Nebevi Hayat Dergisi 16. sayı (2014)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Mart

2014 1435

Yıl: 2 Sayı: 16 - Fiyatı: 6 TL

www.nebevihayatyayinlari.com

Cemaziyelevvel

ÖZGÜRLÜK DEMOKRASİ

ALDATMACASI

Facebook.com/nebevihayat twitter.com/nebevihayat

HÂKİMİYET VE KANUN KOYMA Hasan Karakaya MÜSLÜMANLARIN DEMOKRASİYE MEYLETMELERİNİN SEBEBİ Hakan Sarıküçük DEMOKRASİ ÜZERİNE Rıdvan Badur HİLAFETİN KALDIRILMASI Mustafa Tatlı SULTANU’L ULEMA İZ BİN ABDUSSELAM Hüseyin Kalender SEÇİMLER GELİYOOR SEÇİMLEEERR... Nedim Bal


Bütün kardeşlerimize katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz.


5-6-7-8 sınıflar

Haydi Çocuklar

Hadis Yarışmasına Sınav Tarihi 11 Mayıs 2014 - 10:

00

Son Başvuru 20 Nisan 2014

ER: ÖDÜLL ın Alt 1. Tam ltın A 2. Yarım Altın ek 3. Çeyr

Hadis Yarışması Hazırlık Kitapçığı

www.imambuharivakfi.org

0212

550 63 77

Yarışma test usulüdür. Dereceye giren ilk 15 kişiye değişik kitap setleri HEDİYE edilecektir. Hadis Yarışması Hazırlık Kitapçığı yayınevimizde mevcuttur. Yarışma sadece erkekler içindir.


YIL: 2 Sayı: 16 Fiyatı: 6 TL Sahibi İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük Abone ve Dağıtım Sorumlusu Yusuf Çelebi (0534 403 64 25)

İÇİNDEKİLER Başyazı HÂKİMİYET VE KANUN KOYMA

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2014 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 70 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Mart 2014 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Hasan Karakaya

21 25 32 36 42 44 48 52 56 58 64

4

MÜSLÜMANLARIN

DEMOKRASİYE MEYLETMELERİNİN

DEMOKRASİ

ÜZERİNE

SEBEBİ

Hakan Sarıküçük

9

Rıdvan Badur

15

DEMOKRATİK

YÖNTEM İLE İSLAM’I HÂKİM KILMAK

Mustafa Vanlıoğlu

HİLAFETİN KALDIRILMASI Mustafa Tatlı Kulluk / Tevhid Gerçeği (İktibas) Seyyid Kutub İlahi Davada Cilveli Kader; Yenilgi İçinde Gizlenmiş Zafer Ali Yücel Kalbe Hayat Veren Huşu’dur Cihan Malay Süfyan Sevri’den Öğütler Ebubekir Eren Sultanu’l Ulema İz Bin Abdusselam Hüseyin Kalender GÜNDEME

Seçimler Geliyooor Seçimleeerr... Nedim Bal BAKIŞ Cennete Açılan 2 Kapı Yusuf Yılmaz Kitap - İnkâr Risalesi Hasan Karakaya Dünyadan Haberler Sizden Gelenler

18


Allah’ın adıyla Hamd, kendisinden başka ilah olmayan yüce Rabbimize, salât ve selâmların en güzeli efendimiz, önderimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabelerine ve tüm müminlerin üzerine olsun. Değerli Dostlar, Bu sayımızı demokrasiye ayırdık. Kasetlerin havada uçuştuğu, komploların ardı arkasının kesilmediği, siyasetin ve seçim heyecanının ısındığı bu günlerde demokrasiyi eleştirmek, onu vahyin ışığında değerlendirmek insanların büyük çoğunluğuna sevimli gelmeyecek bunu bilmekteyiz. Seçimlerde Müslümanların kazanması için çalışmanın büyük bin yıllık tarihin en büyük cihadı olduğuna inanmış kişiler, demokrasinin çirkin yüzünün gündeme sürülüşünü isabetli görmeyeceklerdir. Maalesef günümüzde bir çok iyi niyetli kişi, oy kullanmayı, çağımızın en büyük cihadı olarak kabul etmiş bulunuyor. Şu günlerde de oyunu bir mızrak gibi eline almış, pusuya yatmış, Mart ayında düşmanının üzerine atılmak için gün sayıyor. Bu zaman zarfında eski Yunan çöplüğünden devşirilmiş olan demokrasiyi eleştirmek, vahye alternatif bir sistem olduğunu dile getirmek karşı tarafın dümenine su taşımak gibi de algılanabilir. Dergimizin bu yazı planlaması yukarıdaki çağrışımları yapsa da, bizim müslüman olarak gerçekleri söylemekten başka bir çaremiz yoktur. Çünkü Hak’kın hatırı her hatırın üzerindedir. Yanlış anlaşılmamak

için susmak kolay. Ama müslümanlar demokrasi tehlikesinin gerçek yüzünü görmüyorlarsa onları uyarmak, demokrasinin çirkin yüzünü görmelerini sağlamak, taşıdığı riske rağmen yapılması gereken bir görevdir. Büyük kitlelerin demokrasi ile Allah’ın Dini olan İslam’ı birbirine karıştırdığı bir zamanda, bu iki karşıt inancın farklarını ortaya koymak, müslümanların bir bölümü yanlış anlamasın diye kaçınılacak bir iş değildir. Açıkça söylenenleri de, kalplerde gizlenenleri de en iyi bilen Rabbimizdir. Söylediklerimizin ve gizlediklerimizin hesabını hepimiz O’na vereceğiz. Rabbim hakkı söylemeyi ve ona tabi olmayı hepimize nasip eylesin. Değerli Dostlar, Bir diğer yönü ile tekfir zihniyetli bidatçıların her önüne gelene kafir dediği, bazı kesimlerin ise demokrasinin İslam ile birebir örtüştüğü iddiasını gündeme getirdiği günümüzde orta yolu takip etmek, ifrat ve tefritten uzak bir görüş zikretmenin zorluğunu da bilmekteyiz. Yazılarımızda bu ince noktaya da dikkat ederek konular incelenmeye çalışılmıştır. Değerli Dostlar, Bu sayımızı da sizlere dolu dolu hazırlamak için elimizden gelen gayreti ortaya koyduk. Dergimizde Hasan Karaya Hoca Efendinin hakimiyet ve kanun koyma yazısı, Müslümanların demokrasiye meyletmesinin sebepleri, hilafetin kaldırılması, İz b. Abdüsselam’ın hayatı gibi konulara değinmeye çalıştık. Okuyup istifade etmeniz dualarımızla sizi yazılarımızla baş başa bırakıyoruz. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duasıyla…


Başyazı HÂKİMİYET VE KANUN KOYMA

E

gemenlik ile kanun koyma yetkisi arasında büyük bir bağlantı bulunmaktadır. Herhangi

bir ülkeye veya bölgeye hâkim olduğu kabul edilen güç, oranın hayat sistemini belirler ve bu sistem de yasa olarak kabul edilir. Cahili topluluklarda, hâkimiyetin insanlara ait olduğu düşüncesi egemen olduğundan, kişilerin yaşam sistemlerini belirleyen kanunları, ya bir diktatör tağut veya halkın temsilcileri sayılan parlamenter tağutlar tayin ederler. İslâm’da ise, kanun koyma yetkisi, sadece Allah-u Teâlâ’ya aittir. Çünkü İslâm hukuku dini bir hukuktur. İlahi vahye dayanır. Bu dine göre Hâkimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız Allah’ındır. Egemenlik Allah’ın dışında herhangi bir yaratığa ne tümüyle, ne de bölünerek kısmen devredilemez. Bu husus İslâm’da ittifak konusudur. Bütün müslümanlar, gerçekte hâkimiyetin yalnız Allah’a ait olduğu ve Allah’ın dışında herhangi bir aciz yaratığın Allah’a has olan bu sıfata sahip olmadığı, bu itibarla kanun koyma yetkisinin de yalnız Allah’a ait olduğu hususunda icma etmişlerdir. Bu mesele Kur’an’da açık ve net bir şekilde zikredilmektedir. Konuları veciz bir şekilde ifade eden Kur’an, bu meselenin önemine binaen üç âyetinde;

4

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I HASAN KARAKAYA “Hüküm, ancak Allah’ındır”(1) buyurmuştur.

ifade etmekte, “Muhammed O’nun Peygambe-

İki âyetinde de: “Aralarında Allah’ın indirdiği ile

ridir” bölümü ise, Allah’a kulluğun yapılma şek-

hükmet, onların heva ve heveslerine uyma. Al-

linin Peygamber’ sallallahu aleyhi ve sellem’den

lah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni sap-

öğrenilmesi gerektiğini beyan etmektedir. Bu ne-

tırmalarından sakın. Eğer Allah’ın hükmünden

denle, İslâmî bir topluluk “egemenliğin yalnız Al-

yüz çevirirlerse, bilki Allah, bir kısım günahları

lah’a ait olduğunu ve her hususta Allah’a boyun

sebebiyle onları musibete uğratmak ister. Mu-

eğileceğini baştan kabullenen bir topluluktur.

hakkak ki; insanların çoğu fasıktırlar. Yoksa

Zaten “İslâm” kelimesinin manası teslim olmak

onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin

ve verilen ilahi emre boyun eğmek demektir. “Şe-

olarak bilen bir topluluk için Allah’tan daha

riatın kestiği parmak acımaz” vecizesi de bunu

güzel hüküm veren kim vardır” buyurmuştur.

ifade eder.

Ayrıca üç âyette de “Allah’ın indirdiği ile hük-

Görüldüğü gibi kişi itikadında, ibadetinde ve

(2)

metmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(3) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”(4) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasıkların ta kendileridir”(5) buyurulmuştur. Zaten

hayat sisteminde Allah’ın mutlak hâkimiyetini ve yalnız O’na boyun eğileceğini kabullenmek zorundadır. Binaenaleyh; a. İnancında Allah’ın tek ilah olduğuna inan-

İslâm hukukunda hükümler tarif edilirken ege-

mayan, başka bir kısım eşya veya zatların da

menliğin ve dolayısıyla hüküm (kanun) koyma

uluhiyette payları olduğuna inanan bir insan

yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğu vurgulanarak

“Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” ifadesini do-

şer’i hükümler şu şekilde tarif edilmektedir:

laylı da olsa reddettiği için müslüman değildir. O,

“Şer’i hükümler, Allah-u Teâlâ’nın yükümlünün

ya bir kâfir veya bir müşriktir. “Allah üç ilahın

fiil ve davranışlarını; yapılması veya terk edilmesi gerekli olan fiiller, yapılıp yapılmaması serbest bı-

üçüncüsüdür diyenler, şüphesiz kâfir oldular. Hâlbuki tek bir ilahtan başka ilah yoktur...”(6)

rakılan ve sebep veya şart yahut engelle irtibatlan-

“Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin, şüphesiz

dırılan fiiller şeklinde vasıflandırmasıdır.”

ki O bir tek ilahtır...”(7) “Sizin ilahınız tek bir

Evet, yükümlü olan kullar, kendileri için neyin gerekli, neyin gereksiz, neyin serbest ve neyin yasak olduğuna karar veremezler. Buna karar verecek

ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur...”(8) “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, her ikisi de fesada uğrarlardı. Arş’ın Rabbi olan

merci, onları yaratan, denetimi altında bulun-

Allah onların sıfatlandırmalarından uzaktır.”(9)

duran, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, analarından

b. Yine ibadetini yalnız Allah’a yapmayan, iba-

daha merhametli olan ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olan yüce Allah’tır. Kulların hayat sistemlerini belirleme, Allah’a aittir. Akşam verdiği karardan sabahleyin dönebilecek kadar tutarsız, beşeri hırs, kin ve arzularından uzak olamayan aciz insanın hakkı ve yetkisi değildir. İslâm’ın simgesi olan -La ilahe illallah Muham-

dette herhangi bir şeye veya zata pay vermeye çalışan kişi, Allah’a ortak koşma durumuna düştüğü için müslümanlık dairesi dışına çıkar. O ya bir müşrik veya bir münafıktır. En hafifi ile gösteriş yapan ve yaptığı ibadetten hiç bir fayda göremeyen bir riyakârdır.

medun Rasulullah- kelime-i tevhidinin “Allah’tan

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim,

başka hiçbir ilah yoktur” kısmı, hüküm koymanın

hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi olan Al-

Allah’a ait olduğunu, kulluğun yalnız Allah’a ya-

lah’a aittir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle

pılacağını, boyun eğmenin sadece ona olacağını

emrolundum. Ve ben müslümanların ilkiyim...”(10) CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

5


HASAN KARAKAYA I c. Hayat, sistemini Allah’ın bizlere peygamberi aracılığıyla öğrettiği ilahi nizamdan (İslâm şeriatından) almayan kişi, Allah’a boyun eğmiş ve müslüman olmuş sayılamaz. Böyle bir insan ya cahili bir hayat yaşayan kâfir ve zalimdir veya en hafifinden Allah’ın nizamından ayrılan bir fasık ve asidir. “Yoksa onların Allah’ın kendilerine izin vermediği bir dini kendilerine meşru kılan ortakları mı var?”(11)

Ne yazık ki günümüzde, nüfus sayımlarına ve hüviyet kayıtlarına göre müslüman sayılan milletlerin oluşturdukları topluluklar, ilahi nizam olan İslâm’dan hayat sistemi olarak tamamen kopmuşlardır. Bu gibi topluluklar, İslâmî bir topluluk değil, cahili topluluklardır. Bunların İslâmî topluluk sayılmamaları, inançlarında Allah’tan başka ilah olduğuna inanmalarından veya ibadetlerini Allah’la birlikte başka ilahlara yaptıklarından ziyade, İslâm’ı hayat sistemi olarak kabul etmemelerindendir. Çünkü bunlar, ulûhiyetin en özgün sıfatlarından olan “egemenliği” Allah’tan koparıp, kanun koyan parlamenterlere ve onları seçen avam halka verirler. Bunların hukuk sistemlerini, kanunlarını, değer ölçülerini, davranış biçimlerini ve bütün yaşantı sistemini, seçip millet meclisine gönderdikleri aciz kullar belirlerler.

Ne yazık ki günümüzde, nüfus sayımlarına ve hüviyet kayıtlarına göre müslüman sayılan milletlerin oluşturdukları topluluklar, ilahi nizam olan İslâm’dan hayat sistemi olarak tamamen kopmuşlardır. Bu gibi topluluklar, İslâmî bir topluluk değil, cahili topluluklardır. Bunların İslâmî topluluk sayılmamaları, inançlarında Allah’tan başka ilah olduğuna inanmalarından veya ibadetlerini Allah’la birlikte başka ilahlara yaptıklarından ziyade, İslâm’ı hayat sistemi olarak kabul etmemelerindendir. Çünkü bunlar, ulûhiyetin en özgün sıfatlarından olan “egemenliği” Allah’tan koparıp, kanun koyan parlamenterlere ve onları seçen avam halka verirler. Bunların hukuk sistemlerini, kanunlarını, değer ölçülerini, davranış biçimlerini ve bütün yaşantı sistemini, seçip millet meclisine gönderdikleri aciz kullar belirlerler. Hatta bu cahili topluluklardan bazıları o kadar ileri gitmiştir ki, açıkça laik olduklarını ve dinin kendilerini bağlamadığını söyleme ve tescil etme cesaretini kendilerinde bulmuşlardır. Müslüman olanları aldatmak için de yeri geldiğinde müslüman kesilmişler, “ezan, bayrak” sloganları atmışlar ve mitinglerde Kur’an-ı Kerim’i temiz olmayan elleriyle tutmaya ve ağızlarıyla öpmeye kalkışmışlardır. İslâm görünümlü olan bu cahili topluluklardan bazıları ise, devletin resmi dininin İslâm olduğunu anayasalarının ilk maddesi olarak yazmışlar, dine saygılı olduklarını iddia etmişler, fakat fiiliyatta İslâm nizamını yürürlükten kaldırmışlar, yerine ya heva ve heveslerinden kaynaklanan düşüncelerini veya frenklerin hukuklarını koymuşlardır. Artık bunların İslâm’la ne alâkaları vardır?

6

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I HASAN KARAKAYA İslâm bu gibi toplulukların müslüman toplum ol-

kendilerine uymayın. Ne kadar az öğüt alıyor-

malarını reddeder ve bunlara “cahili topluluklar”

sunuz”(16) şeklinde müslümanların dini kurallara

damgasını vurur. Bu gibi toplulukları yönetenlere

bağlanmalarını emretmektedir. Bununla birlikte

“Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar

bazı insanlar “Biz Allah’ın indirdiği Kur’ana da

diye seslenir. Bu yöne-

parlamenterlerin koydukları kanunlara da uyarız,

ticilere kendi iradeleriyle boyun eğenlere de: “Sana

hangisi işimize gelirse, onu alırız” tavrını takın-

indirilene ve senden önce indirilen kitaplara

maktadırlar. İşte bu, hakkı batıla karıştıran bir

iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun?

düşüncedir. Aslında hak başkadır, batıl başka.

Onlar tağutun önünde muhakeme olunmak isti-

Bunlardan herhangi birinin diğerine karışması

yorlar. Hâlbuki o tağutu inkâr etmekle emrolun-

mümkün değildir. Fakat bir kısım şaşkınlar bun-

kâfirlerin ta kendileridir”

(12)

muşlardı...”

(13)

“Rabbine yemin olsun ki, araların-

daki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan, tamamen boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar”(14) diye seslenmektedir. Bu naslar karşısında İslâm’da egemenliğin kime ait olduğunu anlamamak mümkün değildir. Hangi aklıselim sahibi kabul eder ki, Allah-u Teâlâ, bütün kâinatın yaratıcısı, sahip ve idare edeni olsun, insanları yeryüzünü imar ettirmek için orada halifeler olarak yaratsın ve onlara sadece kendisinin emirlerine uymalarını, başka varlıkları dinlememelerini emretsin, bununla birlikte egemenlik halife olarak gönderdiği insanlara ait olsun. Böyle bir çarpık mantığı ancak Allah’ın varlığına, kâinatı yarattığına ve bütün yaratıkları sevk ve idare ettiğine inanmayan kâfirler kabullenebilirler. Allah’ın varlığına, birliğine, mülkün sahibi olduğuna ve bu mülkü sevk ve idare eden tek güç olduğuna inanan aklıselim sahibi insanlar ise, yoktan var etmede, kâinatı sevk ve idarede egemenlik ve hâkimiyet sadece Allah’a ait olduğu gibi, yeryüzünde halifeler olarak yarattığı insanların hayat sistemlerinin nasıl olacağını belirtmede de egemenliğin yalnız Allah’a ait olduğuna iman ederler ve O’nun gönderdiği ilahi

ları karıştırır ve kendilerinin de feylesof (filozof) olduklarını sanırlar. Aslında onlar cahiliye bataklığına gömülmüş gafillerdir. Kur’an-ı Kerim bizlere “... Doğrusu Biz seni, bir müjdeci ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik...”(17) “Ey Muhammed! Allah sana geçmiş kitapları tasdik eden hak bir kitap indirdi...”(18) “Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır?”(19) buyurmaktadır. İlahî nizamın dışındaki rejim ve sistemler kulların heva ve heveslerine dayandıklarından batıldan başka bir şey değillerdir. “Eğer onlar senin davetini kabul etmezlerse, bilki onlar heva ve heveslerine uymaktadırlar. Allah tarafından bir yol gösterme olmaksızın heva ve hevesine uyandan daha sapık kim olabilir.”(20) Evet, hâkimiyet sıfatı yalnız kendisine ait olan Allah-u Teâlâ, bize hayat sistemi ve hukuk nizamı olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği Kur’anı göndermiştir. Bundan başka bir sistem aramak cehalettir, gaflettir. Şaşkınlıktır, nefsin zebunu olmaktır ve İslâm’ın dışına çıkmaktır. Bu konuda suskun kalmak veya tavizkârane konuşmak yahut kulları tanrı edinenlere yaranmak için gerçekleri saptırmak müslümana yaraşmayan hallerdir.

nizamla sevk ve idare edilmelerini isterler. Ni-

Hülâsa; istenilse de istenilmese de İslâm’da ege-

tekim Kur’an’ın âyetleri bu gerçeği haykırmakta

menlik Allah’ındır. Hiçbir zaman milletin veya

ve “Rabbin tarafından sana vahyolunana tabi

belli bir ferdin yahut kitlenin değildir. Otorite kay-

ol. Ondan başka ilah yoktur. Allah’a ortak ko-

nağı yüce Mevla olduğu için kanun koyma hakkı

şanlardan yüz çevir.“(15) “Rabbinizden size indi-

da O’na aittir. Kullar, ancak O’nun koyduğu ku-

rilene uyun. O’ndan başkalarını dost edinip de

rallar ışığında fikir beyan edebilirler. O’nun serCEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

7


HASAN KARAKAYA I Aslında İsviçre’nin oturmuş bir hukuku yoktur. Katolik, protestan ve diğer mezheblerin uzun zaman çekişmelerinden sonra İsviçreliler her coğrafi bölgeyi bir eyalet kabul etmişler ve her eyalete kendi örfüne ve âdetine uygun yasalar belirlemişlerdir. Kanunlarının ana kaynağı ise, borcunu ödeyemeyen

Hülâsa, İslâm’da egemenlik, dolayısıyla yasa koyma hakkı yalnız Allah-u Teâlâ’ya aittir. O, bizlere kişilerin hırslarından, heva ve heveslerinden uzak olan, hakkaniyet ölçülerini esas alan, ifrat ve tefritten uzak olan, tertemiz bir şeriat göndermiştir. Biz ancak onu kabullenir ve ona uyarız. Kendimiz için istediğimiz bu iyiliği başkaları için de isteriz.

borçluları alacaklılara teslim ettirip köle olarak sattıran veya vücutlarını parçalatarak kapılarına asmalarına ruhsat veren ilkel “Roma hukuku”dur. Böyle bir karışık devletin küçük bir eyaletinden alınan ve kökü pirimitiv olan bir hukuku alıp İslâm ümmetine jop ve dipçikle zorla uygulayan frenk mukallitleri, bu hukuku överek ayyuka çıkarmışlar ve İsviçre’nin dünyanın en medenî ülkesi olduğunu iddia etmişlerdir. Yürürlükten kaldırmaya cesaret ettikleri ilahi nizam olan İslâm’ı ise, her mü-

best bıraktığı sahalarda ictihad yapabilirler. “Nas

nasebette yermeye ve aşağılamaya çalışmışlardır.

ile birlikte ictihada yol yoktur.”

Hülâsa, İslâm’da egemenlik, dolayısıyla yasa

İşte İslâm’ın bu esprisini kavrayamayan ve İs-

koyma hakkı yalnız Allah-u Teâlâ’ya aittir. O, biz-

lâm’dan yeterince nasibini alamayanlar 4 Nisan 1926 tarihinde İslâm Hukukunu yürürlükten kaldırıp yerine hayranı oldukları İsviçre Medeni Kanununu koymuşlardır. Vakıa; bu kanun, bugün nüfusu yedi milyona ulaşamayan coğrafi durumu 22 egemen ve 6 yarım egemen eyalete ayrılan ve her egemen eyaletin kanunu bir başkasından farklılık arzeden İsviçre’nin Neuchatel eyaletinden basmakalıp tercüme

lere kişilerin hırslarından, heva ve heveslerinden uzak olan, hakkaniyet ölçülerini esas alan, ifrat ve tefritten uzak olan, tertemiz bir şeriat göndermiştir. Biz ancak onu kabullenir ve ona uyarız. Kendimiz için istediğimiz bu iyiliği başkaları için de isteriz. ---------------------------------------------------1. 2. 3. 4. 5.

edilerek alınmıştır. Bu kadar küçük ve karmaşık yapıya sahip olan bir devletin, bu devlette de en küçük eyaletlerden birinin kanununu Fransızca’dan çevirip asırlarca dünyanın üç kıtasını sevk ve idare eden bir ümmete uygulamaya kalkışmak kadar gülünç bir hadise olamaz. Bunun tarihte emsaline rastlanmamıştır. Bunu yapanların kendilerine güvenden yoksun Frenk mukallitleri olduklarını göstermektedir. Öyle ki adı geçen eyaletin kanununu, ülkede yaşayan insanlara faydalı olup olmayacağı düşünülerek alınmamıştır. Tercüme eden zatın Fransızca bildiği ve bu eyalette Fransızca konuşulduğu için alınmıştır.

8

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20.

En’am, 57; Yusuf, 40, 70. Maide, 49, 50. Maide, 44. Maide, 45. Maide, 47. Bir kısım müfessirler son iki âyette geçen “zalim” ve “fasık” ifadelerinin de “kâfir” anlamında olduklarını, kâfirler yaptıkları davranışlarına göre kâfir, zalim ve fasık olarak vasıflandırıldıklarını beyan ederlerken, diğer bir kısım müfessirler, Allah’ın indirdiği, İslâm’ı bırakıp başka kanunlarla insanları idare edenlerin inançlarına göre vasıflandırıldıklarını söylemişlerdir. Bu izaha göre Allah’ın nizamıyla hüküm vermeyen kişi, aynı zamanda bunun hak olduğuna da inanmıyorsa, işte bu kâfirdir. Şayet hak olduğuna inandığı halde ona göre hükmetmiyorsa yerine göre zalim veya fasık olur. Bu da tehdit altında kalma neticesinde mümkündür. Yoksa ilahi nizamı keyfi bir şekilde bırakan kişinin dinle alakası zedelenmiştir. Maide, 73. Nahl, 51. Bakara, 163. Enbiya, 11. En’am, 162, 163. Şura, 21. Maide, 44. Nisa, 60. Nisa, 65. Enam, 106. Araf, 3. Bakara, 119. Ali İmran, 3. Yunus, 32. Kasas, 50.


Kapak Dosya

DEMOKRASİ HAKAN SARIKÜÇÜK

MÜSLÜMANLARIN DEMOKRASİYE MEYLETMELERİNİN SEBEPLERİ

G

ünümüz Müslümanlarının yaşantılarına baktığımızda, özellikle bu toplumda ya-

şayan cemaatlerin ve grupçukların her birinin “Her bir topluluk yanındaki şey sebebiyle sevinmektedir.”(1) ayetiyle de beyan edildiği üzere kendi çalışmalarını en doğru çalışma, diğerlerini ise bir yanlış içinde gördüklerini ve bu sebeple de çalışmalarının devamı ve bekası için var güçleriyle kendilerini en hak üzere! zannettikleri bu davalarına adadıklarını görürüz. Zaman zaman bu çalışmaların seyri maalesef hak yoldan ayrılır fakat kendilerini davalarına adamış bu kitlenin mensubu olan bireyler İslam’ın maslahatından çok kendi yapılarının selametini ve maslahatını düşündüklerinden dolayı büyük yanlışlara düşmekte ve bu uğurda yapılan mücadelenin de hak uğrunda yapılan bir mücadele olduğunu zannetmektedirler. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

9


HAKAN SARIKÜÇÜK I

sizler sıkıntı çekmeyi tercih edenlersiniz, İslam ise kolaylık dinidir. Zaten Allah’tan musibet istenmez fakat sizler ısrarla bu sıkıntılara ve zorluklara talipsiniz

karet vb. şeylerle karşılaşabiliriz. Ne acıdır ki bazen bunu bize yapanların Ebu Cehiller ve Ebu Lehebler gibi en yakın akrabalarımızdan ve kendi kavmimizden çıktığını görmek hiç te zor değildir. Ve yine ne gariptir ki insanlara batıldan ve her türlü yanlış düşünceden arınık bir İslam’ı sunduğumuzda daha öncesinde diğer birçok peygambere de söylenen “Biz geçmişteki atalarımızdan

İslami hassasiyetlerin azaldığı ve gün geçtikçe de yavaş yavaş unutulmaya yüz tuttuğu bu toplumda ayetlerden ve hadislerden uzak kalan veya bu nasları istediği şekilde yorumlamaya kalkışan insanları ve grupları görmek hiç de zor değildir. Maalesef bu topluluklar davalarının daha zahmetsiz, daha çabuk ve etkili olabilmesi amacıyla İslam’da daha öncesinde bir eşinin veya benzerinin görülmediği ya da İslam tarafından kabul edilebilir bir tarafı olmayan çeşitli akımların etkisiyle sözde İslam’a hizmet adına! birçok fikirleri İslam’a nispet etmekte ve sanki böyle bir çalışma şeklinin İslam’a göre hiçte garipsenmemesi gereken bir çalışma şekli olduğunu, İslam’ın böyle bir düşünceden istifade etmesinin yanlış olmayacağını alenen ifade ettiklerini görürüz. Oysa metot bu mu olmalıdır? Yeryüzünde Allah’ın bir halifesi olarak yaratılmış ve kendisine ilahi bir mesuliyet yüklenmiş insanların öncelikle Allah’ın emir ve yasaklarının dışında başka yasa ve kurallara uyma ve bu ölçülere göre yaşama hakkı var mıdır? Başımız her sıkıştığında müracaat edeceğimiz merci Kuran ve Sünnet mi olmalı yoksa başka değerler ve ölçüler mi? Dolayısıyla bizim nasıl hareket edeceğimizi belirleyen ölçü İslam’ın emirleri haricinde başka bir şey olmamalıdır. Maalesef ilimsizliğin ve cehaletin kol gezdiği böyle bir toplumda insanları hak olan bir metot uğrunda toplamak gerçekten çok zordur. Bu iş hem çok meşakkatli hem de büyük fedakârlıklar, gayretler ve bedeller gerektiren bir yoldur. İslam’ın özüne insanları döndürürken bizler Peygamber efendimize yapılan her türlü eziyet, işkence, ha-

10

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

böyle bir şey duymadık.”(2) Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz.”(3) dediklerini ve bu güne kadar gördükleri ve benimsedikleri İslami anlayışı gerçek bir mihenk taşında değerlendiremedikleri için kendilerine sunulan hak ve hakikatlere karşı kör ve sağır kaldıklarını, yer yer de bunu bastırmak ve yok etmek uğruna kâfirlerin ve zalimlerin bile akıllarına gelmeyen türlü yollarla bu gaye uğrunda çalıştıklarını müşahede ederiz. Bu tür insanlar isterler ki herkes kendilerinin anladığı İslam’ı doğru veya yanlış nasıl olursa olsun benimsesin ve bu kervana katılsın. İşte bu akımların oluşmasının altında yatan sebepleri incelediğimizde bunların tümünün dünyevi menfaat ve maslahatlara dayandıklarını görürüz. Bazen samimi duygularla ve en içten gayretlerle atılan bu adımların zamanla içinde bulunulan konum gereği yanlış yerlere doğru kaydığını ve neticede ulaşmak istenilen hedeften tamamen uzaklaşıldığını görürüz.

