Nebevi Hayat Dergisi 20. sayı (2014)

Page 1


İmam Buhari Vakıf Merkezinde,

   

Hatimle Teheccüd Namazı kılınacaktır.

Tarih: 15 - 24 Temmuz arasında 10 Gün olacak programda, her gece 3 cüz okunacak Kadir Gecesi (24 Temmuz) sonunda hatim tamamlanacaktır Kesin tarih Hilâle göre ayarlanacaktır Program Erkeklere Yöneliktir.

29 Temmuz Salı (Bayramın 2. Günü) Vakıfımızda, Öğlen Namazına Müteakiben Bayramlaşma Yapılacaktır. Program Erkeklere Yönel�kt�r


YETİME KEFİL OL v) . a (s.

PEYGAMBER e

KOMŞU OL

SPONSORLUK BEDELİ/AYLIK

90

Her gün binlerce çocuğun yetim kaldığı dünyamızda ayda 90 lira ile bir yetim çocuğa destek verebilir, ona umut olabilirsiniz.

www.imambuharivakfi.org

0507

633 42 20

0212

550 63 77

İMAM BUHARİ Eğitim ve Araştırma Vakfı Hesap No: 7885000-2 Şube: Yenibosna


rhan

YIL: 2 Sayı: 20 Fiyatı: 6 TL

İÇİNDEKİLER

Sahibi İmam Buhari Vakfı İktisadi İşletmeler Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük

DÜNYANIN DÜNYEVİLEŞME GENÇLİĞİ VE HAKİKATİ NİMET BİLMEK DÜNYEVİLEŞVE ALLAH MEYE KATINDAKİ GÖTÜREN DEĞERİ

Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz

Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63 Abone Şartları 2014 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 70 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Haziran 2014 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

VERMİŞ GENÇLER!

SEBEPLER

Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63)

Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş

TARİHE YÖN

Mahmut Varhan

27 28 30 32 36

4

Hakan Sarıküçük

12

Mustafa Tatlı

20

Said Özdemir

KİTAPLIK: GENÇLERE 50 NASİHAT - KÜRESELLEŞME VE MÜSLÜMANLAR TERBİYE NESLİ Said Ramazan Aycil GENÇLİĞİN İMANINI ÖZENTİ İLE ÇALDILAR Muhammed Ali Mücahid İNSAN YETİŞTİRME SORUMLULUĞUMUZ Zafer Mert MÜBTELA OLDUĞUMUZ DÜNYEVİLEŞME HASTALIĞI VE YARI KEFENLİ BİR ŞEHİT GENÇ: MUS’AB B. UMEYR Ali Yücel

41 43 48 52 54

ŞEYTANA UYARI Derya Fıçıcı SİZ HALA DÜNYEVİLEŞMEYENLERDEN GÜNDEME BAKIŞ MİSİNİZ? Nedim Bal GEMİLERİ YAKTIRAN ENDÜLÜS FATİH’İ: TARIK BİN ZİYAD Hüseyin Kalender İMTİHANIN BİR PARÇASI: ÇOCUKLARIMIZ Halime Yılmaz MÜ’MİN ERKEKLER VE MÜ’MİN KADINLAR BAKIŞLARINI HARAMDAN SAKINDIRSINLAR Ebubekir Eren

58 60 64

HALİFELİĞİN KALDIRILMASINA YÖNELİK KANUN MADDELERİ DÜNYA’DAN HABERLER Emrah Seven Sizden Gelenler Gökhan Akkuş - Ümit Şit - Rumeysa Eser

24


H

amd, “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin” buyuran yüce Rabbimize, salatu selamların en güzeli “Ramazan geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır, şeytanlar zincire vurulur” buyuran efendimize, ailesine, sahabelerine ve onların nurlu yolunu takip eden müminlere olsun. Rabbimize hamdu senalar olsun ki on bir ayın sultanı, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu nar-ı cahîmden azat olma ayı olan Ramazan ayına tekrar kavuştuk. Ramazan ibadetleri ile imanlarımızı artıran, yemek ve içmekten uzak durmak ile irademizi güçlendiren, zekât, fitre ve sadakalar ile toplumsal yardımlaşmayı sağlayan mübarek bir aydır. Ramazan iftarları, teravihleri, sahurları ile ibadetin coşkusu gönüllere, sokaklara yayılır. Sahur ile evlere hayır ve bereket taşınır. Okunan hatim ve mukabeleler manen bizleri besler.

