Nebevi Hayat Dergisi 6. sayı (2013)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Mayıs 2013 1434

Yıl: 1 Sayı: 6 - Fiyatı: 5 TL

Cemaziyelahir

R A İ İ DE H LA

İ

Hakimiyet Ve Kanun Koyma

www.nebevihayatyayinlari.com

Hasan Karakaya

Demokrasi

S

Yasin Karataş

Millet-i İbrahim Nedim Bal

Demokrasi Bir Cahiliye Yönetimidir Mahmut Varhan

Metin Yüksel’in Hayatı Hüseyin Kalender

İRADE L İ İV

?

? i M E D

A R i L i V i S

i H A iL

"Eğer kurşunlar bugün göğsüme saplanmazsa, yarın Kur`an’ a saplanacaktır" diye hakkı haykıran Merhum Şehit Halit el-İslambuli’nin annesi ile röportaj


NEBEVÎ HAYAT yayınları

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul

Tel-Faks: (0212)

515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63

www.nebevihayatyayinlari.com siparis@nebevihayatyayinlari.com


KİTAP

KAMPANYASI

HER YAŞA UYGUN YETİŞKİNLER İÇİN

88.00 TL

9.00 TL

20.00 TL

15.00 TL

HANIMLAR İÇİN

6.00 TL

5.00 TL

2.50 TL

2.50 TL

ÇOCUKLAR İÇİN

5.00 TL

8.00 TL

ELİF-BA

7.50 TL

8.00 TL

M ADI İM M I D ER Lİ A ’AN-I K D İ V TEC AY KUR ASI -B OL nda ELİF 2. Yarısı EN K ının a s Ay çılard Kitap

Mayı


HÂKİMİYET VE KANUN KOYMA

BAŞYAZI

Hasan Karakaya

5

DEMOKRASİ

KAPAK GÜNDEM Yasin Karadaş

9

DEMOKRASİ BİR CAHİLİYYE YÖNETİMİDİR

KAPAK GÜNDEM Mahmut Varhan

17

DEMOKRASİ ÇAMURUNDA İSLAMCILAR

KAPAK GÜNDEM Hakan Sarıküçük

Sahibi İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Şükrü Yıldız Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Dağıtım Sorumlusu Turhan Güncü (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

23

Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları Yurt içi yıllık: 60 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)


SALİHLERİN ŞİARI; TEHECCÜD NAMAZI Zeynelâbidin Toprak

28

MİLLET-İ İBRAHİM Nedim Bal

30

YERYÜZÜNÜN EFENDİSİ OLMAK YA DA ZİLLETE RAZI OLMAK PAHASINA KÖR TAKLİT Ali Yücel

35

ÜÇ AYLARIN FAZİLETİ Ebu Bekir Eren

38

Molla Sadrettinin mahdumuydu Doğunun ezilen çocuğuydu Ey mücahit Metin Yüksel Bizlerin önderi siz şehitler Molla Sadreddinin alnı secdede Metinin annesine şehadet müjde Ey mücahit metin yüksel Bizlerin önderi siz şehitler

45

ŞEHİTLERİMİZ ONLAR ÖNCÜLER

KORKUSUZ ÂLİM Said Özdemir

KİTAPLIK

KARDELENLERİN KAN KIRMIZI AÇTIĞI GÜN

ÇAĞDAŞ KONUMUMUZ

Hüseyin Kalender

İMAM ÂZAM EBU HANİFE’NİN HAYATI

ANNEME MEKTUP Yusuf Yılmaz

Baskı Cilt: Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Kasım 2012

45

59

DÜNYADAN HABERLER

60

Hakan Sarıküçük

Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

42

51 57

TEKNOLOJİ DÜNYASI SİZDEN GELENLER

Yazı kuralları • • • •

Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir.

• •

62

Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

64


EDİTÖR Allah’ın adıyla Hamd, hidayetiyle sevdiği ve razı olduğu kullarını kendi dinine hizmet etmeye muvaffak kılan Rabbimize, salât ve selam “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” buyuran, tek önderimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabilerine ve bu nurlu yolun hizmetkârlarına olsun. Değerli Dostlar İnsanlık tarihi içinde en karanlık çağlardan birinde yaşıyoruz. İnsanların kahir ekseriyetinin bâtıla yöneldiği, şeytanın insanlar hakkındaki zannını gerçekleştirerek, onların çoğunluğunu saptırdığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu hususta İblis’in en tehlikeli silahlarının başında da insanların faziletli (!) bir sistem olarak sahiplendikleri demokrasi gelmektedir. Demokrasi sayesinde insanlar ilahi vahiyle olan tüm bağlarını koparmış ve Allah’a kulluğu reddederek ferdi özgürlüklerini sınırsız bir şekilde kullanma sarhoşluğuna kapılmışlardır. Allah’a kul olmayı reddeden insanlar, Allah’ın dışındaki pek çok şeyin kulu ve esiri olmuşlardır. Demokrasilerde hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ilkesinden yola çıkılarak, insanlar ilahlaştırılmış ve çoğunluğun koymuş olduğu yasaklar ve serbestlikler, Allah’ın koymuş olduğu yasaklar ve helaller göz önüne alınmadan, doğru kabul edilmiştir. Bu yöntemle Allah’ın koymuş olduğu birçok yasak, serbest hale getirilmiş, birçok helal ise yasaklanmıştır ki, her Müslümanın bileceği üzere bu hareket insanı şirk ameline götürecek bir davranıştır. Ne acıdır ki, Allah’ın hakimiyetini inkar eden ve İslam’a bu derece zıt olan demokrasi “cahil Müslüman” halklar tarafından kabul edilmiş ve hatta İslam’la çelişmez gibi bir takım söylemlere bile konu olmaktadır. Bizler de bu sayımızda konunun önemine binaen İslam’da demokrasinin olmadığı, nereden geldiği ve Müslümanların demokrasi sistemine karşı nasıl bakmaları gerektiği gibi konuları değerli hocalarımızın kalemleriyle izah etmeye çalıştık. Ayrıca Merhum Şehid Metin Yüksel’in özet olarak hayatı ve Merhum Şehit Halid el-İslambûli’nin annesi ile yapılan röportajıda ilgiyle okuyup istifade edeceğinizi umuyoruz.

NEBEVÎ HAYAT

Değerli Kardeşler,

4

Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun onun lütfu ve inayetiyle 6. sayımıza ulaştık. Size bir sevindirici haberimiz bir de istirhamımız var. Sevindirici haberimiz dergimizi geçen ay itibari ile kargo ile göndermeye başladık. İnşaallah artık dergileriniz daha hızlı bir şekilde elinize geçecek. Malumunuz olduğu üzere kargo fiyatları ile dergimizin maliyetini karşılamamız mümkün değil. Ama gayemiz para kazanmak olmayıp tebliğimizi gücümüzün yettiği herkese ulaştırmak, hakkın sesini en yüksek ses yapabilmektir. Çünkü biz tacir değil davetçiyiz. Siz değerli kardeşlerimizden ricamız ise sesimizi daha gür ve kuvvetli çıkarabilmemiz için dergimize daha fazla sahiplenip önümüzdeki ay -inşaallah- başlatacağımız dergi abonelik kampanyamız için hassasiyet göstermenizdir. Rabbimize hamd olsun ki çok güzel haberler de gelmektedir. Bazı kardeşlerimizin istirahat günlerinde bile dergimizi satmak için kapı kapı dolaşıp dergimizi sattıkları ve dergimize katkıda bulunduklarını görmekteyiz. Rabbim ecirlerini bol bol versin ve kendilerinden razı olsun. Onların bu ihlaslı çalışmaları bu amellerin devamını sağlamakta ve bizlerin gayretini de artırmaktadır. Dergimize desteklerini esirgemeyen gönül dostlarımızza teşekkür ederek sizleri yazılarımızla başbaşa bırakıyoruz. Zevkle okumanız dileklerimizle. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duasıyla… MAYIS’13


Başyazı

Hasan Karakaya

HÂKİMİYET VE KANUN KOYMA ‫َواَ ِن ْاح ُك ْم َب ْي َن ُه ْم بِ َما اَنْ َز َل اللّٰ ُه َو َلا َت َّت ِب ْع اَ ْه َو َاء ُه ْم‬ ‫ض َما اَنْ َز َل اللّٰ ُه اِلَ ْيكَ َف ِا ْن‬ ِ ‫َو ْاح َذ ْر ُه ْم اَ ْن َي ْف ِت ُنو َك َع ْن َب ْع‬ ‫ض ُذنُوبِ ِه ْم‬ ِ ‫َت َولَّ ْوا َفا ْع َل ْم اَنَّ َما ُي ٖري ُد اللّٰ ُه اَ ْن ُي ٖص َيب ُه ْم بِ َب ْع‬ ِ ‫س لَف‬ ‫َاسقُو َن‬ ِ ‫َواِ َّن َك ٖث ًيرا ِم َن ال َّنا‬ “Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide, 5/49) gemenlikle kanun koyma yetkisi arasında büyük bir bağlantı bulunmaktadır. Herhangi ülke veya bölgeye hâkim olduğu kabul edilen güç, oranın hayat sistemini belirler ve bu sistem de yasa olarak kabul edilir. Cahili topluluklarda, hâkimiyetin insanlara ait olduğu düşüncesi egemen olduğundan, kişilerin yaşam sistemlerini belirleyen kanunları, ya bir diktatör tağut veya halkın temsilcileri sayılan parlamenter tağutlar tayin ederler. İslâm’da ise, kanun koyma yetkisi, sadece Allahu Teâlâ’ya aittir. Çünkü İslâm hukuku dini bir hukuktur. İlahi vahye dayanır. Bu dine göre Hâkimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız Allah’ındır.

Egemenlik Allah’ın dışında herhangi bir yaratığa ne tümüyle, ne de bölünerek kısmen devredilebilir. Bu husus İslâm’da ittifak konusudur. Bütün müslümanlar, gerçekte hâkimiyetin yalnız Allah’a ait olduğu ve Allah’ın dışında herhangi bir aciz yaratığın Allah’a has olan bu sıfata sahip olmadığı, bu itibarla kanun koyma yetkisinin de yalnız Allah’a ait olduğu hususunda icma etmişlerdir. Bu mesele Kur’an’da açık ve net bir şekilde zikredilmektedir. Konuları veciz bir şekilde ifade eden Kur’an, bu meselenin önemine binaen üç âyetinde; “Hüküm, ancak Allah’ındır”(1) buyurmuştur. İki âyetinde de: “Aralarında Allah’ın indirCEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

E

5


İslâm’ın simgesi olan -La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah- kelimei tevhidinin “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” kısmı, hüküm koymanın Allah’a ait olduğunu, kulluğun yalnız Allah’a yapılacağını, boyun eğmenin sadece ona olacağını ifade etmekte, “Muhammed O’nun Peygamberidir” bölümü ise, Allah’a kulluğun yapılma şeklinin Peygamberden öğrenilmesi gerektiğini beyan etmektedir. Bu nedenle, İslâmî bir topluluk “egemenliğin yalnız Allah’a ait olduğunu ve her hususta Allah’a boyun eğileceğini baştan kabullenen bir topluluktur. Zaten “İslâm” kelimesinin manası teslim olmak ve verilen ilahi emre boyun eğmek demektir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” vecizesi de bunu ifade eder.

diği ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah’ın hükmünden yüz çevirirlerse, bilki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak ister. Muhakkak ki; insanların çoğu fasıktırlar. Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak bilen bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır”(2) buyurmuştur. Ayrıca üç âyette de “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.”(3) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.”(4) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasıkların ta kendileridir”(5) buyurulmuştur. Zaten İslâm hukukunda hükümler tarif edilirken egemenliğin ve dolayısıyla hüküm (kanun) koyma yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğu vurgulanarak şer’i hükümler şu şekilde tarif edilmektedir:

NEBEVÎ HAYAT

“Şer’i hükümler, Allahu Teâlâ’nın yükümlünün fiil ve davranışlarını; yapılması veya terk edilmesi gerekli olan fiiller, yapılıp yapılmaması serbest bırakılan ve sebeb veya şart yahut engelle irtibatlandırılan fiiller şeklinde vasıflandırmasıdır.”

6

Evet, yükümlü olan kullar, kendileri için neyin gerekli, neyin gereksiz, neyin serbest ve neyin yasak olduğuna karar veremezler. Buna karar verecek merci, onları yaratan, denetimi altında bulunduran, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, analarından daha merhametli olan ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olan yüce Allah’tır. Kulların hayat sistemlerini belirleme, Allah’a aittir. Akşam verdiği karardan sabahleyin dönebilecek kadar tutarsız, beşeri hırs, kin ve arzularından uzak olamayan aciz insanın hakkı ve MAYIS’13

yetkisi değildir. İslâm’ın simgesi olan -La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah- kelimei tevhidinin “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” kısmı, hüküm koymanın Allah’a ait olduğunu, kulluğun yalnız Allah’a yapılacağını, boyun eğmenin sadece ona olacağını ifade etmekte, “Muhammed O’nun Peygamberidir” bölümü ise, Allah’a kulluğun yapılma şeklinin Peygamberden öğrenilmesi gerektiğini beyan etmektedir. Bu nedenle, İslâmî bir topluluk “egemenliğin yalnız Allah’a ait olduğunu ve her hususta Allah’a boyun eğileceğini baştan kabullenen bir topluluktur. Zaten “İslâm” kelimesinin manası teslim olmak ve verilen ilahi emre boyun eğmek demektir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” vecizesi de bunu ifade eder. Görüldüğü gibi kişi itikadında, ibadetinde ve hayat sisteminde Allah’ın mutlak hâkimiyetini ve yalnız O’na boyun eğileceğini kabullenmek zorundadır. Binaenaleyh; a. İnancında Allah’ın tek ilah olduğuna inanmayan, başka bir kısım eşya veya zatların da uluhiyette payları olduğuna inanan bir insan “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” ifadesini dolaylı da olsa reddettiği için müslüman değildir. O, ya bir kâfir veya bir müşriktir. “Allah üç ilahın üçüncüsüdür diyenler, şüphesiz kâfir oldular. Hâlbuki tek bir ilahtan başka ilah yoktur...”(6) “Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin, şüphesiz ki O bir tek ilahtır...”(7) “Sizin ilahınız tek bir ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur...”(8) “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, her ikisi de fesada uğrarlardı. Arşın Rabbi olan Allah onların sıfatlandırmalarından uzaktır.”(9) b. Yine ibadetini yalnız Allah’a yapmayan, ibadette herhangi bir şeye veya zata pay vermeye


Hülasa; istenilse de istenilmese de İslâm’da egemenlik Allah’ındır. Hiçbir zaman milletin veya belli bir ferdin yahut kitlenin değildir. Otorite kaynağı yüce Mevla olduğu için kanun koyma hakkı da O’na aittir. Kullar, ancak O’nun koyduğu kurallar ışığında fikir beyan edebilirler. O’nun serbest bıraktığı sahalarda ictihad yapabilirler. “Nas ile birlikte içtihada yol yoktur.”

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum. Ve ben müslümanların ilkiyim...”(10) c. Hayat, sistemini Allah’ın bizlere peygamberi aracılığıyla öğrettiği ilahi nizamdan (İslâm şeriatından) almayan kişi, Allah’a boyun eğmiş ve müslüman olmuş sayılamaz. Böyle bir insan ya cahili bir hayat yaşayan kâfir ve zalimdir. Veya en hafifinden Allah’ın nizamından ayrılan bir fasık ve asidir. “Yoksa onların Allah’ın kendilerine izin vermediği bir dini kendilerine meşru kılan ortakları mı var?”(11) Ne yazık ki günümüzde, nüfus sayımlarına ve hüviyet kayıtlarına göre müslüman sayılan milletlerin oluşturdukları topluluklar, ilahi nizam olan İslâmdan hayat sistemi olarak tamamen kopmuşlardır. Bu gibi topluluklar, İslâmî bir topluluk değil, cahili topluluklardır. Bunların İslâmî topluluk sayılmamaları, inançlarında Allah’tan başka ilah olduğuna inanmalarından veya ibadetlerini Allah’la birlikte başka ilahlara yaptıklarından ziyade, İslâm’ı hayat sistemi olarak kabul etmemelerindendir. Çünkü bunlar, ulûhiyetin en özgün sıfatlarından olan “egemenliği” Allah’tan koparıp, kanun koyan parlamenterlere ve onları seçen avam halka verirler. Bunların hukuk sistemlerini, kanunlarını, değer ölçülerini, davranış biçimlerini ve bütün yaşantı sistemini, seçip millet meclisine gönderdikleri aciz kullar belirlerler. Hatta bu cahili topluluklardan bazıları o kadar ileri gitmiştir ki, açıkça laik olduklarını ve dinin kendilerini bağlamadığını söyleme ve tescil

etme cesaretini kendilerinde bulmuşlardır. Müslüman olanları aldatmak için de yeri geldiğinde müslüman kesilmişler, “ezan, bayrak” sloganları atmışlar ve mitinglerde Kur’an-ı Kerim’i temiz olmayan elleriyle tutmaya ve ağızlarıyla öpmeye kalkışmışlardır. İslâm görünümlü olan bu cahili topluluklardan bazıları ise, “devletin resmi dininin İslâm olduğunu anayasalarının ilk maddesi olarak yazmışlar, dine saygılı olduklarını iddia etmişler, fakat fiiliyatta İslâm nizamını yürürlükten kaldırmışlar, yerine ya heva ve heveslerinden kaynaklanan düşüncelerini veya frenklerin hukuklarını koymuşlardır. Artık bunların İslâm’la ne alakaları vardır? İslâm bu gibi toplulukların müslüman toplum olmalarını red eder ve bunlara “cahili topluluklar” damgasını vurur. Bu gibi toplulukları yönetenlere “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir”(12) diye seslenir. Bu yöneticilere kendi iradeleriyle boyun eğenlere de: “Sana indirilene ve senden önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Onlar tağutun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Hâlbuki o tağutu inkâr etmekle emrolunmuşlardı...”(13) “Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan, tamamen boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar”(14) diye seslenmektedir. Bu naslar karşısında İslâm’da egemenliğin kime ait olduğunu anlamamak mümkün değildir. Hangi aklıselim sahibi kabul eder ki, Allahu Teâlâ, bütün kâinatın yaratıcısı, sahip ve idare edeni olsun, insanları yeryüzünü imar ettirmek için orada halifeler olarak yaratsın ve onlara sadece kendisinin emirlerine uymalarını, başka varlıkları dinlememelerini emretsin, bununla birlikte egemenlik halife olarak gönderdiği insanlara ait olsun. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

çalışan kişi, Allah’a ortak koşma durumuna düştüğü için müslümanlık dairesi dışına çıkar. O ya bir müşrik veya bir münafıktır. En hafifi ile gösteriş yapan ve yaptığı ibadetten hiç bir fayda göremeyen bir riyakârdır.

7


onlar senin davetini kabul etmezlerse, bil ki onlar heva ve heveslerine uymaktadırlar. Allah tarafından bir yol gösterme olmaksızın heva ve hevesine uyandan daha sapık kim olabilir.”(20)

NEBEVÎ HAYAT

Böyle bir çarpık mantığı ancak Allah’ın varlığına, kâinatı yarattığına ve bütün yaratıkları sevk ve idare ettiğine inanmayan kâfirler kabullenebilirler. Allah’ın varlığına, birliğine, mülkün sahibi olduğuna ve bu mülkü sevk ve idare eden tek güç olduğuna inanan aklıselim sahibi insanlar ise, yoktan var etmede, kâinatı sevk ve idarede egemenlik ve hâkimiyet sadece Allah’a ait olduğu gibi, yeryüzünde halifeler olarak yarattığı insanların hayat sistemlerinin nasıl olacağını belirtmede de egemenliğin yalnız Allah’a ait olduğuna iman ederler ve O’nun gönderdiği ilahi nizamla sevk ve idare edilmelerini isterler. Nitekim Kur’an’ın âyetleri bu gerçeği haykırmakta ve “Rabbin tarafından sana vahyolunana tabi ol. Ondan başka ilah yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir. “(15) “Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başkalarını dost edinip de kendilerine uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz”(16) şeklinde müslümanların dini kurallara bağlanmalarını emretmektedir. Bununla birlikte bazı insanlar “Biz Allah’ın indirdiği Kur’an’a da parlamenterlerin koydukları kanunlara da uyarız, hangisi işimize gelirse, onu alırız” tavrını takınmaktadırlar. İşte bu, hakkı batıla karıştıran bir düşüncedir. Aslında hak başkadır, batıl başka. Bunlardan herhangi birinin diğerine karışması mümkün değildir. Fakat bir kısım şaşkınlar bunları karıştırır ve kendilerinin de feylesof olduklarını sanırlar. Aslında onlar cahiliye bataklığına gömülmüş gafillerdir.

8

Kur’an-ı Kerim bizlere “... Doğrusu Biz seni, bir müjdeci ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik...”(17) “Ey Muhammed! Allah sana geçmiş kitapları tastik eden hak bir kitap indirdi...”(18) “Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır?”(19) buyurmaktadır. İlahî nizamın dışındaki rejim ve sistemler kulların heva ve heveslerine dayandıklarından batıldan başka bir şey değillerdir. “Eğer MAYIS’13

Evet, hâkimiyet sıfatı yalnız kendisine ait olan Allahu Teâlâ, bize hayat sistemi ve hukuk nizamı olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği Kur’anı göndermiştir. Bundan başka bir sistem arama cehalettir, gaflettir. Şaşkınlıktır, nefsin zebunu olmaktır ve İslâm’ın dışına çıkmaktır. Bu konuda suskun kalmak veya tavizkarane konuşmak yahut kulları tanrı edinenlere yaranmak için gerçekleri saptırmak müslümana yaraşmayan hallerdir. Hülasa; istenilse de istenilmese de İslâm’da egemenlik Allah’ındır. Hiçbir zaman milletin veya belli bir ferdin yahut kitlenin değildir. Otorite kaynağı yüce Mevla olduğu için kanun koyma hakkı da O’na aittir. Kullar, ancak O’nun koyduğu kurallar ışığında fikir beyan edebilirler. O’nun serbest bıraktığı sahalarda ictihad yapabilirler. “Nas ile birlikte içtihada yol yoktur.”

-------------------------------

1 En’am, 57; Yusuf, 40, 70. 2 Maide, 49, 50. 3 Maide, 44 4 Maide, 45 5 Maide, 47. Bir kısım müfessirler son iki âyette geçen “zalim” ve “fasık” ifadelerinin de “kâfir” anlamında olduklarını, kâfirler yaptıkları davranışlarına göre kâfir, zalim ve fasık olarak vasıflandıklarını beyan ederlerken, diğer bir kısmı müfessirler, Allah’ın indirdiği, İslâm’ı bırakıp başka kanunlarla insanları idare edenlerin inançlarına göre vasıflandırıldıklarını söylemişlerdir. Bu izaha göre Allah’ın nizamıyla hüküm vermeyen kişi, aynı zamanda bunun hak olduğuna da inanmıyorsa, işte bu kâfirdir. Şayet hak olduğuna inandığı halde ona göre hükmetmiyorsa yerine göre zalim veya fasık olur. Bu da tehdit altında kalma neticesinde mümkündür. Yoksa ilahi nizamı keyfi bir şekilde bırakan kişinin dînle alakası zedelenmiştir. 6 Maide, 73. 7 Nahl, 51. 8 Bakara, 163. 9 Enbiya, 11. 10 En’am, 162, 163. 11 Şura, 21. 12 Maide, 44. 13 Nisa, 60. 14 Nisa, 65. 15 Enam, 106. 16 Araf, 3. 17 Bakanı, 119. 18 Ali İmran, 3. 19 Yunus, 32. 20 Kasas, 50.


Yasin Karataş

Kapak Gündem

DEMOKRASİ med’e, ailesine ve ashabına salât ve selâm olsun ve ba‘d… Çalışmamızın başında belirtmek isteriz ki, okuyacağınız bu yazıda başka kaynaklardan alıntılar olduğu için ifadelerden bir kısmı İslam’a

rupa, başkası için istediği hayrı kendisi için istemiyor misali ABD gibi bir ülke ve Amerikan diye bir ulus türetti. Perhiz-lahana turşusu ilişkisi… Demokrasinin Tarihi: Bu bölüm Toktamış ATEŞ’in, Demokrasi isimli kitabından iktibastır.

uygun olmayabilir. İslam’a zıt manalar içeren ik-

Demokraside en önemli unsur insan olduğu

tibaslar yalnızca meseleye farklı açıdan bakanların

için demokrasinin söz konusu olabileceği ve temel

görüşlerini aktarmak niyetini taşımaktadır, îtikad beyanı değildir. İman ile küfür ve şirk, tabiatları gereği sürekli bir çatışma halinde olagelmiştir ve bu hal üzere devam etmektedir. Sünnetullah gereği bazen asr-ı saadette olduğu gibi iman; bazen de Ashâb-ı Uhdûd zamanındaki gibi küfür ve şirk üstün gelmiştir. Küfrün ve şirkin galip geldiği son dönem, cumhuriyet dönemidir ve bu galibiyetleri halen de devam etmektedir. İman şirkin, putperestliğin tahakkümü altındadır. Merhum Seyyid KUTUB’un da ifade ettiği gibi, Avrupa kiliseden kurtulmak için Allah’tan kaçtı. Bu amaçla yapılan Fransız İhtilâli, berabe-

ilkelerinin ortaya atıldığı ilk dönem Eski Yunan’dır. Zira insanı düşünen bir varlık olarak ele alan ilk düşünce akımı Yunan’da ortaya çıkmıştır. Yunan’da kişi, herhangi bir tanrısal ilişkinin dışında, bağımsız ve aklı olan bir birey olarak ele alınmıştır. Kurulan veya kurulması öngörülen siyasal ve sosyal düzenler, tanrısal değildir. İşte Yunan düşüncesi bu bakımdan önemlidir. Aslında Yunan siyasi düşüncesine demokratik niteliğini veren husus, Atina Demokrasisinin uygulanması olmuştur. Yirmi yaşını bitiren her erkek Atina vatandaşı “Eklesra” adı verilen şehir meclisinin kendiliğinden üyesi oluyordu. Atina vatandaşları si-

rinde dünyanın pek de alışık olmadığı bazı sonuç-

yasal partiler şeklinde örgütlenmemişlerdi. Bunun

ları doğurdu. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

yerine “oligarklar” ve “demokratlar” olarak iki

- Ulus-devlet modeli,

gruba ayrılmışlardı. Ayrıca her iki grup içinde

- Demokrasi…

“hetoireiai” adı verilen birlikler vardı. Bunlar; ti-

Ulus-devlet modeli imparatorlukları, demok-

yatrocular, askerler, din grupları, işçiler ve bun-

rasi ise imanları yıktı. Hiçbir aklî temele dayandı-

lara benzer diğer toplulukların ayrı ayrı gruplaş-

rılamayacak ulus-devlet modelini geliştiren Av-

malarını sağlıyordu. Bu tarihlerde demokrasiye CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

Â

lemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Efendimiz, peygamberimiz Muham-

9


Winston Churchill: Demokrasi berbat bir rejimdir. Ama rejimlerin en az berbat olanıdır. yatkın ilk düşünce İÖ 700’lerde Hesiodos’la gö-

Demokrasi Hakkında Söylenenler:

rülmekte, sonra sırasıyla Solon, Perikles, Sokrates,

Winston Churchill: Demokrasi berbat bir re-

Platon, Aristo, Polybios, Kıbrıslı Zenon, Panaitios, Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius tarafından biçimlendirilmektedir.

Voltaire: Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir.

Daha sonraları, Hıristiyanlığın doğması ve gelişmesi ile siyasal düşünceye devrimci bir hava girdi. Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nda köle ve yoksullar arasında süratle yayılıyor, dünya üzerinde sağlanmamış olan eşitlik Tanrı

Montesquieu: Demokrasinin tanımı fazilettir. Lincoln: Demokrasi halkın halk için yönetilmesidir. Jean Jack Rousseau: Demokrasi gerçek şek-

katında sağlanmış oluyordu. Bu dönemlerden

liyle hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır.

hemen sonra 14. yüzyıla kadar Batı, yıllar süren

Machperson: Son yüzyıla kadar demokrasi

bir karanlığa girdi. Zira bu yüzyıla kadar Batı’da hiç bir şey yazılmadı ve ileriye doğru hiçbir adım atılmadı, denilebilir. Yaygın bir şekilde özgürlüklerin ilk belgesi olarak adlandırılan Magna Carta, aslında feodal hakların güvenceye alınmasından başka bir şey değildir.

iyi bir idare olarak görülmezdi. Büyük Laorusse: Egemenliğin halktan kaynaklandığı yönetim biçimi. Mustafa Kemal ise, bir konuşmasında tarihte görülen başlıca devlet şekillerinden monarşi ve oligarşiyi açıkladıktan sonra demokrasiyi şöyle

Toktamış ATEŞ’in kitabından yaptığımız alın-

tanımlar: Demokrasi (halkçılık) esasına dayalı hü-

tının ardından, şimdi de demokrasinin tanımından

kümetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna

söz edelim. Demokrasinin tanımı ne kadar ihtilaflı

aittir. Demokrasi prensibi, egemenliğin millette ol-

olursa olsun, bütün tanımların birleştiği nokta beşer iradesidir. Bütün tanımlar bu konuda mütte-

duğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu şekilde demokrasi prensibi siyasi kuvvetin, ege-

fiktir. Bu hususta Müslüman âlimlerin değil de de-

menlik kaynağına ve yasallığına temas etmektedir.

mokrasiyi savunanların görüşlerine yer vereceğiz

Mustafa Kemal başlangıçta “demokrasi” söz-

NEBEVÎ HAYAT

inşâallah.

10

jimdir. Ama rejimlerin en az berbat olanıdır.

cüğü yerine “halkçılık” sözcüğünü kullanmıştır.

Voltaire: Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir. MAYIS’13


O, Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu gibi, müca-

3- Azınlıkta kalanların kişisel ve kamu hak-

dele halinde bulunduğu işgalci büyük devletlerin

larını güvenlik altına alabilmek için çoğunluk ik-

adı olarak, Yunanca olan bu sözcüğü pek kul-

tidarının anayasa ile kısıtlanarak uygulandığı yö-

lanmak istemiyordu. Böylece İstanbul Hükümeti

netim şekli liberal demokrasi adını almıştır. Buna

ile araya polemik yapacak bir malzeme vermek

anayasal demokrasi de denir.

dayanağımız olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi geleceğine egemen kılmak esası, teşkilat-ı esasiye kanunumuzla tespit edilmiştir.” Mustafa Kemal bir başka söylevinde de “halkçılık” sözcüğünü kullanarak demokrasiye çok özlü bir tanım getirir: “Bizim görüşümüz ki halkçılıktır; kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulundurulmasıdır.” …(1) Demokrasi -malûm olduğu üzere- “demos=halk” ve “kratos=otorite” kelimelerinin birleşimiyle “halkın otoritesi” manasına gelen Yunanca bir terimdir. Bayrak Dergisi’nde çeşitleri şöyle belirtilmiştir: 1- Siyasi kararların, çoğunluk esasına göre doğrudan doğruya şehir halkı tarafından alındığı yönetim şekline doğrudan doğruya demokrasi denir. 2- Yurttaşların siyasi haklarını doğrudan doğ-

4- Siyasi anlamda demokrasinin öngördüğü ilkeler dikkate alınmaksızın, sosyal ve ekonomik farkları en aza indirmek amacını güden sisteme sosyal demokrasi denir. 5- Hıristiyan din buyrukları ile demokratik ilkeleri bağdaştırmayı amaçlayan akıma hıristiyanî demokrasi denmiştir. 6- İkinci dünya savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde SSCB örnek alınarak kurulan demokratik cumhuriyetlere halk demokrasileri veya totaliter demokrasi adı verilmiştir. Bu tür demokrasi Rusya’nın peykleri durumundaki Arnavutluk, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore ve Vietnam gibi devletlerde uygulanmıştır. Günümüzde yaygın olarak paylaşılan görüşe göre çağdaş demokrasilerin nitelikleri şunlardır: Anayasa,

ruya değil de kendi seçtikleri ve kendilerine karşı

Meclis,

sorumlu bulunan temsilciler aracılığı ile kullandık-

Âdil bir seçim düzeni ve dürüstçe yapılan se-

ları yönetim şekline temsilî demokrasi adı verilir.

çimler, CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

istememişti. Nitekim şöyle der: “İç siyasetimizde

11


Siyasi partiler ve kısıtlanmayan bir muhalefet,

Uygulamaları ise yer yer değişir. Demokrasi beşer ürünü olduğu için, beşerin acziyetini yansıtır.

Hakkın kuvvete üstünlüğü, yani “hukuk devleti” oluşu,

Tüm zamanları kapsayacak bir anayasa hazırlanamayacağı için, dönem dönem değiştirilme ihtiyacı

Sınıfsız toplum,

hissedilir. Yöntemi ise toplumuna göre değişir.

