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım… Ondan daha akıllı, daha yüksek kimse görmedim.” İmam Şâfii, İmam Muhammed’in hocası İmam Ebu Hanife hakkında da şu mısraları söyler:

50

MAYIS 2016

İmam Muhammed’den aldığı derslerin yanında ilim talebesi de yetiştirmeye gayret gösteren İmam, İmam Ahmed ve İshak b.Harun’a dersler verdi. Harun Reşid, masum olduğuna kanaat getirerek 4000 dirhem vermesi sonucu İmam Şâfii Bağdat’tan ayrılarak Mekke’ye döner.

Tekrar Mekke’de İmam Şâfii, Mekke’ye geldiğinde ilmi çalışmalara devam ederek talebelere ders vermeye devam etti. Mekke’de geçen bu dokuz yılda ayrıca hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. 811 yılında dönemin ilim merkezi olan Bağdat’a tekrar giden İmam Şâfii’nin, güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve tesiri çok güçlü idi. Bu dönemde sonraları büyük imam olacak olan Ahmed b. Hanbel kendisine talebe olmuştur. Şâfii’nin ilimdeki üstünlüğü hakkında İmam Ahmed şöyle demiştir: “Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti konusunda en fakih kişi Şâfii’dir.” Yine İmam Ahmed’e; “ Sen 300.000 hadis ezbere bilen bilen büyük bir imam olduğun halde Şâfii’den niye ders alıyorsun?” denildiğinde, o; “O, bizim ezberlediklerimizin manalarını biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır” demiştir.


Burada iki yıl kaldıktan sonra Emevi yöneticileri Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesi sebebiyle Bağdat muhasara edilince buradan ayrılır. On beş ay süren muhasara nihayete erdiğinde ortalığın yatıştığını düşünerek 814 yılında tekrar Bağdat’a döner fakat üç ay sonra umduğu ortamı bulamayınca Mısır’a gitmeye karar verir.

Mısır’da Geçen Yıllar Kaynaklar, İmam Şâfii’nin Mısır’a gidiş sebebini Mısır valisinin kendisini Mısır’a davet etmesi olarak aktarmıştır. 815 yılında Mısır’a gittiğinde İmam Mâlik’in önde gelen talebelerinden Abdullah b. Abdülhakem’in evinde kalır. Mısır’da kaldığı süre içinde önemli sağlık sorunları yaşamasına rağmen yoğun telif ve öğretim faaliyetleriyle meşgul olan Şâfii, bazı konularda İmam Mâlik’in ictihadları ile çelişen ictihadlarından dolayı İmam Malik’in talebeleri tarafından şiddetli tepki görür ve onu Mısır’dan çıkarmak için valiye baskı yaparlar. İmam Şâfii ve onu destekleyenler ile vali arasında geçen görüşmelerden sonra sürgün kararı alınır. İmam Şâfii üç gün süre ister ve ancak üçüncü gün dolmadan vali vefat eder. Valinin vefatıyla beraber ömrünün sonuna kadar Mısır’da kalır.

İlmi Şahsiyeti Kendisinden önceki seleflerinin yolunu izleyerek düşüncesini vahiy ve Resulullah’ın sünneti merkezi üzerine kuran İmam Şâfii, er-Risâle adlı eserinin başında kaydettiği ayetlerle bir yandan vahye bağlılığı temel ilke edinmenin önemini vurgularken diğer yandan Resulullah(sallallahu aleyhi vesellem)’in özel konumuna ve sünneti vahyin ayrılmaz parçası sayma gereğine dikkat çeker. Sünneti hak ettiği konuma yükseltmek, Şâfii’nin fikri mücadelesinin ana mihverini oluşturur.

anlamada yöntem olarak kullanan Mu‘tezile’yi ve temel tezlerini eleştirerek zındıklara, mecusilere ve dini tahrif etmeye çalışanlara karşı da İslam’ın asıllarına uyulmaya dair gayretlerde bulunur. Dönemin, “Kur’an, mahluktur” sözünün karşısında nice sıkıntılarla karşılaşsa da böyle olmadığını savunur ve çeşitli eziyetlere maruz kalsa da bu sapık fikri reddeder. Yemen’de yaptığı dört yıllık kadılık görevi hariç bütün hayatı, ilim tahsili ve fıkıh tedvininde geçen İmam Şâfii’yi talebelerinden Rebî b. Süleyman şöyle anlatır: “Şâfii merhum sabah namazını kıldıktan sonra kürsüsüne oturur, Kur’ân ehline ders vermeye başlardı. Güneş doğunca onlar kalkarlar, hadis ehli gelirdi. Hadis yorumlarını, mânâlarını sorarlardı. Güneş yükselince onlar da kalkarlardı. Ondan sonra ders halkasında müzâkereler ve münazaralar başlardı. Kuşluk vakti olunca dağılırlardı. Arkasından arapça, aruz, nahiv, gür yani edebiyat erbabı gelirdi. Öğleye yakın böylece devam ederdi.” Kendisinden önceki âlimlerin izinden giden İmam Şâfii geceyi üç kısma ayırır; bir kısmında uyur, bir kısmında kitap okur, bir kısmında da ibadet ederdi. İmam Şâfii, ilk olarak fıkıh usulünü tedvin edip temellerini atan bir âlimdir. Bu konuda “Er- Risâle” adındaki yazdığı eser, kendi dalında bir ilktir. Fahreddin Râzi, ‘Menâkıb-ı Şâfii’ eserinde bu

Şâfii’nin ilimdeki üstünlüğü hakkında İmam Ahmed şöyle demiştir: “Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti konusunda en fakih kişi Şâfii’dir.”

