Nebevi Hayat Dergisi 18. sayı (2014)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Mayıs 2014 1435

Yıl: 2 Sayı: 18 - Fiyatı: 6 TL

www.nebevihayatyayinlari.com

Recep

d n ı a s n a y h i n i b l Ka Dünyanın İnşasına

KALP AMELLERİ

Hakan Sarıküçük

KALBİN İMARI VE ISLAHI

Mahmut Varhan

MANEVİYATIMIZIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER Muhammed Ali Mücahid

NEBEVÎ HAREKETİN LOKOMOTİFİ ÖNCÜ GENÇLİK

Zafer Mert

NEFİS MÜCADELESİ

Derya Fıçıcı

MUHAMMED KUTUB’UN HAYATI

Hüseyin Kalender

facebook.com/nebevihayat twitter.com/nebevihayat



SEMİNER Fuhuş ve Fuhuşa Götüren Yollar ve Gözü Haramdan Koruma Konuşmacı: 7 Mayıs 2014 Hüseyin Nohut Çarşamba Yer: İmam Buhari Vakfı

Diğer Seminerler Arınma ve Takva Ayı Ramazan

2014

Abdulkadir Kızmaz

6 Ağustos

Hz. İsa'nın Nüzûlu Meselesi

8 Ekim

a1

d Ay

4 Haziran

Merhum Şehid Seyyid Kutub’un Hayatı, Mücadelesi, Eserleri ve Şehadeti

Saat: 20:30 Çarşamba Saat:

Geleneksel Ramazan İftarı Programı

Temmuz

İslam Daveti ve Davetçilerin Özellikleri

10 Eylül Zafer Mert

Hasan Karakaya

Mahmut Varhan Hz. Ebubekir (r.a)’ın Hayatı, Fazileti, Zühdü, Hilafeti ve Vefatı

20:30

Oryantalizm ve İslam Ümmeti Üzerindeki Oyunları

5 Kasım Mustafa Tatlı

10 Aralık Ramazan Zenbil

0212

550 63 77


YIL: 2 Sayı: 18 Fiyatı: 6 TL

İÇİNDEKİLER

Sahibi İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfı Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert

KALP AMELLERİ

KALBİN İMARI VE ISLAHI

Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük

KALP

MANEVİYA-

HASTALIKLARI

TIMIZIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER NELERDİR?

Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2014 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 70 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Mayıs 2014 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

Hakan Sarıküçük

18 24 28 31 32 36 38 43 46 52 57 58 64

4

Mahmut Varhan

6

Mustafa Tatlı

12

Muhammed Ali Mücahid

15

NEBEVÎ HAREKETİN LOKOMOTİFİ, ÖNCÜ GENÇLİK Zafer Mert ŞÜKREDEN BİR KUL OLMAYACAK MIYIZ? Ali Yücel YALNIZLIK VE SALİH AMEL Ömer Ergül HİKMET LEM’ALARI Ebu Bekir Eren BİR HEYECANLA; DÜNYA UFALANIR AVUÇLARDA Said Özdemir ÜÇ AYLARIN FAZİLETİ Betül Demir GÜNDEME İDEOLOJİK EĞİTİMİN “ÖĞÜTTÜĞÜ” GENÇLİK BAKIŞ ve ÖĞÜTÜLMEYE RAZI OLANLAR Nedim Bal NEFİS MÜCADELESİ Derya Fıçıcı Muhammed Kutub: Hayatı ve Eserleri Hüseyin Kalender YAVRUNUZUN KALBİNDE MERHAMET OLMAYAN CEHENNEM Halime Yılmaz BEKÇİLERİNİN ELİNDE CEHENNEM YAKITI OLMASINI İSTER MİYDİNİZ? KİTAPLIK: NEFİS TERBİYESİ Dünyadan Haberler Cihan Malay Sizden Gelenler


Allah’ın adıyla Hamd, kalplere hâkim olan ve onu dilediği gibi evirip çeviren, takva elbisesi ile bizleri süsleyen Rabbimize, salât ve selâm; âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından, âlemlere rahmet olarak gönderilen hidayet rehberi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, temiz ailesine, şerefli ashabına ve tüm tevhid ehli Mü’minlerin üzerine olsun. Sevgili Dostlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Kalp hükümdardır; Organlarda onun askerleridir. Hükümdar iyi olursa, askerlerde iyi olur. Hükümdar kötü olursa, askerleri de kötü olur.” Evet dostlar! Ümmet olarak bizlerin kalbi, yani hükümdarımız öldüğü günden beri, görünen ve görünmeyen düşmanlarımız karşısında esir olmuş. Şu an yeryüzünde Müslümanların canı, ırzı, malı, kanı, nesli, toprağı emniyet altında değilse, ümmet olarak birliğimiz, dirliğimiz dağılmış ise, gücümüz, izzetimiz, heybetimiz silinmiş ise, düşmanlarımızın karşısında çer çöp konumuna düşmüşsek bunun en büyük sebebi “KALP HASTALIKLARIMIZDIR.” Ümmetin içinde bulunduğu bu acziyetten kurtulup yeniden büyük bir diriliş ile ayağa kalkmasının yolu “KALPLERİMİZİN DİRİLİŞİNDEN” geçer. Dergimizin bu sayısında; “Kalp, Kalbin amelleri, Kalbin Hastalıkları” konuları üzerinde durmaya çalıştık. Bu hususta güzel ve faydalı yazılar bulacaksınız inşallah. Rabbim cümlemizi istifade edenlerden kılsın. Yaklaşan üç aylar, kalplerimizin temizlenmesi, ruhlarımız arınması ve Rabbimize yakınlaşma noktasında büyük bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır. Tüm Müslüman kardeşlerimize üç ayları en iyi şekilde değerlendirme ve bu büyük fırsatı boş geçirmeme tavsiyesinde bulunuyoruz… “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.” 1919 yılında büyük dava adamı Şehid Seyyid Kutub’un en küçük kardeşi olarak dünyaya geldi merhum Muhammed Kutub. Muhammed Kutub, yetim olan bu ümmetin içinden çıkan ender Rabbani âlimlerdendi. O inandığı gibi yaşadı ve yaşadığı gibi de Rabbine kavuştu inşallah. Onun, uyuyan Müslümanların hayatına soktuğu çok önemli bir husus vardır ki, o da “Akide”dir. O, Müslümanların sahip olması gereken Akide anlayışı hakkında şöyle diyordu; “Akide saf bir fikirden ibaret değildir… Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir… Akide, bir hayat sistemidir… Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte, akide, bir hayat sistemidir.” Allah’tan merhuma rahmet diliyor, onun kederli ailesinin ve olan ümmetin başı sağ olsun diyoruz. Değerli Dostlar, …Amerika ve İsrail’in gayri meşru çocuğu Firavun Sisi ve onun kölelerinden oluşan utanç mahkemeleri Mısır’da; 20 dakikada 529 Müslümanın idam edilmesi kararına imza atmışlardır. Ülkemizde ve dünyada bu Firavunca karara karşı tepkiler çığ gibi büyüyor. Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki, Müslümanların kanının, ırzının, canının tehdit ve tecavüz altında olduğu yerde mezhep, meşrep, metot, cemaat, fırka konuşulmaz… Burada öncelik, Müslümanların kanları, canları ve ırzlarının korunması ve kurtarılmasıdır. Bu sebeple daha ilk günler olmak üzere şu an halen devam eden vahşet sessiz ve tepkisiz kalmak iman ehli Müslümanlar için mümkün değildir. Bizlerin ortaya koyacağı tepkiler düzenleyeceği gösteriler belki de Firavun düzeninin kararlarını ve oradaki Müslümanların akıbetlerini değiştirmeyecek. Fakat şunu unutmayalım ki, bu tepkilerimiz bizim Allah katındaki akıbetimizi etkileyecektir. Zulme rıza zulümdür. Bizler imanımızın ve kardeşliğimizin bir gereği olarak bu zulmü kınıyoruz… Müslümanların zulme karşı omuz omuza olmasını, zulme karşı yürütülecek ortak mücadelede farklı camiaların “Takva boyutundaki” hassasiyetleri de dikkate alınarak İslam’ın ruhuna ve vakarına yakışır bir yöntemin ortaya koyulması gerektiği kanaatindeyiz… Sevgili Dostlar… Dergimize göstermiş olduğunuz ilgi ve alakadan dolayı sizlere teşekkür ediyor, hatalarımız, eksiklerimiz hususunda bizleri hoş görmenizi temenni ediyoruz.. Samimi ve ihlaslı nasihatlerinizi her zaman bekliyor ve sizleri istifade etmeniz dileğiyle yazılarımızla baş başa bırakıyoruz. Allah’a emanet olunuz.


Kapak Dosya

KALP AMELLERİ

Kalbin amelleri kulun Allahu Teâla’ya yaklaşabilmesinin en büyük yollarındandır. Bu ameller bir Müslümanın her zaman yapmakla mükellef olduğu en önemli görevlerdendir. Aynı zamanda bu ameller imanın şubelerinin en belirgin olanlarındandır. Diğer amellerin sıhhati kalbi amellerin sıhhatine bağlıdır. Eğer Kalbin ameli yok olursa iman da yok olmaya mahkûmdur.

K

alplere hâkim olan ve onları dilediği gibi evirip çeviren Allah’a hamd eder, bize olan sınırsız nimetlerinden dolayı kendisine şükrederiz. İhlası, sabrı, şükrü, tevekkülü, tefekkürü, muhabbetullahı, nefis muhasebesini, takvayı, korku ve ümidi, vera ve berayı en iyi şekilde tarif edip bunların en mükemmel uygulayıcısı olan Muhammed aleyhisselatuvesselâm efendimize salâtu selâm ederiz. Kalbin amelleri kulun Allahu Teâla’ya yaklaşabilmesinin en büyük yollarındandır. Bu ameller bir Müslümanın her zaman yapmakla mükellef olduğu en önemli görevlerdendir. Aynı zamanda bu ameller imanın şubelerinin en belirgin olanlarındandır. Diğer amellerin sıhhati, kalbi amellerin sıhhatine bağlıdır. Eğer kalbin ameli yok olursa iman da yok olmaya mahkûmdur. Nitekim İzz b.

4

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Abdusselâm şöyle demektedir: “Bedenlerin ıslahı kalplerin ıslahına bağlıdır. Aynı şekilde bedenlerin fesada uğraması da kalplerin fesada uğraması sebebiyledir. Bundan dolayı da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurmaktadır. “Haberiniz olsun, bedende bir et parçası vardır ki, eğer o ıslah olursa, bedenin tamamı ıslah olur; Eğer o bozulursa, bedenin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.”(1) İbni Teymiye ise kalbin amelleri ile ilgili şöyle demektedir: “Kalbin amelleri Allah’ı ve Rasulü’nü sevmek, Allah’a tevekkül etmek, dinin sadece O’na ait olduğunu ikrar etmek, O’na şükretmek, O’nun hükümlerine sabretmek, O’ndan korkmak ve O’ndan ümit etmek gibi imanın ve dinin temellerindendir. Bütün bu ameller, âlimlerin itti-


I HAKAN SARIKÜÇÜK

Yapılan işlerde niyet, ruh mesabesindedir. Amel ise ceset konumundadır. Buna göre, nasıl ki ruh bedenden ayrılınca beden ölür, aynı şekilde, niyet olmadan da ameller ölü hükmündedir. Niyetsiz bir amel, abesle iştigal olmaktan başka bir şey değildir. fakıyla insanlar üzerine vaciptir. İnsanlar bu konuda farklı üç mertebededirler. Kendi nefsine zulmeden ve hiçbir şekilde amel etmeyen, Orta yolu takip eden, Hayırda yarışan ve amel eden.(2) İbni Teymiye devamla şöyle demektedir: “Dinin aslı ilim ve amellerin bâtınî durumlarından ibarettir. Bunlar olmadan zahiri amellerin hiçbir faydası yoktur. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kalp hükümdardır; Organlarda onun askerleridir. Hükümdar iyi olursa, askerlerde iyi olur. Hükümdar kötü olursa, askerleri de kötü olur.”(3) İbni Kayyım el- Cevziyye, kalbin amelleri ile ilgili olarak şöyle demektedir: “ Allah’ı sevmek, O’na tevekkül etmek, O’na yönelmek, O’ndan korkmak, O’ndan ümit etmek, dinin O’na has olduğuna inanmak, emir ve yasaklarına, kaza ve kaderine karşı sabretmek, O’nu Rab olarak benimsemek, O’nun önünde boyun eğmek, O’nun rızası için düşmanlık beslemek, O’na sığınmak, O’nunla mutmain olmak vb. gibi Allah’ın farz kıldığı bu ameller, zahiri manada farz kıldığı veya müstehab gördüğü diğer hususlardan daha kuvvetlidir. Bunlar olmadan organlarının amelinin ya çok az faydası vardır ya da hiçbir faydası yoktur.(4) Kalbin amelleri, amel itibariyle asıldır, amelden kastedilen şeydir. Organların ameli ise bunlara tabidir ve bunların tamamlayıcısıdır. Yapılan iş-

lerde niyet, ruh mesabesindedir. Amel ise ceset konumundadır. Buna göre, nasıl ki ruh bedenden ayrılınca beden ölür, aynı şekilde, niyet olmadan da ameller ölü hükmündedir. Niyetsiz bir amel, abesle iştigal olmaktan başka bir şey değildir. Kalp ile elde edilen bilgi, organlarla elde edilen bilgiden daha önemlidir. Çünkü kalple elde edilen bilgi asıldır. Organlarla elde edilen bilgi ise kalbin bilgisinden kaynaklanmaktadır.(5) Kaynağı itibariyle İslam şeriatını irdeleyen bir kimse, organların amelinin kalbin amelleri ile olan ilişkisini keşfedecek, organların amellerinin, kalbin amelleri olmadan hiçbir fayda sağlamayacağını bilecektir. Kalbin amellerinin kul üzerindeki farziyetinin, organların amellerine nispetle daha güçlü olduğunun farkına varacaktır. Kalbin kulluğu organların kulluğundan daha büyük, daha çok ve daha devamlıdır. Kalbin amelleri her zaman gereklidir.(6) Ehli Sünnet âlimleri kalbin ameli zail (kayıp) olursa bu durumda imanın da yok olacağına hükmetmişlerdir. Çünkü kalbin amelleri olmadan tasdikin hiçbir faydası yoktur.(7) Bilinmelidir ki; Tevekkül ve Allah’a dayanmak gibi kalbin amelleriyle, başka hiçbir şey sayesinde hasıl olmayacak nice hayır ve şifalar hasıl olur. Tıpkı Kur’an şairi Akif’in dediği gibi: Allah’a dayan saye sarıl hikmete râm ol Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol Allah’a dayan gâyene tevfikini versin Kur’an’a sarılmazsan eğer yese düşersin. Sonuç olarak Allah’u Teâla’dan dileğimiz bizleri hidayete erdirmesidir. Ayrıca bizi sapan ve insanları da saptıran değil, onlara hidayet rehberi olan kimselerden eylemesi ve günahlarımızı bağışlamasıdır. Yüce Rabbimizden itaat ve rızasını elde etmek için kalplerimizdeki muhabbet ve şevkimizi daim kılmasını, kalplerimizi ve Müslüman kardeşlerimizin kalplerini ıslah etmesini, bizleri sadece kendisine tevekkül eden ve O’na karşı ihlaslı olan kullarından kılmasını niyaz ederiz. -----------------------------------------------------------1 Buhari, İman 39; Müslim, Müsakât 107. 2 İbniTeymiye, Mecmûul-Fetâvâ, X, 5-6. 3 İbniTeymiye, Mecmûul-Fetâvâ, X, 15. 4 İbni Kayyım, Medaricu’s- Salikîn, I, 101. 5 İbni Kayyım, Bedâiu’l Fevaid, III, 224. 6 İbni Kayyım, Bedâiu’l Fevaid, III, 230. 7 İbni Kayyım, Kitabu’s-Salat, s:54.

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

5


Kapak Dosya

İNSANIN MİHVERİ OLAN

KALBİN İMARI VE ISLAHI

ANCAK İMAN İLE MÜMKÜNDÜR

Allahu Teâlâ’nın ma’rifeti, azameti, sevgisi, haşyeti ve heybeti kalbi doldurmadıkça ve kalp sadece Allahu Teâlâ’ya tevekkül ederek O’ndan ummak üzerinde karar kılmadıkça salih/selim ve doğru olması mümkün değildir.”

K

ullarından dilediği kimseleri hidayete erdiren, dilediği kimseleri de dalâlete sev-

keden ve bizlere hidayeti bahşeden Allahu Teâlâ’ya hamd ederiz. Kalpleri hidayet üzerinde sabit kalan peygamberlere, sıddıklara, şehidlere ve salihlere salât ve selâm olsun. ● Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Âgah olun ki bedende bir et parçası vardır; o salih olup düzeldiği zaman, bütün beden salih olup düzelir; o fesada uğrayıp bozulduğu zaman da bütün beden fasid olup bozulur. Âgah olun ki, o kalptir.”(1)

İbni Receb el-Hanbeli bu hadisi şöyle şerhetmektedir: “Bu hadis işaret etmektedir ki kulun âzalarının hareketlerinin salâhı/doğru olması ve kulun haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınabilmesi ancak kalbinin hareketinin salâhı ve doğruluğu nisbetinde meydana gelir.

6

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I MAHMUT VARHAN Şayet kulun kalbi selim olup, içinde sadece Allah’ın muhabbeti, Allah’ın sevdiği şeylerin muhabbeti, Allah’tan korkmak ve O’nun kerih gördüğü şeylere düşmekten çekinmek yer etmişse; kulun bütün âzalarının hareketleri de salih ve doğru olacaktır. Eğer kulun kalbi fasid olup, hevâsına tâbi olmak ve Allahu Teâlâ kerih görse bile isteyip arzuladığı şeylerin peşine takılmak ona galip gelmişse; bu durumda da kulun tüm âzalarının hareketleri de fasid olup bozulur ve kalbin, hevâsına tâbi olması oranında ma’siyetlere ve şüpheli şeylere sürüklenir. İşte bundan dolayı şöyle denilmiştir: “Kalp, tüm

Salim ve arınmış bir kalp bu kadar önemli olduğu içindir ki, Peygamber efendimizin bir taraftan Allahu Teâlâ’dan kalbini selim bir kalp kılmasını niyaz ettiğini, diğer taraftan huşûsu olmayan fasid bir kalpten Allah’a sığındığını görüyoruz.

âzaların kralı mesabesindedir. Diğer âzalar onun orduları konumundadır. Bu askerler krallarına

layan pek çok fıtri ve beşeri duyguların menbâı ve

gayet itaatkâr olup, onun emirlerini yerine getirir

merkezidir. Örneğin hayâ ve hayâsızlık, ümit ve

ve herhangi bir hususta ona muhalefet etmekten

korku, gazab/öfke ve merhamet, sevgi ve nefret,

şiddetle sakınırlar. Dolayısıyla eğer melik salih

sevinç ve hüzün, gıbta, hased veya kıskançlık şek-

olursa, askerleri de salih olurlar; şayet melik fasid

linde beliren rekabet gibi...

olursa, aynı şekilde askerleri de fasid olurlar.

Bütün bunlar ve benzeri duyguların kontrol al-

Allahu Teâlâ’nın katında ancak selim bir kalbin

tında tutulması, herhangi biri hususunda ifrata ve

faydası olur. Nitekim yüce Mevlâ şöyle buyur-

tefrite kaçılmadan vasat çizgide tutulması gerekir.

maktadır: “O gün ki mal da fayda vermez, ço-

Bütün bu fıtri duyguların ilâhi rızaya uygun bir

cuklar da. Ancak Allah’a kalb-i selimle gelmiş

şekilde meşrû çerçevede doyurulması lazımdır.

olan başka.” (Şuarâ, 88-89) Selim kalb: Bütün afet-

Bunun için de bu duyguların kaynağı ve merkezi

lerden ve nâhoş duygulardan arınmış olan; içinde

olan kalbin Kur’an ve sünnet ile yoğrulup terbiye

sadece Allah’ın sevgisi, Allah’ın sevdiği şeylerin

edilmesi kaçınılmazdır.

muhabbeti bulunan ve Allah’tan korkarak O’ndan uzaklaştıran her şeyden çekinip sakınan kalptir. Hasan el-Basri bir adama dedi ki: “Kalbini tedavi et. Çünkü Allahu Teâlâ’nın kullarından istediği şey, onların kalplerinin salih olmasıdır.”

İnsanın bedeni için kalbin kalıbının sağlığı ne kadar gerekliyse, insanın ruhu ve manevi boyutu için de kalbin manevi yönünün terbiye edilmesi ve salâhı ondan çok daha fazla mühimdir. Çünkü kalbin kalıbının sağlığı şu fâni bedenimizi

Allahu Teâlâ’nın ma’rifeti, azameti, sevgisi, haş-

ve gayet kısa olan bu geçici dünya hayatımızı il-

yeti ve heybeti kalbi doldurmadıkça ve kalp sa-

gilendirirken, kalbin aslı ve hayatı olan manevi

dece Allahu Teâlâ’ya tevekkül ederek O’ndan

yönünün selamet ve salâhı ebedi olan ahiret haya-

ummak üzerinde karar kılmadıkça salih/selim ve

tımızı garantiye almaktadır.

doğru olması mümkün değildir.”(2)

Allah’ın tevfiki ile iman üzere güzelce terbiye

● Görüldüğü gibi kalp, insanın en önemli ve

edilen bir kalp, her türlü faziletin menbâı ve

hassas organıdır. Zira kalp, insana yön veren ve

bütün değerli sıfatların masdarı olur. Böyle bir

hareketlerinin yanlış ya da doğru olmasını sağ-

kalp Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

7


MAHMUT VARHAN I olmayan fasid bir kalpten Allah’a sığındığını görüyoruz. Abdullah b. Amr b. el-Âs dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalplerimizi taâtın üzere çevir/taâtine yönelt!”(3)

Allah’ın hidayete erdirmek istediği kimse, gönlünün İslam’a açılması ve kalbinin imanla nurlanması neticesinde kalben ve ruhen mutmain olur. Artık onun kalbinde Allah sevgisinden ve Allah’ın sevmesine izin verdiği varlıkların sevgisinden başka hiçbir sevgiye yer yoktur.

Şehr b. Havşeb diyor ki: “Ümmü Seleme’ye: “Ey

O’nun rızası için vermek ve O’nun adıyla almak,

sunuz?” Dedi ki: “Ey Ümmü Seleme, muhakkak ki

ilâhi ma’rifet, muhabbet, haşyet ve Allah korkusu,

her Âdemoğlunun kalbi, Allah’ın parmaklarından iki

recâ ve tevekkül, sabır ve sebat, iffet ve emanet,

parmağın arasındadır; Allah dilediğini ikâme eder (sı-

lullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en çok yaptığı dua neydi?” diye sordum. Ümmü Seleme radıyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah’ın en çok yaptığı dua şöyleydi: “Ey kalpleri evirip çeviren (Allah’ım)! Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” Dedim ki: “Ya Rasûlallah, neden en çok bu şekilde dua ediyor-

şecâat ve celâdet, hikmet ve basiret, hayâ ve di-

rat-ı müstakimde tutar), dilediğini de saptırır.” (4)

ğergâmlık, güzel ahlâk ve affetmek, izzet ve mer-

Zeyd b. Erkam radıyallahu anh dedi ki: Rasû-

hamet ve daha sayamadığımız pek çok güzel

lullah sallallahu aleyhi ve sellem (dua ederken) şöyle

meyveler veren köklü bir ağaç gibidir.

diyordu: “...Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu’

İlâhi tevfikten mahrum kalarak doğru bir şekilde

sahibi olmayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve

terbiye edilmeyen ve nefsin hevâsına tâbi kılı-

icâbet edilmeyen duadan Sana sığınırım.” (5)

narak fesada uğrayan kalp ise, bütün rezâilin ve

● Huşu’, kalbin mutmain olması ve emniyet içe-

her türlü kötü sıfatların menbâı ve kaynağı olur.

risinde bulunması neticesinde meydana gelir. İşte

Böyle bir kalp riya, hased, ucub ve kendini be-

bu da ancak kâmil bir iman ile gerçekleşebilir.

ğenmek, kibir ve büyüklenmek, dünyevileşmek,

Zira iman, kalbe emniyet verir. Öyle ki iman art-

cimrilik ve mal tutkunu olmak, servet, şehvet ve

tıkça, kalbin emniyeti de artar; imanın azalması

şöhretin esiri olmak, korkaklık, hırs ve tul’i emel

oranında da kalbin itmi’nan ve emniyeti azalır.

gibi pek çok acı ve zehirli meyveler veren bir

Çünkü iman kalbe girince, kalp nurlanır. Kalbe

zakkum ağacı gibidir. İşte bütün bunlar da şey-

hakim olan bu iman nûru, kalpte bulunan bütün

tanın kalbe girerek onu ifsad etmesini sağlayan

şüpheleri ve şehvetleri yakıp yokeder. Bu iman

kapılardır. Şeytanın esiri ve kulu olmamak için

kemâle erdikçe, kalbin nûru kuvvetlenir. İman

kalbi onun tesirinden muhafaza etmek ve bu ka-

yakin derecesine vardığında ise, kalpte Allah sev-

pıları onun yüzüne kilitlemek gerekir ki, bu da

gisi ve Allah korkusundan başka sevgi ve korku-

ancak Allah’ın yardımı ile olabilir.

lara yer kalmaz. Meğer ki yine Allah için olsun.

