Nebevi Hayat Dergisi 9. sayı (2013)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Ağustos 2013 1434

Yıl: 1 Sayı: 9 - Fiyatı: 5 TL

www.nebevihayatyayinlari.com

Şevval

EMR İB İL

MA’RUFU EMRETMEK VE MÜNKERİ NEHYETMEK VAZİFESİ FARZDIR Mahmut Varhan DAVETÇİLERİN ÖZELLİKLERİ Zafer Mert BU YOLUN YOLCULARINA Hüseyin Nohut

R NKE MÜ

E H N Y F -İ AN U R ’ A İ LM -

MÜSLÜMANLARI BEKLEYEN FELAKETLER Nedim Bal ÜMMETİN VARLIK NEDENİ! Muhammed Ali Mücahit RAMAZAN’DAN SONRA NE YAPMALI? Hakan Sarıküçük


Bayramlaşma Sevinci BAYRAMIN 2. GÜNÜ ÖĞLE İLE İKİNDİ NAMAZLARI ARASI GÖNÜL DOSTLARIMIZLA VAKFIMIZDA BAYRAMLAŞIYORUZ



MA’RUFU EMRETMEK VE MÜNKERİ NEHYETMEK VAZİFESİ FARZDIR

KAPAK GÜNDEM Mahmut Varhan

5

Hayra Çağıran, İyiliği Emreden, Kötülüğü Engelleyen DAVETÇİLERİN ÖZELLİKLERİ

KAPAK GÜNDEM Zafer Mert

10

BU YOLUN YOLCULARINA

KAPAK GÜNDEM Hüseyin Nohut

15

MÜSLÜMANLARI BEKLEYEN FELAKETLER

KAPAK GÜNDEM Nedim Bal

Sahibi

İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Şükrü Yıldız

Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Dağıtım Sorumlusu Turhan Güncü (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

20

Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları Yurt içi yıllık: 60 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe)


ÜMMETİN VARLIK NEDENİ! Muhammed Ali Mücahit

24

CAHİLİYE TOPLUMLARININ İSLÂM DAVETÇİLERİNE TUZAKLARI Adem Sözkesen

30

SELEFİ SALİHİN’İN YOLU Ramazan Zenbil

34

RAMAZAN’DAN SONRA NE YAPMALI?

55

Hakan Sarıküçük

EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’LMÜNKER İLE KUŞANMAK YA DA DUALARIN ÖNÜNÜ TIKAMAK Ali Yücel

37

İSLÂM DAVETÇİLERİNİN AZIĞI SABIR Abdullah Aydın

KİTAPLIK

HAYIRLI ÜMMET’İN İNŞÂSINA DOĞRU Said Özdemir

Seyyid Kutub (1906-1966) Hakan Sarıküçük

EĞER BÖYLE BİR EŞE SAHİPSENİZ NE MUTLU SİZE Yusuf Yılmaz Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Ağustos 2013

41

47

İSLAM DAVETÇİLERİ

61

50 52

DÜNYADAN HABERLER

Yazı kuralları • • • •

Yazılar e-posta ile bilgi@nebevihayatyayinlari.com adresine gönderilmelidir. Yazarın, e-posta ile beraber telefon (varsa faks) numaraları verilmelidir. Yazılar en fazla 3 sayfa -12 punto, Times New Roman ve 1.5 satır aralıklı- olmalıdır. Varsa yazı ile birlikte resimler yazı ile birlikte gönderilmelidir. Yoksa yazıda kullanılabilecek resimler hakkında bilgi verilmelidir.

• •

Yazı içinde kullanılan kaynaklar standart ölçülere uygun olarak sonda dipnot veya kaynakça olarak verilmelidir. Yayın kurulu, dergiye gelen yazılar üzerinde gerekli gördüğü takdirde değişiklik yapabilir. Dergimizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

62


EDİTÖR Allah’ın Adıyla Hamd Âlemlerin Rabbine, Salât ve Selâm onun şerefli elçisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ve onun izinden adım adım giden Mü’minlerin üzerine olsun. Değerli Müslümanlar Bu ay dergimizde Emri bil-maruf ve Nehy anil-münker konusunu detaylı olarak incelemeye çalıştık. Bize göre; Müslüman toplumlarının son 250 yıldır içerisinde bulunduğu donukluk, cehalet, ahlâki çöküş ve perişanlığın en önemli sebeplerinden biri de “Maruf’u emretme ve Münker’i yasaklama” emri ilahisinin İslam ümmetinin çoğunluğu tarafından ihmal edilmesi hatta boş verilmesidir. Bu ihmal ve boş vermişliğin neticesinde halkı Müslüman olan coğrafyalarda toplumsal, siyasi, askeri ve ahlâki çöküşler başlamıştır. Aşırı dünya sevgisi ve ölüm korkusu da buna eklenince Müslümanlar batı dünyası ve Siyonizm’in karşısında çer-çöp gibi olmuşlardır. İslam coğrafyalarının yönetimlerine, emperyalizmin ve Siyonizm’in atadığı münafık kuklalar getirilmiştir. Bu münafık kuklalar, halkı Müslüman olan ülkelerde İslam adına hangi değerler varsa ilk görevleri bu değerleri yıkmak olmuştur. Bu satılmış kukla yöneticiler, batı dünyası ve İsrail’den aldıkları emirler doğrultusunda, İslami değerlere bağlı olan ve Allah’ın hükümlerine göre yönetilmek isteyen Müslüman halklara karşı hayvanların dahi yapmayacağı / yapamayacağı barbarlık ve vahşet sergilemişlerdir. Öyle ki bu zulüm ve alçaklıkta asıl patronları olan Amerika, İngiltere, Rusya ve İsrail’i bile geçmişlerdir. Amerika, Avrupa, Rusya ve İsrail çıkarlarının tehlikeye girdiği, güçlerini kaybettikleri ve ileride kendilerine ciddi bir tehlike oluşturacaklarına inandıkları ülkelerde her türlü karışıklığı çıkarmak ve yerli kuklalarını da devreye sokarak gerekirse Müslüman bir halkı toptan katletmekten asla geri durmayacaklardır. Bugün genel olarak İslam coğrafyasında, özelde ise Mısır, Yemen, Tunus, Libya ve Suriye’de yaşanan olayların temelinde bu gerçek yatmaktadır. Sevgili dostlar! Yaşadığımız şu sıkıntılı dönem çok farklı bir dönem olmuştur. Zaman, olaylar ve yaklaşımlar turnusol kâğıdı gibi; dost, düşman, münafık herkesin ipliğini pazara dökmüştür. Amerika ve Avrupa elleriyle yaptıkları ve insanlara sundukları demokrasi putunu karınları acıkınca afiyetle yemekten çekinmemişlerdir. Bu halleriyle Mekkeli müşriklerle ortak bir yönleri daha ortaya çıkmıştır. Onlar için en büyük, en kutsal putun demokrasi olmadığı, menfaat ve çıkar putunun daha kutsal olduğu bir kez daha görülmüştür... Allah’ın Rasulü’nün biricik torunu Hz. Hüseyin’in şanlı kıyamında arkasında olacaklarına, onu canları pahasına koruyacaklarına yeminler eden sonra da onu ve temiz ailesini terk ederek tarihin en büyük hainliğine imza atanların bugünkü çağdaş torunları olan Şiilerin büyük bir çoğunluğu ve onların dayısı olan İran, geçmişin hainliklerine bir yenisini daha eklemektedirler. Şanı yüce Allah, onların ehli sünnete karşı içlerinde sakladıkları kini, öfkeyi ve fıskı ortaya çıkarmıştır. Onların; “vahdet, birlik, ümmet, büyük şeytan Amerika, İsrail’e ölüm” sloganlarının nasılda büyük bir palavra (takiyye) olduğu artık gün gibi ortadadır. Kendi inançlarına göre bile sapık ve kâfir olan Nusayrilere destek vermeleri ve Müslüman katliamı yapmaları bunun en büyük ispatıdır. İran’ın, Hizbullat’ın ve Esed’in yaptığı zulüm ve hainlikleri kabul etmeyen, onlarla açık bir şekilde ayrışan, Müslümanların kanlarını dökmeyen, namuslarını kirletmeyen, bebeklerini katletmeyen ve bütün bunları samimiyetle lanetleyen Şiiler varsa onları tenzih ederiz.

NEBEVÎ HAYAT

“La ilahe illallah” diye diye toprağa gömülen insanı ve onu diri diri toprağa gömerken alay ederek “Rabbim Esed’dir” de diyen zalimleri görüp te bir kerecik bile olsa “lanet olsun sizin zülmünüze” diyemeyenlerin, İsrail konsolosluğu önünde araçların üzerine çıkarak “Kahrolsun İsrail, Kahrolsun Zalimler” demesi büyük bir yüzsüzlük değilmidir?

4

Geçmişte Firavunlarla imtihan olan Mısır’lılar şimdi de kukla Firavun “Sisi” ile imtihan olmaktadırlar. Askeri darbenin daha ilk günlerinde hatta ilk saatlerinde Firavunun tarafında yer alan Suudi Arabistan, Ürdün, Kuveyt gibi sömürge rejimleri askeri cuntayı tebrik etme yarışına girmişlerdir. Dahası askeri cuntanın ayakta kalabilmesi ve daha çok Müslüman katliamı yapmaları için 10 milyar doların üzerinde acil para yardımında bulunmuşlardır. Mısır’da “Müslüman Kardeşler” iktidara geldiğinde 1 milyar dolar yardım eden fakat askeri darbe ile devrildiğinde Generallere 5 milyar dolar yardım yapan Suudi Arabistan’ın ve bölge devletlerinin bu tavrını çok iyi düşünmek lazım. Değerli Dostlar! Gün; duamızla, dilimizle, elimizle, malımızla, canımızla taraf olma günüdür. Bu gün zalimlerin yanında olanlar ve zulme rıza gösterenler yarın hesap gününde mazlumlardan ayrılacaklardır. Şanı Yüce Allah, zalimlerle mazlumları asla birleştirmeyecektir. “Yaşasın Zalimler İçin CEHENNEM” Allah nurunu tamamlayacaktır. Kâfirler istemese de… Selâm ve Dua ile AĞUSTOS’13


Mahmut Varhan

Kapak Gündem

MA’RUFU EMRETMEK VE MÜNKERİ NEHYETMEK VAZİFESİ FARZDIR

İyiliği emretmek ve münkeri nehyetmenin hükmünü İmam Nevevi rahimehullah şu şekilde özetlemektedir: “İyiliği emretmenin ve münkeri nehyetmenin farz olduğu Kitab, sünnet ve icmaı ümmet ile sabittir. Aynı şekilde bu, dinin bütünü olan nasihatın bir parçasıdır. Allah Teâlâ’nın: “Ey iman edenler! Siz kendinizi koruyun. Siz doğru yolda olursanız, sapan kimse size zarar vermez.” (Mâide: 105) sözüne gelince; bu bizim söylediğimiz hükümle asla çelişmez. Çünkü muhakkik âlimlere göre bu ayetin manası şöyledir: “Muhakkak ki sizler, sorumlu

olduğunuz şeyleri tam bir şekilde yaparsanız; başkalarının kusurlu davranmasının size asla zararı olmaz.” Ayetin manası böyle olunca, insanın mükellef olduğu sorumluluklardan biri de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmektir. İnsan bu sorumluluğunu yerine getirip, muhatap dinlemeyecek olursa; bu durumda insanın hiçbir kusuru kalmamış olur. Çünkü insanın vazifesi emretmek ve nehyetmekten ibaret olup, muhatabın kabul etmesi onun vazifesi değildir. Emr’i bi’l-ma’ruf ve nehy’i ani’l-münker farzı kifayedir. İnsanlardan bazıları yeterli derecede onu yerine getirince, günah ve sorumluluk diğer insanlardan da düşer. Ancak hepsi onu terkedecek olurlarsa, korku ve mazeret bulunmaksızın bu vazifeyi yapma imkânı olan herkes günahkâr olur. Bazen bu vazife farzı ayın olur. Örneğin; kusurun işlendiğini sadece bir kişinin bilmesi ya da bu kusuru izale etmenin sadece o kişi için mümkün olması durumunda ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

K

itab’ı mübininde bize her türlü hayrı emreden ve bizi her türlü şerden sakındıran Allah Teâlâ’ya hamdolsun. Sünnet’i seniyyesi ile ma’rufun nasıl yaşanılacağını ve yaşatılacağını, münkerden de nasıl sakınılacağını ve sakındırılacağını bize gösteren Peygamber efendimize; en hayırlı ümmet olarak onun dinini yeryüzüne ve insanlık âlemine ulaştıran âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

5


Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Sizden her kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet buna güç yetiremezse, diliyle (değiştirsin). Eğer buna da güç yetirmezse, kalbiyle (buğzetsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır.” olduğu gibi... Mesela bir insanın hanımını veya evladını ya da kölesini bir münkeri işlerken veya bir ma’ruf hususunda kusurlu davranırken görmesi gibi... Âlimler dediler ki: Ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek vazifesi, fayda vermez zannı gerekçe gösterilerek mükelleften düşmez. Bilakis bu zanna rağmen bu vazifeyi deruhte etmesi farzdır. Çünkü öğüt vermek mü’minlere fayda verir. Daha önce de söylediğimiz gibi insanın vazifesi emretmek ve nehyetmek olup, muhatabın kabul etmesi değildir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğ etmektir.” (Mâide: 99)(1)

NEBEVÎ HAYAT

Şimdi de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmenin farziyetini ayet’i kerimeler ve hadis’i şerifler ışığında açıklamaya çalışacağız:

6

Bilinmelidir ki bu vazifeyi ilk yerine getirenler peygamberlerdir. Ancak Allah’a davet etme sorumluluğu, sadece peygambere ait değildir. Ümmeti de onunla birlikte sorumludur. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem son peygamber olduğu için, onun dini kıyamete kadar bâkidir. Kıyamete kadar bu görevi yerine getirmekle sorumlu olan da onun ümmetidir. Esasen Allah’a iman eden herkes, Allah’a davet etmekle yükümlüdür. Nitekim Allah Teâlâ münafıkların münkeri emrettiklerini, ma’rûfu nehyettiklerini beyan ederek: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar” (Tevbe: 67) buyurduktan sonra şöyle diyerek, mü’minlerin en temel sıfatlarından birini belirtmektedir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe: 71) Burada Allah Teâlâ, mü’minlerle münafıklar arasındaki farkın ma’rûfu emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu beyan etmektedir. Bu da iman edenlerin en önemli özelliklerinden birinin de iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmek olduğunu AĞUSTOS’13

gösterir ki, bunun başında da İslam’a davet etmek gelmektedir. Nitekim İmam Taberi Ebu’l-Âliye’nin şöyle dediğini nakleder: “Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği iyiliği emretmek, şirkten İslam’a davet etmektir. Münkeri nehyetmek ise, putlara ve şeytanlara ibadet edilmesini nehyetmektir.”(2) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Sizden her kim bir münkeri görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet buna güç yetiremezse, diliyle (değiştirsin). Eğer buna da güç yetirmezse, kalbiyle (buğzetsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır.”(3) Bu hadis-i şerif de açıkça göstermektedir ki, işlenen bir münker ile karşı karşıya kalan her bir Müslüman fert, durumuna göre bir şekilde ona müdahele etmelidir. Yine Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf: 108) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ettiği gibi; ona tâbi olan bütün mü’minler de ilim, yakin, hak ve basiret üzere Allah’a davet ederler. İmam İbni Kesir bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle demektedir: “Allah Teâlâ kuluna ve elçisine, bütün insanlara ve cinlere şunu bildirmesini emrediyor: Onun yolu, mesleği ve sünneti tek olan, hiçbir ortağı bulunmayan ve O’ndan başka ilah olmayan Allah’a davet etmektir. O, basiret, kesin bilgi ve delille Allah’a davet etmektedir. Ona tabi olan her bir ferd de böyledir. Onlar da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davet ettiği şeye basiret, kesin bilgi, şer’i ve akli delillerle davet ederler.”(4) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem veda hutbesinde bazı hükümleri takrir ettikten sonra şöyle buyurdu: “Burada hazır bulunan, burada bulunmayana tebliğ etsin.”(5)


Zaten bir ümmet olarak Müslümanların en önemli vazifeleri de emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’lmünkerdir. En hayırlı ümmet olmalarının şartı, hayra/İslam’a davet etmeleridir. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; ma’rûf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân: 110)

ganizeli bir toplumun olması gereklidir. Bu husus genel bir kaide olan şu ayeti kerimeye de dahil olur: “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının.” (Mâide: 2) İmam Cessas’ın, İmam Ebû Hanife’den naklettiğine göre emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vazifesini hakkıyla yerine getirebilmek için bir cemaatin olması kaçınılmazdır.(6) Allah Teâlâ’nın İslam ümmetine yüklediği cihad vazifesi de “emr’i bi’l-ma’rûf, nehyi ani’lmünker ve davet” çerçevesindedir. Çünkü Allah yolunda savaşmanın en temel gayesi, fitneyi ortadan kaldırmak, şirk ve küfürden nehyetmek ve İslam’a

Allah Teâlâ diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rûfu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âl-i İmrân: 104)

davet etmektir. Diğer taraftan iyiliği emretmek ve

Bu ayeti kerime açıkça ifade etmektedir ki, Müslümanlar arasından yeterli derecede bir topluluğun hayra davet etme, ma’rûfu emretme ve münkeri nehyetme vazifesini yerine getirmeleri farzdır. Eğer bu vazife ihmal edilecek olursa, bütün Müslümanlar günahkâr olurlar. Dolayısıyla fert fert bütün Müslümanlar bu görevi yapmakla yükümlü oldukları gibi, bir topluluk ve cemaat halinde de bu görevi yerine getirmeleri gerekir. Zira münkeri tamamen ortadan kaldırmak için bir cemaatin/or-

emrederek münkeri nehyetmekle mükellef olmala-

kötülüğü nehyetmek dil ile yapılan cihaddır. Özellikle de zalim bir yöneticiye karşı yapıldığı zaman, en faziletli cihad olarak kabul edilmiştir. Müslümanların Allah’a davet etmekle, iyiliği rının bazı gerekçelerini de şöylece izah edebiliriz: Az önce her Müslüman erkek ve hanımın Allah’a davet etmesinin farz olduğuna dair şer’i delillerden bazılarını aktardık. Bunun anlamı şudur ki, İslam sadece Müslümanın salih ve hidayete ermiş olmasıyla yetinmez. Bilakis onun ıslah edici ve başkalarının hidayete ermelerine vesile olmasını ister. Bunu birkaç yönden gerekçelendirmek mümkündür: ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

İslam’ın herhangi bir meselesini kesin bir şekilde bilenler, orada hazır bulunanlar konumunda olup; bunu bilmeyenler de orada hazır bulunmayanlar konumundadır. Dolayısıyla bu emir, bilenlerin bilmeyenlere tebliğ ederek öğretmelerinin gerekli olduğunu ifade etmektedir.

7


Zeynep bt. Cahş radıyallahu anha dedi ki: “Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, aramızda salih kimseler olduğu halde helâk olur muyuz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Günahlar çoğaldığı zaman evet...” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde bulunan Zât’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emreder, münkerden sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ pek yakında kendi katından size bir azap gönderir de sonra siz O’na dua edersiniz ancak O sizin duanıza icabet etmez.” a. Allah Teâlâ elçisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i bütün insanlara göndermiştir. “De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben Allah’ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim.” (A’raf: 158) Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Her bir peygamber sadece kendi kavmine gönderilirdi. Ben ise bütün insanlara gönderildim.”(7)

rına geçmesini emreder. Çünkü küfür diyarında kalması dininde fitneye düşmesine ve kalbinin hastalanmasına ya da imanının tamamen elinden alınmasına sebep olacaktır. Buna göre Müslümanın şirk ve küfür ehlini Allah’ın dinine davet etmesi, neticede kendisine fayda verir ve onu küfrün şerlerinden muhafaza eder.

Bunun açıkça ifade ettiği şudur ki, onun risaleti kıyamet gününe kadar bakidir. Hedefi de bütün insanların, dünya ve ahiret saadetini kazanmaları için hidayete ermelerini sağlamaktır. İşte bundan dolayıdır ki, onun risaleti âlemlere rahmet olmuştur. “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ: 107)

c. Ancak bu davet ve emr’i bi’l-ma’rûf -nehyi ani’l-münker yoluyla Müslümanlardan azap ve

NEBEVÎ HAYAT

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Rabbinin risaletini en mükemmel şekilde tebliğ ederek, Rabbinin huzuruna varmıştır. Artık ondan sonra Müslümanların, İslam davetini bütün yeryüzü ahalisine ulaştırmak için hareket etmeleri gereklidir. Zaten peygamberden sonra Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki şahitleri ve Allah’ın risaletini insanlara ulaştırmakla vazifeli olanlar da onlardır. “Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun.” (Bakara: 143)

8

Şüphesiz ki Müslümanın Allah’a davet etmesi, Allah’ın kullarına en büyük faydayı sağlayacaktır. Zira onların şirk ve putperestlik bataklığından kurtularak, Allah’ın dosdoğru yoluna ulaşmalarına ve Rabblerinin hakkını eda ederek yaratılış gayelerini gerçekleştirmelerine vesile olmuş olur.

b. Şirk ve küfrün yeryüzünde kalması er ya da geç, yeryüzünün herhangi bir tarafında kaim olan İslami esaslara muhakkak tesir edecek ve onları bozacaktır. İşte bundan dolayıdır ki İslam, Müslümanın küfür diyarında kalmasını yasaklar ve İslam diyaAĞUSTOS’13

helâk defnedilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfâl: 25) Bu ayetin tefsirinde İbni Abbas radıyallahu anhu dedi ki: Allah Teâlâ (bu ayeti kerimede) mü’minlere, aralarında münkeri barındırmamalarını emrediyor. Aksi halde azap onların hepsini (salih olanlarını da olmayanlarını da) kuşatır.(8) Zeynep bt. Cahş radıyallahu anha dedi ki: “Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü, aramızda salih kimseler olduğu halde helâk olur muyuz?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Günahlar çoğaldığı zaman evet...”(9) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde bulunan Zât’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emreder, münkerden sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ pek yakında kendi katından size bir azap gönderir de sonra siz O’na dua edersiniz ancak O sizin duanıza icabet etmez.”(10) Bu son iki gerekçe Allah Teâlâ’nın şu sözünde de geçmektedir: “Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde; “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye” dediler. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de


kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.” (A’raf: 164-165) İmam Nevevi rahimehullah dedi ki: “Bilesin ki emr’i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker vezifesinin büyük bölümü, uzun zamandan beri zayi edilmiş olup, bu zamanlarda ancak pek az şekilleri kalmıştır. Halbuki bu, dinin üzerinde kaim olduğu ve kendisine bağlı olduğu pek büyük bir konudur. Zira günahlar çoğalıp galip olduğu zaman, azap salih olanı da talih olanı da kuşatır. Zalime engel olmadıkları zaman, Allah’ın azabı ile onların hepsini kuşatması pek yakın olur. Dolayısıyla O’nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden ya da onlara acı verici bir azabın dokunmasından çekinip sakınmalıdırlar. Bunun içindir ki ahiret talibi olan ve Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmaya çalışan kimselerin, bu konuya özen göstermeleri gerekir. Zira bunun faydası pek büyüktür. Bu konunun büyük bölümü ihmal edilmiş olduğundan, üzerinde daha ciddiyetle durmalıdır. İyiliği emreden ve münkeri nehyeden kimsenin niyetini halis tutması ve muhatabının mevki-makam sahibi olmasından asla ürküp çekinmemesi gerekir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder.” (Hac: 40) “Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa şüphesiz ki o, dosdoğru yola iletilmiştir.” (Âl-i İmrân: 101) “Uğrumuzda cihad edenlere, Biz mutlaka yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah iyilik edenlerle beraberdir.” (Ankebût: 69) “İnsanlar, sadece “iman ettik” demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar? Doğrusu Biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette, sözüne sadık olanları da bilip ortaya çıkarır, yalancıları da bilip ortaya çıkarır.” (Ankebût: 2-3) Bilesin ki ecir ve mükâfat, meşakkat ve zorluğa göredir.

Yine iyiliği emreden ve kötülüğü nehyeden kimsenin, muhatabın onun arkadaşı olması, onu sevmesi, muhatabına yaltaklık etmek için, onun yanında makam sahibi olmak ve onun yanındaki değerinin devam etmesi için bu vazifesini asla terketmemesi gerekir. Çünkü muhatabın arkadaşlık ve sevgisi, onun bir hakkının ve hürmetinin olmasını gerektirir. İşte onun en önemli hakkı, ona nasihat etmek, onu ahiretinin maslahatlarına sevketmek ve onu ahiretinin zararlarından kurtarmaktır. İnsanı gerçekten seven arkadaşı, insanın dünyasında bir eksikliğe yol açsa bile ahiretini imar etmeye çalışan kimsedir. İnsanın düşmanı ise, şeklen dünyasında bir fayda meydana getirse bile insanın ahiretinin harap olmasına veya uhrevi faydasının eksilmesine sebep olan kimsedir. İşte İblis’in bizim düşmanımız olması bu sebeptendir. Yine peygamberlerin (Allah’ın salâtı ve selâmı onların üzerine olsun) mü’minlerin velileri olmaları, onların uhrevi maslahatlarını gerçekleştirmeye çalışmalarından ve onları bu maslahatlara hidayet etmelerinden dolayıdır. Kerim olan Allah’tan dileriz ki bizleri, sevdiklerimizi ve bütün müslümanları rızasına muvaffak kılsın. Cömertliği ve rahmetiyle hepimizi kuşatsın!”(11)

-----------------------------------------------1. İmam Nevevi, el-Minhac: 2/212-213 2. Bkz: Kurtubi Tefsiri: 8/186 3. Müslim: 175. Ebû Said el-Hudri’den... 4. İbni Kesir Tefsiri: 3/613 5. Buhari: 67. Ebû Bekre’den... 6. Bkz: Ahkâmü’l-Kur’an: 2/49 7. Buhari: 335 8. Bkz: İbni Kesir Tefsiri: 3/292 9. Buhari: 3346 10. Tirmizi: 2169; İmam Ahmed, Müsned: 5/391. Hasen-Sahih 11. İmam Nevevi, el-Minhac: 2/214

İyiliği emreden ve münkeri nehyeden kimsenin niyetini halis tutması ve muhatabının mevki-makam sahibi olmasından asla ürküp çekinmemesi gerekir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder.” (Hac: 40) “Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa şüphesiz ki o, dosdoğru yola iletilmiştir.” (Âl-i İmrân: 101) “Uğrumuzda cihad edenlere, Biz mutlaka yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah iyilik edenlerle bedılar? Doğrusu Biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette, sözüne sadık olanları da bilip ortaya çıkarır, yalancıları da bilip ortaya çıkarır.” (Ankebût: 2-3) Bilesin ki ecir ve mükâfat, meşakkat ve zorluğa göredir.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

raberdir.” (Ankebût: 69) “İnsanlar, sadece “iman ettik” demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi san-

9


Kapak Gündem

Zafer Mert

Hayra Çağıran, İyiliği Emreden, Kötülüğü Engelleyen

Davetçilerin Özellikleri

“İ

yilik/Maruf” ve “Kötülük/Münker” kav-

ramları Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve

hadisi şeriflerde genel olarak iyilik ve kötülük yahut

‫َو َم ْن اَ ْح َس ُن َق ْو ًلا ِم َّم ْن َد َعا اِلَى‬ ‫اللّٰ ِه َو َع ِم َل َصالِ ًحا َو َقا َل اِنَّ ٖنى ِم َن‬ ‫ين‬ َ ‫الْ ُم ْس ِل ٖم‬ Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet, 33)

hayır ve şer anlamına yorumlanacak şekilde geçmektedir. Bunlardan

“Maruf”

Kur’an’ın

41

yerinde,

“Münker” ise 17 ayrı yerinde kullanılmıştır. Ma’ruf: Sözlükte; bilinen, tanınan, iyi muamele, tatlı dil, ihsan ve İslam’ın hoş gördüğü her şeydir. Dini terim olarak Ma’ruf; İslam’ın hükümleri; genel prensipleri ve emirleri uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve fiildir. Münker; sözlükte; Allah’ın razı olmadığı şey veya İslam’ın çirkin, kötü, kabahat, günah ve haram olarak

bildirdiği davranışlardır. Münker’in dini tanımı ise; iş-

NEBEVÎ HAYAT

lenmesi dinen mahzurlu sayılan ve İslam hukukunun

10

mükellef olsun veya olmasın insan için yasakladığı her türlü suç ve günah kabul edilen fiillerdir. İyilik ve kötülüğün ölçüsü Kur’an ve Sünnet’tir. Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin emir buyurduğu her şey iyi, güzel ve maruftur. Yine Rabbimizin ve AĞUSTOS’13


Hayrı emredecek, kötülükten engelleyecek kişinin ilk edinmesi gereken sahih bir ilimdir. İlim sahibi olmayan kimsenin kendisine bir faydası olmayacağı için çevresine faydalı olmasını beklemek abesle iştigaldir. Ebu Hanife rahimehullah’ın; “Azalar göze tabi olduğu gibi, amel de ilme tabidir” sözü bu konuyu çok güzel izah etmektedir. Nasıl ki amâ/kör başkasına rehberlik edemezse ilim sahibi olmayan bir davetçi de başkasına yol gösteremez. Aksi ise kör bir kimseyi kendisine rehber edinen yolcunun misali gibidir ki sonu herkesin malumudur. Bu yüzden davetçiler öncelikle Kur’an ve Sünnet’i çok iyi öğrenmeli, ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimlerinin görüşleri doğrultusunda ayet ve hadislerin izahatlarını ehil hocalardan öğrenmelidir. Her davetçi dinini öğrenmek için düzenli olarak ilim halkalarına katılmalı ve kitap okumak için vakit ayırmalıdır. her

edemezse ilim sahibi olmayan bir davetçi de başka-

şey de çirkin, kötü ve münkerdir. Dolayısıyla iyi ve

sına yol gösteremez. Aksi ise kör bir kimseyi kendisine

kötüyü belirlerken sadece akıl, fasit örfler veya cahili

rehber edinen yolcunun misali gibidir ki sonu herkesin

gelenekler değil yüce dinimiz İslam’ın pak hükümleri

malumudur. Bu yüzden davetçiler öncelikle Kur’an

ölçü alınmalı ve nasihatlerde buna göre yapılmalıdır.

ve Sünnet’i çok iyi öğrenmeli, ehl-i sünnet ve’l-cemaat

Peygamber

Efendimizin

yasaklamış

olduğu

Hayra çağıran, kötülüğü engellemeye çalışan kişi-

âlimlerinin görüşleri doğrultusunda ayet ve hadislerin

lerin taşıdıkları özelliklerde son derece önemlidir. Geç-

izahatlarını ehil hocalardan öğrenmelidir. Her davetçi

mişimize baktığımızda selefi salihinimiz, yaşadıklarını

dinini öğrenmek için düzenli olarak ilim halkalarına

söyleyen, söylediklerini yaşayan mümtaz şahsiyet-

katılmalı ve kitap okumak için vakit ayırmalıdır.

lerden oluşmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki onların güyıllar geçmesine rağmen yolumuza ışık tutmaktadır. Günümüz davetçileri de bu güzel sıfatlarla kuşanmalı ki öncelikle iyiliği söyleyip de ona ters duruma düşen, Rabbimizin Saf suresinde kınadığı “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” ayeti kerimesinin ikabından sakınmış olabilelim. İkinci olarak da yapmış olduğumuz davet önce kendi nefsimize sonra da kardeşlerimize ve çevremizdeki kişilere faydalı olabilsin. İyiliği emreden kötülüğü engellemeye çalışan davetçiler başlıca şu sıfatlarla donanmalıdırlar:

1- İlim Sahibi Olmalı

2- İhlâslı Olmalı Bir amelin Allah katında makbul olması için ihlâs en önemli şartlardandır. İhlâsın olmadığı bir yerde amelin kabulü mümkün değildir çünkü zıttı olan riya söz konusudur ki bu da amelleri heba eden bir illettir. Rabbimiz yüce kitabında “ ... Dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek ... “ şeklinde övmek suretiyle ihlâsın önemini belirtmiştir. Davetçiler iyiliği emrederken de, kötülüğü engellerken de tamamen Allah için yapmalı, hiç kimsenin taltif veya kınamasına aldırış etmeden görevini ifa etmelidir. İhlâsın güzel tariflerinden birisi de şudur: İhlas; kişinin yapmış olduğu amellere övüldüğü için devam etmemesi veya kınandığı için terk etmemesidir. Davetçi

Hayrı emredecek, kötülükten engelleyecek kişinin

de bu minvalde hareket etmeli duruşunu sadece Allah

ilk edinmesi gereken sahih bir ilimdir. İlim sahibi ol-

için belirlemelidir. Kendi menfaati için herhangi bir

mayan kimsenin kendisine bir faydası olmayacağı için

şeyi emretmemeli veya yasaklamamalıdır.