Bu uzakta

kalan hedefleri tekrar elde etmek ve tekrar bu hedeflere yönelmek yerine yeni yeni hedeflerin tayin edildiğini ve ortaya konulduğunu ve hepsinin de yine İslam’ın maslahatları! uğrunda yapılan çalışmalar olduğunu yutturmaya çalıştıklarını görürüz. İşte burada bizleri bu sıratı müstakim olan yoldan uzaklaştırmaya çalışan hususları özetle birkaç maddede incelemeye çalışalım.

1

- İslami Metodun geçerliliğini kaybettiğini zannetmek:

Günümüzde bazı insanların İslam’ın sadece ilk olarak geldiği döneme has bir yaşam şekli oldu-


I HAKAN SARIKÜÇÜK ğunu, bu günün ihtiyaçlarını karşılayamayacağını, bir nevi ilkel bir sistem olarak gördüklerini söylediklerini ve hatta bunun Müslüman kimlikli insanlar tarafından dahi dillerde dolaştığını müşahede etmekteyiz.

2

- İslami Metodun birçok meşakkatide beraberinde getirdiği görmek:

İslami

Metodun

mensupları

olan

kişilerin

bu uğurda peygamberlerin çektikleri birçok meşakkatle karşılaşabileceklerini bu uğurda ciddi bedellerin ödenmesinin gerekebileceğini anlamaları, bu metodun ağır sorumluluklar ve şiddetli sıkıntılara sebep olacağını bilmelerinden dolayı daha kolaycı bir yaklaşımla hareket etme isteği ve bu uğurda zahmeti en az ve en kolay yolu tercih etme istekleri çoğu zaman dava mensubu ferdleri yolundan alıkoyar ve “sizler sıkıntı çekmeyi tercih edenlersiniz, İslam ise kolaylık dinidir. Zaten Allah’tan musibet istenmez fakat sizler ısrarla bu sıkıntılara ve zorluklara talipsiniz” şeklinde konuştuklarını görürüz.

Kişiler bazen nefsi zafiyetleri ve zora karşı dayanıksızlıkları sebebiyle kendilerini yeterli göremez ve bu kusurlarını da başka yollarla gidermeye ve başka metodları takip etmek suretiyle göz ardı etmeye çalışırlar. olarak gördüğü başka sistemleri benimsemek veya bu sistemleri İslam’a yamamaya çalışarak bir sentez oluşturmak düşüncesidir.

5

- Düşmana karşı en iyi metodun Düşmanın silahıyla silahlanmak olduğunu zannetmek:

Maalesef bugünün Müslümanlarının en çok kullandıkları ve hadis olduğunu iddia ettikleri bu sözü hadis olarak tesbit edemedik. Ancak Enfal süresi: 60. ayette geçen “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” ayetinin buna işaret ettiğini söyleyenlere şunu deriz ki bu

3

ayetten özellikle düşmanın ilerleyişini durdu-

Kişiler bazen nefsi zafiyetleri ve zora karşı daya-

rektiğini, onlara karşı savaş meydanlarında üs-

nıksızlıkları sebebiyle kendilerini yeterli göremez

tünlük sağlamanın mümkün olabileceği her türlü

ve bu kusurlarını da başka yollarla gidermeye ve

silah ve teçhizattan faydalanmak gerektiğini ve

başka metodları takip etmek suretiyle göz ardı et-

bu uğurda güçlenmeye vesile olacak teknolojik

meye çalışırlar.

hususlardan faydalanılması gerektiğini anlamak-

- İslami Metodu tatbik uğrunda kendini yeterli görmemek:

4

racak ve İslam beldelerine taarruzunu önleyecek hazırlığın müslümanlar tarafından yapılması ge-

tayız. Yoksa düşmanlarımızın batıl sistemlere yö- İnsanları içinde bulundukları bu zulümden

neldikleri gibi bizlerinde onların içine sızmak ve

biran önce çıkarabilecek metodun İslam’ın

tabiri caizse onları can evlerinden vurmak için bu

dışında

başka

bir

sistemle

olabileceğini

sistemleri onlar kadar hatta daha da fazla benim-

zannetmek veya buna kanaat getirmek:

sememiz gerektiği düşüncesini bu ayetten çıkara-

İslam’ın tedrici safhalarının olduğunu, belli

mayız. Çünkü bu iman ve küfür meselesidir. Do-

aşamaların yerine getirilmesi gerektiğini öğrenmek,

layısıyla itikadi bir meseledir. Ve İtikadi mesele-

bunun neticesinde ise sabırsızlığa kapılarak bu

lerde delil olacak hususların hangi esaslar olması

davanın uzun bir süreci gerektirdiğini oysa bu

gerektiğini iyice öğrenmeli ve ancak ondan sonra

yolu kısaltmanın bir şekilde mümkün olabileceğine

uygun kıyas yolunu kullanmalıyız. Allah-uTeâla

kanaat getirmek ve bu sebeple de İslam’a alternatif

bizleri yanlış kıyaslar yapmaktan muhafaza etsin. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

11


HAKAN SARIKÜÇÜK I

Müslüman olduğunu söyleyen bazı kişiler emir sahibinin son sözü söyleme yetkisini bir nevi diktatörlük olarak algılamışlar, fikirlerinin kabul edilmemesi ve söz sahibi olamamalarının suçunu İslam’a yüklemişler bunun neticesinde de İslam’ın kabul etmemiş olduğu çoğulculuk düşüncesini sahiplenmişlerdir.

6

dâhil olunabileceğini nitekim onunda bir nevi maliye bakanı gibi, Mısır melikinin sistemine dâhil olduğunu böylece bizlerinde bu tür çalışmalarda aktif bir rol alabileceğimizi iddia ettiklerini görmekteyiz. Bunlara söyleyecek sözümüz şudur ki kişinin Kur’ana yaklaşım maksadı ne ise ona uygun delil bulabilmesi mümkündür. Ancak aslolan bunun İslami kaidelere ve usullere uygun olması gerektiği de unutulmamalıdır.

Bugün

müsteşriklerin ve kâfirlerinde belli ayetleri kullanarak Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalıştıklarını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Nitekim böyle bir düşüncede bu tür bir zihniyetin mahsulüdür. Bununla birlikte bizden öncekilerin

- Bireylerin dünyevi arzu ve beklentileri: Bu gün İslami maksatla yola çıkan birçok kim-

senin zamanla dünyevileştiğini ve özellikle temsil ettiği bu kurumun en büyük savunucusu ve destekçisi olduklarını görürüz. Çünkü eğer buna muhalif davranacak olurlarsa arzuladıkları ve beklentisi içinde oldukları hiçbir şeyi gerçekleştiremeyeceklerini zannederler. Büyük yatırımlar

şeriatlerinin bizler için de geçerli olabilmesi için bizim şeriatımızın da buna onay vermesi gerektiği unutulmamalıdır.

8

- Dünya üzerindeki gelişmiş ülkelerin İslam’dan uzaklaştıkları için geliştikleri ve

kalkındıklarını buna mukabil geri kalan ve gelişememiş ülkelerin daima İslami ülkeler oldu-

yaparak ve yüklü mallar ve bedeller ödeyerek

ğunu görerek böyle bir düşünceye kapılmak:

ulaştıkları bu yoldan iyice istifade etmeden ve

Reform hareketleriyle Hristiyanlar tarafından

ceplerini doldurmadan çekip gitmek istemezler.

kilise ve taraftarlarına karşı yapılan ve neticede

Bununla birlikte nüfuz sahibi olmak ve toplum ta-

dünyevi bir takım özgürlükler elde edenleri gören

rafından tanınma arzusuda fertleri bu yanlış me-

gariban bazı kesimler, İslam’ı da aynı kefeye

totları benimsemeye sevk edebilir.

koymuş, kötü düşünceli kişiler tarafından tahrif edilmiş Hristiyanlıkta olduğu gibi İslam’ı da bi-

7

- İlimsizliğin ve cehaletin fertlerde etkili olması neticesinde yanlış kıyas ve içtihat-

larda bulunmak. Nasları usulüne göre yorumlamamak: Özellikle ayetlerden ve hadislerden bugüne kadar hiçbir İslam âlimi tarafından bu şekilde anlaşılmamış konuları seçmek ve kendi amaçları için kullanmak düşüncesi de maalesef ilimden uzak

12

olarak gösterdiklerini ve Sultanın yönetimine

lerek veya bilmeyerek maalesef tahrif etmeye kalkışmışlardır. Oysa İslam onların bu iddialarından ve yanlış yakıştırmalarından pek yücedir.

9

- İslam’ın emirlik sistemini bir nevi krallık ve saltanat kurma şeklinde algılamak veya

diktatörlük şeklinde görmek buna mukabil çoğunluğa itibar edilen demokraside özgürce

olan bazı kesimleri etkilemekte ve bu yolu hak

fikirlerini ifade edebileceğini zannetmek:

olarak görmektedirler. Bununla beraber bizim

Müslüman olduğunu söyleyen bazı kişiler emir

şeriatımızda uyulması gereken esasları görmeyip

sahibinin son sözü söyleme yetkisini bir nevi

de önceki şeriatleri kendilerine delil olarak alan

diktatörlük olarak algılamışlar, fikirlerinin kabul

kişilerin Hz. Yusuf aleyhisselâm kıssasını örnek

edilmemesi ve söz sahibi olamamalarının suçunu

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I HAKAN SARIKÜÇÜK İslam’a yüklemişler bunun neticesinde de İslam’ın kabul etmemiş olduğu çoğulculuk düşüncesinisahiplenmişlerdir. Ne acıdır ki bu görüşü benimseyen cemaatlerin ve grupların zamanla birbirlerini ikna etme maksadıyla kulisler oluşturduklarını ve neticede daha küçük grupçuklara bölünerek birbirlerine muhalefet ettiklerini ve neticede birliklerini bozarak farklı düşüncelere sahip ayrı yapılar oluşturduklarını görürüz. Maalesef bu yapının mensubu olan bireyler velev ki hak dahi olsa karşı grubun hakkı söylemesini ve konuşmasını istemez, daima onun kusurunu ve hatasını arayarak onu bulunduğu mevkiden indirmenin formüllerini araştırırlar. Bugünkü demokratik sistemlerde “Muhalefet” denilen gurubun yaptığı da zaten bundan farklı değildir. İşte İslam, vahdeti ve birlik olmayı asıl mesele olarak kabul ederken tefrikayı ve muhalefeti asıl alan bu sistemlerle İslam’ın bir bağının olabileceğini zan-

Günümüzde bazı kesimler İslam’ın ebediyyen değişmez evrensel kurallarının en güzel çözümü getiremeyeceğini, geçmiş ile geleceğin birbirinden farklılık arz ettiğini, fakat beşeri kanunların kendi eksikliklerini hatalardan ders alarak giderdiğini ve en mükemmel olana doğru ilerlediklerini iddia ederler. ve en mükemmel olana doğru ilerlediklerini iddia ederler. Neticede beşeri sistemler eksikliklerini başka sistemler vasıtasıyla tamamlasalar bile Ahi-

netmek büyük bir saflık ve cahilliktir.

rete yönelik hiçbir şeyi vadedemezler. Ne kadar

10

münden sonrası ile ilgilenmedikleri için mükem-

- Beşeri sistemleri İslam’a denk görmek: Maalesef günümüzde, gökyüzündeki Ulû-

hiyet hakkını Allah’a bırakmasına rağmen yeryüzündeki ilahlık makamını kendine layık gören bazı insanlar haşa Allah’ın yeryüzünü sevk ve idare etmekten aciz olduğunu, yeryüzünün ve insanların maslahatına uygun kanunların ve çözüm yollarının İslam da değil de kendilerinde bulunduğunu iddia ettiklerini görürüz. Korkarız ki bu haddi aşmış zümreler yarın öbür gün gökyüzüne ait olaylara dair biraz ilim ve güç sahibi olabilecek bir dereceye ulaşacak olurlarsa bu hakkı da AllahuTeâla’dan almaya kalkışacaklardır. Allah-uTeâla bu gibi kimselerin şerrinden bizleri muhafaza etsin.

ileri seviyeye varacak olsalar dahi insanın ölümellikleri hiçbir zaman düşünülemez. Bu yönüyle bütün beşeri sistemler eksik kalmakla malüldür. Çözüm getiremeyişleri ve insanları saadete ulaştıramamaları bunun en açık göstergesidir. Günümüzde müşahede ettiğimiz üzere kendilerinin kendileri için belirledikleri hedefleri dahi gerçekleştiremezler.

12

- Müslümanların rahat ve huzur kaynağı arayışını sadece dünya olarak görmeleri:

Bu da bizlerin nefis muhasebesi yaparak düşünmemiz gereken bir husustur. Maalesef bugün bizler bunun ötesini neredeyse hissedemiyor ve hatırlayamıyoruz. Ahireti çok az hatırlıyor ve ahi-

11

rete yönelik çok az plan ve programlar yapıyoruz.

Günümüzde bazı kesimler İslam’ın ebediyyen-

yazık ki bu meseledir. Yani dünya hayatında sırat

değişmez evrensel kurallarının en güzel çözümü

müstakim üzere bulunmamızın önüne geçen en

getiremeyeceğini, geçmiş ile geleceğin birbirinden

önemli hususun dünya hayatının ahirette karşı-

farklılık arz ettiğini, fakat beşeri kanunların kendi

mıza çıkacağını hatırımıza çok az getirmemiz ya

eksikliklerini hatalardan ders alarak giderdiğini

da tamamıyla unutmuş olmamızdır.

- Deneme yanılma yoluyla en güzel olanı bulabileceklerini zannetmeleri:

Baştan beri sözünü ettiğimiz sapmaların ve farklı yönlere savrulmanın en önemli olan asıl sebebi ne

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

13


HAKAN SARIKÜÇÜK I Asıl Vazifemiz Nedir?

gamber efendimiz hadisi şeriflerde buyurduğu

Mevcut sistemler bize Allah’ın rızasını kazandı-

üzere Kıyamet gününde kimi peygamberlerin tek

ramaz. Dolayısıyla biz insanların tümüne Allah’ın

başına gelmesi, kimi peygamberlerin yanında iki

rızasını nasıl kazanacağımızı öğretmeyi, böyle bir

üç müminle huzuru ilahiye gelecek olmaları haşa

yükümlülüğü üzerimize almış kimseler olarak or-

onların davetlerini tebliğ etmede kusurlu davran-

tadayız. Müslümanlar olarak bizler ahireti hesaba

dıkları anlamına gelmez. Tebliğde öncü bir pey-

katmadan en ufak bir davranışta bulunamayız.

gamber olan Nuh aleyhisselam’ın kavmi içinde

Ahireti hesaba katmadan ağzımızdan biz söz dahi

950 sene istikamet üzere tebliğ yapmasına rağmen

çıkmamalıdır. Ahireti düşünerek hayatımızı şekil-

netice alamamasını veya çok küçük bir netice

lendirmeli, ilişkilerimizi buna göre düzenlemeli,

almasını tenkid edip küçümsememiz gerekmez.

bu esaslara göre konuşup buna göre davranma-

Dolayısıyla biz hakkı ve hakikatı başarılarda, çok-

lıyız ki işte o zaman gerçekten Allahu Teâla’nın

lukta, azlıkta, önde ve arkada olmakta değil, Al-

bizlere göstermiş olduğu o büyük hedefi esas alıp

lah’ın kitabına ve Rasulü’nün sünnetine uyup tabi

hareket eden ve salih amelleri kabul edilen gerçek

olmakta ararız. Neticesi dünya gözüyle bir hiç

müminler olabilelim.

olsa dahi ancak Allah’ın kitabına ve Rasulü’nün

Müslümanlar dünya hayatıyla ahireti hedefleyen

sünnetine uygun olan bir iş güzeldir. Bu sebeple

ve bu yolla ahiret saadetini kazanmaya çalışıp

dünyevi sonuçlara kendimizi endekslememeliyiz.

gayret eden insanlardır. Dolayısıyla dünyadaki

Dünyevi sonuçları Allah-u Teâla verirse verir,

olumlu veya olumsuz gelişmeler Müslümanın is-

vermezse vermez, bu O’nun işidir. Bizler kendi

tikameti üzerinde etkili değildir. Nitekim Allahu-

amellerimizin salih olması noktasında üzeri-

Teâla şöyle buyuruyor: “Taki elde ettiğinizle se-

mize düşeni yapmalıyız. Bizim önem vermemiz

vinmeyesiniz, kaybettiğiniz şeyler sebebiyle de üzülmeyesiniz.”(4) Dolayısıyla dünya hayatında

gereken husus budur. Yoksa birileri İslami ol-

ele geçirdiğimiz şeyler için sevinmeye değmediği

demek suretiyle batıl düşünceleri taklit etmek

gibi, kaybettiklerimiz için de üzülmeye değmez.

mayan yöntemlerle çalışarak şu neticelere ulaştı değildir. Fakat şunu söylemeliyiz ki hayatımız ve

Önemli olan her bir ferdin Müslüman olarak

ölümümüz Allah için olabiliyorsa işte en büyük

sorumluluğunu yerine getirmesi, Allah azze ve

netice budur. İşte bu manasıyla hayatı kuşatan

celle’nin muhafaza etmek üzere bizlere emanet

tek sistem ve kâmil din sadece AllahuTeâla’nın

etmiş olduğu İslami hayatı hakkıyla koruyabil-

dinidir. Nitekim en büyük nimette Rabbimizin

memizdir. Bu hususlara gereken hassasiyetleri

buyurduğu üzere budur. “Bugün dininizi ke-

gösterdikten sonra dünyevi boyutlarıyla kazan-

male erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size

dıklarımızın ve kaybettiklerimizin hiçbir değeri olmayacaktır.

din olarak İslâm’ı beğendim.”(5) Gayret bizden başarı Allah’tandır. Rabbim bizleri yolunda sami-

Biz Müslüman olarak hayata ve hayattaki ilişki-

miyetle yürüyen, sahih metodu takip eden ve hak

lere veya dünyevi sonuçlara bu şekilde baktığımız

üzere sabit kalıp batıla meyletmeyen muvahhid

takdirde istikametten ve AllahuTeâla’nın bizden

müminlerden eylesin. AMİN.

istemiş olduğu doğru yoldan Allah’ın izniyle sapmayız. Bizim için önemli olan tek şey amellerimizin salih olmasıdır. Amellerimiz salih olduktan sonra önde olmamız, arkada olmamız, ortada olmamız, yukarıda veya aşağıda olmamız hiç fark etmez. Netice almamız veya almamamız, kitlelerin bizi kabul edip etmemeleri, yalnız başına kalmış olmamız hiç te önemli olmayacaktır. Nitekim Pey-

14

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

---------------------------1. Muminun: 53 2. Muminun: 24 3. Zuhruf: 22, 23 4. Hadid: 23 5. Maide: 3


RIDVAN BADUR

?

DEMOKRASİ ÜZERİNE

B

elirli bir amaç için yaratılan, “seçilmiş”, “halife” ve “en şerefli” tabirlerine sahip olan

insanoğlunun yeryüzüne geldiği ve çoğalmaya başladığı andan itibaren diğer insanlarla bir arada sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürmesi amacıyla, hayatı düzene sokacak olan birtakım kanun, düzen, emir vs.ye ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyacı gidermek için ise kimisi ilahi emir ve yönlendirmelere tabi olmuş, kimisi de çok çeşitli ideolojiler peyda etmiştir. Çalışmamızda ise ortaya çıkan bu fikirlerden yalnızca bir tanesi, yani “Demokrasi” üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Demokrasinin tanımı ve ortaya çıkışı, Avrupa’daki seyri, İslam dünyasında algılanışı ve yayılışı üzerinde genel hatlarıyla durduktan sonra çalışmamızı nihayete erdirmeye çalışacağız.


RIDVAN BADUR I Demokrasi, sözlük manası itibariyle “demos” ve “kratos” yani “halk” ve “iktidar” sözcüklerinin birleşmesiyle meydana gelmiş ve halkın iktidarını esas alan bir yönetim şekli olarak tarif edilmektedir. En yaygın olan bu tanımla birlikte, daha yüzlercesi yapılagelmiş; herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir tanım ise henüz gerçekleşmemiştir.(1) Demokrasi, Avrupa siyasi tarihinde Eski Yunan şehir devletlerindeki bir uygulama ile başlatılır. Bu Grek uygulamasına göre şehirdeki bütün erkekler şehrin yönetimine katılırdı. Bu amaçla genel bir toplantı düzenlenir, yönetim noktasında belirli fikirler ortaya konulur, bir yönetici seçilir, kanunlar çıkarılır ve bu kanunlara uygulama sürecinde karşı çıkanlara ise çeşitli cezalar verilirdi. Böylece “halk yönetimi” denilen bu yönetim şekli, yani “Demokrasi” ortaya çıkmış bulunmaktadır. Fakat Demokrasi, bahsettiğimiz şehir devleti yönetimlerinin son bulmasıyla da uzun bir süre tarihin tozlu sayfalarına karışmıştır. Grek değer ve prensipleri, Hıristiyanlığın Avrupa’yı etkisi altına aldığı dönemlerde gizli kalmakla birlikte, daha sonra Roma kültürü ile karışmış Grek kültürü üzerine kurularak yükselen Rönesans’tan sonra yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılılar bu Grek ve Roma kültürünün karışımına “Greko-Romen” terimini kullanırlar. Avrupa’da, Grek kültürünün yeniden ortaya çıkmasına sebep olan uygulamalardan ve Avrupa’daki -Demokrasiden önceki- yönetim anlayışından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Evvelâ Ortaçağ Avrupası için “karanlık çağ” tabirinin kullanıldığını belirtmek gerekiyor. Öyle ki; kilise ve kralların hegemonyasında varlıklarını sürdürmeye çalışan kalabalık bir gürûh söz konusu. Kilise; bilim, teknik, okuma-yazma gibi işleri sadece din adamlarının bilmesi gereken şeyler olduğunu halka kabul ettirmiş ve kendi sultasını bu yolla dikta etme yolunu seçmişti. Bunun yanında bir şato etrafında kümelenen krallar ise feodalizm adı verilen yönetim sistemiyle emirleri altında bulunan halkı köle olarak kullanarak zenginliklerine zenginlik katma yolunu seçmişlerdi. Kısacası feodalizmde halkın çamura batmış, şerefi ve hukuku söz konusu olmayan insan parçacıklarından ileri bir değeri yoktu.(2) Bu durum asırlarca devam etmesine karşın zulüm ve haksızlıklar karşısında daha fazla sabredemeyen halk, bu baskıdan kur-

16

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

tulma yollarını aramaya koyulmuştur. Çeşitli sebeplerle Avrupa’dan İslam dünyasına gelen Avrupalıların İslam medeniyetiyle tanışmaları da Avrupalıların uyanışında önemli etkenlerdendir. Avrupalı halklar; Haçlı Seferleri ve kilisenin etkisiyle İslam’a ve onun nizamına olumsuz bir tavır takınmışlar ve arayış sonucunda Greko-Romen kültürüne geri dönmüşlerdir. Ama gerçek olan bir durum da vardır ki o da İslam inancına iftiralarda bulunsa ve kesintisiz olarak İslam’a karşı savaş vermiş olsa bile Avrupa’nın ilim, kültür ve medeniyet sahalarında İslam’ın etkisinden kurtulamadığıdır.(3) Netice itibariyle Avrupa, feodalizm yerine Demokrasi’ye geçmiş oldu. Çünkü Demokrasi, yönetimi eline geçirmek isteyen her iki grup için de feodalizmden daha cazip bir oyundu. Ama bu oyun içinde hakların kazanılması basit değildi. On yıllar süren grev, boykot, isyan ve çeşitli tepkilerle elde ettikleri haklar neticesinde Demokrasi bugünkü manada Avrupa’daki şeklini aldı. Gerçekte hareket noktası veya hareketin iki noktası şunlardı: Evvela halk, yönetiminin işlerini kontrol etmeliydi. Yani “kutsal ilahi hak” ortadan kalkmalı, hükümet tasarruflarında halkın denetimini kabul etmeliydi. Hükümeti sadece yürütme organı haline getirmeli ve yasama yetkisini almalı, “kuvvetler ayrımı”na gitmeliydi. İkincisi ise feodalist yapı içinde bin yıldan uzun zaman “insanî haklardan” yoksun bırakılan halka haklarını geri vermekti. (4) Demokrasi’nin Avrupa’daki serüveni bu şekildeyken İslam’ın, yönetim anlayışına bakış açısını da belirtmek gerektiği kanaatindeyiz. Başta da belirttiğimiz gibi, yaratılanların en şereflisi olan insanoğlunun yaratılışında -her şeyde olduğu gibi- bir gaye vardır. İnsanoğlunun da bu gayenin bilincinde olarak “meşrû” bir çerçevede yaratana kulluğunu ifâ etmesi gerekmektedir. Nitekim Allah (azze ve celle) Zâriyat Sûresi 56. ayette “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurarak kulluğun yalnızca kendisine yapılması gerektiğini belirtmiştir. Peki, bu kulluk nasıl gerçekleştirilecekti? Yüce Allah, görevlendirdiği elçiler vasıtasıyla kulluğun ifâ şeklini bizlere en güzel şekilde beyan etmiştir. Öyle ki; kulluk, hayatın yalnızca bir yönünü ifade etmemekte, tabir yerindeyse günün 24 saatine yayılan bir özellik göstermektedir. Çünkü yüce


I RIDVAN BADUR

“Bizler, sizlerin anayasaya ne derece bağlı olduğunuzu, demokrasiden ne anladığınızı, fikir ve düşünce hürriyeti konusundaki tutumunuzu, din ve vicdan hürriyeti sahasındaki tavrınızı, laiklik anlayışınızı, tarih, kültür ve medeniyet görüşünüzü, adalet ve kardeşlik duygularınızı bilfiil yaşayarak öğrendik. Biz, sizin makam ve mevkileri, kurum ve kuruluşları nasıl ele geçirdiğinizi, düşman bellediğiniz kişi ve grupları fırsat buldukça nasıl ezip sindirdiğinizi de asla unutmak niyetinde değiliz. Artık açıkça müşâhede ediyoruz ki sizler aile yapınızla, giyim ve kuşamınızla, zevk ve eğlencelerinizle, düşünce ve davranışlarınızla, gündüz ve gecenizle, oturup kalkışınızla, bugüne, düne ve yarına bakışınızla bize ters düşüyorsunuz. Aynı duyguları ve heyecanları paylaşmıyoruz. Bu halinizle size nasıl destek olabilir ve değerlerinizi nasıl benimseyebiliriz?!” Allah, kulunu yarattı ve onun hayatının her anını, kendisine yakınlaştıracak vesilelerle süsledi. Nitekim devlet yönetimine dair de birçok örneği bizlere son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem aracılığıyla gösterdi. Müslümanlar ilk devletlerini Hz. Peygamber aleyhisselam’ın hicretinden sonra Medine’de kurdular.(5) Hz. Peygamber, Allah’ın emirleri doğrultusunda noksansız bir yönetim anlayışıyla ideal idareci, ideal toplum ve ideal devlet anlayışını bizlere göstermiştir. Bu süreç O’nun vefatından sonra Hulefâ-i Râşidîn devri ile devam etmiştir. Müslümanlar, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde içine sürüklenmiş oldukları buhranlar sebebiyle meşrûtî düzenle tanışmışlar ve Avrupa’da şekillenen Demokrasi yavaş yavaş Müslümanlar arasında yaygınlık göstermeye başlamış ve din de devlet işlerinden gittikçe uzaklaşmaya başlamıştır. Bugün de Demokrasi Batılılarca -özellikle İslam coğrafyasında- Müslümanlara kabul ettirilmeye çalışılan bir sistem olarak karşımızda durmaktadır. Ama insan hakları(!), özgürlük(!), adalet(!) vaad eden bu sistemin neden kapıyı çalmak yerine gökten sağanak sağanak yağdığına da bir türlü anlam verilememektedir! Başta da ifade ettiğimiz gibi Demokrasi kavramının henüz oturtulmuş, ortak bir tanımı-uygulaması mevcut değildir. Her bölge ve halk için çizilen belirli kalıplar vardır. Bu kalıpların dışına çıkanlar ise zorla kalıba sokulmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki Müslümanların böyle bir arayışa girmelerine hiç mi hiç haklı sebepleri yoktur. Çünkü Müslümanların sınırları bellidir.