● Salim ve arınmış bir kalp bu kadar önemli olduğu içindir ki, Peygamber efendimizin bir ta-

8

mü’minlerin annesi, senin yanında iken Rasû-

İşte böylece kalb mutmain olur ve emniyete kavuşur.

raftan Allahu Teâlâ’dan kalbini selim bir kalp

Allah Azze ve Celle bu kalbin durumunu şöyle

kılmasını niyaz ettiğini, diğer taraftan huşûsu

beyan ediyor: “Allah’ın gönlünü İslam’a açtığı

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I MAHMUT VARHAN ve Rabbinden bir nur üzere olan kimse, (kalbi katılaşmış olan kimse gibi) midir? Kalpleri Allah’ın zikrine karşı katılaşanların vay haline! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 22) Başka bir ayet’i kerimede yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam’a açar.” (En’am, 125) İşte Allah’ın hidayete erdirmek istediği kimse, gönlünün İslam’a açılması ve kalbinin imanla nurlanması neticesinde kalben ve ruhen mutmain olur. Artık onun kalbinde Allah sevgisinden ve Allah’ın sevmesine izin verdiği varlıkların sevgisinden başka hiçbir sevgiye yer yoktur. Onun kalbi, sönmeye ve yok olmaya mahkum olan hiçbir şeye bağlanmayı kabul etmez. Bu kalp, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaz. Yok olmaya mahkum hiçbir fâninin korkusu, onu Mevlâsına ulaştıracak yoldan/sırat’ı müstakimden döndürmeye yetmez. Bu hususta onun örneği İbrahim aleyhisselam’dır. Evet İbrahim aleyhisselam kavmine karşı: “Ben, kaybolup gidenleri sevmem” (En’am, 76) ilan’ı kudsisini yaptıktan sonra şöyle haykırmıştı: “Şüphesiz ki ben, hakka eğilerek yüzümü gökleri ve yeri

Sahabe’i kiram arasında en önde olan, imanı bütün ümmetin imanlarıyla tartılıp ağır basacak kadar kuvvetli bulunan, hakkıyla “sıddık” ünvanını alan sıddıkların piri Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu hakkında selef’i salihinden bir zat şöyle demektedir: “Ebû Bekir, ne orucunun ve ne de namazının çokluğuyla sizi geçmiş değildir. Ancak o, kalbine iyice yerleşen bir şey sebebiyle sizi geçmiştir.” Hak ile bâtılın, iman ile şirkin birbirine karıştırıldığı günümüzde bu ayetler üzerinde tefekkür etmeye ne kadar da muhtacız! Allah Azze ve Celle bu hususta İbrahim aleyhisselam’a tâbi olan ve onun milleti üzere bulunan sâdık kullarını şu şekilde övmektedir: “İyilik yaparak, kendisini Allah’a teslim eden ve İbra-

yaratana çevirdim. Ben Allah’a ortak koşanlardan

him’in hanif milletine/dinine tâbi olandan, din

değilim.” Kavmi onunla tartışmaya başladı. O

bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbra-

da: “Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hak-

him’i dost edinmişti.” (Nisâ, 125)

kında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O’na

Şüphesiz ki İbrahim aleyhisselam’ın milleti üzere

ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Ancak Rabbimin dilediği şey müstesna. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Düşünmez misiniz?” dedi. “Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri siz Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım? Eğer bilirseniz söyleyin (bakalım), bu iki topluluktan hangisi emniyet içinde olmaya daha layıktır?” İman edenler ve imanlarına zulüm

olan bu Muhammedî ümmetin içinde en çok ona tâbi olan sahabe’i kiramdır. İşte birisi sahabe’i kiram hakkında Abdullah b. Ömer radıyallahu anhu sorar: “Acaba sahabeler de gülüyorlar mıydı?” İbni Ömer radıyallahu anhu ona şu düşündürücü cevabı verir: “Evet, onlar da gülüyorlardı, ancak onların kalplerindeki iman dağlar gibiydi.” (6)

(şirk ve küfür) karıştırmayanlar var ya, işte em-

Ve yine sahabe’i kiram arasında en önde olan,

niyet içinde olma onların hakkıdır. Onlar hida-

imanı bütün ümmetin imanlarıyla tartılıp ağır ba-

yete ermişlerdir.” (En’am, 79-82)

sacak kadar kuvvetli bulunan, hakkıyla “sıddık” RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

9


MAHMUT VARHAN I ru’l-kalp olan bu kimse namazı dosdoğru ikâme eder ve gönül hoşluğuyla Mevlâsı yolunda infak eder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve

Hakkıyla iman eden bir kişinin salih ameller işlemekten geri kalamayacağını çok iyi bilen imam Hasan el-Basri rahimehullah şöyle demektedir: “İman, temennilerde bulunmak veya süslü sözler söylemek değildir. Fakat iman, kalpte iyice kökleşen ve amellerin tasdik ettiği bir şeydir.”

sadece Rabblerine güvenip tevekkül ederler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için Rabbleri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır.” (Enfâl, 2-4) İmanın kendisinde kök saldığı ve iman nûruyla aydınlanmış olan bu kalbin sahibi adına, artık her an göğe salih ameller yükselmektedir. Kalbi hu-

ünvanını alan sıddıkların piri Hz. Ebû Bekir ra-

zura kavuşan bu kimsenin şu kısacık dünya haya-

dıyallahu anhu hakkında selef’i salihinden bir zat

tında tek meşgalesi, Allah’a daha çok yaklaşmak

şöyle demektedir: “Ebû Bekir, ne orucunun ve ne de namazının çokluğuyla sizi geçmiş değildir. Ancak o, kalbine iyice yerleşen bir şey sebebiyle sizi geçmiştir.”

(7)

ve o yüce Zâtın rızasını kazanmaktır. Bunun için o, Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazandıracak amelleri işlemekten lezzet almakta ve şu kısacık dünya hayatı sona ermeden bu hususta biraz

Böylece kalp nurlandıktan sonra bu nur, bütün

daha mesafe almak için gayret sarfetmektedir.

bedene ve organlara sirayet eder. Artık bu kim-

Çünkü o çok iyi bilmektedir ki, Mevlâsına yak-

senin önü arkası, sağı solu her tarafı nurlanmıştır.

laştıracak olan amellerin yeri ne zaman sona ere-

Nûra garkolan bu kimse, artık bu nurla görür, bu

ceği malum olmayan şu dünya hayatıdır. İşte Al-

nurla duyar ve bu nurla konuşur. Bu nûra ters

lahu Teâlâ mü’min kulunun bu halini şu şekilde

bir şey ondan meydana geldiğinde veya ona yö-

beyan ediyor: “Allah’ın hoş bir sözü (tevhid ke-

neldiğinde hemen rahatsız olup kalben ürperir.

limesini) nasıl misallendirdiğini görmez misin?

İşte Allahu Teâlâ ve Tebâreke bu hali şöyle beyan

Kökü (yerde) sabit ve dalları gökte olan güzel

ediyor: “Allah, iman edenlerin dostudur. Onları

bir ağaç gibidir. O ağaç, Rabbinin izniyle her

karanlıklardan nûra çıkarır.” (Bakara, 257)

zaman meyvelerini verir. Allah insanlara dü-

Hafız İbni Kesir şöyle demektedir: “Allahu Teâlâ

şünüp ibret alsınlar diye (böyle) misaller verir.”

bu ayet’i kerime ile kendi rızasına tâbi olanları se-

(İbrahim, 24-25)

lamet yollarına ulaştıracağını, mü’min kullarını

Hafız İbni Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle demek-

küfür, şek ve şüphe karanlıklarından çıkarıp; ay-

tedir: “Bu ayet’i kerimeden açıkça anlaşılan şudur

dınlatıcı, kolay ve aydın olan hakkın nûruna eriş-

ki; mü’minin misali şöyle bir ağaca benzer ki, o

tireceğini haber vermektedir.”

ağaçtan yaz-kış, gece-gündüz sürekli güzel mey-

(8)

Allah’ın nûruyla nurlanan ve yüce Mevlâ’ya dost olan bu kalp, artık yüce dostunun zikriyle çarpar ve O’nun ayetleriyle hemhal olur. Münevve-

veler hasıl olur. İşte mü’min de böyledir. Gece saatlerinde ve gündüzün her anında sürekli onun salih amelleri göğe yükseltilmektedir.”(9) Hiç şüphesiz ki göğe yükseltilen bu amellerin en ba-

10

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I MAHMUT VARHAN şında huşu’, ihlas, haşyet, tevazu ve benzeri kalbi ameller gelmektedir. Hakkıyla iman eden bir kişinin salih ameller işlemekten geri kalamayacağını çok iyi bilen imam Hasan el-Basri rahimehullah şöyle demektedir: “İman, temennilerde bulunmak veya süslü sözler söylemek değildir. Fakat iman, kalpte iyice kökleşen ve amellerin tasdik ettiği bir şeydir.” Evet toprağı güzel, havası mutedil, suyu dengeli verilen bir yere kök salmış bir ağaç nasıl ki Allah’ın izniyle meyve verecekse; aynı şekilde şartları yerine getirilen ve ifsad edici sebeplerden korunan iman dahi Allah’ın tevfikiyle salih amelleri meyve verecektir.

Ebû Hureyre radıyallahu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İman yetmiş küsür veya altmış küsür bölümdür. Bu bölümlerin en üst derecesi Lâ ilâhe illallah sözüdür. En alt derecesi, eziyet verici şeyleri yoldan gidermektir. Hayâ da imandan bir parçadır.”

Evet imanın bazı farzları, sünnetleri/tamamlayıcı unsurları, bir takım sınırları/imanı bozan durumları vardır. Nitekim raşid halifelerin beşincisi kabul edilen Ömer b. Abdülaziz şöyle demektedir: “Muhakkak imanın bir takım farzları ve kanunları (rükunları), bazı sınırları (çiğnenmemesi ve aşılmaması gereken ifsad edici durumlar) ve sünnetleri (tamamlayıcı unsurları) vardır. Her kim bunların hepsine riayet ederse, onun imanı kâmil olur. Kim de bunların hepsine riayet etmeyecek olursa, onun imanı kemâle ermez. Şayet ben yaşayacak olursam, bunlarla amel etmeniz için hepsini size açıklarım. Eğer ölecek olursam, zaten sizinle birlikte kalmaya o kadar da istekli değilim.”(10) Ebû Hureyre radıyallahu anhu dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İman yetmiş küsür veya altmış küsür bölümdür. Bu bölümlerin en üst derecesi Lâ ilâhe illallah sözüdür. En alt derecesi, eziyet verici şeyleri yoldan gidermektir. Hayâ da imandan bir parçadır.”(11) Haris b. Malik el-Ensari’den: “Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından geçerken Rasûlullah ona: “Nasıl sabahladın ey Haris?” diye sorar. O da: “Hakiki bir mü’min olarak sabahladım” şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle der:

“Ne söylediğine bir dikkat et. Muhakkak her şeyin bir hakikati vardır. Peki senin imanının hakikati nedir?” Haris şöyle cevap verir: “Nefsim dünyadan yüz çevirdi. Gecemi uykusuz, gündüzümü susuz kıldım. Sanki ben açık bir şekilde Rabbimin arşına bakıyor gibiyim. Ve yine ben, sanki ziyaretleşen cennet ehlini ve bağrışan ateş ehlini görüyor gibiyim.” Bunun üzerine Peygamber efendimiz ona üç defa: “Ey Haris, sen ârif olup bu işi bildin. Ona iyice yapış.” buyurdu.”(12) İşte kâmil bir imanın insanı çıkaracağı yüksek mertebe... Allahu Teâlâ’dan dileğimiz bize de bu kâmil imanı nasip ve müyesser etmesidir. ------------------------------------------1 Buhari; 52; Müslim; 1599. Nu’man b. Beşir’den... 2 İbni Receb el-Hanbeli, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1/210-211 3 Müslim: 6692 4 Tirmizi: 3522. Tirmizi: “Bu hadis Hasen’dir” demektedir. 5 Müslim: 2722 6 İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1/114 7 İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1/114 8 İbni Kesir Tefsiri: 1/619 9 İbni Kesir Tefsiri: 3/673 10 Buhari: İman kitabının başı 11 Buhari: 9. Hadis; Müslim: 35. Hadis. Lafız Müslim’e aittir. 12 Taberani: 3367; Beyhaki, “Şüabü’l-İman: 10591. İbni Kesir Tefsiri’nin muhakkiki Abdürrezzak Mehdi 3. cilt 271. sahifede bu hadisin hükmünü şu şekilde özetlemektedir: Bu hadis, merfu olarak zayıf olan iki yoldan varid olmuştur. Mürsel olarak birçok yolla gelmiştir. Bunun bu kadar yolla gelmesi göstermektedir ki, bunun bir aslı vardır ve bu hadis çok zayıf değildir.

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

11


Kapak Dosya

KALP HASTALIKLARI

İ

nsan bedeni ve ruhu olan bir varlıktır. Bede-

Vücudun hasta olması, sağlıklı ve iyi olmasının

ninin hayattaki işlevi kadar ruhun da azımsa-

zıttıdır. Hastalık kişinin normal hareketlerini

namayacak kadar önemi vardır. Ruhun en önemli

bozar. Böylece vücut ağrı ve acıyla günlük işlerini

merkezi kalptir. Kur’an’da ve hadislerde kalbin

yapamaz hale gelebilir. Ne var ki, insan bedeni ra-

birçok işlevinden bahsedilmiştir. Kuran’da geçen

hatsızlandığında bir doktora ya da bir anlayana

kalp terimi, insanı diğer varlıklardan ayıran, insanı insan yapan bilme yetisiyle ifade edilir. Kalbin anlamasından, akletmesinden bahsedilmektedir. Kalbin bir özelliği de değişken olmasıdır. “Ey kalpleri değiştiren, evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl”(1) şeklinde Hz. Peygamber

Sonuç olarak belli bir tedavi uygulayarak süreci tamamlar. Beden kadar önemli olan kalp de hastalanır, acı çeker. Fakat bedendeki gibi dışa yansımayan kalbî hastalıklar kişinin önemsememesiyle birlikte karanlıkta kalabilir. Karanlıklarda kalan kalp her geçen gün kendini kaybedebilir. Ve bir

sallallahu aleyhi vesellem’in dilinden dökülen dua

de bakılır ki kalp, şeytanın ve nefsin elinde bir

bunu göstermektedir. Kalp duygu, düşünce ve

oyuncak olur.

inanç bakımından çok çeşitli şekiller almaya ve

Kalplerin hastalandığının en büyük delillerinden

renklere girmeye elverişlidir. İmanın, takvanın,

12

danışır. Hastalığının şifası için bir arayışa girişir.

biri : “Onların kalplerinde bir hastalık vardır.

samimiyetin yeri kalp olabileceği gibi, kalplerin

Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söy-

mühürlenmesi ve kör olması da mümkündür.

lemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I MUSTAFA TATLI için elîm bir azap vardır.”(2) ayetidir. Kalbin has-

yitirmiş ve sıradanlaşmaya başlamışsa dikkat et-

talanması bedenin hastalanmasından daha va-

memiz gereken bir noktaya gelinmiş demektir. Bu

himdir. Bu nedenle kalp hastalıklarının bilinmesi

durumda gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu tedbir-

gerekmektedir. Kalp hastalığı nasıl bir duygudur?

lerin en etkilisi nasuh bir tevbedir.

Hangi ameller kalbimizi kötü etkilemektedir? Hangi kalp amellerinden sakınmalıyız? Maddeler halinde bunlardan bahsetmemiz yerinde olacaktır.

Kalbin hastalığı, saldıran düşmana karşı öfke duymak gibi kalpte meydana gelen bir ağrıdır. İşte bu durum kalbe eziyet verir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlarla savaşın ki, Allah sizin el-

İlk olarak belirtmeliyiz ki, imanın yeri kalptir.

lerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin;

Ameller kalpteki imanı sağlamlaştırır. Kalpte

sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun

meydana gelebilecek en büyük hastalık hiç şüp-

kalplerini ferahlatsın. Ve onların (müminlerin)

hesiz şirktir. Şirk koşan bir kalp ne kadar amel

kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin

işlese de fayda sağlamayacaktır. Kalbinde iman

tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sa-

olduğu halde insan kalp hastalıklarına maruz ka-

hibidir.”(3) Ayette ‘müminlerin gönüllerini ferah-

labilir. Bizim belirtmek istediğimiz konu da tam

landırsın ve kalplerindeki öfkeyi gidersin’ ifadesi

olarak budur. Kalbimizde iman olduğunu bil-

içlerindeki öfkenin giderilmesine bağlanmıştır.

diğimiz halde kalbimiz bazen rahatsızlanır, acı

Öfke, kalbe acı verir. İlacı ise öfkenin giderilme-

çeker. İşte bu acı, imanın gereğidir. Hissedilen acı

sidir. Eğer öfke, hak olan bir davranışla gideri-

alışıldık olmaya başlamış, başlangıçtaki önemini

lirse, kalp şifa bulur ve hastalıktan kurtulur. Eğer

Kalpte meydana gelebilecek en büyük hastalık hiç şüphesiz şirktir. Şirk koşan bir kalp ne kadar amel işlese de fayda sağlamayacaktır. Kalbinde iman olduğu halde insan kalp hastalıklarına maruz kalabilir. Bizim belirtmek istediğimiz konu da tam olarak budur. Kalbimizde iman olduğunu bildiğimiz halde kalbimiz bazen rahatsızlanır, acı çeker. İşte bu acı imanın gereğidir. Hissedilen acı alışıldık olmaya başlamış, başlangıçtaki önemini yitirmiş ve sıradanlaşmaya başlamışsa dikkat etmemiz gereken bir noktaya gelinmiş demektir. Bu durumda gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirlerin en etkilisi nasuh bir tevbedir.

haksızlıkla veya batıl bir davranışla giderilirse bu, kalbin hastalığını daha da arttırır. Tıpkı âşığın, mâşuku ile meşru olarak değil; gizli yoldan ilişkiye girmesi gibidir. Böyle bir ilişki, hastalığını iyileştirecek yerde daha da ağırlaştırır ve aşk hastalığından daha zor hastalıklara yol açar. Gam, keder ve hüzün de kalp hastalıklarındandır. Bunların tedavisi ise, sevinç, mutluluk ve neşeyle yapılır. Eğer bu sevinç ve mutluluklar Allah’ın meşru kıldığı çerçevede olursa, kalp şifa bulur ve hastalıktan kurtulur. Eğer meşru olmayan çerçevede olursa, bu durumda hastalık gizlenir ve daha da derinleşir. Ardından daha zor ve tehlikeli hastalıklara neden olur.(4) Kalbimizi rahatsız eden kalp hastalıklarından bir diğeri cehalet ve şüphedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: “Bilmiyorlarsa, sormaları gerekmez miydi? Sormak, aciz olanın şifasıdır.”(5) Bir şeyden şüphelenen kişinin kalbi ızdırap çeker ve hakkında kesin bir bilgiye sahip oluncaya kadar bu ızdırap sürer. Kalpteki bu rahatsızlığın tek ilacı bilen birine sorup öğrenmektir. Bilmediğimiz şey hakkındaki şüphemiz RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

13


MUSTAFA TATLI I Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: “Andolsun, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber

Hastalık, ölümden alt bir durumdur. Kalp, mutlak cehaletle ölür ama biraz cehaletle hastalanır. Kalbin hastalanması, ölmesi, yaşaması, şifa bulması gibi durumları vardır. Yaşaması, hastalanması, ölümü ve şifa bulması vücudun yaşamasından ve iyileşmesinden daha büyüktür. Onun için kalbin hastalığına bir şüphe veya şehvet eklenirse, hastalığını arttırır ama bir bilgi ve öğüt gelirse, iyileşmesinin ve salah bulmasının sebeplerinden olur.

yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.”(7) Bunların kalpleri kâfir ve münafıkların kalpleri gibi ölmemiştir ama müminlerin kalpleri gibi sağlam değildir. Belki içinde şüpheler ve şehvetler hastalığı vardır. Sağlam olan kalp yabancı bir kadını görse dönüp bakmaz. Ama şehvet hastalığına yakalanmış olan, hastalığın ve zayıflığın derecesine göre karşısına çıkan yabancı kadına döner ve bakar. Kadın işveli veya cilveli konuşacak olursa bu sefer kötü şeyler ummaya başlar.(8) Sonuç olarak belirtmek gerekir ki kalp hastalık-

arttıkça kalbimiz giderek bulanacaktır. Hem ken-

larının hepsini bu kısa bölümde ifade etmek ger-

dimize hem çevremizdekilere zarar vermeden

çekten zordur. Haset, kıskançlık, cimrilik, heva

şüphelerden kalbimizi uzak tutmalıyız.

kalp hastalıklarından bazılarıdır. Kalp, manen

Hastalık, ölümden alt bir durumdur. Kalp,

canlı ya da ölü olabilir. Hastalanıp iyileşebilir. Kalp

mutlak cehaletle ölür ama biraz cehaletle hasta-

hastalıkları, beden hastalıklarından daha büyük ve

lanır. Kalbin hastalanması, ölmesi, yaşaması, şifa

daha etkilidir. Bu hastalıklardan kurtulmak, ancak

bulması gibi durumları vardır. Yaşaması, hasta-

Allah’ın başarılı kılmasıyla mümkündür. Yüce

lanması, ölümü ve şifa bulması vücudun yaşamasından ve iyileşmesinden daha büyüktür. Onun için kalbin hastalığına bir şüphe veya şehvet eklenirse, hastalığını arttırır ama bir bilgi ve öğüt ge-

Allah şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”(9)

lirse, iyileşmesinin ve salah bulmasının sebeplerinden olur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “(Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler.”(6) Çünkü bu, onlarda şüphe meydana getirmiştir. Kalpleri ka-

1. Müslim, İman, 1. 2. Bakara, 10. 3. Tevbe 14-15.

tılaşmış olanlar, bu hastalıktan dolayı kuruduğu

4. Ahmed b. Abdulhalim el-Harrani, Kalp Hastalıkları ve Tedavisi

için kalpleri zayıf ve hastadır. Onun için şeytanın

5. Ebu Davud, 1/240.

verdiği vesvese onlar için fitne olur. Bunların kalpleri imana karşı katılaşmış ve vesvese onlar için fitne olmuştur.

14

------------------------------------------------------

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

6. Hac, 53. 7. Ahzap, 60. 8. İbn Teymiyye, Kalp Amelleri (ter. Ahmet İhsan Dündar), s. 145. 9. Yunus, 57.


MUHAMMED ALİ MÜCAHİD I

Kapak Dosya

MANEVİYATIMIZIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER NELERDİR? KIS SA N

MANEVİ BUHRAN’DAN HAKKIN BURHAN’INA ULAŞMADAKİ ENGELLER NH DA

İS S

E

“B

ir torun, zaman zaman dedesinin kaldığı köydeki evine ziyarete gidermiş, zaman içerisinde bir şey dikkatini çekmiş, dedesi bahçesinde iki köpek beslermiş, bunlardan biri siyahmı siyah, diğeride bembeyaz, ancak ne zaman onları görse hep kavga ederler evde bir faydaları olmazmış.

D

eğerli okuyucu kardeşim! Kıssadan hisseyi

okuduktan sonra yazımıza devam edelim. Bizler de hayatımız boyunca içimizde bu kavgaları yaşı-

Bir gün torun dedesine merakını sormuş;

yoruz. Ancak maalesef bir ço-

Dedeciğim senin evini bir köpek koruya bilirken neden iki köpek tutuyorsun, ve bunları ne zamanda görsem hep kavga ediyorlar. diye sebebini sorar.

ğumuz siyah köpeği besliyor

Torununa şöyle cevap verir: Evladım bu iki köpeği bahçemde tutmamın sebebi şudur;

.

Bu köpekleri her gördüğümde siyah köpeğe karşın insanın içindeki nefsi ihtiras duyguları şeytani yola teşvik eden nefis, beyaz köpeğe karşın ise insanın içinde rahmani meleke, insaf, vicdan, asli fıtrat hissini hatırlarım. Bu köpeklerin kavga etmeleri ise bana insan oğlunun yaşam boyunca devamlı nefsindeki rahmani ve şeytani dürtülerinin birbirleriyle kavga ettiğini hatırlatır. Torun bu sefer dedeciğim bu kavgadan hangisi galip gelir diye vurucu soruyu sorunca dede tüm bu yazımızın asıl teması olan şu sarsıcı cevabı verir. Evladım; Bu köpeklerden hangisini daha çok beslersen o galip gelir. (Nefsinde bulunan rahmani ve şeytani dürtülerinden hangisini daha iyi beslersen o galip gelir.) ”

ve bundan dolayı da manevi yaşantımızda buhran içindeyiz, açız, lezzet almıyor veya alamıyoruz Bu engelleri oluşturan faktörlerden bazıları şunlardır. 1- Kirli Kalp Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmaktadır ki; “Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet o günahı terk edip tevbeye yönelirse, kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. Allahu Teâlâ’nın şu buyruğu gibi kalbi pas tutar; “Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.”(Mutaffifin; 14)

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

15


MUHAMMED ALİ MÜCAHİD I (İbni Mace, Zühd; 29) Ne yazık ki işlediğimiz günahlar kalbimizi lekelemiş ve dönem dönem paslar olmuştur. Allah kalplerimizi paklaştırsın. 2- Aslında bir hastalık olan tembellik (bilip yapmamak, çaba sarfetmemek) Rasulullah’ın arkadaşları olan sahabiler şöyle derler; O bize şöyle dua etmemizi emrederdi: “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan……. Sana sığınırım.”

(Buhârî, Deavat: 38; Müslim, Zikir Dua: 18) Tembel insanların vasıflarından biri ise Allah rızası için yapmaları gereken işlerle uğraşmayıp çok konuşan, boş konuşan veya ahkam kesen bir takım ukala kümesidir aslında. Ve bu hal zamanla kişinin karakteri olur. Bu davranışı bir zafiyetten öte, meziyet olarak görür o kimse. Ve aslında bu kimsede bir hastalık peyda olmuştur, tedaviye ihtiyacı vardır. Rabbimiz bizleri bunlardan uzak tutsun. 3- Maneviyatımızı güçlendirmenin yollarını kendi ellerimizle kapatmamız: Tüm meşguliyetlerimizin, Allah ve Rasulünün sevgisinden önce gelmesinden geçiyor. İş, güç koşuşturması ile akli meşguliyet. Rekabet, ihtiras, mevki , hırsıyla dili meşguliyet. Bütün bunların peşinde devamlı koşuşturmayla bedenin meşguliyeti, maneviyatın önündeki engellerin en etkili ve yoğun yaşananıdır. Ve böylelikle kişi yaptığı ibadetleri sakin bir bünyeyle yapamamakla birlikte yaptığı ibadetten hazda alamaz hale gelmiştir kendi eliyle. Halbuki Rabbimiz bize ilk olması gereken meşguliyetin ve sonra olması gerekenlerin neler olacağını şu şekilde buyurmakta:

16

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe;24) “Sevgili gelme” sözü, en değerli en mühim demektir aslında. Bu anlamda insan için en değerli görülen, en mühim olan, hangisi olursa olsun meşguliyeti de o denli yoğun olandır aslında. Enerjisinin tamamını dünyaya ayıran insanlar, Allah ve Rasulüne vakit ayıramamanın bahanelerini uydururlar. Ve bilerek kendilerini kandırırlar. Buradan yola çıkarak senin en mühimin hangisidir ey değerli okuyucu kardeşim. Bir düşün.