çevresine faydalı olmasını beklemek abesle iştigaldir.

Davetçi Allah için uyardığı, kötülüğü engellediği

Ebu Hanife rahimehullah’ın; “Azalar göze tabi olduğu

ve iyiliği emrettiği müddetçe Rabbinin onun yardı-

gibi, amel de ilme tabidir” sözü bu konuyu çok güzel

mında olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Müslüman

izah etmektedir. Nasıl ki amâ/kör başkasına rehberlik

davetçiler ihlâslı bir şekilde güçlerinin yettiklerini yapŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

zide sözleri halen kulaklarımızda çınlamakta ve aradan

11


tıklarında Allah onlara güçlerinin yetmediği münker-

ona güzel öğüt ve hikmetle müdahale etmeli ki gerçek

leri değiştirmek için de yardımını gönderecektir. Ama

anlamda görevini ifa edebilmiş olsun.

gücünün yettiğini yapmayanın, gücünün yetmediğini temenni etmesi boş bir temennidir.

Hz. Peygamber’in “Kim yumuşak huyluluktan mahrum bırakılırsa hayırdan mahrum bırakılmıştır” sözü davetçilerin şiarı olmalıdır.

3- Yumuşak Olmalı ve Hikmetli Davranmalı

Bir münkere müdahale edilirken öncelikle kötü-

“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle,

lüğü işleyen kişi gizli bir şekilde uyarılmalı eğer gizli

güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde müca-

bir şekilde uyarılması kendisine fayda vermezse açık

dele et…” (Nahl, 125)

bir şekilde uyarılmalı bu da fayda vermez ise kendisine

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet…” (Ali İmran, 159) Hayra davet eden kişinin en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri de yumuşak huylu olmak, tatlı bir dille meseleyi izah etmek ve meselelere hikmetli yaklaşmaktır. Özellikle bu konudaki ayet ve hadisler iyi

NEBEVÎ HAYAT

tahlil edilmeli ve davetçiler bu özellikle donanmadan

12

yardım edebilecek bütün salih kimselerden yardım isteyerek bu kişi uyarılmalıdır. Hatanın ilk görüldüğü anda açık bir şekilde, karşısındaki kişiyi inciterek yapılması hikmetli değildir. Özellikle görülen münker kişinin şahsi ile alakalı olup geneli ilgilendirmiyorsa kesinlikle toplum içinde ilk anda müdahale edilmemeli sayılan merhaleler takip edilmelidir. İşlenen münker toplumu etkileyen bir münker ise bu takdirde açık bir şekilde müdahale edilerek münker izale edilmelidir.

bu sahaya inmemelidir. Çünkü bu takdirde ataları-

Emri bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker yapacak ki-

mızın ifadesi ile kaş yapayım derken göz çıkarılmakta,

şinin nabza göre şerbet vermek tabiri ile ifade edilen

sonuçta ne bir kötülük izale edilmekte ne de bir hayır

şahsın içinde bulunmuş olduğu hal ve ortamı göze-

ifa edilebilmekte. İyiliği emretmemiz iyi bir şekilde, kö-

terek konuşması ve uyarılarda bulunması gerekir. Aynı

tülüğü nehyetmemiz ise nahoş bir şekilde olmamalıdır.

meseleye yapılan iki müdahalenin birisinin olumlu

Peygamber efendimizin mescide bevleden kişi için “id-

diğerinin ise olumsuz olduğu çoğu kere müşahede

rarının üstüne bir kova su dökün, siz kolaylaştırıcılar olarak

edilmiştir. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak değil” hadisi bizim için

darbı meseli de bu konuda oldukça manidardır. Kralın

örnek teşkil etmelidir. Aynı şekilde Hz. Peygambere

rüyasını yorumlayan tabircilerden birinin, efendim,

gelen bir gencin Ya Rasulullah ben şehvetime hâkim

sizin bütün aileniz ölecek ve dünyada aşiretiniz içinde

olamıyorum, bana zina etmem için izin ver, deyince,

siz tek başınıza kaldıktan sonra öleceksiniz demesi üze-

sahabelerin gence haddini bildirmek üzere ayaklan-

rine padişahın kızarak başını kestirdiği ama aynı rüyayı

dıkları bir esnada Hz. Peygamberin “Annenin zina

tabir eden diğer bir tabircinin efendim, Allah ömrünüze

etmesi senin hoşuna gider mi? Kızının, kızkardeşinin,

bin bereket ihsan eylesin. Maşaallah siz aileniz içinde

halanın, teyzenin zina etmesi hoşuna gider mi? diyerek

en uzun ömürlü kişi olacaksınız demesi karşılığında

gence sorular sorması ve gencin de; Hayır Ya Rasu-

ise rüya tabircisine bir kese altın verip göndermesi de

lallah, Allah beni sana feda etsin diye cevap vermesi

bu konuda önemli mesajlar ihtiva etmektedir. Aynı rü-

bu hususta örnek alınmalıdır. Münkerle karşılaşan kişi

yanın tabirleri de aynı olmasına rağmen sunuluş şekli

Davetçi Allah için uyardığı, kötülüğü engellediği ve iyiliği emrettiği müddetçe Rabbinin onun yardımında olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Müslüman davetçiler ihlâslı bir şekilde güçlerinin yettiklerini yaptıklarında Allah onlara güçlerinin yetmediği münkerleri değiştirmek için de yardımını gönderecektir. Ama gücünün yettiğini yapmayanın, gücünün yetmediğini temenni etmesi boş bir temennidir.

AĞUSTOS’13


birinin kellesinin gitmesine diğerinin ise bir altın al-

dınlatırken erimekte ise İslam davetçileri de çeşitli me-

masına vesile olduğu gibi yanlış müdahale edilen bir

şakkatler, zorluklar, sıkıntılarla karşılaşacak ve adeta

münker de aynı şekilde daha fazla yayılmasına veya

mum gibi eriyeceklerdir. Davetçi, insanların vereceği

işleyen kişinin inatla hatasını sürdürmesine vesile olabilir. Bu hususta güzel öğüt ve hikmetli konuşmaya son derece önem verilmelidir.

sıkıntılara, bu yolda olan kişilerin az olmasına, insanların azimlerinin azalmış olmasına, nemelazımcılığa, hidayete gelen insanların az olmasına, insanların kadir kıymet bilmemesine… sabır etmeli ve hak yolundan

4- Hakkı Söylemekte Cesur Olmalı “…Artık onlardan korkmayınız. Ve benden korkunuz…” (Bakara, 150) “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve

ayrılmamalıdır. Sabır bu yolun olmazsa olmazlarındandır. Başın gövdedeki yeri ne ise sabrın da, hayra davet eden kötülükten engellemeye çalışan kişinin hayatındaki yeri odur. Sabırsız, aceleci insanların ne varacağı bir nokta ne de başarabileceği bir amel vardır.

namasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Al-

6- Söylediği ile Amel Ederek İnsanlara Öncülük Etmeli

lah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahme-

“Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi

onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kı-

tiyle) geniş olandır, bilendir.” (Maide, 54)

unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz.

Davetçiler hakkı söylemek hususunda cesaretli olmalı, halkın ne dediğine değil Hakk’ın ne dediğine bakmalıdır. Bu hususta İbn Hibban’da geçen bir hadiste Ebu Zer el-Gıfari radıyallahu anhu şöyle demektedir: Dostum bana hayır olarak şu özellikleri tavsiye etti.

Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Bakara, 44) Hayra davet eden kişiler davet ettikleri hayrı önce kendileri işlemek için azmetmeli, yasakladıkları kötülüklerden ise önce kendileri kaçınmalıdır. Aksi takdirde

Allah için kınayanın kınamasından korkmamamı ve acı

bu bir hayır değil kişinin aleyhine olacak bir vebal ha-

da olsa sadece hakkı söylemeyi.”

line dönüşür.

Hz. Ömer’in ‘Hakk’ın hatırı Ömer’e dost bırak-

Davetçiler, Şuayb aleyhi’s-Selâm’ın dediği gibi;

madı’ sözü hayır davetçilerinin şiarı olmalı. Doğruyu

“…Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemi-

söylerken kimsenin hatırı, sevgisi, saygısı doğruyu

yorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek

söylemeyi

doğruyu

istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben

söyleme hususunda kimseden çekinmeden hikmetli bir

sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneli-

engellememeli,

aynı

şekilde

üslupla doğrular dile getirilmelidir.

yorum.” (Hud, 88) ayetini kendilerine rehber edinme-

5- Sabırlı Olmalı

kastımız davetçiler kusursuz olmalıdır anlamına gel-

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret.

memektedir. Bilakis herkes hata işleyebilir ama davet-

Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sa-

çiler bilerek, ısrarlı bir şekilde aynı hatayı işlememeye

bırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işler-

özen göstermeli ve davet çalışmalarına devam etmeli-

dendir.” (Lokman, 17)

dirler. Aksi takdirde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi

“(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi

ve sellem’den sonra insanlara kim nasihat edecektir?

peygamberlerin sabretmesi gibi sabret…” (Ahkaf, 35)

Burada ince çizgi şudur. Kişi söylediğini yapmak için

Gerçekten ma’ruf ve münker görevi zor bir iştir.

çaba göstermez, sadece bu işin edebiyatını yaparsa bu

İnsan bu görevi ancak taşıdığı ehliyeti, üstün fedakâr-

kişi vebal altındadır. Ama kişi nasihat etmeye çalıştığı

lığı, sıkıntılara katlanması ve şiddetli musibetlere karşı

şeyleri yapmaya çalışmasına rağmen zaman zaman

sebat göstermesi sayesinde başarır.

hata ve kusurlara düşüyorsa böyle bir davetçi inşallah

Davetçiler çevresini aydınlatmak uğruna eriyen mum misali olmalıdırlar. Nasıl ki mum çevresini ay-

birinci sınıfta zikredilen ve ayette kınanan kişiler sınıfından değildir. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

lidirler. Davetçi söylediği ile amel etmelidir sözünden

13


Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz hususlardan birisi hakkı ile davet görevini ifa edecek, hayra davet edecek, kötülüğü engellemek için çalışacak olan ihlâslı Müslümanlardır. Müslümanlar bu hususta azimli olmalı, ellerinden gelen her ne ise bu ameli küçük görmeden ortaya koymak için çaba göstermelidir. Asla tembelliğe, gevşekliğe ve rehavete kapılmamalıdır. Mehmet Akif Ersoy’un ifadesi ile; Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler Ulema vahy-i ilahiyi mi bilmem, bekler? beyitleri kulaklarımızda çınlamalıdır. Cahiliye medyası, gazetesi, televizyonu, radyosu, sosyal medyası ile iyiliğin engellenmesi ve kötülüğün neşri için elinden geleni yapmaktadır. İslam davetçileri de bütün bu alanlarda alternatifler oluşturarak hayra çağrı yollarını çoğaltmaya çalışmalı ve en az batıl ehli kadar cesur, çalışkan, fedakâr ve azimli olmalıdır. Onların dünya nimetlerini elde etmek, para kazanmak, makam sahibi olmak adına giriştikleri bu hummalı faaliyetlerin kat kat fazlasını müminler Rableri için yapmalıdırlar. Sözlerimi yine Merhum Mehmet Akif Ersoy’un dizeleri ile nihayete erdiriyorum. Cemaat intibah ister, uyanmaz gizli yaşlarla! Çalışmak… Başka yol yok, hem nasıl, canlarla, başlarla. Ayrıca kelimeler sadece ağızdan çıkan ruhsuz la-

Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz husus-

fızcıklar değildirler. Söylenen söz kişinin kalbinin nere-

lardan birisi hakkı ile davet görevini ifa edecek, hayra

sinde ise muhatabının da orasına ulaşır. Sadece dilden

davet edecek, kötülüğü engellemek için çalışacak olan

çıkan sözler bir kulaktan girer diğer kulaktan çıkar ama

ihlâslı Müslümanlardır. Müslümanlar bu hususta

kalpten gelen sözler inşallah kalplere tesir eder. Top-

azimli olmalı, ellerinden gelen her ne ise bu ameli küçük

lumları değiştirmek ve ıslah etmek isteyen davetçiler

görmeden ortaya koymak için çaba göstermelidir. Asla

buna öncelikle kendi nefislerinden başlamalıdırlar ki

tembelliğe, gevşekliğe ve rehavete kapılmamalıdır.

davetleri de fayda oluştursun.

Mehmet Akif Ersoy’un ifadesi ile;

Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler

7- Münkere Birlikte Karşı Konulmalıdır

Ulema vahy-i ilahiyi mi bilmem, bekler?

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik

beyitleri kulaklarımızda çınlamalıdır. Cahiliye

NEBEVÎ HAYAT

olup karşı koyanlardır.” (Şura, 39)

14

medyası, gazetesi, televizyonu, radyosu, sosyal med-

Davetçiler bir münker gördükleri zaman veya

yası ile iyiliğin engellenmesi ve kötülüğün neşri için

zulme maruz kaldıklarında hep beraber topyekûn

elinden geleni yapmaktadır. İslam davetçileri de bütün

müdahale etmelidirler. Davetçi zararı ister kendine

bu alanlarda alternatifler oluşturarak hayra çağrı yol-

ulaşsın isterse de ulaşmasın münkere karşı tavrı aynı

larını çoğaltmaya çalışmalı ve en az batıl ehli kadar

olmalıdır. Kendi menfaatine dokunduğu için değil

cesur, çalışkan, fedakâr ve azimli olmalıdır. Onların

Allah için bütün kardeşleri ile beraber münkere karşı

dünya nimetlerini elde etmek, para kazanmak, makam

koymalıdır.

sahibi olmak adına giriştikleri bu hummalı faaliyetlerin

Davetçiler bu millet çok azgın yola gelmezler, utangaçlık, korku, her koyun kendi bacağından asılır, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, beni sokmayan

kat kat fazlasını müminler Rableri için yapmalıdırlar. Sözlerimi yine Merhum Mehmet Akif Ersoy’un dizeleri ile nihayete erdiriyorum.

yılan bin yıl yaşasın gibi vesveselerle asla görevlerini

Cemaat intibah ister, uyanmaz gizli yaşlarla!

terk etmemelidirler. Bunların şeytanların vesvesesi ol-

Çalışmak… Başka yol yok, hem nasıl, canlarla,

duğu bilinciyle hareket etmelidirler. AĞUSTOS’13

başlarla.


Hüseyin Nohut

Kapak Gündem

BU YOLUN YOLCULARINA İ

slam dininin, cemiyeti ıslah etmeye kasteden en önemli farizalarından biri, emri

bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker vazifesidir. Zira

“Yavrum! Namazı kıl, marufu emret, münkerden alıkoy ve başına gelene sabret! Çünkü bunlar azim gerektiren işlerdendir” (Lokman, 17)

farikası, ferdin salahıyla beraber cemiyetin ıslahını hedeflemesidir. Yani Allah’ın dinine iman etmiş bir kişi kendisinin salih olmasıyla iktifa etmemeli, diğer fertlerin bu felaha ulaşması için gayret göstermelidir. Bu husus “hak din” ile “batıl dinler” arasındaki en temel farktır, çünkü batıl dinlere genel manada baktığımızda hemen hepsi ferdin “salahını(!)” sağlayan disiplinler geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat beri tarafta toplumun helâkine sebep olan hareketlerin son bulması için herhangi bir çabaları olmamıştır. Başka bir açıdan da emri bi’l-ma’ruf nehyi an’il-münker, toplumu Allah katında ismete, yani umumi azaptan kurtuluşa nail olmaya ulaştırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de birkaç ayeti kerimede bu husus önemle te’kid edilmiştir. Allah-u Teâlâ buŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

ِ ‫الصلٰو َة َواْ ُم ْر بِالْ َم ْع ُر‬ ‫وف َوانْ َه‬ َّ ‫َيا ُب َن َّی اَ ِق ِم‬ ‫َع ِن الْ ُم ْن َك ِر َو ْاص ِب ْر َعلٰى َما اَ َصا َبكَ اِ َّن‬ ‫ٰذلِكَ ِم ْن َع ْز ِم ا ْلا ُ ُمو ِر‬

Allah katından inzal buyurulan dinlerin en esası

15


yuruyor ki: “Rabbin de o memleketleri ahalisi

Nakledilen ayeti kerimeler ve hadisi şerif,

muslihler (ıslah ediciler) iken helâk edecek de-

emri bi’l-ma’ruf nehiy an’il-münker farizasının,

ğildi ya!” (Hud 117)

ferdin, cemiyetin ve devletin daha sağlıklı ve

Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurmuştur: “Beni İsrail’den o küfür edenler hem Davud’un hem Meryem’in oğlu İsa’nın lisa-

Allah’ın azabından azade olmasında ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Bir diğer husus ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve

nıyla tel’in edildiler. Bu onların isyan etmeleri

sellem’in

ve hakkın hududunu tecavüz etmeleri sebe-

ümmettir. Bu şan ve şerefe de emri bi’l-ma’ruf nehyi

biyle idi. Yaptıkları bir münkerden, birbirlerini

an’il-münker vazifesini eda etmesi sebebiyle nail ol-

nehyetmezlerdi. Vallahi ne fena yapıyorlardı.”

muştur. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

(Maide 78-79)

ümmeti, insanlık için çıkarılmış en hayırlı

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir

Aynı husus ile alakalı olarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

…“Zeyneb Binti Cahş radiallahu anh anlatıyor; Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yüzünü endişe bürümüş bir halde yanıma girdi şöyle diyordu: “La ilahe illallah, vuku bulması yakın olan bir şerden dolayı vay olsun Arapların hâline işte bugün Ye’cüc ve Me’cüc’ün seddinden (başparmağı ile şehadet parmağını halka yaparak)

ümmet olmak üzere vücuda geldiniz. Ma’rufu emredersiniz, münkerden nehyedersiniz ve Allah’a inanır, iman getirirsiniz.” (Al-i İmran, 110) Ayrıca, Allah-u Tealâ’nın bu ümmete vaad etmiş bulunduğu, yeryüzünde temkin; iktidar, güç-kuvvet sahibi olma, diğer ümmetlere söz geçirme v.s. bu mertebeye ulaşmanın bağlı olduğu şartlardan biri de, emribi’l-ma’ruf nehyi an’ilmünkerdir. Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki:

bu kadar bir delik açıldı…” Zeyneb Binti Cahş ra-

“…Ve elbette Allah, kendine nusret edeni

diyor ki; Ey Allah’ın Rasulü nasıl olur!

mensur (galip – zafer sahibi) kılacaktır. Şüphe

Aramızda salihler varken hiç helâk olur muyuz?

yok ki Allah çok kuvvetli, çok izzetlidir. Onlar

Buyurdu ki: İçinizde fuhuş yayılırsa! Tabii ki helâk

ki, şayet kendilerini yeryüzünde makam-ikti-

olursunuz. (Buhari-Müslim)

dara getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler,

diallahu anh

(Hafız İbni Hacer hadisin şerhinde şu hususa dikkat çeker; Rasulullah’ın hadiste Arapları zikretmesi o an itibariyle Müslüman olmuş toplumun onlardan oluşması idi. Vakıa da hadiste kastedilen müslümanların hepsidir)

maruf ile emir ve münkerden nehyi ederler. Bütün işlerin akıbetide sırf Allah’a aittir”(Hacc, 40-41) Bütün bu arz ettiğimiz hususlara bağlı olarak, şer’i teklif açısından farz-ı kifaye olan; öyle ki bu

NEBEVÎ HAYAT

“Yavrum! Namazı kıl, marufu emret, münkerden alıkoy ve başına gelene sabır et! Çünkü bunlar azm olunacak işlerdendir” (Lokman 17)

16

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ayeti kerimenin tefsirinde şu mühim hususlara dikkat çekmektedir. “Yavrum! Namazı kıl”, namazı devamlı kıl kendini erdirmek için. “emr’i bi’l-ma’ruf nehiy an’il-münker yap”, diğerlerini kemâle erdirmek, cemiyeti istikamete götürmek için.“Başına gelene de sabret” yani emir bil-ma’ruf ve nehyi an’il-münker yapmak kolay değildir. O yüzden başına bir takım musibetler gelmek melhuzdur ve onlara sabretmek lazımdır. “Çünkü bu işlerin her birisi azm olunacak işlerdendir”

AĞUSTOS’13


vazifenin ihmal edilmesi ile bütün mü’minlerin

kişiler müstesna-insanların, sevdiklerine, hürmet

günahkâr sayılacağı, diğer açılardan da hem ferdi

gösterdiklerine hakkı söylemekte yani emri bi’l-

he mde toplum için hayati önem taşıyan, dünya

ma’ruf nehyi an’il-münker vazifesini yerine getir-

ve ukbada Allah’ın azabından asaniyet sağlayan,

mekte daha ziyade zorlandıklarını (veya zorlandı-

dünyada insanı, dininden alıkoyacak fitnelere

ğımızı) müşahede etmekteyiz.

ehl-i islamı diğer milletlere karşı makam-i iktidara taşıyacak bu vazife, hangi saik veya mazeretle daha doğrusu bahane ile terkedilebilir. Nitekim vakıamıza döndüğümüz zaman bu vazifenin neredeyse tamamen ihmal edilmiş olduğunu görmekteyiz. Bunun için iki sebep zikredebiliriz. Korku ve ümit… Bu vazifeyi eda etmekle mükellef olan insanlar ya korkularından veya ümitlerinden dolayı geri dururlar. Başlarına bir felaketin örülmesi korkusu… Dünyanın gelip geçici metaını elde etme ümidi… Çünkü emri bi’l-ma’ruf nehyi an’il-mün-

Sıralamaya çalıştığımız sebepler muvacehesinde şunları söyleyebiliriz. 1- Emri bi’l-ma’ruf nehiy an’il-münker neticesinde eza ve cefa neredeyse muhakkaktır. Zorbaların, tağutların, hâkim güçlerin düzenine karşı çıkan, bu düzenin kökten değişip tamamen Allah’ın buyruğuna ram olmasına davet kişinin hiçbir eziyetle karşılaşmamayı beklemesi sünnet’ullaha aykırıdır. O açıdan bu vazifeye soyunan kişi eza ve cefayı göze almalıdır. Allah-u Teâlâ, Lokman süresinde, Lokman aleyhisSelâm’ın evladına tavsiyelerini sıralarken şöyle buyurmaktadır.

kere muhatab olan kişi veya otoritenin, elinde güç

“Yavrum! Namazı kıl, marufu emret, mün-

ve kuvvet vardır, dünyanın metaıda onların sela-

kerden alıkoy ve başına gelene sabır et! Çünkü

hiyetindedir. Bu hesapları nazarı itibara alan kişi

bunlar azm olunacak işlerdendir” (Lokman 17)

bu vazifeyi eda etmekte zaafiyet gösterir.

Allame Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır

Emri bi’l-ma’ruf nehiy an’il-münkeri ikame

ayeti kerimenin tefsirinde şu mühim hususlara

etmeye mani olarak şunu da ekleyebiliriz. Emi-

dikkat çekmektedir. “Yavrum! Namazı kıl”, na-

redilecek veya nehyedilecek zatın, vazifeyi icra

mazı devamlı kıl kendini erdirmek için. “emri

edecek kişi tarafından sevilen, hürmet edilen bir

bi’l-ma’ruf nehiy an’il-münker yap”, diğerle-

makamda olması. Çünkü böyle bir tutum kar-

rini kemâle erdirmek, cemiyyeti istikamete gö-

şısındaki infiali beklenmedik bir surette ortaya

türmek için.“Başına gelene de sabret” yani emir

çıkabilir. Neticesinde aradaki sevgi-saygı ve

bil-ma’ruf ve nehyi an’il-münker yapmak kolay

hürmetin nihayete ermesine sebep olabilir. Va-

değildir. O yüzden başına bir takım musibetler

kıaya baktığımız zaman- zorbalığa gücü yeten

gelmek melhuzdur ve onlara sabretmek lazımdır. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

karşı bir kalkan mesabesinde olan ve yeryüzünde

17


Son bir husus, şunu asla gözden kaçırmayalım. Hayatı münkerlerle dolmuş, ma’ruftan külliyen uzak olan kimseler ile Allah ve Rasulüne itaatı menhec edinmiş lakin -her beşerde olduğu gibi- hata işleyen kimse aynı kefeye konulmamalı, her ikisine aynı tavır takınılmamalıdır. Sevgi ve muhabbet onda bulunan iman esasına dayanmalı, buğz sadece işlediği münkere karşı olmalıdır. “Çünkü bu işlerin her birisi azm olunacak

danarak bu vazifeyi ihmal etmemelidir. Bilmeli

işlerdendir” (Hak dini Kur’an Dili c.s. 3846, 3847)

ki, Allah katında kendisi için hazırlanan mükâfaat

Ashab-ı kiram’dan Ensar’lı Umeyr b. Habib, oğullarına vasiyetinde de şöyle demiştir. “Sakın ola ki sakın ha! Sefih (beyinsiz) in-

yurduğu üzere bu vazifeyi icra, kişiyi seyyidüş-

birini severse pişman olur. Sefihten gelen az sataşmalara göz yummayan çoğuna katlanmak zo-

fından katledilmiş kimsedir.”(Hadisi Hâkim rivayet

daşlık beladır. Kim sefih birine hilm ile davranırsa, hilminden dolayı mesrur olur. Kim de sefih

runda kalır. Zorluklara sabırla katlanan sevdiklerine nail olur. Sizlerden biri, emri bi’l-ma’ruf veya nehiy an’il-münker yapmak isterse nefsini eziyetlere sabretme hususunda terbiye etsin. Allah’tan sevaba nail olacağına yakin edinsin. Çünkü her kimin Allah’tan sevaba yakini olursa dokunan eziyeti duymaz, hissetmez.”(Taberani, Mu’cem’ül-Kebir, c. 17, No:108) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ilk vahyin gelmesinin ardından Varaka b. Nevfel’e gördük-

etmiş. Suyuti ve Elbani hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmişlerdir.) Böyle bir makam kişiyi enbiyanın, sıddıkların ve salihlerin yakın arkadaşı kılar ki, bundan öte makam yoktur. 3- Mülk, rızık, menfaat, zarar v.b. bunların hepsi Allah’ın elindedir. Allah izin vermediği müddetçe bunlardan her hangi biri hâsıl olmaz. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:

lerini anlattıktan sonra Varaka’nın kendisine

“De ki: ey mülkün sahibi Allah’ım! Dile-

ilk söylediği şu olmuştur: “Keşke kavmin seni

diğine mülk verirsin, dilediğinden de mülkü

sürgün edeceği zaman ben de genç olsaydım da sana yardım edeydim.” Rasulullah sallallahu aleyhi

çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayr, yalnız senin elindedir,

şaşırmış bir şekilde, “Gerçekten beni

muhakkak ki her şeye kadirsin.” (Al-i İmran 26)

yurdumdan çıkaracaklar mı” deyince, Varaka

“De ki: Rabbimin rahmeti hazinelerine siz

şöyle cevap verdi: “Yeğen! Senin getirdiğin dava

malik olsa idiniz o vakit elden çıkarmak kor-

ile gelen hiçbir kimse yoktur ki yurdundan sü-

kusu ile imsâk ederdiniz (tutardınız). İnsan

rülmesin eza ve cefalara maruz bırakılmasın…

birde pek cimri olmuştur.” (İsra 100)

ve sellem

NEBEVÎ HAYAT

eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ifade buşüheda (Şehitlerin Efendisi) makamına oturtur: “Seyyiduş-şüheda Hamza bin Abdulmuttalibdir. Ve şöyle bir adamdır ki, zalim bir yöneticinin karşısında dikilip ona emir (emri bil-ma’ruf) ve nehiy an’ilmünker yapmış bundan dolayı o zalim yönetici tara-

sanlarla oturup kalkmayın. Çünkü onlarla arka-

18

ne dünyanın hepsi ne de katlarıyla kıyas kabul

”(Buhari, Bed’ul vahiy 2) 2- İnsanı aldatan dünya metaı, gelip ge-

“…Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek…”(Bakara 102)

çici, baki kalan ise salih amellerdir. Bu sebeple

Eğer, şu idrakten aciz olduğumuz kâinatta

mü’min dünya hayatının gelip geçici metaına al-

bir yaprak Allah’ın ilmi-iradesi dışında kımılda-

AĞUSTOS’13


mıyorsa (bkz. En’am 59) insana da menfaat veya

fiil onu Allah’ın azabına götürmektedir. Bu ay-

zarar ancak Allah’ın izniyle ve takdir ettiği kada-

rıntı Müslümanların birlik beraberliklerinde her

rıyla dokunur.

zaman önde tutulmalıdır. Mü’minlerin velayetinin, dostluğunun, muhabbetinin temeli budur

lü’nün muhabbeti üzerine bina eder. Allah’ın ve

ve bu onları nifakane dostluklardan uzaklaştırır.

