ARALIK 2016, RABİ'UL-EVVEL 1438 • YIL 4 • SAYI 49 FİYATI 7,5 TL• dergi.nebevihayatyayinlari.com
و
İhlâs Niyet
Vakit Hayattır.
NEBEVİ HAYAT TAKVİMLERİ Bu sene takviminizi bizden alın
Nebevi Hayat Takvimleri Takoz fiyatı
Takv�m Yaprakları her güne b�r ders s�stem� gözet�lerek hazırlanmıştır;
İller:
Size özel sırtlık çalışması siparişlerinde istenilen 100 ve üzeri adetler fiyatlandırılıp teslimat yapılacaktır.
Renkli iç sayfalar
3,5₺
Promosyan Numuneleri Listesi
Bize gönderdiğiniz grafik çalışması ya da grafikerlerimize gönderdiğiniz firma bilgileri ve logolarınızı uygulatarak size özel tasarımlar yapılmaktadır.
Özel Sırtlık Siparişleri İçin Fiyat Listesi Adet
Birim Fiyatı
100 Ad. 200 Ad. 300 Ad. 400 Ad. 500 Ad. 600 Ad. 700 Ad. 800 Ad. 900 Ad. 1000 Ad.
Pazartes�: Akâ�d Salı: Kur’an-ı Ker�m’�n Gölges�nde Çarşamba: Rasûlullah’ın İz�nde Perşembe: Müslüman’ın Ahlâkı Cuma: Nebev� A�le Cumartes�: Tar�h - B�yograf� Pazar: Muhtel�f
Oku Yaşa Anlat
0212 515 65 72 0543 654 46 63 Güneşli Mh. Ayçin Sk. No: 36 Bağcılar/İstanbul
3,00 tl 2,00 tl 1,50 tl 1,25 tl 1,15 tl 1,00 tl 0,90 tl 0,85 tl 0,80 tl 0,75 tl
Toplam 300 tl 400 tl 450 tl 500 tl 575 tl 600 tl 630 tl 680 tl 720 tl 750 tl
İstanbul Ankara Bursa Yalova Adana Gaziantep Hatay Van Kocaeli Adıyaman Malatya Konya Şanlıurfa
NEBEVİ HAYAT DERGİSİ 2016 YILI SINAVI GERÇEKLEŞTİRİLDİ Nebevi Hayat Dergisi yarışması, 25 Aralık Pazar günü İmam Buhari Vakfında gerçekleştirdi. Bayanlarında katıldığı dergi yarışması Kuran tilaveti ile başladı, Zafer Mert Hoca'nın konuşması ardından başlayan yarışma 90 dakika sürdü. Yarışmaya katılan tüm okurlarımıza Nebevi Hayat Dergisi olarak teşekkür ederiz. Bu yarışmayı Allahu Teâla’nın izniyle her yılın son ayında düzenleneceğini de bilgilerinize sunarız.
1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10.
Hakan Bultan Bayram Gökmen Burhan Özgür Süleymen Karaman Mehti Apturan Mahsun Çeliktenyıldız Ramazan Özger Engin Şağban İbrahim İşlemez Onur Ömer Tercan
(Umre Ödülü) (Tam Altın + 300TL Nebevi Hayat Kitap Çeki) (Yarım Altın + 250TL Nebevi Hayat Kitap Çeki) (Kitap Seti) (Kitap Seti) (Kitap Seti) (Kitap Seti) (Kitap Seti) (Kitap Seti) (Kitap Seti)
* Doğru sayısı aynı olan katılımcılar arasında kura çekilerek sıralama oluşturulmuştur.
Kardeşlerimizi tebrik eder, ahirette eni yerler ve gökler kadar geniş olan cennet için yarışlarında da büyük mertebeler katetmeleri duası ile.
Editör A
llah Azze ve Celle’ye hamd; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashâbına ve kıyamet gününe kadar kendisine tâbi olan mü’minlere salât ve selâm olsun. Kalbi ilâhi marifetle aydınlanmış ve Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir gayesi bulunmayan kulun ameller hususundaki hâli, ilahi rıza doğrultusunda yaşamak ve Kur’ân-Sünnet çerçevesinin dışına çıkmamaktır. Hayatını Kur’ân-ı mübin ve sünnet-i seniyye’ye hizmet etmeye vakfederek, din’i mübin’i İslam uğrunda hiç bir fedâkarlıktan geri kalmaz. Bu hususta en güzel örneği başta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere selef’i sâlihindir. Onlar bütün hayatlarını, hayatı hibe eden Allah Teâlâ’ya adamışlardı. Kâh Rabbü’l-âleminin huzurunda huşu ile namaz kılar, kâh Allah yolunda cihad etmek için çöller aşarlardı. Bazen zikir meclislerinde imanlarını tazeleyip itmi’nân ve ihsan derecesine çıkıyor, bazen de ilim halkalarında ta’lim ve taallümde bulunuyorlardı. Hasılı bütün hayatı tüm vecheleriyle âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ için yaşıyorlardı. Onlar hakkında şu ayeti kerime bütün
YIL: 5 Sayı: 50 Fiyatı: 7,5 TL Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ahmet Özer Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik, Tasarım Yakup Hazman
Abone ve Dağıtım Sorumlusu Mürsel Gölbaşı (0543 654 46 63) (0212 515 65 72) Abonelik Hesap Bilgileri Posta Çeki Hesap No: 10204553 Hesap Sahibi: Hakan Sarıküçük Kuvveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Mürsel Gölbaşı Hesap No: 6847147 IBAN: TR13 0020 5000 0068 4714 7000 01 (Açıklama kısmına mutlaka isim ve telefon bilginizi yazınız.)
hakikatı ile tecelli etmişti: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb’i olan Allah içindir.” (En’âm: 162) Evet onların bütün hayatları ihlas üzere kurulmuştu. Nebevi Hayat Dergisi olarak bu hakikati göz önünde tutup 2017 yılının ilk sayısına, ihlas gibi amellerin kabulünün yada red edilişinin belirleyicisi olan kalbi bir amel ile başladık. Şu sözün sahibi Abdullah b. Mübarek ne kadar da meseleye manidar yaklaşmıştır; “Nice küçük ameller vardır ki, niyet ( ihlas) onu büyük yapar, nice büyük amel de vardır ki, (kötü) niyet onu küçük yapar.” Nebevi Hayat Dergisi olarak 5. Yılımıza girmenin ve okurlarımızın verdiği güven ile yol almanın mutluluğunu yaşamaktayız elhamdülillah. Abone olarak ve abone yaparak, değerli yazarlarımızın yazdıkları yazıları okuyup tahlil ederek bizimle iç içe olduklarını gösteren tüm kardeşlerimize de teşekkürlerimizi iletiriz. Ayrıca yoğun mesailerine rağmen fayda hasıl olsun diye kalemlerini bizim için oynatan tüm yazarlarımıza da muhabbetlerimizi sunarız.
Yönetim Merkezi Reklam ve Abone İşleri Güneşli Mh. Ayçin Sk. No: 36 Bağcılar/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayat dergi.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Abone Şartları 2017 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 90 TL Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı: Matsis Matbaa İstanbul, Ocak 2017 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
İçindekiler
İhlâs'ın Mahiyeti ve Semereleri Mahmut Varhan
04
Salih Amel Salih Niyetle Kabul Olur M. Sadık Türkmen
20
Mahallenin Şaşkın Yazar ve Siyasileri Nedim Bal
23
Ahlak Sonsuz Hazine Zafer Mert
28
Riyanın Tehlikesi ve Tedavi Yolları Hakan Sarıküçük
Allah'ın Dindeki Fidanları; Muhlisler Ahmet İnal
Nebevi Nasihatler Ümmetin En Şerlileri Bekarlar mı? Yusuf Yılmaz Nebevi Aile Halep İçin Dua Vakti Halime Yılmaz Davet ve Cihad Önderleri Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı): Yavuz Sultan Selim (1470 - 1520) Cihan Malay
12
15
32
Haber Analiz Halep, İnsanlık ve Vicdan Emrah Seven
53
37
Serbest Köşe Zafer İnananlarındır Derya Fıçıcı
55
41
Serbest Köşe Alimin Ölümü Alemin Ölümüdür Ebubekir Eren
58
İslam Coğrafyası Müslüman Coğrafyalarının En Batı’daki Ülkesi: Fas Metin Eken
50
| Kapak Dosya
| Mahmut Varhan
İHLÂS'IN MAHİYETİ ve SEMERELERİ
A
llah Azze ve Celle’ye hamd; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e, onun âline,
ashâbına ve kıyamet gününe kadar kendisine tâbi olan mü’minlere salât ve selâm olsun. İmdi; biz bu makalemizde ihlâs konusunda bir kaç mevzuya değinmeye çalışacağız. Allah Azze ve Celle bizlere, bütün işlerimizde ihlâs üzere hareket edebilmeyi kolaylaştırsın.
1- İhlâsın Hakikatı Nedir? Rabbimiz Celle Celâluhu biz kullarına ihlası emrederek şöyle buyurmaktadır: “Kim Rabb’ine kavuşmayı istiyorsa, salih amel işlesin ve ibadette hiçbir şeyi Rabb’ine ortak koşmasın.” (Kehf: 110) Yani ihlas üzere, şeriata muvafık bir şekilde Rabb’ine ibadet etsin. Nitekim Fudayl b. İyad, Allah Teâlâ’nın: “Han-
OCAK 2017
ginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek
4
için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk: 2) âyetini şöyle açıklamaktadır: "Daha ihlaslı ve daha doğru... Muhakkak ki amel ihlas üzere olup sünnete muvafık değilse kabul edilmez. Yine amel sünnete muvafık olup ihlaslı değilse kabul edilmez. Hem ihlaslı, hem de sünnete muvafık olursa, ancak o zaman kabul edilir.” 1 Demek ki en güzel amel, ihlâs üzere yapılan ve sünnete/şeriata muvafık olan ameldir. Muhammed b. Aclan da şöyle demektedir: “Amel ancak üç şeyle sahih olur: Allah korkusu (takva duygusu) ile yapılacak, güzel ve samimi bir niyet ile (ihlas üzere) işlenecek ve sünnete muvafık olacak.”2 Abdullah b. Mübarek de şöyle buyuruyor: “Nice küçük ameller vardır ki, niyet (ihlas) onu büyük yapar, nice büyük amel de vardır ki, (kötü) niyet onu küçük yapar.” 3 Bundan dola-
yıdır ki, tam bir ihlâsla infâk edilen bir dirhem, ihlâs olmadan verilen yüz bin dirhemden daha hayırlıdır. Sehl b. Abdullah et-Tüsteri dedi ki: “Akıllı kimseler ihlasın tefsirine baktılar. Gördükleri tek şey şuydu: Kişinin gizli-aşikâr bütün hallerindeki tüm hareketleri ve sakin kalışları Allah Teâlâ için olmalıdır. Buna ne nefis, ne hevâ ve ne de dünya hiçbir şey karışmamalıdır.”4 Fudayl b. İyad dedi ki: “İnsanlardan dolayı ameli terk etmek riyâ; insanlar için amel etmek de şirktir. İhlâs ise, Allah Azze ve Celle’nin bu iki durumdan da seni âfiyette kılmasıdır.”5 Yani Allah Azze ve Celle’nin rızası için yapılması gereken bir şey, insanlardan dolayı ve onlardan gelebilecek kötülük ya da iyilik gözetilerek terkedilmeyecek; aynı şekilde dünyevi veya uhrevi bir maslahat için yapılması gereken bir amel de insanların rızası veya öfkeleri göz önünde bulundurularak değil de sadece Allah rızası için yapılacaktır. Herhangi bir ameli yapmak veya terketmek hususunda insanlar mülahaza edilmeyip, sadece Yüce Allah’ın rızası mülahaza edilmelidir. Bu da yapılan amelde insanın nefis ve hevasının hiçbir payının olmamasına bağlıdır. İşte gerçekleştirilmesi en zor olan makam da budur. Sehl b. Abdullah et-Tüsteri’ye: “Nefis için en zor olan şey nedir?” diye sorulduğunda; şöyle demiştir: “İhlastır, çünkü nefsin onda hiçbir payı yoktur.”6
nim için süslenmedin mi?! Ben de aynı şekilde bunların benzeri ile senin için süslendim! Böylece sen bana kulluk ettin, ben de sana kulluk ettim!” Bunun üzerine Süfyan hıçkıra hıçkıra ağladı. Sonra şöyle dedi: “Beni ihya ettiğin gibi Allah da seni ihya etsin.”7 Selefimizde bunun gibi vakıalar pek çoktur. Allah Teâlâ bizleri ibret alanlardan eylesin. İşte selefimizin bütün işleri bu şekilde ihlas üzere olduğundan ve onların hayat gayeleri ilâhi rızayı kazanmak olduğundan dolayıdır ki, Allah Teâlâ onları aziz kılmıştı. Onları bu dünyanın da ahiretin de efendileri yapmış, milletleri ve ülkeleri onların elleriyle ıslah etmiş ve nurunu onlar vesilesiyle tamamlamıştı. Ey kardeşim! Eğer sen de hem kendi nefsinde sâlih ve hem de başkalarını ıslah edici olmak istiyorsan, bütün işlerin ihlas üzere olmalıdır. Şayet iki dünyada da aziz olmak ve bütün işlerinin düzgün bir şekilde yürümesini diliyorsan, hayatının tek gayesi olarak sünnet’i seniyye dairesinde ilâhi rızayı kazanmaya çalışmalısın. Bu konuda, hayatının her ânını Mevlâsı için yaşayan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e kulak verelim: “Kimin derdi ahiret olursa, Allah onun kalbini/gönlünü zengin kılar, onun dağınık işlerini bir araya toplar/düzene sokar ve zorla da olsa dünya ona gelir. Kimin de derdi dünya olursa, Allah Teâlâ onun fakirliğini iki
5
REBÎUL ÂHİR 1438
Burada Süfyan es-Sevri ile Fudayl b. İyad arasında cereyan eden şu olayı aktarmadan geçemeyeceğiz: Süfyan es-Sevri ile Fudayl b. İyad görüşürler. Birbirlerine öğüt verirler. Öyle ki ikisi de ağlar. Bunun üzerine Süfyan şöyle der: "Ben umarım ki bizim bu meclisimiz, bütün meclislerimiz arasında en fazla bereketli olan meclis olmuştur." Fudayl ise şöyle dedi: “Sen böyle umabilirsin. Fakat ben korkarım ki bu meclis oturduğumuz meclisler arasında en uğursuzu oldu. Sen yanında bulunan güzel şeyleri (hikmet ve öğütleri) bulup onlarla be-
Muhammed b. Aclan da şöyle demektedir: “Amel ancak üç şeyle sahih olur: Allah korkusu (takva duygusu) ile yapılacak, güzel ve samimi bir niyet ile (ihlas üzere) işlenecek ve sünnete muvafık olacak.”
gözünün arasına yerleştirir, onun toplu ve düzgün olan işlerini darmadağın eder ve dünyadan da ona takdir edilenden başkası gelmez.”8 Değerli kardeşim! Bütün izzet ve yücelik Allah Teâlâ ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat etmekte ve hayatın gayesi olarak yüce yaratıcımızın rızasını elde ederek ahirette felaha kavuşmak için çalışmaktadır. Nitekim Yüce mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla Allah’ındır. Güzel sözler ancak O’na yükselir. Güzel sözleri de, salih amel yükseltir…” (Fâtır: 10) “…Oysa şeref/üstünlük Allah’a, peygamberine ve mü’minlere aittir…” (Münâfikûn: 8)
2- İhlaslı Olan Kulun Ameller Hususundaki Hâli
OCAK 2017
Kalbi ilâhi marifetle aydınlanmış ve Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir gayesi bulunmayan kulun ameller hususundaki hâli, ilahi rıza doğrultusunda yaşamak ve Kur’ân-Sünnet çerçevesinin dışına çıkmamaktır. Hayatını Kur’ân-ı mübin ve sünnet-i seniyye’ye hizmet etmeye vakfederek, din’i mübin’i İslam uğrunda hiç bir fedâkarlıktan geri kalmaz. Bu hususta en güzel örneği başta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere selef’i sâlihindir. Onlar bütün hayatlarını, hayatı hibe eden Allah Teâlâ’ya adamışlardı. Kâh Rabbü’l-âleminin huzurunda huşu ile namaz kılar, kâh Allah yolunda cihad etmek için çöller aşarlardı. Bazen zikir meclislerinde imanlarını tazeleyip
6
itmi’nân ve ihsan derecesine çıkıyor, bazen de ilim halkalarında ta’lim ve taallümde bulunuyorlardı. Kimi zaman yetim, fakir, dul ve muhtaçları gözetmek ve kollamak için birbirleriyle yarışıyor, kimi zaman da birbirlerine nasihat etmek, emr’i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker vazifesini yerine getirmek için yoğun gayret sarfediyorlardı. Onlar bazen hac ve umre için Mekke’i Mükerreme’nin yollarını aşındırıyor, bazen de ilmi rıhletler uğrunda âfakı tavaf ediyor ve dünya seyyahı oluveriyorlardı. Onlar nimet zamanında şâkir, mihnet zamanında sabırlı idiler. Hasılı bütün hayatı tüm vecheleriyle âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ için yaşıyorlardı. Onlar hakkında şu ayeti kerime bütün hakikatı ile tecelli etmişti: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb’i olan Allah içindir.” (En’âm: 162) Evet onların bütün hayatları ihlas üzere kurulmuştu.
3- Kalbi En İyi Bir Şekilde Koruyan Şey İhlastır Bilindiği üzere insan bedeninde bulunan en önemli organ kalptir. Nasıl ki bedenin sağlık ve sıhhati için kalbin sağlam ve afiyette olması önemliyse, aynı şekilde insanın ruhu ve manevi âlemi için de kalbin salahı ve kötülüklerden arınmış olması o kadar önemlidir. Kalbi arınmış olan kimsenin gönül aynası ve ruhâni dünyası tertemiz ve parlaktır. Böyle bir kimseden kötülüğün sâdır olması pek nâdirdir ki; bu da bembeyaz ve tertemiz bir elbiseye bulaşan leke misâli hemen belli olur ve tevbe suyuyla yıkanarak temizlenir. Kalb salih olup arınınca, bütün beden de ona tâbi olarak salih olup temizlenir. Ancak kalp bozuk olup kötü düşüncelerle hastalanınca, gönül aynası da paslı ve ruh âlemi kirli olur. Böyle bir kişiden de iyiliklerin sâdır olması pek nadirdir. Sâdır olan iyilikler de ihlas ve samimiyetten uzak, çeşitli şahsi ve dünyevi maslahatlar adına yapılmış olur. Zira kalp bozulunca, bütün beden de bozulur.
Bu kadar önemli olan ve hassasiyetle korunması gereken kalbi en iyi muhafaza eden şey ihlastır. Zira kalp yaratıcısını tanımak ve O’na boyun eğmekle terbiye olup arınır. Bütün kâinatta yegâne tasarruf sahibi olan Allah Azze ve Celle’nin tasarrufu altına girmekle her türlü ifsad unsurundan ve tahrip edici virüsten korunmuş olur. Varlık âlemindeki bütün güzelliklerin cemâl sıfatının bir yansıması olan el-Cemîl’e muhabbetle dolmak ve bütün kâinatı kudretiyle idare eden, celâl ve azamet sıfatlarının sahibi el-Celîl’den korkmak kalbin en sağlam mahfazasıdır. Böylece Allah’tan baş-
Kalp İlâhî marifetle nurlanıp müşahede makamı gibi yüce bir basiret ve engin bir ihlas sahibi olunca, mükemmel manada sâfiyet ve samimiyet kazanır. Yapması gereken her şeyi tam bir samimiyet içerisinde en güzel bir şekilde yerine getirir. Vazifelerini şevkle ve arzulayarak yapar.
ka hiçbir şeye gönül bağlamayacak ve O’ndan gayrı hiç kimseden korkmayacaktır. İşte bundan dolayıdır ki Enes b. Malik radıyallâhu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
tinde Allah’tan kork! Sana olan yakınlığı nis-
“Üç şey vardır ki, bunlara sahip olan müslüman
betinde de O’ndan hayâ et!” Seleften olan ârife
kişinin kalbi asla bozulmaz: Yaptığı ameli sadece Allah için ihlasla yapmak, yöneticilere samimiyetle nasihat etmek ve müslümanların cemaatinden ayrılmamak.”9
bir hanım da şöyle demiştir: “Allah Teâlâ’yı müşahede hali üzere amel edenler ârif; Allah Teâlâ’nın kendilerini müşahede ettiği hali üzere ibadet edenler ise muhlistir.” Bu söz, iki
4- Kalbin İhlaslı Olması, Allah’ın Murakabesini Hissetmesine Bağlıdır
makama işaret etmektedir:
Meşhur Cibril hadisinde Peygamber sallal-
Hakk’ın sürekli olarak kendisini görüp gözet-
lâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
lediğini, her haline muttali ve kendisine çok
“İhsan; Allah Teâlâ’ya O’nu görüyormuş gibi
yakın olduğunu kulun sürekli olarak hatırında
ibadet etmendir; her ne kadar sen O’nu göremi-
tutmasıdır. Yaptığı amellerde kul bu hal üzere
yorsan da O seni görmektedir.”10 Bu hadis’i şe-
olur ve bütün işlerini bu hal üzere yaparsa, ger-
rifin şerhinde İbni Receb el-Hanbeli şöyle de-
çek manada ihlası elde eder. Çünkü yaptığı iş-
mektedir: “Bu cümle şu hususa işaret ediyor: Allah Teâlâ’ya, sanki O’nu görüyormuş gibi
Birincisi ihlas makamıdır: Bu makam, Cenâb-ı
lerde bu hal üzere olmak, kişiyi Allah Teâlâ'dan başka şeylere iltifat etmekten ve başka maksatlarla amel etmekten alıkoyar.