Müslümanlar arasına halkçı ve demokrat olarak sızmaya çalışan bu çıkarcı grupların “halkçı” ve “demokratlık” maskelerini sıyırırsanız altından çıkacak “mutlu azınlık” ve “diktatörlük” hırslarını görürsünüz.(6) Netice itibariyle Müslümanların bu yıkıcı güruha karşı takınmaları gereken tavırları şu birkaç cümle ile özetleyip çalışmamıza son vermek istiyoruz: “Bizler, sizlerin anayasaya ne derece bağlı olduğunuzu, demokrasiden ne anladığınızı, fikir ve düşünce hürriyeti konusundaki tutumunuzu, din ve vicdan hürriyeti sahasındaki tavrınızı, laiklik anlayışınızı, tarih, kültür ve medeniyet görüşünüzü, adalet ve kardeşlik duygularınızı bilfiil yaşayarak öğrendik. Biz, sizin makam ve mevkileri, kurum ve kuruluşları nasıl ele geçirdiğinizi, düşman bellediğiniz kişi ve grupları fırsat buldukça nasıl ezip sindirdiğinizi de asla unutmak niyetinde değiliz. Artık açıkça müşâhede ediyoruz ki sizler aile yapınızla, giyim ve kuşamınızla, zevk ve eğlencelerinizle, düşünce ve davranışlarınızla, gündüz ve gecenizle, oturup kalkışınızla, bugüne, düne ve yarına bakışınızla bize ters düşüyorsunuz. Aynı duyguları ve heyecanları paylaşmıyoruz. Bu halinizle size nasıl destek olabilir ve değerlerinizi nasıl benimseyebiliriz?!” ------------------------------------1. Galip Demir, Ahilik ve Demokrasi, Ahi Kültürünü Araştırma Yayınları, İstanbul 2003, s.19. 2. Muhammed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları I Demokrasi, Çvr. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul 1993, s.286. 3. Kutub, a.g.e., s.288. 4. Kutub, a.g.e., s.299. 5. İhsan Süreyya Sırma, Alaturka Demokrasi Alaturka Laiklik, Beyan Yayınları, İstanbul 1997, s.11. 6. S. Ahmet Arvasi, Devletin Dini Olur mu?, Burak Yayınevi, İstanbul 1999, s.35.

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

17


DEMOKRATİK YÖNTEM İLE İSLAM’I HÂKİM KILMAK

P

arti çalışmalarıyla İslam’ı hâkim kılmak, demokratik bir düzen içerisinde söz konusu olur.

Demokratik düzenin en belirgin özelliği ise, bilindiği gibi “egemenliğin kayıtsız şartsız halkın olduğunu” ileri sürmektir. Demokratik düzenler, böylelikle işin başından Allah’ın hâkimiyetini kabul etmediklerini, Allah’ın hâkimiyeti yerine halkın hâkimiyetini öngördüklerini ifade etmektedirler. Bu, bilinen bir husustur. Demokratik düzenler Allah’ın hâkimiyetini yani insanların hayatını düzenlemek üzere Allah’ın koyduğu hükümleri dolayısı ile İslam hukukunun tümünü reddedip halkın hâkimiyetini yani demokratik sistemlerde yasama meclislerinin yaptıkları kanun ve hükümleri kabul ettiklerinden; bütün kurum ve mevzuatlarını da ona göre şekillendirirler.


I MUSTAFA VANLIOĞLU Devletin bütün organlarında, bütün müesseselerinde, sosyal, siyasal, hukuki, ahlaki, iktisadi, maddi ve manevi bütün değerlendirme ve faaliyetlerinde, hatta pozitif kabul edilen ilmi anlayışlarında bile bu muhteva hakimdir. Hiçbir alanda halkın hâkimiyetini sarsacağı kabul edilen herhangi bir faaliyet ve çalışmaya imkân verilmek istenmez. Buna aykırı kanaat, yaklaşım ve gayeleri bulunan ekipler, en azından bu kanaat yaklaşım ve gayelerini açığa vurmamak zorundadırlar; buna çok büyük ölçüde dikkat etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde kurulu düzenle ve bu düzenin ilkeleriyle karşı karşıya gelirler. Bunun için böyle bir süreci kabul edenlerin en azından zahiren de olsa bu ilkeleri kabullenmeleri veya kabul ediyor görünmeleri gerekir. İstedikleri doğrultuda faaliyeti açık açık yapamayacaklarından işleri güçleri kurulu düzenin mevzuat ya da teamüllerindeki boşlukları araştırmak ve bu boşlukları kendi lehlerine yorumlamak için zaman ve emek harcamak olur. Böyle bir yaklaşım şeklinin pratik fayda ya da zararları üzerinde durmaksızın, kısaca bu yaklaşımlar ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıverelim. İslam daveti her şeyden önce açık ve sarih yapılmak zorundadır. Bütün peygamberlerin davetlerinde bunu gördüğümüz gibi, Kur’an- Kerim’in şu buyruğu da bunun zorunluluğunu çok açık bir şekilde dile getirmektedir: (Rasûlüm!) De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf, 12/108) İslam davetinin basiret üzere yapılması gereği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Müminler, Peygamberin yolu üzere daveti bırakıp, körü körüne davette bulunamazlar. Ayetin sonundaki ifadelere de çok dikkat etmek zorundayız. Acaba basiret üzere davet yolunu bırakıp, başka yollar denemeye kalkışmanın şirki reddedebilme özellik ve nitelikleri ne kadardır? İslam’ı Hâkim Kılmak İçin Demokratik Yöntem Demokratik yöntemi benimseyerek, İslam’ı hâkim kılma sürecini başarıya götürmek iddiasını bir başka açıdan ele almak gerekmektedir.

Bilindiği gibi, demokrasi, hâkimiyetin kayıtsız, şartsız halkın ya da milletin olduğunu iddia eder. Halkın tümünün bir arada egemenliği kullanmaları mümkün görülmediğinden pratik bir çözüm olarak halkın belli şekilde temsilcileri aracılığı ile bu egemenlik hakkının fiilen kullanılması yoluna gidilir. Yani seçim sandığına giden bir vatandaşın bu davranışının anlamı, -kendisi ister işin şuurunda olsun/ister olmasın, ister bu anlama geldiğini bilmekle birlikte kalbinden bunu onaylamasın fark etmez- zahiren şudur: “Ben sahip olduğum kendi payıma düşen egemenlik hakkımı, filan partiye veya falan kişiye bana vekâleten kullanmak üzere belirlenen süre içerisinde devrediyorum.” Daha sonra “milletvekili” denilen bu kimselerin bir mal, bir meta gibi alınıp satılmaları, seçmenlerini herhangi bir şekilde hesaba katmaksızın yasamalarda, tasarruflarda bulunması, hatta seçmenleriyle birlikte ülkelerini bile gereğinde satmaları, seçmenleri de dâhil olmak üzere bütün milletin başına çoraplar örmeye kalkışmaları, ülkenin ve insanların menfaatlerini peşkeş çekmeleri üzerinde durmuyoruz. Burada bizim için önemli olan bu sürecin zahiren taşıdığı anlamdır. Bu da demokratik sürecin birinci ve ilk aşamasını teşkil eden seçime katılma olayıdır. Seçime katılmanın anlamı da kısaca şudur: “Ben, mevcut demokratik düzeni kabul ediyorum. Bu düzenin sınırları içerisinde kalmak üzere, hâkimiyet hakkımı şu partinin ya da bu kişinin kullanmasını istiyorum...” Seçime katılmanın bu anlama gelmediğini söylemek mümkün değildir. Olayın mahiyeti üzerinde kısaca düşünmek, bunun böyle olduğunu anlamak için yeterlidir. Bizim sandığın başına giderken başka niyetler taşımamız, davranışımızın hükmünü değiştirmek için yeterli değildir. Açıklamalarımızdan anlaşıldığı gibi, demokratik süreç içerisinde faaliyetlerin kabul edilmesi, her şeyden önce mevcut demokratik düzenin kabul edilmesi anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’tan başka kanun koyan ve Allah’tan başka hükmüne başvurulan ya da hükmü kabul edilen herkes ve her kurumun ortak adı bilindiği gibi “tağut’tur. Tağutun reddi ise, CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

19


YAZININ YAZARI I iman edebilmek şerefine nail olmanın ilk basamağıdır. “Hak ile batıl apaçık meydana çıkmıştır. Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o, muhakkak kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmış olur.” (el-Bakara, 2/256) Bundan sonraki ayette Allah’ın kendisine iman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkartmasına karşılık, tağutların da kendilerine iman edenleri aydınlıktan karanlıklara çıkardığından söz edilmekte, arkasından da Allah’ın hâkimiyetini, ulûhiyet ve rububiyetini kabul etmeyen bir tağutun, Hz. İbrahim ile Allah hakkında ve özellikle de Allah’ın hâkimiyeti hakkında tartışmaya girdiğinden söz edilerek, tağutlara ve tağutun tavırlarına bir örnek verilmektedir. Ayrıca Hz. Yusuf’un tağutun kendi sistemi içerisinde çalışmayı kabul ettiğini ortaya koyan en ufak bir delilin ortaya konulamayacağına da işaret edelim. Tağutun ve tağuti düzenlerin egemenliğini kabul etmek, iman ile bağdaşabilir bir eylem olamaz; “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa; 60) Allah’ın hâkimiyetini kabul etmek ve Allah’tan başkalarının hâkimiyetlerini ve bu tür hâkimiyetleri öngören düzenleri reddetmek ama her şeyleriyle ve tam anlamıyla kalben ve fiilen reddetmek, İslam dininin en önemli parçasıdır. Yüce Rabbimiz Hz. Yusuf’un şu sözlerini ebedi bir şeriat olmak üzere bizlere nakletmektedir: “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/39-40) Hz. Yusuf’un sorduğu “darmadağınık rabler” özellikle günümüz demokratik düzenlerinde müşahhas bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

20

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

Demokratik sürecin içerisinde yolunu kaybetmiş kitlelere yöneltilmesi gereken soru şudur: Sizler, her birisi bir tarafa çeken, kısır görüşlü, kıt anlayışlı ve sizin gibi insan olan bu gibi kimselerin ulûhiyetlerini, rububiyetlerini mi kabul etmek istersiniz, yoksa gücü bunları da kahretmeye, onları dilediğine mecbur etmeye yeten bir tek Allah’ ın ulûhiyet ve rububiyetine tam anlamıyla boyun eğmek mi istersiniz? Esasen insanların hâkimiyet hakları yoktur. Bu sizin ve atalarınızın uydurduğu bir iddiadır. Hâkimiyet, halkınmış, milletinmiş veya şunun ya da bununmuş şeklindeki iddiaların, doğruluğunu ortaya koyabilecek en ufak bir delil yoktur. Hâkimiyet yalnız Allah’ındır. O, yalnız kendisine ibadet etmeyi emretmiştir. Başkalarının hâkimiyeti kabul edilerek, onların ulûhiyetleri kabul edilemeyeceği gibi, hâkimiyetleri kabul edilmek suretiyle, Allah’tan başkasına da ibadet edilmez. İşte Allah’ın emir ve hükümlerine bu şekilde bağlanmak sureti ile, ancak dosdoğru din üzere kalınabilir. Şu ayet-i kerimede Allah’ın emir ve hükümleri dışında teşri yapmanın, teşri yetkisine sahip olunabileceğini kabul etmenin, hüküm ve mahiyetini açık bir şekilde ifade etmektedir. “Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.” (Şura, 42/21) Bu ve benzeri buyruklar ve daha pek çok delil ve gerekçe, demokratik yöntemlerle çalışmayı kabul etmenin, İslam’ın öngördüğü şekliyle mücadele etmenin uygun yolu olmadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla demokratik seçimlerde ve benzeri bütün eylem ve süreçlerde, müslümanın demokrasinin herhangi bir halkasında yer alarak tağuti düzenin işlerlik kazanmasında bir katkıda bulunması, İslam’ın konu ile ilgili ilke ve hükümlerine aykırıdır. Böyle bir amelin aranan şartları taşımadığından salih bir amel olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.


HİLAFETİN KALDIRILMASI İslam dini, Müslümanların nasıl bir siyasi organizasyon içinde kimler tarafından yönetileceği konusundan ziyade ehil olanın iş başına gelmesi, onun da hak ve adaleti hâkim kılması, ferdi ve uhrevi sorumluluk taşıması, Allah’ın huzurunda hesap vereceğinin bilincinde olması, kötülük, haksızlık ve zulmü önlemesi, katı ve baskıcı olmayıp insanlarla istişare ederek iş görmesi gibi temel esaslar üzerinde durmuş, kişilerin böyle bir dini ve ahlaki yetişkinlikte olmasına öncelik vermiştir. MUSTAFA TATLI

S

özlükte, “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelen hilafet kelimesi, terim olarak İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet bakanlığı kurumunu ifade eder. Halife de, “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” demektir. Müslüman toplumlarda devlet başkanlığına hilafet denmesi, halifenin risalet görevi hariç Hz. Peygamber’in yerine geçerek onun dünyevi otoritesini temsil etmesi, yeryüzünde dinin hükümlerini uygulamak, dünya işlerini düzene sokmak üzere Allah’ın yeryüzündeki veya bütün müminlere ait olan hilafet ve yetkiyi temsil etmesi gibi sebeplere dayanır. Rasul-ü Ekrem hayatta iken peygamber olarak hem Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmiş hem de Müslümanların dünyevi işlerini düzene koymuş, hukuki ihtilaflarını çözümlemiş, ahlaki bakımdan onları eğitmiş, siyasi birliğin tamamlanmasından sonra devlet başkanlığı ve ordu komutanlığı görevini üstlenmiştir. İslam alimleri Hz. Peygamber’in vefatıyla peygamberliğin sona erdiği, buna karşılık toplumun idaresiyle ilgili diğer işleri bir kişinin üstlenip bunları tek başına veya bazı görevlileri yetkili şahıs ve mercilere devrederek yürütmesi, böylece Müslümanların düzen CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

21


MUSTAFA TATLI I içinde yaşamasını temin etmesi gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardır.(1) İlk olarak şunu belirtmemiz gerekir ki, krallık, saltanat ve mutlakiyet dışında bir yönetimin bilinmediği bir zamanda, halifenin “ehlü’l-hal ve’l-akd” denilen bir kurul tarafından seçilmesi, halkın biatinin alınması, dini kuralları açıkça çiğneyen halifenin görevden azli, halifenin ilahi bir gücünün bulunmadığı ve ümmete ait hakimiyeti temsil ettiği, ferdi olarak Allah’a karşı sorumluluk taşıması yanında görevi sebebiyle Müslümanlara karşı da sorumluluk taşıdığı gibi hususların ele alınıp tartışılması amme hukuk tarihi ve doktrini açısından ileri bir mertebedir. İslam dini, Müslümanların nasıl bir siyasi organizasyon içinde kimler tarafından yönetileceği konusundan ziyade ehil olanın iş başına gelmesi, onun da hak ve adaleti hâkim kılması, ferdi ve uhrevi sorumluluk taşıması, Allah’ın huzurunda hesap vereceğinin bilincinde olması, kötülük, haksızlık ve zulmü önlemesi, katı ve baskıcı olmayıp insanlarla istişare ederek iş görmesi gibi temel esaslar üzerinde durmuş, kişilerin böyle bir dini ve ahlaki yetişkinlikte olmasına öncelik vermiştir.(2) Hilafetle ilgili değinilmesi gereken, tartışmalara neden olan birçok konu olmakla birlikte konumuzun dışına çıkmamak için genel bilgileri aktarmakla yetiniyoruz. Konumuzu, halifeliğin tarihi sürecinden kısaca bahsettikten sonra halifeliğin lağv edilmesine değinerek tamamlayacağız. Özellikle ifade etmeliyiz ki, tarihi süreci aktarırken olaylar uzun bir şekilde ortaya konmayacak, tartışmalı meselelere girilmeyecektir. Çünkü her dönem ve olay başlı başına bir mevzuyu teşkil etmektedir.

Hz. Peygamber’in vefat etmesiyle beraber Müslümanlar bir lidere ihtiyaç duyulacağının farkındaydılar. Bu sebeple Peygamberimizin defin işlemleri tamamlanmadan Ensar’dan bir grup Sa’d b. Ubade’ye biat etmek istemiştir. Bu haberi duyan Hz. Ömer ve birkaç sahabi, bu görevin Hz. Ebubekir’e verilmesi konusunda beyanda bulundular. Yapılan görüşmelerden sonra Hz. Ebubekir’e orada bulunanlar tarafından biat edildi. Daha sonra Medine genelinde tüm halk tarafından biat edildi. Hz. Peygamber’in defin işlemleriyle meşgul olan Hz. Ali başta olmak üzere bazı sahabiler daha sonra biat etmişlerdir. Hz. Ebubekir kendisinden sonra Hz. Ömer’e biat edilmesini vasiyet etmiştir. Müslümanlar bu vasiyete itiraz etmeden uydular. Hz. Ömer kendisinden sonraki halifeyi şahsen belirlemeyip seçimi altı kişilik şura heyetine bırakmıştır. Bu altı kişi yaptıkları görüşmeler sonunda Hz. Osman’ı seçmiş, ardında da halkın biati alınmıştır. Hz. Osman’ın bazı uygulamaları ve iç karışıklığın artması sonucunda şehid edilen Hz. Osman’dan sonra Hz. Ali’ye biat edilmiştir. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan bu süreç Hz. Ali’nin icraatlarına gösterilen tepkiler, Muaviye’nin Hz. Osman’ın kanını bahane ederek başlattığı iktidar mücadelesi, ashabın ileri gelenlerinin de katıldığı iç çatışmalar, sonuçta binlerce müslümanın ölümü ve siyasi ihtilafların başlangıcını teşkil etmiştir. Hz. Ali’den sonra Hz. Hasan’a biat edilse de o, Muaviye b. Süfyan’ın ısrarı üzerine hilafetten çekilmiştir. Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle beraber halifelik saltana dönüşmüştür. İlk zamanlar biat ilkesine bağlı kalınmaya çalışıldıysa

Hilafetin kaldırılması İslam coğrafyasında büyük bir şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Hilafetin kaldırılmasına en büyük tepkilerden birini de Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi vermiştir. Mustafa Sabri Efendi hilafetin gerekliliğine son derece önem vermiştir. Cumhuriyetin kurulmasından hilafetin kaldırılışına kadar cereyan eden olaylardan Mustafa Kemal’i sorumlu tutmuş, ağır bir dille eleştirmiştir. Bu konuda birçok dergi ve gazetede yazılar yayınlamıştır. Hilafetin kaldırılmasında neden olarak gösterilen ifadeleri asla kabul etmemiş, hilafetin kaldırılmasında yer alan mebuslar hakkındaki ifadeleri bir hayli ağırdır.

22

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I MUSTAFA TATLI

Ey Hilafet, minare ve minberler senin için feryat etti. Hürler ve köleler sana ağladı Hindistan ah-ü vah oldu, Mısır üzüntüye gark oldu… Yağmur gibi dökülen gözyaşları ile sana ağladı!.. Şam, Irak, Acemistan sorar; Yeryüzünden hilafeti kim sildi? Savaşarak seni yenemeyen kimseler, Sulh masasında seni katlettiler… Şevki Bey* da zamanla durum saltanat yönetimine kaymıştır. Emeviler döneminde yönetimi kuvvete dayanarak devlet idare eden halifeler aldı. Abbasi hilafeti, Emevilere karşı yapılan ihtilalin sonunda yönetimi eline aldı. Abbasiler de Emeviler gibi saltanat sistemini korumuşlardır. 945 yılından sonra Büveyhilerin işgallerinden sonra halifelik güç olarak değil, meşrutiyet kazanmak için kullanılan bir makam olmaya başladı. Selçukluların Büveyhilere son vermesinden sonra, Selçuklular halifeliğin koruyucusu haline geldi. İlerleyen süreçte halifelik, sultanların isimlerinin hutbelerde okunmasını tasdik etmekten ibaret kaldı. Abbasi hilafeti çeşitli dönemlerden geçti. Kısa bir süre halifelik başsız kalsa da, Baybars’ın çeşitli Moğolları yenmesiyle Mısır’da tekrar kuruldu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Arap yarım adasına girmesiyle Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Yavuz Sultan Selim saltanat ve hilafeti birleştirerek Osmanlı Devletini yüceltmiş ve Müslümanlar yeniden eski güçlerine kavuşmuştur. Tanzimat dönemine kadar halifelik makamı esaslarını korumuştur. Tanzimat’la birlikte geleneksel hilafet anlayışında bir değişiklik olmuştur. Buna göre halife sadece Müslümanların lideri, saltanat gayri Müslimler de dâhil tüm tebaanın lideriydi. Böyle bir durum olması dahi, Osmanlılar da halifeliğinin etkisini azaltmamıştır. Osmanlılar tüm dünyadaki Müslümanların yardım çağrılarına cevap vermeye çalışmış, halifelik makamından bekleneni yerine getirmeye çalışmıştır. II. Abdülhamid, zor bir dönemde tahta geçmesine rağmen halifelik makamına çok büyük önem verdi. Ha-

lifelik unvanını sultan unvanından daha önemli kabul ediyordu. Gerek İngilizler gerek iç baskılar halifelik makamını yıpratmaya çalıştılar. Tüm bunlar halifelik makamının ehemmiyetini ortaya koymaktaydı. Tüm bu olaylarla birlikte Osmanlı Devleti halifelik makamından faydalanmayı umarak I. Dünya Savaşına girildi. Fakat İngiltere, Fransa ve Rusya kendi Müslüman sömürgelerinde gereken tedbirleri almış ve halkı harekete geçirmesi muhtemel kişi ve kuruluşları tasfiye etmiştir. İngilizler Şerif Hüseyin’e bağımsızlık ve hilafet vaat etti. Savaş sonrasında bu vaat tutulmadı. İngilizlerin en büyük korkusu Hindistan’daki Müslümanların ayaklanmasıydı. Sevr anlaşmasında Müslümanların kutsallarına saygı gösterilmeyeceğini anlayan Hint Müslümanları Hindistan Hilafet Hareketini kurdu. Bu hareket milli mücadelenin en büyük destekçilerindendi. Milli mücadelenin zaferle bitmesinden sonra, Lozan Konferansına katılacak Türk heyeti açısından ikiliğin yok edilmesi gerektiğine inanan meclis, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Saltanatın kaldırılmasıyla halifelik makamı boş kaldı. Son veliaht Abdülmecid Efendinin saltanat iddiasında bulunmaması şartıyla halife olmasına karar verildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, siyasi ve kültürel reformlar ilk yer alıyordu. Gündemin ilk sırasında ise hilafet kurumun statüsü yer alıyordu. Hilafetin kaldırılmasına kadar geçen süreçte, mecliste halifeye destek verenler oldu. Böylece halifenin tarafında olan bir muhalefet grubu ortaya çıktı. İstanbul’da bazı gazeteler hilafetin gerekliliği ve CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

23


MUSTAFA TATLI I önemi hakkında yazılar yayınlamaya başladı. Daha iyi anlaşılması için Hüseyin Cahit Bey’in Tanin’de çıkan bir yazısını aktaralım: “Halifelik Türklerin elinden giderse, beş on milyonluk Türkiye devletinin İslam alemi içinde hiçbir öneminin kalmayacağını, Avrupa siyaseti bakımından da, en küçük ve değersiz bir hükümet mevkiine düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir dirayete luzüm yoktur. Milliyetçilik midir bu? Gerçek milliye duygusunu yüreğinde taşıyan her Türk, hilafet makamına dört elle sarılmak zorundadır.”(3) Var olan bu durumdan hükümet rahatsız oldu. Bu sıra da İngiltere de bulunan Ağa Han ve Seyyid Emir Ali, Hindistan Müslümanları adına Başbakan İsmet Paşa’ya mektup göndererek hilafet kurumunun etkin bir şekilde muhafaza edilmesini istediler. Mektup daha Ankara’ya gelmeden İstanbul’da yayımlandı. Bu olaylar vuku bulduğu sırada İzmir’de olan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen telgrafta, Abdülmecit Efendinin hilafet ödeneğinin arttırılması ve İstanbul’a gelen resmi heyetlerin kendisini de ziyaret etmeleri isteğinde olduğu bildirildi.(4) Bu olay halifenin saltanat peşinde olduğu şeklinde anlaşıldı. Giderek halifeliğin kaldırılması gerektiği şeklinde gündemler yapıldı. 3 Mart 1924 tarihinde meclise verilen teklif üzerine halifelik kaldırıldı. Hilafetin kaldırılmasıyla ilgili tartışmalarda, hilafetin Türklere daima yük olduğu ve bu yüzden pek çok fedakârlık yapıldığı, halifenin görev ve yetkilerinin belirlenmesi gerektiği gibi meseleler üzerinde duruldu. Halifeliğin kaldırılmasında;

otoritenin paylaşılmak istenmemesi, muhalefetin halife etrafında toplanması, yeni devletin dini bir yapıda olmaması gerektiği, batılı devletlerin daima halifelik üzerinde ihtiraslar beslemesi gibi olaylar gerekçe gösterilebilir. Nitekim Rauf Bey son Lozan görüşmesinde İsmet Paşa’ya bu yönde telkinler yapıldığını söylemiş, İngilizler de paşanın, hilafetin kaldırılması durumunda İngilizlerin Türkiye hakkındaki şüphelerinin ortadan kalkacağı ve Musul meselesinde zorluk çıkarmayacakları şeklinde kanaat taşıdığını ifade etmişlerdir. Aynı şekilde Mustafa Kemal da İzmit’te gazetecilerle yaptığı toplantıda Türkiye’de hilafetin siyaseten bir menfaat ve kuvvet değil bir zaaf olduğunu belirtmiştir.(5) Hilafetin kaldırılması İslam coğrafyasında büyük bir şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Hilafetin kaldırılmasına en büyük tepkilerden birini de Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi vermiştir. Mustafa Sabri Efendi hilafetin gerekliliğine son derece önem vermiştir. Cumhuriyetin kurulmasından hilafetin kaldırılışına kadar cereyan eden olaylardan Mustafa Kemal’i sorumlu tutmuş, ağır bir dille eleştirmiştir. Bu konuda birçok dergi ve gazetede yazılar yayınlamıştır. Hilafetin kaldırılmasında neden olarak gösterilen ifadeleri asla kabul etmemiş, hilafetin kaldırılmasında yer alan mebuslar hakkındaki ifadeleri bir hayli ağırdır.(6) Hilafetin kaldırıldığına inanmadı. Hilafetin kaldırılmaması üzerine çağrılarda bulunuldu. Ama durum değişmedi. Bunun üzerine çeşitli bölgelerde halifelik ilan edenler ortaya çıktı. Fakat hiç birisi kimse uzun süre devam edemedi ve zamanla hilafet Müslümanların gündeminden düşmeye başladı. Son zamanlarda hilafetin ihyasını gerçekleştirmeyi hedeflediklerini ortaya koyan bazı akımlar ortaya çıktı.

------------------------------------1. Avcı, Casim, DİA, c. 17, s. 539. 2. Avcı, Casim, DİA, c. 17, s. 540. 3. Akkor, Mahmut, Hilafetin İlgası, s.8. 4. Özcan, Azmi, DİA, c. 17, s. 551. 5. Özcan, Azmi, DİA, c. 17, s. 551. 6. Sabri, Mustafa, Hilafet ve Kemalizm. * Mısıroğlu, Kadir, Hilafet, s. 354.