Daha çok kendi döneminde akılcılığı nassları

ŞABAN 1437

51


Hadis ve sünnete olan bağlılığı ile ehl-i hadis tarafından“Nâsırü’l-hadis(hadisin yardımcısı)” unvanı verilen İmam Şâfii, kendisinden önceki imamların sünnete ittibâ ile ilgili sözlerini teyit ederek şöyle demiştir: “Her insana Allah Resulu(sallallahu aleyhi ve sellem)’in istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde, Allah Resulü’nün sünnetine aykırı bir durum varsa, uyulacak Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.”

kitabın yazılması kıssasını şöyle aktarır: “Rivayete göre Abbasi halifesi Abdurrahman b. Mehdi, Şafii’den daha gençken kendisi için öyle bir kitap yazmasını istemişti ki, onda Kur’ân, Sünnet, icmâ ve kıyasla istidlalin şartlarım bildirsin. Nâsıh ve mensûhu, umûm hususun mertebelerini beyân etsin. Bunun üzerine Şafiî, Kitâbü’r-Risâle’sini yazarak ona gönderdi. Abdurrahman Mehdî, kitabı okuyunca şöyle dedi: “Zannetmem ki, Allah Teâlâ bu adamın bir dengini yaratmamış.” Onun ilmi seviyesi hakkında talebesi Rebî‘in anlattığına göre Şâfiî, “el-Mebsût” eserini yanında herhangi bir kitap yokken ezberden yazmıştır. Bir kimse ile münazara yapma durumu meydana gelince şöyle dua ederdi: “ Kiminle müna-

52

MAYIS 2016

zara ettiysem: `Ya Rabbi, eğer haklı isem, onun gönlüne ve diline hakkı yerleştir ki bana uysun; eğer onun görüşü doğru ise, ben ona uyayım’ diye dua ederim.” Onun hafızasının kötü olduğu zamanda hocasına söylediği şu soruya verilen cevap, günümüz ilim talebelerinin önünü aydınlatacak bir tavsiyedir. “Hocam Vekî‘e, hâfızamın kötü olduğundan şikâyet ettim de bana mâsiyeti(günahları) terk etmemi tavsiye etti. Çünkü dedi: “İlim, Allah’ın nurudur. Allah’ın nuru bir âsiye bahşolunmaz!” Gittiği yerlerde bir çok öğrenci yetiştiren Şâfii’nin Mısır öncesi dönemdeki talebeleri arasında Ebu Sevr, Ahmed b. Hanbel gibi alimler öne çıkmıştır. Sonraki dönemde Mısırlı öğrencilerinden Büveytî, Müzenî ve Rebi‘ b. Süleyman el-Murâdî mezhebinin yayılmasına yardımcı olmuştur. Mısır’da ictihadlarına son şeklini veren İmam Şâfii’nin Mısır öncesi dönemi ictihadları için ‘mezheb-i kadim’, sonrası dönemdeki ictihadlarına ‘mezheb-i cedîd’ ifadesini kullanır. Bu konuda Şâfii’nin eski görüşlerinin İmam Mâlik’e uygun olduğu belirtilmiştir. Onun İmam Malik’in görüşlerinden farklı fikirlere sahip olmaya başladığı dönem, Irak’taki fıkıh ekolüyle tanışmasıyla başlamıştır.

Sünnete Bağlılığı Hadis ve sünnete olan bağlılığı ile ehl-i hadis tarafından“Nâsırü’l-hadis(hadisin yardımcısı)” unvanı verilen İmam Şâfii, kendisinden önceki imamların sünnete ittibâ ile ilgili sözlerini teyit ederek şöyle demiştir: “Her insana Allah Resulu(sallallahu aleyhi ve sellem)’in istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde, Allah Resulü’nün sünnetine aykırı bir durum varsa, uyulacak Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.”


Bir gün İmam Şâfii’ye bir adam; “Şu hadisle amel ediyor musun?” diye sorunca, ona şu cevabı verir: “Allah Resulu’nden bir hadis duyacağım da onunla amel etmeyeceğim öyle mi! Beni kiliseden zünnarımla çıkarken mi gördün?” Yine bir başka gün, rivâyet ettiği bir hadis ile amel edip etmediğinin sorulması üzerine İmam Şâfiî titreyip sarsıldı ve ona; “Be adam! Resulullah’tan hadis nakledip de gereğince hükmetmezsem bu yer beni taşır mı, bu gökyüzü beni altında barındırır mı? Elbette onunla amel ediyorum! Onun her sünneti, benim için doyumsuz bir lezzettir, başım gözüm üstünedir!” diye cevap verdi. Talebelerinden Rebi’ b. Süleyman anlatıyor: “Şâfii’ye bir adam bir mesele sordu. O da, Hz. Peygamber’in bu hususta şöyle şöyle buyurduğu rivayet olunuyor” dedi. Adam ona: “Ey Ebu Abdullah, sen de aynı görüşte misin?” deyince, Şâfii titredi, rengi sarardı, hâli değişti şöyle dedi: “Resulullah’tan bir hadis rivayet olunur da ben, evet öyledir, canım ve başım üstüne, demezsem beni hangi yer üstünde taşır, hangi gök altında barındırır?” Yine talebesi Rebi’ b. Süleymân’dan nakledildiğine göre İmam Şâfii şöyle der: “Hüküm verdiğim herhangi bir konuda muhaddisler tarafından benim fetvama aykırı Hz. Peygamber’den sahih bir haber nakledilirse, biliniz ki ben, hem yaşarken hem de öldükten sonra o görüşümden dönmüşümdür.”