Teâlâ’nın kendisini gördüğünü ve her haline
İkincisi Müşahede makamıdır: Bu makam ise,
vâkıf olduğunu bilerek ibadet etsin. Kendisini
kulun kalbiyle Cenâb-ı Hakk’ı müşahede edi-
sürekli gördüğü için Allah’ın nazarından hayâ
yor gibi amellerini yapmasıdır. Bu durumda
etsin. Bu manada ârifler şöyle der: “Allah’tan
kalp iman nûru ile nurlanır, eşyanın hakikatine
sakın, çünkü seni en kolay gören O’dur.” Ba-
basiretiyle nüfuz eder; öyle ki gayb hakikatleri
zıları da şöyle der: “Sana karşı kudreti nisbe-
(Allah’ın izniyle) onun için aşikâr hale gelir.”11
7
REBÎUL ÂHİR 1438
ibadet etmek kime zor geliyorsa, o kişi Allah
5- İhlas Makamında Bulunan Kişi, Sâfiyet ve Samimiyet Sahibidir
6- Bütün Amellerin Temeli Niyet ve İhlastır
Kalp İlâhî marifetle nurlanıp müşahede maka-
Bilinen bir husustur ki insanın yapmış olduğu bütün eylemlerin arkasında, onu bu eylemi yapmaya sevkeden bir sâik ve kalbî bir maksadı vardır. Şayet insanın kalbi hâlis olur ve kötü arzulardan arınmış bulunursa, insanın yapacağı bütün eylemlerin arkasında iyi bir niyet ve güzel bir maksat bulunur. Bu da amellerini salih ameller sınıfına dâhil eder. Böylece iki dünya saadetine nâil olur. Yok, eğer insanın kalbi şüphelerle bozulup katılaşmış ve şehvetlerinin ateşiyle yanıp siyahlaşmışsa, insanın yapacağı bütün eylemlerin arkasında kötü bir niyet ve bencilce bir çıkar endişesi bulunur. Bu da onun bütün amellerini fâsid ameller sınıfına dahil eder. Böylece o geçici bir dünya metâını elde etmek karşılığında hem dünyada ve hem de ahirette bedbaht olur. Nitekim Hz. Ömer radıyallâhu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki yapılan işler niyetlere göredir. Şüphesiz herkese (yaptığı iş için) niyetinin karşılığı vardır. Dolayısıyla kimin hicreti Allah ve Rasûl’üne ise, hicreti gerçekten Allah ve Rasûl’ünedir. Kim de, elde edeceği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için hicret etmişse, onun hicreti de uğrunda hicret ettiği şey içindir.”13
mı gibi yüce bir basiret ve engin bir ihlas sahibi olunca, mükemmel manada sâfiyet ve samimiyet kazanır. Yapması gereken her şeyi tam bir samimiyet içerisinde en güzel bir şekilde yerine getirir. Vazifelerini şevkle ve arzulayarak yapar. Vücuda kan pompalayan sağlam bir kalp gibi bedenî ve ruhî kuvvetlere manevi bir enerji pompalayarak sürekli dinç olmasını sağlar ve görevlerini büyük bir ihlas içerisinde yerine getirmesine neden olur. Böyle bir kalbin sahibi her hak sahibine hakkını verir ve hiç kimseye zulmetmez. Bu yüce manayı ifade etmek üzere Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem üç defa: “Din nasihattir/ samimiyettir” buyurdu. Sahabe: “Kimin için ey Allah’ın Rasûlü!” diye sorunca; şöyle buyurdu: “Allah için, Kitab’ı için, Rasûl’ü için, müslümanların imamları (yöneticileri) için ve bütün müslümanlar için.»12 Allah için nasihat, O’na gerçek manada iman etmeyi ve sadece O’nu severek O’ndan korkmayı; Kitab’ı için nasihat, ona bağlanmayı ve onu hakiki bir şekilde okuyup onunla amel etmeyi; Rasûl’ü için nasihat, hayatında ve vefatından sonra ona tâbi olmayı, ona her türlü yardımı göstermeyi ve tam bir şekilde onun sünnetine bağlanarak ona düşmanlık edenlere düşman olmayı; müslüman yöneticilere nasihat, Allah'a ve Rasûl’üne itaat ettikleri sürece onlara itaat etmeyi,
-------------------------
onlar için dua etmeyi, yanlış yaptıklarında onlara nasihat etmeyi ve zulmetmeleri halinde onların karşısında durmayı; bütün müslümanlara nasihat ise, kendisi için sevip istediği şeyleri onlar için de istemeyi ve kendisi için hoşnut olmadığı şeylerden onlar için de hoşnut olmamayı, büyüklerine hürmetli ve küçüklerine merhametli olmayı, hüzünlerini paylaşmak ve sevinçlerine ortak olmayı ifade etmektedir. Esasen bu hadis’i şerif dinin kemâlini ifade eder ki, Rabbine karşı samimi ve ihlaslı olan her müslümanın bunu iyice anlaması
OCAK 2017
ve hayatında tatbik etmesi gerekli ve yeterlidir.
8
1. Camiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 72 2. Camiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 71 3. Camiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 71 4. Salahu’l-Umme: 1/107 5. İmam Kuşayri, er-Risaletü’l-Kuşayriyye:321 6. İmam Kuşayri, er-Risâletü’l-Kuşayriyye: 321 7. Salahu’l-Umme: 1/117 8. Tirmizi: 2633; Müsned: 21590. Sahih bir hadistir. 9. İbni Hibban: 2/454 (680); Hâkim, Müstedrek: 1/164 (297) 10. Buhari: 50; Müslim: 97 11. İbni Receb, Camiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1/129 12. Müslim: 55. Bu hadis’i şerifin geniş bir şekilde açıklaması için İbni Receb’in Camiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem’ine müracaat edilmesi tavsiye edilir. 13. Buhari: 1, 54; Müslim: 1908; Ebû Dâvûd: 2201; Tirmizi: 1647; Nesâi, Taharet: 60; İbni Mâce: 4227
| Kapak Dosya
Hakan Sarıküçük |
RİYANIN TEHLİKESİ ve TEDAVİ YOLLARI
H
amd, Kudsi bir hadiste; “Kibriya benim ridâm, azamet de benim izârımdır. Kim bun-
Allahu Teâlâ’nın affı ve keremi de riyakârlıktan ve riyakârlardan sakınan Muvahhid ve ihlâslı
lardan birinde benimle nizâa kalkarsa onu ateşe
mümin kullarının üzerine olsun.
atarım.” 1 şeklinde buyuran Allah’a;
Riyanın, dilimizdeki en yakın karşılığı “göste-
Salât ve Selâm; “Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır,”
2
bu-
riş” demektir. Dînî bir tabir olarak; ibâdetlerde ve diğer amellerde samimiyetten uzaklığı ve ihlassızlığı ifade eder. Riya, amelleri yakıcı, Allah’ın nefretine sebep olan ve helâk edici gü-
efendimize,
nahların büyüklerindendir. Riya kulun Allah’a
9
REBÎUL ÂHİR 1438
yuran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
itaat ederken kullara yaranmak istemesidir. Buna yakın bir tarif olarak İmam Gazâlî de, daha vecîz bir şekilde: “Riya, iyi görünerek insanların kalbinde yer almak istemektir” diye tâ-
“Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır.”4
rif eder. İmam Gazâlî bir başka tarifinde, riyâ’yı
“Şüphesiz riya şirktir.”5
sadece ibâdetlerdeki gösterişe tahsis ederek:
“Ben ortakların ortaklığından en müstağnî olanıyım. Her kim bir iş yapar da onda, benden başkasını ortak kılarsa onu da o ortaklığını da terk ederim.”6
“Allah'a yaptığı ibâdet ile kulları kastetmektir” diye tarif eder. Ancak hadislerde her çeşit ameldeki ihlassızlık, riya ile ifade edilmiştir. İslâm’da riya haramdır ve riyakâr adam Allah katında sevilmez. İmam Gazâlî, beş şeyle riya yapıldığını belirterek bu beş şeyin: Beden, elbise, söz, amel ve arkadaş çokluğu olduğunu bildirmektedir. İhlâsa ehemmiyet veren İslâm nazarında riya, bir nevî şirktir. Rasûlullah aleyhisselâm şirkin bu çeşidine “küçük şirk” demiştir. Nitekim zikredeceğimiz şu hadisler bunun hakikatini bizlere göstermektedir. “Sizin için korktuğum şeylerin en korkutucu olanı küçük şirktir. Dediler ki: Küçük şirk nedir? Şöyle buyurdu: Riyadır. Kıyamet gününde insanlar amellerinin karşılığını aldıklarında Yüce Allah onlara şöyle buyuracak: “Dünyada uğruna riyakârlık ettiğiniz kimselere gidin ve bakın bakalım onların yanında bir mükâfat bulabilecek misiniz? 3
Riya, insanlar arasında maddi ve manevi çıkar sağlamak için yapılacak olursa bu riyanın en kötü şeklidir. Bu tür davranışlar, hilekârlık ve yalancılıktır. Yine İmam Gazâlî’ye göre riyanın çeşitli dereceleri vardır. Bazısı bazısından daha ağırdır: Birinci Derece: En ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibâdette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur. İkinci Derece: İbâdeti gösteriş için yapar, fakat Allah'ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır, yalnızlıkta bu ibâdeti yapmayacaktı. Sevâba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır. Üçüncü Derece: Gösteriş ve sevap tarafları müsâvî olmaktır. Eğer riyânın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa bu ameli yapmayacaktı. İkisinin müsâvî olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır. Bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez, başa baş kurtarır.
OCAK 2017
Dördüncü Derece: İbâdetini, insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da ibâdetini yapacaktır. Böyle biri-
10
si sırf riya maksadıyla yapmadığı için ibâdetinden fayda görebilir.
Ashab’ın ve Âlimlerin Riya İle İlgili Sözleri Süfyan b. Uyeyne: “İnsanların gözüne süslü görünmek için bir iş yapan kişiyi Allah, çirkin kılar” şeklinde buyurarak riyanın tehlikesini haber vermektedir.
Süfyan b. Uyeyne: “İnsanların gözüne süslü görünmek için bir iş yapan kişiyi Allah, çirkin kılar” şeklinde buyurarak riyanın tehlikesini haber vermektedir.
Hz. Ali radıyallahu anh’da şöyle demiştir: “Riyakârın üç alâmeti vardır. 1. Yalnız olduğunda tembelleşir, 2. Halk arasında olduğunda pek faal olur, 3. Övüldüğünde fazla ibâdet eder. Kötülendiği zaman ibâdeti azaltır!’ Bir zat, Ubâde b. Sâmit radıyallahu anh’e ‘Ben Allah yolunda hem Allah’ın rızasını irade ederek hem de halkın övgüsünü kasdederek, kılıcımla muharebe ederim’ dedi. Ubade ‘Senin için hiçbir sevap yoktur!’ dedi. Kişi bunu üç defa tekrarladı. Her defasında, Ubade ‘Sana bir sevap yoktur’ dedi. Sonra üçüncüde “Allah: ‘Ben şirk hususunda müstağnilerin en müstağnisiyim’ buyurmuştur” dedi.
bırakıp terk ettim’ dedi. Hz. Ömer “O zaman ne güzel!’ dedi. Hasan Basrî şöyle demiştir: Bir kavimle (ashabı kastediyor) arkadaşlık yaptım. Onlardan birine hikmet arz olunurdu. Eğer o hikmetle konuşsaydı muhakkak hem kendisine, hem de arkadaşlarına fayda verirdi. Fakat şöhret korkusu onu konuşmaktan menederdi. Onlardan biri geçerken yolda eziyet verici bir şey gördüğünde şöhret korkusundan onu yoldan süpürmezdi’.
Biri Said b. Müseyyeb’e ‘Bazılarımız iyilik yapar, övülmeyi ister!’ dedi. Said ‘Senden nefret edilmesini ister misin?’ dedi. Kişi ‘hayır!’ dedi. Said ‘O halde Allah için bir ibâdet yaptığın zaman onu riyadan arındırmaya çalış!’ dedi.
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: Öncekiler, yap-
Dahhak şöyle demiştir: "Sakın hiç biriniz, Bu Allah'ın, bu da senin içindir' Bu Allah için bu da sılayı rahim içindir' demesin! Çünkü Allah Teâlâ'nın şeriki yoktur."
verir. Çünkü niyette riyâ yoktur’.
Hz. Ömer, kamçı ile bir kişiyi dövdü. Sonra ona ‘Benden kısas al!’ dedi. Adam ‘Hayır! Senden kısas almam! Onu Allah ve senin için bırakıyorum ve kısas almaktan vazgeçiyorum’ dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer kendisine ‘Sen bana bir şey yapmadın. Ya beni bağışla, ben de senin iyiliğini bilip takdir edeyim veya sadece Allah için bırak’ dedi. Kişi ‘O halde, sadece Allah için
sedir demesini ister. Acaba halk nasıl böyle
tıkları ile şimdikiler ise yapmadıklarıyla riyakârlıkta bulunuyorlar'. İkrime şöyle demiştir: Allah Teâlâ, kuluna, amelinden ötürü vermediğini niyetinden ötürü
Hasan Basrî şöyle demiştir: "Riyakâr, Allah'ın kaderini mağlup etmek ister. Kötü bir kimse olduğu halde, halkın, kendisi için iyi bir kimdiyecektir? Oysa rabbinin katında düşüklerin içine girmiş bulunuyor. Bu bakımdan mü’minlerin onu tanımaları gerekir." Katade şöyle demiştir: "Kul riyakârlık yaptıbenimle istihza ediyor der."
11
REBÎUL ÂHİR 1438
ğında Allahu Teâlâ, meleklerine Bakın! Kulum
Ebu Süleyman şöyle demiştir: ‘Ameli korumak, amel yapmaktan daha zordur.’7
rızası değil de insanlara üstünlük taslamak ni-
Riyanın Tedavi Yolları
3. Rekabetten Uzak Durmak
1. Sadece Allah’ın Rızasını Hedeflemek
Kendini üstün göstermek, insanların gıpta his-
Müminin niyetinde ve amelinde Allah’ın rızası olmalıdır. Yani fiillerini “Allah’ı” memnun, razı ve hoşnut etme gayesiyle yapmalıdır. Ancak böyle yapmakla ihlâsa uygun hareket etmiş olur.” İnsanları” memnun, razı, hoşnut etme gayesi; onların sevgi, saygı, takdir ve tebriklerini beklemek ve bu hedefle hareket etmek ihlâsı bozar.
2. Kendini Üstün Görmemek Bazen insan, nefsin teşvikiyle, diğer insanların sevgisini kazanmaktan da öte onlardan üstün görünmeye çalışır. Bu niyet de ihlâstan tamamen uzaktır. Mesela başkalarından üstün olmak veya üstün görünmek niyetiyle ibadette, imanda, ahlakta veya çeşitli kabiliyetlerde ilerlemek; namazı üstün olma niyetiyle kılmak, ilmi üstün görünme niyetiyle öğrenmek gibi. Bu ameller ne kadar güzel olursa olsun Allah’ın
yetiyle olduğundan ihlâstan uzaktırlar.
sini tahrik eder. Gıpta eden insan, üstün gördüğü kişideki özelliğin kendinde de olmasını şiddetle arzu eder. Bu şiddetli arzu zamanla kıskançlığa ve karşılıklı rekabete dönüşebilir. Rekabet ise, insanların Allah rızası için değil, birbirlerinden üstün gelmek için hareket etmelerine sebep olur. Bu ise ihlâsa tamamen zıt bir haldir.
4. Dünya Hayatına Dalıp Ölümü Unutmamak Dünya hayatına dalmak ölümü unutturur. İnsana ebediyen yaşayacağı hissini verip, ahiret için hazırlanmaktan ve Allah’ın emirlerini yerine getirmekten uzaklaştırır. Böyle bir insan yaptığı işlerinde, amellerinde yalnız dünyalık faydaları ve menfaatleri hesap eder. Gayesi, maksadı yalnız dünyalıktır. Allah’ın rızası aklına bile gelmez. İbadetlerini dahi hakikaten, kalpten gelen bir Allah rızası niyetiyle değil, gaflet ile yapar. Ölümü hatırlamak ise fanilerin rızasını istemekten insanı uzaklaştırır. Kaç sene yaşarsa yaşasın bir gün mutlaka ölüp Rabbine hesap vereceğini bilen bir insan, elbette Rabbinin rızasını düşünür. Çünkü daracık kabri cennet bahçesine çevirecek, mahşer günü insanı hesaba çekecek; affedip rahmetiyle cennete alacak olan yalnız O’dur. İnsanlar ne kadar çok takdir etse, beğense de öldükten sonra bunun bir faydası olmayacaktır. Böylece insanların nazarlarından yüz çevirip sadece Rabbinin takdirini
OCAK 2017
arzu ederek ihlâsı yakalar.
12
5. Allah’ın Huzurunda Olduğunu Unutmamak İnsan daima Allah’ın huzurundadır. Yani Allah her an, her zaman insanı duyar, görür, bilir. Hiçbir niyet, hiçbir hareket Cenab-ı Hak’tan gizli değildir. Madem insan daima Allah’ın huzurundadır, O’nun huzurundayken başkalarının sevgisini, alakasını, takdirini, beğenisini aramamalıdır. Her şeyin sahibi ve her şeye kudreti yeten sonsuz merhamet sahibi bir Zat’ın huzurundayken; aciz, güçsüz insanların yardımını, beğenisini beklemek elbette o huzurun edebine zıttır. Demek insan her an Rabbinin huzurunda olduğunun farkında olsa; değil sadece hareketlerinde; kalbinden geçen niyetlerinde dahi yalnız O’nun memnuniyetini hedefler. Böylece tam ihlâsı kazanır.
6. Dînî Hizmetleri Ücret Karşılığında Yapmamak “(Ben) buna (bu hizmetime) karşılık sizden bir ücret de istemiyorum! Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine âiddir.”8 “De ki: “Sizden bir ücret istemişsem, o hâlde o sizin olsun! Benim ücretim ancak Allah’a âiddir. O ise, herşeye hakkıyla şâhiddir.”9 İhlâs, şahsi ibadetlerde ne kadar önemli ise toplum için yapılan dini hizmetlerde (Kur’an öğretmek, mukabele okumak gibi) de o nisbette önemlidir. Bu konuda ihlâsı korumak ciddi dikkat ve gayret gerektirir.
7. Nefsi, Hakka Tercih Etmemek Kısacası ihlâssızlık, nefsin isteklerini ve rızasını Allah’ın rızasına tercih etmekten kaynaklanır. Tam ihlâsı elde etmek, kalbi bütün bu çıkarlardan arındırıp, yalnız Allah’ın rızasını esas maksat yapmakla mümkün olur. “Şüphesiz ki “Rabbimiz Allah’tır” deyip, sonra (ihlâs ile) dosdoğru olanların üzerine (ölüm ânında, kabirde ve haşir meydanında): “Korkmayın, üzülmeyin ve va‘d olunup durduğunuz Cennetle sevinin!” diye melekler iner.”10
8. Riyanın Her Yana Yayılmasına Sebep Olan Damarları Ve Kökleri Söküp Atmak Riyanın aslı nam ve mertebe sahibi olma sevgisidir. Bunu biraz daha ayrıntıya dökersek üç esas ortaya çıkar. a-Övülmenin lezzetinden hoşlanmak b-Kınanmanın acısından kaçmak c-İnsanların sahip oldukları şeylere tamah etmek
13
REBÎUL ÂHİR 1438
Nefis yapılan hizmetlerde maddi veya manevi ücret bekler. Sadece maddi ücret değil, manevi ücret de ihlâsı kırar. Yani ibadetlerin ve hizmetlerin karşılığında iltifat, takdir, sevgi, saygı kazanmak; insanların gözünde bir makam, mevki sahibi olmak, tanınıp şöhret kazanmak manevi ücretlerden bazılarıdır. Amellerde ücret olarak yalnız Allah rızasını istemek gerektiği halde, nefis bu menfaatleri ücret edinir ve bunları kazanmak için çabalarsa ihlâsı tamamen kaybeder.
Hasan Basri şöyle demiştir: "Riyakâr, Allah'ın kaderini mağlup etmek ister. Kötü bir kimse olduğu halde, halkın, kendisi için iyi bir kimsedir demesini ister. Acaba halk nasıl böyle diyecektir? Oysa rabbinin katında düşüklerin içine girmiş bulunuyor. Bu bakımdan mü’minlerin onu tanımaları gerekir."
beti kamçılıyorsa, riyanın afetini bilmek de söz konusu arzunun mukabilinde riyadan iğrenme duygusunu harekete geçirir.
Hz. Ömer, kamçı ile bir kişiyi dövdü. Sonra ona 'Benden kısas al!' dedi. Adam 'Hayır! Senden kısas almam! Onu Allah ve senin için bırakıyorum ve kısas almaktan vazgeçiyorum' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer kendisine 'Sen bana bir şey yapmadın. Ya beni bağışla, ben de senin iyiliğini bilip takdir edeyim veya sadece Allah için bırak' dedi. Kişi 'O halde, sadece Allah için bırakıp terk ettim' dedi. Hz. Ömer "O zaman ne güzel!' dedi.
İşte bunlardan nefsimizi arındırmadıkça bu hastalıktan kurtuluş mümkün olmayacaktır.
9. İbadet Sırasında Ortaya Çıkan Riya Dürtüsünü Savuşturmak Bundan dolayı akla gelen riya düşüncesini savuşturmak için canla başla gayret etmek gerekir. İbadeti gizli yapmaya kendisini alıştırmak ve kalbi Allah’ın onu bilmesi ve yaptığı ibadeti görmesiyle yetininceye, Allah’tan başkasının da onun yaptığı ibadeti bilmesi için nefsiyle çekişmeyi bırakıncaya kadar çirkin fiillerin kapalı kapıların ardında işlenmesi gibi, ibadeti kapalı kapılar ardında yapmaktır.