4- Edep sözünü kısırlaştırmış ve yaşantımızdan çıkarmış olmamızdır Edep maalesef “büyüklerin yanında nasıl davranılmalıdır” veya “büyüklere saygı küçüklere sevgi” şeklinde algılanmakta, pratik yaşantıda ise hiçte dikkat edilecek bir husus olarak görülmediğine şahit olmaktayız. Halbuki Edep; Güzel terbiye, iyi huy demektir. İnsanın bütün iyilikleri ve ahlaki üstünlükleri-meziyetleri, faziletleri kendinde toplamasıdır. Böyle olan insanlara edepli kişi denir. Bu faziletlerden yoksun olup davranışlarında ahlak ölçülerine önem vermeyen kişilere de edepsiz denir. Kişinin bilgili ve tecrübeli olması kendisi için bir kazanımdır ancak hayatının en temel taşı olan edep olmadan bu kazanım eksiktir. Büyüklerimiz ne güzel söylemiş: “Edep ehl-i edepten hâli olmaz, edepsiz ilim öğrenen âlim olmaz.” Kimse edepsiz olduğunu kabul etmez ve kimse edep yönünden eksik olduğunu da tabi


I MUHAMMED ALİ MÜCAHİD

ki. Ancak edepte örneğimiz Hz. Muhammed

hakkak atan kimseye döner, (dokunur ve fâsık

sallallahu aleyhi vesellem’e baktığımızda veya

veyâ kâfir olur). (Buhari 1988)

hadis kitaplarından sadece Buhari’nin 12. Cildine baktığımızda konu ile ilgili 95 Sayfa edep hakkında ki hadisleri görürüz. Demek ki edep bizim bildiğimiz kısır kelime değilmiş ve orada

Edebli olan hiçbir zaman kendini belaya sokmaz aksine hayatını daha kaliteli geçirir. Edepsiz olanın ise kaliteli hayat yaşaması pek

ister hizmetçi ister işçi ister patron, kıdemi ve

nadirdir.

konumu ne olursa olsun edep rotasından çı-

Şairin şu sözünü hafızalarımıza kazımalıyız.

kılmaması gerektiğinin çok güzel bir şekilde beyan edildiğini daha iyi görürüz. Mesela bun-

Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hûdâ’dan

lardan birkaçı;

Giy o tâcı emîn ol her belâdan

Enes radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah’a tam

Maneviyatın önündeki bu engellerimizi kaldır-

on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile “öf!” de-

dığımızda elbetteki İslamın, imanın, ibadetin

medi. Yaptığım bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?”, demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi. (Buhârî, Edeb 1987) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mus-

lezzetini, hazzını ve tadını alırız. Bu tadı almak ise Rasulullah’ın şu buyruğu ile mümkün olabilmektedir. Ve böylece de son sözümüzü Rasulullah’ın az ve öz mübarek sözüyle biti-

tafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

relim.

“Koğuculuk yapan cennete giremez.”

[Buhârî,

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurur:

Edeb 49, 50; Müslim, Îmân 168, 169, 170. Ayrıca

“Şu üç özelliğe sahip olan kimse İMANIN TA-

bk. EbûDâvûd, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79.]

DINI bulur:

Hiç bir kişi başka bir kimseye fısk (sapıklık) isnâdiyle (Yâ fâsık diye söz) atamaz, (atmağa hakkı yoktur) yine böyle küfür de isnâd

1. Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek, 2. Sevdiğini ancak Allah için sevmek,

edemez. Şâyet (atar da) attığı kimse atılan fıskın

3. Küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi

veyâ küfrün sâhibi değilse, bu sıfatlar mu-

çekinmek.” (Buhari, iman,9: Müslim, iman, 67) RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

17


Bir Konu Bir Ayet

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

NEBEVÎ HAREKETİN LOKOMOTİFİ

ÖNCÜ GENÇLİK

‫إِنَّ ُه ْم ِف ْت َي ٌة آ َم ُنوا‬ ‫بِ َر ِّب ِه ْم َو ِز ْدنَا ُه ْم ُهدًى‬ “…Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.” (Kehf, 13)

G

ençler, bir toplumun geleceğidir. Her toplum, kendi geleceğini garanti altına alacak, kendi değerlerini yükseltip, geliştirecek fertler yetiştirmeyi hedef edinir. Yeni yetişen nesiller ruh ve bedence sağlıklı, güçlü ve dinamik bir kişilik geliştirdikleri ölçüde toplum da güç ve kuvvet kazanacaktır. Ayrıca, gençlerin eğitimine ve öğretimine çağın gelişen şartlarını da göz önünde bulundurarak önem veren milletler, daima yükselmişler ve dünyada söz sahibi olmuşlardır. Gençlik, kişinin enerji dolu ve hareketli olduğu en dinamik çağdır. Genç insan sahip olduğu enerjiyi harcayabilmek için daha çok harekete ihtiyaç duyar. Bu itibarla o, birçok meseleyi çözebilecek heyecan, dinamizm ve fiziksel beceriye de sahiptir; kendisine fırsat verildiğinde çok önemli başarılara imza atabilecek yeteneğe sahip bulun-

18

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

maktadır. Ciddi görevleri yerine getirebilecek kabiliyet, genç insanda daima mevcuttur. Esas olan, gençteki bu kabiliyeti keşfedip, onu geliştirmek, bunun için de ona görevler vererek sorumluluk bilincini kazandırmaktır. Asr-ı Saadet’te Peygamberimizin, gençliğin bu tür özelliklerini azami ölçüde dikkate alarak değerlendirdiği, açık bir biçimde görülmektedir. Çünkü O, gençleri, tebliğ ve irşat faaliyetleri dâhil, devlet teşkilatının en üst kademelerine kadar hemen her alanda görevlendirmiştir. Gençler ise, Allah’ın Rasulü’nü hiçbir zaman mahcup etmemişler, O’nun güvenini boşa çıkarmamışlar ve kendilerine verilen çok ciddi dini ve idari görevleri, hakkıyla yerine getirmişlerdir. Bu görevler arasında valilik, sekreterlik, hâkimlik, komutanlık, sancaktarlık, istihbaratçılık,


I ZAFER MERT güvenlik görevliliği, maliyecilik, öğretmenlik gibi çok önemli devlet görevleri bulunmaktadır. En üstün ahlaka sahip olarak yaratılan Hz. Peygamber şüphesiz herkesle ilgilenmiş ve herkese değer vermiştir. Bununla birlikte O’nun gençlere özel bir önem verdiği görülmektedir. Bunun sebebi de, gençlerin sahip olduğu enerji ve dinamizm, bir hareketi yükseklere götürebilecek ölçüdedir. İslamî hareket de gençlerin omuzlarında yükselmiştir. Hz. Peygamber dönemini dikkatlice incelediğimizde, genç jenerasyonun İslâm’ın mesajını büyük bir arzu ve iştiyakla kabul ettiğini görmekteyiz. Bu nedenle ilk Müslümanların büyük çoğunluğunu gençlik kesimi oluşturmuştur. Gençlerin İslâm dinine rağbeti o kadar fazla olmuştur ki, hicret sırasında Ubeyde b. Haris gibi oldukça

yaşlı bir-iki kişi dışında, İslâm mensuplarının büyük ekseriyeti Müslüman oldukları zaman otuz yaşın altında idi ve ancak bir veya iki kişi otuz beşin üzerinde bulunuyordu. En nüfuzlu ailelerin, en nüfuzlu soyların gençleri İslâm’a koşup, kutlu davasında Allah’ın Elçisi’ne destek ve yardımcı olmuşlar, O’nu en olumsuz şartlar altında bile yalnız bırakmamışlardır.

. Ciddi görevleri yerine getirebilecek kabiliyet, genç insanda daima mevcuttur. Esas olan, gençteki bu kabiliyeti keşfedip, onu geliştirmek, bunun için de ona görevler vererek sorumluluk bilincini kazandırmaktır. Asr-ı Saadet’te Peygamberimizin, gençliğin bu tür özelliklerini azami ölçüde dikkate alarak değerlendirdiği, açık bir biçimde görülmektedir. Çünkü O, gençleri, tebliğ ve irşat faaliyetleri dâhil, devlet teşkilatının en üst kademelerine kadar hemen her alanda görevlendirmiştir. Gençler ise, Allah’ın Rasulü’nü hiçbir zaman mahcup etmemişler, O’nun güvenini boşa çıkarmamışlar ve kendilerine verilen çok ciddi dini ve idari görevleri, hakkıyla yerine getirmişlerdir. Bu görevler arasında valilik, sekreterlik, hâkimlik, komutanlık, sancaktarlık, istihbaratçılık, güvenlik görevliliği, maliyecilik, öğretmenlik gibi çok önemli devlet görevleri bulunmaktadır.

Mekke’nin nüfuzlu ve refah içinde yaşayan ailelerine mensup gençler, İslâm’a; yaşlılar, köleler, fakirler, kimsesiz ve zayıf kimselerin duydukları sempati ve ilgiden daha fazla alâka göstermişlerdir. İslâm’ı yayma konusunda Hz. Peygambere asıl destek ve yardımcı olanlar, bu idealist gençlerdir. Nitekim ilk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş civarında, birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise 30 yaşın altında bulunuyordu. Mesela RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

19


ZAFER MERT I genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali 10, Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. el-Cerrah 13, Ukbe b. Amir 14, Cabir b. Abdullah ve Zeyd b. Harise 15, Abdullah b. Me’d, Habbab b. Eret ve Zubeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebi’l-Erkam, Sa’d b. EbiVakkas ve Esma bint Ebi Bekr 17, Muaz b. Cebel ve Mus’ab b. Umeyr 18, Ebu Musa el-Eş’ari 19, Cafer b. Ebi Talip 22, Osman b. Huveyris, Osman b. Affan, Ebu Ubeyde, Ebu Hureyre ve Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler. Peygamberimiz de İslâm toplumunun şekillenmesinde, İslâmî değerlerin yaşanmasında ve yayılmasında gençlere büyük görevler vermiştir. İslâm’ın tebliğinde onların cesaret ve enerjilerini harekete geçirmiş, her şeyden önce gençlerin kendine güvenli, sağlam bir kişilik geliştirmelerine imkân sağlamıştır. Nitekim gençleri çoğunluğu yaşlı sahâbîlerden oluşan ordulara komutan tayin etmiştir. Çoğu savaşlarda sancağı bizzat kendisi gençlere vermiştir. Meselâ Tebük seferinde sancağı 20 yaşındaki Zeyd b. Sâbit’e, Bedir’de 21-22 yaşlarındaki Hz. Ali’ye vermiştir. 18 yaşlarında olan Üsâme b. Zeyd’i, Suriye’ye göndermek üzere hazırladığı orduya komutan tayin etmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, gençlerin ilim alanında yetişmesine büyük önem vermiş, vahiy katiplerini genellikle gençler arasından seçmiştir. İslâm’a davet mektuplarını da gençlere yazdırmıştır. Bazı gençleri de, Süryanice ve İbranice gibi, o gün için çok ihtiyaç duyulan yabancı dilleri öğrenmeye teşvik etmiştir. Gençler İslamî harekette ve devlette çok önemli görevler alacaklarından, onları hür düşünmeye, faydalı şeylerden çekinmeksizin yararlanmaya ve sonucu ne olursa olsun doğru bildiğini cesaretle ifade etmeye teşvik etmiştir. Böylece onların kişiliklerini bağımsız bir şekilde geliştirmelerine yardımcı ve destek olmuştur. Bu gençler arasında sayabileceğimiz Ali b. EbîTalib Hz. Peygamber’in amcasının oğluydu. Hz. Ali, İslâm’dan önce Allah’ın Rasulü’nün evinde kalıyordu. Babası Ebû Talib, Hz. Peygamberi müşriklere karşı bütün imkânlarıyla korumasına rağmen, Müslüman olmamıştı. Ama Hz. Ali, daha İslâm’ın ilk gününden itibaren Müslüman olmuş,

20

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Hz. Hatice’den sonra İslâm’ın mensubu olma şerefini kazanmıştır; Müslüman olduğunda ise henüz on yaşlarındaydı. Böylece o, daha İslâm’ın başlangıcından itibaren hep İslâmiyet’in içinde olmuştur. Onun ağabeyi Ca’fer b. Ebî Talib de ilk Müslüman olanlardandır ve Hz. Ali’den on yaş büyük olduğuna göre, Müslüman olduğunda 20 yaşlarında bir delikanlıdır. Hz. Ca’fer’in hanımı Umeys’in kızı Esma’nın da ilk Müslüman olan genç hanımlardan olduğu anlaşılmaktadır. İlk Müslümanlardan bir diğeri de, henüz daha delikanlılık çağında İslâm’ı tercih etmiş olan ve Efendimiz’in, kendisine “havarim” diye iltifat ettiği Zübeyr b. Avvam’dır. Mekke döneminin ilk ve aynı zamanda çilekeş Müslümanlarından Habbab b. el-Eret’i de zikretmemiz gerekir. O, altıncı Müslüman olarak on altı yaşlarında bir delikanlıydı. Osman b. Maz’ûn on dördüncü Müslüman olduğunda genç grup içinde bulunuyordu. Kardeşi Kudame b. Maz’ûn da ilk Müslümanlardan olup, Müslüman olduğunda yirmi yaşının biraz üstünde idi. İlk Müslümanlar arasında gençlik kervanında kimler yoktu ki; Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem kutsal mesajına gönlünü açtığında on dokuz yaşında olan Sa’d b. Ebî Vakkas; Uhud savaşında kendi bedenini Allah’ın Rasûlü’ne siper eden, ilahi daveti kabulde ilk sıraları alan ve İslâm’la şereflendiğinde on dört veya on sekiz yaşlarında olan Talha b. Ubeydullah; Müslüman olur olmaz Kur’ân’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, cılız fiziğine karşın küfrün elebaşlarına meydan okuyan, on altıncı Müslüman olduğunda on altı yaşları civarında olduğu anlaşılan Abdullah b. Mesûd; Mekke döneminde tebliğ ve irşat faaliyetleri için evini Peygamberimize tahsis eden ve İslâmiyete girdiğinde on yedi, on sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan Erkam b. Ebî’l-Erkam; hicret sırasında yirmi iki yaşlarında olan Saîd b. Zeyd ve en fazla onunla aynı yaşlarda bulunan hanımı Hattab’ın kızı Fâtıma; Yeni Müslüman olduğunda daha on yedi yaşlarında bulunan ve Hz. EbûBekr’in kızı olan Esmâ; annesinin bütün servetini elinin tersiyle bir kenara iten ve hayatına yönelik bütün tehdit ve işkenceleri


I ZAFER MERT göze alarak kendisini Hz. Peygamber’in getirdiği ilahi mesaja vakfeden, sonuçta Uhud savaşında şehit olduğunda, Allah Rasûlü’nün, şehadetine göz yaşı döktüğü Mus’ab b. Umeyr ve burada adını zikredemeyeceğimiz daha pek çok genç… Allah Rasûlü’nün kutsal davetini öncelikle kabul edenler sadece Mekkeli gençler değildir; aynı zamanda Medineli gençler de onun bu ulvî mesajını kabul etmişlerdir. Bilindiği gibi Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem’e en zor anlarında Medineliler kucak açmış ve ona beyatta bulunmuşlardır. Medineli Müslümanlar arasında İslâm dini ile müşerref olanların ilklerini de gençler teşkil ediyordu. Tıpkı Mekke’de olduğu gibi, Medine’de de, İslâm dinine karşı duran yaşlılarla, Müslüman olup İslâmiyet’i destekleyen oğullarından oluşan gençler vardı. Bunun en tipik örnekleri, Medine’nin ileri gelen saygın kişilerinden olup kıskançlığından ötürü Hz. Peygamber’den yüz çeviren Ebû Amir ile Uhud savaşında şehitlik mertebesine ulaşacak ve cansız bedeni melekler tarafından yıkanacak kadar Allah’ın Rasûlü’ne bağlı olan oğlu Hanzala; Münafıkların reisi olan Abdullah b. Ubeyy ile İslâm toplumunu ifsat etmek ve Allah’ın Elçisi’ni alaya almak için her fırsatı değerlendiren babasını öldürmek isteyecek kadar samimi ve güçlü bir Müslüman olan oğlu Abdullah ve daha birçokları.

Hz. Peygamber, gençlerin ilim alanında yetişmesine büyük önem vermiş, vahiy katiplerini genellikle gençler arasından seçmiştir. İslâm’a davet mektuplarını da gençlere yazdırmıştır. Bazı gençleri de, Süryanice ve İbranice gibi, o gün için çok ihtiyaç duyulan yabancı dilleri öğrenmeye teşvik etmiştir. Gençler İslamî harekette ve devlette çok önemli görevler alacaklarından, onları hür düşünmeye, faydalı şeylerden çekinmeksizin yararlanmaya ve sonucu ne olursa olsun doğru bildiğini cesaretle ifade etmeye teşvik etmiştir. Böylece onların kişiliklerini bağımsız bir şekilde geliştirmelerine yardımcı ve destek olmuştur.

Bütün bunlar bize şunu apaçık göstermektedir

maruz kaldığı andan itibaren, gençlik tarafından

ki, Hz. Peygamber’in yardımcısı olan ve İslâm di-

büyük bir titizlikle korumaya alınmıştır.

nini omuzlayanların büyük çoğunluğunu gençler

Peki, gençleri hiçbir menfaat gözetmeden, üstelik

oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle, İslâm dini büyük ölçüde gençlerin omuzlarında yükselmiş, layık olduğu yere ve zaferlere onlarla koşmuştur. Bilinmesi gereken önemli bir husus şudur ki; bu gençler sadece verdiği sözlerle kalmamışlar, bu sözlerin gereğini yerine getirerek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e inanılmaz bir bağlılık göstermek suretiyle, Peygambere nasıl sa-

dünyalıklarını da terk ederek Hz. Peygamber’in etrafında toplayan husus neydi? Üzerinde asıl düşünülmesi gereken ve ibret alınması gereken bölüm de budur. Bu hususu şu maddelerle izah etmek mümkün. 1. Hz. Peygamber’in Getirdiği Evrensel Mesaj ve Gösterdiği Hedef

dakatte bulunulacağına dair de eşsiz örnekler ser-

Hz.Peygamber’in peygamber olduktan sonra ge-

gilemişlerdir. Gerçekten gençlik, İslâmî davete ilk

tirdiği mesaj, hep Hakk’ı ve haklıyı koruyor, zulme

önce koşan kitle olduğu gibi, Allah Rasulü’nü ko-

ve zalime meydan okuyordu. İnsanları kendisine

ruma konusunda da en fazla özen gösteren kesim

bile faydalı olmayan putları terketmeye, nefsin

olmuştur. Allah’ın Rasûlü, daha ilk tebliğini yapıp

arzu ve isteklerinin köleliğinden kurtulmaya, sa-

müşrikler tarafından sataşmalara ve tehditlere

dece tek Allah’a ibadet ve itaat ederek insan olRECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

21


ZAFER MERT I lardan birisi Enes b. Malik’tir. Hicret esnasında on yaşında olan Enes, vefatına kadar Hz. Peygamber’e hizmet etmiştir. Söylediğine göre, O’nun hoşlanmadığı bir şeyi yaptığı zamanlarda bile o, bunu niçin yaptın? diyerek kendisini bir defa olsun azarlamamıştır. Hz. Peygamber gençlerle kırıcı, aşağılayıcı bir hitap kullanmamış, bilakis onları taltif etmiştir. Önderler de bu yolu takip etmelidir.

Bütün bunlar bize şunu apaçık göstermektedir ki, Hz. Peygamber’in yardımcısı olan ve İslâm dinini omuzlayanların büyük çoğunluğunu gençler oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle, İslâm dini büyük ölçüde gençlerin omuzlarında yükselmiş, layık olduğu yere ve zaferlere onlarla koşmuştur. Bilinmesi gereken önemli bir husus şudur ki; bu gençler sadece verdiği sözlerle kalmamışlar, bu sözlerin gereğini yerine getirerek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem inanılmaz bir bağlılık göstermek suretiyle, Peygambere nasıl sadakatte bulunulacağına dair de eşsiz örnekler sergilemişlerdir.

Peygamberimiz gençlerle şakalaşmış, bir sevinç ve övünç vesilesi olarak kabul edilen künyeyle hitap ettiği olmuştur. On yaşlarında peygamberimizle tanışan Hz. Enes’e “Ey iki kulaklı” diye takılmış, Hz. Ali’ye “Ebû Türab” diye hitap etmiştir. 4. Gençlere Sevgisini Açıkça Söylemiştir Hicret esnasında on yedi yaşında olan ve Hz. Peygamber’in vefatına kadar gençliğinin baharında olduğu anlaşılan Muaz b. Cebel’e Allah Elçisi, yemin ederek kendisini sevdiğini söylemiş ve arkasından da bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Akabe beyatında bulunduğunda oradaki başkanların içinde en küçüğü olduğu ifade edilen Esad b. Zürâre vefat ettiğinde, cenazesini bizzat Hz. Peygamber yıkamış ve kefenlemiş, namazını da kıldırmış ve cenazesinin önünde kabre kadar yürümüştür.

duklarını idrak etmeye çağırıyordu. Bunların so-

5. Gençlerin His ve Duygularını Okşamıştır

nucunda ise nihai hedef olarak “cennet”i gösteri-

On iki yaşında Müslüman olan Zübeyr b. Avvam için: “Her peygamberin bir yardımcısı vardır. Benim yardımcım da Zübeyr’dir” buyurmak suretiyle, ruhunu okşayarak onu kendisine yardımcı ilan etmiştir. Hz. Ali’ye ise: “Sen bendensin, ben de sendenim” diyerek, onu kendinden bir parça saymıştır. Abdullah b. Abbas için, “Allah’ım, onu dinde fakih kıl ve ona te’vili öğret.”diye dua etmiş, Ebu Musa el-Eşâri’ye de, “Ey Musa! Sana Davud ailesinin sesi gibi güzel bir ses verilmiştir” diyerek, onun gururunu okşamıştır.

yordu. Bütün bu güzel hedefler gençliğin beklenti ve idealleriyle de uyum gösterince, gençlikte, Hz. Peygamber’e karşı derin bir sevgi meydana geldi. Hz. Peygamberin getirdiği evrensel mesaj, insanlığa bir hedef gösteriyordu. O, “Lâ ilâhe illallah deyin ki, kurtuluşa eresiniz” diyordu. Yine aynı kelime-i tevhide inanıp gereğini yerine getirmek suretiyle, İran ve Bizans’ın fethedileceğini müjdeliyordu. Gençlerin önüne büyük hedefler koyuyordu. Nerede gençlere İran ve Bizans’ın fethini müjdeleyen büyük önder Hz. Peygamber, nerede gençlere yol bile gösteremeyen önderler! 2. Gençleri Azarlamadı Gençlerle arası sürekli iyi olan Hz. Peygamber’e, gençlerden birçok kişi hizmette bulunmuştur. Bun-

22

3. Gençlerle şakalaşırdı

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

6. Gençleri Utandırmaktan Sakınırdı Hz. Peygamber,etrafındaki insanlar beğenmediği bir hareket yapsa bile, yine de onları mahcup etmek istemez, hatalarını yüzlerine vurarak onları utandırmazdı. Muaviye b. Hakem başından geçen bir olayı şöyle anlatır: Ben, Hz. Peygam-


I ZAFER MERT ber’in arkasında namaz kılarken, aksıran bir adama “yerhamükellah”diyerek karşılık verdim. Çünkü namaz kılarken konuşulmayacağını bilmiyordum. Yanımdakiler bana bakmaya başladılar. Onlara “Niye bana bakıyorsunuz?” deyince, bu sefer de beni ikaz etmek için ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Ben, onların beni susturmak istediklerini anlayınca, sustum. Hz.Peygamber kadar güzel öğreten bir öğretmen hiçbir zaman görmedim. Vallahi o, namazı kılınca ne beni dövdü, ne de azarladı. Sadece namazda dünya kelamı konuşulmayacağını, ancak tesbih, tekbir yapılarak Kur’an okunabileceğini söyledi. 7. Gençlere Yumuşak ve Müsamahalı Davrandı Hz. Peygamberin kaba ve katı olmadığı Kur’an-ı Kerim’de vurgulanır. Bu özelliği sebebiyle insanlar etrafında toplanmışlardır. O, bir şey öğreteceği zaman önce karşısındakileri yumuşatarak gönlünü alır, sonra söyleyeceklerini söylerdi. Bu konuda en güzel örneklerden birisi zina için izin istemek üzere Hz. Peygamber’e gelen gence olan yaklaşımı ve onu ikna etme yöntemidir. 8. Nitelikli Kişileri İslâm’a Kazandırmaya Gayret Etmiştir Saîd b. Zeyd ve hanımı el-Hattab’ın kızı Fatıma ilk Müslümanlardandır. Müslüman oldukları için Hz. Ömer’den sopa yemişler ancak onun Müslümanlığına vesile olmuşlardır. 33 yaşlarında iken Müslüman olan Hz. Ömer için Peygamberimiz “Allah’ım! Bu iki kişiden, Ebu Cehil veya Ömer b. Hattab’dan, sana daha sevgili olan birisiyle dinini güçlendir” diye dua etmişti. Bunlardan Hattab oğlu Ömer, Cahiliyye Mekke’sinde ilkeli ve mert duruşuyla tanınırdı. Saygınlığını mensup olduğu kabilenin gücünden değil -ki zaten güçlü kabilelerden değildi- güçlü kişiliğinden alırdı. Hişam oğlu Amr (Ebu Cehil) ise; Mekke’nin en güçlü kabilesi Mahzumoğulları’na mensuptu. Devletlerarası ticaret yapardı. Toplumunun en görgülü ve kültürlülerinden biriydi. İnandığı şey uğruna canını verecek kadar ilkeli ve kararlıydı. Doğru bildiği yolda sonuna kadar giden bir mizaca sahipti. Peygamberimizin bu duası Hz. Ömer hakkında kabul olundu. Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla

birlikte İslam’ın inkişafını bilmeyen yoktur. Bu da, hizmetlerin etkili olarak yürütülmesinde nitelikli kimselere olan ihtiyacı göstermektedir. Hz. Ömer bi’setin 6. yılı Zilhicce ayında Müslüman oldu. Hz Ömer’in Müslüman olduğu sırada bu Müslümanlar Dâr-ı Erkam’da toplu bir halde bulunuyorlardı. O zaman Ömer, “Kaç kişiyiz?” diye sordu. “Biz madem ki hak üzereyiz, neden dinimizi gizliyelim?” dedi. Bundan sonra Müslümanlar açıktan Ka’be’yi tavafa gittiler ve müşrikleri ürküttüler. Hak ile batıl, O’nun Müslüman olmasıyla ayrıldığından kendisine Faruk denildi. Abdullah ibn-i Mes’ud der ki: “Ömer’in İslam olması bir fetihtir. Hicreti bir zaferdir. Halifeliği bu ümmete bir rahmettir. Biz Kâbe’de namaz kılmaktan korkardık. Ömer Müslüman olunca orada namaz kıldık.” Hz. Ömer de kaliteli ve verimli bir hizmetin yürütülmesinde izzetli, ilkeli, görgülü, nitelikli, fedakâr, seçkin ve bilgili insanlara ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Zeyd b. Eslem’in rivayetine göre; O, birgün dostlarıyla birlikte oturuyordu. Onlara (Allah’tan) bazı istek ve temennilerde bulunmalarını söyledi. Oradakilerden birisi: “-İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca paralarım olsun da Allah yolunda infak edeyim!..” şeklinde niyet ortaya koydu. Bir başkası: “-İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca altınlarım olsun da Allah için harcayayım!...” tarzında bir istek belirtti. Diğer biri de: “- İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca mücevherlere sahip olayım da onları Allah yolunda sarfedeyim!..” diye temenni etti. Ancak Hz. Ömer: “-Daha, daha fazlasını isteyin!” deyince onlar: “- Allahu Tealâ’dan daha başka ne isteyebiliriz ki?!” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: “-Ben ise, içinde bulunduğumuz şu hanenin Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfe ibnü’l- Yemân gibi (müstesna ve seçkin, her yönden kamil) kimseler ile dolu olmasını ve bunları Allah’a itaat yolunda, yani tebliğ ve ıslah hizmetlerinde istihdam etmeyi temenni ederim...”dedi. Hz. Ömer’in bu temennisine katılmamak mümkün değil. Rabbimizden dinine hizmetkâr olan gençlerin emsallerini artırması, bizleri de o kervana dâhil etmesi duasıyla. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

23


Hadis-i Serif

sallallahu aleyhi ve sellem

‫ت‬ َّ ‫َعن عائِ َشةَ َر ِض َي‬ ْ َ‫ قَال‬، ‫الل َعْنها‬ ِ ‫وم ِم َن اللَّْي ِل‬ ُّ ِ‫ َكا َن الن‬: ُ ‫وسلَّم يـَُق‬ َ ‫َّب‬ َ ‫صلّى هللاُ َعلَْيه‬ َِّ ‫ فـ ُق ْلت لَه ِل تَصنع هذا يا رسول‬، ‫حىت تـتفطَّر قَ َدماه‬ ‫الل‬ َ​َ َ ُ ُ َْ َ ُ ُ َ َ ِ ‫َخَر ؟ قَ َال أَفَال‬ َّ ‫ك َوَما تَأ‬ َ ِ‫ك ما تـَ​َقدَّم ِمن َذنْب‬ َ َ‫َوقد غُفَر ل‬ )‫(متفق عليه‬ ٌ .‫ورا‬ ً ‫أَ ُكو ُن َعْب ًدا َش ُك‬

ŞÜKREDEN BİR KUL OLMAYACAK MIYIZ? İ

24

nsanı kusursuz ve mükemmel bir şekilde yaratan âlemlerin Rabbi Allah (celle celaluh), ona

ve dini için fedakârlık yapma gayretinin önüne

çeşitli hisler ve duygular bahşetmiştir. İnsan, bu

bildirmiştir. Evlatlarınızı, hanımlarınızı, mesken-

duygu ve hisleri ile vardır ve eşyayı, olayları, ta-

lerinizi sevebilir ancak Benim sevgimin önüne

biatı, kâinatı bunlarla anlamlandırır. O, yüce Al-

geçiremezsiniz buyurmuştur. Allah’ın dinine düş-

lah’ın kendisini yarattığı fıtrat üzere bu duygu ve

manlık edenlere sevgi beslemememiz gerektiğini

hislerden istifade ettikçe eşref-i mahlûkat olurken

emrederken bunun adaletsiz davranmaya sebep

sorumsuz ve sınırsız bir şekilde bu duygu ve his-

olmaması gerektiğini de emir olarak buyurmak-

leri tatmin etme arzusu ise onu esfel-i sâfiline derk

tadır. İnsanların elinde olana tamah yerilmişken

etmekte, sözüm ona hayvanlarla kıyaslanır hale

elinde bulunan varlık ve servetin hakkını veren-

getirmekte ve onlardan daha süfli bir konumda

lere benzeme duygusu ise övülmüştür. Yani me-

değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Zira insana

sele, aslımızda ve fıtratımızda var olan duyguları

bu duygu ve hisleri bahşeden, insanı başıboş bı-

inkâr ve göz ardı etme değil o duyguları bize bah-

rakmadığı gibi bu duygu ve hislerin başıboş bir şe-

şedenin istediği doğrultuda kullanmadır.

kilde kullanılmasına da müsaade edecek değildir.