bir sünnet bildirir. 5- Sünnetle nâsih ve mensûha istidlal etmek

Dostluğa Dair Tavsiyeleri “Bir arkadaşının hoşlanmadığın bir şey yaptığına dair bir haber alırsan, sakın ola ki hemen ona karşı düşmanlık besleyip dostluğu kesme. Böyle yaparsan, yakînen bildiğin bir şeyi şüphe sebebiyle terk etmiş olursun. Böyle bir durum olursa, o arkadaşına, “Senin şöyle şöyle yaptığına dair bana bir haber ulaştı.” de. O haberi sana getireni zikretmen de uygun olur. Eğer inkâr ederse,“Sen ondan daha doğru söyledin ve bu işten uzaksın” de ve daha fazla bir şey söyleme. Eğer itiraf ederse ve o işi yapmakta bir mazeretini bulursan, o mazereti kabul et. Eğer o işi yaptığını reddetmezse, “O işi yapmaktaki amacın neydi?” diye sor. Eğer bir özür beyan ederse kabul et. Eğer arkadaşın herhangi bir mazeret beyan etmez ve sen de bir çıkış yolu bulamazsan, onun o işi yaptığını kabul et ve onun bir kusur işlediğini düşün. Bundan sonra muhayyersin; dilersen ona, o işin misliyle –fazlasıyla değil– mukabele et; istersen kendisini affet. Affetmek takvaya ve kereme daha uygundur. Çünkü Yüce Allah, “Bir kötülüğün karşılığı, misli bir kötülüktür. Fakat kim

İmam Şâfii’ye Göre Sünnet’in Kur’an’a Göre Beş Durumu 1- Sünnet, Kur’an’ın mücmelini(kapalı görülen meselelerinin, tafsilatını) beyan eder. 2- Kur’an’ın murad ettiği genel hükümleri açıklar. 3- Kur’an’ın nassıyle sabit olan bazı farzları Hz.Peygamber, Allah Teala’dan kendisine vâki olan vahy ile o farzlarla ilgisi veya onlar üzerine, müterettip bazı hükümler ziyade etmiştir. 4- Hadis, Kur’an’ın nassında zikrolunmayan

ŞABAN 1437

53


affedip ıslah ederse, onun ecri Allah’a aittir.” (Şura, 40) buyurmuştur.

Eğer senin lütf u hidayetin olmasaydı, hiçbir abid

Eğer onun hareketinin misliyle kendisine mukabele etmen gerektiği konusunda nefsin seninle çekişirse, arkadaşının sana karşı önceki iyi ahvalini hatırla. Bu kötülüğü sebebiyle onun son hali, senin nazarında önceki iyiliklerini eksiltmesin. Zira bu, bizzat zulümdür. Salih bir kişi şöyle demiştir: Allah Teala, benim bir kötülüğüme mukabil bana onun daha fazlasıyla mukabele ederek hakkımı eksiltmeyen kimseye rahmet eylesin.

Nasıl selamette kalır ki, o şeytan mazhar-ı safve-

Eğer bir dostun varsa, ona sımsıkı sarıl. Zira dost edinmek zor, dosttan ayrılmak ise kolaydır. O salih kişi, dosttan ayrılmanın kolaylığını şöyle bir benzetmeyle açıklardı: Bir çocuk, büyük bir taşı kuyuya atar. Onu oraya atmak o çocuk için kolaydır. Ama onu oradan çıkarmak, yetişkin insanlar için zordur. Sana tavsiyem budur, vesselam.”

Vefatı İmam Şâfii şöyle demiştir: “Onaltı seneden beri hiçbir zaman doya doya yemek yemiş değilim. Zira tam bir şekilde doymak bedeni ağırlaştırır, kalbi katılaştırır, zekâyı dumura uğratır, uykuyu celbeder ve sahibini ibadet yapmaktan alıkoyar...’ İşte böyle bir imam olan İmam Şâfii, hayatının son anlarını Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek geçirmiş ve kendisine son anlarında hali sorulduğunda şöyle demiştir: “Dünyadan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kerim olan Rabbime gidiyorum” buyurdu. Meşhur talebelerinden İmam Müzeni de hastalığının şiddetlendiği o günlerde yanına girdiğinde, İmam Şâfii şu beyti okumuştur: “Ey Rabbim! Kalbimin katılaştığı ve gidecek yolların daraldığı vakitte, ümidimi affına merdiven kıldım.

