O’nun izinde
NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi
Haziran 2013 1434
Yıl: 1 Sayı: 7 - Fiyatı: 5 TL
www.nebevihayatyayinlari.com
Recep
ÜMMETÇİ OLMAK Hasan Karakaya
ÜMMETİN İHYASINA DOĞRU Mahmut Varhan
ŞAM BELDESİ VE FAZİLETİ Adem Sözkesen
İLİM TALEBELERİNE Hüseyin Nohut
ÜSTAD MEVDUDİ’NİN HAYATI Hüseyin Kalender
TESETTÜR MÜSLÜMAN KADININ KİMLİĞİDİR Ebubekir Eren
NEBEVÎ HAYAT yayınları
ADIM ADIM TECVİDLİ EN KOLAY
KUR’ÂN-I KERİM
ELİF BÂ’SI
TI K I Ç
Peygamberimiz (sav)
Ramazan’da nasıl ibâdet ederdi?
YAZ OKULU gençler için TEMEL DİNİ BİLGİLER
TI K I Ç
TI K I Ç Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul
Tel-Faks: (0212)
515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63
www.nebevihayatyayinlari.com siparis@nebevihayatyayinlari.com
Değerli Kardeşler; Haydi Hayırda Yarışalım! “Yaratan Rabbinin Adıyla OKU!” diye başlayan bir dinin temsilcileriyiz. Bu yüzden sizi okumaya ve okutmaya çağırıyoruz. Nebevi Hayat Dergisi’nin sizler için bir okul olması için çalışmaktayız. Her ferdin kendisini eğitmek ve geliştirmek adına bir şeyler bulabileceği bir dergi oluşturmaya çalışıyoruz. Bu hedefimizi gerçekleştirmek için sizlerden biraz daha azimle çalışmanızı ve gayret göstermenizi istirham ediyoruz. Bu güzel hizmetten daha iyi faydalanmak ve hayrın yayılmasına vesile olmak, daha geniş kitlelere sesimizi duyurabilmek için abone olalım, abone bulalım… Bu hizmetten istifade ettiğimiz gibi, başka kardeşlerimizin de istifade etmesine gayret gösterelim. Bu vesile ile Nebevi Hayat Dergimize canı gönülden destek veren tüm okurlarımıza teşekkür eder, ecir ve mükâfatlarını Rabbimizin bol bol vermesini niyaz ederiz.
6 AY
ABO LIK KAM N PAN E Y ASI
Posta Çeki Hesabı:
10204553
ÜMMETÇİ OLMAK
BAŞYAZI
Hasan Karakaya
5
ÜMMETİN İHYASINA DOĞRU
KAPAK GÜNDEM Mahmut Varhan
13
ÜMMETİ PARÇALAYAN FAKTÖRLER
KAPAK GÜNDEM Muhammed Ali Mücahid
18
İSRA VE MİRAÇ’LA İSLAM SANCAĞI YENİDEN DALGALANSIN KUDÜS’TE...
KAPAK GÜNDEM Said Özdemir
Sahibi
İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Şükrü Yıldız
Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Dağıtım Sorumlusu Turhan Güncü (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz
22
Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları Yurt içi yıllık: 60 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)
FAŞİZM Mustafa Tatlı
ŞAM BELDESİ ve FAZİLETİ HAKKINDA HADİSLER Adem Sözkesen
26 30
NEREYE BU GİDİŞ? Hakan Sarıküçük
55
TESETTÜR Müslüman Kadının Kimliğidir
35
ENBİYÂ, 90 Adem Sözkesen
38
HZ. PEYGAMBER’E ÜMMET OLMADAN ÜMMETÇİLİK
KİTAPLIK
41
Ali Yücel
İLİM TALEBELERİNE Hüseyin Nohut
45
MEVDUDİ “MEYVESİ BOL GÖLGESİ GENİŞ AĞAÇ” Hüseyin Kalender
ANNE – BABALARIN DİKKATİNE! - 1 Yusuf Yılmaz Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Kasım 2012
Peygamberimiz (s.a.v) Ramazan’da Nasıl İbâdet Ederdi?
59
DÜNYADAN HABERLER
60
48 51
TEKNOLOJİ DÜNYASI SİZDEN GELENLER
Yazı kuralları • • • •
Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir.
•
• •
62
Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.
64
EDİTÖR Allah’ın adıyla Hamd, eşi ve benzeri olmayan Yüce Rabbimize, salât ve selam “Irkçılığa davet eden bizden değildir. Irkçılık uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir” buyuran efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabilerine ve bu nurlu yolun hizmetkârlarına olsun.
Değerli Dostlar, Coğrafyamız, Hz. Peygamberin ifadesi ile “Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi diğer kavimlerin başımıza üşüştüğü” bir halde. Acımız, merhum Mehmet Akif Ersoy’un ifade ettiği gibi; “…Hangi bir derdim için ağlayayım, bilmiyorum. / Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz: Mağdurum!...” sözü ile dahi ifade edilemeyecek kadar büyük. Ümmet, imamesiz tesbih taneleri gibi dağılmış, aralarına İngilizler ve uşakları tarafından çizilmiş sunî sınırlar ile bölünmüş, ırkçılığın en alasını aratmayacak kadar barbarlaşmış mezhep taassupçuları tarafından parçalanmış bir halde. Biz de buna binaen bu sayımızda faydası olur dua ve niyazlarımızı yazılarımıza ekleyerek, siz değerli kardeşlerimize bir nebze de olsa ümmet olduğumuzu hatırlatmak, ümmetin ne demek olduğunu tekrar bildirmek, ümmetin ana unsurlarının neler olduğunu zikretmek için bu sayımızın ana konusunu ümmetçilik olarak belirledik. Değerli hocalarımızın yazıları ile kaybolmuş ümmet ruhunu canlandırmak ve küresel küfre karşı ümmetin ihyasının yollarını ifade etmeye çalıştık. Ümmet olmanın önündeki en büyük engellerden birisi olan ırkçılık davasının İslam’da yeri olmadığını, ümmeti parçalayan hizipçiliğin dinimizce kınandığını, asıl olanın akide birliği olduğunu bir kere daha ifade etmeye çalıştık. Değerli Dostlar, Dünya ve ahirette kurtuluşumuzun yolu ümmet bilinci ile hareket ederek bunun önündeki bütün engelleri el birliği ile ortadan kaldırmaktır. Zalimler gücünü kendilerinden değil, müslümanların tek ümmet olamamasından almaktadırlar. Tarihimizde yine M. Akif Ersoy’un ifadesi ile “özengi öpmeye hasret batı”yı, böylesine cesaretlendiren maalesef ümmetin bu bölünmüş halidir. Müslümanlar ırk, dil, renk, coğrafi sınırlar ayrımı yapmaksızın İslam sancağının altında bir olmanın yollarını aramalıdırlar. Değerli Dostlar, Hz. Peygamberin şu hadisi hepimizin şiarı olmalıdır: “Sen müslümanları, arasındaki merhamet, sevgi ve dert ortaklığı yönünden tıpkı bir vücut gibi görürsün. Nasıl ki, vücudun bir azasında hissedilen acı bütün vücudu uykusuz bırakır ve ateşlenmesine sebeb olursa müslümanlar da böyledir.” Vücudunun herhangi bir uzvu ağrıyan kimse nasıl buna karşı ilgisiz kalamaz ise ümmetin zülme maruz kalmasına da ilgisiz kalamaz. Aynı bedende olanlar hem acıyı hem de sevinci paylaşır ve yaşantısını buna göre düzenler. Kaldı ki bedendeki acıyı değil paylaşmak, buna sebep olanlar aynı bedenden değillerdir. Müslümanlar tek bir beden olmadıkça ne dünyada aziz ne de ahirette mesud olamazlar. Şunu unutmayalım ki ya hep beraber varolacağız ya da teker teker yok olacağız. Değerli Kardeşler;
NEBEVÎ HAYAT
Haydi Hayırda Yarışalım!
4
“Yaratan Rabbinin Adıyla OKU!” diye başlayan bir dinin temsilcileriyiz. Bu yüzden sizi okumaya ve okutmaya çağırıyoruz. Nebevi Hayat Dergisi’nin sizler için bir okul olması için çalışmaktayız. Her ferdin kendisini eğitmek ve geliştirmek adına bir şeyler bulabileceği bir dergi oluşturmaya çalışıyoruz. Bu hedefimizi gerçekleştirmek için sizlerden biraz daha azimle çalışmanızı ve gayret göstermenizi istirham ediyoruz. Bu güzel hizmetten daha iyi faydalanmak ve hayrın yayılmasına vesile olmak, daha geniş kitlelere sesimizi duyurabilmek için abone olalım, abone bulalım… Bu hizmetten istifade ettiğimiz gibi, başka kardeşlerimizin de istifade etmesine gayret gösterelim. Bu vesile ile Nebevi Hayat Dergimize canı gönülden destek veren tüm okurlarımıza teşekkür eder, ecir ve mükâfatlarını Rabbimizin bol bol vermesini niyaz ederiz. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duasıyla… HAZİRAN’13
Başyazı
Hasan Karakaya
ÜMMETÇİ OLMAK
َو ِم ّ َم ْن َخلَ ْق َنآ اُ ّ َم ٌة يَ ْه ُدو َن ِبا ْل َح ِ ّق َو ِب ۪ه يَ ْع ِدلُو َ۟ن arattıklarımızdan bir ümmet vardır ki onlar hakka rehberlik ederler ve onunla icrayı adalet eylerler.” (A’raf, 181) Ayeti kerimede iki nokta özellikle vurgulanmıştır: Hakka rehberlik etmek ve icrayı adalet eylemek. Bu iki esas müslümanın kimliğinin şahsiyetli olması, samimi olması, insanlığa şahitlik yapması ve emaneti yerine getirmesi açısından önem arzeder. Çünkü bu ayette işaret edilen ümmet -çeşitli rivayetlerin tekidiyle- müslümanlardır. Müslümanların kendilerine has olan bu kimliklerini ispatlamaları gerekir. Herşeyden önce, ümmet olma bilinci yaygınlaştırılacak ki, ayetin vurguladığı iki nokta (hakka rehberlik ve icrayı adalet) bütünüyle yerine getirilebilsin. İslami Hareket, herşeyden önce hakka rehberlik ettiği ve onunla icrayı adalet eylediği müddetçe İslami olabilme maksadına erişebilir. Ve hareket şaşmaz. İslami Hareket,
İslam akidesi ışığında sözkonusu iki noktayı ifa etmekle yükümlüdür. Yine İslami Hareket,bu sorumluluk duygusuyla dinamizmi kazanmak ve bunun için de “Ümmetçi olmak” zorundadır. Ümmetçi olmak vahyi ilahiyle tespit edilmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de ümmet olma gerçeğini en çarpıcı şekilde ortaya koymuştur. Onun liderliğinde kavimleri ve dilleri ne olursa olsun, insanlar arasında İslamın öngördüğü kardeşlik hukuku tesis edilmiş ve onun risaletiyle belli bir kavmin ya da bölgenin sınırlamadığı “ümmet” anlayışı doğmuştur. Bu manada ümmet birliği bütün insanları kuşatır, içine alır. Hem öyle bir kuşatıcılık ki beraberinde bütün cahili tasavvur ve değer yargılarını silip atmıştır. Bu anlayış içinde kimse soy-sop üstünlüğüyle övünemez, kavimler arasında kavmiyetçiliğe dayanan bir mücadele yapılamaz, hiç bir kavim “seçilmiş kavim” olduğunu söyleyemez. Çünkü seçilmiş olmak müslüman olmaya, üstünlük de takvaya bağlıdır. RECEP 1434
O’nun İzinde...
“Y
5
Böylesine mükemmel bir anlayışın temsilcileri olmaya çalışan müslümanlar, bize örnek olan Peygamberin uygulamaları ve bu uygulamaların tezahürü olan asrı saadetten ilham alarak, duyguları ve aklı vahyin potasında eriten bir şahsiyet kazanarak, değişen ve gün be gün yenilenen dünya siyasi dengesi üzerinde zalimlerin zulmüne ve saltanatına dur diyebilmenin tek yolu en sağlam bir biçimle “ümmet şuuru”nun pekiştirilip “Böylece sizi insanlar üzerinde şahit olasınız ve Rasul de sizin yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Gerçekte üzerinize şahit olsun diye sizi vasat ümmet kıldık.” müslümanlardan istenen budur.
(Bakara, 143) Bu ve benzeri ayetler, İslam ümmetinin en hayırlı, diğer insanlar üzerine şahit olan vasat bir ümmet olduğunu bildiriyor. Vasatlık aslında dengedir. Denge ise her konuda adaleti tesis edebilmekle sağlanır. Ve vasat ümmet adaleti tesis edecek tek ümmettir. Bu özellik müslümanları liderliğe yönlendirmektedir. Ama asırların getirdiği tavizlerle ümmet parçalanmış, gücü erimiş, zayıflamış, liderliğini yitirmiş ve şerefini kaybetmiş bir duruma düşmüştür. Öyleki dengeyi bozan, adaleti ortadan kaldıran, haksızlığı yaygınlaştıran Allah düşmanlarının boyunduruğu altında yaşamaya başlamıştır. Aynı akidenin yönlendirdiği ve siyasi bir birlik teşkil eden ümmet, kendi siyasetini akidesiyle değil, nefsiyle, İslam düşmanlarının kavramları ve izahlarıyla yönlendirmeye başlayınca zillet ortamı gitgide derinleşmiştir. Ümmetçi olmak yerine cahiliyye örgütlenmeleriyle örgütlenmek ve devlet anlayışını kabullenmek tam bir zillet ortamını doğurmuş ve bugün müslümanları şer güçlerin ve şeytanın dostlarının elinde bir oyuncak haline getirmiştir. Şuna iyi dikkat etmek gerekir ki İslam, özellikle Fransız ihtilaliyle belirgin bir biçimde boy atan cahili devlet anlayışı olan bölgeci ve ulusçu devlet anlayışını reddeder. Bu nedenledir ki İslami hareket yalnız kavmiyetin harç olduğu birliktelik anlayışını ve bu anlayış içinde diğer kavimlerin dışlandığı ya da aşağılandığı felsefeyi reddeder. İslami Hareket “Muhakkak ki müminler kardeştir” ayetinin ışığında İslami kardeşlik çerçevesinde sağlanan bir birliği esas alır ve bu birliğin, bütün noktalarda tek siyasi anlayışta hareket eden ve tek lider etrafında toplanan bir ümmet birliği olduğunu kabul eder ve savunur.Aynı zamanda bir vecibe olan ümmetçi olmayı gerçekleştirmek, İslami hareketin vazgeçilmez bir görevidir. Ancak bu sayede müslümanlar her alanda kimliklerini yaşayabilecek güç ve kuvveti toplayabilirler.
Rabbimizin emrettiği bu birliğin yanısıra, ümmet olmanın beraberinde getirdiği sorumluluklar da çeşitli ayetlerde dile getirilmektedir. Ayetlerde hem mesuliyetlerimiz hem özelliklerimiz hem de diğer insanlardan ayrı olan kimliğimiz bildirilmektedir: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, marufu emreder, münkeri nehyeder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de iman etmiş olsaydı kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinde inananlar olmakla birlikte çoğu yoldan çıkmıştır.” (Al-i İmran, 110) “İçinizde hayra çağıracak, marufu emredip münkerden nehyedecek bir ümmet bulunsun.” (Al-i İmran, 104) “Böylece sizi insanlar üzerinde şahit olasınız ve Rasul de sizin üzerinize şahit olsun diye sizi vasat ümmet kıldık.” (Bakara, 143) Bu ve benzeri ayetler, İslam ümmetinin en hayırlı, diğer insanlar üzerine şahit olan vasat bir ümmet olduğunu bildiriyor.
Vasatlık aslında dengedir. Denge ise her konuda adaleti tesis edebilmekle sağlanır. Ve vasat ümmet ,adaleti tesis edecek tek ümmettir. Bu özellik müslümanları liderliğe yönlendirmektedir. Ama asırların getirdiği tavizlerle ümmet parçalanmış, gücü erimiş, zayıflamış, liderliğini yitirmiş ve şerefini kaybetmiş bir duruma düşmüştür. Öyleki dengeyi bozan, adaleti ortadan kaldıran, haksızlığı yaygınlaştıran Allah düşmanlarının boyunduruğu altında yaşamaya başlamıştır.
NEBEVÎ HAYAT
6
“Toptan Allah’ın ipine sarılın ve ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye ayetlerini böylece açıklar.” (Al-i İmran, 102)
HAZİRAN’13
Aynı akidenin yönlendirdiği ve siyasi bir birlik teşkil eden ümmet, kendi siyasetini akidesiyle değil, nefsiyle, İslam düşmanlarının kavramları ve izahlarıyla yönlendirmeye başlayınca zillet ortamı gitgide derinleşmiştir.
Şuna iyi dikkat etmek gerekir ki İslam, özellikle Fransız ihtilaliyle belirgin bir biçimde boy atan cahili devlet anlayışı olan bölgeci ve ulusçu devlet anlayışını reddeder. Bu nedenledir ki İslami Hareket yalnız kavmiyetin harç olduğu birliktelik anlayışını ve bu anlayış içinde diğer kavimlerin dışlandığı ya da aşağılandığı felsefeyi reddeder. İslami Hareket “Muhakkak ki müminler kardeştir” ayetinin ışığında İslami kardeşlik çerçevesinde sağlanan bir birliği esas alır ve bu birliğin, bütün noktalarda tek siyasi anlayışta hareket eden ve tek lider etrafında toplanan bir ümmet birliği olduğunu kabul eder ve savunur. Aynı zamanda bir vecibe olan ümmetçi olmayı gerçekleştirmek, İslami Hareketin vazgeçilmez bir görevidir. Ancak bu sayede müslümanlar her alanda kimliklerini yaşayabilecek güç ve kuvveti toplayabilirler. Ama bugün ümmetçi olmanın önünde bir takım engeller oluşturulmuştur. Bu engeller eskiden beri var olmakla beraber bazıları yeni yeni oluşturulmak isteniyor. Ümmetçi Olma Gerekliliğinin Önündeki Bazı Engeller Aşağıda sıralamaya çalışacağımız engeller aslında ilk günden beri vardı. Ama düşmanlar ilk dönemde başarılı olamadılar. Ancak başarısızlık onları yıldırmadı ve müslümanların en zayıf anlarını gözlediler. Bulunan her gediğe bu engeller oturtuldu.
a. Ulusçuluk - Kavmiyetçilik: En fazla kullanılan engel “Muhakkak mü’minler kardeştirler” düsturunu kökünden silip atacak olan ulusçuluk; kavmiyetçiliktir. İnancı zayıflamış insanların ruhlarını okşayan bu kavram, hem münafıklar, hem Yahudiler hem de diğer İslam düşmanları tarafından kullanılagelmiştir.
b.Vatanperverlik: Diğer bazı engeller bu engelden güç alırlar. Ondan destek alarak hayat bulurlar. Bunlar coğ-
rafi sınırların kutsallaştırılması ve bu kutsallığın ışığı altında cahilane bir biçimde gönülleri kuşatan vatan ve vatanperverlik anlayışlarıdır.
c. Dostluk: Ümmetçi olmanın ilk şartı dostlukların ve düşmanlıkların akide temeline oturtulmasıdır. Mü’minlerin kafirleri dost edinmesi Kur’an nassıyla yasaklanmıştır.
d. Taassub: Bir de son dönemlerde daha sık kullanılan bir engel var ki çok basit gibi görünüyor, fakat dikkate alınıp ona göre tavır tespitine gidilmezse İslami Hareketin bütün dünyada başını ağrıtacaktır. Mezheb taassubu, grupçuluk ve diyalog eksikliği diyebileceğimiz bu sorun da muhakkak halledilmelidir. A- Kavmiyetçilik İnsanlar kavim kavim, kabile kabile yaratılmıştır. Bu, bir yaratılış kanunudur. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle dile getirilir: “Ey insanlar, şüphesiz ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, hem de sizi kavim kavim, kabile kabile yaptık ki tanışasınız, haberiniz olsun ki Allah yanında en üstününüz en muttaki olanınızdır, muhakkak ki Allah alimdir, habirdir.” (Hucurat, 13) Küçük kapasiteli hısımlıklardan kabileler, kabilelerden kavimler meydana gelir. Tıpkı insan kafatasındaki kemikler gibi. Şöyle ki insan kafasını teşkil eden baş kemiklerinin her birine kabile ve toplamına da kabail denir. Baş kemiklerin bitiştiği noktalara ise şa’b (kavim) denilmektedir. İnsanların oluşturduğu dil, renk ve soy birlikleri de böyledir. Ama baş kemiklerinin hiçbiri tek başına bütün olmadığı gibi kabile ve kavimlerin de hiçbiri tek başına insanlığın yararına bir cemiyet oluşturamazlar. İnsanın insana, komşunun komşuya duyduğu ihtiyaç gibi kavimlerin de birbirlerine ihtiyaçları vardır. Zaten ümmet kavramı içinde inanan kavimlerin her biri ayrı ayrı değil, kol kola, gönül gönüle bir vücudun azaları, bir duvarın tuğlaları mesabesinde yakınlaşır ve birlik oluştururlar. Açıklanması gereken bir diğer nokta da hiçbir kavmin başka bir kavme insan olarak üstün olmadığıdır. Üstünlük ancak takvadadır. Kim hayatını RECEP 1434
O’nun İzinde...
Ümmetçi olmak yerine cahiliye örgütlenmeleriyle örgütlenmek ve devlet anlayışını kabullenmek tam bir zillet ortamını doğurmuş ve bugün müslümanları şer güçlerin ve şeytanın dostlarının elinde bir oyuncak haline getirmiştir.
7
daha fazla Allah’a teslim ederse üstün olan o’dur. Üstelik bu durum kavim kavim değil, fert fert insan içindir. Çünkü her kavmin içinde iyi olan ve olmayan kişiler bulunabilir. Kavmin bir kısmı inanıp bir kısmı inanmamış olabilir. İnanan insanların arasında üstün olan ancak takva sahibi olanlardır. Bazılarının dediği gibi üstünlük kavimle ölçülemez. Ne yazık ki insanlar bu gerçeği idrak edemediği için ırkçılığa kapılmışlar, hatta bazıları işi kafatasçılığa kadar götürmüşlerdir. İnsanların kavim kavim kılınmış olmaları, onların dağılıp dövüşmeleri, birbirlerini kötülemeleri için değil, tanışıp yardımlaşmaları, güzel ahlakı tatbik ederek daha büyük, daha güzel cemiyetler husule getirip korunmaları içindir. En güzel, en muhkem, en adil cemiyet ise ümmettir. Ümmet İslam kardeşliği üzerine oturtulmuştur. Bütün kavimler iman ettikleri takdirde, İslam kardeşliği ölçüleri içerisinde ümmeti oluştururlar. Artık bundan sonra kardeşlik hukukuna riayet etmeleri gerekir. Cahiliye adetleri terk edilir. İslam akidesinin çizdiği sınırlar kabul edilir, hiçbir kavim diğeriyle alay etmez, kavimle üstünlük meselesi yapılamaz ve inananlar tek vücut olurlar. İnanan insanların kardeşliği Kur’an’da şöyle ilan edilmiştir: “Şüphesiz ki müminler kardeştir.” (Hucurat, 10) Bu ilandan sonra da inananların dikkatleri şu ayete çekilmiştir:
NEBEVÎ HAYAT
“Ey iman edenler, bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar.” (Hucurat, 11)
8
Getirilen bu ölçüler muhkem bir cemiyetin anahtarlarıdırlar. Bunlara uymadan sağlam bir toplumu gerçekleştirmek imkansızdır. Zira bir kavim diğerini alaya alır ya da küçük görerek kötüler ve kendini üstün ırk olarak görürse iş orada bitmiş olur. Bu durumda cemiyet dağılır, ümmet gücünü yitirir ve insanlar anlamsız bir kavganın içinde bulurlar kendilerini. Bir ırkçılıktır, bir ulusçuluktur alır başını gider. Hayata cahiliye hükmeder. Ayrıca güç dağılır ve herkes kolay bir lokma olur İslam düşmanlarına. Evet kavmiyetçilik bir cahiliye adetidir. İman bunu kabullenmez. İslam onu red eder. Kavmiyetçilik yalnız ümmeti dağıtmaz, aynı zamanda imanla cahiliye arasında, İslamla isyan arasında durur ve insanı cahiliye ve isyana götürür. HAZİRAN’13
Cabir radıyallahu anhu bir rivayetinde, sahabeler arasında bir gaza sırasında meydana gelen hoşnutsuzluktan bahseder. Şöyle ki, muhacirlerden biri ensardan birine şaka yapar, ensar sinirlenir, kızgınlık başlar ve ensar “Ey Medineliler yardıma koşunuz”, muhacir “Ey muhacirler yardımıma koşunuz” diye seslenirler. Ses, Rasulullah’a ulaşır ve Rasulullah (sav) şöyle buyurur: “Cahiliyet halkının çığlığıyla feryattan maksat nedir? Onlara ne olmuş, neden cahiliye adetiyle sesleniyorlar.” Gerek bu olayın gerekse imandan sonra Evs ve Hazreç arasında Yahudi fitnesiyle hatırlatılan Buas günü asabiyetinin, İslamiyetin kabulünden sonra meydana geldiğini düşünürsek, kavmiyetçilik virüsünün bünyeyi kemirmek için sürekli pusuda durduğunu anlarız. Bu sebebten kavmiyetçilik meselesi önemlidir. Ve cahiliye ruhunun ayaklanmasıdır kavmiyetçilik. İslami Hareket kavmiyetçiliği reddeder, çünkü Allah ve Rasulü onu reddetmiştir? Ayet, Evs ve Hazrecin yeniden hatırladığı Buas günü asabiyetinden Rasulullah’ın müdahalesiyle son anda kurtulmalarını ve geldikleri noktayı “uçurumun kenarı” olarak anlatır. Bu noktaya dikkat etmek gerekir. Uçurumun kenarı yolun sonudur. Ya döneceksiniz ya da uçurumun dibine yuvarlanacaksınız. Bir cahiliye adeti olan kavmiyetçilik hakkında Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Irkçılığa davet eden bizden değildir. Irkçılık uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir.” Diğer bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, sizden cahiliye gururlanmalarını ve atalarla övünmeyi gidermiştir. (İnsanlar) ya takva sahibi bir mümin veya isyankar bir kafirdirler. Adem’in evlatlarısınız. Adem’de topraktandır. Artık bir kısım adamlar bazı kavimlerle övünmeyi bıraksınlar. Zira o kavimler, ancak cehennemin kömürlerinden bir kısım kömürlerdir. Aksi takdirde bu adamlar, Allah katında burnu ile pislikleri itip duran gübre böceklerinden daha adi olurlar.” Başka bir hadisi şeriflerinde: “Irkçılık uğrunda savaşanı, körsancak altında savaşan diye nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “. . . Kim körsancak altında savaşır, ırkçılık için öfkelenir veya ırkçılığa davet eder yahut ırkçılığa yardım eder de
“Kim, kavmine haksız oldukları halde yardım ederse, o kimse başı üzerine kuyuya düşen ve kuyruğundan tutularak çıkarılmaya çalışılan bir deve gibidir.” Vasile bin el-Eska diyor ki, dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Irkçılık nedir? Rasulullah: “Haksızlıkla kavmine yardım etmendir” buyurdu. Ümmetin birbirine düşmesi, parçalanması ve mücadelenin cahiliye ile kirletilmesi asla kabullenilemez. İslami Hareket bu hassas noktayı asla gözardı etmez ve saf İslam akidesini düstur edinir. Mücadelesini kavmiyetçilik mikrobuyla kirletmez. Kavmiyetçilik ile gelinen noktanın bilincindedir. Bu nokta küfürle iman arasındadır. Hz. Ebu Bekir’e Nufeyl b. el Haris’in anlattığına göre Veda Haccı sırasında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müslümanlara hitab ederken şöyle demişti: “Sakın benden sonra kafirler gibi birbirinizin boynunu vurmaya başlamayın.” Evet ırkçılık yapıldığı takdirde varılacak nokta budur! Bugün müslümanlar, Allah düşmanlarıyla değil, birbirleriyle mücadele ediyorlar. Kavmiyetçiliğin çizdiği sınırlar içerisinde gayri İslami bir vatan anlayışıyla ümmet birbirine düşmüştür. Ümmeti parçalayan bu durumun ortadan kaldırılması gerekir. İslami Hareketin, bir tehlike olarak her zaman kapıda bekleyen ve İslam düşmanlarınca sürekli kullanılıp körüklenecek olan bu kavmiyetçi düşünce için uyanık olması şarttır. Çünkü ümmetçi olmanın önündeki en önemli engel kavmiyetçi mücadeledir. O sınırları daraltır, akideyi yer bitirir, hareketi İslami olmaktan çıkarır ve evrensel İslami Harekete en büyük darbeyi vurur. İslam dünyasının paramparça bir hal almasında, Fransız ihtilaliyle gelen kavmiyetçilik akımlarının büyük rol oynadığı da unutulmamalıdır. Bu akımlarla beraber cahili otoriteler oluşmuş, ümmetçi düşüncenin izlerini bile bırakmamak için bu otoriteler karar ve güç birliğiyle hareket etmişlerdir. Amaç hem İslam akidesini hem de İslam siyasi düşüncesine dar kalıplar içinde hapsetmekti. Ve ümmet ulusçuluk akımlarıyla kay-
bettiği kimliğini, cahili otoritelerin idaresi altında iyice köreltti. İşte İslami Hareket, bu kimliğin diriltilmesi için mücadele vermekte ve ümmetçi olmanın gerekliliğine inanmaktadır. B - COĞRAFİ SINIRLAR VE VATAN ANLAYIŞI Bu meselenin kaynağı bütünüyle kavmiyetçilik akımıdır, diyebiliriz. Çizilen sınırların beraberinde getirdiği öyle bir anlayış var ki, müslümanların yaşadığı ve İslam ülkesi olarak anılan iki ülke, toprak bütünlüklerini korumak gayesiyle birbirlerine savaş açmakta, karşılıklı kan akıtabilmektedirler. Tamamen rızaullahın dışında olan bu tutumlar ne yazık ki bir gerçektir. İçine düşülen hal ne Evs ve Hazreçle kıyaslanabilir, ne de bir hata olarak kabul edilebilir. Rasulullah’ın tüm uyarılarına rağmen, cahiliye akımlarının içine düşen ümmet, tam anlamıyla uçuruma yuvarlanmış durumdadır. İslam düşmanlarının müdahaleleriyle çizilen sunî sınırlar ve parça parça ülkeler, müslümanları sanki aynı ümmetin içinde değilmiş gibi birbirlerine uzak duruma düşürmüştür. Müslümanın vatanının sınırını akide belirler, üstelik bütün dünya İslami tebliğe muhtaçtır. Yani bir bakıma müslüman, kendi ülkesinin sınırını bütün dünyaya şamil kılabilir. Yapay sınırların değeri yoktur. İslamın coğrafyası inancını, hakim kılabildiği yere kadar uzanır. Müslümanın sahiplendiği emanette bu sınır bütün dünyayı kuşatmaktadır. Böyle olunca, her müslümanın bugün yaşadığı ülke sınırlarını vatan anlayışına eşitlemesi - yani vatan deyince daracık toprakları düşünmesi - kabul edilemez. Çünkü böyle bir davranış tıpkı kavmiyetçilik gibi cahiliyeden neşet eder. Müslümanın benim toprağım diyebileceği yer akidesini hakim kılabildiği yerdir. Bu noktadan sonra yapılacak olan, İslamın sınırlarını korumak ve İslamın hakim olmadığı yerleri de küfrün tasallutundan kurtarmaktır. İslami Hareket, dünyanın siyasi dengesini değiştirebilecek bir potansiyele sahip olan İslam dünyasının, gücüne yeniden ulaşması için gayri İslami vatan anlayışını terk etmesi gerektiğine inanmaktadır. Çünkü, bu yapı bu haliyle devam ettiği müddetçe müslümanların “ümmetçi” bir düşünceyi bütünüyle kazanmaları mümkün değildir. RECEP 1434
O’nun İzinde...
öldürülecek olursa, cahiliye ölümüyle ölmüş olur. . .” Rasulullah diğer bir hadisi şerifinde ırkçılık yapanı şöyle tasvir etmektedir:
9
Vatan anlayışı üzerinde dururken şu ayeti kerimeyi de hatırlamamız gerekir: “Eğer ki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah ve Rasulünden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 24) Birçok şeyle beraber, kabileler, içinde yaşanılan ev ve mesken tutulan yer vatan addedilen topraklar. . . İnsana Allah’dan, Rasulünden ve Allah yolunda cihaddan daha önde ise, daha sevimli ise beklesin. . . Bekleyeceği şey, kendisini değiştirmediği sürece Allah’ın azabıdır. Çünkü Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez. Allah’ın azabı mutlaka bir uğultu, bir sayha, şiddetli bir rüzgar olacak değil. Bugünkü parçalanmışlık, esaret ve zillet, değerlerine sahip çıkmayan ümmete Allah’ın bir azabıdır.
C- Dostluk Anlayışı (Vela) Dost, ferdi manada sevilen insan, toplumsal olarak da kendilerine sevgi beslenen kitledir. İnsan ve toplum hayatında önemli bir yere sahiptir. Beraber tavır birliğine girilen, aynı yolu ortak şartlar altında yürümek için kendisiyle karar birliğine varılan ve kalbin ısındığı bir dostluk, fert ya da toplum hayatını bütünüyle etkiler. Alınan ya da alınacak olan kararlar etkilenir, görüşler etkilenir. Kısaca ayrıntıdan esasa kadar zincirleme bir etki oluşturur dostluk anlayışı.