Rasulü’nün sevdiği kişileri sever, Allah ve Rasu-

Allah-u Teâla buyuruyor ki:

lü’nün hürmet verdiği amellere hürmet eder. Allah’ın ve Rasulü’nün dostluğunu her dostluğun üzerine çıkarır. İmanın hakiki tadına vardıran üç önemli hasletlerden biri, “Kişiye, Allah ve Rasulü’nün, Allah ve Rasulu dışındaki herkesten daha sevgili”olmasıdır. Kul, İslam toplumu içinde; muhabbet beslediği, hürmet gösterdiği, kadr-i ali, üzerinde hakkı bulunan, yıllara dayanan arkadaşlık… gibi hususların hepsinde bu esas -Allah

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. “(Tevbe 71) 5- Son bir husus, şunu asla gözden

ve Rasulullah sevgisini her sevginin üzerine çı-

kaçırmayalım.

karma- üzerine yol almadır.

ma’ruftan külliyen uzak olan kimseler ile Allah

Unutulmamalıdır ki, emir bil-ma’ruf veya nehyi an’il-münkere muhatab olduğunda bunların mucebini yapmak yerine, nefsi ihtiraslarının kurbanı olan kimseye duyulan muhabbet, saygı, hürmet hederdir. Diğer bir açıdan da hakiki muhabbet, ki-

Hayatı

münkerlerle

dolmuş,

ve Rasulüne itaatı menhec edinmiş lakin -her beşerde olduğu gibi- hata işleyen kimse aynı kefeye konulmamalı, her ikisine aynı tavır takınılmamalıdır. Sevgi ve muhabbet onda bulunan iman esasına dayanmalı, buğz sadece işlediği münkere karşı olmalıdır.

şiyi Allah’ın azabından uzaklaştırmaya, Allah’a

Bu konuda ayrıca ferdi alakadar eden mün-

yakın olmasını sağlamaya çalışmaktır. Ma’rufu

kerler ile cemiyeti etkileyen münkerler farklı mü-

terk eden veya münkeri işleyen kimsenin fiili

lahaza edilmelidir. Cemiyeti etkileyen münker-

karşısında sükût etmek, muhabbet, iyilik değil

lere karşı susma, o cemiyetin harap olmasına ve

bilakis onun hakkında cinayettir. Çünkü işlediği

tamamen dağılıp yok olmasına sebep olabilir. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

4- Kul sevgi ve hürmetini, Allah ve Rasu-

19


Kapak Gündem

Nedim Bal

‫َولْ َت ُك ْن ِم ْن ُك ْم اُ َّم ٌة َي ْد ُعو َن اِلَى الْ َخ ْي ِر‬ ِ ‫َو َياْ ُم ُرو َن بِالْ َم ْع ُر‬ ‫وف َو َي ْن َه ْو َن َعنِ الْ ُم ْن َك ِر‬ ‫َواُول ٰ ِئكَ ُه ُم الْ ُم ْف ِل ُحو َن‬

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.” (Al-i İmran 104)

MÜSLÜMANLARI BEKLEYEN FELAKETLER

NEBEVÎ HAYAT

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.” (Al-i İmran 104)

20

Gerek İslam dinindeki gerekse günümüz Türkiye’sinde ki önemine binaen “Emri bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” konusu kendisini İslam dinine hizmete adamış her davetçi kardeşimizin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir mevzudur. Fitneyi daha çıkmadan önce önlemek gayesiyle İslam’ın emrettiği en önemli tedbirlerden biride “Ma’ruf’u emretmek ve münkeri yasakAĞUSTOS’13

lamak” ibadetidir İslam literatüründe “Emri bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” kavramı, “iyilikleri emretmek ve kötülüklere engel olmak” anlamına gelir. Ma’ruf / iyilik; İslam Şeriatının emrettiği her şeydir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak; Allah ve Rasul’ünün emrettiği her şey ma’ruf / iyiliktir. Münker / kötülük; İslam Şeriatının yasakladığı her şeydir. Diğer bir ifadeyle; Allah ve Rasul’ünün yasakladığı, haram ve günah sayılan her şey münker / kötülüktür.


Maalesef üzücü olan taraf şudur ki; daha düne kadar mevcut siyasal rejimin zulmü altında inleyen, İslami bir toplum oluşturma hedefi ile yola çıkan bazı İslami çevreler ve bunlara mensup olan kimseler, ülkede iktidar olmanın getirdiği nimet, bolluk, konfor, itibar ve rehavetin kendilerini çepeçevre kuşatması ve bu imkânları kaybetmekten korkmaları sebebiyle İslam’ın temel ilkelerinden biri olan ma’rufu / iyiliği emretme, münkeri / kötülüğü yasaklama vazifesinin ahlaki / etik! bir mesele olduğunu söyleyerek hafife almaktadırlar. Zaman içinde kendilerindeki bu değişim ve dönüşümü İslam dinine mâl ederek; “İslam her türlü yaşam tarzına saygılıdır” gibi son derece kokuşmuş bir kanaat ortaya koymaktadırlar. Bu hal ve söylemleriyle toplulukları da etkilemekte ve ifsat etmektedir.

Egemen güçlerin 90 yıldır Müslüman topluma dayattığı ve özellikle son yıllarda iyice cilalanan, parlatılıp süslenerek insanlara sunulan demokratik-laik anlayışın etkisi altında kalan toplum, dini sadece Allah ile kul arasındaki vicdani bir mesele olarak görmeye başlamıştır. Maalesef üzücü olan taraf şudur ki; daha düne kadar mevcut siyasal rejimin zulmü altında inleyen, İslami bir toplum oluşturma hedefi ile yola çıkan bazı İslami çevreler ve bunlara mensup olan kimseler, ülkede iktidar olmanın getirdiği nimet, bolluk, konfor, itibar ve rehavetin kendilerini çepeçevre kuşatması ve bu imkânları kaybetmekten korkmaları sebebiyle İslam’ın temel ilkelerinden biri olan ma’rufu / iyiliği emretme, münkeri / kötülüğü yasaklama vazifesinin ahlaki / etik! bir mesele olduğunu söyleyerek hafife almaktadırlar. Zaman içinde kendilerindeki bu değişim ve dönüşümü İslam dinine mâl ederek; “İslam her türlü yaşam tarzına saygılıdır” gibi son derece kokuşmuş bir kanaat ortaya koymak-

tadırlar. Bu hal ve söylemleriyle toplulukları da etkilemekte ve ifsat etmektedirler. Onların bu ruh hali, Hz. Ömer radiallahu anh’in “Kişi inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar.” Sözünün ne kadar hakikat olduğunu bizlere ispat etmektedir. Hâlbuki hayatın bütün yönlerini Allah ve Rasul’ünün emir ve yasakları doğrultusunda yaşamak, münker toplumları ma’ruf toplum haline dönüştürmek Allah’a ve Rasul’üne iman eden tüm Müslümanların en büyük görevidir. Emri bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l münker ibadetini terk etmenin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan en önemlileri ise şunlardır; 1- MÜSLÜMAN KİŞİNİN KENDİSİNE OLAN ZARARI İyiliği emretme ve kötülüğü engelleme ibadetini yerine getirmeyen bir Müslüman hem imanını hem de âkibetini tehlikeye atmış olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor… “Sizden kim bir münker/ kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf halidir.” (Buhari-Müslim) “Bundan sonrasın da artık zerre miktarı iman yoktur.” (Müslim) “Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit ona şahit olan kimse bu kötülüğü kınasa (çirkin görse) o kötülüğü yapmamış gibi zararından kurtulur. Her kim de o kötülüğe şahit olmadığı halde sadece duysa ve o kötülükten memnun olsa sanki o kötülüğü işlemiş gibi zarar görür.” (Ebu Davud) ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

Dolayısıyla ma’ruf / iyiliği emretmek, kişinin bizzat kendisinin amel etmesiyle beraber tüm insanları imana ve Allah’a itaate çağırmaktır. Münker / kötülükten sakındırmak ise; küfre, şirke, Allah’a isyana ve günahlara karşı direnmek, insanları bu kötülüklerden vazgeçirmek için mücadele etmektir. Bu sebeple gerek Kur-an’ı-kerim de gerekse Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleri arasında ma’rufu emretme ve münker’i yasaklama üzerinde fazlaca durulur. Bu ibadetin ihmal edilmemesi için tekrar tekrar dikkat çekilir. Yapıldığı vakit elde edilecek mükâfatların büyüklüğünden, terk edildiğinde ise gelecek olan felaket ve zararların da büyüklüğünden bahsedilir. Bu bahsediş çok açık, çok net ve herkesin anlayabileceği bir şekildedir.

21


2- AİLEYE OLAN ZARARLARI Müslüman ferdin İslam’ın emrettiği (ma’ruf) şeyleri emretmesi ve İslam’ın yasakladığı (münker) çirkin işleri de engellemesi doğrultusunda yapacağı ilk iş, kendi ailesinden başlamasıdır. Çünkü Müslümanlar kendi ailelerinden, onların yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludurlar. Aile içerisinde en öncelikli görevimiz; onlara tevhidi ve şirki anlatmak, Allah ve Rasul’ünü tanıtmak, iman, ahlak, teslimiyet ve bilinç seviyelerini yükseltecek eğitim çalışmaları yapmaktır. Daha sonrasında İslam’ın emrettikleriyle onlara emretmek, İslam’ın yasakladığı çirkin ve boş işlerden de onları alıkoymaktır. İslam’ın emrettiklerini onlara emretmek, İslam’ın yasakladıklarını da onlara yasaklamak noktasında neme lazımcı davranmak, boş vermek, gevşeklik ve zafiyet göstermek aileleri yavaş yavaş İslami yaşam tarzından, ibadetlerden, güzel davranış ve alışkanlıklardan uzaklaştırarak cahili toplumun yaşam tarzına, zevk ve alışkanlıklarının içine atacaktır. Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurmaktadır; “Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun” (Tahrim 6) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır; “Hepiniz çobansınız, hepiniz eliniz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet başkanı çobandır. Erkek ailesinin çobanıdır.’’ (BuhariMüslim) Şunu unutmayalım ki kendisine sorumluluk verilen kimselerden elbette bir gün hesap sorulacaktır. 3- TOPLUMSAL ZARARLARI

NEBEVÎ HAYAT

Bir toplumda İslam’ın emrettiklerini emredenler ve İslam’ın yasakladığı şeyleri yasakla-

22

yarak kötülüğe engel olanlar bulunmazsa, o toplumun içinde kötülük, günah, isyan ve zulümler giderek alışkanlık, kural ve yaşam biçimi haline dönüşür. Şeytanlar hak ile batılı karıştırırlar. Doğruyu bozarlar. İnsanlara, Allah’ı, hesabı ve cehennemi unuttururlar. Günümüz Türkiye’si bunun en güzel örneği değil midir? Yaşadığımız bu ülkede fuhuş, faiz, sahtekârlık, içki, kumar, uyuşturucu kullanma, rüşvet, adam kayırma, tefecilik, ırkçılık, mafyacılık, hırsızlık, adam öldürme, açık saçıklık en üst seviyede değil mi? Biz bu hale nasıl geldik? Kurtuluş savaşında, Çanakkale harbinde göğsünden imanı, dilinden Kur’an ve salâvatı eksik etmeyen o aziz dedelerimizin ve onların yanında bir dağ gibi yiğitçe duran, mermi yapan, cepheye malzeme taşıyan o çarşaflı, o peçeli, o iffet ve namus timsali aziz annelerimizin şimdiki torunları olan kulağı ve dudağı küpeli, top sakallı, Amerikan tişörtlü erkeklerini ve mini etekli çıplak kızlarını gördükçe, bunların Kur’an’dan, peygamberden, ibadetten, ahlaktan nasipsiz hallerine şahit oldukça toplumsal değişimin nasıl bu kadar çabuk gerçekleştiğini anlayabiliyor muyuz? İyiliği emretmek ve kötülükleri yasaklamak vazifesinin terk edilmesi Allah’ın o toplumlara bela ve musibet indirmesinin en büyük sebebidir. Sevgili peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emredip kötülükten alıkoyarsınız, yâda Allah size yakında öyle bir bela gönderir ki o zaman Allah’a yakarıp dua edersiniz fakat dualarınız kabul edilmez.” (Tirmizi) “Hayır! Allah’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emredip kötülükten alıkoyar, zalimin yakasına yapışıp zulmüne engel olur, onu hakka çevirir ve hak üzerinde tutarsınız, yâda Allah kalplerinizi

Kurtuluş savaşında, Çanakkale harbinde göğsünden imanı, dilinden Kur’an ve salâvatı eksik etmeyen o aziz dedelerimizin ve onların yanında bir dağ gibi yiğitçe duran, mermi yapan, cepheye malzeme taşıyan o çarşaflı, o peçeli, o iffet ve namus timsali aziz annelerimizin şimdiki torunları olan kulağı ve dudağı küpeli, top sakallı, Amerikan tişörtlü erkeklerini ve mini etekli çıplak kızlarını gördükçe, bunların Kur’an’dan, peygamberden, ibadetten, ahlaktan nasipsiz hallerine şahit oldukça toplumsal değişimin nasıl bu kadar çabuk gerçekleştiğini anlayabiliyor muyuz?

AĞUSTOS’13


Yöneticiler toplumun aynasıdır. Eğer toplum genel olarak haktan sapmış ise, Yüce Allah o topluma müstahak bir idareci nasip eder. Bizler nasılsak öyle idare olunuruz. Bu Sünnetullahtır.

“Gerçek şu ki, insanlar zalimi görüpte onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onlara umumî bir bela göndermesi çok yakındır.” (Ebu Davud) Eğer bu ülkede canımız, malımız, namusumuz emniyet içinde değilse, çocuklarımızın imanı ve ahlaki eğitimleri güven içinde değilse, kanunlar adaletsiz ve mahkemeler hep güçlünün yanında ise o zaman böyle bir ülkede bundan daha büyük, bundan daha feci bir bela ve musibet olabilir mi? 4- DEVLET DÜZENİNİN BOZULMASI Ma’ruf’u (İslam’ın emrettiklerini emretme), münker’i (İslam’ın yasakladıklarını yasakla) amelinin terk edilmesiyle birlikte fitnenin ortaya çıkması, yaygınlaşması ve kök bulması arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bu fitnelerin en büyüğü ise; cahil, zalim, fasık ve ahlaksız kimselerin toplumların başına geçerek devlet idaresini ele almalarıdır. Bu gerçekten büyük bir fitnedir. Çünkü toplumlara önderlik yapacak ve ülkeleri yönetecek kişiler o toplumun en aşağılık insanlarından oluşursa o ülkelerde güven ve huzur yok olur. Toplumda rüşvet, yalancılık, riyakârlık, hırsızlık kol gezer. Güçlüler zayıfları ezer. Adalet ve emniyet kalmaz. Namuslar kirletilir. Ahlaksızlık ve kötü alışkanlıklar yaygınlaşır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz. Bu iki sarhoşluk cehalet ve dünyaya aşırı düşkünlüktür. Siz ma’ruf’u / iyilikleri emreder, münkeri’i / kötülüklere engel olur ve Allah yolunda cihat ederken içinizde dünya sevgisi oluşmaya başlar. Artık iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız… İyileriniz, zalimlere yardakçılık eder,

fıkıh (din işleri) kötülerinizin, saltanat (devlet yönetimi) de aşağılık insanların eline geçer. İşte o zaman fitnenin hücumuna uğrar ve birbirinize düşersiniz.” (Mecmau’z Zevaid) “… Kötüler iyilere musallat olur, iyilerinde kalbi mühürlenir ve lanetlenirler.” (Kenzü’l Ummal) “Ya ma’ruf’u emreder, Münkerden de insanları sakındırırsınız, yahut ta Allah sizin kötülerinizi iyilerinize mutlaka musallat eder. O zaman iyileriniz dua etse de duaları kabul edilmez.” (Taberanî) Aslında bu durum Yüce Allah’ın Müslümanlara -haşa- bir zulmü değildir. Müslümanların emri bil-ma’ruf ve nehy anil-münker amelini terk etmelerinin veya bu hususta gevşeklik göstermelerinin bir neticesidir. Şairin dediği gibi; “Kula bela gelmez, Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz, Kul azmadıkça.” Yöneticiler toplumun aynasıdır. Eğer toplum genel olarak haktan sapmış ise, Yüce Allah o topluma müstahak bir idareci nasip eder. Bizler nasılsak öyle idare olunuruz. Bu Sünnetullahtır. Şunu unutmayalım ki; Ma’ruf’u emretme ve münker’i yasaklama hususunda kendi nefislerimizi temize çıkarmamalıyız. Her dönemde bazı insanlar; Allah ve Rasul’üne itaatten bahseder ama kendileri itaat etmezler. Zekât ve sadakayı emrederler ama kendileri vermezler. Günahlardan kaçının derler fakat günahların içinde kendileri yüzerler. Şanı yüce Allah bu tip insanları şu şekilde uyarmaktadır; “Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutup da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Düşünmez misiniz?” (Bakara 44) İyilikleri emredip te kendileri yapmayanlar için ahiret günün de büyük bir azap olduğunu hatırımızdan hiç çıkarmayalım. Selâm ve Dua ile ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

birbirine benzetir sonrada israiloğullarını lanetlediği gibi sizi de lanetler.” (Ebu Davud)

23


Kapak Gündem

Muhammed Ali Mücahit

‫ا ٔال ْم ُر بالمعرو ف والنهي عن المنكر‬

ÜMMETİN VARLIK NEDENİ! Allah’ın emirlerini yaymak, nehiylerinden sakındırmaktır.Allah Teâlâ mü’minleri şöyle vasıflandırdı:

“Tevbe edenler, ibadet edenler, (cihad ve ilim tahsili için) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, (insanlara) iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlarını (ceza yasalarını) koruyanlar (yok mu!) İşte onlar da cennet ehlidir. (Habibim!) Sen o mü’minlere (cenneti) müjdele.”(1)

İSLAM’IN İÇİNDE DOĞUP GELİŞTİĞİ TOPLUMUN YAPISI

A

llah’ın Rasulü Hz. Muhammed (s.a.v.) en şiddetli bir muhalefetin karşısına

dikildiği bir toplumda İslam dinini tebliğ ettiğini

NEBEVÎ HAYAT

söylemeye ihtiyaç yoktur sanırım. Çünkü bu dinin

24

tabiatı ve nizam anlayışı, devrinin ve asrının yaşama sistemine ve özüne ters düşüyordu. Mesajın insanlara yaptığı etki, o günkü ve daha önce bilinen hayat telakkilerinden bambaşka idi. Cahiliyye müşrikliğinin devlet olduğu dönemde, bu din ile karşılaşan her insan ani bir deAĞUSTOS’13

ğişikliğe uğruyor ve bir gariplik içine giriyordu. İnkara kalkışıyor, reddediyor. Fakat bir türlü etkili olamıyordu. İlk defa bu yeni dini duyanlar korkuyor ve çekiniyorlardı. Hatta yeni dinin etki alanına girmemek konusunda son derece titiz davranıyorlardı. Nihayet cahiliye toplumunun ileri gelenleri, yiğit ve cesur kimseleri, azimlileri bu dine gönül açıp iman edince, ailelerinden ve kabilelerinden tecrid edildiler, yalnız bırakıldılar. Kendileriyle her türlü ilişki ve münasebet kesildi. Boykot düzenlendi. Günler yeni dinin mensuplarına çeşitli sıkıntılar yükledi. Onlar yeni bir eğitim döneminin


Şu açıklamalara dayanarak diyebiliriz ki, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışmak, her asırda tazeliğini koruyan, peygamberlerin ve onların ümmetlerinin, özellikle İslam ümmetinin ifa borcunda oldukları ve ayakta kalabilmelerinin yegane gücü ve stratejisidir. Müslüman, İslam’ın üstün hikmet ve mekanını, gaye ve hedefini kavrayıp düzenli olarak, sadece nefsinde yaşamakla yetinmez. Onun bundan sonra Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki şahidi olarak, O’nun mesajını tüm insanlığa iletme sorumluluğunu taşıyarak, araya giren engelleri kaldırmaya ve insanlığın hak ile karşı karşıya gelmesine çalışacak, batılın tüm engellemelerine karşı en son varlığını tüketecektir. O, işte buna kumanda etmek için gönderilmiştir. Allah’a (c.c.) ibadet ve O’nun kullarına gerçek doğruyu göstermek, batılların bulanıklığını ve şüpheciliğini dağıtmak. Evet bu iki tanım, ma’ruf ve münker kavramlarının doğru olan bir başka tanımlarıdır.

Böylece bu din adım adım insanların kalplerinde kökleşmeye başlayarak temel atacak duruma girdi. Tarihte eşine rastlanmayacak şekilde fedakarlıklar gösteren Allah’ın Rasulü (s.a.v.) ile ashabı büyük bir cehd ve gayretle bu dinin savunuculuğunu üstlendi. Çölün o çekilmez şartlarına rağmen bir avuç insan, şanlı sahabi, şirk zulmü altında ezilen bu müstakbel toplumun ilk koruyucuları fakir kimselerdi. Sayı ve kuvvet bakımından düşmanlarına kıyasla çok geri idi. Fakat yeni din sayesinde elde ettikleri dinamizm ve aktif davranışları, onlara, ilk ortaya çıkışlarından itibaren üstünlük sağladı. Azimleri zayıflamadı. Düşmanlarına karşı sabır ve metanet göstermeye devam ettiler. Evet... İşte beklenen ve özlenen nizamın ilk müjdeleri yeryüzünde görünmeye başladı. Allah’ın arzında İslam’ın gücü iktidar oldu. 14 asır önce tamamlanmış bu büyük inkılab “ma’ruf ve münker” çalışmasını temel olarak kabul etmişti. Yani ma’ruf ve münker bu inkılabın güvenilir ve yaygın tefsiridir. Bu evrensel inkılab incelendiği zaman üç sahada çalışma yaptığı görülür.

1- Davet ve tebliğ 2- İslam devletini kurma hedefi 3- Allah yolunda cihad Müslümanın hayat boyu tahakkukuna çalışacağı bu üç saha, esasen ma’rufu emr münkeri nehiy görevinin bizzat kendisidir. Çünkü bu sahalarda yapılacak çalışma, Allah’ın arzu ettiği nizamın kuruluşu ve ona zıt olan her çeşit sistemin de ortadan kaldırılışını hedef alır. Bu sahalar dışında yapılacak her çalışma, ne Allah’ın dinine davet olur, ne de bu davet İslami bir davet olur. Yapılan cihad, cihad sayılmadığı gibi, tatbik edilecek hüküm de ilahi şeriatın hükmü olmayacaktır. EMR-İ Bİ-L MARUF, NEHYİ ANİ’L MÜNKER İSLAM ÜMMETİNİN GÖREVİDİR Emr-i bi’l-Ma’ruf ve Nehy-i ani’l-Münkerin Önemi: Dinin payandası, umdesi, direği, en hayati dinamiklerinden biri olarak nitelendirebileceğimiz iyiliği yayma ve kötülüğü önlemeye çalışma mânâsını ifade eden emr-i bi’lma’ruf ve nehy-i ani’l-münker, fonksiyonu itibarıyla dinde önemli bir yer arz etmektedir. O, İslâm medeniyetinin kurulmasında önemli temel ilkelerden biri olma özelliğini taşıdığı gibi, onsuz İslâm şeriatının varlığını sürdüremeyeceği bir ilkedir aynı zamanda. İslam ümmetinin yerine getirmekle mükellef olduğu bu kavramın ifade etmek istediği mâna, Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bize tebliğ etmiş olduğu İslam’ı taşıma ve ona davet sorumluluğudur. Bu ise itikadî, nazarî, siyasi, ahŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

ilk öğrencileri oldu adeta. Durumlar ve şartlar değişmeye yüz tuttu. İnsanlar Allah’ın bu yeni dinini tanımaya başladı. Tarihin akışını değiştirecek olan bu yeni insanlar yeni dinin savunmasında çelikleşen askeri oldular. İnsanlar dalga dalga, kabile kabile olarak bu dine girmeye başladı.

25


laki ve ibadetle ilgili sahaları kuşatan “Hayr”ın bizzat kendisidir. Allah Teâlâ hayatın her cephesini kuşatan, din ve dünya ayrılığını asla kabul etmeyen bu eşsiz nizama davet etme görevini İslam ümmetinin omuzlarına yüklemiştir. Şu açıklamalara dayanarak diyebiliriz ki, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışmak, her asırda tazeliğini koruyan, peygamberlerin ve onların ümmetlerinin, özellikle İslam ümmetinin ifa borcunda oldukları ve ayakta kalabilmelerinin yegane gücü ve stratejisidir. Müslüman, İslam’ın üstün hikmet ve mekanını, gaye ve hedefini kavrayıp düzenli olarak, sadece nefsinde yaşamakla yetinmez. Onun bundan sonra Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki şahidi olarak, O’nun mesajını tüm insanlığa iletme sorumluluğunu taşıyarak, araya giren engelleri kaldırmaya ve insanlığın hak ile karşı karşıya gelmesine çalışacak, batılın tüm engellemelerine karşı en son varlığını tüketecektir. O, işte buna kumanda etmek için gönderilmiştir. Allah’a (c.c.) ibadet ve O’nun kullarına gerçek doğruyu göstermek, batılların bulanıklığını ve şüpheciliğini dağıtmak. Evet bu iki tanım, ma’ruf ve münker kavramlarının doğru olan bir başka tanımlarıdır. İmam İbn-i Teymiye:

NEBEVÎ HAYAT

“İmkan ve şartların elverdiği nispette ma’rufu emredip münkeri nehyetmeye çalışmak, Allah’a ibadet ve emirlerine itaattır”(2) der.