Ramazan ayı tüm müminler için imanlarını kuvvetlendirme zamanıdır. Allah’a kulluk ve davet yolunda yürüyen müminlerin, bu zaman dilimini ganimet bilerek, en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmalıdırlar. Özellikle haramların alenen işlendiği, insanların utanmadan sıkılmadan Ramazan ayında açıktan yemek yediği, lokantaların çalıştığı, sözüm ona muhafazakâr denilen esnafların bile lokanta ve kafeteryalarını çalıştırdığı asrımızda kendimizi yenilemek ve haramların saldırısından muhafaza edebilmek için zikir, teravihler, teheccüt namazı, Kur’an tilaveti gibi ibadetlerle kalplerimizi arındırmalıyız. Rabbimizin Hz. Peygambere hitaben “(Namaz kılmak ve ibadet etmek için) gece kalk; ancak birazı müstesna.” (Müzzemmil, 2) diye emretmesi ve peşinden “Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil, 5) buyurması bu ağır yükün altına girecek olan kişilerin önce ibadetle kendilerini hazırlamaları gerektiğini vurgulamaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de hayır kervanının öncüleri ve yolcuları ibadet ile imanlarını kuvvetlendirenler olacaklardır. Aksi ise hem dünyada hem de ahirette hüsrandır. Değerli Kardeşler, Maalesef bir Ramazan ayına daha İslam âlemi işgal altında giriyoruz. İslam coğrafyası bir baştan diğer başa kadar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ifadesi ile aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi diğer milletler de İslam âlemine çöreklenmiş durumdalar. Kardeşlerimizi hem maddi hem de manevi olarak sömürmekteler. Ramazan ayında yapmamız gereken en önemli işlerden bir tanesi de bu mazlum kardeşlerimizi korumak, kollamak onların dertleriyle hemhal olmak olmalıdır. İslam âlemi zulüm altında iken, dul kadınların, yetim çocuklarımızın sayısının dahi net olarak bilinmediği günümüzde Ramazan ayı yalnız kendi dünyamızda yaşadığımız bir ibadet, bir neşe, bir sevinç olarak kalmamalıdır. “Müslümanın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” ilahi düsturu ile hareket edip Ramazanın bereketini ve güzelliklerini zor durumda olan kardeşlerimize de ulaştırmak için mücadele etmeliyiz. İftar sofralarından başlamak üzere, zekât, fitre ve sadakalarımızdan muhakkak kardeşlerimize pay ayırmalıyız ki Rabbim eksikliğimizi, acizliğimizi, tembelliğimizi bu rahmet ayı vesilesiyle bağışlasın, bize mağfiret eylesin. Aramızdaki muhabbeti, iyilik ve takva üzerine yardımlaşma ve dayanışma ruhunu daha da güçlendirmeli, kırgın gönülleri barıştırmalı elimizi ve gönlümüzü uzanabileceğimiz herkese açmalıyız. Değerli Kardeşler, Son dönemlerde Ramazan ayı da popüler kültürün saldırılarından nasibini almış ibadet ayı olmaktan çıkmış bir nevi eğlence ayına dönüştürülmüştür. Feshane eğlenceleri, karagöz oyunları, gece yarılarına kadar süren eğlenceler ne ibadete, ne tefekküre yer bırakmamaktadırlar. Bu yanlış eğlence kültüründen de uzak durarak ibadetlerimize yoğunluk göstermeye çalışmalıyız. Ramazan ayının tüm İslâm âlemine bereketler ve hayırlar getirmesini diliyor, Mübarek Ramazan Bayramınızı şimdiden tebrik ediyoruz. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duası ile.


Kapak Dosya

DÜNYANIN HAKİKATİ VE ALLAH KATINDAKİ DEĞERİ

D Mutlak olarak dünya iyidir ve övülmeye layıktır denilemeyeceği gibi, mutlak olarak dünya kötüdür ve yerilmeye şayandır da denilemez. Fakat dünyanın farklı yönleri vardır ki, bu yönlerden bazıları övülmeye layık iken; diğer bazıları da yerilmeye şayandır. Genel olarak şunu söyleyebiliriz ki: Eğer dünya, insanın yüce Mevlâ'sına yakınlaşmasına vesile olursa; bu durumda dünya övülmeye layık olur. Şayet dünya, insanın yüce Mevlâ'sından uzaklaşmasına sebep olursa; bu halde de dünya, yerilmesi gereken mezmûm bir meta' olur.

4

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

ünyayı semâvat ile birlikte altı günde yaratan ve Benî Âdem’i dünyada halife kılan Allahu Teâlâ’ya hamd ederiz. Dünyayı esmâ ve sıfat’ı ilâhiyenin tecelligâhı ve ahiretin fidanlık tarlası olarak kabul eden ve bu anlayışla hayatını sadece Allah için yaşayan Efendiler Efendisi Peygamber Efendimiz’e, onun âline, ashabına ve ihsan ile onlara tâbi olan tüm mü’minlere salât ve selam olsun. Biz bu makalemizde Kur’an ve sünnetin ışığında dünyanın, Allahu Teâlâ’nın katındaki değerini ve dolayısıyla bir mü’minin nazarındaki yerini açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. İsabet ettiğimiz hususlar Allah Azze ve Celle’nin fazlından, yanıldığımız ve hata ettiğimiz hususlar da bizim nefsimizden olup, Allah ve Rasûlü ondan berîdir. Mühim Bir Kaide: Evvelâ şunu beyan edelim ki: Mutlak olarak dünya iyidir ve övülmeye layıktır denilemeyeceği gibi, mutlak olarak dünya kötüdür ve yerilmeye şayandır da denilemez. Fakat dünyanın farklı yönleri vardır ki, bu yönlerden bazıları övülmeye layık iken; diğer bazıları da yerilmeye şayandır. Genel olarak şunu söyleyebiliriz ki: Eğer dünya, insanın yüce Mevlâ’sına yakınlaşmasına vesile olursa; bu durumda dünya övülmeye layık olur. Şayet dünya, insanın yüce Mevlâ’sından uzaklaş-


I MAHMUT VARHAN masına sebep olursa; bu halde de dünya, yerilmesi gereken mezmûm bir meta’ olur. Bu hususu daha iyi açıklığa kavuşturmak için dünyanın üç yüzünden bahsetmemiz yerinde olacaktır. Bu üç yönden birincisi âriflerin dünyası, ikincisi ahiret ehlinin dünyası ve üçüncüsü de dünya ehlinin dünyasıdır. Bu dünyalar hakikat itibariyle birbirlerinden çok farklı olsalar da müte-