NEBEVÎ HAYAT
Arada kurulan dostluk bağının böylesine bir etkilenme alanı oluşturacağı için, İslam bu konuda ısrarla durmuş ve müslümanlar uyarılmışlardır. Bu esastan olmak üzere şöyle buyurulmuştur:
10
“Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.” (Ali İmran, 118) “Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kafir yaparlar.” (Ali İmran, 100) “Ey iman edenler! Kendilerine sizden önce HAZİRAN’13
kitap verilenlerden, dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost edinmeyin. Eğer müminlerdenseniz Allah’dan korkun.” (Maide, 57) “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri hidayete erdirmez.” (Maide, 51) Yapılan bu uyarıların temelinde müslümana, müslümandan başka dost olmayacağı anlatılmaktadır. Çünkü müslümanlar ne zaman kendilerinden olmayanları dost edinmişlerse ya da onlarla tavır birliğine girmişlerse, hayatlarının bütünü üzerinde şeytani bir yapı hakim olmuştur. Bu durumda müslüman fert olarak İslama bağlı olduğunu ve sahip çıktığını ne kadar söylerse söylesin, kuvvet cahiliyenin eline geçmiştir. Güç ve kuvvet cahiliyenin eline geçince de iman hapsedilmiş, kardeşlik lafta kalmıştır. Artık Arap ‘Arap’ olarak, Kürt ‘Kürt’ olarak, Türk ‘Türk’ olarak kendi düşüncelerinin içine itilmiştir. Bugün aynı bedenin azaları mesabesindeki müslümanlar, kendi vücutlarına yabancı kalınca, duygu ile akıl arasına giren şer güçler, vücudu hem akıldan hem gönülden koparmışlardır. Yanlış bir dostluk anlayışı, İslam dünyasının zilletine sebeb olmuştur. Öyle ki müslümanlar dindaşlarını bırakıp kafirleri dost edinmişlerdir. Halbuki alemlerin Rabbi olan Allah, dostları şöyle açıklamıştır: “Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden müminlerdir. Kim Allah’ı, peygamberini ve müminleri dost edinirse kat’iyetle bilsin ki Allah’ın hizbi (hizbullah) üstün gelir.” (Maide, 55, 56) Fakat ne yazık ki bugün ümmetçi olmayı reddeden ya da erteleyen düşüncenin iktidar olmasıyla yapılarına ve akidelerine yabancılaşan İslam alemi, bölgesel, kavmi ve çıkarcılık esasına dayalı dostlar edinince bugünkü hazin durum oluşmuştur. İslami Hareket Allah’dan, Rasulünden ve müminlerden başka dost kabul etmez. Kan bağı, soy bağı, bölge bağı, çıkar hesapları bu konuda İslami Hareketin stratejisini engelleyemez. Zira mutlak güç sahibi olan Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:
Kesin ve net ifadelerdir bunlar. Dostluğun da uhuvvetin ve muhabbetin de çerçevesini İslam akidesi çizer ve sınırlarını tayin eder. Hiçbir İslami Hareketin anlayışı bu sınırları zorlayamaz. Görüldüğü gibi; Allah’a dost olmanın iki önemli esası vardır: İman ve takva. Bunun dışında Allah’ın dostu yani evliyaullah olmak için, olağanüstü haller izhar etme şartını aramaya veya belli insanların:“Bu velidir” demesiyle gerçekleşeceğini zannetmeye mahal yoktur. Bütün müminler, hem birbirlerinin velisidir; hem takvaları oranında Allah’a yakın olan Allah’ın velileri yani dostlarıdır.
D- Mezhebi Taassup Hassasiyetle ele alınması gereken bir konu da budur. Asrı saadet döneminden sonra İslamın intişarıyla ümmetin önünde biriken İslami meseleleri çözmek maksadıyla ulemanın fıkıh alanında yoğunlaştığı görülür. Böylece fıkhın tedvini ile düşünceyi zinde tutmak, hayatın İslami dinamizmini artırmak için zamanlarını ve hayatlarını ortaya koyan güzide imamların etraflarında toplanan müslüman halkla birlikte mezheb olgusu tabii seyri içinde doğmuştur. Tamamıyla hayrı ayakta tutma davasına hizmet için başlatılan mücadelede farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşayan imamların etraflarında oluşan halka ile mezhebler oluşmuştu ve bu oluşumla beraber, başta saltanat sahiplerine ve diğer bazı gruplara karşı saf ve berrak bir mücadele başlamıştı. Zamanla mekanlar genişledikçe, mezheb bağlıları da çoğalmaya başladı. Bu arada halk düzeyinde kültürel boşluk da arttı. Bir çok sebebten bazı mezheb bağlıları birbirlerine yabancılaştılar. Batıda ve doğuda hem bağlı oldukları mezhebi hem diğer mezhebleri tanımadan ve anlamadan bağlanan insanlar çoğalmaya başladı. Hatta bazı insanların düşüncesinde mezheb (eşittir) din anlayışı oluştu. Bu bilgi eksikliği hayatın her nokta-
sını etkiledi. Tavırları etkiledi, bölgesel sorunların yanı sıra evrensel anlayışa da olumsuzluklar yansıdı. Bir de tarihten gelen duygusal algılamalar bilgi eksikliği ile yoğrulunca toplumlar arası kin ve düşmanlıklar oluştu. Mezhebler arası kopukluk ve yabancılaşma kökleşti. Mezheb taassubu ile beraber oluşan mezheb (eşittir) din anlayışı, bugün hem dünya kafirlerinin, hem de müslümanlarla aynı çatı altında yaşayan münafık kitlelerin ve iktidarların kullandığı bir noktadır. Bu taassubun önü alınmazsa çok şeye sirayet eder, çok şeylere mal olur. Meşreblere kadar iner ve İslamî gruplaşmalar arasında da olumsuzluklara yol açar. Çoğu kez ilişki kopukluğunun ve diyalog eksikliğinin doğurduğu bir çok soruna temel olur. Evrensel İslâmî Hareketin bir parçası olması gereken meşreb ya da grupların; sınırlarını dar tuttukları ve kendileri gibi düşünen diğer gruplarla diyaloğa girmediği zaman kendi bölgelerine hapsolduklarını görürüz. Bu durumda birçok vefakar ve fedakar insan, İslami Hareketin ihtiyaç duyduğu mesailerini heba edip giderler. Ümmetçi olmak düşüncesine ve hakikatına darbe indirilir, hem grupçuluk hem de mezhebi taassup ile... Ancak mezhebe bağlı olmak başka, mezhebi taassuba kapılmak başka şeydir. İslamî Hareketin bu noktada çok dikkatli olması gerekir. Özellikle kardeşlik hukukunun özenle uygulanması gereken bir noktadır bu nokta. İlişkilerde kardeşlik hukukuna riayet edilmesi çoğu sorunu çözecek, bazı şeyleri ise sorun olmaktan çıkaracaktır. Allah ve Rasulü tarafından müslümanlar arası ilişkilerin nasıl olacağı şöylece belirlenmiştir: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. O’na hakaret etmez. Bir kişinin müslüman kardeşine hakaret etmesi onun için günah olarak yeter.” “Sen müslümanları, arasındaki merhamet, sevgi ve dert ortaklığı yönünden tıpkı bir vücut gibi görürsün. Nasıl ki, vücudun bir azasında hissedilen acı, bütün vücudu uykusuz bırakır ve ateşlenmesine sebeb olursa müslümanlar da böyledir.” Ümmetçi olma amacına yönelik bütün İslami Hareketlerde müslümanlar birbirlerine sevgi, RECEP 1434
O’nun İzinde...
“Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin, içinizden kim onların velilikleri altına girerse onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe, 23)
11
şefkat ve merhamet ölçüleriyle yaklaşırlar ve şöyle derler: “Ey rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman etmiş olanlar için kalplerimizde kin bırakma. Ey rabbimiz, şüphesiz ki sen çok şefkatli ve merhametlisin.” (Haşr, 10) “Muhakkak ki müminler kardeştirler. Öyle ise iki kardeşinizin arasını ıslah edin. Ve Allah’dan sakının ki esirgenesiniz.” (Hucurat, 10)
SONUÇ Ümmetçi olmak şeri bir sorumluluktur. Özellikle içinde bulunduğumuz şu çağda ümmet şuuruna her zamankinden daha çok muhtacız. İslami Hareketlerin ortak özelliklerinden biri de ümmetçi olmalarıdır. Yani her İslami Hareket aynı zamanda ümmetçidir. Bunun için müminlerin saf bağlamaları gerekir.
NEBEVÎ HAYAT
Yalnız gönülleri ilgilendiren bir davaya talip olmadığımız, başta kendi hayatımız olmak üzere hayatın bütünü üzerinde tasarruf sahibi olan Alemlerin Rabbi olan Allah’a kul olduğumuz için ve bu kulluğun gereği olarak yeryüzünde, bütün işleri, yönetimleri, anlayışları (ekonomik kaynakların adil bir şekilde kullanımını öngören) iktisadi anlayışımızı (bütün insanların hakkını aramak esasına dayanan) hukuk anlayışımızı “Hududullah”a göre biçimlendirmek davasına talip olduğumuz için, ümmetçi olmak zorundayız. Çünkü hak ve adalet kavramları fert olarak savunulabilir ama uygulanmaları ferdin gücünü aşmaktadır.
12
Ayrıca, Ümmetçiyiz çünkü akidemiz ümmetçi olmamızı gerektirmektedir. Hakkı hakim kılmak bunu icap ettirmektedir. Bugün dünya siyasetine yön verenlerin hiçbiri hak ve adalet kavramlarını dudaklarının dışında ne kullanır ne de hatırlarlar. Ne kurdukları Birleşmiş Milletler, ne Adalet Divanı, ne Mültecileri Koruma Kanunları, hiçbiri, ama hiçbiri hak ve adalet ölçülerine uymamaktadır. Zaten Allah’a isyan eden birinden ya da kitleden bu noktaların hakkıyla temsil edilmesini beklemek safdillik ve ahmaklıktır. İşte bu yüzden İslam dünyası, yeniden ümmetçi bir kimlikle ortaya çıkmalı ve hem kendi sorunlarını hem bütün ezilmişlerin sorunlarını çözmelidir. Mustazaf olmanın bir netice olmadığını ancak bir sorun olduğunu ve tavizlerle gelinen bu noktadan akidemize bütünüyle sahip çıkarak kurtulabileceğimizi bilmemiz gerekir. İslami Hareket, herşeyden önce siyasi birliğin teşekkülü için, ümmetçi olmak gerekliliğinin bilincinde, ümmetçi düşüncenin önüne konan ya da henüz hesabı yapılan tüm engelleri yıkmak ve yeniden İslami ümmet bilincini kazanmak ve ayakta tutmak azminde olmalıdır. Bu noktada İslami Hareket yalnızca bölgesel olmak ya da bazı geçici çıkarları gözetmek meselelerini aşmıştır. İslami Hareket müslümanlar arası diyaloğun ve kardeşlik hukukuna dayalı bir ilişkinin zorunlu olduğuna inanır.
Ümmetçi olmak şeri bir sorumluluktur. Özellikle içinde bulunduğumuz şu çağda ümmet şuuruna her zamankinden daha çok muhtacız. İslami Hareketlerin ortak özelliklerinden biri de ümmetçi olmalarıdır. Yani her İslami hareket aynı zamanda ümmetçidir. Bunun için müminlerin saf bağlamaları gerekir. Yalnız gönülleri ilgilendiren bir davaya talip olmadığımız, başta kendi hayatımız olmak üzere hayatın bütünü üzerinde tasarruf sahibi olan Alemlerin rabbi olan Allah’a kul olduğumuz için ve bu kulluğun gereği olarak yeryüzünde, bütün işleri, yönetimleri, anlayışları (ekonomik kaynakların adil bir şekilde kullanımını öngören) iktisadi anlayışımızı (bütün insanların hakkını aramak esasına dayanan) hukuk anlayışımızı “Hududullah”a göre biçimlendirmek davasına talip olduğumuz için, ümmetçi olmak zorundayız. Çünkü hak ve adalet kavramları fert olarak savunulabilir ama uygulanmaları ferdin gücünü aşmaktadır.
HAZİRAN’13
Kapak Gündem Mahmut Varhan
şte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de Rabb’inizim. O halde Bana ibadet edin” (Enbiyâ, 92) buyuran Allah Azze ve Celle’ye hamd olsun. Rahmet’i ilâhiyenin insanlık âlemine en güzel hediyesi olan Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashabına ve ona tâbi olanlara salât ve selam olsun. Ey hayırlı selefe hayırlı halef olmak isteyenler! Bilmelisiniz ki bu aziz İslam ümmeti, pek büyük gayretlerle ve yoğun çabalarla inşâ edildi. Peygamber efendimiz ve ashabının Mekke’i Mükerreme’de geçirdikleri zorlu imtihan döneminden sonra Allah Teâlâ onları, en hayırlı Ensar olan ve evlerini onlara açarak, her şeylerini onlarla bölüşen Medine’i Münevvere ahâlisi ile bütünleştirdi. Böylece İslam ümmetinin temel taşı sağlam bir şekilde yerine yerleştirilmiş oldu. Peygamber efendimizin hayatı boyunca aralıksız devam eden ve Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi, Huneyn, Taif muhasarası ve Tebuk gibi büyük seferlerin de aralarında bulunduğu yüze yakın gazve ve seriyyelerle İslam ümmetinin binası inşâ edildi. Bu yorucu cihadi hareketin yanında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına, Allah Teâlâ’dan aldığı vahyi tebliğ ediyor, onları en faydalı ilimle techiz ediyor, onları en güzel şekilde eğiterek nefislerini tezkiye ve ruhlarını terbiye ediyordu. Böylece Allah Teâlâ’nın rahmeti ve inayeti ile farklı aşiret, kavim ve milletlerden oluşan Müslümanlar aynı sıhhatli bir bedenin âzâları gibi kaynaşarak, tam bir uyum içinde hareket eden tek bir millet oldular. Artık insanlık için hidayet rehberliği yapmaya layık bir ümmet ortaya çıkmıştı. Hz. Peygam-
berin Refik’i a’lâ’ya irtihalinden sonra Hulefâ’i râşidin döneminde, onun eğitiminden geçmiş olan bu yüce ümmet, ülkeleri ve kalpleri fethederek; çok kısa bir zamanda ma’mur olan dünyanın büyük bölümüne İslam’ı ulaştırdılar ve büyük toplulukların Allah Teâlâ’nın dinine girmelerine öncülük ettiler. İşte onlar Allah Azze ve Celle’nin: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip münkerden meneden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır” (Âl-i İmrân, 104) fermanını hakkıyla tatbik ederek; Allah Teâlâ’nın: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, münkere mâni olursunuz ve Allah’a iman edersiniz” (Âl-i İmrân, 110) buyruğuna bihakkın mazhar oldular. Ey aziz İslam ümmetinin değerli evlatları! Bilinmeli ki bu ümmetin harici ve dâhili pek çok düşmanları bulunmaktadır. Ümmet’i Muhammed, tarihi boyunca bu düşmanlarından pek çok sıkıntılar görmüştür. Özellikle de devletleri yıkılan ve kurdukları zulüm-sömürü nizamları Müslümanlar tarafından yerle bir edilen milletlerin hâkim sınıfları, türlü türlü kisvelere bürünerek İslam ümmetini içten çürütmek için yoğun bir gayret içerisine girmişlerdir. Bu gayretler daha ashabı kiram zamanında pek çok sıkıntıları ortaya çıkarmış, Hz. Ömer şehid edilmiş ve daha sonra da Hz. Osman’ın şehid olmasına yol açan o menfur olaylar yaşanmıştır. Hz. Ali dönemi de çeşitli çalkantılara ve fitnelere sahne olmuş, Abdullah b. Sebe gibi münafıklar ve zındıklar sürekli fitne kazanını kaynatmaya devam etmişler ve netice de Hz. Ali de şehid edilmiştir. Bütün bu ve benzeri olayların yol açtığı fitne, tefrika ve ihtiRECEP 1434
O’nun İzinde...
“İ
ÜMMETİN İHYASINA DOĞRU
13
Müslümanların umutlarının tükenmeye yüz tuttuğu bu karanlık çağda, milyonlarca şehidimizin kanlarıyla sulanan İslam topraklarından pek çok ihya ve tecdit hareketleri filizlenmiştir. Özellikle de Mısır’da meydana atılan ve âdeta “çekilin yoldan, yolun gerçek sahibi geldi” diyerek haykıran Hasan el-Benna, Abdülkadir Udeh ve İslam’ın şehidi Seyyid Kutup gibi Rabbani âlimlerin ve sadık davetçilerin öncülük ettikleri İslami hareket çığ gibi büyümüş ve her tarafa yayılmıştır. Bu mübarek hareketin sadası İslam âleminin her tarafında yankılanmış ve bütün İslam toplumlarında benzeri İslami hareketler filizlenmiştir. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve inayeti ile bu mübarek hareketler, Allah Celle Celâluhu’nun buyurduğu: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, çiftçilerin hoşuna gider. İşte Allah, kâfirleri öfkelendirmek için (mü’minleri böyle çoğaltıp geliştirir)” (Fetih - 29) örneğinde olduğu gibi bu İslami hareketler de gün be gün kuvvetlenecek ve şımarık İslam düşmanlarının suratında patlayan bir şamara dönüşecektir. Allah Teâlâ’ya hamd olsun ki günümüzde bunu müşahede etmekteyiz. İslam âleminin her tarafında kâfirleri öfkelendiren ve onlara mağlubiyetin acısını tattıran İslami topluluklar gün yüzüne çıkmışlardır. Allah’ın izniyle bu hareketler tevfik’i ilâhiye mazhar olacak, suyun üzerindeki köpük gibi olan küfür sistemleri izâle edilecek ve tekrar en gür sada İslam’ın sadası olacaktır. laflar sürekli daha da derinleşerek devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Bunlardan da daha acı ve tehlikeli olan ise, Hulefâ’i raşidin döneminden sonra bizzat Müslümanların içinde bozulma emareleri baş göstermesidir. İlk çatlak ve bozulma yöneticilerde başlamış, hilafetten saltanata geçilmiş ve pek çok mefsedelerin kaynağı olan saltanat sahipleri, İslam ümmeti tarafından yıkılarak tarihin çöplüğüne atılan yönetim tarzlarına özenmeye başlamışlardır. Yöneticilerin bozulmasına paralel olarak ilmiye sınıfında da inhiraflar baş göstermiş, çeşitli fırkalar ve itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır. İlmi sırf dünya menfaati için tahsil eden saray bilginleri türemiştir. Bunları da ibadet ve zühd ile ilgilenen bazı kimseler takip etmiş ve onlar da postlarını dünya metaına alet etmişlerdir. Bu sınıflarda bozulmanın meydana gelmesi topluma aksetmiş ve toplum da yavaş yavaş manevi hastalıklara maruz kalmıştır. Abdullah b. Mübarek’in dediği gibi: Dini bozanlar şu üç taifeden başkası değildir:
NEBEVÎ HAYAT
Bunlar; krallar, kötü âlimler ve kötü âbidlerdir.
14
Zaman geçtikçe fitne ve fesad artmış ve dinden inhiraf açısı genişlemiştir. Neticede hilafet ilğa edilmiş ve şeriat’ı ğarra yürürlükten kaldırılmıştır. Günümüze gelindiğinde ise, İslam âleminin her tarafının küfür, şirk, fısku fücur ve zulüm ile istilâ edilmiş olduğunu görmekteyiz. Âdeta eski cahiliyye tekrar hortlamış ve büyük bir kesim kâfirlerle iltihak etmiştir. İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun bugünkü hâli, kitap ehlinin bozulmuş hâline ne kadar da benzemektedir! Hâlbuki Allah Teâlâ bizleri uyararak şöyle ferman etHAZİRAN’13
mişti: “İman edenlerin, Allah’ın zikrine ve indirilen hakka (Kur’an’a) karşı kalplerinin hûşû içinde olması ve daha önce kendilerine kitap verilip üzerlerinden uzun zaman geçince kalpleri katılaşan kimseler gibi olmamaları zamanı gelmedi mi? Onların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır.” (Hadid, 16) Ey Ümmet’i Muhammed’in fedakâr ve gayretli müntesipleri! Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah Azze ve Celle bu ümmete, her yüz senenin başında onun için dinini tecdit edecek bir kimseyi (kimseleri) gönderecektir.”(1) Yine Rasûlullah efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ her kim hakkında hayır murad ederse, onu dinde fakih (derin anlayış ve basiret sahibi) kılar. Müslümanlardan bir grup, kıyamet gününe kadar kendilerine muhalefet ederek karşı gelenlere galip olarak hak üzerinde savaşmaya devam edeceklerdir.”(2) İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu mucizevi haberi tahakkuk etmiş ve bütün fitne-fesad sebeplerine rağmen dini koruyan ve ayakta tutan bir taife her zaman olagelmiştir. Rabbani fakihlerden, sadık
muhaddislerden, abid ve zahidlerden, salih yönetici ve komutanlardan, fedakâr mücahitlerden oluşan bu taife, her zaman ve zeminde Allah’ın dininin bayraktarlığını yapmışlardır. İslam düşmanlarının saldırılarını defetmiş ve her defasında onları mağlup etmeyi başarmışlardır. Sürekli bir tecdit ve ihya hareketleri silsilesi devam etmiş, içten ve dıştan gelen bütün tehlikelere, askeri ve fikri tüm tehditlere karşı sed çekilmiştir. Dünya tarihinin en büyük fitnelerinden biri sayılan Moğol
Fakat son asırlarda müslümanların tekrar dünyaya meyletmeleri ve gaflete dalarak Allah Teâlâ’nın dininden uzaklaşmaları sebebiyle içeriden ve dışarıdan düşmanlarımız saldırılarını yoğunlaştırmış, hasta adam ilan ettikleri Osmanlı İslam Devleti’ni öldürmüş ve terekesini aralarında bölüştürmüşlerdir. Başsız kalan Müslümanlar arasında ihtilaflar iyice artmış, fakru zaruret baş göstermiş ve cehalet her tarafa yayılmıştır. Bu fırsatı iyi değerlendiren işgalci düşmanlarımız, İslam âleminin yönetimine, razı oldukları mürted ve münafıkları getirmiş, onlar da efendilerinin hedeflerini en güzel bir şekilde gerçekleştirmişlerdir. Hilâfeti ilğa etmiş, şeriatı yürürlükten kaldırmış, batıdan ithal ettikleri kanunları zorla tatbik etmiş ve halklarını İslam dininden uzaklaştırıp batıya yaklaştırmak için gece-gündüz durmadan hileler peşinde koşmuşlardır. Batılı efendilerinden daha fazla Müslüman halklara zulmetmeyi başaran bu köle zihniyetli uşaklar, hâlâ İslam âleminin dizginlerini ellerinde tutmakta ve batının kokuşmuş sistemi olan demokrasi havariliğini yapmaktadırlar. Müslümanların umutlarının tükenmeye yüz tuttuğu bu karanlık çağda, milyonlarca şehidimizin kanlarıyla sulanan İslam topraklarından pek çok ihya ve tecdit hareketleri filizlenmiştir. Özellikle de Mısır’da meydana atılan ve âdeta “çekilin yoldan, yolun gerçek sahibi geldi” diyerek haykıran İslam şehidlerinden Hasan el-Benna, Abdülkadir Udeh ve Seyyid Kutup gibi Rabbani âlimlerin ve sadık davetçilerin öncülük ettikleri İslami hareket çığ gibi büyümüş ve her tarafa yayılmıştır. Bu mübarek hareketin sadası İslam âleminin her tarafında yankılanmış ve bütün İslam toplumlarında benzeri İslami hareketler filizlenmiştir. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve inayeti ile bu mübarek hareketler, Allah Celle Celâluhu’nun buyurduğu: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken kuvvetlenmiş, kalınlaşmış, sapı üzerine dosdoğru dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, çiftçilerin hoşuna gider. İşte Allah, kâfirleri öfke-
Burada şu hadis’i şerifi kaydetmeden geçemeyeceğiz: Huzeyfe radıyallahu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Aranızda peygamberlik Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediği zaman da kaldıracaktır. Sonra peygamberlik minhacı (yolu) üzere olan bir hilafet olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ kaldırmayı dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı bir krallık/saltanat olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ kaldırmayı dileyince onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yönetimler olacak, Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalacak ve Allah Teâlâ ortadan kaldırmayı dileyince onları da kaldıracaktır. Sonra (tekrar) peygamberlik minhacı (yolu/yöntemi) üzere olan bir hilafet olacaktır.” Sonra sustu.”(3) Evet, sadık ve musaddak olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in belirttiği merhaleler tek tek gerçekleşmiş, sıra son merhaleye gelmiştir. Peygamberlik onun risaleti ile mühürlenmiş; raşidi hilafet, hulefâ’i raşidin olan cihar’i yâr’i güzinle 30 sene sürüp son bulmuş; ısırıcı saltanat da genel olarak Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılarla sonlanmış ve bizler şimdi zorba yönetimlerin devrinde yaşıyoruz. Allah’ın izniyle İslam güneşinin önündeki kara bulutlar pek yakında Rahmani kuvvetlerle dağıtılacak ve İslam güneşi olanca parlaklığıyla tekrar insanlık âlemini aydınlatacaktır. Ey İ’lâyı kelimetullah davası için İslam ümmetine hizmet etmek isteyen bahadırlar! İslam düşmanlarının siyasi, iktisadi, askeri ve fikri saldırılarını yoğunlaştırdığı ve Müslümanların itikad ve ahlâklarını bozmak için her türlü hileli planları devreye soktukları şu ahir zamanda şeref ve izzetimiz ancak Allah’ın dinine yardım etmekte ve İslam ümmetinin tekrar eski izzetine kavuşması için var gücümüzle çalışmaktadır. Asla ümitsizliğe kapılmadan her türlü fedakârlığı yapmamız gerekir. Zira müslümanların ahlâkında ümitsizlik yoktur. Allah Teâlâ’nın: Allah’a kesinlikle kavuşacaklarına inananlar: “Nice az topluluk vardır ki, nice çok sayıdaki topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir” RECEP 1434
O’nun İzinde...
fitnesi ve İslam âlemini baştan başa tahrip ve istilâ etmeyi planlayan haçlı orduları büyük bir muvaffakiyet ile defedilmiştir. Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın inayeti ile Rabbani âlimler ve sadık davetçiler, çok büyük bir gayret sarfederek İslam’ın asıl kaynaklarını ve Kur’anSünnet ilimlerini mükemmel bir şekilde muhafaza etmişlerdir.
lendirmek için (mü’minleri böyle çoğaltıp geliştirir)” (Fetih, 29) örneğinde olduğu gibi bu İslami hareketler de gün be gün kuvvetlenecek ve şımarık İslam düşmanlarının suratında patlayan bir şamara dönüşecektir. Allah Teâlâ’ya hamd olsun ki günümüzde bunu müşahede etmekteyiz. İslam âleminin her tarafında kâfirleri öfkelendiren ve onlara mağlubiyetin acısını tattıran İslami topluluklar gün yüzüne çıkmışlardır. Allah’ın izniyle bu hareketler tevfik’i ilâhiye mazhar olacak, suyun üzerindeki köpük gibi olan küfür sistemleri izâle edilecek ve tekrar en gür sada İslam’ın sadası olacaktır.
15
dediler” (Bakara - 249) sözünün üzerinde tefekkür etmemiz gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Benim ümmetimin misali, yağmur misalidir. Sonu mu daha hayırlı (faydalı) yoksa başı mı bilinmez (yani Allah’ın dinine yardım etmek hususunda başı da sonu da hayırlıdır).”(4) Fakat İslam düşmanlarına galip gelecek olan bu az sayıdaki topluluğun bazı sıfatlara sahip olmaları gerekir ki, biz şimdi de bu özelliklerden sadece bazılarını açıklamaya çalışacağız: 1- İfrat ve tefritten, bid’at ve hurafelerden ve her türlü inhiraftan korunmak için Kitab’ı Mübin’e ve sünnet’i seniyyeye sarılırlar. Nitekim Rasûl’i Zişan şöyle buyurmaktadır: “Sizin aranızda iki şey bıraktım ki, bu iki şeye sarıldığınız müddetçe sapmazsınız: Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti...”(5) Allah’ın kitabını türlü te’villerle yorumlayarak, ayet’i kerimelerin taşımadıkları anlamları onlara yüklemeye çalışanlar; sahih hadis’i şerifleri inkâr ve reddedenler veya daha çok uyduruk rivayetlere dayananlar, Allah Teâlâ’nın kâmil ve pak olan dinini nasıl yüceltebilirler ki?!
NEBEVÎ HAYAT
2- Değerli kardeşlerim! Bugün Müslümanlar olarak bizim en tehlikeli hastalığımız, ahireti unutmamız ve dünyaya meyletmemizdir. Bizler fâni olan ve herkese yetmeyecek kadar az olan dünya metaını çekiştirince, ihtilafa düştük ve selin üzerindeki çer-çöp gibi dağıldık. Bunun neticesinde düşmanlarımızın sinesindeki korkumuz kaybolup gitti ve maddi güçleriyle bize galip geldiler. İşte bundan dolayı Allah’ın dinine yardım etmek isteyenlerin en önemli vasfı, dünyada zahid olmak, ahirete rağbet etmektir. Bu konuda şu hadis, derdi de dermanı da belirten bir reçetedir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Pek yakında topluluklar, yemek yiyenlerin birbirlerini yemek kâsesine çağırdıkları gibi size karşı birbirlerini kışkırtacak (ve size saldıracak)
16
lardır” buyurdu. Birisi: “O gün bizim az olmamızdan dolayı mı?” diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bilakis siz o gün çok olacaksınız. Fakat siz selin üzerindeki çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah Teâlâ düşmanlarınızın sinelerinden sizden korkma duygusunu çekip alacak ve kalplerinize “vehn” (hastalığını) atacaktır.” Denildi ki: “Vehn de nedir ey Allah’ın Rasûlü?” Şöyle buyurdu: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak (ahiretten gafil olmak).”(6) 3- Allah’ın kelimesini yüceltecek olanlar, izzetin sadece İslam’da olduğuna yakinen iman ederler. Onlar izzeti ne mal-mülkte, ne mevki-makamda, ne şan-şöhrette ve ne de giyim-kuşam, araba ve evlerde aramazlar. Onlar izzeti sadece Allah’a kullukta ararlar. Nitekim Hz. Ömer, Şam’a geldiği esnada, nehrin geçilebilecek yerine gelir, devesinden iner, mestlerini çıkarıp eline alır ve devesiyle birlikte suya dalar. Bunun üzerine Ebu Ubeyde ona: “Sen bugün dünya ehline çok ağır gelecek şöyle şöyle bir şey yaptın” deyince; Hz. Ömer onun sinesine vurarak şöyle der: “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Muhakkak ki sizler insanlar arasında en zelil, en hakir ve en az kimselerdiniz. Allah Teâlâ İslam ile sizi aziz kıldı. Şayet sizler izzeti başka bir şeyde ararsanız, Allah Teâlâ sizleri zelil edecektir.”(7) 4- Aziz kardeşlerim! Günümüzdeki zilletimizin en önemli sebeplerinden biri de, Allah yolunda cihadı terk etmiş olmamızdır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır, “Siz iyne (hileli faiz) alışveriş(ler)ini yaptığınız, sığırların kuyruğundan tuttuğunuz, ziraate razı olduğunuz ve cihadı terk ettiğiniz zaman; Allahu Teala size öyle bir zilleti musallat kılacaktır ki, siz dininize dönmedikçe onu sizden çekip kaldırmayacaktır.”(8) 5- Değerli kardeşlerim! İslam ümmetini tekrar eski izzetine kavuşturabilmemiz için ümmetçi bir düşünceye sahip olmamız ve Müslümanlarla birlikte hareket etmemiz gerekir. Bilmemiz gerekir ki İslamın en fazla
Ey İ’lâyı kelimetullah davası için İslam ümmetine hizmet etmek isteyen bahadırlar! İslam düşmanlarının siyasi, iktisadi, askeri ve fikri saldırılarını yoğunlaştırdığı ve Müslümanların itikad ve ahlâklarını bozmak için her türlü hileli planları devreye soktukları şu ahir zamanda şeref ve izzetimiz ancak Allah’ın dinine yardım etmekte ve İslam ümmetinin tekrar eski izzetine kavuşması için var gücümüzle çalışmaktadır. Asla ümitsizliğe kapılmadan her türlü fedakârlığı yapmamız gerekir. Zira müslümanların ahlâkında ümitsizlik yoktur. Allah Teâlâ’nın: Allah’a kesinlikle kavuşacaklarına inananlar: “Nice az topluluk vardır ki, nice çok sayıdaki topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler” (Bakara - 249) sözünün üzerinde tefekkür etmemiz gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Benim ümmetimin misali, yağmur misalidir. Sonu mu daha hayırlı (faydalı) yoksa başı mı bilinmez (yani Allah’ın dinine yardım etmek hususunda başı da sonu da hayırlıdır).”