26

Bu açıdan ümmetin din ve inancının gereği, ma’rufu emr, münkeri nehyetmektir. Bu sorumluluk, sıra ile ümmetin her kademedeki ferdi ile paylaşılan bir sorumluluk olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Zaten peygamberler de bu görevle gönderilmişlerdir. İslam ise bu görevin kamil anlamda tüm peygamberlerin taşıdığı sorumlulukların özü olup, İslam ümmeti peygamberlere vekaleten bu şerefli görevi üstlenmiştir. İşte bu ümmet, gösterilen bu hedefinden en ufak bir sapma ile yan çizerse, taşıdığı vekaleti üstünden atmış, dini, tarihi sorumluluk ve misyonuna ihanet etmiş olur. Bir gün bu sorumluluğun hesabı bizden sorulacaktır. Hasan el-Basri (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.), “Kim ma’rufu emreder, münkeri nehyederse o kimse AĞUSTOS’13

yeryüzünde Allah’ın halifesi, peygamberinin halifesi, kitabının halifesidir”(3) buyurduğunu rivayet eder. Allah Rasulü (s.a.v.) İslami toplumdaki bu tür çalışmayı “dinin temel esasları” saymıştır. “Ma’rufu emr, münkeri nehiy” görevinin İslam toplumunun inşa ve kuruluş esası, onun temel kavramı ve müslümanın ilk ve son hedefi olduğunun bilincinde olmayan kimseyi ıslah görevinden uzaklaştırmıştır veya uzak kalmasını istemiştir. Rasulullah’ın (s.a.v.) bu görevi ifa etmede titizlik gösterdiğini ve her halükarda kusur etmediğini ve ihmalkar davranmadığını görmekteyiz. Hatta bu kadar önemli bir görevin terki halinde Allah Teâlâ’nın gazabının hemen ineceğini haber vererek duyduğu korkuyu bile açığa vurmuştur. Dürre binti Ebi Leheb rivayet eder: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minberde halka hitap ederken, adamın biri ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ya Rasulullah! İnsanların en hayırlısı kimdir? Allah’ın Rasulü: İnsanların en hayırlısı, insanlara Selâm veren, Allah’tan en çok korkan, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışan ve yakınlarını ziyaret eden kimsedir.”(4) Abdullah b. Abbas (r.a.), Nebi’den (s.a.v.) şöyle rivayet etmiştir: “Ma’rufu emredip, münkeri nehyetmeyen bizden değildir.”(5) Huzeyfe (r.a.) Nebi’den (s.a.v.) şöyle rivayet eder: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; ya ma’rufu emreder münkerden vazgeçirmeye çalışırsınız, yahut Allah Teâlâ’nın size azab göndermesi çok yakındır. Sonra Allah’a (bu azaptan ve cezadan kurtulmanız için) yalvarırsınız; lakin Allah duanızı kabul etmez.”(6) MA’RUF VE MÜNKER KAVRAMLARINI DOĞRU ANLAMAK Günümüz müslümanlarınca kullanılan ve revaçta olan anlamıyla ma’ruf, herkesce bilinen ve iyiliği sınırlı olan, olsa da olmasa da yapılan ah-


Oysa Kur’an-ı Kerim’in bu iki kavram ile anlatmak istediği, yukarıda sanıldığı gibi çok dar olarak ifade edilenler değildir. Öyle ise Kur’an-ı Kerim’in arz ettiği hayat felsefesinin temelini oluşturan bu kavramları yine Kur’an ve sünnetin ışığında en doğru anlamını araştırmak mecburiyetindeyiz. Kur’an-ı Kerim açısından bu kavramlara bakıldığında görülecektir ki, yalnız AHLAKİ SINIRLARLA ifadesini bulan bir anlam taşımadığı gibi, sadece va’z ve öğütten ibaret bir sahaya da sıkıştırılmamıştır. Kur’an-ı Kerim’in ifade ve üslubunu iyice kavrayanlar göreceklerdir ki bu iki kavramın kapsamı çok geniştir. Hatta “Kur’an ve İslam bu iki kavram üzerinde kurulmuştur” denilse yanlış olmaz. Zira “dini hayatı canlı ve diri tutmak, dünyadaki tüm İslam dışı yanlış ve eğrileri düzeltmek için” sarfedilen çabaları ve gayretleri ifade edecek kadar geniş sahalıdırlar. Bu iki kavramı böyle anlamaya bizi iten saik, elbette ki Kur’an’ın tatbikatıdır. Veya hedeflediği toplum anlayışıdır. Hiç şüphesiz ki peygamberler, sadece insanların güzel huylu olmalarını sağlamak için gönderilmiş değillerdir. Bu, sadece onların gönderildikleri hedefleri gerçekleştirmek için görevlerinden biridir.

Zira onların görevleri, açık ve net olarak, insanları tek Allah’a boyun eğmeye, şartsız itaata ve onun hakimiyetini kabul edip, onun dışında her türlü beşeri otoriteyi reddetmeye davet etmeleridir. Allah’a şartsız itaat ise, yalnız Allah’ın hükümranlığı için hayatın tüm cephelerini kuşatma anlamındaki boyun eğişi ifade eder. Mü’min, böylece hayatı, yalnız bir cephesiyle değil, onu kuşatan atmosferi bütün renk ve muhtevasıyla değiştirici ve kapsayıcı büyüklükte bir anlayış ve içerisinde ıslaha, yenilemeye ve yönlendirmeye koyulacaktır. Artık o, gerçek ve kamil imanın ancak böyle bir ortamda yaşanabileceğine inanacak ve tüm gayretini bu yönde sarfedecektir. Hedefi, Allah’ın emir ve nehiylerinin hayatın her sahnesinde söz sahibi olmasını sağlamak olacaktır. İnançlarında... Düşüncelerinde... İbadet ve ahlak ölçülerinde... Medeni, sosyal, siyasi ve insani tüm ilişkilerinde göstereceği gayret, bu hedeflerin tahakkuku uğrunda olacaktır. Aksi halde ma’ruf ve münkeri böyle dar anlamak, hedefi olmayan bir çabayı sarfetmeye götürecek ve sadece cahiliyyenin “iyi ahlak” deyip, kendine karşı aktif olmasını arzu etmediği bir insani anlayışa mü’mini sürükleyecektir. Böylelikle de dinin ve dini hayatın ayakta tutulması için herhangi bir gayret ve çalışma sarfedilmeyecek. Mü’min gönderildiği hedefini tanımayacaktır. Dinin ve dini hayatın üzerinde kurulduğu bu iki kavramın mana ve ehemmiyeti ile ilgili her türlü çalışma artık boş bir hayal halini alacaktır ve İslam ümmetinin, görevi ile ilgili çalışmayı da dar ve sınırlı bir sahaya hasredecektir. Ve neticede ümmet, niçin ve hangi maksat ve hedefleri gerçekleştirmek için gönderildiğini

Kur’an-ı Kerim’in ifade ve üslubunu iyice kavrayanlar göreceklerdir ki ma’ruf ve münker kavramlarının kapsamı çok geniştir. Hatta “Kur’an ve İslam bu iki kavram üzerinde kurulmuştur” denilse yanlış olmaz. Zira “dini hayatı canlı ve diri tutmak, dünyadaki tüm İslam dışı yanlış ve eğrileri düzeltmek için” sarfedilen çabaları ve gayretleri ifade edecek kadar geniş sahalıdırlar. Bu iki kavramı böyle anlamaya bizi iten saik, elbette ki Kur’an’ın tatbikatıdır.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

laki faziletler olarak anlaşılmaktadır. Bunun gibi münker de, genel ahlaka aykırı ve herkesin çirkin gördüğü ahlaki davranışlar olarak anlaşılmakta veya sanılmaktadır. Daha sonra da “ma’rufu emrmünkeri nehiy” gibi bir görevi de, herkesi iyi davranışlara yöneltmek ve kötülüğü hoş görmeyen bir kamuoyu oluşturmak şeklinde anlarlar. Tabii ki bu kötülük İslam’ın hoş karşılamadığı kötülük değildir.

27


Gerçekten ma’rufu emretmek, münkeri nehyetmek, Allah Teâlâ’ya inanmak ve bu inancı “kayıtsız şartsız” kavramlarıyla sınırlandırmak gibi özellikler, bu ümmeti geçmiş ve gelecek ümmetlerden ayıran ve ona “en hayırlı ümmet” vasfını kazandıran özelliklerdir. Bu özelliklerle bilinen ve tanınan bu ümmet ne zaman ki düşmanlarınca keşfedilip bu özelliklerini kaybetti, Allah Teâlâ da onun şeref ve azamet elbisesini aldı. Böylece tarihteki seyir çizgisinden ve yörüngesinden çıkarak diğer ümmetler seviyesine düşürüldü. anlamamış olacaktır. Ancak şuda bilinmelidir ki, Kur’an’ın maksat ve hedefleri doğrultusunda yaşanan İslam, gerçek İslam’dır. 19. - 20. asır müslümanlarının sığındıkları, daha doğrusu sığınmak zorunda bırakıldıkları tağuti güçlere rağmen, İslami ıslah ve eğitime muhtaç oluşlarıyla birlikte, davet ve tebliğe ne kadar muhtaç olduklarını da görürsünüz. 21. Asra baktığımızda ise bu davet hassasiyetinin ve sancılarının ne kadar mühim olduğu biraz daha ortaya çıkmaktadır. “Bu ümmetin nihayetinde bir toplum çıkacak ki, İslam’ın başlangıcındaki inanan ilk topluluğun elde ettiği ecrin benzerini elde edecekler. Onların özelliği; ma’rufu emretmeleri, münkeri nehyetme-

NEBEVÎ HAYAT

leri ve her çeşit fitne ile savaşmalarıdır.”(7)

28

kazandıran özelliklerdir. Bu özelliklerle bilinen ve tanınan bu ümmet ne zaman ki düşmanlarınca keşfedilip bu özelliklerini kaybetti, Allah Teâlâ da onun şeref ve azamet elbisesini aldı. Böylece tarihteki seyir çizgisinden ve yörüngesinden çıkarak diğer ümmetler seviyesine düşürüldü. İslam’a göre hayır ve şerrin ölçüsü yalnız Allah’ın dinidir. Allah’ın dini neye “hayır” demişse o hayırdır. Neye “şer” demişse o da şer’dir. İslami çizgiden saparak bir takım arzulara göre şekillenen yollara ve sistemlere göre insanların tavır almalarını ve şekillenmelerini istemek, Allah’ın dinine savaş açmak demektir. Bu yetkiyi hiç kimse kendinde bulamaz. Çünkü İslam dışı fikir ve ideolojiler, hayattaki düzenlemelere ve geçim yollarına çeşitli şer renkleriyle bakarlar. İslam ise sadece kur’an sünnet nazariyesi ile bakıp, Allah Teâlâ’nın yüce iradesini hakim kılmak için tüm

HAYRA DAVET

insanlığı bu davete uymaya çağırdı. Bunu ya-

Allah Teâlâ, İslam ümmetinden bahisle, dilediği bu mühim görevi kendisine yükleyerek şöyle buyurdu: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.”(8)

parken doğacak bütün riskleri de gözönüne aldı.

Mücahid; bu ayeti tefsir ederken; “Siz insanlara ma’rufu emredip onları münkerden uzaklaştırmanız ve Allah Teâlâ’ya iman etmeniz şartı üzere insanları hakka davet etmeniz nedeniyle onların en hayırlısısınız”(9) diyerek hayırlı olma nedenini belirtir.

bütüne taliptir. Tüm gayretlerini bu uğurda se-

Gerçekten ma’rufu emretmek, münkeri nehyetmek, Allah Teâlâ’ya inanmak ve bu inancı “kayıtsız şartsız” kavramlarıyla sınırlandırmak gibi özellikler, bu ümmeti geçmiş ve gelecek ümmetlerden ayıran ve ona “en hayırlı ümmet” vasfını

edip, hayatın sosyal problemlerini İslam’a göre

AĞUSTOS’13

“Hayra davet” hayatın tüm cephelerini kuşatan İslam’ın bütünlüğü içerisindedir ve bu görev dinin yalnız bir cüz’ü anlamına gelmez. İslam ümmeti, bu parçalanmayı kabul etmeyen ferber etmediği müddetçe kabullendiği sorumluluktan kurtulamaz. Kapsadığı stratejik konuma göre “Ahlaki ıslah” ve “Siyasi inkılab” bu ümmetin asli görevidir. Ne zaman ki sadece ibadetleri telkin düzenleme gayretlerini bırakarak hayra davet etmişse, her zaman onun ezeli düşmanlarının işine yaramıştır. Taşıdığı bu sorumluluktan da kurtulmuş olmaz. Çünkü “Hayr”, tarifine uygun


olarak, parçalama kabul etmemektedir. Bir cüz’ün bir mânâ ifade etmesi ancak diğer cüzleriyle birlikte mütalaa edilmesiyle mümkündür. İşte İslam ümmeti hayr’ın cüz’ünü yaşamaya ve yaşatmaya memur olduğu şuurunu taşıdığı sürece bu sorumluluğunu idrak etmiş demektir. Bu hususu Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti açıklamıştır. Allah Teâlâ İbrahim, İshak ve Yakub (a.s.) gibi peygamberlerden söz ettikten sonra şöyle buyurur: ‘Onları emrimizle dosdoğru yolu gösterecek rehberlek kıldık, kendilerine hayırlı işler yapmayı, dosdoğru namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edicidirler.”(10) İslam ümmetinin, tüm insanlığı, davet etmekle sorumlu olduğu bu dini ve dünyevi ıslahat, aslında Kur’ân-ı Kerim ve Rasulullah’ın (s.a.v.) sünnetinin yaşanmasıdır. Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin çizdiği ve yol gösterdiği bu “iman ve ameller nizamı”, zaten dünya barışının ve kurtuluşunun yegane teminatıdır. İslami çizgiden geçmeyen ve İslam’la asla bağdaşmayan İslam dışı

dinsizliği ve peygamberlerini yalanlayan insanları men etmiş olmasınlar” der. (13) Allâme es-Seyyid Reşit Rıza el-Mısrî de şöyle der: “Peygamberlerin, nebilerin ve selef-i salihinin sünneti, hayra davet, ma’rufu emredip münkeri yasaklamaya çalışma esası üzerinde cereyan etmiştir. Bu görev her türlü zor şartlarda, sabır ve sebatla, kuvvetli bir direniş ve ısrarla yürütülmüş ve onların mühim görevlerinden olmuştur. Onların bize bıraktıkları en çıkar yol da bugün de gelecekte de budur.” (14) Allâme el-Kurtubî der ki: ‘Ma’rufu emreder, münkeri nehyedersiniz”. (Bu, mü’minin gerçekleştirmek istediği ve onu son hedefe vardıran iki ana temeli belirten ve ümmetin yeniden oluşumunu garanti eden bir görevdir.) Övülmeye layık bir görevdir. Ama bu vasfı taşıdığı sürece bu övgü İslam ümmetine yeterlidir. Aksi takdirde izzet ve şeref gibi ancak Allah’ın (c.c.) takdir edeceği fırsatı kaçırmış olur. Bu ise şeriatımızın reddettiği ve dalâlet diye vasfettiği bir damgadır. Bu damgayı yiyenler övülme vasfını kaybeder, yerilmeyi hak eder. Akibet ölüp yok olmaktır.”(15)

sistemler, zulüm, sapıklık ve fesatta birbirleriyle yarışan birer kısır çekişmeler ve insanlığı Tağut’a mahkum eden kölelikten başka bir şey değildir. Müfessirlerin “Hayır” kavramından anladıkları da budur zaten.

İmam İbni Teymiye der ki: ‘”Ma’rufu emr, münkeri nehiy”Allah Teâlâ’nın gönderdiği kitaplarında hakimiyetini gerçekleştirmek ve dininin mesajını tebliğ için peygamberlerini üzerinde yürüttüğü yoldur.”(11) İmam Kurtubî şöyle der: “Ma’rufu emr, münkeri nehiy” geçmiş ümmetlerde icra olunan iki görev idi. Binaenaleyh bu görev peygamberliğin maslahatı ve nübüvvetin insanlığa bıraktığı hilafettir.”(12) Allâme Seyfüddin Âmidi: “Hiç bir ümmet yoktur ki insanları, inandıkları peygamberlerine ve getirdikleri şeriata davet etmek için, ma’rufu emretmiş,

--------------------------------------1. et-Tevbe: 112 2. Mefâtihu’l-Gayb: 4/523 3. el-Câmi li-Ahkâm-il Kur’an: 4/74. 4, Müsned – İmam Ahmed 6/432, 5. İmam Ahmed ve Tirmizi 6. Sünenü’t-Tirmizi fitneler ve ma’rufu emr münkeri nehiy babı (Ayrıca Riyazü’s-Salihin Terc: 1/234 H.No:191). 7. Beyhaki 8. Âli İmran: 110. 9. Câmiü’l-Beyan Fi Tefsiri’l-Kur’an: 4/28. 10. el-Enbiya 73. 11. el-Hisbe fi’l-İslam: sh. 36. 12. el-Câmi li-Ahkami’l-Kur’an: 4/47. 13. el-İhkâm fi-Usul-il Ahkam: 1/308. 14. Tefsirü’l-Menar: 4/32. 15. el-Câmiu-li Ahkâmi’l-Kur’an: 4/173. Emri bil maru nehyi anil munker cemaleddin el- Amra ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

ALİMLERİN MARUF VE MÜNKER ÜZERİNE BEYANLARI:

29


BİR KONU BİR AYET

Adem Sözkesen

CAHİLİYE TOPLUMLARININ İSLÂM DAVETÇİLERİNE TUZAKLARI

T

arih boyunca küfür ve şirk ehli olan cahiliye toplumları ve düzenleri her daim

İslam erlerine ve özelliklede muvahhit davetçilere, onları yollarından engelleyebilmek için tuzaklar kurmuşlardır. Yer yer yumuşak üsluplarla kandırmaya ve akıllarını çelmeye çalışırken yer yerde baskı, şiddet ve işkence üsluplarını denemişlerdir. Cahiliye topluluklarının davet erlerine karşı toplum içinde davetleri ve tebliğleri maya tutmasın ve yayılmasın diye birçok sinsi tuzaklara başvurmuşlardır. Muvahhit davetçi ise bu tuzakları bilip bunlar karşısında mücadelesini sürdürmesi gerekir. Bu tuzakları sırasıyla şöyle anlatabiliriz:

NEBEVÎ HAYAT

1- Lekeleme ve Karalama Tuzağı

30

Bu tip lekemleler, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve sahabelerine de yapılmıştır. Onları topluma farklı tanıtıp davetlerini engellemeye çalışmışlardır. Özellikle bu hususta Rasu-

Cahiliye ve küfür düzenlerinin, İslam’ı seçmiş

lullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öz amcası Ebu

olan davetçi Müslüman’a ilk uygulayacağı tuzak

Leheb, Rasulullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem her

“Lekeleme ve Karalama” tuzağıdır. Davetçi İslam

ortamda lekelemeye çalışmış, öyle ki Rasulullah

erini, sefih, yalancı, yobaz, mecnun, sihirbaz, şair

sallallahu aleyhi ve sellem davet için insanların

ve sapık gibi isimlerle halkın gözünde lekelemeye

ayaklarına kadar gider onları İslam’a davet eder,

çalışırlar. Nitekim Peygamberleri ve kendilerine

hac ve diğer maksatlarla Mekke’nin dışından

uyanları bu isimlerle isimlendirmişler ve lekele-

gelmiş olanların çadırlarını tek tek dolaşır onlara

meye çalışmışlardır.

İslam’ı anlatır ve aynı hızla Ebu Lehep’te Rasu-

AĞUSTOS’13


lullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davet yaptığı

-Reislik, mal, mülk, makam ve kadın teklif et-

yerlere gidip “bu biraz önce size gelip bir şeyler

tiler.

anlatan kişi var ya o benim yeğenim, o atalarının

-Bir sene biz senin Rabbine ibadet edelim bir sene sen bizim putlarımıza ibadet et, dediler.

yolunu terk etti. O baba ile çocuğunu birbirinden ayırdı, o ne dediğini bilmeyen bir sihirbazdır, delidir, kahindir” gibi isimlerle lekelemeye çalışarak davetini engellemeye çalışırmış. Ne yazık ki aynı uygulamanın günümüzde de İslam erlerine yapıldığını görmekteyiz. Onlarda kendi toplumlarının kendilerine taktıkları isimlerle lekelenmeye çalışılmaktadırlar. İslam’ı seçmiş her bir muvahhit bu tip bir olayla muhakkak surette karşılaşacaktır. Bunun için İslam davetçileri bu tip olaylara hazırlıklı olması gerekir. Kendisine toplum tarafından verilen isimin hiçbir önemi yoktur. Çünkü Müslüman bilir ki kendisi için en hayırlı olan Âlemlerin Rabbinin kendisini Mümin ve Müslüman diye isimlendirmesidir.

-Sen bizim putlarımıza sövme bizde sana karışmayalım, dediler. Bu ve benzeri teklifler sunarak anlaşma yapmak istediler. Ama Yüce Allah Rasulünü bu hususta uyardı ve şöyle dedi.

“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120) Bu din azıcık dahi olsa tavizleri kabul etmeyecek bir dindi. Ne Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ne de sahabeleri hiçbir şekilde taviz vermediler ve İslam’ın tüm dünyaya yayılmasına sebep oldular. Çünkü tavizler çok küçük olarak başlar. Bir taviz verirsen arkadan ikinci gelecektir, üçüncü, dördüncü derken, kişi kendisini tavizlerin içinde yüzüyor bulacaktır. Tavizler ise kişiyi “Allah korusun” helâka götürecektir. Tarih tavizleri sebebiyle helâk olanlar ve ayağı kayanlarla doludur.

Cahiliye toplumu birinci tuzakta başarılı olamayınca bu sefer uzlaşma ve anlaşma yoluna gitme tuzağı ile yaklaşmaya çalışır. Davetçinin yolundaki sebatını ve istikrarını görünce kendisinden tavizler vererek davetçiden de ufak tefek tavizler bekler. Öyle ki kendisinden vereceği tavizleri yüzde doksan dokuza kadar çıkartıp davetçiden de yüzde bir taviz vermesini ister. Mekke’li müşrikler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve sahabelerinin davalarına olan bağlılıklarını görünce mecburen ikinci tuzaklarına baş vurmak zorunda kaldılar. O da uzlaşma tuzağı idi. Rasulullah’a sallallahu aleyhi ve sellem uzlaşmak için bazı tekliflerde bulundular.

Günümüzde birçok insanın bu tavizlere kapıldıklarını görmekteyiz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabeleri en şiddetli ve zor durumlarda dahi dinlerinden hiçbir taviz vermemişlerdir. Şiddetli işkencelere maruz kalmışlar, aç bırakılmışlar, zindanlara atılmışlar, sürgün edilmişler ama asla İslam adına hiçbir taviz vermemişler. Onlar bu şekilde davrandıkları için bu din bize pürüzsüz bir şekilde ulaşmıştır. Ne yazık ki günümüzde birçok insan çok ufak gördüğü “Demokrasi” ve “Hürriyet” adı altında dininden tavizler vermiş ve bu şekilde İslam’a taŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

2- Uzlaşma ve Anlaşma Tuzağı

Bizden de tavizler vermemiz istenilecektir. “Bu kadar sert ve katı olmayın” diyerek bizlerden dinimiz hususunda tavizler vermemizi isteyeceklerdir. Allah korusun “bundan bir şey olmaz” dediğimiz tavizler bizleri büyük tavizler vermeye götürebilir.

31


bandan zıt olan “necis demokrasi”ye bulaşmışlar ve tavizlerin ardı arkası kesilmemiş hem kendileri sapmışlar hem de diğer insanları saptırmışlardır.

4- Tankıyla, Topuyla, Tüfeğiyle her şeyi ile Müslümanları top yekûn silme tuzağı. 3- İşkence ve Zulüm Tuzağı Küfür ve Cahiliye düzenleri ikinci tuzaktan da faya bulamayınca bu sefer göz korkutma ve bıktırma amaçlı, özellikle zayıflara ve mazlumlara olmak üzere eziyet, işkence, zulüm, toplumdan uzaklaştırma ve boykot gibi yaptırımlara başlar. Kendisi için adeta son koz olarak gördüğü bu tuzağı ise ne yazık ki zayıflara ve mazlumlara yapmaya çalışırlar. Tarih boyunca dininden taviz vermeyen Müslümanlar ve Mustazaflar şiddetli işkencelere ve baskılara maruz kalmışlardır. Dünyanın neresinde olursa olsun, imandan ve Allah korkusundan yoksun olan tağutlar sürekli mazlum ve mustazaf Müslümanlara karşı, onları dinlerinden ve davetlerinden vazgeçirebilmek için bu taktiği uygulamışlardır. Ama ne yazık ki Müminler Rablerinden aldıkları imanın gücünü kullanarak onlara her daim galip gelmişlerdir.

Cahiliye ve küfür toplulukları başvurduğu bu tuzaklardan her hangi bir karşılık alamayınca bu sefer İslam erlerini gözden çıkartarak onları toplu katliamlarla yok etmeye başvurur. Artık bu sabırlı ve istikrarlı İslam yiğitleri karşısında yapacak hiçbir şeyleri kalmamıştır. Onların çoğalmalarını engellemek, davetlerinin önünü kesmek ve top yekûn onlardan kurtulmak için başvuracağı tek yoldur. Firavun’ların, Haman’ların, Nemrut’ların, Ebu Cehil’lerin, Muasır Firavun Bush’ların, Obama’ların tüm güçlerini kullanarak Mustazaf Müslümanları ve davet erlerini top yekûn ortadan kaldırmak için yaptığı katliamlar da işte bu yoldur. Bu zalim Tağutlar, Müslümanları ortadan kaldırmak için her şeylerini feda ederler. Milyonlarca dolar milyarlarca dolarlar harcarlar, tek gayeleri Müslümanları yeryüzünden silmektir. Bu hususta, tüm kâfir dostları ile yardımlaşırlar. Tarih bu toplu katliamlarla doludur. Hangi birini söylesek? Ashabu-l Uhdudu mu? Hama’yı mı? Halepçe’yi mi? Bağdat’ı mı? Bosna’yı mı? Çe-

NEBEVÎ HAYAT

Ebu Leheb’in hanımı Ümmü Cemil, batıl davası uğruna en değerli gerdanlığını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve sahabelerinin ortadan kalkmakları ve yok olmaları için feda etmiştir. Düşünün Ümmü Cemil batıl davası uğruna en değerli gerdanlığını (Mekke’nin en pahalı gerdanlığıymış) bu uğurda feda ederken, acaba biz hak davamız uğruna neleri feda etmemiz gerekir.

32

Kâfirler batıl davalarına bu kadar sahip çıkarken, biz İslam’ı ve Müslüman’ları korumak ve muhafaza etmek için neden bir şeyler feda edemiyoruz?

AĞUSTOS’13


Cahiliye ve küfür düzenlerinin, İslam’ı seçmiş olan davetçi Müslüman’a ilk uygulayacağı tuzak “Lekeleme ve Karalama” tuzağıdır. Davetçi İslam erini, sefih, yalancı, yobaz, mecnun, sihirbaz, şair ve sapık gibi isimlerle halkın gözünde lekelemeye çalışırlar. Nitekim Peygamberleri ve kendilerine uyanları bu isimlerle isimlendirmişler ve lekelemeye çalışmışlardır.

çenistan’ı mı? Doğu Türkistan’ı mı? Afganistan’ı mı? Arakan’ı mı? Humus’u mu? Hulay’ı mı? Banyas’ı mı? Kusayr’ı mı? Hangi birini söylesek?

Onlar bu katliamları yaparken kendi batıl davalarını yüceltmek maksadı ile yapmaktalar. Ve bu uğurda inanılmaz fedakârlık sergilemekteler. Maddi tüm güçlerini ortaya koyarak çalışmaktalar. Müslümanları ortadan kaldırmak için milyarlarca dolar harcamaktalar. Kâfir kendi davasının bekası, İslam davasının ise silinmesi ve bitmesi için inanılmaz bir fedakârlık içindedir. Ebu Leheb’in hanımı Ümmü Cemil, batıl davası uğruna en değerli gerdanlığını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve sahabelerinin ortadan kalmakları ve yok olmaları için feda etmiştir. Düşünün Ümmü Cemil batıl davası uğruna en değerli gerdanlığını (Mekke’nin en pahalı gerdanlığıymış) bu uğurda feda ederken, acaba biz hak davamız uğruna neleri feda etmemiz gerekir. Kâfirler batıl davalarına bu kadar sahip çıkarken, biz İslam’ı ve Müslüman’ları korumak ve muhafaza etmek için neden bir şeyler feda edemiyoruz?

Evet, İslam’ı ve Müslümanları ortadan kaldırmak için böyle bir tuzağa başvuran Cahiliye ve Küfür düzenlerinin sonu gelmiştir. Yapacak başka bir şeylerinin kalmadığını görüp böyle bir tuzağa başvurmaları, onların sonlarının geldiğinin en büyük göstergesidir. Nice zalimler ve tağutlar zalimliklerinin akabinde helâk olup gitmişlerdir. “Çok açık bilinen bir gerçek var ki zulme, işkenceye, katliama ve soykırıma başlayan tüm zalimler, sonlarını kendi elleri ile hazırlamaktadırlar”. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

Vallahi tüm bu katliamların tek amacı ve gayesi var oda İslam’ı ve erlerini yeryüzünden silmek. Küfür tek millet olmuş İslam’a saldırmakta. Ama üzülmeyin Allah bizimle beraber.

Bu gün Suriye’de ve Burma’da yüz binlerce İslam erlerinin kanları dökülürken, Müslümanlara akıl almaz eziyet ve işkenceler yapılırken, Müslüman’ların çocukları kör bıçaklarla kesilirken, Müslüman bacılarımıza tecavüz edilirken, İslam’ın şiarlarına hakaretler edilirken, mescitlerimiz yıkılırken, Kitabımız Kuran yakılırken, Rabbimize sövülürken neden Müslümanlar seyirci kalmayı tercih ediyorlar. Kâfirler batıl davaları için bunları yaparken neden Müslümanlar hayatlarına hiçbir şey yokmuş gibi devam etmekteler? Neden Müslümanlar hak davaları için fedakârlık yapmaktan kaçıyorlar? İslama düşmanlıkta küfrün ve kâfirlerin tek millet olduğu gibi neden Müslümanlar düşmanları kâfirlere karşı tek millet değiller?

33


BİR KISSA BİN ÖĞÜT

Ramazan Zenbil

SELEFİ SALİHİN’İN YOLU

NEBEVÎ HAYAT

H

34

er hususta yaşantılarından ve siretlerinden güneş misali aydınlandığımız, yolları peygamber yolu olan kutlu selefimizin emri bil-maruf ve nehy-i an’il-münker vazifesini gerçekleştirmek adına ortaya koydukları sa’yu gayretleri hiç şüphesiz bizler için bu kutlu vazifeyi icra etme noktasında ihya edici nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan biz selefimizin bu ilahi vazifeyi gerçekleştirmek adına ortaya koydukları gayretlerden bazılarını yolumuzu aydınlatması için arz edeceğiz.

da Mekke’de hac mevsiminde tevafuk etmişti.