Kur’an-ı Kerim’e ve sünnet’i seniyyeye baktığımız zaman, bütün kâinatın ve özellikle de dünyanın, ilâhî ma’rifetin en büyük kapısı olduğunu görürüz. Bu açıdan bakıldığında dünya çok büyük

dâhil/iç içe olan daireler gibi birbirlerine yakın ol-

bir ehemmiyeti hâizdir. Zira dünyadaki

duklarından birinden diğerine geçmek her zaman

zerreler sayısınca, ilâhî ma’rifete pen-

mümkündür. Meşhur Hanzala hadisinde geçtiği

cereler açılmıştır. Kâinattaki ve şu dün-

üzere âriflerin derecesinden birden ahiret ehlinin dünyasına ve hatta bazen de dünya ehlinin dünyasına düşmek, bir saat o dairede iken diğer bir saati bu dairede geçirmek mümkündür. Bazen de durum bunun tam aksine cereyân eder ve alttaki

yamızdaki her şey, Allah’ın esmâ ve sıfatının ma’kesi ve tecelligâhıdır. Bu itibarla her zerre ve her varlık Rabbimizi bize tanıtan bir delil, bir bürhan ve

daireden üstteki daireye geçiş sağlanır. Bütün bu

bir şahittir. Bütün kâinat ve hassaten

iniş-çıkışlar çift yönlü olan insan fıtratının birer

şu dünyamız Allah Azze ve Celle’nin

gereğidir. Çünkü insan, melekle hayvan arası bir

ilim, irade, kudret, hayat, rahmet,

fıtrata sahiptir. Dünyanın ilk iki yüzü, melekiyet yönleri galip olan salihlerin daireleri iken; üçüncü yüzü ise, hayvaniyet yönleri galip olan facirlerin, fasıkların ve kâfirlerin dairesidir. Şimdi de bu farklı dünyaların mahiyetini ve haki-

azamet, izzet ve diğer bütün celâl ve cemâl sıfatlarının teşhir edilip tanıtıldığı bir sergi ve müşahede edilerek okunduğu bir büyük kitaptır.

katini biraz tafsilatlı ele almaya çalışalım:

Âriflerin Dünyası Kur’an-ı Kerim’e ve sünnet’i seniyyeye baktığımız zaman, bütün kâinatın ve özellikle de dünyanın, ilâhî ma’rifetin en büyük kapısı olduğunu görürüz. Bu açıdan bakıldığında dünya çok büyük bir ehemmiyeti hâizdir. Zira dünyadaki zerreler sayısınca, ilâhî ma’rifete pencereler açılmıştır. Kâinattaki ve şu dünyamızdaki her şey, Allah’ın esmâ ve sıfatının ma’kesi ve tecelligâhıdır. Bu itibarla her zerre ve her varlık Rabbimizi bize tanıtan bir delil, bir bürhan ve bir şahittir. Bütün kâinat ve hassaten şu dünyamız Allah Azze ve Celle’nin ilim, irade, kudret, hayat, rahmet, azamet, izzet ve diğer bütün celâl ve cemâl sıfatlarının teşhir edilip tanıtıldığı bir sergi ve müşahede edilerek okunduğu bir büyük kitaptır.

İşte ârifler, bütün kâinata ve şu dünyamızdaki her şeye ve her olaya Allah’ın isimleri ve sıfatları penceresinden bakarlar. Böylece her bir şey onlara Mevlâ’larını tanıtan bir muallim oluverir. Bu müşahede neticesinde kalpleri Allah’ın ma’rifeti, muhabbeti ve mehâfeti ile dolup taşar ve artık onların tek gayesi, bu kâinat sarayının sahibinin rızasına nâil olmak olur. Kur’an-ı Kerim’de semâvata, yıldızlara, bulutlara, hayat bahşeden yağmurlara, yerden fışkırıp kaynayan pınarlara, nehirlere, çeşit çeşit mahlûkatın ve türlü hayret verici olayların mahzeni ve yeri olan denizlere, türlü türlü meyvelere, bitkilere, ağaçlara, çok farklı yönleri bulunan fakat temel âzaları aynı olan insanlara ve hayvanlara ve daha sayılamayacak kadar çok varlıklara dikkat çekilmesinin en önemli sebebi de budur. Allahu Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de bulunan bu türŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

5


MAHMUT VARHAN I

“İlâhınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O Rahman’dır, Rahim’dir. Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlar için faydalı şeylerle denizlerde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip ölümünden sonra onunla yeryüzünü dirilttiği suda ve orada her çeşit canlıyı üretip yaymasında, rüzgârları estirişinde ve gökle yer arasında boyun eğdirilmiş olan bulutlarda aklını kullanan bir topluluk için nice ayetler vardır. İnsanlar içinde Allah’tan başkasını (Allah’a) denk tutan kimseler de vardır. Onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a sevgisi ise çok daha sağlamdır.” (Bakara; 163-165) deki metluv/okunan ayetlerinin en güzel tefsiri de yüce Mevlâ’nın kâinata serpiştirmiş olduğu bu meşhûd/gözlemlenen ayetleridir. Böylece Allah’ın kelam sıfatından gelen yüce Kitab’ını, yine Allah’ın ilim, irade, kudret ve diğer sıfatlarının eseri olan kâinat kitabı tefsir etmektedir. İşte Allah’ı tanıyan ârifler, kâinata ve şu dünyamıza bu pencereden bakarlar. Böyle bakınca da kâinattaki her bir zerre onların ma’rifetlerini, Allah’a olan imanlarını ve haşyetlerini arttıran bir bürhan ve delil olur. Şu dünyamızdaki her zerrenin ve her bir şeyin elmas misal bir kıymeti hâiz bulunduğu buradan rahatlıkla anlaşılır. Fakat insanların çoğu bundan gafildirler. Nitekim yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlar bunlardan (ibret almaksızın) yüz çevirerek üzerlerinde (düşünmede)n geçer giderler. Onların çoğu şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.” (Yûsuf; 105- 106) Şimdi de bu meyanda Kur’an-ı Kerim’de bulunan yüzlerce örnekten sadece dört tanesini arz edelim:

6

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

Birinci örnek: “Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında, elbette akıl sahipleri için deliller vardır. Onlar ki, ayakta iken, otururken ve yanları üstünde (yatar) iken daima Allah’ı anar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler): “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!” (Âl-i İmrân; 190-191) Görüldüğü gibi büyük bir hakikat ve hikmet üzerinde kurulmuş bulunan gökler ve yer hakkında tefekkür etmek, bu akıl sahibi olan âriflerin kalplerini haşyet ve korku ile doldurmuştur. Bunun etkisiyle hemen cemâlini ve celâlini müşahede ettikleri Mevlâ’larını zikretmiş, O’nu tenzih etmiş ve cehennem azabından O’na sığınmışlardır. İkinci örnek: “İlâhınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O Rahman’dır, Rahim’dir. Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlar için faydalı şeylerle denizlerde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip ölümünden sonra onunla yeryüzünü dirilttiği suda ve orada her çeşit canlıyı üretip yaymasında, rüzgârları estirişinde ve gökle yer arasında boyun eğdirilmiş olan bulutlarda aklını kullanan bir topluluk için nice ayetler vardır. İnsanlar içinde Allah’tan başkasını (Allah’a) denk tutan kimseler de vardır. Onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a sevgisi ise çok daha sağlamdır.” (Bakara; 163-165) Bu ayetler dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, ilk ayet’i kerimede Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ulûhiyeti tescil edilmiş; ikinci ayet’i kerimede Allah’ın tek bir ilâh olduğunun kevnî delilleri serdedilmiştir. Birinci ayette Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatları vurgulandığından dolayı, ikinci ayette serdedilen deliller de daha çok cemâlî sıfatların tecelligâhı olan rahmet bürhanlarıdır. Üçüncü ayette ise bu rahmet bürhanlarını müşahede etmeyen ve bu serdedilen delillerdeki ilâhi rahmeti göremeyen aklı körelmiş insanların, başka nesneleri Allah’a denk tuttukları ve ancak Allah’ın sevilmesi gerektiği şekilde bu nesneleri sevdikleri ve onlara bağlanıp kulluk ettikleri vurgulanmıştır. En son olarak da bu kevnî delillerin


I MAHMUT VARHAN renkleri farklı meyveler çıkardık. Dağlardan beyaz, kırmızı, çeşitli renklerde ve son derece siyah yollar (yaptık). İnsanlardan yerde yürüyen hayvanlardan ve davarlardan da bunun gibi çeşitli renklerde olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak âlimler korkar. Şüphesiz Allah Aziz’dir, Ğafûr’dur.” (Fatır; 27-28)

üzerindeki ilâhî rahmetin mühürlerini gören ve bütün bunların, Rahman ve Rahîm olan Allah’ın lütufları, ikram ve ihsanları olduğunu müşahede eden özlü akıl sahibi olan mü’minlerin Allah’a olan muhabbetlerinin ne denli köklü ve kuvvetli olduğu belirtilmiştir. Bu da gösteriyor ki, kalbi Allah’ın muhabbeti ile ma’mur etmenin vesilelerinden biri de şu dünyamızın Rahmanî bir ziyafet sofrası olduğunu müşahede etmektir. Üçüncü örnek: “Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiklerine ve yerin nasıl yayılıp döşendiğine? Artık sen hatırlat! Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olan bir zorba değilsin.” (Ğâşiye; 17-22) Bu ayet’i kerimeler şunu ifade etmektedir: Bu kevnî ayetlerin üzerinde tefekkür etmek ve bunların üstünde bulunan Allah’ın celâl ve cemâl sıfatlarının mührünü görmek; Hazreti Peygamber’in getirdiği, bu kâinatın üzerinde kurulmuş olduğu en büyük hakikat olan tevhid hakikatini anlamaya ve iyice kavrayıp kalben özümsemeye vesile olacaktır. Yoksa basireti körelmiş, aklı gözüne hapsedilmiş olan kimselerin hakikatsiz kalplerine bu büyük hakikat zorla yerleştirilecek değildir. Aksi halde kendisine layık olmayan bir yere konulacağı için bu büyük hakikate büyük bir zulüm olur. Bu, altın, inci ve yakut gibi en değerli hazineleri domuzlara gerdanlık yapmak veya çöplüğe atmak gibi hikmete aykırı bir zulümdür. Dördüncü örnek: “Allah’ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Biz onunla çeşitli türden,