HAZİRAN’13
günahlar, o orduya düşmanlarından daha fazla zarar verir ve orduyu daha çok korkutur. Müslümanlar ancak, düşmanları Allah’a isyan halinde olduğu için
yardım görür. Böyle olmadığı takdirde bizim düşmanlara karşı üstün bir gücümüz yoktur. Zira maddi güç ve asker sayısı olarak onlardan daha üstün değiliz. Allah’a isyan hususunda onlarla eşit duruma gelirsek, maddi güç olarak onlar bizden daha üstün bir duruma geleceklerdir.” 8- Aziz Müslümanlar! Allahu Teala kendi di-
6- Değerli Müslümanlar! İslam ümmetini ihya etmek ve Müslümanların eski izzetine kavuşmaları davasında öncülük yapmak, gerçekten çok zordur. Çünkü İslam ümmetinin münafık ve kafirlerden oluşan dahili ve harici pek çok düşmanları bulunmaktadır. Yerli ve yabancı bu düşmanlar ittifaklar kurmuş ve tek hedefleri bir İslam devletinin, şeriat-i ilahinin tatbik edildiği bir İslam toplumunun oluşmasına mani olmaktır. Bunun için de gizli-açık pek çok planlar yapmaktadırlar. İşte böyle bir durumda İslam ümmetinin ihyası için gayret sarfeden Müslümanların sabır, sebat ve kararlılık hususunda Allah’ın düşmanlarına galip gelmeleri gerekir. Rabbü’l-alemin şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, hudutlarınızda nöbet tutun, Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz”. (Al-i İmran, 200) 7- Değerli kardeşlerim! Bizleri asıl mağlup edip, zelil kılan düşmanlarımız değildir. Bizim asıl mağlubiyetimiz, kendi nefislerimizdendir. Rabbimize karşı gafil ve asi olmamız ve günah işlememiz, sayıca ve maddi güç bakımından bizden daha üstün olan düşmanları bize musallat kılmıştır. Hz Ömer radiyallahu anhu ordu komutanlarına gönderdiği mektubunda bu hakikati ne de güzel ifade eder: “Sana ve ordundaki askerlere her halükarda Allah’tan sakınmayı emrediyorum. Zira Allah korkusu savaşta her türlü maddi güç ve asker sayısından daha önemlidir. Sizden her birinize, düşmanlarınızdan ziyade günahlardan son derece sakınmayı emrediyorum. Zira bir orduda işlenen
kılmayı ancak ihlaslı Müslümanlara müyesser kılar. Onlar Allahu Teala’nın rızasını kazanarak O’nun cennetine girmekten başka her türlü maksattan tecerrüt etmişlerdir. Onların hedefi kendi şahsi menfaat ve iktidarlarını tesis etmek değildir. Allah’ın şeriatı hâkim olduktan sonra yönetimden en fazla onlar uzak durmaya çalışırlar. Onlar hizmet esnasında öne atılan ancak dünyevi ücretler dağıtıldığında ortalıkta görülmeyen kimselerdir. Nitekim ashabı kiram Akabe’de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, onu korumak ve Ona yardım için mallarını, canlarını ve her şeylerini feda edeceklerine dair bey’at ettiklerinde; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara tek bir şeyi va’detti ki, o da cennet idi. İşte onlar sadece cennet karşılığında her şeylerini sattıkları için Allahu Teala onları muvaffak kıldı. Gerçekten bilenler için ne kadar değerli ve ne kadar karlı bir alışveriş! Son olarak makalemizi şu hadisi şerif ile mühürleyelim; Ubeyy bin Ka’b’ın rivayet ettiği hadisi şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Bu ümmeti kadri yüksek olmak, yücelik, (hak)
din (sahibi olmak), zafere nail olmak ve yeryüzünde iktidar sahibi olmakla müjdele. Bundan dolayı onlardan her kim ahiret amelini dünya için yapacak olursa, onun için ahirette hiçbir pay olmaz.”(10) -------------------------------------------1. Ebû Dâvûd: 4391 (Ebû Hureyre’den). Sahih bir hadistir. 2. Müslim: 1037 (Muaviye’den) 3. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 18406. İsnadı Hasendir. 4. Tirmizi: 2869; Müsned: 12461. Sahih li ğayrihi bir hadistir. 5. İmam Malik, Muvatta’: 1601. Sahih bir hadistir. 6. Ebû Dâvûd: 4297; Müsned: 5/278. Senedi Hasendir. 7. İbni Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye: 7/163 8. Ebu Davud 3462 Müsned 2/42 Hasen bir hadistir 9. İmam Ahmed, Müsned: 17170; Tirmizi: 2863. Sahih bir hadistir 10 - İmam Ahmed Müsned; 5/134 (21220) isnadı kuvvetli bir hadistir RECEP 1434
O’nun İzinde...
üzerinde durduğu hususlardan biri de Müslümanların ittifakı, birlikteliği ve cemaat halinde hareket etmeleri; ihtilaf, tefrika ve bölük-pörçük olmaktan şiddetle sakınmalarıdır. Bu konuda yüzlerce ayet ve hadis bulunmaktadır. Biz Allahu Teala’nın: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Ve sakın ayrılığa düşmeyin…”(Al-i İmran:103) ayeti kerimesini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben size Allah’ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum: Cemaat, dinlemek ve itaat etmek, hicret ve Allah yolunda cihad etmek…”(9) hadis-i şerifini kaydetmekle yetinelim. Allahu Teala bu hususu hakkıyla anlamayı Müslüman gençlerimize müyesser eylesin!
ninin bayrağını dalgalandırmayı ve şeriatını hakim
17
Kapak Gündem
Muhammed Ali Mücahid
ÜMMETİ PARÇALAYAN FAKTÖRLER
NEBEVÎ HAYAT
M
18
üslümanlar, tarih boyunca zaman zaman, vahdet krizi yaşadılar. Müslümanların, vahdet zafiyeti yaşadıkları dönemlerde, büyük musibetlere düçar oldukları da malumdur. Haçlı seferleri, Moğol istilası gibi imtihanlar hep bu kabildendir. İslam düşmanları her fırsatta Ümmeti Muhammed’in tevhid kelimesi etrafında toplanmalarını engelleyebilmek için, Müslümanların esas hedeflerini, istikametlerini, dikkatlerini ve enerjilerini önemsiz şeylere yönelttiklerini görürüz hep.
düşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu nokta itibari ile ümmeti parçalayan unsurları şu iki başlık altında toplayabiliriz.
Tarihi tecrübenin şahitliğine dayanarak diyebiliriz ki; Müslümanların tümünde olmasa da, kahir ekseriyetinde, birlikte hareket etmeleri halinde, güçleri zararları defetmeye, maslahatları celbetmeye yetmiştir. Bugün yaşadığımız birçok problemlerin sebebi vahdeti tesis edememektir. Vahdeti parçalayan unsurlar, gerek fert bazında kalitenin düşmesi, gerek ümmet bazında niteliğin
Aslında bu konunun başlığı dahi okunduğunda basit, sıradan, önemsiz gibi görünen ufak şeyler akla gelir. Gerçekte ise ümmetin fertlerinin ekseriyetini içinde bulunduğu bu hastalık ile yaşamı idame ettirmeleri ve bu sebeple de fertlerin, cemiyetleri oluşturduğu durumda, yani gücün büyüdüğü esnada tekrar onları parçalayan asıl sebeplerin kökeninde bu önemsiz, ufak fakat pek
HAZİRAN’13
A: Mikro Faktörler – Ferdi Düzeyde Olan Unsurlar B: Makro Faktörler – İçtimai Düzeyde Olan Unsurlar ÜMMETİ PARÇALAYAN MİKRO FAKTÖRLER / FERDİ UNSURLAR
1. Ahlak Unsuru Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmaktadır ki; “Kötü huy, amelleri, sirkenin balı bozması gibi bozar” (Beyhaki) İbn Abbas “Her binanın bir temeli vardır. İslamın temeli de ahlaktır” der. Ahlak denilince genel olarak algıladığımız sadece büyüklere hürmet olan ahlak türüdür maalesef. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği ahlak daha farklıdır. Konuşma ahlakı, mescid/ibadet ahlakı, ticaret ahlakı, savaş ahlakı bunlardandır. Kısacası ahlak kavramı, yaşantımızın her safhasında bizleri kuşatan, genel bir prensip ve karakter olması gereken, bizim için en elzem bir husustur. Bu prensipleri kavrayabileceğimiz ortam olan en önemli kaynak ise aile ahlakıdır. Anne ve baba bu sıralanan hususları genel olarak ne kadar hassas yaşarlar ise, o aile de yeşerip büyüyen fidanlar, o pak evlatlar da o nispette bu ahlakı kuşanırlar. Ümmeti parçalayan hususların makro seviyesine çıktığımızda, maalesef şunu görmekteyiz ki; ümmetin ekseriyetinde ahlak problemi, sorunların büyük bir kısmının kaynağı olmaktadır. Genel olarak fertlerin karakterlerinde, yukarıdaki maddelerden bir vasfı, müspet iken, diğer maddelerde menfi olduğunu üzülerek görürüz. İbadetinde, mescidin de ahlaklı gibi gördüğümüz insanı, maalesef ticaret ahlakından, konuşma ahlakından yoksun olduğunu görmekteyiz. Şu hadisi şerif, ahlakın ehemmiyetinin, müjdesiyle beraber titizlik gösterilmesinin gerekliliğinin elzem olduğunu ve ayrıca tenbihi ile de genel hastalığımızın da ne olduğunu bize özetler aslında. “Kıyamet gününde makamca bana en yakın olan ve en sevimli olanınız ahlakı en güzel olanınızdır.( Aynı şekilde) makamca bana en uzak olanınız ve en sevimsiz olanınızda kibirlice (insanlara üstünlük taslamak, laf cambazlığı yaparak) konuşanınızdır.”(Tirmizi) buyrulmaktadır. Velhasıl; Ahlaki yozlaşma neticesinde durumumuz, aleyhisselatu ve’s-selamın belirttiği makamı en uzak olanlarının haline döner ve böylece de amelimiz defolu olur, kalitemiz düşer. “Kötü huy, amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar”. Bir tekstilci ördüğü tonlarca kumaşla büyük bir servet kazanabilir. Ancak o kumaşta bir defo söz konusu olduğunda, gerçek değerinin dörtte bi-
rinin fiyatına bile satamayabilir. Ve böylece iflasın eşiğine gelebilir. Müslüman bir ferdin ameli, kötü ahlak ile defolanır ise, ne kadar çok amel işlerse işlesin o yine de değerini, önemini yitirmeye başlar. Devreye nefsi emmare girer, bencillik doğar, böylelikle vahdete giden yolun kapılarının açılması da o denli zorlaşır. 2. Rehavet Unsuru “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmıştır. (Yani bunların değerini bilmez.) Biri sağlık, diğeri de boş vakittir.” (Buhari) Rehavetin hayatımıza etki alanları şunlardır: a) Geceyi tefekkür, teheccüd ve zikir ile süsleyerek imar etmek yerine, sadece yatarak tarumar etmek: Uykuyu sever halde olmak, uykuya düşkün olmak ve böylelikle yatakta rehavet haline girmektir. Hâlbuki ancak gecesini imar edip, gündüzünü mamur edebilenler başarılı olabilirler.
Hâlbuki ancak gecesini imar edip, gündüzünü mamur edebilenler başarılı olabilirler.
b) Zamanda Rehavet: Geçirilen vaktin boş, değersiz, faydasız ve lüzumsuz şeylerle doldurulmasıdır. Böylelikle hazin olarak karşımıza çıkan şu erimeyi görürüz ki; o da asli görevimiz olan davamızın yükünün; bizlere yirmi dört saatin dahi yetmeyeceği düşüncesini, şuurumuza aşılaması gerekirken, bunun yerine Allah’ın bize vermiş olduğu, kum saati misali akıp giden zaman sermayesini, gelişi güzel harcayarak, bilinçaltımızda yer etmesi gereken mücadele ruhunu bilinçsizce silmiş olduğumuzdur. Ve böylelikle de ümmetin vahdetinde bulunan mücadele sorumluluğunu kaldıramayanlar ne yazık ki yaşam tarzlarında rehavet şıkkını işaretlemektedirler. RECEP 1434
O’nun İzinde...
mühim görülen unsurlardan kaynaklandığını görürüz. Başlıcaları şunlardır.
19
c) Hedefte Rehavet: Bir takım insanlar tarafından İlayı kelimetullah yolunun, dinimizin belirtmiş olduğu husus üzere, dini mübini İslamın her hâlükârda yer yüzüne mutlaka hakim olacağı kaidesi bilindiğinden, hedefe giden yolda rehavete kapılarak, nasıl olsa bu din mutlaka yer yüzüne hakim olacak düşüncesi ile, ferdin kendisini daha çok bu yolda yoracağı ve, bu nurlu yolda bizimde emeğimiz, katkımız olsun diyeceği yerde, başkaları nasıl olsa yapıyor veya biz sonra da yaparız düşüncesi ile rehavete kapılarak yapması gerekenleri ertelemektedirler. Hâlbuki aleyhissalatu vesselam bu kimseler için “Erteleyenler Helak Olmuştur .” buyurmaktadır. Bu rehavetler, fertlerin şuurlarında, kalplerinde olduğu müddetçe, öncü neslin vücut bulması söz konusu değildir. Ve bu tarz fertlerde yüce İslam davasına liyakat ehli değillerdir. ÜMMETİ PARÇALAYAN MAKRO FAKTÖRLER İÇTİMAİ UNSURLAR
NEBEVÎ HAYAT
1. Hilafetin Kaldırılması
20
Hz. Ebu Bekr ile başlayan, dönem dönem inkıtaya uğramakla beraber 1300 küsur yıl devam eden ve Osmanlının çökmesi ile son bulan hilafetin kaldırılışı, esasında ümmetin parçalanışında en önemli hususun başında gelir. 13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan müteşekkil üç bin beş yüz askeri birliğin İstanbul’u işgalinde dahi, Ümmeti Muhammedin o kadar sıkıntılı dönemlerinde bile tüm İslam dünyası, halifelik etrafında yeniden birleşme harekatı başlatmıştı. Bu konuda Londra’ya sayılamayacak kadar çok raporlar ulaşıyordu. Gerekçe ise gayet net idi. Esir durumuna düşen İstanbul’daki halife, Müslümanların duygusal uyanışına sebebiyet vermiş, sokaktaki Müslümanı bir şeyler yapmaya itmişti. Buradan şu sonucu çıkartırız ki; Mıknatısın materyalleri her zaman etrafına çekip topladığı gibi; Hilafette her zaman ümmeti etrafına çeker, toplar, birleştirir. 3 Mart 1924’de Lozan da perde arkasında İngiltere, Fransa ve Rusya ile beraber tüm İslam düşmanlarının çaba gösterdiği ve tuttukları maşalarca, ortadan kaldırmayı başardıkları bu hazin olay, o dönemin adliye vekili Seyyid beyin ifadesi HAZİRAN’13
ile “İslam tarihinin en büyük inkılabı olmuştur.” Ümmeti bir bedene benzeten aleyhisselatu vesselam’ın ifadesinden yola çıkarak, Hilafetin kaldırılmasıyla, ümmetin başının kesilip, gövdesinin aç köpeklerin önüne atılması yaşanmıştır adeta. Ümmet, çobansız bir sürüye dönmüş, aç kurtların sofrasına bırakılmıştır ne yazık ki. 2. Toprakların Parçalanışı Birinci Dünya savaşı sonrasında İngiltere, Fransa, Belçika gibi sömürge imparatorlukları, Orta Doğuyu kendi aralarında yeniden düzenlediler. Yapay devletler ve yapay sınırlar çizdiler. İngilizlerin ana felsefeleri haline gelmiş olan “böl, parçala, yönet” stratejisi ile Osmanlının Orta Doğudan çekilmesine neden olan isyanlar oldu. Bu olayda birçok maşalar kullanıldı ve İslam dünyası başka bir parçalanmaya daha sahne oldu. Bir dönem dışişleri bakanlığı yapan İngiliz subay Mark Sykes ve Fransız subay Georges Picot’un 1916 yılında, ileride kendi soyadları ile isimlendirilecek olan Sykes-Picot anlaşması ile Kahire’de bir araya gelerek, masa başında İslam dünyasını iki ülke arasında paylaştırdılar. Bu anlaşmaya göre yeni yapay devletler kuruldu. Bölgenin etnik ve dinsel yapısı göz önünde bulundurulmadan, sadece kendi çıkarları doğrultusunda, harita üzerinde yeni ülkeler oluşturup etnik grupları da parçaladılar. Böylece ümmeti derinden parçalamış oldular. “Herkese özgürlük” naraları atanların sözlerine kananlar, gerçekte ellerinde olan özgürlükleri de kaybetmişlerdi. Her ülkenin insanları kendi ülkelerine hapsedilmişti. Kendi sınırları içerisinde (adına hürriyet denirse) özgürlerdi. Ancak eskisi gibi rahatlıkla diğer topraklara gidemeyecekler, Müslüman toplumlar, birbirleri ile kaynaşamayacaklardı. Prosedürlere uymak zorunda olacaklar, 1923’de Uluslararası polis teşkilatı görevini alan Interpol kurulup insanların, Müslümanların yurtdışı seyahatleri takip edilecek, keyfi tutuklamalar oluşacaktı. Ve resmi prosedürler gibi engeller önlerine çıkartılıp insanlar Osmanlının hürriyetini arar olacaklardı. Kendilerine verilen sınır çizgileri olan haritalar, onlar için aslında büyük hapishanenin duvarları hükmünü taşımıştı. Ve böylece Müslümanlar birbirlerinden biraz daha yoksun ve uzaklaştırılmış olacaklardı.
Hz. Ebu Bekr ile başlayan, dönem dönem inkıtaya uğramakla beraber 1300 küsür yıl devam eden ve Osmanlının çökmesi ile son bulan hilafetin kaldırılışı, esasında ümmetin parçalanışında en önemli hususun başında gelir. 13 Kasım 1918 de İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan müteşekkil üç bin beş yüz askeri birliğinin, İstanbul işgalinde dahi, Ümmeti Muhammedin o kadar sıkıntılı dönemlerinde bile tüm İslam dünyası, halifelik etrafında yeniden birleşme harekatı başlatmıştı. Bu konuda Londra’ya sayılamayacak kadar çok raporlar ulaşıyordu. Gerekçe ise gayet net idi. Esir durumuna düşen İstanbul’daki halife, Müslümanların duygusal uyanışına sebebiyet vermiş, sokaktaki Müslümanı bir şeyler yapmaya itmişti. Buradan şu sonucu çıkartırız ki; Mıknatısın materyalleri her zaman etrafına çekip topladığı gibi; Hilafette her zaman ümmeti etrafına çeker, toplar, birleştirir. 3 Mart 1924’de Lozan da perde arkasında İngiltere, Fransa ve Rusya ile beraber tüm İslam düşmanlarının çaba gösterdiği ve tuttukları maşalarca, ortadan kaldırmayı başardıkları bu hazin olay, o dönemin adliye vekili Seyyid beyin ifadesi ile “İslam tarihinin en büyük inkılabı olmuştur.” Ümmeti bir bedene benzeten aleyhisselatu vesselam’ın ifadesinden yola çıkarak, Hilafetin kaldırılmasıyla, ümmetin başının kesilip, gövdesinin aç köpeklerin önüne atılması yaşanmıştır adeta. Ümmet, çobansız bir sürüye dönmüş, aç kurtların sofrasına bırakılmıştır ne yazık ki.
Makro boyutta Ümmeti parçalayan unsurların üçüncüsü; Ümmetçilik bütünlüğünden, milliyetçilik ayrımcılığına giden süreç oldu. Bir daha ümmetin bir araya gelememesi için her bir toplumun kendi haritasına mahkûm edilmesi yetmiyormuşçasına; Milliyetçiliğin, ayrılan, parça parça edilen ümmetin tüm coğrafyasına empoze edilme süreci yaşandı. Tabiri caizse, tertemiz güçlü bir hafıza belleğe, en donanımlı virüsün yerleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi gibi, ümmetin etkisizleştirilmesi, uyuşturulması sağlandı. Ve böylelikle yek vücut olan İslam devletinin, parçalara, devletlere ve milletlere bölmesi sureti ile bir daha toparlanamaması, gücünün zayıflatılmasına mebni kılınması ile İslam düşmanlarının kendilerini teminata almaları ve tuttukları kukla rejimler aracılığı ile de o ülkeleri bol bol sömürüye maruz bıraktıkları görülür. 4. Cemaatsel Parçalanış Ümmeti parçalayan makro düzeyde dördüncü parçalanış ise cemaatçilik düşüncesinin nüfuz bulması ile İslam toplumuna ağır bir darbenin vurulmasıyla sağlandı. Yukarıdaki anlatılan bölünmeler dahi, İslam düşmanlarını rahatlatmadığı gibi bölünen bu devletçikler içinde, mahkûm olmuş, biçare duruma düşmüş İslam ümmetinin üzerinde hesaplanan tefrika tohumları atılarak cemaatlerin aralarında uçurumları arttırmaları ve
bu şekilde vahdete ulaşmanın yolunu biraz daha uzaklaştırmalarıyla oluşmuştur. Ve nihayetinde suni sınırlar ile bölünen ümmet bir de yanlış cemaat algısı yüzünden bölünmelere maruz kalmıştır. Özetle son 13 yıl içerisinde şahid olduğumuz husus şudur ki: Ümmetin içinde dalga dalga, oluk oluk akan kanın sebebi, ne yazık ki ümmetin vahdet çatısı altında toplanamayışının bedelinin ödemekte olduğunu görmekteyiz. Ancak İslam coğrafyasında hareketin olduğu yerde bereketinde olduğunu ayrıca görüyoruz. Ve bu hareket, bir İslami uyanış ve silkeleniştir. Bu uyanış İslam coğrafyasında on küsür yıldır başlamıştır. Kâfirlerin hesaplarına karşı Allahın hesabının devrede olduğunu Müslümanlar artık daha yakinen görmüşlerdir. Artık yapay devletlerde, yıllarca Müslümanların aleyhine maşalık yapan putların bir bir devrildiğini, İslami bir devlet çatısı dışında, hiçbir ideolojinin kabul edilemeyeceğini ve ellerinin tersi ile iten, rehavet zilletini üzerlerinden atan, dalga dalga şuurlu Müslüman toplumlar, harekete geçmiştir. Rabbimiz ümmet şuuru ile Allah için yapılan salih amellere destek vermeyi nasip eylesin. Rabbimiz kalplerimizi birbirine kaynaştırsın ve tek ümmet bilinci ile hareket etmeyi nasip eylesin. (Amin) RECEP 1434
O’nun İzinde...
3. Ümmetçiliğin Parçalanışı
21
Kapak Gündem
Said Özdemir
İsra ve Miraç’la
İslam Sancağı Yeniden Dalgalansın Kudüs’te... H
enüz Mekke dönemi, peygamberliğin verildiği yıllardan çok uzak, hicrete çok
yakın bir zamandı. İşte Rasulullah... Kâbe’nin hemen yanında eller semada, gözler ise yaşlarla duadaydı. Gözleri önünde Müslümanlara işkenceler yapılmış, aç bırakılmış kendiside bundan nasibini almıştı. Emir Allah’ın emriydi, Emir Kur’ân’dı. Allah anlat/tebliğ et diyordu. O kutlu elçi de emre uyup
Cehil kabul etmiyorsa fakir Bilaller kabul eder diyordu. Ümmü Cemiller yola diken döşüyorlarsa
Önce İsra ile başladı yolculuk, Mescid-i Ha-
almış olduğu emanetten vazgeçmeden, etrafında
NEBEVÎ HAYAT
“İlahi! Kuvvetimin za’fa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü, ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim...” Kim Allah’a yöneldi de kaybetti! Kim O’na inanıp emrini yerine getirdi de ziyana uğradı! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem İslam’a davet merhalesindeydi. Henüz davetinde başarı ile sıkıntılar arasında bir yerdeyken Miraç hadisesi meydana geldi. Allah Subhanehu ve Teâlâ O’nu çağırıyordu. Onu her zaman destekleyeceğini haber verecekti.
kapı kapı müşriklere din götürüyordu. Üzerine
22
Sümeyralar, Haticeler var diyordu. Derken düşmüştü Taif yollarına... Taşlanmıştı, değeri kıymeti bilinmemiş, kapılardan, sokaklardan kovulmuştu. Dönerken, dinlenirken, eller yine semaya kaldırılıyor, bir duadır yükseliyordu:
görmüş olduğu düşmanlıklara, yalanlamalara ve iftiralara aldırmıyor, bu dinin ipini göğüslüyordu. Canlarımız Ona feda olsun bazen gider Kâbe’nin örtüsüne sarılır ağlardı, mahzun olurdu. Ebu
HAZİRAN’13
Evet, Müslümanlara yıllardır kitabi bilgilerle anlatıldı İsra-Miraç hadisesi. Anlatılanlar yaşanmak, hayata tatbik edilmek için anlatılmıştı. Zaten bu hayat denilen sahnede her birimize bir rol biçilmemiş miydi? Engebeli ve zor olan İsra ve Miraç yolunun altın kuralları vardır: Bu yola baş koyan, davasına samimice inanan Müslümanlar bilmelidirler ki; İsra için azık gerekir; “(Ey müminler!) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır.” (Bakara/197) O halde hayatımızda bir İsra ve Miraç yolculuğuna başlamak istiyorsak önce göğsümüzü yarıp kalbimizi çıkarmalı ve onu iman ve hikmet nuruyla yıkamalıyız. Ama iş bununla bitmiyor. Çünkü yolculuk bundan sonra başlıyor. Bu yolculukta “iki günü birbirine eşit olan zarardadır” hadisini de önüne koymalı Müslümanlar. Bu yolun başlangıcında İsra ve Miraç olayını duyan ve sorgusuz tasdik eden Ebu Bekir gibi sadıklardan olmak zorunda Müslümanlar, önce iman miracını oluşturmalı kalbinde, Allah’ın dinini kuşanabilmeli, anlatabilmeli Müslümanlar. İnandığı akidesine sırtını dayayıp, sıkıntılarına katlanmalı, ‘Yol buysa, bir kaç adımı Rabbin rızası, ikramı cennet demeli.’ İsra ve Miracı yaşamak isteyen bir Müslüman asla arkasına bakmamalı, kimin geldiğine aldırış etmemeli, ‘İhlâs’ım ve İman’ım’ bana yeter demeli, sayıların çokluğuna değil, taşınılan sıfatlara bakmalı, kişilere bakıp yolu tanımamalı, yola bakıp yolcuları tanımalıdır. O zaman İsra ve Miracı yaşayan bir Müslüman, bu dinin yılmaz bekçilerinden olması ve daima aktif/faal durumda olması gerekir. Duran su gibi kokmamalı, daima hayat bulmalı yürüdüğü yoldan.
İsra ve Miraç misyonunu yüklenen, taşın altına elini koyan Müslümanların unutmayacağı bir şey daha var ki; o da İsra ve Miraç topraklarına karşı sorumluluklarıdır. Şu dünyada yaşayan tağutların saltanatlarını darmadağın edecek, gözlerini küfre dikmiş, kendine rahat uykuyu caiz görmeyen İhlâslı Müslüman’ın gözleri/sözleri İsra ve Miracın yaşandığı topraklardadır; Mekke ve Mescid-i Aksa... Birinde Müslümanlara azap edilip, zindanları Rabbani âlimlerle doldurulup sahip olduğu petrolü Amerika’ya peşkeş çekilirken, diğerinde ise 1948 yılından beri Müslümanlara cehennem yaşatılıp, hayatı zindan ederler. Misyonları aynı, icraatları aynı sadece maskeleri değişmiş o kadar. Bugün Suriye’de, Irak’da, Afganistan’da, Yemen’de birçok savaşların yaşandığı bu coğrafyalarda Müslümanların tek gayesi, tek bir söz var; “Şuan burada nöbet tutuyoruz ama gözlerimiz daima Kudüs’tedir.” İsra ve Mirac’ı yaşamak isteyen Müslümanlar kendilerini ve evlatlarını Mahmud Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi gibi yetiştirmelidirler. Sultan Mahmud Zengi zahid, abid birisiydi. Beytu’l- Makdis, kâfirlerin elinden kurtulduğu günde orada minbere çıkıp hutbe vermeye kendini sürekli alıştırıyordu. Hicretin 565. yılında Frenkler, Dimyat’ı kuşattıklarında Nureddin, konuyu çok önemsemiş ve kuşatma kendisini çok üzmüştü. Hatta bir hadis talebesi, gülümsemekle ilgili hadisler okuyarak onun tebessüm etmesini istemişti. Ancak o tebessüm etmeyerek şu cevabı vermişti: “Dimyat sınırında Müslümanların, Haçlılar tarafından kuşatma altında tutulduğu bir sırada, Cenab-ı Allah’ın beni gülümserken görmesinden utanırım.” Nureddin Zengi, Haçlıları engellemede güçlü bir bilekti. Onun Haçlıları engellediği bir yer de Telharem bölgesiydi. Nitekim o bölgede 30.000 Haçlı Ordusu toplanmıştı. Müslümanlar bu orduyla karşı karşıya geldikleri zaman savaş çok kızışmıştı. Nureddin Zengi atından indi ve bir dağın arkasında yerden toprağı avuçlayarak yüzüne sürdü ve Allah’a şöyle nidada bulundu: RECEP 1434
O’nun İzinde...
ramdan Mescid-i Aksa’ya cesediyle, Burak üzerine binmiş olarak, Cibril aleyhisselam’ın yanında geceleyin götürülmüştü. Beytul-Makdis’de indi, peygamberlere namaz kıldırdı ve dünya semasına doğru yolculuk başlayarak Miraç hadisesini yaşıyordu. Sema âleminde sırasıyla bazı peygamberleri gördü Onlara selam verdi. Allahu Teâlâ’nın sonsuz kudretini müşahede etti. Yeryüzüne indiğinde artık her şey değişmişti...
23
“Allah’ım! Sen kendi dinine yardım et. Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?” Şeyh Ebû Şâme şöyle bir rivayet aktarmıştır: “Mansura kalesinde bulunan Ebû’d-Derda Mes-
lıların Dimyat’ı bırakıp gittiklerini gördüler. Savaşın sonucunda ise, Haçlılardan 10 bin kişi öldürülmüş,10 bin kişi de esir alınmıştı.
cidi’nin imamı, Haçlıların Dimyat’tan kovul-
Nureddin Zengi, Kudüs’ün fethi sebebiyle
dukları gece rüyasında Rasûlullah’ın sallallahu
gözlerine sürme çekecekti. Ama bu arzusuna ka-
aleyhi ve sellem kendisine şöyle dediğini işit-
vuşamadan vefat etti.
miştir: “Nureddin’e selâm söyle ve Haçlıların Dimyat’tan ayrıldıkları müjdesini kendisine ver.” Ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bunun alameti nedir?” Peygamberimiz buyurdu ki: “Telharim gününde secdeye kapanıp şu duayı yapmış olduğunu Nureddin’e bildir: “Allah’ım! Sen kendi dinine yardım et. Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?” Nureddin Mahmud, Ebû Derda Mescidi’nde sabah namazını kıldıktan sonra imam ona bu müjdeyi vermiş ve Rasûlullah’ın anlattığı alâmeti kendisine bildirmişti. “Köpek Nureddin Mahmud da kim oluyor?” sözünü nakletme sırası geldiğinde bunu söyleyememiş ve utanmıştı. Ancak Nureddin Mahmud, imama, “Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sana emrettiği şeyi söyle!” deyince imam aynı ifadeyi kullanmış. Nureddin Mahmud da, “Doğru söyledin” demiş ve bu olayı doğruladığını ve sevindiğini bildirmek amacıyla ağlamıştı. Sonra durumun açıklığa kavuşmasını beklemişler ve
NEBEVÎ HAYAT
gerçekten de Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve
24
sellem rüyada imama haber verdiği şekilde Haç-
HAZİRAN’13
O vefat edince yerine Selahaddin Eyyubi geçmişti. Ebu Hamid et-Tavil derki: “Musul’un imamı olan şeyh Molla Ömer’in yanına girdim. Yanında Mısırlı bir adam vardı. Ona dediler ki: “Rüyamda yeryüzünün domuzlarla dolu olduğunu gördüm. Bir adam ise elinde kılıç ile domuzları öldürüyordu.” Ben zannettim ki (Ebu Hamid) bu adam İsa mesihtir. Ve hemen akabinde: “Bu rüyandaki adam Meryem Oğlu İsa olmalıdır? dedim. “Hayır, bilakis o Yusuf Selahaddin Eyyubi’dir” dedi. Selahaddin Eyyubi’nin annesi Selahaddin’e hamile kalınca rüyasında ona şöyle seslenildi: “Şüphesiz ki senin karnındaki çocuk, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç taşıyacaktır” Ve Selahaddin Eyyubi fetih arzusuyla yanıp tutuştuğu Kudüs’ü, Tarihe altın harflerle yazılan Hıttin zaferiyle ele geçiriyordu. Çeşitli çabalardan ve karşılaşmalardan sonra
Hıttin zaferinden sonra Sultan Selahaddin’in sabırsızlıkla beklediği o mübarek fırsat, Kudüs’ü fethetme fırsatı hemen geldi. Bu dönemde Selahaddin, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ızdırap içinde yanması gibi, gam ve kederle doluydu. Yemeden içmeden kesilmişti. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda, “Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku nasıl girebilir?” demişti. Kadı İbn Şeddâd şöyle yazıyor: “Sultan Kudüs’ü o kadar düşünüyor, onun hakkın¬da öyle dertleniyordu ki; dağların bile tahammül edemeyeceği bir yük taşıyordu kalbinde” nihayet tarihte kesin bir sonuç sağlayan savaşla
meye ahdetmiş, hazırlığını yapmıştı. Selahaddin,
karşı karşıya gelindi. Bu savaş Filistin’deki Hı-
Halep’den o minberi getirtti ve Mescid-i Aksâ’ya
ristiyan devletine son veren, Haçlıların işini bi-
diktirdi.
İşte Hıttin savaşı bu idi; 24 Rebîulâhir 583 H.yıla rastlayan 1187 miladî yılında Cumartesi günü yapıldı. Bu savaşta Müslümanlara feth-i mübîn (açık seçik, en büyük, muhteşem zafer) nasip oldu. Hıttin zaferinden sonra Sultan Selahaddin’in sabırsızlıkla beklediği o mübarek fırsat, Kudüs’ü fethetme fırsatı hemen geldi. Bu dönemde Selahaddin, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ızdırap içinde yanması gibi, gam ve kederle doluydu. Yemeden ve içmeden kesilmişti. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda,
Selahaddin Eyyubi Kudüs’te kıldırdığı ilk cuma namazında şu ayetleri okudu.