Ata b. Ebi Rabah Emevilerden Abdulmelik

Kapına gelenlere kapını kapatma” dedi: Abdul-

b. Mervan’ın huzuruna çıktı. Abdulmelik muh-

melik: “Bu dediklerini yerine getireceğim” dedi:

teşem bir vaziyette kürsüsünde oturuyor, her

Sonra oradan kalktı ve giderken Abdulmelik ken-

kabilenin ileri gelenleri etrafında toplanmış, bu

disini yakalayarak: “Senin bizden istediklerinin

AĞUSTOS’13

Ata’yı görünce hemen onu yanına alarak ne istediğini sordu. O da “ey mü’minlerin emiri Allah’ın ve Rasulünün hareminde Allah’tan kork ve bu harem-i şerifleri imar et. Muhacir ve Ensar çocukları hakkında da Allah’tan kork. Zira sen bu mecliste onların sayesinde oturdun. Ayrıca serhatlarda bulunanlarında haklarına riayet et. Zira onlar Müslümanların kalesidir. Müslümanların idaresini araştır, çünkü onlardan yegâne mes’ul olan sensin, kapındakilerin hakkına riayet et.


Haccac “Ey ebu Said, sen niye sükût ediyorsun konuşsana” dedi. Hasan-ı Basri: “Ne söyleyeyim?” diye sordu: Haccac “Şu Ebu Turab (Hz. Ali) hakkındaki fikrini söyle” dedi: Hasan-ı Basri’de “ben Allah-u Teâlâ’nın: (Bakara 143) senin hala yöneldiğin kıbleyi ancak, o peygambere uyanları ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırt edelim diye kıble yaptık, gerçi elbette bu büyük iştir. Ancak Allah’ın hidayete ilettiği kimseler için değil. Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Çünkü Allah insanlara Rauf’tur merhametlidir.” buyurduğunu biliyorum. Ali ise iman ile hidayet bulan kimselerdendir. Rasul’u Ekrem’in *amcazadesi*, damadı, en sevgilisi ve birçok iyiliklerin sahibi bir zattır. Ne sen ve ne de senden başka biri bu vasıfları ondan kaldırabilir ve aralarına girebilir, şayet Ali’nin bazı yanlışları varsa Allah ona yeter. Vallahi Ali hakkında bunda başka bir şey söylemem”

Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre Bir gün Haccac, Basra ve Küfe fakirlerini davet etti. Hepimiz yanına girdik en son Hasan-ı Basri geldi, Haccac “Hoş geldin ey Ebu Said, yaklaş bana” dedi ve köşkünün yanında bir koltuğa kendisini oturttu. Haccac ile sohbete başladık. Hz. Ali hakkında söz açtı ve aleyhinde konuştu. Bizde onun keyfine uyarak aleyhinde konuştuk çünkü kötülüğünden korkuyorduk, Hasan-ı Basri ise başparmağını ısırmış, sükût etmiş bir vaziyette duruyordu, bunun farkına varan Haccac “Ey ebu Said, sen niye sükût ediyorsun konuşsana” dedi. Hasan-ı Basri: “Ne söyleyeyim?” diye sordu: Haccac “Şu Ebu Turab (Hz. Ali) hakkındaki fikrini söyle” dedi: Hasan-ı Basri’de “ben Allah-u Teâlâ’nın (Bakara 143), senin hala yöneldiğin kıbleyi ancak, o peygambere uyanları ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırt edelim diye kıble yaptık, gerçi elbette bu büyük iştir. Ancak Allah’ın hidayete ilettiği kimseler için değil. Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir. Çünkü Allah insanlara Rauf’tur merhametlidir.” buyurduğunu biliyorum. Ali ise iman ile hidayet bulan kimselerdendir. Rasul’u Ekrem’in *amcazadesi*, damadı, en sevgilisi ve birçok iyiliklerin sahibi bir zattır. Ne sen ve ne de senden başka biri bu vasıfları ondan kaldırabilir ve aralarına girebilir, şayet Ali’nin bazı yanlışları varsa Allah

ona yeter. Vallahi Ali hakkında bunda başka bir şey söylemem” dedi: Haccac’ın rengi değişti suratı ekşidi kızgın bir halde köşkünden kalkıp arkasındaki evine girdi, bizde oradan ayrıldık. Amir Eş-şabi Diyor ki: Hasan-ı Basri’nin elinden tuttum ve “emiri kızdırdın” dedim. Hasan-ı Basri “Ey Âmir, benden uzaklaş. İnsanlar seni Küfe’nin âlimi olarak tanıyorlar sen ise insan şeytanlarından birinin yanına geldin. Onların keyfine uyarak arzularına gelen konuşmaya başladın. Yazıklar olsun hiç mi Allah’tan korkmadın? Her söylediğine evet diyorsun. Böyle şey olur mu?” deyince Âmir: “Ben mecburiyet karşısında böyle söylüyorum” dedi: Hasan-ı Basri “Bilerek konuşman senin için daha da kötüdür” dedi. İmamı Şafii’den rivayet edildiğine göre diyor ki amcam Muhammed b. Ali bana şunları anlattı: “Abbasi halifelerinden Ebu Ca’fer Mansur’un sohbetinde bulunuyordum. Mecliste İbni Ebi Zueyb’de vardı. Hz. Ali’nin torunlarından Hasan b. Zeyd de Medine valisiydi. Gıfarilerden bazıları vali hakkında şikâyette bulunmak üzere halifeye müracaat ettiler. Hasan bin Zeyd “Ey mü’minlerin emiri! Bunları İbni Zueyb’e sor” dedi: Halife de ona “Ne diyorsun bunlar hakkında” diye sordu. O da “Bu adamlar insanlara eziyet eden ve insanlar hakkında bolca dedikodu yapan kimselerdir” dedi. Bunun üzerine Halife Gıfarilere: “Dediğini duydunuz ne söyleyeceksiniz?” diye sordu: Gıfariler: “Birde Hasan b. Zeyd hakkında ona sor” dediler: Halife İbni Ebu Zueyb’e “Hasan b. Zeyd hakkında ne diyorsun” diye sordu: O da: “Hasan hakkında haksız yere hüküm verip nefsinin arzularına uyan bir kimse şehadet ederim” ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

hepsi başkaları adınadır. Biz bunlara söz verdik, fakat kendi adına bir istekte bulunmadın, kendin için ne istersin” dedi: O da “ Ben yaratılmışlardan bir şey istemem” dedi: ve oradan ayrıldı. Bunun üzerine Abdulmelik: “Zaten seni şereflendiren ve yücelten budur” dedi.

35


dedi: Bunun üzerine Halife Hasan’a söylediğini duydun mu? Bu iyi bir adamdır” deyince Hasan Halife’ye “Gir de kendin ona sor” dedi. Halife de ona “Benim hakkımdaki görüşün nedir” diye sordu. Bu zat “Beni affet. Bunu bana sorma” deyince Halife ona: “Allah adına soruyorum bildiğini söyle” dedi: İbni Ebu Zueyb “Sanki kendini bilmiyormuş gibi bana Allah adına yemin verdirerek soruyorsun” dedi: Halife de “Allah adına bildiğini haber ver” diye ısrar edince o da: “Ben şehadet ederim ki, kapında zulüm gözle görülecek şekildedir” deyince Ebu Ca’fer yerinden doğruldu ve kalkarak elini İbni Ebu Zueyb’in kafasına koydu ve kendine doğru çekerek şöyle dedi: “Şayet ben bu makam da oturmasaydım seninle bu oturmama karşılık Fars, Rum, Deylem ve Türk diyarlarını zapt ederdim” dedi: bunun üzerine İbni Ebu Zueyb “Ey Mü’minlerin emiri! Ebubekir ve Ömer radiallahu anh da bu makam da oturdu. Hakkı, adil bir şekilde taksim ettiler. Fars ve Rum’un son şehirlerine kadar zapt ettiler. Onların burunlarını kırdılar” deyince Ebu Ca’fer Ebu Zueyb’in başını bıraktı ve “vallahi senin doğru konuştuğunu bilmesem senin kelleni uçururdum” dedi. Yine Abbasi Halifelerinden Harun Reşid Hac dönüşü bir süre Küfe de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini uğurlamak için sokaklara döküldü, gelenler arasında Behlül Dane de bulunmaktaydı. Harun Reşid’in ihtişamlı develeri hevdecleri ile beraber görünce Behlül yüksek bir sesle “Ey Harun” diye seslendi: Harun yüzünden perdeyi kaldırarak: “buyur Behlül ne istersin” dedi Behlül: “Ey Mü’minlerin emiri Eymen b. Nail, Kudame b. Abdulâmiri’den bize

NEBEVÎ HAYAT

şöyle haber verdi ve dedi ki: “Ben Rasulullah sallal-

36

lahu aleyhi ve sellem’i Arafattan dönüşte görmüştüm.

Kızıl bir deveye binmişti yanında kimse dövülmediği gibi kimse de kovulmazdı “yol verin yol verin diyen münadileri de yoktu. Sende bu usule rivayet et. Bilmiş ol ki tevazu ile yolculuk etmen, kibir ile seyahatinden daha hayırlıdır.” Dedi: Bunu dinleyen Harun Reşid ağlayarak “Ey Behlül bir şeyler daha anlat” dedi: Behlül “Ey Mü’minlerin Emiri, Allah-u Teâlâ kime servet ve güzellik verir de o kimse servetini Allah yolunda infak eder, güzelliği ile namus ve iffetini korursa Allah Teâlâ’nın divanında iyi kullardan yazılır.” Bunun üzerine Harun “Çok güzel söylüyorsun. Şu hediyemi kabul et” dedi: Behlül de “onu kimden aldınsa ona ver benim ona ihtiyacım yoktur” diye cevap verdi. Parayı almayınca Harun Reşid: “Para barcun varsa onu ödeyelim” dedi: Behlul, Küfe’de birçok ilim sahibi vardır. Borç ile borcun ödenmesini çirkin görmüşlerdir.” dedi: Harun “Bari nafakanı temin edelim” deyince: Behlül; “Allah senin Rabbin olduğu gibi benim de Rabbimdir. Seni hatırlayıp beni unutacak değildir.” Dedi: bunun üzerine Harun Reşid yoluna devam etti. Selefi salihin’in hayatında daha buna benzer nice hadiseler bulunmaktadır. Zira onlara emri bil-maruf nehy anil-münker’i çok iyi kavramış ve bu sorumluluğun ancak zülme ve günaha susmamakla gerçekleşebileceğini yüreklerine nakş etmişlerdi. Öyle ki bu vazifenin en zor olduğu anlar da dahi canlarını ortaya koymuş ne pahasına olursa olsun hakkı haykırmışlardır. Kimisi asılmış kimisi ise etleri lime lime edilmiştir. Ne mutlu onlara ki Allah’ın bir emri uğrunda canlarını ortaya koydular. Yüce Rabbimiz bize onları hayırla takip etmeye muvaffak etsin.

Selefi salihin’in hayatında daha buna benzer nice hadiseler bulunmaktadır. Zira onlara emri bil-maruf nehy anilmünker’i çok iyi kavramış ve bu sorumluluğun ancak zülme ve günaha susmamakla gerçekleşebileceğini yüreklerine nakş etmişlerdi. Öyle ki bu vazifenin en zor olduğu anlar da dahi canlarını ortaya koymuş ne pahasına olursa olsun hakkı haykırmışlardır. Kimisi asılmış kimisi ise etleri lime lime edilmiştir. Ne mutlu onlara ki Allah’ın bir emri uğrunda canlarını ortaya koydular. Yüce Rabbimiz bize onları hayırla takip etmeye muvaffak etsin.

AĞUSTOS’13


Ali Yücel

BİR HADİS BİR YORUM

EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER İLE KUŞANMAK YA DA DUALARIN ÖNÜNÜ TIKAMAK

İ

nsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en bariz vasıflardan biri, kendisine Allah’ın bir lütfu olan irade nimetidir. Bu nimet sebebiyle insan mükellef kılınmış, imtihana tabi tutulmuş ve iki yâda daha fazla şey arasında tercih yapabilme imkânına kavuşmuştur. Hak yâda batılı seçme, doğru yâda yanlışı tercih etme, mümin yâda müşrik olma hep bu irade ile ilgili hususlardır. Yüce Allah, mükerrem kıldığı bu varlığa doğru ile yanlışı ayırt edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş ve aklı bu ilahi bilgilerin hizmetkârı kılmıştır. Ne var ki, Hz. Âdem’in şahsında insanlığa düşmanlığını izhar eden İblis ve her an Rabbani terbiyeye muhtaç nefis ve bu ikisinin doğrultusunda faaliyet gösteren kişi, cemiyet, kurum ve kuruluşlar, yanlışı süsleyip doğru gösterebilmekte ve doğruyu sümenaltı edebilmektedir. Allah’ın inayetiyle kendisini muhafaza ede-

bilenler müstesna yer yer insanoğlu yolu üzerinde hazır bekleyen bu tuzaklara düşmekte ve hatalar işlemektedir. İşlenilen hataların hepsi aynı seviyede olmayıp kimi hatalar diğerlerinden daha bariz ve çirkin olup etkileri kişi yâda kişilerle sınırlı kalmayıp toplumları etkilemektedir. Günah, münker, hata, yanlış, isyan ve benzeri isimlerle anılan ve ilahi buyruklara karşı gelmenin adı olan bütün davranışlarda işleyen, müşahede eden ve duyan herkes için çeşitli görevler vardır. Allah’ın (azze ve celle) Ğaffâr, Tevvâb ve benzeri isimlerinin tecellisi için insanlar içlerine düştükleri bu hatalardan tez zamanda vazgeçip tekrar yaratıldıkları fıtrata dönmelidirler. Bu, hatayı işleyenin başlıca vazifesidir. Peki, bu günah ve münkere şahit olanlar ne yapmalıdırlar? Bozulmuş, tahrif edilmiş ve yozlaşmış düşünce sistemlerinde olduğu gibi “neme lazım”, “bana dokunmadıktan ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

‫عن حذيفة بن اليمان عن النبي صلى الله عليه وسلم قال والذي نفسي بيده لتأمرن‬ ‫بالمعروف ولتنهون عن المنكر أو ليوشكن الله أن يبعث عليكم عقابا منه ثم تدعونه‬ ‫فلا يستجاب لكم قال أبو عيسى هذا حديث حسن‬

37


Birbirlerinin dostu ve velisi olmakla tavsif edilen mümin erkek ve kadınların özellikleri sayılırken “emr-i bi’lm’aruf nehy-i ani’l-münker/iyiliği emredip kötülükten alıkoyma” vasfının namaz kılmak ve zekat vermekten önce zikredilmiş olması konunun ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Dini nasihat olarak tarif eden Rasul-ü Ekrem’in Cerir b. Abdullah ve diğer sahabelerden söz alırken “bütün müslümanlara nasihat etmek” şartını koşması, iyiliklerin olabildiğince yayılması ve kötülüklerin de mümkün olduğunca engellenmesi için sarfedilen çabanın ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.

NEBEVÎ HAYAT

sonra ne yaparsa yapsın” mı demeli, yoksa insanı, insan aklını ve davranışlarını ilah konumunda değerlendirip en çirkin fiillere bile “özgürlük” adını veren batı düşünce sisteminde olduğu gibi “herkes hür ve özgür”, “dileyen dilediğini yapar” mı demeli? Yoksa insanı yaratan, onu nisyan ile malul kılan, hatalarından haberdar olan Allah’ın (azze ve celle) ilahi buyruklarında, rehber olarak gönderdiği elçilerinin yaşantısında başka bir tavır mı vardır insanın takınması gereken bu hata, günah ve münkerlere karşı?

38

Kıyamete kadar insanlara rehberlik edecek Kitab-ı Mübin’inde Rabbimiz, İsrailoğullarından bir takım kimselerin kendi peygamberleri olan Hz. Davud ve Hz. İsa’nın (aleyhimesSelâm) diliyle lanetlendiklerini bize haber vermekte ve bunun gerekçesini de işlenilen bir münkere şahit olduklarında engel olmamalarını göstermektedir.(1) Anlaşılan o ki, işlenilen bir günaha sessiz kalmak şöyle dursun tepki göstermemek bile lanete maruz kalma sebeplerinden olabilmekte, kişiyi ilahi rahmetten uzaklaştırabilmektedir. Öte yandan münker görüldüğünde engel olmaya çalışmak, nasihat edip hatırlatma yapmak ise kurtuluşa vesile olmaktadır. Allah’ın kendileri için tayin etmiş olduğu Cumartesi yasağını kurnazca çiğneyenler ve kendilerini bu tutumdan vazgeçirmeye çalışanlarla alakalı olarak şöyle buyurur yüce Rabbimiz: “Biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.”(2) Allah’ın rahmetine mazhar olmuş Muhammedi ümmetin insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı topluluk olduğunu beyan eden ilahi ferman da, bu hayırlı olma vasfının “iyiliği emredip kötülüğe engel olmaya çalışmak” ile alakalı olduğunu belirtmektedir.(3) En hayırlı ümmet vasfına haiz olmak için iyilikleri yaymak ve köAĞUSTOS’13

tülüklere engel olmaya çalışmaktan başka çıkar yol gözükmemektedir. Enaniyetçiliğe gem vurup diğergamlığa yönlendiren İslam dininin, işlenilen bir hata karşısında sessiz-sedasız kalınmasına müsaade etmesi elbette beklenemez. İyiliklerin, güzelliklerin toplumda neşv-ü nema bulması için “hakkı tavsiye etmek” şeklinde bayraklaştırılan düsturun iki temel sac ayağından birisi de şüphesiz kötülüklere engel olmaktır. Veciz kitabın en veciz surelerinden birinde zarara, ziyana, hüsrana uğramaktan kurtulmanın yolu olarak belirlenmiştir “hakkı tavsiye etmek” yani iyiliğe yönlendirip yanlışlara engel olmak.(4) Birbirlerinin dostu ve velisi olmakla tavsif edilen mümin erkek ve kadınların özellikleri sayılırken “emr-i bi’l-m’aruf nehy-i ani’l-münker/ iyiliği emredip kötülükten alıkoyma” vasfının namaz kılmak ve zekat vermekten önce zikredilmiş olması konunun ehemmiyetini ortaya koymaktadır.(5) Dini nasihat olarak tarif eden Rasul-ü Ekrem’in Cerir b. Abdullah ve diğer sahabelerden söz alırken “bütün müslümanlara nasihat etmek” şartını koşması, iyiliklerin olabildiğince yayılması ve kötülüklerin de mümkün olduğunca engellenmesi için sarfedilen çabanın ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.(6) Hisbe müessesesinin var oluşu bile İslam’ın topluma, toplum yaşantısının sağlıklı bir biçimde işleyişine, iyiliklerin çoğalıp kötülüklerin azalmasına ne kadar önem verdiğini en açık bir şekilde ortaya koyan etkileyici bir husustur.(7) Bir müslümana iyiliği emretmenin, kötülüğüne mani olmaya çalışmanın yani ebedi hayatını kurtarmaya çalışmanın sadaka olduğunu belirtirken Rasul-ü Zi-Şan, toplumda meydana gelebilecek rahatsızlık kaynağı hastalıklara engel olduğu gibi toplumun manevi refah ve huzurunu artırmayı hedeflemiştir.


Davetin çeşitlerinden sayılan emr-i bi’lma’ruf nehy-i ani’l-münker, davet gibi hikmetli olmayı, güzel öğüdü ve en etkili şekilde mücadeleyi gerektirmektedir. Zira bu konuda yapılacak bir hata “kaş yapayım derken göz çıkarmak” deyiminde de olduğu gibi tahmin edilemeyecek sonuçlara sebep olabilir. Günah çeşitlerinden birini işleyen kimseyi zamanı ve zemini gözetmeden uyarmaya kalkışan ve günahkâr kimsenin neticede inkâr ile sonuçlanacak söz ve eylemlere düşmesine sebep olan kişi, hikmetsiz davranışıyla iyilikten çok kötülük etmiş olmaktadır. Söz gelimi aklı başında olmayan bir sarhoşa yaptığı işin çirkinliğini o esnada anlatmaya çalışan kimse sarhoşun daha büyük bir çirkinlik olan küfür ve inkâr sözlerini söylemesine sebep olabilecektir

ki bu da hikmete uygun gözükmemektedir. Bu açıdan uygun zaman ve zemini, uygun üslubu kullanmaya gayret etmek bu güzel amelin olmazsa olmaz şartlarındandır. İlim, takva ve güzel ahlak da emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker görevini yerine getirecek kimsede bulunması gereken vasıflardandır. Bahsedeceği konuda asgari malumat sahibi olmak, her hususta Allah’tan korkmak ve sözlerini yaşantısıyla ispatlamak her konuda olduğu gibi bu konuda da müslümanın temel prensiplerinden olmalıdır. Hz. Peygamberi başarılı kılan, düşmanlarının bile övgüsüne mazhar eden bu davranışıdır, özü ve sözünün bir olması, olduğu gibi gözüküp gözüktüğü gibi olmasıdır. Şu ayet-i kerime bu konuyu ne kadar da güzel ifade ediyor: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”(10) Yâ Rabbi! Sen, bizleri özü sözü bir olanlardan eyle! Bu konuyla alakalı olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki: “Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?” O kişi de “Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”(11) Allahım! Bizleri söyledikleri ve konuştukları hayırlarla amel edenlerden eyle, ihlâs ve samimiyetten ayırma bizleri! Ahiret ve kıyamet sahnelerinin bilinmesi de davet ve emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker vazifelerini icra ederken oldukça önemlidir. Yapılan her işin mutlaka bir gün karşımıza çıkacağı düşüncesi muhataba güzel bir şekilde izah edil-

Günah çeşitlerinden birini işleyen kimseyi zamanı ve zemini gözetmeden uyarmaya kalkışan ve günahkâr kimsenin neticede inkâr ile sonuçlanacak söz ve eylemlere düşmesine sebep olan kişi, hikmetsiz davranışıyla iyilikten çok kötülük etmiş olmaktadır. Söz gelimi aklı başında olmayan bir sarhoşa yaptığı işin çirkinliğini o esnada anlatmaya çalışan kimse sarhoşun daha büyük bir çirkinlik olan küfür ve inkâr sözlerini söylemesine sebep olabilecektir ki bu da hikmete uygun gözükmemektedir. Bu açıdan uygun zaman ve zemini, uygun üslubu kullanmaya gayret etmek bu güzel amelin olmazsa olmaz şartlarındandır.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, şartlar ve imkânlar çerçevesinde çeşitli şekillerde yerine getirilebilir. Önemli olan şahit olunan bir münker karşısında etkisiz ve tepkisiz kalmamak, hikmeti göz önünde bulundurarak el, dil veya kalp ile münkere karşı koyabilme erdemini göstermektir. (8) Bu vazifeyi bi-hakkın deruhte eden peygamberler ve davetçilerde olduğu gibi bu pek kolay olmayacaktır. Yer yer sıkıntı ve zorluklar zuhur edecek, sabır ve tahammül göstermek gereken sahnelerle karşılaşılacaktır. Aynen hikmet sahibi salih kul Lokman’ın (aleyhisSelâm) dediği gibi: “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.”(9) Yeryüzünde en büyük hakikat ve iyilik olan kelime-i tevhidi emrederken Rasulü Ekrem ve sahabelerinin başlarına gelenleri hatırladıkça bunu daha iyi anlamaktayız. Daha önce de belirtildiği gibi bize düşen, zarara ve hüsrana uğramamak için hakkı tavsiye etmek, nasihat etmek, iyilikleri yaymaya çalışmak ve kötülüklere engel olmaktır.

39


Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki: “Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?” O kişi de “Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”

NEBEVÎ HAYAT

diğinde işlenilen hatalar terk edilmekte ve hayra yönelmeler başlamaktadır. Bu konuda etkileyici kıssalardan biri de şöyledir: Süfyan es-Sevri der ki: Abbasi halifelerinden Mehdi, h. 166 senesinde hacca geldiğinde Cemret’ül-Akâbe’ye taş attığını gördüm. Halk da sopalarla dövülüp sağa-sola Cemre’den uzaklaştırılıyordu. Onun yanında durdum ve kendisine dedim ki: “Ey güzel yüzlü! Eymen, Vail’den, o da Abdullah’ın oğlu Kudâme el-Kilabî’den bize şu hadisi nakletmektedir: “Hz. Peygamber’i gördüm. Kurban bayramı gününde Cemret’ul-Akâbe’ye bir devenin sırtında olduğu halde taş atıyordu. Bu esnada uzaklaştırmak için ne kimse dövülüyor, ne kimse kovuluyor, ne kimse cezalandırılıyor, ne de kimseye ‘uzaklaş uzaklaş’ diye bağırılıyordu.” İşte sen taş atıyorsun. Halk, senin huzurunda sağa sola kovulmakta ve dövülmektedir”. Bunun üzerine Mehdi yanındakine ‘Bu kimdir?’ diye sordu. Yanındaki “Bu Süfyan es-Sevrî’dir” dedi. Bunun üzerine bana dönerek “Ey Süfyan! Eğer (babam) Mansur olsaydı sana böyle konuşma imkânını vermezdi” dedi. Ben bunun üzerine ona şöyle dedim: “Eğer Mansur (kabrinde) gördüğünü sana haber verseydi, muhakkak sen de şimdi yaptığından vazgeçerdin.”(12)

40

Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker vazifesini ihmal etmenin toplumda meydana getireceği olumsuz sonuçlar basiret sahiplerine hiç de kapalı değildir. Peygamber Efendimizin teşbihiyle, kura sonucu bir geminin altında ve üstünde yolculuk yapan yolculardan altta olanlar sürekli rahatsızlık verdikleri gerekçesiyle yukarıdakileri rahatsız etmemek için su ihtiyaçlarını geminin altından açacakları bir delikten karşılamayı düşünmektedirler. Üst kısımda olanlar bu duruma sessiz kalacak olurlarsa hep beraber boğulmaları kaçınılmaz olur.(13) Toplum gemisinde ilerleyen biz insanların kimisi alt katta kimisi üst katta AĞUSTOS’13

yolculuğuna devam etmektedir. Mühim olan gemiyi münkerlerle, günahlarla, isyanlarla delmeye çalışanlara müsaade etmemektir. Hisbe müessesesinin işlevsiz hale gelmesinin ve insanların iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktan geri kalmasının sonuçlarından biri de toplu ilahi bir cezanın kulları kuşatması ve neticesinde yapılan duaların kabule layık görülmemesidir. Son sözü efendiler efendisine bırakalım: Huzeyfe b. el Yemân’dan radıyallahu anhu rivâyete göre, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden insanları sakındırırsınız yâda Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderiverir. Sonra O’na yalvarıp dua edersiniz de duanız kabul olunmaz.”(14)

-------------------------------1. Maide Suresi 78-79. 2. A’raf Suresi 165. 3. Âl-i İmrân Suresi 110. 4. Asr Suresi 1-3. 5. Tevbe Suresi 71. 6. Hadisler için bkz. Müslim, İmân 95. Buhari, İmân 42. Müslim, İmân 97-98. 7. HİSBE TEŞKİLÂTI: İslâm devletinde iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek için, kurulmuş bir teşkilat 8. Müslim, İmân 78. Ayrıca bkz. Tirmizi, Fiten 11. Nesâî, İmân 17. 9. Lokman Suresi 17. 10. Saff Suresi 2-3. 11. Buhari, Bed’ül–halk 10. Müslim, Zühd 51. 12. İmam Gazali, İhyâ-u ulûmi’d-dîn 2/313. 13. Hadis için bkz. Buhari, Şirket 6, Şehâdât 30. Ayrıca bkz. Tirmizi, Fiten 12. 14. Tirmizi, Fiten 9 (Hadis no: 2169) İmam Tirmizi: “Bu hasen bir hadistir.”


Abdullah Aydın

İslâm Davetçilerinin Azığı

SABIR H

ٍ‫َت ْح َز ْن َع َل ْي ِه ْم َو َلا َتكُ ٖفى َض ْيق‬ ‫ِم َّما َي ْم ُك ُرو َن‬

“Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!” (Nahl/127)

A) Sabrın Mahiyeti: Arapça bir kelime olan sabır kelimesi sa-bera kökünden gelip sözlükte birini bir şeyden alıkoymak, hapsetmek, tutmak, dayanmak, musibet ve belalara karşı dayanmak gibi manalar ifade eder.(1) Istılahi olarak ise sabır: Şeriatın ve aklın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetmek, kendine hakim olmak manalarını ifade eder. Yahya bin el-Yeman der ki: Sabır, Allah’ın sana rızık olarak verdiği halden başkasını temenni etmemek, Allah’ın senin için hükmetmiş olduğu dünya ve ahirete dair hükümlerine rıza göstermektir.(2) ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

‫اص ِب ْر َو َما َص ْب ُر َك اِ َّلا بِاللّٰ ِه َو َلا‬ ْ ‫َو‬

amd alemlerin Rabbı olan Allah’a, Salât ve Selâm biricik önderimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, ashabına ve onun yolunu takip eden Müslümanların üzerine olsun.