Görüldüğü gibi ayet’i kerime suyun gökten indirilmesi, bununla da çeşitli türlerde ve farklı renklerde meyvelerin çıkarılması, yer biliminin konusu olan farklı renklerde dağların varedilmesi ve aynı şekilde canlılar ilminin konusu olan insan ve hayvanların farklı renklerde yaratılması ayetlerini zikrettikten sonra; “Kulları arasında Allah’tan ancak âlimler korkar” ifadesine yer vermektedir. Bundan da şunu anlamaktayız ki, Allah’tan hakkıyla korkan ve kalpleri Allah’ın haşyetiyle dolu olan bu âlimler; kâinatı Allah’ın sıfatlarının ışığında okumakta ve Allah’ın ilminin, iradesinin, kudretinin, azametinin, rahmetinin, cemâl ve celâl sıfatlarının kâinat sayfalarında resmedilişini müşahede etmektedirler. Böylece Kur’an-ı Kerim’den okuyup öğrendikleri Allah’ın Esmâ-i Hüsnâ’sını ve kemâl sıfatlarını kâinatın sayfalarında ve şu dünyamızın manzaralarında izlemektedirler. Bunun neticesinde ma’rifetleri kemâle ermekte ve Rabb’lerini bilip tanımaları ilme’l-yakin derecesinden ayne’l-yakin derecesine çıkarak kalpleri sükûnete ve itmi’nana kavuşmaktadır. Allah’ın azamet ve celâlini bu şekilde bilip kavrayınca da kalpleri O’nun korkusu ve haşyetiyle dolmaktadır. Çünkü insan Allah’ı ne kadar bilip tanırsa O’ndan o oranda korkar. Nitekim İbni Abbas radıyallahu anhuma yukarıda geçen ayeti şöyle tefsir etmektedir: “Allahu Teâlâ burada şunu kasdetmektedir: “Ben’den ancak, Ben’im azametimi, izzetimi, celâl ve saltanatımı bilen kimse hakkıyla korkar.”1 Hülasa: Dünyanın bu yüzü tamamen parlak ve güzeldir. Her zerresi büyük bir kıymet ve ehemmiyeti hâizdir. Zira Allah’ın celâl ve cemâl sıfatlarına ayinedarlık yapmaktadır. Bütün kâinattaki ve cennetteki güzelliklerin, cemâlinin eseri olan Zât’ı Kibriyâ’nın ayinesi elbette nûranî ve parlak olur ve el-Cemil’in cemâlini gösteren elbette güzel olur. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

7


MAHMUT VARHAN I

Bir adam Ebû Zer radıyallahu anhu’nun evine girer, gözünü evde gezdirdikten sonra: “Ey Ebû Zer, eşyalarınız nerede?” diye sorar. Ebû Zer ona şöyle cevap verir: “Bizim başka bir evimiz var, eşyalarımızı oraya gönderiyoruz.” Bu defa adam: “Sen burada olduğun sürece, bir takım eşyalarının bulunması gereklidir” deyince; Ebû Zer ona şöyle dedi: “Ev sahibi, bizi burada bırakmıyor (Ne zaman bizi buradan çıkaracağı belli değildir).” Ahiret Ehlinin Dünyası Bu irfanla kalplerine haşyet dolan salih kulların dünya telakkileri de ahirete endekslidir. Onlara göre sonsuz cennet nimetlerinin kazanıldığı yer bu dünyadır. Bu dünya ahiretin mezraası ve fidanlık tarlasıdır. Burada dünya tarlasına ne ekilirse, ahirette ancak o hasat edilir. Bu salih kulların bütün himmetleri, bu dünyada kendilerine verilen sınırlı zamanı ve bütün imkânları güzel bir şekilde değerlendirerek ahiretteki ebedi nimetleri kazanmaktır. Onlar asla şu fâni ve geçici dünya için bâki ve sonsuz olan cenneti heba etmez, aksine bu fâni dünyayı bâki olan cenneti kazanma vesilesi yaparlar. Nitekim Hz. Ali radıyallahu anhu şöyle demektedir: “Şüphesiz ki dünya arkasını dönüp gitmekte, ahiret ise bize yönelip gelmektedir. Bu ikisinden her birinin evlatları bulunmaktadır. Sizler ahiretin evlatları olun, sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün hesabın olmadığı amel günüdür. Yarın ise amelin olmayacağı hesap günü olacaktır.” Burada dikkat çekildiği üzere ahiretin evlatları/ehli olan kimseler, bu dünyayı ahiret için amel ederek yaşarlar. Bir adam Ebû Zer radıyallahu anhu’nun evine girer, gözünü evde gezdirdikten sonra: “Ey Ebû Zer, eşyalarınız nerede?” diye sorar. Ebû Zer ona şöyle cevap verir: “Bizim başka bir evimiz var,

8

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

eşyalarımızı oraya gönderiyoruz.” Bu defa adam: “Sen burada olduğun sürece, bir takım eşyalarının bulunması gereklidir” deyince; Ebû Zer ona şöyle dedi: “Ev sahibi, bizi burada bırakmıyor (Ne zaman bizi buradan çıkaracağı belli değildir).” Abdullah ibni Mes’ud radıyallahu anhu dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasırın üzerinde yatmıştı da hasır onun böğründe iz çıkarmıştı. Biz: “Ey Allah’ın elçisi, sana yumuşak bir yatak hazırlasak!” dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Benim dünyayla ne işim olabilir! Ben dünyada ancak bir yolcu gibiyim ki, bir ağacın altında gölgelenir sonra da o ağacı bırakıp gider/yoluna devam eder.”2 Kendisini bir yolcu olarak telakki eden ve ancak yeterli derecede rızık ile iktifa eden Efendiler Efendisi, esen rüzgârlardan daha cömert olup, Allah’ın kendisine verdiği her şeyi Allah’ın kullarına dağıtıyordu. Yine Abdullah ibni Ömer’in anlattığına göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun omuzlarından tutmuş ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet et.”3 “Dünyada, gurbetteki bir kimse gibi yada bir yolcu gibi ol.”4 “Ve kendini (daha dünyada yaşarken) kabir ehlinden kabul et.”5 İbn Ömer de şöyle demekteydi: “Akşamladığın zaman sabahı bekleme, sabaha erdiğin zaman da akşamı bekleme. Sıhhatli olduğun zaman da hastalık zamanı için, hayatında da ölüm anın için amel et.”6 Nitekim Abdullah ibni Ömer ve diğer pek çok sahabe zengin oldukları halde fakirler gibi yaşamışlar ve ellerindeki bütün imkanları Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak için seferber etmişlerdir. Selef-i salihinden bir çok kimsenin durumu da bu şekildeydi. Dünyaya bu nazarla bakan ve dünya hayatını bu şekilde yaşayan kimselerin, helal yollardan elde edilmiş ve hakları ödenen dünyevi imkanlara sahip olmalarında hiç bir sakınca yoktur. Allah’ın helal kıldığı yollardan kazanılan, hakları ödenen, Allah’ın yolunda ve O’nun rızasını kazanmak için infak edilerek Allah azze ve celle’ye yaklaşma vesilesi olan bir mal; övülmeye değer bir maldır. Nitekim Allah Teâla pek çok ayet-i kerimede malla-