OCAK 2017
Riyanın, amelleri gizlemek kadar önemli bir ilacı yoktur. Nasıl ki insanların kendisini gördüklerini bilmek riyaya duyulan arzuyu ve rağ-
14
Sonuç olarak bilgi, iğrenme ve reddetme üçlüsü birlikte olmadan riya hususunda bir başarı sağlanamaz. Reddetme, iğrenme duygusunun semeresidir. İğrenme ise bilginin semeresidir. Bilginin kuvveti iman kuvvetine ve bilginin nuruna bağlıdır. Bilginin zayıflığı ise gaflete, dünyayı sevmeye, ahireti unutmaya, Allah katındaki nimetleri az düşünmeye, dünya hayatının afetlerini ve ahiret nimetlerinin büyüklüğünü pek az düşünmeye bağlıdır. Bütün bunların aslı ise dünya sevgisi ve arzuların kişiye galip gelmesidir. Dünya sevgisi bütün günahların başı ve kaynağıdır. Bizler Allah’a olan sevgimizi diğer tüm sevgilerin üstünde tutmadıkça ve Allah’ı tanıyıp ona olan bağlılığımızı artırmadıkça başta riya olmak üzere diğer tüm kalbi hastalıklara yakalanmamız pek mümkündür. İlim, marifet ve amelin birlikte olması ise bu tür hastalıklara karşı kendimizi muhafaza etme hususunda önemli hususlardır. Tabi ki bu hususlar da ihlas ile yapılacak olursa fayda verir. Nitekim kurtuluş ancak amellerde ihlası gözetmekle mümkündür. Allah’tan bütün amellerimizde İhlâslı olmayı diler, başta riya olmak üzere şeytana yol açan tüm kötü hasletlerden Allah’a sığınırız. O, ne güzel mevladır ve ne güzel yardımcıdır. Selâm ve dua ile... ------------------------1. Müslim, Birr:136; Ebu Davud, Libas:25; İbni Mace, Zühd, 16: Müsned:2/248,376,414,427,442, 4/416. 2. Tirmizi, Hudut, 24. 3. Ahmed, 23630,23636; Begavi Şerhu’s Sünne, 4135; İbni Ebi Şeybe, 2/481; İbni Huzeyme, 937. 4. Müslim, Zühd, 38. 5. İbn Mace, Fiten,16. 6. Müslim, Zühd, 46. 7. İhya-u Ulumi’d-Din 8. Şuara, 164. 9. Sebe, 47 10. Fussilet, 30.
| Kapak Dosya
Ahmet İnal |
ALLAH’IN DİNDEKİ FİDANLARI; MUHLİSLER
21
eden, öylesine doğru bir yola ölesiye baş koyan
mazlum çocuğu biz Müslümanlar, üzerimizde-
hakkımızdır. Bu hak elbette şahsi özellikleri-
ki kara bulutları dağıtamamanın aczini tüm zer-
mizden değil, sarsılmaz dinimiz olan İslam'ın
relerimizde hissedip üzüntüden bitap düşerken
bize sunduğu izzetten dolayıdır. İnsanlık tari-
diğer yandan da en güçlünün yanında olmanın
hine baktığımızda tüm gücü ve şaşasına rağ-
gururunu yine tüm zerrelerinde hisseden taraf
men yok olup giden, geride isimlerinden başka
olmalıyız. Zira öylesine yüce bir mabuda ibadet
hiçbir şey bırakamayan onca millet, medeniyet
ARALIK 2016
yolcularız ki bunun şerefini yaşamak en tabii
15
REBÎUL ÂHİR 1438
15
. yy’ın ezilen, hor görülen, her türlü zorbalığa maruz kalan ve kanı hiçe sayılan
“Ancak tövbe edenler, hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar, dinlerini sadece Allah’a halis kılanlar; işte bunlar müminlerle beraberdirler ve Allah ileride bütün müminlere büyük ödül verecektir.” (Nisa, 146)
görürüz. Ama Millet-i İslam’a göz kulak kesildiğimizde karşımızda metanet, dirayet, sabır ve selamet dolu bir geçmiş ve gelecek buluruz. Tarih boyunca nice milletler, başka milletlerin düşmanlıklarına hedef olmuş, ama bunların hiçbiri İslam’ın maruz kaldığı boyutlara ulaşamamıştır. Zira tüm insanlık, Hz. Peygamber’in(sav) önceden haber verdiği gibi aç kurtların yemek çanağına saldırdıkları gibi İslam’a saldırmış, İslam’ın kökünü kazımak için her türlü mücadelenin fitilini ateşlemiş ve O’na karşı adeta tek yumruk olmuştur. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istemektedirler. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf, 8)
OCAK 2017
Cılız bir rüzgârın kocaman bir kayadan götüreceği toz ne kadar ise onların İslam’dan götürebilecekleri de ancak o kadardır. Her şeyi kuşatan ateşi, nefesiyle söndürmeye çalışan bir kimse ne kadar komik durumdaysa bu kimseler de en az o kadar komik duruma düşmektedirler. Kocaman bir okyanusu küçücük kayığıyla aşabileceğini düşünen bir kimsenin cehaleti ne kadar büyükse bu kimselerin cehaleti de en az o kadar büyüktür. Zira bu insanlar
16
Allah’ın Müslümanlara olan vaadinin hak olduğunu tarihin şehadetiyle bilmelerine rağmen yine de köşeye sıkışmış bir kedi gibi ürkekçe saldırmaya devam etmektedirler. Bir tarafta İslam’ı bitirmeye and içmiş böylesi insanlar varken diğer tarafta ise kendisini Allah’ın yoluna vakfetmiş, tüm benliğiyle bu davaya baş koymuş ve Allah tarafından İslam'ın muhafazasına vesile kılınmış yiğit Müslümanlar vardır. İşte, binlerce yıllık düşmanlığın ve topyekûn saldırının akabinde İslam’ın hala nasıl ayakta kaldığını merak eden zihinlerin aradığı cevap burada yatmaktadır. İslam ümmeti öyle bereketli bir ümmettir ki; bağrında kendi yoluna binlerce başı olsa hepsini feda edebilecek yiğitler hiç bir zaman eksik olmamıştır. Allah’ın rızası uğruna her türlü fedakârlığı yapmanın derdinde olan bu yiğitler tarihte karşımıza kimi zaman dirayetli bir âlim kimi zaman şecaatli bir komutan kimi zaman da çalışkan bir davetçi olarak çıkmaktadır. İsimleri ve konumları her ne olursa olsun tüm bu insanları birleştiren ortak bir payda vardır: “Dini Allah’a halis kılan muhlisler olmak…” “Ancak tövbe edenler, hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar, dinlerini sadece Allah’a halis kılanlar; işte bunlar müminlerle beraberdirler ve Allah ileride bütün müminlere büyük ödül verecektir.” (Nisa, 146) “Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılıp O’nu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru din budur.” (Beyyine, 5) İhlas ile dini yalnız Allah'a tahsis etmek, Allah’ın dinin direklerinden olan namazdan, zekâttan öncelikli kıldığı bir emridir. Zira namaz da dâhil tüm ibadetlerin salahiyeti niyetin Allah'a halis olmasına bağlıdır. Çünkü Allah(cc) kullarından ancak ihlas ile yaptıkları ibadetlerini kabul edecektir. Bu açıdan, niyeti pisliklerden arındırıp tüm temizliği ve saflı-
RABİ'UL-EVVEL 1438
16
ğıyla Allah’a sunmak kişinin dünya ve ahiret saadetinin kilit noktasıdır. Bunu başarmak ise gerçekten zor bir iştir. Çünkü ihlas nefse en ağır gelen iştir. Bundan dolayı denmiştir ki; ömründe yüce Allah’ın rızası için tek bir halis an geçirmiş olan kişi kurtulur. İhlas, milyonlarca sıfırın başındaki 1 rakamı gibidir. İhlasla yapılmayan ameller Allah katında hiç bir değer ifade etmeyeceği gibi kişi için ahirette yürek acısı olacaktır. Ebu Hureyre(r.a) riyakâr şehit, âlim ve zengin’in nasıl hesaba çekildiğini anlatan hadisi her rivayet edişinde içinde bulunduğu zor durumdan dolayı bayılır ve suyla yüzünü yıkayarak kendine gelmeye çalışırdı. Yine onun aktardığı rivayete göre; bu üç riyakâr insan cehennem ateşinin kendileriyle tutuşturulduğu ilk kimselerdi. Dünya üzerinde o kadar zalim, kâfir, zani, hırsız varken cehenneme odun olacak ilk insanların âlim, şehit ve infak eden zenginlerden olması durumun ciddiyetini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. O halde evvel emirde Müslüman’ın temel gayesi, daha çok namaz kılmaktan, zekât vermekten ya da daha farklı ibadetleri eda etmekten önce, ‘İdeal Şahsiyet’ olarak önünde tebaruz eden Muhlislerin vasfına sahip olabilmektir. Zira kalbin amelleri bedenin amellerinden önce gelmektedir. Muhlis, dini Allah’a halis kılan, “Fena fillah” makamına ererek sadece Allah için yaşayan, tüm hareketlerinde O’nun sevgi ve rızasını kazanmanın peşinde olan ve kalbini bu duygunun dışında her türlü şeyden temizleyen kimsedir.
Muhlislerin Vasıfları Kur’an ve sünnette muhlislere taalluk eden bazı vasıflar vardır. Bu vasıfları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Muhlis için yaşamanın ve ölmenin Allah’ın rı-
tur. Onlar, bu hedefe ulaşmada nefislerini, mallarının feda etmede hiç bir sıkıntı duymazlar. Muhlisler, güne ‘Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ (En’am, 162 ) parolasıyla başlarlar. Çünkü onlar şu ayette tavsif edilen kimselerdir:“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” (Bakara, 207)
2- Muhlis, elalemin değil el-Âlim’in sözlerini önemseyen adamdır. “(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar.) Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide, 54)
3- Muhlis, musibetler karşısında “Allah’a aidiz, yine O’na döneceğiz” diyen adamdır. “Onlar ki kendilerine bir musibet dokunduğu zaman «Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döndürüleceğiz» derler.” (Bakara, 156)
4- Muhlis, kalbini tezkiye edip Allah ile itminana kavuşturan adamdır. “Bunlar, Allah’ın zikri ile kalpleri huzura kavuşarak iman edenlerdir. Evet, bilin ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla yatışır ve huzur bulur.” (Rad, 28)
17
REBÎUL ÂHİR 1438
1- Muhlis, hayatını Allah’a adayan adamdır.
zasını kazanmaktan başka hiç bir gayesi yok-
5- Muhlis, şeytanın söz geçiremediği adamdır. “(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna…” (Hicr, 39-40 )
6-Muhlis, fitnelere karşı Allah’ın himayesine girmiş adamdır. Allah(cc), kendi rızasına ermek isteyen kullarına ihlasları sebebiyle fitnelere karşı yardım etmektedir. Kur’an’da Allah’ın(cc) Yusuf’a(a.s) olan yardımının ihlasa bağlanması dikkate şayandır. “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı”. (Yusuf, 24)
9- Muhlis, az amelle çok kazanan adamdır.
7-Muhlis, derdi ahiret olan adamdır.
(Münavi, Feyzul Kadir, I, 216)
“Kimin derdi ve gayreti dünya için olursa (kimin en büyük kaygısı dünyası ise), Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, meşguliyetini çoğaltır, fakirliği gözlerinin önüne koyar, dünyadan eline geçen miktar ise kaderinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de derdi ve gayreti ahiret için olursa (kimin en büyük kaygısı da ahiret ise), Allah, onun (dağınık) işini lehinde toplayıp düzeltir, kalbini zenginleştirir, kendisi yüz çevirdiği halde dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir.” (Tirmizi, Kıyamet 30; İbn Mace, Zühd 2.)
10- Muhlis, bazen yattığı yerden kazanan adamdır.
8- Muhlis, Allah ile baş başa kalacağı anların gözetleyicisi olan adamdır.
OCAK 2017
Muhlis için hayatın en güzel anları rabbiyle baş başa kalıp tüm gönlünü O’na açtığı anlardır. Allah’ı gizli gizli zikretmek, tenha yerde yalvarmak ve gözyaşı dökmek muhlisler için tarifi imkânsız lezzetlerdir.
18
Muhlis, dini Allah’a halis kılan, “Fena fillah” makamına ererek sadece Allah için yaşayan, tüm hareketlerinde O’nun sevgi ve rızasını kazanmanın peşinde olan ve kalbini bu duygunun dışında her türlü şeyden temizleyen kimsedir.
Amelde esas olan kemiyet değil keyfiyettir. Çok amel işlemek her zaman kurtuluşu gerektirmez. Bu nedenle Rasûlullah(sav) Muaz b. Cebel’e şöyle nasihatte bulunmuştur. “Dinini ihlasla yaşa ki az amel sana yetsin.”
Ebu Abdullah Cabir İbni Abdullah el–Ensari(r.a) şöyle dedi: – Bir defasında Peygamber (sav) ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki: – “Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vadiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.” Bir başka rivayete göre: “Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu. (Müslim, İmâre 159)
11- Muhlis, arşın gölgesindeki 7 sınıf kimselerdendir. “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
- Adil devlet başkanı, - Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, - Kalbi mescitlere bağlı Müslüman, - Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, - Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit, dar gizli sadaka veren kimse,
13- Muhlis, Allah’ın dinde özel olarak diktiği fidanın ta kendisidir.
- Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.»
Dini Allah’a halis kılan Muhlislerin Rasûlul-
(Buhari, Ezan 36; Müslim, Zekât 91;Tirmizî,
lah’a(sav) şu hadisinde bahsini ettiği kimseler-
Zühd 53)
den olduklarını ümit ediyoruz:
12- Muhlis, her hareketini ibadete çeviren adamdır.
“Allah’ın bu dinde diktiği fidanları hep bulunur,
-Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği ka-
Niyeti halis olan kişi sanki elindeki aletle dokunduğu her şeyi altına çeviren kimse gibidir.
onları kulluğunda kullanır.” (İbni Mâce, Mukaddime,8; Ahmed, 17441) Başka bir rivayette “ Kıyamete kadar” ifadesi de vardır.
Allah(cc) her işinde ihlası gözeten kulunun
Hadiste dikkat edilirse, ağaç yerine fidan ke-
samimiyetine mükâfat olarak, yaptığı sıradan
limesi kullanılmıştır. Fidan, ağacın en genç
insani davranışlarına bile ecir vermektedir.
olanıdır ve büyümeye açıktır. Genç olması ha-
Sa’d b. Ebi Vakkas’tan rivayet edildiğine göre
sebiyle temizliği, umudu, hareketi simgeler,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
insanın yüreğinde yeni heyecanlar meydana
“Allah’ın rızasını gözeterek yaptığın her harca-
getirir. Allah’ın fidanları ise; rabbimizin özel
madan dolayı sevap alırsın, hatta eşinin ağzına
olarak yetiştirdiği, iman pınarından suladığı,
koyduğun lokmadan bile. (Buhari, İman, 41, Ce-
takva/ ihlas gıdasıyla beslediği, şirk/küfür/ni-
naiz 36,)
fak gibi her türlü zararlı unsurdan arındırılmış
Başka bir seferde de: Sizden birinizin eşi ile cinsi münasebette bulunmasında bile sadaka (sevabı) vardır. Ashab-ı Kiram (hayret ve de merakla) sordular: Ya Rasûlallah! Bizden biri cinsel arzu-
hususi mekânlarda yeşerttiği, İslam güneşini üzerine doğdurttuğu nadide fidanlardır. Günaha batmış toplumlarda bunca sene yaşayan biz Müslümanlar da bu fidanlardan olabilir miyiz bilemiyoruz ama rabbimizden temenni-
verilir? (Pek tabi ki verilir. Ya sizlerden biri) zina
miz; bizleri de Selma-ı Farisi gibi önceki haya-
yapacak olsaydı, yaptığı zinadan ötürü günaha
tına/tüm günahlarına bir çizgi çekip “Selman
girmeyecek miydi? Buna ne dersiniz? Bunun gibi,
İbn'ü-l İslam” adıyla ömrünün ortasında yep-
nikâhlı eşiyle cinsel ilişkide bulunduğu zaman da
yeni, tertemiz bir hayata yelken açıp İslam'ın
kendisine sevap verilir. (Mişkatü’l-Mesabih, Ha-
fidanları olabilen mümin, muhlis kullarından
dis no: 1898. Müslim, Zekât:52.)
eylemesidir…
19
REBÎUL ÂHİR 1438
larını tatmin eder de bu sebeple ona nasıl sevap
| Kapak Dosya
| M. Sadık Türkmen
Salih Amel Salih Niyetle Kabul Olur
H
amd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, onun
ailesine ve ashabına olsun. Görüntüsü itibariyle göze hoş gelen bir ağaç
OCAK 2017
veya yapı mutlaka bir kök ve temele dayanır.
20
Gövdesi geniş, dalları etrafa yayılmış, meyvelerini insanlara ve diğer canlılara sunan bir ağacın bu nispette toprak altına uzanan, onu perçinleyen ve ayakta durmasını sağlayan bir köke ihtiyacı vardır. İnsanların kendi elleriyle bina ettiği muhteşem büyüklükteki binaların-
Böylece üzerine kurulduğu temel sayesinde
da aynı şekilde bir temelle yerin altına inmesi
hem kendi güzelliğini devam ettirir hem de
icap eder. Eğer böyle olmasaydı ağacın ve bi-
ondan istifade süreklilik kazanır.
nanın istifade edilecek yönlerinden daha çok
devrildikleri zaman yapacakları yıkım üzerinde durulurdu.
iki kefesi arasında bir dengesizlik görürse bu ameli reddeder.
İslam insanın hem görünen hem de görülmeyen amelleriyle muhatap olmuştur. O dünya amelini ahiret temeli üzere bina etmiştir. Kulun davranışlarını yaparken sadece yaşadığı âleme değil, o amellerin karşılığını göreceği ahirete bakmasını, asıl yurdunun orası olduğunu ve yaptıklarından mes’ul olduğunu belirtmiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor “(Ey Muhammed) De ki: çalışın, yakında Allah, Peygamberi ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir, sizler görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O, size yaptıkla-
Bunun en bâriz örneğini kâfirlerin amellerinde görebiliriz. Onların dünya hayatında yaptıkları güzel ve sâlih ameller imandan mahrum olduğu için kabul görmeyecektir. Zira onlar bu amellerle sadece dünyalık bir yükselişi arzulamışlardı. Nihayetinde Allahu Teâlâ onlara bu arzularına kavuşma fırsatı verdi ve onlarda yaptıklarının karşılığını dünyada gördüler. Ahirette ise korktukları kaçınılmaz akıbet beklemektedir: “Onların işledikleri amellerine yöneldik te onları dağılmış toz zerreciklerine çevirdik.” (Furkan, 23)
rınızı haber verecektir.” (Tevbe, 105) Yukarda geçen ayette amellerin yapılmasına teşvik edildiği gibi bu amellerin kıyamet gününde arz edileceği ve makbul olanın kabul görmeyenden ayırt edileceğine işaret edilmiştir. Yapılan amel Allah için mi başkasının hoşnutluğunu kazanmak için mi yoksa Allah için olduğu gibi başkasının hoşnutluğu da gözetilerek mi yapılmıştır? Bu soruların cevabı insan felahı veya helâkı ile sonuçlanır. Mükellef olan her insan bu sorulara muhatap olacaktır. İnsanın felaha kavuşması, amellerin ihlas ve samimiyet ile yapması şartına dayanır. İşte İslam makbul bir amelde şu iki şartı arar: Amelin İslam’ın çizdiği şartlara uyması ve yapılırken niyetin Allah rızası gözetilerek getirilmesi. Amelleri bu hassas tartı ile tartan İslam, terazinin
Gerek Kureyş Sûresinde namaz kılanların eleştirilmesi gerek Hac Sûresinde insanların kestikleri kurbanlarının etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşmayacağının belirtilmesi gerekse de cehenneme atılacak mücahit, âlim ve zengin insanın bu feci sonu amellerini Allah için samimi bir şekilde boyun eğerek yapmamalarındandır. İsrailoğullarından fahişe bir kadının kendi ayakkabısıyla susuzluktan çatlayan köpeğe su içirmesi onun bağışlanmasına vesile olmuşsa, bir dinar, bin dinarı geçmişse, kişinin verdiği bir sadakayı Allahu Teâlâ Uhud Dağı kadar büyütmüşse burada amelin küçük olmasına değil, doğru olmasına, halis niyetle ihlasla yapılmasına bakılır. Abdullah ibn Mübarek: “Nice küçük ameli niyetler yüceltmiştir, nice büyük ameli de niyet-
21
REBÎUL ÂHİR 1438
Gövdesi geniş, dalları etrafa yayılmış, meyvelerini insanlara ve diğer canlılara sunan bir ağacın bu nispette toprak altına uzanan, onu perçinleyen ve ayakta durmasını sağlayan bir köke ihtiyacı vardır. İnsanların kendi elleriyle bina ettiği muhteşem büyüklükteki binalarında aynı şekilde bir temelle yerin altına inmesi icap eder. Eğer böyle olmasaydı ağacın ve binanın istifade edilecek yönlerinden daha çok devrildikleri zaman yapacakları yıkım üzerinde durulurdu.
Ebu Umame (r.a.) şöyle diyor: Bir adam Nebi
İhlas ve amel, birbirini tamamlayan, biri olmayınca diğeri eksik kalan bir bütündür. Tıpkı ruh ile ceset, öz ile kabuk gibi.
sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek şöyle dedi: Hem sevap kazanmak hem de isminin anılmasını istemek gayesiyle savaşa giden kişi hakkında ne dersin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ona bir ecir yok” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daha sonra şöyle dedi: “Allah amellerden ancak ihlasla ve kendi rızası
ler küçültmüştür” diyerek bu gerçeğe dikkat çekmiştir. İmam Buhari “Sahih-i Buhari”nin, İmam Nevevi “Riyazussalihin”, “El-ezkâr” ve “Kırk hadis” isimleriyle bilinen meşhur kitaplarının başına Hz. Ömer (r.a.)’dan rivayet edilen “Ameller ancak niyetlere göredir ve herkese niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasûlüne ise hicreti gerçekten Allah’a ve Rasûlünedir. Kim de elde edeceği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için hicret etmişse, onun hicreti de o uğurunda hicret ettiği şey içindir” (Buhari, Müslim) hadisi şerifi bir işe başlarken mutlaka niyetin tahsis edilmesi gerektiğine delalet etmektedir. Çünkü herkesin ulaşmaya arzu ettiği ve ulaşanlarında methedildiği ilim sahibi olma mevzusu ihlas dairesinden nasibini almazsa sahibini Bel’am mesabesine düşürür. Belki de ismini verdiğimiz bu kitaplar sahiplerinin ulaşmış olduğu ihlas vesilesiyle olsa gerek ümmetin gönlüne taht kurmuştur. Bu konuya temas eden Yahya ibni Ebi Kesir şöyle demiştir: “Niyeti iyice öğrenin, çünkü o, neticeye ulaşmak hususunda amelden önce gelir” (Hilyetül Evliya).
OCAK 2017
Kur’an-ı Kerim ve hadisi şeriflerin üzerinde sıkça durduğu Allah yolunda cihat etme, onun kelimesini yükseltme ve bu yolda şehit olma amelleri ancak bu işleri yapan kişilerin emel ve samimiyetleriyle hayat bulur. Dini zirvesi olan bu yüce amellerde dahi şeytan insanın ayağını kaydırabilir, onu niyetinin halis olmaması sebebiyle mahrum bırakılabilir.
22
gözetilerek yapılanı kabul eder.” (Nesai, Taberani. Iraki hasen hadis olduğunu söylemiştir) İhlas ve amel arasındaki bağ derinliği bazen insanı şaşırtacak dereceye varır. Bu derece ihlasın kalbe yerleşmesiyle kişinin yapmaya niyet edip imkânsızlıktan dolayı yapamadığı salih amellerin Allah katında makbul olması veya yapmaya niyet ettiği bir kötülükten vazgeçmesiyle o kötülükten vazgeçmekteki samimiyetten dolayı mükâfat kazanmasıdır. Cabir ibni Abdullah(r.a.) diyor ki: “Bir gazvede Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik o şöyle buyurdu: “Medine’de öyle kimseler var ki siz ne kadar yol kat ettiyseniz, ne kadar vadi geçtiyseniz onlarda sizinle beraber idi (sevapta). Çünkü onları hastalık engelledi” başka bir rivayette “sevapta size ortak oldular.” (Müslim) Abdullah ibni Abbas (r.a.) diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rabbi Tebarake ve Teâlâ’dan şöyle rivayet etmiştir: “…eğer bir kişi bir kötülüğe niyet ederde yapmazsa Allah ona kendi katından bir sevap yazar…” (Buhari, Müslim) Kuran ve sünnetten naklettiğimiz bu delillerden sonra şu neticeye varmak bizler için kaçınılmazdır: İhlas ve amel, birbirini tamamlayan, biri olmayınca diğeri eksik kalan bir bütündür. Tıpkı ruh ile ceset, öz ile kabuk gibi. Yüce Allah bizlere az veya çok yapmış olduğumuz amellerde samimi niyet ile hareket etmeyi ilham etsin ve müyesser kılsın…
| Olaylar ve Yorumlar
Nedim Bal |
Mahallenin Şaşkın Yazar ve Siyasileri Bismillahirrahmanirrahim 15 Temmuz ABD/Avrupa/FETÖ ortak darbesinin başarıya ulaşamamasının hemen akabinde özellikle bizim entel/dantel/sağcı/muhafazakâr yazarlarımız ve siyasilerimiz çıktıkları televizyon programlarında çok tuhaf değerlendirmelerde bulunmaya başladılar. Bu basiretsiz değerlendirmelerden bir tanesi de şu; “Efendim, 19 yıl önce yani 28 Şubat postmodern(!) darbe sürecinde Müslümanlara yapılan tutuklama, zulüm, işkence ve adaletsizlikler aslında Kemalist, ulusalcı, sosyalist zihniyetli komutanlar, bürokratlar, hâkimler ve siyasiler tarafından değil de işte bu Gülenciler/ Fetöcüler tarafından yapıldı.” Maalesef burnunun ucundaki tehlikeyi dahi göremeyen, dostunu düşmanını ayırt etme ferasetinden yoksun, üstelik geçmişte Gülen hareketine methiyeler düzen, esen rüzgârlara göre yön alan bu saftirik yazar ve siyasilere bir çift sözümüz var.