41


NEBEVÎ HAYAT

42

İnsanın yaratılış gayesinin Allah’a kulluk (51/56) ve bu kulluk çerçevesinde bir takım imtihanlardan geçmek (2/155, 47/31) olduğunu hatırladığımızda sabrın imanımızın olmazsa olmazlarından olduğunu kavrayabiliriz. Nitekim Kur’an-ı Kerimde sabrın müştakları (türevleri) ile birlikte yüz üç yerde zikredilmesi, peygamber efendimizin Taberani’de geçen “Sabır imanın yarısıdır” hadisi, Seyyid Kutub ise Hz. Ali radiallahu anh’nin; “Sabrın imana göre konumu sabrın önemi hakkında başın cesetteki konumu gibidir” sözü bizlere sabrın şöyle demektedir: Bu davada sabır, yol azığıdır. önemini ve kapsamını bildirmektedir. Çünkü yol uzun ve meşakkatlidir. Cezalar ve dikenlerle kuşatılmıştır. Kan, ceset, işkence, imtihanla Seyyid Kutub ise sabrın önemi hakkında şöyle doludur. Birçok şeye karşı sabretmek gereklidir. demektedir: Bu davada sabır, yol azığıdır. Çünkü yol Nefsin şehvet ve arzularına, eğilim ve kibirlerine, uzun ve meşakkatlidir. Cezalar ve dikenlerle kuşatılzaaf ve eksikliklerine, acelecilik ve bıkkınlığına karşı mıştır. Kan, ceset, işkence, imtihanla doludur. Birçok sabır... İnsanların şehvetlerine, eksikliklerine, zaaf ve şeye karşı sabretmek gereklidir. Nefsin şehvet ve arbilgisizliklerine, kötü düşüncelerine, bozuk tabiatlazularına, eğilim ve kibirlerine, zaaf ve eksikliklerine, rına, bencilliklerine, kibirliliklerine, kaypaklıklarına acelecilik ve bıkkınlığına karşı sabır... İnsanların şehve sonuç için aceleci olmalarına karşı sabır... Batılın vetlerine, eksikliklerine, zaaf ve bilgisizliklerine, kötü saldırganlığına, tağutların küstahlığına, kötülüğün kabarıklığına, şehvetin yaygınlığına, gurur ve tedüşüncelerine, bozuk tabiatlarına, bencilliklerine, kebbürün azgınlığına karşı sabır... Öte yandan yarkibirliliklerine, kaypaklıklarına ve sonuç için aceleci dımcıların azlığına, destekçilerin zayıflığına, yolun olmalarına karşı sabır... Batılın saldırganlığına, tağutuzunluğuna, zorluk ve sıkıntı anında şeytanın vesların küstahlığına, kötülüğün kabarıklığına, şehvetin veselerine karşı sabır... Bütün bunlara karşı cihadın yaygınlığına, gurur ve tekebbürün azgınlığına karşı sürekliliğine ve nefislerde meydana getirdiği, acı, sabır... Öte yandan yardımcıların azlığına, destekçikin, öfke ve sıkıntı gibi çeşitli tepkilere... Kimi zaman lerin zayıflığına, yolun uzunluğuna, zorluk ve sıkıntı hayırda güven zayıflığına, kimi zaman insan fıtratınanında şeytanın vesveselerine karşı sabır... Bütün daki ümit eksikliğine, kimi zaman da usanç, sıkıntı, bunlara karşı cihadın sürekliliğine ve nefislerde karamsarlık ve ümitsizliğe karşı sabır... Bütün bunmeydana getirdiği, acı, kin, öfke ve sıkıntı gibi çeşitli lardan sonra da güç, zafer ve galibiyet anında nefsi tepkilere... Kimi zaman hayırda güven zayıflığına, zaptetmeye, kibirlenmeden, intikam almaya yeltenkimi zaman insan fıtratındaki ümit eksikliğine, kimi meden, bir hak olan kısası haksızlığa dönüştürmeden, zaman da usanç, sıkıntı, karamsarlık ve ümitsizliğe bolluğu tevazu ve şükürle karşılamaya, bollukta da darlıkta da Allah’a bağlı kalma, O’nun çizdiği kadekarşı sabır... Bütün bunlardan sonra da güç, zafer ve rine teslim olma, güven bağlılık ve huşu içinde her işi galibiyet anında nefsi zaptetmeye, kibirlenmeden, inO’na havale etme hususunda sabır... tikam almaya yeltenmeden, bir hak olan kısası hakBütün bunlara ve bu uzun yolun yolcusunun yol sızlığa dönüştürmeden, bolluğu tevazu ve şükürle boyunca karşılaşacağı ve kelimelerin yetersiz kaldığı karşılamaya, bollukta da darlıkta da Allah’a bağlı daha nicesine karşı sabır. Çünkü kelimeler bu zorlukkalma, O’nun çizdiği kaderine teslim olma, güven ların gerçek anlamlarını aktaramazlar. Yolun meşakbağlılık ve huşu içinde her işi O’na havale etme hukatlerini çeken, heyecan ve acılarını susunda sabır... tadan kavrayabilir bunu ancak. Bütün bunlara ve bu uzun yolun yolcusunun yol boyunca karşılaşacağı ve kelimelerin yetersiz kaldığı daha nicesine karşı sabır. Çünkü kelimeler bu zorlukların gerçek anlamlarını aktaramazlar. Yolun meşakkatlerini çeken, heyecan ve acılarını tadan kavrayabilir bunu ancak.

AĞUSTOS’13


Sabrı başlıca üç başlık altında inceleyebiliriz. 1) Yüce Allah’a İtaat Üzere Sabır: a) İbadette sabır: “O, göklerin yerin ve onların arasında olanların Rabb’idir. O halde O’na ibadet et ve ona ibadetinde sabırlı ol.” (19/65) “Sabah, akşam Rabblerine onun rızasını dileyerek dua edenlerle beraber bizzat sen de sabret.” (18/28) İmanın bir göstergesi olan salih ameller ancak sabırla işlenir. Sabır sayesinde hem amelin kendisinde olan güçlük, hem de nefsin o ameli işlemekteki isteksizliği aşılır. b) İslam düşmanlarına karşı sabır: “Ey müminler, sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve Allah’tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.” (2/200) c) Yolun uzunluğuna sabır: Allah-u Teâlâ İsra suresi on birinci ayeti kerimede; “İnsan pek acelecidir”, peygamber efendimiz ise Habbab bin Eret hadisinde “Fakat sizler acele eden bir kavimsiniz” buyurarak insanın fıtratını bizlere izah etmiştir. Nitekim çevremize baktığımızda insanların aceleci tavırlarını müşahede etmekteyiz. Müslüman ancak sabırla kuşandığı taktirde Rabbine kavuşuncaya kadar bu uzun ve meşakkatli yolda sebat edebilir. Aksi mümkün değildir.

d) İnsan(kardeş)ların eziyetlerine sabır: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler...” (3/134) “İnsanların arasına karışıp onların ezalarına sabreden mümin, insanların arasına karışmayıp onların ezalarına sabretmeyenden daha hayırlıdır.” (Buhari-Müslim) Muaz bin Enes’den radiallahu anh rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Her kim yerine getirmeye gücü yetmesine rağmen öfkesini yenerse, Allah onu kıyamet günü bütün insanların huzurunda çağırır ve hurilerden dilediğini almakta onu serbest bırakır.” (Ebu Davud- Tirmizi) Davet ve cihad sahasında çalışan her müminin sıkça karşılaşacağı ve belki de sabredilmesi en zor bölüm budur. Dine hizmet etmeyi kendisine amaç edinen her müminin bu eziyetlere karşı ecrini Allah’dan bekleyerek sabretmesi zaruridir. Uzlete çekilmeyi, cihadı ve daveti terk etmeyi hiçbir zaman düşünmemelidir. İnsanların gerek yapılan iyiliğin kadrini bilmemesi gerekse davete tepki göstermeleri onu yolundan çevirmemelidir. Nitekim atalarımızın iyilik yap denize at, balık bilmez ise halık (yaratan) bilir darbı meseli de bu husus da oldukça manidardır.

2) Masiyetleri Terk Üzere Sabır: “Kötü şeyleri terk et” (73/5) Şeytan, günahları insana süslü ve güzel gös-

İnsan(kardeş)ların eziyetlerine sabır! “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler...” (3/134) “İnsanların arasına karışıp onların ezalarına sabreden mümin, insanların arasına karışmayıp onların ezalarına sabretmeyenden daha hayırlıdır.” (Buhari-Müslim) Muaz bin Enes’den radiallahu anh rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Her kim yerine getirmeye gücü yetmesine rağmen öfkesini yenerse, Allah onu kıyamet günü bütün insanların huzurunda çağırır ve hurilerden dilediğini almakta onu serbest bırakır.” (Ebu Davud- Tirmizi) Davet ve cihad sahasında çalışan her müminin sıkça karşılaşacağı ve belki de sabredilmesi en zor bölüm budur. Dine hizmet etmeyi kendisine amaç edinen her müminin bu eziyetlere karşı ecrini Allah’dan bekleyerek sabretmesi zaruridir. Uzlete çekilmeyi, cihadı ve daveti terk etmeyi hiçbir zaman düşünmemelidir. İnsanların gerek yapılan iyiliğin kadrini bilmemesi gerekse davete tepki göstermeleri onu yolundan çevirmemelidir. Nitekim atalarımızın iyilik yap denize at, balık bilmez ise halık (yaratan) bilir darbı meseli de bu husus da oldukça manidardır.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

B) Sabrın kısımları:

43


tererek onları işlemeye davet eder. Mümin bu hususta uyanık bulunarak Allahu Teâlâ’nın bizlere düşman olarak sıfatlandırdığı şeytanın tuzağına düşmemelidir. 3) Musibetlere Katlanmak Suretiyle Sabır: “Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (47/31) “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler; Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (2/214) “Andolsun sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele.” (2/155)

NEBEVÎ HAYAT

Kul kimi zaman bedeniyle, malıyla, evladıyla, ailesiyle, kardeşleriyle sınanıp belaya uğratılabilir. Müslümana düşen Yüce Allah’ın bir hikmete bağlı olarak hakkında dilemiş olduğu bu musibetlere sabretmesidir.

44

Şunu unutmamak gerekir ki her ne kadar musibetlere sabretmek zor olsa da rahatlığa, bolluğa karşı sabır göstermek çok daha zordur. Nitekim Kur’an’da zikredilen azgın kavimlerin ele başlarını çeken insanların nimetler içinde yüzdüklerini (34/34, 43/23, 56/45, 17/16, 23/33,64) görmekteyiz. Abdurrahman bin Avf ise bu hususta şöyle demektedir: “Bizler zorluklarla imtihan edildik sabrettik fakat rahatlık ve kolaylıkla imtihan olunca sabır gösteremedik.” Seleften bazıları ise şöyle demiştir: “Belaya müslüman da kafir de sabreder. Fakat afiyete ancak sadıklar sabır gösterebilirler.” Diğer bir ifade ile selef şöyle demektedir. Dünya bizlere kapılarını kapatıp fakirlik, korku, açlık ile imtihan edildiğimizde sabrettik. Fakat mal, mülk, makam, dünya nimetlerinin bolluğu ile imtihan edildiğimizde gereken sabrı gösteremedik. Amr bin As ise oğluna ölüm döşeğinde şöyle tavsiye etmektedir: Oğlum bizler hayatımızda üç devir gördük. Birinci bölümde bizler cahiliyenin bataklığı içinde idik, AĞUSTOS’13

kadınlarımızı mal sayar, kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. İkinci bölümde Allah’ın Rasulu geldi ve bizleri cahiliyenin bataklığından İslam’ın izzetine çıkardı. Bu hayatımızın en güzel devri idi. Üçüncü devirde ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat etti. Dünya bizlere kapılarını açtı. Allah celle celaluhu bizlere iktidar ve mülk verdi fakat bizler gereken sabrı gösteremedik. Bizler de hassaten dünyanın bütün nimetlerinin önümüze serildiği, insanların birçoğunun dünyalık iktidar, zevk ve sefası için koşturduğu hatta ve hatta karşısındaki insana parasına göre değer verdiği bir ortamda -ki ciğeri beş para etmez sözü bunun bir tezahürüdür- dünyanın lüks ve eğlence bataklığına karşı uyanık olmamız ve gerekli sabrı göstermemiz gerekmektedir. Allah-u Teâlâ’nın sabır konusunda peygamberimize Sad suresi on yedinci ayeti kerimede; “Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret, kulumuz, Davut’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O daima Allah’a yönelirdi.” buyurarak birçok zorluklara maruz kalan Nuh aleyhisselam veya Zekeriyya aleyhisselam gibi peygamberler yerine Hz. Davud aleyhisselam gibi iktidar sahibi bir peygamberi örnek göstermesi bu ince noktaya temas etmek içindir.

C) Sabra Yardımcı Unsurlar: 1) Namaz: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyiniz...” (2/45), “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyiniz. Muhakkak Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/153), “Ey örtünüp bürünen! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl.” (73/1, 2) 2) Oruç: Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyiniz ayetindeki sabır kelimesini oruç olarak tefsir eden müfessirler de bulunmaktadır. Nitekim peygamber efendimizin evlenmeye güç yetiremeyen kimselere orucu tavsiye etmesi, Allah-u Teâlâ’nın ise oruç tutanların ecrinin kendisine ait olduğunu bildirmesi, orucun sabır ile olan bütünlüğünden kaynaklandığı ifade edilmektedir. 3) Salih insanların başlarına gelenleri tefekkür: “Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma


Müslüman şunu iyi bilmelidir ki bizleri Allah’ın yardımına ulaştıracak en kısa yol eğip bükmeden hakka tabi olmak ve bu yolda gelecek eziyetlere karşı sabrı kuşanmaktır. Kavramlarımızın yozlaştırıldığı günümüzde sabrı iyi anlamak zorundayız. Sabır, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Sabır ile tembelliği, korkaklığı birbirinden iyi ayırt etmek zorundayız. Özellikle zulmün ayyuka çıktığı, mazlumların iniltilerinin semayı titrettiği günümüzde sabır kılıfı ile yapılanlara ses çıkarmamak, güç nisbetince bunlarla mücadele etmemek sabır değil tembelliğin kamuflesi, zilletin ise ta kendisidir. Sabır aktif bir direniştir. İslam’ı tekrar hayata hakim kılmak isteyen herkes sabrı bu manası ile anlamak ve hayatına geçirmek zorundadır. Aksi taktirde ne dünyada ne de ahirette kurtuluşumuz mümkün değildir. ve kendini o zor imtihanlara manen ve madden hazırlamalıdır. 4) Bu konudaki nassları tefekkür: “... Kişi dinine göre belaya maruz bırakılır...” (Tirmizi, İbn Mace), “...Mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğü oranındadır...” (Tirmizi), “Allah celle celaluhu bir kula hayır dilerse ona musibet verir.” (Buhari) Zikredilen hadisleri iyi kavrayan bir müslüman, kendisi musibetler ile imtihan edildiğinde Allah’ın kendisi için hayır dilediğini bilir ve dolayısıyla imtihanlara karşı sabretmek de zorlanmak şöyle dursun, aşıkın maşuku uğruna çekmiş olduğu eziyetler ona zevk verir kabilinden, imtihanlardan, Allah yolunda çekmiş olduğu eziyetlerden dolayı zevk alır.

D) Sabrın Fazileti: Sabır karşılığı Cennet’i yaratan Allah’tan başkasının bilmediği, ebedi nimetlerin bulunduğu Cennet’tir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sabretmenize karşılık size Selâm olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir.”(13/24), “Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lutfeder.” (76/12) Kur’an’da Allahu Teâlâ hayır işleyenler için; “Güzellikle gelen için getirdiğinin on misli (ecir) vardır.” (6/160), infak edenler için; “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin hali, yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan tek bir tohum gibidir.” (2/261) buyurarak ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.” (21/83) , “İsmail’i, İdris’i ve Zülküf’ü de hatırla. Bunların her üçü de sabırlı kimselerdi.” (21/85) Allahu Teâlâ bu ayetlerde peygamberimize ve dolayısıyla bizlere geçmiş salih insanları anıp onların hayatlarından gerekli ibretleri almamızı emretmektedir. Bu hususta peygamber efendimizin Habbab bin Eret’e şu tavsiyesi de manidardır: “...Sizden önceki ümmetlerden adamın biri yakalanır, yerde kazılan kuyuya konur; daha sonra bir testere getirilerek başına yerleştirilir ve başı biçilerek ikiye ayrılır; etlerinin, kemiklerinin derinliklerine işleyecek şekilde vücudu demir taraklarla taranır; fakat bütün bu eziyetler adamı dininden vazgeçirmeye yetmezdi...” (Buhari, Ebu Davud, Nesei) Nuh aleyhisselam’ın dokuz yüz elli yıl tebliğine karşı kendisine iman edenlerin bir gemi dolu olması, Musa aleyhisselam’ın Firavun’un, İbrahim aleyhisselam’ın Nemrut’un zulumlerine maruz bırakılıp yurtlarından göç etmek zorunda kalmaları, Zekeriyya aleyhisselam’ın kavmi tarafından şehit edilmesi, Peygamberimizin hakaretlere maruz kalması, yoluna dikenler dökülmesi, sırtına deve işkembesi konulması, yurdunu terk etmek zorunda bırakılması ... Günümüzde ise Amerika’nın Afganistan’daki müslümanları bombalaması, zindanlara doldurması, mel’un yahudilerin filistinli kardeşlerimizi katletmeleri, Suriye’deki ve Mısır’daki zulümler ve benzeri olayların seyri bizlere talip olduğumuz yolun tabiatını göstermektedir. Bunu kavrayan her mümin başına gelen musibetler hususunda kendisinden üstündeki insanlara bakıp kendi haline şükretmeli

45


bu amelleri belli bir katsayı ile sınırlandırmasına karşın sabır için; “Sabredenlere ecirleri şüphesiz hesapsız verilir.” (39/10) buyurarak sabrın hepsinin üstünde olduğunu bizlere beyan etmektedir. Bizler zikredilen bu ecre nail olabilmemiz için peygamberimizin belirttiği gibi musibetin ilk anında gereken teslimiyeti göstermeliyiz. Musibete uğrayan kimsenin şu duayı yapması da sünnettendir: “Bizler Allah içiniz ve muhakkak ki O’na dönücüleriz. Ey Rabbim benim musibetimden ecrimi ver ve onun yerine bana hayır bırak.” (Müslim)

E) Sabrın Faydaları: Allah’ın yardımı: “Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur...” (6/34) Önderler tayini: “Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.” (32/24) Yoksa Allah hiçbir zaman kendi yolunda didinmeyen en ufak bir eza ve cefaya katlanmayan, sıkıntılara yanaşmayan, serin gölgeliklerde veya sıcak yerlerde yan gelip yatıp da ne yapabilirdik biz yeryüzünde zayıf bırakılmıştık diyen insanlara önderler vermez.

NEBEVÎ HAYAT

Düşmanların hileleri bir zarar vermez: “Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez...” (3/120)

46

Manen rahatlık: Bazı sıkıntılar vardır ki kulun irade gücünü aşar. Böyle felaketler geldiği zaman insan sabrın şuurunda olması onu manen takviye eder. Sabırsız insanlar her zaman bir darlık içerisindedirler. Onlar olaylar karşısında dayanıksızdırlar. Çok şey isterler, küçük şeylerden rahatsız olurlar. Ellerindeki geniş nimetin kıymetini bilemezler, daha fazlasına ve hatta başkalarının hakkına göz dikerler. Az bir darlık görünce perişan olurlar, tahammül edemezler. AĞUSTOS’13

F) Sonuç: “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!” (16/127), “(Rasulum!) Sen şimdi sabret. Bil ki Allah’ın vadi gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin.” (30/60) Müslüman şunu iyi bilmelidir ki bizleri Allah’ın yardımına ulaştıracak en kısa yol eğip bükmeden hakka tabi olmak ve bu yolda gelecek eziyetlere karşı sabrı kuşanmaktır. Kavramlarımızın yozlaştırıldığı günümüzde sabrı iyi anlamak zorundayız. Sabır, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Sabır ile tembelliği, korkaklığı birbirinden iyi ayırt etmek zorundayız. Özellikle zulmün ayyuka çıktığı, mazlumların iniltilerinin semayı titrettiği günümüzde sabır kılıfı ile yapılanlara ses çıkarmamak, güç nisbetince bunlarla mücadele etmemek sabır değil tembelliğin kamuflesi, zilletin ise ta kendisidir. Sabır aktif bir direniştir. İslam’ı tekrar hayata hakim kılmak isteyen herkes sabrı bu manası ile anlamak ve hayatına geçirmek zorundadır. Aksi taktirde ne dünyada ne de ahirette kurtuluşumuz mümkün değildir. “... Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl. Kafir kavme karşı bize yardım et.” (2/250) “... Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al.” (7/126)

------------------------------------1) Mevlut Sarı, Arapça-Türkçe Lugat, Bahar yayınları, İstanbul 1982, s. 854. 2) İmam Kurtubi, El-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Terceme M. Beşir Eryarsoy, Buruc Yayınları, İstanbul 1997, c. II, s. 61


Said Özdemir

slam ümmetinin o nurlu sahifelerini, tarihini araştıran her Müslüman bilir ki; bir zamanlar İslam ümmeti her yönden galipti. Müslümanların her coğrafya da ki izzetleri dilden dile dolaşırdı. Nam salmışlardı tüm dünya’ya. Sayıları azdı ama koca orduları dize getiriyor, Rumları, Persleri haritadan siliyorlardı. Bir Allah’a inanıyorlardı. Azıkları takvaydı. Sabredip Allah’tan korkuyorlardı. Allah da bu seçkin topluluğa rahmet etmiş onları desteklemişti. Harun Reşid ölüm döşeğindeyken gökyüzünde bir bulut geçmekteydi. O şöyle diyordu buluta bakarak: “Ey bulut! Nereye gidersen git, nasıl olsa yağdığın yerden bize cizye veya zekât gelecektir.” Sonra kendi kefenini elleri ile hazırladı ve ona bakarak şu ayeti okudu: “Malım bana hiç fayda sağlamadı; saltanatım da benden (koptu), yok olup gitti.”(1) O zaman zaferin ve izzetin hakikati gün ortasındaki güneşin parlaklığı kadar net ve açık bir şekilde görünebiliyordu.

Daha düne kadar bir geminin bilakis dünyanın komutası, ipleri bizim ellerimiz arasında aşınırken bugün ise en sonlarda yerimizi almış bir vaziyette yola devam ediyoruz. Öyle bir haldeyiz ki kervanın sonunu bile kaçırmış baka kalmışız... Elbette bunun bir değil, birden fazla sebepleri vardır. Ama ne çare ki Müslümanlar! Bunları masaya yatırmak kolay fakat kurtulmak için çareler aramak ise büyük bir derttir. Bizim problemimiz ‘İyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır.’ Bu amel; Allah’ın bu ümmete verdiği yaratılış gayesidir. Bu amel; en şerefli ve en mükemmel farzlardandır. Bu amel; Rasullerin, nebilerin vazifeleridir. Bu amel; ümmetin ayakta kalabilmesi ve sıkıca tutunması gereken yegane metottur. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

İ

Hayırlı Ümmet’in İnşâsına Doğru

47


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumlarda ayağa kalkan, hareket eden ve bu kötü gidişata dur diyen müslümanlara şu müjdeyi vermiştir: “Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” İnsan şu dünya misafirhanesine bir imtihan için gönderilmiştir. Zulmün ve fesâdın yayıldığı şu ortamlar da iman ehl-i müslümanlara ihtiyaç vardır. Öyle ki etrafında gördüğü kötülüklere dur diyecek, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayacak ‘ben bunu nefsim için değil âlemlerin Rabbi için yapıyorum’ diyecek iman ehl-i kişiler gereklidir. Tarihte bu oto kontrol müessesesi ile ayakta kalan bu ümmet’in evlatları ne yazık ki günümüzde bu fariza’yı tamamıyla terketmiş, bırakın halkı, müslümanlar kendi aralarında bile bu ameli unutmuş durumdadır. Düşünün ki toplumumuzu yok eden içten içe kemiren bir mikrop var. Öyle bir mikrop ki beşeriyeti kemire kemire dize getirecek bir mikrop... İçki, zina, faiz, kötü ahlak gibi bir şey... Ey kardeşim! Senin elinle, dilinle, kalbinle mücadelen bu mikroplarla olmalı, bırak boş işleri eğlenceleri. Etrafında olup biten rahatsızlıklara karşı bir müslümanın içi sızlamıyorsa o zaman imanını kontrol etmesi gereklidir.

NEBEVÎ HAYAT

Korkma kardeşim! Zira bu dünyada birilerinden korkupta münkerden alıkoymamak asla ömrü uzatmaz aksine Allah’ın sana kızmasını sağlarsın.

48

“Cihâdların en efdali, değerce en kıymetlisi, zâlim sultana karşı hakkı söylemektir.” “Aman dikkat edin, halk korkusu, hakkı söylemekten alıkoymasın.” Hep müslümanlar tembellikten şikâyet ederler ama sebeplerini araştırmazlar. Bu farîzayı yerine getirmemek ise tembelliğe yol açar; İmam Muhammed Bakır’ın Cafer-i Sadık’a yaptığı nasihati hayatımızın temel ilkelerinden biri yapalım: AĞUSTOS’13

“Oğulcuğum! Şeytandan sakındığın gibi tembellikten de sakın zira tembellik de en az şeytan kadar insanı Allah’a olan ibadetten alıkoyar.” Firavun, Nemrut ve Karunlara Ashabların içinde ümmetler gerek... Zekeriyya gibi biçilmeyi Hüseyin gibi şehid düşmeyi İbrahim gibi ateşe atılmayı göze alarak, siper olacak Sa’d b. Ebi Vakkas, Talhalar gerek... Ve gerek Allah’ım ve gerek Haksızın karşısında susmam diyecek Malını mülkünü feda edecek Ebu Bekir sıddık sıddıkiyetiyle Fesada karşı ‘Müslüman’ gerek...

Sahabenin ecrini almak ister misin? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumlarda ayağa kalkan, hareket eden ve bu kötü gidişata dur diyen müslümanlara şu müjdeyi vermiştir: “Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.”(2) Allah’ın, bu amelleri yerine getirdiğimiz zaman bize vereceği mükafatları bir düşünsenize... O’nun ilahi vahiyleri, pasif iyiyi aktif hale getirir, yatan iyiyi ayağa kaldırır, sokağa çıkarır.


nularak işkence edildiği halde, onların bu işkencesine sabredip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için ezân okumaya devam eden Bilâl’i bekleyen

cennet, işte bu cennettir. Müşrikler tarafından anne ve babası öldürülerek İslam’ın ilk şehitleri olan, kendisine de ateşle işkence edilen Ammar’a Allah Teâlâ’nın va’dettiği cennet ve onu bekleyen ganimet, işte bu cennettir. Ey Kardeşim! Uhud savaşında Allah’a kavuşmayı arzulayan, Allah’ın da kendisine kavuşmasını isteyip şehâdetini derhal gerçekleştirdiği Umeyr b. Humam’ın elindeki hurmaları dahi yemesini engelleyerek şehid olmayı istediği cennet, işte bu cennettir. Gözleri Allah korkusuyla gözyaşı dökerek

‫َوأُ ْولَـ ِئكَ ُه ُم الْ ُم ْف ِل ُحو َن‬

“İşte Onlar kurtuluşa erenlerdir.”

ibâdet eden insanın, canını Allah uğrunda satan her mücâhidin, ilmiyle âmil olan ve bu ilmini insanlara öğreten her âlimin, Allah’ın emirlerini yerine getiren ve yasakladıklarından da kaçınan

“Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet’tir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz.” (Zuhruf/71-73) En büyük mükafat cennettir; Allah’a yemin olsun ki Cennet, parlayan bir nur, salınan bir reyhan, görkemli bir saray, ipekten giysiler, nimetler ve güvenli bir makamda güzel ve alımlı eşlerdir. Evet… İnsanların Rablerini birlemeleri, yalnızca O’na ibâdet etmeleri ve O’na yönelmeleri için va’dolundukları cennet, işte bu cennettir.

müslümanın dileği olan cennet, işte bu cennettir. Allahu Teâlâ yeryüzündeki en büyük münker olan Amerika ve İsrail’i bir dokunuşla, ellerimizle sonlarını getirmeyi nasip eylesin. Yeniden ümmeti inşâ edecek asâsız Musâ’ları, İbrahimleri, İbn Teymiyyeleri bu ümmete gön-

dersin. Ya Rab! Yüzyıllardır üstümüzde bulunan gaflet perdesini yırtmak nasip et bize, gerçek İslam’ı öğret yaşamak için bize, sana kulluk etmek için yolunu göster bize, Bu kadar düşmanlarla sabırlar olsun bize, kaldır bizden gafleti sebattan pay ver bize... Allahumme âmin

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e beyât ederek İslâma giren herkesin va’dolunduğu cennet, işte bu cennettir. Müşrikler tarafından yazın kavurucu sıcağı altında ve susuzluğun en şiddetli olduğu bir zamanda, kızgın kumların üzerinde göğsüne taş ko-

--------------------------------------------1. Hakka/28-29 2. Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizî, Tefsir, Mâide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014). ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

Cennete Girmek İster misiniz?