I MAHMUT VARHAN rını Allah yolunda infak eden ve malları ile cihad edenleri övmüş ve onlara çok büyük bir değer vermiştir. Malı Allah yolunda infak edebilmek için onu kazanmak gerektiği aşikardır. Dolaysıyla bu gibi kimselerin mal kazanmaları ve dünyevi imkanlara sahip olmaları övülmeye şayandır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Üstteki el, alttaki elden daha hayırlıdır. Üstteki el, veren el; alttaki el ise, isteyen eldir.”7 Diğer bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Salih bir kişinin elinde bulunan iyi (helal ve faydalı) bi mal ne kadar da güzeldir!”8 Rıza-i Bâri’yi ve cennet-i âlâ’yı kazanmaya vesile olan bir dünyanın ne kadar kıymetli ve ne derece büyük bir ehemmiyete haiz olduğunu açıklamaya gerek bile yoktur. Bu hususta İbn Kudâme el-Makdisî’nin şu vasiyyetini kaydetmemiz yeterlidir: “Allah sana rahmet eylesin, değerli hayatını ganimet bil ve aziz vakitlerini zayi olmaktan muhafaza et. Bilesin ki, hayatının müddeti sınırlı ve nefeslerin sayılıdır. Her bir nefesinle senin bir parçan eksilmektedir. Bütün ömür kısa olduğu halde, ömrün kalanı iyice azdır. Senin ömründen her bir cüz’ü, paha biçilemez derecede değerli bir mücevherdir. Zayi olursa, onun yerini tutabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü şu kısacık dünya hayatı ile ya nimetler içinde veya acı verici bir azabın içinde geçecek ebedi bir hayat elde edilecektir. Şayet sen şu hayatını sonsuz ve ebedi olan ahiret hayatı ile karşılaştıracak olursan; her bir nefesinin, sınırsız ebedi nimetler içersinde veya bunun zıddı bir yerde geçecek olan binlerce seneye mukabil olduğunu göreceksin. Bu kadar değerli bir şeye asla bir değer biçilemez. Bundan dolayı ömrünün bu çok değerli mücevherlerinin amelsiz geçmesine ve karşılıksız heba olmasına sakın müsade etme. Nefeslerinden her birinin bir taâti işlemekle veya kendisiyle Allah’a yaklaşacağın bir ibadeti yapmakla geçmesine özen göster. Zira eğer senin yanında dünya mücevherlerinden birisi olup da kaybolup gitseydi, sen onun için şiddetli bir şekilde mahzun olurdun. Hatta senin bir dinarın kaybolsa, seni ne derece üzer! Böyleyken nasıl olur da sen saatlerin ve vakitlerin hususunda ku-

surlu davranırsın! Nasıl olur da karşılıksız heba olup giden ömrün için mahzun olmazsın!”9

Ehl-i Dünyanın Dünyası Dünyanın üçüncü bir yüzü de vardır ki, bu da dünya ehlinin baktıkları karanlık yüzüdür. Yukarıda açıklanan ilahi irfandan mahrum olan cahillerin dünyasıdır. İşte zemmedilen, değersiz kabul edilen ve gerçekten fani ve zararlı olan; dünyanın bu yönüdür. Dünyanın bu yüzü, insanların dünyevileşerek Allah’tan uzaklaştıkları ve gerçek düşmanları olan şeytanlara râm olup cehenneme aktıkları bir nehir gibidir. Dünyanın bu yüzü küfür, şirk, cehalet, dalalet, bidat ve hurafeler bataklığıdır. Dünyanın bu yüzünde masiyet, lehviyyat, kibir, kendini beğenme, hased, haksız rekabet, oyun ve eğlence karanlıkları vardır. Bu dünyadaki dünyevi imkânlar ve mal, Allah’ın haram kıldığı yollardan elde edilmiş; bu imkânların sahipleri, ellerindeki imkânlar sebebiyle Allah’a itaat etmekten uzaklaşarak bu imkânlarını Allah’a isyan etmek de seferber etmişlerdir. Dünyanın bu yüzünde Allah azze ve celle’nin insanlara yüklediği mali sorumluluklar tamamen unutulmuş, mal sahipleri adeta Karunvâri bir şekilde malları ile böbürlenme ve tuğyan yarışına girmişlerdir. Hülasa dünyanın bu yüzü, bütün yönleri ile müşahede ettiğimiz ehl-i dünyanın karanlık dünyalarıdır. İşte Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye naslarında ve selef-i salihinin sözlerinde yerilen, zemmedilen, lanetlenen ve değersiz bir meta’ kabul edilen; dünyanın bu yüzüdür. Şimdi de dünyanın bu yönü hakkında varid olan bazı ayet ve hadis meallerini kaydedelim: Ehl-i dünya ile ehl-i ukbânın mukayesesi: “Şüphesiz ki Allah, iman edip salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kâfirler ise, onlar faydalanırlar ve davarların yediği gibi yerler; kalacakları yerleri ise ateştir onların.” (Muhammed; 12) Ahiret ehli olan müminlerin bu dünyadaki himmetleri, salih ameller işlemek için; ehl-i dünya olan kâfirlerin himmetleri ise hayvanlar gibi yemek, içmek ve eğlenmektir. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