54

şeytandan selamette kalamazdı.

tin olan Hz. Âdem’i bile aldattı.” Aşırı kan kaybından 19 Ocak 820’de Recep ayının son gecesi 54 yaşında vefat edince, Mısır Karâfe’de Benî Abdülhakem Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra adına burada bir türbe yapıldı. Selahaddin Eyyubi tarafından da türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır. Tarihi kaynaklarımızda vefatıyla alakalı şöyle bir bilgi vardır. Halife Me’mûn, Şâfii’yi Mısır kadısı yapmak isteyince onun, “Allahım! Dinim, dünyam ve akıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al” şeklinde dua ettiği ve üç gün geçmeden vefat ettiği rivayet edilmiştir. Kaynaklarda Şâfiî’nin iki oğlu ve bir kızının olduğu, oğullarından Ebu’l-Hasan Muhammed’in 845 yılında, babasından ve Ahmed b. Hanbel’den hadis öğrenmiş ve Halep(yahut el-Cezîre) kadılığı yapmış olan, diğer oğlu Ebû Osman Muhammed’in 856 yılında vefat ettiği ve kızı Zeyneb’ten olan torunlarının ilimde yükseldiği kaydedilmektedir.

-------------------------

Kaynakça: 1-

İmam Şâfiî (rh.a) ve Zühd Hayatı – Ebubekir Sifil,

Hikemiyât, s. 232-236 2- İmam Şâfii, Muhammed Ebu Zehra, Diyanet İşleri Baş-

Günahım pek büyük göründü. Fakat affın ile yanaştırdığımızda, affın daha büyük oldu.

kanlığı Yayınları

Sen günahtan af sahibi olmadan zail olmadın.

kan, c.38, s.223-233

Cömertçe vermede, ikram ve ihsan etmede daim oldun.

4- TDV Ansiklopedisi Şâfii Mezhebi maddesi, Bilal Ay-

MAYIS 2016

3- TDV Ansiklopedisi İmam Şâfii maddesi, Bilal Ayba-

bakan, c.38, s.233-247


İSLAM COĞRAFYALARI

Metin Eken

Hint Okyanusunda Bir Müslüman Beldesi:

Komor Adaları / Kamer Adaları

H

er sayıda bir Müslüman beldesine ele aldığımız “İslam Coğrafyaları” yazı dizimizin bu bölümünde Komor Adaları’na konuk olacağız. Her ne kadar okuyucunun bir bölümü dünya üzerinde bu isimle anılan bir ülkenin var olduğu gerçeğini hayretle karşılayacak olsa da, bu küçük adalar ülkesinde yaşayan insanların % 99’unun Müslüman olduğunu ifade ettiğimizde bu hayretin bir kat daha artacağı tahmin edilebilir.

ŞABAN 1437

55


Yine, her ne kadar “Komor” kelimesi bizlere çok uzak bir kelime gibi görünse de, erken dönemlerden itibaren çeşitli sebeplerle Hint Okyanusuna pek çok seyahat gerçekleştiren Müslümanların bölgeyi “Kamer Adaları”/ “El Ceziretü-l Kamer” olarak adlandırdığı gerçeği bizi bu küçük İslam beldesine önemli ölçüde yakınlaştırmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Komor adalarının, resmi adı “İslam Cumhuriyeti” (Arapça’da el-Cumhuriyyetü’I-Kumuri l-ittihadiyyeti’I-İslamiyye) olan dünyadaki beş ülkeden biri olması da ülkeyi Müslümanlar açısından önemli kılan bir diğer husustur. (1)

Komor Adalarında İslam ve Müslümanlar Türkiye’de 1923 yılında yayınlanan Âlem-i İslam Külliyatı’nda, Erkan-ı Harbiye Kaymakamı İsmail Hakkı Tevfik tarafından kaleme alınan “Kamer Adalarında İslam” adlı eser; ülkemizde ada hakkında yayınlanan en önemli eserlerden biridir. Eserde, ada halklarının ırkları, örf ve adetleri, İslamiyet’in adalara girişi ve halk üzerinde ne derecede etkili olduğu, eğitimi, sosyal yapısı, ada nüfusu hakkında ayrıntılı bilgiler verilmekle beraber bu adaların nasıl Fransız sömürgesi haline getirildiği ve bunun neticesi olarak halk ve hükümdarların durumu, mis-

İslamiyet›in ülkede yayılış tarihi konusundaki rivayetler farklı olmakla birlikte yerliler arasındaki yaygın kanaate göre iki Komorlu Hz. Osman'›n halifeliği zamanında Medine›ye giderek İslam›ı öğrenmiş ve dönüşlerinde bölge halkında tebliğde bulunmuşlardır. Arap denizcilerinin de VIII. yüzyıldan itibaren yoğun olarak uğradıkları bu adalara İslam’ı yaydıkları bilinmektedir.

56

Coğrafi ve Demografik Özellikler

yonerlik faaliyetleri için yapılan çalışmalar da

Hint Okyanusuna kıyısı olan Doğu Afrika ülkelerinden Mozambik ile Hint Okyanusunda yer alan bir diğer ada ülkesi Madagaskar arasında yer alan ve Komor adaları olarak anılan ülke dört adadan meydana gelir. Bu adalardan Ngazidja, Anjouan ve Moheli, bağımsız Komorlar İslam Cumhuriyeti adıyla anılmakta, dördüncü ada olan Mayotte ise özel bir statüyle halen Fransa’ya bağlılığını devam ettirmektedir. Günümüzde sekiz yüz bin civarında bir nüfusun hayatını devam ettirdiği ülkede halkın % 99’u sünni Müslümanlardan meydana gelmektedir. Ülkede her ne kadar Komorca denilen resmi bir dil konuşulsa da Arapça ve Fransızca da resmi diller arasında yer almakta ve özellikle Arapça ilkokul eğitiminden itibaren Komor halkının gündelik hayatında ve pratiklerinde önemli ölçüde etkinlik kazanmaktadır.

detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu bilgiler;

MAYIS 2016

fotoğraflar, istatistiki tablolar ve adaların tarih kronolojileri ile de desteklenerek çok kıymetli bilgilere yer verilmektedir. Kitapta verilen bilgiler doğrultusunda adaların genel tarihleri incelendiğinde, çoğunlukla ticaret veya seyahat amacıyla adaya gelen ve yerleşen özellikle Araplar, İranlılar ve Hintlilerin İslam’ı ada halklarına tanıttıkları, evliliklerle bağlarını daha çok kuvvetlendirdikleri ve böylece adadaki nüfus ve etkilerini de artırarak İslam’ın yerleşmesine vesile oldukları görülür. İranlılar ve Arapların hükümdar kızları ile evlenerek ada yönetimini elde ettikleri ve böylelikle halk tarafından İslam’ın daha çok benimsendiği de kitapta yer alan ifadeler arasındadır. (2)


İslamiyet›in ülkede yayılış tarihi konusundaki rivayetler farklı olmakla birlikte yerliler arasındaki yaygın kanaate göre iki Komorlu Hz. Osman'ın halifeliği zamanında Medine›ye giderek İslam›ı öğrenmiş ve dönüşlerinde bölge halkında tebliğde bulunmuşlardır. Arap denizcilerinin de VIII. yüzyıldan itibaren yoğun olarak uğradıkları bu adalara İslam’ı yaydıkları bilinmektedir. (3) Bu tarihlerden itibaren bölge uzun yıllar Müslümanların hâkimiyetinde varlığını sürdürmüştür. Ancak 1800’lü yılların ortalarından itibaren Sömürgecilik faaliyetleri neticesinde Fransızların bölgede hâkimiyet kurmaya başladıkları bilinmektedir. Ancak özellikle II. Dünya savaşından sonra bağımsızlık mücadelelerinin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte ülke Müslümanları da Fransız sömürgesine karşı örgütlenmeye başlamıştır. Nitekim bu mücadele 1974 yılına gelindiğinde adaların geleceği için bir referandum yapılmasıyla sonuçlanmış, Ülkedeki Mayotte adası dışındaki üç adanın büyük bir çoğunluğu Fransız sömürgesinden kurtulmayı talep etmiştir. Bu doğrultuda her ne kadar fiili bir bağımsızlık durumu olsa da, Fransız sömürgeciliğinin bölgedeki etkisi devam etmiştir. Özellikle bağımsızlık tarihinden günümüze kadar geçen süreçte gerçekleştirilen onlarca darbe girişimi, bölge siyasetindeki Fransız etkisine dair önemli ipuçları vermesi bakımından manidardır. Ancak Fransız sömürgeci mantığının toplumsal hayatın her bir kademesinde kendi kültürel form ve içeriklerini dayatmasına rağmen İslam ülke halkını bir arada tutmakta, İslam’ın güzellikleri gündelik hayatın tam da odak noktasında etkinliğini sürdürmektedir. Ülkede çocuklar eğitimlerinin ilk adımına İslami eğitim veren medreselerde başlamakta, ülkede Arapça bilenlerin ve hafızların sayıları gün be gün artış kaydetmektedir. Ülkede yetişen Müslüman gençlerin bir kısmı başta Somali ve Moritanya medreseleri olmak üzere Mısır, Suriye ve Tunus gibi eğitim geleneği güçlü ülkelerde İslami

eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönmektedir. Ancak tüm bunlarla beraber hem sömürge mantığının kirli değerler dünyası, hem yerel kültürel içerikler ve hem de yanlış İslami uygulamalar ülkede İslami eğitimin geliştirilmesine yönelik ihtiyacı gün yüzüne çıkartmaktadır. Bu noktada sorulması gereken soru, halkının % 99’u Müslüman olmasına rağmen başta Fransızlar olmak üzere Batılı ülkeler tarafından yakından takip edilen ve çeşitli politikalarla yönlendirilen bölge hakkında Müslüman ülkelerin bir vizyonunun olup olmadığıdır. Ancak ne yazık ki bu doğrultuda gerçekleştirilen geniş kapsamlı ve stratejik bir çabadan bahsedebilmek pek de mümkün değildir.

-------------------------

Kaynakça: 1. Diğer ülkeler ise Afganistan, Pakistan, İran, Moritanya ve Gambiya’dır. 2. Esra Çiftçi, Komor Adaları’nda İslam, Dünya Bülteni Tarih Servisi. Detaylı bilgi için bkz: http://www.dunyabulteni.net/haber/141097/komor-adalarinda-islam 3. Ahmet Kavas, “Komor Adaları”, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013. S. 154.

ŞABAN 1437

57


HABER ANALİZ

Emrah Seven

N I ’ SURİYE

N A

İR S

HESAPLARI

uriye devriminin başlangıcından bu yana Suriye üzerinde mutabakata varılmış değil. Türkiye’nin, ABD’nin ve diğer ülkelerin çabaları sonuç vermemiş ve uzun sürede çözülecek gibi durmuyor. Her yapının kendi çıkarlarına göre bir Suriye algısı var. Bu da sorunu çözmekten ziyade dış güçlerin politikaları Suriye’ye dair sorunları arttırıyor. Şöyle bir durum da vardır ki özelde Ortadoğu coğrafyasının genelde tüm dünya halklarının açlık, yoksulluk, sefalet, çıkar üzerine kurulu ilişkiler, insani değerlerin kaybolması, savaşlar, katliamlar… Tamamıyla batılı devletlerin politikalarından, ideolojilerinden kaynaklanmaktadır.