23
REBÎUL ÂHİR 1438
Siz ne yapmak istiyorsunuz? Amacınız ne? Sizler, işi gücü Müslümanlarla uğ-
raşmak ve zulmetmek olan o dönemin ve tüm dönemlerin militan zihniyetli Kemalist, ulusalcı ve sosyalist vampirlerini Müslümanların gözünde aklamaya, temizlemeye ve şirin göstermeye mi çalışıyorsunuz?
Değildi.
Kemalist rejim kurulduğu günden bugüne ‘irtica’ adı altında işi gücü İslam’la ve Müslümanlarla uğraşmak olduğunu bildiğiniz halde, nasıl olurda bu ülkede Müslümanlara yönelik tüm zulümlerin baş sorumlusu sadece ‘Gülenciler’ gibiymiş gibi gösterip Kemalistleri, ulusalcıları, sosyalistleri aklamaya ve masum göstermeye çalışırsınız? Bu söylemleriniz; şaşkınlık, ahmaklık ve aptallık değildir de nedir? Sizin bu şaşkın söylemleriniz en çok 28 Şubat’ın firavunlarını sevindirmiştir. Çünkü onlar bile böyle şaşkın bir tespit(!) beklemiyorlardı. Sayenizde mal bulmuş mağribi gibi bu şaşkın söylemlerin üzerine atlayıp o dönem bizzat kendilerinin emriyle yapılan tüm zulümleri FETÖ hareketine mal ederek toplum önünde kendilerini aklama gayretine başladılar bile.
yen dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Fetöcü
28 Şubat’ın Kemalist, Sosyalist, Ulusalcı Firavunlarının Sözleri Hâla Kulaklarımızda ‘Üniversiteye başı kapalı giremezsiniz. Anayasa mahkemesi kanun koymuş, danıştay kanun koymuş giremezsiniz. Başı bağlı olarak okutulan yerlere git. Arabistan’a filan git. Oralarda vardır.’ diyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Gülenci miydi?
‘Burası özel yaşam alanı değildir. Buraya başörtüsüyle giremezsiniz. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Bu kadına haddini bildiriniz. Buradan çıkarınız.’ dimüydü? Hayır. 27 Şubat 1997’de İsrail cumhurbaşkanı Netenyahu ve Ammon ile görüştükten sonra ağlama duvarına giden ve “1000 yıl sürse dahi irtica (İslam) ile mücadelemiz devam edecektir. Köklerini kazıyacağız” diyen o dönemin Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, Gülenci miydi? Değildi. 2002 yılında ‘Middle East Quartery’ isimli Amerikan dergisinde bir makale yazan ve ‘28 Şubat darbesinin İsrail ile dostluğun sürmesi adına’ yapıldığını söyleyen Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, Gülenci miydi? Asla. ‘Subayların evlerine gidip ‘eşleri başörtülü mü değil mi, haremlik selamlık uyguluyorlar mı, evlerinde dini motifler, işaretler var mı’ diye istihbarat yapma emrini veren kuvvet komutanları, Gülenci miydi? (Hava Kuv. Kom. Eski Askeri savcı A. Zeki Üçok’un hatıraları) Devlet törenlerinde başörtülü 70 yaşındaki nineyi oturduğu yerden kaldırarak kovan komutanlar, Gülenci miydi? Hayır. “Özgürlükse bu da benim özgürlüğüm, ben başörtülü kızlara ders vermek istemiyorum” diyen Türkan Saylan benzerleri de Gülenci miydi? Tabi ki değildi. “Atatürk’ü reddeden güruh Türkiye’de hükümet olamaz.” “İrtica (İslam) uru kesilip atılmalıdır” diyen Coşkun Kırca’da mı Gülenci miydi? Hayır. (Yeni Yüzyıl Gazetesi,
OCAK 2017
17 Ocak 1996)
24
“Refah Partisi’ni kapatarak Anayasa mahkemesi çok önemli bir karar verdi. (...) Mutlu olduk, gurur duyduk” diyen gammaz Emin Çölaşan’da Gülenci miydi? Asla. (Hürriyet Gazetesi, 17 Ocak 1998) “Ordu demokratik kitle örgütleri gibi çalışıp Refah’ın maskesinin indirilmesine katkıda bulunmuştur” diyen o dönemin CHP lideri Deniz Baykal da Gülenci miydi? Hayır. (Sabah Gazetesi, 18 Haziran 1997) “Herhangi bir güç, lafta istediği kadar bağımsızlıktan ve demokrasiden söz etsin, eğer bugün cephesini 28 Şubat’a ve Ordu’ya karşı çevirmiş ise (yani 28 şubat darbesine karşı ise) emperyalizm ve gericilik tarafından desteklenmektedir. (...) Silahın yoksa yetkin de yoktur. (...) 28 Şubat’ın iki dinamiği vardır. Devlet katındaki dinamik, Türk Silahlı Kuvvetleri ekseninde oluşmuştur. Emekçi(güya halk) dinamiğini ise siyasal düzlemde İşçi Partisi temsil etmiştir” diyen ulusalcı, Mao’cu Doğu Perinçek mi Gülenciydi? Asla. (28 Şubat ve Ordu, s. 9, 110, 13, Kaynak Yay.) “Rejim ile hükümet arasında bir tercihte kalırsam, rejim derim” diyen Aydın Menderes mi Gülenciydi? (RP’den ayrılma konuşmasından) “Milyonlarca çocuğun din eğitimi görmesine ve düşünce yapısının bu eğitime (İslam’a) göre şekillenmesine rıza gösteren bir devlet, laik olarak nitelendirilemez” diyen ve Refah partisine kapatma davası açan savcı Vural Savaş’ta mı Gülenciydi? Asla. (Kapatma davası iddianamesinden)
“Cumhuriyetimize ılımlı İslam bile tehdittir” diyen hocaların hocası(!), anayasa profesörü(!) Mümtaz Soysal’da mı Gülenciydi? Hayır. (Zaman Gazetesi, 8 Kasım 1998) 28 Eylül 1997’de; GATA’nın açılışında; “Arap kafalı adamları, Atatürk’e dil uzatanları belleyeceğiz. Türkçe ninnilerle büyüdük, dualarımız da Türkçe olacak.” ve Hz. Peygamber ve ashabına da “bedevi” diyerek hakaret eden Tuğgeneral Yalçın Işımer’de mi Gülenciydi? Aslaaa. 19 Ekim 1997’de başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’yı almak için evine polis gönderen fakat direniş olup kapı kendilerine açılmayınca bizzat kapısını kırmaya giden DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’de mi Gülenciydi? Hayır. 25 Şubat 1997’de; “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi.” diyen Oramiral Güven Erkaya’da mı Gülenciydi? Hayır.. Tekrar etmek isteriz ki, 28 Şubat darbe dönemde Müslümanlara yönelik yapılan tutuklama, işkence, zulüm ve haksızlıkları sadece Gülen/ FETÖ hareketinin üzerine yıkmaya çalışmak ve o dönemin kudurmuş Kemalistlerini, ulusalcılarını, sosyalistlerini aklamaya, masum göstermeye sebep olacak söylemlerde bulunmak aptallıktır, ahmaklıktır, gafilliktir. Diğer taraftan, O dönemin ceberrut komutanları, yargıçları, siyasileri, bürokratları, gazeteci-
25
REBÎUL ÂHİR 1438
“İrtica (İslam) ile mücadele ibadet kadar kutsaldır” diyen Kemalist Güngör Mengi’de mi Gülenciydi? Asla. (Sabah Gazetesi, 14 Haziran 1998).
28 Şubat darbe dönemde Müslümanlara yönelik yapılan tutuklama, işkence, zulüm ve haksızlıkları sadece Gülen/ FETÖ hareketinin üzerine yıkmaya çalışmak ve o dönemin kudurmuş Kemalistlerini, ulusalcılarını, sosyalistlerini aklamaya, masum göstermeye sebep olacak söylemlerde bulunmak aptallıktır, ahmaklıktır, gafilliktir. Diğer taraftan, O dönemin ceberrut komutanları, yargıçları, siyasileri, bürokratları, gazetecileri fırsat bu fırsat diyerek geçmişte Müslümanlara yaptıkları zulümleri unutturmak adına bütün zulüm ve günahlarını Gülen/FETÖ hareketinin üzerine atmaya çalışmaları da ayrı bir utanmazlık, yüzsüzlük ve şerefsizliktir.
Nitekim Müslümanları ispiyon eden, onların evlerine baskın yapan, karakollarda işkence eden, mahkemelerde ki hakimleri vasıtasıyla Müslümanlara en ağır cezalar verenlerin çoğu F.Gülen/FETÖ örgütünün tam da kendisiydi. Bu sayede; hem rakip gördükleri cemaatleri pasifize ediyor hem de aç köpekler gibi Müslüman kanına susamış Kemalist, sosyalist, ulusalcı despotların güvenini kazanarak kamufle olabiliyor ve üstün hizmet(!)lerinden dolayı daha üst makamlara terfi edebiliyorlardı.
utanmazlık, yüzsüzlük ve şerefsizliktir. İşin özeti aslında şudur; o dönemin Firavun
Fakat inandıkları bu batıl inançları Müslü-
paşaları, bürokratları, siyasileri, Karun ruhlu
manlara dayatmaları, Müslümanları da kendi
sermaye çevresi, bukalemun gazetecileri İs-
batıl inançlarının kural ve kanunlarına göre
lam’a ve Müslümanlara karşı kuduz köpek-
yaşamaya mecbur etmeleri, hiç bir Müslü-
ler gibi salyalarını akıtarak saldırıyorlardı.
manın asla kabul etmeyeceği bir iştir. Dola-
lara yaptıkları zulümleri unutturmak adına bütün zulüm ve günahlarını Gülen/FETÖ hareketinin üzerine atmaya çalışmaları da ayrı bir
OCAK 2017
Gülen/FETÖ’nün yaptığı iş ise, bu kudurmuş aç köpeklerin önüne kendilerinden olmayan veya ileride kendilerine rakip olabilecek dindar subayları, bürokratları, memurları, öğretmenleri, farklı cemaat lider ve üyelerini ispiyon ederek atmaktı. Böylece hem kendileri kurtulacak hem de bu alçakça ispiyonculuğu yapan Fetö’cüler Kemalistlerin gözünde güven sağlayıp askeriyenin ve bürokrasinin içine daha kolay sızabileceklerdi. Çünkü onları organize eden Amerika ve İsrail böyle istiyordu.
Şunu belirtmek isteriz ki; şanı yüce Rabbimiz Müslümanların hayat rehberi olan Kur’an’ ı Kerim’de; “Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” buyuruyor. Bu sebeple bir insan isterse Budist olur, isterse Şamanist olur, isterse ateist olur, isterse Kemalist olur, isterse putperest olur, isterse Marksist veya sosyalist olabilir. Bu kişinin kendi tercih edeceği bir şey… Sonucuna da katlanır. İslam inancına göre de bunların sonu ‘fi Nâri Cehennem’dir.
leri fırsat bu fırsat diyerek geçmişte Müslüman-
26
Kalplerindeki İslam düşmanlığı uygun zemin bulunca dillerine ve ellerine de vuran Kemalistler, sosyalistler, ulusalcılar; dindar Müslümanların kökünü bu topraklardan kazımak için adeta seferber olmuşlardı.
yısıyla ‘kudurmuş aç köpek’ tabiri kendi ba-
hayatlarını kararttıkları mazlum Müslüman-
tıl inançlarını Müslümanlara zorla dayatan,
lar ise hala zindanlarda çürüyorlar.
Müslümanları kendi istedikleri gibi inanmaya ve yaşamaya mecburmuş gibi gören tüm Ke-
Hal böyle iken muhafazakâr/dindar! mahal-
malistler, Marksistler, sosyalistler ve ırkçılar
lenin şaşkın yazar, çizer ve siyasetçileri; maz-
için geçerlidir. Müslümanların inanç ve ya-
lum Müslümanların hapislerden kurtulmaları
şam tarzına düşman olmayanlara bir sözümüz
için gündem oluşturup çabalayacaklarına 28
yoktur. Onlar hakkında son söz Allah’a aittir.
Şubat’ın emrini veren FİRAVUNLARINI akla-
Fırsat Bekleyen Çakal’lar
yıp onların köleliğini yapan FETÖ’cülere sal-
Daha 3 yıl önce ‘Ergenekon davası’ adı altında 28 Şubat dönemindeki zulümlerin emrini veren birçok komutan, bu zulümleri uygulayan birçok bürokrat, öğretim görevlisi, siyasiler, yazarlar mahkeme önüne çıkarıldılar ve mahkûm da edildiler. Bu operasyon ve tutuklamaların önemli bir kısmında FETÖ yanlısı hâkim, savcı ve emniyet mensubunun etkisi vardı. Bu bilinen bir gerçek…
dırmakla meşguller!!!
Fakat Türkiye’de rüzgârın yönü değişti. Hükümetin Gülen/Fetö ile mücadelesi kapsamında haklarında mahkûmiyet kararı verilen tüm Ergenekon sanıkları suçlu-suçsuz ayıklanmaksızın tahliye edildiler. Sebep? Onları mahkûm eden hâkimler FETÖ’cüydü. 28 Şubat’ın darbeci zalimleri şuan serbestler. Özgürlüklerinin tadını çıkarıyorlar. Ama onların
rinin, siyasetçilerin, yazarların Müslümanlara
Tabii bu arada o günlerin zulmeden Kemalist, ulusalcı, sosyalist çakalları şuan devletin önemli kademelerine yavaş yavaş yerleşmeye başladılar bile. Bizler; Kemalist, ulusalcı, ateist, sosyalist komutanların, bürokratların, öğretim görevlileyaptıkları zulmü de onlara uşaklık yapan FETÖ’cülerin zulümlerini de asla unutmayacağız. Unutmamamız lazım!! Allah’a emanet olunuz. Esselamu Aleykum.
REBÎUL ÂHİR 1438
27
| Kur'ân'ın Gölgesinde
| Zafer Mert
َ َ يم ٍ َوإِ ّنَك ل َعلى ُخ ُل ٍق َع ِظ
Ahlak, SONSUZ HAZİNE
M
üslümanın bu dünyada da öbür dünyada da en büyük ve sonsuz hazinesi, sahip
olduğu güzel ahlâk ve edebidir. Onun, yani in-
güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
ve şerefli hazinesinin kıymet ve değeri kadar-
buyurarak vazifesini tarif etmiş ve bütün insan-
ber’in yüksek değerini ifade sadedinde âyet-i
OCAK 2017
lem- de; “Ben başka bir maksatla değil, ancak
sanın bütün değer ve kıymeti de ancak bu ulvî dır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygam-
28
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sel-
2
lık âlemine “üsve-i hasene”, yani mükemmel
kerîmede; “Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk
bir ahlâk nümûnesi olmuştur. Bu bakımdan
üzeresin” 1 buyurmuştur.
ahlâk, dînin özünü teşkil etmiştir.
EN MÜKEMMEL MÜ’MİN… İnsanlık tarihi, peygamberlerin eşsiz güzellikteki nice ahlâkî davranışlarıyla doludur. Bunun en güzel misallerinden birisi şüphesiz Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-’dır. O, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere kendisine açık bir şekilde zulmetmiş olan kardeşlerine; “Bugün size başa kakma ve ayıplama yoktur, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir.” 3 diyerek, insan nefsine en ağır gelen hususlardan biri olan affedebilmenin en güzel misâlini sergilemiştir.
Mü’minin mü’min için bir ayna olduğunu, kötü gözle baktığında kötülükler; iyi gözle baktığında ise güzellikler göreceğini düşünmeli ve nefsini mü’minlerin güzel yönleriyle meşgul etmelidir.
Bu itibarla Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Mü’minlerin îman cihetinden en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır.” 4 şeklindeki beyanlarıyla, ahlâkın, îmânın meyvesi ve kemâlinin alâmeti olduğuna işaret buyurmuşlardır.
zel ahlâka yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.
Dolayısıyla güzel bir kul olmak isteyen herkes, öncelikle nefsini dâimâ hesaba çekmeli, kendisinde hangi kötü ahlâkı varsa bunların her birini tedricî bir sûrette terk etmeye azmedip tevbe etmelidir. Daha sonra da bu kötü huyların tersi ve mukabili olan güzel ahlâk ile ahlâklanmaya çalışmalıdır. Meselâ kibre mağlûp biriyse, tevâzû ve mahviyete bürünmelidir. Kin ve haset gibi bir kötü ahlaka sahip biriyse, mü’min kardeşlerini kendisinden üstün görüp, onların kusurlarından önce kendi kusurlarıyla meşgul olmalıdır. Mü’minin mü’min için bir ayna olduğunu, kötü gözle baktığında kötülükler; iyi gözle baktığında ise güzellikler göreceğini düşünmeli ve nefsini mü’minlerin güzel yönleriyle meşgul etmelidir.
İÇ DÜNYAMIZDA İKİ ZIT KUTUP…
“- Siz bana bahsettiğiniz kişinin; a. Ticareti, b. Komşuluğu, c. Yol arkadaşlığı nasıl, onu söyleyin!” Hazret-i Ömer’in dikkat çektiği bu üç husus, insan nefsinin darlandığı anda azgın bir canavar gibi şahlandığı üç aynadır. Nasıl ki sâkin görünen bir kedi dar bir köşeye sıkıştırıldığında içindeki bütün hırçınlığı ortaya dökerse; insan da; ticaret, komşuluk ve arkadaşlıkta dar anlarda içyapısı neyse onu ortaya koyar. Denilebilir ki, insan ömrü bilhassa bu üç hususla imtihan ile geçmektedir.
29
REBÎUL ÂHİR 1438
İnsanın içyapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve isyanı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişâtına istikamet vermektedir. Takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve gü-
Âyet-i kerîmede buyurulur: “(Allah,) ona (yani insana) fücûru da takvâyı da ilham etmiştir.” 5 Fücûr, insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir. Takvâ da, kulu Allâh’a yaklaştıran amel-i sâlih ve her türlü güzel davranışlardır. Kul, bu iki özellikten hangisine göre yaşarsa, değer ve kıymeti o yönde olur. Nitekim Hazret-i Ömer’e, geceleri kim (ibâdet hâlinde) gündüzleri sâim (oruçlu) bir şahıstan bahsedip hayli övdüklerinde o, söylenenlere aldırmayıp şöyle dedi:
Edebin husûsiyetini şair ne güzel ifade eder: Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Gerek bu dünyada karşımıza çıkan gerekse âhirette karşımıza çıkacak olan neticeler, hep bizim ahlâkımızın semerelerinden ibarettir. Cehennemdeki alevler insanların kötü sıfatları ile tutuşur; cennetteki bağlar, ağaçlar da yine insanların güzel sıfat ve ahlâkı ile yeşerir.
Giy ol tacı emîn ol her belâdan!..
TERAZİDE EN AĞIR OLAN… Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her vesileyle mü’minleri güzel ahlâka davet ile buyurur: “Kıyâmet günü, mü’min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.”6 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkî vasıflarını şu şekilde özetleyebiliriz: * Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güler
HER ŞEY AHLÂKIMIZIN YANSIMASIDIR…
yüzlü, tatlı sözlüydü,
Gerek bu dünyada karşımıza çıkan gerekse
kesmezdi,
âhirette karşımıza çıkacak olan neticeler, hep
* Sert değildi, yumuşak idi,
bizim ahlâkımızın semerelerinden ibarettir. Cehennemdeki alevler insanların kötü sıfatları ile tutuşur; cennetteki bağlar, ağaçlar da yine insanların güzel sıfat ve ahlâkı ile yeşerir.
* Çok mütevâzi idi. Vâkurdu. * Boş ve lüzumsuz konuşmazdı. * Karşısındakini candan dinlerdi.
Edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Bu, ham insa-
* Çocukları çok sever ve okşardı.
yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmak-
* Fazilet sahiplerine saygı gösterirdi.
tır ki, edebin en yücesidir. İkinci edep, Allah
* Akrabasını ve komşusunu hatırdan çıkarmaz,
Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşıdır.
onlara ikrâmdâ bulunurdu.
Cenâb-ı Hak, Hucûrât Sûresi ve diğer sûrelerde
* Cömertti, şefkatliydi,
mü’minlere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı edebi muhafaza etmelerini hâs-
OCAK 2017
* Edep ve hayâ âbidesiydi,
EDEP TÂCI… nı ihsan duygusu ile olgun Müslüman hâline
30
* Kimseye fena söz söylemez, kimsenin sözünü
* Sözünde mutlaka dururdu.
saten emreder.
* Dinlemesini, söylemekten fazla severdi,
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- buyurur:
* Güleceği zaman mübarek elini, mübarek ağ-
“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de
zının üzerine koyardı.
darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek
* Kahkaha ile gülmez, fakat daima mütebessim
ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
bulunurdu.
* Verilen müjdelere şükrederdi, * Uyurken mübârek sağ elini, mübârek yanağının altına koyardı. * Herkesin isteğini mümkün olan ölçüde, yerine getirirdi. * Eli çok açıktı, cömertliği deryadan farksızdı, * İlim, hikmet çağlayanı, sabır timsaliydi, * Atılgandı, tehlikeden korkmazdı, heybetliy-
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- buyurur: “Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
di. * Hanımlarına karşı insanların en yumuşağı ve ikrâm edeni idi. Onlara karşı daima tebessüm ederdi, * Sofradan daima doymadan, yarı aç kalkardı. * Temizliğe son derece ehemmiyet verir ve riâyet ederdi, * Özel işlerini kendisi yapardı. Döşeği içi hurma lifi dolu deridendi. * Dünya malına asla rağbet göstermezdi, Bir gün yanında dünyalıktan bahsettiler, Buyurdu ki : “İşitmiyor musunuz? Sâde hayat imandandır”’ * Ekseri yediği arpa ekmeği ve hurmaydı, Allah’ın huzuruna kavuştuğu vakit, evinde az bir arpadan başka yiyecek maddesi bulunmamıştı. * Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı, * Çok adildi. * Sosyal adaleti ve kardeşlik hukukunu en gü-
* İnsanların faydası için, kendi rahatını terk ederdi, * İnsanlara madde ve mevkisine göre değil, takvâ ve ahlâkına göre değer verirdi. * İlim-irfan âdab-erkân şiârıydı. * Hayatı iman ve cihad olarak görmüştür, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her yönden örnek alınacak en mükemmel insandır. Her müslümanın O’nu en güzel şekilde öğrenip tanıması; Onun yüce ahlâkını yaşamaya ve yaşatmaya çalışması lazımdır, Çünkü O’nun ahlâkı, Kur’ân ahlâkı idi. Allâh’ım! Bizleri Peygamber Efendimiz’in güzel ahlâkı ile donat. Dünyada ve âhirette yüzümüzü ağartacak ahlâkî davranış ve güzel amellere muvaffak eyle!
zel o uyguladı. * Çalışmaya, ilim ve irfana, icad ve keşiflere
------------------------
teşvik etmiştir. * Daima Hakk’ın ve haklının yılmaz savunu-
* Zulüm ve sömürünün amansız düşmanıydı.
31
REBÎUL ÂHİR 1438
cusuydu.