İnsanoğlunda var olan duygu ve hislerden bir

Hanımlara, evlatlara, altın ve gümüşe, insanın gö-

tanesi de minnet hissidir. İlk etapta soğuk ve

zünü kamaştıracak güzellikteki bineklere, ekine ve

olumsuz anlamlar hissettiren minnet hissi, aslında

bunlar dışında başka şeylere karşı insan fıtratında

insana verilmiş en fevkalade nimetlerden biridir.

sevgi ve muhabbet hissi var eden Rabbimiz, bu

Verilen bir hediyeye teşekkür edilmesi, verilen

sevgi ve muhabbete bir sınır tayin etmiş, kendisi

nimetlere şükredilmesi minnet hissi sebebiyledir.

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

geçmemesi gerektiğini en sert bir şekilde kullarına


I ALİ YÜCEL Bu açıdan nimet olan minnet, sorumsuz ve sınırsız bir şekilde kullanıldığında ise külfet olmakta, adı “başa kakma” diye anılan fıtrat bozukluğu hastalığına sebep olmaktadır. Yüce Allah’a minnet hissiyle verdiği nimetlere şükrederken, insanlar arası ilişkilerimizde karşılaştığımız iyilik ve ihsanlara minnet hissiyle teşekkür ederken, aynı hissi kontrol edemeyip fıtratımızı çiğnediğimiz zaman, gerçek sahibi olmadığı nimetlerden dolayı insanların başına kakan bir zorba olabilmekteyiz. Verdiği nimetlere şükretmemizi dileyen Rabbimiz, bu sebepten ötürü minnet hissini fıtratımıza yerleştirmiştir. Başımızı kaldırıp bir nebze olsun ibret nazarıyla baktığımızda, uçsuz bucaksız evrende belki sahildeki bir kum tanesi kadar bile cismani büyüklüğü olmayan biz insanoğluna, saymaya kalkışmakla altından kalkamayacağımız nimetler bahşedildiğini görmekteyiz. Habbesinden, kubbesine; büyüğünden, küçüğüne bir şekilde bizlere hizmet eden bunca varlığı emrimize amade kılan kerem ve ikram sahibi Rabbimize, hissedeceğimiz minnet ile ne kadar şükretsek azdır, yetersizdir, kifayetsizdir. “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız.” (Nahl Suresi 18, İbrahim Suresi 34) Birçok nimetin art arda sıralanıp “Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman Suresi 16-18-21 vd.) diye nankör insanları kınayan bir şekilde soru yöneltilmesi, esasında farkında olalım veya olmayalım sayamayacağımız nimetlerle minnet altında bırakıldığımızı göstermektedir. Bizleri yoktan var eden Rabbimiz, tabii olarak bizleri en iyi tanıyan ve tanıtandır. Sayısız nimetlerle ikramda bulunduğu kullarının bu nimetler karşısında nasıl vurdumduymaz davrandıklarını kısa ve öz bir biçimde şöyle izah ediyor: “Zaten insanoğlu pek nankördür.” (Nisa Suresi 67) Nice zahmet ve külfetle kendisine onca fedakârlık yapan ana-babasını bir çırpıda göz ardı edebilen insan müsveddesi kimselere şahit olmamız bu nankörlüğün yansımalarından sadece bir tanesidir. Düne kadar insanların avuçlarını gözleyip, Rabbinin lütfuyla çeşitli nimetlere mazhar olduktan sonra kibir ridasına giren, kendini beğenmiş, “ne oldum delisi” kimselerin, kendi geç-

Bir kuşa benzetildiğinde iki kanadı olan kulluğun bir kanadını sabır diğer kanadını ise şükür oluşturmaktadır. Bir imtihan olarak başımıza gelen sıkıntı ve musibetlere sabretmek nasıl kulluğumuzun gereği bir vazifemiz ise aynı şekilde imtihan için bizlere bahşedilen nimetlere şükretmek de özen göstermemiz gereken görevlerimiz arasındadır. Yüce Allah’a hakkıyla iman iddiası ve çabasındaki biz Müslümanların, Esma-i Hüsna’sı ile hayatımıza her daim tecelli eden Rabbimizin bu güzel isim ve sıfatlarının bir nebze yansıması bizlerin hayatında da bulunmalıdır. İnsanların kavrayamayacağı bir sabır ile “es-Sabûr” olan Rabbimizin bu sıfatından bir nebze bulundurmamız gerektiği gibi hakkıyla “eş-Şekûr” ismine sahip Rabbimizin bu sıfatından sebep, O’nun nimetlerine şükredecek kadar şâkir bir kul olmalıyız.

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

25


ALİ YÜCEL I

Hanımlara, evlatlara, altın ve gümüşe, insanın gözünü kamaştıracak güzellikteki bineklere, ekine ve bunlar dışında başka şeylere karşı insan fıtratında sevgi ve muhabbet hissi var eden Rabbimiz, bu sevgi ve muhabbete bir sınır tayin etmiş, kendisi ve dini için fedakârlık yapma gayretinin önüne geçmemesi gerektiğini en sert bir şekilde kullarına bildirmiştir. Evlatlarınızı, hanımlarınızı, meskenlerinizi sevebilir ancak Benim sevgimin önüne geçiremezsiniz buyurmuştur. mişlerine benzer hayat yaşayanlara takındıkları tavır da bahse mevzu nankörlüğün bir çeşit yansımasıdır. Hele hele de varlık sebebi Rabbinin, onca nimetine karşı şükürsüzlük girdabında boğulan insan yığınlarının varlığı, bu yüce buyruğun altına tasdik mahiyetinde atılmış kalın bir imza görünümü arzetmektedir. Rablerini hakkıyla takdir edemeyen onca insan içerisinde O’nun nimetlerine gerektiği gibi ihtimam gösteren ve bu nimetleri hakkıyla takdir eden ne kadar insan var acaba? “Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe’ Suresi 13) Sana ve Senin nimetlerine nankörlük etmekten Senin azamet ve yüceliğine sığınıyorum! İrade ile bizleri diğer mahlûkata imtiyazlı bir konumda yaratan Rabbimiz, bu iradenin doğru tercihte bulunması için de çeşitli kılavuz, rehber ve yol göstericiler belirlemiştir. Lütfettiği nimetler karşısında kullarının nasıl tavır takınmaları gerektiğini öğretmiş, öğrettiği düsturlar çerçevesinde hareket edenlere müjdeler vermiştir. “Şüphesiz biz insana (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan Suresi 3) “Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” “Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân Suresi 144-145) İnsanoğlunun isyan ve günahları

26

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

ilahi lütufların önüne geçmekte, onu birçok hayırdan mahrum etmektedir. “Şayet doğru yolda gitselerdi, onlara bol su verirdik.” (Cin Suresi 16) Bunun zıddı olarak şükretmek ise, var olan nimetleri artırmakta ve bereketlendirmektedir. “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim Suresi 7) Yani nimetlere gark olmak veya bu konuda muzdarip olmak bizim davranışlarımızla alakalıdır. Şükür, bir kadir-kıymet bilme hali iken nimetleri hakkıyla takdir edememe ise nankörlük ve cezayı gerektiren bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kuşa benzetildiğinde iki kanadı olan kulluğun bir kanadını sabır diğer kanadını ise şükür oluşturmaktadır. Bir imtihan olarak başımıza gelen sıkıntı ve musibetlere sabretmek nasıl kulluğumuzun gereği bir vazifemiz ise aynı şekilde imtihan için bizlere bahşedilen nimetlere şükretmek de özen göstermemiz gereken görevlerimiz arasındadır. Yüce Allah’a hakkıyla iman iddiası ve çabasındaki biz Müslümanların, Esma-i Hüsna’sı ile hayatımıza her daim tecelli eden Rabbimizin bu güzel isim ve sıfatlarının bir nebze yansıması bizlerin hayatında da bulunmalıdır. İnsanların kavrayamayacağı bir sabır ile “es-Sabûr” olan Rabbimizin bu sıfatından bir nebze bulundurmamız gerektiği gibi hakkıyla “eş-Şekûr” ismine sahip Rabbimizin bu sıfatından sebep, O’nun nimetlerine şükredecek kadar şâkir bir kul olmalıyız. Her şeyden müstağni olup hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın şükrümüze de pekâlâ ihtiyacı yoktur. “…Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Lokman Suresi 12) Bizim, O’nun vermiş olduğu nimetlere şükretmemiz de O’nun mülkünde herhangi bir şeyin artmasına vesile olacak değildir, aynen nankörlük yaptığımızda O’nun mülkünden bir şey eksiltemediğimiz gibi. “Ey kullarım! Sizler Bana zarar verebilecek durumda değilsiniz ki zarar verebilesiniz. Bana bir fayda verebilecek bir durumda da değilsiniz ki fayda verebilesiniz. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizin içinizdeki en takva sahibi kişinin kalbi gibi bir kalbe sahip olsa bu durum


I ALİ YÜCEL Benim mülkümde hiçbir şey artırmaz. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizin içinizdeki en günahkâr kişinin kalbi gibi bir kalbe sahip olsa, bu durum Benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez.”(1) İyiliği hatırlayarak ve nimeti vereni tefekkür ederek kalbimizle şükrederiz. Nimet vereni anarak, iyiliği dile getirerek dilimiz ile şükrederiz. En önemlisi de verilen nimeti doğru kullanarak fiili olarak şükrederiz. Zaten esas şükür de verilen nimeti yerli yerine kullanabilmek demektir. Buna göre göz nimetinin harama bakmaması bir şükürdür, dilin hak için konuşup yalana sapmaması bir şükürdür, har vurup harman savurmadan mal hususunda infak ve iktisatlı davranmak bir şükürdür, bildiği ile amel edip insanlara öğretme gayreti içerisinde olmak bir nevi şükürdür, zamanın içini boşaltmadan işi vaktinden çok şuuru ile hareket etmek bir şükürdür, Allah için dökülen gözyaşları şükür alametidir, Allah dendiğinde titreyen kalpler bu halleriyle tarifsiz bir şükür hali yaşamaktadırlar. Yoksa şükür dil ucu ile “şükür, şükür” diyerek içten içe nankör davranma değildir. Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetlere kalbin minnet duyup boyun eğmesi ve dilin buna eşlik edip her daim nimeti vereni anmasıdır gerçek şükür. Her konuda bizlerin örneği ve rehberi olan Peygamber aleyhisselam, şükür konusunda da yegâne önder ve örneğimizdir. Aldığımız nefes, verdiğimiz nefes, bizim dahlimiz olmadan işleyen vücudumuzdaki azalarımız, Müslüman olmak, İslam üzere ölmek, dini hakkıyla yaşamak veya samimiyetle yaşama gayretinde olmak, Allah’ın lütfu ile din-i mübin-i İslam için çaba sarf etmek, cehenneme doğru yuvarlanan insan içerisinde cennet ümidine sahip olmak, Kur’an’dan, Rasul’den, İslam’dan, dinden haberdar olmak, sıradan bir varlık değil de mükerrem bir insan olarak yaratılmak, ana-baba, evlat-torun, malmülk sahibi olmak ve ayet-i kerimenin gayet veciz bir şekilde ifade ettiği gibi sayamayacağımız daha birçok nimetin şükrü hususunda en doğru mürşit ve yol göstericimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem olacaktır. Zira onun hayatı, kendisine bahşedilen onca güzel nimetin şükrünü eda ile süslüdür. Değil bir âleme onlarca âleme

Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullahaleyhisselam geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona; “Yâ Resulallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun?” diye sordum. Bana cevaben “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.” rahmet olarak gönderilme nimetinin şükrünü eda peşindeydi her daim. Melekler ile desteklenme nimetinin şükrünü eda ediyordu davranışlarıyla, bütün insanlara gönderilmiş bir rehber olma nimetinin şükrünü hakkıyla ifa etmek için düşüyordu Taif, Medine yoluna. Okunan ayetlerden sonra ıslanan sakallar şükür emaresiydi hep, dökülen gözyaşları şükür diyordu sanki uykusuz kalan göz, yorgun düşen beden, gevşeklik bilmeyen azim, güller açtıran tebessüm hep şükür içindi, şükretmek içindi. Kalkan eller şükür için kalkıyor, başlar toprağa şükür için düşüyordu. Günahları affedilmiş olmasına rağmen çatlayan topuklar hep verilen nimetlere şükür içindi. Bırakalım da yine O, konuşsun tebessüm eden çehresiyle, aydınlatsın gönüllerimizi ve öğretsin bize şükretmeyi. Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah aleyhisselam geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona; “Yâ Resulallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun?” diye sordum. Bana cevaben “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.”(2) Ey böyle bir Peygamber’in ümmeti olmakla iftihar edenler! Hâlâ şükreden bir kul olmayacak mıyız? ------------------------------------------------1. Müslim, Birr 55 (Hadis no: 2577) Tirmizi, Kıyâmet 49 (Hadis no: 2495) İbn Mâce, Zühd 30 (Hadis no: 4257) 2. Buhari, Teheccüd 6, Tefsiru sure (48) 2. Müslim, Münâfikîn 81.

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

27


YALNIZLIK VE

SALİH AMEL Kıyamet gününün dehşetli anlarının Kur’an ayetlerinde nasıl anlatıldığını tefekkür et. Göreceksin ki o gün insan anne babasından, eşinden, çoluk çocuğundan kaçar ve kendi derdine düşmüştür artık. En sevdiklerinden ayrılarak yine yalnızlığı ile yine yaptıkları ile baş başadır.

B

izler yalnızlıklar çağının çocuklarıyız. Etrafımızda bulunan onca kalabalığa, onca ses

ve haraketliliğe rağmen. Onca kalabalık dedim oysa onca karaltı demeliydim belki de… Sadece belli belirsiz birer görüntü. Herkes kendi içinde, herkes kendi yalnızlığını yaşıyor. Eğer bunların birer hakikat olduğuna inanmıyorsan, her zaman yaptığın gibi çık sokaklara, ellerin cebinde yürü ağır ağır insanların arasında ve bak suratlarına insanların. Bazılarının, kaybettikleri veya uzun zamandır görmedikleri birinin kendisine yönelmiş

28

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I ÖMER ERGÜL bakışlarını arıyormuşçasına etraflarına baktıklarını göreceksin. Bir otobüse bindiğinde bak insanlara. Her birinin kış günü bir duvar kenarına sığınmış soğuktan korunmaya çalışan bir sokak çocuğu misali bir köşeye sığındığını görürsün. Ve birçoğumuz en yakınlarımızla bile olduğumuzda bu yalnızlığı hissediyoruz. Hislerimizi, duygularımızı paylaşamıyoruz. İçimize atıyor, içimizde tutuyoruz.

Bizler hayata bir imtihan mekanı olarak bakıyoruz. Yalnızlık da bizim bu imtihanlarımızdan bir tanesi. Ve bu yalnızlıklarımız; bir gün işten atıldığımızda, okuldan uzaklaştırıldığımızda, eşimizden-çoluk çocuğumuzdan ayrılmak zorunda kaldığımızda; evimizde eşimizle, bir cemiyette arkadaşlarımız, dostlarımızla anlaşmazlığa düştüğümüzde içine yuvarlandığımız kuyu, hep yalnızlık kuyusu olacaktır. Böyle bir durumda kafanı ellerinin arasına almış ‘şimdi ne yapacağım’ derken kendini bulacaksın. Bir çıkış yolu arayacaksın, bir ışık, bir ses… Bil ki, üzerine yuvarlanmış kayanın birazcık açılıp da çıkabilmen için bir fırsat aradığın mağaranın içindesin o zaman . O ana kadar yapmış olduğun salih amellerin dışında oradan kurtuluş için hiçbir yolun yok. Üzerine kapanmış o kapıyı açacak hiçbir anahtarın yok.

Bizler hayata bir imtihan mekanı olarak bakıyoruz. Yalnızlık da bizim bu imtihanlarımızdan bir tanesi. Ve bu yalnızlıklarımız; bir gün işten atıldığımızda, okuldan uzaklaştırıldığımızda, eşimizden-çoluk çocuğumuzdan ayrılmak zorunda kaldığımızda; evimizde eşimizle, bir cemiyette arkadaşlarımız, dostlarımızla anlaşmazlığa düştüğümüzde içine yuvarlandığımız kuyu, hep yalnızlık kuyusu olacaktır. Böyle bir durumda kafanı ellerinin arasına almış ‘şimdi ne yapacağım’ derken kendini bulacaksın. Bir çıkış yolu arayacaksın, bir ışık, bir ses… Bil ki, üzerine yuvarlanmış kayanın birazcık açılıp da çıkabilmen için bir fırsat aradığın mağaranın içindesin o zaman.(1) O ana kadar yapmış olduğun salih amellerin dışında oradan kurtuluş için hiçbir yolun yok. Üzerine kapanmış o kapıyı açacak hiçbir anahtarın yok. Şimdi yalnızlıklar içindeki İnsanoğlunun dünya hayatının bitimi ile başlayacak kabir hayatına geçelim. Vefatımız üzerine eşimizin, çoluk çocuğumuzun, anne-babamızın, akraba ve dostlarımızın üzüntüler içerisinde bizi kabre koyup, üzerimize attıkları birkaç kürek topraktan sonra sırtlarını dönüp uzaklaşmalarını düşün. Ve sen yine yalnızsın. Seninle kabre kadar gelen senin dünyadaki yoldaşların olan eş ve dostların ile malın-mülkün geri döndüler. Seninle kalan ise yine salih amellerin oldu.(2) Kıyamet gününün dehşetli anlarının Kur’an ayetlerinde nasıl anlatıldığını tefekkür et. Göreceksin ki o gün insan anne babasından, eşinden, çoluk çocuğundan kaçar ve kendi derdine düşmüştür artık.(3) En sevdiklerinden ayrılarak yine yalnızlığın ile yine yaptıkların ile baş başasındır. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

29


ÖMER ERGÜL I İşte yalnız doğan, yalnız yaşayan, yalnız gömülen, yalnız kabir hayatı geçiren ve kıyamet günü kendi yalnızlığı ile baş başa kalan insanoğlunun macerası. Tüm bu yalnızlıklarında yanında olacak, onu Allah’ın rahmetine ulaştıracak tek arkadaşı salih amelleridir. Bunu çok iyi bilen Allah Rasulü’nün Ashabı, Rasulullah’a bazen ‘en faziletli amel hangisidir?’ diye, bazen ‘işlediğimde cennete gireceğim amel hangisidir?’ diye sorular sormuşlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de onların durumlarına göre bazen zikirle dilin daima ıslak kalmasını, bazen çokça secde etmeyi, bazen cihadı, bazen anne-babaya iyi davranmayı emretmişlerdir. Onlar bu amelleri işlemek için birbirleri ile yarıştılar. Fakir olanları malı olmadığı ve infak edemediğinden dolayı üzüldüler. Cihad etmeye imkan bulamayanlara bu durum ağır geldi. Dünya da nimete kavuşup rahata erenleri, amellerinin karşılığını bu dünyada aldığını düşünüp hayıflandı. Bu onların salih amellere bakışlarıydı. Yazıma son vermeden önce İslami bir atmosferden çok uzak bir toplumda yaşayan biz Müslümanların salih amelleri ellerinden geldiğince artırmaya çalışmalarının yanında neyin salih amel olduğuna da dikkat etmeleri gerekiyor. Bir şeyin salih amel olabilmesi için onun Şeriatça emredilmiş olması, yapılan bu işin Şeriata ittiba ve yalnız Allah’ın rızası aranarak yapılması, bu amel işlenirken Rasulullah’ın yaptığı, öğrettiği gibi gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birisi eksik kalırsa o iş salih bir amel olarak nitelendirilemez. Bir de fazilet açısından amellerin gizli yapılması da önemli bir husustur. Bu konu da sadakaların verilmesi meselesinde sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi buyruğu ışığında hareket ederek amellerimizi artırmaya gayret etmeliyiz. Hz. Ebubekir radıyallahu anh, hilafeti zamanında geceleri yaşlı bir kadının hayvanlarını sağardı da kimse bilmezdi. Çünkü kimsenin görmediği bir yerde mutlaka bir gören var. Kimsenin takdir etmediği bir durumda o yapılan şeye bir kıymet veren var. Öyle öğretmedi mi Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bizlere. “Bir Müslüman kardeşini güler yüzle (tebessümle) karşılamak dahi olsa, iyilikten hiçbir şeyi asla ve asla küçük görme(onu yap).”(4)

30

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Ve unutma sen öyle bir Rabbe inanıyorsun ki onun yanında hiçbir iyilik kaybolmaz, zayi olmaz.(5) Buna kefil olan bizzat kendisidir. Ve en doğru söz onun sözüdür. O, vadinden dönmeyen, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah’tır. Rabbim bizleri salih ameller için koşturan kullarından kılsın. Tüm güç ve kuvvet ona aittir. ---------------------------------------------------1 Hz. Peygamber anlatıyor: Üç kişi yolda giderken sağanak yağmura yakalanıp, bir dağın mağarasına sığındılar. Sığındıkları mağaranın önüne, dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dedi: “Allah için işlediğimiz bir iş varsa, hatırlayalım ve onu vesile ederek Allah’a dua edelim, belki bizi bu beladan kurtarır.” Bundan sonra içlerinden biri: “Ey Rabbim! Benim pek yaşlı anam babam vardı ve bir de küçücük çocuklarım. Onlara ben bakardım. Otlaktan koyunlarımla döndüğümde, koyunları sağar ve yavrularımdan önce ana babama süt içirir, onları beslerdim. Bir gün geç kaldım, karanlık bastıktan sonra gelebildim ve ana babamı uyumuş olarak buldum. Yine her zamanki gibi, koyunlarımı sağdım çocuklarım açlıktan ağladıkları halde, ana babamdan önce onları beslemeyi, onlara süt içirmeyi uygun bulmadım. Ana babamı uyandırmaya kıyamadığım için, sabaha kadar başuçlarında bekledim. YaRabbi eğer bu amelim senin yanında kabul olunup, rızanı kazanmışsa, göğü görecek kadar olsun, önümüzü açıver” dedi. Allahu Teálá da, kayayı biraz kaldırmak suretiyle bir miktar açtı ve gökyüzünü gördüler. İkinci kişi: “Ey Allah’ım! Bir akrabamın kızı vardı. Onu, bir erkek, bir kadını nasıl severse öyle aşırı bir sevgi ile seviyordum. Bir gün kendisiyle beraber olmayı arzu ettim. Kanmadı; ’Yüz dinar getirmedikçe olmaz’ dedi. Bu parayı biriktirinceye kadar çalıştım ve bu arzum tam gerçekleşmek üzere iken amcamın kızı, ’Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork ve ancak Allah’ın hakkı olan nikâh ile bana yaklaş’ dedi. Bunun üzerine derhal vazgeçip kalktım. Eğer bunu senin rızan için yaptığımı kabul ediyorsan, kayayı biraz daha aç” dedi ve Allahu Teálá da kayayı birazdaha açtı. Üçüncü kişi ise şöyle dedi: “Ey Rabbim, ben bir miktar pirinç karşılığında, birini ücretli olarak çalıştırıyordum. İşini bitirdiğinde ’Hakkımı ver’ dedi, verdim ama sonradan almak istemedi ve gitti. Ben de o pirinci ekmeye devam ettim ve ondan elde ettiğim kazanç sonunda, çobanları ile birlikte bir inek sürüsü temin edinceye kadar ekip durdum. Alacaklı günün birinde geliverdi ve, ’Allah’tan kork, alacağımı ver’ dedi. Ben de kendisine, ’Çobanları ile birlikte duran şu ineklerin yanına git ve onları al’ dedim. Adam, ’Allah’tan kork! Ve benimle alay etme!’ dedi. ’Alay etmiyorum, onlar senin, onları al’ dedim. Ve o da aldı gitti. Ey Allah’ım! Eğer bunu senin rızan için yaptıysam, mağaranın kapısının kalan kısmını da aç” diye dua etti. Allahu Teálá da, mağaranın kapısını onlara çıkıp gidebilecekleri kadar açtı ve ışığı gördüler. Onlar da yollarına devam ettiler. (Buhârî, Enbiyâ 50, Büyû’ 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100 ve Ebu Dâvud, Büyû’ 29.) 2 Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk–çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk–çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır. (Buhârî, Rikak, 42) 3 “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese,34-37) 4 (Müslim, Birr 144) 5 “İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf Suresi, 30)


Kıssadan Hisse

EBU BEKİR EREN

HİKMET LEM’ALARI

S

eleme b. Dinar, talebeleri ve ıslah olunmayı arzulayan kimseler için hikmet bakımından

adeta coşan bir pınar gibiydi. Bu hususta (hikmeti anlatma bakımından) talebeleri ve kardeşleri arasında fark gözetmezdi. Bizimde yüreğimizi aydınlatacak, üzerimizdeki kasveti giderecek şu kıssası oldukça manidardır: Günün birinde Abdurrahman b. Cerir oğluyla beraber Ebu Hazim lakabıyla meşhur olan Seleme b. Dinar’ın yanına girip ardından selamlayarak onun için dua da bulundular. Seleme b. Dinar selamlarını alıp onları daha güzel bir şekilde selamlayıp ağırladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti: Abdurrahman b. Cerir, Ey Ebu Hazim! Kalplerimizi çepe çevre sarmış bu kasvetten, günahlardan nasıl arınabiliriz? Ebu Hazim: Kalpler ne zaman ıslah edilirse o vakit (büyük) günahlar bağışlanır. Kul günahları terk etmeye yöneldiğinde hidayet yolları kendisine açılır. Ey Abdurrahman! Sakın şunu unutmayalım ki, şu geçici dünya, sonsuz ebedi ahiretten bizi meşgul etmektedir. Sana verilen her nimet seni Allah’a yaklaştırmıyor ise bu senin için ahirette başına bir beladır. Bunun üzerine Abdurrahman’ın oğlu söze şöyle devam etti: Bizim oldukça çok hocalarımız var bunlardan hangi birine uyalım? dedi. Ebu Hazim: Evladım! Allah’tan hakkıyla korkan, ayıplara bulaşmayıp

gençliğinin baharından

nefsini arındırıp bunu yaşlılık anına bırakmayan kimselere uy. Evladım şunu bilesin ki, güneşin üzerine doğmuş olduğu her gün ilim talebesine istekleri, arzuları ve ilmi kendisine yönelir. Tıpkı iki insanın aralarında husumet (tartışma) ettikleri gibi çekişirler.