58

MAYIS 2016

Egemen güçler, iktidarlar, hegemonya (1) ve işbirlikçiler Suriye politikasında samimiler mi yoksa yüzyılın en büyük tiyatrosunu mu çeviriyorlar? (2) Tüm dünyanın bildiği her bir vakıada yeniden tecrübe ettiği gibi bir tiyatro ile karşı karşıya İslam ümmeti. İran’ın batı ile işbirliğini Müslümanları sırtından hançerlemelerini, hainliklerini kimse unutmuş değil. Suriye cihadı tüm dünyaya İran’ın gerçek yüzünü gösterdi. İran 1979 İslam Devriminden! Sonra İran, İslam coğrafyasına iyi bir imaj bıraktı ve İran, devrimi propaganda aracına


döndürdü. Dönemin insanlarının dillerinde Rehber Humeyni nidaları eksik olmadı. İran İslam devrimi dillerinden uzun bir süre insanların dillerinden düşmedi. Dergilerde, kitaplarda, gazetelerde sayfalarca İran devriminden bahsedildi. Fakat İran mollaları çok geçmeden gerçek yüzünü gösterdi. Hafız Esed’in 40.000 insanı öldürdüğü Hama katliamında, İran’a sığınanları Suriye’ye teslim etti. Said Havva’da bunlardan birisidir. (3) Bazı kesimler sanki basireti bağlanmış gibi yine vahdet sloganlarını yükseltmeye devam etti. Şia Afganistan’da mücahitlere karşı savaştı, yine Irak’ta binlerce Sünni’yi katletti. Ta ki bu durum Suriye cihadına kadar devam etti. Müslümanlar İran’ın ikiyüzlülüğünü gördü. Hülasa İran devrimi doğrudan ve dolaylı olarak, isteyerek ve/veya istemeyerek dünya Müslümanlarını zehirlemiş olup, hala bu zehrin etkilerini müşahede etmekteyiz. Suriye cihadı bir anlamda safların kesin çizgilerle ayırıldığı mücadele sahasıdır.

İran’ın İkiyüzlü Söylemleri İran 1979 İslam Devrimin verdiği havayla gerek Filistin meselesinde gerekse Arap baharının başlarındaki söylemleriyle İslam ümmetinin savunuculuğuna soyundu. Özellikle Filistin meselesinde her açıklamasında İsrail’e ve ABD’ye kafa tutan açıklamalarının içinin boş olduğu da ortaya çıktı. Hatta öyle ki İsrail gazetelerinden Ha’aretz, Ehud Barak’ın Yedioth Ahronoth’a verdiği demeçler için attığı manşet Barak: İran, İsrail’in varlığına tehdit değildir. (4) İran tam anlamıyla bugün Sünni dünyaya savaş açmış bir devlet. Suriye’de bulunan 10.000 (5) askeriyle ve Irak, Afganistan ve Yemen’deki politikalarıyla bunu görmekteyiz. İran artık Arap coğrafyasında söylemleri itibar edilmeyen bir hale gelmiş ve izole edilmiş. Pakistan, Türkiye ve diğer Sünni ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkileri zayıflamış.

İran İçin Suriye Neden Önemli? İran, ABD’nin kendisine açtığı yoldan devam ediyor. Irak’ta Sünnileri katlederek güçlenen Şii hareketler ve İran bölgede güçlü bir devlet haline gelmek istiyor. İran, Suriye’de 2011 devriminden önce de vardı. Hafız Esed iktidara gelince İran birlikleri de Suriye’ye girdi. İran Ortadoğu bölgesinde kendi şii nüfusunu güçlendirerek bölgedeki Sünni nüfus üzerinde egemenlik kurmaya ve onları baskı altında tutmaya çalışıyor. Haliyle Lübnan-Suriye- Irak ve İran hattı üzerinde şii egemen bir bölge meydan geliyor. Rusya ile işbirliğine giderek Katar gazına engel olunmaya çalışılıyor. Katar gazı Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya dağılacak hat projesi. Bu hattı Suriye üzerinden engelleyerek Rusya’nın gaz egemenliğine devam etmek. Batı ve İran güçlenen Sünni İslami hareketlere karşı işbirliğine gitti. Batılı devletler İslami hareketlerin güçlenmesini istemediğinden dolayı şii hareketleri Suriye’de muhaliflerin karşısında desteklemeye başladılar. Son süreçte güçlenen İran Ortadoğu coğrafyasında bir şii hilali çizerek egemen bir güç haline gelmek için çabalıyor. Bu aynı zamanda Rusya ve ABD’nin ortak bir projesidir. Rabbimizden duamız bizi İran’ın fitnesinden korumasıdır. -------------------------

1. Hegemonya: Bir sistem içerisindeki bir elemanın, bir ülkenin veya bir grubun diğerlerinden üstün, baskın veya diğerlerine egemen olduğunu belirtir. 2. Tüm Yönleriyle Suriye Devrimi, Abdulkadir Şen, Yapıbozum Yayınları 3. Nebevi Hayat Dergisi, sayı 30, İlim ve Dava adamı; Said Havva 4. http://www.islahhaber.net/iran-israil-gizli-iliskileri-desifre-edildi-52637.html 5. http://www.yeniakit.com.tr/haber/2016-yili-itibariyle-iranin-suriyede-kac-askeri-var-161694.html