1. Kalem, 4. 2. İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-hulk, 8. 3. Yûsuf, 92. 4. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250. 5. Şems, 8. 6. Tirmizî, Birr, 62.
| Nebevî Nasihatler
| Yusuf Yılmaz
E
bu Zer radıyallahu anh şu olayı nakletmektedir;
Akkaf b. Bişr et-Temimi ismindeki bir kişi Allah Rasûlünün huzuruna geldi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona “Ey Akkaf! Hanımın var mı?” diye sordu. Akkaf “Hayır” cevabını verdi. Rasûlullah “Bir cariyen de mi yok” diye sorduğunda, Akkaf yine aynı cevabı verdi. Bu kez Allah Rasûlü “Sanırım sen varlıklı bir kimsesin” diye sorduğunda, Akkaf bunu doğruladı. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu;
OCAK 2017
“O halde sen şeytanın kardeşlerindensin. Şayet
32
Hristiyan olsaydın rahip olurdun. Evlenmek bizim sünnetimizdir. En şerlileriniz bekârlarınızdır. Ölülerinizin en şerlileri de bekârlarınızdır. Şeytan ile mi oynuyorsun. Şeytanın Salihlere karşı en etkili silahı kadınlardır. Ancak evli olanlar bunun dışındadır. Onlar müstehcen sözlerden beridir. Yazık sana ey Akkaf! Kadınlar nedeni ile Eyyüb’ün, Davud’un, Yusuf’un ve Kürsüf’ün başına neler gelmişti.” Orada bulunanlardan biri “Kürsüf’de kimdir ey Allah’ın Rasûlü!” diye sordu. Allah Rasûlü, “Bir deniz sahilinde 300 yıl ibadet etmiş, gündüzlerini oruçla, gecelerini namazla geçirmiş, sonra da âşık olduğu bir kadın sebebi ile Allahu Azim’i inkar ederek küfre düşmüş bir kimsedir. Allah’a
kulluk konusunda yapması gerekenleri terk etmiştir. Sonra Allah, bazı yaptıklarından dolayı onu doğrulttu da o da tevbe edenlerden oldu” buyurduktan sonra tekrar Akkaf’a yöneldi; “Yazık sana ey Akkaf! Evlen! Yoksa sende sarsılırsın ve kararsızlardan olursun” buyurdu. Bunun üzerine Akkaf dedi ki: “Beni evlendir ey Allah’ın Rasûlü!” Allah Rasûlü de kendisine “Seni, Kerime binti Külsüm el-Himyeri ile evlendirdim” buyurdu. 1 Sevgili kardeşlerim! Bu hadisi şerifi sondan başa doğru giderek maddeler halinde incelediğimizde şu hakikatler ile karşılaşmaktayız; 1. HAKİKAT: Sahabenin, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in nasihatlerine karşı ne derece hassas olduklarını görürüz. Sevgili Peygamberimizin teşvik ettiği hayra yönelme konusunda ki acele hareketleri takdire şayandır. Kuran ve Sünnet, bir iyiliğe davet edip bir kötülükten sakındırdığı zaman sahabenin yaşlısının, gencinin, kadınının veya erkeğinin o emrin sınırları içinde uçuştuklarını görürüz. Bir kuş gibi kanatlarını ya hayra doğru koşmak için ya da şerden kaçmak için çırparlar. Tıpkı hadisimizin kahramanı Akkaf gibi. Allah Rasûlü kendisine yüksek tondan nasihat etmesine rağmen Peygamberimizi büyük bir titizlikle dinlemiş ve akabinde tembelliğe mahal bırakmadan hemen kendisine tavsiye edilen hususa yönelmiş. Kendisini evlendirmesi için de nasihat sahibinden yardım istemiş. Bu sahabenin tutumundan, her meselede bahane bulmaya çalışan, davet edildiğimiz emirlere hantalca hareket eden nefsimizin çıkaracağı çokça ders vardır.
“Evlenme işi için iki kişi arasında aracılık yapmak, en üstün aracılıktır.” (İbni Mace) Bir insanın elinde bulunan parasını yatırım yapmaya teşvik edip karlı yatırımı göstermek; bir genci ilim öğrenmeye teşvik ile birlikte bir âlimin rahlesine koymak; ticarete teşvik ettiklerimizi alıcı ile buluşturmak övülecek işlerdendir. Ancak yukarıda bildirilen hadise göre evlenmek isteyenleri bir araya getirme konusundaki aracılık daha fazla övgüyü hak etmektedir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem birçok sözü ile insanları evlenmeye teşvik ettiği gibi evlenmek isteyenlerin ellerinden tutmayı da ihmal etmedi. Özellikle fakir ve ihtiyaç sahibi kardeşlerine yardımcı olma konusunda rüzgârdan daha hızlıydı.
33
REBÎUL ÂHİR 1438
2. HAKİKAT: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem genç sahabesini evlilik gibi imanı kemale erdiren bir amele teşvik etmek ile kalmamış, aynı zamanda ona eş bulma konusunda da yardımcı olmuştur.
Fakirlerin kalpleri bir kuş gibidir. Çabuk etkilenip incinirler… Onlara merhamet ile yaklaşıp işlerine aracı olmak, meslek sahibi olup iyi bir evlilik yapmalarına vesile olmak, onların, hayatın zorluklarına karşı güçlü bir kimlik ile çıkmalarına sebep olacaktır. Özellikle naif kalpli bu insanları evlendirmek için büyük bir gayretin içine girmemiz gerekmektedir. Tıpkı her konuda kendisini takip etmekle mükellef kılındığımız Allah Rasûlü gibi…
Bu defa o zât: - Yâ Rasûlallah! Bu adam fakir Müslümanlardan biridir. Bir kıza tâlip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez, dedi.
Kuran ve Sünnet, bir iyiliğe davet edip bir kötülükten sakındırdığı zaman sahabenin yaşlısının, gencinin, kadınının veya erkeğinin o emrin sınırları içinde uçuştuklarını görürüz. Bir kuş gibi kanatlarını ya hayra doğru koşmak için ya da şerden kaçmak için çırparlar. Tıpkı hadisimizin kahramanı Akkaf gibi.
Ebü’l-Abbas Sehl İbni Sa`d es-Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi: Bir gün Hz. Peygamber’in yanından bir adam geçti. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yanında oturan kimseye: - “Şu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. O da: - Bu zât ileri gelen hatırlı kişilerden biridir. Vallahi böyle bir adam bir kıza tâlip olsa evlendirilmeye, birine aracılık yapsa sözü dinlenmeye lâyıktır, diye cevap verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey söylemedi. Sonra oradan biri daha geçti. Peygamber aleyhisselâm yine yanında oturana:
OCAK 2017
- “Ya bu adam hakkında ne dersin?” diye sordu.
34
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: - “Bu sonuncu adam, öteki gibi dünya dolusu adamdan daha hayırlıdır.” 2 İmam Buhari bu hadisi hem “nikâh babında” hem de “fakirlerin üstünlüğü babında” incelemiştir. Maalesef her toplumda görülen acı bir tablo söz konusudur. İnsanların, kariyer sahibi, zengin, yakışıklı, soylu, ağzı laf yapan kişilere her konuda ama özelde evlilik konusunda aracılık yapmada yarışırlar. Aynı şey fakirler için söz konusu olduğunda insanların birçoğu tutumlarını değiştirebilmektedir. Ümmetine baba şefkatiyle yaklaşan Allah Rasûlüne fakir bir adam gelir. Açlığından, elbisesinin olmamasından yakınan bu kişiye peygamberimiz yardımda bulundu. Sonra evlenmek istediğini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bildirince müminlere karşı raufu’r rahim olmak ile nitelenen zât, adama döner “Git, karşılaşacağın ilk bakireye benden selam söyle ve ona evlenme teklifi yap…” Ne mümtaz şahsiyetsin sen ey Allah’ın Rasûlü… İnsanlık, gösterdiğin her hayra ne de muhtaç durumda… Müslümanlar senin ahlakından ayrıldıkları gün, yetimlik kolyesini boyunlarına taktılar. Yoksul Cüleybib’in dış görünüşü de yoksuldu. Boyu oldukça kısa, yüzü bir hayli çirkindi. Görünüşe değer vermek bütün insanların zaafı olduğu için, o da pek kimseden iltifat görmezdi. Bu yüzden de bir türlü evlenememişti.Cüleybib’in derdini ve değerini iyi bilen Rasûl-i Ekrem Efendimiz onu evlendirmek için fırsat kolluyordu. Medineli Sahabelerden birinin evlenme çağında bir kızı vardı. Bir gün
bu zat ile baş başa kalan Nebiyyi Ekrem Efendimiz, ona:- Kızına talibim, dedi. Kızını kendisi için istediğini zanneden Sahabi buna çok sevindi.- Emrin başım üstüne, ya Rasûlallah! diye sevincini belirtti. Rasûlullah Efendimiz:Kızını kendim için değil Cüleybib için istiyorum, buyurunca, Sahabe durakladı:- O zaman annesiyle görüşmem ve onun fikrini almam lâzım, dedi. Sonrada kalktı evine gitti. İçeri girer girmez hanımına:- Kızına Rasûlullah talip oldu, dedi. Hanımı bu habere pek sevindi. Peygamber aleyhisselâmın kayınvalidesi olmak ne büyük saadetti. Onun bu aşırı sevincini gören Sahabi:- Rasûlullah Efendimiz kızını kendisi için istemiyor, diye düzeltti. Bu defa kadıncağız şaşakaldı:- Öyleyse kimin için istiyor? diye merakla sordu. Kocası: - Cüleybib için, deyince kadın büyük bir paniğe kapıldı: - Ne Cüleybib’e mi? Sen ne söylüyorsun? Kızımızı kimler istedi de vermedik. Hz. Peygamber Cüleybib’den başkasını bulamamış mı? diye ileri geri söylendi. Karısının bu olumsuz tavrını gören sahabi, Rasûl-i Kibriya’nın yanına gidip kızlarını veremeyeceklerini söylemek üzere ayağa kalktı. Annesiyle babasının kendisine dair konuşmalarına kulak misafiri olan kızları, son derece şuurlu ve uyanık bir genç hanımdı. Onları uyarmak istercesine sordu: - Beni evlendirmeniz için aracılık eden kimmiş? Annesi: - Peygamber Aleyhisselâm, dedi. Kızları hakkında en iyi kararı verdiklerini sanan annesiyle babasına: - Peygamber Aleyhisselâm beni birine uygun görüyor da, siz buna karşı çıkıyor ve Rasûlullah’ın teklifini geri çeviriyorsunuz öyle mi? diye hayretle sordu. Ve sözlerini şöyle tamamladı:
hime olacak bir şeyi yapmaz. Daha sonra bu genç hanım Ahzab suresinin 36. âyetini hatırlatarak,“Allah ile Peygamber’i bir iş hakkında hüküm verdikten sonra, mü’min olan bir erkekle mü’min olan bir kadına, artık o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûl’une karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”Kızlarının bu uyarısı üzerine, adeta uykudan uyanır gibi kendilerine gelen anne ve baba, ne büyük bir hatadan geri döndüklerini fark ettiler, kızlarına minnetle bakarak: - Çok doğru söyledin, yavrum, dediler. Uçu-
35
REBÎUL ÂHİR 1438
- Rasûlullah Efendimiz beni kime uygun gördüyse sizde uygun görün. Zira o benim aley-
Bu ümmet içerisinde Hristiyan ruhbanlığının temellerinin oluşmasına vesile olacak bir anlayışa sesleniyor Allah Rasûlü… Ümmeti, Nebevi bir ahlak ve terbiyeden uzaklaştırarak, kendilerince takva ve zühd anlayışına bürünen kisvelere sesleniyor Allah Rasûlü… Allah için, hizmet için, vakıf adam olmak için evliliği toprak altına gömmek isteyen bir sisteme sesleniyor Allah Rasûlü… “Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”
rumun kenarından geri dönmenin sevinciyle Rasûlullah Efendimiz’in yanına koşan Sahabi, olup biteni kısaca anlattıktan sonra:
Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyu-
- Senin uygun gördüğün kimseyi biz de uygun görüyoruz. Kızımızı Cüleybib ile evlendirebilirsin, ya Rasûlallah, dedi.
tacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi.
Bu habere sevinen Rasûl-i Muhterem Efendimiz Peygamber tavsiyesini her şeyin üstünde tutan o anlayışlı kıza: “Allah’ım! Onun üzerine hayırlar yağdır. Kendisine sıkıntısız bir hayat nasip et!” diye dua etti. (Ahmed b. Hanbel, Müsned) Evet kardeşlerim! Fakirlerin kalpleri bir kuş gibidir. Çabuk etkilenip incinirler… Onlara merhamet ile yaklaşıp işlerine aracı olmak, meslek sahibi olup iyi bir evlilik yapmalarına vesile olmak, onların, hayatın zorluklarına karşı güçlü bir kimlik ile çıkmalarına sebep olacaktır. Özellikle naif kalpli bu insanları evlendirmek için büyük bir gayretin içine girmemiz gerekmektedir. Tıpkı her konuda kendisini takip etmekle mükellef kılındığımız Allah Rasûlü gibi…
OCAK 2017
3. HAKİKAT: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in Akkaf’a sert çıkışı acaba bekârların bu ümmetin en şerli kişiler olduklarını mı gösteriyor? Sorusuna verilecek cevap tabi ki hayır olacak… Peki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Akkaf üzerinden kimlere mesaj veriyor? Diye soracak olursak bunu da şu olayla cevaplamaya çalışalım…
36
maksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri: Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tuÜçüncü sahâbî de: Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi: “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” 3 Bu ümmet içerisinde Hristiyan ruhbanlığının temellerinin oluşmasına vesile olacak bir anlayışa sesleniyor Allah Rasûlü… Ümmeti, Nebevi bir ahlak ve terbiyeden uzaklaştırarak, kendilerince takva ve zühd anlayışına bürünen kisvelere sesleniyor Allah Rasûlü… Allah için, hizmet için, vakıf adam olmak için evliliği toprak altına gömmek isteyen bir sisteme sesleniyor Allah Rasûlü… “Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” Değilse bu ümmet ağacının dallarında bir meyve konumunda olan her bir muvahhid, muttaki, muhlis, Muhsin, Allah Rasûlünün ve selefin bıraktığı aydınlık yolda ilerleyen nice bekârlar
Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
vardır ki onlar örnek İslam Neslinin medar-ı
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
iftarıdırlar.
------------------------
1. Ahmed b. Hanbel, Müsned; Taberani, Mucemil Kebir 2. Buhârî, Nikâh 15. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 5 3. Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4
| Nebevî Aile
Halime Yılmaz |
Halep yangın yeri…
Halep ağlar; dünya susar… Kanlar nehir gibi akar; dünya susar… Halep muhasaraya alınır, aç susuz bırakılır; dünya susar… Şehrin her yanından yardım çığlıkları gökleri sarsar; dünya susar… Halepli adam enkazın arasından çıkardığı Kur’an’ı kaldırır, “İşte Kitabımız Kur’an! Onu hiç mi okumadınız” der, ümmeti Allah’a şikâyet eder; Müslümanlar susar…
ARALIK 2016
Zalim aklına eseni yapar, çocukların bile saçlarını ağartan zulümler yağar şehrin her bir yanına… Tek bir umudu kalmıştır kimsesiz yetimlerin… Otobüslere bindirilirken zulümlerden kurtulmanın sevinci ile anavatanından kopmanın verdiği acıyı unutur günahsız ana kuzuları… Çamurların içinden ekmek kırıntıları toplarken tertemiz cennet kuşları; tüm dünyada Müslümanlar yemeği boğazına takılmadan iştahla yer, tıka basa doyurur karnını… Binlerce tonluk enkazın altından bebeler acı içinde kıvranarak çıkarılırken; eğlenceye dalmış nefisler çayını yudumlayarak seyreder, aldığı son model ek-
37
REBÎUL ÂHİR 1438
37
Halep; kanın, gözyaşının oluk oluk aktığı, çocukların anlamsızca baktığı, kadınların acımasızca tecavüzlere maruz kaldığı, cesetlerin yığınla çoğaldığı, ümmetin kafasına bile takmadığı hayalet şehir artık…
ranlardan, bir damla bile gözyaşı dökmeden hem de… Zallâmların ırzlarına geçmemesi için intihar etmenin fetvasını ararlar çaresiz kadınlar! Halep ağlar; dünya susar… Kanlar nehir gibi akar; dünya susar… Halep muhasaraya alınır, aç susuz bırakılır; dünya susar… Şehrin her yanından yardım çığlıkları gökleri sarsar; dünya susar… Halepli adam enkazın arasından çıkardığı Kur’an’ı kaldırır, “İşte Kitabımız Kur’an! Onu hiç mi okumadınız” der, ümmeti Allah’a şikâyet eder; Müslümanlar susar… Hadi dünya susar da Müslümanlar nasıl susar, nasıl dayanır kardeşlerine yapılan bu görülmemiş zulümlere? Sükût ikrar değil midir? Görmezden gelmek, razı olmak değil midir? Umursamamak, olmamış gibi davranmak, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlamına gelmez mi? Ama unuttuğun bir şey var ey Müslüman! Göz yumduğun kötülük, bir gün senin ayağına dolanıp canını yakmaz mı sanırsın!... “Bir kötülük gördüğünüz zaman, onu elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse, dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse, kalbinizle buğzedin ki bu imanın en zayıf noktasıdır.” 1 hadisinin son satırlarını mı kendine bahane yaparsın yoksa…
OCAK 2017
İmanımız bu kadar mı zayıfladı. Birkaç gün içinde zulmü unutacak kadar mı köreldik ya da… Yok yok! İnsanlık öldü dedirten bu vahşetler bizim tembelliğimizin eseri. Hayatın hiçbir alanına nüfuz etmesine müsaade edilmeyen Kur’an’ı terk ettiğimizden beri oyuncak olduk zalimin elinde. Kukla gibi bir o tarafa bir bu tarafa savruluyor ruhlarımız. Beden mi? O da ne ki? İçi boşaltılmış beyni; -haşa- kendini Allah gibi gören sözde kurtarıcıların hurafeleriyle doldurulmuş, serseri mayın gibi oraya buraya savrulan bir cesetten farksız artık.
38
Uyan artık ey Müslüman! Bu davana açılmış savaştan imtina etmen için daldırıldığın derin uykundan! Etrafında cereyan eden vakıalardan ders çıkar; kanma, inanma artık önderlerini yücelterek kendi çıkarları uğruna dünyanın kurtarıcıları olduklarını söyleyen beyinsizlerin sözlerine… Hani neredeler? Neden kurtarmıyorlar zalimlerin kanlı ellerinden Halep’i? Yoksa güçleri mi yetmiyor? Elleri mi uzanmıyor bilmem kaç defa şunu okursan başındaki beladan kurtulacağını söyleyen şarlatanların? Bunca musibet, böylesine imtihanlar aklımızı başımıza getirmedi mi? Hepsi Allah’ı gereği gibi tanımadığımız, bağlanmadığımız için değil mi? Gün; Halep için sabır, bizim için uyanma, dirilme ve kenetlenme günüdür. Tıpkı kora yatırılan Ammar’a “Sabret. İnşaAllah cennet var.” diye müjdeleyip davasına daha çok yapışan, onu yaymak için nefsini Allah’a satan ve ayaklar altına alan, sebatla Müslümanların izzet kazanacağı günleri bekleyen Peygamber (sas) gibi… Gün; kardeşlerimizi bağrımıza basma, rızkımızı paylaşma günüdür. Vakit; bir lokma ekmeğe muhtaç kardeşlerine bir umut taşıyanların maûnlarına engel olanların şerli niyetlerine kulakları tıkama vaktidir. Gün; Allah’a ümit bağlama, kâfirler istemese de nurunu tamamlayacağına yakînen inanma günüdür. Gün; ihlâsı kuşanıp takvayı azık edinme, Kur’an’ın ipine sımsıkı sarılma, “Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer inanıyorsanız, galip geleceksiniz.” 2 mesajıyla düştüğümüz yerden imanımızla kalkıp, hüznümüzü içimize gömme, kardeşlerimizin yanında olma günüdür. Ah vahlarla, eyleme geçmeden, oturarak düşmanı kahkahalara boğma zamanı değildir artık. Evvela nefsinden, sonra en yakınlarından
başlayıp, ardından etrafına; sahih dini Peygamber metoduyla anlatma zamanıdır. Gün; sadece Allah için yaşama, yine O’nun için ölme, O’nun rızası ve gayesine başımızı koyma günüdür. Evet! Halep bitti, tükendi… Yandı, kül oldu… Ama umut bitmedi, bitmeyecek; Müslümanlar bitmedi bitmeyecek. Ülkesinden ayrılırken (senerciu yevmen: bir gün döneceğiz) yazan yetimler, şimdilerde yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılan Peygamber gibi hüzünle bakıyorlar belki beldelerine… Ama unuttuğunuz bir şey var ey !kâfirler, ey zalimler Yıllar sonra Mekke’yi fetheden Hz. Muhammed (sas)’in ümmeti de bir gün tekrar rücu edecek topraklarına… Ey yeryüzünde izzet, şeref, şan ve galibiyet elde etmek için Müslümanların kanlarını emen vampirler! Tek hâkim olmayı arzulayarak Müslümanların canlarını, mallarını, namuslarını hiçe sayan soysuzlar! Biliniz ki gerçek izzet, şeref, galibiyet ve hâkimiyet Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir. Yeryüzündeki tüm imkânlar elinizde diye sevinmeyin. Cezanız, azabınızın artması için ertelenmektedir. İman ediyoruz ki İbrahim (as)’in atıldığı ateşi gül bahçesine çeviren Allah, zulüm coğrafyalarını kâfirlerin, zalimlerin mezarına dönüştürmeye Kadir’dir… Ey şeytanın kuklaları! Ey nefislerinin heva ve heveslerinin köleleri zallâmlar, cellatlar! Biz Allah’ın her şeye kadir olduğuna, bir “Ol!” demesinin yeteceğine ve hatta sizin Müslümanlara reva gördüğünüz zulümlerin bile Allah’ın takdiri olduğuna inanıyoruz.
39
REBÎUL ÂHİR 1438
Dünyadan vazgeçtiğimiz, imana sarıldığımız, tevekkül etmeyi öğrendiğimiz, hedefimizi şaşırmadığımız gün döneceğiz. İşte o zaman
izzet, şeref, galibiyet ve zenginlik Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerin elinde olacaktır. Şimdi Müslüman kardeşlerim! İmana, teslimiyete, takvaya dönmek için dua vakti. Şimdi kardeşlerimiz için el açıp yalvarma, ümidimizi kaybetmeme ve onların yanında olma vaktidir. Ya Rahman… Her işin başında okuduğumuz Besmele bile Rahman ve Rahîm isminde görüyoruz, merhametinin enginliğini. Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Takdirin karşısında boynumuz kıldan ince… Kullarına karşı en merhametli olanın Sen olduğuna iman etmişiz.
Gün; Halep için sabır, bizim için uyanma, dirilme ve kenetlenme günüdür. Tıpkı kora yatırılan Ammar’a “Sabret. İnşaAllah cennet var.” diye müjdeleyip davasına daha çok yapışan, onu yaymak için nefsini Allah’a satan ve ayaklar altına alan, sebatla Müslümanların izzet kazanacağı günleri bekleyen Peygamber (sas) gibi…
Ya Hakîm… Her dileğinde bir hikmetin saklandığına bizim sınırlı aklımızın bunu akledemeyeceğine iman ediyoruz. Hikmetini görüp sabredenlerden olmayı nasip eyle! Ya Basîr… Ya Alîm… Ya Allâm… Ya Semî… Sen her şeyi görüp bilmekte, işitip duymaktasın. Acı içinde kıvranan Suriyeli kardeşlerimiz için ettiğimiz dualarımızı duyuyor, biliyorsun. Ey Mucib olan Allah’ım! Dualarımızı kabul et.
kendi tuzaklarına düşür. Müslümanlara zafer ihsan eyle.