Sivil toplum örgütlerinin oluşumuna olanak

Parlamento eliyle veya orduyla…

sağlanması,

İslâm, anayasa olarak Kur’ân ve sahîh ha-

Sendika, dernek ve basın gibi demokratik kuruluşların etkinliklerinin kısıtlanmaması,

disleri kabul eder. Bu iki kaynağa aykırı kanun, nizamname, tüzük, yönetmelik vs. çıkarılamaz.

Özgürlük ve siyasal eşitlik,

Allah ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem müdahale

Bireysel çıkarların toplumsal çıkar sınıfları

etmediği meselelerde kullar, akıllarının kabul ettiği

içinde kalması.

doğruları, maslahata uygun olmak kaydıyla uygu-

Şimdi bu özellikleri tek tek inceleyip, İslam’ın

dahi, o yönetimi gayri meşru kılar. Hakkında nass

bakış açısını belirtmeye çalışalım: Anayasa:

Anayasa,

devletlerin

layabilir. Fakat İslam’a zıt kanun koyabilme imkânı

olmazsa

olmaz kanunnameleridir. Her ülke, adına ne derse desin bir anayasa belirlemelidir. Sistemin temel prensipleridir ve kanunlar ona muhalif olamaz.

olan hususlardaki aksi bir irade beyanı haramdır. Allah kendisinden başka kanun koyucuları, kendine koşulmuş ortaklar olarak nitelemektedir:

‫أَ ْم لَ ُه ْم شُ َرك َُاء شَ َر ُعوا لَ ُه ْم ِم َن الدِّينِ َما لَ ْم َيأْ َذ ْن بِ ِه الل ُه‬

İslâm, anayasa olarak Kur’ân ve sahîh hadisleri kabul eder. Bu iki kaynağa aykırı kanun, nizamname, tüzük, yönetmelik vs. çıkarılamaz. Allah ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem müdahale etmediği meselelerde kullar, akıllarının kabul ettiği doğruları, maslahata uygun olmak kaydıyla uygulayabilir. Fakat İslam’a zıt kanun koyabilme imkânı dahi, o yönetimi gayri meşru kılar. Hakkında nass olan hususlardaki aksi bir irade beyanı haramdır. Allah kendisinden başka kanun koyucuları, kendine koşulmuş ortaklar olarak nitelemektedir:

ِ ‫أَ ْم لَ ُه ْم شُ َرك َُاء شَ َر ُعوا لَ ُه ْم ِم َن ال ِّدينِ َما لَ ْم َيأْ َذ ْن بِ ِه الل ُه َولَ ْو َلا َك ِل َم ُة الْف َْصلِ لَق‬ ‫ُض َي َب ْي َن ُه ْم‬ ‫اب أَلِي ٌم‬ َ ‫َوإِ َّن ال َّظالِ ِم‬ ٌ ‫ين لَ ُه ْم َع َذ‬

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden kanun yapan ortakları mı var! Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hüküm olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.” (eş-Şûrâ, 42/21.) Allah’tan başka kanun koyucu olmadığını kabul etmek, İslam’ın temel prensiplerindendir. Allah’tan başka mutlak kanun koyucu kabul etmek, ona ortak koşmaktır; şahadeti bozar. Eğer Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kanun koyma yetkisine sahipse -ki öyledir-, bu da Rabbimiz’in şu izniyledir:

NEBEVÎ HAYAT

ِ ‫…و ُي ِح ُّل لَ ُه ُم ال َّط ِّي َب‬ … ‫ات َو ُي َح ِّر ُم َع َل ْي ِه ُم الْ َخ َبآئِ َث‬ َ “

12

…ve onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılar…” (el-A‘râf, 7/157.) Bu ayette helal ve haram kılma fiillerinin fâili yani öznesi Hz. Peygamber’dir sallallahu aleyhi ve sellem, haram ve helal kılan odur. Dolayısıyla İslam’da mutlak kanun koyucu Allah’tır, Onun izniyle Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de kanun koyar. Bunun dışındaki meseleler, Müslüman yöneticilere aittir.

MAYIS’13


Allah’ın kanunlarına muhalif kanun çıkaranlar kendilerinde, Allah’tan başka birilerinde veya bir şeylerde böyle bir yetki görenler, Allah’a kafa tutmuşlardır, “Sen gökleri idare et. Yeryüzünü biz idare ederiz.” demişlerdir. Onlara göre kendileri Allah’a koşulmuş ortaklar değildir, Allah kendilerine koşulmuş bir ortaktır ve buna asla tahammül edemezler. Bu yüzden birileri “Yirmi milyon insanı gözden çıkardık.” veya “Bin yıl da sürecek olsa irticaya karşı mücadelemiz devam edecektir.” gibi sözler sarf ederler. Birilerinin onlara bu mücadelenin bin dört yüz sene önce başladığını ve yirmi milyon değil, bütün insanlığı da gözden çıkarsalar, bu davanın kıyamete kadar devam edeceğini anlatması gerekir.

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden kanun yapan ortakları mı var! Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hüküm olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.” (eş-Şûrâ, 42/21.) Allah’tan başka kanun koyucu olmadığını kabul etmek, İslam’ın temel prensiplerindendir. Allah’tan başka mutlak kanun koyucu kabul etmek, ona ortak koşmaktır; şahadeti bozar. Eğer Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

kanun koyma yetkisine sahipse -ki öy-

ledir-, bu da Rabbimiz’in şu izniyledir:

ِ ‫…و ُي ِح ُّل لَ ُه ُم ال َّط ِّي َب‬ … ‫ات َو ُي َح ِّر ُم َع َل ْي ِه ُم الْ َخ َبآئِ َث‬ َ

denir. Çünkü milletin kanun koyma yetkisini (!) mecliste, kendilerini seçen halkın vekâletiyle kullanırlar. Meclislere “çağdaş Dâru’n-Nedveler” diyebiliriz. Allah’ın kanunlarına muhalif kanun çıkaranlar kendilerinde, Allah’tan başka birilerinde veya bir şeylerde böyle bir yetki görenler, Allah’a kafa tutmuşlardır, “Sen gökleri idare et. Yeryüzünü biz idare ederiz.” demişlerdir. Onlara göre kendileri Allah’a koşulmuş ortaklar değildir, Allah kendilerine koşulmuş bir ortaktır ve buna asla tahammül edemezler. Bu yüzden birileri “Yirmi milyon insanı gözden çıkardık.” veya “Bin yıl da sürecek olsa irticaya karşı mücadelemiz devam edecektir.” gibi sözler sarf ederler. Birilerinin onlara bu mücadelenin bin dört yüz sene

“…ve onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri

önce başladığını ve yirmi milyon değil, bütün in-

de haram kılar…” (el-A‘râf, 7/157.) Bu ayette helal

sanlığı da gözden çıkarsalar, bu davanın kıyamete

ve haram kılma fiillerinin fâili yani öznesi Hz.

kadar devam edeceğini anlatması gerekir.

Peygamber’dir sallallahu aleyhi ve sellem, haram ve helal kılan odur. Dolayısıyla İslam’da mutlak kanun koyucu Allah’tır, Onun izniyle Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem

de kanun koyar. Bunun dışın-

daki meseleler, Müslüman yöneticilere aittir.

Adil bir seçim düzeni ve dürüstçe yapılan seçimler: Seçimler demokrasinin, doğrudan uygulanamamasının yamasıdır. Aslında demokraside halk kendi kanun koyma yetkisini (!) kendi kullanır, başkasını devreye sokmaz. Bunun im-

Meclis: Demokratik ülkelerin diğer bir nite-

kânsızlığı, temsilî demokrasiyi doğurmuştur. Do-

liği de birer meclislerinin olmasıdır. Bu meclisler,

layısıyla seçimler demokrasinin aslında yoktur,

toplumun seçtiği bireylerden oluşur ve kendile-

sonradan demokrasiye yamanmıştır. İslam’daki

rini seçenlerin yetkisini (!) kullanarak, onlar adına

istişareyle demokrasilerdeki seçimleri birbirinden

kanunlar koyarlar, onlara vekâlet ederler. Bu

ayırt edemeyen entellektüel (!) aydın (!) Müslü-

yüzden Türkiye’de bu işi yapanlara “milletvekîli”

manlar bunu iyi anlamalıdır. Bazıları “İslam’da CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

ِ ‫َولَ ْو َلا َك ِل َم ُة الْف َْص ِل لَق‬ ‫ين لَ ُه ْم‬ َ ‫ُض َي َب ْي َن ُه ْم َوإِ َّن ال َّظالِ ِم‬ ‫اب أَلِي ٌم‬ ٌ ‫َع َذ‬

13


demokrasi vardır ama İslam demokrasiyi kapsar,

vermek, bugünkünden farklı bir sonuç doğuracak

demokrasi İslam’ı kapsayamaz.” gibi ifadelerle İs-

da değildir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

lam’ı överek demokrasiye de prim vermeye; sonra da bu sözlerine bazı ayet ve hadisleri delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki demokrasi İslâm’dan ayrı bir dindir, oy vermek ise Allah’a ait olan bir hakkı kendisinden gasp edip vekâleten bir başkasına devretmektir. Güçlünün yanındaki ezilmişliğin vermiş olduğu kompleksle demokratik ülkelerde demokrasi, sosyalist ülkelerde ise sosyalizm İslâm’a uygun gösterilmeye çalışılmaktadır. Allah’ın ancak kendisine ortak koşulması halinde razı olacağını iddia edip bunu mutedil Müslümanlığa bağlamak itikadî bir hezimettir. Hâlbuki demokrasiyle sosyalizmin zıt sistemler olduğu malumdur, ikisi beraber bulunamaz. Nasıl olur da bir kavram aynı anda iki zıt şeyle aynı olabilir! Tabii ki İslam’da seçim vardır. Ama bu seçim demokrasilerde olduğu gibi ilahlık devri değil, Allah’ın dinini yeryüzünde tatbik edecek bir halifenin, Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem koltuğuna otu-

“…Fakat insanların çoğu iman etmez.” (Hûd, 11/17.) Bu da gösteriyor ki, her zaman insanların çoğunluğunun kabullenmesi doğru değildir. Dünyadaki insanların çoğunluğu İslâm’ın hak din olduğunu reddediyor. Eğer çoğunluğun dediği doğru olsaydı, İslâm’ın bâtıl olduğunu kabul etmemiz gerekirdi. Siyasi partiler ve kısıtlanmayan bir muhalefet: Açıkçası curcuna… İslam muhalefeti değil ittifakı över. İttifak için gerekirse kan akıtılır. Yeter ki Ümmet ittifak etsin. Zaten İslam’da, anlaşılan manada seçim olmadığı için, ne bir siyasi parti vardır ne de muhalefet. Ülke yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlar İslam’la hükmeder. İslam’la hükmetmezse görevinden alınır. Bu kadar basit… Halife İslam’a muhalefet ederse, hakka tabi oluncaya kadar kendisiyle mücahede edilir. Zaten ikinci halife öldürüleceği için aynı

racak Müslümanın seçilmesidir. Bunu ise demok-

anda iki halife de olamaz. Muhalefet insanları de-

rasilerdeki gibi değil, kendine özgü bir yöntemle

şarj eder ve kendilerini özgür hissettirir. Cemaat

yapar. İslam bir profesör ile okuma yazma bil-

ne derse desin imam bildiğini okur misali, istediği

meyen birini eşit tutmaz ve ikisinin tercihini aynı

kadar muhalefet etsin, ölçüleri belli. Muhalefet kı-

ciddiyetle ele almaz. Halifeyi ancak bir âlimler

sıtlansa ne olur kısıtlanmasa ne olur. Muhalefetin

grubu seçebilir. Cahil insanlara seçme yetkisi

kısıtlanmaması ve hatta teşvik edilmesi, demok-

NEBEVÎ HAYAT

14

‫س لا َ ُيؤ ِْم ُنو َن‬ ِ ‫…ولَ ِك َّن أَ ْكث َ​َر ال َّنا‬ َ

MAYIS’13


Bu açıklamalardan sonra artık anlaşılması gereklidir ki, İslam demokrasi ve dışındaki bütün sistemlere eşit uzaklıktadır. Hiçbirine diğerinden daha yakın veya daha uzak değildir. Bunun sebebi de kaynaklarının ilahi olmamasıdır. İslâm, hayatı tamamıyla kuşatan, Allah-kul ilişkisini düzenlediği gibi fertler arası ve toplumlar arası düzeni de sağlayan, dolayısıyla vicdanlara indirgenmekten çok uzak bir sistemdir, bir devlet yönetim biçimidir. Allah’tan başka hiç kimse kanun koyma yetki ve yeterliliğine sahip değildir. Kur’an-ı Kerîm’de devlet yönetimiyle ilgili birçok ayet mevcuttur ve şu anda uygulanması gerekmektedir.

Sivil

toplum

örgütlerinin

oluşumuna

kök salmasıdır. Bu durumda fertler, seçtikleri

olanak sağlanması: Olanak sağlar çünkü insanlar

temsilcilerin hata yaptığını gördüğünde “Elim kı-

sivil toplum örgütüne ihtiyaç duyar. Dikkat edi-

rılsaydı da şu partiye oy vermeseydim” ifadesini

lecek olursa görülür ki, demokrasiler topluma ko-

kullanacak, olumsuzluklardan kendini sorumlu tutacaktır. Bir sonraki seçimde diğer partiye oy verecek ve denemeler devam ederken doğruyu bulamadan ömür tükenecektir. Hakkın kuvvete üstünlüğü, yani “hukuk devleti” oluş: Hakkın belirlenmesindeki ölçü yanlış olunca, iddialarının tersine kuvvet hakka üstün geliyor. İslam hakkın ta kendisidir, Yüce Allah’tan gelmiş olması, adaletin ta kendisi olduğunun apaçık delilidir. İslam’a muhalif bir hak, hak mıdır? Dün vatan haini ilan edip darağacında sallandırdıkları zevata bugün iade-i itibar yaparak “pardon” diyen bir sistemde hakkın ne olduğuna kim karar verecek? Bugün hak olan, yarın batıla mı dönüşecek? Ormandan tek fark, prensiplerin yazılı olmasıdır. Mekkelilerin helvadan bir puta tapmaları, acıkınca da onu yemeleri gibi…

nuşma hakkı verir. İcraata gelince, her sistem gibi kendisini korumaya geçer. Sivil toplum örgütlerine müsaade eder ama kendi kurallarına göre oynamaları kaydıyla. Değilse kendisi için tehlikeli görür ve en acımasız tedbirleri almaktan geri durmaz. Hem de ıslah adına… Sendika, dernek ve basın gibi demokratik kuruluşların etkinliklerinin kısıtlanmaması: Bunun üzerinde durmanın çok da manası olduğunu düşünmüyoruz. RTÜK gibi kurumların işleyiş şekillerini, ekranlardaki “Falanca maddeye muhalefetten dolayı şu kadar gün kapatılmıştır.” ifadeleri göstermektedir. Özgürlük ve siyasal eşitlik: Hayvansal bir özgürlük ve adaletsiz bir eşitlik… Birinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerininki sona erer. Her şeyin bir sınırı vardır. Özgürlük Allah ve

Sınıfsız toplum: Bu sadece onların idealle-

Rasûlü’nün belirlemiş olduğu sınırlar içerisin-

ridir. Dünyanın hiçbir yerinde sınıf farkını halle-

dedir. Bunun dışına çıkan özgürlük anarşidir,

debilmiş bir toplum yoktur. İslam köleliği destek-

hayâsızlıktır, … Siyasal eşitlik teraneleri tamamen

lememekle beraber kabullenmiştir. Hatta bazı suç-

yalandır. İnsanlar yönetici olabilmek için ya nü-

ların cezası köle azat etmektir. İslam köleliği be-

fuza sahip olmalıdır ya da çok zengin olmalıdır.

nimser ama bir hürü köleleştirenlere de lanet eder.

Değilse asla yönetici olamaz. Bu onların iddiala-

Şu an İslam’ın kölelik sistemi geçerli olsa, düşük

rının reddidir. Yoksa İslam eşitliği değil adaleti

maaşlarından dolayı ay sonunu getiremeyen

vadeder. İslam’a göre hür erkek hür kadından,

birçok kişi, köle olabilmek için kuyruğa girer…

hür kadın, köle ve cariyeden üstündür. YöneticiCEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

rasinin insanı rahatlatması ve böylece topluma

15


leri kadın olan toplumlar için toprağın altını top-

yönetim biçimidir. Allah’tan başka hiç kimse

rağın üstünden hayırlı görür. Kadın-erkek eşitliği

kanun koyma yetki ve yeterliliğine sahip değildir.

getiren bir kanun çıkaranlar kâfir olur. Eşitlik

Kur’an-ı Kerîm’de devlet yönetimiyle ilgili birçok

ile adalet, eşanlamlı kelimeler değildir. Bazen

ayet mevcuttur ve şu anda uygulanması gerek-

eşitlik zulüm olur. Mirasta kadınla erkeğe eşit pay

mektedir.

vermek gibi… Zaten demokratların adaletten anladıkları, zulmün eşit uygulanmasıdır. Bireysel çıkarların toplumsal çıkar sınıfları içinde kalması: Bu sadece teoride böyledir. Asla uygulamaya geçememiştir, geçemeyecektir de… Sosyal ve ekonomik adaletsizliğin bulunduğu bir toplumda, kişilerin şahsî çıkarlarının ikinci planda tutulması düşünülemez.

dediğinin hiçbir önemi yoktur, insanların çoğunluğunun doğru kabul ettiği şey doğrudur. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem, -hâşâ- bir mahalle muhtarı kadar yetkisi yoktur. Bu ve benzeri rejimler hâkimiyeti Allah’tan alır, bugün söylediğini yarın reddeden aciz insanlara verir. Hem de buna bir kayıt ve şart kabul etmeden… Yüce Rabbimizin

1. Kamu iktidarı asla gerçekleşmemiştir.

dediği gibi:

timsiz ve kalabalıktırlar. 2. “Kamu iradesi” ve “kamu iyiliği” kavramları havada kalmakta ve gerçek hayatta herhangi bir karşılıkları bulunmamaktadır. 3. Toplumun her üyesine aynı oranda faydalı olabilecek bir doğrudan veya politikadan söz edilemez. 4. “Doğa’nın yasası” ve “doğal haklar” diye bir şey yoktur. Her insan eşit doğmaz. İnsanları yöneten kalıplaşmış bir doğa yasası değil, sürekli değişen ve insanların yaptığı yasalardır. 5. Özgürlük ve eşitlik aynı toplumda aynı anda ve aynı oranda sağlanamaz. 6. Her insan, her an akılcı davranmaz. Hatta hayatında bir kerecik bile akılcı davranmamış insanların sayısı, tüm toplumlarda sanılandan fazladır. 7. Darbelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu açıklamalardan sonra artık anlaşılması gereklidir ki, İslam demokrasi ve dışındaki bütün sistemlere eşit uzaklıktadır. Hiçbirine diğerinden

NEBEVÎ HAYAT

kanun koyma yetkisine sahiptir. Yüce Allah’ın ne

Demokrasinin Vartaları: Halklar kendilerini yönetemeyecek kadar eği-

16

Demokrasilerde ise Allah’tan başka herkes

daha yakın veya daha uzak değildir. Bunun sebebi de kaynaklarının ilahi olmamasıdır. İslâm,

‫نسا َن ِمن نُّ ْط َف ٍة َف ِإ َذا ُه َو َخ ِصي ٌم ُّم ِبي ٌن‬ َ ‫َخ َل َق ِالإ‬

“O, insanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki, Rabbi’ne apaçık bir düşman kesilivermiş.” (en-Nahl, 16/4.) Allah’ın kanunlarını devre dışı bırakıp yerine başka yasalar koymak, onun hükmüne razı olmamaktır, açık bir ilahlık iddiasıdır. Adâlet İslam’dır. İslam’a uymayan her şey zulümdür. İslam dışında adâlet aramak İslam’ın zulüm, onu gönderen Allah’ın da -hâşâ- zâlim olduğu iddiasıdır. Seçim, günümüz demokrasilerinin vazgeçilemez bir unsurudur. Oy kullanma oranının %90 küsürlerde olduğu geçmiş dönemlerde söylenen “İşte bu demokrasinin zaferidir.” sözlerine hiç de yabancı değiliz. Halbu ki, Allah’tan başka kanun koyucu yoktur. Kıyamete kadar da olmayacaktır. Demokrasi ve benzeri yönetim şekilleri, çok ilahlı ilkel dinlerdir.

…Ve âhiru da‘vânâ eni’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-‘âlemîn, ve’s-salâtu ve’s-selâmu ‘alâ Rasûlinâ’l-Kerîm…

hayatı tamamıyla kuşatan, Allah-kul ilişkisini düzenlediği gibi fertler arası ve toplumlar arası düzeni de sağlayan, dolayısıyla vicdanlara indirgenmekten çok uzak bir sistemdir, bir devlet MAYIS’13

-------------------------------1 Uğur YİĞİT, Atatürk’ün Cumhuriyetçilik İlkesi, Millî Eğitim Bakanlığı arşivi.


Mahmut Varhan

Kapak Gündem

DEMOKRASİ BİR

CAHİLİYYE

YÖNETİMİDİR Günümüzde insanların büyük çoğunluğu, yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimsemiştir. Günümüz devletlerinin hemen hemen hepsi, demokrasinin üstünlüklerine ve faziletlerine iman etmiştir. Ancak insanların çoğunluğunun bu konuda ittifak etmeleri, bizi asla yanıltmamalıdır. Çünkü insanların çoğunluğu böyle düşünüyor diye, biz mü’minlerin de aynı biçimde inanmamızı, akıntıya kapılıp gitmemizi gerektirmez. Mü’minler için önemli olan çoğunluğun inancına ortak olmak değil, hakka ve hakikate teslim olmaktır. Bu bakımdan biz, önce genel hatlarıyla demokrasiyi tanıtacak; sonra da İslam’ın bu konudaki hükmünü açıklamaya çalışacağız. Grekçe “demos” (halk) ve “kratein” (idare) kelimelerinden oluşan “demokratia” sözcüğü “halk idaresi” anlamında kullanılmaktadır. Gerçek anlamıyla demokrasi, siyasi kararların, doğrudan yurttaşların oy çokluğuyla alındığı bir hükümet şeklidir. Asıl demokrasi, bütün bireylerin katılımıyla gerçekleştirilen yönetim biçimidir. Şu anda yeryüzünde bu biçimde işleyen bir demokrasi yoktur. Bütün yurttaşların, siyasi haklarını doğrudan kullandıkları bir ülke yoktur. Yurttaşların, siyasi haklarını başkalarına devretmek zorunda bırakıldıkları “Temsili demokrasi” uygulaması vardır. Dolayısıyla günümüz

demokrasilerine “halk idaresi” demek yanlıştır. “Halkın siyasi haklarını başkalarına devretmek zorunda olduğu yönetim biçimi” şeklindeki ifade daha doğrudur. Hiç bir birey, “Ben kendi haklarımı başkalarına devretmek istemiyorum, kendim kullanmak istiyorum” demek hakkına sahip değildir. Kişi, bu hakkını başkasına devretmeye mecburdur. Kendini yönetecek insanlara oy vermek ve oy kullanmak zorundadır. Sandığa gitmeye mecburdur, sandığa gitmemekte, kendine vekil seçmemekte ayak diretirse, cezaya çarptırılmaktadır. Böylece demokrasilerde daha işin başında, yasaklar ve dayatmalar vardır. Kişilerin siyasi hakları dokunulmaz haklar olmaktan çıkıp, başkalarınca kullanılması şart olan izafi haklara dönüşmektedir. Bu bakımdan demokrasi için halkın kendi kendini yönetmesi tarifini getirmek, büyük bir aldatmaca olarak önümüze çıkmaktadır. Tarihin ve günümüzün bütün demokrasileri için geçerli olan hakikat şudur: Halk, hiçbir demokraside kendi kendini yönetmemiştir. Bütün demokrasilerde yönetim; askeri gücü, ekonomik gücü ve sosyal imtiyaz gücünü elinde tutan sınıfların tekelinde kalmıştır. Günümüzde buna bir de iletişim araçları dediğimiz, basın yayın ve medya gücünü ilave edebiliriz. Hatta günümüz demokrasileri için “medyaya hakim olanların yönetim biçimi” şeklinde tarif getirilebilir ve bu hiç de abartma olmaz. Çağımızda medya artık insanların büyük çoğunluğunu otomatiğe bağlamış, canlı robotlar yapmıştır. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

Y

üce Allah’a hamd, Rasûlüne, âline, ashabına selam olsun.

17


Allah Tebâreke ve Teâlâ ibadetin çerçevesini şu ayeti kerime ile belirlemiştir: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am, 162) Böylece hayatın tüm sahaları; ahlâki, ictimai, ekonomik, siyasi ve diğer bütün alanları âlemlerin Rabbi olan Allah için olmakta ve O’nun emir ve yasaklarına uygun tanzim edilmekte birleşiyor. İnsanlar medyanın gönüllü köleleri olmuşlardır. Nasıl düşünmeleri gerektiğine, nasıl yaşamaları gerektiğine medya karar vermektedir. Kısaca demokrasiyi tanıttıktan sonra, şimdi de İslam’ın bu konudaki hükmünü açıklamaya çalışalım:

Abdullah b. Mes’ud (r.a) dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Allah katında en büyük günah hangisidir?” diye sordum; şöyle buyurdu: “Allah seni yarattığı halde O’na (herhangi bir şeyi) denk tutman/eş koşmandır.” Dedim ki: “Gerçekten bu çok büyük (bir günah)tır.(1)

Başta da belirttiğimiz gibi demokrasinin olmazsa olmaz en temel unsuru, halkın veya halk tarafından seçilen bir zümrenin hakimiyet hakkına sahip olmasıdır. Demokratik sistemlerde yasama ve kanun koyma hakkı, milletin vekilleri denilen bir takım seçilmişlerin tekelindedir. Bu da sık sık tekrarlanan “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sloganıyla ifade edilmiştir. Ancak milletin, hakimiyet hakkını doğrudan kullanması imkânsız olduğundan, milletin yerine bu hakkı halk tarafından seçilen bir zümre kullanmaktadır.

Bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifler açık bir şekilde göstermektedir ki, insanların ve cinlerin Allah Teâlâ’ya ibadet etmelerinin gerekliliği, Allah Teâlâ’nın onları yaratmış olması ile bağlantılıdır. Onları yaratan, onlara rızık veren, diğer tüm varlıkları onların hizmetine sunan ve bu şekilde onları şerefli kılan sadece Allah Teâlâ olduğu için; onlar da sadece Allah Teâlâ’ya ibadet etmeli ve O’nun emretme yetkisine karşı boyun eğerek emirlerini yerine getirmeli ve yasaklarından kaçınmalıdırlar.

İslam’a göre hakimiyet ve insanların hayatlarını düzene koyacak kanunları koyma hakkı, Allah’ın ve O’nun izniyle peygamberinindir. Bu hakkı Allah ve Rasûlü’nden başka herhangi bir şeyde görmek bâtıldır. Bu ister bütün halk, ister de halkın seçtikleri veya tek bir kimse olsun.

Allah Tebâreke ve Teâlâ ibadetin çerçevesini şu ayeti kerime ile belirlemiştir: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am, 162) Böylece hayatın tüm sahaları; ahlâki, ictimai, ekonomik, siyasi ve diğer bütün alanları âlemlerin Rabbi olan Allah için olmakta ve O’nun emir ve yasaklarına uygun tanzim edilmekte birleşiyor.

Şimdi de konuyu ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin ışığında birkaç açıdan ele almaya çalışalım: 1- Allah Tebâreke ve Teâlâ, insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratmış; bunu da kitabında şu şekilde tescil etmiştir:

NEBEVÎ HAYAT

“Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)

18

“İyi bilin ki, yaratma da emretme de yalnız O’nun (Allah’ın)dır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir!” (A’raf, 54) “İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O halde O’na ibadet edin. O, her şeye vekildir.” (En’am, 102) MAYIS’13

Hâlbuki demokratik sistemlerde hayatı ilgilendiren bütün hususlar tartışmaya açılıyor ve çoğunluk esasına göre kanunlar çıkarılıyor. Bu kanunlar çıkarılırken de Allah’ın ve Peygamberinin buyruklarına değil, milletin vekili denilen bir zümrenin hevâlarına göre hareket ediliyor. Böylece Allah’ın haram kıldıkları helal, helal kıldıkları da haram kılınıp yasaklanabiliyor. Ni-

tekim ülkemizde başta Allah’a şirk koşmak, içki, kumar, faiz ve zina olmak üzere Allah’ın haram kıldığı birçok şey kanunlarla serbest kılınıp koruma altına alınırken; ilahi şeriatın uygulanmasını istemek, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun gi-


bir şey yapmadıklarını bildirmişti. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “Onlar

kendi din adamlarının -Allah’ın indirdiklerine aykırı olarak- helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram kabul etmişlerdi. İşte bunların âlimlerine ibadetleri ve onları rabb edinmeleri böyle olmuştur” buyurdu.(2) 2- İnsanların hayatlarını düzene koyan kanunlar iki kısımdır: Bunlardan ilki Allah’ın vahyine dayanan ilahi kanunlar; ikinci kısmı ise, birçok yönden etki altında kalmaya müsait olan insanların hevâlarına dayanan beşeri kanunlardır. Allah Teâlâ birinci kısımdaki kanunlara uymayı emretmiş, ikinci kısımdaki kanunlara tâbi olmayı da kesin bir şekilde yasaklamış ve aksi takdirde dalâlete düşüleceğini bildirmiştir. Konu ile ilgili birkaç ayeti kerimenin meâli şöyledir: “Ey Dâvûd, Biz seni gerçekten yeryüzünde

bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, sakın hevâya uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah’ın yolundan sapanlara hesap gününü unuttuklarından, onlar için çok çetin bir azap vardır.” (Sâd, 26) “Sonra Biz seni dinden bir şeriate sahip kıldık. Sen de artık ona uy, bilmeyenlerin hevâlarına uyma.” (Câsiye, 18) “Eğer sana icabet etmezlerse bil ki onlar ancak hevâlarına uymaktadırlar. Allah’tan bir hidayet olmaksızın hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir ki? Muhakkak Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Kasas, 50) “Kendi hevâsını ilah edinmiş, bilgisine rağmen Allah’ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve kalbine mühür vurduğu, gözü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin? Artık buna, Allah’tan başka kim hidayet verebilir? Hiç öğüt almaz mısınız?” (Câsiye, 23) Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Sizden herhangi biri, hevâsı benim getirdiklerime tâbi olmadıkça iman etmiş olmaz.”(3) Bu ayeti kerimeler ve hadisi şeriften gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, demokratik sistemlerde yapılan anayasalar ve çıkarılan kanunlar dalâlet ve sapıklıktır. Çünkü demokrasinin temel dayanağı olan bu kanunlar, Allah’ın hidayetine ve şeriatına değil de kelimenin tam anlamıyla insanların hevâlarına dayanmaktadır.