24

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


Bir Konu Bir Ayet

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Kulluk/Tevhid Gerçegi

ِّٰ ِ‫و‬ ِ ‫الس ٰمو‬ ِ ‫ات َو ْالَ ْر‬ ‫ض َواِلَْي ِه‬ ‫ب‬ ‫ي‬ ‫غ‬ ‫ل‬ َ َّ ْ َ َ ُ ‫يـُْر َج ُع ْالَ ْم ُر ُكلُّهُ فَا ْعبُ ْدهُ َوتـَ​َوَّك ْل َعلَْي ِه‬ ‫ك بِغَافِ ٍل َع َّما تـَْع َملُو َن‬ َ ُّ‫َوَما َرب‬

Seyyid Kutub

İktibas

Ş

Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Hud, 11/123)

urası bir gerçektir ki, şayet ibadet/kulluk kavramının gerçek anlamı sadece sembolik tapınma davranışları olsaydı uğruna bunca peygamberin gelmesini, bunca risaletlerin gönderilmesini hak etmezdi. Gelmiş geçmiş peygamberlerin -selâm üzerlerine olsun- büyük çabalar sarf etmesini hak etmezdi. Tarih boyunca davetçilerin, mü’minlerin karşı karşıya kaldığı bunca işkenceyi, bunca acıyı gerektirmezdi. Tersine insanları topyekun kullara boyun eğmekten kurtarıp, her işte ve her durumda, dünya ve ahiretteki hayat sistemlerinde sadece Allah’a boyun eğmelerini, O’na itaat etmelerini gerçekleştirme olgusu hak etmiştir bu ağır bedeli. “İlahlığın birliği, Rabblığın birliği, otoritenin birliği, egemenliğin birliği, yasama kaynağının birliği, hayat sisteminin birliği, insanların kapsamlı bir şekilde boyun eğdikleri, emirlerine uydukları merciin birliği... Evet, bunca peygamberin göndeCEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

25


ZAFER MERT I rilmesini, uğrunda bunca emeğin harcanmasını, tevhid gerçeği hak etmiştir. Bunca işkenceler, tarih boyunca katlanılan bunca meşakkatler tevhidin gerçekleşmesi uğruna olmuştur. Yüce Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı olduğundan değil elbette. Çünkü yüce Allah âlemlerin hiçbir şeyine muhtaç değildir. İnsanlık hayatı, tevhidin egemenliği olmaksızın ıslah olamadığı, doğru bir çizgiyi izleyemediği, yücelemediği, insana yaraşır bir hayat niteliğini kazanamadığı için bunca çaba sarf edilmiştir. Hiç kuşkusuz tevhidin egemenliği her yönüyle insanlık hayatı üzerinde sınırsız bir etkinliğe sahiptir.”…

TEVHİD GERÇEĞİ 1- En başta -bu kapsamlı şekliyle- tevhid gerçeğinin, bizzat varlığı fıtri ihtiyacı ve insanın bileşimi açısından insan denen varlığın yapısı üzerindeki etkisine, onun düşüncesi üzerindeki etkisine, bir de bu düşüncenin insan bünyesi üzerindeki etkisine bakalım. Bu düşünce meselesi, böylesine evrensel bir şekilde ele aldığından, tüm yönlerini tüm isteklerini, tüm ihtiyaçlarını ve tüm eğilimlerini göz önünde bulundurarak insanın yapısına hitap eder. Onu sürekli ilişki halinde bulunacağı tek bir merciye yöneltir. Her şeyi bu merciden ister ve her şeyiyle bu merciye yönelir. Ümitle bağlandığı, korku duyduğu bu biricik mercidir. O’nun öfkesinden sakınır, hoşnutluğunu arzular. İhtiyaç duyduğu, beklentisi içinde olduğu her şeye bu biricik merci sahiptir. Çünkü her şeyin yaratıcısı, her şeyin sahibi ve her şeyin idarecisi O’dur. Bu düşünce insanın bünyesini varlığını tek bir kaynağa yöneltir. Böylece insan düşüncesini, anlayışını, değer ve ölçülerini, şeriat ve kanunlarını bu kaynaktan edinir. Evrene, hayata ve insana yönelirken, kendisini etkileyen tüm işaretlerin içinde uyanan tüm soruların cevabını bu kaynaktan alır. Bu durumda insanın bünyesi, bir bütün haline gelir. İnanç ve sistem konusunda yardım dileme ve başvuruda bulunma konusunda hayat ve ölüm konusunda çalışma ve hareket konusunda, sağlık ve rızık konusunda, dünya ve ahiret konusunda bilinç ve davranış olarak, düşünce ve pratik olarak

26

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

bir bütünlük arz eder. Parçalanıp ayrılmaz. Birbirinden farklı yollara, değişik ufuklara yönelmez. Birbiriyle uyuşmayan değişik yollara girmez. İnsan bünyesi yapısı belirtilen tarzda bütünlük arz ettiği zaman, gelebileceği en iyi duruma gelmiş demektir. Çünkü o zaman “birlik” haline gelmiş olur. Ve bu, her alanda gerçeğin özelliğidir:.. Çünkü birlik yüce yaratıcının gerçeğidir. Değişik görüntüleri, şekilleri ve durumları ile birlikte evrenin gerçeğidir. Birlik, hayat ve canlıların tüm ve cinslerin farklılığı ile beraber gerçeğidir. Bireylerin ve yeteneklerin çeşitliliği ile beraber insanın gerçeği de birliktir. Birlik insan varlığının gayesidir de. Bu da alanların ve şekillerin farklılığı ile birlikte kulluk gerçeğidir. İnsan bu varlık âleminde gerçeği araştırdığında, bunun böyle olduğunu görecektir… Bu gerçek, ilk Müslümanlardan oluşan seçkin toplumun şahsında doruğa çıkınca, yüce Allah, bunlar aracılığı ile hem insan varlığının, hem de insanlık tarihinin planında derin etkileri bulunan son derece önemli rolleri gerçekleştirdi. Bu gerçek bir kez daha Allah’ın izni ile meydana geldiğinde, Yüce Allah daha büyük, daha çok işler gerçekleştirecektir. Yolunda ne kadar engeller bulunursa bulunsun. Çünkü bu gerçeğin varlığı bizzat karşı konulmaz bir güce kaynaklık etmektedir. Çünkü bu evrenin gücü ile özde birdir. O da bu evreni yaratan güce yöneliktir. Bu gerçeğin önemi sırf imanı düşünceyi doğrultmasından gelmez. Gerçi bu doğrultma bile, tüm hayat binasının dayanağı olan büyük bir hedeftir. Bu gerçeğin önemi, hayattan iyi zevk almayı sağlamasından ve bu zevki yeterlilik ve ahenkliliğin en üst noktalarına ulaştırmasından kaynaklanır. Çünkü insan hayatının değeri artar, bütünüyle Allah’a ibadet haline geldiği zaman, insan hayatındaki tüm hareketler, ibadetin bir parçası ya da ibadetin tümü olarak algılandığı zaman... İbadetin özünde yer eden büyük anlam; ilah olarak yüce Allah’ın bir ve ortaksız kabul edilmesi, kulluğun sadece O’na yöneltilmesidir. İnsan, bundan daha yüksek bir makama yükselecek değildir. Bu makam gerçekleşmediği sürece, insan olgunluk düzeyine ulaşamaz. Bu da Peygamberimizin yükselebildiği en yüce makamdır. İlahtan vahiy alma


I ZAFER MERT makamıdır. İsra-Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya bir gecede gerçekleşen mucizevî yolculuk makamıdır. “Tüm âlemlere bir uyarı olsun diye Furkan’ı kuluna indiren Allah eksikliklerden uzaktır.” (Furkan, 1) “Kulu Muhammed’i, bir gece, Mescid’i Haram’dan (Kâbe’den) yola çıkararak kendisine bazı mucizelerimizi, olağanüstülüklerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescid’i Aksaya (Kudüs’e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve her şeyi görendir.” (İsra, 1) 2- Tek başına Allah’a boyun eğme, sadece O’na itaat etme anlamında ibadette/kullukta tevhidin değerlerinden bir diğerine ve bunun insan hayatındaki etkilerine geçiyoruz. Hiç kuşkusuz Allah’a boyun eğmek, O’ndan başkasına boyun eğmekten kurtuluştur. Kula kulluktan çıkıp, sadece Allah’a kul olma onuruna ermektir. İnsan ancak bu şekilde gerçek onurunu kazanabilir. Ancak bu şekilde gerçekten özgür olabilir. İnsanın onuru ve özgürlüğü İslâm nizamının dışındaki hiçbir düzende garanti altına alınamaz. Yani insanlardan bazısının bazısına çeşitli şekilleri ile kulluk etmek suretiyle boyun eğdiği tüm düzenlerde insanın onuru ve özgürlüğü ayaklar altına alınır. İnsanların birbirlerine kulluk etmesi, inanç sistemine uymak sembolik ibadetleri de sunmak ya da konulan yasalara boyun eğmek şeklinde olması durumu değiştirmez. Hepsi de kulluktur, hepsi de birbirinin aynısıdır. Bütün durumlarda boyunlar Allah’dan başkasının önünde eğilir. Hayatı ilgilendiren herhangi bir meselede Allah’dan başkasının ilkelerine göre hareket edilir. O’na boyun eğilir. İnsanlar birine boyun eğmeden, birine itaat etmeden yaşayamazlar. Bu yüzden birinin otoritesine boyun eğip itaat etmeleri kaçınılmazdır. Sadece Allah’a boyun eğip itaat etmeyenler, hayatın her alanında derhal Allah’dan başkasına kul olmanın çeşitli kötülüklerinin girdabına düşerler.

Hiç kuşkusuz Allah’a boyun eğmek, O’ndan başkasına boyun eğmekten kurtuluştur. Kula kulluktan çıkıp, sadece Allah’a kul olma onuruna ermektir. İnsan ancak bu şekilde gerçek onurunu kazanabilir. Ancak bu şekilde gerçekten özgür olabilir. Hiçbir sınır, hiçbir kural tanımayan arzularının, ihtiraslarının kurbanı olurlar. Bu yüzden insan olma özelliklerini kaybedip hayvanlar âlemine yuvarlanırlar. “Kâfirler hayvanlar gibi yerler, eğlenirler. Durakları cehennemdir onların” (Muhammed, 12) İnsanın insanlığını yitirmesi, hayvanlar âlemine yuvarlanıp gitmesi, kadar büyük kaybı olamaz. İnsan sırf Allah’a kulluk etmenin sadece O’na boyun eğmenin sınırlarını aşar aşmaz, arzu ve ihtiraslarına boyun eğer eğmez insanlığını yitirip hayvanlar alemine yuvarlanır. Çeşitli şekilleri bulunan kula kulluğun kurbanı olurlar. Çeşitli şekilleri ile egemenlerin başkanların kulu olmanın neden olduğu türlü kötülüklerin girdabına düşerler. Bu egemenler ve başkanlar kendi kafalarına göre uydurdukları yasalar doğrultusunda onları yönetirler. Bu kanunların da kanun koyucuların çıkarlarını korumaktan başka bir hedefi, bağlayıcı bir amacı olmaz. Bu kanun koyucuların, her şeyin egemenliğini elinde bulunduran bir fert, bir sınıf ya da bir ırk olması durumu değiştirmez. İnsanlığın genel düzeyine bakıldığında, sadece Allah’dan kaynaklanmayan, O’nun şeriatı ile sınırlı olmayan, onun şeriatını bağlayıcı kabul etmeyen insanların koyduğu tüm hükümlerde bu gerçeği görmek mümkündür. Ne var ki kula kulluk, egemenlere, başkanlara, kanun koyuculara kul olmakla sınırlı kalmaz. Bu kula kulluğun en belirgin şekillerinden biridir, CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

27


ZAFER MERT I ama her şey bundan ibaret değildir. Kula kulluğun diğer bazı gizli şekilleri de vardır. Ve kula kulluğun bu şekli ötekisinden daha köklü, daha katı olur. Buna örnek olarak modacılara yönelik kulluğu gösterebiliriz. Bu modacıların, kendilerini uygar kimseler olarak adlandıran insanların büyük bir kısmı üzerindeki bu egemenlikleri nereden gelir? Hiç kuşkusuz -ister giyim-kuşamla, ister otomobillerle, ister ev-barkla, ister dekorasyonla, ister kutlama partileriyle ilgili olsun, moda tanrılarının uygun gördüğü kıyafetler, stiller, tartışmasız, kesin bir kulluğu temsil etmektedir. Cahiliye mensubu bir kadının veya erkeğin bu kulluktan kaçınması imkânsızdır. Bunun dışına çıkmayı bile düşünemez. Eğer, bu uygar cahiliyeyi yaşayan insanlar moda tanrılarına olduğu gibi, Allah’a boyun eğmiş olsalardı, hiç kuşkusuz, her şeyi ile kendilerini Allah’a adamış birer salih kul olacaklardı. Bu da değilse, peki nedir kulluk? Moda tanrılarının bu yaptıkları Rabblik değilse, hâkimiyet değilse, nedir Rabblik, nedir hâkimiyet? Zavallı, düşkün kadınlara rastlar zaman zaman insan... Ayıp yerlerini ortaya koyan kıyafetlere bürünmüşler. Ama bu kıyafetler boylarına, poslarına, yakışmıyor aslında. Gittikçe çirkinleştiren ya da komik hale getiren boyalar sürünmüşler. Ne var ki moda, Rabblerinin elindeki bu karşı konulmaz ilahlık, o zavallı kadınları bu çirkefi işlemeye zorluyor. Karşı koyacak güçleri, iradeleri yoktur çünkü. Moda tanrılarının buyruklarına boyun eğmeme, itaat etmeme gücüne sahip değildirler. Çünkü çevrelerindeki toplum, topyekun bu tanrılara boyun eğmektedir. Nedir boyun eğmek, nedir itaat etmek, bu da değilse? Şayet bu değilse, nasıl oluyor hâkimiyet, nasıl oluyor Rabblik? İnsanlar sadece Allah’a boyun eğmedikleri; O’nun dışında birtakım kullara boyun eğdikleri zaman yaşayacakları aşağılayıcı kulluğun yalnızca insanın insana egemenliğinin, insanın insana kulluğunun aşağılayıcı iğrenç şekli sadece başkanların, egemenlerin hâkimiyetinde somutlaşmaz.

28

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

Ne var ki kula kulluk, egemenlere, başkanlara, kanun koyuculara kul olmakla sınırlı kalmaz. Bu kula kulluğun en belirgin şekillerinden biridir, ama her şey bundan ibaret değildir. Kula kulluğun diğer bazı gizli şekilleri de vardır. Ve kula kulluğun bu şekli ötekisinden daha köklü, daha katı olur. Buna örnek olarak modacılara yönelik kulluğu gösterebiliriz. Bu modacıların, kendilerini uygar kimseler olarak adlandıran insanların büyük bir kısmı üzerindeki bu egemenlikleri nereden gelir? Hiç kuşkusuz -ister giyim-kuşamla, ister otomobillerle, ister ev-barkla, ister dekorasyonla, ister kutlama partileriyle ilgili olsun, moda tanrılarının uygun gördüğü kıyafetler, stiller, tartışmasız, kesin bir kulluğu temsil etmektedir. Cahiliye mensubu bir kadının veya erkeğin bu kulluktan kaçınması imkânsızdır. Bunun dışına çıkmayı bile düşünemez. Eğer, bu uygar cahiliyeyi yaşayan insanlar moda tanrılarına olduğu gibi, Allah’a boyun eğmiş olsalardı, hiç kuşkusuz, her şeyi ile kendilerini Allah’a adamış birer salih kul olacaklardı. Bu da değilse, peki nedir kulluk? Moda tanrılarının bu yaptıkları Rabblik değilse, hâkimiyet değilse, nedir Rabblik, nedir hâkimiyet?


I ZAFER MERT Bu da, insanların canlarının, ırzlarının, mallarının

tiği daha bir sürü şeye... Evet, orta gelirli bir aile,

korunması bakımından ibadet ve boyun eğmede

gelirinin, emeğinin yarısını bu tanrıların değişen

tevhidin sahip olduğu değeri göstermektedir. Ne

ve hiçbir durumda karar kılmayan arzularına

şekilde olursa olsun, ister kanun egemenliği şek-

cevap vermek için harcar. Hiç kuşkusuz bunun

linde olsun, ister gelenek ve göreneklerin egemen-

arkasında kapital sahibi yahudiler yer almak-

liği şeklinde olsun, ister inanç ve düşüncelerin

tadır. Bu tanrıların dünyasına özgü sanayide en

egemenliği şeklinde olsun, kulların kullara boyun

büyük görevi onlar üstlenmiştir çünkü. Bu yorucu

eğdiği bir ortamda, kulların kullara kulluk ettiği

çabanın, bu kışkırtmanın içinde yer alan hiçbir

bir toplumda insanların ruhları, ırzları ve malları

kadın, hiçbir erkek, bir an bile bu uğursuz boyun

korumasız kalır.

eğmenin gereklerini yerine getirmekten geri ka-

İnanç ve düşüncede Allah’dan başkasına itaat etmenin O’ndan başkasına boyun eğmenin anlamı

lamaz. Bu uğurda emeğini, malını, ırzını, ahlâkını feda etmekten kaçınamaz.

bitmez tükenmez kuruntuların, efsanelerin ve

Son olarak insanın uydurduğu yasaların ege-

hurafelerin pençesine düşmektir. Putperest cahi-

menliğine kul olmanın getirdiği zorluklara de-

liye toplumları bunun değişik şekillerini temsil

ğinelim... Allah’a kulluk yapan birinin Allah’a

etmektedir. Halk tabakalarının asılsız kuruntuları da buna örnektir. Halk tabakaları, bozuk inançlarının, sapık düşüncelerinin baskısı sonucu mal-

sunduğu kurbanların kat kat fazlasını Allah’dan başkasına kulluk edenler egemen Rabblere sunarlar. Mallarını, canlarını ve ırzlarını bu uğurda

larından, -kimi zaman evlâtlarından- kurbanlar,

harcarlar.

adaklar adarlar, hurafeler uğruna. İnsanlar hep

“Vatan”dan, “millet”ten, “ırk”tan, “sınıf”tan ve

korku duyarlar. Bu farklı ve mevhum Rabblerden ve bu Rabblerle ilişki halinde olan tapınak bekçilerinden, kâhinlerden... Cinler ve ifritlerle ilişki kuran büyücülerden... Gizli sırların sahibi şeyhlerden, velilerden... Ve daha nelerden, nelerden... İnsanların ürperdikleri, korktukları, sürekli yakınlaşmak istedikleri, ümit bağladıkları bir sürü hurafelerden... Boyunlarını büken, emeklerini çarçur eden, enerjilerini bir hiç uğruna tüketen asılsız kuruntulardan...

“üretim”den putlar dikilir... Bunların dışında daha bir sürü putlar ve Rabbler... Bunlar için davullar çalınır, bayraklar dikilir. Putlara kulluk edenler, canlarını ve mallarını bu tanrılar uğruna tereddütsüz feda etmeye çağırılırlar. Yoksa tereddüt geçirmek ihanettir, ayıptır. Hatta ırzlar bile, bu putların istekleri çakışacak olursa, feda edilecek olan ırzlarıdır. Bu durum, uğruna kan dökülecek kadar büyük bir şereftir onlarca. Bu putların çevresine yerleştirilen borazanlar,

Gelenek ve görenekler açısından Allah’dan baş-

onların ötesinde yer alan Tanrılar ve egemenler

kasına boyun eğmenin ondan başkasına itaat

böyle söylemektedir çünkü.

etmenin getirdiği zorluklara örnek olarak kılık kıyafet ve moda tanrılarının buyruklarını göstermiştik. Bunun yanında bu tanrıların uğruna -Paymal olan ırz ve ahlâkın yanında nice malların, nice emeklerin harcandığını da bilmemiz gerekir.

Yeryüzünde sadece Allah’a kulluk edilsin, insanlar tağutlara ve putlara kulluk etmekten kurtulsun ve insanlık hayatı, Yüce Allah’ın insanlar için dilediği yüce ufuklara ulaşsın diye Allah yolunda yapılan cihadın gerektirdiği tüm fedakâr-

Orta gelirli bir aile, çeşitli kremlere, parfümlere,

lıklar... Evet, Allah yolunda cihadın gerektirdiği

ruj ve boyalara saç yaptırmalar ve (ondüle) et-

tüm fedakârlıkların aynısını hatta fazlasını Al-

tirmeler, her yıl değişen kıyafetlerin yapımında

lah’dan başkasına boyun eğenler feda etmekte-

kullanılan kumaşlara, ardından uygun ayak-

dirler. Allah yolunda cihad ettiklerinde, çeke-

kabılara, ayakkabılar, kıyafet ve saç modeli ile

cekleri azap ve meşakkatlerden şehit olmaktan,

uyuşacak takılara... Bu uğursuz tanrıların emret-

can, mal ve evlât kaybından korkanlar, Allah’dan CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

29


ZAFER MERT I başkasına kul olmanın, ondan başkasına boyun

sılır kalır. Bunun için yeniden bu yorucu çabaya

eğmenin, cana, mala ve evlâda getirdiği yüküm-

ihtiyaç duyacaktır.

lülükleri bir düşünsünler. Bu uğurda paymal olan

Bu yorucu çaba esnasında enerjiler; mallar -kimi

ırzlar ve ahlâk da çabası... Yeryüzüne egemen olmuş tağutlara karşı Allah yolunda girişilen cihadın gerektirdiği yükümlülükler, Allah’dan başkasına boyun eğdiklerinde, yerine getirmek

Eğer bunların bir kısmı yeryüzünün imarı ve bol üretim için harcanacak olsaydı, insanlık hayatının yükselmesi ve refah düzeyinin artması için har-

zorunda oldukları yükümlülükler kadar değildir.

cansaydı, insanlığa sonsuz iyilikler sağlayacaktı.

Bütün bunların dışında bir de zillet için çirkefler

Ne var ki, bu enerjiler ve mallar -kimi zaman

ile dolu utanç verici bir hayat...

canlar ve ırzlar- insanların iyiliği ve refahı için

3- Öte yandan, ibadette tevhid, sadece Allah’a boyun eğme, O’nun dışında birtakım yaratıklara

harcanmaz. İnsanlar tek başına Allah’a boyun eğmeyip, O’nun dışında tağutlara boyun eğdikçe...

kulluk etmeyi reddetmek, insan enerjisini sahte

Bu değinmelerle insanların tek başına Allah’a

tanrıların ilahlaşması uğruna harcanmaktan ko-

boyun eğmeyip, O’ndan başkasına kul olmaları

ruması ve bu enerjiyi topyekun yeryüzünün

durumunda enerji, mal, imar ve üretim alanında

imarına, kalkınmasına, yeryüzündeki hayat düzeyinin yükselmesine yöneltmesi bakımından büyük değere sahiptir. Bu cüzde daha önce de işaret ettiğimiz gibi ortada inkâr götürmez apaçık bir gerçek vardır... Her ne zaman Allah’ın kullarından bir kul, kendisini bir tağut haline getirip insanların Allah’ı bırakıp kendisine kulluk yapmalarını istemişse, bu tağut öncelikle, kendisine kulluk yapılması (yani itaat edilmesi, emirlerine uyulması) için tüm kuvvet ve enerjilerin şahsının korunması sonra da kendisinin ilahlaşması uğruna harcanmasına ihtiyaç duyacaktır. Kendisini övgüyle tesbih eden, adını zikreden yüce `ilahlık’ makamını doldurması için basit `kulluk’ görüntüsüne üfleyip şişiren kuklalara, dalkavuklara, borazanlara ihtiyaç duyacaktır. Bu “kulluk” görüntüsüne üflemekten, çevresinde ilahiler ve dualar mırıldanmaktan bir an bile geri kalmamaları gerekecektir. İsminin yücelmesi, kendisine kulluk edilen bir atmosferin oluşması için çeşitli yöntemlerle gösteriler, toplantılar düzenlenmesine ihtiyaç duyacaktır. Ne var ki bu, hiçbir zaman durmayacak, son de-

30

zaman canlar kimi zaman da ırzlar- harcanır.

uğrayacakları zararın boyutlarını ortaya koymaktadır. Bu can ve ırz, konusunda uğradığı zararla birliktedir. Bir de zillet, baskı, çirkef ve utanç verici bir hayat vardır. Bu durum yeryüzü menşeli düzenlerin sadece biri için geçerli değildir. Hepsi de birdir bu noktada. Sadece rejimler ve fedakârlıkların türü değişiktir. Yine ortaya çıkıyor ki, yalnız Allah’a bağlılık ilkesinden sapıp, kendilerinden birilerine Allah’ın yasası dışında bir yasa ile hükmetme fırsatı verenler, neticede Allah’tan başkasına kulluk etmenin bedbahtlığına düşmüş olurlar. Sonuçta insanın, insanlığını, onurunu ve özgürlüğünü yiyip bitiren bir kulluğa duçar olurlar. İnsanlara hükmeden bu düzenlerin şekli ne kadar değişirse değişsin fark etmez. İsterse bu düzen birtakım insanların kendilerine insanlığı, özgürlüğü ve onurlu bir hayatı getireceğine inandıkları bir düzen olsun! Avrupa sahte bir din anlayışı ile kendisine zalimlik ve diktatörlük yapan kiliseden kaçtığı sırada Allah’tan da kaçıyordu. Bütün insani değerlerini ayakaltına alan kiliseye yönelik devrimi sırasında, evet bu ilginç ve cahil zaferinin ilk dönemlerinde yüce Allah’a da başkaldırdı!

rece yorucu bir çabadır. Çünkü basit “kulluk”

İşte burada insanlar bireysel iradeye dayanan

görüntüsü, çevresindeki üflemeler, davullar, çal-

demokratik düzenlerin himayesinde, insanlıkla-

gılar, tütsüler, tesbih sesleri ve mırıldanmalar ke-

rına, özgürlüklerine, onurlarına ve çıkarlarına en

silir kesilmez, büzülür, basitleşir, küçülür ve kı-

uygun düzene kavuşacaklarını sandılar. Böylece

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I ZAFER MERT bütün umutlarını insanlar tarafından düzenlenen

ların mallarını ve-maddi menfaatlerini de sonuna

anayasaların teminat altına aldıkları hak, gü-

kadar sömürmeye devam eder!

vence ve özgürlüklere, demokratik parlamenter rejimlere, basın özgürlüğüne, yasama ve yürütme mekanizması tarafından verilen güvencelere, seçmen çoğunluğunun kararına ve burada adını vermediğimiz, fakat bu demokratik düzenleri kuşatan korkunç hayaletlere bağladılar... Fakat sonuç ne oldu? `Kapitalizm’ daha da azgınlaştı. Öyle bir azgınlaştı ki, bu güvencelerin tamamını ve bu kurumların hepsini kuşattı. Onların hepsini kuru laflar, soyut hayaller haline çevirdi! Çoklukla kapitali elinde bulunduran zalim, azınlığı alçakça bir kulluk yapma zilletine düşürdü. Çünkü parayı elinde bulunduran, aynı zamanda parlamentonun çoğunluğunu da eline geçirmişti. Dolaysıyla insanlar tarafından düzenlenen anayasaları da yine bu azınlık yapmış oluyordu. Basın özgürlüğünü de, insanların yüce Allah’tan uzak bir şekilde kendi insanlıklarına, özgürlüklerine ve onurlarına güvence ve teminat zannettikleri diğer

İşte bütün bu öneminden dolayı, yüce Allah’ın peygamberlik misyonlarında (risalet) ve kitaplarında, ilahlık ve kulluk meselesine bu kadar önem verilmiştir.. İşte bu surede, söz konusu önemli meselenin yalın bir örneğini sergilemektedir. Bu mesele, sadece tarihteki basit cahiliye sistemlerinde yer alan putlara ve heykellere tapmakla ilgili değildir. Her yerde ve her zaman var olan bütün insanlarla ilgili bir meseledir. Bütün cahiliye sistemleri ile ilgilidir.. Tarih öncesi cahiliyesini, tarih sonrası cahiliyesini, yirminci yüzyılın cahiliyesini ve kulların kullara kulluğu ilkesine dayanan bütün cahiliyeleri kapsamına almaktadır. Bu mesele hakkında söyleneceklerin özü şudur: Bir bütün olarak bu Kur’an’ın direktiflerinden açıkça anlaşılıyor ki, bu surede “ibadet” olarak ifade edilen boyun eğme, itaat etme ve hâkimiyet meselesi, inanç, iman ve İslâm meselesidir. Fıkıh,

bütün güvenceleri verenler de, onlardı!

siyaset ya da düzen meselesi değildir.