ŞABAN 1437

59


SERBEST KÖŞE

Hüseyin Kalender

Nasihat vermek kolay, zor olan, onları kabul etmektir. Çünkü nasihati kabul etmek, nefsine uymuş kişilere tatsız gelir. Zaten günahlar onların kalplerine daha sevimli gelmektedir. Nasihatleri kabul etmek, sadece egolarını tatmin ve dünyevi çıkar elde etmekle meşgul olan bu gibi kuru bilgi taliplerine çok zor gelir. 60

MAYIS 2016

A

llah, O’nun emrine uymanı sürekli kılsın ve seni sevdiklerinin yolundan gidenler-

den eylesin. Bil ki, asıl nasihatler ancak peygamberlik kaynağından gelendir. Sana o kaynaktan bir nasihat ulaşmışsa eğer, benim nasihatlerimin sana ne faydası olabilir ki? Eğer bunca yıldır o kaynaktan herhangi bir nasihat elde edememişsen, o halde söyle bakalım, yıllardır ilim tahsili için didinip durmanın ne anlamı var?


Ey Değerli ve

Sevgili Oğul!

1

Ey Oğul! Nasihat vermek kolay, zor olan, onları kabul etmektir. Çünkü nasihati kabul etmek, nefsine uymuş kişilere tatsız gelir. Zaten günahlar onların kalplerine daha sevimli gelmektedir. Nasihatleri kabul etmek, sadece egolarını tatmin ve dünyevi çıkar elde etmekle meşgul olan bu gibi kuru bilgi taliplerine çok zor gelir.

şılaştın? Ne gördün? Bize anlat.” diye ona sorduğunda Cüneyd el-Bağdadi “Bütün o süslü konuşma ve imalarımız uçuşup yok oldu. Geriye, fayda göreceğimiz şey olarak sadece geceleri kıldığımız birkaç rekât namaz kaldı.” diye cevap verdi.

Ey Oğul! Bildiklerini yerine getirmeyen ve nefsini terbi-

Rivayet edildiğine göre ölümünden sonra Cü-

ye etmeyi ihmal edenlerden olma sakın! Bil ki,

neyd el-Bağdadi (ra) birinin rüyasına girer.

pratiğe geçirmediğin bilginin sana hiçbir faydası olmaz. Bu, şu örneğe benzer; bir kara par-

Rüyayı gören kişi, “Ya Eba’l Kasım, neyle kar-

ŞABAN 1437

61


Ey Oğul! İstediğin kadar yaşa, nasıl olsa bir gün öleceksin; dilediğini sev, nasıl olsa ondan bir gün ayrılacaksın ve dilediğin şeyi yap, nasıl olsa bir gün bütün yaptıklarının hesabını vereceksin.

çasında, üzerinde değişik silahlarla beraber on tane Hint kılıcı olan bir adam olsun. Bu adam savaşçı ve cesur birisi olsun. Diyelim ki, aniden bu adamın karşısına korkunç bir aslan çıksın ve ona saldırsın. Sence, o silahların sadece varlığı aslanı engelleyebilir mi? Herkesin bildiği üzere herhangi bir girişimde bulunmayan yani silahlar kullanılmadan aslana karşı konulamaz. İşte bu örnekte olduğu gibi şayet bir adam, yüz bin ilmi meseleyi öğrenmiş olsun fakat onları kendi hayatına geçirmemişse, bunun ona hiçbir faydası olmaz. Zira ilmin faydası, ancak o ilim hayata geçirildiğinde ortaya çıkar.

Bir adam yüksek ateş veya sarıhumma hastalığına tutulmuşsa, onun ilacı seken cebin (1) veya (2)

’tır. Hasta, bu ilaçları kullanmadan

sin; dilediğini sev, nasıl olsa ondan bir gün ayrılacaksın ve dilediğin şeyi yap, nasıl olsa bir gün bütün yaptıklarının hesabını vereceksin.

Ey Oğul! Nice gecelerini bilgilerini tekrar ederek ve kitapları inceleyerek geçirdin ve bu nedenle uykusuz kaldın. Sana bunları yaptıran neydi? Eğer amacın, dünya malı, metaını, makam ve mevki elde etmek; başkalarına karşı övünmek idiyse o halde sana yazıklar olsun, yazıklar!

“İki bin rılt şarap tartmış olsan da içmedikçe sarhoş olamazsın.”

yazmış olsan da ancak yaptığın hayrı işler, sayesinde Allah’ın rahmetine ulaşabilirsin. Çünkü yüce Allah, şöyle buyurmaktadır;

MAYIS 2016

kötülük yapmanı emreden nefsini dizginlemek ise o halde sanan müjdeler olsun, müjdeler!

İnsanların gördüğü dış görünüşünü yıllardır temizliyorsun da pe ki, gördüğüm iç yüzünü temizlemedin?”