Son olarak şu hususa dikkat çekmek istiyoruz ki: Bugün insanların çoğunluğunun demokrasiden taraf olmaları, bu çirkin sistemden övgüyle bahsetmeleri biz müslümanları asla yanıltmamalıdır. Zira biz müslümanlar, başta da belirttiğimiz gibi Allah’ın vahiyle tesbit ettiği hakka ve hakikate tâbi olur; insanların çoğunluğu kabul etse dahi Allah’ın dinine ters düşen her türlü bâtıldan yüz çeviririz. Bu konuda şu hususu asla unutmamalıyız ki, peygamberlerin kavimlerinden helak olanlar, genellikle kâhir ekseriyeti oluşturuyorlardı. Şu ayeti kerimeleri sürekli gözönünde bulundurmalıyız: “Sen ne kadar hırs göstersen de insanların çoğu iman etmezler.” (Yûsuf, 103) “Onların çoğu şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.” (Yûsuf, 106) “Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar. Onlar ancak yalan ve iftira edenlerdir.” (En’am, 116)

CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

yinmek, dini ilimleri serbest bir şekilde okumak ve okutmak ve daha birçok ilahi emirler yine kanun ismi altında yasaklanmıştır. Bu şekilde kanun çıkaranların ve çıkarılan bu kanunlara rıza gösterip vesile olanların hâli, şu ayeti kerimede belirtilen yahudi ve hıristiyanların hâline ne kadar da çok benzemektedir: “Onlar Allah’ı bırakıp âlimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i Rabbler edindiler. Hâlbuki onlar bir tek ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden münezzehtir.” (Tevbe, 31) Hz. Peygamber bir gün bu ayeti Adiyy b. Hatem’in önünde okumuş, Adiyy de hıristiyanların böyle

19


Dikkat edilirse ayeti kerimeler ve hadisi şerifte insanların “akılları” değil de “hevâları”ndan bahsedilmektedir. Çünkü bozulmamış akıl ile sağlam bir fıtratın, İslam’a aykırı bir yargıda bulunması olanaksızdır. Burada özellikle insanın hevâsına vurgu yapılmasının sebebi şudur ki: İnsan, nefsi, çeşitli duyguları, şeytanı, çevresi, güç odaklarının baskısı ve daha pek çok etkenin etkisi altında kalmaya müsait bir varlıktır. Gayet tabiidir ki, böyle bir varlığın Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetinden bağımsız olarak çıkaracağı kanunlar faydadan çok fesadı meydana getirir. İşte demokratik sistemlerin gerçeği budur. 3- Allah Tebâreke ve Teâlâ tâğutu inkâr etmeyi biz mü’minlere emretmiştir. Tâğutu inkâr etmeyi, Allah’a iman etmenin şartı olarak kabul etmiştir. Şimdi önce tâğutun ne olduğunu sonra da konu ile ilgili ayeti kerimeleri görelim: Kayyim el-Cevziyye şöyle demektedir: «Tâğut: İtaat edilme veya tâbi olunma yahut da ibadet edilmekle haddini aşan her kuldur. Dolayısıyla her kavmin tâğutu: İmam

İbni

- Allah’ı ve Rasûlü’nü bırakarak kendisine gidip mahkeme oldukları; - Veya Allah’ı bırakarak ibadet ettikleri; - Veya Allah’tan bir basiret ve delil üzere ol-

maksızın tâbi oldukları; - Yahut da Allah’a itaat olmadığını bildikleri

hususlarda itaat ettikleri kişi veya nesnelerdir. İşte âlemin bütün tâğutları bunlardan iba-

rettir. İnsanların bu tâğutlarla olan hallerini düşünecek olursan göreceksin ki, insanların çoğu Allah’a ibadeti bırakıp, tâğutlara ibadet etmekte; Allah’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünneti ile muhakeme olmayı terkedip, tâğutlara gidip muhakeme olmakta; Allah’a itaat ederek Rasûlüne tâbi olmaktan yüz çevirip, tâğutlara itaat edip tâbi olmaktadırlar.”(4) Ayeti kerimelerin mealleri şöyledir: “Andolsun ki Biz her ümmet arasında: “Allah’a ibadet edin ve tâğuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimine hidayet verdi, kiminin aleyhine olmak üzere sapıklık hak oldu.” (Nahl, 36) “Kim tâğutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o muhakkak, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa (Kur’an’a, İslam’a) yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256) “Tâğuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp ta tam gönülle Allah’a yönelenlere gelince; müjde onlarındır. Haydi, kullarıma müjde ver.” (Zümer, 17) “Sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkâr etmekle emrolundukları halde tâğutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Şeytan da onları (hidayetten ayırıp) uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister.” (Nisa, 60) Hiç şüphe yok ki bu ayeti kerimeler, yukarıdaki tarif ile birlikte düşünüldüğünde; artık hiçbir söz söylemeye gerek kalmaz. 4- Hevâya dayanarak hükmetmememizi ve tâğutu inkâr etmemizi emreden Allah Teâlâ, problemlerin ve anlaşmazlıkların çözümü için Allah’a/O’nun kitabına ve Rasûlullah’a/onun sünnetine gitmemizi emretmektedir. Hâlbuki bütün demokrasilerde bu hususlarda seçilmiş bir zümrenin hevâlarına başvurulmakta ve tâğutun hükmüne tâbi olunmaktadır.

NEBEVÎ HAYAT

Bu konuyla alakalı yüzlerce ayetten birkaç tanesinin meâli şöyledir:

20

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (hak ve adalet üzere olan halifelere, hâkimlere, âlimlere) de. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız herhangi bir hususta MAYIS’13


Bu konuyla alakalı olarak Mâide sûresinde şu ayeti kerimeler yer almaktadır:

anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a (O’nun kitabına) ve Rasûlü’ne (onun sünnetine) götürünüz. Bu hem daha hayırlı hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.” (Nisâ, 59) “Allah ve Rasûlü bir işi hükme bağladığında hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadına o işlerinde istediklerini yapmak hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse, şüphesiz ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.” (Ahzâb, 36) “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65) “Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah, azabı çok çetin olandır.” (Haşr,7) “Artık onun (Rasûl’ün) emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitne/mihnet veya acıklı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.” (Nûr, 63) 5- Allah’ın kitabını ve Rasûlullah’ın sünnetini terkeden ve bunların yerine başka sistem ve hukuk düzenlerini benimseyenler, küfre düşmüş olurlar. Bugün İslam ülkelerinde uygulanan demokratik sistemlerin hukuk düzenlerinin batıdan ithal edildiğini ve Allah’ın şeriatının bazı İslam ülkelerinde tamamen terkedildiğini, hatta yasaklandığını ve diğer bazılarında ise kısmi olarak terkedildiğini söylemeye herhalde gerek bile yoktur. Bu husus basiret sahibi herkes tarafından bilinmektedir.

“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridirler.” (Mâide, 45) “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların tâ kendileridirler.” (Mâide, 47) Seyyid Kutup rahimehullah bu ayeti kerimelerin tefsirinde şöyle demektedir: “Yüce Allah, meselenin, iman ya da küfür, İslâm ya da cahiliyye, şeriat ya da beşerî hevâya dayanan sistemler meselesi olduğunu ifade ediyor. Bu bağlamda, bir uzlaşma söz konusu olamaz! Mü’minler, Allah’ın indirdiklerini, tek bir harf bile eksiltmeksizin, herhangi bir değişikliğe yeltenmeksizin, aynen yürürlüğe koyanlardır. Kâfir, zalim ve fasık olanlara gelince onlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir. Dolayısıyla yöneticiler, ya Allah’ın şeriatını bütünüyle uygulayarak iman çerçevesinin içerisinde kalacaklar; ya da Allah’ın izin vermediği başka bir şeriatı tatbik ederek, kâfirler, zalimler, fasıklar sınıfına dahil olacaklardır. İnsanlar da yöneticilerden ve yargıçlardan, kendilerine ilişkin meselelerde, Allah’ın hükmünün uygulanmasını kabul etmek suretiyle mü’min olacaklardır. Aksi taktirde, mümin olamayacaklardır. Bu iki yol arasında, bir orta yol yoktur. Bu bağlamda, bir akıl yürütme, bir mazeret, ya da çıkar gözeticiliği diye bir şey ileri sürülemez. Zira Allah, insanların Rabbidir. İnsanlar için neyin uygun olduğunu bilendir. İnsanların hakiki maslahatlarını gerçekleştirmek için onlara şeriatını göndermiştir. O’nun hüküm ve şeriatından daha güzel bir hüküm ve şeriat olamaz. Allah’ın kullarından hiç kimse, “Ben Allah’ın şeriatını kabul etmiyorum” ya da “İnsanların menfaatlerini ben, Allah’tan daha iyi bilirim” diyemez. Diliyle ya da davranışlarıyla böyle birşey diyecek olursa, o kimse iman çerçevesinin dışına çıkmıştır.”(5) “Onlar

hâlâ

cahiliyye

hükmünü

istiyorlar? Yakin sahibi (hakka kesin inanan) bir toplum için kimin hükmü Allah’ın hükmünden daha güzel olabilir?” (Mâide, 50)

Hafız İbni Kesir rahimehullah bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle der: CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

yeti kerime ile belirlemiştir: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am, 162) Böylece hayatın tüm sahaları; ahlâki, ictimai, ekonomik, siyasi ve diğer bütün alanları âlemlerin Rabbi olan Allah için olmakta ve O’nun emir ve yasaklarına uygun tanzim edilmekte birleşiyor.

“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridirler.” (Mâide, 44)

21


“Burada yüce Allah, kendisinin her iyiliği içeren ve her kötülükten nehyeden muhkem ve sağlam hükümlerini bırakıp başka görüşlere, Allah’ın şeriatında hiçbir dayanağı bulunmayan ve insanların kendi arzu ve ıstılahlarınca koydukları bir takım literatürlere yönelenleri kınayıp reddediyor. Nitekim cahiliyye döneminde de insanlar böyle idiler. Kendi görüş ve arzularına göre koydukları dalâlet ve cehalet kanunlarıyla

hükmediyorlardı. Tatarların, kendilerine “yasa” denen kanunları koyan Cengiz Han’dan alınma krallık yönetimi de böyledir. “Yasa” yahudilik, hıristiyanlık ve İslam gibi farklı dinlerden aldığı; kendi görüş ve hevâsına göre koyduğu çok sayıda hüküm de içeren kanunlar bütünüdür. Bu, onun oğullarında tâbi olunan bir şeriata dönüşmüştür. Onlar bunu, Allah’ın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin önünde tutarlar. Onlardan böyle yapanlar kâfirdir. Allah ve Rasûlü’nün hükmüne dönünceye, az veya çok başka hiçbir kanuna göre hükmetmeyinceye kadar

onlarla savaşmak farzdır. “Kesin iman etmiş bir toplum için, Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” Yani, Allah’ın şeriatını kavrayan ve ona iman eden, Allah’ın hüküm koyanların en hikmetlisi, kullarına annenin evladına merhametinden daha merhametli olduğunu yakinen bilen kimse için Allah’tan daha âdil kimdir? Çünkü her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her şeyde âdil olan yalnızca Allah’tır.”(6)

Günümüzde İslam ülkelerinde Rahman ve Rahim olan Allah’ın şeriatı terkedilip, batıdan ithal edilmiş beşerin hevâ ve heveslerine dayanan bâtıl bir hukuk (!) tatbik edilmektedir. Ayeti kerimede geçtiği üzere bu bir cahili yönetim şeklidir. Dolayısıyla bu yasa ve anayasalara kaynaklık eden demokrasi de bir cahiliyye yönetimidir.

39) “Hüküm ancak Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf, 40) Bütün bu açıklamalardan açıkça anlaşıldığı gibi demokrasi, bir küfür sistemi olup, İslam’la taban tabana zıttır. Aynı gecenin zifiri karanlığı ile günün ortasındaki aydınlık gibi... Birinin tam olarak bulunduğu yerde diğeri tam olarak bulunamaz. Dolayısıyla bir müslümanın böyle bir sistemi benimsemesi veya desteklemesi düşünülemez. Allah’ın kanunlarına ve şer’i hukuka iman eden bir müslümanın, menşei batı

olan bâtıl bir hukuk düzenine göre kanunlar çıkaracak kimseleri seçmesi nasıl mümkün olabilir ki?! Son olarak şu hususa dikkat çekmek istiyoruz ki: Bugün insanların çoğunluğunun demokrasiden taraf olmaları, bu çirkin sistemden övgüyle bahsetmeleri biz müslümanları asla yanıltmamalıdır. Zira biz müslümanlar, başta da belirttiğimiz gibi Allah’ın vahiyle tesbit ettiği hakka ve hakikate tâbi olur; insanların çoğunluğu kabul etse dahi Allah’ın dinine ters düşen her türlü bâtıldan yüz çeviririz. Bu konuda şu hususu asla unutmamalıyız ki, peygamberlerin kavimlerinden helak olanlar, genellikle kâhir ekseriyeti oluşturu-

yorlardı. Şu ayeti kerimeleri sürekli gözönünde bulundurmalıyız: “Sen ne kadar hırs göstersen de insanların çoğu iman etmezler.” (Yûsuf, 103) “Onların çoğu şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.” (Yûsuf, 106) “Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar. Onlar ancak yalan ve iftira edenlerdir.” (En’am, 116)

İşte Allah’ın şeriatı ile hükmedilmemesinin ve cahiliyye hükmünün tercih edilmesinin neticesi

NEBEVÎ HAYAT

olarak yeryüzünde küfür, şirk, zulüm, fısk ve

22

fücur her tarafa yayılmış ve insanlar müthiş bir gaflete kapılmışlardır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı bırakmış, kendilerine binlerce rabbler edinmişlerdir. “...Darmadağınık birçok rabbler mi hayırlıdır yoksa bir tek olan (ve her şeyi hükmü ve iradesi altında tutan) Kahhâr Allah mı?” (Yûsuf, MAYIS’13

---------------------------------------------

1 Buhari: 4477; Müslim: 86 2 Tirmizi, Tefsir: 3294. hadis 3 Bu hadisi İmam Nevevi, “Erbain” isimli meşhur kitabının 41. hadisi olarak aktarmış ve sahih olduğunu belirtmiştir. 4 İ’lamü’l-Muvakkiin, 1.cilt, 53. sahife 5 Fi Zilâli’l-Kur’an: 2/888 6 İbni Kesir Tefsiri: 2/560


Kapak Gündem

Said Özdemir

DEMOKRASİ ÇAMURUNDA

İSLAMCILAR

“Bugün düne ne kadar da benzemektedir”

“Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, batıl yok olup gitmiştir. (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!”(1) Asırlar boyunca nesilden nesile hak ve batıl kendine taraftar buldu. Bazen yeryüzü tiranlarına karşı Nuh, Musa, İsa ve Muhammed aleyhisselam

da vücud bulan hak, bazen de zalimlerin saraylarında var olan bir Asiye de yeşermişti. Hak, Muhammed aleyhisselam ahirete irtihal edene kadar kendini güneş gibi ortaya çıkardı. O nurun ayrılışından sonra batıl kendini iyice göstermeye başladı. Hz. Ebubekir radıyallahu anh zamanında irtidat (dinden dönme) olayları ile hak ile batıl bir defa daha karşı karşıya geldi. Hz. Ebubekir’in kararlılığını ve sebatını riddet günlerinde gördünüz mü? Dinden dönüş fitnesi; Arap yarımadasındaki her şeyi yok ediyordu. Riddet; Mekke, Medine ve Bahreyn’deki Cevasa dışında Arap yarım adasında istisnasız her yeri kaplamıştı. Maddi ve beşeri imkânlara ve devasa ordulara sahip olmalarına rağmen Hz. Ebubekir’in feraseti ile hak taCEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

“İ

nin oradan” ilahi emriyle Âdem aleyhisselam ve zürriyeti yeryüzüne inmişlerdi. Daha ilk adımda Hak ile batıl saflarını yavaş yavaş belli ediyordu. Hakkın yüzü net, saf ve duruydu. Batılın yüzü ise çirkin, iğrenç ve nifak ekiliydi. Bu dev bir arenada hak ile batılın kavgasıydı. Öyle bir kavga ki ‘Armagedon’a kadar uzanacaktı…

23


Halkın tamamı tağutlara ve demokrasinin efendilerine “Bizler Allah’ın indirdiği hükümler ile muhakeme olmak istiyoruz, kesinlikle ne halkın, ne halkı temsil eden vekillerin ne de idarecilerin hiçbir şekilde kanun koyma hakkı yoktur. Dininden dönen, zina eden, hırsızlık yapan, içki içen vs. kimseler hakkında Allah’u Teâla’nın hükümlerinin uygulanmasını istiyoruz. Kadının süsünü göstermesinin, çıplaklığın, fuhşun, zinanın, livatanın (erkeğin erkek ile ilişkisinin) ve bunun gibi bütün kötülüklerin yasaklanmasını istiyoruz…” deseler derhal onlara şöyle cevap verilir. “Bu talepleriniz demokrasi dinine ve özgürlüklere aykırıdır.” Yazıklar olsun size... Yazıklar olsun size… Yazıklar olsun size… Dilim kuruyuncaya kadar yazıklar olsun size… raftarları mürtedlerin tahtlarını sarsıyor ve batıla üstün geliyorlardı. Bu dönemlerde Hz. Ebubekir yumruğunu sıkarak, batılın iğrenç yüzüne savurdu ve darbeyi vurdu. O zaman batıl yere yıkılmıştı ama bir defa daha kalkacaktı…

NEBEVÎ HAYAT

Zaman Ahmed b. Hanbel’in zamanıydı. Kur’an-ı Kerim’in mahlûk olma (yaratılmış olma) meselesi, o devirde Mutezile’nin şiarı olmuş ve iman ile küfrün, Müslüman olmakla kâfir olmanın ölçüsü hâlini almıştı. Bu sloganla batıl bir kez daha yüzünü göstermişti. Kendi döneminde tek bir ümmet olarak ayağa kalkan İmam Ahmed, ehl-i sünnet akidesini/hakkı savunmaya başladı. Hiç korkmadan ve gözünü budaktan sakındırmadan fetvasını verdi: “Kur’an Allah’ın kelamıdır. Mahlûk değildir” bu sözlere dayak, hapis, işkence ve kırbaçla cevap verilmişti. Bu kırbaçlar öyle bir hal aldı ki “Ahmed b. Hanbel’e vurulan kırbaçlar eğer bir file vurulsaydı, fil acıdan nara atar kaçardı” sözleri konuşulmaya başlandı. Ama O bu fitne karşısında yumruğunu Ebubekir’ce sıktı ve batıla savurdu. Onun vurmasıyla fitne ateşi bir kez daha sönmüştü…

24

Yine bir fitne dönemi gelip çattı. Tatarlar’ın akınları sonucu, İslam neredeyse ortadan kalkacak gibi oldu. Kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah ve Rasulü’nün vaadinin boş olduğunu zannetmeye başladılar. Allah ve Rasulü’nün taraftarları bundan sonra kendilerine gelemeyeceklerini, bir daha bellerini doğrultamayacaklarını sandılar ve bu düşünce onların gönüllerinde yerleşti. Öylesine kötü zanlara kapıldılar ki, kötü bir kavim olup çıktılar. Bu fitne halim olan kimseyi bile şaşMAYIS’13

kınlık içinde bıraktı, doğru ve dürüst olan kimseyi adeta sarhoş etti, vesveselerin çokluğu dikkatli ve akıllı kimseyi bile şaşkın bir hale getirdi. İnsanların gönülleri böyle bir durumu kabul edemez oldu. Allah bu savaşla basiret ve yakin sahiplerini, kalplerinde nifak ya da iman zayıflığı bulunanlardan ayırdı. Böylelikle Allah yeryüzünde seçkin kullarının derecelerini yükseltti. Allah’ın yardımıyla çok kısa bir süre sonra İslam ordusu güç bulmuş, zaferler kazanmış, doğuda ve batıda birçok toprak üzerinde İslam şeriatı yeniden hâkim olmuştu. İbn Teymiyye rahimehullah bu olayla ilgili olarak şöyle diyor: “Müslümanların böyle bozguncu kâfir bir düşmanın fitnesiyle imtihan edilmeleri, Rasulullah döneminde çeşitli gazalarda Müslümanların başlarına gelen olaylara benzemektedir. Allah, hem Rasulü’nü hem de müminleri kâfirlerle imtihan etmişti. Bu olaylarda Allah’ı ve Ahiret Günü’nü umanlar için örnekler vardır.” Osmanlı devletinin “hasta adam” olarak anılması, çöküşe geçmesi ve bu parlak yılların ardından Müslümanların dinlerine karşı gereken ihtimamı göstermemeleri, dünya ve ziynetine göz dikip kapılmalarına, kalplerinde Allah korkusunun azalmasına, dolayısıyla ellerindeki güç ve kuvveti kaybetmelerine neden olmuştur. Kâfirler bir taraftan kılıç gücüyle Müslümanlara saldırırlarken diğer taraftan Müslümanları dinlerine bağlayan en önemli bağlarını kesme mücadelesi vermişlerdir. Ve bu amaçla öncelikle Müslümanların itikadi yapılarını bozmak için her türlü hileli yollara başvurmuşlar, birçok küfür ve şirk ideo-


Her fitne çıkmaya yüz tutsa “Biz ıslah edicileriz” sözü de peşinden gelmekte. Yaşamış olduğumuz şu asırda da Müslümanların birebir kaldığı en büyük fitne ise ‘Demokrasi ve Laiklik’tir. Kâfir haçlıların son 3 asırda Müslümanları kendi dinlerinden koparma adına ortaya attıkları şirk ve küfür ideolojilerinin başında laiklik ve demokrasi gelmektedir. Onların yapmış olduğu sinsi çalışmaların sonucunda bu şirk mezhebi tüm İslam topraklarına girmiştir. Ve bugün Allah’ın dinini yok etme adına yapılan bu çalışmalar zirveye ulaşmıştır. Kâfir ABD, batı haçlılarını da arkasına alarak demokrasi maskesi ile İslam topraklarının her bir karışına el atmakta, işgal ettiği topraklarda alternatifsiz olarak demokrasi dinini hâkim kılmaktadır. Sonuçta bugün demokrasi, insanların akıllarını başlarından alan, ilim adamı ve halk topluluklarının kendisine sıkı sıkıya bağlandıkları bir küfür mezhebi ve şirk ideolojisi olarak hüküm sürmektedir. Bu öyle bir fitne ki kendini yıllarca tevhid davasına adayanları bile cezbedecek, sahip olmuş olduğu değerlerden vazgeçirecek güçtedir. Kaygan zemindir, Allah’ın kalplerine hükmettiği tevhidi Müslümanlar ancak bu zeminde sağlam durabilir.

Davetten yorulan, bıkan veya ufak bir sam yelinde sarsılan kişiler bu fitneye çarçabuk kapılabilir ve bu zeminde ayağı kolayca kayabilir. Eğer Müslümanlar tarihi vahiy penceresinden okusalardı bu demokrasi pisliğine asla bulaşmayacaklardı. Ama ne yazık ki Müslümanların ilimden uzaklaşmaları ile birlikte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği zifiri karanlık dönem(2) ve ilmin kaldırılacağı hadisleri günümüzde zuhur etmeye başladı. Saptırıcı ve ilimden nasibi olmayan kişiler bu ümmeti demokrasi yalanıyla boyamaya ve bunu İslam’dan bir esasmış (!) gibi göstermeye çalıştı. Bu demokrasi küfür ve inkâr toprağında büyümüş, dini hayattan ayıran Avrupa’nın şirk ve fesat yurtlarında gelişmiştir. Bu fikir asrımızda ümmetin kalbine saplanan zehirli bir hançer olup riddet olayı, Kur’an’ın mahlûk olduğu, tatarların (Moğollar) fitnesine bir o kadar da benzemektedir. Konuyla ilgili Rabbani âlimlerden biri olan Ebu Muhammed el-Makdisi –Allah esaretten kurtarsın- şöyle demektedir: “Bugün öyle bir zamanda yaşamaktayız ki, bütün terimler birbirine karışmış, zıt kavramlar bir araya getirilmiştir. Şeytanın dostlarından birçoğunun bu gibi küfür mezheplerinin şarkısını söylemesi tuhaf değildir. Tuhaf olan esas nokta, kendisini İslam’a nispet eden kimselerin demokrasiye şer’i bir boyadan bolca çalarak, şeytanın dostlarını cesaretlendirmeleri ve onların işlerini

O’nun İzinde...

lojisini süslü göstererek Müslümanların arasında yaymaya çalışmışlardır. Üzülerek belirtmekte fayda vardır ki, bu çalışmalarında başarılı da olmuşlardır.

CEMAZİYELAHİR 1434

25


kolaylaştırmalarıdır. Dün insanlar sosyalizmle kandırılırlarken İslam sosyalizmi bid’atıyla karşımıza çıkmışlardı. Daha önceleri de milliyetçilik ve Arapçılık cereyanı vardı, bunları İslam’a yamamışlardı. Bugün onlardan birçoğu yerden bitme anayasaların şarkısını söylemektedirler. İlme ve âlimlere yazık... Din’e ve samimi, rabbani davetçilere yazık… Vallahi günümüzde bunlar, daha önce hiç olmadığı kadar gariptirler. Bugün halkın sadece avamı değil, İslam’a bağlı olduğunu iddia eden kişilerin de çoğu La İlahe İllallah’ın anlamını düşünmüyorlar. Bu kelimenin gereklerini, şartlarını ve onu ortadan kaldıran şeyleri bilmiyorlar. Üstelik onların çoğu, asrın şirki olan demokrasi ve onun araçlarına bulaşmış olmalarına rağmen kendilerinin muvahhid olduklarını, Tevhide çağıran birer davetçi olduklarını iddia ediyorlar. Onlara tavsiyemiz şudur: Nefislerinize bir bakın ve La İlahe İllallah’ın hakikatini öğrenmeye çalışın. O, Allah’u Teâla’nın, öğrenilmesi için Âdemoğluna emrettiği ilk şeydir. Abdesti ve namazı bozan şeylerden önce, Tevhidin şartlarını ve onu bozan şeyleri öğrenmek gerekir. Çünkü Tevhidi bozulan kimsenin abdesti de, namazı da geçerli değildir…

NEBEVÎ HAYAT

Demokrasi, bütün zehirleri ve fesatları taşıyan ortamlarda gelişmiş olup, köklerinin iman toprağıyla yahut inanç ve ihsan suyuyla hiç bir ilişkisi yoktur. Demokrasinin varlığını ancak dinin devletten ayrılması ilkesinin kabulünden sonra görebilirsin. Demokrasi, halklarına livatayı, zinayı, içki içmeyi, soy sopun karışmasını ve bunun dışında gizli açık bütün kötülükleri, mübah kılmaktadır.

26

Dolayısı ile demokrasinin özgürlük anlayışı Allah’ın dininden, hükümlerinden ayrılmak, Allah’u Teâla’nın koymuş olduğu sınırları aşmaktan ibarettir. Ancak yerden bitme anayasaları ve uydurma kanunlarının koymuş olduğu sınırlar kutsaldır, koruma altına alınmıştır. Bütün bunlar kokuşmuş demokrasileri tarafından muhafaza altına alınmıştır. Bununla beraber bu anayasa ve kanunların sınırı aşan, onlara muhalefet eden ve ters düşen kim olursa olsun hemen cezalandırılır. Demokrasi, anayasanın temel maddelerine, MAYIS’13

halkın arzu ve isteklerine uygun olmadığı sürece, Allah’u Teâlâ’nın muhkem dinine, O’nun şeriatının herhangi bir hükmüne asla itibar etmez. Bütün bunlardan önce de (yani anayasanın temel maddelerinden, halkın arzu ve isteklerinden önce) tağutların ve seçkin kişilerin arzu ve istekleri önceliklidir. Halkın tamamı tağutlara ve demokrasinin efendilerine “Bizler Allah’ın indirdiği hükümler ile muhakeme olmak istiyoruz, kesinlikle ne halkın, ne halkı temsil eden vekillerin ne de idarecilerin hiçbir şekilde kanun koyma hakkı yoktur. Dininden dönen, zina eden, hırsızlık yapan, içki içen vs. kimseler hakkında Allah’u Teâla’nın hükümlerinin uygulanmasını istiyoruz. Kadının süsünü göstermesinin, çıplaklığın, fuhşun, zinanın, livatanın (erkeğin erkek ile ilişkisinin) ve bunun gibi bütün kötülüklerin yasaklanmasını istiyoruz…” deseler derhal onlara şöyle cevap verilir. “Bu talepleriniz demokrasi dinine ve özgürlüklere aykırıdır.” Yazıklar olsun size... Yazıklar olsun size… Yazıklar olsun size… Dilim kuruyuncaya kadar yazıklar olsun size…(3) Ey kardeşim sana nasihatimiz şudur ki; Eğer sana “Onların sayıları kalabalık, maddiyatları ise güçlü” derlerse onlara İbn Revaha’nın: “İnsanlarla, sayımız, gücümüz ve çokluğumuz için savaşmıyorduk. Sadece Allah’u Teâla’nın bizi şereflendirdiği bir din ile savaşıyorduk” sözünü hatırlat. Eğer sana bu akiden, fikrin çok tehlikeli sıkıntıları ve zorlukları göğüslemen gerekecek derlerse onlara: “Allah’ın izniyle keder ve acı gidecek yorgunluk yok olacak, sevap ve ödül ise bize kalacaktır. Sıcak günlerde oruç tutup da iftar anında suyun ilk damlalarıyla yok olup gitmesi gibi zorluklar gidecek.” Ey kardeşim! Başını kaldır, Pers ordusunun filleri, Rumların sayılarının kalabalık olması, Yahudilerin sinsice planları bu ümmeti korkutmadı, helak edemedi de “Demokrasi ve Laiklik” mi helak edecek!?


Davet yolu, hiç bir zaman güllerle, çiçeklerle döşenmemiştir. Bu yol basit, kısa ve kolay değildir. Aksine uzun ve zordur. Zira o, Hakk ile batıl savaşıdır. Bunun için sabır ve zorlukları göğüslemek ister. Fedakârlık ve infak ister. Nihayet bu yolda canın feda edilmesini ister. Hemen olumlu sonuçları elde etmek için acelecilik yoktur, umutsuzluk yoktur, gevşemek yoktur. Bizden istenen Allah yolunda çalışmaktır. Sonuç ise, Allah’ın dilediği zamanda ve takdir ettiği şekilde gerçekleşir. Sen Allah’ın kudretini düşün! Talebeleri, İmam Ahmed b. Hanbel’e “Ey İmam! Sen kamçılanırken her kamçının ardından biz ağlıyorduk, sen ise tebessüm ediyordun, acaba bunun sebebi nedir?

Ey kardeşim! Sakın inandığın akideden, fikirden asla ayrılma! Bu fitnelere kapılan insanlardan seni ayıran en büyük özellik bu akidedir. Sayının azlığına, insanların kınamalarına kulak asma!

“Siz celladın elini gördüğünüz için ağlıyordunuz. Ben ise, Rabbimin kudretini gördüğüm için gülüyordum” cevabını verdi.

Davet yolu, hiç bir zaman güllerle, çiçeklerle döşenmemiştir. Bu yol basit, kısa ve kolay değildir. Aksine uzun ve zordur. Zira o, Hakk ile batıl savaşıdır. Bunun için sabır ve zorlukları göğüslemek ister. Fedakârlık ve infak ister. Nihayet bu yolda canın feda edilmesini ister. Hemen olumlu sonuçları elde etmek için acelecilik yoktur, umutsuzluk yoktur, gevşemek yoktur. Bizden istenen Allah yolunda çalışmaktır. Sonuç ise, Allah’ın dilediği zamanda ve takdir ettiği şekilde gerçekleşir.

“Firavun dedi ki: “Bırakın beni. Musa’yı öldüreyim de O (gitsin) Rabbine yalvarıp yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.”(4) İddialarınca Hz. Musa aleyhisselam bozguncu, Firavun da halk yararına çalışan ve onların menfaatlerini koruyan ıslahatçı oluyordu. Firavun’un hıncı ve kini, halkı Hz. Musa’ya ve kavmine karşı ayaklandırıyor, onları sonradan doğacak tehlikelerle korkutuyordu. Kendisini ise, onların huzur ve selametini sağlayan bir gözetleyici ve koruyucu olduğuna inandırıyor ve ikna ediyordu. Aynı günümüzde ki demokratlar gibi… “Kâfirler, asla öne geçeceklerini sanmasınlar. Çünkü onlar sizi âciz bırakamayacaklardır”(5)

Belki de biz, dünyada çalışmalarımızın karşılığını göremeyeceğiz. Biz sonuçtan değil, bu uğurda çalışıp çalışmadığımızdan dolayı hesaba çekileceğiz. Allah davetçilerinin tağuti güçlerden ve din düşmanlarından çektikleri sindirici, caydırıcı ve davetten vazgeçirme, daveti geriletmek için yapılan hareketler, geçmişte vuku bulduğu gibi, bugün de tekrar edip duracaktır. Onları buna sevkeden, Hakk hâkim olduğunda batılın yok olup gitme korkusudur.(6) ---------------------------------1 Enbiya/18 2 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanlara; tıpkı zifiri karanlıkların sukün ettiği gibi fitnelerin çıkacağını, kişinin mümin olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşamlayacağını, kâfir olarak geceleyip mümin olarak sabahlayacağını haber vermiş, insanların dinlerini az bir dünyalık karşılığında satacaklarını bildirmiştir. (Müslim İman: 232, Tirmizi İman: 13, İbni Mace Fiten: 15, Darimi Rikak: 42) 3 Ebu Muhammed el-Makdisi/Demokrasi bir dindir syf 38-41 4 Mü’min/26 5 (Enfâl/59-60) 6 Mustafa Meşhur/ İslam’a davet fıkhı CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

Demokrasi yandaşlarının ellerindeki medya organlarına aldırma! Çünkü bunlar Hakka çağıran sesi susturmak ve hak davetçilerini sindirmek için çirkin yalan ve iftiralar uydurmaktan geri durmazlar. Davetçilerin aleyhine halkı kışkırtmak amacıyla, onları halkın ve toplumun düşmanları gibi göstermek, kendileri için kaçınılmaz bir şeydir. Nitekim eskiden Firavun teb’asının mantığı da böyleydi.