Şayet ilmi, istek ve arzularına galip gelirse o gün onun için ganimettir. Ancak istek ve arzuları kendisine galip gelirse, o gün onun için hüsrandır. Abdurrahman b. Cerir: Ey Ebu Hazim bizi çokça şükretmeye teşvik ettin, o halde şükrün hakikatinin ne olduğunu bize belirtsen? dedi. Ebu Hazim: Her azamıza karşı şükretmek üzerimize haktır. Abdurrahman: O halde gözün şükrü nedir? Ebu Hazim: Gözlerinle gördüğün hayrı anlatırsın ve görmüş olduğun şerri ise örtersin. Abdurrahman: O halde kulağımızın şükrü nedir? Ebu Hazim: Kulağınla işittiğin hayrı dinlemen ve işittiğin şerden de uzaklaşmandır. Abdurrahman: İki elin şükrü nedir? Ebu Hazim: Sana ait olmayan şeyleri bırakıp onlarla Allah’ın hukukuna engel olmamandır. Ey Abdurrahman! Şükrü sadece diline sınırlandıran kimse bu hususta (şükretmeme) seni aldatmasın ve bu kimseye kalbini ve diğer azalarını (şükretmemek hususunda) ortak etme. Bu kimsenin misali giysisini elinde tutup giymeyene benzer. Bu giysi onu ne sıcaktan korur ne de soğuktan korur. Kalbi ahirete bağlı, dünyaya kapılmayıp geçici istek ve arzulara yer vermeyip ahireti kendisine gaye edinmiş bu erdemli ve hikmet sahibi Ebu Hazim vefatı esnasında kendini nasıl hissediyorsun diye sorulduğunda şöyle dedi: İşlemiş olduğumuz günahlardan kurtulabilirsek dünya da kaybetmiş olduklarımızın ne zararı olabilir ki, dedi. Ardından “Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenlere Rahman bir sevgi var edecektir.”(1) ayetini tekrar tekrar okudu. Allah sana merhamet etsin ey Ebu Hazim! Sözlerin yüreğimize hayat verdi. Siretin bize örnek oluşturuyor. Ve’selam.(2) ------------------------------------------1. Meryem: 96 2. Tarihul Buhari c: 2 s: 78

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

31


Bir Heyecanla; Dünya ufalanır avuçlarda

1

A

ydınlığın kıymetini bilmek için mahpusu olmak gerekir karanlıkların. Küfür üzere

hayat yaşayanlar imânı bilmedikleri gibi; dâvette pasif kalanlar ise aksiyon adamlarının yaşadığı aşkı, heyecanı bilemezler. Asrımızda sahabe olmak, dini öğrenmek, dini yaşama ve yaşatma gayretinde bulunmak öteye susamakla, âb-ı hayat peşinde olmakla mümkündür. İlk vahiy çorak gönüllere ekilmeye başlayınca heyecan da peşi sıra gelmişti. Zaten bu heyecanları yüzünden zayıf ve fakir olan tevhid erlerinden bazılarını yakalıyorlar, bir kısmının boynuna ip takarak şehrin azgın gençlerine teslim ediyorlardı. O genç ve çocuklar, bu mazlum

32

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I SAİD ÖZDEMİR insanları cadde cadde, sokak sokak gezdiriyorlardı. Sokaklarda dolaştırılan bu insanların anne ve babaları hâdiseyi seyrediyor, içlerinden bir kısım anneler yerlerde sürünen çocuklarına hakaret ediyor, bazen tekmeliyorlar ve bazen de küfrediyorlardı. Hak davada ısrarlı olarak taviz vermiyorlar, kendilerine bu işkenceyi yapanların hidayetleri için dua ediyorlardı. Tüm bunlara rağmen Mekke’nin sıcak havasında İmân vardı, İmân’ın yanında bir de heyecan vardı. Heyecanları yükseklere/yücelere aşktı, heyecanları dâvetti, heyecanları savaştı. Heyecanları cenneti şerh eden rüyalardı. Zifaf gecesinde alamadıkları zevki cihad meydanlarında ribatta bir hendekte oturarak alırlardı. Onlar da insandı bizler gibi. Canları sıkıldığında bir kişinin hidayetine

İnsanlar bir mitingden, basın açıklamasından duydukları heyecan ve iç tatmini, namazda, zikirde, tilavette, ilmi ders ve toplantılarda bulamıyorlar. Enfal Suresinin ilk ayetlerinde zikredildiği gibi mümin olamamanın sonucu bu heyecansızlık. Sahabe ile bizi ayıran en büyük fark. Yürekten gelen imanî bir yenilenme olmadığı sürece heyecan ithal edilebilir bir şey olmayacaktır.

sebep olur yeryüzüne saadet ekerlerdi. Onları bıraksalar 10 kişiyle dünyayı fethetmeye, İslam’ı

mümin olamamanın sonucu bu heyecansızlık.

ulaştırmaya çalışacak azimleri, himmetleri vardı.

Sahabe ile bizi ayıran en büyük fark. Yürekten

İbadette heyecan, ilimde heyecan, davette heyecan hissediyordu sahabe-i kiram evet, ama

gelen imânî bir yenilenme olmadığı sürece heyecan ithal edilebilir bir şey olmayacaktır.

bunu neden ve nasıl hissediyorlardı… Heyecan

Ey İman yoluna giren kardeşlerim! İslam adına

anlık, mevsimlik bir şey değildi onlarda. Bunu

içinizde bir kıpırtı, bir hareketlilik, bir he-

yapmacık olarak “heyecanlanmalıyım” duy-

yecan varsa, bundan dolayı sevinin, bunu Al-

gusuyla da yapmıyorlardı. Buna tek bir cevap

lah`ın bir lütfû ve ihsanı olarak bilin ve aman

bulabiliyor insan, yazının en başında değinil-

ha bunu kaybetmemeye çalışın. İçinizi saran

diği gibi “imân” onların yüreğine, yeryüzünün

heyecanın; bir kenti, hatta koca bir ülkeyi bir

damarlarına can veren yağmur gibi hayat ve-

halı gibi uçlarından tutup balkondan çırpa-

riyor, coşku ve sevinçle adım atmalarının ye-

bileceğinize, sallayıvereceğinize inandırmalı.

gâne sebebi oluyordu. Bugün heyecansızlığın

İnsan heyecanlı olduğu zaman karşısına çıkan

nedeni, imânla ilgili bir zaaftan kaynaklanıyor.

büyük işler bir anda küçülür ve kolaylaşıverir.

Hem de tevhidi zeminde hareket eden, imânın

Sürekli imân, heyecan, aksiyon, realite deriz

en büyük imkân olduğunu sloganlaştıran kim-

çıtayı yükseltmekten, hedefleri büyütmekten

selerde bilhassa bu problemin yaşanması ger-

bahsederiz. Nice zaferlerin arka planına ba-

çekten düşündürücü. Demek ki imânın kalp-

kıldığında imân eden yürekleri ve yere göğe

lere tam olarak inmediği, yapay heyecanlarla

sığmaz kıpırtıları buluruz. İlk nesil böyle bir

avunulduğu bir dönem geçiriyoruz. İnsanlar

minval üzere yetiştiler. Son süreçte ise yaşadı-

bir mitingden, basın açıklamasından duyduk-

ğımız dönemlerin en acı yönü; ‘müslümanların

ları heyecan ve iç tatmini, namazda, zikirde, ti-

ilimde, davette ve cihadda’ sürekli bir heyecan

lavette, ilmi ders ve toplantılarda bulamıyorlar.

göster(e)memeleridir. Kalplerimizde beliren

Enfal Suresinin ilk ayetlerinde zikredildiği gibi

kıpırtı, maalesef anlık hale gelmiştir. Hemen RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

33


SAİD ÖZDEMİR I hemen her meselede ilk başlarda gösterdiğimiz

larından belli olmalı, daha evinden çıkarken bile

tavrı, isteği, azmi ve kararlılığı son ana kadar

cennet bahçesi’ne gidiyormuş gibi vedalaşmalı,

sürdüremiyoruz. Bu anlık tavırlar neticesinde;

giderken de yeni ufuklara, yeni hedeflere göz

nice başlatılan planlar ve programların sekteye

dikmelidir. Niçin gittiğinin farkında olmalı. Bu

uğramasına, Müslümanların yerinde sayma-

zamana düşen çağrıya icabet eden bir fert gibi

sına, dava yolunda ciddi adımlar atılmamasına

gitmeli. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh gibi: “Ben

sebep olmuştur. Nice kurulan yapılar enkaz ha-

varken İslam asla zaafa uğramaz” demeli. Yü-

line gelmiş, dava adamlarının gönüllerine yine

rürken meclis de, evde içeceği çayı, ikram edi-

hüzün çökmüştür.

lecekleri değil de bugün öğrendiklerimle mane-

Teşbihte hata olmaz. Bazı müslümanların heye-

viyat âleminde neler yapabilirim? İslam’ı nasıl

canları gel-git şeklindedir. Musa aleyhisselamı Kudüs sınırına getirip, oraya kadar peşinden ayrılmayan, ‘Biz de seninle beraberiz ya Musa’ deyip, tepeden bakıp sıkıntıları görünce ‘Bu iş bize göre değilmiş ya Musa, sen git Rabbinle beraber savaş’ diyen İsrailoğullarını andırıyor böyle heyecanlar. Ama Müslümanın heyecanı

güçlendirebilirim demeli. Kendisinden önce gelip-geçen Allah’ın nimetlendirdiği kardeşlerini düşünmeli, onlardan olmak için gayret etmeli. Öğreneceği ilimlerle neler yapacağını, kimlere nasıl tebliğ edeceğini düşünmeli mesela yürürken zihninden Hubeyb’i geçirmeli. Hani yakalanıp Mekke’ye sevkedilmişti. Günlerce zin-

böyle olmamalıydı. Önüne siyeri açıp okudu-

danda bekletildikten sonra idam edilmek üzere

ğunda o anı yaşar gibi okumalıydı. Öyle bir

Mekke’nin o günkü hezeyan dolu gürültüleri

heyecan sarmalıydı ki onu, Uhud’u yaşamalıydı

arasında idam edileceği yere götürülüyordu.

her yönüyle. Hz. Hamza ile dertleşmeliydi cenk

Tabiri caizse içi yanıyordu, mahzunla karışık ke-

meydanında. Ötelere doğru gitmeli Abdullah

derliydi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in

bin Cahş’ın duasına amin demeliydi. Bir adım

kendisine verdiği tebliğ görevini yerine getire-

daha atıp Enes bin Nadr gibi cennet’in koku-

memenin acısı içerisindeydi. Şimdi de eli ve dili

sunu Uhud’un eteklerinde hissetmeliydi.

bağlanmış idama sürükleniyordu. Durmadan

Müslüman adam; bir davet, sohbet meclislerine ya da özel dersine giderken bile heyecanı adım-

Öyle bir heyecan sarmalıydı ki onu, Uhud’u yaşamalıydı her yönüyle. Hz. Hamza ile dertleşirdi cenk meydanında. Ötelere doğru gitmeli Abdullah bin Cahş’ın duasına amin demeliydi. Bir adım daha atıp Enes bin Nadr gibi cennet’in kokusunu Uhud’un eteklerinde hissetmeliydi.

gözlerini çevresinde gezdiriyordu. Kendisini ölümden kurtaracak birini arayan gözler değildi bunlar. Dini tebliğ edebileceği bir insan arıyordu. O insanların içerisinde geleceğin ızdırapla yaşayacağı şahsiyetler de vardı. Son anda olsun acaba birinin ebedî hayatını kurtarabilir miyim, diye düşünüyor ve etrafını onun için süzüyordu. Ya Rabbi! Ölüme giderken bile senin dinini düşünüyor, karanlık ortamda İnsan kurtarmanın çabasına girişiyordu. Müslümanın derdi bu olmalı, sohbet meclislerine böyle gitmeli, böyle gelmeli… Kardeşim! Şu heyecana bir bakın, ashâb-ı kiram, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yürümesini şöyle tarif ediyorlardı; “Peygamberimiz yürüdüğü zaman sür’atli ve kuvvetli yürürdü. O’nun arkasında yürüyen

34

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I SAİD ÖZDEMİR biri koşarcasına giderdi, yine O’na yetişe-

Son olarak değerli kardeşlerim, muhterem ba-

mezdi.”

cılarım;

Allah Rasulü nereye yürüyordu? İnandığı da-

Rabbimiz bizlere bir usûl öğretiyor, bir menhec

vasını her kesime ulaştırmak adına heyecanla

çiziyor. Bir dava da yürürken bir kartvizit gibi

adımlarını hızlı hızlı atıyordu. O’nun bu ha-

yanımızda taşıyacağımız bir şey söylüyor:

lini gören ashab-ı kiram efendilerimiz de aynı duygularla adımlarını attılar. Bahanelerin, sudan sebeplerin peşine takılmadılar. Zirveye ulaşmak için nefes nefese kaldılar. Biri vardı. Ayağı topaldı. Yürürken aksak yürürdü. Tevhidin tebliğine vesile olan savaşlara katılmaya can atıyordu. Ne var ki evlatları babalarına müsaade etmiyordu. O da Peygamberimize gidiyor ve evlatlarını şikâyet ediyor, savaş için izin istiyordu. Tek önder, büyük insan, meşru mazereti sebebiyle savaşa katılmamasını istiyordu. Cihad aşkı, imân heyecanı kalbine kıvılcım olarak düşen topal insan: “Ya Rasûlallah, savaşır ve şehit düşersem cennete girerken bu topal bacağım düzeltilecek mi?” diye bir soru yöneltti. Kendisine “Evet” cevabı verilince savaş sevdalısı gidiyor ve şehit düşüyordu. Ufkun derinliklerine bakan yüce Rasûl müjdeyi vermişti:

‫} َوإِلَى َر ِّبكَ َفا ْر َغ ْب‬7{ ‫انص ْب‬ َ ‫َف ِإ َذا َف َر ْغ َت َف‬ “Öyleyse; bir işi bitirince diğerine giriş; ve ümit edeceğini yalnızca Rabbinden iste.” (İnşirah/7-8) Bir iş bittiğinde, başka bir işe yönel. Yeni işler, yeni hedefler için nefesini tut. Hedef yaptığın bir program başarıya ulaştıysa ya da başarısız sonuçlandıysa işi olduğu gibi bırakma, yeniden ‘bismillah’ de, bir daha yürü, bir adım daha at, tekrardan yorul ama sakın tembellik sende galebe çalmasın. Rabbimiz bizlere hiç durmaksızın yolumuza devam etmemizi emrediyor. O halde Müslümanın etrafında bunca cehalet, küfür varken daveti bırakması, İslam adına bir şeyler yapmaktan geri durması asla düşünülemez. Bir misyoner haftada 100 saatini batıl davasına veriyorsa biz Müslümanların sessiz-sedasız oturması utanç olarak yeter, bu, dünyada

“Kardeşinizi yürür halde cennete girerken

zillet, ahirette ise Allah ve Rasulünün yüzüne

gördüm...”

bakamamaktır. Rabbim heyecanlarıyla dünyayı

Bu insanları bu arzulara iten en büyük sebep imânla gelen heyecandı. Evet, heyecanlanacağız

avuçlarında ufalayanlardan eylesin bizleri… Allahumme Amin

ama bu heyecanlarımız anlık değil, ömürlük olmalı. Elbette sadece duygusallık ve heyecandan kaynaklanan hareketler bazen fevri olabilir. Onun için düşüncesiz duygular, düşüncesiz heyecanlar insana yanlış yaptırabilir. Fakat bunun zıddı olan duygusuz düşünceler, heyecansız düşünceler de kesinlikle hiçbir işe yaramaz. Heyecanını kaybeden bir insan bitmiştir. Müslüman kafasına bir şey koyduğu zaman hemen yerine getiren, aklına eseni çabucak yapan değil, içinde taşıdığı coşkulu duyguları ve düşünceleri ‘kontrollü’ yapandır.

--------------------------------------------------------1 ‘Ve bir tohum düştü toprağa’ adlı serinin 2. yazısıdır. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

35


Y

üce Allah’a sonsuz şükürler olsun ki bir rahmetin iklimi olan mübarek üç aylara bizi ka-

daha canlı tutulduğu rahmeti bol bereketli bir mev-

(Zümer 39/53) Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bu aylarla ilgili olarak ‘’Allah’ım Recep ve Şabanı hakkımızda hayırlı kıl ve mübarek kıl, bizi Ramazana ulaştır.’’ şeklinde dua etmiştir (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned) Recep tohum ekme ayı, Şaban sulama ayı, Ramazan ise hasat ayıdır. Yıl ağaç gibidir; recep, ağacın yaprakları; şaban, meyvenin olgunlaşması; ramazan ise olgunlaşmış meyvelerin toplanmasıdır. İnsan ne ekerse onu biçer ne yaparsa onun karşılığını bulur. Üç ayların değerini ifade eden bir başka özellik ise beş mübarek geceden dördünün bu aylarda olduğudur. Recep ayında Regaib ve Miraç gecesi, Şaban ayında Berat gecesi ve Ramazan ayında da Kadir gecesi bulunmaktadır. Rahmanın affına ve rahmetine sığınmak için en güzel aylar ve geceler müminin amel tohumunu ekmesi için iyi bir fırsattır.

simdir. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet

RECEP AYININ FAZİLETİ

vuşturdu. Bu rahmet mevsiminden yararlanmak mümin için kaçınılmazdır. Suyun nehirden aktığı gibi ömür dediğimiz insanların hayat vadesi de böylece hızla akıp gidiyor. İnsanın şefkate ve merhamete ihtiyacı vardır. Çünkü insan eksiktir, kusurludur ve en önemlisi günahkârdır. Allah celle celaluhu mekanlar ve zamanlar içerisinde mukaddes zamanlar yaratmıştır. O mukaddes zamanlar içerisinden biride üç aylardır. (Recep, Şaban ve Ramazan ayıdır ) Bu üç ayların önemi pek büyüktür ve insanın günahlarından arınıp duygularını ve nefislerini terbiye etmesi için en güzel zaman dilimi bu üç aylardır. Üç aylar müminin imanından gelen bir heyecanla ibadet hayatının

edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: ‘’Recep ayı Allahu Tealanın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da bu ümmetin ayıdır.’’ (Suyuti el-Camiu’s Sağir) Bu mübarek aylarda ve mübarek gecelerde tövbeye sarılmak günahlardan arınmak için en güzel fırsattır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’’

36

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Üç ayların kıymetlisi Recep ayı rivayetlere göre Allahın ayıdır. Bu ayda tövbe ve istiğfar etmek, oruç tutabilmek, Kur’an okumak mümin için bir azık olarak kaçınılmaz olması gerekir. Gerçek mümin kalbini Allah’a adamış ve Allah sevgisi ile donanmıştır. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Recep ayını oruçla geçirmekle ilgili ’’haram aylarda (Recep, Şaban, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ) üç gün oruç tut bırak, üç gün oruç tut bırak, üç gün oruç tut bırak’’ buyurdu ve üç parmağını birleştirip bırakmak suretiyle de fiilen gösterdi.’’(Ebu Davud) Ramazan


BETÜL DEMİR orucu dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar cehennemden uzaklaşır. Ebu Ya’la şöyle buyurmaktadır: Allahu Teâlâ Recep ayında hasenatı kat kat verir. ŞABAN AYININ FAZİLETİ Aişe radıyallahu anha şöyle dedi: “Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hiç bir ayda Şaban ayında tuttuğu oruçtan daha fazla oruç tutmazdı. Şaban ayının tamamını oruçla geçirirdi.’’ (Müslim) Başka bir rivayette ‘’pek az bir kısmı hariç Şaban ayını baştan sona oruçlu geçirirdi.’’ (Buhari) Rasulu ekrem (s.a.v), ‘’Şaban ayında ne için fazla oruç tuttuğu sorulduğunda Şaban, amellerin Allah’a arz edildiği aydır. Ben oruçlu iken amelimin Allah’a arz edilmesini istiyorum.’’ ‘’Şaban ecellerin yazıldığı bir aydır. Ben oruçlu iken ecelimin tayin edilmiş olmasını istiyorum.’’ ‘’Şaban insanların büyük kısmının Ramazan ile Recep ayları arasında ihmal ettikleri bir aydır. Ben onu ihya etmek istiyorum.’’ (Nesai) Rivayetlerden de anlaşıldığı gibi efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Şaban ayının çoğunu oruçla geçirirdi. İbni Mace, Şaban ayı ve özellikle Beraat gecesi hakkında rivayet edilen bu hadisi kaydeder. ‘’Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) gelince gecesini namazla gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki o gece, Allah, güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: ‘Benden af dileyen yok mu? Onu af edeyim. Rızık isteyen yok mu rızık vereyim. Şifa dileyen yok mu şifa vereyim’’ (Sünen) Bu mübarek ayda ve geceler de iman edenler olarak Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeden itaatkar bir kul olup dua ederek, Allah’ın mağfiretine sığınabilene ne mutlu…

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara; 185) Ramazanın faziletiyle ilgili olarak bir hadiste şöyle buyrulmuştur. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah efendimiz şöyle buyurdu: “Kim inanarak ve ecrini Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Müslim) Hadisin başında inanarak deyip gerçek manada iman eden müminlerin günahlarının affolunacağına işaret ediliyor. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır: “İman eden, güzel ibadet edenler cennet bahçesinde mutluluk içerisinde ağırlanırlar.‘’ (Rum; 15) yine bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” (Buhari) Ramazan ayı maddi-manevi hayatımıza kazandırdığı ve günlük yaşantımıza getirdiği rahmet ve güzelliği ile hadis ve ayetlerle bizi Ramazan ve oruç iklimine hem hazırlamakla hem de ısındırmakla böylece umutlanmamıza vesile olmaktadır…

RAMAZAN AYININ FAZİLETİ On bir ayın sultanı olan Ramazan ayı huzur, sabır ve oruç ayıdır. Müminler bu ayda oruç tutar, Teravih namazı kılar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘’Ey iman edenler oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı umulur ki korunursunuz (size farz kılınan oruç) sayılı günlerdedir.’’ (Bakara; 183) RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

37


GÜNDEME

BAKIŞ

İDEOLOJİK EĞİTİMİN “ÖĞÜTTÜĞÜ” GENÇLİK ve ÖĞÜTÜLMEYE RAZI OLANLAR G

ençlik, buluğ çağıyla başlayan ve yirmili yaşların ortalarına kadar devam eden dö-

nemin adıdır. Heves, hayal ve heyecanın zirveye ulaştığı bu döneme delikanlılık ta denir. Gençlik bir nevi belirsizlik, arayış ve şekillenme dönemidir. Bu dönemde; birbirine zıt duygular bir araya toplanabilir. Kuruntu, isyankârlık, alınganlık, tepkisellik, maceraya yatkınlık, aşırı tepkisellik, dağınıklık hep bu dönemin davranış şekillerindendir.

38

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I NEDİM BAL Gençlerin çoğu zaman gönülleri hassastır. Kırılgandırlar. Kendilerini topluma ispatlama çabaları vardır. Gençler mantıklı hareketlerden çok hisleriyle hareket eden kimselerdir. Coşku, heyecan, aksiyon, açık sözlülük, yüreklilik gibi özelliklere sahip olan gençler, bu özelliklerini Allah’ın razı olduğu yolda kullanma ihtimalleri olduğu gibi Allah’ın razı olmadığı kötü yollarda kullanma ihtimalleri de vardır.

Bu seküler din /ideoloji sahipleri; zulüm, kan ve hainlikle kurdukları sömürü ve şirk düzenlerini ayakta tutabilmek için kendi çıkarlarını koruyacak ve mevcut sistemi savunacak nesiller yetiştirmek zorundaydılar.

Gençlik kontrolsüz, gelişi güzel, hedefsiz, amaçsız geçirilen bir dönem olmamalıdır. Gençlik, iyi veya kötü alışkanlıkların, fikir ve inançların kazanıldığı ve kişiye yerleştiği bir dönemdir. İşte tam bu noktada durmak ve şu soruyu sormak gerekir; gençliğimize istikamet veren, ona yön tayin eden, ona hedef ve amaçlar gösteren, ona uğruna ölünecek idealler aşılayan, onun algı dünyasında; iyi- kötü, güzel- çirkin, fazilet- soysuzluk,

devlet, insanlara bir hizmet aracı olmaktan çıkartılıp, adeta toplumu sanki var eden, onu yaşatan, onun sahibi ve maliki olan varlık (yani ilah) konumuna oturtulmuştur. Tabi ki bu durumda devlete hakim olan güçler (yada işgalciler) efendi konumunda, halk ise onlara hizmet etmek için var olan köleler durumundadır.

hak-batıl kavramlarının içini dolduran zihniyet

Bu düşünce yapısına sahip olanların hâkim ol-

sahipleri kim veya kimler?

duğu devlet; halkı için neyin doğru neyin yanlış

Bu ülkenin Müslüman gençlerinin inanç, ahlak ve

olduğuna karar verecek tek varlık (ilah)’tır.