Sonra insanlardan bir kesim, ‘kapital’in ve ‘burju-

Bu bir inanç meselesidir, inancın varlığı ya da

va’nın azmasına zemin hazırlayan, bireyin tercihine dayalı bu ferdiyetçi düzenlerden kaçıp ‘sosyalist düzenler’e sığındı! Peki, bunlar ne yaptılar?

yokluğu meselesidir. Bu bir iman meselesidir. İmanın geçerliliği ya da geçersizliği meselesidir. Bu İslâm meselesidir; İslâm’ın gerçekleşmesi ya

‘Kapitalist’ burjuva sınıfının egemenliğini, ‘prole-

da gerçekleşmemesi meselesidir.

tarya’ sınıfının egemenliği ile değiştirdiler! Veya

Sonra bu kanun, nizam ve hükümlerde, rejim-

kapitale ve şirketlere sahip olan kesime boyun eğmeyi, hem mala, hem de otoriteye sahip olan devlete boyun eğme ile değiştirdiler! Bu ise, kapitalist sınıfın egemenliğinden daha tehlikeli bir durumdur! İnsanın insana boyun eğdiği her durumda, her rejimde, her düzende, insanlar, mallarının ve canlarının en ağır vergisini vermişlerdir. Her zaman değişik biçimde ortaya çıkan ilahlara bu vergilerini takdim etmişlerdir! Herhalde ve mutlaka bir kulluk yapısı gerekmektedir! Eğér bu kulluk yalnız Allah için olmazsa, Allah’dan başkasına yapılmış demektir... Tek Allah’a kulluk, insanları kurtarır. Onları özgür, onurlu, şerefli ve üstün kılar... Allah’tan başkasına kulluk ise,

lerde kanun ve nizamı gerçekleştiren, hükümleri uygulayan toplumlarda somutlaşan pratik hayatın sistemi meselesidir. Ayrıca “ibadet/kulluk” meselesi sembolik tapınmalar meselesi değildir. Pratik hayatın içinde, boyun eğme, uyma, düzen, yasa, fıkıh, hüküm ve rejim meselesidir. Böyle olduğu için, bu dinde somutlaşan ilahi sistem de bu kadar önem kazanmıştır bu mesele. Peygamberlerin ve dinlerin gönderilmesini bu yüzden gerektirmiştir. Bunca işkencenin meşakkatin çekilmesini bunca fedakârlığa katlanılmasını böyle olduğu için hak etmiştir…

insanın insanlığını, onurunu, özgürlüklerini ve

Bu büyük lütfuna karşılık yüce Allah’a ham-

üstünlüklerini yiyip bitirir... Bunun yanında on-

dolsun. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

31


Hadis-i Serif

sallallahu aleyhi ve sellem

‫عن متيم الداري رضي هللا تعاىل عنه‬ :‫مسعت رسول هللا صلى هللا عليه وسلم يقول‬:‫قال‬ ‫“ليبلغن هذا األمر ما بلغ الليل والنهار وال يرتك هللا بيت مدر‬ ‫وال وبر إال أدخله هللا هذا الدين بعز عزيز أو بذل ذليل عزا‬ ”‫يعز هللا به اإلسالم وذال يذل هللا به الكفر‬

İlahi R Davada Cilveli Kader; Yenilgi İçinde Gizlenmiş Zafer

asulullah aleyhisselam davete başladığında yalnızdı ve yegane yardımcısı Rabbiydi. Davetinin ilk başlarında, en nazik ve hassas zamanlarda, insanlar iman etmiyor diye üzüntüden iç çekerken gelen ilahi buyruklar motive ediyordu kendisini. Yetim bulup barındıran koruyor, muhafaza ediyordu her daim. Kendisi aleyhine kalkan el, en yakından dahi olsa, amca eli bile olsa kıyamete kadar nasipsizliğe düçar ediliyordu. Sahte güneşlerle kendisini kandırmaya çalıştıklarında hakikatin nuruna sığınıp “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bu davadan dönmem” kararlılığını gösteriyordu. Şahsına ve ona inananlara yapılan her türlü ahlak ve erdem dışı davranışa karşı, sığınıyordu kendisini alemlere rahmet kılana. Şirkin ve küfrün güçlü tazyikine rağmen bent olmuştu tek başına isyan ve inat tuğyanına. Ezelde yazılmış ilahi muzafferiyetin nazlı anını bekliyordu her daim. “Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır.”(1) “Bu dava kemale erecek” buyuruyordu en zor zamanlarda bile. Teskin ediyordu Habbapları “Acele etmeyin” diye. Alemlere gönderilmiş bir davayı kim, nasıl sindirebilir ki? Sanki fecrin daha berrak ve aydınlık olması için geceyi daha da karartıyordu zulüm. Zaten gece ne kadar uzun olsa da “Sabah yakın değil miydi?” Güneşin doğmasına kim mani olabilir ki?

32

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I ALİ YÜCEL Mekan fark etmiyordu bu dava için, alemlere rahmet ise Muhammed -canlar feda ona- alem sayılan her yerde anlatabilirdi davasını. Mekke yüz mü çevirdi, ne güne durur Taif. O da mı nasipsiz davrandı, açar sinesini o zaman Medineler. Başarı muhakkak ilahi nusret ile olacak ya, o zaman boyun eğer inatçı Mekke bile, çatırdar nice bin yıllık sistemler, düşünceler, felsefeler, Kisralar, Kayserler. Birileri yalnız bıraksa da Rabbi yalnız bırakmayacaktı onu, davası mutlak galip gelecekti. Hal ve şartlar görünürde başka olsa da gerçek buydu. Hem işin hakikatini kavrayanlar için ne ifade edebilir ki görüntü? Hudeybiye yenilgi gibiydi ancak her şeyin hakikatini en ince ayrıntısına kadar bilen “Biz, sana apaçık bir fetih verdik” dedi. Görünürde hendeklerde mahsur olunsa da “İran’ın ve Bizans’ın hazineleri verilmişti” işin gerçeğini bilenlere. O yüzden aldanmayın siz dünya ekranında gördüklerinize, “Eğer inanıyorsanız muzaffer olanlar sizlersiniz ezeli yazgıda.” Bir kaç yılda ne yapılabilirdi ki bunca cehalete, zulme ve tuğyana? Ama aldanmayalım dedik ya görünen manzaraya, asıl manzara gerçekten de bambaşka. Bak çehresi değişmiş bile inatçı Mekke’nin, “Ciğerparelerini göndermeye başlamış” bile. Kendi çağırıyor, sahiplenmek istiyor bağrından atmaya çalıştığı davayı. Görüntüde onlarca yenilgiyle büyüyen zafer, eşkiyaları evliyaya tebdil etmeye başlamış bile. Adalet dağıtıyor Ömer’ler, hikmet pınarı gibi Ebu’d-Derdâlar, dünya kandırmacasına karşı tetikte Ebu Zerr’ler, irfan saçıyor İbn Mesud’lar. Peygamberlik mirasından kana kana içmiş Hasan-ı Basri’ler inciler saçıyor, Said b. Cübeyr’ler ihya ediyor Hubeyblerin yolunu. Yedi cihana nam salmış yol kesiciler Harameyn’in en güzel abidleri olmuşlar, haykırıyorlar davranışlarıyla “Allah nurunu tamamladı.” Köşesine sinmiş karanlık ve temsilcileri elbette boş durmayacaktı, söndürmeye çalışacaklardı gözlerini kamaştıran nuru, balçıkla sıvamaya çalışacaklardı güneşi. Dikenler döşeyeceklerdi yollarına aydınlığın, tuzak kuracaklardı iblisçesine, boğmaya çalışacaklardı beşikteki bebek misali davayı, “bu dava büyümemeliydi” hesaplarınca.

Her yolu deneyeceklerdi emellerine ulaşmak için, yakacaklar, yıkacaklar, kurban edeceklerdi kirli emelleri için insanı insan yapan hasletleri. Elleri boş durmayacaktı, ağızlarıyla söndürmeye çalışacaklardı sinelerde tutuşmuş iman ateşini. Mağlubiyeti mukadder olan iblisi düşününce insan, o zaman anlam verebiliyor bir nebze iblisleşmiş, insan suretli bu varlıkların yaptığına. Peygamberler halkasının sonuncusu ve hâtemi ile başlamış bir durum değildir bu. İrade nimetinin mükerrem varlığa bahşedildiği günden beri cereyan edip gelen bir hadisedir. Hiçbir irade sahibinin tarafsız kalamayacağı iki taraflı bu savaşın bir cephesini teşkil eden batıl, hakka nüfuz edip onu sindirmek için her zaman olanca gayretini sarfedegelmiştir. Ne var ki bu çaba, batılın ezeldeki yazgısını pekiştirmekten öte bir şey ifade etmemektedir. “Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bindiririz de o, batılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, batıl yok olup gitmiştir.”(2) Kimi zaman iblis şahsında, kimi zaman Âd kavmi şahsında, kimi zaman Firavun, kimi zaman Roma şahsında, bir zamanlar İngiltere şimdilerde A.B.D şahsında galip ve muzaffer gözüken batıl, hadis-i şeriflerde ahir zamanda zuhur edeceği inzar edilen Deccal’in yapacaklarına benzer bir şekilde harikulade sayılabilecek işler yapsalar da kendilerini varlık sahnesine çıkaranın kaderine boyun eğip yok olmaya mahkum olacaklardır. Hakkın zuhûru batılın indirâsı için bir milat olacaktır. Ebu Cehil ve Ebu Leheb’lerin şahsında galip gözüken batılın, iki cihan güneşi ile yokluğa müncer olduğu gibi. “De ki: Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya/yok olmaya mahkumdur.”(3) Buhtunnasr ölüme bile merhamet okuturcasına kırıp geçirmişti müslümanları, rivayetlere göre peygamberleri bile esir almış, zindana attırmıştı. Zü-Nüvâs hendeklere ateş doldurup yakarak kastetmişti Ashab-ı Uhdud’un canına. Ateş ile susturmak istemişlerdi Hz. İbrahim’i. Bilal’e, Ammar’a, annesi Sümeyye ve babası Yasir’e, Habbab’a, bizzat Rasul-ü Zi-Şan’ın kendisine ve adı hatıra bir anda gelecek nice müslümana neler yapıldığına şahittir tarih. Eziyetler, işkenceler, alaylar, tahkirler, öldürmeler ve daha neler neler. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

33


ALİ YÜCEL I

Mekan fark etmiyordu bu dava için, alemlere rahmet ise Muhammed -canlar feda ona- alem sayılan her yerde anlatabilirdi davasını. Mekke yüz mü çevirdi, ne güne durur Taif. O da mı nasipsiz davrandı açar sinesini o zaman Medineler. Başarı muhakkak ilahi nusret ile olacak ya, o zaman boyun eğer inatçı Mekke bile, çatırdar nice bin yıllık sistemler, düşünceler, felsefeler, Kisralar, Kayserler. Birileri yalnız bıraksa da Rabbi yalnız bırakmayacaktı onu, davası mutlak galip gelecekti. Hal ve şartlar görünürde başka olsa da gerçek buydu. Hem işin hakikatini kavrayanlar için ne ifade edebilir ki görüntü? Hudeybiye yenilgi gibiydi ancak her şeyin hakikatini en ince ayrıntısına kadar bilen “Biz, sana apaçık bir fetih verdik” dedi. Görünürde hendeklerde mahsur olunsa da “İran’ın ve Bizans’ın hazineleri verilmişti” işin gerçeğini bilenlere. O yüzden aldanmayın siz dünya ekranında gördüklerinize, “Eğer inanıyorsanız muzaffer olanlar sizlersiniz ezeli yazgıda.”

Engizisyon zulümhanelerinde yapılanlar, haçlı saldırılarında işlenen cürümler, Sabra-Şatilla, Halep-Hama, Keşmir, Bosna, Eritre, Orta Afrika, Mısır, Cezayir, Tunus, Arakan, Bağdat, Ebu Ğureyb, Bagram, Guantanamo, Tora-Bora, İskilip, Diyar-ı Bekr ve bütün bir coğrafya. Öldürmek için gelmişlerdi, yok etmek için. Öldürürken bile arzularını tatmin etmek istiyorlardı, envai çeşit ölüm kusuyorlardı dört bir yandan, tanktan, uçaktan. Adı, esamesi okunmasın istiyorlardı “Rabbim Allah’tır” diyenleri, ademe mahkum etmek istiyorlardı müslümanları, düşmanın rengi artık yeşildi bütün ülkelerde, beldelerde. Ölüm yağmalıydı Gazze’ye, nefes almamalıydı Grozni, başını kaldırmamalıydı Bilâd-ı Şâm. Fırat tekrar kan akmalıydı Moğol eşkiyasının yaptığı gibi. Yıkılmalıydı kütüphaneler, yok olmalıydı Endülüs ve bahsi bile geçmemeliydi İslam’ın. Ama kaderin üstünde bir kader vardı, Allah zalime mühlet verir asla ihmal etmezdi. Zulüm ile âbâd olunur muydu hem? Karanlık galip gelebilir miydi aydınlığa? Yenilgisi ilahi fermanla kesin olanlar yenebilirler miydi hiç? Kader denilen sırr-ı ilahinin işvesiydi tüm bu olanlar. Hudeybiye’de, onca müslümanın arasında, Ömer gibi cengaverlerin yanında iki müşriğe teslim edilmesi gerekiyordu Ebu Cendel’in. Mekke’nin fethi için gerekliydi bu kadar cilve. Selahaddin’i şevke getiriyordu Mescid-i Aksa’nın tepesindeki haç, yerinden alaşağı edeceği günü bekliyordu hrıstiyan kuruntusunu. Moğol zulmü Ayn-ı Câlut’ta kahramanların doğmasına vesile olacaktı. Mezarlığa dönmüş İslam diyarlarındaki kahreden sessizlik yetiştirecekti Hasan el-Benna’yı. Amerika’nın zulmü bu asırda yaşayan Fudayl b. İyazları gösterecekti bize, Hz. Osman gibi fedakarca cihad ehline hizmet eden insanlara şahit olacaktık, Uhud’da akrabaları şehit edildiği halde İslam’ı, Rasulullah’ı dert edinen kadınlara ev sahipliği yapacaktı Gazze, evlatları şehit olsa bile “Nerede Kur’an” diye soran analara. Ashab-ı Uhdud kıssasındaki genç misali, şehadetiyle nice gençlere rehberlik edecek şehitler kazanacaktık. Zü-Nüvas, o imanlı genci şehit ettiğinde her şey bitecek zannediyordu ama dedik ya işin cilvesi

34

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I ALİ YÜCEL bu. İmanlı bir şekilde Rabblerine kavuşması için Ashab-ı Uhdud’un, bir şehit lazımdı. Nemrud’un sonu için ateşe atılmaya çalışılan İbrahim gerekliydi. Firavun’un sahibiyim dediği suda boğulması için onun sarayında büyümesi lazımdı Musa’nın. Haccac-ı Zalim’den kurtulması için insanlığın, canını vermeliydi Said b. Cübeyr. Zulmü artırmalıydı Bizans, İstanbul’un fethi için. “Yoldaki İşaretler’in ne olduğunu öğretmek için darağacındaydı Seyyid Kutub. Şirin yüzlü, karanlık özlü ceberut zalimlerin maskesini düşürmek için asılıyordu İskilipli Atıf, Şeyh Said. İlmine ve kudretine kurban olduğum, nasıl da ilmek ilmek dokumuş! Saraya sultan olmadan kuyuya atılmak gerekiyormuş Yusuf’a, nerden bilsin aciz insanoğlu bu hakikati. Tek Rabbinin minnetini hissetsin diye öksüz ve yetim büyümeliymiş efendiler efendisi. İman etmesi için Ninova’nın, balığın karnında kalması gerekiyormuş Hz. Yunus’un. Kaderi böyle insicamlı bir şekilde ören Zat-ı Zü’lCelâl’in, alemlere rahmet olarak gönderdiği, bütün varlığın peygamberi olan, doğru sözlü ve doğruluğu en üst mertebeden tasdik edilmiş Rasulullah aleyhisselam’ın başına gelenler de bu zaviyeden okunmalıdır. Onun yolunu takip eden müslümanların başına gelenleri de aynı açıdan değerlendirmelidir müslümanlar. Her senesi belki de her saniyesi müslümanlara zulüm ile anılacak koca bir asrın ardından dünyanın dört bir yanında başını topraktan çıkaran filiz misali İslam’ın adını yüceltmek isteyenler haykırmaktadırlar artık “Hak geliyor, zail olacaksınız batılın taraftarları, sineceksiniz karanlığınızla.” İçinde parlak bir zafer barındıran zahiri yenilgiler... Belki kaderin cilvesi bunu gerektiriyordu. -Olanı ve olacağı ilm-i ezelisi ile kuşatan Allah, bütün noksanlıklardan münezzehtir.- İnandığımız ve iman ettiğimiz bir husus; Allah kuluna borçlu kalmazdı asla, “Müminlere yardım ise uhdemizde bir haktır”(4) buyurmuştu ve yolunu tutanlara yardım ve nusretini elbet gösterecekti. Zorluğun zahmetine katlananlar kolaylığın rahmetini mutlaka yudumlayacaktı, Yemen’den Hadramevt’e kadar selametle gidecekti yolcular hiç korkmadan. Biz, yarın için olacakları feraset ehlinin Allah’ın nuru

Muhakkak ki bu din, gece ve gündüzün bulunduğu her yere ulaşacaktır. Allah azze ve celle, şehirde olsun köyde olsun her eve bu dinin girmesini sağlayacaktır. ile bakan bakışlarına tevdi ederken asla yalan söylemeyen, sâdık-ı masdûk olan Efendimizin müjdesi ile bitiriyoruz. Temim ed-Dâri radıyallahu anhu anlatıyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Muhakkak ki bu din, gece ve gündüzün bulunduğu her yere ulaşacaktır. Allah azze ve celle, şehirde olsun köyde olsun her eve bu dinin girmesini sağlayacaktır. Böylece kimini aziz kimini de zelil kılacaktır. Bu öyle bir izzettir ki, Allah onunla İslam’ı aziz kılacaktır. Öbürü de öyle bir zillettir ki, Allah onunla küfrü zelil kılacaktır.” Temim ed-Dâri derdi ki: “Ben bunun tasdikini akrabalarımda gördüm. Onlardan müslüman olanlar hayır, şeref ve izzet sahibi olurken küfürde kalanlara ise zillet, alçaklık ve cizye isabet etmişti.”(5)

-------------------------------------------1. 2. 3. 4. 5.

Mücadele Suresi 21. Enbiya Suresi 18. İsra Suresi 81. Rum Suresi 47. Müsned, 16957. Şuayb el-Arnavut hadis hakkında “Müslim’in şartına uygun olarak sahihtir” demiştir. Beyhaki, Sünen-i Kübrâ 9/181. Hâkim, Müstedrek 4/430. Hâkim, Buhari-Müslim’in şartına uygun olarak sahih olduğunu belirtmiş, Hafız Zehebi’de buna muvafakat etmiştir.

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

35


KALBE HAYAT VEREN HUŞU’DUR

Huşu, ibadetlerin ruhudur. Kişinin ibadetlerinden nasibi, huşusu oranındadır. Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâlâ kitabında huşu sahiplerini övmüş, kalpleri katı olanları ise yermiştir. Allah-u Teâlâ, huşu sahiplerinin imamları olan birçok peygamberini zikrettikten sonra şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bunlar hayırlı işler yapmaya koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize huşu ile derinden saygı duyarlardı.” (Enbiyâ: 90)

A

zamet sahibi olan Allah’a hamdeder, kulları arasında Allah’ı en iyi tanıyan ve O’ndan en

fazla korkan Efendimiz’e, onun âline, ashabına ve kıyamete kadar ihsan ile onlara tâbi olanlara salât ve selam ederiz. Şimdi: Hayatın ruhu, Allah’a kul olmaktır. Allah’a hakiki kul olmak, muhabbet ve haşyet ile mümkündür. Bütün hayatı Allah-u Teâlâ’nın muhabbeti ve O’ndan haşyet etmek üzerine ikame etmek, kalbin hayatına ve ıslahına bağlıdır. Kalbi salih olanın, bütün hayatı salih olur. Kalbi fasid ve fâsık olanın, bütün hayatı bozuk ve fısk’u fücur içerisinde olur. İşte kalbe hayat veren ve kalbi ıslah eden en önemli azık, huşu ilmidir. Bu ilim, uzun zamanlardan beridir insanların arasından kaldırılmış ve unutulmuştur. Bu sebeple bu konunun üzerinde

36

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I MAHMUT VARHAN hassasiyetle durulmalı ve kalbin ilacı olan bu ilim elde edilmeye çalışılmalıdır. Tabi ki bu sadece okuyarak ve bilgi sahibi olarak elde edilecek bir şey değildir. Allah’ın tevfiki ile acı da olsa bu ıslahı sağlayacak bazı ilaçları kullanmak ve kuvvetli bir iradeye sahip olmak gerekir. Biz burada bir nebze de olsa huşu ilminin mahiyetinden ve gerekliliğinden bahsedeceğiz. 1- Huşu’nun Tarifi ve Hakikati İbni Receb el-Hanbeli huşu’yu şöyle tarif eder: “Huşu’nun aslı; kalb yumuşaklığı, kalb inceliği, kalbin sükûneti, kalbin boyun eğmesi, kırıklığı ve ateşi/yanmasıdır. Kalb huşu’ya erince, onu diğer âza ve organlardaki huşu’ takip eder. Çünkü organlar kalbe tâbidir.”(1) Görüldüğü gibi huşunun yeri kalptir. Kalb huşu sahibi olunca, diğer bütün organlar da ona tâbi olarak huşu sahibi olurlar. Çünkü kalb, bütün organların sultanı konumundadır. Dolayısıyla hem iyi olmakta ve hem de bozulmakta bütün organlar kalbe tâbidirler. İşte bunun içindir ki Nu’man b. Beşir’in rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “...Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır ki, o iyi olduğu zaman vücudun tamamı da iyi olur. O bozulduğu zaman vücudun tamamı da bozulur. Dikkat edin ki o kalptir.”(2) Tabiînin büyüklerinden olan Said b. Cübeyr rahimehullah, namaz kılarken elbisesiyle oynayan bir adamı görür ve şöyle der: “Şayet bunun kalbi huşu içerisinde olsaydı, âzaları da huşu içinde olurdu.”(3) Kalp huşu sahibi olunca kulak, göz ve diğer organlar da huşu sahibi olurlar. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali b. Ebi Talib’in rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem rükûda iken şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Sana rükû ettim. Sana iman ettim ve Sana teslim oldum. Benim kulağım, gözüm, iliklerim, kemiklerim, sinirlerim (ve ayaklarımın taşıdığı vücudum) huşu içerisinde boyun eğerek Sana saygı ile eğilmiştir.”(4) Kalbi huşu içerisinde bulunan bir kimse, bütün ibadetlerinde ve özellikle namazında Rabbini müşahede eder ve Rabbinin kendisini murakabe ettiğini hissederek hareket eder. Bu kimse hayatı

Kalbi huşu içerisinde bulunan bir kimse, bütün ibadetlerinde ve özellikle namazında Rabbini müşahede eder ve Rabbinin kendisini murakabe ettiğini hissederek hareket eder. Bu kimse hayatı boyunca Rabbinin kendisini görmekten razı olmayacağı bir yerde bulunmaz ve Rabbinin kendisini görmek istediği bir yerden de asla kaybolmaz. Artık onun bütün hayatı Allah için olur. İşte bu, en yüce mertebe olan ihsan mertebesidir ve bu mertebeye ancak huşu ile ulaşılır. boyunca Rabbinin kendisini görmekten razı olmayacağı bir yerde bulunmaz ve Rabbinin kendisini görmek istediği bir yerden de asla kaybolmaz. Artık onun bütün hayatı Allah için olur. İşte bu, en yüce mertebe olan ihsan mertebesidir ve bu mertebeye ancak huşu ile ulaşılır. Hz. Ömer radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Bana ihsanı anlat” der. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “(İhsan) görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, muhakkak O seni görmektedir.”(5) İbni Receb el-Hanbeli der ki: Seleften ârife bir hanım şöyle demektedir: “Her kim Allah’ı müşahede edercesine Allah Celle Celâluhû için amel ederse, o kimse âriftir. Her kim de Allah Celle Celâluhû’nun kendisini müşahede ettiğini hissederek Allah için amel ederse, o kimse de muhlis/ ihlaslıdır.” Bu ârife hanım burada iki makama işaret etmektedir: Birinci Makam: İhlas makamıdır. Bu, kulun Allah’ın kendisini müşahede ettiğini, Allah’ın ona muttali olduğunu ve Allah’ın ona yakınlığını düşünerek Allah Celle Celâluhû için amel etmesidir. İşte kul amelinde bunu hissettiği ve bu hal üzere amel ettiği zaman, Allah için ihlaslı olmuş CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

37


MAHMUT VARHAN I olur. Çünkü kulun amelinde bunu hissetmesi, Allah’tan başkasına iltifat etmekten ve ameliyle Allah’tan başkasını irade etmekten onu alıkoyar. İkinci Makam: Müşahede makamıdır. Bu, kulun kalbiyle Allah-u Tebâreke ve Teâlâ’yı müşahede edercesine amel etmesidir. Bu da kalbin iman ile nurlanmasından ve basiretin Rabbini tanımasından kaynaklanır.(6) İşte huşunun hakikati budur. Huşunun semeresi de bu hadis’i şerifte ifade edilen ihlas ve müşahede makamlarıdır. Allah-u Teâlâ bizlere huşulu bir kalp nasip ve müyesser eylesin! Amin! 2- Huşu’nun Fazileti ve Önemi Huşu, ibadetlerin ruhudur. Kişinin ibadetlerinden nasibi, huşusu oranındadır Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâlâ kitabında huşu sahiplerini övmüş, kalpleri katı olanları ise yermiştir. Allah-u Teâlâ, huşu sahiplerinin imamları olan birçok peygamberini zikrettikten sonra şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bunlar hayırlı işler yapmaya koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize huşu ile derinden saygı duyarlardı.” (Enbiyâ: 90) Allah-u Teâlâ, O’nun kelamını duyduklarında huşu ile secdeye kapanan ve boyun eğen ilim sahiplerini övmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki bundan önce kendilerine ilim verilmiş olanlara ayetlerimiz okununca çenelerinin üzerine yüz üstü secdeye kapanırlar ve: “Rabbimizi tenzih ederiz. Gerçekten Rabbimizin va’di kesin olarak gerçekleşir” derler. Ve ağlayarak çeneleri üstü (secdeye) kapanırlar ve bu, onların kalplerini daha çok huşu sahibi kılıp yumuşatır.” (İsrâ: 107-109) İşte gerçek ilim sahipleri... İlimlerini özümsemiş ve ilimden hakkıyla faydalanmış olan âlimler... Bunlar Rabblerinin ayetlerini duyduklarında bu şekilde etkilenir, kalpleri yumuşar ve boyun eğerek secdeye kapanırlar. Nitekim başka bir ayet’i kerimede Allah’u Teâlâ bu ilim sahiplerini şu şekilde övmektedir: “(O mu) yoksa, ahiretten korkarak, Rabbinin rahmetini umarak, gece saatlerinde kıyamda durarak, secde ederek itaatte bulunan kimse mi (hayırlıdır?) De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak özlü akıl sahipleri öğüt alır.” (Zümer: 9)

38

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

İşte hakikaten Allah’tan korkan ve Allah-u Teâlâ’nın ayetlerini az bir pahaya değişmeyen gerçek ilim sahipleri bunlardır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kulları arasında Allah’tan ancak âlimler korkar...” (Fâtır: 28) Yine Allah Celle Celâluhû şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak kitap ehlinden öyleleri vardır ki Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene -korku, huşu ve itaatle- iman ederler. Onlar, Allah’ın ayetlerini az bir pahaya değişmezler. İşte onların ecirleri Rabbleri katındadır. Şüphesiz Allah hesabı çabucak görendir.” (Âl-i İmrân: 199) Mü’minler bütün ibadetlerinde ve hayatları boyunca huşu içerisinde olurlar. Özellikle de ibadetlerin tacı olan, mü’minin en şerefli ve yüce hâli olan namazlarında huşuya azâmi derecede önem verirler. İşte Allah-u Teâlâ, mü’minleri namazlarında huşu sahibi olmakla niteleyip onları övüyor ve şöyle buyuruyor: “Mü’minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.” (Mü’minûn: 1-2) Aynı şekilde Allah-u Teâlâ, ancak huşu sahiplerinin namazı muhafaza edebileceklerini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Bir de sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyiniz. Gerçi bu (Allah’tan) korkan huşu sahiplerinden başkasına elbette (bir zorluk gibi) ağır gelir. Onlar gerçekten Rabblerine kavuşacaklarını ve sonunda yalnız O’na döneceklerini bilirler.” (Bakara: 45-46) Allah Teâlâ, razı olduğu kullarının sıfatlarını saydığı ve her müslümanın üzerinde ciddiyetle durup düşünmesi gereken Ahzâb Suresi 35. ayet’i kerimede onların sıfatlarından birini de şöyle ifade etmektedir: “Allah’a huşu içerisinde zilletle boyun eğen erkeklerle boyun eğen kadınlar...” Ve bunların mükâfatlarını da şu şekilde belirlemektedir: “Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de huşuyu övmüş ve Allah Celle Celâluhû’nun korkusundan göz yaşı dökenlerin faziletinden bahsetmiştir. Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Yedi sınıf insan vardır ki,