Ya Mennan… Ya Fettah… Ya Afuvv… Sen bizleri affet. Hak etmesek de affet. Biz boş şeylere dalarak nefsimize zulmettik. Kardeşlerimizin düşmanın eline geçmesine göz yumduk. İslâm’ı yaşama ve yaşatma gibi ulvî değerlerimizi yitirdik. Başımıza bunlar geldi. Sen bundan sonra gözlerimizi aç. Yolumuzu en-Nur isminle aydınlat.
“Seni eksik sıfatlardan tenzih ederiz. Biz zalimlerden olduk.” 3
Ya Kahhar… Ya Müntekîm… Din kardeşlerimize her türlü zulmü reva gören, onları Ashab-ı Uhdud gibi ateşlere atıp sevinç nârâları atan zallâmları Kahhar isminle kahr-û perişan eyle. Kardeşlerimizin intikamSubhını Müntekîm isminle al Allah’ım…
Amin…
OCAK 2017
Bizlere akıl fikir ver. Sırat-ı Mûstakîm’e ilet. Doğru yoldan ayırma. Cennette Peygambere komşu eyle. Müslümanların arasına birlik ver. İslâm düşmanlarının saflarını dağıt. Onları
40
”نت ِم َن ال َّظالِ ِمي َن ُ “س ْب َحان ََك إِ ّنِي ُك ُ
(Subhâneke innî kuntu minez zâlimîn)
Bizi bir an olsun nefsimizle baş başa bırakma. Bizi affet. Bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü sen bizim Mevlamızsın. KÂFİRLER TOPLULUĞUNA KARŞI BİZE YARDIM ET.
------------------------
Kaynakça: 1) Müslim, İman, 78; Tirmizî, Fiten, 11; İbn Mace, Fiten, 20 2) Âli İmrân Sûresi, 139. Ayet 3) Enbiya Sûresi, 87. Ayet
| Davet ve Cihad Önderleri
Cihan Malay |
Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı):
Yavuz Sultan Selim (1470 - 1520)
41
REBÎUL ÂHİR 1438
Tarihçiler onun hayatından bahsederken şöyle der: “Onun en önemli özelliklerinden biri de askerleri içinde her dâim yer alması ve yemeği onlarla birlikte yemesidir.”
HAYATI
Tarihçi Âşık Paşazâde, Şah İsmail'in asker ve
Osmanlı tarihinde daha sonraları döneminde sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle Yavuz Selim adıyla anılan I. Selim, 10 Ekim 1470’de babası Osmanlı Sultanı II. Bayezıd’ın valilik yaptığı Amasya’da dünyaya geldi. Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları ailesinden Ayşe Hatun’du.
müridlerinin ona olan bağlılığını şu ifadelerle
Şehzadeliğinin ilk zamanları Amasya'da geçen Selim, devrin önemli âlimlerinden Arap ve Fars Dili ile din ve fen dersleri aldı. Osmanlı’da padişah oğullarının devlet idâresi ve askerî konularda eğitim alması için yapılan bir şehzâde uygulaması olarak Trabzon Sancağı’na gönderildi. Burada yaklaşık 24 yıl sancak beyliği yapan Şehzâde Selim, bu dönemde Gürcüler üzerine seferler düzenleyerek Kars, Ardahan, Erzurum ve Artvin’i Osmanlı topraklarına kattı. Tarihçiler onun hayatından bahsederken şöyle der: “Onun en önemli özelliklerinden biri de askerleri içinde her dâim yer alması ve yemeği onlarla birlikte yemesidir.”
Şİİ TEHLİKESİ İslam tarihi boyunca müslümanlara ihânet etmeyi adet haline getiren ve her seferinde müslümanları arkadan vuran, tarihin her döneminde İslam topraklarının Haçlı ve Siyonistler tarafından işgal edilmesinde önemli bir rol oynayan Şii tehlikesi, Şehzâde Selim zamanında da kendisini göstermiştir.
OCAK 2017
Trabzon’da sancak beyliği yaptığı dönemde Doğu Anadolu’da Şah İsmail’in başlattığı Şii dâiler aracılığıyla Ehl-i Beyt sevgisi üzerinden propaganda hareketlerine karşı Selim, babasını haberdar ettiyse de babası II. Bayezid tedbir almamış ve İslam toprakları için bir tehlike halini alan Şii tehlikesinin üzerinde dikkatle durmuştur. Selim’in Şah İsmail'e karşı açık tutumu Şah İsmail’in II.Bayezid’a şikayet mektupları yazmasına sebep olmuştur.
42
dile getirir: “Anadolu’daki Ehl-i Sünnet Müslümanları, müridleine “Bunca zahmet çekip Erdebil’e gideceğinize, Kâbe’ye gidip Hz. Peygamber’i ziyaret etseniz daha iyi olmaz mı?” dediklerinde, onlar: “Biz diriye gideriz, ölüye gitmeyiz” derlerdi. Dönemin büyük âlimlerinden ve Osmanlı’da Şeyhulislam görevini de yapan Kemal Paşazâde yazdığı bir risâlesinde, Şah İsmail’in küfür ve irtidadına hükmettikte sonra ona karşı açılacak savaşların diğer din düşmanları ile yapılacak savaşlardan farklı olmadığı, bu sebeple de cihad sayılacağını belirtilir.
TAHTA GEÇİŞİ 24 Nisan 1512’de babasının yerine Osmanlı Devleti’nin başına geçen Selim’in tahta geçmesi öncesi şöyle bir olay aktarılır: “Selim, İstanbul’a girerek saraya yaklaştığında babasına saygı olmak üzere attan inerek askerin önünde yürüdü. Bayezid, Selim’i kolundan tutarak kendi eliyle tahta çıkardı.” Tahta geçtiği dönemde yaygın olan bazı adaletsiz uygulamaları gören Yavuz Selim Hân, devlet işlerine ehil ve kabiliyetli adamları seçer ve vazifesinde muvaffak olanları hemen mükâfatlandırırdı. Onun sade yaşantısı ve giyim-kuşamdaki sadeliği birçok tarihçi tarafından zikredilmiştir. Bu konuyla alakalı, “Mısır seferi dönüşü, kendisini Edirne’de karşılayan oğlu Şehzâde Süleyman’ın ihtişamlı kıyafetine bakıp, “Oğlum! Sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?” sözleri meşhurdur. Yine onun geceleri az uyuduğu da hayatı hakkındaki bilgilerdendir.
SAFEVİ DEVLETİ İLE MÜCADELE ve ÇALDIRAN SAVAŞI Sultan Selim, tahta geçtikten sonra 1512-1513 yılları arasında Safevi Devleti hükümdârı Şah İsmail’in yayılmacı Şii politikaları ve Sünni halkın Anadolu’nun çeşitli yerlerine göç etmesine sebebiyet vermesi üzerine onun üzerine Doğu Anadolu’ya sefer düzenlemeye karar verdi. Yavuz Sultan Selim Hân, 23 Nisan 1514 tarihinde İstanbul’dan çıktığında yazdığı ilk mektubunda Şah İsmail’e yaptıklarından dolayı şöyle yazar:
Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e Mektubu 1 “Ben ki, Osmanlıların hükümdarı, gazilerin serdarı, kahramanların efendisi, bütün iman düşmanlarını yıkan, ezen, yüzyılımızın firavunlarına, zâlimlerine dehşet saçan, kibirli ve zalim kralların önünde baş eğdiği Sultan Murat Hân oğlu, Fatih Sultan Mehmet oğlu, Sultan Bayezıd oğlu, Sultan Selim Hân’ım; Sen zalimlikte İran’ın kanlı hükümdarı, Safevilerin şöhretli emiri İsmail’sin...
dolaşmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayı âlimlerin kesin delillere dayanarak senin kâfir olduğuna, ayrıca senin ve sana tâbi olanların öldürülmelerinin vacip olduğuna, mal ve rızıklarınızın yağma, kadın ve çocuklarınızın esir edilmesinin mübah olduğuna fetva verdiler. Bu durum karşısında ben, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için merasimlerde kullandığım ipekli padişahlık elbiselerimi çıkardım. Zırhımı giyip, kılıcımı kuşandım. Atıma binerek Safer ayının başında Anadolu yakasına geçtim, sana doğru gelmekteyiz. Alınan asil karara göre, seninle savaşa girmiş bulunuyoruz. Allah’ın yardımıyla zulüm kollarını yok edeceğiz. Seni, geçtiğin yerlerde yükselttiğin yangınların altında boğacağız. Maksadım Allah’ın izniyle senin şahlığını yok etmek ve âcizler üzerinden zulmünü ve fesadını kaldırmaktır. Sana bu mektubu yollayışımızın sebebi seni gerçek inanca çağırıştır. Peygamberin düşüncesine ve inancına uygun bir biçimde hareket ederek savaş başlamadan evvel sana Kur’an’ın sözlerine uymanı, kılıçtan önce teklif ediyoruz... Eğer güven içinde huzurla yaşamak
43
REBÎUL ÂHİR 1438
Sana gelince emir İsmail; sen ki kötü yoldasın, İslam inançlarının saffetini bozmuş bulunuyorsun. İslam’a saygısızlıkta ileri gitmektesin. Sen Müslümanlara karşı düşmanlık ve baskı kapılarını aştın. Müslümanların memleketlerine saldırdın; şefkat ve utanmayı bir tarafa bırakarak zulümden sakınmadın, günahsız Müslümanları incittin. İkiyüzlülük perdesi altında her tarafa karışıklık ve fesat tohumları ektin. İnsanları boğazlamaktan çekinmedin. Hem de onların en faziletli, en saygıdeğer olanlarını ezdin. Nefsinin kötü arzularına ve fıtratındaki bozukluklara uyarak, din-i İslam’ın emirlerini değiştirmeye kalktın. Haramlara helal diyerek nice müslümanları ifsat ettin. Mescitleri yıktın, türbeleri ve mezarları yaktın. Âlimleri ve Peygamber Efendimiz’in neslinden gelen mübarek seyyidleri öldürdün. Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer’e söverek hakaret ettin. Bu saydıklarım se-
nin kötü hallerinden sadece birkaçıdır. Dillerde
ordusuna şöyle bir konuşma yaptı:
Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp Kahire’den Şam’a dönerken, yolda o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibn Kemal Paşazâde’yi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn Kemal’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Han’ın kaftanı çamur oldu. İbn Kemal Paşa telaşa düşünce, Sultan Selim Han; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.”
“Biz henüz kastettiğimiz yere varamadık, dönmek ihtimali yoktur... Biz Şeriat-ı Ahmediye’ye muhalif hareket eden, bunları yola getirmek için bu serhatlere kadar gelmişken bir takım gayretsizler bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler. Biz, katîyen yolumuzdan dönmeyeceğiz. Emre itaat edenlerle kastettiğimiz yere kadar gideriz. Kalpleri zayıf olanlar ve yol zahmetini bahane edenler kendileri bilirler. Er iseniz benimle beraber gelin ve illâ ben tek başıma da giderim. Bana böylemi hizmet etmek istiyorsunuz. Aranızda kim kadınlarını, çocuklarını görmek istiyorsa ayrılsın. Ben buraya geri dönmek için gelmedim... Ben kararımdan hiçbir vakit geri dönmeyeceğim. Ben buraya utanç içinde geri dönmek için gelmedim.” Hatalarını anlayan yeniçeriler ve bütün ordu, onu takip etmeye başladı. Yavuz Selim, “Eğer bir sultanın, arkasını kollayacağı ve sırtını yaslayacağı yetişkin kurmayları varsa, o sultan zaferden zafere koşabilir” derdi.
Çaldıran Savaşı
OCAK 2017
istiyorsan, söylediklerimizi vakit kaybetmeden hemen yapmalısın. Ancak başına gelecek felaketlere rağmen eğer hala geçmiş hatalarında direnirsen, hala kudretli olduğun görüşünde ve delice yiğitlik iddialarında ısrar edersen, zulümlerinle simsiyah yaptığın yerleri nûra kavuşturmak ve elinden almak üzere, az bir zaman sonra ovalarını çadırlarımızla kaplandığını ve askerlerimizin topraklarını istilâ ettiğini göreceksin. İşte o zaman bir kahramanlık mucizesi olacak ve Allah’ın ordularımız hakkındaki irâdesi gerçekleşecektir. Selâmet yolunda ilerleyenlere selam olsun.” (Safer 920)
44
Savaş, Van Gölü’nün kuzeydoğusunda yer alan Çaldıran Ovası’nda 23 Ağustos 1514 Çarsamba günü güneş doğarken 80.000 kişilik Safeviler’in 100.000 kişilik Osmanlı Ordusu’na taarruzu ile başladı.
Bu mektubu elçi aracılığıyla alan Şah İsmail, ordusunu gelecek Osmanlı ordusu için hazırladı.
Savaşın başında Osmanlı Ordusu’nun sol kısmında bozgun olup, birçoğu öldüyse de sağ kısımdan yapılan saldırılar ile Safevi ordusu safları mağlup edildi. Birkaç kez at değiştiren ve yaralanan Şah İsmail, yakalanacakken korumalarından Mir Sultan Ali şahın kendisi olduğunu söyleyerek Şah İsmail’i tutsak düşmekten kurtardı. Ordusu dağılan Şah İsmail ordugâhını, hazinesini, harem çadırlarını bırakıp kaçtı.
Osmanlı ordusu savaşın yapılacağı yere doğru uzun bir yolculuğa koyuldu. Bir yere gelindiğinde aylardan beri ordunun yolda ilerleyişi kimilerinde rahatsız uyandırmaya başlayınca,
Yavuz, Çaldıran Savaşı sonucunda Safevi Devleti’ni büyük bir yenilgiye uğrattı ve Tebriz’e kadar ilerledi. Burada bir hafta kalan Yavuz, Sultan Hasan Câmii’nde Hülefâ-i Râşidin ile
ashab-ı kirâm’ın isimlerini hutbede okutmuştur(16 Receb/6 Eylül).
diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir.
Çaldıran Savaşı'ndan sonra İran'ın tamamı ele geçirilmek istense de hava koşullarının uygunsuzluğundan dolayı geri dönüldü.
Tarihçi Feridun Emecen’e göre ise o devrin imkânlarıyla bir yıl gibi kısa bir sürede ve geniş bir alanda 40 bin küsur kişinin sayımının yapılıp merkeze gönderilmesi, yargılanmaları, ardından da suçlu bulunanların defterlerinin tekrar ilgililere (hâkimlere) yollanarak isimleri yazılı olanların katlinin gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir.
CELÂLİ İSYÂNI Bozok Türkmenleri’nden ve Amasya’nın Turhal kasabası halkından Şah İsmail taraftarı Bozoklu Celal isminde bir kızılbaş ayaklanarak yakında Mehdi yahut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdi ilan eder ve zamanla oluşturduğu 20.000 kişi ile Tokat’a gelir. Bu hadisenin bastırılması için Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa görevlendirilir ve Şehsüvaroğlu Ali Bey de olaydan haberdar edilir. Ferhad Paşa gelmeden önce Ali Bey, Kızılbaş Celal’in üzerine yürümüş ve Celal’i mağlup etmiştir. Celal, Şah İsmail tarafına kaçarken, Erzincan yakalanır ve taraftarları ile birlikte öldürülür. Bundan sonra, Rafizi isyanlarına “Celâli Vakası” denildi. (1518)
YAVUZ’A İSNAD EDİLEN 40.000 ALEVİ’Yİ ÖLDÜRMESİ MESELESİ Kaynaklarda Yavuz’un 1514-1515 yılları arasında 40.000 Alevi öldürdüğü söylenmişse de birçok tarihçi tarafından bu sayının abartılı ve doğru olmadığı söylenmiştir. Yavuz’un, Safevilerle mücadelesi üzerine yaptığı geniş araştırmalarıyla tanınan Jean-Louis Bacque Grammont şöyle demiştir: “Padişahın o tarihte 40 bin kişiyi kılıçtan geçirttiği iddiasını doğrulayacak hiçbir delil yoktur.”
Türkmenler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Tufan Gündüz, 40 bin kişinin öldürülmesinin 1000 ilâ 2000 köyün yok olması anlamına geldiğine, oysa o tarihte Anadolu’da bu kadar büyük bir nüfus eksilmesi olmadığını, Osmanlı vergi sayımlarında da böyle bir durumun görülmediğini söyler.
MEMLÜKLERLE MÜCADELE: MERCİDÂBIK ve RİDÂNİYE SAVAŞLARI Yavuz Sultan, ordunun içinde bizzat savaşması yönüyle de ön plana çıkmış bir kimsedir. Mercidâbık ve Ridâniye Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim bizzat asker arasına karışarak kılıç kullanmış ve birçok kez ölümden dönmüştür.
Mercidâbık Savaşı Safevi Devleti’nin Memlük Devleti ile ittifak yapmasından dolayı Yavuz Sultan Selim, ikinci doğu seferine çıktı. Memlük Sultanı Kansu Gavri, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’ndaki galibiyetinin siyâsi teşebbüslerinin farkına varmış, bir taraftan Şah
45
REBÎUL ÂHİR 1438
Tarihçi Mustafa Akdağ, “Yavuz Sultan Selim’in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40.000 kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü bu padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hala elimizdedir. Üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi”
Emecen, mahkeme kayıtlardan yola çıkarak şu sonucu çıkarmıştır: “Şah İsmail’in mektuplarıyla yakalanan Safevi halifeleri, bunlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde temas kurdukları tarikat şeyhlerinin bazıları ve âsi elebaşıları şiddet uygulanarak katledilmiştir fakat bunun sistemli bir “Kızılbaş temizliğine” dönüştüğünü söylemek büyük bir yanılgıdır.”
Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp Kahire’den Şam’a dönerken, yolda o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibn Kemal Paşazâde’yi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn Kemal’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Han’ın kaftanı çamur oldu. İbn Kemal Paşa telaşa düşünce, Sultan Selim Han; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.”
İsmâil ile irtibat kurduğu gibi bir taraftan da bizzat kendi kuvvetleriyle Şam bölgesine hareket etme hazırlıklarına başlamıştı. 24 Ağustos 1516 Pazar sabahı iki ordu karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusu ile Memlük ordusu asker sayısı bakımından hemen hemen birbirine eşitti. İlk hücum Memlük kuvvetlerince gerçekleştirildi. İkindiye kadar süren çarpışmaların ardından Osmanlılar galip geldiler. Memlük ordusu geri çekilip dağıldı. Aralarında belli başlı büyük emirlerin de bulunduğu birçok Memlük kumandanı esir alındı ya da öldü. Savaş sonunda Kansu Gavri’nin durumu araştırıldı ve onun kaçarken âniden rahatsızlanıp atından düşerek ölmüş olduğu öğrenildi. Ardından Yavuz,
OCAK 2017
Halep’e girdi. Şehirde bulunan Abbâsi halifesini
46
kabul ederek ona iyi muamelede bulundu. Ardından Hama, Humus, Şam gibi şehirler teslim oldu ve buralara hemen birer sancak beyi tayin edildi. Memlüklerle yapılan Mercidâbık Savaşı’nda zaferin kazanılmasında, Hadım Sinan Paşa’nın büyük hizmetleri görüldü. Mercidâbık Savaşı Osmanlılar’a Suriye, Lübnan ve Filistin’in hâkimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açmış, Memlük Sultanlığı’nın tarih sahnesinden silinişinin ilk önemli adımını oluşturmuştur.
Ridâniye Muhârebesi Mercidâbik hezimetinden sonra, Mısır’a kaçabilen bazı Memlük emirlerinin gayretleriyle Kahire’de Memlük Devleti’nin başına Tomanbay geçer. Yavuz Sultan Selim, ona iki elçi gönderir. Tomanbay’ın, Sultan Selim’in hâkimiyetini tanımak şartıyla Gazze’den öteye olan Mısır topraklarını Memlükler’e bırakmak istediğini ve daha başka şartlarla barış teklifinde bulunur. Mektubun tesirinde kalan Tomanbay, Sultan Selim’in şartlarını kabul etmek istediyse de yanında bulunan emirler, şiddetle karşı koyarak bu teklifleri reddederler ve Osmanlı elçilerini öldürürler. Bu da Mısır üzerine sefere çıkılmasına sebep olur. Memlükler, İskenderiye’de bulunan Venediklilerden ve diğer devletlerden top temin eder ve Ridâniye’de Osmanlılarla yeniden savaşa tutuşur. Şam’dan hareket eden Sultan Selim, Kudüs’ü ziyaret ettikten sonra Gazze’de bulunan Osmanlı ordusuna ulaşır. 13 günde Sina Çölü aşılarak Kahire’nin kuzey doğusunda bulunan Ridâniye’ye varır. 22 Ocak 1517’de başlayan savaş, Osmanlı ordusunun el-Mukattam Dağı’nı dolaşması ile Memlük ordusunun sabitlenmiş toplarının etkisini kırar. Bu arada Memlük Sultanı Tomanbay, Osmanlı ordusunun merkezine hücum ederek Selim’i öldürmek istemiş ancak o sırada merkezde bu-
lunan Hadım Sinan Paşa ile Ramazanoğlu Mahmud ve Yunus Bey’ler şehit olur. Özellikle Hadım Sinan Paşa’nın şehit edilişi Yavuz’u o kadar etkiler ki, şöyle demesine vesile olur: “Gerçi Mısır’ı aldık ama Sinan’ı kaybettik.” Savaş Osmanlı’nın kesin galibiyetiyle sona erince, Tomanbay ele geçmemek için kadın kıyafetine girip Kahire’yi terk eder. Ancak onun daha sonra yakalandığı ve bir müddet sonra da idam edildiği de tarihçilerin bir kısmı tarafından söylenmiştir. 22 Ocak 1517’de Ridâniye Zaferi kazanılmış oldu. Fakat bu savaş çok zayiatlı geçmiş ve her iki taraf da 25.000 kadar asker kaybetmiştir. Zafer sonrası Halep Ulu Câmii’nde cuma namazını edâ ederken hatib, Yavuz Sultan Selim’e Mekke ve Medine’nin hâkimi manasına gelen “Hâkimu’l-Haremeyn eş-Şerifeyn” ünvanıyla hitap edince, yerinden kalkarak bu ünvan yerine “Hâdimu’l-Haremeyn eş-Şerifeyn (Haremeyn’in hizmetkâri)” denilmesini söyler.
HALİFELİĞİN OSMANLI’YA GEÇİŞİ 24 Ocak 1517’de Kahire’nin alınmasından sonra Yavuz Sultan Selim, Kahire’de Memlük Devleti’ne bağlı bulunan Abbasilerden halifeliği aldı. Böylece ilk halife Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim oldu. Halifeliğin alınması ile Kahire’de bulunan kutsal emanetler Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’a getirildi. Hilâfet, 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından ilgâ edilinceye kadar devamlI olarak Osmanlı’da devam etti.