şahsiyet eğitimi hangi unsurlar gözetilerek dizayn

Batıdan taklit edilen ulusalcılık ve laiklik, kema-

edilmeye çalışılıyor ?

lizm ile birlikte yoğrulmuş ve devletin resmi dini

Rasulüllah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyu-

(ideolojisi) haline getirilmiştir. İnsanların nüfus

ruyor: “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.Sonra

kağıtlarında resmi dini İslam yazsa da bu birey-

anne ve babasının tesiriyle Yahudi, Hristiyan ve Me-

lerin tercih ettiği veya mecburen kabullendikleri

cusi olur.” ( Buhari-Cenaiz)

bir durumdur .Devletin resmi dini ise; biraz önce

Acaba daha 5 yaşındayken ellerimizden zorla alı-

söylediğimiz gibi ulusalcılık ve laikliğin kema-

narak “Milli (ideolojik) Eğitime” tabi tutulan ço-

lizm ile birlikte harmanlanmasıyla ortaya çıkmış

cuklarımızı gerçekten biz mi yetiştiriyoruz.?

seküler bir inançtır .

Çocuklarımız daha ilkokulun kapısından girdiği

Bu seküler din /ideoloji sahipleri; zulüm, kan ve

an, ona öğretilen ilk şey nedir? Hangi inanç, hangi

hainlikle kurdukları sömürü ve şirk düzenlerini

fikir, hangi idealler, hangi kutsallar, hangi yaşam

ayakta tutabilmek için kendi çıkarlarını koru-

tarzı aşılanıyor çocuklarımıza???

yacak ve mevcut sistemi savunacak nesiller yetiş-

Bu soruların doğru cevapları Türkiye’de egemen

tirmek zorundaydılar.

olan rejimin ne olduğu ile alakalıdır.

İşte bu yüzden, Türkiye’de adına “milli eğitim”

Devlet; toplum ve halkın sorun ve ihtiyaçlarına

denilen “ideolojik eğitim” çok önemlidir. Çocuk-

çözüm üreten bir aygıt olması gerekirken Tür-

larımızı daha 5 yaşında (polis zoruyla) alıpta 18

kiye’de devlet; toplum ve halkın hizmetinde

yaşına kadar “mecburi eğitim” diyerek uğruna

olan bir kurum değildir. Tam tersine toplum ve

onca masraf ve onca çaba harcamaları boşuna de-

halk; devlet içindir. Kutsallaştırılıp ilahlaştırılan

ğildir. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

39


NEDİM BAL I Bu gençlik hangi zihniyetin, hangi inancın, hangi eğitim- öğretim mantığının ürünüdür? Ulusalcılar mutlu mudur? Laikler mutlu mudur? Kemalistler mutlu mudur? Liberaller mutlu mudur? Demokratlar mutlu mudur? Bizce mutludurlar! Netice de onlara göre “Gökten indiği zannedilen (Kur’an-ı Kerim) kitapla ülke yönetilemezdi. Onlar; gençliğin eğitim ve öğretimini gökten indiği zannedilen dogmalarla değil kendi heva, heves ve görüşleri ile şekillendirmeliydiler. Yine onlara göre; İnsanoğlu maymundan meydana gelmişti ve Maymundan türeyen bu gençliğin hayvanlık alametleri ortaya koyması da Ulusalcı – laik – Kemalist rejimin hedefi bellidir. Bu halkı; siyasal güçlerini, çirkefleşmiş düzenle-

Bizim bu noktada asıl sorumuz şu; “Bu ülkenin

rini ve güçlü sermayelerini ayakta tutan ve ko-

sözde tevhidi davete öncülük yapan abileri, ab-

ruyan içi boş kütükler haline dönüştürmek…

laları ve önderleri de bu durumdan memnun

Bunu da kısmen başarmışlardır.

mudur?”

“Maalesef bu millet; öz anasının ırzını kirleten na-

Buda nasıl soru deyip hemen kızmayın… Bir

mussuzları, anasının namusunu kurtaran kahramanlar diye sevmiş ve sahiplenmiştir.” Bu son derece korkunç ve vahim bir durumdur. Bu 180 derece değişim, dönüşüm ve kendi öz değerlerine yabancılaşma ancak milli (ideolojik) eğitim (!) Politikaları ile becerilebilmiştir.

40

gayet normaldi.”

Mü’minin haramdan, münkerden memnun olması onu iman dairesinden çıkaracak bir amel olduğunun bilincindeyiz. Fakat ulusalcı – laik – Kemalist rejimin resmi medreselerinde (!) İslamcı bir gençliğin yetişmeyeceği gün gibi ortadadır. O halde, biz Müslümanlar resmi dinin ideolojik öğretilerine alternatif olacak İslami eğitim kurumları

Şu an gençlik; çirkeflikler bataklığının içerisinde

oluşturmak veya ulusalcı – laik – Kemalist zihni-

debelenmektedir. Sigara, hırsızlık, cinsel tacizler,

yetin ideolojik okullarına zorla alınan çocukla-

ortaokul çağı gençleri için bile normal alışkan-

rımız için direnmek ve bedel ödemek adına neler

lıklar haline gelmiştir.

yaptık?

İçki, kumar, uyuşturucu, cinsel ilişki, gasp, yara-

Çocuklarımızın, ahireti ile , Cennet ve Cehennemi

lama gibi hadiseler Lise çağı gençleri için “deli-

ile kumar oynamamak adına hangi taşın altına eli-

kanlı” veya “özgür kız” olmanın bir gereği hatta

mizi koyduk?

raconudur.

Yoksa “lanet olsun” diyerek, elimizi yüzümüze

Lise önlerinde, güpegündüz yapılan hap ve ke-

kapatıp parmak arasından mı baktık, “Kurtlara

nevir satışları ise herkes tarafından bilinmekte

teslim ettiğimiz kuzularımızın” ardından?

hatta bilinmenin ötesinde halk ve emniyet tara-

Maalesef bu hususta tepkisiz, duyarsız, ilgisiz

fından iyice kanıksanmış haldedir.

Müslüman abiler, ablalar, kardeşler ve önderler

2012 yılında bir çağdaş (!) Lise de, tam 90 kızın ha-

topluluğu ile karşı karşıyayız?

mile kaldığı tespiti emniyet tutanaklarına geçtiği

Bu en temel meselede kılını dahi kıpırdatmak iste-

bir dünyada yaşıyoruz. Hangi birini sayalım ki?

meyenlerin ileri sürdüğü mazeretler şunlar;

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I NEDİM BAL 1- “Ben çocuğumu muhafazakâr zihniyetli bir kolejde okutuyorum. Çok şükür çocuğumu rejimin ideolojik okullarına teslim etmiyorum.” 2- “Bence insanın içinde olacak. Eğer benim çocuğumun içinde iman ve ahlâk varsa o pisliğin içinde olsa bile temiz kalır.” Çocuklarını kolejlerde yüksek paralarla okutan kardeşlerimize diyoruz ki; 1- Bu kolejler sizin çocuklarınızı kişisel olarak geliştirebilirler… İleri derecede Matematik, Fizik, İngilizce, öğrenebilirler. Kaliteli üniversitelere girebilir ve prestijli iş imkânları bulabilirler.

ebi Talib’ler, Ahmet Yasin’ler, Hattab’lar, Seyyid Kutub’lar yetişmez. Bu kolejlerde “Gayemiz Allah’ın rızası, Anayasamız Kur’an, Önderimiz Rasulullah, Yolumuz Cihad yolu, temennimiz ise Şehadettir” diyen Fakat kuruluş ideallerinden uzaklaşan ve parayı önemseyen bu kolejler; Sizin çocuklarınıza ahlâk, dava, mücadele, adanma, fedakârlık, kardeşlik ve cihad ruhunu aşılayamazlar.

Hasan el-Benna’ların nesli yetişmez. Buralarda yetişse yetişse ; Kürkü cilalı, etiketi pahalı, çok şey bilip az şey yaşayan, çok iyi konuşan fakat yeri geldiğinde diplomasını, kariyerini, makamını davası uğruna feda etmeyi göze alamayan,

Bu kolejler de çocuklarınız; Tağutların tankları

azimetlere değil ruhsatlara sarılan, çekirdek aile

önüne yiğitçe atlayıp taş fırlatan o asil gençliğin

sendromundan kurtulup bir türlü ümmetçi ola-

mücadele ruhunu öğrenemezler.

mayan ENTEL – LEKTÜEL akademisyenler ve

Bu kolejlerde çocuklarınız; Ufacık bir ekmek parçasını aç olan diğer arkadaşlarıyla paylaşma erdem ve inceliğini kavrayamazlar. Bu çocuklar, lanetli Yahudi askerlerinin karşısına dağ gibi dikilerek, elinin tersiyle onları itecek imana, cesarete ve gözü karalığa bu suni eğitim kurumlarıyla ulaşamazlar.

kaliteli memurlar yetişir. 2- Sizin çocuğunuz için harcadığınız bu paralarla en az üç çocuk ,ulusalcı – laik – faşist zihniyetin fesat yuvalarına buluşmadan alternatif ve kaliteli bir eğitim yapma fırsatı bulabilir. 3- Sizin çocuğunuz sadece sizinle mi arkadaşlık yapacak? Sadece sizinle mi gezecek? Sadece sizinle mi oynayacak? Sadece sizinle mi dertle-

Bir dediklerinin iki edilmediği, diğer arkadaşları

şecek?

arasında ezik olmasın diye her türlü gereksiz har-

Bu toplum sadece sizin tek çocuğunuzdan oluş-

cama ve lüksüne göz yumulan, babalarının ve an-

muyor. Sizler, çocuklarımın “Kaliteli eğitimi” için

nelerinin zenginliği ile birbirlerine hava attıkları

neler yapabilirim diye düşünürken , çocuklarım

bir gençliğin içinde barındığı bu kolejlerden Hz.

için “KALİTELİ ARKADAŞ ÇEVRESİ” nasıl

Hamzalar, Hz. Mus’ab’lar, Habbab’lar, Cafer bin

oluşturabilirim? diye düşünmüyorsanız inanın en RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

41


NEDİM BAL I büyük zulmü kendi çocuklarınıza yapıyorsunuz demektir. Çünkü ömür ,onlarla uzun bir beraberliğe imkân vermeyecek kadar kısa. “Benim çocuğumun içinde iman ve ahlâk varsa pisliğin içinde bile olsa temiz kalır.” diyerek, tuhaf bir tevekkül anlayışı sergileyen vurdum duymaz kardeşlerimize de diyoruz ki; İslam öncelikle harama giden ve harama düşürecek yolların kapatılmasını emreder. Sizin, ateşin içine çocuğunu atıpta “kaderinde yanmak varsa yanar, yanmak yoksa yanmaz” diyen cahilden ne farkınız kalıyor? Bu mudur sizin İslam ve tevekkül anlayışınız?

ettiği, ahiretteki karşılıkları Cehennem ateşi olacak olan kâfir, münafık ve müşriklerin, kendi batıl düzenleri uğruna ortaya koydukları çaba, mücadele ve fedakârlıkların onda birini dahi ortaya koymayan, bu hususta taşın altına elini sokmayan, bataklıkla değil sinekle uğraşan, kenarda misafir sanatçı gibi sadece seyreden, kendi kuzusunu düşünen fakat ümmetin kuzularını düşünmeyen, imkânları ve fırsatları geniş olup da bu hususlarda Müslümanlara ön ayak olmayan, gençliğin, bir neslin dinden kopuşunu BÖN BÖN seyreden tüm abileri, ablaları, hacı amcaları, dayıları, önderleri kime şikayet edelim? Bizim Rabbimizden başka kimimiz var ki?

Bu yazıya başlarken “ideal bir gençlik de, çocuklarına iseğitimi nasıl olmalı? lami eğitim yuvası Gençlerle eğitimde bulmak için çırnelere dikkat edilpınan ve bu uğurda meli ? “Gençliğin “Maalesef bu millet; öz anasının ırzını kanuni (!) bedeli psikolojisi” gibi faykirleten namussuzları, anasının namusunu kurtaran kahramanlar diye sevmiş dalı konulara dene ise onu da ödeve sahiplenmiştir.” ğinmek istiyorduk. meye razı olan fakat Fakat gençliği ifsad mevcut eğitim kueden kurumlar orrumlarında çocuktada iken ve bu dularını okutmaya ruma hal ve tavırlamaddi imkanları rıyla razı olmuş gibi yetmeyen samimi duran ilgisiz, heyecansız, donuk Müslümanlar kardeşlerimizi tenzih ediyoruz. içimizde yaşarken, ister istemez söz bu noktaya Sonuç olarak; Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş geldi. olan muvahhid Mü’minler için yeryüzünden Allah nasip ederse önümüzde yaz dönemi var. her türlü fitnenin kaldırılıp yerine Allah’ın diYaz dönemi demek, hepinizin malumu, Kur’an ninin hâkim kılınma çabası farzların üstünde bir kursları demektir. Çocuklarımızın Allah’ın kitafarzdır. Her bir Mü’min erkek ve Mü’mine kadın bıyla, camilerle, mescitlerle tanışması demektir. için boynunun borcu olan bu farzın yerine getiriEğer nasib olursa bir daha ki yazımızı “Yaz Kur’an lebilmesinin en sağlam ve etkin yolu; İslami şahkursları ve tavsiyeler” konusuna ayırmayı düşüsiyete sahip Müslüman bir gençliğin yetiştirilnüyoruz. mesidir. İslami direniş ve inkılabın yolu buradan Bunların

içerisin

geçer.

Allah’a emanet olun.

Sevgili abiler, ablalar, amcalar, dayılar, önderler!

Es-Selamu Aleykum,

Ne olur bu gerçeği artık görün Allah aşkına!! Allah katında sivrisineğin kanadı kadar dahi değeri olmayan, yüce Allah’ın pislikler diye hitap

42

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


DERYA FIÇICI I

NEFİS MÜCADELESİ “Nefisler büyük olduğu taktirde, cesetler o muradı gerçekleştirmek için yorulur.” Şehid Abdullah Azzam

“Ya Rasulallah, sabah ve akşam söyleyeceğim bazı sözleri bana öğret.” Rasulullah şöyle buyurdu: “De ki: Ey gökleri ve yeri yaradan, gizliyi de aşikarı da bilen, herşeyin Rabbi ve Maliki olan ALLAH, senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınırım” ve devamla şöyle buyurdu: “Sabah, akşam ve yatağına yatarken bunu söyle.”

M

ümin bir kulun üzerine vacip olan ilk görev nefsini Allah’ı ve Rasulunü inkar etmekten

temizlemektir. İnsan kendini Allah’ı inkara götürebilecek, peygamberi kabul etmemeye sebep verebilecek her türlü etkenden uzak tutmakla yükümlüdür. İçinde küfür olan bir nefse hiçbir amel fayda vermez. Kalbi tevhid çizgisi üzerinde tutmaya çalışan bir kulun ikinci görevi nefsini haramlardan korumaktır. Onu harama götürecek, yaklaştıracak her türlü fiil ve ortamdan uzak durmalıdır. İmandan sonra en büyük gayesi kendi nefsine ve insanlığın nefsine Allah’ın kendisine çizmiş olduğu helal daire içerisinde yaşayabileceği bir alan açma mücadelesidir. Onu mümin kılan, Rabbine olan katışıksız imanı ve Rabbinin çizdiği sınırda yaşama mücadelesidir. Kulun haramlardan kurtulup helal olana yaklaşması, her türlü hastalıktan temizlenmesidir. Kalbe zarar veren, imanı zedeleyen hastalıktan temizlenmek helallerle şifa bulmaktır. Haramlardan sonra bidat olan inanç ve düşüncelerden RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

43


YAZININ YAZARI I Nefis mücadelesi nedir, sınırları nedir, meşru vasıtaları nelerdir?

Adam vardır ki nam salmak için çarpışır deyince Peygamberimiz: ”Ancak ALLAH’ın adını yüceltmek için çarpışan Allah yolundadır” buyurdu. İnsan nefsine sadece Allah’tan övgü ve takdir beklemesi gerektiğini hatırlattıkça amellerini ve ibadetlerini mümkün mertebe insanlardan uzak gizli olarak yapması gerektiğini bilir ve nefsini bundan uzak tutar. Kul bunlardan kaçmaya yeltendiğinde Allah’ın yardımı kendisine yetişir. Allah kuluna verdiği bir nimeti kul kendini bozmadıkça elinden almaz. Allah’a olan iman O’nun bize bağışladığı en güzel nimetlerdendir. nefsini temizler. Sapık fırkaların inançlarından ve ehl-i sünnet inancına ters düşen her türlü düşünce ve amellerden Allah’a sığınır. Yaşadığımız toplumda din üzerinde oynanmaya çalışılan çeşitli oyunlar neticesi ile dinin içerisine karıştırılmaya çalışılan başka inanışlardan alınmış ancak İslam’danmış gibi gösterilmeye çalışılan binbir türlü bidat ve hurafenin var olduğunu bilen müminler bunlarla mücadele ederken, hastalıktan kaçmaya çalışan, hastalığın bulunduğu ortama girmeyen ancak hastalığa karşı bünyesini kuvvetlendirmeyi unutup vücut direncini artıran gıda ve vitaminleri almayan, hastalıklara açık kapı bırakan hastanın durumuna düştüler. Mümin kulun yapması gereken, onun iman ve nefsinden Allah’ın razı olduğu, müminlerin önderi ve örneği olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nefis terbiyesi üzerindeki tavrını ve nasihatlerini takip etmektir.

44

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Allah, insanlığa her dönem bu mücadeleyi öğretecek örnek şahsiyetler olarak peygamberleri göndermiştir. Bakara sûresi 151. ayet “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasul gönderdik.” Nefislerimizi nelerden arındıracağımızı, Allah’ın razı olduğu arınmış olan nefislerin en güzeli Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in nefsinden öğrenmek; Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in yolunda yürüyenlere bıraktığı yol azığını alıp yola öyle koyulmak… Farz olan ibadetlerin dışında, imanı güçlendiren, takvamızı artıran, ahlâkımızı süsleyen nafile ibadetler, dua ve zikirleri terk etmemek. Tirmizi ve Ebu Davud, Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, o da Ebubekir radıyallahu anh’dan naklederek Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; Ebubekir radıyallahu anh buyurdu: “Ya Rasulallah, sabah ve akşam söyleyeceğim bazı sözleri bana öğret.” Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “De ki: Ey gökleri ve yeri yaradan, gizliyi de aşikârı da bilen, herşeyin Rabbi ve Maliki olan ALLAH, senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınırım” ve devamla şöyle buyurdu: “Sabah, akşam ve yatağına yatarken bunu söyle.” Bu sözleri sabah ve akşam zikretmek nefsi sürekli kontrol altında tutup onun isteklerine karşı sürekli uyanık olmayı bizlere öğretir. Rasulullah’ın sallallahu aleyhi vesellem bizi uyardığı ve nefiste en sık rastlanan bazı hastalıklar şunlardır ve yine bunlarla mücadeleyi Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bize öğretmiştir. İnsan hayatının en çirkin hastalığı şirktir. Tevhide gönül veren mümin, bu hastalığın hepsinden kurtulur ancak ona gizli bir şirk çeşidi musallat olur ki o da riyadır. Yaptığı ameli Allah rızasını gözetmeyerek yapanın helâkını bildiren pek çok ayet ve hadis vardır. Bu sahih hadislerden bir tanesinde bu ümmetin cehenneme


I DERYA FIÇICI

ilk girecek olanları arasında 3 grubu bildirmektedir. Riya için cihad eden, riya ile amel yapan, riya için cömertlik yapan kimselerdir. Oysa iman, kişinin Allah’tan başkası için amel yapmasına engeldir. Nefsinde riya bulunduran bir mümin kafir ve zalimden önce kendi iman ettiği şey ile karşı karşıya gelmiş olur (Allah bizleri muhafaza eylesin).

madıkça elinden almaz. Allah’a olan iman O’nun

Riyayı kalpten söküp atmak onun kaynağı olan mevkii sahibi olma sevgisi, övülmeyi sevmek, insanlarda olan şeylere tamah etmek gibi düşüncelerden uzaklaşmayı gerektirir. Bir bedevi Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e şöyle söylemiştir: “Adam var ki hamiyet ve gayretinden dolayı cihad eder, adam öldürür. Yani mağlub oldu demesinler diye muharebe eder. Adam vardır ki herkesin gönlünde yer etmek, bir rütbe almak için cihad eder. Adam vardır ki nam salmak için çarpışır deyince Peygamberimiz: ”Ancak ALLAH’ın adını yüceltmek için çarpışan Allah yolundadır” buyurdu. İnsan nefsine sadece Allah’tan övgü ve takdir beklemesi gerektiğini hatırlattıkça amellerini ve ibadetlerini mümkün mertebe insanlardan uzak gizli olarak yapması gerektiğini bilir ve nefsini bundan uzak tutar. Kul bunlardan kaçmaya yeltendiğinde Allah’ın yardımı kendisine yetişir. Allah kuluna verdiği bir nimeti kul kendini boz-

olmadığı halde O’nun kendisine kıyam yapılma-

bize bağışladığı en güzel nimetlerdendir. Yine nefsin hastalıklarından biri olan kibre karşı tevazuyu bize öğreten Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’dir. Enes radıyallahu anh ashaba göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’den daha sevimli kimse sından hoşlanmadığını bildikleri için meclislerine gelince, ona kıyam etmezlerdi demiştir ve yine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bir kimsenin kendisinin ardından yürümesine müsaade etmemesi bir nefsi hastalık olan kibrin tedavisi için bize örnektir. Dünya malına düşkünlüğün tedavisinin cömertlik olduğunu, nefsi güzelleştirip imanı artıran şükür, sabır ve tevbe gibi Allah’ı razı edecek davranışları nasıl hayata koyacağımızı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’den öğreniyoruz. Nefsi hastalıklarla mücadelenin ilk yolu Allah’ı anmak ve sürekli hatırda tutmaktır. O’nu en güzel sözlerle, cümlelerle anıp kalbi, dili ve amelleriyle hatırında tutan Rasulullah’ın andığı zikirlerle hakkıyla zikredebilmek ve hayatımızı onunla şekillendirebilmek duası ile…. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

45


RİMİZ

RLE ÖNDE

Muhammed Kutub (1919-2014)

HAYATI VE DAVETİ

İslam akidesi hakkında ”Kur’an’ı Nasıl Okuyalım?” kitabında söylediği şu sözler günümüz müslümanları adına altı çizilmesi gereken bir konudur: ”Akide saf bir fikirden ibaret değildir… Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir… Akide, bir hayat sistemidir… Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte, akide, bir hayat sistemidir.”

M

uhammed Kutub 1919 yılında Mısır’ın Asyut şehrinde doğmuş. Babası Hacı İbrahim Kutub, Asyut’a bağlı Kâlia köyünde sayılan birisi olarak bilinmektedir. Muhammed Kutub, Seyyid Kutub’un en küçük kardeşidir. Diğer kardeşleri ise Nefise, Emine ve Hamide Kutub’tur. Muhammed Kutub liseyi bitirdikten sonra, Kâhire Üniversitesi, İngiliz filolojisi bölümünü ve Yüksek öğretmen okulunu bitirmiş. Üniversite yıllarında bir yandan psikoloji üzerine eğitim görürken, öte yandan da İslami araştırma ve incelemelerde bulunmuştur. Son yaptığı görev ise Mekke’de Ümmü-l Kur’a Üniversitesinde İslamiyet mukayeseli dinler profesörü. Ayrıca Muhammed Kutub’un akademik çalışma yapan öğrencilerin araştırmalarını yönettiği biliniyor. Muhammed Kutub, eserlerinde özellikle “ilim” adıyla Müslümanlar arasında yerleştirilmek istenen ateizm ve onun uzantıları durumundaki belli başlı çağdaş fikir adımlarıyla hesaplaşarak,

46

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I HÜSEYİN KALENDER Müslümanları böylesi düşüncelere karşı uyanık bulunmalarını sağlamaya çalıştığı biliniyor.

landığını öğrendim. Muhammed Kutub’ta zaten birkaç gün evvel tutuklanmıştı.”