49


ŞEHİTLERİMİZ Gündem ONLAR ÖNCÜLER Kapak

Hakan Sarıküçük

“Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”

Seyyid Kutub H

(1906-1966)

acı İbrahim Kutub’un oğlu olan Seyyid Kutub, 1906’da Asyut kasabasına bağlı

dini terbiyesi altında yetişmişti. Bir tarafta köyle-

Kalia köyünde dünyaya geldi. Seyyid Kutub’un

babasının özel terbiyesindeydi. Daha on yaşına gel-

Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Mu-

meden Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlemişti.

hammed adında küçük bir de erkek kardeşi vardı. Daha Kahire’de okurken babasını kaybedince, annesinin ve kardeşlerinin bütün mesuliyetleri onun

NEBEVÎ HAYAT

üzerine yıkılmış oldu. 1940’da annesinin ani vefatı

50

Seyyid Kutub’u oldukça etkilemişti. Seyyid Kutub’un hayatını dört ana bölümde toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi; 1. Dönem: (1919’a kadar) Seyyid Kutub bu devrede babasının itinalı AĞUSTOS’13

rindeki medreseye devam ederken bir taraftan da

2. Dönem: (1920 - 1938) Bu dönemde Kahire’ye giderek liseyi bitirir ve üniversiteye “Darul Ulum”a girer. Seyyid Kutub’u okutan hocaların başında ise Mehdi Allame gelir. Mehdi Allame’nin “Şairin Hayattaki Görevi” kitabının ön sözünde şunları zikreder: “Seyyid Kutub’un benim talebem olması bana çok büyük bir mutluluk veriyor. Eğer hayatta benim ondan başka talebem olmasa bile onun varlığı mutluluk


3. Dönem: (1939 - 1951) Bu dönem aynı zamanda Seyyid Kutub’un İslâmi düşünceye dönüşünün de bir başlangıcı oluyordu. 1939’da “El-Muktatif’ dergisi onun “Kur’an da Fennî Tasvir” adlı bir makalesini yayınlamıştı. Seyyid Kutub bu yazısında bazı ayetlerden örnekler vererek Kur’an’daki sanatsal güzellikleri ve onun üstün icazını ortaya koyuyordu. Seyyid Kutub bu kitaplarının, almış olduğu dini terbiyenin bir semeresi olduğunu açıkça itiraf etmekte, Kur’an’ın üslubu ve harikalığıyla kendisini uyandırdığını kabul etmektedir. Ona göre İlmi Kelamın üslubu olan cedel, dinde pek neticeye götürmemektedir. Çünkü akıl Kur’an’ın inceliklerini ve harikalıklarını tam olarak anlamaktan acizdir. Arkasından “Sahrada” adlı bir kasidesini yayınlayan Seyyid Kutub, burada her şeyin bir tertip ve ölçüye göre yaratıldığını anlatmaktadır. 7 Ekim 1946’da Seyyid Kutub’un İslâmi fikre başlangıç olarak değerlendirilen “Konum Dersleri” adında bir makalesi daha yayınlanmıştı. Seyyid Kutub bu makalesinde Mısır’ın toplum yapısının, siyasi, ahlaki ve sosyal yönlerden tenkidini yaparak, müslümanları çalışmaya çağırıyordu. 1948’in sonlarında “İslâm’da Sosyal Adalet” kitabını yayımladı. Kutub bu kitabında insanlığın arzu ettiği gerçek sosyal adaletin İslâm’da olduğunu ve hakiki adaletin Kur’an’ın gölgesinden başka hiç bir yerde olmadığını açık açık anlatarak hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatın dahi İslâmi ölçülerden kaynaklanması gerektiğini vurguluyordu. 1949’da Amerika’ya giden Kutub orada iki buçuk yıl kaldı. 4. Dönem: (1952 - 1965) Seyyid Kutub, bu dönemde edebiyattan ta-

mamen sıyrılarak İhvan-ı Müslimin teşkilatına katılmıştı. Abdulhakim Abidin’in anlattığına göre Seyyid Kutub artık İhvanın bir fikir elemanı olmuştu. Gerçi yönetici olarak İhvanda hiç bir makamı yoktu ama iyi bir müntesip olarak İhvanın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslâm’a davet ediyordu. 27 Kasim 1954’de, İhvan-ı Müslimin, Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır’a suikast girişimiyle itham edildiğinde Seyyid Kutub da İhvan-ı Müslimin saflarına katılmıştı. Bundan dolayı İhvan-ı Müslimine mensup birçok müslümanla birlikte Seyyid Kutub’da tutuklandı. Yapılan yargılamanın neticesinde Seyyid Kutub’a ağır işlerde çalıştırılmakla birlikte on beş sene ağır hapis cezası verildi. 1964’te serbest bırakıldıktan sonra, hapisten çıkan Kutub 1965’de “Yoldaki İşaretler” adlı kitabını yayınlayınca tekrar tutuklanır. Bu tutuklamada yine İhvan-ı Müsliminden birçok müslüman vardı. 21 Ağustos 1966’da hakkında idam cezası verildi. Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır’ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub 29 Ağustos 1966’da idam edildi. Mahkeme heyeti onu idama mahkûm ettiğinde Kutub’un ağzından şu sözler dökülmüştü: “Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.” Seyyid Kutub birçok kıymetli kitap yazmıştı. Başta Kur’an-ı Kerimin bir tefsiri olan “Fizilal-i Kur’an” olmak üzere hemen hemen her konuda eseri vardır. Özellikle İslâmi konularda, edebiyat ve eğitim konularındaki eserleri daha çoktur. Bunlardan hemen hemen hepsi de Türkçeye çevrilmiştir. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

olarak kâfidir.” Darul Ulum’dan mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda müfettiş olarak görev alır. Fakat bir yazar olarak görevini daha iyi yapabilmek için görevde fazla kalmayarak istifa eder. Bu sıralarda hemen hemen her konuda kendisini yetiştirmek için okumaya daldığını görürüz. Özellikle Arapça’ya çeşitli dillerden çevrilmiş eserleri incelemekte ve değerlendirmeye tabi tutmaktaydı.

51


Yusuf Yılmaz

NEBEVİ AİLE

EĞER BÖYLE BİR EŞE SAHİPSENİZ

E

NE MUTLU SİZE

bu Zer radıyallahu anh’ın rivayet etmiş

dolayıdır ki Rasulullah az gülüp çok ağlamıştır.

olduğu bir hadiste Allah Rasulu sallal-

Ama asla katı kalpli, suratı asık ve kaşları çatık

lahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şüp-

bir çehreye de sahip değildi. Onu en iyi tanıyan-

hesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor ve bili-

ların başını çeken Hz.Aişe onun hakkında şöyle

yorum. Gökyüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp

der: “Rasulullah’ı küçük dili görünecek şekilde

inlemekte haklıydı. Gökyüzünde, alnını Allah’a

kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece

secde için koymuş bir meleğin bulunmadığı dört

tebessüm ederdi.” (Buhari-Müslim)

parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki eğer benim bildiklerimi sizler bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız. Yataklarda

NEBEVÎ HAYAT

kadınlarınızdan da zevk almazdınız. Yüksek

52

sesle Allah’a yalvararak yollara ve kırlara çıkardınız.” (Tirmizi ve İbni Mace; Zühd)

Abdullah b.Haris’te; “Rasulullah’tan daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.” der. (Tirmizi) Evet, Allah Rasulu az güldü ve çok ağladı. Secdede, zifiri karanlıkta, Kuran okurken, mezar başında, cenazede, namaz kılarken ve kıldırırken, gözlerinin dolduğuna, göğsünün fokurdadığına

Rasulullah sana ve bana gizli bir çok şeye

şahit olursun. Sadece gizli yerlerde değil, vaaz ve

hâkimdi. Allah dünü, yarını, cenneti ve cehen-

hutbe verirken hem ağladığına hem de ağlattığına

nemi ona bir sofra gibi önüne sermişti. Bundan

tanık olursun. Bedir’in, Uhud’un, Hendek’in as-

AĞUSTOS’13


lanlarını nasıl ağlattığını Enes b.Malik’e sor. Ra-

Tepesinin üstünde görürsün. “Ey Fihr oğulları!

sulullah ashabının durumuyla alakalı bir haber

Ey Adiyoğulları!...Tüm Kureyş toplanana kadar

alınca şöyle bir konuşma yaptı: “Cennet ve ce-

devam eder. “Ben size büyük bir azabın olduğunu

hennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi.

söylüyor ve bundan sakınmanızı istiyorum” bu-

Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim.

yurunca Ebu Leheb’in kin ve nefret kokan sözle-

Eğer benim bilmiş olduğumu bilseydiniz az güler,

rini işitirsin.

çok ağlardınız”, buyurdu. Rasulullah’ın ashabına

Yine peygamberi Zul Mecaz çarşısında gö-

bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başla-

rürsün. “Ey insanlar! La ilahe illallah deyin ki

rını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar. (Müslim)

kurtuluşa eresiniz.” Seslenişinin hemen arka-

dınız.”

Allah Rasulünün hayatını okuyan her göz, yatağın ve kadınların hiçbir zaman cennetle, Allah’ın rızasıyla ve mücadelesiyle arasına perde olmadığını görecektir. Onun hayatını okuyan her insaf ehli, bu hadisle onun amellerinin paralelliğini kabul eder, her akıl sahibi onun hakkını verir; Hira’dan inip yatağında örtüsüne bürünüp yaşadığı olayın şokunu atlatmadan; “Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar”direktifini alıp Hz.Hatice’nin yanına gider ve ya Hatice! Uyku zamanı bitmiştir, der. Soluğu Ebubekir’in evinde

sından Ebu Cehil’in onun üzerine toprak serperek, ‘Bu adam sizi aldatıp da dininizden etmesin! O ilahlarınızı bırakmanızı istiyor’ sözlerini işitirsin. Onu, Mescid-i Haram’da namaz kılarken uğradığı hakaret ve işkencenin içinde görürsün. Birinin üstüne deve işkembesi bıraktığına, bir diğerinin secdede kafasını taşla ezmek istediğine, diğer birinin ise boğarak öldürmeye kalkıştığına şahit olursun. Onun Mina’da tek tek evleri dolaştığını okursun… Rabi’a Abbad ed-Düeli şöyle der: “Allah Rasulünü hicretten önce Mina’da insan-

ların evlerinde gördüm. Onlara, ‘Ey insanlar! Allah size O’na ibadet etmenizi ve kendisine

alır. Siz onu Musab’la çarşıda, Sad b. Ebi Vakkas’la

hiçbir şeyi şirk koşmamanızı emretti’. Bu sırada

Kabe’de görürsünüz. Gizli faaliyetlerini Darul Er-

bir adamın, ‘Ey insanlar! Bu adam size ataları-

kam’da sürdürür, kuytularda namaz kılar, sessiz

nızın dinlerini bırakmanızı emrediyor.’ Dediğini

ve sadasız tavaf yapar… Ne zaman Allah, “En

duydum. Bu adam kim diye sorduğumda, Ebu

yakın akrabını uyar” diye buyurunca onu Safa

Leheb dediler.’

İşte müslüman bacım, sen eğer böyle bir eşe sahipsen ne mutlu sana. İnsanlar hanımlarının eteklerinde gezerken sen onu zor görebiliyorsan, sahil kenarlarında ailece çaylarını yudumlayanları düşünüp evde beraber çay içmeye hasretsen, yan komşun eşiyle alışveriş için giderken, davete harcadığı paralardan sana hediye bile alamayacak bir eşe sahipsen, dostların kocaları ile tatile çıkıp sana pazarını bile veremeyen bir adamla evliysen, annen-baban veya akraban ziyarete geldiğinde kocamın dersi var da ondan evde değil cevabını vermek zorunda kalıyorsan… Sabret… Sabret ki onun tozlandığı her yolun ecrine sahip olasın. Sabret ki ona verilen rahmetten istifade edesin… Sabret ki amel defterine işlemediğin ve belki de yapamayacağın ameller yazılsın… Sabret ki ona verilen cennete ortak olasın… Sabret ki aydınlanmasını istediğin yarınlarına kavuşasın… Sabret Bacım. Sabrının karşılığı cennet olması duasıyla…

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

“Yataklarda kadınlardan da zevk almaz-

53


Taif’te davetini genişletmek için gittiğinde

İbni Selül’ün bulunduğu bir mecliste Kur’an oku-

ona bu mekânı dar edenleri görürsün. Kan revan

duğunu ve bu münafık adamın peygambere ser-

içinde sığındığı bahçede Addas’ın hidayetine ve-

zenişini şöyle nakleder : “Be adam! İyisi mi sen

sile oluşuna şahit olursun.

evinde otur ve bize gelme. Söylediklerin doğruysa

Taif öncesi ve sonrası hiç umutsuzluğa düşmeden onu Mina’da ve hac için gelen hacıların

İmam Buhari, Ebu Hureyre’den bildirdiğine

çadırdan kavuluşuna ama sabrının neticesinde

göre Allah Rasulü, yahudilerin tevrat okudukları

Medinelilerle gelen yardımı okursun… Ki onlar

Beytul Midras denilen yere varır. Ve onları İslam’a

biraraya gelip, ‘Peygamber daha ne kadar Mek-

davet eder. Yahudiler şu cevabı verirler: “ Ey Ebal

nişlerine şahit olursun. Kellesine 100 deve verilmesine rağmen hicreti esnasında davetini yaymada hiçbir tereddüde düşmeden Büreyde el-Eslemi’nin ve 2 hırsızın İslam’a girmelerine sebeb olduğunu görürsün.

Kasım! Tebliğ ettin…(sana ihtiyacımız yok)” Ey aziz kardeşim! Sen peygamberini Bedir’de, Uhud’ta, Hendek’te en ön saflarda; korkuların gırtlaklara yükseldiği Huneyn günü cihad meydanının tam ortasında, Mekke’nin fethinde mütevazi bir halde, ölümü anında bile irşad’da

Medine’ye ilk inişinde ashabını toplayıp vaaz

bulursun…Asıl dinlenme yurduna varana kadar

verdiğine, kerpiç taşıyıp Mescid-i Nebeviyi inşa

yatakla arasına bir sınır koymuştu ki onun yatağı

ettiğine şahit olup kardeşlik müessesi oluştur-

da insanın yüzüne iz çıkaran hasırdan ibaretti.

mada, Medine’de insanlar arası hukuku tesis etmede onu yine önde görürsün.

İşte müslüman bacım, sen eğer böyle bir eşe

sahipsen ne mutlu sana. İnsanlar hanımlarının

Mekke’de dün nasıl davette hiçbir tavize sebeb

eteklerinde gezerken sen onu zor görebiliyorsan,

vermeden canhıraş mücadele ettiyse Medine’de de

sahil kenarlarında ailece çaylarını yudumlayanları

aynı aşk ve heyecan ile irşad çalışmalarına devam

düşünüp evde beraber çay içmeye hasretsen, yan

etti. Mekke de gördüğü sıkıntının kat ve kat fazlası ile tebliğ çalışmalarını sürdürdü. Çünkü burada hem yahudi ve hristiyanlar hemde yeni oluşan münafık sınıf vardı ki bunlarda Allah Rasulünün davetini engellemede Kureyş’i aratmadı.

NEBEVÎ HAYAT

ailene git, biri sana gelirse ona anlat.” (Müslim)

çadırlarının önlerinde davetini görürsün. Her bir

ke’nin dağlarından kovulacak’ deyip onu sahiple-

54

doğrudur. Bize meclislerimizde eziyet etme. Var

komşun eşiyle alışveriş için giderken, davete harcadığı paralardan sana hediye bile alamayacak bir eşe sahipsen, dostların kocaları ile tatile çıkıp sana pazarını bile veremeyen bir adamla evliysen, annen-baban veya akraban ziyarete geldiğinde

İmam Buhari, Enes b. Malik’ten şöyle rivayet

kocamın dersi var da ondan evde değil cevabını

eder: “Allah Rasulüne keşke Abdullah b.Selül’e

vermek zorunda kalıyorsan… Sabret…Sabret ki

de gitsen dediler. Bunun üzerine Rasulullah bir

onun tozlandığı her yolun ecrine sahip olasın.

eşeğe biner ve gider. Abdullah’ın yanına geldi-

Sabret ki ona verilen rahmetten istifade edesin…

ğinde münafıkların başı ona şöyle çıkışır: ‘ Git

Sabret ki amel defterine işlemediğin ve belki de

başımdan! Eşeğinin pis kokusu beni rahatsız etti.’

yapamayacağın ameller yazılsın… Sabret ki ona

Bunun üzerine ensardan bir adam, ‘Allah’ın adına

verilen cennete ortak olasın… Sabret ki aydınlan-

yeminler olsun ki, Allah Rasulünün eşeğinin

masını istediğin yarınlarına kavuşasın…

kokusu bile senin kokundan daha iyidir’ der.”

Usame b. Zeyd, Allah Rasulünün davet için AĞUSTOS’13

Sabret Bacım. Sabrının karşılığı cennet olması duasıyla…


Hakan Sarıküçük

RAMAZAN’DAN SONRA NE YAPMALI? cesinde namaza kalkıyordunuz. Sevap umarak ve cezadan korkarak çeşitli ibadetlerle Rabbinize yaklaşıyordunuz. O günler sanki hayal gibi geçti. Hayatımızdan geri gelmeyecek bir aşamayı daha aldı götürdü. Mübarek ramazan ayı hayal gibi hayırları ve bereketleri ile gelip geçiyor. Bu ay içinde yaptıklarımızla bizim lehimize veya aleyhimize ömrümüzden geçti. Bizden her birimiz kendisi için muhasebe sayfası açsın. Ramazan’da ne yaptı? Ondan ne fayda elde etti? Ramazan’ın nefislerdeki etkisi nedir? Günlük yaşamdaki ürünleri nedir? Amellere, davranış ve ahlâka etkisi ne derecededir? İbadetin devamı ve zamanın uzaması Salihler için bir nimettir ve ihsan sahiplerinin umudunun

gerçekleşmesidir. Tâatın sınırlı bir zamanı ve ibadetin belirli bir süresi yoktur. Bilakis ibadet, Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır. Zaman içinde ibadetle kainatı imar ederler. Ramazan ayı Salihlerin icabet ettiği ve ihsan sahiplerinin yarıştığı bir alandır. Bütün benlikleriyle faziletli ameller işlemeye gayret ederler ve kendilerini aşağılık işlerden alıkoyarlar. Şimdi ısrarla sorulması gereken soru şudur: Ramazan’dan sonra, amellerin kabulüne etki eden faktörlere tutunup salih amellere devam etmeye kesin karar verdik mi? Ya da, insanlardan birçoğunun durumu bunun tam tersi mi? Amellerinin kabul edilmemesinden korktukları için Ramazan ayı bittiğinde kalpleri ürperen ve nefislerini hüzün kaplayan Selef-i Salih’i örnek aldık mı? Onlar; bu korku nedeniyle, Ramazan’dan sonra amellerinin kabul edilmesi için çokça dua ederlerdi. Hafız ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

E

y Müslümanlar!.. İyilik ve hayır ayında idiniz. Gündüzünde oruç tutuyor, ge-

55


Şimdi ısrarla sorulması gereken soru şudur: Ramazan’dan sonra, amellerin kabulüne etki eden faktörlere tutunup salih amellere devam etmeye kesin karar verdik mi? Ya da, insanlardan birçoğunun durumu bunun tam tersi mi? Amellerinin kabul edilmemesinden korktukları için Ramazan ayı bittiğinde kalpleri ürperen ve nefislerini hüzün kaplayan Selef-i Salih’i örnek aldık mı? Onlar; bu korku nedeniyle, Ramazan’dan sonra amellerinin kabul edilmesi için çokça dua ederlerdi. Hafız İbni Hacer rahimehullah, Mualla b. Fadl’dan, Ramazan’daki amellerini kabul etmesi için altı ay Allah’a dua ettiklerini nakleder. Onlar aynı zamanda, amelin tam ve kusursuz olması için çalışır sonra da kabul olmasına özen gösterir ve reddedilmesinden korkarlardı. İbni Hacer rahimehullah, Mualla b. Fadl’dan, Ramazan’daki amellerini kabul etmesi için altı ay Allah’a dua ettiklerini nakleder. Onlar aynı zamanda, amelin tam ve kusursuz olması için çalışır sonra da kabul olmasına özen gösterir ve reddedilmesinden korkarlardı. Sıddıka binti Sıddık Aişe radıyallahu anha, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Allah Subhanehu’nun (Yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar..) (23/el-Mü’minun/60) kavlini zikrederek, “Onlar; zina edenler, hırsızlık edenler ve içki içenler mi?” diye sorar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Hayır, ey Sıddık’ın kızı. Bilakis onlar; namaz kılanlar, oruç tutanlar, sadaka verenler ve amellerinin kabul edilmemesinden korkanlardır.”

NEBEVÎ HAYAT

Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh şöyle der: “Amele gösterdiğinizden daha çok amelin kabulüne özen gösterin. Allah azze ve celle’nin (Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder) (5/elMaide/27) kavlini işitmediniz mi?”

56

Fadale b.Ubeyd’den şöyle dediği rivayet edilir: “Şayet Allah’ın benden hardal tanesi ağırlığınca bir ameli kabul ettiğini bilsem, bu benim için dünya ve içindekilerden daha çok sevimlidir. Çünkü Allah (Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder) (5/el-Maide/27) buyurur.” Malik b. Dinar der ki: “Allah’ın ameli kabul etmemesinden korkmak, amelden daha ağırdır.” İman kardeşleri! Ramazan’dan sonra ne yapmalı? Oruç tutanların nefislerine işleyen orucun etkilerinden ne haber? Halimize bakalım; kendi AĞUSTOS’13

durumumuzu, toplumumuzun ve ümmetimizin durumunu düşünelim. Ramazan’ın başındaki durumumuzu Ramazan sonraki durumumuzla karşılaştıralım. Takvâ kalplerimizi doldurdu mu? Amellerimiz salih oldu mu? Ahlakımız güzelleşti mi? Davranışlarımız düzeldi mi? Söylemimiz bir oldu mu? Düşmanlarımıza karşı saflarımız birleşti mi? Hâlâ nefislerimizde kin ve düşmanlık mevcut mu? Ailelerimizde ve toplumlarımızda, haramlar ve kötülükler yok oldu mu?.. Ey Müslümanlar!.. Ey Ramazan’da Rableri’nin çağrısına katılanlar!.. Diğer günlerde de Onun çağrısına katılın. (Allah’tan geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmezden önce, Rabbiniz’e uyun.) (42/eş-Şura/47) Kalplerimizin, Allah’ın zikrine boyun eğme zamanı gelmedi mi? Yollarımızın, sırat-ı müstakimde birleşme zamanı gelmedi mi? Ey kardeşler!.. Şeriatın metinleri, Allah’a ibadeti ve her zaman ve her mekânda O’nun yolunda dosdoğru yürümeyi emretmiştir. İbadet ve istikamet, ömrün belirli bir aşaması ya da belli bir zaman dilimi ile sınırlı değildir. Bilakis, ölümden başka son yoktur. Hasan el-Basri rahimehullah, “Müminin ameli için ölümün ötesinde bir ecel yoktur” der ve Allah Subhânehu’nun kavlini okur: (Ve sana ölüm gelene kadar Rabbine ibadet et.) (15/el-Hicr/99) Bişr el-Hâfi rahimehullah’a, Ramazan’da ibadet etmeye gayret eden ve Ramazan çıkınca ibadeti terk edenler sorulur. Şöyle der: “Allah’ı sadece Ramazan’da tanıyan insanlar ne kötüdür!” Ey Müslümanlar!.. Bu ayda kazancın ve amel-


İnanç kardeşleri!.. İslam Ümmeti, Allah’a yönelip çokça salih amel işledikten sonra mübarek Ramazan ayına vedâ etti diye Müslümanların da Ramazan’dan sonra salih amele vedâ etmeleri gerekmez. Bilakis orucun etkileri fert ve ümmet hayatında kendini gösteren bir simge olarak kalmalıdır. Sabır, fedakarlık, Allah’ın emrine boyun eğme, ümmetin fertleri arasında birlik ve dayanışma, sevgi ve şefkat gibi orucun verdiği dersler Müslümanlar arasında devam etmelidir. Bunların, Ramazan’dan sonra pratik hayatlarında vücut bulduğu görülmelidir. Müslümanlar ancak onları zafere ve üstünlüğe götüren en değerli unsurdan, İslam Dini’nden uzaklaştıklarında düşmanları karşısında güçsüz düşmüş ve İslam Ümmeti gerilemiştir. İslam mensuplarından bazıları İslam’ı kötü anlayıp taate bir vakit ve günahlara bir çok vakit, hayra bir zaman ve şerre bir çok zaman ayırdıklarında; işte o zaman hayır ve rahmet fırsatları, iyilik ve bağışlanma mevsimleri bir çok insanın kalbinde gerçek görevini yapamamıştır. Onların

davranışlarına ve ahlakına etki edememiştir. Allah’ın rahmet ettikleri hariç, onların sorunlarının ve problemlerinin çözümünde yararlı olamamıştır. Ey mü’min kardeşler! Allah azze ve celle’nin nimetlerine, bizleri oruç tutmada ve teravih namazı kılmada başarılı kılmasına şükretmenin bir gereği de, Müslümanın hayatında Allah azze ve celle’ye ibadete devam etmesidir. Ramazan’da kendisi için oruç tutulan ve ibadet edilen ilah, her zamanki ilahtır. İyiliğin kabul edilmesinin bir işareti de kendisinden sonra başka bir iyiliğin gelmesidir. Nimete karşı nankörlük etmenin ve amellerin kabul edilmemesinin bir işareti de ibadetten sonra günahlara dönmektir. Ka’b şöyle der: “Ramazan orucunu tutarken, kendi kendine Ramazan çıktığında Rabbi’ne isyan edeceğini söyleyenin orucu reddedilmiştir ve başarı kapısı yüzüne kapalıdır.” Bugün Müslümanlardan birçoğunun Ramazan’daki hayatına ve Ramazan’dan sonraki hayatına bakan bazı insanların Ramazan’dan sonra camileri ve cemaati terk ettiğini, namaz konusunda gevşek davrandığını; Kur’an okumak, zikir ve dua, sadaka ve ihsan, gibi ibadetleri bıraktığını; çeşitli günahlara yöneldiğini, haramları ve fuhşiyatı normal karşıladığını görerek oldukça üzülür. Bu ancak ey kardeşler; dini basiretin azlığından ve İslam’ın ibadetlerini yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. Kim Ramazan’dan sonra tekrar günaha ve ihmale dönmeye karar vermişse bilsin ki Allah ölmeyen diridir, zamanın dönmesi ve ayların birbirini takip etmesi O’nu yok etmez! O, hangi ayda olursa olsun, kendisine itaat edenden razı olur ve hangi vakitte olursa olsun kendisine isyan edene kızar. Mutluluğun ekseni ömrün uzunluğu ve amelin güzelliğidir. Müslümanın belirli bir za-

İnanç kardeşleri!.. İslam Ümmeti, Allah’a yönelip çokça salih amel işledikten sonra mübarek Ramazan ayına vedâ etti diye Müslümanların da Ramazan’dan sonra salih amele vedâ etmeleri gerekmez. Bilakis orucun etkileri fert ve ümmet hayatında kendini gösteren bir simge olarak kalmalıdır. Sabır, fedakarlık, Allah’ın emrine boyun eğme, ümmetin fertleri arasında birlik ve dayanışma, sevgi ve şefkat gibi orucun verdiği dersler Müslümanlar arasında devam etmelidir. Bunların, Ramazan’dan sonra pratik hayatlarında vücut bulduğu görülmelidir. Müslümanlar ancak onları zafere ve üstünlüğe götüren en değerli unsurdan, İslam Dini’nden uzaklaştıklarında düşmanları karşısında güçsüz düşmüş ve İslam Ümmeti gerilemiştir.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

lerin kabulünün bazı alametleri, kaybın ve amellerin reddinin bir takım belirtileri vardır. İyiliğin kabulünün bir alameti de kendisinden sonra iyilik yapılmasıdır. Kötülüğün bir alameti de kendisinden sonra gelen kötülüktür. Bu nedenle; iyilikleri iyiliklerle sürdürün ki onların kabulüne işaret olsun. Kötülüklerden sonra iyilik yapın ki onlara kefaret olsun ve onların tehlikesinden korusun. Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir ve bu zikredenler için bir hatırlatmadır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Nerede olursanız olun Allah’dan hakkıyla korkun ve kötü amelinizden sonra iyi amel işleyin ki onu silsin. İnsanlara güzel bir ahlakla muamele edin.” Bu hadisi Tirmizi rivayet eder.

57


manla ya da mekanla sınırlanmaksızın ibadete devam etmesi ibadetinin kabulüne, doğru yolda oluşuna en büyük delildir. Ey Allah’ın kulları!.. Allah’tan hakkıyla korkalım. Ramazan ayında inşa ettiğiniz salih amelleri yıkmayın. Ramazan’dan sonra günah işlemeye karar verenler! Allah’tan korkun! Ayların Rabbi tektir ve O, sizin amellerinizi gözetlemektedir. (Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.) (4/en-Nisa/1) Bilin ki ölüm ansızın gelecektir. Yılların geçmesi, gecelerin ve gündüzlerin tekrarı ömürlerin tükenişini ve Allah’a dönüşü hatırlatmaktadır. Ey Müslümanlar! Allah’ın kendisine ibadeti sizlere her vakit için farz kıldığını unuttunuz mu? Ramazan’a veda etmekle salih amellere de veda edenler, Aziz ve Cebbar olan Allah’ı razı etmeyecek ve Kıyamet günü kendilerine fayda vermeyecek bir hal üzereyken gece ve gündüz ölümün ansızın kendilerine gelmeyeceğinden eminler mi? (İpliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan kadın gibi olmayın.) (16/en-Nahl/92)

NEBEVÎ HAYAT

Ey İslam Ümmeti! Bizlere isabet eden zayıflık ve güçsüzlüğün kendi nefislerimizden kaynaklandığını, iyilik ve ihsan mevsimlerinden faydalanamamamızın sonucu olduğunu anlamamızın zamanı gelmedi mi?