ين َ ين َظ َل ُموا َوالْ َح ْم ُد لِلَّ ِه َر ِّب الْ َعالَ ِم َ َفق ُِط َع َدابِ ُر الْ َق ْو ِم الَّ ِذ “Böylece zulmedenlerin ardı arkası ke-
sildi. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (En’am/45) Hatırlar mısınız acaba? Tarihte Müslümanları yenilgiye uğratan bir kadın vardı. Bu kadın “Endülüs (İspanya) Müslümanların elinden alınana kadar elbisesini asla çıkarmayacağına dair yemin etmişti.”
“Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde
Bu kadın İspanya Kralı olan Ferdinand’ın ka-
olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim,
rısı olan İzabelladır. İspanya tarihinde de “Eski
sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiye-
elbisenin sahibi” olarak bilinen bir kadındı.
bilirim ve hele gözüme uyku nasıl girebilir?” demişti.
Bu kadın kendi inandığı davasının muzaffer olması için böylesine kendisini dinine ve amacına
Kadı İbn Şeddâd şöyle yazıyor:
adamıştı. Endülüs sonuçta işgal edilmişti. Endü-
“Sultan Kudüs’ü o kadar düşünüyor, onun
lüs’te yaşayan Müslümanların dinlerinden uzak-
hakkında öyle dertleniyordu ki; dağların bile tahammül edemeyeceği bir yük taşıyordu kalbinde.” Nureddin Zengî merhum büyük bir titizlikle ve özenle, dinî bir heyecan ve zevkle, büyük bir
laşmaları ve haramları işlemeleri sonucu Endülüs düşmüştü. Şimdi soruyorlar; Kudüs ne zaman müslümanların eline geçecek?
masrafla Kudüs için çok güzel bir minber yap-
Bizde diyoruz ki; “Müslümanlar kendi din-
tırmıştı. Kudüs fethedilip de Allah orayı tekrar
lerine dönmeyene kadar Kudüs Müslümanların
Müslümanlara nasip edince bu minberi oraya dik-
eline geçmeyecektir” RECEP 1434
O’nun İzinde...
tiren, onların varlığına sünger çeken bir savaştı.
25
Mustafa Tatlı
NEBEVÎ HAYAT
F
26
FAŞİZM
aşizm (fascism/faschismus) kavramının kökenleri Latince “Fasces”, İtalyanca “fascio” kelimeleri oluşturmaktadır. Bu kelimeler, antik Roma döneminde büyük yetki ve güce sahip olan üst bürokratların sembolü olan “balta ve değnek demeti” anlamına gelmektedir. “Değnek Demeti” faşist İtalya döneminde 1926’dan sonra resmi devlet arması olarak kabul edilmiştir.(1)
Faşizm kavramını dar ve geniş manada ele alarak tarihi sürecinden ve genel özelliklerinde yola çıkarak bir sonuca varmaya çalışacağız. Bununla beraber çok sık kullanılmasına rağmen kolay tarif edilebilen bir kavram değildir. Dar manada faşizm, İtalya’da BenitoMussolini’nin siyasi hareketi sonucunda 1922 yılından sonra ortaya çıkan ve yaygınlaşmış hali ile 1945 yılına kadar devam etmiş totaliter otoritedir.
Faşizmin genel tanımlamasını zorlaştıran bir hususa sözün başında değinmemiz gerekir. Bu da Marksizm, sosyalizm, liberalizm gibi ideoloji ve sistemlerden biraz farklı olarak, faşizmin belirli bir kaynağının, belirli bir ideologunun bulunmayışıdır. Sosyalizm, komünizm ve libelarizm akımlarını düşünürken, ister istemez, Eflatun, Proudhon, Marx gibi isimler akla gelmektedir. Faşizm için aynı şeyi söylemek biraz zordur. Her ne kadar, faşizmin gelişmesi ve ortaya çıkmasında, Hitler ve Mussolini’nin, düşük bir fikri düzeyde ortaya attıkları bazı felsefe kırpıntıları ve düşünceleri rol oynadıysa başlı başına fikri bir akım olması için yeterli olmamıştır.
Mussolini okul çağlarında öğretmenleri tarafından sevilmeyen kavgacı, hırçın, yola gelmez bir öğrencidir. Okul yıllarından sonra bir süre öğretmenlik yapmıştır. O denemde tutkulu bir komünist olan Mussolini bu hayattan kısa sürede sıkılır ve sendikal hayata yönelir. 1914’e gelindiğinde İtalya’nın savaşa girmesini destekler. İçinde bulunduğu sosyalist parti tarafından dışlanınca, aradaki bağ kopar. Savaştan sonra savaşın birlikleri örgütünü kurar ve sosyalist eylemlere karşı faşist milis savaşımı başlatır. 1921 yılında Ulusal Faşist Partisini kurar ve ertesi yıl 35 milletvekiliyle meclise girer. Faşistlerin Roma’ya yürüyüşü sonucu iktidarı
HAZİRAN’13
ele geçirir. İktidar yıllarında dış politikada saldırgan bir tutum benimseyen Mussolini, İkinci Dünya Savaşına Almanya’nın yanında girer. Savaşın gidişinin iç açıcı olmadığı belirince Faşist konsey Mussolini’yi görevden alır. Almanların yardımıyla Kuzey İtalya’ya kaçan Mussolini, Cumhuriyetçi Faşist Hükümeti kurup bir buçuk yıl yaşatır. Ancak 1945 yılında Komünist partizanlara yakalanan Mussolini kurşuna dizilir.(2)
olacağı korkusuyla büyük kapital sahiplerini, liberaller ve hükümeti, faşizmi besleme ve finanse etmeye yönlendiriyordu. Orta sınıftan da destek alan faşizmin yapmış olduğu eylemlere egemen gücün göz yumması, hatta gizli bir şekilde faşist-sosyalist çarpışmalarda hükümetin ve yetkili organların faşistleri desteklemesi bu hareketin kısa süre içerisinde sonuca varmasını sağlamıştır.(3)
Faşizm’in başka bir ülkede değil de İtalya, Almanya ve Japonya gibi ülkelerde çıkması o dönemdeki siyasi gelişmeleri incelemeyi gerektirmektedir. Bu dönemde İtalya’da sıkıntılar çok fazla, ancak çözüm öneri yok denecek kadar azdı. Özellikle bu dönemdeki iki sıkıntı, faşizmin güç kazanmasına doğrudan etkide bulunmuştur. Bu sıkıntılardan ilki Avrupa’nın, özellikle de İtalya’nın sosyal, ekonomik ve politik yapısı itibariyle bir bunalım döneminde olmasıdır. Ekonomik anlamda savaştan yeni çıkmış olan İtalya ağır ekonomik sıkıntılar içine girmiş, para her geçen gün değer kaybına uğramış, işsizlik çok fazla artmış, sonuç itibariyle bunlar, işçilerle kapitalistler arasında var olan gerginliği iyice tırmandırmaya başlamıştır. Politik anlamda ise liberal demokrat hareketler, bu ülkelerde bekleneni verememiş, bu başarısızlıklar, sosyalistlerin muhalefetini güçlendirmiş ve istikrarsız bir ortam doğmuştu. Bu sıkıntılardan ikincisi, savaşın İtalya’ya bir getirisinin olmamasıydı. Nitekim kendilerine Alman sömürgelerinden pay vaat edildiği halde sömürgelerin dağıtımında İtalya’ya hiçbir şey verilmemişti. İtalyan hükümetinin bu basiretsizliği, kapitalist ekonominin ülkede yaşanılan ekonomik sıkıntılara çözüm bulmayışı, sosyalistlerin kuvvetlenmesine neden oluyordu. Sosyalistlerin bu anlamda güçlenmesi, sosyalist devrimin
Avrupa devletlerinin özellikle Fransa ve İngiltere’nin sanayi devrimi ve işçi sınıfının ayaklanmasıyla gerçekleştirdiği ekonomik ve siyasal ilerleme İtalya ve Almanya gibi devletlerin dikkatini çeker. Aynı süreci ve siyasi gelişmeleri yaşamamaları hasebiyle bu devletler kısa sürede ekonomilerini geliştirip ilerlemek isteseler de vakıa böyle olmaz. Kurulu düzenin patronları liberal ortamın kaybolup sosyalist düzenin gelmesindense kanla beslenen, kendisi dışındakileri ötekileştiren faşizmin doğmasına izin vermişlerdir. Bu da Mussolini’ye hükümeti teslim etmeye kadar devam etmiştir. 1925 yılına gelindiğinde Mussolini, fiilen gerçekleşmiş olan diktatörlüğünü yasalarla da hukuken gerçekleştirmiş oldu. Saldırganlık, diktatör rejimlerin temel politikası olduğu için Mussolini, bu saldırgan tutumu dış politikaya da kısa sürede yansıttı. Gün geçtikçe faşizm artık gerçek arzularını ortaya koyuyor ve faşist devletin ne olduğuna yönelik Mussolini’nin tanımları da netlik kazanıyordu. Faşist devlet demek, korporatif bir devlet demektir. Korporatif devlet demekse antidemokratik, totaliter ve otoriter devlet demektir. Böyle bir yapılanmada bireyler tek tip olmaktadır. Büyük Faşist Meclisi 1926 yılında toplanarak faşizme muhalif bütün partileri kapatmış ve rejimin tek partiye RECEP 1434
O’nun İzinde...
Avrupa devletlerinin özellikle Fransa ve İngiltere’nin sanayi devrimi ve işçi sınıfının ayaklanmasıyla gerçekleştirdiği ekonomik ve siyasal ilerleme İtalya ve Almanya gibi devletlerin dikkatini çeker. Aynı süreci ve siyasi gelişmeleri yaşamamaları hasebiyle bu devletler kısa sürede ekonomilerini geliştirip ilerlemek isteseler de vakıa böyle olmaz. Kurulu düzenin patronları liberal ortamın kaybolup sosyalist düzenin gelmesindense kanla beslenen, kendisi dışındakileri ötekileştiren faşizmin doğmasına izin vermişlerdir. Bu da Mussolini’ye hükümeti teslim etmeye kadar devam etmiştir.
27
dayanması gerektiği kararını almıştır. İkinci dünya savaşındaki başarısızlığına kadar Mussolini hâkimiyetini sürdürür.
NEBEVÎ HAYAT
İtalya üzerinden tarihi süreci aktarmaya çalışarak arka planını vermeye çalıştığımız Faşizmin terim anlamını ve özelliklerini vererek genel bir sonuca varmaya çalışacağız. Geniş anlamda faşizm aşırı milliyetçi, anti demokratik ve anti komünist ideolojiye sahip olan, kapitalist ekonomik rejime ve diktatörlüğe yatkın sistemin adıdır. Bu genel tanım yapılmakla beraber faşizmin mutlak rengini vermek zordur. Faşizmin ne olduğu ve hangi şartlar dâhilinde doğup büyüdüğü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Marksizm’e göre faşizmi açıklama gayreti, temeline kapitalizmin mantığını almalıdır. Zira faşizm, tekelci kapitalizmin gelişmesinin belirli bir aşamadaki aracıdır. Bu sav, İngiltere gibi endüstrileşmiş bir ülke için yapılmış olsa doğru olabilir fakat İtalya için geçerli gözükmemektedir. Faşizmi açıklama çabalarından ikincisini, psikolojik açıklama tarzı oluşturmaktadır. Psikolojik anlayışa göre faşizmin, belirli kişilik türleri ve hastalıklarına göre açıklanması gereklidir. Bazı psikologlar, Freudcu bir bakış açısıyla; faşizmi, ergenlik döneminde cinselliğin bastırılmasının bir sonucu olarak görmüşlerdir. Bu sava birçok eleştiri getirilmiştir haklı olarak. Faşizmi açıklama çabalarında bir diğeri faşizmi, batı uygarlığındaki ahlaki ve dini bunalımın bir boyutu olarak değerlendirir. Bu algılama
28
HAZİRAN’13
tarzına göre, faşizm, ahlaki düzeyi düşük olan toplumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımların birbirinden ayrı düşünülemeyeceği açıktır. Kaldı ki, herhangi bir olay, bir teori veya bir düşünceyi, tek nedene indirgeyerek açıklama çabası, doğru bir yöntem değildir. Faşizm hakkında yapılan birçok tanım ve yaklaşımın yanında Mussolini’nin de faşizmi anlattığı kitaptan kısa bir bölüm aktarmak yerinde olacaktır: “Bu spritüalist akım XIX. yüzyılın güçsüz materyalist pozitivizme karşı gösterilen genel tepkinin sonucudur. Anti pozitivist ama pozitif; hayatın merkezini, kendi özgür iradesi ile evrenini yaratabilen ve yaratmaya zorunlu insanın dışına koyan bütün negatif doktrinler gibi epetik, agnostik kötümser ya da pasif iyimser değildir. Faşizm, sürekli olarak çalışma gücüyle eylemci ve üzerine iş almış çalışkan insan ister. Bunun yanı sıra ortadaki güçlükleri erkekçe bilen ve onlara karşı koymaya hazır insanı ister. Kendisine gerçekten değer olanı fethetmenin, insanın görevi olduğunu düşünerek onun yapısını ortaya çıkarabilmek için de kendi kendine fizik, törel ve aydın araç ve gereçlerini oluşturarak hayatı savaşma biçiminde anlar. Bu her birey için, ulus için, insanlık için böyledir. Faşizm bir dinsel anlayıştır; bu dinsel anlayışta, insan, bireyi aşıran ve onu içsel bir toplumun elemanı durumuna yükselten bir büyük kanunla, bir objektif irade ile kendi içindeki ilişkisiyle incelenmiştir. Faşist yönetimin dinsel politikasında, yalın ‘irade-i maslahat’
Müslümanlara faşist yaftası takanlar kendi çıkmazlarında boğulmaktadırlar. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne marksizim ve sosyalizm İslam’ın güneşini asla ve asla söndüremezler. İnsanlar farklı dönemlerde birçok beşeri sistemi denemiştir. Kendilerini manen ve madden mutlu edecek hiçbir sistem bulamamışlardır. Uyguladıkları her beşeri düzen güçlü eller altında şekillenmiş, birinden sıkılınca bir başkasını uygulamışlardır. Geriye bıraktıkları tek şey milyonlarca insanın hüsranı ve ölümü olmuştur.
Yanlı yansız birçok görüşe yer vererek Faşizmin köklerini ve ideolojisini aktarmaya gayret ettik. Bizim bu yazıdaki amacımız Faşizmi bütün yönleriyle inceleyip kapsamlı bir değerlendirme yapmak değil, faşizm hakkında kısa bir bilgi vermektir. Bu sebeple verilen bilgiler hakkında yorum yapmadık. Kaldı ki, kısa bir değerlendirme amacımıza hizmet etmeyecektir. Verilen bilgiler incelenirken bu durumun göz önünde bulundurulması gerekir. Faşizmim doğuşu konusunda sadece ekonomik ve politik sıkıntıları merkeze alan bir açıklama yapmak çok da doyurucu değildir. İki dünya savaşı arasında yaşanılan sıkıntılar, faşizmin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Lakin bu teorinin düşünsel alt yapısını sosyal darwinizme bağlayanlar da vardır. Sonuç olarak Faşizm, dünya görüşü ve uygulamaları açısından kendi içinde ahenkli bir ideoloji değildir. Dolayısıyla tanımlaması da güçtür. Ancak faşist uygulamalarda birçok ortak unsur bulmak mümkündür:
• Katı, hiyerarşik bir siyasi organizasyon
içerisinde güçlü ve karizmatik bir lider veya milli şefin varlığı (Mussolini, Hitler)
• Kendi milli tarihini ve değerlerini, çar-
pıtarak yüceltmek ve kutsal hale getirmek
• Tek parti çatısı altında halk devletini ve sınıfsız bir sosyal-milli birlik oluşturmak
• Demokratik esasların yerine hukuk devleti anlayışından uzak baskıcı, totoliter rejim ihdas etmek
• Irkçı ve despotçu bir yaklaşım sergilemek suretiyle etnik azınlıkları, diğer dinlere ve siyasi görüşlere mensup olan cemaatleri ve grupları baskı altında tutmak yada onları bertaraf etmek
• Özel askeri birlikler ve militanlar yetiştirmek suretiyle, devlet terörü uygulamak ve muhalifleri sindirmek.(5) Müslümanlara faşist yaftası takanlar kendi çıkmazlarında boğulmaktadırlar. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne marksizim ve sosyalizm İslam’ın güneşini asla ve asla söndüremezler. İnsanlar farklı dönemlerde birçok beşeri sistemi denemiştir. Kendilerini manen ve madden mutlu edecek hiçbir sistem bulamamışlardır. Uyguladıkları her beşeri düzen güçlü eller altında şekillenmiş, birinden sıkılınca bir başkasını uygulamışlardır. Geriye bıraktıkları tek şey milyonlarca insanın hüsranı ve ölümü olmuştur.
---------------------------------------
1. Doç. Dr. Ali Seyyar, Sosyal
Siyaset Terimleri, s. 173. 2. M. Hanifi Macit, Faşizm/Nazizm, s. 18. 3. M. Hanifi Macit, Faşizm/Nazizm, s.22. 4. Mussolini, Faşizm, s. 173 5. Doç. Dr. Ali Seyyar, Sosyal Siyaset Terimleri, s. 174. RECEP 1434
O’nun İzinde...
sanmalarında duraklayan kişi, Faşizmin bir hükümet sistemi olmasından başka, her şeyden önce bir fikir sistemi de olduğunu anlamıştır. Sonuç olarak faşizm yalnız yasa yapıcı ve müessese kurucu bir devler sistemi değildir. Aynı zamanda içsel hayatın eğiticisi ve harekete getiricisidir. İnsan hayatını biçimde değil ruhta, kişilikte ve imanda yoğurmak amacını gütmektedir. Bu amaca varmak için de disiplinli, ruha egemen ve karşı durma tanımayan bir otorite kurmak ister. Arması, bu nedenle birlik, kuvvet ve adalet simgesi olan Littoriofaşyosudur.”(4)
29
Adem Sözkesen
ŞAM BELDESİ ve FAZİLETİ HAKKINDA HADİSLER
Şam’ı melekler kanatları ile kuşatmıştır.
Müslümanların Şam topraklarındaki savaşında en hayırlı toplanma yeri “ĞUTA” olacaktır.
الشام احتوتها الملائكة قال عليه الصلاة والسلام كما في المسند وسنن الترمذي من حديث زيد بن ثابت رضي الله عنه طوبى للشام لأن ملائكة الرحمن باسطة )أجنحتها عليه 1) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
NEBEVÎ HAYAT
şöyle buyurdu:
30
“Ne mutlu Şam’a!” Bizler: −Ya Rasulallah! Bu hangi sebepten ötürüdür? Dedik. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): −“Çünkü Rahman’ın melekleri kanatlarını Şam’ın üzerine germiştir” buyurdu. (Tirmizi 4211) HAZİRAN’13
َح َّد َث َنا،َ َح َّد َث َنا َي ْح َيى ْب ُن َح ْم َزة،ٍَح َّد َث َنا ِهشَ ا ُم ْب ُن َع َّمار َس ِم ْع ُت ُج َب ْي َر ْب َن: َقا َل،َ َح َّد َث ِني َز ْي ُد ْب ُن أَ ْر َطاة،ٍا ْب ُن َجابِر أَ َّن َر ُسو َل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه، َع ْن أَبِي ال َّد ْر َدا ِء، ُي َحد ُِّث،ٍنُ َف ْير َ « إِ َّن فُ ْس َط:َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َقا َل ين َي ْو َم الْ َم ْل َح َم ِة َ اط الْ ُم ْس ِل ِم ِم ْن َخ ْي ِر، ِد َمشْ ُق: إِلَى َجانِ ِب َم ِدي َن ٍة ُيقَا ُل لَ َها،بِالْغُو َط ِة “ َمدَائِنِ الشَّ ا ِم 2) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Yapılacak olan savaş gününde Müslümanların sığınağı, Şam şehirlerinin en hayırlısından biri olan ve kendisine Dimeşk denilen şehrin yanındaki el-Ğuta olacaktır.”
Şam diyarı defalarca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den dua almış bir şehirdir.
، أَخْ َب َرنَا بِشْ ٌر، َح َّد َث َنا َح َّما ٌد َي ْع ِني ا ْب َن َز ْي ٍد،ُس ُ َح َّد َث َنا ُيون َس ِم ْع ُت َر ُسو َل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه:َس ِم ْع ُت ا ْب َن ُع َم َر َيقُو ُل َو َبا ِر ْك، « اللَّ ُه َّم َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َم ِدي َن ِت َنا:َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َيقُو ُل ، َو َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َص ِاع َنا، َو َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َي َم ِن َنا،لَ َنا ِفي شَ ِام َنا َو َبا ِر ْك لَ َنا ِفي ُم ِّدنَا 3) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Şam’ımızda bize bereket ihsan et! Ey Allah’ım! Yemen’imizde bize bereket ihsan et! diye dua etti.” (Buhari 6954, Tirmizi 4210, İmam Ahmed c.10 sf.244) Allah Yolundaki orduların en faziletlisi Şam’daki ordudur.
Yemen’i seçin ve havuzunuzdan için. Şüphesiz ki Allah Şam’a ve ahalisine benim için vekil olmuştur.” (Ebu Davud 2483,İmam Ahmed Sahabenin Fazileti, bab,Şam ehlinin fazileti c.2 sf.897)
Şam insanların Mahşer (toplanma) yeridir.
نَا ُم َح َّم ُد ْب ُن َب َّكا ِر: َقا َل،َح َّد َث َنا إِ ْب َرا ِهي ُم ْب ُن الْ ُم ْس َت ِم ِّر ٍ ْبنِ بِل ،َ َع ْن َق َتا َدة،ٍ نَا َس ِعي ُد ْب ُن َب ِشير: َقا َل،َال ال ِّد َمشْ ِق ُّي ، َر ِض َي اللَّ ُه َع ْن ُه، َع ْن أَبِي َذ ٍّر،الص ِام ِت َّ َِع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه ْبن ض ُ «الشَّ ا ُم أَ ْر: َقا َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم:َقا َل »الْ َم ْحشَ ِر َوالْ َمنْشَ ِر َح َّد َث َنا الأ َ ْو َز ِاع ُّي، َح َّد َث َنا الْ َولِي ُد ْب ُن ُم ْس ِل ٍم،َح َّد َث َنا ُز َه ْي ٌر َح َّد َث ِني َي ْح َيى ْب ُن أَبِي َك ِثي ٍر أَ َّن أَ َبا ِقلا َب َة َح َّد َث ُه َع ْن:َقا َل َس ِم ْع ُت: َع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه ْبنِ ُع َم َر َقا َل،َسالِ ِم ْبنِ َع ْب ِد اللَّ ِه « َتخْ ُر ُج نَا ٌر ِم ْن:َر ُسو َل اللَّ ِه َصلَّى اللَّ ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َيقُو ُل : َت ُسو ُق ال َّناس َف ُق ْل َنا- أَ ْو ِم ْن َحضْ َر َم ْو َت- َب ْح ِر َحضْ َر َم ْو َت « َع َل ْي ُك ْم بِالشَّ ا ِم: َيا َر ُسو َل اللَّ ِه َف َما َتأْ ُم ُرنَا؟ َقا َل.
قثنا أَ ُبو َس ِعي ٍد قثنا، َح َّد َث ِني أَبِي:َح َّد َث َنا َع ْب ُد اللَّ ِه َقا َل َع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه ْبنِ َح َوالَ َة،ُم َح َّم ُد ْب ُن َر ِاش ٍد قثنا َم ْك ُحو ٌل «س َي ُكو ُن ُج ْن ٌد َ :أَ َّن َر ُسو َل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َقا َل ِ بِالشَّ ا ِم َو ُج ْن ٌد بِالْ ِع َر َف ِخ ْر:اق َو ُج ْن ٌد بِالْ َي َمنِ » َفقَا َل َر ُج ٌل َفقَا َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى، َ إِ َذا كَا َن َذلِك،لِي َيا َر ُسو َل اللَّ ِه َ َع َل ْيك، َع َل ْيكَ بِالشَّ ا ِم، « َع َل ْيكَ بِالشَّ ا ِم:الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َف َم ْن أَ َبى َف ْل َي ْل َح ْق بِ َي َم ِن ِه َولْ َي ْسقِ ِم ْن ُغ ْد ِر ِه َف ِإ َّن،بِالشَّ ا ِم »اللَّ َه َق ْد َت َك َّف َل لِي بِالشَّ ا ِم َوأَ ْه ِل ِه
5)Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
4) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−‘Size Şam’ı tavsiye ederim’ buyurdu.” (Tirmizi 2314, Ahmed 2/8 No 4536, 5146, 5376, 5738, 6002, Ebu Ya’la el Musılı-Şam’ın ve ehlinin fazileti babı,c.9 sf.405)
“Yakında işler sizin muhtelif ordulara ayrılmanız şeklinde olacak; bir ordu Şam’da, bir ordu Yemen’de ve bir ordu Irak’ta olacaktır.” Bunun üzerine İbni Havale (Radiyallahu Anh): −Ya Rasulallah! O zamana yetişirsem benim için onlardan birini seç ki orayı tercih edeyim, deyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: −“Sen Şam’ı seç! Orası Allah’ın arzının en hayırlısıdır. Allah, kullarından en hayırlı olanları orası için seçer. Şayet Şam’a gitmeyi istemezseniz
‘Kıyamet gününden önce Yemen’in Hadramevt şehrinden veya Hadramevt Denizi tarafından bir ateş çıkacak ve insanları haşredecek, toplayacaktır.’ Sahabe: −Ya Rasulallah! Bu durumda bize ne emredersin? Diye sorunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Fitneler çıktığı zaman iman Şam’da olacaktır.
َع ْن، ثنا ُم َعا ِو َي ُة ْب ُن َع ْمرٍو،َح َّد َث َنا ُم َح َّم ُد ْب ُن ال َّن ْص ِر ا ْلأ َ ْز ِد ُّي ،ٍ ثنا ا ْب ُن َح ْل َبس،ِ َع ْن َس ِعي ِد ْبنِ َع ْب ِد الْ َعزِيز،َأَبِي إ ِْس َحاق َقا َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه: َقا َل،َع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه ْبنِ َع ْمرٍو ِ «إِنِّي َرأَ ْي ُت أَ َّن َع ُمو َد الْ ِك َت:َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم اب انْ ُت ِز َع ِم ْن َت ْح ِت و َِسا َدتِي َفأَت َْب ْع ُت ُه َب َصرِي َف ِإ َذا ُه َو نُو ٌر َس ِاط ٌع ُع ِم َد بِ ِه إِلَى »الشَّ ا ِم أَ َلا َوإِ َّن ا ْل ِإي َما َن إِ َذا َو َق َع ِت الْ ِف َت ُن ِفي الشَّ ا ِم
RECEP 1434
O’nun İzinde...
Dimeşk: Suriye’nin şimdiki başkenti olan Şam şehridir. (Ebu Davud 4298)
31
6) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Bir ara ben uyumaktayken kitabın direğinin yastığımın altından çıkarılıp kaldırıldığını gördüm. Onun götürüleceğini zannettim. Gözlerimle onu takib ettim. O direk Şam´a götürüldü. Dikkat edin, fitne koptuğu zaman iman Şam´dadır.” (Müsned Şamiyyin Tabarani, c.1 sf.395) Beyhakî, bunun senedinin sahih olduğunu söylemiş ve Abdullah b. Amr´dan da şöyle bir rivayette bulunmuştur: “Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: Kitap direğinin yastığımın altından çekilip alındığını gördüm. Baktım ki o, parlayan bir nurdur. Şam´a götürüldü. Dikkat edin, fitne çıktığı zaman iman Şam´da olacaktır.”
Kıyamete kadar hak üzere olacak ordu Şam ordusudur.
َع ْن أَبِي َع ْب ِد الل ِه، أَخْ َب َرنَا شُ ْع َب ُة،َح َّد َث َنا ُس َل ْي َما ُن ْب ُن َد ُاو َد َيا أَ ْه َل: َيخْ ُط ُب َيقُو ُل، َس ِم ْع ُت ُم َعا ِو َي َة: َقا َل،الشَّ ِام ِّي أَ َّن،الشَّ ا ِم َح َّد َث ِني ا ْلأَنْ َصا ِر ُّي َقا َل شُ ْع َب ُة َي ْع ِني َز ْي َد ْب َن أَ ْر َق َم « َلا َت َزا ُل َطائِ َف ٌة:َر ُسو َل الل ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َقا َل َوإِنِّي َلأ َ ْر ُجو أَ ْن َت ُكونُو ُه ْم،ِين َ ِم ْن أُ َّم ِتي َع َلى الْ َح ِّق َظا ِهر ) َيا أَ ْه َل الشَّ ا ِم1( “
NEBEVÎ HAYAT
7) Muaviye (Radiyallahu Anh) Şam’da verdiği bir hutbesinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şöyle duyduğunu söyledi: “Kıyamete kadar hak üzere olan bir taife olacaktır. Ey ehli Şam, ben sizin onlardan olacağınızı umuyorum”. (Müsned İmam Ahmed c.32 sf.46)
32
َقا َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه:َع ْن أَبِي أُ َما َم َة َقا َل ِين َ « َلا َت َزا ُل َطائِ َف ٌة ِم ْن أُ َّم ِتي َع َلى الدِّينِ َظا ِهر:َو َسلَّ َم ِين َلا َي ُض ُّر ُه ْم َم ْن َخالَ َف ُه ْم إِ َّلا َما أَ َصا َب ُه ْم ِم ْن َ لَ َعد ُِّو ِه ْم َقا ِهر َيا َر ُسو َل: َقالُوا. » ََلأ ْ َو َاء َح َّتى َيأْتِ َي ُه ْم أَ ْم ُر اللَّ ِه َو ُه ْم َك َذلِك ِ س َوأَ ْك َن اف َب ْي ِت ِ «بِ َب ْي ِت الْ َم ْق ِد:اللَّ ِه َوأَ ْي َن ُه ْم؟ َقا َل س ِ »الْ َم ْق ِد 8) Ebu Umame (Radiyallahu Anh)’dan riHAZİRAN’13
vayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimden devamlı Din üzere kaim olan, düşmanlarına galip gelen ve onlara karşı üstün olan bir taife vardır ki onlara muhalefet eden hiçbir kimse onlara zarar veremez, ancak onlara hastalık ulaşana kadar. Onların bu durumları Allah’ın emri gelinceye kadar devam eder. Sahabeler onlar nerede olacaklar ey Allah’ın Rasulu? Diye sorunca, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de “Beytil Makdis’te ve etrafındadırlar” buyurdu. (Etrafından kasıt Şam beldesidir.) (Müsned İmam Ahmed c.36 sf.657)
ِ َح َّد َث َنا أَ ُبو َطالِ ٍب َع ْب ُد الْ َج َّبا ِر ْب ُن َع َح َّد َث َنا إ ِْس َم ِاعي ُل،اص ٍم َع ْن َع ِام ٍر، َعنِ الْ َولِي ِد ْبنِ َع َّبا ٍد،ش الْ ِح ْم ِص ُّي ٍ ْب ُن َع َّيا ِ َعن،َ َع ْن أَبِي ُه َر ْي َرة، َع ْن أَبِي َصالِ ٍح الْ َخ ْو َلانِ ِّي،ا ْلأ َ ْح َو ِل « َلا َت َزا ُل ِع َصا َب ٌة ِم ْن:ال َّن ِب ِّي َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َقا َل ِ َو َما َح ْولَ ُه َو َع َلى أَ ْب َو،اب ِد َمشْ َق ِ أُ َّم ِتي ُيقَاتِلُو َن َع َلى أَ ْب َو اب َلا َي ُض ُّر ُه ْم ُخ ْذ َلا ُن َم ْن َخ َذلَ ُه ْم،س َو َما َح ْولَ ُه ِ َب ْي ِت الْ َم ْق ِد السا َع ُة َ » َظا ِهر َّ ِين َع َلى الْ َح ِّق إِلَى أَ ْن َتقُو َم 9) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimden Şam’ın ve Beyti-l Makdis’in kapılarında ve etrafında savaşan bir topluluk olacaktır. Onlar kıyamete kadar hak üzere olacaklardır. Onlardan ayrı olan, onlara muhalefet edenler ve onları zorlukların ve sıkıntının içinde terk edip onlara yardım etmeyen hiçbir kimse kıyamete kadar onlara zarar veremeyecektir. (Ebu Ya’la el Musılı- Şam’ın ve ehlinin fazileti babı c.11 sf.302)
Şam’ın şehitleri cennette yeşil elbiseler giyecek.