9


MAHMUT VARHAN I

Ehl-i dünya ile ehl-i ukbânın mukayesesi: “Şüphesiz ki Allah, iman edip salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kâfirler ise, onlar faydalanırlar ve davarların yediği gibi yerler; kalacakları yerleri ise ateştir onların.” (Muhammed; 12) Ahiret ehli olan müminlerin bu dünyadaki himmetleri, salih ameller işlemek için; ehl-i dünya olan kâfirlerin himmetleri ise hayvanlar gibi yemek, içmek ve eğlenmektir. Dünya hayatı ile ahiretin mukayesesi: “Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak bir geçimliktir. Ahiret ise, doğrusu asıl kalınacak yurdun ta kendisidir.” (Mü’min; 39) “Bu dünya hayatı, bir eğlenceden ve bir oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise; asıl hayat yurdu işte orasıdır. Bir bilmiş olsalardı!” (Ankebut; 64) “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir övünüştür, mallarda ve evlatta –çokluklarıyla- bir yarıştır. (Bunlar) ekini, ekincilerin hoşuna giden yağmur gibidir. Sonra o ekin gürleşir de arkasından sen onu sararmış görürsün. Sonra da o, ufak çer-çöp olur. Ahirette ise, şiddetli bir azap da vardır; Allah’tan bir mağfiret ve rıza da vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadid; 20) İşte hakikati böyle bir aldanış, fenâ, geçici bir serap ve tatlı bir hülyadan ibaret olan dünya hayatını severek ve isteyerek ahirete tercih edenler kâfirlerdir: “(Uğrayacakları) şiddetli azaptan dolayı, vay o kâfirlerin haline! Onlar dünya hayatını severek ahirete tercih ederler...” (İbrahim; 2-3) Vâ esefâ ki, kendilerine müslüman diyen insanların çoğunluğu da bu hususta kâfirlere benzeyerek, dünya hayatını bilerek ve severek ahirete tercih etmişlerdir. Hz. Peygamber aleyhisselam’ın bizim için en çok korktuğu şey de budur zaten: Ebu Said el-Hudri

10

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Benim sizin hakkınızda en çok korktuğum husus(lardan biri de), Allah’ın sizin için ortaya çıkarcağı dünya nimetleri ve süsleridir.” Hadisin sonunda bize şöyle bir ölçü koymaktadır: “Her kim bu dünya nimetlerini hak ederek alır ve hak ettiği şekilde değerlendirirse, o ne güzel yardımcı olur! Fakat kim de onu haksız yere sahiplenirse, işte o da yiyip doymayan (ve helak olup giden) kimse gibidir.”10 Dünya nimetleri, bu ümmetin fitne ve imtihanıdır: Ka’b b. İyâz dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Her ümmetin bir fitnesi vardır; benim ümmetimin fitnesi de maldır.”11 Allah’tan ve O’nun dininden uzaklaşmaya sebep olan dünya nimetleri lanetlenmiştir: Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Dünya lanetlenmiştir. Dünyanın içinde bulunanlar da... Ancak Allah’ın zikri, buna yakın olan hususlar, âlim ve ilim öğrenenler bunun dışındadır.”12 Dünya sevgisi, her türlü günahın ve helakın sebebidir: Hasan-ı Basri Rahimehullah şöyle demektedir: “Bütün hataların başı ve sebebi, dünya sevgisidir.”13 Müminleri, Allah’a ve Rasulüne itaat etmekten ve Allah yolunda cihad etmekten engelleyip uzaklaştıran en büyük sebep de yine dünyanın çeşitli bağları ve zincirleridir: “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (soy ve sopunuz), elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Rasulü’nden ve O’nun yolundaki cihaddan daha sevimli ise; o halde Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24) İşte fertlerin ve toplumların gerçek hastalığı ve onların helakına sebep olan kanser bu dünya sevgisidir: Ebu Musa el-Eş’ari dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Dinar (altın) ve dirhem (gümüş) sizden öncekileri helak ettikleri gibi; sizi de helak edeceklerdir.”14 Ka’b b. Mâlik el-Ensâri dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Bir koyun sürüsüne salınan