ÂLİMLERE HÜRMETİ
Zenbilli Ali Efendi2 Yavuz’un hatalarına karşı âlimler tarafından uyarılması ve bu uyarılara kulak kabartması da onun âlimlere hürmetinin en açık örneğidir. Onun Şeyhulislam Zenbilli Ali Efendi ile yaşadığı şu olay bu durumu örneklendirmektedir: “Bir gün Yavuz Sultan Selim Han, Topkapı Sarayı Hazinesi görevlilerinden yüzelli kişinin sorumsuz davranışlarından dolayı idamını emreder. Zenbilli Ali Efendi, bu kararı duyunca karar hakkında görüşmek üzere derhal Divân-ı Hümâyûn’a gider. Yavuz Sultan Selim Han, huzuruna girmesine izin verdiğinde ise ona şöyle der: “Fetva vazifesinde bulunanların bir işi de padişahın âhiretini korumak, onları dinen hata olan şeylerden sakındırmaktır. Duyuldu ki, yüzelli kişinin idam edilmesine ferman çıkmış. Fakat onların öldürülmeleri için dinen bir sebep tesbit edilmiş değildir. Rica olunur ki, af buyrula!” Zenbilli Ali Efendi’nin bu sözlerine kızan padişâh; “Bu iş, saltanatın gereğidir. Âlimler böyle işlere karışırsa, devlet idâresi kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, beğenilecek tutum değildir. Bu işlere karışmak sizin vazîfeniz değildir” deyince, Zenbilli Ali Efendi; “Bu karar âhıretiniz ile ilgilidir ve buna karışmak da bizim vazifemizdir. Eğer affederseniz ne iyi ne güzeldir. Yoksa âhirette cezaya müstehak olursunuz” der ve bu sözler padişâhın kızgınlığını yatıştırır. “Affettik” diyen padişâh, devamla: “Âhiretiniz ile ilgili olan hizmeti yerine getirdim. Mürüvvet ile ilgili bir sözüm daha var: ‘Bunlar vazifelerinde kusur ettikleri için, bunları ta’zir edeceğim” dedi. Zenbilli Ali de: “Ta’zir (azarlama) padişahın re’yine kalmıştır. Orasını siz bilirsiniz” dedi.
47
REBÎUL ÂHİR 1438
Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp Kahire’den Şam’a dönerken, yolda o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibn Kemal Paşazâde’yi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn Kemal’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim
Han’ın kaftanı çamur oldu. İbn Kemal Paşa telaşa düşünce, Sultan Selim Han; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.”
BATI SEFERİ 25 Temmuz’da İstanbul’a dönerek yatsı vakti herhangi bir tören yapılmaksızın Topkapı Sarayı’na giren Yavuz Sultan Selim, iki sene bir ay kadar süren bu uzun seferden yorgun düşer ancak buna rağmen İstanbul’da fazla kalmayarak gelişinin dokuzuncu günü Edirne’ye gider. Bunun sebebi kendisini yeni bir Şark seferinden alıkoyan Batı’daki Haçlı ittifakıyla ilgili siyasî gelişmelerdir. Edirne’de kaldığı sürede çeşitli ülkelerden gelen elçileri kabul etti.
Bir Venedik Elçisinin Gözüyle Yavuz Dönemin devletlerinden Venedik’in elçisi Antonio Iustiniani bir defasında Yavuz Sultan Selim Han’ın huzuruna çıkacaktır. Vezirler, elçiyi etkilemek bakımından padişahın ihtişamlı giyinmesini ister. Elçinin kabul edileceği gün bütün vezirler en ihtişamlı elbiselerini giyer ancak padişah her zaman ki gibi sade elbisesiyle arz odasındaki tahta kurulmuştur. Meşhur keskin kılıcını da tahtın basamağına dayamıştı. İkindi güneşi pencereden basamaktaki kılıca vuruyor, ışıltısı gözleri kamaştırıyordu. Bu sırada elçi içeriye alınır. Bir müddet konuşmadan sonra ayrılan elçiye, Hersekzâde Ahmed Paşa bir yardımcısıyla: “Bizi nasıl bulmuş?” diye sordu. Elçi, “O kılıcın parıltısı gözümü öyle aldı ki, kendilerini göremedim” cevabını verdi. Ardından durum üzerine konuşmak üzere yanına giren Ahmet Paşa’ya Yavuz Sultan şöyle demiştir: “Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin bir gün paslanır da parlamazsa, düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.”
FETİHLERDEKİ TUTUM
OCAK 2017
Osmanlı’da fethedilen ülkelere zarar vermeme ve yerel halka hakkâniyetli davranma geleneğinin Yavuz Sultan Selim döneminde iyice yerleştiğini görmekteyiz. Mısır’ı ve İran’ı fethe giden ordunun güzergâh üzerindeki ekilmiş
48
tarlalara girmek, orduya ait hayvanları otlatmak, arazi sahiplerinin hayvanlarını almak, köylülere kötü muamele yapmak idam cezası ile yasaklanmıştır. Mısır seferinde 50 bin kişilik ordu kimseye zarar vermeden savaşılacak bölgeye intikal etmiştir.
YAVUZ’UN KÜPESİ MESELESİ 3 Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenen fotoğraflarda onun kulağında bir küpe ile resmi verilmektedir. Ancak bu konu tarihçiler arasında tartışmalı bir durumdur. Tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu ‘Yavuz’un Küpesi’ isimli kitabında Sultan Selim’in küpe takmadığını, o resmin Babür hükümdarı Cihangir’e ait olabileceği belirttir. Prof. Dr. Feridun M. Emecen ise Batılı ressamların onu Şah İsmail ile karıştırıldığından dolayı öyle resmedildiğini söyler. Yine alanında uzman tarihçilerde böyle olmadığını bildirmiştir. Bu resmin İran Şahı İsmail’e ait olduğu da ileri sürülmüştür. Başındaki kızıl börk ve taç da delil verilmiştir. Yine elde Osmanlı nakkaşlarının yaptığı bazı minyatürler vardır. Orada Yavuz Sultan Selim böyle küpeli tasvir edilmemektedir. Ancak sakalı tıraşlı ve bıyığı paladır.
VEFATI Hasan Can Çelebi, Osmanlı tahtında 8,5 yıl kalan Yavuz Sultan Selim’in vefâtını şöyle anlatmaktadır: “Sultan-ı Arab ve Acem, dîn-i İslâm’ın koruyucusu 1520 Şâbân ayında eski saltanat merkezi Edirne’ye gitmeyi kararlaştırıp, ordu-yı hümâyûna lâzım olan pekçok ağırlıklar ve hazîne-i âmire ile yola çıkardılar.” İrâdemi kaybedip; «Saâdetlû Pâdişâhım, (sırtınızdaki çıban) büyük bir çıbandır. Bir münâsip merhem koymak gerektir” dedim. Bu sözlerime karşı latîfe olmak
üzere: “Biz çelebi değiliz ki, bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara mürâcaat edelim” dediler. Bu hâlle kasr-ı saâdete çıktılar. Ol geceyi acı ve ıstırap ile geçirdiler. Ertesi gün çıbanın olgunlaşması için hamama gittiler. Kendi tellâkları olan Hasan adındaki hizmetçilerine iyice sıktırıp, çıbanı zedelemişler. Hamamdan geldiğinde bana; “Hasan Can, sözünle amel etmedik amma, kendimizi helâk ettik” buyurdular.
Millet bir olmazsa, gönlümü yaralar benim.
Edirne’ye gitmeye karar verdiğinden, Şaban ayının ikinci günü Edirne’ye doğru yola çıktılar. Hastalığı gitgide şiddetlendi, ilaç kabul etmez bir hâl aldı. Çorlu yakınında Sırt köyü denilen yere inildi. Buraya indiklerinde, çıban öyle bir hâl aldı ki akıntısını vücudundan def etmeye sultânın iktidârı kalmadı. Ve iki ay müddet, acılar içinde vakit geçirdiler. Aynı sene Şevval’in dokuzuncu gecesinde ruhunu teslim edip, bu elemli dünyadan Cennet bahçelerine doğru uçup gittiler.”
halis niyetimiz rızayı ilâhidir.”
SÖZLERİ “Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.” “Devletleri yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar.” “Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık,
“Ey gönül! Başkasından yardım ve dostluk umarak yaşama, düşmandan da korkma! Devlet ve saltanat ancak Allah’ın verdiğidir.” “Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin bir gün paslanır da parlamazsa, düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.” -------------------------
Bir rivayette Batılılar tarafından vefatı öyle sevindirici bir duruma dönmüştür ki onun ardından çanlar çalınmış ve “Aslan öldü” denilerek, onun İslam düşmanlarının kalbine saldığı korku dle getirilmiştir. Kefenlenip defnedilmeye götürüldüğü esnada Sultan Selim Han’ın sandukasının üstünde vasiyeti üzere büyük âlim Ahmed ibn Kemal Paşa’nın kaftanı ile örtülüdür. Şâirliği de ön planda olup, Selimî künyesiyle şiiler yazan Yavuz Sultan Selim’in bir dörtlüğü şöyledir: “İhtilâf u tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hattâ bî-karar eyler beni. İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz, İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.“ Ayrılık ve anlaşmazlık tehlikesi,
49
REBÎUL ÂHİR 1438
Mezarımda dâhi rahatsız eder beni. Saldırgan düşmana karşı birleşmekken çâremiz,
KAYNAKÇA Yavuz Sultan Selim’in Kişiliği, Mehmed Kırkıncı, 07-72010. Yavuz Sultan Selim(ö. 926/1520), Feridun Emecen. http://www.milliyet.com.tr/yavuz-sultan-selim Tarihe Söyletilen Yalanlar, Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit Gazetesi, 04 Haziran 2014. Yavuz Sultan Selim’in Dönüştürücü LiderlikDavranışları Hakkında Bir İnceleme, Ramazan Erturgut-Serhat Soyşekerci, Turkish Studies, Volume 5/2, Spring 2010. TDV “Mercidâbık Muharebesi” maddesi, Feridun Emecen, c.29; s. 174-176. 1 http://www.aydin24haber.com/yavuz-sultan-selimin-sah-ismaile-gonderdigi-mektuplar-457yy.htm 2 Osmanlı’nın sekizinci şeyhülislâmıdır. Asıl ismi, Ali bin Ahmed bin Cemâleddîn Muhammed’dir. Dedesine nisbetle “Cemâlî” denilmiş ve Ali Cemâlî ismiyle tanınmıştır. Evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır, suâl sormak isteyenler suâllerini bir kâğıda yazıp zenbile koyardı. O da çekip suâllerin cevâbını yazar, zenbili tekrar sarkıtırdı. Bu sebeble “Zenbilli Ali Efendi” ismiyle meşhur olmuştur. II. Bayezid Hân tarafından 903 (m.1497)’de Şeyhülislâmlığa tayin edildi. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleymân Hân dönemlerinde de olmak üzere 24 sene vazifesine devam etti. (İslam Âlimleri Ansiklopedisi) 3 http://www.beyaztarih.com/haber/yavuz-sultan-selim-ve-yanlis-resim.
| İslam Coğrafyası
| Metin Eken
Müslüman Coğrafyalarının En Batı’daki Ülkesi
M
OCAK 2017
üslüman Coğrafyaları yazı dizimizin bu bölümünde Türkçede “Fas” ismi ile anılan kuzeybatı Afrika ülkesine konuk olacağız. Her ne kadar Türkçede bu isimle anılsa da asıl adı “el Memleket-ül Mağribiyye”dir. Ülke, Müslümanlar arasında ise “Mağrib” ismi ile anılır. Müslüman tarihçiler tarafından ise “el Mağrib el Aqsa” yani “en uzak batı” şeklinde isimlendirilir. Bu isimlendirme hiç şüphesiz, ülkenin Müslüman Coğrafyalarının en batısında yer alması sebebiyle uzun yıllar kullanılagelmiştir. Ülke batılılar tarafından ise “Morocco” ismiyle anılır. Kuzey Afrika ülkeleri arasında Cebelitarık boğazına sahip olmakla ön plana çıkan ülke bu yönüyle Afrika ve Avrupa arasında köprü
50
FAS vazifesi görmektedir. Bölgenin bu özelliği İslam’ın Avrupa’ya yayılmasında da anahtar bir rol icra etmiştir.
Ülkenin Genel Özellikleri Afrika’nın kuzeybatısında yer alan ülke, batı ve kuzeybatısında Atlas Okyanusuna, kuzeyde Akdeniz’e, güneyde Batı Sahra topraklarına, güney ve güneydoğuda ise Cezair’e komşudur. Cebelitarık boğazına hâkim stratejik bir konumda yer alan ülke bu yönüyle Avrupa’ya en yakın Afrika Müslüman beldelerinden biri olarak dikkat çeker. Akdeniz ve Atlas Okyanusunun kesişim noktasında Afrika ile Avrupa’yı
birbirinden ayıran boğaz adını Müslüman fatih Tarık bin Ziyad’dan almıştır. Başkenti Rabat olan ülke yaklaşık 33 milyonluk nüfusa sahiptir. Ülkenin diğer büyük şehirleri Marakeş, Casablanca, Fez ve Agadir’dir. Nüfusun yüzde 59’unu Arapların teşkil ettiği ülkede Berberiler ise nüfusun yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Bu nüfusun yaklaşık yüzde 99’u Müslümanlardan oluşmakta ve ülkede Arapça ve Berberice resmi diller olarak konuşulmaktadır. Ayrıca Fransız sömürgecilerin de etkisiyle Fransızca ülkede yaygın olarak kullanılan diller arasında yer almaktadır. Halkın büyük bir çoğunluğu Maliki mezhebine mensuptur.
Tarihsel Süreçte Fas ve Müslümanların Ahvali Fas bölgesine ilk yerleşimler M.Ö. 8000’li yıllara kadar uzanmaktadır. Sonraları bilindiği kadarıyla Fenikeliler, Romalılar ve Bizanslıların hâkimiyetinde kalan bölgede İslami dönem Ukbe Bin Nafi ile başlar.
Murabıtlar döneminden sonra ülke çeşitli devletlerin kontrolü altına girmiş, 15. Yüzyıldan itibaren ise Portekizlilerin saldırılarına maruz kalmıştır. Bu saldırılar boyunca siyasi istikrarsızlıklar içerisinde kalan ülke 1912 yılına gelindiğinde Fez Anlaşması ile Fransız-İspanyol Sömürgesi haline gelmiştir. Böylelikle de 44 yıl sürecek sömürge dönemi başlamıştır. 1956 yılı sömürgeciliğe karşı verilen mücadelenin meyvelerinin alındığı bir yıl olmuştur. Sultan V. Muhammed, Ağustos 1957’de kral (melik) unvanını almış; 26 Şubat 1961’de vefat
51
REBÎUL ÂHİR 1438
686 yılında bölgeye vali olarak gelen Ukbe Bin Nafi, Magrib’in bir kısmını fethetmiş ve burada hilafete bağlı Ifrikiyye eyaletini oluşturmuştur. Magrib’in kalan kısmı ise, 688’de bölgeye gelen Hassan Bin Nu’man ve 712’de bölgeye gelen Musa Bin Nusayr zamanında fethedilmiştir. Musa Bin Nusayr’ın kumandanlarından olan Tarik Bin Ziyad, Cebelitarık boğazını geçerek bugünkü İspanya topraklarına girmiş ve Endülüs İslâm devletinin temelleri bu şekilde atılmıştır. Cebelitarık (Tarik Dağı) Boğazı’na bu adın verilmesi de Tarık Bin Ziyad’a nispetledir. Tarihte Mağrib üzerinde kurulmuş olan en önemli İslâm devleti Murabıtlar devletidir. 1056’da kurulan Murabıtlar, zamanla bütün Kuzey Afrika’yı ve Endülüs’ü içine alan 6 milyon km2’lik geniş bir bölge üzerinde hâkimiyet kurmuş ve buralardaki dağınıklığa son vererek bir birlik ve merkezi otorite oluşturmuşlardır. 1
Fas’taki İslâmi cemaatlerin önde gelenlerinden bir diğeri de Adalet ve Ihsan Cemaati’dir. Bu cemaatin lideri Abdusselam Yasin’dir. Adalet ve Ihsan Cemaati, Islah ve Tecdid cemaatine nispetle daha sert ve tavizsiz bir tutum izlemektedir. Cemaatin lideri Abdusselâm Yasin, 1975 yılında kral II. Hasan’a “Ya İslâm Ya da Tufan” başlığını taşıyan ve 100 sahifeden fazla bir açık mektup yazmış ve bu mektup üzerine hapse atılmıştır.
Fas’taki İslâmi cemaatlerin önde gelenlerinden bir diğeri de Adalet ve Ihsan Cemaati’dir. Bu cemaatin lideri Abdusselam Yasin’dir. Adalet ve Ihsan Cemaati, Islah ve Tecdid cemaatine nispetle daha sert ve tavizsiz bir tutum izlemektedir. Cemaatin lideri Abdusselâm Yasin, 1975 yılında kral II. Hasan’a “Ya İslâm Ya da Tufan” başlığını taşıyan ve 100 sahifeden fazla bir açık mektup yazmış ve bu mektup üzerine hapse atılmıştır.
etmesi üzerine de tahta oğlu II. Hasan geçmiş-
tebliğ ve eğitim çalışmaları yapan pek çok yapıya rastlanmaktadır. Fas’taki İslâmi cemaatler içinde en geniş kitle tabanına sahip olan ve faaliyetlerini en geniş alana yayan cemaatin Islah ve Tecdid Cemaati olduğunu söyleyebiliriz. Bu cemaat Müslüman Kardeşlerin çizgisini benimsemiş bir cemaattir ve lideri Abdullah Benkiran’dır. Fas’taki İslâmi cemaatlerin önde gelenlerinden bir diğeri de Adalet ve Ihsan Cemaati’dir. Bu cemaatin lideri Abdusselam Yasin’dir. Adalet ve Ihsan Cemaati, Islah ve Tecdid cemaatine nispetle daha sert ve tavizsiz bir tutum izlemektedir. Cemaatin lideri Abdusselâm Yasin, 1975 yılında kral II. Hasan’a “Ya İslâm Ya da Tufan” başlığını taşıyan ve 100 sahifeden fazla bir açık mektup yazmış ve bu mektup üzerine hapse atılmıştır. Fas’taki Islâmi cemaatlerin önde gelenlerinden biri de Islâmi Gençlik Hareketi’dir. Bu hareketin kurucusu Fas’in Seyyid Kutub’u diye adlandirilan Abdulkerim Muti’dir. 3 Fas, tarih boyunca İslam ve Müslümanlar bakımından önemli bir ülke olagelmiştir. Gerek stratejik konumu ve bu doğrultuda İslam’ın Avrupa’ya yayılmasındaki etkisi, gerek eğitim ve ilim hususundaki tarihsel rolü -ki dünyanın en eski üniversite ve kütüphanelerine bu ülke topraklarında rastlanmaktadır- gerekse de bölge halkının İslam ile ilişkisi bu ülkeyi İslam ve Müslümanlar bakımından önemli kılan örneklerden yalnızca bir kaçıdır. Ancak ne yazık ki bu kadim İslam beldesindeki Müslümanlar da dünya Müslümanlarına benzer bir biçimde ciddi zorluklarla yüzleşmekte, batılı ülkelerin kirli siyasetlerine alet edilmektedir.
tir. Aralık 1962’de ise, kabul edilen anayasa ile ülkede şahsî ve siyasî hakları garanti altına alan bir monarşi kurulmuştur.
2
Kral II. Hasan’ın
-------------------------
1999’daki vefatı üzerine ise, yönetime Sidi Muhammed geçmiştir. Ülkedeki İslami cemaatlere bakıldığında ise bazıları devletin İslamileştirilmesini amaçlayan
OCAK 2017
siyasi faaliyetlerde bulunurken bazıları sadece
52
1. Ekrem Yolcu, Fas, Vahdet Dergisi. Erişim Adresi: http://www.enfal.de/fas.htm 2. Davut Dursun, Fas / Tarih, Himaye Dönemi ve Bağımsızlık, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Cilt:12, Sayfa: 192-196, 1995. 3. Ekrem Yolcu, a.g.m.
| Haber Analiz
Emrah Seven |
Halep İnsanlık ve Vicdan R
usya ve İran destekli Suriye rejim güçleri Halep’e son dönemlerin en vahşi saldırı-
sını başlattı. Halep’te havadan Rusya askeri uçaklarının bombalamaları karadan ise İran, Hizbullat ve Suriye rejim milislerinin saldırıları ile insanlık büyük bir soykırım ve katliamla karşı karşıya kalmakta. Son alınan bilgilere göre kuşatma altındaki yaklaşık yüz bin
rehin alınıyor, işkence ediliyor, bombalanıyor ya da katlediliyor. Elektrik, su ve yiyecek bulunmadığı Halep’te rejim güçlerinin rehin aldığı sivillerin nereye götürüldüğü ise bilinmiyor. Kendi kitlesini yalan bilgi ile yönlendiren, kendi halkını katletmekten çekinmeyen Esed’in ateşkes ihlali-
sivil, 8,6 kilometrekarede sıkıştı. Tüm dünya-
ne şaşırmamak hatta güvenmemek gerekir.
nın gözleri önünde bir insanlık trajedisi ya-
Suriye’nin Halep kentinde tahliye konusu
şanmaktadır.
her geçen dakika güncelleniyor ve tablo değişiyor. İnsani koridor İdlib'e doğru açılmıştı.
sivillerin tahliyesine yönelik hamleleri İran
Ancak koridor bir türlü açık kalamıyor, kon-
ve rejim güçlerinin ateşkes ihlalleriyle siviller
voy ilerleyemiyor. Çünkü Şam rejimi yanlıları
53
REBÎUL ÂHİR 1438
Türkiye’nin özellikle diplomatik baskılarıyla
konvoyu durdurdu ve 800 kişiyi rehin aldılar. Anadolu Ajansı aralarından 14 kişinin açılan ateşle öldüğünü ve kalanların da Halep’e geri gönderildiğini duyurdu. Rusya, İran ve Türkiye’nin Dışişleri Bakanlarının Moskova görüşmeleri Suriye’nin yapısını sivil halkın tahliyesini muhaliflerin durumunu belirleyeceğe benziyor. Suriye savaşı aynı zamanda insanlık ve vicdan savaşıdır. Kimlerin insanlığın yanında olduğu ile kimlerin zalimlerin, zulmün, fesatlığın yanında olduğunun belli olduğu bir savaş. Halep kuşatmasında da bunu gördük. Ana akım medyası Halep’teki sivil halkın öldürülmesini Esed’in zaferi olduğunu manşetleri ile gazetelerini, televizyonlarını süsledi. Kendilerini her fırsatta emperyalizm karşıtı, özgürlüklerin koruyucusu ve halkların kardeşliğinin savunucusu olarak tanıtan medya tetikçileri ise katliamları, zulümleri, tecavüzleri Halep cihatçılardan temizlendi şeklinde attığı mesajlarda kamuoyunu yanıltma girişimlerinde bulundular. Suriye savaşının en acı yanı ise kendimizden bildiğimiz insanların ihanetleri ile karşılaşmamız. Her platformda vahdet çığlıkları atanların aslında sözlerinin yalan olduğunu gösterdi bize Halep. İnsanlık katledilirken vahdet diye İran ile oturmamız ve anlaşmamız üzerine baskı yapanları da tarih unutmayacak. Şunu
Suriye savaşının en acı yanı ise kendimizden bildiğimiz insanların ihanetleri ile karşılaşmamız. Her platformda vahdet çığlıkları atanların aslında sözlerinin yalan olduğunu gösterdi bize Halep. İnsanlık katledilirken vahdet diye İran ile oturmamız ve anlaşmamız üzerine baskı yapanları da tarih unutmayacak. Şunu unutmamalıyız ki ırzına geçilen bacımızın, öldürülen kardeşlerimizin, karınlarını kurşunlarla doldurulan bebeklerin temiz kanlarını katilleriyle aynı masaya oturarak kirletemeyiz ve şehitlerimize hesap veremeyiz!