َع ْن ُع ْر َو َة،ِ َع ْن َس ِعي ِد ْبنِ َع ْب ِد الْ َعزِيز،َِح َّد َث َنا َع ْب ُد ا ْل ُقدُّوس ِ : َقا َل، َع ْن َك ْع ٍب،ْب ُن ُر َو ْي ٍم ص ِم َن الْ ُج ْن ِد الَّ ِذي ُ «ح ْم ين ُي ْع َرفُو َن َ َوأَ ْه ُل ِد َمشْ َق الَّ ِذ،ين َ َيشْ َف ُع شَ ِهي ُد ُه ْم لِ َس ْب ِع ِ بِالث َِّي ين َ َوأَ ْه ُل ا ْلأ ُ ْر ُد ِّن ِم َن الْ ُج ْن ِد الَّ ِذ،اب الْ ُخضْ ِر ِفي الْ َج َّن ِة ين ِم َّم ْن َي ْن ُظ ُر ِ ُه ْم ِفي ِظ ِّل الْ َع ْر َ َوأَ ْه ُل ِف َل ْس ِط،ش َي ْو َم الْ ِق َيا َم ِة ِ»اللَّ ُه إِلَ ْي ِه ْم كُ َّل َي ْو ٍم َم َّر َت ْين 10) Ka’b (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: “Hıms şehrinin şehitleri
Şam’daki ordu ile Allah dinini destekle-
yetmiş kişiye şefaat edecek, Şam’ın şehitleri cen-
yecek ve koruyacak.
nette yeşil elbiseler giyecek, Ürdün’ün şehitleri
َع ْن ُس َل ْي َما َن، َع ْن ُع ْث َما َن ْبنِ أَبِي الْ َعاتِ َك ِة،َُح َّد َث َنا الْ َولِيد ٍ ْبنِ َح ِب َقا َل: َر ِض َي اللَّ ُه َع ْن ُه َقا َل،َ َع ْن أَبِي ُه َر ْي َرة،يب ِ «إِ َذا َو َق َع ِت الْ َمل:َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم َاح ُم ، ُه ْم أَ ْك َر ُم الْ َع َر ِب َف َر ًسا،َخ َر َج َب ْع ٌث ِم ْن ِد َمشْ َق ِم َن الْ َم َوالِي ِّين ً »وأَ ْج َو ُد ُه ِسل َ َ ُي َؤ ِّي ُد اللَّ ُه بِ ِه ُم الد،َاحا
Arşın gölgesinde gölgelenecek ve Filistin’in şehitleri günde iki sefer Yüce Allah’ın kendilerine nazar ettiği kişilerden olacak”. (Hammad bin Naiym fitneler kitabı-cüz.1 sf.248)
Şam ordusu en mesud ordudur.
َع ْن، َع ْن تُ َب ْي ٍع،َ َع ْن أَ ْر َطاة،ََح َّد َث َنا َع ْب ُد اللَّ ِه ْب ُن َم ْر َوان ِ َوأَ ْس َع ُد أَ ْج َنا ِد َها بِال َّرا َي، «أَ ْس َل ُم أَهْلِ الشَّ ا ِم: َقا َل،َك ْع ٍب ات َوأَ ْشقَى أَهْلِ الشَّ ا ِم َوأَ ْج َنا ِد َها أَ ْه ُل،الص ْف ِر أَ ْه ُل ِد َمشْ َق ُّ َ ِ ِ َوأنَّ ُه ْم لَ َي ْغ ُم ُر َّن الشَّ ا َم َك َما َي ْغ ُم ُر الْ َم ُاء الْق ْر َب َة،ص َ »ح ْم 11) Ka’b (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Şam ehlinin ve ordularının en iyileri ve sevinçli olanları sarı bayraklı Dımeşklılardır(Şamlılardır). Ehlinin ve ordularının en şerlileri ise Hıms ehlidir. Onlar suyun kovaya dolduğu gibi Şam’a dolarlar. (Hammad bin Naiym fitneler kitabı-cüz.1 sf.270) Şam’daki savaşların sıkıntılı olacağı bildirilmiştir.
ِ َع ْن َع ْمرِو ْبن، َع ْن أَبِي ِه،ََح َّد َث َنا َع ْب ُد اللَّ ِه ْب ُن َم ْر َوان َد َخ ْل ُت َع َلى َع ْب ِد اللَّ ِه ْبنِ ُع َم َر: َقا َل، َع ْن أَبِي ِه،شُ َع ْي ٍب «إِ َذا أَ ْق َب َل ِت:اج بِالْ َك ْع َب ِة َف َس ِم ْع ُت ُه َيقُو ُل ُ ين نَ َز َل الْ َح َّج َ ِح الص ْف ُر ِم َن الْ َم ْغر ِِب ُ َوال َّرا َي،السو ُد ِم َن الْ َمشْ ر ِِق ُ ال َّرا َي ُّ ات ُّ ات ،َاء ُ َف ُه َنالِكَ الْ َبل، َي ْع ِني ِد َمشْ َق،َح َّتى َي ْل َتقُوا ِفي ُس َّر ِة الشَّ ا ِم َاء ُ » ُه َنالِكَ الْ َبل
13) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Savaşlar başladığı zaman Şam’ın evlatlarından bir taife çıkacaktır, onlar at (binek) bakımından Arapların en iyi olanları ve silah bakımından da en sağlam olanlarıdır. Yüce Allah onlar ile dinini destekleyecektir. (Hammad bin Naiym fitneler kitabı-cüz.1 sf.474)
َع ْن، َع ْن أَبِي َب ْك ِر ْبنِ أَبِي َم ْر َي َم،َح َّد َث َنا َب ِق َّي ُة ْب ُن الْ َولِي ِد َقا َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه: َقا َل،ٍَع ِط َّي َة ْبنِ َق ْيس ِ «إِ َذا َو َق َع ِت الْ َمل:َو َسلَّ َم َاح ُم َخ َر َج ِم ْن ِد َمشْ َق َب ْع ٌث ُه ْم ِ ين َوا ْل ِ ِين َ آخر َ ِ»خ َيا ُر ِع َبا ِد اللَّ ِه ا ْلأ َ َّول 14) Atiyye bin Kays (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Savaşlar başladığı zaman Şam’dan bir grup çıkacak ki onlar Yüce Allah’ın evvelki ve sonraki kullarının en hayırlılarıdır. ( Hammad bin Naiym fitneler kitabıcüz.1 sf.498)
Şam İsa (Aleyhisselam)’ın ineceği kutsal bir letti: Haccac Kabe’ye girdiği zaman Abdullah bin Ömer’in yanına girdim, o şöyle diyordu: “Doğudan siyah bayraklılar, batıdan da sarı bayraklılar hareket edip Şam’ın göbeği denilen “Dimeşk” de karşılaştıkları zaman, işte bela o zamandadır, işte bela o zamandadır. (Hammad bin Naiym fitneler kitabı-cüz.1 sf.272)
beldedir.
ِ َح َّد َث َنا أَ ْح َم ُد ْب ُن الْ ُم َعلَّى ال ِّد َمشْ ِق ُّي الْق ثنا ِهشَ ا ُم ْب ُن،َاضي ، ثنا ِهشَ ا ُم ْب ُن َخالِ ٍد،َ ح َو َح َّد َث َنا َع ْبدَا ُن ْب ُن أَ ْح َمد،َُع َما َرة َع ْن أَبِي،َ ثنا َيزِي ُد ْب ُن ُع َب ْي َدة، ثنا ُم َح َّم ُد ْب ُن شُ َع ْي ٍب:َقا َلا َع ْن ال َّن ِب ِّي َصلَّى،ٍس ْبنِ أَ ْوس ِ َع ْن أَ ْو،الص ْن َعانِ ِّي َّ ا ْلأ َ ْش َع ِث يسى ا ْب ُن َم ْر َي َم َع َل ْي ِه َ « َي ْن ِز ُل ِع: َقا َل،الل ُه َع َل ْي ِه َو َسلَّ َم »السلَا ُم ِع ْن َد الْ َم َنا َر ِة الْ َب ْي َضا ِء شَ ْر ِق َّي ِد َمشْ َق َّ
RECEP 1434
O’nun İzinde...
12) Amr bin Şuayb babasından şöyle nak-
33
15) Evs bin Evs (Radiyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Meryem oğlu İsa (Aleyhsselam) Dimeşk’ın doğusunda beyaz minareye inecektir. (Mucemul Kebir Tabarani, c.1 sf.217)
sizinle savaşacaklar, Müslümanlarda o gün Dimeşk’te bulunan “ĞUTA” denilen yerde toplanacaklar. (Hammad bin Naiym fitneler kitabı-cüz.1 sf.50)
Ahir zamanda Müslümanlara karşı ihanet edileceği ve Müslümanlarında Şam’da toplanacağı bildirilmektedir.
ُس ْب َحا َن الَّ ۪ ٓذي اَ ْسرٰى بِ َع ْب ِد ۪ه لَ ْيلًا ِم َن الْ َم ْس ِج ِد الْ َح َرا ِم اِلَى الْ َم ْس ِج ِد ا ْلا َ ْق َصا الَّذ۪ ي َبا َر ْك َنا َح ْولَ ُه لِ ُن ِر َي ُه ِم ْن اٰ َياتِ َن ۜا اِنَّ ُه ُه َو يعني الشام- }ير {وباركنا حوله َّ ُ السم۪ ي ُع الْ َب ۪ص
NEBEVÎ HAYAT
، َوأَ ُبو الْ ُم ِغ َير ِة، َوالْ َح َك ُم ْب ُن ن َِاف ٍع،َح َّد َث َنا َب ِق َّي ُة ْب ُن الْ َولِي ِد ِ َع ْن َع ْب ِد ال َّر ْح َمنِ ْبنِ ُج َب ْي ِر ْبن،َع ْن َص ْف َوا َن ْبنِ َع ْمرٍو ، َع ْن َع ْو ِف ْبنِ َمالِ ٍك ا ْلأ َ ْش َج ِع ِّي، َع ْن أَبِي ِه،نُ َف ْي ٍر الْ َحضْ َر ِم ِّي َقا َل لِي َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه:َر ِض َي اللَّ ُه َع ْن ُه َقا َل أَ َّولُ ُه َّن،السا َع ِة ُ «ا ْع ُد ْد َيا َع ْو:َو َسلَّ َم َّ ف ِس ًّتا َب ْي َن َي َد ِي َم ْوتِي» َف ْاس َت ْب َك ْي ُت َح َّتى َج َع َل َر ُسو ُل اللَّ ِه َصلَّى الل ُه َع َل ْي ِه َوالثَّانِ َي ُة َف ْت ُح، إ ِْحدَى: « قُ ْل: ثُ َّم َقا َل،َو َسلَّ َم ُي ْس ِك ُت ِني َوالثَّالِ َث ُة ُمو َتا ٌن َي ُكو ُن ِفي، ِ ا ْث َن َت ْين:ِ قُل،َِب ْي ِت الْ َم ْق ِدس َوال َّرابِ َع ُة ِف ْت َن ٌة َت ُكو ُن ِفي، َثلَاثًا: قُ ْل،ص الْ َغ َن ِم ِ أُ َّم ِتي َك ُق َعا يض الْ َما ُل ُ َوالْ َخ ِام َس ُة َي ِف، أَ ْر َب ًعا: قُ ْل، َو َع َّظ َم َها: َقا َل،أُ َّم ِتي : قُ ْل،ِفي ُك ْم َح َّتى ُي ْع َطى ال َّر ُج ُل الْ ِمائَ َة الدِّي َنا ِر َف َي َت َسخَّ َط َها السا ِد َس ُة ُه ْدنَ ٌة َت ُكو ُن َب ْي َن ُك ْم َو َب ْي َن َب ِني ا ْلأ َ ْص َف ِر َّ َو،َخ ْم ًسا يرو َن إِلَ ْي ُك ْم َف ُيقَاتِلُونَ ُك ْم َوالْ ُم ْس ِل ُمو َن َي ْو َم ِئ ٍذ ِفي ُ ثُ َّم َي ِس ض ُيقَا ُل لَ َها الْغُو َط ُة ِفي َم ِدي َن ٍة ُيقَا ُل لَ َها ِد َمشْ ُق ٍ “ أَ ْر
34
16) Avf bin Malik El Eşcai (Radiyallahu Anh) dedi ki Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana şöyle dedi: “Ey Avf! Kıyametten önce altı şey olacaktır say. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devamla “birincisi benim ölümüm dedi, ben ağlamaya başladım ta ki Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beni susturdu, sonra dedi ki bu birincisi. Devamla, ikincisi Beytül Makdis’in fethi, dedi ve bana iki de, dedi. Sonra üçüncüsü, hastalanan koyunların ardı ardına ölmesi gibi ümmetimden ölümlerin çoğalması dedi ve bana üç de, dedi. Sonra dördüncüsü, ümmetimin içinde olacak fitne dedi ve bunu çok büyüttü, sonra bana dört de, dedi. Devamla beşincisi, içinizde malın çoğalması, o kadar artacak ki ta ki bir kişi diğerine yüz dinar verse onu azımsayacak dedi ve bana beş de, dedi. Ve sonra altıncısı, sizin ile Benil Esfar oğulları arasında bir anlaşma olacak, onlar anlaşmayı bozarak sizin üzerinize yürüyecekler ve HAZİRAN’13
Şam’a delalet eden Ayetler
1) Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. (İsra Süresi 1) İbni Abbas bu ayette geçen “çevresini mübarek kıldığımız” ibaresinden kastın Şam beldesi olduğunu tefsirinde bildirmiştir.
ض الْ ُم َقد ََّس َة الَّت۪ي َك َت َب اللّٰ ُه لَ ُك ْم َو َلا َ َيا َق ْو ِم ا ْد ُخلُوا ا ْلا َ ْر ين َ َت ْر َتدُّوا َعل ٰٓى اَ ْد َبا ِركُ ْم َف َت ْن َق ِل ُبوا َخ ِاس ۪ر 2) Ey kavmim! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. (Maide Süresi 21) Ayette geçen “mukaddes toprak” tan kastın Şam beldesi olduğu bildirilmiştir.
ِ يح َع ض الَّت۪ي ِ اص َف ًة َت ْج ۪ري بِاَ ْم ِر ۪ٓه اِلَى ا ْلا َ ْر َ َولِ ُس َل ْيم َٰن ال ۪ ّر ين َ َبا َر ْك َنا ف َ ۪۪يه ۜا َوكُ َّنا بِ ُك ِّل شَ ْي ٍء َعالِم 3) Süleyman’ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz. (Enbiya Süresi 81) Ayette geçen (bereketler yarattığımız yer) den kastın da Şam beldesi olduğu bildirilmiştir. Not: Şam’ın ve ehlinin fazileti ile alakalı hadisler bunlarla sınırlı değildir. Fakat benzer hadisler ve benzer vakıalardan bahsettikleri için biz her olayla alakalı birer hadisi burada zikretmeye çalıştık.
Hakan Sarıküçük
NEREYE BU GİDİŞ?
Z
eyd b. Sabit (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim ki, arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar ve dünyadan kendisi için yazılmış olandan başka hiçbirşey ona gelmez. Kiminde niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için dağınık işini toparlar, zenginliğini kalbine yerleştirir. Dünya da boyun eğerek ona gider.” (Tirmizi, Kıyamet, 30 ; İbni Mace, Zühd, 2) Evet, gayesi ve hedefi dünya hayatının rahatlığı ve zevki olan bir kimse, hiçbir zaman ama kesinlikle hiçbir zaman dünyanın peşinden ye-
tişemez. Malı arttıkça daha fazlasını kazanmayı hedefler ve bu koşuşturma hayat boyu sürekli devam eder gider. Çünkü insanoğlunun gözü hiçbir zaman doymaz. Nitekim bu hususla ilgili olarak İbni Abbas (r.a.) ve Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerifte Rasulullah (s.a.s.) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Şayet ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci bir vadi dolusu altını olsun ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey dolduramayacaktır. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.” (Buhari, Müslim) Evet, Kainatın efendisi olarak gönderilen Peygamber efendimiz, bu hususu gayet net bir şekilde RECEP 1434
O’nun İzinde...
“Kim ki, arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar ve dünyadan kendisi için yazılmış olandan başka hiçbirşey ona gelmez. Kiminde niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için dağınık işini toparlar, zenginliğini kalbine yerleştirir. Dünya da boyun eğerek ona gider.”
35
NEBEVÎ HAYAT
Hedefi ahiret olan bir kimsenin ise dünya görüşü daha farklıdır. Böyle bir kişi hedefine ulaşmak için dünyayı kendisine bir vesile edinir. Amaç ve gaye değil. Böyle bir şahıs devamlı ahiretini kazanmak için çalışır ve dünya hayatının her an bitebileceğine inanarak dünyaya bağlanmaz. Dünya da devamlı surette kendisini ahirette hedeflemiş olduğu Cennete ulaştıracak işler peşinde koşturur. Fakat bu koşuşturmaları kendisine bir yorgunluk, bir bıkkınlık ve bir usanç vermek şöyle dursun, bu kişiyi biraz daha gayretlendirir, biraz daha azmini arttırır. Ve sonuçta öyle bir hale gelir ki, bu yorgunluk olarak telakki edilen şey onun için bir zevk halini alır.
36
bizlere beyan etmektedir. İşte dünyayı kendisine hedef olarak seçen bir kimse devamlı olarak çabalar, koşuşturur. Fakat kendisi böyle yapmak ile hem ahiretini ihmal etmiş olur, hem de kendisine yazılandan fazlasına erişemez. Çünkü rızık, Allah’u Teala’nın daha ana karnında iken yazdığı bir husustur ve kişi hakkında takdir ettiği kadarı kişiye ulaşacaktır. Fazlasını elde etmek için ne kadar çalışılırsa çalışılsın, Allah (c.c.) bunu murad etmemiş ise kişi bu çabasının neticesinde yorgunluktan başka bir şey elde edememiş olur. Hedefi ahiret olan bir kimsenin ise dünya görüşü daha farklıdır. Böyle bir kişi hedefine ulaşmak için dünyayı kendisine bir vesile edinir. Amaç ve gaye değil. Böyle bir şahıs devamlı ahiretini kazanmak için çalışır ve dünya hayatının her an bitebileceğine inanarak dünyaya bağlanmaz. Dünya da devamlı surette kendisini ahirette hedeflemiş olduğu Cennete ulaştıracak işler peşinde koşturur. Fakat bu koşuşturmaları kendisine bir yorgunluk, bir bıkkınlık ve bir usanç vermek şöyle dursun, bu kişiyi biraz daha gayretlendirir, biraz daha azmini arttırır. Ve sonuçta öyle bir hale gelir ki, bu yorgunluk olarak telakki edilen şey onun için bir zevk halini alır. Yukarıdaki hadisi şerifi şöyle bir örnek ile açıklayabiliriz. Bizler İslam’ı Güneş’e, Dünyayı da bir gölgeye benzetelim. Çünkü İslam Güneş gibidir. Hiçbir zaman ışığından bir şey kaybetmez ve devamlı surette etrafını aydınlatmaya devam eder. Ve bu nimetinden faydalanmak isteyen herkese karşı cömerttir. Dünya hayatı ise bir gölge gibidir, gelip geçicidir. Güneş ve ışık varsa varolur. Şayet ışık olmazsa o zaman gölge diye bir şey de olmaz. İşte bir insan güneşe doğru yürüdüğü zaman hem ısısından hem de ışığından istifade eder ve yolculuğu bu istikamette devam ettikçe devamlı olarak bu faydalanma da devam eder. Ama bir HAZİRAN’13
husus vardır ki bu da asla unutulmamalıdır. Bu husus ta, kişi devamlı surette güneşe (İslam’a) yürüdükçe, arkasındaki gölgesi (dünyası) onu hiç yalnız bırakmayacak ve peşinden gelecektir. Kişi güneşe (İslam’a) doğru yürüdükçe tıpkı kendisinin yürüdüğü veya koştuğu hızda o da kişinin peşinden gelecek ve onun bu yolculuğunda arkadaşlığını yapacaktır. İşte Müslüman kişi de kendine hedef olarak güneşi (İslam’ı) seçtiği takdirde bu hedefe doğru yürüyüşünde dünyası da onunla gelecek ve nimetlerini ona sunacaktır. Kişi şayet bu yürüyüşünde güneşe doğru yönelişini durduracak veya bir anlık bile olsun sırtını güneşe çevirecek olursa gölgesinin peşine takılması ve ona meyletmesi söz konusu olur. Bu takdirde kişi gölgeyi yakalamak için her elini atışında ve her adımında onu yakalamayı şöyle bir kenara koyalım, gölgesi kendisinden hep birkaç adım önde olacak ve hiçbir zaman ona ulaşamayacaktır. Bütün gayretiyle ve bütün çabasıyla onu elde etmek için koşturacak. Fakat nafile... O bu yürüyüşünde, şu hususun geç farkına varacaktır ki, mesele sadece gölgesini yakalamak için koşturmasıyla kalmamış, gölgesine her yönelişinde güneşin ışığından ve ısısından biraz daha uzaklaşmıştır. Peki sonuç ne olmuştur? Sonuçta ışığın olmadığı bir yerde artık gölgede olmayacağı için kişi artık kapkaranlık bir yerde kalmış ve elinden gölgesi de (dünyası) gitmiştir. Artık çaresizdir. Kendisine yolunu gösterecek ufacık bir ışığı bile kalmamış, bir zamanlar kendisinin peşinden koşturduğu gölgesi de onu bu ıssız ve karanlık yerde yapayalnız bırakmıştır. Artık önünü göremediği için uçurumlara yuvarlanmak ve paramparça olmak ile karşı karşıyadır. Oysa bir zamanlar öylemiydi ya? Ne güzel etrafını görebiliyor, sağına soluna bakıp hedefine doğru yürüyordu. Çevresine baktıkça etrafında olup bitenleri
“...Müminlere yardım etmek ise üzerimize bir haktır.” (Rum-47) Dünyada ve Ahirette mutlu olabilmenin en önemli yollarından biride, şu ayeti kerimedeki Rabbimizin bize olan buyruklarıdır: “Ve eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri katından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereği gibi uygulasalardı, şüphesiz üstlerinden ve ayakları altından (rızıklarını) yerlerdi....” (Maide-66) Şayet insanlar Allah (c.c.) tarafından gönderilmiş olan kitaplara uysalardı, Rabbimiz insanlığa hiç görülmemiş oranda rızıklarını hesapsızca verecek, hem altlarından madenler, petroller, her türlü yiyecekler ve meyvelerle hem de üstlerinden bereketli yağmurlarla ve bunun gibi daha birçok nimetlerle rızıklandıracak idi. İmam Kurtubi bu ayet hakkında: “Rabbimizin “Alt ve Üst” diye zikretmesinden kasıt dünyada onlara ihsan edilecek nimetlerin çokluğunu ifade etmek için mübalağalı bir ifade kullanılmıştır” der. Fakat pek nankör olan insanoğlundan da böyle birşey beklenemezdi. Nitekim de böyle oldu. Heva ve heveslerini ilah edinmesi ve bu hususta haşa Yaratıcının üstünde hüküm koyduğunu iddia etmesiyle hem dünya rahatlığını ve zenginliğini kaybetti, hem de ahirette çok kötü bir akıbetle karşılaşmasına zemin hazırladı. Ve hadisi şerifteki tabir ile bunun neticesinde Yüce Allah insanlığın aleyhine işlerini darmadağın etti, ve onları her bakımdan fakir bıraktı. Sonuç: Bizler Dünya ve Ahiret saadetine ulaşmak istiyorsak, İslam’a yönelmeli ve Ahiret’i maksadımız olarak kabul etmeliyiz. Dünyaya hak ettiği değerden fazlasını vermemeli ve onu ancak Rabbimize giden yolda bir vesile olarak kabul etmeliyiz. Rabbimize yaptığımız her duada O’ndan Dünya ve Ahiret saadetini istemeliyiz. “İnsanlardan bazıları vardır ki, “Rabbimiz, Dünyada ver” der. Ahirette ise onun hiç bir payı yoktur. İnsanlardan bazıları da “Rabbimiz, bize Dünyada bir güzellik ver, Ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru” der. İşte onların kazandıklarından bir payları vardır. Allah hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara-200-202) RECEP 1434
O’nun İzinde...
görüyor, ısısı ve ışığı artıyordu. Ve işte o zamanlar dostu olan gölgesi de (dünyası da) onunla beraber bu yolda yürüyordu. Ama işte şu anda burada yapayalnız ve çaresiz... Akıbetini de beklemeye mahkûm bir haldedir. İşte bu misalde görüyoruz ki, güneş varsa gölge de vardır. Güneş yoksa gölge de olmayacaktır. Bizler bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Yüce Rabbimiz bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor: “Kim Ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de Dünya hayatını istiyorsa ona dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun Ahirette bir nasibi olmaz.” (Şura –20) Bu ayetin açıklamasında Kurtubi (Rh.a.) şöyle der: “Bu ayetteki buyruğun anlamı şudur: Bizim kendisine verdiğimiz rızık ile ahireti için ekin isteyen ve böylelikle Allah’ın haklarını tastamam yerine getirip dini güçlendirmek uğrunda infakta bulunan kimseye, bu yaptığı işin mükafatını bire karşılık on kattan, yediyüz kata veya daha fazlası olmak üzere sevap veririz. “Kim de dünya ekinini (kazancını) isterse” Allah’ın kendisine vermiş olduğu mal ile dünya da başkanlık ve haram kılınmış şeylere ulaşma isteğinde bulunursa böylesini biz kesinlikle rızıksız bırakmayız. Fakat bu kimsenin kendi malından ahirette herhangi bir payı da olmaz. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim bu dünyayı isterse bizde burada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabucak veririz. Sonra da onu cehenneme koyarız. O burayı kınanmış ve kovulmuş olarak boylar. Kim de mümin olarak ahireti diler ve bunun için gereği gibi çalışırsa, işte onların çalışmaları makbul olur.” (İsra-18,19)” Evet, ayetler çok açık. Dünya hayatını isteyen kişi ahiret mükâfatına kıyasla dünyadan sadece biraz ve az bir şeye malik olabilir. Ama yine neticesi hüsrandır. Fakat ahireti isteyen kimseye ise Yüce Rabbimiz, rızık ve mükâfat kapılarını açmış, bu kimsenin çalışmasını ve gayretini makbul işlerden kabul etmiştir. Müslümanlar her ne zaman tam manasıyla dinlerine yönelirler ve ahiretleri için çalışırlarsa, işte o zaman hem dünyada hem de ahirette kazanan kimselerden olacaklardır. Çünkü Rabbimiz bize bunun garantisini vermiştir. “Şayet siz Allah’a (O’nun dinine) yardım ederseniz oda size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed-7)
37
BİR KONU BİR AYET Adem Sözkesen
اس َت َج ْب َنا لَ ۘ ُه َو َو َه ْب َنا لَ ُه َي ْح ٰيى َواَ ْص َل ْح َنا لَ ُه َز ْو َج ۜ ُه اِنَّ ُه ْم كَانُوا ْ َف ِ ُي َسا ِر ُعو َن ِفي الْ َخ ْي َر ين َ ۪ات َو َي ْد ُعونَ َنا َر َغ ًبا َو َر َه ًب ۜا َوكَانُوا لَ َنا َخ ِاشع “Onun duasını da kabul ettik ve O’na Yahya’yı armağan ettik, eşini de kendisi için
çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik. Gerçekten onlar (Nebiler) hayır işlerde koşuşup yarışırlar. Umarak, korkarak bize yalvarır ve derin saygı gösterirlerdi”.
M
(Enbiyâ, 90)
ahlûkatı yoktan var eden ve bu mahlûkatı uyarmak için Nebiler gönderen, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam beşeriyetin en hayırlısı, önderi ve komutanı olan Nebimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine ve O’nun pak, temiz ve iffetli ailesine ve sahabelerine olsun. Âmin.
NEBEVÎ HAYAT
Yüce Allah, bize rehber olarak indirdiği kitabında, mahlûkatı uyarmak ve ıslah etmek için gönderdiği Nebilerini konu alan Enbiya süresini aktarmış ve bu sürenin 90. ayetinde bizlere de nasihat almamız için şöyle buyurmuştur:
38
“Onun duasını da kabul ettik ve O’na Yahya’yı armağan ettik, eşini de kendisi için çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik. Gerçekten onlar (Nebiler) hayır işlerde koşuşup yarışırlar. Umarak, korkarak bize yalvarır ve derin saygı gösterirlerdi.” (Enbiya, 90) HAZİRAN’13
Bu ayette Zekeriya (aleyhisselam) Yüce Allah’tan bir çocuk istemiş ve Yüce Allah’ta kendisine Yahya diye isimlendirdiği bir çocuk ile icabet etmişti. Bu ilk bakışta salt bir dua ve akabinde aynı şekilde bir icabet olarak gözükebilir. Fakat bizim buradan çıkarmamız gereken birçok dersler vardır. Şöyleki; Zekeriya (aleyhisselam) Rabbinden aldığı daveti halkına anlatmış, halkının bu konudaki tutumu ve tavrından ötürü kendisinden sonra bu davetin devamı hususunda kuşkuya düşmüştü. Yüce Allah’tan bu daveti devam ettirecek bir mirasçı istemişti. Dikkat edersek, Zekeriya (aleyhisselam) kendi zürriyetinin bekası için veya mal varlığının, makamının, mevkisinin veya herhangi bir dünyevi menfaatin devam edip sürmesi için bir mirasçı değil de tam aksine Allah’ın dininin bekası için Yüce Allah’tan kendisine bu hususta mirasçı istemiştir.
Ayetin devamında ise Yüce Allah bizlere, Dinlerine ve davalarına sahip çıkan Nebilerinin sıfatlarını aktararak, bizlere davamız hususunda nasıl davranacağımızı bildirmiştir. O şöyle buyuruyor:
ِ اِنَّ ُه ْم كَانُوا ُي َسا ِر ُعو َن ِفي الْ َخ ْي َر ات
“Gerçekten onlar (Nebiler) hayır işlerde koşuşup yarışırlar.”
Evet, onlar hayırda yarışırlardı. Onlar hayrın öncüleri idiler. Onların tek mesaisi, hayır işlerle uğraşmaktı. Nebilerin bu ayette zikredilen ilk sıfatı bu idi. Nebilerin ve Rasullerin yoluna talip olacak olan müminlere bırakılan en büyük miraslardan birisi işte buydu. “Hayırda yarışmak”. Gücünü kuvvetini, zekâsını becerisini, gecesini gündüzünü, malını mülkünü ve tüm mesaisini bu kutsal yarış için harcamaktı. Hüsnü akıbete ulaştıracak olan yüce bir makamdı. Dünyayı cennet edinmişlerin değil cenneti ebedileştirmişlerin çabasıydı bu. Dünyada milyonlarca insan makam, mevki, mal, mülk, servet, itibar vs. şeyler için yarışırken, yalnız Allah’ın dinine sahip çıkmak için yarışanların mesleğiydi bu. İşte bu, dünyayı imtihan diyarı, ahireti de ebedi bir mesken edinenlerin yoluydu. İşte bu yolun adı “Hayırda Yarışmak” tı. Ayrıca bu yarışa teşvik için, eni semavat ve yeryüzü kadar olan cennetler için yarışmamızı Yüce Allah bizlere emrederek şöyle buyurmuştur:
َو َسا ِر ُٓعوا اِلٰى َم ْغ ِف َر ٍة ِم ْن َر ِّب ُك ْم َو َج َّن ٍة َع ْر ُض َها ين ُ الس ٰم َو َ ۙ ۪ض اُ ِعد َّْت لِ ْل ُم َّتق َّ ُ ۙ ات َوا ْلا َ ْر
“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği
göklerle yer kadar olan, muttakiler için hazırlanmış olan cennete ulaşmakta birbirinizle yarışın.” (Ali İmran, 133) Diğer bir ayette ise yarışçıların bu cennet için yarışmalarını emrederek şöyle buyurmuştur:
س الْ ُم َت َن ِاف ُسو ۜ َن ِ َوف۪ي ٰذلِكَ َف ْل َي َت َنا َف
“Öyleyse bunun (değerli cennet nimetlerine ulaşmak) için yarışanlar (can atanlar) yarışsınlar.” (Mutaffifin, 26) Ve Rabbimiz ayette geçen Nebilerin ikinci sıfatı ile alakalı ise bizlere örnek almamız için şu nasihati yapıyor:
َو َي ْد ُعونَ َنا َر َغ ًبا َو َر َه ًبا
“Umarak, korkarak bize yalvarırlar”
Bu cümle ile alakalı müfessirler şu açıklamaları yapmışlardır. - Onlar ümit ile korku arasında bize dua ederlerdi. - Onlar gece ve gündüz bize yalvarırlardı. - Onlar zorlukta ve ferahlıkta, darlıkta ve bollukta bizi çağırırlar ve dua ederlerdi. Değerli Müslümanlar, Yüce Allah katında duanın çok büyük bir yeri vardır. Rabbimiz kulları tarafından devamlı anılmak, zikredilmek ve hatırlanmak istemiştir. Bir ayette ise duanın ne kadar önemli olduğu bizlere şöyle aktarıyor:
قُ ْل َما َي ْع َب ۬ ُؤا بِ ُك ْم َر ۪بّي لَ ْو َلا ُد َعٓا ۬ ُؤكُ ْم
“Duanız ve yalvarmanız olmasaydı, Rabbiniz size değer verir miydi?” (Furkan, 77) Ayetin bu kısmında, bize örnek gösterilen ve nasihat almamız gereken yer ise yapacağımız her işte Rabbimize yalvarmak, rabbimizi hatırlamak ve hangi hal üzere olursak olalım ümit ve korku ile Yüce Yaratanımıza sığınmak ve O’ndan yardım istemektir. Ayrıca davamız ve dinimiz adına başımıza gelen her hususta, Rabbimizden başka hiçbir yardımcımız olmadığını ve her ne kadar dine bağlı kimselerde olsak korku ile ümit içinde Rabbimize yalvarmamız gerektiğini bizlere bildirmiştir. Ayrıca bu ayetten şunu da anlıyoruz. ZekeRECEP 1434
O’nun İzinde...
İşte evlat bunun için istenecekti. Nebilerin dinlerine ve davalarına ne kadar önem verdiklerini bize gösteren Yüce Allah, aynı şekilde bizimde davamız olan İslam’a ne kadar önem vermemiz gerektiğini, yapılan tüm işlerde davanın bekası için çalışılması gerektiğini ve dünyadaki tek ve asıl hedefin bu güzide davaya sahip çıkmak ve bekası için mücadele etmek olduğunu bildirmiştir. Zekeriya (aleyhisselam) bize burada öğretmenlik yaparak Allah’a nasıl dua edileceğini, duanın kabulü için ihlâsın ne kadar önemli olduğunu bildirdi.