27


Sâlihlerin Bahçesi

Zeynelâbidin Toprak

SALİHLERİN ŞİARI; TEHECCÜD NAMAZI Ne mutlu geceleri gözleri uyku tutamayanlara Mevlasının sevgisi yüzünden yatakta huzur bulamayanlara

NEBEVÎ HAYAT

H

28

amd, gecenin son üçte birinde dünya semasına inen, kullarının her türlü meşru istek ve arzularına icabet edeceğine dair söz veren, kendisini ne bir uyuklamanın ve ne de uykunun tuttuğu kâinatın tek Maliki ve sahibi olan Allaha mahsustur. Selamların en güzeli, teheccüd edenlerin efendisi olan, teheccüd kılmakla ayakları şişen, teheccüd “Salihlerin” şiarıdır demekle ümmetini teheccüde teşvik eden, kendisine uymakla Allahın sevgisinse nail olunan, rehberimiz ve önderimiz olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ‘in kendisiyle beraber ayakları şişeşene kadar gece kıyama duran, göz yaşları ile seccadelerini ıslatan güzide ashabının ve kıyamet saatine kadar onların izlerini adım adım, karış karış takip eden mü’minlerin üzerine olsun. Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki, teheccüd MAYIS’13

namazı başta peygamber efendimiz Hz.Muhammed olmak üzere, sahabe , tabiin ve onlardan sonra gelen selefi salihinden salih kulların şiarıdır. Hz.Aişe annemiz Allah Rasulü’nün teheccüd namazından dolayı, ayaklarının şiştiğini bize haber vermektedir. Bu hal her şeyi ile bize örnek ve önder olan Allah Rasulü’nün teheccüd namazına ne kadar önem verdiğini anlatmaktadır. Teheccüd namazı; Selefi salihindeki salih insanları rableri ile bir araya getiren eşsiz bir eylemdi. Kişi sevdiği bir kimseyle tek başına karşılaşıp konuşmak ister. İşte Allah’ı sevenlerde gecenin zifiri karanlığında rableri ile baş başa kalıp tek taraflı konuşmak için geceyi özlem ve arzu ile beklerler. Onlardan bazıları gecenin bitmesini hiç istemezlerdi. Nasıl istesinler ki; seven sevdiğinden ayrılmak ister mi hiç “Ne mutlu geceleri gözleri uyku tutamayanlara mevlasının sevgisi yüzünden yatakta huzur bulamayanlara.” sallallahu aleyhi ve sellem


Onlar gece kıyamını adet haline getirmişlerdi. Onlar için gece kıyamına kalkmakla için sıcak yorganın altı ile zifiri karanlık olan ormanların, dağların arasında bulunmak arasında hiç bir fark yoktu. Bunu en güzel bir şekilde tabi’in döneminde yaşanmış olan şu kıssa tasvir etmektedir; Basralı bir genç derki: Aralarında Amir b. Abdullah’ında bulunmuş olduğu, cihada çıkan bir birlik ile beraber bende çıktım. Gece olunca, suyun bulunmuş olduğu ormanlık bir alana gece konaklamak için atlarımızdan indik. Amir b. Abdullah eşyasını toparlayıp, atını bir ağaca bağladı. Atın önüne kendisini doyuracak kadar ot ve benzeri şeyler toplayıp koydu. Sonra ormanın derinliklerine dalıp uzaklaşmaya başladı. Ben; Kendi içimden Allah’a yemin olsun ki; “Onu takip edip, ormanın derinliklerinde ne yaptığını izleyeceğim.” dedim. Amir, ağaçlar ile etrafı çevrili olan ve hiç kimsenin kendisini göremeyeceği bir yere ulaştı. Kıbleye yönelip namaz için kıyama durdu. Ben; onun namazı gibi huşulu ve mükemmel bir namaz daha önce görmedim. Basralı genç şöyle devam eder; gözlerim uykuya mağlup olup, biraz uyudum. Aralıklı olarak uyanıp, tekrar uyuyordum. Amir ise durduğu yerde; kıyamda; rukûda ve rabbi ile münacaat halinde idi. Sabah namazının vakti girince sabah namazını eda edip, şöyle dua etmeye başladı. İlahi! İnsanlar sabahladı! Herkesin bir ihtiyacı var. Onların ihtiyaçlarını gider. Amir’in senden ihtiyacı ise onu bağışlamandır. İlahi! Senden üç şey istedim, iki tanesini verdin. Diğerini ise vermedin. İlahi! O üçüncü isteğime de icabet et ki hakkıyla sana kulluk edeyim. Sonra yerinden kalkıp, birliğin bulunmuş olduğu yere yöneldi. Bir anda benim kendisini bu gece izlediğimi fark etti, son derece üzülüp tedirgin oldu. Bana; Ey Basralı Kardeş! Sen beni bu gece izliyor muydun? dedi. Bende evet dedim. Bu gece gördüklerini gizle Allah’ta senin ayıp ve kusurlarını gizlesin dedi. Ben de; Ya bana Allah’ tan istemiş olduğun o üç şeyi haber vereceksin. Ya da bu gece gördüklerimi insanlara anla-

tacağım. Bana, yapma bunu, ne olur kimseye söyleme, deyince bende şartımı tekrardan söyledim. Israrlı olduğumu görünce; Bana; Anlatacağım şeyleri kimseye söylemeyeceğine dair Allah adına söz vereceksin. Bende; Sen yaşadığın sürece anlattıklarını kimseye söylemeyeceğime dair söz veriyorum. Amir; Kadın fitnesinden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmazdım. Allaha; kalbimden kadın sevgisini almasını istedim. Rabbimde icabet etti. Öyle ki; Bir kadın ile bir duvar görmenin arasında hiçbir fark yoktur. Allah’tan; Kendisi dışında hiçbir şeyden korkmamayı istedim. Rabbim icabet etti. Öyle ki; Yeryüzünde ve gökyüzünde ondan başka hiç kimseye karşı korkum kalmadı. Allah’tan; benden uykuyu gidermesini istedim. Ta ki gece gündüz kendisine ibadet edeyim. Buna ise icabet etmedi. Ben bunları işitince kendisine dedim ki: biraz kendine acısan gündüz oruçlu geceleri namazla geçiriyorsun. Hâlbuki arzuladığın cennete yaptıklarında daha az bir şey yapmakla ulaşılabilinir. Amir pişmanlığın fayda vermediği zaman pişman olmaktan korkarım. Allah’a yemin olsun ki; ibadet etmeye güç yetirebildiğim kadar ibadet edeceğim, şayet kurtulursam Allah’ın rahmeti ile, ancak cehenneme gidersem buda kendi kusurlarımdan dolayıdır. (1) Allah sana rahmet eylesin ey Amir! Sen ebedi kalacağın bir diyara hazırlığını yapmaya çalışıyorsun. Bitmeyecek sonsuz diyara…! Bütün bunlarla beraber Allah azze ve cellenin nimetlerine karşı kusur ve eksikliğini itiraf ederek…! Allah yolunda Cihad’ta etsen, gecenin hepsini namazla gündüzlerinide oruçla da geçirsen yaptıklarının Allah’ın insan üzerindeki nimetlerine karşılık okyanusta bir damla olmadığını çok iyi idrak etmiştin. Rabbim bizleri, ahirete yakinen iman eden ve ölümden sonrası için hazırlık yapanlardan eylesin. Selam ve Dua ile… ------------------------------------1) Rafet el-Başe, Suverun Min Hayatı Tabiin, s.31-32. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

. Teheccüd namazı; Selefi salihindeki salih insanları rableri ile bir araya getiren eşsiz bir eylemdi. Kişi sevdiği bir kimseyle tek başına karşılaşıp konuşmak ister. İşte Allah’ı sevenlerde gecenin zifiri karanlığında rableri ile baş başa kalıp tek taraflı konuşmak için geceyi özlem ve arzu ile beklerler. Onlardan bazıları gecenin bitmesini hiç istemezlerdi. Nasıl istesinler ki; seven sevdiğinden ayrılmak ister mi hiç “Ne mutlu geceleri gözleri uyku tutamayanlara mevlasının sevgisi yüzünden yatakta huzur bulamayanlara.”

29


BİR KONU BİR AYET

Nedim Bal

Millet-i İbrahim NEBEVÎ HAYAT

‫ين َم َع ُه اِ ْذ َقالُوا لِ َق ْو ِم ِه ْم‬ َ ‫َق ْد كَان َْت لَ ُك ْم اُ ْس َو ٌة َح َس َن ٌة ٖفى اِ ْب ٰر ٖهي َم َوالَّ ٖذ‬ ِ ‫اِنَّا ُب َر ٰءؤُا ِم ْن ُك ْم َو ِم َّما َت ْع ُبدُو َن ِم ْن ُد‬ ‫ون اللّٰ ِه َك َف ْرنَا بِ ُك ْم َو َبدَا َب ْي َن َنا‬ ‫َو َب ْي َن ُك ُم الْ َعد َ​َاو ُة َوالْ َبغ َْض ُاء اَ َبدًا َحتّٰى تُ ْؤ ِم ُنوا بِاللّٰ ِه َو ْح َد ُه‬

30

“İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizler için çok güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki; biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan beriyiz. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve nefret belirmiştir…” (Mümtehine, 4)

MAYIS’13


demişlerdi ki; biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan beriyiz. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve buğz ortaya çıkmıştır…” (Mümtehine, 4)

Bütün bu güzel sıfatlar bizzat yüce Allah’ın o’na verdiği sıfatlardır. O beş vakit namazın içinde peygamberimiz ve ailesine salat ve selam’dan sonra aynı şekilde anılan büyük peygamber… O kıyamet günü kendisine ilk elbise giydirilecek kişi… (Buhari; Enbiya 8)

Rabbimizin bizler için çok güzel örnek dediği ve yapılmasını istediği bu amelin mahiyetini daha iyi anlayabilmek için şu kelimelerin anlamlarını tekrar hatırlamakta fayda var.

Hz. İbrahim (as) denilince muvahhid mü’minlerin aklına neler gelmez ki? Babasıyla ve putlara tapan kavmi ile olan tevhid mücadelesi, putları kırışı ve onlara lanet okuyuşu, Nemrutla mücadelesi, ateşe atılışı, Kabe’yi inşa edişi, ciğer paresi İsmail’i, Allah’a kurban etme imtihanı ile karşı karşıya kalışı, bu imtihanın sonunda ümmeti Muhammed’e kurban ibadetinin miras kalışı… İşte şanı yüce Allah, böyle bir peygamberin amelini Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman eden mü’minlerinde örnek alması gereken bir amel olarak bildiriyor. “İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizler için çok güzel bir örnek vardır.”

Beri olmak; Uzaklaşmak, ilişkiyi koparmak, ilgi alakayı kesmek, pislikten temizlenmek.

Örnek kelimesi; “kendisine benzetilerek yapılması istenen iş” anlamına gelir. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın, tevhid mücadelesinin sembol ismi olan İbrahim aleyhi’s-selâm’ı bize yani ümmeti Muhammed’e en güzel, en mükemmel örnek olduğunu bildirmesinin sebebi sizce nedir? Onun hayatını bir hikâye gibi okuyalım, çocuklarımıza ve dostlarımıza anlatalım, türlü türlü hayallere dalalım diye mi? Hayır! Şanı yüce olan Allah, İbrahim aleyhi’sselâm’ın yaşadığı hayatın, yaptığı amelin, ortaya koyduğu eylemin bir benzerini bizim de yapmamızı ve bu güzel ameli ortaya koymamızı istiyor. “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda senin için gerçeğin bilgisi, mü’minler için de bir öğüt ve uyarı vardır.” (Hud, 120) Peki, nedir İbrahim aleyhi’s-selam’ın ve ona inanan mü’minlerin ortaya koyduğu bu güzel amel ki Allah-u Teâla bizimde böyle bir amel ortaya koymamızı istiyor. “...Onlar kavimlerine

Kavim; Akraba, soy, sop… İnsanın içinde yaşadığı topluluk.

Tapmak; Kulluk etmek, emrine girmek, itaat etmek, teslim olmak, boyun bükmek. Tağut; Azgın, sapmış, zalim, şeytan, put… Allah’a baş kaldıran, Allah’ın hükmünü kabul etmeyen.. İnsanları Allah’ın emrinden uzaklaştırıp kendi hükümleri ile yönetmek isteyen her varlık, kişi, kurum veya otorite.. (Taberi / Kahire, 3, c. 13) Şimdi Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve ona iman eden mü’minlerin örnek tavrına, kutlu eylemine bir kez daha bakalım; İbrahim aleyhi’s-selam ve ona inananlar yaşadıkları toplumun karşısına dikilerek şöyle haykırdılar; “Biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz” Rabbimiz ayeti kerimede önce “SİZDEN” diyerek batıl inanç sahiplerinden, putlara tapanlardan, şirkin temsilcilerinden, küfrün ve tağutun önderlerinden, zalim ve fasık kimselerden uzaklaşmayı, onlarla ilişkiyi koparmayı, ilgi alakayı, dostluk ve muhabbeti kesmeyi zikretmiştir. Bu önemli bir noktadır. Çünkü bir çok insan diliyle; inkârcılıktan, şirkten, Allah’a karşı azgınlıktan, onun emirlerine karşı gelmekten beri / uzak olduklarını bu hususlarda tertemiz olduklarını hatta kendilerinin namaz kılıp oruç tuttuklarını, zekât verip hacca gittiklerini, kurban kestiklerini, haramlara bulaşmadıklarını söyleyebilirler. Fakat aynı insan grubunun, Allah’a ortak koşan, Allah’a itaat etmeyen, Allah’ın şeriatını beğenmeyip yasaklayan, Allah’ın haram kıldıklarını serbest bırakan, emrettiklerini ise çağımıza uymaz diyerek rededen, insanları Allah’ın hükümlerine göre değil de kendi çıkardıkları kanun ve yasalarla yöneten, azgınlığa, rüşvete, günaha dalmış kişiler, CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

H

z. İbrahim (as)… Halilullah (Allah’ın Dostu), Munib (Allah’a çokça sığınan), Halim (yumuşak ve güzel huylu), Hanif (Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk eden), Şakir (Allah’a çokça şükreden)…

31


Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm denilince muvahhid mü’minlerin aklına neler gelmez ki? Babasıyla ve putlara tapan kavmi ile olan tevhid mücadelesi, putları kırışı ve onlara lanet okuyuşu, Nemrutla mücadelesi, ateşe atılışı, Kabe’yi inşa edişi, ciğer paresi İsmail’i, Allah’a kurban etme imtihanı ile karşı karşıya kalışı, bu imtihanın sonunda ümmeti Muhammed’e kurban ibadetinin miras kalışı… İşte şanı yüce Allah, böyle bir peygamberin amelini Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman eden mü’minlerinde örnek alması gereken bir amel olarak bildiriyor. “İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizler için çok güzel bir örnek vardır.” yöneticiler ve tağutlarla, onların düzenleri ve siyasi kurumlarıyla bedeni ve kalbi dostluklarını henüz koparmamış, ilgi alakayı kesmemiş, muhabbetlerini sona erdirmemiş görürsünüz.. Onlardan Allah’ın emrettiği gibi “BERİ” olmadıklarını fark edersiniz. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü dil; şirk, küfür, zulüm, tuğyan ve günahlardan tamamen uzak olduğunu bu hususlarda tertemiz olduğunu söylüyor fakat bir taraftan kalp; şirk, zulüm ve tuğyan düzenlerine/rejimlerine ve bu düzenleri kuran sahte önderlere, bu düzenleri devam ettiren yöneticilere, bu düzenleri savunan kişilere sevgi ve muhabbet duyuyor, beden ise; onlarla dostluğa, haşır neşir olmaya, onlara destek ve yardımda bulunmaya devam ediyor!!! Bu nasıl bir çelişki? Bu ne çarpık bir anlayıştır? Alemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle, bu ayeti kerimede “SİZDEN” diyerek ortaya konulan küfür, şirk ve tuğyan amellerinden önce bu amelleri yapan kimselerden uzak/beri olunmasını ve bunun açıkça ilan edilmesini emrediyor.

NEBEVÎ HAYAT

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim de birçok kere küfrün, şirkin, zulmün ve tuğyanın kurucuları, koruyanları, yaşatanları veya destekleyenleri şayet kendi öz milletimizden, yakınlarımızdan hatta ailemizden olsalar dahi onlarla dost, sırdaş, arkadaş olamayacağımızı ve onları veli, yönetici, önder edinemeyeceğimizi bildirmiyor mu?

32

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe; 23) “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun - babaları, oğulları, kardeşleri yahut akMAYIS’13

rabaları dahi olsa – Allah’a ve Rasulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.” (Mücadele; 22) Acaba bizler; Allah’a ve O’nun emirlerine itaat etmeyenler, Allah’ın gönderdiği Kitab’a ve şeriata teslim olmayanlar, Allah’ın hükümlerini beğenmeyip alay edenler, Allah’ın buyruklarına gericilik, yobazlık diyenler, Allah’ın yasakladıklarını serbest bırakıp emrettiklerinin de yaşanmasını yasaklayanlar, günaha, rüşvete, adam kayırmaya ve zulme dalanlar şayet kendi soyumuzdan, kendi akrabalarımızdan hatta ailemizden olsalardı Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve onunla beraber olan müminler gibi karşılarına çıkıp “Ey zalimler, fasıklar, tağutlar topluluğu biz SİZDEN UZAĞIZ... Bizler sizin Allah’tan başka taptığınız, ulu ve yüce gördüğünüz, emrine itaat ettiğiniz, yoluna uyduğunuz her şeyden de BERİYİZ/UZAĞIZ. Bizler Allah’ın bize bildirmediği tüm batıl inançlarınızdan, geleneklerinizden, insanları uymaya ve itaat etmeye mecbur ettiğiniz beşeri ideolojilerinizden, düzen ve rejimlerinizden BERİYİZ. UZAĞIZ… Sizinle ve batıl inançlarınızla, ideolojilerinizle de hiçbir ilişkimiz, dostluğumuz alakamız yoktur. Bizler hem sizi hem de Allah katında hiçbir değeri olmayan batıl düzenlerinizi, kanunlarınızı, hayat tarzınızı, kültürünüzü kabul etmiyor, reddediyor ve tanımıyoruz. Bizim ilahımız, kanunlarına itaat ettiğimiz, yoluna uyduğumuz âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Bizler onun bize emrettiği yaşam tarzına razıyız” diyebiliyor muyuz? “Elhamdulillah ben müslümanım” diyen herkesin bu soruyu kendisine bir kere değil bin kere sorması gerekir!!! Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan gelen riva-


Subhanallah! Peygamber Efendimizin haber verdiği “kalpleri (inançları) değiştirilmiş ve la-

netlenmiş” bu insanlar kim? Bu insanlar Allah’ı ve dini inkâr eden insanlar değildi. Aksine bu insanlar, günahın ne olduğunu bilen ve günahkarları uyaran kimselerdi. Peki, nasıl oluyor da kalpleri değiştirilip lanetleniyorlar? Bu sorularımızın cevabını yukarıda ki hadiste Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem veriyor. O uyaran kimseler, günahkarlarla birlikte yiyip-içtikleri, oturup-kalktıkları, dostluk ve muhabbetlerini devam ettirdikleri, onlara ve işledikleri günahlara karşı buğzetmeyip onlardan uzaklaşmadıkları için… Allahuekber! Günahkar kimselere karşı böyle davrananlar lanetlenirse, Allah’ın şeriatı (kanunları) yerine Batı’nın kokuşmuş şeriatıyla (kanunlarıyla) insanları yönetmek isteyenlere, yüce ve vazgeçilmez kabul ettikleri düzenlerini/rejimlerini insanlara zorla dayatanlara, onların bu batıl düzenlerini koruyup yaşatan kimselere buğzetmeyen, onlara karşı hala sevgi ve muhabbet besleyen ve onlara destek verenlere ne diyeceğiz? Günahkârların günahına karşı tavır almayanları lanetleyen Rabbimiz, kafirlerin küfrüne karşı tavır almayanları lanetlemez mi? Artık bundan sonra olan olmuştur. Allah’a şirk koşmaksızın iman eden, O’nun hükümlerine teslim olup itaat eden mü’minlerle, küfür, şirk, zulüm ve tuğyan pisliğine bulaşmış kâfirler, müşrikler, zalimler ve tağutlar arasında başlayacak olan şey başlamıştır. “Sizi tanımıyoruz. Siz bir

Abdullah İbn Mes’ud’dan gelen rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “İsrail oğullarının ilk eksiği şöyle olmuştu: Bir kimse, Allah’ın haram kıldığı bir işi yapanı görse, ona bu işin haram olduğunu ve yapmaması gerektiğini söylerdi. Fakat ertesi gün o kimseyi aynı halde haramları işlerken görmesine rağmen (hiçbir şey yokmuş gibi) onunla beraber oturur, yer ve içerdi. Bunun üzerine Allah onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra Allah’ın Rasulü şu ayetleri okudu; “Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yemin olsun ki yaptıkları ne kötüdür. Onlardan çoğunun inkar edenlerle dostluk yaptıklarını görürsün… Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Maide; 79- 81) Bu ayetleri okuduktan sonra bizlere yönelerek şöyle dedi; “Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği (Allah’ın emrettiklerini) emreder, kötülükleri (Allah’ın yasakladıklarını) yasaklar ve kötülük işlemek isteyenin Hakk’ın dışına çıkmasına fırsat vermezsiniz. Ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir. Onları lanetlediği gibi sizi de lanetler.” (Ebu Davud / Melahim 17 – Tirmizi / Tefsir 5)

CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

yette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “İsrail oğullarının ilk eksiği şöyle olmuştu: Bir kimse, Allah’ın haram kıldığı bir işi yapanı görse, ona bu işin haram olduğunu ve yapmaması gerektiğini söylerdi. Fakat ertesi gün o kimseyi aynı halde haramları işlerken görmesine rağmen (hiçbir şey yokmuş gibi) onunla beraber oturur, yer ve içerdi. Bunun üzerine Allah onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra Allah’ın Rasulü şu ayetleri okudu; “Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yemin olsun ki yaptıkları ne kötüdür. Onlardan çoğunun inkar edenlerle dostluk yaptıklarını görürsün… Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar. Eğer onlar Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Maide; 79- 81) Bu ayetleri okuduktan sonra bizlere yönelerek şöyle dedi; “Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği (Allah’ın emrettiklerini) emreder, kötülükleri (Allah’ın yasakladıklarını) yasaklar ve kötülük işlemek isteyenin Hakk’ın dışına çıkmasına fırsat vermezsiniz. Ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir. Onları lanetlediği gibi sizi de lanetler.” (Ebu Davud / Melahim 17 – Tirmizi / Tefsir 5)

33


tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve buğz ortaya çıkmıştır…”

olmayı fazilet ve gereklilik gibi gören cahillere destek olmamak, onların isyan ve günahlarına ortak olmamaktır.

Düşmanlık ve buğz (kin - nefret)… Acaba bu iki durum da aynı şey midir? Birçoğumuz düşmanlık göstermekle buğzetmek duygusunun aynı şeyler olduğunu zannederiz. Bu büyük bir yanılgıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Gördüğünüz bir kötülüğü elinizle değiştirin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle değiştirin. Buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin (kinnefret) ediniz. Bu imanın en zayıf halidir.” (Buhari/ Melahim)

Düşmanlık göstermek; Allah’ın düşmanlarına düşmanlık göstermek ve bu düşmanlığı belli edecek şekilde ortaya koymaktır.

Hadisten de anlaşıldığı gibi buğz / nefret / kin gibi aynı anlama gelen bütün bu duygular kalbin amelidir. İçe yöneliktir. Dışarıdan bakıldığında etkisi ve alameti pek gözükmez. Halbuki, düşmanlık göstermek ise bedenin amellerindendir. Dışa yöneliktir. Bu da ancak kalpteki buğzun, kin ve nefretin eyleme dökülmesi ile gerçekleşir.

Düşmanlık göstermek; Allah’ın hükümleri ile alay eden, hafife alan ve inkâr edenleri dost, sırdaş, yoldaş, yönetici edinmemekle, onları sevmemekle gerçekleşir.

Peki nereye kadar bu düşmanlık?... Bu düşmanlık, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı birleyip, ona hiçbir şeyi ortak koşmayıncaya, Allah’ın gönderdiği peygambere, kitaba ve şeriata iman edip teslim oluncaya ve insanlar arasında Allah’ın hükmü ile hükmedinceye kadar devam edecektir. “Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve nefret belirmiştir…”

Düşmanlık göstermek; Allah’ın şeriatı ile alay edilen, Allah’ın haram kıldıklarının serbest bırakıldığı, emirlerinin ise yasaklandığı meclislerde bulunmamak, onlarla bir çatı altına girmemek, oturup kalkmamak, haşır neşir olmamaktır.

Biz onların isimlerine, coğrafyalarına, milletlerine, göz ve ten renklerine değil onların batıl inançlarına, sapık dünya görüşlerine, insanları zorla tabi kıldıkları içi boş rejimlerine / ideolojilerine, körü körüne izinden gittikleri uydurma atalarına karşıyız.

Düşmanlık göstermek; onların kutsal ve yüce gördüğü varlık veya kişilerin kabirlerine gitmemek, saygı ve tazimde bulunmamaktır.

Şayet onlar batıl inançlarını, insanlara zorla dayattıkları çürük ideoloji ve düzenlerini bırakır, Allah’ın yolundan sapmış atalarının izinden gitmeyi terk eder, Allah’a, O’nun hükmüne, gönderdiği şeriata iman edip teslim olup insanlar arasında Allah’ın Kitabı ve Rasulünün sünneti ile hükmederlerse işte o zaman biz onlardan razı oluruz. İşte o zaman, onlar dostumuz, kardeşimiz, sırdaşımız olurlar. İşte o zaman, onlar bizlere veli, önder, yönetici olmayı hak ederler.

NEBEVÎ HAYAT

Düşmanlık göstermek; tüm kafir, zalim, fasık ve tağutlardan maddeten ve manen uzak olmak, safları tamamen ayrıştırmakla olur.

34

Eğer kafir ve müstekbirlere sadece kalp ile buğz (kin - nefret) göstermek yeterli olsaydı, açıkça düşmanlık göstermek ve bunu ortaya koymak emredilmezdi. Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm ve ona iman eden mü’minlerin düşmanlık hususundaki ilk amel ve eylemleri ise, açık, net anlaşılır bir dille onların karşısına dikilip yüzlerine karşı hakkı haykırmaları, onlardan uzak olduklarını, onların inanç ve değerlerini, kutsallarını, düzen ve sistemlerini reddedip kabul etmediklerini söylemeleridir. İşte bu, düşmanlık gösterme amelinin ilk adımıdır.

Düşmanlık göstermek; onların yüce ve vazgeçilmez gördükleri atalarının yoluna, batıl ideoloji ve rejimlerine uymak,korumak ve yaşatmak adına söz ve yeminler etmemektir. Düşmanlık göstermek; Küfrün, şirkin ve zulmün önderlerine yardım eden veya “devrin aleyhimize dönmesinden endişe ediyoruz” diyerek onlarla beraber oturup kalkmayı, haşır neşir MAYIS’13

Ama o güne kadar asla…


Ali Yücel

BİR HADİS BİR YORUM

YERYÜZÜNÜN EFENDİSİ OLMAK YA DA ZİLLETE RAZI OLMAK PAHASINA KÖR TAKLİT

E

ksiklik ve noksanlıklardan münezzeh olan yegâne varlık Allah (celle celâluh)’tır.

O’nun dışında bu vasıflara haiz herhangi bir varlık olmadığı gibi olması muhtemel ve söz konusu da değildir. Bu sebeple sadece O’ndan sudur eden şeylerde mükemmellik aranabilir. Yaratmış olduğu canlı-cansız bütün varlıklar, bu varlıkların işlerini tertip edip düzene koyması, kevni iradesiyle tayin ettiği vazifelerden şaşmaksızın bu varlıkların O’na boyun eğmesi; Allah (celle celâluh)’ın yüceliğinin, eşsiz-benzersiz varlık oluşunun, mükemmel yaratıcılığının delillerindendir. «İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Haydi şimdi O’ndan başkasının ne yarattığını bana gösterin!”

(1)

Adeta kâinatın

küçük bir misali konumunda olan ve yaratılmışların içersinde ayrı bir önemi haiz insanoğlu ise,

yaratılmış olduğu fıtrata muhalif davranmadığı sürece melekleri imrendirecek mükemmellikte davranışlar sergileyebilmekte ve “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.”(2) övgüsüne mazhar olabilmektedir. Ne var ki, “İnsan zayıf yaratılmıştır.”(3) İnsan, bu zayıflığın tezahürlerini pratik hayatta rahatça görebilir, kendini kifayetli hissettiği meselelerde dahi acizliği tadabilir. Zayıflığı kendisini varlık alemine getiren yüce Zât’tan tescilli olan, aciz ve muhtaç insandan kusursuzu beklemek ise en iyimser tabirle safdillik olsa gerek. Yaratıcısı olması hasebiyle insanı en iyi tanıyan ve bilen Allah’tır. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yaCEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

،‫لتتبعن َس َن َن من كان قبلكم‬ ‫ حتى لو دخلوا‬،‫شبراً بشبر وذراعاً بذراع‬ ،‫ يا رسول الله‬:‫ قلنا‬.‫جحر ضب تبعتموهم‬ ‫ فمن‬:‫اليهود و النصارى؟ قال‬

35


NEBEVÎ HAYAT

kınız.”(4) İnsanoğlunun dini, dünyası, ahiret hayatı, sosyal-siyasal-ekonomik vs. yaşantısı için en uygun kurallar manzumesini de en iyi bilen yine Allah (cehle celâluh) olmak durumundadır zira onu vücûd alemine getiren, şekil veren, dizayn eden, kendisinde varolan duygu ve düşünceleri yaratan O’dur. Yaratmış olduğu her şeyi bir sebep ve hikmete mebni olarak yaratan Allah’ın (celle celâluh); bünyesinde küçük bir kainat varettiği, kendisine birçok nimeti râm ettiği, emrine amade irili-ufaklı nice varlıkları yarattığı insanoğlunu başıboş, gayesiz ve amaçsız bırakması düşünülemez. “Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”(5) «İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”(6) Kendisini yoktan varedene ibadet etmekle mükellef olan insanoğlunun bu vazifeyi hakkıyla deruhte etmesinin tek yolu, kendisini ibadetle mükellef kılan yüce Zât’ın istediği şekilde davranmaktır. İnsanlara rehber olsun diye gönderdiği Kitâb’ında hayatın her alanına dair emir ve yasaklar tayin eden Allah’ın (azze ve celle) razı olacağı ibadet, hayatın her alanında belirlediği bu yasa ve kurallara uyarak gerçekleşebilir. Buna göre, Allah’ın insanlara salık verdiği kanunların tamamını ya da bir kısmını işlevsiz hale getirmek, (hâşâ) O’na sınır tayin edip gönüllere hapsetmek, mabetlere girmesine izin verip kamusal alana -yönetim alanına vs. alanlara sokmamak, -bunu yapanlar tarafından aksi iddia edilse bile- yaradılış gayesine mugayir davranmaktır.

36

Aklı ne kadar olgun ve mükemmel olursa olsun insan, hayatın her alanında bütün herkesi razı edecek düstur ve prensipler ortaya koyamaz. Maddi refah açısından kendisine imrenilerek bakılan sözde süper güçlerin bile temel yasa ve kanunlarının yamalı bohçaya döndüğü gündemi takip eden herkesin malumudur. İmalathane gibi çalışan yasama meclislerinin aktörleri değiştiğinde dün doğru olanlar bugün yanlış telakki edilebilmekte, daha önce düzene ters gözüken hususlar sonraları teşvik edilebilmektedir. Hatta dün “A” olarak kabul ettirilmeye çalışılan bir şey bugün “B” olarak da dayatılabilmektedir aynı aktörler tarafından. Ömrü bir asrı doldurmamış MAYIS’13

devletlerin, gelenlerin keyfine göre tanzim ettiği yasa müsveddeleri yüzünden kendi insanına bile nasıl zorluk ve sıkıtılar çıkardığını görünce bu durumu daha iyi anlamaktayız. Bundan ötürü Allah’ın (azze ve celle), insanların yaşantılarının her alanında kanun ve kurallar tayin etmesi, şaşırması muhtemel olan aciz insanoğluna bu işi bırakmaması kullarına büyük bir lütfudur. Beşer tarafından ortaya konulan kanun ve yasalar sürekli toplumun gerisinden gelmekte ve toplumla beraber gelişmektedir. İçinde bulunduğu zamanın biraz sonrası için herhangi bir fikri bulunmamaktadır bu yasaların. Oysa İslam nizamının, ilk muhataplarına söyleyecekleri olduğu gibi Kıyamete kadar yeryüzünü meşgul edecek insanlara söyleyecekleri de bulunmaktadır. İlk muhataplarının rahat ve huzurunu sağlayabildiği gibi sonra gelenlerin yaşantılarını düzene sokacak güncelliği de yapısında barındırmaktadır İslam. Zira o, prensiplerini bizzat onu son din olarak gönderenden, insanı yaratan ve onu en iyi tanıyandan almaktadır. İnsanların içlerinde bulundukları anlık şart ve konumlara göre dizayn edilen ve insanoğlunu hakkıyla takdir edemeyen sistemlerin İslam nizamıyla mukayese edilmesi son dine karşı işlenmiş en büyük cinayet olsa gerek. Evrensel, durağanlık kabul etmeyen, belli bir zamandaki belirli insan gruplarıyla sınırlandırılamayacak kadar şümullü olan İslam nizamını aciz, zayıf ve noksan sıfatlarından hâli olmayan insan türevi düşünce, rejim ve sistemlere stepne yapmaya çalışmak lisan-ı hâl ile alemlerin Rabbi’ne karşı bir cüret ve meydan okumadır. Her Müslüman’ın tabiatıyla bilmesi gereken bu hakikatler, dinlerinden uzaklaştıkları bütün zaman dilimlerinde Müslümanların bir kısmı tarafından pratikte ihlal edilmiş, “tabiatın boşluk kabul etmemesi” prensibince de bu hakikatlerin yerini farklı düşünce yapıları, sistem, rejim ve ideolojiler almıştır. Moğol zalimi Cengizhan’ın uygulanmasını dikte ettiği “el-Yesâk” tarih içersinde bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir.(7) Kilisenin baskılarından dolayı kurtuluşu kiliseden/ dinden kaçmakta arayan batıyı taklit hastalığına duçar olmuş Müslüman halkların dinlerinden


Yaratıcısı olması hasebiyle insanı en iyi tanıyan ve bilen Allah’tır. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” İnsanoğlunun dini, dünyası, ahiret hayatı, sosyal-siyasal-ekonomik vs. yaşantısı için en uygun kurallar manzumesini de en iyi bilen yine Allah (cehle celâluh) olmak durumundadır zira onu vücûd alemine getiren, şekil veren, dizayn eden, kendisinde varolan duygu ve düşünceleri yaratan O’dur.