58

İslam Ümmeti, ibadette dosdoğru yoluna devam eder ve hayır mevsimlerinde inşa ettiğini yıkmazsa; fertleri ve mensupları, şeytanın ve yardımcılarının kışkırtmasına teslim olmazsa, Ramazan’da işlediği amelleri boşa çıkarmazsa, Allah’ın izniyle barış ve güvenlik kıyılarına ulaşmak için kurtuluş ipini yakalar. Ey İslam Ümmeti! Bizler huzur ve güvenlik içinde bayram sevincini yaşarken, bizlerle aynı inancı paylaşan kardeşlerimiz savaşlar ve trajeAĞUSTOS’13

diler içinde bayrama girmiştir. İlk kıblemiz ve Rasulullah’ın miraca çıktığı yer olan mübarek Filistin topraklarında Müslümanlar ve aynı şekilde dünyanın diğer bölgelerindeki Müslümanlar bugün hangi halde yaşıyor ve bayramı karşılıyor? Katliam ve sürgünle, mülteci kampları ve göçle birlikte bayramı nasıl yaşadıklarını hatırlayın. Yardımlarınızda ve dualarınızda onları unutmayın. Ramazan’dan sonra günahlara dönmeye karar verenlere şefkatle ve acıyarak şöyle sesleniriz. Allah Subhanehu’dan korkun! Ömürler kısa, eceller sınırlıdır ve nefesler sayılıdır. Allah’ı güya aldatmaya çalışmanız, şeytanın yoluna kaymanız ve İslam’ın ibadetleri ile oynamanız yeter. Gaflet ve yüz çevirme ne zamana kadar sürecek? Ey Allah’ın kulları! Bir daha günahlara ve isyana dönmeyeceğiniz samimi bir tevbeyi ilan edin. Allah’a yemin olsun ki, oruç nimetine gerçek şükür böyle olur. Müslüman gençlere de Allah Tebarake ve Teâlâ’dan hakkıyla korkmalarını, O’na yönelmelerini, Ramazan’dan sonra vakitlerini korumalarını ve vakitlerini Allah’a ibadetle geçirmelerini tavsiye edin. Allah’a isyan etmeye tutkun insanların yaptıkları onları aldatmasın. Dinlerine ve kutsal değerlerine kötülük getiren şeylerden, nefislerindeki imanı zayıflatan, kalplerindeki ve yaşantılarındaki ahlakı öldüren şeylerden sakınsınlar. Medya organlarında görülen, işitilen ve okunan Allah azze ve celle’ye isyandan ve kötü arkadaştan da sakınsınlar. Müslüman kadına düşen görev de Allah azze ve celle’den hakkıyla korkması, iffeti ve örtüsüyle Ramazan’dan sonra da Rabbi’ne itaate devam etmesidir. Sapıklığa ve fitneye çağıran insanlardan sakınmasıdır. Aile reislerinin de, sorumlulukları konusunda Allah’tan korkmaları gerekir. Aile-


Allah’ın kulları! Allah’tan hakkıyla korkun! Gizli ve saklı hallerinizde O’nu gözetin. Sizleri İslam’a yönelttiği, oruç tutmada ve teravih namazı kılmada başarılı kıldığı için, sizlere bağışladığı bu mübarek Ramazan Bayramı günleri için O’na şükredin. Bilin ki mutlu kimse, yeni elbiseler giyen ve ziyafetten hoşlanan değildir. Gerçek mutlu, Kıyamet Günü’nden korkan ve azaptan kurtulandır. İslam’da bayramın birtakım hükümleri ve sırları olduğunu hatırlayın. Allah azze ve celle’ye sözlü ve fiili olarak şükretmek için ne derin anlamlar taşıdığını düşünün. Yetimleri, dulları, fakir ve yoksulları hatırlayın. İçinizdeki İslam kardeşliği duygusu harekete geçsin. Bu günlerde Rabbiniz’e itaate sarılın. Bu günleri gaflet, eğlenceye dalma ve günah işleme, mübahlarda israfa gitme günleri haline getirmeyin. Bu günler; nefis muhasebesi için, kalplerin temizlenmesi, kin ve garezden arınması için, iyilik ve akraba ziyareti için, Müslümanlar arasında sevgi kurmak için fırsat olsun. Vuheyb b. el-Verdi rahimehullah, bayram günlerinde eğlenip oynayan insanlara rastlar. Onlara şöyle der: “Sizlere hayret! Şayet Allah; oruçlarınızı kabul etmişse, bu yaptığınız şükredenlerin yapması gereken davranışlardan değildir. Şayet Allah oruçlarınızı kabul etmemişse, bu yaptığınız korkan insanların yapması gereken insanların davranışlarından da değildir.” Bilin ki, Rasulünüz sallallahu aleyhi ve sellem, sizleri Şevval ayından altı gün oruç tutmaya teşvik etmiştir. İmam Müslim Sahihi’nde, Ebu Eyyub radıyallahu anh kanalıyla, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kim Ramazan orucunu tutar ve Şevval’den altı günü de ona eklerse bu, bütün bir yılı oruç tutmuş gibidir.”

Bu yüce fazileti kaçırmayın. Çünkü bizler bir daha Ramazan’a kavuşup kavuşamayacağımızı bilmiyoruz. Hepimiz, nafile oruçlarla Ramazan orucundaki kusurlarımızı gidermeye muhtacız. Şevval ayından altı gün oruç tutmak isteyenin bunları peşpeşe veya aralıklarla tutması caizdir. Allah’a hamdolsun bunda bir darlık yoktur. Ramazan ayında tuttuğunuz oruçtan sonra nefislerinizi hesaba çekin. Nasıl ticaret erbabı ticaret mevsiminden sonra kazançlarına bakarlarsa, Allah ile alışveriş yapanların da kazançlarına bakması uygun olacaktır. Ramazan’da kendiniz için ne takdim ettiniz bir bakın! Ramazan’dan sonra da ona devam edin ve kat kat artırın. Çeşitli ibadetlerle Allah’a yaklaşın. Allah’a yemin olsun ki, ahiret çarşılarındaki kazançlı alışveriş işte budur. (Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) (47/ Muhammed/33) Allah azze ve celle’den güzel isimleri ve yüce sıfatları ile bizleri topluca sırat-ı müstekımde kılmasını ve dinde sabit kılmasını dileriz. Yine; Allah azze ve celle’den, Ramazan’dan sonra da bizlere salih amellere devamı nasip etmesini, bizlere kabul ve başarı bağışlamasını dileriz. Şüphesiz O, kendisinden istenenlerin en hayırlısı ve kendisinden ümit edilenlerin en cömerdidir. Ey Müslümanlar! Ramazan mevsimi bitse de diğer aylarda da tutulacak oruçlar vardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Pazartesi ve Perşembe günü oruç tutmayı sünnet olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki ameller o günlerde Allah’a sunulur ve ben, amellerimin oruçluyken sunulmasını isterim.” Nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Hureyre radıyallahu anh’a her aydan üç gün oruç tutmayı öğütlemiş ve “Her aydan üç gün oruç tutmak bütün seneyi oruç tutmak gibidir” buyurmuştur. Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet eder. Ramazan orucunun ardından Şevval’den altı gün oruç tutun. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem

Ey İslam Ümmeti! Bizler huzur ve güvenlik içinde bayram sevincini yaşarken, bizlerle aynı inancı paylaşan kardeşlerimiz savaşlar ve trajediler içinde bayrama girmiştir. İlk kıblemiz ve Rasulullah’ın miraca çıktığı yer olan mübarek Filistin topraklarında Müslümanlar ve aynı şekilde dünyanın diğer bölgelerindeki Müslümanlar bugün hangi halde yaşıyor ve bayramı karşılıyor? Katliam ve sürgünle, mülteci kampları ve göçle birlikte bayramı nasıl yaşadıklarını hatırlayın. Yardımlarınızda ve dualarınızda onları unutmayın.

ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

lerinin gözetimi ve terbiyesi ile emanetleri korumaları ve Allah subhanehu’nun şu kavli gereği onlarla ilgilenmeleri gerekir. (Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.) (66/et-Tahrim/6)

59


Ramazan’da kılınan gece namazı Teravih bitse de bütün yılın her gecesi gece namazı kılmak meşrudur. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olduğu gibi; Allah azze ve celle, her gece gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner ve şöyle buyurur: “Kim bana dua eder, duasına karşılık vereyim. Kim benden ister, ona vereyim. Kim benden bağışlanma diler, onu bağışlayayım.” Amellerin Allah’a en sevimlisi az da olsa devamlı olanlarıdır. Allah’a itaattan yüz çeviren aldanmış, Allah’ın rahmetinden mahrum edilen gerçekten mahrum olmuştur. şöyle buyurur: “Kim Ramazan’da oruç tutar ve sonra ona Şevval’den altı gün eklerse bütün sene oruç tutmuş gibi olur.” Bu hadisi Müslim rivayet eder. Ramazan’da kılınan gece namazı Teravih bitse de bütün yılın her gecesi gece namazı kılmak meşrudur. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olduğu gibi; Allah azze ve celle, her gece gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner ve şöyle buyurur: “Kim bana dua eder, duasına karşılık vereyim. Kim benden ister, ona vereyim. Kim benden bağışlanma diler, onu bağışlayayım.” Amellerin Allah’a en sevimlisi az da olsa devamlı olanlarıdır. Allah’a itaattan yüz çeviren aldanmış, Allah’ın rahmetinden mahrum edilen gerçekten mahrum olmuştur.

NEBEVÎ HAYAT

Allah’ın kulları!.. Bazı gençler oruç ayında şehvetlere dalarken ve günahlar arasında dolaşırken bazı gençlerin hayır yoluna koyulduğunu görürsün. Kalıcı salih amellerden fazlaca işlemek için çaba gösterirler. Allah’ın evlerinde itikafa girerler. Yaratıcı ile bağ kurmak için yaratılmışlarla ilişkiyi keserler. Allah’ın rızasını heva ve heveslerinden üstün tutarlar. O’na ibadeti kendi isteklerinden üstün tutarlar. Onları rüku eder, secde eder ve ağlar görürsün. Rableri’nin Kitabı’nı okurlar ve Yaratıcılarını çokça anarlar. İşte onlarla övünülür ve onlar gibilerle babalar gurur duyar. Onlar, ümmete umudu ve ümmet mensuplarına doğruluğu yeniden döndürürler.

60

Doğruluk ve arınmada onların yolundan gidilmelidir. Onlarla babaların gözü aydın olsun. (De ki: Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır.) (10/Yunus/58) Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım: (Erkek olsun kadın olsun, kim mü’min olduğu halde salih amel işlerse Biz şüphesiz ona çok güzel bir hayat yaşatırız. Ve bunları elbette işlediklerinin en güzeliyle mükafatlandıracağız.) (16/en-Nahl/97) AĞUSTOS’13

Allah beni ve sizleri yüce Kur’ân’la mübarek kılsın. İhsanı için Allah’a hamdolsun. Başarılı kılması ve lütfu dolayısıyla O’na şükürler olsun. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Şânı yücedir. Ve şehadet ederim ki; efendimiz ve nebimiz Muhammed, O’nun kulu ve rasulüdür. Allah O’na, ailesine ve sahabilerine çokça salât ve Selâm eylesin!.. Ey Müslümanlar!.. Allah’tan hakkıyla korkun! Çünkü Allah’tan hakkıyla korkmak her işin başıdır. O’na itaat edin ki rızasını kazanın. Haramlarından sakının ki azabından ve gazabından kurtulun! Yeniden O’na isyana dalmayın! Çünkü günahlara dalmak O’nun azabını gerektirir. Salih amellerde Rabbiniz ile alış-veriş yaptığınız mevsimlerden yüce ve mübarek bir mevsimi geride bıraktınız. Allah onu bu kıble ehline rahmeti ve rızası ile nimet olarak verdi. Günahların esir ettiği kimseler bu ayda bağışlandı, mutluluğa erişti ve bedbahtlıktan kurtuldu. Rabbinin ödülünü kazanana kazancı kutlu olsun. Ümidi boşa çıkan ve pişman olana ise ne yazık! Amellerinizin tükendiğini ve dünyanın geçip gittiğini düşünün. Böylece, karşınıza çıkacak korkutucu durumlara karşı salih amellerle hazırlanın. Her şeyin hükümdarı Allah önünde durmak üzere göç vakti gelmiştir. Nefesleriniz sayılı ve ölüm meleği peşinizdedir. Amellerinizin arkasını keser ve evlerinizi harap eder. Kendine bakan ve bu günden yarını için bir şeyler hazırlayan kula Allah rahmet etsin. Seni sapıklığa ve helaka götüren yerlerden doğruluk ve olgunluğa götüren yerlere taşın! Dünyanın süsüne kanıp helak olanların çokluğu sakın seni aldatmasın! Hak yola koyulanların azlığı da seni haktan uzaklaştırmasın. Sonra bilin ki Allah sizlere, Nebisi Muhammed’e salât ve Selâmda bulunmayı emretmiştir…


İsmail Koç

‫إقرأ باسم ربك الذى خلق‬

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

İSLAM DAVETÇİLERİ

KİTAPLIK

Yazarı: Ebu’l A’la Mevdudi Çeviri: Yüksel DURGUN Yayın Evi: Dünya Yayınları

Eser Ebu’l A’la Mevdudi tarafından kaleme alınmış olup, Dünya Yayınlarından basılarak okuyuculara sunulmuştur. Kitap 132 sayfadan oluşmaktadır. Kitapta yoğun bir davet meltemi esiyor. Özel olarak, Mevdudî’nin öncülüğünü yaptığı Cemaat-i İslamî hareketinin mensuplarına hitap etmesine rağmen, ümmetin genelini kapsayıcı nitelikte görebiliriz söylenilenleri. Mevdudî, öncelikle ve özellikle Allah (Azze ve Celle)’ın kanunlarının hükmolunduğu ve yine Allah’ın ilkelerinin benimsenip yaşandığı/yaşanacağı bir dünya için konuştuğunu ve çabaladığını ifade ediyor. Bunun için de, Allah’a ve Rasulü’ne hakkıyla iman edip arzı ihya ve inşa etmenin şuurunda ve sorumluluğunda olan insanların, belli bir topluluk ve cemaat oluşturmaları elzemdir, vazgeçilmezdir. İman edip salih ameller kuşanan topluluktaki fertlerin her birinin, bu inanç ve değerlerini insanlara sunarak işe başlamaları gerekir. Sonrasında ise, yavaş yavaş yapılması ve ayrıca kaçınılması zorunlu olan kaideleri yerine getirmeye davet etmeleri gelir. Görevlerinde muvaffak olacakların imanın verdiği kuvvetle, ciddilik, vakarlı olma, insaflı, güzel ahlaklı olma, boş ve anlamsız şeylerden uzak durma gibi kendilerine yön verecek meziyetlere sahip olmaları kaçınılmazdır. Bunlar olunca, davetçi mutmain bir kalp ve selim bir akılla yola çıkmış demektir. Eseri yazan Ebu’l A’la Mevdudi’ye, tercümesini yapan Yüksel DURGUN’a ve eserin basımını üstlenen Dünya Yayınları’na Rabbimizin mükafatlarını vermesini niyaz ederek nice hayırlı hizmetlere muvaffak olmalarını

O’nun İzinde...

dileriz. Yeni bir kitap tanıtımında buluşmak ümidiyle…

ŞEVVAL 1434

61


DÜNYADAN HABERLER

Obama’ya Ramazan Cevabı

Obama, her sene olduğu gibi Ramazan ayında Müslümanları tebrik etti. Obama’nın sosyal medya aracılığıyla yayınladığı mesajına cevap yazan Frankie Boyle isimli kullanıcı “Guantanamo’da yemeye zorladığın Müslümanları mı? Ya da kendilerini bombaladığın Müslümanları mı (tebrik ediyorsun)?” yazdı.

B

irçok düşünce kuruluşu tarafından dile getirilen bir paradoks, Frankie Boyle isimli bir ABD vatandaşı tarafından Obama’nın Ramazan mesajına karşılık özet

bir şekilde dillendirildi. Diğer tüm ABD başkanları gibi başkanlığı süresince ABD ordularının bir ülkeyi işgal etmesini destekleyen ve sürdüren Obama’nın barış ödülü almasını sağlayan bazı nezaket kurallarını hiç ihmal etmediği biliniyor. Her yıl olduğu gibi Müslümanların Ramazan ayını tebrik eden Obama, yayınladığı mesajında ‘Dünya genelinde müslümanların aileleriyle beraber mutlu olmaları dileklerini’ ilan etti.

İsrail, 5 yaşındaki çocuğu gözaltına aldı G

örüntüler Batı Şeria’daki El Halil şehrinde kaydedildi. Bir gün önce polis aracına taş attığı görülen 5 yaşındaki bir Filistinli çocuk 6 tane İsrail askeri tarafından gözaltına alınmak istendi. Çocuğun yakınlarının itirazlarına rağmen çocuğu götürmekte ısrar eden askerlere mahaleli de tepki gösterdi. Çocuğun babasının itirazına aldırış etmeyen askerler çocuğu, babası ile birlikte bir askeri araca bindirerek ifadelerini almak üzere bölgeden götürdü. Amatör bir kamera tarafından kaydedilen olayın görüntüleri ise büyük tepki çekiyor.

Hanımı peçe takan Müslüman tutuklandı.

Peçe takmanın yasak olduğu Fransa’da yüzlerce müslüman hanımı peçe taktığı için bir müslümanın tutuklanmasını protesto etti.

Y

üzlerce protestocu hanımı peçe taktığı için bir müslümanın tutuklanmasını protesto etti. Peçe takan kadınıa ise ceza verilmişti.

Çatışmalar Cuma günü geç saatlerde Trappes kentinde patlak verdi. Yaşanan olaylar sonucu 5 kişi yaralandı. 6 Müslüman protestocu polis tarafından gözaltına alındı. Fransa Polisi göstericileri dağıtmak için biber gazı kullandı ve havaya ateş etti. Yetkililer tutuklanan kişiyi polislere saldırmakla suçluyor. Görgü tanıkları ise erkek polisin bayanın üstünü aramak istediğini ve bayanın kocasının da buna karşı çıktığını söylüyorlar. Fransa’daki İslamofobi grupları birliği olayla ilgili yaptığı açıklamada, polisin peçeli müslüman bayanın peçesini çektiğini ve annesini ittiğini açıkladı.

NEBEVÎ HAYAT

Fransa yasalarına göre yüzü kapatan peçe yasak. Müslüman kadınların okul ve kamu binalarında başlarını örtmeleri de yasak.

62

Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls polisler ve göstericiler arasındaki şiddetli çatışmaları kınadı ve sükunet çağrısında bulundu. Peçe yasağının başlamasından bu yana Fransa’daki Müslüman kadınlara yönelik saldırılarda artış oldu. Peçeli müslüman kadınlara karşı artan şiddeti durdurmak için birçok Fransız Müslümanlar peçe yasağının yürürlükten kaldırılması için hükümet çağırıda bulundu. Fransa’da müslümanlar ile polis arasında sık sık peçe kavgası yaşanıyor. AĞUSTOS’13


DÜNYADAN HABERLER

Esed, Halid Bin Velid’in mezarını bombaladı Halep’te Emevi Camii ve içinde bulunan Hz. Zekeriya Peygamber mezarının tahrip edilmesinin ardından Esed ordusunun Humus’ta kahramanlığı ile bilinen ünlü İslam komutanı Halid Bin Velid’in mezarını bombaladığı bildirildi.

Y

ayınlanan görüntülerde Hz. Halid Bin Velid’in mezarı ve yanında bulunduğu caminin isabet eden roketler sebebiyle tahrip olduğu görülüyor. Sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan görüntülerde isabet eden roketler sebebiyle mezarın çevresindeki demir korkuluların büyük ölçüde tahrip olduğu görülüyor. Görüntülerde konuşan bir şahıs Müslümanlara çağrıda bulunarak saldırıların önlenmesini istiyor. Şahıs, “Müslümanlar neredesiniz? Ünlü Sahabe Halid Bin Velid’in mezarı bombalanıyor. Hizbulah milislerinin gelip burayı tamamen yıkmasını mı bekliyorsunuz?” diyerek tepki gösteriyor. Görüntülerin çekildiği sırada cami çevresinde yer yer bombalama ve silah sesleri duyulmaya devam ediyor. İki yıldan fazladır devam eden çatışmalarda Suriye’de tarih adeta yok ediliyor. Çatışmalarda tarihi mekanların yanı sıra cami ve ünlü sahabilerin mezarları da isabet eden roketlerden nasibini alıyor.

Körfez ülkelerinden darbecilere milyarlar akıyor Suudi Arabistan’dan Mısır’a 5 milyar dolar

Mısırlı yetkilinin açıklamasından sadece saatler sonra Suudi Arabistan Mısır’a toplamda 5 milyar dolar yardım paketini onayladı. 2 milyar dolar merkez bankasına, 2 milyar dolar enerji ürünleri olarak ve 1 milyar dolar da nakit olarak verilecek. Açıklamayı Suudi Maliye Bakanı Reuters’a yaptı.

Mısırlı bir kaynağın verdiği bilgiye göre 2 milyar dolar daha borç olarak verilecek. Bu miktar, Birleşik Arap Emirlikleri’nden daha büyük bir paketin parçası olarak görülüyor. Yetkili, faiz oranı ve vadenin ise henüz belirlenmediğini açıkladı.

Kuveyt'ten Mısır cuntasına 4 milyar dolar

Mursi darbe ile yönetimden indirilince Arap ülkeleri Mısır'a kesenin ağzını açtı. Kuveyt de 4 milyar dolar yolluyor. ŞEVVAL 1434

O’nun İzinde...

Birleşik Arap Emirlikleri Mısır'a 1 milyar dolar bağış yapmayı kabul etti

63


DÜNYADAN HABERLER

Suudi Arabistan’da Suriye için para toplamaya ceza

Suudi Arabistan topraklarında Suriye devrimi için ‘gayri resmi’ yolla para topladığı gerekçesiyle bir kişi tutuklandı. Sanığa ayrıca iki yıl yurtdışı yasağı kondu.

S

uudi Arabistan’ın Cidde Şehri’ndeki ceza mahkemesi Abdullah bin Murib Eş Şemmeri isimli bir şahıs hakkında 10 ay hapis cezası verdi. İki sene müddetle de yurtdışı çıkış yasağı koydu. Suriye devrimi için resmi olmayan yolla yardım toplamakla suçlanan sanık Şemmeri ise hükme itiraz ederek temyiz talebinde bulundu. Riyad’daki Araştırma ve Soruşturma Genel Müdürlüğü bundan birkaç ay önce Eş Şemmeri’yi Suriye devrimine resmi olmayan yoldan para topladığı gerekçesiyle çağırtıp sorguya çekmişti. Sorgunun ardından El Kasım Bölgesi’ndeki Et Tarfiye Cezaevi’ne sevkedildi. Altı ay hapis yattıktan sonra ise kalan duruşmalara dışarıdan katılmak üzere serbest bırakıldı.

Pentagon: İslamcı savaşçılar idareyi ele alabilir

Pentagon yetkilisi David Shedd, Küresel Cihatçıların Suriye’de yönetimi ele almasından çok endişelendiğini söyledi.

ABD İstihbarat Savunma Birimi baş muavini David Shedd, yaptığı açıklamada güçlü bir dış müdahale imasıyla, aşırı radikaller olarak tanımladığı Küresel Cihatçıların Suriye’deki diğer gruplar üzerinde kontrolü ele almasından çok endişeli olduğunu söyledi. İncanews’te yer alan habere göre Suriye’deki El Kaide yapılanması, Nusret Cephesi hakkında bahsettiği bu “tehlike”ye rağmen Shedd, ABD’nin yada müttefiklerinin nasıl bir dış müdahale gerçekleştireceğine dair bir şey söylemedi. Shedd’in Suriye halkının kendi tercihlerine rağmen okyanus ötesindeki ABD’nin ‘Suriye halkı adına’ endişe duyması ise anlaşılabilir bir cümle ve tavır olmaktan uzak görüldü. İstihbarat baş muavinin açıklamasında yer alan ‘savaşın herhangi bir yere kayması an meselesidir ve aylar hatta yıllar sürmesi olası’ ifadeleriyle de bölge ülkelerini tehdit ettiği düşünülüyor.

E

n üst düzey Pentagon istihbarat yetkililerinden bir görevli, İslamcı savaşçıların soğuk kanlıklarını korumaları durumunda Esed’e karşı savaşan diğer bütün muhalif gruplar üzerinde yönetici konumuna geçeceğini söyledi.

İsrail’in Mısır korkusu

Shedd, konuşmasında ayrıca İslamcı savaşçıların savaş bittikten sonra da evlerine dönmeyeceklerini ve Esed’den boşalan yönetimi kendi inançlarına göre yenisiyle değiştirmek için ele alacaklarını vurguladı. ABD’nin bu açıklaması Esed sonrası nasıl bir Suriye istediklerinin de cevabı gibi

İsrail, güvenlik endişeleri nedeniyle ABD’nin Mısır ordusuna yaptığı yıllık 1.3 milyar dolarlık yardımı kesmemesini istedi.

NEBEVÎ HAYAT

İ

64

srail ABD’den Mısır’a yaptığı yıllık 1.3 milyar dolarlık yardımı kesmemesini istedi. ABD yasalarına göre bir ülkede askeri darbe olması durumunda, o ülkeye yapılan askeri ve ekonomik yardım kesiliyor. Ancak ABD yardımı kesmemek için Mısır’daki darbe için henüz darbe kelimesini kullanmadı. Haaretz’in haberine göre üst düzey bir ABD’li yetkili, İsrail ve ABD makamlarının hafta sonunda sürekli telefon görüşmeleri yaptığını söyledi. İsrailli yetkililer ABD’nin Mısır’a yaptığı yardımı, İsrail’in güvenliği tehlikeye düşebilir endişesiyle kesmemesini istediler. Yardımın kesilmesi durumunda Mısır ile 1979 barış anlaşmasının bile tehlikeye girebileceğini düşünüyorlar.

AĞUSTOS’13

İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu ABD dışişleri bakanı John Kerry’yi aradı. Savunma bakanı Moshe Yaalon mevkidaşı Chuck Hagel ile görüştü ve İsrail Ulusal Güvenlik danışmanı Yaakov Amidror da ABD’li mevkidaşı Susan Rice ile telefon görüşmesi yaptı. Haaretz, İsraillilerin, ABD yardımının kesilmesinin İsrail güvenliğini ve özellikle Sina’daki durumun daha da kötüleştirebileceği konusunda uyardıklarını yazdı. ABD’nin Mısır’a olan yardımı 1979 yılında yapılan barış anlaşmasından bu yana kesintisiz olarak sürüyor. İsrail ABD politikasındaki bir değişikliğin Mısır ordusunun anlaşmaya olan bağlılığını tehlikeye sokabileceğinden korkuyor.


PEYGAMBER EFENDİMİZ sallallahu aleyhi vesellem RAMAZANDA NASIL İBADET EDERDİ?

İ N E Y

%50 indirimli 3.50 TL

TEMEL İSLAMÎ BİLGİLER KUR’AN-I KERİM ELİF BÂ-SI

%50 indirimli 2.25 TL

Kitap, kuşe ve renkli basılmış olup 64 sayfadan oluşmaktadır. Her ders konuda dikkat çekilmesi gereken yerler ayrı bir renk ile renklendirilerek işlenmiştir. Cüzümüzde ayrıca tecvid notları, vakıf işaretleri ve kısa sürelerde bulunmaktadır.

Kitap, kuşe ve renkli baskısı ile gençlere yönelik görsel zenginlik tasarlanarak basılmıştır. Temel dini bilgilerin işlendiği kitap başlangıç seviyesine uygun olarak son derece titiz bir çalışma ile yayına hazırlanmıştır. Kitapta akaid, ahlak, ibadet ve siyer konuları genel hatlarıyla işlenmiştir. Kitap dersler şeklinde bölümlere ayrılarak işlenmesi bakımından kolaylık oluşturulmuştur. Özellikle gençlerin istifade edeceği %50 indirimli 6.00 TL bir eserdir.

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul

Tel-Faks: (0212)

515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63

www.nebevihayatyayinlari.com - siparis@nebevihayatyayinlari.com


SEN ÖZGÜRSÜN KARDEŞİM Kardeşim sen parmaklıklar ardındada olsan özgürsün Kardeşim sen pırangalara vurulsanda özgürsün Sen Allah’a bağlandığın zaman Sana Kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki Kardeşim karanlığın ordularını kökten sileceksin Ve bununla yerüzünde yeni bir fecr doğacak Sen ruhunu bu fecrin doğuşuna teslim et O zaman fecrin bizi uzaktan karşıladığını göreceksin Kardeşim Muhakkak ki ellerinden kanlar akmıştır ve zillete mahkum olmaktan yüz çevirmiştir Muhakkak ki bir gün o şehadet aşıkları Ebediyet kanı ile Cennete yükselecektir Kardeşim sana ne oluyorki savaştan bıkmışsın Omuzundan silahını atmışsın Söyle bana kim fedakârlık edecek ve yaraları kim saracak Ve yeniden sancağımızı kim dalgalandıracak Kardeşim Muhakkak ki ben bugün sarsılmaz dayanağa sahibim Ve yerlerine dayanmış dağları,kayaları parça parça ederim ve yarın bu silahımla bozgunculara karşı savaşacağım Taki yeryüzünden yok edinceye kadar Ben Rabb ve din için intikam alacağım Yılmadan Rasûl ve Sünnet üzerine devam edeceğim Ya dünyayı kuşatacak zafer Ya da Allah’a sunulacak şehadet Kesinlikle Kardeşim ben savaştan yılacak değilim Silahıda atacak da değilim Şayet Kardeşim ben ölürsem şehidim Sende övülmüş bir zaferle devam edersin Muhakkak ki ben emin bir şekilde Yıldızların Rabbı olan Allah’a giden yol üzerindeyim İster beni affedin ister beni cezalandırın Muhakkak ki ben verilen ahde eminim Kardeşim yürü tereddüt etmeden arkana bakma Senin yolun kanla boyanmıştır Oraya buraya aldırış etme Allah’dan başkasına boyun eğme Kanadı kırık bir kuş değiliz ki Bundan dolayı zelil görünüp öldürülelim Adım adım çarpışmaya çağıran Kanların sesini işitiyorum Kardeşim benim üzerime ağlarsan Benim kabrimi o içten damlalarla ıslatırsan Ufalanmış kemiklerden kendine meşale oluştur, Ve ışığıyla yaklaşan zafere doğru ilerle Kardeşim biz ölürsek sevdiklerimize kavuşacağız Rabbimizin bahçeleri bizim için hazırlanmıştır Muhakkak ki o Cennetin kuşları etrafımızda kanat çırpacaktır Ebedi diyar bizim için ne kadar hoştur


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.