39
Nebiler, Yüce Allah’a karşı haşyet ve derin saygı ile ibadet ederler ve bu makam ile görevlerini en güzel şekilde yerine getirirlerdi. Devamlı Yüce Allah’a karşı haşyet içinde olan, her anında Rabbinin kendisi ile beraber olduğu inancını taşıyan ve bu duygu ile hayatını sürdüren kişi asla istikametini bozmayacaktır. Rabbe duyulan derin saygı ve haşyet kişiyi devamlı imanın zirvesinde tutacaktır. Peygamberlerin özelliği olan bu Mukaddes ve yüce amel, Müslüman’ı devamlı zirvede tutacak ve Rab Teâla’nın rızası olan ameller ile haşır neşir olmasını sağlayacaktır. riya (aleyhisselam)’ın duasının karşılığı ne kadar zorda olsa bu Allah için çok kolaydı ve hiç beklemediği zamanda kendisine icabet etti. Rabbimiz için hiçbir zorluk yoktur, dua edenin duasına icabet eder. Önemli ve bilinmesi gereken ise dua edenin bu özellikleri yerine getirmeli ve bu şekilde duasına icabet beklemesi gerekir. Ayetin son kısmında ise Rabbimiz Nebilerin sıfatları ile alakalı şöyle buyuruyor:
َوكَانُوا لَ َنا َخ ِاشع۪ ين
“Bize karşı haşyet içindedirler. (Derin saygı gösterirlerdi).”
NEBEVÎ HAYAT
Nebiler, Yüce Allah’a karşı haşyet ve derin saygı ile ibadet ederler ve bu makam ile görevlerini en güzel şekilde yerine getirirlerdi. Devamlı Yüce Allah’a karşı haşyet içinde olan, her anında Rabbinin kendisi ile beraber olduğu inancını taşıyan ve bu duygu ile hayatını sürdüren kişi asla istikametini bozmayacaktır. Rabbe duyulan derin saygı ve haşyet kişiyi devamlı imanın zirvesinde tutacaktır. Peygamberlerin özelliği olan bu Mukaddes ve yüce amel, Müslüman’ı devamlı zirvede tutacak ve Rab Teâla’nın rızası olan ameller ile haşır neşir olmasını sağlayacaktır.
40
Ayrıca bu haslet Nebilerin özelliği olduğu gibi, dini dava edinmiş muvahhitlerin vazgeçilmez özelliğidir. Muvahhit bu duygu ile dünyanın tüm sıkıntı ve musibetlerine göğüs germiş ve hiçbir tehdit ve korku altına girmeden, Rabbine duyduğu haşyeti ve derin saygısı ile tüm tağutlara meydan okuyup davasına sımsıkı sarılarak hayatını sürdürmüştür. Davasının gereğini yerine getirmesine engel olacak hiçbir dünyevi engele takılmamış ve davası için tüm fedakârlıkları yaparak dinine olan hizmeti en güzel şekilde yerine getirmiştir. HAZİRAN’13
Yüce Allah’a karşı duyulan bu iman ve haşyet sayesinde dünyada değer verdiği en kutsal makam ise Rabbinin rızası uğrunda mesai etmek olmuştur. Diğer insanlar dünyaya olan haşyet ve derin saygılarından dolayı dünyanın vazgeçilmez köleleri olurken, bu özelliğe sahip müminler ise hem dünyanın hem de ahretin efendileri olmuşlardır. Rablerine olan haşyetleri ve saygıları artıkça dinlerine ve davalarına her geçen gün bağılılıkları artmış ve dünyanın sıkıntı ve kederleri onların Rablerine karşı imanlarını artırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Başlarına gelen musibetler, sıkıntılar, tehditler ve baskılar artıkça onların imanı artmış ve davalarına daha fazla sarılmışlardır. Çünkü Rableri onlara bu vaadi yapmıştır. Yüce Allah Hendek Ashabı ile alakalı şöyle buyuruyor:
اب َقالُوا ٰه َذا َما َو َع َدنَا َ ۙ َولَ َّما َراَ الْ ُمؤ ِْم ُنو َن ا ْلا َ ْح َز اللّٰ ُه َو َر ُسولُ ُه َو َصدَقَ اللّٰ ُه َو َر ُسولُ ۘ ُه َو َما َزا َد ُه ْم اِ َّلٓا ا۪ي َمانًا َو َت ْسل۪ي ًم ۜا
“Müminler, düşman bölüklerini gördüler mi, “İşte bu Allah’ın ve Resulü’nün bize vaat ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir” dediler. Bu durum onların ancak imanını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” (Ahzab 22) Allahu Ekber! Bu ne büyük bir iman, bu ne büyük bir duygu. Bu ne güzel bir teslimiyet.
Rabbimden tüm müminlere Nebilerin bu sıfatlarını bahşetmesini temenni ediyorum.
سبحاك اللهم وبحمدك أشهد ان لاإله إلا أنت أستغفرك و أتوب إليك
Ali YÜCEL
BİR HADİS BİR YORUM
HZ. PEYGAMBER’E ÜMMET OLMADAN ÜMMETÇİLİK
إذا. مثل الجسد،مثل المؤمنين في توادهم وتراحمهم وتعاطفهم تداعى له سائر الجسد بالسهر والحمى،اشتكى منه عضو
”
llah (celle celâluh), insanları dağılıp ayrılmaları için yaratmamıştır. Onların
Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah diledi-
bir istikamette Kendisine kulluk etmeleri için
yöneleni de doğru yola iletir.” (Şura Suresi 13)
peygamberler göndermiş, buyruk ve fermanlar
Lakin dünya sevgisi, kör menfaatçilik ve hevaya
indirmiş, parçalanıp tefrikaya düşmelerini ya-
tabi olma duyguları insanları birbirinden ayırmış,
saklamıştır. Hatta dini ayakta tutup onda ayrı-
aralarına ayrılık tohumları ekmiş ve neticede tef-
lığa düşmemeyi ülü’l-azm peygamberleri de şahit
rikaya düşüp birbirine düşman kesilmişlerdir.
kılarak dinden saymıştır. “Dini ayakta tutun ve
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece
onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye
aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa
ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mu-
düştüler.” (Şura Suresi 14)
sa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de
ilme dayanmayan, inat ve heva kokan ihtilaflar
din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din),
insanların din ve dünyalarını tarumar ettiği için
ğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine
Şüphe uyandırıcı,
RECEP 1434
O’nun İzinde...
A
“
“Hiç sıkılmaz mısınız Hz. Peygamber’den? Ki uzaklardaki bir mümini incitse diken, Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı, Sizden elbette olur ruh-i Nebi davacı!(1)
41
Yüce Rabbimiz, ayrılık ve tefrikanın güçsüzlüğe sebep olacağını, zaferden uzaklaştıracağını şu şekilde beyan ediyor: “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfal Suresi 46) Müslümanların yaklaşık 2 asırdır içlerinde bulundukları durumu hakikatin ölçülerine göre tahlil etmeye çalışan her insaf sahibi kimse, vakıanın ayet-i kerimeye birebir mutabık kaldığını hayretle görecektir. Sayıları bir buçuk milyarı bulmasına rağmen Peygamber’in diliyle selin üzerindeki çer-çöp kadar etkisiz İslam âleminin durumu daha başka nasıl izah edilebilir ki? Gücü dağılmış, korku ve endişe içerisinde bekleyen, kardeşine fiili olarak yardım bir tarafa sözlü yardımdan çekinen, mukaddesatına müdahale edilmesine rağmen ses çıkarmaktan aciz, hanımları her türlü zulme maruz bırakılmış, çocukları insafsızca öldürülen, gözünün içine baka baka kendisine her türlü ahlaksızlığı reva gören çağdaş Firavun-Nemrutların koltuk değnekliğine soyunanları içersinde barındıran, konuşmaya geldiğinde mangalda kül bırakmayan ama icraatı olmayan, kuru kalabalık görünümünde bir ümmet. Allah’ın son dini İslam bu şekildeki ayrılık ve ihtilafları dinden uzaklaşma olarak görmüştür. “Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am Suresi 159) Bir diğer ayet-i kerimede ise Yüce Rabbimiz, ayrılık ve tefrikanın güçsüzlüğe sebep olacağını, zaferden uzaklaştıracağını şu şekilde beyan ediyor: “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfal Suresi 46) Müslümanların yaklaşık iki asırdır içlerinde bulundukları durumu hakikatin ölçülerine göre tahlil etmeye çalışan her insaf sahibi kimse, vakıanın ayet-i kerimeye birebir mutabık kaldığını hayretle görecektir. Sayıları bir buçuk milyarı bulmasına rağmen Peygamber’in diliyle selin üzerindeki çer-çöp kadar etkisiz İslam âleminin durumu daha başka nasıl izah edilebilir ki? Gücü dağılmış, korku ve endişe içerisinde bekleyen, kardeşine fiili olarak yardım bir tarafa sözlü yardımdan çekinen, mukaddesatına müdahale edilmesine rağmen ses çıkarmaktan aciz,
NEBEVÎ HAYAT
hanımları her türlü zulme maruz bırakılmış, ço-
42
cukları insafsızca öldürülen, gözünün içine baka baka kendisine her türlü ahlaksızlığı reva gören çağdaş Firavun-Nemrutların koltuk değnekliğine soyunanları içersinde barındıran, konuşmaya geldiğinde mangalda kül bırakmayan ama icraatı olmayan, kuru kalabalık görünümünde bir ümmet. HAZİRAN’13
İslam’ı din olarak kabul eden herkes bilmelidir ki bu din, ferdiyetçi bir din değildir. Birçok müessesesinin hayat bulması için de fert değil ümmet mutlaka olmalıdır. Bu açıdan namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetler ne kadar önemliyse ezelde Yüce Yaratıcı tarafından kardeş ilan edilen insanların birbirlerine ilgi duyması, alakadar olması o derece önemli bir ibadettir. Kardeşinin ne halde olduğunu merak etmek, problemlerinin olup olmadığını araştırmak, dertlerine çare olmaya çalışmak, sıkıntı ve kederlerini gidermek, ihtiyaçlarını görmek bu ibadetler gibi İslam’ın şartlarındandır. Doğru sözlülerin efendisi, Müslümanların birbirlerini sevmelerini bile imanın bir parçası görecek kadar önemsemiş ve cennetin yolunun kardeşine muhabbet besleyip onun derdi ile hemhal olmaktan geçtiğini en veciz şekilde ifade etmiştir. “Allah’a andolsun ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız…”(2) Ensar ve muhacirin fiili olarak tesis ettiği ümmet şuurunu yakalamadan, içersinde bulunulan bitap ve çaresiz durumun düzelmesi beklenilemez. Ancak ümmetin derdi bugün çok başka gözükmektedir. Her namazda okunan Fatiha Suresi’nde “Yalnız Sana ibadet ederiz, yalnız Senden yardım dileriz” diye kulluğunu ve fakrını izhar etmesi gereken Müslümanların pratik hayatta “Yalnız Sana ibadet etmeye çalışıyorum” enaniyetçiliğine bürünmüş olduklarını görmek gerçekten vicdanları yaralayıcı ve esef verici bir durum. Hâlbuki
Farklı ırk, dil ve renklere rağmen Müslümanlar, farklı şekil ve görevleri bulunan organlardan müteşekkil bir beden gibidirler. Sağlıklı halleri de hastalıklı halleri de aynı bünyede tezahür eden, bir azanın şikâyetini diğer azalarında çektiği bütün bir beden gibi. Nasıl ki, vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen rahatsız edici bir duruma diğer azalar tepkisiz kalamıyor ve onlar da bundan elem duyuyorlarsa bir müslümanın çektiği sıkıntıdan dolayı bütün müslümanlar da kederlenmeli ve aynı sıkıntıyı hissetmelidir. Sağlıklı olmayan, felçli ve kötürüm bir uzvun vücudun diğer azalarına eşlik etmediğinde ortaya çıkacak kargaşa durumunun bedene ne gibi problemler çıkaracağını kestirmek zor değildir. Aynı şekilde Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen, kederlerine ortak olamayan, üzüntülerini derinden hissetmeyen imanı ve ihlâsı
felçli, adı Müslümanların ümmete vereceği sıkıntıyı kestirmek de zor değildir. Duygusuzluk ve duyarsızlık olarak ifade edilebilecek bu durumla alakalı M. Akif Ersoy şöyle diyor: “Duygusuz olmak kadar dünyada lakin dert yok, Öyle salgınmış ki melun, kurtulan bir ferd yok
Kendi sağlam… hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin! İşte en korkuncu hüsranın, helâkin, haybetin!”(3)
Başka bir şiirinde ümmetin mensuplarının halini şu şekilde tasvir eden Akif’in şiirini okuyunca ne yazık ki bu günün düne benzediğini üzülerek gözlemliyoruz. “Ne bir yaşındaki masum için beşikte hayat, Ne seksenindeki mazlum için eşikte necat. O, baltalarla kesiktir; bu, süngülerle delik Öbek öbek duruyor pıhtı pıhtı kanla kemik!”(4) Biz Arakan’dan, Bosna’dan, Suriye yada Afganistan’dan bahsedecek değiliz. Guantanamo’dan Ebu Gureyb’den, Tedmür Hapishanesi’nden de bahsetmeyeceğiz. Gazze’den, Felluce’den, Ramadi’den, Hama’dan, Humus’tan, Keşmir’den, Halepçe’den, Grozni’den, Saraybosna’dan, Srebrenitsa’dan ve adı kıyamet günü Müslümanlara sorulacak diğer diyarlardan… Biz Peygamberine isyan etmiş, bölük pörçük bir ümmetten, mazlum bir ümmetten bahsediyoruz. Müslüman bacının başörtüsünden dolayı kıyam etmiş Sütçü İmam’ın torunlarının başlarının zorla açılmasına ses çıkaramayan aciz bir ümmetten. “Rabbim Allah’tır” dedikleri için katliama maruz bırakılan mensuplarına, sözüm ona ağabeylerinin RECEP 1434
O’nun İzinde...
duygu ve şekilde aynı olan bir ibadet, tek başına veya cemaatle topluca ifa edilmesine göre Allah katında farklı değer bulmaktadır. Öğle namazının 4 rekâtlık farzı tek kılındığında da cemaatle kılındığında da şekil açısından aynı olmasına rağmen cemaatle kılınan namazın ecri yirmi küsur daha fazla olabilmektedir. Cuma ve bayram namazları da bu açıdan önem arz etmektedir. Ümmetin hissedilmesi için vahdetin sembolü olan haccı farz kılıp bunun için yer ve zaman tayin etmesi Allah’ın (azze ve celle) Müslüman kullarına büyük bir lütfudur.
43
korkusuna tepkisiz kalan bir ümmetten. “Dünya konjöktürü”, “milli menfaatler”, “ulusal çıkarlar”, “ülkemiz için” gibi gerekçelerle Müslümanların bombalanması için havalimanlarını tarihte eşi benzeri görülmemiş zalimlere açan hainleri içerisinde barındıran bir ümmetten. Kendi menfaatleri için Müslümanları sistemli işgencehanelere teslim eden fertlere mensup bir ümmetten. İsimleri ve özellikleri duyulduğunda havsalaları zorlayacak acımasız silahlarla canına kıyılmış çocukların imdat çığlıklarına kulak tıkayan bir ümmetten. Irzı kirletildiği için ölmek pahasına içlerinde bulundukları hapishanelerin yıkılmasını isteyen bacılarına lakayt bir ümmetten. Ve ayrılığın pençesinde can çekişmenin sebep olduğu daha birçok hastalığa duçar olmuş bitap bir ümmetten…
NEBEVÎ HAYAT
Ümmet bugün birçok sıkıntıyla karşı karşıyadır ve Allah’ın dinine dönmedikçe de bu sıkıntılardan kurtulması mümkün gözükmemektedir. Bu sıkıntılardan biri de hiç şüphesiz “ümmet” kavramının içersine kimlerin girdiğidir. Peygamberin teşbihine göre konuşmak gerekirse kimlerin bu vücutta bir aza olduğu meselesidir. Hz. Hüseyin’i şehit eden, Abbasi hilafetinin yıkılmasının en büyük aktörü, Hama katliamının failleri Mecusi torunlarının, “ümmet” kavramına dâhil edilip edilmemesi meselesidir. Banyas’ta öldürmek için Ebu Bekir ve Ömer isimli çocukların peşine düşmüş, “Afganistan ve Irak’ta Amerika’ya yardım ettik” diyecek kadar alçalabilen bir güruhun İslam gövdesinde yerinin olup olmadığı meselesidir. Peygamberin hanımına iftirada bulunabilecek kadar zelil, dinin yayılması için her şeyini feda etmiş sahabelere akla gelmeyecek sözler sarf edebilecek kadar edep yoksunu bir sınıfın İslam ile anılması meselesidir.
44
Yaşanılan durum dramatize edilmeyecek kadar dramatiktir. Kendilerine “Allah’ın taraftarı” adını verenlerin Allah’ın evlerini bombaladığını ve içersinde ibadet eden Müslümanları öldürdüklerini görüyor olmak ne kadar dramatize edilebilir ki? Her daim Müslümanlara karşı haçlılarla olmuş ve Müslümanlara arkadan saplanan ihanet hançerinin tutucusu zalimlere hadlerini bildirecek, Kıyamet’e kadar hakkın temsilcisi olan bahtiyar zümreden olmamız duasıyla sözü, nebiler Nebisine bırakıyoruz: Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine göre iki cihan güneşi şöyle buyurur: “Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini görüp gözetmekte müminler, tek bir vücut gibidirler. O vücudun bir organı rahatsız olunca, öteki organların tamamı uykusuzluk ve derin bir rahatsızlık hisseder, hasta organın ıstırabını paylaşırlar.”(5)
------------------------------------------1. M. Akif Ersoy, Safahat s. 164. 2. 3. 4. 5.
Müslim, İmân 22. Hadis no: 93. M. Akif Ersoy, Safahat s. 200. M. Akif Ersoy, Safahat s. 260-261. Buhari, Edeb 27. Hadis no: 6011. Müslim, Birr 66. Hadis no: 2586.
Farklı ırk, dil ve renklere rağmen Müslümanlar, farklı şekil ve görevleri bulunan organlardan müteşekkil bir beden gibidirler. Sağlıklı halleri de hastalıklı halleri de aynı bünyede tezahür eden, bir azanın şikâyetini diğer azalarında çektiği bütün bir beden gibi. Nasıl ki, vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen rahatsız edici bir duruma diğer azalar tepkisiz kalamıyor ve onlar da bundan elem duyuyorlarsa bir müslümanın çektiği sıkıntıdan dolayı bütün müslümanlar da kederlenmeli ve aynı sıkıntıyı hissetmelidir.
HAZİRAN’13
BİR KISSA BİN ÖĞÜT
Hüseyin Nohut
“Ey Ebu Hâzim! Bizim neyimiz var, ne diye ölümden korkuyoruz? Ebu Hâzim: Çünkü sizler ahiretinizi harabeye çevirip dünyanızı da imar ettiniz. O yüzden imardan harabeye taşınmak istemiyorsunuz. Ed–Dahhak b. Musa anlatıyor:
ez-Zühri’ye dönerek şöyle dedi: “Üstat doğru söylüyor
Süleyman b. Abdulmelik, (Emevilerin 7. Halifesi)
bense yanlış yaptım”
Mekke’ye giderken Medine-i Münevvere’ye uğrar, bu-
Süleyman devamla şöyle dedi:
rada birkaç gün ikamet eder. Etrafındakilere şöyle der:
“Ey Ebu Hâzim! Bizim neyimiz var, ne diye
kaldı mı? Dediler ki: “Ebu Hâzim vardır. Bunun üzerine ona haber gönderir, gelmesini taleb eder. Bunun üzerine Ebu Hâzim yanına gelince Süleyman şöyle der: Ey Ebu Hâzim! Bu katılık, bu soğukkanlılık nedir? Ebu Hâzim: Benden nasıl bir katılık, bir soğukluk gördün ki, Süleyman: Medine’nin bütün ileri gelenleri beni ziyaret etti sen gelmedin. Ebu Hâzim: Ey müminlerin emiri! Olmayan bir şeyi söylemekten Allah’a sığın, bugünden önce sen beni tanımıyordun, bende seni hiç görmedim. Bunun üzerine Süleyman, Muhammed b. Şihab
ölümden korkuyoruz? Ebu Hâzim: Çünkü sizler ahiretinizi harabeye çevirip dünyanızı da imar ettiniz. O yüzden imardan harabeye taşınmak istemiyorsunuz. Süleyman: İsabetli konuştun… Peki yarın Allah’ın huzuruna çıkış nasıl olacak? Ebu Hâzim: “İhsan sahibi olanlar, gurbette olup ailesine kavuşan gibidir. Günahkâr efendisinden kaçıp, efendisine yakalanan köle gibidir. -Bunun üzerine Süleyman ağlamaya başladı ve şöyle dedi: “Ah! Ah! Keşke bileydim, Allah’ın huzurunda bizler için neler var. Ebu Hâzim dedi ki: “Amelini Allah’ın kitabına arz et” Süleyman: “Cevabını nerede bulacağım” RECEP 1434
O’nun İzinde...
“Medine’de Resulullah’ın ashabıyla karşılaşan kimse
45
Ebu Hâzim: “Muhakkak ki iyilik yapanlar nimetler içindedir” Süleyman: “Peki Allah’ın rahmeti! Ey Ebu Hâzim: Allah’ın rahmeti nere de, Yok mu?” Ebu Hâzim: “Allah’ın rahmeti ihsan edenlere yakındır.” Süleyman: “Ey Ebu Hâzim, Allah’ın en değerli üstün kulu kimdir.? Ebu Hâzim: Mürüvvet ve akıl sahibidir.” Süleyman: “Peki, amellerin en faziletlisi hangisidir?” Ebu Hâzim: “Haramlardan kaçınarak farzları yerine getirmek” Süleyman: “Kabule şayan olan dua hangisidir?” Ebu Hâzim: “İyilik görenin kendisine iyilik edenin duasıdır” Süleyman: Sadakanın en faziletlisi hangisidir? Ebu Hâzim: Yoksulluktan, dilenmek zorunda kalan kimseye… Az mala sahip olanın elinin emeğiyle
gizlememek üzere ahit almıştır. Süleyman şöyle dedi: “Peki, biz bu işi nasıl ıslah ederiz.” Ebu Hâzim: “Zulüm ve haksızlığı terk edin, mürüvveti ahlak edinin ve eşit bir paylaşım yapın” Süleyman: “Peki, bunu alma şekli nasıl olmalı?” Ebu Hâzim: “Helalinden alırsın, ehli olanlara dağıtırsın…” Süleyman: “Peki, Ey Ebu Hâzim! Ne dersin bizimle arkadaşlık etsen biz senden sen bizden istifade etsen.” Ebu Hâzim: “Neuzu billah – (Aman Allah korusun) Süleyman şaşkın bir şekilde “Niye öyle diyorsun?” Ebu Hâzim: “Size azıcık dayanaktan, böylece Allah’ın hem dünya hem Ahiret acısını tattırmasından korkarım” Süleyman: “Ne ihtiyacın varsa bize söyle halledelim.”
meyen… Sadakadır.
Ebu Hâzim: “Beni cehennemden koru, cennete koy”
Ebu Hâzim: Kendisinden korktuğun veya kendi-
Süleyman: “Bunun benim elimde olmadığını biliyorsun”
sinden bir şeyler ümit ettiğin insanın huzurunda hakkı
Ebu Hâzim: “O zaman başka ihtiyacım yok.”
söylemendir.
Süleyman: “Peki, benim için dua et!”
Süleyman: “İnsanların en güzeli kimdir?” Ebu Hâzim: “Allah’a itaat üzere amel eden ve insanlara bu yolu gösteren, bu yola irşat edendir.” Süleyman: “Ahmak olan kimdir?” Ebu Hâzim: “Zalim olduğu halde arkadaşının heva ve hevesine uyandır. Böylece başkasının hevesi için kendi ahiretini harcayan kimsedir.” Süleyman: “Çok isabetli konuştun… Peki, bizim üstlendiğimiz işle ilgili ne dersin?” Ebu Hâzim: “Ey Mü’minlerin emiri, beni bu sorudan muaf tutsan” Süleyman: “Hayır, hem bana nasihat etmiş olursun”
NEBEVÎ HAYAT
Zira Allahu Teâlâ âlimlerden hakkı beyan etmek ve onu
kazındığından verdiği… Minnet ederek eziyet edilSüleyman: “Peki, en adaletli en doğru söz hangisidir?
46
Ebu Hâzim de dedi ki: “Asla! Yalan söylüyorsun.
Bunun üzerine Ebu Hâzim şöyle dedi: “Allah’ım! Eğer Süleyman senin dostun ise ona hem dünya hem ahiret hayrını nasip eyle. Yok değilse, onu sevdiğin ve razı olduğun amellere sevk et.” Süleyman hemen müdahale edip “Yeter yeter” dedi. Ebu Hâzim: “Veciz ama uzun dua oldu. Eğer layıksan! Eğer değilsen benim boşa kürek çekmemin bir manası yoktur. Süleyman şöyle dedi: “Bana neyi tavsiye edersin?” Ebu Hâzim: “Bazı tavsiyeler de bulunacağım sözlerimi de kısa tutacağım. Rabbini öyle yücelt ki, seni görmek istediği yerde aramasın. Olmanı istemediği yerde de görmesin.”
Ebu Hâzim: “Ey Mü’minlerin emiri, senin ataların
Ebu Hâzim, Süleyman’ın yanından çıkıp gidince
(Emeviler) kılıçla mağlup ettiler ve bu saltanatı Müs-
arkasından yüzbin dinar gönderdi, yanına da şöyle bir
lümanlarla istişare etmeden, onların rızasını almadan
not ekledi. “Bunu harca, biterse aynı miktarda daha çok
zorlukla ele geçirdiler. Öyle ki büyük katliamlar da
var gönderirim.”
yaptılar. Gördüğün gibi de – hiçbirine bir şey kalmadıhepsi bu mülkü bırakıp gittiler.” Bunun üzerine orada oturanlardan biri şöyle dedi: “Ne kötü konuştun ey Ebu Hâzim!” HAZİRAN’13
Bunun üzerine Ebu Hâzim şöyle cevap yazdı: “Ey Emirül mü’minin! Allah’a sığın, sen şaka olsun diye mi sordun! Bende bir bedel alayım diye mi cevapladım. Allah korusun! Kaldı ki ben bu malın sizin elinizde
durmasına razı değilim, nasıl kendime reva göreyim. Birde sana şunu anlatayım: Musa (a.s) Meyden kuyusunun başına gelince, çobanların su çekip hayvanlarını suladıklarını gördü, kenarda bekleyen iki kadın da vardı, onlara sorunca çobanlar bitirmeden hayvanlarını sulayamadıklarını, babaları da yaşlı olduğu için bu işi kendilerinin yaptığını anlattılar. Bunun üzerine, onlar için su çekip hayvanlarını suladı. Arkasından gölgeye çekilip şöyle dua etti: Ya Rabbi! Senin ihsan edeceğin hayırlara gerçekten muhtacım. O zaman Musa, hem aç hem korku halinde idi, buna rağmen insanlardan değil Rabbinden istedi. Kadınlar babalarının yanına gidince durumu babalarına anlattılar. Baba -ki Şuayp (a.s)’dışöyle dedi: Bu adam aç olabilir, git kızım adamı davet et diye kızlardan birine seslendi. Kız, Musa (a.s) yanına gelince yüzünü örtüp şöyle dedi: Babam, yardımın karşılığında ücretini vermek üzere eve çağırıyor. Kadının, ücretini vermek üzere demesi Musa’nın ağrına gitmişti. Fakat peşi sıra gitmekten de başka çaresi yoktu. Dağların arasında yapa yalnız ve aynı zamanda açtı. Kadının peşinden gidince – rüzgâr da esiyordu- kadının elbiseleri vücuduna yapışıyordu, böylece kadının vücut hatları belli oluyordu. Musa şöyle dedi: Hanım efendi! Sen arkama geç “Şuradan git, buradan dön” diye tarif etti. Şuayp (a.s) yanına girince, baktı ki akşam yemeği için sofra hazır. Şuayp (a.s): Otur genç adam akşam yemeğini beraber yiyelim. Musa: Allah korusun, Şuayp (a.s): Neden aç değil misin? Musa: Evet açım ama bunu yaptığım yardımın karşılığı olarak sunulmasından korkarım. Ben öyle bir aileden geliyorum ki dinimizden en ufak bir şeyi dünya dolusu altın karşılığında satmayız. Şuayp (a.s): Hayır genç adam öyle değil. Bu benim ve atalarımın örfüdür, misafire ikram eder yemek yediririz. Bunun üzerine Musa oturup yemeğini yedi… Şimdi, eğer bu yüz dinar benim anlattıklarımın bedeli ise şunu bilesin; zaruret halindeki leş, kan ve
domuz eti bundan daha helaldir. Yok, eğer beytülmaldaki bir hakkım üzere verilmiş ise bu konu da dengim çoktur. Ya hepimize eşit davranırsın veya benim buna asla ihtiyacım yok. (Dârimi, mukaddime: 56, Hatip el-Bağdadi, Tarihu Bağdad c. 6 s. 69) Peygamberlerin varislerine layık olan en yüce ahlak ile iffetli olmak ve hakkı söylemekten çekinmemektir. Zira çekinip söylenilmeyen her hak gizli kalmaktan, sadece kitaplar içinde yatıp durmakta ve nihayetinde zayi olmaktadır. Şunu bilelim ki zayi olan her haktan ilk olarak o hakkı bilip gizleyenler hesaba çekilecektir. Hangi hesap üzerine yapılırsa yapılsın; dünya hayatının gelip geçici menfaatlerini kaybetme korkusu, saygın insanlara saygı gösterme kaygısı veya fitne çıkarmama, ortam bozmama, hikmetli(!) üslupla hareket bunların hangisi olursa olsun, hakkın gizlenmesi sadece batılın ve yanlışın devamına yol açmaktadır. Bu konu da ilim erbabı veya ilim talebesine yakışan beyninde sadece bilgi hazine eden âlimleri değil, hazine ettiği ilmi yeri ver zamanı geldiğinde her türlü bedele rağmen söylemekten tatbik edilmesini talep etmekten çekinmeyen Ebu Hâzim ve benzeri selefi salihinin eşsiz önderlerini örnek almaktır. Ubade (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şu esaslar üzerine bey’at ettik. - Kolay ve zor işlerde, hoşumuza giden gitmeyen konularda dinlemek ve itaat etmek. - Yönetime ehil olan emîrlerle yönetim konusunda çekişmemek. - Nerede bulunursak bulunalım hakkı söylemek. - Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamak, çekinmemek. (Müsned, c.37, s.353, hd.no: 22679, 22700, 22716, 22725, 22735)
Bu konu da ilim erbabı veya ilim talebesine yakışan beyninde sadece bilgi hazine eden âlimleri değil, hazine ettiği ilmi yeri ver zamanı geldiğinde her türlü bedele rağmen söylemekten tatbik edilmesini talep etmekten çekinmeyen Ebu Hâzim ve benzeri selefi salihinin eşsiz önderlerini örnek almaktır.
RECEP 1434
O’nun İzinde...
Peygamberlerin varislerine layık olan en yüce ahlak ile iffetli olmak ve hakkı söylemekten çekinmemektir. Zira çekinip söylenilmeyen her hak gizli kalmaktan, sadece kitaplar içinde yatıp durmakta ve nihayetinde zayi olmaktadır. Şunu bilelim ki zayi olan her haktan ilk olarak o hakkı bilip gizleyenler hesaba çekilecektir. Hangi hesap üzerine yapılırsa yapılsın; dünya hayatının gelip geçici menfaatlerini kaybetme korkusu, saygın insanlara saygı gösterme kaygısı veya fitne çıkarmama, ortam bozmama, hikmetli(!) üslupla hareket bunların hangisi olursa olsun, hakkın gizlenmesi sadece batılın ve yanlışın devamına yol açmaktadır.
47
Hüseyin Kalender
ALİMLERİMİZ / ÖNDERLERİMİZ
MEVDUDİ
“MEYVESİ BOL GÖLGESİ GENİŞ AĞAÇ”
“G
NEBEVÎ HAYAT
öklerde ve yerde yaratılmış olan her bir canlı ve cansız varlığın sayısınca, alınıp verilen ve Kıyamet saatine kadar alınıp verilecek olan her bir nefes sayısınca, kendisinden başka hak ile ibadet edilip, hamd edilecek kimsenin olmadığı, o eşsiz zat olan Allah celle celaluhuya mahsustur. Salât ve Selamların en güzeli; gelmiş ve geçmiş olan peygamber ve insanların en faziletlisi olan, kendisine uymakla Allah’ın sevgisine nail olunan efendimiz ve rehberimiz olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ve onun hayat programını kendisine rehber edinen güzide sahabesi, ailesi ve Kıyamet saatine kadar onlara güzellikle tabii olan tüm Müslüman muvahhitlerin üzerine olsun.”
48
Allah, bir kulunu seçtiği zaman amacına ulaşmasını sağlayacak sebepler hazırlar. Bu kişide hayatının gidişatını bilircesine çocukluğundan itibaren adım adım izlemesi gereken bu plan doğrultusunda seyrine devam eder. Kuşkusuz Mevdudi de zifiri karanlıklardan parlayan bir ışıktı. O göklerin, yerin ve sapasağlam dağların yüklenmekten aciz kaldığı emaneti taşıyabilecek adamlar yetiştirmek için çabaHAZİRAN’13
layan bir şahsiyetti. Allah’ın zikrinden başka bir şeyle ilgilenmeyen, Allah ile yaptıkları anlaşmaya sadık kalan kimselerdendi. Kelamının gücü ve dehasıyla zaman ve mekânın sınırlarını aşarak eşsiz eserler vermiştir. Nerdeyse bütün dünya dillerine çevrilen yaklaşık yüz kırk kitap yazmıştır. Kitapları pek çok dile çevrilmiş, davasını fikri bekleyiş aşamasından uygulama aşamasına taşımak isteyen davetçiler için enerjilerini yeniledikleri birer kaynak mesabesinde olmuştur. Mevdudi, İslam düşüncenin büyük liderleri için bir baba gibiydi. Mevdudi’nin “ Dört Terim” adlı eseri Seyyid Kutup üzerinde devrim etkisi yapmıştır. Bundan dolayı Seyyid Kutup Mevdudi’den “ Büyük Müslüman” olarak bahseder. Her ikisi de kendi dilleri ile aynı zamanlarda aynı fikirleri açıklıyorlardı. Birbirlerini tutuşturan meşaleler gibiydiler. Bakın Seyyid Kutup’un “ Yoldaki İşaretlerini” Mekke-i Mükerreme’de sadece bir gecede okuyup bitiren Mevdudi derki: “Bu kitapta yazılan bütün görüşlere katılıyorum. Hatta sanki kitabı ben yazmış gibiyim. Benim düşüncelerimi yorumlamış. Ama bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü düşüncelerimizin kaynağı bir. Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti”.