İslam nizamının her alandaki üstünlüğüne rağmen aslını bilmeyen zavallılar yüzünden İslam’ın, hakikat namına bir şey ifade etmeyen düşünce yapılarıyla, çağdaş dinlerle yan yana anılması ne kadar da üzüntü verici. Bir yandan Müslüman olduğunu söyleyenlerin öte yandan “Ekonominin dininin olmayacağından” dem vurması ne kadar da ibretamiz bir durum. Daha düne kadar “Ya laiksindir ya Müslüman” diyenlerin bugün başka ülkelere laiklik ihraç etmeye çalıştığını görmek ne kadar da hayret verici. “Kitaba uyamıyoruz bari kitabına uyduralım”, “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” fikrinin pratikte karşılığı olan bu düşünce yapısının, bu gün Müs-

lümanlar için karşılaşılabilecek en büyük tehlike olduğu aşikârdır zira namazın her rekâtında kendilerinden teberri edilen sapkın topluluklardan hayat standartları almaya çalışmak, adım-adım ve karış-karış onları takip etmek, Hz. Peygamber’in ashâbını her daim uyardığı “körü körüne taklit hastalığı”nın bir tezahürü, aslına ve özüne yabancılaşmanın üzücü bir örneğidir. Son sözü O’na bırakalım: Ebu Said el-Hudri’nin (radıyallahu anhu) aktardığına göre şöyle buyurmuştur iki cihan güneşi: ‘’Muhakkak sizler, sizden önceki ümmetlerin yolunca karış karış, arşın arşın uyup gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğine girmiş olsalar bile (siz de o daracık yere girecek) onlara tabi olacaksınız” buyurdu. Biz, “Yâ Resulallah! Bu ümmetler Yahudiler ile Hıristiyanlar mı?” diye sorduk. “Onlardan başka kim olacak?” buyurdular.” “Ey kalpleri halden hale değiştiren Allahım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!”

-------------------------------------------

1 Lokman Suresi 11. 2 İsra Suresi 70. 3 Nisa Suresi 28. 4 Kaf Suresi 16. 5 Mü’minûn Suresi 115. 6 Kıyâmet Suresi 36. 7 Konuyla ilgili olarak Maide Suresi 50. ayet-i kerimenin tefsirine bakılabilir. Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm 5/251. 8 Nesâi, Ziynet 51. (Hadis no: 5224) 9 Buhâri, İ›tisâm 14. (Hadis no: 6889) CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

uzaklaşmaları ve gafil kalmaları sebebiyle hayatlarına nizam ve düzen vermeye çalışan sistem ve rejimlerin, İslam’ın bir kısım müesseselerine alternatif olarak zikredilmeleri içersinde bulunulan durumun vahametini ortaya koymaktadır. “Müşriklerin ateşiyle aydınlanmaya kalkışmayın”(8) buyuran Resûlü Zi-Şân’ın (aleyhisselam) ümmetinden olduğunu söyleyen insanların ahlaki erdemler dışında bütün hukuk normlarını müşrik topluluklardan aldığını müşahede ettiğimiz günümüzde, tüm bu yapılanların üstünlük ve şeref vesilesi sayılması gerçekten acınılacak, utanılacak bir durumdur. Oysa “Allah, bizi İslam ile şerefli ve izzetli kıldı. İzzet ve şerefi İslam dışında yollarda ararsak bizi zillete duçar eder” buyuran Hz. Ömer, her asır ve çağda, hangi şartlar altında olursa olsun Müslümanların benimsemesi ve takip etmesi gereken yolu en veciz bir şekilde ifade etmiştir.

37


Ebu Bekir Eren

BİR HADİS BİR YORUM

ÜÇ AYLARIN FAZİLETİ ‫اَللَّ ُه َّم َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َر َج َب َو‬ ‫شَ ْع َبا َن َو َبلِّ ْغ َنا َر َم َضا َن‬ “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazana kavuştur.”

NEBEVÎ HAYAT

Y

38

üce Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, yeni bir rahmet iklimi olan mübarek üç aylara kavuşmuş bulunuyoruz. Bu aylar, imanımızdan gelen bir heyecanla ibadet hayatımızın daha canlı tutulduğu rahmeti bol, bereketli bir mevsimdir. Üç ayların manevî atmosferinin bereketli ve hikmetli yıldızları gibidir. Bu aylar, dua ve yakarışların Allah celle celaluhuya arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların yıkanması, yapılan ibadet ve taatlere verilen sevabın katlanması bakımından kaçırılmayacak bir fırsattır. Bu günlerde nefisler hesaba çekilmeli, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede ve nasıl tüketildiği gözden geçirilmeli, amel defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü kurulacak büyük divanın tek Hâkimi Yüce Allah celle celaluhu’nun hakkımızda nasıl bir hüküm vereceği düşünülmelidir. Bu aylar dua ve tövbelerimizin kabul edilme ümidini daha fazla hissedeceğimiz aylardır. İnsan hatasız değildir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanların hepsi hata edici ve günah işleyicidir. Hata edenlerin en hayırlısı ise, hatasını bilip tövbe edenlerdir” buyurmuşlardır. Yüce Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim’de: “Ey Müminler! Hepiniz Allah’a celle celaluhu tövbe ediniz ki felah bulasınız” buyurmaktadır. Ramazan ayına bir hazırlık olmak üzere Recep ve Şaban aylarını daha verimli olarak değerlendirmeli, mümkün olabildiğince kendimizi günahlardan korumaya çalışmalı ve ayrıca bol bol tövbe etmeliyiz. Unutmayalım ki Mevla’mız bu aylar (Recep, Şaban) vesilesi ile bizlerin ibadet ve taat olarak çok yoğun geçecek olan Ramazan’a hazırlanmamızı istiyor. Çünkü Ramazan bizler için artık hasat vaktidir. İnsanlar, dünyevi işlere kendilerini bazen çok fazla kaptırıyorlar ve uhrevi görevlerini ikinci plana itiyorlar. Peygamberimiz üç aylar girince şöyle dua ederdi: “AlMAYIS’13

lah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi ramazana kavuştur.” Üç aylar muhasebe zamanı olarak önemlidir; Her şeyden önce bir nefis muhasebesi yapmak mecburiyetindeyiz. Biz kimiz? Niçin ve kimin için yaşıyoruz? Bu soruların cevabını şu mübarek günlerde fert fert herkesin kendisine sorarak aklıselim ile cevaplandırması, verdiği cevaba uygun bir hayatı da yaşaması gerekir. Allah celle celaluhu ile aram nasıl? Onun istediği bir kul olabildim mi? Beni ondan uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı? Her an ölüm gelecek hassasiyeti ile buna ne kadar hazırlıklıyım? Ahiretimi mamur yapacak bir hazırlığım var mı? Çünkü mübarek gün ve gecelerin asıl kutsiyeti bizi nefis muhasebesine davet etmesi sebebiyledir. Bizler inananlar olarak bu davete icabet etmek durumundayız. Yüce Mevlanın da buyurduğu gibi; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşır, 59/18) Orucun faziletini belirten ayet ve hadisler oldukça çoktur. Bunların bir kısmı şunlardır; - Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan; O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden.. Allah Teala der ki; Adem oğlunun her ameli kendinedir. Ancak oruç müstesnadır, ki O bana aittir, mükafatını da ancak ben vereceğim. Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu olduğu gün kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın. Eğer biri ona söverse veyahut onunla kavga eder ise; Ben oruçluyum, desin. Muhammed’in ruhunu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlunun iki sevinci vardır; İftar ettiği zaman sevinir. Rabbine kavuştuğu zaman orucu ile sevinir.(1) - Sehl radıyallahu anhu’dan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir; Cennette bir kapı vardır ona “reyyan” denilir; Kıyamet gününde ondan oruç tutanlar gider, onlarla beraber başkaları giremez. Oruç tu-


tuttuğunu görmedim, Şaban’dan daha çok oruç tuttuğunu da görmedim. Onu pek azı hariç tutardı, hatta hepsini tutardı. (7) ŞABAN’IN ON BEŞİNCİ GECESİNİN FAZİLETİ; -Hz. Ali radıyallahu anhu’dan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Şaban’ın on beşinci gecesi olduğu zaman gecesini namazla ihya edin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Allah Teala onda güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve: “Bağışlanma isteyen var mı bağışlayayım, rızık isteyen var mı? Rızık vereyim. Dertli var mı? Şifa vereyim.” der. Şafak sökünceye kadar: Şu var mı şu var mı der. (8) HER AYDAN ÜÇ GÜN ORUÇ TUTMANIN FAZİLETİ; - Abdullah bin Amr (r.a) diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: Her aydan üç gün oruç tut – iyilik on katınadır – bu da ömür boyu oruç tutmak gibidir, dedi. (9) - Müslim ile Ebu Davud rivayeti: Her aydan üç gün oruç tutmak ve Ramazanları tutmak ömür boyu oruç tutmaktır. (10) - Ebu Zer radıyallahu anh’ten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Kim her aydan üç gün oruç tutarsa, bu ömür boyu oruç tutmaktır. Allah Teâla bunun tasdiki olarak şu ayeti indirdi: “Kim bir iyilikle gelirse, onun için on katı vardır.” (En’am: 160). Bir gün on günedir.(10) PAZARTESİ VE PERŞEMBE GÜNLERİ ORUÇ TUTMANIN FAZİLETİ; Ebu Katade diyor ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e Pazartesi ve Perşembe orucundan soruldu, o da: Ben onda doğdum ve Kur’an bana onda indirildi, dedi. (11) - Üsame bin Zeyd radıyallahu anhu Vadilkura’ya gitti, orada malları vardı; Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı, hizmetçisi ona: Neden Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutuyorsun, sen yaşlı bir ihtiyarsın, dedi? O da şöyle dedi: Allah’ın Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem o iki günü oruç tutardı, sebebi sorulduğunda da şöyle derdi: Kulların amelleri Pazartesi ve Perşembe günleri Allah’a arz olunur; ben de amelimin oruçlu iken arz olunmasını isterim. (12) --------------------------------------(1) Buhari,(5927); Müslim,(1151). (2) Buhari,(1896); Müslim(1152). (3) Müslim (15) (4) Tirmizi (2616); İbn Mace (3973). (5) Tirmizi (785) (6) Buhari(1971); Müslim (1157), Ebu Davud (2430). (7) Buhari (1970); Müslim (1156). (8) İbni Mace (1388) Cidden zayıftır. (9) Buhari, 51, 52, 6/241; Müslim (1159). (10) Tirmizi (762); İbni Mace (1708) Hadis sahihtir. (11) Müslim (1162); Ebu Davud (2426). (12) Ebu Davud (2436); Senedi hasendir. * Detaylı bilgi için; Kahraman Yayınları (Taç Tercemesi Ve Şerhi) CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

tanlar nerede denilir? Onlar o kapıdan girer. Sonları da girince kapanır, bir daha ondan kimse giremez. (2) - Cabir radıyallahu anhu diyor ki; Bir adam, Peygamber salallahu aleyhi ve sellem’e sordu: Ne dersiniz, ben farz namazları kılsam, Ramazanı tutsam, helali helal, haramı haram bilsem, bundan da fazla bir şey yapmasam, cennete girer miyim, dedi? O da: Evet, dedi. O da: Allah’a yemin ederim ki bundan fazla bir şey yapmam, dedi. (3) - Muaz bin Cebel radıyallahu anhu diyor ki: Ben bir yolculukta Peygamber salallahu aleyhi ve sellem ile beraberdim. Bir ara ona yakın oldum, yürüyorduk: Ya Resulallah, bana öyle bir amel haber ver ki beni cennete girdirsin ve beni cehennemden uzaklaştırsın, dedim. O da şöyle dedi: Büyük bir şey sordun, o, Allah’ın kolaylaştırdığına kolaydır: Allah’a ibadet eder, ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı dosdoğru kılarsın, Ramazanı tutarsın Beytullah’ı haccedersin, dedi. Sonra şöyle dedi: Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç kalkandır, sadaka günahı söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Adamın gece yarısı kıldığı namaz, iyilerin alametidir. Muaz diyor ki: Sonra şu ayeti okudu: “Onlar ki yanları yataklardan uzak olur…” (Secde 16, 17). Sonra da şöyle dedi: Sana işin başını, direğini ve yamacının zirvesini haber vereyim mi? Ben de: Evet, ya Rasulallah, dedim. O da şöyle dedi: İşin başı İslam’dır. Direği namazdır, yamacının zirvesi cihattır. Sonra şöyle dedi: Sana bütün bunların özetini söyleyeyim mi? Ben de: Evet, ey Allah’ın Nebisi, dedim. Dilini tuttu ve: Şuna sahip ol, dedi. Ben de: Ey Allah’ın Nebisi, bizler konuştuklarımızdan sorumlu muyuz, dedim? O da: Anan üzerine ağlasın, ya Muaz, insanları cehenneme yüzükoyun yahut burunları üzeri atan dillerinin ceremesinden başkası mıdır , dedi. Tirmizi , İman bahsinde rivayet etmiş ve sahihtir, demiştir.(4) -Ümmü Umara el – Ensariyye radıyallahu anha diyor ki: Peygamber salallahu aleyhi ve sellem onun yanına geldi, o da ona yemek takdim etti. Peygamberimiz: Sen de ye, dedi. O da: Ben oruçluyum, dedi. Rasulallah salallahu aleyhi ve sellem’de: Oruçlunun yanında yemek yenirse melekler yemek bitinceye, belki de yiyenler doyuncaya kadar ona rahmet okurlar, dedi. Başka bir rivayet: Oruçlunun yanında oruç tutmayanlar yemek yerse melekler ona rahmet okurlar. (5) RECEP ORUCUNUN FAZİLETİ; - Osman bin Hakem radıyallahu anhu diyor ki: Said bin Cübeyr’e Recep ayının orucunu sordum, biz de o gün Recepte idik, şöyle dedi: İbn Abbas radıyallahu anhu’dan şöyle dediğini işittim: Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem oruç tutardı, öyle ki artık tutmadığı olmaz, derdik, öyle de tutmazdı ki artık oruç tutmaz, derdik. (6) ŞABAN ORUCUNUN FAZİLETİ; - Hz. Aişe radıyallahu anhu diyor ki: Rasulallah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ramazandan başka bir ayı tam

39


BİR KISSA BİN ÖĞÜT

HALİL İBRAHİM TURHAN

KORKUSUZ ÂLİM Biz bu yolun sonunda cennetleri görürüz Baş koyduk davamıza seve seve ölürüz!...

“Annene de ki; Buluşma yerimiz inşallah cennettir.”

“S

aid b. Cübeyr şehid edildi. Yeryüzünde onun ilmine muhtaç olmayan hiç kimse yoktur. (Ahmet B. Hanbel)

NEBEVÎ HAYAT

Emevi halifesi Abdulmelik b. Mervan çok zalim biri olan Haccac’ı Kûfe’ye vali olarak atamıştı.

40

Bu Haccac Müslümanlara zulmeder, haksız yere onları öldürürdü. Ta ki komutanlarından Abdurrahman b. el-Eşas onun zulmüne dayanamayıp zalim Haccac’a karşı askerlerinden biat alarak savaşa başladı ve bu savaş senelerce sürdü. İlk başlarda Abdurrahman’ın ordusu galip iken sonraları yenildi. Said bin Cübeyr, zalim HacMAYIS’13

cac’a karşı Abdurrahman’ın ordusunda savaşan âlimlerdendi. Zalim Haccac Abdurrahman’ı yenince ordusundaki Müslümanların çoğunu esir aldı. Esirleri kendilerini Haccac’a karşı savaştıklarından dolayı kâfir olduklarını söylemeleri kaydı ile serbest bırakacağı hususunda onları ikna etmeye çalışıyordu. İkna ettiklerini serbest bırakıyor; bu teklifi kabul etmeyenleri ise öldürtüyordu. Said b. Cübeyr ise kaçanlardandı. Mekke’ye giderek orada bir gecekonduda yaşamaya başladı. Mekke’de kalışının onuncu senesinde oraya şerrinden korkulan Halid b. Abdullah isminde yeni bir vali atandı. Dostları Said b. Cü-


Askerler Said’i Vasıt şehrine, Haccac’a getirdiler. Said, Haccac’ın huzuruna çıkarılınca aralarında şu konuşma geçti. - Haccac: Senin adın ne? - Said: Said b. Cübeyr. (Said=mutlu, Cübeyr = Onaran) - Haccac: Hayır Senin adın Şaki b. Kuseyr dir. (Şaki=Bedbaht, Kuseyr=Kıran, yıkan, döken) - Said: Bilakis, annem benim adımı senden daha iyi biliyor. - Haccac: Muhammed hakkında ne dersin? - Said: Muhammed bin Abdullah sallallahu aleyhi ve sellem’i mi kasdediyorsun? - Haccac: Evet. - Said: Âdemoğlunun efendisi ve seçilmiş bir peygamberdir. İnsanlardan gelip geçenlerin en hayırlısıdır. Risaleti taşımış ve tebliğ etmiştir. - Haccac: Ebubekir hakkında ne dersin? - Said: O sıddık ve peygamberin halifesidir. Peygamberin yolunu değiştirmeden o yol üzerinde yürümüştür. - Haccac: Ömer hakkında ne dersin?

- Said: O Allah’ın kendisiyle hak ile batılın arasını ayırdığıdır. (Faruk)tur. İki dostunun yolu üzerinde yürümüştür. Şehit olarak rabbine kavuşmuştur. - Haccac: Osman hakkında ne dersin? - Said: O zorluk ordusunu teçhizatlandıran, Rasulullah’ın iki kızının kocasıdır. Zulüm ile öldürülmüştür. - Haccac: Ali hakkında ne dersin? - Said: Peygamberin amcasının oğlu, gençlerden ilk Müslüman olan ve Hz. Fatıma’nın kocasıdır. Cennet gençleri Hasan ve Hüseyin’in babasıdır. - Haccac: Ümeyye oğullarından hangi halife senin daha çok hoşuna gider. - Said: Rabbini en çok razı eden. - Haccac: Rabbini en çok razı eden kimdir? - Said: Bunun bilgisi gizliyi ve açığı bilen Allah’a aittir. - Haccac: Benim hakkımda ne düşünüyorsun? - Said: Sen kendini daha iyi bilensin. - Haccac: Ben senin fikrini öğrenmek istiyorum. - Said: Bu senin hoşuna gitmez ve seni üzer. - Haccac: Ben yine de senden işiteceğim. - Said: Sen Allah’ın kitabına muhalefet eden, kendi heybetini arttırmak maksadı ile kendini helaka götüren ve kendini cehenneme sokacak işler yapan birisin. - Haccac: Allah’a yemin olsun ki seni öldüreceğim. - Said: O zaman sen benim dünyamı yıkmış olursun. Ben ise senin ahiretini yıkacağım. - Haccac: Dilediğin ölümü kendine seç. - Said: Bilakis sen kendin için ölümlerden ölüm seç, ey Haccac! Allah’a yemin ederim ki sen beni hangi şekilde öldürürsen, Allah da seni ahirette o şekilde öldürecek. - Haccac: Seni affetmemi ister misin? - Said: Bana gelecek olan af ancak Allah’tandır. Senin için ise asla bir özür ve bir kurtuluş yok. - Haccac (öfkelenerek): Kılıcı ve deriyi getir(1) ey cellat! - Said güldü. Bunun üzerine CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

beyre gelip bu valinin şerli biri olduğunu onu zalim Haccac’a teslim edebileceğini söylediler ve Mekke’den kaçmasını istediler. Said’in onlara cevabı şu oldu: “Allah’a yemin olsun ki; o kadar çok kaçtım ki artık Allah’tan utanır oldum. Burdan asla ayrılmayacağım, ta ki Allah bana dilediğini yapıncaya kadar.” Vali Halid, kendisi hakkında kötü düşünenlerin zanlarını doğru çıkararak bir grup askerini Said’in evine gönderip, onu tutuklayıp Vasıt şehrindeki (Kûfe ile Basra arasında bir şehir) zalim Haccac’a götürmelerini emretti. Askerler Said’i götürmek için eve gelip ellerine zincir takınca Said orada bulunan dostlarına dönüp şöyle dedi: “Bu zalimin beni öldüreceğini zannediyorum. Ben ve iki dostum bir gece imanın tadını alarak Allah’a ibadet ettik ve Allah’tan bizi şehitlerden kılması için ona dua ettik. Allah o iki dostumun duasına icabet etti ve onları şehit olarak huzuruna aldı. Geriye ben şehadeti bekler bir halde kaldım” dedi. Sözlerini tam bitirdiği esnada küçük kızı onun yanına geldi. Onu elleri bağlı bir halde ve askerlerin tuttuğunu görünce ağlamaya başladı. Said küçük kızının başını okşayıp ona şöyle dedi “Annene de ki; buluşma yerimiz inşallah cennettir.”

41


Vali Halid, kendisi hakkında kötü düşünenlerin zanlarını doğru çıkararak bir grup askerini Said’in evine gönderip, onu tutuklayıp Vasıt şehrindeki (Kûfe ile Basra arasında bir şehir) zalim Haccac’a götürmelerini emretti. Askerler Said’i götürmek için eve gelip ellerine zincir takınca Said orda bulunan dostlarına dönüp şöyle dedi. “Bu zalimin beni öldüreceğini zannediyorum. Ben ve iki dostum bir gece imanın tadını alarak Allah’a ibadet ettik ve Allahtan bizi şehitlerden kılması için ona dua ettik. Allah o iki dostumun duasına icabet etti ve onları şehit olarak huzuruna aldı. Geriye ben şehadeti bekler bir halde kaldım” dedi. Sözlerini tam bitirdiği esnada küçük kızı onun yanına geldi. Onu elleri bağlı bir halde ve askerlerin onu tuttuğunu görünce ağlamaya başladı. Said küçük kızının başını okşayıp ona şöyle dedi. “Annene de ki; buluşma yerimiz inşallah cennettir.” - Haccac: Niye gülüyorsun? - Said: Senin Allah’a karşı cüretine ve Allah’ın sana karşı merhametine. - Haccac: Öldür onu ey cellat.! Said kıbleye yöneldi ve şu ayeti okudu: “Yüzümü hanif olarak yerleri ve gökleri yaratan Allah’a döndüm ve ben müşriklerden değilim.” (En-am, 79) - Haccac: Yüzünü kıbleden çevirin. Said, şu ayeti okudu: “Nereye dönerseniz dönün orası Allah’ın yönüdür.” (Bakara, 115) - Haccac: Yüzünü yere çevirin. Said şu ayeti okudu. “Sizi oradan (toprak) çıkarttık ve sizi tekrar oraya çevireceğiz ve sizi başka bir sefer tekrar oradan çıkaracağız.” (Taha, 55) - Haccac: Allah’ın düşmanını öldürün, Kur’an ayetlerini ondan daha iyi delil getiren kimseyi görmedim.

NEBEVÎ HAYAT

Said en son şöyle dedi, Allah’ım benden sonra bu zalimi kimseye musallat etme. Ve cellat, Said’in boynunu vurarak onu şehit etti.

42

Said b. Cübeyr’in şehadetinden onbeş gün geçmeden zalim Haccac hastalandı. Sürekli bayılıyor ve şöyle bağırarak uyanıyordu. “Said bin Cübeyr geldi. Boynumdan tutuyor ve beni neden öldürdün diyor” sonra ağlıyor ve “Said’i benden uzaklaştırın.” diyordu. Haccac bu şekilde çığlıklar arasında öldü. O öldükten sonra bazıları onu rüyasında görmüş ve ona şöyle sormuştu. “Allah sana öldürdüklerinden dolayı ne yaptı.” Haccac “her öldürdüğüme karşılık beni bir defa öldürdü. Said b. Cübeyr’e karşılık ise beni yetmiş defa öldürdü.” (Bu rüya Ömer Bin Abdulaziz r.a’dan da rivayet edilmiştir.) MAYIS’13

KISSADAN HİSSE: 1. Zalimin karşısında ölüme bile sebep olsa hakkı söylemek. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Şehidlerin efendisi şu iki kimsedir: Hamza bin Abdulmuttalib ve zalimin karşısında hakkı söyleyen kişi ” buyurmuştur. 2. Kuran’ı ve hadisleri iyi bilerek zalime karşı Kuran’dan ve hadislerden cevap verip onu susmaya zorlamak ve onu cevap veremeyeceği şekilde mağlup etmek. 3. Allah yolunda şehitlerden olmaya çalışmak. Kaderde ne varsa o olacaktır; zalimlerden kaçıp gizlenmek kaderi değiştirmeyip, eceli ertelemeyeceği gibi kâfirlere karşı çıkıp, hakkı haykırmak ve Allah yolunda cihad etmekte eceli öne almayacaktır. 4. Aile, çoluk çocuk sevgisi bize fitne olup bizi kafire karşı hakkı söylemekten ve ona karşı cihad etmekten alıkoymamalıdır. Nitekim Allah’u Teâlâ Teğabun 15’de şöyle buyuruyor: “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için fitnedir. Allah katında ise büyük bir ecir vardır.” Yine şöyle buyuruyor. “Ey iman edenler; mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Her kim böyle yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münafikun, 9) 5. Okuyup öğrendiğin ilim ancak onunla amel edince faydalı olur. Kendisi ile amel edilmeyen ilmin Allah katında hiçbir faydası olmadığı gibi bilakis o ilim, ilmin sahibinin aleyhine delil olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ Cuma suresinde onları kitap yüklü merkepler olarak tanımlamıştır. ------------------------------------------------------1. İnfaz edilecek kimsenin boynu vurulacağı esnada kanın etrafa yayılmaması için mahkûmun altına serilen deriden bir tür çarşaftır.


ŞEHİTLERİMİZ ONLAR ÖNCÜLER

“ KARDELENLERİN KAN KIRMIZI AÇTIĞI GÜN H

amd, ortağı ve benzeri olmayan, kullarından sevdiği kimselere şehadet rütbesi veren Al-

lah’a mahsustur. Salatu’sselam Kainatın efendisi, şehitlerin rehberi olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine ve kıyamete kadar O’nun izini takip eden tüm muvahhid Müslümanların üzerine olsun… Allah azze ve celle kullarından dilediğini seçip, eğitip, yetiştirip, kendi dininin hizmetçisi kılar. Bu sadece Allah azze ve cellenin sade ve katışıksız bir lütfudur. Ve bu seçtiği kimseleri dinine hizmet ettirip, ecel vakitleri geldiklerinde yanlarına alır. İşte bu seçilmiş kulların belki en büyük özellikleri samimi ve ihlâs sahibi olmalarıdır. İşte bundan dolayı çok kısa bir zamanda onlar vesilesi ile dinine yardım ettirir. İşte Metinde bu seçilmiş ve muhlis kullardan bir tanesiydi. Resmi herhangi bir belge ve kariyeri olmamasına rağmen, çok kısa bir ömür ve zaman diliminde büyük başarılara imzasını atanlardan birisiydi. Belki Metin’in en büyük kariyeri Allah’a karşı olan saCEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

Hüseyin Kalender

43


mimiyeti, ciddiyeti, gayreti ve çalışmasıydı.

Metin şehit edilmeden önce de solcular tarafından

İşte bundan dolayı Metinde birçok resmi

kurşunlanarak yaralanmıştı. Bu olay, 26 Ekim 1977 tari-

kariyer sahibinin başaramadığı büyük işler

hinde, Fatih – Çarşamba semtindeki Darüşşafaka lisesi

başarmıştı. Biz de rabbimizin izni ile bu

önünde meydana gelmişti. Bu pusuda diğer arkadaşları

çok kısa ama dolu dolu geçen şehit

birer, Metin ise ikisi midesine birisi diz kapağına olmak

Metin’in hayatından, denizde

üzere 3 kurşun yarası alır. İşte bu olay neticesinde

damla misali de olsa ke-

Metin, Vakıf Guraba hastanesinde, yapılan tıbbi mü-

sitler sunmaya çalışacağız.

dahale sonucunda ilk gazilik mertebesine ulaştı. Dok-

Rabbim

okuduklarımızı

torların tedavi sürecinin henüz bitmediğini, bu şekilde

anlamayı, anladıklarımızla

taburcu olması durumunda tedavinin yarım kalacağını

da amel etmeyi bizlere ko-

belirterek, kararından vazgeçmesi için tüm ısrarlarına

laylaştırsın.

rağmen hastanede daha fazla kalmak istemedi ve bir

Metin’in, İslami mücadelenin içindeki aktifliği ilkokul yıllarından başlar. O henüz 4-5. sınıfındayken küçük kardeşleri Nedim ve Müfit ile birlikte, tebliğ çalışmalarına başlar. Hatta bu tebliğ çalışmalarını o kadar ciddiye alır ki, bu çalışmalarına bir teşkilat adı vermeyi de ihmal etmez ve kendilerine “İslam Cemiyeti” adını vererek çalışmalarını bu isim altında yürütür.

hafta kaldıktan sonra hastaneden (kendi isteğiyle) taDoğumu,

yetişmesi,

büyümesi ve tahsili: Metin Yüksel, Bitlis’in Tatvan ilçesi, Norşin kö-

“BÜYÜK BİR DAVETÇİ VE DAVA ADAMI”

17 Temmuz 1958 günü dün-

Metin hakiki bir dava eriydi. O, artık Türkiyeli Müslümanların yiğit bir evladından ziyade onların adeta bir can simidi olmuştu. Nerede dara düşen bir Müslüman varsa, Metin imdadına yetişirdi. Bir gün İstanbul’un bir semtinde yarın Ankara’da, diğer bir gün Adıyaman’da Müslümanların dertlerine derman olmaya çalışmaktaydı. Bu koşuşturması içinde o, İslami tebliği de asla ihmal etmedi. Şehadetine kadar tebliğ ve davetine devam etti ve nitekim şehadeti başlı başına bir tebliğ oldu. Metin kendisini, tamamen İslam davasına vakfetmişti. Şehidin yakın arkadaşları kendisinden şu cümleleri tekrar tekrar dinlediklerini ifade ederler:

ya’ya geldi. Doğumunda babası -rahmetli- Sadreddin

Ezan-ı Muhammedi, Sol kulağına da kamet okundu. - Babası, ilim ehli olup, kendisini iyi yetiştirmiş, doğulu âlimlerden birisi olup, Sadreddin Yüksel Hocadır. - Annesi İse, Doğunun tanınmış simalarından, Norşinli Şeyh Ma’sum Efendinin kerimeleri, Sarete hanımdır. - Metin, dokuz yaşındayken, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ederek, Fatih’e yerleşti. Hüsanbey mahallesinde bulunan Akşemseddin ilkokulunda ilköğretimini tamamlayarak, Sinangöz mahallesindeki Gelenbeyi ortaokuluna kaydoldu. - İlkokul tahsili esnasında babasından, temel İslami dersleri aldı ve Kur’an-ı Kerim’i öğrendi. - Gelenbeyi ortaokulu 2. sınıfa geçtikten sonra Metin, okula devam etmek istemedi.. Babasının bütün

NEBEVÎ HAYAT

ısrar ve teşvikine rağmen, okulu bıraktı. - Metin’in, İslami mücadelenin içindeki aktifliği ilkokul yıllarından başlar. O henüz 4-5. sınıfındayken küçük kardeşleri Nedim ve Müfit ile birlikte, tebliğ çalışmalarına başlar. Hatta bu tebliğ çalışmalarını o kadar ciddiye alır ki, bu çalışmalarına bir teşkilat adı vermeyi de ihmal etmez ve kendilerine “İslam Cemiyeti” adını vererek çalışmalarını bu isim altında yürütür. MAYIS’13

“ŞEHİD METİNİN ŞAHSİYETİ”

yünün Kolongo yaylasında

Yüksel tarafından sağ kulağına

44

burcu edildi. Bu hadise Metin’i daha da biledi ve çalışmalarını daha fazla yoğunlaştırmasına vesile oldu.