Muhammed Kutub’un şahsiyetinin gelişiminde,ağabeyi Seyyid Kutub’un çok büyük bir payı vardır. Şehid Seyyid Kutub kardeşi Muhammed Kutub için hem bir baba hem de bir öğretmen konumundaydı. Üstad Muhammed Kutub basılan ilk kitabını, ağabey Seyyid Kutuba ithaf ederek şöyle der: “Bu kitabımı, ufaklığımdan beri sıcak şefkatiyle beni gözeten, nasıl okuyacağımı ve nasıl yazacağımı bana öğreten değerli ağabeyime ithaf ediyorum.O benim için bir baba, kardeş ve samimi bir dosttur. İşte bu kitabı ona ithaf ediyorum. Umulur ki; Benim üzerimdeki büyük olan hakkını biraz ödemiş olurum. ”Seyyid Kutub; Kendisinden sonra, temsil ettiği misyonu yüklenmesi için kardeşi Muhammed Kutub için yazmış olduğu bir şiirinde şöyle terennüm eder:

Zeynep Gazali zindandayken ona soruyorlar: Muhammed Kutub’un teşkilatı nedir? diye. Cevap veriyor:” Daha önce bunun cevabını verdim. Muhammed Kutub’un teşkilatı olmadığını, sadece İslam konusunda yazan bir araştırmacı olduğunu söyledim. Bütün işi insanlara doğru yolu göstermektir. Müslümanlara İslam düşüncesini açıklamak ve anlatmaktır. İnsanlar bunu öğrendikten sonra inandıkları ve tercih ettikleri şekilde davranırlar.” dedim, diyor…

Kardeşim! Ne muhteşem bir sözdür harfleri. Türlü hislerin tercümanı, remzi ve bilmecesi. Kardeşim! Ne muhteşem bir nâğme güftesi, Kalpten sevginin, bağlılığın açık bestesi. Kardeşim! Suret olsan da sen bensin, Uzakta olan âli temennilerimsin. Gücümün yetmeyeceği şeyler temenni ettin, Ama, gerçekleşen hedefime seni sembol ettim. Bu kısa ömürde tesellim sensin, Devam eden hayatın ve de halifemsin. Sen bir evlat, bir eş, bir dost, Lakin ömür yeter mi sevgini görmeye senin. MUHAMMED KUTUB’UN HAPSİ: Muhammed Kutub’un 7 yıla yakın hapiste kaldığı ve abisinin mücadelesine ortak olduğu biliniyor. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnâsır yönetimine karşı verdiği mücadeleden dolayı 1954 yılında hapse giren Muhammed Kutub 1955 yılında serbest bırakılmış. Ancak 1965 yılının Ağustos ayında tekrar tutuklanmıştır. Muhammed Kutub’un hapse atılmasına sebep gösterilen konu ise “Tekâmül mü Soysuzlaşma mı” ve “20. Asrın Cahiliyesi” kitaplarından dolayı, bir grup genç soru sormaya geliyorlarmış ve bu toplantıların asıl sebebinin Cemal Abdünnâsır’ı öldürme planı olduğunu sanıp(!) Muhammed Kutub’u hapse atmışlar. Kutub’un tutuklanmasını Zeynep Gazali şöyle anlatır:” 5 ağustos günü Seyyid Kutub’un tutuk-

Seyyid Kutub kardeşi Muhammed‘in hapse atılmasını şöyle anlatır: “29 Temmuz da kardeşim Muhammed tutuklandı. Ben de 2 veya 3 Ağustos’ta Kahire’ye geldim. Muhammed’i arayan polisler 2 gün önce evin her tarafını didik didik etmişlerdi. Kahire’ye gelir gelmez yeğenlerimden Azmi Bekr veya Rıfat Bekr’den biri ile Yüzbaşı Ahmed Rasih’e bir yazı göndererek Muhammed’in durumunu karakoldan sordum. Yazıda kanunsuzca tutuklanan ve nerede olduğunu bilmediğimiz Muhammed’in tutuklanmasını ve hastalığıma karşın evde bana yapılan muameleyi şikâyet ettim. Çünkü iki gün önce gece yarısı emniyet görevlileri pencereden girerek evimizi zorla aramış ve bana insanlık dışı hakaretler yapmıştı… Gönderdiğim şikâyet dilekçesinde, Bertrand Russell’in (ünlü İngiliz filozofu) hükümeti eleştirdiği için tutuklanırken gördüğü muamele ile Muhammed’in tutuklanması sırasında gördüğü muamele arasında karşılaştırma yaparak dağlar kadar fark bulunduğunu, oysa Muhammedin de onun gibi bir düşünür ve yazar olduğunu belirttim. Hiç olmazsa Muhammedin nerede tutuklu bulunduğunu öğrenmek istediğimizi de ekledim. Bu dilekçeden 5 gün sonra 9 Ağustos günü ben de tutuklandım.” 1972’de cezaevinden serbest bırakıldı. Daha sonra diğer Müslüman Kardeşler üyeleri ile birlikte Suudi Arabistan’a iltica etti. Burada Mekke Ummu’l Kura Üniversitesi’nde dersler yapmaya devam etti. Onun Mohamed Jamal Khalifa Kolejin’de Muhammed Kutub ve Ladin’in yakın arkadaşları ile bir röportaj yapan Lawrence Wright’a göre; “Usame Bin Ladin, Kral Abdül Aziz Üniversitesi’nde Muhammed Kutub’un haftalık konferanslarına katılmaktaydı. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

47


HÜSEYİN KALENDER I Muhammed Kutub, abisi Seyyid’in kitaplarını hazırlamasına ek olarak abisinin düşüncelerini insanlar arasında yaydı. Muhammed Kutub’un abisi Seyyid hakkında verdiği cevap bu durumun gerekçesini açıklamaktadır. “O (Seyyid) benim hem üstadım, hem kardeşim, hem de parçam.” Hayatını ilim ve irşada adamış bir mütefekkir olarak tarif edilen ve uzunca bir süredir Medine’de sürgün yaşayan Muhammed Kutub 95 yaşında 04.04.2014 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde Uluslararası Tıp Merkezi’nde hayatını kaybetti. ESERLERİ HAKKINDA Muhammed Kutub, son asrımızda yüz yıla yakın ömür yaşamış değerli alimlerimizden biriydi. Diğer kardeşleri Emine ve Seyyid gibi hayatı çok zorlu bir süreçten geçmiştir. Söylediklerinden dolayı abi ve ablası gibi gerek zindan gerekse de diğer türlü baskılara maruz kaldı. Zaten bu, Allah’ın yeryüzüne koyduğu kanunlardan biridir. Zalim ve tağut olan idareciler kendilerine dalkavukluk edecek kişilerin olmasını isterler. Bu istekleri eğer kabul edilmezse ya zindan ya da sürgün veya da daha farklı sindirme yollarına başvururlar. İşte Muhammed Kutub bunları yaşamış ve kendisinden önceki Rabbani alimlerin izini devam ettirmiştir. Yazdığı eserler ile İslam dünyasında geniş yankı uyandıran alimlerden biridir. Türkçeye de çevrilen eserleri vasıtasıyla bir çok müslüman da İslam düşüncesi’nin oluşumunda büyük emekleri olan alimlerden biridir. Bu konuda anlatılan şu olay aktarılmaya değerdir: “1970 yılında Diyarbakır’dan iş aramak üzere İstanbul’a gelen bir genç. Annesini kaybetmiş, derin bir üzüntü içinde. Çaresizce bu büyük şehirde tutunmaya çalışıyor. Mekanı Eminönü-Küçükpazar ve elbette Galata Köprüsü. Günlerce ve aylarca iş arar, bulamaz. Umudunu kaybetmek üzere, umudu tükenmeye yüz tuttukça öfkesi de artmakta, zaten ruhunda potansiyel olarak var olan muhalefet ve direniş giderek patlama noktasına gelmektedir. Öfkesini açığa vurabileceği en uygun mecra TİP (Türkiye İşçi Partisi) görünmektedir. Çetin Altan ve diğer sosyalist-komünist muhalifler yeri göğü birbirine katmakta; kızgınları, dışlanmışları, mağdurları ve umudunu kaybedenleri etraflarında toplamakta-

48

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

dırlar. Şu var ki o dönemde adalet arayışını komünist mecrada aramak o kadar kolay değil, zira Komünizmle Mücadele dernekleri, sağ muhafazakâr çevrelerin tamamı, mukaddesatçılar komünizme karşı büyük mücadele başlatmışlardır. Bu genç aldırmadan “komünistlikse komünistlik” deyip TİP’e kaydolmak üzere Bab-ı Ali yokuşuna yönelir. MTTB’nin tam oraya gelmişken sokağın başındaki Sönmez Neşriyat’ın vitrininde bir kitap gözüne çarpar: “20. Asrın Cahiliyeti.”İsmi onu öylesine cezp eder ki, içeri girer, vitrindeki kitabın fiyatını sorar. Kapakta 10 TL yazar. Genç, cebindeki parayı çıkarır bakar, son parası da 10 TL’dir. Tezgahtaki adama; “Bana 9 liraya verirsen alırım, bütün param bu. 1 liram kalsın.” Adam tebessüm ederek kitabı verir. Genç, kitabı alır ve gerisin geri Galata Köprüsü’nün altına döner. Kitabı okumaya başlar. Bitirinceye kadar elinden bırakmaz. Bitirdiğinde kararını verir: “Benim Müslüman olmam lazım. Bu ülkenin adaletsizliğine, sürüp giden zulümlere ancak İslam içinde mücadele verdiğimde hedefime ulaşabilirim. Hem İslam adalet ve onur kazandırdığı gibi özgürlük ve ahlâk da getirir.” (Ali Bulaç, Zaman Gazetesi, 7 Nisan 2014) Muhammed Kutub, sık sık Türkiye’yi ziyaret eden alimlerden biridir. Hatta Türkler hakkında söylediği şu sözü meşhurdur:” Ben kitabımı yazarım daha Arapçasını bitirmeden Türkler basma hazırlığına girişir.” Yine “Çağdaş Konumumuz “ kitabında;”Türklerin ev içindeki terlik kullanmalarına hayranım. Kapıdan girince terlik giyerler, banyoya girerken terliği değiştirirler. Tuvalette de başka terlik giyerler.” Abisi ve ablası gibi mücadeleci bir kimliğe sahipti. Bu mücadeleci kimliği onun S.Arabistan’a sürgüne gönderilmesine sebep olmuştu. Hayatının sonuna kadar ömrünü sürgünde yaşamıştır. Hayatını Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması yolunda harcayan Muhammed Kutub,”Kur’an’ı Nasıl Okuyalım?” adlı kitabında Kur’an’a bakış açımızın nasıl olması gerektiğini şöyle ifade etmektedir:“Müslüman için Kur’an, karşısına çıkacak her meselede kendisine başvurulacak ana müracaat kitabıdır. Bu nedenle Kur’an, sıradan bir eseri okur gibi bir defada okunup kaldırılacak bir kitap değildir. Yine alışılagelen yalnız hastalar veye ölüler için okunup üflenen bir kitapta değildir. O; ahiretin kitabı olduğu kadar, dünyanın da ki-


I HÜSEYİN KALENDER

Muhammed Kutub’un, vefat etmeden kısa bir süre önce çekilen fotoğrafı tabıdır. O, hastaların ve ölülerin kitabı olmaktan çok , hayatın ve yaşayanların kitabıdır.” İslam akidesi hakkında ”Kur’an’ı Nasıl Okuyalım?” kitabında söylediği şu sözler günümüz müslümanları adına altı çizilmesi gereken bir konudur:” Akide saf bir fikirden ibaret değildir… Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir… Akide, bir hayat sistemidir… Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte, akide, bir hayat sistemidir.” Gerçekten günümüz insanlarının akide anlayışının nasıl olması gerektiğini bize ifade eden çok güzel sözler bunlar. İnsanların çoğu İslam’ı belli konulara hapsetmiş (namaz, oruç vs.) ancak onun hayatın tamamını kuşatan evrenselliğini arka plana itmektedir. Yine insanlardan bazıları İslam’ın yönetim konusundaki fikirlerini arka plana itip, kendi heva ve heveslerine uygun bir takım kurallar ortaya koyarak bunu ihlal etmiştir. İslam’ın pratik ve ciddi olduğu, vicdanlarda gizli kalmış bir düşünce olmayacağını da çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. Çünkü bugün insanların çoğunluğu İslam’ı vicdanlarına hapsetmiş, onu insanlara anlatmayı yani daveti çok fazla geriletmiştir. Bize düşen görev, İslam’ın aktifliğini yaşamak ve insanları Allah katında tek ve gerçek din olan İslam’a davet etmek olduğunun bilinmesi gerekir. Yazdığı eserler ile beşeri düzenleri de en güzel şekilde ifade etmeye çalışan alimimiz, batılıların kendi eserlerinden de alıntılar yaparak düşüncelerini çürütmüştür. Yazdığı eserlerde özellikle Orta Çağ karanlığı ve kilisenin halka olan baskısına değinmiştir. Halkın bu baskıdan kurtulmak

için bir can simidi beklediğini ve can simidini yanlış yerde aradığını anlatmaktadır. Örneğin; ortaya atılan ilk düşüncelerden olan Darwinizmi, insanları hayvan derecesine düşüren bir düşünce olmasına rağmen sırf kilisenin baskısından kurtulmak için insanların nasıl savunduğunu anlatmaktadır. Daha sonra ortaya çıkan ve hatta Darwinizmi var gücüyle destekleyen Yahudilerin, sırf insanları dinden uzaklaştırmak için yaptığı haince planlarına da eserlerinde yer verir. Yahudilerin; Kapitalizmi, Komünizm ve Misyonerliği insanlar arasında yaymak için gösterdiği tuzaklara da eserlerinde bir bir yer verir. Bunları ortaya çıkanların Yahudi olduğuna da yine eserlerinde yer vermiştir. Eserleri bize Müslümanların çıkış yolunun farklı düşüncelere sarılmakla olmayacağı, bu gidişatın düzelmesinin tek yolunun tekrar Allah’ın kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in pak ve şüphelerden uzak olan yoluna uymakla olacağını anlatmaktadır. Kutub’un akıllarda kalan en meşhur sözlerinden birisi;“Gelin Tih karanlığından çıkalım” olmuştu. Eserleri hakkında kendisine soru sorulduğunda; “Eserlerim benim evlatlarımdır” dedi. Kutub özellikle “İnsan Beynel Madde Ve’l-İslam” (İslam ve Madde Arasındaki İnsan) adlı kitabının bütün eserlerinin çekirdeği olduğunu ifade etti. Tercüme faaliyetleri ile Türkçe’ye çevrilen eserleri şunlardır: Sosyal Bilimlerin İslami Temelleri (Beka yayınları) Gerçek şu ki batılı bilim adamı, bu bilimleri ele alırken her şeyiyle kendini bilime verdiğini ve pozitif bir dikkatle konusuna eğildiğini sanmaktadır. Oysa o; birtakım ön kabullerle sahaya girmiş olduğunun ve -farkında olsun ya da olmasın- bu ön kabullerin, konuyu ele alış şeklinde ve araştırmasından çıkardığı sonuçlarda etkili olduğunun da farkında değildir. Nasıl Davet Edelim? (Beka yayınları) İnsanları nasıl davet edeceğimizi bilmemiz, son derece önemli hususlardandır. Çünkü bugün İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı bu kriz, son derece keskin bir krizdir. Bütün düşmanlar İslam’a karşı savaşmak için bir araya gelmiş bulunuyor. Belki de daha önceden bu çapta ve bu ısrar ile İslam düşmanları bir araya gelmiş değildir. Diğer taraftan bugün insanlığın İslam’a ihtiyacı RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

49


HÜSEYİN KALENDER I Rasulullah’a sallallahu aleyhi vesellem indirildiği gündeki ihtiyacından daha az değildir. 20. Asrın Cahiliyesi (Beka yayınları) “İşte o ismi Müslüman olanlar tembellik içersinde hayatlarını sürdürürlerken yarın İslam´ın zafer sancağını başka bir milletin taşıdığını gördükleri zaman, kendi hallerinden utanacaklardır. İşte o ismi Müslüman olanlar, bu gaflet uykularından ister uyansınlar, ister uyanmasınlar Allah´ın dinine tuzak kuranlar ve Allah´a karşı savaş açanlar isterse bu tuzaklarına ve savaşlarına devam etsinler, isterse bundan vazgeçsinler, mutlaka insanların tümü Allah´a dönecektir. Hem de bu dönüş son derece güçlü bir imanla olacaktır. Allah´a olacak olan bu dönüş, bugün bütün egemenliğini sürdüren inkarcı düşünceler ve insanların onlardan çektikleri ızdıraplarla tağutların meydana getirdikleri bütün zulümler oranında bir imanla doğacaktır. Ve bu iman nurunun pırıltıları, bu zulüm karanlıkları içerisinden büyük bir aydınlık vermeye başlamıştır. Yarın da aynı şekilde Allah´ın dini, bütün dünyayı aydınlatacaktır.” Biz Müslüman mıyız? (Ağaç yayınları) Oldukça kısa ama oldukça özlü bir anlatımın ifadesi olan bu soru cümlesi bir bakıma, kendini Müslüman olarak adlandıran fertlerin muhasebesine onları zorlayan ciddi bir başlangıç olarak kabul edilmelidir. Hele ki, modern cahiliyenin yaşamı tanzim ettiği bir çağda biz Müslümanlar için ilâhî vahiyle sınırları tesbit edilmiş itikadi, kültürel ve ahlaki doğruları bütünüyle kabullenmek ve tabii ki bu doğruları yaşanılır kılmak oldukça zor olmanın yanı sıra “olmazsa olmaz” da bir ihtiyacımız olmaktadır. İslam’ın çok çeşitli ve çok amaçlı tanımlamalarının yapıldığı, buna paralel olarak da çok değişik Müslüman sûretlerinin arz-ı endam ettiği günümüzde Kitab (Kur’an)’a ve Sünnet (Peygamber)’e her zamankinden daha büyük bir vecd ve huşû ile eğilmek, onları yeniden yaşamımızın içine sokmak kaçınılmaz olmaktadır. O halde bir başlangıç noktasının tesbitine ciddi sûrette ihtiyaç vardır. Bu noktada öncelikle “Biz Müslüman mıyız?” sorularına bizatihî kendimizin vereceği cevap mühim bir yer tutacaktır. Zira sorunun muhatabı olmak istemeyenlerin kendileri evveliyetle bu değerlendirmenin dışında kalmayı kabul etmişlerdir. Soruna muhatap fertleri de ertelenmesi mümkün olmayan, ciddi ve pratik bir karşılık beklemektedir.

50

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014

Öyleyse “Biz Müslüman mıyız?” sorusuna hemen, ucuzca bir karşılık vermeden yeniden düşünmek ve verilmiş kararları bir kez daha gözden geçirmek gerekmektedir. Benzerini Getiremezler (Beka yayınları) Kur’an-ı Kerim, başka hiçbir eserin açıklığa kavuşturmadığı şekilde, arı ve duru tevhid akidesini açıkça ortaya koymuş, başka hiçbir kitabın yapamadığı bir şekilde insanların kalplerine girebileceği her yerden ve her taraftan girip nüfuz etmiştir. Çünkü bu kitap, insan hayatının ve varlığının her türlü ihtiyaç ve gereklerini karşılayabilecek eksiksiz bir şeriat ihtiva eden bir kitaptır. Onun bu özelliği yalnızca indiği zamanla sınırlı değildir. Aksine zaman istediği kadar uzayıp gitsin ve varlık alanları istediği kadar çoğalıp dursun, yine de onların ihtiyaçlarını karşılamayı garantilemiş bir kitaptır. Bosna Hersek Katliamı (Tevhid yayınları) Çağdaş Fikir Akımları (Beka yayınları) Avrupa, günümüzde bütün dünya üzerinde var gücüyle hegemonyasını kurmuştur. Bu hegemonyayla birlikte bir takım düşünce, ideoloji, inanç ve –hatta- hurafeler bile sızabilmektedir. “yaratıcı tabiat” hurafesi, “sürekli evrim içerisinde olan ezeli ve ebedi madde” hurafesi gibi bu sızmalar, Avrupa’nın yenik düşürdüğü halkların zihinlerine dökülmektedir. Bu da ya yenik düşenlerin, yenik düşeni taklit etmesi şeklinde ortaya çıkan dolaysız sızma yoluyla veya planlı olarak uygulamaya konulan fikri emperyalizm yoluyla olmaktadır. Bu kitapta çağdaş ideolojilerin tümünü bahse konu etmedim. Zaten istinasız hepsini toplama amacım yoktu. Ben sadece çağdaş dünyada çok yaygınlık kazanmış olan ideolojileri ortaya çıkarmaya,onlara açıklık getirmeye çalıştım. Bu amaçla demokrasi, komünizm, sekularizm, rasyonalizm, yurtseverlik ve milliyetçilik, hümanizm ve ateizm’i seçtim. Bu konuda yapılması gerekenleri yapamadıysam bu, insan olarak benim aczimden kaynaklanmaktadır. Eğer başarı elde edebilmişsem, o da Allah’tandır. Tartışmalar (Beka yayınları) Üstad Muhammed Kutub bu kitabında, Batıda ortaya çıkan kavrmaları İslam’a uyarlamaya çalışan ve bundan dolayı da hatalara düşen Müslüman düşünürlere eleştiriler getirmekte ve İslama mal


I HÜSEYİN KALENDER ruya “Hayır, tersine o gün sayıca çok olacaksınız fakat sel köpüğü gibi olacaksınız” cevabını verdi. Düzeltilmesi Gereken Kavramlar (Risale yayınları)

edilmeye çalışılan bu kavramların tartışmasını yapmaktadır. Din ile deneyiminde, dini ancak din adamları aracılığı ile bilen, dini uygulamayı da ancak bu din adamlarının kendilerine öğrettiği yol ile bilip öğrenebilen Batı’ya göre, biz Müslümanların kendimize ait özel bir bakışımızın olması daha doğru değil midir? Çünkü bizim dini deneyimimiz temelinden farklıdır. Bunun hem teorik esasları bakımından hem de bilimsel uygulamaları açısından kıyas yapılamayacak kadar farklıdır. Peygamberden Parıltılar (Beka yayınları) İslam, hayatın her alanına müdahale etmiş, toplumun karşılaştığı tüm sorunları en mükemmel bir şekilde çözüme kavuşturmuştur. İnsanın mutlu bir şekilde hayatını sürdüreceği sosyal yapıyı Peygamber Aleyhisselam’ın örnekliğiyle ortaya koymuştur. Üstad Muhammed Kutub, bu kitabında, sosyal hayatın problemlerine dair seçtiği az sayıda hadisi toplum psikolojisini de göz önünde bulundurarak bilimsel bir yaklaşımla yorumlamıştır. Çağdaş Konummuuz (Beka yayınları) Kitap, İslam ümmetinin; Hz. Peygamber zamanında bulunduğu zirve noktasından yuvarlana yuvarlana yine Peygamberimizin daha o zaman haber verdiği “sel köpüğü”ne dönüşmesine kadar başından neler geçtiğini ortaya koymaya çalışılıyor. Bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Gün gelecek diğer ümmetler neredeyse yemek çanağına üşüşen aç kurtlar gibi üzerinize üşüşecekler” buyurdu. Orada bulunan sahabiler “Ey Allah’ın Rasulü! Yoksa o zaman sayımız az olacak da ondan mı?” diye sorunca, Peygamberimiz bu so-

Muhammed Kutub, bu eserinde müslümanın her şeyden önce zihnindeki kavramları yanlış yorumlardan ayıklayarak tashih etmesi, doğru temeller üzerine oturtması gerektiğini dile getirmektedir. Buradan hareket eden yazar, kelime-i tevhid, ibadet, kaza ve kader, dünya ve ahiret kavramlarını ele alarak incelemektedir. Ayrıca kelime-i tevhid’in pratiğe dökülmesi ve kişinin hayatına yansıması gereken bir gerçek olduğu da eserde işlenen konular arasındadır. Evrim ve Değişmezlik (Beka yayınları) İnsanlar hayatın her alanındaki her şeye, her varlığın yapısını kapsayan evrim düşüncesi gözüyle bakmaktalar. Evrim düşüncesi bu şekilde insanların anlayışlarını istila ettiği zaman, düşüncelerinin din ile çatışması kaçınılmaz bir hal alır. Çünkü din, insanlığın anlayışında ve algılayışında değişmezliği temsil eder. İlahın, akidenin, ibadetin, değerlerin, kavramların ve geleneklerin değişmezliğini, hayatın değişmezliğini temsil eder. İnsanlığın anlayışında din bütün bu hususlarda değişmezliğin ifadesi olduğu sürece, yine insanlığın anlayışına göre, Allah düşüncesinin ya da din düşüncesinin dahi kayıtsız şartsız olarak hiçbir hususta değişmezliğini düşünmeye tahammülü olmayan kapsamlı “evrim” kavramıyla çatışması kaçınılmaz bir şeydir Gelenekler Çatışması (Beka yayınları) Bize medeniyet maskesiyle pazarlanan Batı’nın gerçek yüzünü gözler önüne seren Üstad Muhammed Kutub, bu kitabında İslam toplumunda oluşturulan yenilgi psikolojisi ile ataletin nedenlerini ve doğurduğu sonuçları irdelemektedir. Muhammed Kutub’un bir çok kitabını tercüme eden ve bu uğurda özel bir gayret gösteren Beka Yayınları’na ve tercüme ederek istifademize sunan diğer yayınevlerine teşekkürü bir borç biliriz. Bunun yanında değerli alim Muhammed Kutub’a Cenabı Allah’tan rahmet dilerken, yakınlarına ve dostlarına da sabır nasib etmesini dileriz. RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

51


Nebevi Aile

YAVRUNUZUN KALBİNDE MERHAMET OLMAYAN CEHENNEM BEKÇİLERİNİN ELİNDE

CEHENNEM YAKITI OLMASINI

İSTER MİYDİNİZ? Ö

mer b. Hattab radıyallahu anh şöyle dedi: (Bir keresinde) Rasulullah sallallahu aleyhi

vesellem’e (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadınında aralarında bulunduğu bir esir gurubunu getirdiler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem çevresindekilere (kadını işaret ederek) “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu. Biz, ‘Asla olmaz’ dedik. Bunun üzerine Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem;

52

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I HALİME YILMAZ “İşte Allah kullarına bu kadınının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.” buyurdu. (Buhari, Müslim) Yavrusuna böyle bir merhametle yaklaşan hangi anne ve baba onun cehennem yakıtlarından bir yakıt olmasını arzular. Kimse böyle bir şey istemez. Hatta böyle bir soru ile karşılaşan kimse buna güler. Ama farkında olmadan onlara öğrettiklerimizle, yaşantılarımızla veya boş vermişlikle onları o ateşin içine atabiliyoruz. Rabbimiz Tahrim Sûresi 6.ayetinde bu konuda bizi uyarmaktadır; “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” İnsanın hem kendini hem de ailesini ateşten koruması pek anlamlı bir emirdir. Demek ki ebeveyn bunu önce kendisi yapacak sonra onlara öğretecektir. Bu ayette insanın sadece kendisini ateşten korumasının yeterli olmayacağı, gücü yettiğince ailesini de o yakıcı azaptan korumak için yetiştirmesinin de sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiştir. Şayet onlar cehennem yolunu tutarlarsa gücü nispetince onlara engel olmalıdır. Bir anne ve baba aile bireylerinin sadece dünyada müreffeh bir hayat yaşamalarını değil aynı zamanda ahiretlerinin mutluluğunu da düşünmeleri gerekmektedir. Peki insan ailesini nasıl cehennem yakıtı olmaktan kurtarabilir?

İnsanın hem kendini hem de ailesini ateşten koruması pek anlamlı bir emirdir. Demek ki ebeveyn bunu önce kendisi yapacak sonra onlara öğretecektir. Bu ayette insanın sadece kendisini ateşten korumasının yeterli olmayacağı, gücü yettiğince ailesini de o yakıcı azaptan korumak için yetiştirmesinin de sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiştir. Şayet onlar cehennem yolunu tutarlarsa gücü nispetince onlara engel olmalıdır. Bir anne ve baba aile bireylerinin sadece dünyada müreffeh bir hayat yaşamalarını değil aynı zamanda ahiretlerinin mutluluğunu da düşünmeleri gerekmektedir. “Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir. Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.”