Mevdudi soyu ehli beyte dayanan bir ailenin içinde dünyaya gözlerini açtı. 25-09-1903 de Haydarabadın Aurangabad şehrinde zühd ve takva dolu bir ailede doğdu. Babasının ihlas ve takva dolu, güçlü şahsiyetiyle hazırladığı iman dolu eşsiz bir atmosferde büyüdü. Babası Seyyid Ahmet Hasan (1855-1920), ilmi meclislere katılırken oğlunu da yanında götürürdü. Sure sure Kur’an’ı ezberletmişti. Aynı zamanda fasih Arapça ve Urducayı da öğretmeye de büyük önem veriyordu. Ona her gece İslam tarihinden ve salih nebilerin hayatından birer hikâye anlatırdı. Böylece içine inanç kaidelerini ve din usulünü yavaş yavaş yerleştiriyordu. Bu arada ahlakına da büyük önem veriyordu. Mevdudi der ki; “Bir gün hizmetçimizin oğluna vurmuştum. Babamda ona; “onun sana vurduğu gibi sende ona vur” demişti. Bu benim için iyi bir ders oldu ve o günden sonra bir daha hayatım boyunca zayıflara zulmetmeye cesaret edemedim.” Mevdudi ne Diobend medreselerinde ne de herhangi bir okuldan eğitim almadı. Tamamen özel hocalardan aldığı eğitim ile kendi kendini yetiştirmişti. Öyle bir seviyeye geldi ki; Üniversiteler onun kitapları, fikri tartışmaları ve araştırmaları konusunda tezler hazırlar hale gelmişti. Mevdudi’nin yetişmesinde belki en büyük etkenlerden bir tanesi de annesi ve eşidir. Hiçbir büyük erkek yoktur ki arkasında büyük bir kadın olmasın. Hani derler ya; “Erkekler hayatı şekillendirir; kadınlar erkekleri.” “ÜSTAD MEVDUDİ’NİN ŞAHSİYETİ” DÜRÜST VE İNSANLARIN BOŞ SÖZLERİNE ALDIRIŞ ETMEZDİ; Mevdudi’nin kızı Hamira Mevdudi anlatıyor: Babam yapmacılığı ve riyakârlığı sevmezdi. Bir keresinde sofradaydık. Annem hepimize birden ama özellikle kardeşim Muhammed Faruk’a dönerek nasihat etmeye başladı: “Oğlum namazlarına dikkat et. Sonra insanlar ne der? “Üstad Mevdudi’nin çocukları namaz kılmıyorlar” demezler mi?” Babam bir şey söylemedi. Yemekten kalktıktan sonra ellerini yıkadı ve: “Çocuklar namaz kıldığınız zaman Allah için kılın, babanız için değil” diyerek çalışma odasına doğru gitti. İNSANLARI AFFEDEN BİRİYDİ; Öfke es-
nasında insanları affetmek Kur’an’ın deyimiyle muttakilerin sıfatlarındandır. O muttakiler ki öfkelerini yutup insanları affederler. Bu sıfat Mevdudi’nin belki en belirgin özelliklerindendi. Kızı Hamira Mevdudi der ki; İnsanı çileden çıkarıp işlediği sevapları zayi edebilecek durumlarda dahi sabredip, karşılığını Allah’tan beklerdi. Ne olursa olsun kalbinde (kâfirlerin dışında) kimseye karşı kötülük taşımazdı. Daima şu şiiri okurdu; “Küfr addedilir kin mezhebimizde, zira kalplerimiz aynadır sinemizde”. Kendisini hapseden ve işkence edenleri dahi gönül rahatlığıyla karşılardı. Hapishanede kendisine karşı işlemiş oldukları suçları ve işkenceleri dile getirmek şöyle dursun ima bile etmezdi. Bir gün bir adam gelerek babamdan kendisine referans vermesini istedi. Zor durumda fakir bir adamdı. Çalışmak için körfeze gitmek istiyordu. Babam da ona, gittiğinde rahatça iş bulmasını sağlayacak özel bir referans yazdı. Bu adam kimdi biliyor musunuz? Askeri mahkeme günlerinde babamın idamına hükmeden hâkim. Babamdan başka kim ölümüne hükmeden kişiye özel referans yazabilir ki? Hey gidi babacığım, sen büyük bir adamdın.
“GENİŞ BİR UFKA SAHİPTİ” Üstad Mevdudi; kendisini ziyaret eden Suudi Arabistan kralı Faysal’a şöyle demişti; “Amerika bilim adamlarının akıllarını parayla satın aldı. Ömrü beş yüz yılı geçmeyen bir ülkede topladı ve onlar sayesinde şu an tüm dünyayı etkileyen teknolojik, kültürel ve siyasi gelişmeyi elde etti. Sizde büyük paralar harcayarak İslam dünyasının ileri gelen bilim adamlarını bir araya getirebilirsiniz. Göreceksiniz o zaman Suudi Arabistan teknolojide, bilimde, sanatta, siyasette, savunmada kıskanılacak duruma gelecektir. Bu gelişme sadece Suudi Arabistan için değil bütün İslam dünyası için izzet ve gurur kaynağı olacaktır. Bunun tek şartı tüm dahi mühendislere, doktorlara, uzmanlara, alimlere Suudi Arabistan vatandaşlığı ve Suud vatandaşlarının bütün haklarını vermektir.” Kral Faysal bu teklifi şöyle diyerek reddetti; “Eğer bu tavsiyeni tutup ta İslam aleminin beyinlerini, deha alimlerine para ödeyip Suud vatandaşlığı RECEP 1434
O’nun İzinde...
“ÜSTAD MEVDUDİ’NİN DOĞUMU, YETİŞMESİ VE BÜYÜMESİ”
49
Mevdudi, İslam düşüncenin büyük liderleri için bir baba gibiydi. Mevdudi’nin “ Dört terim” adlı eseri Seyyid Kutup üzerinde devrim etkisi yapmıştır. Bundan dolayı Seyyid Kutup Mevdudi’den “ Büyük Müslüman” olarak bahseder. Her ikisi de kendi dilleri ile aynı zamanlarda aynı fikirleri açıklıyorlardı. Birbirlerini tutuşturan meşaleler gibiydiler. Bakın Seyyid Kutup’un “ Yoldaki İşaretlerini” Mekke-i Mükerremede sadece bir gecede okuyup bitiren Mevdudi derki: “Bu kitapta yazılan bütün görüşlere katılıyorum. Hatta sanki kitabı ben yazmış gibiyim. Benim düşüncelerimi yorumlamış. Ama bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü düşüncelerimizin kaynağı bir. Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti”. ve vatandaşlık haklarının tümünü verirsem halkımın bedevileri çadırlarına döner, develerine binerler, koyunların arkalarında çöllerde çobanlık yaparlar. İzleri bile kalmaz. Düşünüyorum da Kral, babamın ona yaptığı bu teklifi kabul etseydi, İslam dünyasının durumu şimdi ne kadar farklı olurdu kim bilir”?
NEBEVÎ HAYAT
“ALLAH’A KARŞI OLAN TESLİMİYET VE TEVEKKÜLÜ”
50
Üstad Mevdudi’nin vefatından bir kaç ay önce liderlerden biri, çok kırıcı bir şekilde onu eleştirerek şöyle dedi: “Ayetullah Humeyni İran da devrim yapmayı başardı. Sen neden Pakistan da devrim yapmayı başaramadın?” Üstad nazik ve sakin bir şekilde şu şekilde cevap verdi: “Ben Allah’ın katında gündelik bir işçiyim. İşimin karşılığını da gündelik olarak alırım. Benim görevim gündelik olarak yerine getirmem gereken işleri yapmak, karşılığında da malum karşılığı almak. Binanın inşasına, şeklinin nasıl olacağına, ne zaman tamamlanacağına karışmak benim üzerime vazife değil. Ya da tamamlanacak mı tamamlanmayacak mı? Karışmam. Allah, ben nerede, nasıl ve ne zaman çalışmamı isterse öyle görevimi ihlasla yerine getiririm. Yoksa İşin sonu benim görevim olmadığı gibi beni ilgilendirmez de. Bu davet sahibinin işidir. İşçinin değil.”
“BİTMEK BİLMEYEN BÜYÜK BİR AZİM VE GAYRET SAHİBİYDİ” Evet, gecenin sessizliğinde, o uzun kış geHAZİRAN’13
celerinin keskin soğuğunda, insanların yumuşacık ve sıcacık yataklarında tatlı düşlere daldığı sıralarda bir zahit kul kalemini ciğerinin kanına batırıp da Ümmeti Muhammed’in yolunu aydınlatacak kitaplar yazarak sabahlıyordu. Ahiret’te kendileri için rableri tarafından hazırlanmış olan Firdevs-i a’laya varabilsinler diye dünyadaki yollarına işaretler koyuyordu. Üstad Mevdudi hastalığının iyice şiddetlendiği günlerden birinde şöyle der: “Kendime çok zulüm etmişim. Şu kemiklere hiç acımadım. Gözlerimi hakları olan uykudan mahrum ettim. Onlar uyumak istiyordu ben yazmak istiyordum. Toplumsal sorunlar ve sorumluluklar bütün günümü alıyordu. Gecelerden başka yazacak zamanım yoktu. Nice geceler yatsı namazından sonra yazmaya başlardım da zamanı ancak sabah ezanı okununca fark ederdim. Ama böyle yapmasaydım; “Tefhimu’l Kur’an”ı tamamlayamazdım. İşte şimdi bu gözler benden intikam almaya başladılar. Uyumak ve dinlenmek istiyorum ama göz kapaklarım kapanmıyor. Onları uyanık sabahlamaya alıştırdım. Uyumayı unutturdum. Bir an olsun uyuyabilmek için zihnimden düşünmeyi bırakmasını ve dinlenmesini istiyorum. Ama o da araştırmaya ve düşünmeye öyle alıştı ki durmak dinlenmek nedir bilmiyor. Kemiklerim benden intikam alıyor. Eskiden dinlenmeleri için onlara hiç fırsat vermedim. Şimdi de onlar biraz olsun dinlenebilmeme müsaade etmiyorlar”. Son Olarak Üstad Mevdudi: 22 Eylül 1979 Pakistan saati ile 17:45 de tedavi olmak için gittiği hastanede Rabbine kavuştu. Allah’tan geldik ona döneceğiz. “Dünyanın dertlerini çektik bu kadar, artık dinlenme vakti mahşere kadar”.
Yusuf Yılmaz
NEBEVİ AİLE
ANNE – BABALARIN DİKKATİNE! - 1
Çocuklar bize sayamayacağımız nimetler içinde sunulmuş güzel bir nimettir. Nitekim Allah-u Teala Nahl suresi 72. ayetinde şöyle buyurur: “Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla inanıp Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?” Aynı zamanda çocuklar, yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah-u Teala’nın bizlere armağanıdır. Rahman ve Rahim olanın annelerin rahmine gönderdiği hediyesidir. “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.” (Şura;49) Ömer b.Abdulaziz, Saliha kadın Havle bint Hakim’in şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah aleyhi’s-selam bir gün evden çıktı; kızının iki oğlundan birini kucağında taşıyor ve şöyle diyordu: “Muhakkak ki siz insanları cimriliğe, korkaklığa ve bilgisizliğe sevk edersiniz. Ama yine de siz, Allah’ın en
güzel lütfusunuz.” (Tirmizi, Birr) İşte çocuk anne ve baba için cimriliğin, korkaklığın ve onların maişeti için koşturmaktan bilgisizliklerinin sebebi olabilseler de onlar Allah’ın en güzel hediyesidir. Hadisin Arapça metninde “reyhan” kelimesinden maksat, Allah’ın lütfu ve ikramı veya güzel kokudur. Çocuklar bir yönüyle bir insana verilen en büyük nimet, diğer yönüyle de öpülüp koklanan bir çiçektir. Allah-u Teala’nın her nimetine bir sorumluluk ile yaklaşmanın gerekliliğini bilen anne ve babalarımız kendilerine sunulan evlat nimetine daha ciddi bir sorumluluk duygusuyla yaklaşmak zorundadır. İnsanların hediyelerini en baş köşelere yerleştiren biz anne ve babalar, göklerin ve yerin mülkünü elinde bulunduran Allah’ın hediyesine hoyratça yaklaşmadan, nereden ve ne amaçla geldiğinin şuurunda çocuklarımıza yaklaşmalıyız.
Her fırsatta anne ve babaların çocukların üzerindeki haklarını zikreden bizlerin bilmesi gereken bir konuda, çocuklarımızın anne ve babaları üzerindeki haklarıdır. Çocuklarına karşı görevlerini ve sorumluluğunu bilen anne ve babalar dünyanın ıslah olmasına atabilecekleri en büyük adımı atmış olurlar. Bu konuda ki sorumluluklarımızı şu şekilde sıralayabiliriz; RECEP 1434
O’nun İzinde...
Ç
ocuklar yuvalarımızın meyveleridir. Dünyaya ağlayarak gelseler de onların ağlayışları çevrelerinde sevinç dalgalarına vesile olur, gönüllere ümit güneşi doğar. Onlar yepyeni bir başlayış, yeni bir umuttur. Dünyaya gözlerini yeni açan bir çocuk, köhnemiş dünyaya tazeliğin ve yeniliğin bir müjdesidir.
51
En iyi eğitimci Kur’ân ve Sünneti hayatının merkezine koyan, Allah’a kulluğun gerekliliğini ve anneliğin kutsallığını bilen, eşine ve çocuklarına karşı görevlerini titizlikle yerine getiren ve tüm işlerini salih amel bilinciyle yapan annedir. Böyle bir anneye sahip olan bir çocuk daha ilk baştan iyi yetiştirilmeye hazırdır. Bilinçli Müslüman annelerin yetiştirilmesi, Müslüman ümmetin yetiştirilmesi demektir. Çocuk bu şuurda olan bir anne için yük değil bir ecir kapısıdır. En basit görülen bir sabır örneğinin bile Allah katındaki değeri çok farklıdır. Bakın Allah Rasulü bu konuda nasıl buyuruyor: “Kim ağlayan bir çocuğunun sakinleşinceye kadar gönlünü yaparsa Allah ona cennette memnun oluncaya kadar vermeye devam eder.” (Buhari) ÇOCUĞUN EĞİTİMİNDE EN BAŞARILI METOTLARI İZLEMEK En iyi eğitimci Kur’ân ve Sünneti hayatının merkezine koyan, Allah’a kulluğun gerekliliğini ve anneliğin kutsallığını bilen, eşine ve çocuklarına karşı görevlerini titizlikle yerine getiren ve tüm işlerini salih amel bilinciyle yapan annedir. Böyle bir anneye sahip olan bir çocuk daha ilk baştan iyi yetiştirilmeye hazırdır. Bilinçli Müslüman annelerin yetiştirilmesi, Müslüman ümmetin yetiştirilmesi demektir. Çocuk bu şuurda olan bir anne için yük değil bir ecir kapısıdır. En basit görülen bir sabır örneğinin bile Allah katındaki değeri çok farklıdır. Bakın Allah Rasulü bu konuda nasıl buyuruyor: “Kim ağlayan bir çocuğunun sakinleşinceye kadar gönlünü yaparsa Allah ona cennette memnun oluncaya kadar vermeye devam eder.” (Buhari) Bu hadisten de anlaşıldığı üzere çocuğa çok şey yapmak değil doğru ve zamanında bir şeyler yapabilmektir. Şimdi de eğitimci bir birey olan anne ve babaların çocuklarına yaklaşım metodlarını şu şekilde sıralayabiliriz;
NEBEVÎ HAYAT
a) Yumuşak Huyluluk: “Muhakkak ki Allah yumuşak huyludur. Yumuşak huyluluğu sever. Şiddet ve kabalığa vermediği güzel şeyleri yumuşak söz ve davranışa verir.” (Müslim)
52
Çocuğumuza nasıl hitab ediyoruz? “yavrucuğum, evladım” vb. sevgi dolu sözlerle ifade ediyorsak, “anneciğim ve babacığım” sözlerini duyarız. Kur’ân kıssalarına baktığımızda peygamberlerin çocuklarına hitaplarında “ya büneyye; ey yavrucuğum” hitab şeklini görürüz. b) Teenni: “Düşünerek hareket etmek Allah’tan, acele etmek ise şeytandandır.” (Tirmizi) HAZİRAN’13
Biliriz ki kimse ideallerine çabuk ulaşamaz. Bunun karşılığında bir bedel ödemesi gerekir. Çocukları İslam üzere yetiştirme idealimizse, bunun için gereken şey aceleci olmamaktır. Biz istiyoruz ki çocuğumuz bir defa söylenince hemen istediğimiz şeyi yapsın. Çocukta her huyun ayrı ayrı yerleşme zamanı vardır. Nasıl ki 2 yaşından önce yürümesini, ses çıkarttığında da konuşmasını beklemiyorsak belli ahlaki vasıfları hemen algılamasını ve hayatına koyması konusunda aceleci olmayacağız. Bize düşen o konuda acele etmeden, sabırla bıkmadan anlatmaya devam etmek. c) Sabır: “İman iki yarımdır. Bir yarısı sabır diğer yarısı şükürdür.” (Beyhaki) Sabır zorluklara isyan etmeden göğüs germektir. Eğitim bir zaman sonra biten bir görev değildir. Sabır ister. Çocuklar çoğu zaman yaptığımız fedakârlıkları anlayamazlar. Sınırsızca suçlayıp eleştireceklerdir. İnadına sabrımızı zorlayacaklardır. Bütün bunlara Allah için katlanıp doğru bildiğimiz şeylerde yolumuza devam etmeliyiz. d) Öfkelenmemek: “Öğretin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Biriniz öfkelendiği zaman sussun.” (İmam Ahmed) Rasulullah’ın ifadesinde buyurduğu gibi eğitime kolaydan ve azdan başlamalıyız. Basamakları teker teker çıkmalıyız. Eksikliklerini gördüğümüzde “falan senden daha iyi” deyip başkaları ile kıyaslama yapmamalıyız. “Çok beğendim, bunu bu kadar yapabildiysen şunu da yapabilirsin” deyip onu motive etmeliyiz. Buna rağmen hoşumuza gitmeyen çok durumla karşılaşacağız. Öyle bir hale geleceğiz ki onlara bağırmak hatta üzerlerine yürüyüp çözümü dayakta arayacağız. İşte
e) Hoşgörü: “Enes b.Malik, Rasulullah’a 10 yıl
•
boyunca hizmet ettim. Hiçbir zaman bana öf demedi. Yaptığım bir şey için de niye şöyle yaptın, niye böyle yapmadın demedi.” (Buhari-Müslim) Hoşgörü, yanlış davranışları göz ardı etmek, çocuğumuzun her istediğini yapmak, sınır koymamak, itiraz etmemek değildir. Asıl hoşgörü, gereksiz yere kuralcı olmanın tam zıddıdır. Rasulullah, Enes hata yapınca hafifçe hatırlattı. Bir gün onu bir yere gönderdi. O da yolda çocukların oyunlarına daldı. Allah Rasulü yanına yaklaşıp, ‘Ey Enescik! Sana emrettiğim yere gittin mi? dedi. O da hemen gidiyorum, dedi. f) Dinleme: “Din kardeşinin konuşmasına kulak vermen erdemli olmanın ifadesidir.” (Camiu’s Sağir) Dinlemek; değer vermek, her yönden ciddiye almak demektir. Ergenlik yaşına gelmiş çocukların en bariz dertlerinden biri de anne ve babalarının kendilerini dinlememiş olmalarıdır. Çocuğun dünyasında dinlemek, değer vermek, ciddiye almak, önemsemek hep aynı anlama gelir. İyi Bir Dinleyici Olmak İçin;
• Elimizdeki işimizi ve meşguliyetimizi
•
• • • •
bırakmalıyız. Burada çocuğumuza verdiğimiz mesaj; ‘Seni bütün dikkatimle dinleyebilirim. Hiçbir şey senden daha değerli değildir.’ Çocuğumuzun ihtiyaç hissettiği ilk şey budur. Çocuğumuzu dinlerken onunla oturarak konuşmalıyız. Çünkü çocuğun uzun boylu bir anne-babaya derdini anlatırken boynunu havaya kaldırarak konuşması onun için itici bir durumdur. Onunla aynı seviyede olmak “sana tepeden bakmıyorum” mesajını verir. Rahat bir pozisyonda onu dinlemeliyiz. Kollarımızı önümüze ve belimize bağlamak,” ben iletişime kapalıyım” mesajını verir. Gözlerinin içine bakmalıyız. Çocuğumuzun konuşmasını yerine göre sessizce onaylayıp başımızı sallamalıyız. Ne anlatırsa anlatsın, çocuğumuzun duygu dünyasıyla alay etmemeliyiz. Unutmamamız gereken önemli bir şeyde çocuklar akıl almak için sizinle konuşmazlar. Çözüm yolu üretmenizi beklemekten çok istedikleri tek şey duygularını paylaşmamızdır. Onlara değer verdiğimizi, önemsediğimizi görmektir. Konuşmada akıl vermeden çok “peki sence bu nasıl olmalı” sorularını sorup konuşmaya teşvik etmeliyiz.
O’nun İzinde...
bu anda çözüm Allah Rasulü’nün “susun” tavsiyesinde yer almaktadır. Bulunduğumuz odayı değiştirmek, kızgınlığımızı yatıştıracak zikirlerle meşgul olmak ve bu hal üzerimizden kalktıktan sonra nasihatimizi yapmak...
RECEP 1434
53
Dinlenmeyen Çocuk:
• Anne-babasının kendisini önemsemediğini,
• Sorunlarının değersiz olduğunu, • Üzüldüğü şeyleri paylaşmaması gerekti• • • •
ğine inanacaktır. Artık anne-baba yerine derdini paylaşacak başka kişilere yönelecektir, Özgüvenini kaybedecektir. Aile içinde kavgacı ve saldırgan olacaktır, İnsanlara değer vermeyecek, üzüntü ve sevinçleri önemsemeyecektir.
Dinlenen Çocuk:
• Başta anne ve babası olmak üzere insanlara değer vermeyi, Dinlemeyi Karşı tarafın duygularını anlamayı Kendine güvenmeyi Görüşlerini her ortamda ifade etme cesaretini Sorunlarına çözüm bulmayı öğrenir.
Evet, hayırlarımızı bilinçli ve sonucunu düşünerek seçelim.
Çocuğu dinleme konusu önemli olduğundan uzatma ihtiyacı hissettim. Unutmayın ki çocuklarınızı sizin yerinize dinleyecek olanlar sizin kadar MASUM olmayabilir.
Kurallarımızı ve kararlarımızı anlayacakları dilde ifade edelim. Ve bu kararı delme adına ağlasan da, kızsan da, kafanı duvarlara da vursan biz tavrımızdan vazgeçmeyeceğiz demekten korkmayalım. Çocuk bunu delme adına son hamlelerini yapsa da mağlubiyet bayrağını kaldıracaktır inşallah.
• • • • •
NEBEVÎ HAYAT
g-Tutarlılık: Çocuk eğitiminde her anne-babanın kendine göre kuralları, evet ve hayırları vardır. Hepimiz eğitimde kuralların olacağına inanırız. Ama gelin görün ki bu kurallar ve uygulamalar çok uzun sürmez. Bir taraftan hemen delinir.
54
kilde olmadık yerlerde anne ve babasının azmini ölçerler. Bir sokak ortasında tam da paranız yetersizken bir bakarsınız ki küçük yavrunuz gördüğü oyuncağı size aldırmak için ısrarda bulunur. Tabi ki ilk başta bir direnç ile karşılaşır. Ama ölümcül silahını sona saklar ve kendini sokak ortasında yerden yere atar ve insanların öldürücü bakışları arasında yarı utanganç yarı mağlup olmuş bir asker edasıyla oyuncakçının yolunu alırsınız. İşte bu ileriki yıllarda çocuklarınızdan yakınacağınız davranışların asıl sebebidir. Yani çocuk size ağlayarak, sızlayarak iş yaptırabileceğini öğrenmiştir. Bu konu da şunlara dikkat etmeliyiz:
Çocuğumuza: “Odanı toplamanı ve ödevlerini bitirmeni bekliyorum. Görevlerini yaparsan öğleden sonra parka gidebilirsin” deriz. Öğleden sonra olmuş ama yavrumuz odasını toplamadığı gibi gitme saati yaklaştığından hazırlığını çoktan yapmıştır bile. Karşısına geçip: “odanı toplamamışsın, ödevini de yapmamışsın, hayır gidemezsin deriz. Çocuk ayak diretir, geldiğinde yapacağını bildirir, olmadı etrafa saldırmaya başlar. Netice: Çocuk parka gider. Hepimizin yaşadığı küçük bir sahne… Bizi üzen, kızdıran bir sahne… Her birimize sorulsa yavrumuzun bu halinden feveran ederiz de bunun gerçek suçlusunun biz olduğumuzu hiç düşünemeyiz. Yavrularımız daha bebeklik dönemlerinden anne ve babalarını sınarlar. Olmadık şeHAZİRAN’13
Çocuklarımızın kurallara uymasını sağlayan en iyi etken onları da bu işe katmak olacaktır. Aile toplantısı düzenleyerek beraberce sorumluluklarımızı belirleyebiliriz.
Kurallar öfkeli olduğumuz gün farklı, sevinçli olduğumuz gün farklı olursa çocuk bu durumu da kullanmaya kalkacaktır. Sevgili anne ve babalar! Unutmayalım ki tutarsızlığımızın acısını bizden çok yavrularımız yaşayacaktır. Hayat içinde kuralların gerekliliğini anlayamaz hale gelirler. Ona göre güçlüler kural koyar, zayıflar da o kuralı aşmaya çalışır. Çocuğun gözünde anne ve babasının bir değeri ve saygınlığı kalmayacaktır. Ve son olarak, aldığı tüm kararlar başarısızlıkla sonuçlanır. İradesi güçlü değildir, ister, heveslenir ama hiçbir şeyin bedelini ödeyemez. Yararlanılan Kaynaklar: • Eyvah! Oğlumu Şeytan mı Eğitiyor? Konevi Yay. • Anne-Babalara 50 Nasihat. İlke Yay. • Anne-Babalara Nasihatlar. Tahlil Yay.
Ebubekir Eren
TESETTÜR
Müslüman Kadının Kimliğidir
likle durmuştur. Nitekim İslam elçisi, müjdeleyici ve korkutucu bir şekilde kadınlara iffeti emretmiş ve mümin kadınları hep buna teşvik etmiştir. Hirekl, Ebu Süfyan’a; “Bu peygamberlik iddiasında
ihtiyaç soracağınız vakit de perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz ve hem de onların kalpleri için daha temizdir.” (3) - Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur;
bulunan Muhammed (s.a.v) size neyi emrediyor?”
“Kadın avrettir. Kadın bu sınırlamanın dışına çıkıp
diye sorduğunda, Ebu Süfyan; “Muhammed
evinden dışarı çıktı mı şeytan da onunla birlikte
(s.a.v) bizlere, sadece Allah’a ibadet ve itaat edin;
çıkar.”(4)
ona hiçbir şeyi ortak koşmayın; babalarınızın dediklerini terk edin diyor ve bize namazı, doğruluğu, iffeti ve akrabalık bağlarına önem vermemizi emrediyor.” Şeklinde cevap verdi. Resulullah’ın (s.a.v) duası devamlı şöyle idi; “Ya Rabbi!... Senden hidayet, takva ve iffet talep ediyorum.”
Yukarıda aktarmış olduğumuz ayetlerde olduğu gibi Allahu Teala yalnız iman ehline tesettürü emretmiştir ve sadece mü’min kadınları muhatap almıştır; Ayette “Mü’min kadınlara de ki…” bir diğer ayette, “Mü’minlerin kadınları…”
Tesettürün imanın gereği olduğunu belirten ayet-
şeklinde emir vardır. Beni Temim kabilesinde olan
lerden bir kısmı:
bir grup kadın Hz. Aişe’nin (r.a) yanına girdiler
- Mü’mine kadınlara da söyle; “Gözlerini
ve üzerlerinde ince elbiseler vardı. Bunun üze-
(harama bakmaktan) korusunlar: Namus ve if-
rine Hz. Aişe (r.a) şöyle dedi: “Eğer sizler Mü’min
fetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müs-
iseniz, bu giymiş olduğunuz mü’min kadınların
tesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler.
elbiseleri değildir. Eğer mü’min değilseniz bu
Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) ört-
giymiş olduğunuz elbiselerin zevkini çıkartın.(5)
sünler.” (1)
- Bir başka zaman Hz.Aişe’nin (r.a) yanına bir
- Bir başka ayette ise; “Hem vakarlarınızla
gelin girdi ve üzerinde boyanmış bir Kıpti elbisesi
evlerinizde durun da; evlerinizden, önceki cahi-
vardı. Hz.Aişe validemiz ona şöyle dedi; “Böyle
liye devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın.”
bir elbiseyi ancak Nur Suresindeki tesettür ayetle-
(2)
- “O’nun (peygamberinizin) hanımlarına bir
rine inanmayan bir kadın giyebilir. (6) RECEP 1434
O’nun İzinde...
İ
slam dini devamlı olarak iffete, namusa çok önem vermiş ve bu konunun üzerinde titiz-
55
TESETTÜR İSLAMIN ŞİARIDIR ÖZENTİ DEĞİLDİR Kadının teberrüc fitnesi İslam tarihi boyunca, bu ümmette belalara, zafiyete ve yenilgiye sebep olmuştur. Bunun örnekleri ise oldukça çoktur. Nitekim hemen hemen savaşların hepsinde ta-
NEBEVÎ HAYAT
ğuti düzenlerin bu konuda Müslümanlar üze-
56
yönlendirdiği gibi örtünmeye başlamışlardır. “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah da razı olmuyor. Fakat kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (7) Allah Resulü bu konuda insanları ve özellikle de kadınları uyararak Yahudi ve Hıristiyanlara benzememe noktasına dikkat çekmiştir.
rinde yapmış oldukları oyunları görmekteyiz.
Ebu Said (r.a)’dan rivayetle Allah Resulü
Aynı zamanda Yahudi milleti, özellikle Yahudi
(s.a.v) şöyle buyurdu; “Siz, sizden önceki in-
dönmeleri, kadınların açılması ve tesettürden
sanların yollarına, mutlaka karış karış, arşın
uzaklaşması için gece-gündüz çalışmaktadırlar.
arşın uyacaksınız; hatta onlar kertenkele de-
Yahudi dönmelerinin merkezi olan Selanik’te
liğine girseler bile, siz de onlara uyup o de-
1914 yılında düzenlenen bir gece partisindeki
liğe gireceksiniz.”(8) ‘Ey Allah’ın Resulü! Onlar
Yahudi kadınların Müslüman isimleriyle düzen-
Yahudi ve Hristiyanlar mıdır?’ diye sordular.
leyeceği tiyatroda, tesettürü yırtarak, özgürlük
‘Ya başka kim olacaktır?’ diye cevap verdi.
ve hürriyet gibi nidalarla açıklığın insanlara gös-
İslam tesettüründen uzaklaşmış, Yahudi ve Hris-
terilmesi amaçlanmış ve böylelikle soyunmanın,
tiyanların giyindiği gibi giyinmeye başlayan ka-
modanın bir gereği olduğu ispat edilmeye kalkı-
dınlar, bu hadislerde bahsedilen kimselere ne
şılmıştır. Nitekim Yahudi dönmelerinin çalışma-
kadar da benziyorlar. Allah ve Resulüne (s.a.v)
larına İslam tarihinde, Müslümanları kışkırtacağı
isyan etmiş, kafalarına göre tesettür şartlarını ve
ve herhangi bir olaya sebebiyet vereceğinden, o
şeklini belirleyenler, ne kadar da adım adım Ya-
dönemki hükümet tarafından izin verilmemiştir.
hudi ve Hristiyanların yollarını takip ediyorlar!