“Benim her şeyimden İslam için faydalanın. Eğer şehid olmazsam, ölümümden bile faydalanın. Ben şehid olursam ki inşallah şehid olurum. Şehid olmazsam bile, benim cenazemden faydalanın. Ben otuz yaşına varamam şehit olurum. “Cenazemi üç gün bekletin cenazem görkemli bir cenaze olsun” derdi. Metinin cenazesi, şehid edildikten üç gün sonra kaldırılması bilinçli olarak olmadı. Demek ki gönlünden bunu çok istiyormuş ki Rabbimiz’de bunu O’na nasip etti. Şehadetinin üçüncü gününde kılınan cenaze namazına katılan ve Fatih Haydar semtinde oturan yaşlı bir amcamız, cenaze namazı kılan kalabalığa; “Ben çocukluğumdan beri Fatihte oturuyorum. Fatih Camiinde birçok cenaze namazı kıldım. Fevzi Çakmak’ın cenazesinde bile bu kadar kalabalık olmamıştı” diyerek gözyaşları içinde bu atmosferi anlatmaya çalışıyordu. Gerçektende yıllardan beri hiç bu kadar kalabalık ve izdiham içinde bir cenaze namazına Fatih Camii ve Fatih halkı şahit olmamışlardı.


Tebliğin bir başka çeşidi de, belli başlı duvarlara İslami mesajlar içeren duvar yazıları, sloganlar yazmaktı. Metin bu konuda çok maharetliydi. Metin Yüksel’in bu tür yazılarına en güzel örnek, Fatih Camii yanındaki vakıflar yurdunun caddeye bakan kısmındaki duvarlarında yazdığı HAKİMİYET ALLAH’INDIR . TEK YOL İSLAMDIR, yazılarıdır.

“METİN VE ARKADAŞLARININ DAVET ÇALIŞMALARI” Metin, çok ileri görüşlü, ufku geniş, öngörüleri gelişmiş basiretli biriydi. Yaşadığı dönemin 5-10 yıl sonrasını görebilecek bir ufka sahipti. Bunun en bariz örneği olarak Fatih Akıncılar Derneği, Haydar semtinde bulunan binasında açtığı “Dispanseri” gösterebiliriz. Fakir Müslüman halkın, en önemli ihtiyaçlardan bir tanesi de sağlık hizmetidir. Halkın bu ihtiyaç ve problemine bir çözüm bulmak için, bir şeyler yapmak gerekiyordu. Metin (o dönemde) Vakıf Guraba hastanesi başhekimi olan Dr. Mazhar Özman bey ile bu mevzu’u istişare ederek ondan bir Dispanserin açılabilmesi için yardımcı olmasını rica eder. Dr. Mazhar Beyinde kendisine bu hususta yardımcı olacağına söz vermesi üzerine, Metin büyük bir sevinçle hummalı bir çalışmanın içerisine girer. İlk iş olarak, Fatih Camiinin etrafındaki Vakıflar yurdunun revirinde bulunan, iki hasta muayene yatağından birini aldık ve derneğe getirdik. Fatih Akıncılar Derneği Dispanserinin açıldığını ve şimdi sadece çocukların muayene edilebileceğini duyuran bir afiş hazırlayıp bastırdık. Fatihin her tarafına, bilhassa fakirlerin çok bulunduğu bölgelere, afişleri yapıştırıp astık. Derneğimizde haftanın salı ve cumartesi günleri olmak üzere, iki gün, ücretsiz muayene yapılmasını kararlaştırdık. Ve bunu hemen Fatih halkına ilan ettik. Yine, Fatih Akıncılar Derneğinde, kültürel faaliyet olarak ortaokul ve lise talebelerine yönelik, cumartesi – pazar günleri gündüz saatlerinde, kurslar düzenledik. Halka yönelik olarak da, her cumartesi akşamı sohbetler ve konferanslar tertip ederdik. Davet ve Tebliğ faaliyetlerine bir değişik örnekte, dönemin en etkin yayın organlarından olan, önceleri Şura daha sonra ise, Tevhid gazetelerini; akşam haberleri sırasında dolan kahvehanelerde satarken Metin, o günün olaylarından bahseden, ama mesaj yüklü, dolu dolu iki, üç dakikalık bir konuşma yapardı. Bu böyle kısa konuşmalar yapılarak, bölgede bulunan bütün kahvehaneler dolaşılırdı.

Dava arkadaşı Mehmet Ali Tekin vakıflar yurdunun duvarına Metin Yüksel’in yazmış olduğu “ HAKİMİYET ALLAH’INDIR” yazısı ile ilgili hoş hatırasını anlatarak şöyle der; Metin ile ben bir gün Fevzipaşa caddesinden, halıcılar caddesinin karşı kısmına gelen, Fatih Camii’nin avlusuna çıkan merdivenleri çıkıyorduk. Oradan da haydarda bulunan Fatih Akıncılar Derneğine gidecektik. Bir ekip otosunun, caddenin karşı tarafından, itfaiye Beyazıt istikametine gittiğini, Metinin ikazı ile fark ettim. Metin birden bana “bunlar herhalde yazıları silmeye geliyorlar” dedi. Sanki içine doğmuştu. Bunu nasıl hissettiği, yıllar geçtiği halde merak eder dururum.– Ekip arabası, kız taşındaki kavşaktan geri gelip, duvarın dibinde durdu. Ekipte bulunan polislerin biri hariç hepsi, ellerinde kova ve fırçalarla indiler. Biz’de bu arada hiç vakit kaybetmeden onların yanına geldik. Metin polislere; “Ne yapıyorsunuz”? diye sordu. Ekipte, şoförle birlikte dört kişi bulunuyordu. Polislerden birisi; “ Bu yazıyı sileceğiz” diye cevapladı. Metin’de pek yumuşak olmayan bir tonla, “O yazıya sakın dokunmayın” diye polislere karşılık verdi. Polisler bunun üzerine, kova ve fırçaları toplayıp, araçlarına binip gittiler. Metin bana; “Bekleyelim bunlar buraya yine gelirler” dedi. Nitekim beş – on dakika sonra, aynı ekip tekrar geldi. Minibüsten yine, ellerinde fırça ve kovalarla indiler. Metin: “Ne o? Niye geri geldiniz?” diye sorunca; Polislerden birisi; “Amirimiz emretti. Bu yazıyı mutlaka silmemiz gerekiyor! diye cevapladı. Metin Bu cevap karşısında çok sinirlenerek: “ Ben de size bu yazıya dokunmayacaksınız diye emrediyorum! “Eğer dokunursanız (cebinden çıkardığı bir mermiyi göstererek) karnınızı bunlarla doldururum” diye oldukça sert sayılabilecek bir ifade ile tehditvari konuştu ve oradan ayrıldı. Derneğe vardığımızda bana, “Acaba sildiler mi” ne dersin diye sorarak merakını ifade etmeye çalışıyordu. Belli ki aklı oradaki yazıda kalmıştı ve onun kutsal bir emanetmişçesine titizlik ile korunmasını vazife telakki ediyordu. O’nun bu heyecan ve tedirginliğini, bir parça giderebilmek amacı ile ona “ merak etme silmemişlerdir reis” dedim. Fakat Metin’in içini bir kurt kemiriyor olacak ki tedirginliği CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

METİN’İN CESARETİ

45


Metin: Gerçektende dava arkadaşlarını kollayıp, koruyan bir kişiliğe sahipti. Bunu en güzel bir şekilde ifade eden ise arkadaşının anlattığı şu olaydır. “Yine bir gün çocuklar Fatih camiine o zaman çıkan İslami gazete ve dergileri satmaya gittiler. Biz ve Metin birkaç arkadaş dernekte oturuyorduk. Çocuklardan biri telaşla içeri girdi. Ve “Metin ağabey Polis arkadaşımızı yakalayıp, Fatih Emniyet Amirliğine götürdü” dedi. Metin bunun üzerine, hemen dernekte bulunan dergileri aldı ve biz de yakalanalım dedi. Birkaç arkadaş itiraz ederek başka yollarla arkadaşları kurtaralım dedilerse de, Metin eğer gidip hemen yakalanmazsak ve Emniyete gitmezsek çocukları döverler, eziyet ederler, gözlerini korkuturlar, çocukları Karakolda kendi başlarına bırakamayız dedi. Metin ile birlikte birkaç arkadaş Emniyet Müdürlüğünün önüne gittik. Metin yoldan geçenlere yüksek sesle dergi satmaya başladı. Polisler bir süre bu olaya anlam veremediler, daha sonra yanımıza gelerek Emniyet önünde dergi satmamaya zorladılar. Ancak Metin onlarla, soğuk kanlı bir şekilde konuşuyor ve yaptığı işin suç olup olmadığını soruyordu. Eğer suç ise beni de tutuklayıp götürün diyordu. Polisler bizi tanıdıklarını ve bize zarar vermek istemediklerini söylediler. Metin bunun üzerine dergi satan çocukları serbest bırakmalarını söyledi, aksi takdirde buradan gitmeyecek ve dergi satmaya devam edecekti. Bu kararlılık karşısında aciz kalan polisler, çocukları serbest bırakmak zorunda kaldılar ve çocuklarla birlikte, Marşlar söyleyerek derneğe geri döndük. giderek artıyor, bana durmaksızın, “Gidip bir bakalım.

gidiyoruz!” dedi. Bizde vakıflar yurdunda kalan arka-

Acaba sildiler mi?” diye üsteleyip duruyordu. Ben’de

daşları topladık. Durumu onlara özetle anlatarak olaya

bunun üzerine; “Madem çok merak ediyorsun, o zaman

müdahale için, sabah namazını bu camide kılacağımızı

arkadaşlardan birini gönderelim baksın gelsin” dedim.

söyledik. Ertesi gün, sabaha doğru, sabah namazı için

Bunun üzerine Metin, arkadaşlardan birisini gönderdi. Arkadaş geri geldiğinde, yazının silinmediğini söyledi. Metin buna rağmen mutmain olmamış olacak ki, bana gidip bakmamız için tekrar ısrar etmeye başladı. Anlaşılan yazının silinmediğini bizzat gözleriyle görmeden rahat etmeyecek bana da rahat vermeyecekti. Bu defa ikimiz dernekten çıktık, yazının bulunduğu yere geldik. Gördüğümüze inanamadık; yazıya hiç dokunulmamıştı. “HÂKİMİYET ALLAH’INDIR.” Cesaret edip silememişlerdi, asırlardır silinemediği gibi. O anda Metin’in yüzünde beliren gülümsemeyi, tebessümü hala bugün yaşamışçasına çok canlı bir şekilde hatırlıyorum. Metin o an, çok büyük bir savaş kazanmış, muzaffer ama mütevazi bir komutan gibiydi. “ZORDAKİ MÜSLÜMANLARIN YARDIMINA KOŞMASI” Metin, özellikle İstanbul’da zorda kalan Müslü-

NEBEVÎ HAYAT

manların yardımına koşardı. Bu manada gelen yardım

46

taleplerini bazen bir iki arkadaşıyla gider ve hallederdi. Bazen de olayı kitleselleştirirdi. Böyle kitleselleştirdiği olaylardan birini Kadıköy Moda semtindeki bir camide

çeşitli vasıtalarla 30-40 kişi kadar, moda camiine gittik. Camii imamı ve cemaati kalabalık gençliği görünce çok şaşırmışlardı. Namazdan sonra imam ve cemaatle avluda musafaha yaptık. İmama ve cemaate niçin geldiğimizi, Süleyman Kara kısa bir konuşma yaparak bu konunun halledilmesi için devamlı olarak kendilerine destek vereceğimizi İmam efendiye kimsenin zarar vermemesi için gerekeni yapacağımızı anlattı. Acil durumlarda çağırabilmeleri için telefon numaraları verdik. İmam ve cemaatıyla vedalaşarak camiden çıktık. Bölge insanına da bir mesaj olması için, camiden çıktıktan sonra, sokaklar ve caddelerden, tekbirler ve salavatlar eşliğinde geçerek alt yola doğru yol aldık. Grubumuzla birlikte, toplu halde ve uyumlu bir şekilde, hiç bir şeye aldırış etmeksizin marşlar söyleyerek, Fatih akıncıların binasına kadar geldik. Bu mukaddes görevi yüzümüzün akıyla yerine getirilmişliğin rahatlığıyla dernek binasına girdik. İşte Metin böyleydi. Metin’in şiarı şuydu; Çin’in veya Dünya’nın her har hangi bir yerinde, Müslümanların ayağına batan bir dikenin acısını,

yaşamıştık. Moda camiinin imamını, bölgedeki bazı

bütün dünya Müslümanları’nın paylaşması lazımdır.

insanlar, sabah ezanının hoparlörden okumaması için

Bu, inanç birliği içerisinde, aynı kitab’ın buyruğu al-

tehdit etmişlerdi. Bu haber Metin’e ulaşınca, hemen ha-

tında, hareket etmek ve aynı nizam’ın yaşandığı ülke-

rekete geçti ve bize; “Toplanın sabah namazına modaya

lerde, anlımızı ıslak topraklara koymak için bekliyoruz.

MAYIS’13


Metin: Gerçektende dava arkadaşlarını kollayıp, koruyan bir kişiliğe sahipti. Bunu en güzel bir şekilde ifade eden ise arkadaşının anlattığı şu olaydır. “Yine bir gün çocuklar Fatih camiine o zaman çıkan İslami gazete ve dergileri satmaya gittiler. Biz ve Metin birkaç arkadaş dernekte oturuyorduk. Çocuklardan biri telaşla içeri girdi. Ve “Metin ağabey, Polis arkadaşımızı yakalayıp, Fatih Emniyet Amirliğine götürdü” dedi. Metin bunun üzerine, hemen dernekte bulunan dergileri aldı ve biz de yakalanalım dedi. Birkaç arkadaş itiraz ederek başka yollarla arkadaşları kurtaralım dedilerse de, Metin eğer gidip hemen yakalanmazsak ve Emniyete gitmezsek çocukları döverler, eziyet ederler, gözlerini korkuturlar, çocukları karakolda kendi başlarına bırakamayız dedi. Metin ile birlikte birkaç arkadaş Emniyet Müdürlüğünün önüne gittik. Metin yoldan geçenlere yüksek sesle dergi satmaya başladı. Polisler bir süre bu olaya anlam veremediler, daha sonra yanımıza gelerek Emniyet önünde dergi satmamaya zorladılar. Ancak Metin onlarla, soğuk kanlı bir şekilde konuşuyor ve yaptığı işin suç olup olmadığını soruyordu. Eğer suç ise beni de tutuklayıp götürün diyordu. Polisler bizi tanıdıklarını ve bize zarar vermek istemediklerini söylediler. Metin bunun üzerine dergi satan çocukları serbest bırakmalarını söyledi, aksi takdirde buradan gitmeyecek ve dergi satmaya devam edecekti. Bu kararlılık karşısında aciz kalan polisler, çocukları serbest bırakmak zorunda kaldılar ve çocuklarla birlikte, marşlar söyleyerek derneğe geri döndük. MÜMÜNLERE KARŞI ÇOK YUMUŞAK, KÂFİRLERE KARŞI SERT VE ONURLU Dava arkadaşı Mehmet Şahin, Metin ile alakalı bir olayını şöyle anlatıyordu: Fatih Akıncılar, Türkiye Müslümanları için, bir umut oluyordu. Metin, Müslümanlara karşı merhametli idi. Metin ile ilgili önemli bir olayı anlatarak, onun kişiliğinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışacağım. Yıl (Tam kesin olmamakla birlikte) 1977 idi. İstanbul’un ileri gelen komünistlerinden Zeki Kotil, öldürülmüştü ve komünistler cenazenin Fatih Camii’nden kaldırılacağını bildirmişlerdi. Amaçları, gövde gösterisi yapmak ve Müslümanlara gözdağı vermekti. Metin, bunu anlamış ve mutlaka buna müdahale etmesi gerektiğini söylemişti. Ancak o zaman, vakıflar yurdu’nun idarecileri ve kalanların bir kısmı, çatışmanın büyüyeceğini ve yurdun kapatılması söz konusu olabileceğini söylediler, kendilerinin bir iş yapamayacaklarını ve bizimde bir şey yapmamamız gerektiğini söylediler. Cenazenin kaldırılacağı gün Metin

çok sıkıntılıydı. Komünistler kalabalık olarak konvoy halinde caddeden geçiyorlardı. Tam o sırada bizde durağa yakın kısmında, 10-15 kişi kadardık. Slogan atarak, konvoydaki araçlara saldırdık. Bir anda ortalık karıştı. Otobüs ve diğer araçların camları kırılıyor, komünistlerde korkunç bir panik görülüyordu. Kimisi kaçıyor, kimisi saklanacak bir yer arıyordu. Metin, en öndeki otobüslerden birine girdi ve otobüstekilere konuşmaya başladı. Fatihte hiçbir İslam düşmanının cenazesinin kaldırılmayacağını ve Müslümanlara karşı gelen komünistleri cezalandıracağını söyledi. Komünistler, cenazelerini bile ortada bırakıp kaçmışlardı. Biz olaydan sonra yurda geldik ve yurt sorumlularından Kemal Akın denilen ufak tefek çelimsiz biri vardı. Bizi görünce hiddetle yanımıza gelerek, hakaretler yağdırmaya başladı ve Metin’e tokat attı. Bizler şok olmuştuk. Metin bizi sakinleştirdi ve oradan uzaklaştırdı. Bu olay bizim çok zorumuza gitmişti. Metin bize dönerek şöyle demişti: “Şu Kemal’e bir tokat atsam yarısı boşa gider, ama bir Müslüman’a elimi nasıl kaldırabilirim. Bu olayı unutacağız.” Metin böylesine sağlam bir kişiliğe sahip, nefsine sahip olabilen birisiydi. Eğer isteseydik, Metin’e tokat atan Kemal bir anda kendini komada bulabilirdi. Ama Metin onu bağışlamıştı. Kardeşlerim, bu amellerini sadece Allah rızası için yapanların yapabileceği bir delikanlılıktır. Şayet amel Allah için olmasaydı nefis ve onu tatmin için olmuş olsaydı her halde Kemal kendini komada görebilirdi. İşte bu ihlâs ve samimiyetinden dolayı, Rabbim ona bir çok “Salih ameli” işlemeyi kolaylaştırmıştı. Ya Rabbi senin kolay kıldığından başka kolay yoktur. Sen istersen en zoru da kolaylaştırırsın. “METİN’İN ŞEHADETİ” Dava arkadaşı Mehmet Şahin, Metin Yüksel’in Şehadet gününü anlatıyor: Günlerden Cuma günüydü. Cuma vakti yaklaşıyordu. “Metin şaka ile karışık” bu memlekette, Cuma namazı caiz değildir ama, biz yinede Cuma namazı kılmaya gidelim. Haydi, abdest almaya dedi. Ben de şaka ile “Namaz kılmamak için bahane arama hemşerim, bu işin kaçışı yok” dedim. Gülüştük, şakalaştık. Abdestlerimizi aldık ve yavaş yavaş avluya doğru çıktık. Camii’nin avlusuna geldiğimizde her tarafta ülkücüler’in cirit attıklarını gördük. Metin ve Ülkücüler’den bir kısmı cami’ye girmişlerdi, çoğu ise dışarıda kalmış ve avlunun muhtelif yerlerine dağılmaya başlamışlardı. Son derece canım sıkılmış ve rahatsız olmuştum. Avlu’da bir tur attığımı hatırlıyorum, bir ülkücü ile karşı karşıya geldik. Omuzlarımız birbirine çarptı. Ben hırsla geri döndüm. O da arkasına bakmadan uzaklaştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Camiiye girmek aklıma geldi. Bu arada arkadaşım Mehmet Ali’ CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

“KENDİSİ İÇİN SEVMEDİĞİ ŞEYİ MÜSLÜMAN KARDEŞİ İÇİN DE SEVMEZDİ”

47


Molla Sadrettinin mahdumuydu Doğunun ezilen çocuğuydu Ey mücahit Metin Yüksel Bizlerin önderi siz şehitler

NEBEVÎ HAYAT

Molla Sadreddinin alnı secdede Metinin annesine şehadet müjde Ey mücahit metin yüksel Bizlerin önderi siz şehitler

48

de camiye girmişti. Sanırım ben camii’de ülkücülerin toplu olduğu yere ilerledim ve tam arkalarına oturdum. Bu arada önümdeki şahsın silahı belli oluyordu. Gözlerimle Metin’i aramaya başladım, bana göre sağ tarafta uzak bir yerdeydi. Göz göze geldik, ben silahı işaret ettim, Metin, boşver der gibi kafasıyla işaret etti. Hutbe okundu, Cuma namazı kılındı. İçimi korkunç bir sıkıntı kaplamıştı. Cemaatin bir kısmı dışarıya çıkıyordu. Ben de kapıya doğru yönelip dışarıya çıktım. Merdivenlerin başında ayakkabılarımı giyiyormuş gibi yapıp etrafı gözetledim. Namazdan önce bana ülkücülerin geleceğini haber veren genç yanıma yaklaştı. “Ağabey her taraf ülkücü kaynıyor, hepsi ağaçların arkasında gizleniyorlar” Dedi. Çocuğa hemen buradan uzaklaş dedim. Ellerimi parkemin cebine soktum, son derece yavaş adımlarla çocuğun dediğinin doğru olup olmadığını kontrol ettim. Çarşamba tarafına ilerledim. Çok soğuktu, yer buz kaplıydı. Yavaş yavaş ilerlerken her ağacın arkasında en az 3 – 5 kişi vardı. Duvarın köşesine kadar gittim. Birden Metin diye bağırıldığını duydum. Hızla sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Metin avlunun öbür başındaki duvardan benim tarafıma doğru ilerliyordu. MAYIS’13

Hemen karşısında Ali Bilir silahını doğrultmuştu. Hatırladığım kadarıyla hemen biraz gerisinde bir veya bir kaç kişi vardı. Metin’in tek elini uzattığını, silahını indir der gibi hareket ettiğini gördüm. Ali Bilir silahını ateşledi. Birden silahlar ateşlenmeye başladı. Metin sendelendi. Ben ona doğru koşmaya başladım ki, ağaçların oradan 5 – 6 kişi tarafından yaylım ateşine tutuldum. Bir an durakladım ve yere doğru atladım. Yerde dönerek biraz uzaklaşarak ayağa kalktım. Hemen koşup Metin’in yanına geldim. Metin yerdeydi. Onu öyle görünce şok oldum dizlerimin beni taşımadığını hissettim. Ve dizlerim üzerine yere düştüm. Birileri koşup Metin’in yanına geldi, halen silah sesleri ve bağrışmalar vardı. Tekrar kalabalıklardan birileri bizim olduğumuz yere doğru ateş etmeye başladılar. Ben onları da ülkücü zannederek, doğrulup onlara doğru koşmaya başladım. Sanıyorum bu arada bağırıyordum. O anda birilerinin beni kucakladığını ve kollarımdan tutarak engellemeye çalıştığını hatırlıyorum. Kollarımdan tutanlardan biri Tahsin Adaktı. Ben; “Metin’i vurdular” dedim. Bir taksi yanaştı ve beni taksiye attılar. Direksiyonda Yakup Kaldırım vardı. Tahsin Adak, ben ve Dursun Özcan’da arabadaydı. Metin. Ne oldu dedim, hastaneye gidiyoruz denildi. Bacağımda sızı hissettim. Diz kapağımdan kan akıyordu. Üzerimdeki parke delik deşik olmuştu. Yakup Kaldırım, Dursun Özcan’a kızıyordu. Tedbirsiz olduklarını söylüyordu, ben konuşulanları duymuyordum. Metin diye ağzımdan gayri ihtiyari SÖYLENEN sözler çıkıyordu. Çapa ilk yardım acilinin önüne geldik. Arabadan hızla inip içeriye koştuk. Tam o sırada Mehmet Ali ile karşılaştım. Ellerinde Metin’in postalları ve parkesi vardı. Ben gözlerinden birşeyler anlamaya çalışarak; “Metin” dedim, sözler boğazımda düğümlendi. M. Ali; “Metin yok, artık şehit oldu” dedi. Birbirimize sarıldık, gözlerimden yaşlar boşaldı. Metin rabbine şehit olarak geri dönmüştür. O Bizim öğretmenimizdi... Bize sevgiyi, merhameti, şefkati, o bize haksızlıklar karşısında direnmeyi, kavgayı öğretti. En iyiye, en kötüye gebe olan gecelerde, yüreğimizdeki aşkı beton duvarlara nakış nakış işlemeyi öğretti. Yoksulların yokluğuna, mazlumların feryadına sevdalanmayı, kurşunlara kafa tutmayı ve dimdik ayakta durmayı... Soğuk demirin temasında kar gibi yanan direniş meşalesini ateşlemeyi, sonra... Karlı bir şubat gününde, bir camii’nin avlusunda, cuma günü son dersini verdi ve gitti. Mehmet Şahin* -----------------------------* Mehmet Ali Tekin’in “Şehit Metin Yüksel” kitabından özetle alıntı yapılmıştır.


Hakan Sarıküçük

ALİMLERİMİZ / ÖNDERLERİMİZ

İMAM ÂZAM EBU HANİFE’NİN HAYATI

E

bu Hanife künyesine nisbetle anılan mezhebin kurucusu olup asıl adı Numan b. Sabit’tir. Hakkında farklı görüşler belirtilmiş olmakla beraber tarihçilerin çoğunluğunun ittifak ettiğine göre İmam Âzam Hazretleri Kûfe’de doğup büyümüş ve hayatının çoğunu bu şehirde geçirmiştir. İmam Âzam, hicrî (80) senesinde dünyaya gelmiş olup (150) senesinde 70 yaşında olduğu halde Bağdat’da dünyaya gözlerini kapamıştır. Halen kabr-i şerifleri burada bulunmaktadır. II- Nesebi: İmam Âzam’ın torunu Hammad’dan nakledildiğine göre İmam Âzam’ın babası Sabit, müslüman olarak dünyaya gelmiş ve Hz. Ali -kerremellahu vecheh- ile müşerref olmuş bir zattı. Hz. Ali’ye bir bayram günü faluze tatlısı ikram ederek yeni doğan oğulları Sabit için dua istediler. O da Sabit ve ailesine dua etti. Aile bu duanın bereketini her zaman görmüştür.(1) III- İlme İntisab Etmesi: İmam Âzam Ebû Hanife küçük yaşta babası Sâbit’i kaybetmişti. Babasının vefatından sonra annesi Câfer-i Sadık ile evlenmiş, dolayısıyla Ebû Hanîfe ilk terbiyesini ve ilk bilgilerini Cafer-i Sa-

dık’tan alarak ilerideki ilmi hayatını sağlam temellere oturtmuştu. Ebû Hanîfe küçük yaşta önce Kur’an-ı Kerîm’i ezberledi. Kıraat ve hıfzını Kıraat imamlarından İmam Âsım’dan tamamladı. İmam Âzam’ın devrinde Kûfe’de ve Irak’ta Mûtezilîler, Haricîler ve Şiîler faaliyet göstermekteydiler. Bu sebeple Hz. Ebû Hanîfe bunlara karşı mücadele etmek zorunda kalmış ve önceleri yani gençliğinin başlangıcında bu kimselerle mücadele etmek için aklî ilimlerle daha çok uğraşmış ve bir yandan da ticarî faaliyetlerini devam ettirmiştir. Dolayısıyla bir yandan ticaretten bir yandan da ilimden nasibini alıyordu.

İlim adamlarının sohbetlerine devamı sırasında Ebu Hanîfe’nin üstün zekâsı hocalarının dikkatini çekmiş, bu sebeple hocaları onu ticaretten kurtarıp ilme intisab etmeye teşvik etmişlerdir. Bu durumu kendisi şöyle anlatır: “Bir gün İmam Şâbî ile karşılaştım. Kendisi oturuyordu. Beni çağırdı ve nereye gittiğimi sordu. Ben de çarşıya gidiyorum, dedim. Bunun üzerine; ben senin çarşıya değil, alimlerin meclislerine gitmeni isterim, dedi. Ben ise âlimlerin meclisine çok az uğradığımı söyledim. Bunun üzerine Şâbî bana; “Sen ticaretle uğraşma.” Zira senin CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

I- Doğumu ve Yetişmesi:

49


ilimle uğraşman ve âlimlerin meclisinden ayrılmaman gerekir. Çünkü ben sende üstün bir zekâ ve kabiliyet görüyorum.” dedi. İşte Şâbi’nin bu sözü bende büyük bir tesir meydana getirdi. Ticareti bıraktım ve ilim tahsiline kendimi adadım. Şâbi’nin bu sözü benim için çok faydalı oldu.” Şâbî ile karşılaştıktan sonra Ebû Hanîfe vaktinin çoğunu ilme hasretmiş, fakat bir taraftan da ortağı aracılığı ile ticari işlerini fikren yürütüyor, ortağının hesaplarını kontrol ediyor, böylece geçimini başkalarına muhtaç olmadan temin ediyordu. İlk zamanlar Mutezile, Hariciler, Dehrîler ve Şiilerle cedelleşerek kendini akaid meselelerine veren ve böylece tatmin olan Ebû Hanîfe’nin, sonradan fıkıh halkaları dikkatini çekmeye başlamış bu şekilde ilimlerin en faydalısı olan ve sonradan babası olmakla vasıflandığı Fıkıh ilmine intisab etmiştir. Önceleri itikada ait meselelerle ilmî çalışmalarına başlayan Ebu Hanîfe, sonradan sahabe ve Tabiun’u örnek alarak kelâm münazaralarından sarf-ı nazar etmiştir. Ebû Hanîfe fıkıh ilmine intisab ettiği sırada kelâm ilmine vakıf olmuş, akaid meselelerini ve Tevhid’e ait incelikleri aklî delillerle isbat edecek güce sahip idi. Daha sonra sarf, nahiv ve Arap Edebiyatını öğrenmiş, hadîsleri ezberlemeye başlamış ve böylece büyük bir kültüre sahip olmuştu. Fıkıh ilmine ve Hadise yöneldiği zaman her bakımdan tam bir yetkiye sahip idi. Ebû Hanîfe ilim hayatının başlangıç dönemlerinde kelâm ilmi ile meşgul olduğu halde sonraları oğlu Hammad’ı ve diğer talebelerini bu ilimle meşgul olmaktan menetmiştir. Bunun üzerine oğlu Hammad bir defasında kendisine şöyle demiştir:

NEBEVÎ HAYAT

“Bizi kelâm ilmi ile ilgili münazaralarla meşgul olmaktan menediyorsunuz, hâlbuki siz kelâm’a ait meselelerle meşgul oluyordunuz.” Buna karşılık Ebû Hanîfe şöyle cevap vermiştir.

50

“Evet, biz kelâm meseleleri hakkında münakaşa ediyorduk, fakat başımızın üstünde bir kuş varmış gibi aklımızın başımızdan uçmasından korkan kimsede olduğu gibi arkadaşımızın yanılmasından korkardık. Hâlbuki sizler kelâm münakaşalarına giriyor ve arkadaşınızın yanılmasını, ayağının kaymasını istiyorsunuz. Arkadaşının MAYIS’13

yanılmasını isteyen kişi, onun kâfir ve sapık olmasını istiyor demektir. Arkadaşının kâfir olmasını istemek ise küfürdür.” IV- Hocaları: Kendisinden faydalandığı hocaları arasında en önemlisi, çağının fıkıh ilminin reisi diyebileceğimiz İmam Hammad b. Ebî Süleyman’dır. İmam Hammad da İbrahim en-Nahaî ile İmam Şâbî’den fıkıh ilmi tahsil etmiştir. Ebû Hanife Kadı Şurayh ve Alkame’ye ait fıkhı da bu hocasından öğrenmiştir. Bu iki zat da İbn-i Mes’ud ile Hz. Ali’nin fıkhını bilen zatlardı. İmam Hammad bu iki tabiînin fıkhını öğrenmekle beraber İbrahim enNahaî ve Alkame’nin fıkhına daha çok önem vermiştir. Ebû Hanife 28 yıl gibi uzun bir zaman hocası Hammad’a talebelik etmiş olup ölümüne kadar kendisinden ayrılmamıştır. Hocası Hammad vefat edince yerine geçerek ders kürsisine o devam etmiştir. V- Fıkıh İlminde Temayüzü: Hicri 120 yılında İmam Hammad vefat edince, onun yerini o zaman 40 yaşlarında olan en seçkin talebesi Ebû Hanife almış, dolayısıyla bütün gözler kendisine çevrilmişti. İmam Âzam ticaretle de meşgul bulunduğu için zamanın ihtiyaçlarını daha iyi tanıyabilmiş, örf ve âdetleri herkesten daha mükemmel kavrayabilmişti. Talebesi İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî onun hakkında şöyle diyor: Ebû Hanîfe kıyasla ilgili meseleler hakkında talebeleri ile tartışırdı. Talebeleri bazen kendisine uyarlar, bazen de itirazda bulunurlardı. Fakat İmam Âzam Ebû Hanîfe istihsana başvurunca, yani ictihad edince ona hiç kimse itiraz etmezdi. Çünkü o istihsan konusunda ileri sürdüğü meseleleri kuvvetle müdafaa eder ve herkes kendisine bu konuda hak verirdi.” İmam Âzam’ın Fıkıh ilminde diğer müctehidlere nazaran dehâ derecesinde başarılı olması, onun halkı yakından tanıması, halk ile münasebetlerinin devam etmesi ve bilhassa ticarî hayatında toplumun meselelerini çok yakından tanıma fırsatı bulması ve bu ilişkiyi sonuna kadar devam ettirmesi sayesinde olmuştur, desek yanılmış olmayız. Çünkü onun dayandığı istihsan metodu, halkın ihtiyaçları ile şeriatın kaynaklarını karşılaştırarak bir neticeye varmaktan ibarettir. Bu da


İmam Âzam’ın Fıkıh ilminde diğer müctehidlere nazaran dehâ derecesinde başarılı olması, onun halkı yakından tanıması, halk ile münasebetlerinin devam etmesi ve bilhassa ticarî hayatında toplumun meselelerini çok yakından tanıma fırsatı bulması ve bu ilişkiyi sonuna kadar devam ettirmesi sayesinde olmuştur, desek yanılmış olmayız. Çünkü onun dayandığı istihsan metodu, halkın ihtiyaçları ile şeriatın kaynaklarını karşılaştırarak bir neticeye varmaktan ibarettir. Bu da şüphesiz halkı ve halkın meselelerini yakından tanımadan mümkün değildir.