Zeyd b. Eslem radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

(Taha; 131-132)

Bir sahabe, ‘Ya Rasulallah! Ailemizi nasıl cehen-

İnsanın iki yönü vardır; maddi ve manevi. Her

nemden koruruz? diye sordu. Rasulullah, ‘Onlara Allah’ın sevdiği şeyleri emredersiniz. Allah’ın kerih gördüklerinden de men edersiniz.’ diye karşılık verdi.

ikisinin de doyuma ihtiyacı vardır. Maddi tarafı doyup manevi tarafı tatmin olmayan insan mutlu olamaz. İnsanı manevi yönden mutlu eden şeyde

Bazen anne ve baba olarak dünya hayatının sü-

gönül huzurudur. Bu da ancak Allah’a yaklaşmak

süne ve güzelliğine aldanarak haram yolla elde

ile olur. Kulu da Allah’a yaklaştıran en önemli

edilen servetlere gözümüzü dikerek aslında ço-

amel namazdır. Ailesinin maddi açıdan refahını

cuklarımızın manevi huzurlarına gölge olabil-

ve geleceğini düşünen ve bunun için gece-gündüz

mekteyiz. Haram ile gelir elde etmesek te dünyaya

didinen anne ve baba yavrusunun kalp huzu-

bakışımız çocuklar üzerinde bir etki bırakacaktır.

runu da unutmaması gerekmektedir. Bu manevi RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

53


HALİME YILMAZ I İmran el-Cevni şöyle demiştir:” Bize bildirildiğine göre cehennemin bekçileri on dokuz tanedir. Her birinin iki omzu arasındaki mesafe 100 yıllık

İmran el-Cevni şöyle demiştir:” Bize bildirildiğine göre cehennemin bekçileri on dokuz tanedir. Her birinin iki omzu arasındaki mesafe 100 yıllık bir mesafe kadardır. Bu bekçilerin kalbinde merhamet yoktur ve azap etmek için yaratılmışlardır. Bunlardan biri cehennemlik olan birine bir darbe vurur ve başından ayağına kadar kendisini un ufak eder.” (Abdullah b. Ahmed) boşluğu Allah’ı zikirden başka hiçbir şey dolduramaz. “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d; 28) Allah’ı zikretmek kalbin yapısına da elverişlidir, fıtrata da uygundur. Allah insana faydalı olacak her şeyi yaratmıştır. Karşılığında istediği tek şey ibadettir. Buna ihtiyacı olduğu için mi? Tabi ki de hayır. Bilakis kulun ibadete ihtiyacı olan bir yapıda yaratıldığını bildiği için. İşte bu sebeplerle anne ve baba olarak bizler dünya ve ahiret huzurumuz için kendimiz namaza devam edeceğimiz gibi çocuklarımızı da buna teşvik edeceğiz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in ailesi rızık konusunda bir sıkıntı yaşadıklarında Allah Rasulü onlara namazı emreder ve “Ehline namaz kılmalarını emret...” (Taha; 132) ayetini okurdu. Şu halde kimilerinin aklına, eğer önce kendim yapmaz sonra da aileme bunları öğretmez ve emretmezsem yanar yanar çıkarım gibi ifadelerle cehennemi hafife alanlara hatırlatılır;

54

bir mesafe kadardır. Bu bekçilerin kalbinde merhamet yoktur ve azap etmek için yaratılmışlardır. Bunlardan biri cehennemlik olan birine bir darbe vurur ve başından ayağına kadar kendisini un ufak eder.” (Abdullah b. Ahmed) Kab şöyle der: “O bekçilerden her birinin elinde iki taraflı bir demir çubuk vardır. O çubukla her seferinde 70 bin kişiyi cehenneme atmaktadır. (İbni Cerir) Peki çocuklarımızı nasıl terbiye etmeliyiz? sorusuna verilecek cevap Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünnetinde yer almaktadır. Bunlardan bazılarını buraya aktarmakta fayda vardır inşallah; Bilindiği gibi Peygamberlere sadaka ve zekat malından yemek yasaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Hz. Hasan sadaka verilen hurmalardan birini alıp ağzına attı. Bunu gören Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, “kıh, kıh; at onu! Bizim sadaka verilen şeyleri yemediğimizi bilmiyor musun? buyurdu. Bu kısa hikayeden Rasulullah’ın eğitim metodunda izlediği iki önemli nokta dikkatimizi çekmektedir; 1- Terbiye ve din eğitimi küçük yaşlarda başlar. Ağaç yaşken eğilir ve istenen şekli alır. Çocuğu terbiye şekli de önemlidir. Her şeyden önce çocuğa anlayacağı dille hitap edilmelidir. Aynı Allah Rasulünün küçük yaşta olan Hasan’a “kıh” deyip yaptığı yanlışı hatırlatması gibi. Eğer çocukta bir hata görürsek bunu görmezden gelmeyip uyarmamız gerekir. Yoksa bu davranış onda oturur ve ahlakına yerleşir. İlerleyen zamanlarda istenmeyen davranışlara zemin hazırlar. 2- Bunu neden yapmaması gerektiğini açıklamak. Aynı Allah Rasulünün, ‘Bizim sadaka edilen şeyleri yemediğimizi bilmiyor musun?’

“CEHENNEM BEKÇİLERİ, ORAYA GİREN

demesi gibi. Çocuklar yasağın nedenini merak

KİMSEYE ACIMAYAN BİR KALPTE YARA-

ederler. Yasağın gerekçesi kendisine anlatılırsa

TILDILAR.”

tatmin olurlar.

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


I HALİME YILMAZ

Abdullah b. Amr b. As’tan rivayet edildiğine göre

kaba etlerine incitmeden, iz bırakmadan vurul-

Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyur-

malıdır.

muştur: “Çocuklarınıza 7 yaşındayken namaz kılmalarını söyleyin. On yaşına bastıkları halde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız. Yataklarını ayırınız.”

Yatak ayırma da hadiste önemle durulması gereken bir konudur. Sadece kız ve erkek evlatların yataklarını ayırma değil aynı cinslerinde yatakla-

Hadisten anladığımıza göre 7 yaşına basan bir ço-

rının ayrılması gerekmektedir. ‘Canım ne sakın-

cuğa namaz kılması öğretilip teşvik edilmeli. Dini

cası var’ dememelidir. Çünkü çocuklarda cinsiyet

yaşayan bir ailede gözlerini açmış çocuklar etraf-

duygusu 10 yaşında gelişmektedir. Vücutları bir-

larını tanımaya başladıkları çağa geldiklerinde ilk

birine temas ettiğinde bu cinsi sapmalara neden

namazla tanışırlar. Aile bireylerine dikkat kesilir

olabilir. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle her ço-

ve onları taklit etmekle işe başlar. Eğitiminde

cuğa yatak alınamaz ise aralarına bir şey konarak

en güzel şekli canlı örnek olmaktır. Yedi yaşına gelmiş bir çocuğa ise eksiklerini tamamlamak düşer bizim için. 10 yaşına bastığında yavrularımıza öğüt ve nasihat etmemiz gerekir. Nasihat dinlemezse azarlanır, halen dinlemezler ise incitmeden dövülürler. Ama bu dövme sadece eğitim maksatlı yapılacak ve ancak mecbur kalındığında

tenlerin teması engellenir. Tüm bunlardan sonra evlatlarını ihmal eden, gelişimlerini önemsemeyen, onların sadece dünyalarını imar etmekle mesul olduklarını zanneden anne ve babalar unutmamalılar ki müslüman anne ve babanın mesuliyetlerinden biri de;

uygulanacak. Şurası da unutulmamalıdır ki bura-

“EVLATLARINI, KALPLERİNDE MERHAMET

daki dövmeden kasıt neresine gelirse vurulması

OLMAYAN

değildir. Özellikle yüze vurulmayacaktır. Sadece

TESLİM ETMEMEKTİR.”

CEHENNEM

RECEP 1435

BEKÇİLERİNE

NEBEVÎ HAYAT

55


Cennet Hurileri “… Günahın mı var? Güzelleri isteyen adam! Şimdi mehir vaktidir, geçiyor zaman. Kin duy huri sevgisine ihanet eden kadınlara! Kin tut ki vesile olsun hurilere kavuşmana Huriden başkasına bakma, bekâr dur! Cennetlerinde hurinin senin için yaptığı budur. Bugünlerde oruç tut belki de sen, Yarın bayram edersin insanlar oruçlu iken Buhranlı bir yaşama razı olma! Atıl ileriye! Şunu bil ki çalışmayan erişemez lezzetlere” İbn Kayyım


KİTAPLIK

‫إقرأ باسم ربك الذىخلق‬ Yaratan Rabbinin adıyla oku!

NEFİS TERBİYESİ Yayın Yılı: 2013 518 sayfa Kitap Kağıdı 13,5 x 21 cm Karton Kapak ISBN: 6054041819 Dili: TÜRKÇE

A

llah’a yönelen salihler, yöneliş konusunda farklı metotlara sahip olmalarına rağmen,

İşte bu kitap, tahrib edilmiş kulluğumuzu ve şah-

kalp ile Rabbe ulaşabilmek için nefsin önünü

tımızı güçlendirmemiz ve hayatımızda kaybolan,

kesmede ittifak etmişlerdir. Nefse karşı üstünlük sağlamadan ve onu kötülüklerden alıkoymadan Rabbe ulaşılmayacağını defaatle de beyan etmişlerdir.

siyetimizi güzelleştirmemiz, Allah’la olan irtibaİhlas, Takva, Ümit, Rıza, Sabır, Şükür, Tefekkür, Tevekkül, Allah Sevgisi, Nefis Muhasebesi gibi manevi kavramları yeşertilmesi için Beka Yayınları tarafından basılarak Müslümanların istifade-

İşte bu kitabın konusu, imanın temeli ve dinin

sine sunulmuştur.

önemli kaidelerinden olan “kalp amelleri”nin

Ayrıca Rasulullah (s.a.v)’in hayatından ve selefi

nefsi ıslah etmedeki etkisi anlatılmaktadır

salihinden birçok örnekler verilerek zenginleş-

Allah’a yaklaşmalarında en

tirilmiş olan bu kitap nefsini arındırmak isteyen

büyük araçlarından biriside hiç şüphesiz “kalp

Müslümanlar için çok kıymetli bir hazine niteli-

amelleri”dir. Bu ameller, iman şubelerinin en be-

ğindedir.

Müslümanların

lirgin olanlarındandır. Çünkü kalbin ameli yok

Rabbim, kararan kalplerimizin aydınlanması ve

olursa, imanı da yok olur.

kaybolan değerlerimizi yeniden bulmamıza ve-

İzz b. Abdusselam bu hakikati şu sözleriyle

sile olacak bu kitabı hazırlayan, basılmasında ve

ifade etmektedir; “Bedenlerin ıslahı, kalplerin ıs-

tanıtılmasında emeği geçen bütün kardeşlerimize

lahına bağlıdır. Aynı şekilde bedenlerin fesada uğ-

rahmet eylesin. Akîbetlerini hayırlı olanlardan ey-

raması da kalplerin fesada uğraması sebebiyledir.”

lesin . RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

57


DÜNYA

Hazırlayan: Cihan MALAY

HİZBULLAH’IN BİR AYLIK GUTA BİLANÇOSU: 500 ÖLÜ SURİYE

Doğu Guta’daki çatışmalarda Şii askerlerin ve Hizbullah’ın bir aylık bilançosu 500 ölü olarak açıklandı. uriye’de çıkmaza giren Irak Şii askerleri ve Lübnan Şii Hizbullah milisleri, almış olduğu sonuçlar bakımından oldukça büyük hezimet yaşadığını gösteriyor. Stratejik öneme sahip olan Doğu Guta’da Esed rejimi, Iraklı Şii askerler ve Hizbullah milislerinin desteği ile uzun süredir kuşatma altında tuttuğu bölgeyi almak istiyor.

S

KARALAMA VE YALAN KAMPANYASI DEVAM EDİYOR... SURİYE

Sham Times adlı internet sitesinde yer alan habere göre Özgür Suriye Ordusu taraftarınca sosyal medyada paylaşılan bu fotoğrafın altında “bizim en genç rehinemiz” yazıyor.

B

azı haber sitelerinde yayınlanan ve Suriye’nin Lazkiye ilinin Keseb beldesinde çekildiği iddia edilen bir fotoğraf sosyal medyada tartışma konusu oldu.

”Sosyal medyayı birbirine katan bu fotoğraf Suriye’de çekildi. Tüm dünyanın tepkisini çeken fotoğrafta daha bebek yaşta küçük bir çocuk yerde oturuyor. Etrafında silah tutan bir sürü adam. Çocuk şaşkınlıkla kendisine doğrultulan silahlara bakıyor. Özgür Suriye Haber Ajansı olarak bölgeden yeni gelen muhabirimiz Ümit Erdoğan aracılığıyla bu haberin doğru olamayacağını ifade ediyor ve diyoruz ki: “ 1- Keseb’deki siviller 1,5 yıl önce kasabaya yerleşen şebbihalar yüzünden kasabayı terk etmiştir. Ayrıca kaçamayıp kalmak zorunda olan birkaç yaşlı ermeni aile de Türkiye’ye teslim edilmiştir. Bunun videosunu sitemizde haber olarak yayınlamıştık. 2- Keseb muhaliflerin kontrolüne girdiğinde hiçbir esir alınmamıştır. 3- Keseb’i alan 4 muhalif grup böyle bir poz verecek yapıda değildir. 4- Bu fotoğrafı muhalifler çekmiş olsa önce onlar yayınlarlardı. Fakat bu resim ilk önce Esed rejiminin sayfalarından yayılmıştır ve karalama amaçlıdır.”

58

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


DÜNYA MISIR’DA SALDIRILAR ARTIYOR Mısır’da gerçekleştirilen yeni saldırıda Mısır Polis Teşkilatında görev yapan üst düzey bir yetkili ile beraberinde bulunan bir polis erinin yaşamını yitirdiği aktarıldı.

S

MISIR

aldırının Kahire’de bir polis subayının öldürülmesinin üzerinden henüz iki gün geçmişken

gerçekleşmesi, ülkede yaşanan darbenin ardından gelinen noktayı özetler nitelikte.

SMDK’DAN ÇARPICI SURİYE RAPORU Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Hukuk Komitesi, rejimin 3 yıl boyunca verdiği kayıplara ilişkin rapor yayımladı.

SURİYE

S

uriye ordusunun, ayrılan ve ölen askerlerle yüzde 70’lik kayıp yaşadığı iddia edilen raporda, ülke topraklarının yüzde 67’sinin rejimin kontrolünden çıktığı ifade edildi. 300 bin kişilik Suriye ordusunda, 113 bin askerin 3 yıldır süren çatışmalarda öldüğü, 100 bin askerin ise ordudan ayrıldığı belirtilen raporda, silah gücündeki zayiata ilişkin de 223 helikopterden 145’inin, 227 savaş uçağından 157’sinin, 5 bin tanktan 3 bin 700’ünün kullanılamaz hale getirildiği iddiasına yer verildi.

VE BİR İDAM KARARI DAHA... BİR YİĞİT DAHA İDAMA GÖNDERİLİYOR... Allah kitabında “Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kâfirler hoş görmese bile.” (Saff,8) buyurmaktadır.

B

BANGLADEŞ

angladeş verdiği idam cezalarıyla adını duyurmaya devam ediyor. İşte onlardan biri de

Cemaat-i İslami’nin Bangladeş’teki önemli liderlerinden DELWAR HOSSAİN SAYEEDİ... “Zalimler bilsinler ki; İslam davasını idam cezaları ile sona erdiremezsiniz.”

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

59


DÜNYA ‘14 BİN MÜSLÜMAN KUŞATMA ALTINDA’ ORTA AFRİKA

Boda’daki Müslümanların açlık ve hastalık nedeniyle zor günler geçirdiği belirtiliyor. Özellikle çocukların kuşatmadan olumsuz etkilendiği ifade ediliyor. Orta Afrika’da çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Seleka grubu, Boda şehrinde 14 bin Müslümanın, yaklaşık bir haftadır Anti-balaka milislerinin kuşatması altında olduğunu açıkladı.

İDAMLARIN ARKASINDA AMERİKA VE İSRAİL VAR ! Pakistan’da düzenlenen Uluslararası Ümmet Birliği konferansı sonrası açıklamalarda bulunan kanaat önderleri, Mısır’da 529 kişinin idama mahkum edilmesine tepki gösterdi. Pakistan Cemaat-i İslami Partisi’nin Hayber-Pakthunkva Eyaleti Sorumlusu Prof. Muhammed İbrahim, Mısır yönetiminin aldığı bu kararı şiddetle kınadığını söyledi.

MISIR

‘M

ISIR İSLÂM DÜNYASININ MERKEZİ’ Cemat-ül-Dava lideri Hafız Muhammed Seyyid de Mısır’da İhvan üyelerinin idama mahkum edilmesinin adaletsiz bir karar olduğunu vurguladı. Mısır’ın İslam dünyasının merkezi ve İslam liderlerin yetiştiği bir yer olduğunu ifade eden Seyyid, “Mısır’da yaşananların arkasında ABD, özellikle de İsrail vardır” dedi.

ESED SAVAŞI KAZANIYORMUŞ(!) SURİYE Suriye’de 3 yıldır halka karşı eline geçen her imkanla saldırılarda bulunan eli kanlı rejim lideri Beşşar Esed Şam Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, Suriye genelinde rejin ordusunun başarılı olduğu ve savaşı kazandığına dair açıklamalarda bulundu

60

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


DÜNYA AZERBAYCAN’DA EHLİ SÜNNET TEŞKİLATINDAN BİLDİRİ: ŞİİLER, SÜNNİ CAMİLERİMİZİ KAPATTI “Azerbaycan’da Şiilerin mezhep taassubu tüm hızıyla AZERBAYCAN devam ediyor.” zerbaycan’da Ehli Sünnet teşkilatı basın bildirisi düzenledi; Şia Ehli, sünnet namazı kıldığımız için mescitlerimizi kapattı ve mevcut mescitlere alınmıyoruz. Teşkilat açıklamasında şunları dile getirdi; “Bu mescitlerin kapatılması kanunsuzdur, bu mescitlerin kapanmasına esas olarak oradaki cemaatin Ehli Sünnet namazı kıldıkları içindir.” Azerbaycan’da ehli-sünnet halkın %35’ini teşkil ettiği halde Bu orana bakmayarak, ehli-sünnet mescitlerinin artmadığını söyleyen teşkilat, Mescitlerin az olduğu ve bundan dolayı da evlerde toplandıklarını bu seferde polis baskısına maruz kaldıklarına dikkat çektiler.

A

FAS HAPİSHANELERİNDE MÜSLÜMAN TUTUKLULARA İŞKENCE İDDİALARI

B

aşkent Rabat’ta düzenlenen ve hukukçuların katıldığı toplantıda, tutuklulara işkence edildiğine dair kamuoyunda yer alan haberlerin soruşturulması ve tutukluların şartlarının iyileştirilmesi talep edildi. Toplantıda konuşan Fas İnsan Hakları Kuruluşu Başkanı Muhammed ez-Zahi, “İslami eğilimli tutukluların hapishanelerdeki durumu giderek kötüleşiyor. Tutukluların onuruna saygı gösterilmiyor, onlara karşı insan hakları ihlalleri yapılıyor” dedi.

FAS

MYANMAR’DA HAMİLE MÜSLÜMAN KADIN HASTANEDE ÖLDÜRÜLDÜ

M

yanmar Vision sitesinde yer alan habere göre Cemile Begüm isimli Müslüman kadın, kuzeni Hasine Begüm’ün hastanede hemşireler tarafından katledildiğine şahit olduğunu söyledi. Cemile Begüm, kuzeninin iki aylık hamile olduğunu belirterek 5 Nisan’da evinden atıldıktan sonra hastalandığını, hastaneye kaldırdıklarında hemşireler tarafından öldürüldüğüne bizzat tanık olduğunu ifade etti.

MYANMAR

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

61


DÜNYA MISIR’DA DARBE KARŞITLARINA İŞKENCE VE TECAVÜZ MISIR

M

ısır Haklar ve Özgürlükler Gözlemevi isimli insan hakları kuruluşu tarafından yapılan yazılı açıklamada, mart ayında darbe karşıtı tutuklulara yönelik 270 işkence ve 27 cinsel taciz vakasının hapishanelerde, erkeklere yönelik 3 tecavüz vakasının ise karakollarda gerçekleştirildiği kaydedildi.

ADINI YAPILAN EN ACIMASIZ İŞKENCELERLE DUYURAN EBU GUREYB CEZAEVİ KAPATILDI. IRAK

I

rak Savunma Bakanlığı, Amerikan işgali döneminde, Amerikan askerlerinin mahkûmlara işkence yapmasıyla ünlenen Ebu Garib cezaevinin kapatıldığını açıkladı. Bakanlık istikrarsız bir bölgede bulunan cezaevinin, ülkedeki bazı grupların saldırıları nedeniyle, güvenlik tedbiri olarak kapatıldığını duyurdu. Cezaevinde kalan 2,400 mahkûmun ülkenin orta bölümünde ve kuzeyindeki illere nakillerinin tamamlandığı belirtildi.

3 EL MENAR ÇALIŞANI ÖLDÜRÜLDÜ LÜBNAN

L

übnan Hizbullah örgütüne ait El Menar Televizyonu, Suriye’nin antik hrıstiyan kenti Malula’da misyonlarını sürdüren üç çalışanının öldürüldüğünü duyurdu. El Menar’ın, çalışanları muhabir Hamza Hac Hasan, kameraman Muhammed Menteş ve teknisyen Halim Hellav’ın öldürüldüğünu belirtmesine ilaveten çok sayıda ekip üyesinin de yaralandığı aktarıldı.

62

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


DÜNYA KIRBAŞOĞLU: “SURİYELİ MUHALİFLERİN ARKASINDA CİA VAR” Kırbaşoğlu: “Suriyeli Muhaliflerin Arkasında CİA Var”

SURİYE

H

abertürkTV’de Öteki Gündem adlı programda “İslam ve Ahlak” konusu tartışıldı. Suriye’ye Irak’tan 150 Bin Selefi Savaşçı Geldi Kırbaşoğlu’na göre Suriye’de ki çatışmaların sebebi Irak’tan Suriye’ye gelen 150 bin Selefi savaşçı imiş! Muhaliflerin Arkasında CIA Var Suriye’ye ilgili de köşeye sıkışan Kırbaşoğlu “Bir tarafın arkasında Rusya diğer tarafından arkasında CİA var” diyerek durumdan sıyrılmaya çalıştı.

ÖMÜRLERİ İSRAİL ZİNDANLARINDA TÜKENDİ! “İsrail hapishanelerinde 4 bin 800 Filistinli mahkum var. Bunlardan bin 500’ü kronik hasta, 200’ü çocuk 13’ü de kadın”

FİLİSTİN

İ

srail, geçtiğimiz yıl başlatılan barış müzakereleri kapsamında serbest bırakmayı kabul ettiği Filistinli mahkûmları serbest bırakmadığı gibi onlara işkence yapmaya devam ediyor. Çok sayıda uluslararası kurumun baskısına rağmen geri adım atmayan İsrail, 25 yıldır hapishanelerinde tuttuğu Filistinli mahkûmları tek kişilik hücrelerde tutuyor. İsrail’in barış müzakereleri kapsamında verdiği sözleri tutmaması ve uluslararası kurumların çağrılarına kulak vermemesi üzerine harekete geçen 40’a yakın vakıf ve dernek İstanbul merkezli uluslararası platform oluşturarak yeni bir kampanya başlattı. Yıllarca İsrail hapishanelerinde tutulan ve daha sonra serbest kalan Tayser Soliman’ın İstanbul’da bir araya getirdiği STK’lar ‘İsrail hapishanelerindeki Filistinli Mahkumlarla Dayanışma Platformu’nu kurdu. Platform, İsrail’in uluslararası insan haklarını ihlal ederek masum insanları tutuklamasını dünyaya duyurmak amacıyla çarpıcı videolar hazırladı. 25 yıldır tek kişilik hücrede Sosyal medyada yayınlanan ve dikkatleri Filistinli mahkumlara çeken videoda, 25 yıldır tek kişilik hücrede kalan Filistinli mahkum Samir Ebu Naim’in yaşadıkları anlatılıyor. İsrail’in sözüne güven olmuyor İsrail, 2013 yılında başlamak üzere 9 ayda toplam 78 Filistinli mahkûmu 3’er aylık periyotlarla serbest bırakmıştı. Anlaşma gereği 4’üncü grup mahkûmları da 29 Mart’ta serbest bırakması gereken İsrail yönetimi, salıverme kararını ertelediğini açıklamıştı. Bunun üzerine bir açıklama yapan Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, mahkûmların durumuyla ilgili 15 uluslararası anlaşmaya imza attıklarını açıkladı.

RECEP 1435

NEBEVÎ HAYAT

63


Gökhan Akkuş / BURSA

SİZDEN GELENLER

Bu yol dikenli ayağını seven gelmesin diyor Seyyid Kutub...! Evet öyle ... Ama sen yürüyeceksin... Ağlayacaksın, belki horlanacaksın, belki dışlanacaksın ama, sen yürüyeceksin.... Kimi zaman nefsin karşına çıkacak, kimi zaman çevren, Kimi zaman gücü elinde tutanlar… Ama sen yürüyeceksin... Belki anlamak istemeyecekler seni, Belki anlamazlıktan gelecekler, Belki gülecekler, belki küçümseyecekler ama, Sen ALLAH’a dayanacak ve yürüyeceksin... Belki güvendiğin dağlara kar yağacak, Belki tuttuğun dallar kopuverecek ! Ama sen Rabbine güvenip yürüyeceksin... Belki sürüleceksin, belki taşlanacaksın, belki dışlanacaksın, Belki yalnız bırakılacaksın ama sen Rabbinin birlikteliğini bilip yürüyeceksin... Kimi zaman düşeceksin, kimi zaman çelme atacaklar ... Bismillah diyecek ve yürüyeceksin... Kırılacaksın belki, kıracaklar kimi zaman seni, İçin belki kan ağlayacak ama sen hasbiyallah diyecek ve yürüyeceksin.!! Ağlayacaksın belki, belki ağlatacaklar seni ama sen gözyaşını azığın yapıp yürüyeceksin. Belki kıymetin bilinmeyecek, belki kadir kıymet bilmezler , Kıymetini bilmeyecek, belki halin sorulmayacak, Belki vefasızlar seni unutacak, ama sen, En vefalı dostun yolunda yürüyeceksin... Eğilenler olacak, belki yolu satanlar ama, sen dimdik yürüyeceksin. . . Yürümelisin çünkü vurulan her darebenin iniltisinde hakkın vaad ettigi güzel günler var ... Yolda yalnızım sanma, Yürüdüğün yolu sakın başa kakma bil ki bu yolun yolcularının dostu ALLAH’tır... Bu yolda olanların azınlığıda aldatmasın seni ... Hani diyorya Rabbim ; Eğer sizden sabırlı olan 20 kişi olursa, 200 kişiye gâlip gelir. Ve şâyet sizden 100 kişi olursa, onların idrak edemeyen bir kavim olmalarından dolayı, kâfir kimselerden 1000 kişiye gâlip gelir... Diye ... Öyle İşte. Hasbiyallah de La İlahe illaallah de ve yürümeye devam et. Elbette ulaştırılacaksın varılması gereken yere bir gün. Yürümelisin ki o ulaştırıldıgın yer içlerinden ırmaklar akan cennet bahçeleri olsun. Yürümelisin ki kendini ve aileni yakıtı taşlar ve insanlar olan o cehennem ateşinden koruyabilesin!

64

NEBEVÎ HAYAT

MAYIS 2014


“HAYRA VESİLE OLAN, HAYRI İŞLEYEN KİMSE GİBİDİR.”

BU YAZ BİR ÇOCUĞU DA SEN OKUT!

1 2

KUR’AN-I KERİM

ELİF BÂ

BEŞLİ SET

20 TL 0212 550 63 77

3

TEMEL İSLAMİ BİLGİLER

4 5

NAMAZ HOCASI

DUA ve ZİKİR Yaz geldi. Camilerde, Kur’an Kurslarında ve çeşitli derneklerde Kuran ve Temel İslami Bilgilerde eğitim alan gençlerimize hayırda bulunmanın tam zamanı.

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No:36 Güneşli İstanbul www.nebevihayatyayinlari.com


Muhammed Bedii

Beni bin kere de idam etseler, hak yoldan vazgeçmeyeceğim.

KİTLESEL ÖLÜM KARARI Mısır'daki cunta yargısı sivil kıyıma devam ediyor. Aralarında İhvan Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii'nin de bulunduğu darbe karşıtı 683 kişi hakkında daha idam kararı verildi. Daha önce idama mahkum edilen 528 kişiden 37'sinin cezası onanırken, cunta yargısının vahşi kararları dünyayı dehşete düşürdü. Mısır müftüsünün idamlara ses çıkarmayan tavrı ise tepki çekiyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.