Sende yüz sene ilim tahsil etsen ve bin kitap

“İnsana ancak çalıştığı vardır.”

yaşatmak, sahip olduğun huyları düzeltmek ve

Sorulacak soruların ilki ise şudur; “Ey kulum!

iyileşemez. Bir şairin dediği gibi;

62

İstediğin kadar yaşa, nasıl olsa bir gün ölecek-

Yok, eğer amacın, peygamberin getirdiği dini

Ey Oğul!

keş kab

Ey Oğul!

(3)

Oysaki yüce Allah, her gün senin kalbine bakar ve şöyle buyurur; “Ben nimetlerimle seni çepeçevre kuşatmışken neden başkalarıyla meşgul olmaktasın?” İşte sen, sağır olduğun için onun bu dediklerini asla işitmiyorsun.


Ey Oğul! Çabalamayı ruhunda, yenilgiyi nefsinde, ölümü bedeninde gerçekleştir. Çünkü senin son durağın, mezarın olacaktır. Mezardakiler ise senin onlara kavuşmanı sabırsızlıkla beklemektedirler.

Ey Oğul! Gereğini yerine getirmediğin bilgileri sürekli öğrene durmak, tam bir delilik olduğu gibi bilgi olmadan hayırlı işleri sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmekte mümkün değildir. Bil ki, bugün seni günahlardan uzaklaştırmayan, Allah’a ibadet etmeye ve O’nun emirlerine uymaya yöneltmeyen bilgi, yarın seni cehennem ateşinden uzaklaştıramaz. Bugün bildiklerini pratiğe geçirmezi geçirmez, günlerini telafiye çalışmazsan, yarın kıyamet gününde; “Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, ‘Rabbimiz! (gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, hayırlı işler yapalım.’ ” (4) diyenlerden olursun ve sana ancak şöyle bir karşılık verilir; “Ey ahmak! Sen zaten oradan gelmedin mi?”

Ey Oğul! Çabalamayı ruhunda, yenilgiyi nefsinde, ölümü bedeninde gerçekleştir. Çünkü senin son durağın, mezarın olacaktır. Mezardakiler ise senin onlara kavuşmanı sabırsızlıkla beklemektedirler. Sakın ola ki, azıksız bir şekilde onlara kavuşayım deme! Ebu Bekir es-Sıddık (ra) şöyle dedi; “Bu bedenler ya bir kuş kafesi ya da bir hayvan ahırı gibidir.” Kendi kendine acaba ben bu ikisinden hangisine benziyorum, diye düşün. Şayet sen

yücelerde uçan bir kuş gibi isen, “Ey nefis! Rabbine dön.” (5) Çağrısını duyunca, cennet’in yüksek burçlarına ulaşıncaya kadar kanat çırpıp uçacaksın. Nitekim Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur; “Rahman’ın arşı, Sad b. Muaz’ın ölümü için titredi.” -Allah korusun- Yüce Allah’ın, “…İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha aşağıdadırlar…” (6) Ayetinde söz konusu ettiği hayvanlar gibi isen, o halde bu dünyanın herhangi bir köşesinden cehennemin uçurumlarına düşmen kaçınılmazdır. Rivayet edildiğine göre; bir gün Hasan el-Basri’ye –Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- bir bardak soğuk su verilmişti. Bardağı eline alır almaz bayıldı ve bardak elinden yere düştü. Ayıldığında etrafındakiler ona, “Sana ne oldu ey Ebu Said” dediler. O cevaben, “Bir an için cehennemlikler cennetliklere, ‘Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan birazda bizim üzerimize akıtın.’ (7) Dedikleri zaman ki ümitli hallerini hatırladım” dedi. ------------------------1. Sirke ve baldan yapılan bir macun 2. Tedavi için kullanılan arpa suyu 3. Necm Sûresi: 38 4. Secde Sûresi: 12 5. Fecr Sûresi: 27 6. A’raf Sûresi: 179 7. A’raf Sûresi: 50

ŞABAN 1437

63


AYLIK SEMİNERLER

CANLI YAYIN WWW.İMAMBUHARİVAKFİ.ORG’DAN

ZÜHD VE TAKVAYI KUŞANMAK Yusuf YILMAZ Dergi Editörü

Yer: İmam Buhari Vakfı

06 Haziran 2016 Çarşamba

20.30

*Bayanlara yer ayrılmıştır

“Amel, sözün efendisidir.” Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Bağcılar/İstanbul 0212 550 6377 | bilgi@imambuharivakfi.org | www.imambuharivakfi.org


OKU, YAŞA, ANLAT

satis.nebevihayatyayinlari.com

I T K I Ç

Akaid Risaleleri Hasan Karakaya Hocaefendi İnkâr İman Tevhid ve Şirk Allah’a İman Meleklere ve Kitaplara İman Peygambere İman, Mucize ve Keramet Ahiret Hayatı Kaza ve Kadere İman Cin Sihir ve Büyü Kıyâmet Alâmetleri

Altın Yaldız

Ebat: 13,5x21 Kağıt: Ivori Kapak: Lux Kuşe

Kabartma

120₺

45₺ 10 KİTAP

* Kargo bedeli alıcıya aittir. * Kampanya haricinde kitaplar tek tek de satılmaktadır.

Oku Yaşa Anlat

0212 515 65 72 0543 654 46 63 Güneşli Mh. Ayçin Sk. No: 36 Bağcılar/İstanbul


“Mü’min erkeklere söyle,

GÖZLERİNİ HARAMDAN SAKINSINLAR, IRZLARINI KORUSUNLAR. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nûr Suresi, 30)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.