VI-Ebû Hanîfe’ye Övgü Söyleyenler: Harun b. Sa’d’ın naklettiğine göre İmam Şafiî şöyle demiştir. “Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh hazretlerinden daha fakîh bir âlim görmedim. Fakîh olmak isteyen kimse Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının söz ve kitaplarına müracaat etsin, onların sözlerini kabul edip ezberlesin. Zira bütün insanlar kıyas hususunda Ebû Hanîfe’nin ıyalidir, (çocuklarıdır).” Zumayri’nin rivayetine göre ise İmam Şafiî şöyle demiştir: “İnsanlar kıyas ve istihsanda Ebû Hanîfe’nin ıyalidir (çocuklarıdır).” Yani bu sözlerden maksadı, imam Âzam’ın fıkhın babası olduğunu anlatmaktadır, İmam Vâkıdî’nin söylediğine göre, İmam Mâlik, Ebu Hanife’nin birçok sözlerini, kabul eder, fakat bunu açıklamazdı. Yine İmam Şafiî’den şu sözün nakledildiği rivayet edilmiştir: “Bütün insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe’nin, Siyer ve Meğazî’de Muhammed b. İshak’ın, tefsirde Mukâtilin, nahivde Kisâî’nin ıyalidirler, İmam Âzam’ın kitaplarına bakmayan fıkhı anlayamaz ve bilemez, maksadına nail olamaz.” İmam Mâlik’in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebû Hanife İslâm’da altmış bin mesele çı-

karıp ortaya koymuştur.” İmam Ebû Bekir b. Atîk’in rivayetine göre ise, İmam Âzam İslâm’da beş yüz bin mesele çıkarıp ortaya koymuştur. Hatîb-i Harezmî’nin rivayetine göre ise, 63.000 mesele ortaya koymuş olup bunların 32.000’i ibadetlere dair, geride kalan 31.000’i de muamelâta dairdir. Eğer İmam Âzam bu meseleleri ortaya koyup ictihadda bulunmasaydı bütün insanlar sapıklıkta kalırdı. VII -Hazır Cevaplığı: Rivayete göre, Bağdad’a Rum diyarından bir Dehri gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile münazaralara girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu dehri karşısında aciz kalıp sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahiller arasında İslâm inancı sarsılır korkusuyla münazara etmekten çekiniyordu. İmam Hammad bu düşünce ile muztarib halde uykuya dalmış, gece rüyasında görmüş ki; bir hınzır gelmiş bir ağacın dallarını ve gövdesini yemiş, sadece kökleri kalmış. Bu esnada o civarda bir arslan yavrusu çıkarak o domuzu parçalayıp öldürmüş. İmam Hammad bir korku içinde uykudan uyanmış, kederli bir durumda düşünmeye başlamış. İmam Âzam Hazretleri o zaman on üç yaşında bulunuyordu. Hocası Hammad’ı kederli halde görünce sebebini sordu. İmam Hammad ona rüyasını anlattı. Bunun üzerine İmam Âzam rüyasını şöyle tevil etti: “O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları diğer âlimlerdir. Kökü zat-ı âlinizdir. Arslan yavrusu ise benim, inşallah o domuzu ben öldüreceğim” dedikten sonra hocası Hammad ile beraber camiye gittiler. O sırada dehrî gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak karşısına çıkacak birini istedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe karşısına CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

şüphesiz halkı ve halkın meselelerini yakından tanımadan mümkün değildir. Bu şekilde meselelerin bütün inceliklerini keskin görüşleri ile kavrayan Ebû Hanîfe, Fıkıh ilminin meyvesini ilmî tartışmalarda görüyor, sahip olduğu kuvvetli mantık ve akılcı görüş sayesinde hasımlarının bütün düşüncelerini alt edebiliyordu. Fıkıh ilmindeki ictihadları üzerinde, önceden sahip olduğu cedelciliğin, mantık ve akılcılığın tesiri büyük olmuştur.

51


dikildi. Dehrî yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedi. İmam Azam: “Ne sormak istiyorsan sor” dedi. Bunun üzerine dehrî İmam Âzâm’a şöyle sordu: “Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün müdür? dedi. İmam Âzam tereddütsüz cevabında: “Sen sayı bilir misin?” dedi. Dehri de : “Evet, bilirim, dedi.” İmam Âzam: “Bir sayısından önce bir sayı var mıdır?” dedi. Dehri: “Bir sayıların evvelidir, ondan önce sayı yoktur,” cevabını verdi. Bu sözü karşısında İmam şöyle dedi: “Bir sayısından evvel sayı olmaz da bir olan Allah’tan önce nasıl başka bir varlık bulunabilir?” Bunun üzerine Dehri ikinci sorusunu sormaya devam etti: “Allah Teâlâ ne tarafa yönelmiştir?” Bu soruya karşılık İmam Âzam: “Bir mum yakınca onun ışığı ne tarafa yönelir?” dedi. Dehri: “Her tarafa yayılır” cevabını verdi. Buna karşılık İmam Âzam: “Mecazî nur olan bir mumun ışığı her tarafı kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Teâlâ her tarafı kaplamaz mı? Bunun doğruluğu güneşten daha açıktır.” dedi. Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sordu: “Var olan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah nerededir?” Bunun üzerine İmam Âzam bir kâse içinde süt getirerek: “Bu sütün içinde yağ var mıdır?” diye sordu. Dehrî: “Evet, vardır.” cevabını verince İmam Âzam: “Yağ bu sütün neresindedir?” diye sordu. Dehrî: “Süt içindeki yağın belli bir yeri yoktur, sütün

her tarafında yağ vardır.” dedi. Dehrinin bu cevabı karşısında İmam Âzam: “Fâni ve zail olan bir varlığın belli bir mekânı olmuyor da Allah Teâlâ için nasıl bir mekân tasavvur edilebilir? Allah Teâlâ vardır ve O’nun varlığı her yeri kaplamıştır.” dedi. Bundan sonra dehri dördüncü sorusunu şöyle sordu: “Rabbin şimdi ne iş ile meşguldür?” İmam Âzam: “Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim. Soru soranın yüksekte, cevap verenin aşağıda olması yakışmaz. Sen in de minbere ben çıkayım.” dedi. Bu söz üzerine dehri minberden aşağıya inip yerine İmam Âzam minbere çıktı ve: “Benim rabbim, senin gibi bir kâfiri minber üzerinde lâyık görmeyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir Tevhid ehlini minber üzerine çıkarmaktadır.” cevabını verince dehrî cevap veremez duruma geldi ve pes dedi. İşte o zaman dehriyi yakalayıp öldürdüler ve İmam Hammad’ın gördüğü o rüya gerçekleşmiş oldu. İmam Âzam’ın zekâsının üstünlüğüne delâlet eden olaylardan biri de şudur: Hasan b. Ziyad’ın naklettiğine göre, bir kimse bir yerde bir miktar para defnedip sonradan bu malı nerede gömdüğünü unutmuş. Bunu nasıl bulacağını İmam Âzam Hazretlerine sorunca, “Gece sabaha kadar namaz kıl, inşallah bulursun.” demiş. Bu tavsiye üzerine o kişi gece namaz kılmaya başlamış ve gecenin dörttebiri olunca parasını nereye gömdüğü hatırına gelmiş. İmam Âzam’dan bunun hikmetini sormuşlar ve şöyle cevap vermiş: “Şeytan aleyhillâne gece sabaha kadar namaz kılmaya rıza göstermez, onu mutlaka bu işten meneder. Bu sebeple hatırına getirir.” Yine cimri bir kimse malını bir yerde gömmüş, fakat bir müddet sonra gidince bu parayı yerinde bulamamış, çıkarıp almışlar. Hasis

NEBEVÎ HAYAT

Harun b. Sa’d’ın naklettiğine göre İmam Şafiî şöyle demiştir.

52

“Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh hazretlerinden daha fakîh bir âlim görmedim. Fakîh olmak isteyen kimse Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının söz ve kitaplarına müracaat etsin, onların sözlerini kabul edip ezberlesin. Zira bütün insanlar kıyas hususunda Ebû Hanîfe’nin ıyalidir, (çocuklarıdır).”

MAYIS’13


İmam Âzam Hazretleri zengin olduğu halde kendi ifadesine göre, dörtbin dirhemden fazla parayı elinde tutmamış, bu kadarını çoluk çocuğunun nafakası için saklamış, gerisini fukaraya, talebelerine ve Mekke ile Medine’de bulunan Fakîhlerin nafakalarına yardım için harcardı.

“Bana yerini gösterin.” demiş ve göstermişler. İmam Âzam başka bir vakitte o yere gelip burada bazı kimselerin mantar devşirdiklerini görmüş. Yanlarına yaklaşıp bunlardan birine: “Siz burada her zaman mantar devşirir misiniz?”diye sormuş. Adam da: “Evet, her zaman devşiririz,” cevabını vermiş. İmam Âzam: “Hepiniz birlikte toplayıp sonra taksim mi edersiniz?” diye soru sorunca: “Hayır, herbirimiz ayrı ayrı kendi hesabımıza devşiririz.” demiş. İmam Âzam tekrar sordu: “Hepiniz buradan beraber mi ayrılırsınız?” Adam cevap verdi: “Hepimiz beraber gideriz, fakat şu adam her zaman geri kalıp bizden sonra gider.” demiş. Bunun üzerine İmam Âzam bir kenarda oturup dağılmalarını beklemiş. Herkes gidip sadece o kimse kalmış. Bu sırada İmam, o zatın yanına yaklaşıp: “Bu yerde bir adam bir miktar para gömmüş, bu parayı sen çıkarıp almışsın, hem aldığını görmüşler ve şahidlik ediyorlar. Başkaları duymadan harcadığın sana kalsın sahibi onu bağışlar, gerisini ver.” demiş. Adamı bu söz karşısında korkup aldığı parayı getirip İmam Azam’a teslim etmiş. O da sahibine vermiş. Bu olayın sırrını açıklarken İmam Âzam Hazretleri şöyle diyor: “Görmüşler” sözümden maksadım Allah Teâlâ’dır. Çünkü Allah Teâlâ kullarının yaptığı bütün işleri görür.” İmam Âzam’ın zekâsı o derece üstün idi ki bir şeye bir defa baksa derhal onun keyfiyetine vakıf olurdu. Mantığı ve hazır cevaplılığı doğuştan kuvvetli idi. İbn Avf: “Kûfe’de bir âlim varmış, en zor meselelere cevap verirmiş diye Ebu Hanife’nin

şöhretini duyardık.” Ebu Nuaym’de “Ebu Hanife en zor meselelere dalar giderdi” demiştir. Bir hac mevsiminde insanlar Ebu Hanife’nin etrafını sarmış, her çeşit meseleyi soruyorlardı. Bir âlim de bunu geriden takip ediyordu. Diyor ki: Ona öyle ağır bir feraiz (miras hukuku) sorusu sordular ki, on beş şıkkı vardı. Daha adam meseleyi tamamlamadan Ebu Hanife cevabını verdi. Ben, süratli cevap vermesine mi, yoksa doğru cevap vermesine mi, diye şaşırdım kaldım.(2) VIII-Keremi, Ahlâkı, Zühd ve Takvası: Yine rivayet edilir ki İmam Âzam bir meselede zorlukla karşılaşıp çözemezse tevbe ve istiğfar edip, bir günah işlemişim ki bu müşkil bana arız oldu, der ve kalkıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o mesele kendisine keşfolur ve böylece o müşkil ortadan kalkardı. Yine rivayet edilir ki İmam Âzam ticaretle geçinir ve ticari işlerini ortakları yürütürdü. Ortaklarından birinin satışında şüphesi bulunduğu ve sattığı mallar arasında bir tanesi sakat bulunduğu için 30.000 akçelik kârını fukaraya sadaka olarak dağıtmıştır. İmam Âzam Hazretleri zengin olduğu halde kendi ifadesine göre, dörtbin dirhemden fazla parayı elinde tutmamış, bu kadarını çoluk çocuğunun nafakası için saklarmış, gerisini fukaraya, talebelerine ve Mekke ile Medine’de bulunan Fakîhlerin nafakalarına yardım için harcamıştı. IX-Kadılıktan Kaçınması: Ebu Hanife resmi vazifeden ve devlet kapısından uzak kalmaya azmetmişti. Ehli beyte sevgi besler ve daima onların tarafını tutmaya meylederdi. Onların zulme maruz kaldıklarına inanırdı. Zalim saymış olduğu devletten görev almak istemez, görevi ile onları temize çıkarmaya razı olmazdı. Bu yüzden de hem Emevilerin, daha sonra da Abbasilerin Kadılık tekliflerini reddetti. Defalarca hapse atıldı. İkinci Abbasi halifesi Mansur CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

bir kimse olduğu için buna fazla üzülmüş ve nerede ise ölecek duruma gelmiş. Bazı dostlarının tavsiyesiyle İmam Âzam Hazretlerine müracaat edip bir çare bulmasını rica etmişler. Bunun üzerine İmam Âzam Hazretleri:

53


fenin kölelerinden biri bir gün bir dâva dolayısıyla kadının karşısına gelip diğerlerinden öne geçmek isteyince kadı Şerik buna rıza göstermeyip, ikiniz de şeriat nazarında birsiniz, dedi. Bunun üzerine halife Şerîki bu görevden uzaklaştırdı. X-Hapsedilmesi ve Vefatı:

NEBEVÎ HAYAT

zamanında kadılığı kabul etmediği için hapse atıldı, dayak yedi ve orada can verdi.

54

Hidâye sahibi Mergînanî’nin naklettiğine göre Halife Mansur, İmam Âzam, İmam Sevrî, İmam Cündî, İmam Şerik ve İmam Mis’ar’ı kadı nasbetmek için huzuruna çağırmış. İmam Âzam Hazretleri; ben hile yapıp kurtulurum, dedi. İmam Sevrî: ben firar ederim, dedi. İmam Mis’ar: ben de deli numarası yaparım, dedi. Şerik ise zaten beni kadı yapmak istemez, diyerek yola çıktılar. Devlet sarayına giderken nehrin kenarında bir gemi gidiyormuş. İmam Sevrî kaptana yalvararak: “Beni bir kimse boğazlamak istiyor, beni gemine koyup kurtar.” dedi. Kaptan da onu alıp gizledi. Bu şekilde Bağdat’tan firar etti. Diğerleri ile birlikte halifenin huzuruna vardılar. Mis’ar halifeye: “Davarların nasıl, çoluk çocuk nasıl” diyerek uygunsuz sözler sarfedince onu meclisten dışarıya attılar. İmam Âzam Hazretleri ise: “ben elbise tüccarıyım, beni kabul etmezler. Kûfeliler Kureyş ve Ansar-ı Araptandır, ben ise köle neslindenim.” dedi. Onu da dışarıya attılar. Şerik: “Benim görme kuvvetim zayıftır, mührün yazılarını dahi fark edemem.” diyerek mazeret belirtince halîfe: “Ben senin yanına bir kimseyi yardımcı tâyin ederim, o sana yardım eder.” dedi. Bu sefer Şerîk: “Benim hafızam zayıftır.” dedi. Buna karşılık: “Sana bal ile badem yediririm düzelirsin.” cevabını verdi. Bununla da mazeretini kabul ettiremeyince; “Benim kadınlar taifesine fazla meylim vardır.” dedi. Halife; ben sana çok maaş veririm, onunla cariyeler satın alırsın.” dedi. Bu şekilde ne dedi ise kendini kadılık makamına nasbedilmekten kurtaramayınca, Şeriat nazarında yakın uzak, küçük büyük ayırt etmem, herkese eşit bir şekilde Şeriatın hükümlerini tatbik ederim.” deyince halife; “Ben de olsam, başkası üzerine üstün tutma.” deyince kaçınılmaz bir şekilde kadılık görevini kabul etti. Fakat vazifeye başladıktan bir müddet sonra haliMAYIS’13

Şerik’in azledilmesinden sonra halife Mansur tekrar İmam Âzam’ı huzuruna çağırdı ve kadı olmasını teklif etti. Fakat İmam Âzam yine bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine halife Mansur kızarak İmam Âzam’ı hapsedeceğine ve dövdüreceğine yemin etti. Ve memurlarına emir verip her gün on kamçı vurdurdu. Birkaç gün bu şekilde dövülüp hapsedildikten sonra İmam Âzam Hazretleri şiddetli acı çekerek ağlamaya başladı ve aradan çok zaman geçmeden “Allah selâm evine çağırır” davetini kabul ederek Allah’ın rahmetine kavuştu. Bâzıları dövmekten, bazıları zehirlenmekten vefat ettiğini söylemektedirler. Bu iki rivayeti birleştirmek de mümkündür. Zindanda her gün on kamçı vurup sonra zehir içirdiler. Bazıları da şöyle demişlerdir. İmam, halife’nin huzuruna götürülüp kadılık teklifi yapılınca kabul etmedi ve bunun üzerine şerbetine zehir koydurup kendisine içirdiler. İmam Âzam Hazretleri zehrin tesirini hissettikçe Mansur’un meclisinden kalkıp gitti. Mansur; “Nereye gidiyorsun?“ diye sorunca; “Gönderdiğin yere gidiyorum.” cevabını verip yine kendisini zindana götürdüler. Zehir bütün azalarına sirayet ettikten sonra onu hapse indirdiler ve bırakıp gittiler. İmam’ın ciğeri zehrin tesirinden parça parça olup ölümü hissettikçe secdeye kapanıp secdede iken ruhunu teslim etmiştir. Allah kendisine gani gani rahmet eylesin ve açtığı çığırı kıyamete dek devam ettirsin. Vefatında yaşı 70’i bulmuştu. Hicri 150 senesinde Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Allah azze ve celle bizleri de âlim, abid, muvahhid ve mücahid kulları arasına dâhil eylesin. Verdiği ahdine sadık, hayatını O’na adayan kullarından eylesin. AMİN.

------------------------------1 İbn Nedim, el-Fihrist, 255 2 Heytemi, Menakıb


Yusuf Yılmaz

NEBEVİ AİLE

“Rabbin, sadece kendisine kulluk da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra;23)

B

enim güzel annem! Ben doymadan kendi doymayı düşünmeyen, ben uykuya dalmadan göz kapaklarını uyumamak için zorlayan, benim bir tebessümümle kendi dert ve kederini unutan ama benim sıkıntıma benden daha çok ağlayan güzel annem… Sevginin sıcaklığının yanında güneş zayıf kalır; gözlerinin ışıltısı, yıldızların ziyasını söndürür. Merhamet yüklü kalbin sevgi bulutları olup çorak yüreklere yağmur gibi yağarken, ipekleri kıskandıran ellerin ise yetimlerin ümitsiz dünyalarına dokunan bir umut olur. Benim güzel annem! İnsanlar kendilerine yapılan iyiliği unutup nankörlük yaparken ben sana nankörlük yapmamayı, seni sevmeyi ve şirk hariç her işinde sana iyi davranmayı Allah –subhanehudan öğrendim.

ANNEME MEKTUP

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin…” (En’am;151) “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra;23) “Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf;15) Benim güzel annem! Allah –subhanehu- Kitabında sana nasıl davranmamızı öğretirken aslında seni yüceltmiştir. Senin kadrini ve kıymetini daha güzel ortaya koymuştur. Bak O’nun Nebi’si Muhammed –sallallahu aleyhi ve selem- de senin için ne buyuruyor; Ebû Hureyre (r.a) şöyle dedi: Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

etmenizi, ana-babanıza

55


NEBEVÎ HAYAT

56

- Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Annen!” buyurdu. Adam: - Ondan sonra kimdir? diye sordu. - “Annen!” buyurdu. Adam tekrar: - Ondan sonra kim gelir? diye sordu. - “Annen!” dedi. Adam tekrar: - Sonra kim gelir? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: - “Baban!” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1.) Câhime (r.a.), Hz. Peygamber-sallallahu aleyhi ve selem-‘e gelir ve: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ben gazveye katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişâre etmeye geldim’ der. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve selem-: “Annen var mı?” diye sorar. ‘Evet’ deyince, “Öyleyse ondan ayrılma; zira cennet onun ayağının altındadır.” buyurur. (Nesâî, Cihad 6) Benim güzel annem! Anneleri sevmenin bedelinin hem bu dünyada hem de ahirette nasıl karşılık bulacağını da şerefli selefin hayatında şu şekilde buldum; Hz. Aişe (r.anha)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Uyudum, kendimi cennette gördüm. Kur’an okuyan birini işittim. Bu kimdir? dedim. Bu, Harise bin Numan’dır dediler. Dedim ki: İşte iyilik böyledir, işte iyilik böyledir.”(İmam Ahmed) Denilir ki bu kişi annesine karşı en iyi olanlardandı. Üseyr İbni Amr şöyle demiştir: Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh, Yemen’den destek bölükleri geldikçe: - Üveys İbni Âmir içinizde mi? diye sorardı. Sonuçta Üveys’i buldu ve ona: - Sen Üveys İbni Âmir misin? diye sordu. O da: - Evet, dedi. (Sonra aralarında şu konuşma geçti): - Murad kabilesi Karen kolundan mısın? - Evet. - Sende alaca hastalığı vardı. Hastalığın geçti, ancak bir dirhem büyüklüğünde bir yerde kaldı öyle mi? - Evet. - Annen var mı? - Evet. - Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i; “Üveys İbni Âmir size Yemenli destek bölükleri içinde gelecektir. Kendisi Murad kabilesinin Karen kolundandır. MAYIS’13

Alaca hastalığına tutulmuşsa da iyileşmiştir. Sadece bir dirhem miktarı bir yerde kalmıştır. Onun bir annesi vardır, ona son derece iyi bakar. O, (bir şeyin olması için) Allah’a dua etse, Allah onun duasını kabul eder. Senin için mağfiret dilemesini temin edebilirsen, fırsatı kaçırma, bunu yap!” buyururken işittim. Şimdi benim için istiğfar ediver. Üveys, Ömer için istiğfar etti. Daha sonra Hz. Ömer: - Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. O: - Kûfe’ye, dedi. Ömer: - Senin için Kûfe valisine bir mektup yazayım mı? dedi. O: - Fakir-fukara halk arasında olmayı tercih ederim, diye cevap verdi. Aradan bir yıl geçtikten sonra Kûfe eşrafından bir kişi hacca geldi. Ömer radıyallahu anh’a rastladı. Ömer, kendisine Üveys’i sordu. O da: - Ben buraya gelirken o, tamtakır denecek yıkıkdökük bir evde oturmakta idi, dedi. Ömer: - Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Üveys İbni Âmir size Yemenli destek bölükleri içinde gelecektir. Kendisi Murad kabilesinin Karen kolundandır. Alaca hastalığına tutulmuşsa da iyileşmiştir. Sadece bir dirhem miktarı bir yerde kalmıştır. Onun bir annesi vardır, ona son derece iyi bakar. O, (bir şeyin olması için) Allah’a dua edecek olsa, Allah onun duasını kabul eder. Senin için mağfiret dilemesini temin edebilirsen, fırsatı kaçırma, bunu yap!” buyururken işittim, dedi. O Kûfe’li adam hac dönüşü Üveys’e uğrayıp: - Benim için mağfiret dile! diye ricada bulundu. Üveys: - Sen, güzel mübârek bir yolculuktan yeni geldin. Benim için sen dua et! dedi. (Adam, dua isteğinde ısrar edince) Üveys: - Sen Ömerle mi karşılaştın? dedi. Adam: -Evet, dedi. Bunun üzerine Üveys, o kişi için af ve bağışlanma dileğinde bulundu. Bu olay üzerine halk Üveys’in kim olduğunu anladı. O da başını alıp gitti (Kûfe’yi terketti). Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 225 İşte annem, siz annelere değer veren evlatların biri cennetlerde Kuran okumayla şereflenirken, bir diğeri İslam’ın Halifesinin dahi duasını almaya çalıştığı zahid bir kul oluyor. Mektubuma son verirken annem, Rahman olan Allah senden ve tüm Müslüman annelerden razı olsun. Haklarınızı bize helal edin.


Yusuf Mert

‫إقرأ باسم ربك الذى خلق‬

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Eser Muhammed Kutub tarafından kaleme alınmıştır. Kitap Beka yayıncılık tarafından basılmış olup altı yüz on altı sahifeden oluşmaktadır. Kitap özenli baskısı ile hak ettiği kalitede basılmış, okuyucuyu yormayan bir tasarıma sahiptir. Eserin birinci bölümünde “eşsiz kuşağa bakış” başlığı altında ümmetin yeniden nasıl dirileceği ve bu konuda takip edilmesi gereken yöntemle beraber İslam ümmetinin belirgin özellikleri anlatılmaktadır. İkinci bölümde sapmalara sebep olan akımlar, üçüncü bölümde bu sapmanın sonuçları, dördüncü bölümde İslami uyanış ve beşinci bölümde ise geleceğe bakış konuları işlenmektedir. Eser, İslam ümmetinin Hz. Peygamber zamanında bulunduğu zirve noktasından yuvarlana yuvarlana yine Peygamberimizin daha o zaman

KİTAPLIK

Çağdaş Konumumuz Kitabın ismi: Çağdaş Konumumuz Yazarı: Muhammed Kutub Çeviri: Salih Uçan, Vahdettin İnce Yayın Evi: Beka Yayıncılık

haber verdiği “sel köpüğü”ne dönüşmesine kadar başından neler geçtiğini ortaya koymaya çalışıyor. Bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Gün gelecek diğer ümmetler neredeyse yemek çanağına üşüşen açlar gibi üzerinize üşüşecekler” buyurdu. Orada bulunan sahabiler “Ey Allah’ın Rasulu! Yoksa o zaman sayımız az olacak da ondan mı?” diye sorunca, Peygamberimiz bu soruya “Hayır, tersine o gün sayıca çok olacaksınız fakat sel köpüğü gibi olacaksınız” cevabını verdi. İkinci adım olarak yine bu ümmetin yüzyıllar boyunca süren tarih yolculuğundan sonra günümüzde geldiği noktayı, şimdi içinde bulunduğu durumu incelemektedir. Son bölümde ise yaşadığımız İslami uyanışı, bu uyanışın tarihi anlamını, İslam ümmetinin pençesinde kıvrandığı bunalımı aşmak için neleri başardığını ve Yüce Allah’ın izni ile müminlere vaat edilmiş olan egemenlik kurma amacına ulaşabilmek için daha neler başarması gerektiği incelenmiştir. Eser, geçmişin, günümüzün ve müstakbelin değerlendirilmesi ve anlaşılması hususunda her müslümanın okumaktan müstağni olamayacağı

O’nun İzinde...

bir kitaptır. Eseri yazan Muhammed Kutub’a, tercümesini yapan Salih Uçan ve Vahdettin İnce’ye ve eserin basımını üstlenen BekaYayınlarına Rabbimizin mükâfatlarını vermesini niyaz ederek nice hayırlı hizmetlere muvaffak olmalarını dileriz. Yeni bir kitap tanıtımında buluşmak ümidiyle… CEMAZİYELAHİR 1434

57


ROPÖRTAJ

NEBEVÎ HAYAT

“Eğer kurşunlar bugün göğsüme saplanmazsa, yarın Kur`an’ a saplanacaktır.”

58

El-İslambuli’nin annesi: `Şehit kanlarının bereketiyle bu halk ayağa kalktı` Bir Mücahid… Bir Yiğit... Bir Şehid... Halid El-İslambuli… “Onlar Rablerine iman eden genç yiğitlerdi...” ayetine misal “Eğer kurşunlar bugün göğsüme saplanmazsa, yarın Kur`an’ a saplanacaktır.” diye haykırdı. Halid El-İslambuli ve arkadaşları Mısır’ın çağdaş firavununu öldürerek siyonistlere ve onlara uşaklık edenlere kıyamete dek unutamayacakları bir ders verdiler. Halid, şehadetinden önce son söz olarak şöyle haykırıyordu: “Dünya duysun artık, Müslümanlar geliyor!” Arap ve İslam âleminde ihanet anlaşması olarak tarihe geçen Camd David Sözleşmesi’nin baş aktörü Enver Sedat, Müslümanların tepkisiyle karşılaşmamak için binlerce davetçi ve cemaat önderlerini cezaevine atıp işkencelerden geçirdi. O yıllarda Mısır ordusunda görev yapan Halid Şevki El-İslambuli ve arkadaşları birlikte Enver Sedat’ı öldürme kararı aldılar. 6 Ekim 1981’de resmi bir tören sırasında Enver Sedat’ı öldürdüler. Bundan 6 ay sonra 15 Nisan tarihinde şehit edilen Halid El-İslambuli’nin abisi Muhammed Şevki ve annesi, şehidin şehadet yıl dönümünde konuştular. Sizleri bu özel röportajla baş başa bırakıyoruz.