I MAHMUT VARHAN hiçbir gölgenin olmadığı (kıyamet) gününde Allah Teâlâ bunları kendi gölgesinde gölgelendirecektir: 1- Âdil olan imam/yönetici; 2- Rabbine ibadet etmekle yetişen bir genç; 3- Kalbi mescidlere bağlı olan kişi; 4- Allah için birbirlerini seven ve bunun üzere bir araya gelip, bunun üzere ayrılan iki kişi; 5- Güzellik ve mevki-makam sahibi bir kadın kendisini davet ettiğinde: “Ben Allah’tan korkarım” diyen adam; 6- Sol eli sağ elinin neyi infak ettiğini bilmeyecek derecede gizli bir şekilde tasadduk eden kişi; 7- Ve tek başına olduğu bir halde Allah’ı zikreden ve bundan dolayı gözleri yaşaran kişi.”(7) Hiç şüphesiz ki bu hadis’i şerifte bahsedilen bütün bu vasıflar, huşunun farklı tezahürleridir. Zira huşu, insanın hayatı boyunca karşılaştığı bütün durumlarda Allah-u Teâlâ’yı müşahede etmesi ve O’nun murakabesi altında olduğunu hissetmesidir. Bunun neticesi olarak da bütün hayatı sadece Allah’ın rızasını gözeterek yaşamasıdır. Yine Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadis’i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Memeden çıkan süt, tekrar oraya geri dönmedikçe Allah korkusundan dolayı ağlayan insan da ateşe girmeyecektir. Allah yolunda yapışan toz ile cehennemin dumanı bir araya gelmez.”(8) İnsanlar arasında Allah-u Teâlâ’yı en iyi tanıyan ve Allah-u Teâlâ’dan en çok korkan Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, huşu, ihlas ve müşâhede makamlarının da zirvesine çıkmıştı. Zira diğer bütün konularda olduğu gibi bu hususta da insanların biricik örneği ve mutlak imamı o idi. İşte Abdullah b. Şıhhir anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i namaz kılarken gördüm. Ağlamaktan dolayı onun göğsünden (ateşte kaynayan) kazanın çıkardığı ses gibi bir ses geliyordu.”(9) 3- Kalp Katılığı ve Tehlikesi Huşunun tam zıddı kalp katılığıdır. Bir kalpte huşunun azalması oranında katılık ve sertlik artar; huşunun artması oranında da katılık ve sertlik azalır. Bazı kalpler vardır ki müşâhede, murakabe, huşu ve ihlas onları tamamen kapla-

dığından katılık ve sertliğin izine rastlanılmaz. Bazı kalpler de tam aksi o kadar katılaşmıştır ki taşlardan bile daha sert olmuştur. Diğer kalpler de bu iki mertebenin arasında gidip gelmektedir. Bu mertebelerin bir ucu A’la’yı İlliyyine, diğer ucu ise esfel’i safiline kadar uzayıp gitmektedir. Bir tarafta Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve diğer peygamberler (salavâtullâhi ve selâmuhû aleyhim ecmain) diğer tarafta ise Firavun, Nemrut, Ebû Cehil ve diğer zalimler... Bu iki mertebenin arasında ise insanlar ve cinler sayısınca mertebeler... Allah’u Teâlâ ve Rasul’i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, kalbin katı olmasını yermişler ve bu durumun yol açacağı kötü sonuçlara ve tehlikelere karşı bizi uyarmışlardır. Çünkü kalbin katı olması ve huşu ile Allah’ın huzurunda boyun eğmekten uzak olması, Allah’tan korkmamaya ve Allah’ın kullarına merhamet etmemeye yol açar. Bu da hiç şüphesiz ki Allah’ın rahmetinden mahrum kalmaya sebep olacaktır. Acaba dünyada ve ahirette bundan daha büyük bir tehlike ve bedbahtlık düşünülebilir mi? Allah’u Teâlâ bizlere, kalpleri katılaştığından dolayı Allah’ın dinini ve kitabını, peygamberlerinin yolunu ve sünnetini tahrif eden yahudileri örnek vermekte ve onlar gibi olmamamız için bizi uyarmaktadır. Çünkü onlar gibi kalplerimiz katılaşacak olursa, onların maruz kaldıkları Allah Teâlâ’nın gazabına biz de maruz kalırız. Allah Teâlâ bizleri muhafaza eylesin. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sonra bunun ardından yine kalpleriniz katılaştı. Kalpleriniz taş gibidir; belki taştan da katı. Çünkü öyle taşlar vardır ki ondan ırmaklar kaynar, yine öyle taşlar vardır ki yarılıp ondan su fışkırır. Öylesi de vardır ki Allah korkusundan yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara: 74) İşte bunların kalpleri, huşudan ve zilletle Allah’a boyun eğmekten uzaklaşmış, en sert ve katı bir madde kabul edilen taştan da daha katı hale gelmiştir. Zira bu sert kayalar, hayatın kaynağı olan suyun menba’ları iken; onların kalpleri hakiki hayat olan hayat’i islamiyyeden uzak, huşu ve ihlastan nasipsiz, ilâhi nura karşı kayıtsız, Allah CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

39


MAHMUT VARHAN I sevgisi ve Allah korkusundan gafil olan en sert ve en katı maddeler halini almıştır.

sahibi olmayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve icabet edilmeyen duadan Sana sığınırım.”(14)

Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, bunlar gibi olmamamız için bizleri uyararak şöyle buyurmaktadır: “İman edenlerin kalplerinin, Allah’ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak huşu ile boyun eğecekleri zaman ve kendilerine önceden kitap verilip de üzerlerinden uzun bir

Ne kadar veciz bir dua! Nefislerin azgınlaştığı, kalplerin katılaştığı, ilimlerin faydasızlaştığı ve bütün bunların sonucu olarak duaların cevapsız kaldığı âhir zamanda yaşayan bizler, bu duayı yapmaya ne kadar da muhtacız! Gerçekten hava, su ve ekmekten daha çok buna muhtacız.

zaman geçti diye kalpleri katılaşmış bulunanlar gibi -ki onların çoğu fâsık kimselerdir- olmamaları zamanı gelmedi mi? (Hadid: 16) Abdullah b. Mes’ud (Allah ondan razı olsun) dedi ki: “Müslüman olmamızla Allah’ın bu ayetle bizi azarlaması arasında sadece dört sene geçmişti.”(10) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de yumuşak kalpli olmayı övmüş, katı kalpli olmayı da yermiştir. Nitekim kalplerinin yumuşak olmasından dolayı Yemen ehlini övmüş, doğu (Medine’ye göre doğu) ahalisini ise, kalplerinin katı olmasından dolayı yermiştir. Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “İşte Yemenliler geldi. Şüphesiz ki onların kalpleri daha yumuşak ve (hakkı kabul etmek hususunda) daha zayıftır (hakkı daha çabuk kabul eder). İman Yemenlidir. Hikmet de Yemenlidir. Sükûnet ve itmi’nan koyun-keçi ehlindedir. Atalarla övünme ve böbürlenerek (insanları) küçümseme ise, doğu tarafında bulunan ve seslerini yükselterek (bağırıp çağırarak) konuşan çadır ehlindedir.”(11) Yine Ebû Hureyre radıyallahu anh dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Atalarla övünme ve böbürlenerek insanları küçümseme, deve sahiplerindedir. Sükûnet, itmi’nan ve vakar ise; koyun keçi sahiplerindedir.”(12) Cabir b. Abdullah dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kalplerin katı oluşu ve sertlik, doğuda; iman ise, Hicaz ehlindedir.”(13) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem huşusuz kalpten Allah Celle Celâluhû’ya sığınmıştır. Zeyd b. Erkam (Allah ondan razı olsun) dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu

40

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

4- Huşu İlminin Kaldırılması Huşu ilmi, insanlar arasından ilk kaldırılacak ilimdir. Bundan dolayı da bu konuya özen göstermek ve huşuyu insanın kalbinde meydana getirecek olan sebepleri yerine getirmek daha bir önem kazanmaktadır. Cübeyr b. Nüfeyr dedi ki: Ebû Derdâ (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini semaya dikti ve sonra şöyle buyurdu: “İşte bu, ilmin insanlardan çekilip alınacağı andır. Öyle ki ilimden hiçbir şeyi (almaya) güç yetiremeyecekler.” Bunun üzerine Ziyad b. Lebid el-Ensari dedi ki: “Biz Kur’an’ı okumuşken (ilim) nasıl olur da bizden çekilip alınabilir? Allah’a yemin olsun ki, biz onu pek çok okuyacağız ve kadınlarımızla çocuklarımıza öğreteceğiz.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Anan seni yitirsin ey Ziyad! Ben de seni Medine ehlinin fakihlerinden kabul ediyordum. İşte Yahudi ve Hıristiyanların elinde bulunan Tevrat ve İncil, onlara ne fayda veriyor?” Cübeyr dedi ki: “Ben Ubade b. Samit ile karşılaştım ve ona: “Kardeşin Ebû Derdâ’nın neler dediğini duymak ister misin?” dedim ve Ebû Derdâ’nın söylediklerini ona haber verdim. Buna karşılık o şöyle dedi: “Şüphesiz ki Ebû Derdâ doğru söylemiştir. İstersen ben sana, insanlar arasından kaldırılacak ilk ilmi de haber vereyim. İşte o da huşu ilmidir. Yakındır ki sen, cemaatle namaz kılınan (büyük) bir mescide girersin de orada huşu sahibi tek bir kişi dahi bulamazsın.”(15) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bizim aramızdan ilmin kaldırılışını, yahudi ve hıristi-


I MAHMUT VARHAN tılarından geçinmekte ve bu yöneticilerin işlerini kolaylaştıracak fetvalar vermektedirler.

Hasan el-Basri şöyle demektedir: “İlim iki kısımdır: “Dilde olan ilim ve kalpte olan ilim. Faydalı ilim, kalpte olan ilimdir. Dilde olan ilme gelince, o da Allah Teâlâ’nın Ademoğluna karşı hüccetidir.”(17) yanlar arasından ilmin kaldırılışına benzetmektedir. Halbuki Tevrat ve İncil onların arasında bulunmakta ve onları sürekli okumaktadırlar. İlim onların arasından maddeten kaldırılmış değildir. Ancak onlar okuduklarından hiçbir fayda elde etmiyorlar. Çünkü ellerinde bulunan ilmin gerçek maksadını kaybetmişlerdir. İşte ilmin gerçek maksadı, kalplere yerleşmesi ve bu sayede kitaplarına olan imanlarının tadını kalplerinde hissetmeleridir. Böylece kalpleri ürperir, Allah’tan korkar ve Rabblerine dönerler. İşte ilmin hakiki faydası budur. Halbuki onların ilimleri sadece dillerinde bulunmakta ve böylece onların aleyhinde bir hüccet olmaktadır. Allah-u Teâlâ, taşıdıkları ilimden faydalanmamakta merkebe benzettiği ve Allah’ın ayetlerini bile bile tahrif ettiklerinden dolayı da kendilerine gazap ettiği ehli kitaba benzemekten bizleri muhafaza eylesin! Bu konuda bizim halimiz, onların haline ne kadar da benzemektedir! Gerçekten bizim de aramızda ilim maddeten bulunduğu ve hatta matbaanın ve iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla kitaplar eskisinden çok daha kolay ve pek çok miktarda tedarik edilebildiği, yaşadığımız çağa “bilgi çağı” diye isim verildiği halde ilmin gerçek maksadı ve faydası kaybolmuştur. Bugün ilim adamlarının çoğunluğunun ilmi sadece dillerinde bulunmaktadır. Kalbe yerleşerek meyvelerini vermeyen bu ilim, hem sahibinin ve hem de ona tâbi olan birçoklarının aleyhinde hüccet olmaktadır. Bu ilim adamlarının birçoğu da gayri İslami sistem yöneticilerinin/zalimlerin, fâsık ve kâfir liderlerin sofralarının kırın-

İşte sadece dilde kalan bu faydasız ilim hakkında Abdullah b. Mes’ud şöyle demektedir: “Bazı kimseler Kur’an okurlar, fakat boğazlarından aşağıya geçmez. Kur’an ancak kalbe yerleşip onda kökleşince fayda verir.”(16) İşte faydalı ilim, kalbe yerleşen ve kalpte kök salan ilimdir. Şüphe yok ki böyle bir ilim kalbe sükûnet, itmi’nan, haşyet, huşu, Allah’a boyun eğme, tevazu ve diğer bütün güzel hasletleri kazandırır. Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun ki İslam ümmetini sürekli faydalı olan ilmin sahipleriyle şereflendirmiş ve hiçbir zaman İslam ümmetini bunlardan mahrum bırakmamıştır. Kendi din’i mübin’ini bu mübarek kullarıyla tebdil ve tahriften korumuş ve insanların aleyhine hüccetini ikame etmiştir. Bu, Allah-u Teâlâ’nın bizim üzerimizde bulunan en büyük nimetlerinden birisidir. Allah-u Teâlâ hakka tâbi olan ve hakiki ilme talip olan bu Rabbani âlimlere hakkıyla tâbi olabilmeyi bizlere nasip müyesser eylesin! Hasan el-Basri şöyle demektedir: “İlim iki kısımdır: “Dilde olan ilim ve kalpte olan ilim. Faydalı ilim, kalpte olan ilimdir. Dilde olan ilme gelince, o da Allah-u Teâlâ’nın ademoğluna karşı hüccetidir.”(17) ---------------------------------------1. İbni Receb, Namazda Huşu’, sayfa: 29 2. Buhari: 52; Müslim: 1599 3. Mesâil, İmam Ahmed’in oğlu Salih, s. 83. Aynı olay Said b. Müseyyeb rahmetullahi aleyh’den de rivayet edilmiştir. Bkz: el-Musannef: İbni Ebi Şeybe: 2/289. Bu, hadis olarak rivayet edilmişse de, şiddetli bir şekilde zayıf olup, hadis olarak aktarılması doğru değildir. 4. Müslim: 1809. Parantez içindeki bölüm Müslim’in başka bir rivayetinden alınmıştır. 5. Buhari: 50; Müslim: 97 6. İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem, sahife 129 7. Buhari: 660; Müslim: 1031 8. Tirmizi: 1633. Tirmizi dedi ki: “Bu, Hasen-Sahih bir hadistir. 9. Ebû Dâvûd: 899. Hadisin isnadı Sahih’tir. 10. Müslim: 7466 11. Müslim: 89 12. Müslim: 91 13. Müslim: 92 14. Müslim: 2722 15. Tirmizi: 2653; İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned: 6/27. Tirmizi dedi ki: “Bu Hasen Garib bir hadistir.” 16. Müslim: 822 17. İbni Receb el-Hanbeli, Namazda Huşu’: 8

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

41


SÜFYAN SEVRİ’DEN

Kıssadan Hisse

ÖĞÜTLER

S

üfyan-ı Sevri, Ali b. Hasan es- Sülemi’ye dünya ve ahirette kendisiyle saadet bulacağı şu öğütlerde bulunur: Ey kardeşim! Nerede olursan ol dosdoğru ol, yalan söylemekten, ihanet etmekten ve bunları işleyen kimselerden uzak dur. Bilesin ki bunların hepsi günahtır. Ey kardeşim! Amelinde ve sözlerinde riyadan sakın, riya şirkin ta kendisidir. Kendini beğenmekten sakın, salih amelin içerisinde ucb’un (kendini beğenmek) yeri yoktur. Dinini ancak dini hakkıyla yaşayan kimselerden öğren. Dinine düşkün olmayanların misali tıpkı; yanında ilaçlar olduğu halde kendini tedavi edemeyen tabibe benzer. Kendini tedavi edemeyen doktor başkasını nasıl tedavi edebilir, onlara nasıl nasihat edebilir? Kendi dinine düşkün olmayan başkası hakkında dini hususlarda hassas olabilir mi? Ey kardeşim! Dinin canın, kanın kadar önemlidir nefsine merhamet et. Şayet günahları terk etmemekle nefsine merhamet etmezsen sana da merhamet olunmaz. Arkadaş edindiğin kimseler seni dünyaya zahit edip, ahirete yönlendirenlerden olsun. Dünyalık peşinde giden bütün gayretini dünya işlerinde sarf eden kimselerden sakın, bunlar senin kalbini ve dinini ifsat ederler. Ölümü çokça hatırla, önceden işlemiş olduğun günahları unutma ve geriye kalmış ömrünü Allah’ın yolunda sarf et ve Allah’tan selamet dile. Ey kardeşim! Ahlâkın ve edebin güzel olsun, İslam’ın emir ve yasaklarına bağlı, dünyaya kapılmayan cemaate muhalif olma, bilesin ki her hayır ve esenlik cemaatle beraber olmaktadır. Dini hususlarda senden nasihat isteyene nasihatini esirgeme, Allah’ın razı olacağı hususlarda seninle istişare eden kimselere karşı bildiğin hakkı asla

42

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

gizleme. Hiçbir müslümana ihanet etme, müslümana ihanet eden Allah’a ihanet etmiştir. Allah için birini sevdiğinde malınla, canınla ona destek ol. Tartışmaktan, cedelleşmekten, kibirlenmekten sakın. Yoksa zalim, hain ve günahkâr kimselerden olursun. Her hususta sabırlı ol, sabır kişiyi iyiliğe yöneltir, iyilik ise cennete götürür. Kızmaktan, hiddetlenmekten sakın, bu iki haslet kişiyi kötülüğe sevk eder, kötülük ise cehenneme götürür. Hiçbir âlimle tartışmaya girme aksi takdirde durum senin aleyhine olur. Âlimlerin farklı görüşlerde bulunmaları rahmettir, âlimlerden uzak durmak Rahman’ın azabını celb eder. Âlimler peygamberlerin temsilcileri ve mirasçılarıdır. Dünyada zahit ol, bu sebeple Allah sana dünyanın gizli hallerini gösterir. Allah’tan gereği gibi sakın ve takvalı ol ki hesabın kolay olsun. Şüpheli şeyleri bırak, şüpheli olmayan şeylere yönel ki selamette olursun. İyiliği emret kötülükten sakındır, Allah’ın sevdiği kullardan olursun. Fasıklara buğz et, bu sebeple şeytanları kendinden uzaklaştırırsın. Elde etmiş olduğun dünyalık sebebiyle fazla gülme, sevinme ki Allah’tan aldığın desteğin artsın. Ahiret için amel işle, dinde muvaffak olman için Allah sana yeter. Gizli hallerini düzelt ki Allah da senin açık hallerini düzeltsin. Günahlarından dolayı ağla, hüzünlen Allah’ın yakın dostu olursun. Sakın gafillerden olma, bilesin ki Allah senden asla gafil değildir, Allah’ın senin üzerinde sayamayacağın kadar hakkı vardır, bunları eda etmeyi unutma, bil ki Allah bunlardan dolayı seni kıyamet gününde hesaba çekecektir. Dünya işlerinde ölçülü ol yapacağın iş ahiretin için faydalıysa yapmaktan geri durma, ahiretine uygun olmayan işleri bırak. Allah’tan afiyet


I EBUBEKİR EREN dile, ahiret için amel işlemeye yöneldiğinde elini çabuk tut, ta ki şeytan seninle ve yapacağın hayırlı amelin arasına girmesin. Çokça yemek yiyip karnını tıka basa doldurma, ahiretin için hüzünlü ve kederli ol. Mü’min kişinin amel defterinde bulacağı en çok hasenat ahiretinden dolayı duymuş olduğu hüzün ve keder sebebiyledir. İnsanların sahip olduğu şeylere göz dikmekten kaçın, kişinin bunu yapması dininde helak olmasıdır. Dünyaya karşı hırslı olma, dünyaya karşı rağbet edip hırslı olmak kalbi karartır, kıyamet gününde insanı rezil rüsva eder. Temiz kalpli ol, bedenini günahlardan arındır. Mideni haramlardan koru, bil ki haramla beslenen beden cennete giremez. Gözlerini haramdan sakındır, ihtiyaç dışında dolaşma, hikmetten başka bir şey konuşma, sahip olmadığın bir şeye el uzatma. Kalan ömrün için korku ve hüzün içerisinde ol, dini hususta başına ne geleceğini bilemezsin. Allah’a itaat eden hiç kimseye buğz etme. Müslümanlar için merhametli ol. Akrabalık bağını sıkı tut, seninle bağını koparanla sen bağını koparma, sana zulmedeni bağışla, peygamberlerin ve şehitlerin dostu olursun. Çarşılara girmekten sakın, bil ki çarşılarda kurt gibi saldırgan insanlar bulunur. Çarşılar şeytanlaşmış insanların ve cinlerin dolaştıkları yerlerdir. Ancak buralarda bulunacak olursan, iyiliği emretmen ve kötülükten sakındırman gerekir. Çarşıya girmeden önce şu duayı okumayı unutma

ُ ‫ لَهُ ال ُْمل‬،ُ‫يك لَه‬ َ ‫أَ ْش َه ُد أَ ْن الَ إِلَهَ إِالَّ هللاُ َو ْح َدهُ الَ َش ِر‬ ُ‫ْك َولَه‬ ‫ َو ُه َو َعلَى ُك ِّل َش ْي ٍء‬،ُ‫يت بِيَ ِد ِه الـْ َخري‬ ُ ‫ـح ِي َويـُِم‬ ْ ُ‫ـح ْم ُد ي‬ َ ْ‫ال‬ ِ ِ‫ول والَ قـ َّوةَ إِالَّ ب‬ ِ .‫اهلل ال َْعلِ ِّي ال َْع ِظيم‬ ُ َ َ ‫ الَ َح‬.‫قَد ٌير‬

Lüks giyinmekten uzak dur ki imanın tadını alırsın, az yemek ye, gecelerini ihya edersin, az konuş kalbin yumuşar. İmkân oldukça konuşma vera(takva) sahibi olursun. Haset eden olma ince anlayışa sahip olursun. Eleştiren olma insanların dilinden emin olursun. Merhametli ol insanlara sevimli olursun. Allah’ın senin için taksim ettiği rızka kanaat et zengin olursun, Allah’a güven insanların en güçlüsü olursun. İnsanlarla dünyalık hususunda tartışma bu sebeple Allah ve yeryüzündekiler seni severler. Mütevazi ol hayırlı amelleri elde edersin. Ey kardeşim günlerini, gecelerini ve saatlerini boşa harcama, boşa geçen vakitlerini batıl şeyler doldurur. Kıyamet günü için salih amelde bulun Allah’ın rızasına ancak amel ve itaat ile ulaşılır. Nafile ibadetleri çoğalt Allah’a yaklaşırsın, cömert ol, ayıpları örtmeye çalış, bu vesileyle Allah hesabını kolaylaştırır ve korkularını hafifletir. İyilikte bulunmayı çoğalt. Allah kabrinde sana yardım eder. Haramların tümünden sakın, takvalı ve vera sahibi kimselerle ol, imanın tadını alırsın. Dini hususlarda Allah’tan sakınan kimselerle istişare et, Allah’ı çokça zikret, Allah seni zahit kimselerden kılar. Ölümü çokça hatırla, bu sebeple Allah sana dünya işlerini basit kılar. Cenneti arzula, Allah seni itaatte muvaffak kılar. Cehennemden endişelen, Allah sana musibetleri basit kılar. Cennet ehlini sev, kıyamet günü onlarla beraber olursun. Ey kardeşim! Gizli ve açık her işinde ölüp dirileceğine yakinen inanan kimsenin korktuğu gibi Allah’tan kork. Ey kardeşim! Şunu bil ki dirilip Cebbar olan Allah’ın huzurunda duracaksın ve seni hesaba çekecek ardından iki diyardan birine gideceksin, ya ebedi naim cennetine ya da her türlü azabın bulunduğu, ölümün bulunmadığı ebedi cehenneme… artık bağışlanma, cezalandırma korku, ve ümit arasında ol, Tevfik Allah’tandır.(1) Allah bizi bağışlananlardan eylesin AMİN.

Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Bütün hamd O’nadır. O diriltir ve öldürür, hayrın tümü O’nun elindedir. Bütün güç ve kuvvet ancak

--------------------------------------------

yüce ve azim olan Allah iledir.

1.

Tehzibu hilyetul evliya c. 2 s. 459

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

43


RİMİZ

RLE ÖNDE

SULTANU’L B ULEMA İZ BİN ABDUSSELAM

ütün kâinatın Rabbi, kâinat içerisindeki hiçbir şeyi başıboş ve amaçsız yaratmayan, yarattığı

ve hayat verdiği bütün canlıların her türlü ihtiyaçlarını gidermeleri için gökten hayat kaynağı olan suyu indiren, yeryüzünü de insanların kendisinden istifade edebilecekleri bir şekilde yaratan sonsuz güç ve kerem sahibi olan Allah’a hamd ederiz. İki cihan güneşi, insan ve cinlerin efendisi liderimiz, rehberimiz ve yol kılavuzumuz olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e salât ve selâm ederiz. Onun; kendisi ile gönderilmiş olduğu pak ve temiz şeriatını korumak ve yüceltmek adına kan ve ter döken bütün müminlere Allah’tan rahmet ve mekânlarının Firdevs cenneti olmasını Allah’tan niyaz ederiz. Hayatını okuyacağımız bu âlim, abid, zahid, mücahit ve fakih zat, İz bin Abdusselam; okunacak çok kitap yazması ile beraber, yazılacak çok işlerde yapmıştır. O; bu dünya hayatının: ebediyet diyarı olan ahireti kazanmak için bir araç olduğunu iyi anlamıştı. Daha dünyada iken ahireti yaşıyor gibi idi. Çünkü Rabbimiz olan Allah azze ve celle iman

44

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I HÜSEYİN KALENDER edip salih amel işleyenlere hem bu dünya’da saadetli bir hayat yaşatacağını ve hemde ebedi olan ahiret yurdunda mutlu bir hayat yaşatacağını vaat etmişti. Büyük bir müctehid olan İmam İbni Teymiyye rahmetullahi aleyh: “Dünya’da öyle bir cennet var ki; o cennete giremeyen ahiretteki cennete giremez” der. Şüphesiz dünyadaki bu cennet; Allah’ın güzel isim ve sıfatlarının manasını düşünüp, O’nun kâinatta yaratmış olduğu muhteşem ve eşsiz sanatını tefekkür ederek; Kalbin iman, marifet, huşu, haşyet ve yakîn ile dolup taşmasıdır. Dünyadaki bu cennete ihlâs, samimiyet, aşk ve şevk ile gönlünü Allah’a veren kimse girer. Yüce olan Rabbimden niyaz ve duam bizleri de bu kimselerden eylemesidir. Şimdi size, İz bin Abdusselam’ın ibret dolu hayatı ile baş başa bırakıyorum.