unutmamalıyız ki ırzına geçilen bacımızın, öldürülen kardeşlerimizin, karınlarını kurşunlarla doldurulan bebeklerin temiz kanlarını katilleriyle aynı masaya oturarak kirletemeyiz ve şehitlerimize hesap veremeyiz! Dünyaya şunları haykırıyoruz. Tüm müstekbirler, işbirlikçi hainler, medya tetikçileri,
OCAK 2017
ABD’yi Rab edinenler, Laikler, Demokratlar,
54
Sizlere sadece şunu söylüyoruz: Halep’ten tahliye edilen küçük çocuğun cama yazdığı gibi “Bir Gün Yine Geleceğiz” sözünü söylüyoruz ve ekliyoruz. Daha inançlı daha kararlı bir şe-
savaş bitti evlerinize dönün diyenler, İran ve
kilde akidemizden taviz vermemiş bir şekilde
Rusya ile aynı masaya oturmamız gerektiğini
gaddarlık, zulüm, hainlik üzerine kurduğu-
söyleyenler…
nuz saltanızı başınıza yıkarak geleceğiz.
| Serbest Köşe
Derya Fıçıcı |
ZAFER; İNANANLARINDIR D
ünyanın dört bir yanından müslümanların acı haberleri geliyor. Her yer kan, vahşet, gözü dönmüşlük, işkence ve bütün bu kelimelerle birlikte anılan müslümanın adı... Gönüller kırgın, kalpler hüzünlü, gözler yaşlı, bedenler yorgun. Ne yapacağımızı bilemez haldeyiz. Savaş devam ediyor, küffar vuruyor, saldırıyor, keyiflenmiş...
yor Uhud’tan... Enes b. Malik (radıyallahu anh)
Tam da bu sırada Uhud geliyor aklımıza. Müslümanlar şehitler vermiş, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaralanmış, Hz. Hamza (radıyallahu anh)’ın ciğerleri sökülmüş, Musab b. Umeyr (radıyallahu anh) şehit edilmiş. Ortalıkta bir söylenti; Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) öldürüldü..! Sesler yükseli-
gördüğünde “Bu kim?” diye sordu. O da “Şu
anlatıyor: “Uhud harbinde Medineliler darma dağınık olmuştu. Herkes bir tarafa kaçışıyor ve ‘Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) öldü!’ diye bağırışıyorlardı. Hatta bu yüzden o kadar çok bağırıp çağırma olmuştu ki bu haber Medine’nin civar mahallelerine kadar ulaşmıştı. Sonra evli kadınlardan biri Uhud’a ulaşıp, bir şehidi baban”, bir başkasına rastladığında “Bu kardeşin”, başka bir rastladığına da “Şu kocan” bir diğeri için de “Bu da oğlun” diyorlardı. Kadın: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) nediye cevap veriyorlardı. Nihayet kadını Rasû-
55
REBÎUL ÂHİR 1438
rede?” diye soruyordu. Onlar da: “Ön tarafta”
lullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına kadar getirdiler. Ve kadın: “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah! Sen hayatta olduktan sonra ben kimi kaybedersem kaybedeyim, hiç önemli değil.” dedi. Bugün de bakıyoruz etrafa, burası neresi? Halep... Bu bacıma ne olmuş? Namusu kirletilerek öldürülmüş. Bu bebe açlıktan ölmüş, bu ihtiyar kurşuna dizilmiş. Peki ya şurası neresi? Arakan... Dört bin müslüman yakılarak öldürülmüş. Peki ya burası? Çeçenistan... Ve daha niceleri... Ve bir haykırış kalbimizin derinliklerinden: “Allah ve Rasûlü için, bu ümmet için, yüce dava için, canlarını, mallarını, zamanlarını, her şeyini feda edecek olanlar nerede?” sorusuna içimizden: “İşte o benim Ya Rabbi!” “İşte o biziz Ya Rabbi!” “İşte o bizleriz Ya Rabbi!” cevabını işitebiliyorsak hamdolsun Ya Rabbi... Verdiğimiz şehitler kalbimize sabır, takva ve mücadele tohumları ekti.
OCAK 2017
Musab b. Umeyr (radıyallahu anh) zırhını giydiğinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e çok benzerdi. İbni Kamie, Musab (radıyallahu anh)’ı şehit ederek, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i öldürdüğünü zannetmişti. Derhal müşriklerin yanına vararak, “Muhammed’i öldürdüm” diye naralar atmıştı. Bu dehşetli narayı duyan ashab-ı kiram, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i aramaya koyuldu. Bu esnada yaşanan duygular, üzüntü, kaygı ve endişeler oldu. Ancak ashab-ı kiram savaşa devam etti ve o müjdeli haber geldi. Bu müjdeli haberi veren Kab b. Malik (radıyallahu anh) idi. Müslümanlara sesleniyor ve eliyle Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yerini gösteriyordu. O an ashabın
56
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. Eğer size (Uhud savaşında) bir yara değmişse, (Bedir harbinde) o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler ki, biz onları insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah’ın sizden iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Âli İmran, 139-140)
tek derdi, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i korumaktı. O gün ashab-ı kiramın duyduğu endişenin benzerlerini duyabiliriz. İslam ümmetinin başına gelenler bizi üzebilir, endişelendirebilir, belki ümitlerimizi azaltabilir. Ancak yapmamız gereken ashab-ı kiramın yolunu takip etmektir. Allah için, o mübarek dava için, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetini korumak için sonuna kadar bütün kuvvet ve gayretimizle mücadele etmek, Uhud’un sonunda olduğu gibi, bizden gidenler şehit, kalanlar ise gazidir. Bu sebeple kardeşler, kalpleri ümitsizliğe sürükleyecek, gayretlerimizi azaltacak söylemler yerine inandığımız yüce davaya sımsıkı sarılarak daha fazla fedakarlık yaparak, etrafımızdaki müslümanları mücadeleye davet etmeliyiz. Allah (celle celaluhu) ayetinde şöyle buyuruyor: “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. Eğer size (Uhud savaşında) bir yara
değmişse, (Bedir harbinde) o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler ki, biz onları insanlar arasında döndürür dururuz. (Bu da) Allah’ın sizden iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Âli İmran, 139-140) Âli İmran, 139. Ayeti, Seyyid Kutup (şehid inşaAllah) Fizilal-il Kuran adlı tefsirinde şöyle anlatıyor: “Uğradığınız zayıflıktan dolayı gevşemeyin. Başınıza gelen musibetlerden ve kaçırdığınız fırsatlar yüzünden üzülmeyin. Üstün olan sizsiniz. Herşeyden önce akide üstündür; çünkü, siz sadece Allah’a secde edersiniz. Onlarsa, O’nun yarattıkları şeylerin kimine ya da bazısına secde ederler. Hayat metodunuz üstündür; çünkü siz Allah’ın gösterdiği metoda göre hareket ediyorsunuz. Onlarsa Allah’ın yarattıkları insanların hazırladığı metoda uymaktadırlar. Üstlendiğiniz rol üstündür; çünkü siz, bütün insanlığın önderliğini elinizde bulunduruyorsunuz, topyekün insanlığın öncülerisiniz. Onlarsa metodtan uzaklaşmış ve yoldan sapmışlardır. Yeryüzündeki konumunuz üstündür; Çünkü Allah’ın size vadettiği yeryüzünün mirası sizindir, onlarsa yokluğa ve unu-
tulmaya yuvarlanıp gideceklerdir. Şayet gerçek müminlerseniz, üstün olan sizsiniz. Gerçekten inanıyorsanız, gevşemeyin, üzülmeyin! Cihad, imtihan ve arınmadan sonra sonucun sizin olması için yaralar almanız ve yaralanmanız yüce Allah’ın bir kanunudur.” Bunun bir başka sebebi de Allah’ın müminleri arındırması ve kafirleri yok etmesidir. Böyle durumlarda saflar ayrılır, mümin ve münafık ortaya çıkar. Bugün İslam ümmeti bunca imtihan ve acıdan geçerken, Allah’ım bizleri ellerini bağlamış seyredenlerden eyleme! Zafer ve şehadet için tüm kuvvetini, canını, malını bu yolda harcayanlardan eyle Ya Rabbi... Allah’ım bunca zulmü görüp üç gün sonra unutmaktan sana sığınırız. Dünyanın süsüne aldanmaktan, boş işlerle uğraşmaktan, bedenimizin, sözümüzün, malımızın gücünü senin davanın dışında başka şeyler için kullanmaktan sana sığınırız Ya Rabbi... Allahümme Amin Selam ve Dua ile...
REBÎUL ÂHİR 1438
57
| Serbest Köşesi
| Ebubekir Eren
ALİMİN ÖLÜMÜ ALEMİN ÖLÜMÜDÜR İ
zzet ve yüceliğin tek sahibi, şeref ve kibriyada ortağı olmayan, övgüye, hamde ve yüceltilmeye layık olan, izzetin, arşın rabbi olan Allah’a hamd olsun. O Allah ki insanları denemek için darlığın ve bolluğun her çeşidini dağıtıp saçtı, yaptıklarının en güzelinin karşılığını ebediyet yurdunda onlara vermek için kullarını sıkıntı karşısında sabretmeye ve rahatlık esnasında şükretmeye teşvik etti. Bunun üzerine gevşeklik hastalığı uzuvlarda depreşmeye başladı. Birtakım insanlar bu hastalığı tedavi etmek için uyandılar, hazırlık yaptılar, arzuyu (heva) düşman saydılar, fani olanın fena bulmasından kaçarak bakiyi tercih ettiler. Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed’e, onun değerli, hayırlı ve takva sahibi ashabına, hüküm alanında kıyamet gününe kadar onun şeriatını uygulayacak olanlara sayıp dökülemeyecek kadar çok salat ve selam ederim. ‘’Gerçek âlimler; insanlara, ana-babalarından daha hayırlıdırlar. Zira anne ve baba, çoğu zaman çocuklarını yalnız dünya tehlikelerinden korurlar. Dünyevî geleceklerini hazırlarlar. Âlimler ise, insanları âhiret azabından korurlar, uhrevî istikballerini hazırlarlar.”
OCAK 2017
Şuayp el Arnavut aslen “Albania” olan Arnavutludur. Babası Muharrem, ilim ehlini pek çok seven ve onların sohbetlerine katılır, Kur’an’dan bazı sureleri ezbere bilirdi. Yasin suresini ezbere her gün okurdu. İbadete
58
düşkün Salih bir insandı. Şam diyarının faziletini bildiren hadisleri esas alarak mübarek Şam diyarına hicret eder. Aynı şekilde annesi de İslami temel dini bilgilerine sahip Saliha bir hanımdır. Daha sonra Şam diyarında 1928 de Şeyh Şuayp el Arnavut dünyaya gelir. Babasının manevi gölgesinde İslami ilimleri öğrenerek büyüdü. Kur’an’ı Kerim’i ezberledi. Kur’an’ı Kerim’den almış olduğu manevi haz ve belagat incelikleri sebebiyle henüz küçük yaşta, Arapça dil gramerini ve edebiyatını öğrenmeye başlar. Şam diyarında mescitlerde ilim halkalarına katılarak o dönemin meşhur hocalarından ders aldı. Şam’ın meşhur âlimi Bedrettin el-Haseni’den ders almış, Muhammed Salih el- Farfur, Şeyh Arif el-Duveci ve benzeri meşhur hocalardan Arapça dil gramerine yönelik elfiye şerhi, İbni Akili, İbni Hacibin kafiyesini, Zemahşeri’nin mufassalını, İbni Hişam’ın Şüzuru Zeheb’ini ve devamında Abdulkadir Curcani’nin Delailul İcaz ve Esrarı Belagat gibi meşhur kitapları okudu. Avamili ve İzharı Arnavutlu hocası şeyh Süleyman Gavuci’den aldı. Bu uzun tedrisattan sonra fıkıh ilmine yöneldi. Birçok hocadan ders aldı ve farklı birçok fıkıh kitabından ders okudu. Hanefi fıkhının meşhur “Merakil felah, el İhtiyar, Kuduri’nin muhtasa-
rı ve İbn Abidin” gibi kitapları okuyarak Hanefi fıkhı üzerine yoğunlaşmıştır. Bununla beraber usulü fıkıh ve hadis usulünü, kuran ilimleri ve ahlak kitaplarını okudu. Hocanın yaşı bu sırada 30’a varmıştı.
En çok istifade ettiği ilim hocaları Şuayp el Arnavut’un muasır ilim ehlinden en çok istifade ettiği kişiler; Hasan el-Benna, Ebul Hasan en-Nedvi, Ebul ala el-Mevdudi… Bu ilim ehli insanlar, yaşadığımız muasır çağda insanlara öz iradeleri ile düşünmeyi ve kuru taklitten kurtulmalarını sağlayan seçkin insanlardır. Bunun örneğini geçmişe baktığımızda İbn Kudame el Makdisi’de görmek mümkündür. İbn Kudame ilk başta ilim talebelerine “el Umde” eserini telif eder. Bu eserde İmam Ahmed bin Hanbel’den aktarılan meseleleri delillerini belirtmeksizin özet bir biçimde yazar. Ardından “el Mugni” adında bir eser telif eder. Bu eserde İmam Ahmed bin Hanbel’den aktarılan meseleleri daha detaylı bir biçimde ele alır. Daha sonra “el Kafi” eserini telif eder. Bu eserde İmamdan rivayet edilen meselelerin tümünü delilleri ile birlikte ele alır. Ardından “el Muğni” eserini yazar ki bu eserinde sahabeyi kiramın, tabiinin ve mezhep imamlarının görüşlerini ele alır. İbni Kudame bu yöntemi takip ederek ilim talebesine doğru bir yol takip etmesini sağlamıştır. Böylece ilim talebesi öncelikle meselelerin aslını öğrenmiş olur ardından delillerini ve daha sonra kuru taklitçilikten kurtulup görüşler arasında tercih yapma ehliyetini elde etmiş olur. Dört mezhep imamları da bu yöntemi takip ederek içtihat sahasına açıldılar.
Hadis ilmine yönelmesi
Kitap Tahkikinde takip ettiği yöntem Şuayp Arnavut’u kendine has bir tahkik usulü geliştirmişti. Tahkik ettiği kitaplarda bunu açıkça görmek mümkündür. Şöyle ki; tahkik ettiği kitabın müellife ait hayat tercemesini etraflıca verir, kitapla alakalı geniş malumatlar belirtir. Esas almış olduğu nüshanın özelliklerini belirterek asıl nüshanın bazı bölümlerini belirtir. Şuayp Arnavut’a göre gerçek manada muhakkik olan kişi, tahkik etmiş olduğu kitabı sadece müellifin kitabı yazdığı şekli ile ibareyi düzeltip tashih etmekle yetinmez. Bilakis muhakkik kişi müellifin yazmış olduğu ve kaydettiği görüşler arasında tercihte bulunur ve sahih olan görüşü belirtir. Bu sebeple olmalıdır ki şeyh Şuayp Arnavut tahkik etmiş olduğu kitapların birçoğunda müelliflerin görüşüne katılmadığı ve kendinden önceki İbn Hacer gibi büyük muhakkik âlimlere ve Ahmed Şakir gibi muhaddislere muhalif davranır. Şuayp Arnavut’un bu seçkin âlimlere muhalif davranması onun bu husustaki titizliğini ve gayretini gösterir. Kaldı ki bu seçkin âlimlerin kadrinden bir şeyi eksiltmez ve kıymetini düşürmez. İmam Ahmet’inde dediği gibi içimizde hiç kimse İshak bin Rahuveyh’in Bağdat köprüsünü geçip Horasan’a gittiği gibi geçmiş değildir. Her ne kadar bazı hususlarda bize muhalif davranmış olsa da kaldı ki insanlar birbirinden farklı görüş belirtmeye devam edecekler.
59
REBÎUL ÂHİR 1438
Şeyh Şuayip el Arnavut fıkıh eğitimi gördüğü sırada hadis ilmine yönelik birçok açık görüyordu. Şöyle ki, sahih hadisle zayıf hadisler birbirinden ayırt edilemiyordu. Bu durum Şuayip Arnavut’un hadis ilmine yönelmesini gerektirdi. İlk hadis tahkikine “Mervezin’in Musnedu Ebi Bekr” isimli eseri ile başladı. Ardından birçok hadis kaynaklarını tahkik etti. Bu alanda en meşhur ve muazzam çalışması Ahmed bin Hanbeli’n müsnedine yapmış olduğu tahkiktir.
‘’Gerçek âlimler; insanlara, anababalarından daha hayırlıdırlar. Zira anne ve baba, çoğu zaman çocuklarını yalnız dünya tehlikelerinden korurlar. Dünyevî geleceklerini hazırlarlar. Âlimler ise, insanları âhiret azabından korurlar, uhrevî istikballerini hazırlarlar.”
Talebeleri
beli, 10 cilt
Tahkik alanında Şuayip el Arnavut birçok talebe yetiştirdi. Bunlardan bazıları; Muhammed Naim el-Araksusi, İbrahim Zeybek, Adil Mürşit, Ömer Hasan Kayyum, Ahmed Abdullah, Abdullatif Hirzullah, Ahmed Berhum, Rıdvan Araksusi.
- Zadu’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, İbn Cevzi, Abdulkadir Arnavut ile birlikte, 9 cilt
Şuayip el- Arnavut’un talebeleriyle ortaya koydukları tahkik çalışmaları bu alandaki başarısını açık bir şekilde belirtmiştir. Şeyh Şuayip el Arnavut talebeleriyle adeta arkadaş gibiydi. Onların maslahatına olabilecek her gayreti sarf ederdi. Onların görüşlerini hiçe saymaz, bilakis onlara akıllarını çalıştırmalarını ve delille konuşmaya yönlendirirdi. Talebesi İbrahim Kaymaz, tahkik ettiği “tabakatu-l muhaddisin” adlı kitabın mukaddimesinde hocası Şuayip el Arnavut için şunları yazmıştır: Hocama sadece teşekkürlerimi ve övgülerimi sunmakla hakkını ifa etmiş olmam. Onun üzerimde hakkı pek çoktur. Hocamız bizi, hayata doğru bakma bakış açısını kazandırdı ve bu yolda olgun akılla, duyarlı kalple yürümemizi bize öğretti. O kıymetli günlerini, vakitlerini bizimle paylaştı, bize tahkik ilminin kapısını açıp etrafımızı ilimle aydınlattı. Engin ilminden istifade ettirdi. Ey muhterem hocamız! Sana ne kadar minnettarız, sana ne kadar şükran borçluyuz. Böylesine seçkin şahsiyet, muhaddis 88 yaşında (27 Ekim 2016/1438 tarihinde) Amman’da vefat etti. Hocamız geriye on çocuk ve kıyamete kadar bitip tükenmeyecek sadaka-i cariye mahiyetinde nice eserler bıraktı. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin, sünneti seniyyeye etmiş olduğu hizmeti sebebiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e komşu olmasını yüce rabbimizden niyaz ederiz, âmin.
OCAK 2017
Üzerinde tahkik çalışması yaptığı Eserleri el-Mektebet’ul-İslâmiye’de çıknkar:
60
- Metalibu Uli’n-Nuha fi Şerhi Ğayeti’l-Munteha, Ruhaybani, müşterek, 6 cilt - El-Kâfi fi fıkhı’l-İmam el-Mubeccel Ahmed b. Hanbel, İbn Kudame, müşterek, 3 cilt - Menaru’s-Sebil fi Şerhi’d-Delil, İbn Davyan, 2 cilt - El-Menazil ve’t-Teyyar, Usâme b. Munkız, 1 cilt - Musnedu Ebi Bekr, Mervezi, 1 cilt
Muessesetu’r-Risale’de çıkanlar: - Siyeru A’lami’n-Nubela, Zehebi, 28 cilt - El-İhsan fi Takribi Sahihi İbn Hibban, Bi-Tertibi’l-Emir Alauddin Faris, 18 cilt - Sunenu’n-Nesai el-Kubra, Hasan Çelebi ile birlikte, 12 cilt - El-Avasım ve’l-Kavasım fi’z-zebbi an sunneti ebi’l-kasım, İbn Vezir, 9 cilt - Sunenu’t-Tirmizi, 6 cilt - Sunenu’d-Darakutni, Hasan Çelebi ile birlikte, 5 cilt - Zadu’l-Mead fi Hadyi Hayri’l-İbad, İbn Kayyım, Abdulkadir Arnavut ile birlikte, 5 cilt - Tarihu’l-İslam, Zehebi, Dr. Beşşar Avad Ma’ruf ile birlikte, - Et-Ta’liku’l-Mumecced Şerhu Muvattai Muhammed, Ebu’l-Hasenat el-Leknevi, 4 cilt - Musnedul-İmam Ahmed, 52 cilt olarak , - El-Adabu’ş-Şeriyye ve’l-Men’u’l-Meriyye, İbn Muflih el-Hanbeli, Ömer Hasan el-Kayyam ile birlikte, 4 cilt - Tabakatu’l-Kurra, ez-Zehebi, Dr. Beşşar Maruf ile birlikte, 2 cilt
- Şerhu’s-Sunne, Beğavi, 16 cilt
- Mevaridu’-z-Zam’ân bi-zevâidi Sahih-i İbn Hibban, Heysemi, Rıdvan Araksûsî ile birlikte, 2 cilt
- Ravdatu’t-Talibin, Nevevi, Abdulkadir Arnavut ile birlikte, 12 cilt
- Şerhu’l-Akide et-Tahaviyye, İbn Ebi’l-İzz, Dr. Abdullah et-Türki ile birlikte, 2 cilt
- Muhezzeb el-Eğânî, İbn Manzur, 12 cilt
- Riyadu’s-Salihin, Nevevi, 1 cilt
- El-Mubdi’ fî şerhi’l-Mukni’, İbn Muflih el-Han-
- El-Merasîl, Ebu Davud, 1 cilt
Hijyen Haydi Hanımlar Seti Bacını yalnız bırakma!!! Şubat ayında yola çıkacak olan HZ. AİŞE (radıyallahu anha) tırında sizin de katkınız olsun. Suriye’deki hanım kardeşine bir hijyen seti de sen bağışla.
50
1 adet1,5 kg Çamaşır deterjanı 1 adetŞampuan 2 adetBebek bezi 1 adetSekizli tuvalet kağıdı 1 adetSıvı sabun 1 adetDiş macunu 1 adetMolpet ultra 1 adet Bulaşık deterjanı 1 adetYoğunlaştırılmış çamaşır suyu 2 adetIslak mendil 1 adet Cif 1 adetBeşli bulaşık süngeri 1 adetPeçete 2 adetDiş Fırçesı 1 adetBeşli el sabunu 1 adet Dörtlü banyo sabunu
* Tüm
set
İrtibat: 0538 517 2321 Kuvveyt Türk İMAM BUHARİ Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000 İban: TR54 0020 5000 0078 8500 0000 01 Şube: Yenibosna
“Amel, sözün efendisidir.” Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Bağcılar/İstanbul 0212 550 6377 | bilgi@imambuharivakfi.org | www.imambuharivakfi.org
KER
MES
201
7
KERMESİMİZ AÇILIYOR Sizi ve Dostlarınızı BEKLİYORUZ
Ucuz ve Kaliteli
Ürünlerimizle Hem İhtiyacınızı Giderin Hem De Hayra Destek Olun
14-30 OCAK MALZEME BAĞIŞLARINIZI BEKLİYORUZ
Kermes Adresi: Eski Büyükdere Cd. No:17 4.Levent/Kağıthane/İstanbul (Yanyol 4.Levent Metrosuna 300 Mt. Yakınlıkta )
“Amel, sözün efendisidir.” Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Bağcılar/İstanbul 0212 550 6377 | bilgi@imambuharivakfi.org | www.imambuharivakfi.org