Halid El-İslambuli’nin Enver Sedat’a düzenlediği suikast Arap ve İslam âleminde çok yankı buldu. Öncelikle Şehit Halid ve ailenizden kısaca bahsedebilir misiniz? Halid Şevki El-İslambuli 1957 yılında Mısır’ın Minye kentinde Dünya’ya geldi. Annemin annesi İstanbul’lu olduğundan dolayı bu isim ile isimlendirildik. Anne tarafından Hz Hüseyin’e, baba tarafından ise Hz Abbas’a intisap etmekteyiz. Özel Harp Akademisi’ni başarıyla bitiren Halid, dinine fazla önem vermeyen sıradan bir gençti. Gerek ben gerekse de Şeyh Ömer Abdurahman ve Abdurahman Keşk gibi davetçilerin kendisiyle ilgilenmesi, kısa sürede Halid’in dinine ehemmiyet gösteren bir genç olmasına vesile oldu. Enver Sedat rejiminin Müslümanlara yönelik baskısı, insanları hakka çağırmaktan başka hiçbir amacı olmayan âlim ve davetçileri tutuklaması Halid’in İslam’a daha fazla bağlanmasına sebep oldu. 1973’te Mısır ile israil arasında gerçekleşen savaş sırasında İslami cemaatler dâhil bütün Mısır halkı orduda görev almayı şeref biliyordu. İşte Halid bu sırada orduya girmiş ve bu şerefe nail olmuştu. Enver Sedat döneminde Müslüman halka yapılan baskıların azaldığı söyleniyor, bu doğru mu? MAYIS’13

Cemal Abdunnasır’ın ölümünden sonra göreve gelen Enver Sedat, ülkede Abdunnasır’ın taraftarları olarak bilinen Nasiri ve Komünistleri tutukladı. Enver Sedat, sosyalizm ve komünizme karşı biri olarak biliniyordu. Onun döneminde İslami davadan hemen hemen cezaevinde bulunan kimse yoktu. Uzun zamandan beri baskı altında olan Müslümanlar bu rahatlığı fırsat bilip davet çalışmalarına hız verdiler. Fakat İsrail ile Mısır arasında Camd David Antlaşması imzalandıktan sonra Sedat, Müslümanları hedef almaya başladı. İHANET PROTESTO EDİLDİ Arap ve İslam âleminde büyük yankı meydana getiren bu anlaşma ile Sedat, ülkedeki Müslümanları baskı ve zorbaca bir yöntem ile susturmayı düşünüyordu. Cemaati İslami ve Müslüman Kardeşlere mensup olanlar başta olmak üzere birçok kişi cezaevine atıldı ve işkencelerden geçirildi. Mısır’daki İslami camialar Camd David Anlaşması’nı protesto etmek için sokaklara döküldüler. Çünkü ilk defa bir Arap lider İsrail ile anlaşma içine girmişti. HALİT, MÜSLÜMANLARA YAPILAN ZULÜMLERE AĞLIYORDU Bize suikastın nasıl yapıldığını anlatabilir misiniz? Müslümanlara yönelik gerçekleşen bu baskılar Ha-


reye aldıklarında kardeşimin onu öldürdüğünü anladım. Ben ve Halid ayrı ayrı cezaevlerinde bulunuyorduk. Annem bizleri ziyaret ediyor, Halid’in yazdığı mektupları bana ulaştırıyordu. Bizler de hücrede onun mesajını sesli bir şekilde okuyor, her okuduğumuzda işkenceden geçiyorduk. ENVER SEDATI ABD Mİ ÖLDÜRDÜ? Enver Sedat’ın öldürülmesiyle ilgili ‘Amerikan bağlantısı var’ iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tür iftiralarla Müslümanları töhmet altında bırakmayı hedeflemektedirler. Ben Halid’ten iki yaş büyüğüm. Bizler aynı ortamda aynı terbiye altında büyüdük. Amerika ile uzaktan yakından bir ilişkimiz söz konusu değil. Belki Amerikan’dan en fazla eziyet gören de biz olmuşuz. Hem, kim ABD’ye Enver Sedat’tan daha fazla hizmet edebilirdi ki Amerika onun ölümünü istesin. O zamanlar Amerika’da benimle aynı ismi paylaşan birçok kişinin banka hesabına el konuldu. Bir zamanlar da “Halid öldürülmedi ve Suudi Arabistan’a kaçtı” diye bir yalan söylendi. İspatı ise bir türlü yapılamadı. Kardeşiniz Halid’in Şehadetini anlatabilir misiniz? Kardeşim gençlik yıllarındayken ben ve diğer kardeşlerin kendisiyle ilgilenmesinden ötürü eski Halid gitmiş, yerine başka bir Halid gelivermişti. İbadetlerine aşırı derecede ehemmiyet gösteriyor, Müslümanlara yapılan zulümleri kendisine dert ediniyordu. Halid ve arkadaşları suikastı gerçekleştirdikten sonra tutuklanıp cezaevine atıldılar. 6 ay boyunca cezaevinde kalan Halid ve arkadaşları mahkemeye çıkarılıyorlar, kendileri ve Müslümanlar adına savunma yapıyorlardı. Eğer Halid ve arkadaşları olay yerinde şehit edilseydiler, bu mesele orada kapanacak Enver Sedat kahraman ilan edilecekti. Fakat kendilerinin mahkemede yaptıkları savunmalar hâkim ve avukatları bile hayretler içerisinde bırakıyordu. Bunu Halid, bizzat yazmış olduğu mektuplarında dile getiriyordu. KARDEŞİMİN MEZAR YERİ BELLİ DEĞİL Halid ve arkadaşları, şehit edildikleri 15 Nisan gecesi sabah namazına kadar Kur’an-ı Kerim okuyup dualar etmişler. Halid ve iki arkadaşı Hüseyin Abbas ve Ata Tayyip orduda subay olduklarından ötürü kurşuna dizilerek şehit edilirken olayla bağlantılı diğer iki kişi ise asılarak şehit edildi. Halid, şehit edildiğinde 25 yaşındaydı. Ayrıca olayla bağlantısı olan, olmayan bazı Cemaat-i İslami mensupları ise Mısır’da gerçekleşen devrimden sonra cezaevinden çıkabildiler. Kardeşim ve diğer şehitlerin kabirlerinin nerede olduğunu bilmiyoruz. Çünkü Mısır kanunlarına göre idam edilenlerin naaşı ailelerine teslim edilmiyor. Rabbimden isteğimiz bu uğurda canını veren kardeşlerimizin şahadetini kabul etsin, bizleri onların yolundan mahrum etmesin. ANNESİNİN DİLİNDEN HALİT EL-İSLAMBULİ Konuşmakta zorlanmasına rağmen Halid El-İslambuli’nin 88 yaşındaki annesi Kadriye Şevki İslambuli de verdiği kısa mülakatta, “Bugün Mısır’da gerçekleşen devrimde Halid ve arkadaşlarının kanlarının büyük etkisi vardır. Allah onların bereketli kanlarıyla bu halkı ayağa kaldırdı. Bana böyle evlatlar nasip ettiği için Rabbime ne kadar şükretsem azdır.” ifadelerini kullandı. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

lid’i çok üzüyor, Enver Sedat’a olan nefretini daha da arttırıyordu. Halid’in kız kardeşi Sümeyye, Halid’in geceleri kalkıp Müslümanlara yapılan bu zulümlerden dolayı ağladığını bize anlattı. Sedat’a suikast düzenlendiğinde bizler cezaevinde bulunuyorduk. Sedat’ı nasıl öldürdüğü ile ilgili bilgiyi kendisinin cezaevinde yazdığı ve annemin görüşüne giderken alıp bize getirdiği bir takım dökümanlardan öğrendik. PLAN BİR KAÇ SAATTE HAZIRLANDI Halid, Enver Sedat’ı öldürmeyi düşündüğünde bunu cemaat büyüklerinden bazılarına sundu. Kimileri buna karşı çıkarken kimileri ise kendisine destek olacaklarını söylediler. Halid, Sedat’a suikastın gerçekleştiği 6 Ekim günü dâhi herhangi bir hazırlık yapmış değildi. Aynı gün kendisine askeri geçiş sırasında görevli olacağı söylenince hızlı bir şekilde 3 arkadaşıyla beraber tüm hazırlıklarını tamamladı. Halid ve arkadaşları içerisinde 8 askerin bulunduğu tankı, Enver Sedat’ın oturduğu platformun önünde durdurup onu öldürdüler. HALİD ŞEHİT OLMAYI İSTİYORDU Enver Sedat’a yönelik düzenlenen bu beklenmedik suikast askerler dâhil birçok kişinin şaşkınlığına sebep olmuştu. Annemin bize getirdiği mektupta kendisi bu olayı şu şekilde anlatıyor: “Bizler, Enver Sedat’a ateş etmeye başladıktan sonra üç arkadaşım yaralandı. Arkadaşlarım yaralandıktan sonra onun ölüp ölmediğinden emin olmak için platforma yaklaştım. Allah’a yeminler olsun ki Sedat bana tıpkı şeytan gibi gözüktü. Arkadaşlarımızdan biri Sedat’ın ölümünden sonra evine kaçarken olayın verdiği heyecandan ötürü bizim aklımıza orayı terk etmek gelmedi. Ben, Allah’tan orada şehit olmayı istedim. Fakat şehitlik nasip olmadı.” ENVER SEDAT’IN CENAZE TÖRENİNE SADECE YAHUDİ VE HIRISTİYANLAR KATILDI Enver Sedat’ın öldürülmesini Mısır halkı nasıl karşıladı? Az önce dile getirdiğim gibi Sedat’ın gerek Müslümanlara yaptığı baskılar gerekse de ülkede kapitalist bir düzenin hâkim kılınmasıyla halkın iktisadi alanda sefalet içinde olması, kendisine olan nefreti daha da artırmıştı. Hatta son zamanlarda kendisinden alınan talimat ile örtülü bayanlara bile el uzatılmaya başlanmıştı. Kardeşim Halid, Enver Sedat’ı öldürdükten sonra halk tarafından ‘Kahraman’ ilan edilirken annesi ise ‘Kahraman Annesi’ olarak ilan edildi. Sadece İslami kesim değil, diğer akımlar bile onun öldürülmesine çok sevindi. Hatta hiç unutmam, bazı komünist şair ve yazarlar Halid için mersiyeler kaleme aldılar. Sadece Mısır’daki halk değil, Avrupa ülkelerindeki Mısırlılar dâhi, Halid’in idam kararı uygulanmasın diye protesto eylemleri düzenlediler. Mısır halkının Sedat’a olan nefretini ve öldürülmesini memnuniyetle karşılamalarını kendisinin cenaze töreninden anlayabiliriz. Cenaze törenine Yahudi ve Hıristiyanların dışında kimse katılmadı. SEDAT’IN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ DUYUNCA SABAH NAMAZINA KADAR TEKBİR GETİRDİK Doğrusu bizler cezaevindeyken dışarıda yaşananlar ile ilgili bir bilgimiz yoktu. Gardiyanlar rejimin korkusundan konuşamıyor, yanımızda radyo ya da televizyon da bulunmuyordu. Bizler Enver Sedat’ın öldürüldüğünü, sevincinden dolayı sokakta tatlı dağıtıp daha sonra cezaevine atılan birisi sayesinde öğrenebildik. Sedat’ın öldürüldüğünü öğrendiğimizde tüm arkadaşlarımızla birlikte sabah namazına kadar sevinçten tekbirler getirdik. Tabi benim, Enver Sedat’ı kardeşimin öldürdüğünden halen haberim yoktu. Soruşturma için beni 16 günlüğüne ayrı bir hüc-

59


DÜNYADAN HABERLER

Üniversitelerde İslam’a hakarete izin verilmedi

İ

TÜRKİYE - Dicle Üniversitesi’nde başlayan ve zamanla ODTÜ ve İstanbul Üniversitesi sıçrayan, İslami değerlere hakaret eden sol görüşlü grublara çeşitli üniversitelerdeki müslüman öğrenciler müdahale etti.

slam’a hakarete devam edilmesi çeşitli üniversitelerde gerginliğe sebep oldu. İslami değerlere saldıran sol görüşlü öğrencilere tekbirlerle karşılık veren Müslüman öğrenciler polis müdahalesiyle karşılaştılar. Dicle ve ODTÜ’den sonra olayların bir diğer merkezi olan İstanbul Üniversitesi’nde İslami değerlere hakaret eden ve sayıları 300’ü bulan sol görüşlü öğrencilere, 30 Müslüman gencin müdahale etmesiyle sol görüşlü öğrenciler panikle kaçışarak okula sığınmak zorunda kaldı.

Polisin sol görüşlü öğrencilere müdahale etmediği ancak Müslüman Gençlere biber gazı ve jop ile sert bir şekilde müdahale ettiği görüldü. Kullanılan yoğun biber gazından etkilenen esnaf ve vatandaşa Müslüman öğrenciler gelişen olayların sol görüşlü öğrencilerin İslami değerlere hakaret etmesi sonucu gerçekleştiğini ifade etti. Müslüman Öğrencilerin bu davranışı çevreden büyük beğeni topladı. Müslüman öğrenciler İslam’a, İslami değerlere ve Müslümanlara yapılacak hiçbir hakaret ve saldırının cevapsız kalmayacağını belirttiler.

Çad ordusu Mali’den çekiliyor

AFRİKA - Çad ordusu, gerilla savaşı yapma becerisinin düşük olması sebebiyle Mali’deki askerlerini geri çekme kararı aldı.

M

ali’de Fransa’nın çatışmalarda sürekli öne sürdüğü Çad askerleri ülkeden çekilme kararı aldı.

Çad Devlet Başkanı Idriss Deby, Mali’deki gerilla savaşının çıkmaza girme riski sebebiyle askerlerini geri çekme kararı aldığını açıkladı. 2 bin kişilik bir orduyla Mali’deki savaşa katılan Çad ordusu özellikle kuzeydeki dağlık bölgelerde İslamcılara karşı operasyon yapıyordu. Fransız medyasına konuşan Deby, “İslamcılarla yüzyüze savaş bitti. Çad ordusu, Mali’de gerilla biçiminde,

sonu belli olmayan, karanlık bir savaşa hazır değil” şeklinde konuştu. “Askerlerimiz Çad’a geri dönecek. Onlar görevini başarıyla tamamladı” diyen Debby, bir zırhlı taburun zaten bölgeden ayrılmış olduğunu da söyledi. Mali’nin kuzeyini kontrolleri altına alan İslamcı grupların geçen yıl Kona kentini ele geçirmesi ve başkente doğru ilerleme tehdidinde bulunması üzerine Fransa, 11 Ocak 2013’te İslamcılara saldırı başlatmıştı. Fransız ordusuna savaşta en büyük desteği Çad ordusu vermişti.

Bangladeş’te Milyonluk Gösteri

NEBEVÎ HAYAT

B

60

aşkent Dakka’da milyonlarca Müslüman, İslam’a hakaret eden bloglara karşı yasa çıkarılması için bir araya geldi.

Haydar’ın öldürülmesinin ardından alevlenmişti.

Bangladeş’in başkenti Dakka’da yüzbinlerce kişi, İslam’a hakaret edilen bloglar için ölüm cezası dahil ‘’küfür karşıtı yasa’’ çıkarılması amacıyla gösteri yapıyor.

Bangladeş hükümeti geçen hafta internet aracılığıyla İslam’a hakaret edilmesini önlemek için ‘’siber suçlar mahkemesi’’ ve ülkedeki bloglarda İslam’a hakaret edilip edilmediğini tespit etmek için iki din adamının da olduğu bir komite kurmuştu. Hükümet tarafından getirilen yeni düzenlemelerin ilk sonucu ise İslam’a hakaret eden bloglarda yazan dört kişinin tutuklanması olmuştu.

Medrese kökenli Hıfazat-ı İslam adlı hareketin çağrısı üzerine ülkenin her tarafından yüz binlerce insan, İslam’a hakaret edilen internet sitelerini protesto etmek için başkent Dakka’ya akın etti. Yönetimin engellemelerine rağmen, yüz binlerin yürüyerek Dakka’ya ulaştığı kaydediliyor. Ülkedeki tartışmalar, ateist blog yazarı Ahmed Recib MAYIS’13

Gösterinin barışçıl olduğu fakat dünkü protestoda bir kişinin öldüğü bildiriliyor.

Diğer yandan, Bangladeş’te, Cemaat-i İslami liderlerinin idam istemiyle yargılandığı davalar sebebiyle son aylarda sürekli protesto gösterileri düzenleniyor.


DÜNYADAN HABERLER

“Ölmek için oradalar”

Mali’deki İslamcı savaşçılar Fransızları şaşırtıyor. İşgalci askerler, “Cihadcılar geri çekilmeden savaşıyor. Ölmek için oradalar” yorumunu yapıyor.

M

ali’deki İslamcı savaşçılar Fransızları şaşırtıyor. İslamcılarla savaşan askerler, “Cihadcılar geri çekilmeden savaşıyor. Ölmek için oradalar” yorumunu yapıyor.

Kaptan Clement, “Gerçek askerlere karşı savaşıyoruz. Strateji geliştiriyor ve pusu kuruyorlar” dedi.

Fransız askerler, “Gerçek askerlerle savaşıyoruz. Acımasızca saldırıya uğruyoruz” dedi.

Romanya’dan Pavel de, “Cihadcılar geri dönmeden çarpışıyor. Ölmek için oradalar” yorumunu yaptı. Romanya’nın sınırlı sayıda askeri de Mali’de bulunuyor.

Le Parisen’de yer alan bir röportajda, işgal ordusu İslamcı savaşçıların Azawad’a, geri çekilme niyetleri olmadan saldırdıklarını ve ölümüne savaştıklarını vurguladı.

11 Rus askerini öldüren direnişçiler kuşatmayı yardı KAFKASYA - Çeçenistan’ın Açhoy-Martan ilçesi Bamut köyü yakınlarında bir pusuda, direnişçilerin en az 11 Rus askeri istihbarat (GRU) elemanını öldürdüğü bildirildi.

Suriye’de, Mart 2011’den bu yana 10 ila 15 bin arasında çocuğun çatışmalarda öldüğü bildirildi. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün yan kuruluşlarından biri olan Umut Zinciri (La Chaine de l’espoir), Suriye’de olayların başladığı tarih olan Mart 2011’den bu yana 10 ila 15 bin çocuğun öldüğünü açıkladı. Örgütün Başkan Yardımcısı Doktor Philippe Valenti, BM raporlarında ülkede en az 70 bin kişinin öldüğü ve ölenlerin yarısının sivil olduğu bilgisini hatırlattı. Valenti, saldırılarda mayından kalaşnikofa, canlı bombadan hava saldırısına, insanları öldürmek için birçok yöntemin “acımasızca” kullanıldığını da ifade etti. Ülkenin her yerinde kol gezen keskin nişancıların ateş ederken 2 amaca odaklandıklarını söyleyen Valenti, “ilk amaçlarının ateş ettikleri kişiyi tamamen yürüyemeyecek duruma getirmek, ikincisinin ise kafasına sıkmak olduğunu” söyledi. BM, Suriye’de Mart 2011’den bu yana devam eden çatışmalarda en az 70 bin kişinin öldüğünü, 1 milyondan fazla kişinin de diğer ülkelere sığınmak zorunda kaldığını açıklamıştı.

avkaz Center, Rus haber kaynaklarına dayanarak 6 Nisan Cumartesi günü Çeçenistan’ın Açhoy-Martan ilçesi Bamut köyü yakınlarında bir pusuda direnişçilerin en az 11 Rus askeri istihbarat (GRU) elemanını öldürdüğünü bildirdi. Öldürülen Rus askerlerinin büyük bir askeri keşif birliğinin bir takımı olduğu öğrenildi. Direnişçiler, Rus askerleri ve Rus destekli Kadirov milislerinden oluşan ortak kuvvetlerle girdikleri çatışmada kayıp vermeyerek düşmanlarını bozguna uğrattılar. Ruslar savaş uçakları, top ve ağır havan silahları ile ormanlarda direnişçilerin olabileceği muhtemel yerleri rastgele bombaladılar.

Esed’den muhaliflere Ebu Garip işkencesi Suriyeli Alevi-Nusayri askerleri yakaladıkları muhalifi önce bıçaklarla delik deşik ettiler, sonra parmaklarını kestiler. Askerlerin bu ve benzeri görüntüleri ABD askerlerinin Irak’taki işkencelerini akıllara getirdi

Suriye askerleri vahşette sınır tanımıyor. Türkiye’deki İran ve Hizbullah yanlısı çevrelerin “kardeş kavgası” olarak lanse etmeye çalıştığı Suriye’deki iç savaş, Baas’a bağlı Şii-Nusayri askerlerin vahşi katliamları karşısında bunun bir din savaşı olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Suriye askerlerinin sünni muhalifin ellerini arkadan bağladıktan sonra defalarca sırtından bıçakladığı ve sırayla gelip parmaklarını kestikleri görülüyor. Askerler bunu yaparken Müslümanların “Allahu ekber” şeklindeki sloganlarıyla da dalga geçiyor. Adeta Bial-i Habeş (radıyallahu anh)’ı hatırlattı. Mekke müşrikleri de “Ahad (Allah birdir)” sözünü duyunca işkencelerini daha da fazlalaştırarak işkence ediyorlardı. Askerlerden biri “al sana özgürlük, tekbir haa” şeklinde konuştuğu dikkatleri çekiyor. Bu şekildeki pskolojik harp teknikleri daha önce ABD askerleri tarafından Irak’taki Ebu Garip Cezaevinde de uygulanmış, Müslüman tutsaklar ağır fiziki ve cinsel işkenceye maruz bırakıldıktan sonra görüntülenmiş ve bu görüntüler internette yayınlanmıştı. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

Suriye’de 15 bin çocuk öldü

K

61


Süleyman Çankaya

TEKNOLOJİ DÜNYASI

Laptop mu Masaüstü mü almalıyım?

NEBEVÎ HAYAT

İ

62

ster ilk bilgisayarınız olsun ister eskisini değiştirmek amaçlı olsun, yeni bir bilgisayar almanın zamanı geldiğinde, dizüstü ve masaüstü arasında seçim yapmak zor olabilir. Günümüzde, kullanıcılara her biri çeşitli rekabetçi özelliklere sahip ve farklı fiyat aralıklarında satılan çok fazla seçenek sunuluyor.

sonra yurttaki odasına giden bir öğrenci misiniz?

Eskiden dizüstü bilgisayar, masaüstü kadar iyi ve hızlı performans sağlayamadığından nitelik bakımından masaüstü kadar iyi değildi, ancak tanışabilirliğiyle kullanıcılara mobilite sağlıyordu. Bugün ise dizüstü bilgisayarlarda pil ömrünün sınırlı olması dışında bu iki tür bilgisayar nitelik bakımından neredeyse aynı düzeydeler. Pil ömründe önemli gelişmeler yaşanıyor ve yedek pil satın alabiliyor olsanız da “çalışma zamanınız” yine de pil ömrüyle sınırlıdır.

ve dönem aralarında bilgisayarınızı evinize götü-

Tabi ki dizüstü bilgisayarı evde ya da ofiste kullanıyorsanız, fişe takarak çalışmaya devam etmeniz mümkün. Ayrıca dizüstüne fare ve klavye gibi masaüstü aksesuarları da bağlayabilirsiniz. Hatta daha geniş ekranda çalışmak istiyorsanız, dizüstünüzü masaüstü bilgisayarın monitörüne bağlayabilirsiniz. Seçenekler bu kadar çokken hangisinin sizin için en iyisi olduğunu nasıl seçeceksiniz? Dizüstü ve masaüstü arasında karar verirken bilgisayarınızı en çok nerede kullanacağınızı düşünün. Farklı dersleri farklı sınıflarda alan ve daha MAYIS’13

Bu durumda dizüstü sizin için çok daha kullanışlı olacaktır. Kişisel ve eğitim amaçlı kullanım için ihtiyaç duyduğunuz tüm özellikleri aynı bilgisayarda toplamak mümkün, üstelik bu bilgisayarı istediğiniz her yere götürebilirsiniz. Dizüstü, yurt odanızda daha az yer kaplar, ayrıca tatillerinizde rebilirsiniz. Eviniz aynı zamanda ofisinizse ve bu bilgisayarı gün içinde uzun saatler boyunca ve temel olarak iş amaçlarıyla kullanacaksanız, masaüstü sizin için çok daha uygun olacaktır. Masaüstü bilgisayarın uzun süre kullanımda aşırı ısınma riski daha düşüktür, bu nedenle bilgisayarınızı yanınıza almanız gerekmiyorsa, masaüstünü tercih etmelisiniz. Özellikler Bilgisayar ararken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta bilgisayarın özellikleridir. Dizüstü ve masaüstünü karşılaştırırken, her birinin özelliklerini ve performans kapasitesini göz önünde bulundurun. Örneğin, kullanım kolaylığı için birçok dizüstünde entegre kamera vardır ve medya yazılımları önceden kurulmuştur. Bazı dizüstü bilgisayarlar oyun tutkunları için tasarlanmakta ve pazarlanmaktadır, tabi bunlar belirli oyunları kolaylıkla oynamanıza olanak tanır.


Performans Dizüstü ve masaüstü arasında tercih yaparken belirleyici bir başka etken ise performanstır. Masaüstü bilgisayar, uzun saatler boyunca performans göstermek ve çoklu görev yürütmek için daha uygundur. Bu nedenle, masaüstü ve dizüstü arasında seçim yapmanıza yardımcı olması için öncelikle bilgisayarınızı ne amaçla kullanacağınızı düşünün. Notebook alırken ve kullanırken merak edilen sorular ve cevapları Isınma ciddi bir sorun mudur? Laptop kullanıcılarının en çok ayrıma düştüğü konulardan birisi de laptopta ısınma sorunudur. Aslında işin özü şudur ki; çalışan her elektronik alet ısınır. Ancak bu ısınma belirli derecelere dayandığında ya da aştığında önce laptopunuzun ramlerini ve daha sonra ana kartı da dahil bütün parçalarının yanmasıyla sonuçlanabilir. Bundan dolayı küçük bir programla laptopunuzun ısısını her zaman kontrol edebilir ve ısınma tehlikeli noktalara yaklaştığında kısa bir süre kapatabilirsiniz. Isınma konusunu kafanıza pek takmayın. Çünkü ısı 55 dereceyi geçmedikçe sorun yoktur. Oda sıcaklığınız aşırı düşük ya da yüksek olmamalı. 60 dereceye gelirse laptopunuzu bir süre kapatın çünkü 55 üzeri değerler çok risk arzederler. İlk şarj nasıl yapılmalı İlerleyen teknolojiyle birlikte Laptop pilleri oldukça yenilendi ve ilerledi. Çoğu önerilerin NiCad zamanından kaldığını bilmekteyiz. NiCad piller smart-battery değil. Dizüstü veya cep telefonu gibi diğer sistemlerde kullanılan piller, duracell-intel ikilisinin öncülüğünü yaptığı Smart-

Battery tipi pillerden. Bu pillerin içinde bir chip/ devre var. Bu chip sayesinde pil ne kadar şarjlı olduğunu makineye bildirebiliyor. Dolayısı ile bu önerilerin bazıları bizi hiç ilgilendirmiyor. İlk şarj ile ilgili Apple şunu yazmış; Yeni dizüstü bilgisayarınızın ilk kez fişini taktığınızda tamamen şarj olduğuna emin olun. Pilimi bilgisayarda tutmalı mıyım? Bu soru aslında üzerine çok durulan bir sorudur. Aslında isteyen kişi pili laptopunda tutar, istemezse de tutmaz. Dileyen UPS’e takıp pilini depoya kaldırabilir. Ancak pili sürekli laptopun üzerinde tutmanın sakıncası da yoktur.. Bunun açıklaması ise şöyle; (kim ne derse desin) eğer adaptörünüzden akım geliyor ise, gelen akım yeterli ise ve pilde şarjlı ise pil ne fazladan şarj ediliyor ne de üzerinde akım oluyor. Kısaca: Piliniz dolunca akım kesilir, yani pilinizin laptopta kalması herhangi bir zarar vermez. Ayrıca pilinizi ayda bir kez tam şarj edip tam deşarj ediniz. Ara sıra akımı boşaltıp tekrar doldurmak pilin uzun gitmesi açısından oldukça önemlidir. Ve pilinizi laptopunuzda tutmanız tavsiye edilir. Pilim nasıl daha uzun dayanır? Önce, her bilgisayarda farklı pil olabilir. Kimi 8, kimi 6 hücreli. Eskiler NiMh, yeniler Li-ion. Yakında Li-Polimer gibi başka teknolojiler de görürüz. Ayrıca her bilgisayarın donanımı da farklı. İşlemci, disk, ekran büyüklüğü, görüntü kartı.. Bunların hepsi farklı enerji ihtiyacı ister. Yani pil ve ihtiyaçtan dolayı zaten her makina farklı süre kullanabilir pilini. Ama olası arttırma metodları şunlar; Turion ve Centrino platformları en düşük enerji ihtiyacı olan sistemlerdir (şimdilik). Centrino’nun ULV (ultra low voltaj) serisi oldukça verimli. CPU frekans düşürsün (speedstep vs.. açık olmalı) Ekran kartına yönelik işlemler enerji harcar (oyun, film izleme süreyi kısaltır, masa üstü işler uzatır) Ekran parlaklığı kısık olmalı, Harddisk durmaya ayarlanmalı. Gerekmeyen cihazlar çıkarılır (mouse, usb bellek, pc card vs...) Wifi, buletooth kapatılır, gerekmiyorsa LAN kapatılsın. CEMAZİYELAHİR 1434

O’nun İzinde...

En yeni ve en iyi özelliklere ihtiyaç duyan ciddi bir oyun tutkunu, tasarımcı ya da benzeri bir bilgisayar kullanıcısıysanız, dizüstü yerine masaüstünü tercih edebilirsiniz, çünkü bilgisayarınız eskimeye başladığında video kartını, ses kartını ve diğer parçalarını yükseltmeniz daha kolay olur.

63


SİZDEN GELENLER

bilgi@nebevihayatyayinlari.com DÜŞÜNEN BİR GENÇLİK İSTİYORUM Müslüman kardeşlerime bu soruyu sormak istiyorum, Ey Müslüman gençler sizler ne zaman düşünmeye başlayacaksınız? Hani Allah size akıl vermişti de, düşünen bir topluluk için bunda ibretler vardır demişti. Sizler hiç düşünmüyor musunuz? Allah sizi ona kulluk edesiniz diye yaratmadı mı? Neden ihanet ediyorsunuz? Yoksa öldükten sonra, dirileceğinize inanmıyor musunuz? Dünya hayatının gelip geçici olduğunu bilmiyor musunuz? Yoksa sen Kur’an’ı açık bir delil olarak görmüyor musun? Allah Resul’ünü unutanlardan mısın? O sana müjdeleyici ve korkutucu bir gün için gelmemiş miydi? Ey gençler! Uyanın. Kalkın kendinizi silkeleyin ve düşünün. “Elbette ki bir gün gelecek, misafir gidecek ve emanet olarak da, kullandığı eşyalar da gerçek sahibine iade edilecektir.” Bırakın artık bu Dünya meşguliyetini, gelecek o büyük güne hazırlanın. Akşam kalkın ayağa Allah’a gözyaşları dökün. Sahibinizden af dileyin. Korkmayın, iffetli bir ölüm için yaşayın. Dünya’nın neresinde olursa olsun hiçbir Müslüman kardeşinizi unutmayın. Onların dertleriyle dertlenin. “Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini düşünün. Hani sizler birbirinize düşman iken o sizin kalplerinizin arasında muhabbet ve sevgi yapıp yanaştırdı da nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz.” Düşünün ve kardeşlerinize karşı yapılan zulümlere sessiz kalmayın. Bugünü unutmayın ve zihinlerinize kazıyın. O kâfirlere karşı bir olun ve kirletilen namuslarımızın hesabını sorun. Onlara karşı dininizden taviz vermeyin. Ve onların kalplerine korku salın. Şunu bilin ki bugün bu baş bu gövdeden ayrılmadıkça ve vücutlarımız parça parça olmadıkça; bu dava hâkim olmaz. İslam için, şeriat için, izzet için, namus için, Allah ve Resul’ü için çalışın, çabalayın. Dinin zirvesi olan zulme karşı Allah yolunda savaşmayı unutmayın. Tağutların korumasını terk edip Allah’ın korumasına girin. Kula kulluktan Allah’a kul olmaya çağırın. Allah’tan yardım ve mağfiret isteyin. “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer iman edenlerseniz muhakkak üstün gelecek olanlar sizlersiniz.” Özellikle gençlere seslenmek istiyorum, çünkü biliyorum ki bu din, bu dava sizin gayretlerinizle eski gücüne kavuşacaktır. Ey gençler! Size sesleniyorum, niçin yaşadığınızı ve niçin öleceğinizi bir düşünün? Akıllarınızı çalıştırın. Allah ve Resul’ünün istediği gibi gençler olun, başınıza gelecek musibetlere sabredin. Yalnızca Allah’tan mükâfatınızı isteyin. Ruhlarınızı Allah yolunda satan gençler olun.

NEBEVÎ HAYAT

Bak şu fani d ünyan Öz yu ın ne rdund garip a gurb Bol bo havas e tteyim l taviz ı var. , hem verdik Gel gö ş e r , iat sev bize i r ki ta stilad dası v ğutlar Zulm a ar. y b a i ün ön şamak zi ne h üne g a k l a d l Dinin e d eçmey ı. bırakt i dert ı. en son etmey u n da izz enlere etsiz k beşeri Muha alır. sistem mmed ler ka Musa lır. b Çağ layan / Alm anya

64

MAYIS’13

Yıldırım Kemal Güneş / Bursa

ınca may l o İslam aşanınca ecek y e my sönm acak İsla ş da e t l a olun io ki l y e e d m m ğim İsla in te Yüre olsa i din nda ca a r ç e l r t uğru pa kırın de y a m m a h a a r h e l Ş pa idi k İs tevh dum ırırsa u p k c i l y ü i a b V d ye h lda i ciha et di k yo n e r n a İzzet ü üb eS an v bu m vsi alada e s r i Kur’ l ri irde na ar ve iler F uğru A r t u e Canl h d URS da. ha izi B n e b / u ş l r r r o e pına Hy Bekl canla LLA p Ak lsun u A o k r a a a Y Fed canl lsun o a Fed


HAYDİ ÇOCUKLAR YAZ ETKİNLİKLERİ BAŞLIYOR TARİH: 17 Haziran - 05 Temmuz KATEGORİ: 11 - 17 YAŞ ARASI

YAZ ETKİNLİKLERİMİZDE YAPILACAK FAALİYETLER İLMİ ETKİNLİKLER CÜZ OKUMA KUR`AN`İ KERİM OKUMA SÜRE ve DUA EZBERLERİ TEMEL DİNİ BİLGİLER

SOSYAL ve KÜLTÜREL ETKİNLİKLER * HASTA ZİYARETLERİ * CAMİİ ve TARİHİ MEKANLARI ZİYARET * PİKNİK * YARIŞMALAR

SPORTİF ETKİNLİKLER

Yaz Etkinliklerimiz Yatılıdır. Kontenjanlarımız Sınırlı Olup İlk Müracaat Edenler Değerlendirmeye Alınacaktır.

* BASKETBOL * FUTBOL * YÜZME * AKUAPARK * MASA TENİSİ * GELİŞİM OYUNLARI vb. FAALİYETLER

KAYIT TARİHİ: 13 MAYIS - 7 HAZİRAN

İRTİBAT TEL: 0534 620 59 13


ِ ‫اب اَ ْن اِ َذا َس ِم ْع ُت ْم اٰ َي‬ ِ ‫َو َق ْد نَ َّز َل َع َل ْي ُك ْم ِفى الْ ِك َت‬ ‫ات اللّٰ ِه ُي ْكف َُر‬ ٍ ‫وضوا ٖفى َح ٖد‬ ‫يث‬ ُ ‫بِ َها َو ُي ْس َت ْه َزاُ بِ َها َفلَا َت ْق ُعدُوا َم َع ُه ْم َحتّٰى َي ُخ‬ ‫َغ ْي ِر ٖه اِنَّ ُك ْم اِ ًذا ِم ْثلُ ُه ْم اِ َّن اللّٰ َه َج ِام ُع الْ ُم َن ِاف ٖقي َن َوالْ َك ِاف ٖري َن ٖفى‬ ‫َج َه َّن َم َج ٖمي ًعا‬ “Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 4/140)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.