İmam İbni Teymiyye rahmetullahi aleyh: “Dünya’da öyle bir cennet var ki; o cennete giremeyen ahiretteki cennete giremez” der. Şüphesiz dünyadaki bu cennet; Allah’ın güzel isim ve sıfatlarının manasını düşünüp, onun kâinatta yaratmış olduğu muhteşem ve eşsiz sanatını tefekkür ederek; Kalbin iman, marifet, huşu, haşyet ve yakîn ile dolup taşmasıdır. Dünyadaki bu cennete ihlâs, samimiyet, aşk ve şevk ile gönlünü Allah’a veren kimse girer. olmaz. Bir amelin Allah katında makbul olabil-

DOĞUMU VE YETİŞMESİ

mesi için iki şart vardır. Birincisi; o amelin Allah

Sultan’ul ulema (âlimlerin sultanı) İz bin Abdus-

rızası için yapılması gerekir. İkincisi de o amelin

selam hicri takvime göre 557 veya 558 senesinde Dımeşk’te doğdu. Rivayet edildiğine göre İmam İz bin Abdusselam ilk zamanlar daha ilim hayatına başlamadan önce, çok fakirdi. Dımeşk Camisi’nin Kellase denen bölümünde gece uyurdu. Çok soğuk bir gecede her zaman olduğu gibi yine uyudu. Sonra havanın soğuk olmasından dolayı ihtilam oldu. Acele kalktı ve Kellase bölümündeki havuzda (buzu kırarak) duş aldı. Üşüdüğünden dolayı çok acı çekti. Sonra dönüp uyudu. Bir daha ihtilam oldu. Yine gecenin soğuğuna rağmen camii havuzuna girip duş aldı. Cami kapıları kapalı olduğundan dışarı çıkamaz ve şiddetli soğuktan baygın olarak yere yıkılır. Bu olayı bize aktaran ravi; bu olayın o gece iki veya üç defa tekrar ettiğini söyler. Sonra şöyle bir nida işitir: “Ey Abdusselam! İlim mi amel mi istersin? İmam ibn Abdusselam: İlim isterim der. Çünkü ilim kişiyi amele yönlendirir, ilim sahabe’den bir zatın dediği gibi

sünnete uygun olması gerekir. Bu iki şart olmadığında, kişinin amelinden alacağı paye yorgunluk ve zaman israfından başka bir şey değildir. Daha henüz ilim yoluna girmediğinden dolayı yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı üzere şayet İz b. Abdusselam o soğuk kış gecesinde İslam’ın kolaylıklarından biri olan teyemmümü bilmiş olsaydı, iki üç defa soğuk ve dondurucu olan bir su ile abdest alıp Allah’ın bize emaneti olan beden nimetine o kadar zulmetmezdi. Allah bizlere faydalı ilimler nasip etsin. İmam İz b. Abdusselam kendi dönemindeki önde gelen âlimlere gidip onlardan ilim talep etmeye başladı. İlim için öyle fedakârlıklar etti ki, zamanın sultan’ul uleması olarak anılmaya başlandı. Bu sıradan bir nimet ve üstünlük değildir. Değil insanların sultan’ı, âlimlerin sultanı olmak ve o mertebeye ulaşmak gerçekten büyük bir lütfû ilahidir.

amelin imamıdır. Önce ilim gelir, sonra amel

CÖMERTLİĞİ

gelir. Çünkü kişi cahili olduğu bir ameli yapmaz

Cömertlik İslam’ın teşvik etmiş olduğu güzel has-

veya yapacak olursa o ameli ifsat eden sebepleri

letlerden biridir. Cömertlik; kalp’ten gelen bir sa-

bilmediğinden dolayı ameli Allah katında geçerli

mimiyetle Allah’ın vadine güvenerek, elindekini CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

45


HÜSEYİN KALENDER I Allah için vermektir. Cömert olan kimse Allah’a ve cennete yakın kimsedir. Cimri olan kimse Allah’tan uzak, cehenneme yakın olandır. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Cömert olan kimse Allah’a, cennete ve insanlara yakın ve cehennemden uzak olan kimsedir. Cimri olan kimse Allah’tan, cennetten ve insanlardan uzak olup cehenneme yakın olan kimsedir.” (Tirmizi/2076). İmam İz b. Abdusselam’da bu hadisin mucibince amel eden kimselerdendi. O’nun hayatındaki şu olay O’nun cömertliğinin ne boyutta olduğunu gözler önüne sermektedir. İz b. Abdusselam Dımeşk’te olduğu bir zaman, büyük bir kıtlık olur. İnsanlar bahçe ve arazilerini ucuz fiyata satarlar. Hanımı, imama gerdanlığını vererek, bir bahçe almasını ister. İmam eve döndüğünde hanımı sorar: “Bahçe’yi aldın mı beyim? İmam : “Evet cennette bir bahçe aldım. İnsanların sıkıntıda olduğunu görünce o gerdanlığı sadaka vermek için bozup parasını fakirlere verdim” der. Eşi hiç kızıp itiraz etmeden: “Allah hayrını kabul etsin” der. Çok fakir olmasına rağmen çok sadaka verirdi. Bir kere fakir biri bir şey ister, yanında bir şey olmadığından sarığından bir parça kesip verir. O bu yaptığı ile kendisine uzanan eli boş çevirmek istememişti.

efendim bunu ben yapmış değilim babam zamanında olan bir şeydi. İmam İbn Abdusselam: “Sen, ‘Doğrusu biz atalarımızı bir din üzerine bulduk. Elbette onların izinden gideceğiz.’ (Zuhruf 43/22) diyenlerden misin? der. Sultan hemen bu konuşmanın akabinde hanenin yıkılmasını emreder. Olayı bize aktaran İmam el- Baci şöyle devam eder: “İmam İbn Abdusselam sultanın yanına dönünce (bu olayı yayılmıştı) şöyle sordum: “Ey efendim nasılsınız” İmam; “Ey oğlum” dedi; Sul-

CESARETİ

tan’ı kibir içinde gördüm. Kendisini gurur kap-

İmam el-Baci şöyle der: “İmam İbn Abdusselam

layıp, nefsinin o’na eziyet etmemesi için o’nu aşa-

bir ramazan bayramında kaleye gider, askerlerin

ğılamak istedim. “Ey efendim! Hiç korkmadınız

iki saf dizildiğini, memleketi idare eden meclisin ve sultanın şaşalı ve ihtişamlı halini müşahede eder. Mısır diyarının âdetinde olduğu gibi sultan en güzel ziynetleri ile insanların huzuruna çıkmış, emirlerde sultanın önünde eğilerek adeta yere yapışmışlardı. İmam İbn Abdusselam sultana ba-

46

İz b. Abdusselam Dımeşk’te olduğu bir zaman, büyük bir kıtlık olur. İnsanlar bahçe ve arazilerini ucuz fiyata satarlar. Hanımı, imama gerdanlığını vererek, bir bahçe almasını ister. İmam eve döndüğünde hanımı sorar: “Bahçe’yi aldın mı beyim? İmam : “Evet cennette bir bahçe aldım. İnsanların sıkıntıda olduğunu görünce o gerdanlığı sadaka vermek için bozup parasını fakirlere verdim” der. Eşi hiç kızıp itiraz etmeden: “Allah hayrını kabul etsin” der.

mı?” “Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın heybeti kalbimde belirdi; Sultan önümde kedi gibi oldu.”

EMİRLERİ SATMASI İmam İz Bin Abdusselam zamanın Mısır emirleri

karak şöyle seslenir: “Ey Sultan! Allah; ben sana

ile anlaşamayıp, Mısır’ı terk etmeyi düşünür. Asli

Mısır’ın mülkiyetini verdim, sen ise içkiyi helal

ihtiyaçlarını bir bineğe, ailesini diğer bir bineğe

ettin derse, ne diye cevap verirsin!” Sultan: “Öyle

bindirip kendisi de bineğin ardından yürüyerek

bir şey var mı?” Sultan’ul Ulema: “Evet, filan evde

Şam’a doğru yola çıkar. Kahire’den çıkmak üzere

içki ve başka münker şeyler satılıyor, sen ise bu

iken kadın, erkek, çocuk demeden Müslümanların

memleketin nimetleri içerisinde yüzüyorsun.”

çoğu özellikle âlimler, salihler, tüccarlar ve aileleri

İmam, Sultana en yüksek sesiyle sesleniyor, as-

de ona katılıp beraber giderler. Zamanın sultanına

kerlerde durup izliyordu. Sultan şöyle der: “Ey

bu haber ulaşır ve sultana: İz b. Abdusselam’ın git-

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I HÜSEYİN KALENDER mesiyle seninde mülkün gider” derler. Sultan da

et. Bana nasihatlerde bulun!” der. O zaman ibn

İbn Abdusselam’a yetişir onu razı eder, gönlünü

Abdusselam; “Ben her gece insanlara olan hak-

hoş tutar ve İmam İbn Abdusselam da geri döner.

kımı helal ederim. Kimsenin bende bir hakkı ol-

İmam ve beraberindekiler başlarındaki sultan-

madan gecelerim. Bunun mükâfatını ve karşılığını

ların kölemen olduğunu ve onları satmak üzere ittifak ederler. Ancak saltanat naibi kızar ve “Nasıl olurda bu âlim bizi satar, biz bu toprakların melikiyiz. Allah’a yemin olsun ki onu öldüreceğim” der. Ve adamlarıyla beraber bineklerine atlayıp, İmamın kapısına gelir, kılıcını çekip kapıya vurur. İmamın oğlu Abdullatif çıkar ve gördüğü manzarayı babasına anlatır. “Seni öldürecekler babacığım” der. İmam; hiç çekinmeden ve korkmadan “Ey çocuğum! Baban Allah yolunda şehit olacak kadar büyük biri değildir” der. Sonra evden çıkar, saltanat naibine yaklaşır. Naibe baktığı gibi Naibin eli tutulur ve kılıcı elinden düşer. Sonra Naib ağlar, imamdan dua talep eder ve şöyle der: “Ey efendim! Emret emrini yerine getireyim.” İmam: “Sizi bağırarak satacağım” der. Saltanat naibi: Pa-

Allah’u Teâlâ’dan beklerim. İnsanlarda asla bir karşılık beklemiyorum. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor; “Kim affeder ve Salih amel işlerse onun ecri Allah’a aittir.” “Ecrimin Allah’u Teâlâ’dan olup, insanlardan olmaması bana her şeyden daha kıymetlidir.” Sultan’a dua etmeme gelince genellikle ben ona dua ediyorum. Çünkü sultanın durumu iyi olursa İslam’ın ve Müslümanların durumu da iyi ve güzel olur. Allah’u Teâlâ sultana yarın huzuru ilahide yüzünü ak edecek şeyleri görmesini nasip eylesin” diye dua eder. Sultan kendisine teşekkür eder. Bin Mısır dinarı verir. Ama kabul etmez ve şöyle der; “sizinle buluşmam Allah içindir. Bu amelimin fani olan dünyanın geçimliliği ile kirletmem.”

rayı nerede harcayacaksın?” der. İmam: “Müslümanların maslahatı için harcayacağım” der. Sonra teker teker yüksek meblağlarla onları satar, parayı da hayır işlerine sarf eder. Bu benzeri olmayan bir kahramanlık ve yiğitliktir. Allah’tan korkandan her şey korkar. Ama kimde Allah’tan korkmazsa o da her şeyden korkar.

VEFATI İmam İbn Abdusselam, ölüm döşeğinde iken şöyle bir olay aktarılır; Melik Zahir Baybars, İmam’a sorar; “Evlatlardan hangisi vazifene uygunsa söyle onu yerine tayin edeyim.” İmam; “Oğullarımdan hiçbiri bu görevi yapmaya elverişli değildir. (hâlbuki oğlu Abdullatif kendisinin

FANİ DÜNYAYA DEĞER VERMEMESİ

yetiştirdiği büyük bir fakihti) o makama benden

Zamanın Sultanı Ebu Bekir b. Musa ölüm döşe-

sonra Tacettin b. Teğri layıktır” dedi. Hicri 660

ğine girdiği zaman en yakını olan birisine; İz b.

senesinde ruhunu Rahman’a teslim eyleyip Ku-

Abdusselam’a git. Seni çok seven sultan sana

rafetul-Kubra denen yere defnedilir. Sultanul

selam söyler. Zatı âliniz gelmesini, kendisine yarın huzuru ilahide faydalı olacak şeyleri anlatmanızı ve dua etmenizi ister! diye söylemesini emreder. Elçi sultanın dediklerini aynen İz b. Abdusselam’a anlatır. O da bu teklifi kabul eder ve şöyle der; “böyle bir ziyaret en faziletli ibadetlerdendir. Çünkü burada birçok faydalar vardır İnşallah.” İz b. Abdusselam kalkıp sultanın yanına kadar gider. Oraya varınca sultan’a selam verir. Musa adındaki sultan onu görünce çok sevinir ve

ulema İmam İbn Abdusselam’ın cenazesi kalenin altında geçerken Melik Zahir, cenazedeki insan çokluğuna bakar ve şöyle der; “İşte bugün Melikliğim tam yerine oturdu. Çünkü bu âlim, eğer insanlara bu sultana isyan edin deseydi Melikliğim giderdi.” Kendisinden başka hiçbir hak ilahın olmadığı yüce Allah’tan; bizlere de ilim ve Salih ameller ile dolu bir hayat yaşatmasını niyaz ederim.

hemen onun elini öper. Sonra; “Ey İzzettin! Bana

Dualarımızın sonu Âlemlerin Rabbi olan Allah’a

hakkını helal et. Benim için Allah’u Teâlâ’ya dua

hamd etmektir. Selam ve dua ile… CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

47


GÜNDEME

BAKIŞ

SEÇİMLER GELİYOOOR

SEÇİMLEEERR... Bismillahirrahmanirrahim

B

azen hikâyeler, anlatılmak isteneni daha güzel anlatır. Bizlerde sizin için ilkokul öğrencisi ile öğretmeni arasında geçen bir hikâye yazdık. Bakalım beğenecek misiniz? -Öğretmenim! -Söyle canım. -Babamla annem evde tartışıyorlardı. Memokrasi, seçim, oy deyip durdular! Bir şey anlamadım… Öğretmenim bu Memokrasi, seçim, oy kim oluyor? Niçin annem babam daha önce hiç tanımadığım bu yabancı kimseler için kavga ediyorlar? -Anlatayım Canım! “Demokrasi; halkın kendi kendini yönetmesi rejimidir.” Yani; İnsanlar nasıl yönetilmek istiyorlarsa onları öylece yönetmektir. -Öğretmenim bu nasıl olacak? -Seçim yoluyla canım! Bak şimdi bir tane kutsal sandık var. Bu sandık dört beş yılda bir milletin huzuruna çıkarılır. Sen o kutsal sandığın başına gidiyorsun ve seni yönetecek insanı seçiyorsun… -Peki, Öğretmenim, ben o insanı tanımıyor muyum? Mesela beni; annem veya babam yahut amcam yönetsin diyebilir miyim? -Bunu da nereden çıkardın yavrum! Öyle önüne gelen herkes seçilir mi? Bizi yönetecek insanları Parti genel merkezleri seçiyor ve bizim önümüze koyuyorlar. Biz, önümüze koyulanların içinden birini seçmek zorundayız… - O nasıl iş öğretmenim! Ben tanımadığım, bilmediğim, güvenmediğim, istemediğim bir insanı, sırf onun adı birileri tarafından öne çıkarılıp, önüme koyulduğu için seçmek zorunda mıyım?

48

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

Bu gerçekten seçim olur mu? Hani ben istediğimi seçecektim? - Hişşt. Çocuk! İleriye gitme! Devlet büyüklerimiz bizi kimin yöneteceğini bizden daha iyi bilirler. Onlar bizim adımıza en iyi kararları verirler. Onlar, bizi yönetecek olanları seçer ve bizde, bizim adımıza bize seçilen adamı seçeriz. Bu kadar basit(!) niye anlamıyorsun ki?.. - Öğretmenim kusura bakmayın ama bu seçim işi benim kafama pek yatmadı. Yani; ben, benim seçmem için gönderilen adayları mecburen seçmek zorundayım… Hımm... Tuhaf şey. Demek bu özgür(!) seçim oluyor. - Öğretmenim… Demin Memokrasi demiştiniz. Hani; “insanlar nasıl yönetilmek istiyorlarsa onları öylece yönetmek”değil mi? - Evet canım. Çok iyi anlamışsın. Demokrasi çağdaş ve insancıl bir sistemdir. - Peki, bu insanlar, hangi kanun, hangi felsefe, hangi din ile yönetilmek isterlerse öyle yönetilecekler değil mi? - Hayır yavrum. Yine yanlış anladın! Bugün tuhaf tuhaf sorular soruyorsun. Hasta falan mı oldun sen? Tabi ki insanların neyle nasıl yönetileceğini “Derin Devlet Büyüklerimiz” belirlemiş. Biz atamızın yolundayız. Bu ülke, Laik ve Kemalist bir rejimle yönetilecek. Bunun dışında olmaz… Bu kabul edilemez. Hatta teklifi dahi düşünülemez… Bizler, bu Laik ve Kemalist rejimi yaşatacak ve ülkeyi bu inanca göre yönetecek en iyi Parti ve milletvekillerini seçiyoruz… Başka düşünce ve inanca asla müsaade edilemez… - Ama öğretmenim demin Memokrasi için “İnsanlar, nasıl ve neyle yönetilmek istiyorlarsa on-


I NEDİM BAL ları öylece yönetme rejimidir” demiştiniz. Bu nasıl iş…? Mesela; büyük çoğunluğu Müslüman olan bu halk, kendilerinin Kur’an’ı Kerim kanunlarıyla, İslam inancıyla yönetilmesini isterlerse, onlara izin verilmeyecek mi?

Hişşt. Çocuk! İleriye gitme! Devlet büyüklerimiz bizi kimin yöneteceğini bizden daha iyi bilirler. Onlar bizim adımıza en iyi kararları verirler. Onlar, bizi yönetecek olanları seçer ve bizde, bizim adımıza bize seçilen adamı seçeriz. Bu kadar basit(!) niye anlamıyorsun ki?..

- Aslaa asla aslaaa… Yine fabrika ayarları bozuldu bu çocuğun! Yavrum sen 10. Yıl marşını iyi ezberlemedin anlaşılan! Bu ülkeyi Şeriat’çılara, Kur’an’cılara, Peygamber’cilere, Ümmet’çilere, Namaz’lılara, Oruç’lulara, Sakal’lılara, Başörtü’lülere teslim etmeyiiizzz. Biz atamızın kemiklerini sızlatmayızzz. Ne diyordu sevgili atamızzz; “Gökten indiği zannedilen kitaplarla ülke yönetilmez. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan alıyoruz”...(1KASIM 1937 TBMM TUTANAK dergisi cilt 20 syf 3) Neymiş o vahiy mahiy! Allah, devlet yönetimine karışamazzz. - Tamam, tamam öğretmenim! Lütfen kızmayın ve elinizdeki copu şey, sopayı bana doğru sallamayın. Çok korkuyorum. Bir daha böyle saçma sapan sorular sorup sizi kızdırmayacağım. Fakat son bir sorum var. Cevabını çook merak ediyorum da! - Tamam, son olsun ama. Çabuk sor sorunu bakalım!! - Öğretmenim! Şuan ülkeyi yönetenlerin içinde namazlı, Kur’an’lı, Oruçlu, Sakallı, Başörtülü insanlar var. Hani onlara asla müsaade edilmeyecekti. Hani onlar bizi yönetemezlerdi. Bal gibi yönetiyorlar işte…

Biraz bizim yüce ve kutsal değerlerimizden, biraz da onların yüce ve kutsal değerlerinden karıştırıp gidiyoruz..Şimdilik ortayı bulduk… Ilımlı ılımlı, tatlı tatlı gidiyoruz. Hem onlar Müslümanların Peygamberinin başaramadığını daha doğrusu beceremediğini becererek

tarihe geçtiler… - Öğretmenim son demiştim ama beni acayip merakta bıraktınız şimdi… Neymiş o Peygamberimizin bile beceremeyip bunların becerdiği şey??? - Ya çocuk sende her şeyi biliyorsun, işitiyorsun da şu olayı bilmiyor musun? Hani Mekkeli müşrikler Müslümanlardan bıkmışlardı ve bir gün mağlup olacaklarını, Müslümanların zafere ulaşacaklarını anlayınca da “Ey Muhammed! Gel bir yıl, sen bizim yüce ve kutsal değerlerimize itaat et,biz seni yönetelim. Bir yıl da biz senin yüce ve kutsal değerlerine itaat edelim, sen bizi yönet”demişlerdi. - Eee öğretmenim Peygamberimiz ne demiş bu teklif karşısında..? - Bunu da mı duymadın? Kur’an’da bile geçiyormuş diyorlar;

‫ين‬ ِ ‫لَـ ُك ْم ۪دي ُن ُك ْم َولِ َي ۪د‬

“Sizin kutsallarınız, değerleriniz, dininiz sizin olsun, Benim Kutsalım, değerlerim ve dinim benim olsun” diyerek reddetmiş kardeşlik zamanını…

- Doğru canım doğru. Fakat onlar bu ülkeyi, İslam’a, Kur’an’a, Peygambere göre yönetmiyorlar ki…

…Evet! Türkiye yine bir seçim atmosferine olağanüstü olaylar eşliğinde girdi. Herkeste bir heyecan!

Ayrıca artık gericilerle uğraşmaktan bizde yorulduk, usandık. Hem okyanusun öteki tarafındaki büyük dostumuz SAM amca bir müddet iyi geçinin dedi. Şimdi; kardeşlik zamanı ...

Milliyetçisi, solcusu, dindarı, dinsizi, liberali, kapitalisti, kemalisti, ulusalcısı herkes, halkı yüce (!) demokrasiye ve onun hayat damarı olan seçimlere davet ediyor. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

49


NEDİM BAL I Bizler milliyetçi, solcu, dinsiz, liberal, Kemalist kesimlerin;” demokrasiye iman edin, seçimle de Salih amel (!) yapın” çağrılarını anlayabiliyoruz. Onların inancı ve sireti buna gayet müsait.

Hangi Peygamber belli bir zamana kadar güç toplamak maksadı ile içinde yaşadıkları topraklarda egemen olan güçlerin batıl ve şirk olan inançlarına, onların yüce ve ulu kabul ettikleri şahıs ve değerlere halkı davet etmiştir?

Fakat bizlerin anlamadığı ve izah edemediği şey; Allah’a, İslam’a, Peygamber’e ve ahiret gününe iman ettiğini söyleyen ve kendilerini İslamcı geleneğe nispet eden lider ve kadrolarının da aynı şekilde diğerleri gibi insanları demokrasiye ve seçimlere davet etmeleridir. Allah’ın bizler için seçtiği ve uymamızı emrettiği İslam nizamı dururken, beşeri ideolojilerden bir ideoloji olan demokrasiye niçin insanlar davet edilir? Peygamberi yöntem bu mudur? Allah’ın razı olduğu yol bu mudur? Müslümanlar, yaşadıkları coğrafyalar da –zulüm altında olsalar bile- insanları batıl sistemlerin inanç ve kanunlarına mı yoksa Allah’ın nizamı olan; İslam’a, Tevhid’e ve onun hükümlerine mi davet etmekle sorumludurlar? Hangi Peygamber zulüm ve sıkıntı yaşamamıştır? Hangi Peygamber ölüm tehditlerine, hakaret ve küfürlere maruz kalmamıştır? Hangi Peygamber doğduğu topraklardan sürülme, sürgüne gönderilme baskısı ile karşı karşıya kalmamıştır? Peki, yaşanan tüm bu zulümler, Peygamberler ve onlara inanan Müslümanlar için bir mazeret olmuş mudur? Onlar, iliklerine kadar hissettikleri zulüm ve işkencelerin içinde iken dahi, insanları Allah’a, Tevhid’e, İslam’a ve onun hükümlerine itaat etmeye davet etmekten vaz mı geçmişlerdir? Hangi Peygamber belli bir zamana kadar güç toplamak maksadı ile içinde yaşadıkları topraklarda egemen olan güçlerin batıl ve şirk olan inançlarına, onların yüce ve ulu kabul ettikleri şahıs ve değerlere halkı davet etmiştir? Onlar; “Sizin; iman edip yaşadığınız bu düzenlerin, bu rejimlerin, bu kanunların, bu yasaların hepsi batıldır. Allah’tan

50

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

gelmemiştir. Dönün Allah’a.. Gelin Allah’ın hükümlerine teslim olun. Çürümüş kemikler size fayda vermeyecektir. Gelin atalarınızın yolu olan bu batıl ve şirk düzenleri terk edin” demekten vaz mı geçmişlerdir???

O halde, niçin kendini İslamcı gören bazı zevatlar, bu toplumun önüne çıkarak, Allah’ın razı olmadığı ve emretmediği, Peygamberlerin göstermediği bir yola (demokrasi-seçim-particilik vb.) insanları davet ediyorlar? Üstelik bunu din adına, dine hizmet için yapıyorlar.. Beşeri dinlerden bir din olan demokrasiyi, onun en önemli işletim aracı kabul edilen particiliği ve onun ameli konumunda olan seçimleri niçin allayıp pullayıp Müslümanların inancı haline getirmeye çalışıyorlar? Niçin, demokrasinin İslam’a zıt bir şey olmadığını, tam tersine İslam’ın böyle bir rejimi emrettiğine insanları inandırmaya çalışıyorlar???. Bu ülkenin saf, temiz ve necip Müslüman evlatlarına diyoruz ki: Emperyalizmin, Siyonizmin, küresel sermayenin, derin devletin hesabına çalışan ve dindar gözüken sahte dincilerin, sahte diplomalı profesörlerin, köşe yazarlarının, suni yemlerle büyütülmüş hormonlu cemaat ve şeyhlerinin, ağabeylerinin anlattığı ve öğrettiği DİN, Kur’an-ı Kerim’in anlattığı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öğrettiği DİN değildir. Yüce İslam dini; yeryüzüne adaletle hükmetmek, hayatı tümüyle yeniden inşââ etmek, tüm batıl inanç, hurafe ve kötülükleri kökünden söküp atmak için Allah tarafından gönderilmiştir. Şanı yüce olan Allah; kendisine, kendi gönderdiği düzenine ve kendi koyduğu kanunlarına eşdeğer ortaklar edinmeyi yasaklamıştır. İnsanların neye nasıl inanacaklarını, soysal ve ticari hayatlarını nasıl düzenleyeceklerini, nerede nasıl giyineceklerini, neleri yiyip neleri içeceklerini kanunlarla belirleyen tüm beşeri rejim/


I NEDİM BAL ideoloji/felsefe ve düzenler; Allah’ın insanlar arasında uyulması ve uygulanması için gönderdiği İSLAM DÜZENİNE ve KANUNLARINA karşı koyulmuş alternatif düzenlerdir.

Hangi Peygamber; “Sizin; iman edip yaşadığınız bu düzenlerin, bu rejimlerin, bu kanunların, bu yasaların hepsi batıldır. Allah’tan gelmemiştir. Dönün Allah’a.. Gelin Allah’ın hükümlerine teslim olun. Çürümüş kemikler size fayda vermeyecektir. Gelin atalarınızın yolu olan bu batıl ve şirk düzenleri terk edin” demekten vazgeçmiştir???

Tam da seçim atmosferine girmişken dile getirmeye çalıştığımız bu hakikatlerden hoşlanmayanlar elbette olacaktır.

Bir bedende iki ruh, iki kalp olmaz. Bir insan ya Allah’ın bildirdiği ve kurallarını koyduğu İslami yaşam tarzını kabul eder ve Müslüman ismini alır yahut insanların belirlediği ve kurallarını kendilerinin koyduğu beşeri yaşam tarzlarını kabul eder ve müşrik veya kâfir ismini alır.

Fakat bizler, imanımızın ve kardeşlik hukukumuzun bir gereği olarak; tevhid ehli Müslüman kardeşlerimizin imanlarına zulüm karıştırmamaları ve Demokrasi düzeninin önemli bir parçası olan seçim / oy ameline bulaşmamaları temennisi ile bu nasihatlerimizi yapmaya çalıştık. Dileyen kabul eder, dileyen reddeder.

Bu anlamda İslam dininde bir zorlama yoktur. Dileyen iman eder İslam’ın yaşam tarzına razı olur, dileyen reddeder ve başka yaşam tarzlarına razı olur.

(Ey Muhammed!) “Artık Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp ta onların arzularına uyma”… (Maide 48)

Bu hakikat ortada iken; insanların kendi düşünce, inanç ve zevklerine göre uydurdukları ve toplumda yaşayan diğer insanlarında uymalarını istedikleri Demokrasi, Laiklik, Komünizm, Irkçılık, Kapitalizm, Sosyalizm gibi düzenleri ve onların kokuşmuş kanunlarını, yüce Allah’ın insanlar arasında uyulması ve uygulanması için gönderdiği şerefli İSLAM DÜZENİ ve KANUNLARIYLA aynı tutmak, eşit görmek veya uzlaştırmaya çalışmak yahut bu batıl düzenlerin İslam’a uygun olduğu fetvalarını (!) koparmaya çalışmak, Allah’a karşı haddi aşmaktır. İslami literatürde bunun karşılığı şirk ve tuğyandır. Bu düşünce, insanı iman dairesinden dışarıya çıkarmaya yetecek amellerdendir. Hâkimiyeti yani; insanlar üzerinde kanun ve yasalar koyarak onları yönetme yetkisini YARATICI olan Allah’tan alıp, YARATILAN insana vermek; Allah’a şirk / ortak / eş koşmanın en ağır ve çirkin çeşitlerindendir. İşte bu yüzden, ister Demokrasi, ister Laiklik, ister Sosyalizm, ister Irkçılık, ister Kapitalizm olsun, insanın ürettiği ve yine insanları yönetmeye talip olan tüm rejim ve düzenler İslam’ın dışındadır. Bunlar Allah’ın düzenine karşı alternatif olarak üretilmiş şirk düzenleridir.