Siyonist Yahudi parmağı tarih boyunca bu konu
Oysa o Yahudiler Allah’ın gazap etmiş olduğu
hakkında çok gizli ve planlı çalışmalar yapmıştır.
bir kavimdir. Hristiyanlar da sapıklığa uğramış
Bunun için çok farklı yöntemler ve insanlar kullanılmıştır. Bu alanda çok kitap yazılmış ve dergiler çıkartılmıştır. Yahudilerin bu alandaki en büyük ve en etken çalışması ise elbette medyadır. Medya insanları eğitici en büyük unsurdur. İnsanların eğitilmesi ya medya aracılığı ile ya da okullarda verilen eğitim aracılığıyla olmaktadır. Yaşamış olduğumuz ülkeye ve dünya üzerindeki devletlere şöyle bir baktığımızda, Siyonist Yahudilerin medya ve eğitim üzerindeki ağırlıklarını hatta bu alana tamamen sahip olduklarını görebiliriz. Nitekim böylelikle insanlara tesettür konusunda verilen eğitim, medya veya okullar vasıtasıyla Yahudiler tarafından verilmektedir. Maalesef Yahudiler nasıl isterlerse, Müslüman kadınların örtüleri ve giyinişleri o şekilde belirlenmektedir. Ortada Allah’ın ve Resulünün (s.a.v) istemiş ve emretmiş olduğu bir tesettür şekli varken, bu konuda çalışma yapan Şeytan ve taraftarlarının vesveselerine kapılan kadınlar onların istediği ve
olan kimselerdir. O kâfirler Allah’ın emirlerine
HAZİRAN’13
‘’Duyduk ve isyan ettik.’’ diye karşılık vermişlerdi. Şu günümüzdeki adları Müslüman olan kadınlar da ne kadar çok benziyor bu kâfirlere. Bu sözde Müslüman kadınlarda aynı Yahudiler gibi tesettür ve örtünme ile ilgili ayetlere ve hadislere, ‘’Duyduk ama bizler bunu uygulamayız ve isyan ederiz; kafamıza göre yaşarız ya da bize sadece okullarda, medyada öğretilenleri yaparız. Allah ve Resulünün (s.a.v) emir ve yasakları bizi ilgilendirmez.” Demekle ne kadar çok benziyorlar Yahudilere. Allah ve Resulüne (s.a.v) inanmış Mü’min bir kadın, Allah’tan gelen örtünme emirlerine ancak ve ancak, “Duyduk ve itaat ettik.” şeklinde karşılık verir. “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü yolda bırakırız ve Cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.”(9)
Teberrüc,(açılıp saçılma) Kokuşmuş Ca-
örfleri tamamen teberrüc, yani tesettürsüzlüğün
hiliye Adetlerinden Başka Bir Şey Değildir;
eş anlamlısıdır. Bütün açıklık halleri cahiliye ka-
“Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde ol-
lıntılarındandır. Kim bu şekilde bir yaşam yaşar
duğu gibi açılıp saçılmayın.”
ve isterse cahiliyyede yaşayan kimseler gibi ya-
Rasulullah (s.a.v) bizlere, cahiliye adet ve çağrılarının hepsinin kokuşmuş, küflenmiş bir pislik olduğunu haber vermiş ve hepsinin atılmasını, terk edilmesini emretmiştir. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur; “... Temiz ve hoş şeyleri kendilerine helal kılar; murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar…”(11) Ayrıca Rasulullah (s.a.v) bütün cahiliye devrine ait olan şeyleri yapanlardan uzak olduğunu açıklamıştır. Abdullah İbni Mes’ud (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “(Ölüler için) avuç içi ile yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve cahiliyyet çağrısı ile feryat ve figan eden kimse bizden değildir.”(12) İbni Abbas (r.a) şöyle demiştir; “Rasulullah (s.a.v), Allah’ın en çok buğzettiği üç kişi saymış ve bunlardan birisinin de, İslam’da cahiliye yaşantısı, adet ve örflerini isteyen kimse olduğunu söylemiştir.”(13)
şamış demektir. Cahiliye adet ve örfleri ve teberrüc bütünüyle habis ve kokuşmuş yaşantı şekilleridir. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.v) böyle bir yaşantıyı yasaklamış ve haram kılmıştır. “…Ne bu cahiliyet halkı davası, yaşantısı... Bu davayı bırakın! Çünkü o kokmuş bir şeydir.’’ Bir diğer hadis-i şerifte ise Rasulullah (s.a.v) bütün cahiliye yaşantılarının ayakları altında olduğunu şu şekilde ifade eder; “Cahiliye dönemine ait bütün yaşantı, adet ve örfler ayağımın altındadır.” İşte değerli mü’min! Rasulullah (s.a.v) bütün cahiliye yaşantılarını ayakları altına almıştır. Teberrücde, yani açık saçık bir yaşantı biçimi de cahiliye kadınlarının adet ve örflerindendir. Rasulullah (s.a.v) böyle bir yaşantıyı, giyim ve kuşam şeklini ayakları altına almasına rağmen, sen bunu halen yapmaya devam edecek misin? İslam, bütün cahiliyeye ait olan her şeyi silmiş ve yasaklamıştır. Cahiliye faizi, cahiliye giyim kuşam şekli, cahiliye kanunları ve yasama şekilleri, cahiliye düşünce ve
İbni Hacer (r.a) hadiste bahsedilen cahiliye
inanışları ve cahiliye adet ve örfleri Peygamberi-
adetlerinden bütün o devirde yapılan adet ve
mizin (s.a.v) ayakları altındadır. O halde bütün
örfler olarak bahseder. Şüphesiz cahiliye adet ve
bunlar bizimde ayaklarımızın altında olmalıdır. RECEP 1434
O’nun İzinde...
(10)
57
bu sınıfa ait kadınlar, detaylı bir şekilde tanımlan-
VELİLERE BİR ÇİFT SÖZ; Kızlarına yaşlarının küçüklüğü gerekçe-
mışlardır.
siyle örtünmeyi yasaklayan anne-babaların kı-
a. Üzerine bir şey giymiştir fakat vücudunun
yamet günü Allah’ın huzurunda büyük mesu-
bir kısmı, erkeklerin şehvetlerini kamçıladığı için
liyetleri vardır. Bir kız, hayız çağına geldiğinde
çıplağa benzer. Giyinik bile olsa giydikleri ince ve
şer’i olarak hicaba girmesi gerekir. Ebeveyni
dar olduğundan vücut hatları bellidir.
onu engellediği taktirde günahı büyüktür ve kıyamet günü Allah Teala ona bunu sorar; “Onları yakalayın çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”(14) Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor; “Hepiniz çobansınız, hepiniz elinizin altında bulunanlardan dolayı sorumlusunuz.”(15) Çünkü baba evin gözeticisidir ve kıyamet günü himayesindeki her bir fertten mes’uldür. Bir babanın kendisine şunu sorması gerekir, acaba kız kaç erkek üzerinde fitneye ve sapıklıklara sebebiyet verecek ve bütün bu erkekler karşısında nasıl bir tehlikeye maruz kalacak. Bunlar
(açık-saçık
kimseler)
b. Kıvırarak yürürler. Bu yürüyüşleri ile şehvetleri uyandırırlar. c. Başları, kabarttıkları saçları, yani moda kesimleri ve kullandıkları peruklarla devenin hörgücü yükselir. Hadis-i şerifte belirtildiği gibi bu sınıf değil cennete girmek onun kokusundan bile mahrumdur. Her ne kadar Allah’ın rahmeti gökleri ve yerleri kuşatıyorsa da Allah’ın Rasulü (s.a.v) Müslümanlara bu kesimin Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılması için emretmiştir. “Onlara lanet edin çünkü onlar lanetlenmiştir.”
Rasulullah
(s.a.v)’in zikrettiği ve Hakim (r.a)’ın naklettiği gibi örtülü olmayan kardeşlerimiz için dünya ve ahirette söz konusu olan tehlikelerdendir: “Son ümmetimde eğerler üzerine binmiş adamlara benzeyen adamlar olacak, mescidin kapılarına inecekler. Onların kadınları giyinmiş çıplaklardır, başları zayıf deve hörgücü gibidir. Onlar lanet edin çünkü onlar lanetlenmişlerdir.(16) Lanet ne demek bilirmisiniz? Lanet, Allahu Teala’nın rahmetinden uzaklaşmak demektir. Yukarıdaki hadiste de Rasulullah (s.a.v) her müslümana bu sınıfa ait-yani üzerine bir şey giymemiş ama avret yerlerini örtmemiş çıplağa benzeyen kadınlara lanet edilmesini emrediyor. Bir diğer hadiste de peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Cehennem ehlinden iki sınıf vardır ki onları göremedim.
NEBEVÎ HAYAT
Beraberlerinde inek kuyruğuna benzeyen kamçı-
58
lardan ve bununla insanlara vuran bir kavim ve giyinik ama çıplak gibi olan, kıvırarak yürüyen, meyleden ve başları deve hörgücü gibi sarkmış kadınlar. Onlar cennete giremeyecekler, cennetin kokusunu alamayacaklar. Oysaki cennet kokusu şu (kadar) mesafeden alınır.” (17) Bu hadis-i şerifte HAZİRAN’13
----------------------------------------------(1) Nur, 31. (2) Ahzap, 33. (3) Ahzab, 53. (4) Tirmizi 1173, İbni Hibban, Tirmizi hasen demiştir. (5) Mealim sünen, 4/376. (6) Kurtubi tefsiri, 14/244. (7) Tövbe, 32. (8) Muttefekun aleyh. (9) Nisa,115. (10) Ahzap, 33. (11) Araf,157. (12) Buhari, cenaiz, 3/198. (13) Buhari, diyet, 12/219. (14) Saffat, 24. (15) Buhari 13:100 Ahkam bahsi. (16) Müsned, 2/223. (17) Müslim, 2128. Daha detaylı bilgi için Abdulhamid Bilali ve İsmail Mukaddem’in konuyla alakalı kitabına bkz.
Yusuf Mert
إقرأ باسم ربك الذى خلق
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
Eser İbni Recep el-Hanbeli tarafından kaleme alınmıştır. Kitap Nebevî Hayat Yayınları tarafından basılarak okurlarımıza sunulmuştur. Kitap itinalı baskısı ile hak ettiği kalitede basılmış, okuyucuyu yormayan bir tasarıma sahiptir. Eser muhterem âlim İbni Recep el-Hanbeli’nin “Letâifu’l-Meârif” isimli eserinin Ramazan ayının fazileti ve yapmamız gereken ibâdetleri anlatan bölümünden oluşmaktadır. Kitap, Letâifu’l-Meârif esas alınarak hazırlanmış, zayıf rivayetler ve tekrarlar, uzatmadan kaçınmak ve okuyucu sıkmamak açısından çıkarılmıştır. Kitapta başlıca Ramazan ayı ve içerisinde yapılacak ibadetler ile alakalı olmak üzere yedi konu işlenmiştir. Kitap özellikle üç aylara girdiğimiz ve mübarek Ramazan ayına yaklaştığımız bu güzel günlerde, her Müslümanın bilgilerini tazeleyip kendilerini salih amele teşvik etmesi bakımından oldukça güzel bir üsluba
KİTAPLIK
Peygamberimiz
Ramazan’da
Nasıl İbadet Ederdi? Kitabın ismi: Peygamberimiz Ramazan’da Nasıl İbadet Ederdi? Yazarı: İbni Recep el-Hanbeli Çeviri: Yunus Bölükbaş, Ali Yücel Yayın Evi: Nebevî Hayat Yayınları
sahiptir. Kitaptaki şiirler kitaba ayrı bir güzellik katmaktadır.
Ömrümüz gaflet, eğlence ve hüsran ile geçti. Eyvah geçen günlerimde ki kayıplarıma. Zayi ettiğim günlerimde bir özrüm yoktu. Hamd ve şükür vecibelerinden nasıl da gafil olduk. Allah celle celâluhu bize özel bir ay verdi. Öyle bir ayki onda zikri indirdi. Hiçbir aya benzemez Kadir gecesi Nice sahih haberler vardır, ondaki hayırla ilgili. Ne mutlu o kimseye ki, onu son on günde aradı. Özellikle tekli günlerde. Çünkü sahih rivayetler vardır. O günde melekler, nur ve iyilik ile inerler. Fecir doğana kadar herkese selam ederler. Onu hazine bilin, çünkü o en iyi hazinelerdendir. Niceleri vardır ki farkında olmadan cehennemden azat edilir.
O’nun İzinde...
Eseri yazan muhterem İbni Recep el-Hanbeli’ye, tercümesini yapan Yunus Bölükbaş ve Ali Yücel’e ve eserin basımını üstlenen Nebevî Hayat Yayınlarına Rabbimizin mükâfatlarını vermesini niyaz ederek nice hayırlı hizmetlere muvaffak olmalarını dileriz.
Yeni bir kitap tanıtımında buluşmak ümidiyle… RECEP 1434
59
DÜNYADAN HABERLER
Afganistan’da Askeri Kargo Uçağı Düşürüldü.
ASYA - Afganistan’da Amerikan kuvvetlerinin kontrolündeki Bagram Hava Üssü yakınlarında bir kargo uçağı düştü.
U
çaktaki 7 kişinin tamamı hayatını kaybederken, Taliban uçağı vurduklarını ileri sürdü. NATO ise bu iddiayı yalanladı. Uçağın, başkent Kabil yakınlarındaki üstten kalkışının hemen ardından yere çakıldığı ifade edildi. Cumartesi Ügünü de Afganistan’ın güney eyaleti Zabil’de bir NATO uçağı düşmüş ve Ü4 Amerikalı görevli ölmüştü. Bu arada, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, pazar günü Amerikan güçlerinin 4 sivili öldürdüğü olayı kınayan bir açıklama yayınladı.
Katliamı reddeden ABD`li asker hapiste
ORTADOĞU - Irak savaşından çocuklara ateş etmek istemediği için kaçan ABD’li kadın asker, iltica ettiği Kanada`dan sınırdışı edildi ve ABD`de hapse atıldı
I
rak savaşından firar eden 30 yaşındaki Amerikalı kadın asker Kimberly Rivera, ABD Askeri Mahkemesi tarafından 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kıdemli onbaşı Kimberly, Colaroda`da görülen duruşmasında, Amerikan Ordusu Irak`tan çekildikten 16 ay sonra ilk kadın asker olarak ceza aldı. Kimberly`den önce aynı suçtan dolayı birçok erkek asker de hapis cezalarına çarptırılmıştı.
Hizbullah’a Suriye’de büyük darbe
Kimberly, Irak savaşındaki görevi 1 yılı doldurduktan sonra 2007 yılında ABD`ye izinli olarak geldi. Fakat tekrar Irak`a gönderileceğini haber alınca eşi ve çocuklarıyla birlikte Kanada`ya kaçtı. Kimberly`nin Kanada`daki iltica talebi de kabul edilmedi. Daha sonra oturum izni için yaptığı başvuru da geri çevrildi. 19 bin Kanadalı, Kimberly`ye insani nedenlerden dolayı bu ülkede kalma izni verilmesi için başlatılan imza kampanyasına destek verdi. Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu ve `Gaziler için barış` isimli Amerikan grubunun da kadın askerin kalması için çalışmaları bir sonuç vermedi.
Siyonistler 2415 Filistinliyi ölüme mahkûm etti
ORTADOĞU - Humus’a bağlı Kusayr semtinde Suriyeli muhaliflerle savaşan Hizbullah militanlarının darbe yediği iddia edildi
S
S
NEBEVÎ HAYAT
iyonist İsrail’in hapishanelerinin ölüm kampı olduğu ortaya çıktı. İsrail hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûm Filistinli sayısının 4 bin 998 olduğu belirtilirken, bunlardan 2 bin 415’inin ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığı öğrenildi. Siyonist İsrail’in hapishanelerinin ölüm kampı olduğu ortaya çıktı. İsrail hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûm Filistinli sayısının 4 bin 998 olduğu belirtilirken, bunlardan 2 bin 415’inin ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığı öğrenildi. Hapishanedeki Filistinlilerin birçoğu hâlâ neyle suçlandıklarını bilmiyor.
60
İran’a Amborgo Yalanmış
İ
ran’a ağır ekonomik yaptırım uygulayan, müttefiklerini de buna zorlayan ABD’nin aslında ambargoyu kendisinin deldiği ortaya çıktı. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Amir Abdullah, ‘Bizden en çok petrol alan şirketler ABD’li’ dedi.
HAZİRAN’13
uriye’nin yüzölçümü olarak en büyük şehri olan Humus’un Lübnan sınırındaki semti el-Kusayr’da şiddetli çatışmalar devam ediyor. Esed ordusu yanına Hizbullah savaşçılarını da alarak büyük bir katliama yapmak üzere bölgeye girdiler. Hizbullah ile Baas ordusunun ortak operasyonları sonucunda çok sayıda Suriyeli direnişçi yaşamını yitirirken Hizbullah militanlarının da ciddi kayıplar verdiğine dair haberler geliyor. Son olarak Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Rasul A’zam Hastanesine 30 Hizbullah militanının cesedinin getirildiği iddia edildi. “Diğer Çocuklarımızı da ‘Şehit’ Vermeye Hazırız!” Öte yandan Hüseyin Habib adlı bir Hizbullah komutanının ailesi, çocuklarının Suriye’de öldüğünü teyit etti. Aile, bunun yanı sıra diğer çocuklarını da “şehit” vermeye hazır olduklarını belirtti. Hüseyin Habib’in, Suriye’nin Humus şehri civarındaki Kusayr’da iki hafta önce öldürüldüğü ve cenazesinin hâlâ teslim alınamadığı ifade ediliyor.
DÜNYADAN HABERLER
Ras El Nebe’de kan donduran katliam
ORTADOĞU
E
sed Rejim güçlerinin Banyas el-Beyda’da ateşli ve kesici silahlarla toplam 179 kişi hunharca katletmesinin yankıları sürerken Suriye’de Rejim güçlerinin başka katlimları devam ediyor. Esed Rejim güçlerinin Banyas el-Beyda’da ateşli ve kesici silahlarla toplam 179 kişi hunharca katletmesinin yankıları sürerken Suriye’de Rejim güçlerinin başka katlimları devam ediyor. Dün Suriye haber ajansları, Esed Rejim güçlerinin Bayda’da yaptığı katliamdan sonra Ras El Nebe’de de katliam başlatıldığı haberlerini bildirdiler . Esed Rejim güçlerinin Ras el Nebe katliamından elimize ulaşan ilk görüntüler insanın kanını donduruyor . Kasabadan kaçabilenlerin ifadesine göre önce Esed Rejimi kasabayı bombaladı daha sonra gelen rejim askeleri eline geçirdiği kadın, çocuk, bebek ayırt etmeksizin en az 250 kişi katletti. Video görüntüsünde bıçaklanarak öldürülmüş insanlar, yakılmış bebekler görülüyor. Gelişmeler geldikçe haber güncellenecektir.
Suriye’de başbakana Ahmedinejat’ı da korku aldı: suikast girişimi ‘İsyancıların kazanması tüm bölge Suriye devlet medyası, Başbakan Vail El Halki’nin için bir tehdit’ kendisini hedef alan bir bombalı saldırıdan kurtulduğunu bildirdi. Suriye devlet televizyonu, başkent Şam’ın Mezze bölgesindeki saldırıda Halki’nin konvoyunun hedef alındığını duyurdu. Bombalı saldırıda ölen ve yaralananlar var ancak kesin rakam verilmedi.
Lübnan’da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, ‘Suriye’nin ‘ABD’nin, İsrail’in ve ra- İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat, Suriye’de silahlı muhalefetin galibiyedikal İslamcıların eline düşmesine izin ver- tinin tüm Ortadoğu bölgesinde güvenlik durumunu kötüleştireceğini söyledi. meyecek gerçek dostları’ olduğunu söyledi. Başkent Tahran’da Mısır Devlet Başkanı Danışmanı Essam al-Haddad başkanlığınHizbullah’ın El Manar televizyon kanalına daki heyeti kabul eden Ahmedinejat, “İktidara savaş ve ihtilafla gelen bir grup, sakonuşan Nasrallah, Suriyeli muhaliflerin vaşın ve güvenlik sorunların uzun bir süre için devamına yol açar. Suriye’de güvenlik Beşar Esed rejimini askeri yollarla devirecek eksikliği, bölgedeki tüm ülkelerin güvenliğini ve genel olarak tüm bölgeyi tehdit güçleri olmadığını belirtti. Hizbullah lideri, edecek.” dedi. verdikleri kayıpları hiçbir zaman saklamadıklarını belirtirken ‘çok sayıda Hizbullah savaşçısının öldüğü’ haberlerinin doğruları yansıtmadığını söyledi. Nasrallah, Şam’ın güneyinde adını Hz. Muhammed’in torunundan alan Şii Seyyide Zeynep Türbesi’nin yıkılması durumunda, intikam alabilecekleri uyarısında bulundu. Hizbullah lideri, “Türbe yıkılırsa, işler kontrolden çıkabilir” dedi. BBC’nin aktardığına göre Nasrallah, Suriye’deki savaşın Lübnan’a sıçramasını engelleyeceğini belirtti fakat bu gözdağının halkı telkin etmekte yeterli olmayabileceğini ifade etti. Burada aklımıza şu soru geliyor:”Müslümanların en eski camilerinden Emevi Camii, Ömer Camii ve daha nice camiileri kurşuna dizilirken ve yıktırılırken acaba bunlar hangi dine inanıyor da bir türbeyi hepsinin önünde görüp, korumalığını yapıyorlar. RECEP 1434
O’nun İzinde...
Nasrallah’tan Esed’e Sonuna Kadar Destek
61
Süleyman Çankaya
TEKNOLOJİ DÜNYASI
Tablet mi, Laptop mu, Minibook mu?
Hangisini Seçmelisiniz? Benimde bu sorunun içinde bulunduğum bir sorun
Çok yazı yazanlar, klavyesiz yapamayanlar ve
var ki o da başlıkta saydığım bu üç teknoloji devi’nin
dokunmatik bana göre değil diyenler, ayrıca tabletlere
hangisini alıp almama kararsızlığı ve hangisi kimin ne
USB girişi veya bluetooth üzeri klavye bağlanabiliyor
işine yarar, almalı mı almamalı mı gibi cevaplardır.
olsa da yanımda sürekli klavye taşıyamam diyenler de
Şüphesiz birçok insan, yaşı kaç olursa olsun teknolojinin getirdiği yeni ürünlere sahip olmak için birçok araştırmalar yapar. Bir zamanlar herkesin evinde bir bilgisayar bile bulunmazken, günümüzde evdeki her bireyin ya dizüstü bilgisayarı ya da tableti bulunmakta. Evet, bilgisayarlar artık herkesin mutlaka sahip olması gereken eşyalardan bir tanesi haline geldi, neredeyse abartısız ekmek ve su gibi… Teknoloji ilerledikçe seçeneklerde çoğalmakta. ‘Acaba benim ihtiyaçlarıma en uygunu laptop mu tablet mi?’ diye karar veremeyen bir çok insan için bu iki teknoloji harikasını hiç bir markaya değinmeden kısaca inceleyelim. Dizüstü bilgisayarın en büyük özelliği taşınabilir ve farklı boyutlarda olması. İster evde bilgisayar yerine büyük bir laptop alın ve ev ofisiniz için kullanın, ister-
NEBEVÎ HAYAT
seniz küçük bir tane alıp yanınızdan ayırmayın. Üni-
62
versitede, toplantılarda veya gezilerde sizin en yakın arkadaşınız olsun. Eğer çok yazı yazan, grafik programları ile ilgilenen veya oyun oynamasını ve film seyretmesini seven bir kişi iseniz sizin için en doğru seçim dizüstü bilgisayar olacaktır. HAZİRAN’13
mutlaka dizüstü bilgisayarı tercih edecektir. Dizüstü bilgisayara kıyasla tabletlerin en büyük özelliği çok daha rahat taşınabilir ve konforlu olmalarıdır. Siz nerede iseniz o orada, adeta bir not defteri gibi. Her ne kadar laptoplar da taşınır olsa da yanınızda bir tablet taşımak şüphesiz çok daha çekici olacaktır. Tabletlerin markasına göre görünümü ve özelliği değişse de şu an piyasada bulunan birçok tabletin en büyük avantajı şarjının uzun süre dayanabilir olması. Yani yanınızda sürekli şarj aleti taşımak zorunda değilsiniz. Ayrıca aldığınız markaya göre indirdiğiniz programlar işinizi çoğu alanda kolaylaştıracaktır. Örneğin adres bulmak için indirdiğiniz program ile kaybolma riskiniz muhtemelen azalacak; resim ve video çekmeyi sevenler için ise tablet adeta severek kullanacakları bir cihaz haline dönüşecektir. Ya da netbook yerine tablet bilgisayar tercih edilebilir mi? Eğer netbook sahibi değilseniz ve klavyesiz bir cihaz sizi sıkıntıya sokacak ise netbook almanız daha akıllıca olur. Ayrıca netbook tercih ettiğiniz vakit fiziksel klavyenin yanı sıra ram yükseltme, pil değiştirme gibi seçeneklerinizde olacak. Fakat tablet seçtiğiniz vakit bu avantajlardan mahrum kalacaksınız. Tablet bilgisayarda ise daha
kolay taşıma ve her ortamda kullanma gibi avantajlara
Tablet alırken işletim sisteminin Flash Player’i destek-
sahip olabileceksiniz. Ayrıca fiziksel klavyesi bulunan
leyip desteklemediğini öğrenin, işletim sisteminin kaç
tabletlerde seçimizi kolaylaştırabilir.
olduğuna bakın, gibi özelliklerinin ne kadar olup ol-
Bu bilgisayarları alırken iyi düşünün heves uğruna alıp pişman olmayın hangisi işinize yarıyorsa onu alın. Düşünürken öncelik olarak fiyatlarımızı belirleyelim. Hangi ürün ekonomik olarak işimizi görecekse onu alalım.
madığına bakın. Bütün bunların yanı sıra tablet almadan önce bir teknoloji mağazasına giderek bütün ürünleri kendiniz test edin. Bu testin faydasını fazlasıyla görebilirsiniz.
Sonra.. Bütçenize uygun fiyatlarla bilgisayarı kullanım biçiminize göre en uygun cihazı almaya çalışın. Oyun kullanıcıları, photoshop gibi tasarımcı veya yazılım gibi büyük işlerle uğraşıyorsanız laptop’ları seçmelisiniz çünkü tablet bilgisayarlarda ve Minibo-
Tablet bilgisayaların en güzel özelliklerinden biride dokunmatik olmalarıdır. Ekranda bir iki tuştan ve ses düğmesi gibi vb. araçlardan başka birşey yoktur. Bu yazım işini zorlaştırabilir ama eli hızlı olan arkadaşlarımız buna kısa sürede alışacaktır.
ok’larda Laptop veya masaüstü bilgisayarların bu
Tabletde dikkat etmeniz gereken en büyük şey-
programları çalıştırmak için verdiği hızı veremezler.
lerden bir tanesi de ekranlarının kalitesidir. Kullanırken
Blog yazısı yazmak, e-postalara bakmak, mini oyunlar oynayıp zaman geçirmek, tatilde, yolda kısaca internette gezinmek için en iyi bilgisayar Tablet veya Minibook’tur.
çok dikkatli olmalısınız. Ekranı kırılmış bir tabletin işi bitmiş demektir söylenene değilde gözünüzle gördüğünüze inanın, gidin test edin sağlamsa alın bu garantiye girmeyebilir o zaman öylece kalabilirsiniz.
Laptopda hızlı ve kolay yaptığımız işleri tablette o kolaylık ve hızlılıkla yapamayız. Kullanılabilirlik tabletlerde daha az.
Tablet bilgisayar alırken yukarıda dediğim gibi amacınızı iyi belirleyin. Tableti iş için mi yoksa eğlence amaçlı mı aldığınızı bilin, ona göre alın.
hafif.
Eğer tablet ile internette zaman geçirmek, video iz-
Hafif oyunlar, videolu görüşme, internete girmek için
lemek, müzik dinlemek ve sörf yapmak niyetinde iseniz
Tablet’ler wifi özelliğiyle mükemmel bir araç.
sizin için biçilmiş bir kaftan demektir. Ancak çevrimiçi
Taşıma
kolaylığı
olarak
tabletler
Tablet Bilgisayar alırken dikkat edilmesi gereken şeyler: İşletim sistemine dikkat edin. İki işletim sistemi vardır; Windows ve Android. Android, google tarafından geliştirilen kendisine ait olan bir işletim sistemidir. (Google çoğu uygulamayı ücretsiz sunmaktadır ama üyelik için cep tel istemektedir, bilginiz olsun) Tablet alırken buna dikkat edeceğiz. Android için bir sürü yeni geliştirilmiş ve geliştirilmeye, oluşturulmaya devam eden programlar var. İPad’lere gelince kendine özgü işletim sistemi bulunmakta fakat bu cihazın pilini
işlerinizi yapmakta kullanacaksanız biraz daha düşünmeniz gerekecek. Tablet bilgisayarlar ile çalışmak biraz sıkıntılı olabilir. Çünkü fiziksel bir klavyenin yokluğunu çekebilirsiniz. Dokunmatik klavye ile yazılarınızı yazmakta zorlanmanız mümkündür Kısaca şöyle özetleyebiliriz; Ben daha çok internette gezinmek, film seyretmek, müzik dinlemek veya zaman zaman yazı yazmak istiyorum diyorsanız o zaman sizin tercihiniz mutlaka tablet olacaktır.
değiştiremeyeceğinizi bilmenizde fayda var. Çünkü
Fakat, benim işim yazı yazmak; grafik çalışması
Apple bunu kendisi ücret karşılığında yapıyor. App-
yapmak ve yüksek gigabaytlı programlar indirmek di-
le’in en büyük dezavantajlarından birisi de işi tekelleş-
yorsanız, o zaman sizin tercihiniz muhtemelen dizüstü
tirmesi ve cihazlarında Flash kullanmaması diyebiliriz.
bilgisayar olacaktır. RECEP 1434
O’nun İzinde...
Tablet ile Laptop’u karşılaştıralım;
63
SİZDEN GELENLER Herkes korkup kaçarken, bürünürken sükuta… Ve sığınırken karanlıklara, bir yavrunun annesine sarılışı gibi… İnsanlar gömerken yüreklerine sevdalarını... Bizler; göğsümüzde coşkuyla haykıracağız! Umut umut büyüyeceğiz yarınlar’da... Bedeller ödeyeceğiz bu yolda… Bir avuçluk dualarla Rabbe iltica edeceğiz... Tek azığımız Rahman’a olan teslimiyetimiz olacak... İnsanlar gömerken yüreklerine sevdalarını... Bizler; göğsümüzde coşkuyla haykıracağız! Korkmadan, usanmadan...!
bilgi@nebevihayatyayinlari.com
Nasip et Allah’ım Bu şerefli yolda dimdik yürümeyi Ömer (r.a) gibi Ali (r.a) gibi çarpışmayı Mazlumun sesine kulak vermeyi Tevhidi haykırıp yolunda can vermeyi Bu dava uğrunda kanlarımızı dökmeyi İslamın garipliğini galipliğe çevirmeyi Zulüm saçan düzenin temelini sökmeyi ŞEHİTLER kervanının başını çekmeyi Allah’ım bizlere nasip et. Emrah Kantar / BURSA
Rumeysa ESER / İSTANBUL
YA İZZET, YA ZİLLET!
NEBEVÎ HAYAT
İpi kopan tespihim Dağılmış tane tane Acı ama tespihim Hani nerde imame
64
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Günümüz İslam ümmetine bakıldığında; zilletin, alçalmışlığın, dağılmışlığın avuçlarında adeta can çekişmekte olduğu görülmektedir. Fert açısından hiç de azımsanmayacak durumda olan İslam ümmeti, öte yandan şer güçler tarafından bir oyun hamuru haline getirilmiş ve tüm kirli işler Müslümanlar üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Son Osmanlı halifesi Vahdettin’in düşmesinin ardından Müslümanlar yazımın başındaki şiirde de belirttiğim gibi adeta bir tespihin dağılmış taneleri haline dönmüştür. Birbirinden bağımsız devletçikler meydana getirilerek İslam ümmetinin birbiriyle olan bağı koparılmıştır. Bunun da yegâne sebebi insanların dünyayı aşırı bir aşkla sevmesi ve ölümden de tiksinmesi olmuştur. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir buyurdu.’’ Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır, sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır.” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri: “Vehn nedir?” deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve HAZİRAN’13
sellem “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu. ( Ebu Davud ) Görüldüğü gibi İslam ümmetinin zillete boyun eğmesinin sebeplerinden birisinin ne olduğu hadis-işerifte de belirtildiği gibi apaçık ortadadır. Hepimizin bildiği üzere şu anda Müslümanlar dünyaya o kadar meyyal bir hale gelmişlerdir ki, öte yandan dininin elden gittiğinin dahi farkında değildir. Vereceğim misal Müslümanların ne hale düştüklerini apaçık gözler önüne seriyor. Öyle ki, Şimon Perez’e bir gazeteci: “Kur-an’ı Kerim sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattığında, Perez şu cevabı vermiştir: “Kur’ân’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin düşünürüz.” Evet, şuan Kur’ân’ın bahsettiği Müslümanlar adeta kendi kabuklarına çekilmiş, kendi dertlerine düşmüşlerdir. Dünya üzerinde Müslüman kanı akıtılmayan bir kara parçası dahi yok iken bunlara dur diyecek Müslümanlar ortalıkta görünmemektedir. Görünen o ki izzeti zillete tercih etmişiz. Hâlbuki her şey gün gibi ortada. Suriye’nin durumu belli, işte Mali Fransızlar tarafından işgal altında, Afganistan yıllardan beri emperyalist güçlerin zulmü altında inlerken işte Çeçenistan, Filistin, Arakan… Artık dünya sevgisini bırakıp birlik olmanın, kardeş olmanın ve kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmenin vakti çoktan geldi de geçiyor. Kur’ân ve sünnet etrafında birleştiğimiz takdirde saadet pek yakındır. İslam ümmetinin uyanması temennisiyle. Allah’a emanet olun. Hasan Varol / İstanbul
َو َبا ِر ْك، َو َبا ِر ْك لَ َنا ِفي شَ ِام َنا،اللَّ ُه َّم َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َم ِدي َن ِت َنا لَ َنا ِفي َي َم ِن َنا
“Ey Allah’ım! Şam’ımızda bize bereket ihsan et! Ey Allah’ım! Yemen’imizde bize bereket ihsan et! (Buhari 6954, Tirmizi 4210, İmam Ahmed c.10 sf.244)
طوبى للشام لأن ملائكة الرحمن باسطة أجنحتها عليه Rasulullah (Sallallahu Sellem) şöyle buyurdu:
Aleyhi
ve
“Ne mutlu Şam’a!” Bizler: −Ya Rasulallah! Bu hangi sebepten ötürüdür? Dedik. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): −“Çünkü Rahman’ın melekleri kanatlarını Şam’ın üzerine germiştir” buyurdu. (Tirmizi 4211)