…“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.”(Maide 49) “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (Maide 50) “Sonra seni de bu işte bir şeriat üzere kıldık. Ona uy ve bilmeyenlerin arzularına uyma.” (Casiye 18) “İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi.” (Mümtehine 4) …“Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.” (Rad 37) Biz tebliğ ettik, sen şahit ol Ya Rabb… Es Selamu Aleykûm CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

51


Nebevi Aile

Cennete Açılan

2

Kapı

ANNELERİMİZ, insanlığın mübarek hamalları… Zayıf bedeninde boş ve faydasız bir şey yerine, yeryüzünün halifesi ve eşrefi mahlûkatı taşımaktadır. İleride yetişecek âlimlerin, abidlerin, adaletli yöneticilerin, cesur komutanların, Muhsin davetçilerin, yeryüzünün salihlerinin ilk barınağı, onları sıkıntıları ile ilk yüklenenidir. Doğumdan önce ve doğumdan sonra evlatlarının rızık depolarıdır annelerimiz. Merhametin temsili, yavrularının ilk muallimi… 52

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

İbni Abbas radıyallahu anh; “Bir Müslüman sevabını Allah’tan bekleyerek, Müslüman olan anne ve babasına iyi davranırsa, Allah, onun için cennetten iki kapı açar. Şayet birine iyilik ederse Allah, ona bir kapı açar. Şayet onlardan birini kızdırırsa onun rızasını alıncaya kadar Allah ondan razı olmaz.” İbni Abbas bu nasihatlerde bulunduktan sonra orada bulunanlardan şöyle bir soru soruldu: Ana-Baba çocuklarına zulmetseler de mi? İbni Abbas şöyle cevap verir; Ana-Baba çocuklarına zulmetseler de. (Buhari; Edebü’l Müfred)


I YUSUF YILMAZ 1- SIKINTILARIMIZDAN BİR ÇIKIŞ UMUDUMUZ OLABİLİR;

BABALARIMIZ, yavrularının etrafında aşılmaz kaleler… Evlerinin manevi direkleri, varlıkları ile güven veren şahsiyetlerdir. Zamanlarını ve güçlerini yavrularının gelişimi için zekât olarak harcayan, göz aydınlığı çocukları doymadan doymayan, evladının sıkıntısını giderene kadar kendi derdini toprağa gömen fedakâr babalarımız. Annelerimiz, insanlığın mübarek hamalları… Zayıf bedeninde boş ve faydasız bir şey yerine, yeryüzünün halifesi ve eşrefi mahlûkatı taşımaktadır. İleride yetişecek âlimlerin, abidlerin, adaletli yöneticilerin, cesur komutanların, Muhsin davetçilerin, yeryüzünün salihlerinin ilk barınağı, onları sıkıntıları ile ilk yüklenenidir. Doğumdan önce ve doğumdan sonra evlatlarının rızık depolarıdır annelerimiz. Merhametin temsili, yavrularının ilk muallimi… Babalarımız, yavrularının etrafında aşılmaz kaleler… Evlerinin manevi direkleri, varlıkları ile güven veren şahsiyetlerdir. Zamanlarını ve güçlerini yavrularının gelişimi için zekât olarak harcayan, göz aydınlığı çocukları doymadan doymayan, evladının sıkıntısını giderene kadar kendi derdini toprağa gömen fedakâr babalarımız. Şeriat sahibi onların değerini ortaya koymak, yapmış oldukları fedakârlıklarda takdir görmeleri için biz Müslüman evlatlara meşru çerçevede onlara ihsanda bulunmayı tavsiye etmiştir. “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokman; 14) Peki, biz anne ve babalarımıza hayırla muamele edip onlara ihsanda bulunduğumuzda dünyada ve ahirette ne gibi kazanımlarımız olur gelin maddeler halinde inceleyelim;

Şuan her birimizin bilinen veya iç âlemimizde gizli olan sıkıntılarımız mevcuttur. Her birimiz, farklı vesileler ile bela ve musibetlere müptela olmuşuz. Kimimiz işlerinin kesatlığından yakınırken kimimiz işlerin çokluğundan ailesine ve kendisine vakit ayıramamaktan yakınmaktadır. Kimimiz manevi hastalıkların verdiği buhranlardan şikâyet ederken kimimiz tedavisi geciken hastalıklarına dert yanmaktadır. Öyle ya da böyle nefes alan her bir can, hayır veya şer mağaralarından birine sıkışmıştır. Bu mağarada nefes almak, umuda gökyüzü aydınlığı ile bakmanın bir vesilesi belki anne ve babalarımıza yaptığımız iyiliğimiz olabilir. Bunu binlerce yıl önce tecrübe etmiş birilerini duymak istersen Abdullah b. Ömer aracılığıyla Rasulullah’tan dinleyebilirsin; “ Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: — Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler. İçlerinden biri söze başlayarak: —Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi… (Buhari-Müslim) Bugün Allah tarafından kendisine nimet verilen kimseler; yani, evliliğinde, İslami çalışmasında, iş hayatında vs. sıkıntı yaşamayan her bir kişi, anne ve babasına yapmış olduğu iyiliğin meyvesini yiyor olabilir. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

53


YUSUF YILMAZ I 2- GÜNAHLARIMIZIN BAĞIŞLANMASINA BİR VESİLE OLABİLİR; İbni Abbas radıyallahu anhu demiştir ki; “Ben, anneye iyi davranmaktan Allah’a daha yakın bir amel bilmiyorum.” (Buhari; Edebü’l Müfred)

Bir tarafta müminlerin halifesi, hakkında ayet ve hadisler bulunan, şeytanın kendisine yaklaşmaktan çekindiği kişi, diğer tarafta eğer hakkında kendisi için bir hadis olmasaydı hiçbir zaman haberimizin olmayacağı Uveys b. Amir. İşte bu zatı bu konuma çıkaran annesine olan iyiliğidir.

Her bir salih amel, yapmış olduğumuz günahlarımıza kefaret olmaktadır. Abdest aldıktan sonra günahların dökülmesi, iki namaz arasında hataların bağışlanması, hac yapmak suretiyle kirlerden arınma bunlara örnek verilebilir. Tüm bunlar insandaki küçük günahların affına vesile olan amellerdir. Cinayet gibi ağır bir günahın vebalini ortadan kaldıracak salih ameli de biz İbni Abbas’tan öğrenmekteyiz ki o da; “Anneye iyi davranmak”… Günahlarından arınmak isteyenlerin gideceği yer belli; Annelerimiz 3- DUALARIMIZIN KABULÜNE VESİLE OLMASI, Birçok Müslüman Allah’a dua etmekten aciz iken, bir kısmı da dualarının kabul olmamasından şikâyet etmektedir. Bu durumu ortadan kaldırabilecek bir vesileyi yine Allah Rasulü bize işaret etmektedir ki o da anne ve babaya ihsanda bulunmaktır.

İbni Meyyas anlatıyor; Bir kısım günahlar işlemiştim. Bunları büyük günahlardan görüyordum. Onları İbni Ömer’e anlatınca bana bunların büyük günahlar arasında yer almadığı, söyledi ve büyük günahları saydı; 1- Allah’a şirk koşmak, 2- Haksız yere adam öldürmek, 3- Savaştan kaçmak, 4- Namuslu kadına zina iftirası atmak, 5- Faiz yemek, 6- Yetim malı yemek, 7- Mescid-i Haram’da günah işlemek, 8- İnsanlarla alay etmek, 9- Anne ve babaya isyan edip onları ağlatmak. Sonra İbni Ömer adama dönerek; “Sen cehennemden korkar mısın? Cennete girmek ister misin?” diye sorar. İbni Meyyas; “ Allah’a yemin ederim ki evet” cevabını verir. İbni Ömer; “An-

Ömer b. Hattab, Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve

nen-Baban sağ mı?” diye sorunca, İbni Meyyas

sellem’in şu sözlerini işitmiştir;

“yanımda sadece annem var” der. Bunun üzerine

“Size Uveys b. Amir, Yemenlilerin İmdat Bö-

İbni Ömer şöyle buyurur: “ Allah’a yemin ederim

lüğünün arasında gelecek. Kendisi Murad’dan sonra Karen’dendir. Onda baras hastalığı vardı. Bu dertten iyileşti ancak bir dirhem yeri kadar kaldı. Bir validesi vardır. Ona çok itaatkârdır. Allah’a yemin etse kendisini mutlaka yemininde sadık çıkarır. Sana istiğfar etmesine imkân bulursan bunu yap.” Ömer b. Hattab Rasulullah’ın bahsettiği kişiye

54

4- CENNETE GİRMENİN VESİLELERİ

ki, annene yumuşak söz söylersen, ona yemek yedirirsen, büyük günahlardan korundukça elbette cennete girersin.” (Buhari; Edebü’l Müfred) İmam Ahmed, Hz. Aişe’den şöyle nakletmektedir: “Rasulullah rüyasında cennette gezdirilirken Kuran okuyan bir kişinin sesini işitir ve bunun kim olduğunu sorar. Bu kişinin Harise b. Numan olduğu söylenince Allah Rasulü iki defa; “İşte iyilik böyledir, işte iyilik böyledir” der. Bu

denk gelince, Allah Rasulünden duyduğu bu ri-

genç Allah Rasulü döneminde annesine iyi mua-

vayeti ona aktarır ve kendisine istiğfar etmesi için

mele yapmakla tanınırmış.

talepte bulunur. O da Müminlerin Halifesinin ba-

İşte sevgili kardeşlerim, cennetin bahçelerini uzak-

ğışlanması için dua da bulunur. (Müslim)

larda aramaya gerek bırakmayan salih ameller eli-

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


I YUSUF YILMAZ

mizin altında… Bunu fırsat bilip ebeveynlerimize

Bu duaya âmin denir. Şimdi kapısını çalıp kendi-

ihsanda bulunmayı arttıralım inşallah.

sinden ihtiyaçlarımız için dua talebinde bulunacağımız bir Peygamber gelmeyecektir. Ama Allah

5- EVLATLARIMIZIN BİZLERE HAYIRLA MUAMELE YAPMASI İÇİN,

Rasulü, binlerce yıl önce anne ve babasına hayırlı olanlara temiz diliyle dua etmiştir. Rabbim bu

Bugün anne ve babaların en çok yakındığı şey-

duaya bizleri de muvaffak kılsın. Âmin.

lerden biri de evlatlarının kendilerini dinlememe-

Peki, O’nun sallallahu aleyhi ve sellem beddua-

leridir. Onlara söz geçirememek, ebeveynlerinin

sından nasıl emin olunur?

arzu ve isteklerine duyarsız kaldıklarından ya-

Ebu Hureyre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-

kınmak maalesef önemli problemlerimiz arasında yerini almaktadır. Biz anne ve babalarda bu durumdaki rahatsızlığımızın faturasını ya çocuğumuza çıkarırız ya da çevresindeki arkadaşlara… Şimdi rivayet edeceğim hadis, bu sıkıntının ilk çıkış nedeni konusunda bizleri kendimize dönmeye davet etmektedir. “ Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınızda size iyilik etsin.” (Hakim, Taberani)

lem’den şöyle buyurmaktadır: “Burnu yere sürünsün. Burnu yere sürünsün. Sonra burnu yere sürünsün.” (Yanındakiler) Kimin ya Rasulullah? ; “İhtiyarlığı anında anne ve babasından birine yahut her ikisine yetişip te onlar sebebi ile cennete giremeyenin” buyurdu. Düşmanlarının bile bedduasına uğramaktan korktuğu zatın, öfkesini üzerine almamak için bütün

6- RASULULLAH’IN MÜJDESİNE NAİL OLUP BEDDUASINDAN EMİN OLUNMAYA VESİLE OLMALARI, Sehl b. Muaz’dan rivayet edildiğine göre Allah

meşru işlerde anne ve babalarımıza ihsanda bulunmaya gayret etmemiz gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki onlara itaat edilmemesi gereken sınırı sen ve ben değil yine âlemlerin Rabbi olan

Rasulü şöyle buyurmuştur: “Anne ve babasına

Allah belirlemektedir.

iyilik eden kimseye müjdeler olsun! Yüce Allah

Aile büyüklerinizle Firdevsleri elde etmeniz du-

onun ömrünü arttırsın.” (Buhari; Edebü’l Müfred)

asıyla. CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

55


‫إقرأ باسم ربك الذىخلق‬ KİTAPLIK

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

İ

slami çalışmalarda ilmi ve tecrübesiyle saygın bir yeri olan değerli üstadımız Hasan Karakaya Hoca efendi tarafından telif edilen bu eser Nebevi Hayat yayınları olarak siz değerli okurlarımızın istifadesine Mart ayı içerisinde sunulacaktır. Bu eser, çağımızın ve üzerinde yaşadığımız toprakların problemlerini Kur’an, sünnet ve selef alimlerin nazarıyla ele alarak ehli sünnetin bu mesele hakkındaki görüşlerini beyan etmeye çalışmıştır. Üstadın bu kitabında izah etmeye çalıştığı başlıklar şunlardır : Küfrün ve Küfrün Kısımları, Tekfirde İhtiyatlı Olmak, Her küfür imandan çıkarmaz, Allah’ın İndirdikleri ile Hükmetmeyenlerin Hükmü

56

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


‫إقرأ باسم ربك الذىخلق‬ Yaratan Rabbinin adıyla oku!

İNKÂR RİSALESİ Yazar: Hasan Karakaya Dil: Türkçe Ebat (cm): 13.5X21.5 Kağıt Cinsi: Ayvoli Kapak: Sıvama Kapak Sayfa Sayısı: 180 Yayın Yılı: 2014 Baskı: 1. Baskı Yayınevi : Nebevi Hayat Yayınları

Tağutun Manası, Büyük Günah İşleyenin Hükmü..

insanların şerrinden Allah’a sığınır ve şikayetimizi O’na arz ederiz.

Kitaptan alıntılar: Eğer birisi Allah’a isyan eder,

Ayrıca üstad bu kitabında ehli sünnetin ortaya koymuş olduğu orta yolu ihlal edip ifrat ve terfide dalan sapık ve şaz guruplara da Kur’an ve sünnetten delillerle reddiye yazmıştır…..

Allah’ın kullarını da kendisine boyun eğmeye zorlayacak olursa, işte bu, Tağut olur. Bu bazen

şeytan, bazen papaz, bazen dinî lider, bazen siyasî lider, bazen kral, bazen de devletin kendisi olabilir. İnsanların kâfir olduklarını ortaya koyan açık bir küfür olmadığı müddetçe, onları tekfir etmede oldukça ihtiyatlı ve temkinli davranmak gerekir. Çünkü tekfir edilen kişi kâfir değilse tekfir eden kâfir olur. İşte kafaları yoran, akılları durduran, çabaları bitiren bu konu hakkında şu meselelere dikkat etmek gerekir.

Hakkı batıla karıştıran, küfürle imanı aynı kefeye koymaya çalışan, bu yolla Allah’ın kullarını saptıran

Tanıtımımızın sonunda saygı değer hocamıza Allah’tan hayırlı ömür diler,hizmetlerinin devamını Rabbimizden niyaz ederiz. Muhterem Hocamız Hasan Karakaya’nın yeni bir eserini sizlere sunmamızın sevinci ve iştiyakıyla yeni çalışmalarımızda buluşmak ümidi ile… Rabbim bu kitabın yazılmasında, basılmasında ve tanıtılmasında emeği geçen bütün kardeşlerimizden razı olsun ve gereği gibi istifade etmemizi bize nasip eylesin…

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

57


DÜNYA ÖSO ve Esed arasında ateşkes haberi yalanlandı. SURİYE

Şam Babilla’da ÖSO ve Esed askerleri arasında ateşkes sağlandı haberi yalanlandı.

1

7.02.2014 tarihinde Şam Babilla’da ÖSO ve Esed askerleri arasında, hiçbir detayı bilinmeyen ve Esed medyasının değil ta-

mamen batı medyasının (Fransız Haber Ajansı) ortaya attığı, iki taraf arasında bir anlaşma imzalandığı iddiasını içeren haber yerel ve yabancı bir çok medya organında yayılmaya başladı. Bu iddialar üzerine ÖSO’dan yalanlama geldi.

ESED ASKERLERİNİN HAİN TUZAKLARI

S

uriye’de halka giden yardımları engellemek ve halkı açlığa terketmekte aslında psikolojik harbin bir unsuru. Uzmanlara göre “İran’dan aldığı akılla” direnişi açlıkla kırmayı hedefleyen Esed rejimi bunda başarılı olamadığı zamanlarda da yine açlık meselesini bir silah olarak kullanıyor. Aşağıdaki fotoğrafta Esed askerleri tarafından sokağa bırakılan ekmek dolu bir poşet görülüyor. Açlığa dayanamayan Suriyeliler ekmeği almaya gittiklerinde Hizbullah sniperları tarafından öldürülüyor yada diğer bir deyişle “avlanılıyorlar”.

SURİYE

Hz. Peygamber sizin rüyanıza gelmediği için haset ediyorsunuz

S

amanyolu TV’de yayınlanan ‘Şefkat Tepe’ dizisinde ilginç bir sahne büyük tepki çekti. Dizide Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i bir ışık halinde kamyonete binmiş bir şekilde yayınlanmıştı. İlgili sahnede dizinin karakterleri bir araya gelerek salavatlar çekerek Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i yanlarına çağırıyor. Kısa bir süre sonra bizzat Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in bir ışık halesi şeklinde yanlarına geldiği görülüyor. Samanyolu grup başkanı Hidayet Karaca, bu konuda tuhaf bir açıklamada bulundu:“Hz. Peygamber sizin rüyanıza gelmediği için mi haset ediyorsunuz?”dedi.

TÜRKİYE

58

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


DÜNYA BİR SURİYE İSTATİSTİĞİ... SURİYE

Suriye savaşı Lübnan’a mı taşınıyor Lübnanlı Şii Hizbullah Örgütü’nün Esed yanında Suriye halkına karşı savaşıyor olması savaşın Lübnan’a taşınması tehlikesini doğuruyor. uriyeli muhalif komutanlardan Ammar El Vavi, Nasrallah’ı Şii Hizbullah örgütünün Kalamun’a saldırması durumunda evleri Lübnan’da vurmakla tehdit etti. Gerekirse savaşı Lübnan’a taşırız diyen muhalif liderin Hizbullah eliyle ülkede yürütülen soykırıma tahammülünün kalmadığı aktarıldı.

SURİYE

S

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

59


DÜNYA Lübnan’da Hizbullah bölgesinde patlama: Beş ölü LÜBNAN

Beyrut’un güneyinde, Hizbullah’ın etkili olduğu Dahiye bölgesinde meydana gelen iki ayrı patlamada en az beş kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı

B

i’r Hasen bölgesindeki İran Kültür Merkezi ve Kuveyt Büyükelçiliği yakınında meydana gelen patlamalarda

ilk belirlemelere göre beş kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. Patlamaların ardından çevredeki birçok araç yanarken binalarda da büyük hasar meydana geldi.

İran: Pakistan’a girebiliriz! İRAN

İranlı yetkililer, İranlı Sünni grup Jaiş el Adl’in (Adaletin Ordusu) kaçırdığını belirttiği 5 İran devrim muhafızını kurtarmak için Pakistan ve Afganistan’a girebilecekleri tehdidinde bulundu.

İ

ran İçişleri Bakanı Abdulrıza Rahmani Fazlı, Sünni grup Jaiş el Adl tarafından kaçırıldığı belirtilen

İran devrim muhafızlarını kurtarmak için Pakistan ve Afganistan topraklarına asker yollayabileceklerini açıkladı.

İran Hükümetinden Yahudilere desteklerin devam edeceği sözü geldi

İ

ran’da ‘tüm etnik grupların ve dinlerin İslam Cumhuriyeti’yle kaynaşması projesi’ çerçevesinde Yahudilere ait bir hastaneye 400.000 Dolar verildi. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Hükümetince devam ettirilen ülkenin imajını ‘düzeltme’ yönündeki faaliyetlerin bir adımı olarak gelen yardım başkentte yapıldı.

İRAN

60

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


DÜNYA Nasrallah: “Suriye’ye girmeseydik Suriye Afganistan olurdu” SURİYE

Nasrallah’tan Yeni Hezeyanlar Esed yandaşı Şii grup lideri “Suriye’de zafer yakın”

H

izbullah’ın Genel Sekreteri Nasrallah, radikal silahlı grupların Lübnan sınırındaki bölgeleri ele geçirmeye çalıştığını ve bu nedenle Suriye’de Beşşar Esed’in yanında savaşa katıldıklarını söyledi. “Eğer silahlı gruplar Suriye’ye hakim olsaydı manzara nasıl olurdu? Rakka, Deyr Ezzor ve İdlib’in kuzeyindeki Afganistan manzarası bütün ülkeye hakim olacaktı. Bu gruplar bütün Suriye’ye hakim olsaydı Lübnan’ın geleceği ne olurdu?” diyen Hizbullah lideri savaşa girerek bu grupların projelerini boşa çıkardıklarını öne sürdü. Lübnan’da şiddet arttı Hizbullah, geçen yılın nisan ayında Suriye’deki varlığını kabul etmişti. Hizbullah’ın Suriye’deki savaşa katılması Lübnan’da büyük tartışmalara ve gerginliğe sebep oldu. Nasrallah, kasım ayında yaptığı konuşmada Suriye’de kalış sebeplerinin Lübnan ve Filistin’i savunmak olduğunu ve ihtiyaç oldukça kalmaya devam edeceklerini söylemişti. Hizbullah’ın Suriye’de savaşa katılmasının ardından Lübnan’da başkent Beyrut’un güneyi başta olmak üzere birçok Hizbullah hedefine bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıları üstlenen gruplar bunun Hizbullah’ın Suriye’de savaşmasına bir cevap olduğunu söylemişti. Nasrallah konuşmasında komutanlarının öldürülmesinden İsrail’i sorumlu tuttu.

Esed’in en büyük destekçilerinden biri olarak bilinen Nasrallah’ın ‘savaşı durdurun’ çağrısı anlamlandırılamadı uriye halkına karşı yürüttüğü şiddetli savaşta Esed’in en büyük destekçilerinden biri olarak bilinen Hizbullah Örgütünün lideri Hasan Nasrallah, Suriye savaşı hakkında yeni açıklamalarda bulundu. Daha önce Suriye’de ‘Filistin Davası için’ savaştığını iddia ederek şaşkınlığa neden olan örgüt liderinin yeni açıklamasında ise vurgu, ‘tekfirci’ yapılara oldu. Şii inancının dışındaki herkesi ‘İslam dışı’ kabul eden Caferi mitolojisini benimseyen Hizbullah örgütünün lideri, Suriye’de bulunan ‘tekfirciler’in oluşturduğu tehlikeye dikkat çekti. Suriye’de Esed rejimine desteğini İranla beraber sürdüren Nasrallah, Suriye’de kendilerinin dışında Sünni bir grubun hakim olması durumunda ülkenin durumunun Afganistan’dan kötü olacağını söyledi.

S

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

61


DÜNYA İslam alimi Abdülkerim Zeydan vefat etti MISIR

İslam dünyasının önemli fıkıh alimlerinden Dr. Abdülkerim Zeydan, uzun süredir yaşadığı Yemen’de 97 yaşında Hakk’ın Rahmeti’ne kavuştu.

A

bdülkerim Zeydan 1921 yılında Bağdat’ta dünyaya gelmişti. İlköğretimini ve Üniversite eğitimini Bağdat’ta tamamlayan Zeydan, Kahire Üniversitesi’nde İslam Hukukunda master yapmıştı. Zeydan, Mısır ve Iraklı alimlerden ders almış, Din ve İslam Hukuku Fakültelerinde dekanlık görevlerinde bulunmuştu. İslam Hukuku alanındaki müstesna isimlerden sayılan Zeydan’ın onlarca makele ve kitabı bulunuyor.

Budist Rahipler daha çok Arakan’lı öldürmek için bakın ne yapıyorlar! ARAKAN

Burma ordu askerleri Kaçin eyaletinde Budist rahiplere askeri eğitim verirken

B

ölgede Müslümanlara uygulanan bir çok katliamda başrol oynayan Budist rahipler milis eğitimi alırken görüntülendi. 969 Radikal Budist örgüt olarak da bilinen aşırıcı çete örgütleri, Arakan’da Müslüman karşıtı gösteriler düzenleyerek herkesi sürekli Müslümanlara karşı şiddete çağrıda bulunmaya davet etmektedir.

62

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014


DÜNYA Tataristan’lı Müslümanları Savunun! TATARİSTAN Tataristan yönetimi ülkede yakılan kiliselerin suçlularını bulmak için Müslümanları hedef gösterip tutukluyor ve işkence ile suçları masum Müslümanlara atmak istiyor. Rus polisi ile birlikte 2013 Kasım ayından itibaren Müslümanlara yönelik seri gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştiren Tataristan yönetimi Müslümanlara yapmadıkları şeyleri suç olarak kabul ettirmek için çok ağır işkenceler yapıyor.

Cunta`dan İhvan`ın evlerine kanlı operasyon MISIR Mısır ordusunun İhvan`a bağlı olduğu bildirilen 4 eve düzenlediği hava saldırısında 13 kişi hayatını kaybetti, 7 kişi yaralandı. ısır ordusunun, Sina Yarımadası`nda Müslüman Kardeşler Teşkilatı`na (İhvan) bağlı unsurlara ait olduğu öne sürülen 4 eve düzenlediği operasyonda, ilk belirlemelere göre 13 kişinin hayatını kaybettiği, 7 kişinin yaralandığı bildirildi.

M

Bangladeş’te Yeni İdam Kararları Bangladeş’te mahkeme, aralarında Cemaat-i İslami lideri Matir Rahman Nizami’nin de olduğu 14 kişiye idam cezası verdi. Cezalandırılan kişiler Hindistan’ın Assam eyaletinde faaliyet gösteren Özgürlük Cephesi isimli bir örgüte silah vermekten suçlu bulundu. 73 yaşındaki Nizami, Bangladeş Limanı’ndan silah kaçırmakla yargılanıyordu. Timetürk’ün aldığı bilgilere göre temyize gidecek olan Nizami’nin avukatları Bangladeş Hükümeti’nin bir oldu bitti ile idamı hızlı bir şekilde infaz edebileceğini vurguluyor.

BANGLADEŞ

CEMAZİYELEVVEL 1435

NEBEVÎ HAYAT

63


SİZDEN GELENLER Biz bu çağın Bedir’den kalan neferleriyiz Yüz yirmi bin şehidin kanlı kefenleriyiz Duranlara rağmen, durmadan yürüyenleriz Gayemiz Allah, önderimiz peygamber, hedefimiz cihad diyen Hasanlarız Küçük harçlıklarla kurulan anlık mutlulukları reddeder, Büyük emeklerle kurulan ebedi mutluluklara sabrederiz Sınırlarımızı kanla çizer, başımızı vererek imzalarız Bir tebessümle sehpaya çıkan Kutublarız İki kere doğum günü kutlarız Anadan doğarken ve Rabbe dönerken İki kere doğarız, bin kere can veririz Çünkü biz bombalara gülümseyen Yasinleriz Aile ile geçirilen mutlu zamanları maziye gömer, Birer birer sorumlulukların gölgesinde ezeriz İlahi kelimetullah deriz başka bir şey demeyiz Biz namlunun ucundaki Hattablarız Biz İslam güneşinin parlattığı yüzleriz Her şeyin hızla değiştiğini fark eden bizleriz Rahmanın şemsiyesi altında toplananlarız Kopsa da kolumuz, oyulsa da gözümüz sancağı bırakmayan Musablarız Kulağımızda Bilal’in sesi, kalbimiz de Hamza’nın yangını, bizi büyük bir cihada hazırlar Cephede siperlerle evlenir, mermilerle kucaklaşırız çoluk çocuk niyetine İnsanlara insanlığımızı değil, canımızı pazarlarız insanlığın gerçek sahibine Biz bu dava için canımızı hediye eden kardeşleriz Biz 20’li yaşlarda Ümmeti Muhammed sevdalısıyız Her şey değişir, özlem duyduğumuz şeyler hep aynı kalır İman, Kuran ve Cihad Allah için bir mermi… Yanında yudum yudum şehadet şerbeti içen yine bizleriz Ümit Şit / İstanbul

64

NEBEVÎ HAYAT

MART 2014

O zaman Rusya’da hâkimdi yaman bir tazyik... Zulmü sevdirmek için var mı ya bir başka tarik? (1) Düşünen her kafanın mutlak ezilmekti sonu! Medenî Avrupa, bilmem, niye görmezdi bunu? Süngü, kurşun gibi kestirme ölümlerle ölen; Yâhud işkenceler altında ecelsiz gömülen: Ne soluk var, ne ışık var, ne otur var, ne durak İki üç yüz kulaç altında zemînin, çıplak Aç, susuz işletilen kanları donmuş canlar, Size milyonla desem, fazlası yok eksiği var! Bilmiyorlar ki bu şiddetlerin olmaz hükmü: Göz yıllar önce, fakat, sonra kanıksar ölümü. Sanıyorlar kafa kesmekle, beyin ezmekle, Fikr-i hürriyyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele!(2) Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak: Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak! Hangi ma’sûmun olur hûnu(3) bu dünyâda heder? Yoksa kânûn-i İlâhîyi de yırtar mı beşer? M. Akif Ersoy Gönderen: Mümin Yılmaz / İstanbul

-------------------------------1. Yol 2. Topluluk 3. Kanı



‫يم‬ ِ ّٰ ‫ِب ْس ِم‬ ِ ‫الل ال ّ َر ْح ٰم ِن ال ّ َر ۪ح‬

ُّ ‫ض َف َما َج َزٓا ُء َم ْن يَ ْف َع ُل ٰذلِ َك ِم ْن ُك ْم اِ ّ َل ِخ ْز ٌي ِفي ا ْل َح ٰيو ِة‬ ‫الد ْن َي ۚا َويَ ْو َم‬ ِ ‫اَ َف ُت ْؤ ِم ُنو َن ِب َب ْع ِض ا ْل ِك َت‬ ۚ ٍ ‫اب َوتَ ْك ُف ُرو َن ِب َب ْع‬ ٓ ‫الل ِبغَا ِف ٍل َع ّ َما تَ ْع َم ُلو َن‬ ُ ّٰ ‫اب َو َما‬ ۜ ِ ‫ا ْل ِق ٰي َم ِة يُ َر ُّدو َن اِ ٰلى اَ َش ِّد ا ْل َع َذ‬

Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. (Bakara, 85)

Bir elimizde kadeh bir elimizde Kur’an Bir helaldir işimiz bir haram Şu yarım yamalak dünyada Ne tam kafiriz ne tam Müslüman


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.