I MAHMUT VARHAN aç iki kurt, kişinin mal ve şeref (üstünlük) hırsının dinine zarar verdiği kadar o koyun sürüsüne zarar veremezler.”15 Hz. Ömer b. Hattâb radıyallahu anhu şöyle demiştir: “Allah Teâlâ hangi kavmin önüne dinar, dirhem, altın ve gümüş hazinelerini serecek olursa; muhakkak onlar birbirlerinin kanlarını döker ve akrabalık bağlarını koparırlar.” Müslümanların mağlubiyet ve hezimetlerinin en büyük sebebi de dünyevileşmeleridir. Nitekim Allah Teâlâ Uhud Savaşında Müslümanların hezimete uğramalarının sebeplerini sayarken şöyle buyurmaktadır: “İçinizden kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu...” (Âl-i İmrân; 152) Peygamber efendimiz de İslam ümmetinin, diğer toplumlar karşısında mağlup olmasının en önemli sebebinin “Vehn” hastalığını beyan etmiş; bu kanseri de “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamak” şeklinde açıklamıştır. Bütün bu tehlikelerine rağmen dünya hayatı süslü ve cazibeli olup insanlara sevdirilmiştir. Âdete gelin libasına bürünmüş bir cadı gibidir. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân; 14) Ebu Said el-Hudri dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki dünya tatlı ve yeşil/çekicidir. Muhakkak Allah sizleri orada halife yapacak ve nasıl iş göreceğinize bakacaktır. Bundan dolayı dünyadan sakının ve kadınlardan sakının.”16 Teessüfle belirtelim ki biz müslümanlar, uyarılmış olduğumuz halde bu uçurumlara yuvarlanmış ve şehvet, şöhret ve servet hastalıkları kanser gibi bütün benliğimizi yakıp kavurmuştur. İşte bütün bunlardan dolayı şu fani olan dünyanın Allah katında hiç bir değeri ve kıymeti yoktur: Câbir b. Abdullah anlatıyor: Bir defasında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Avâli’den gelirken, insanlar iki tarafında dizilmiş oldukları halde Pazar yerinden geçiyordu. Orada bacakları eğri-büğrü (ve kulakları yok denecek kadar kısa) ölü bir oğlak

gördü. O oğlağı aldı ve kulağından tutarak: “Kim bunu bir dirhem karşılığında almak ister?” dedi. Oradakiler “Biz bunu bedava bile almak istemeyiz. Biz bunu ne yapacağız ki? Bu canlı olsaydı bile onun bacaklarının eğri-büğrü olması (ve kulaklarının kısalığı) ayıp olarak onun için yeterli olurdu” dediler. Bunun üzerine efendimiz şöyle buyurdu: “Allah’a kasem ederim ki, dünyanın Allah katındaki değersizliği, bunun sizin yanınızdaki değersizliğinden daha fazladır.”17 Sehl b. Sa’d dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şayet dünyanın Allah katında bir sineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”18 Müstevrid b. Şeddâd dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellam şöyle buyurdu: “Ahiretin yanında dünya, ancak sizden birinin şu parmağını (şehadet parmağını) denize sokup çıkarması halinde üzerinde kalan su gibidir.”19 Son olarak Yahya b. Muâz er-Râzi’nin şu hakikatli sözünü kaydederek makalemizi bitirelim: “Dünya, şeytanın sunduğu şarabıdır. Her kim bu şarabı içerek sarhoş olursa, o bir daha ancak ölüler kampında (kabristanda) kendine gelip ayılır. Fakat pişman olarak zarar edenlerle beraber o da ziyana uğrayacaktır.” Allah Teâlâ bizleri dünyevileşmekten muhafaza buyursun! (Amin)

----------------------------------------------1 Hafız İbni Receb el-Hanbeli, Mecmûu Rasâil: 1/332 2 Tirmizi: 2377. Hasen-Sahih bir hadistir. 3 Hadisin bu kısmını İmam Ahmed, Müsned (2/132)inde Sahih bir senetle rivayet etmiştir. 4 Buhari 6416. 5 Hadisin bu bölümünü, Tirmizi (2486) ziyade etmiştir. İsnadı, hasen li-ğayrihidir. 6 Buhari 6416. 7 Buhari 1427; Müslim 2386. Hakîm b. Hizâm’dan... 8 İmam Ahmed, Müsned 17763. Amr b. el-Âs’dan... Sahih bir hadistir. 9 Abdulfettâh Ebu Ğudde, Kıymetü’z-zamân: 278. 10 Buhari: 1465, 6427; Müslim: 1052. 11İmam Ahmed, Müsned: 17471; Tirmizi: 2336. Sahih bir hadisitir. 12 Tirmizi: 2322; İbn Mâce: 4112. Hasen bir hadistir. 13 Beyhaki, Şuabu’l-imân: 10501 (7/338). İsnadı hasendir. 14 İbn Hibbân: 694. Sahih bir hadistir. 15 Tirmizi: 2376. Hasen sahih bir hadistir. 16 Müslim: 2742. 17 Müslim: 2957; Ebu Davud: 186; Tirmizi: 2320. 18 Tirmizi: 2320; İbn Mâce: 4110. Hasen bir hadistir. 19 Müslim: 2858; Tirmizi: 2324.

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

11


Kapak Dosya

DÜNYEVİLEŞMEYE GÖTÜREN SEBEPLER 1. Ümmetin Hastalığı: Dünyevîleşme

MÜSLÜMAN, INANDIĞI GIBI YAŞAMAYA ÇALIŞMAYIP, YAŞADIĞI GIBI INANMAYA DEVAM EDERSE DÜNYEVILEŞME SÜRECI BAŞLAMIŞ DEMEKTIR.

H

amd, hangimizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak üzere dünyayı bir imtihan alanı kılan Allah’u Teâla’ya, salatuselâm’da,“dünyadan sakının” ve “dünya müminin zindanıdır”şeklindeki ikazlarıyla müminleri irşad eden Rasulullah aleyhisselâm’ın üzerine olsun. Dünyevileşme; Kimilerine göre: “Dinin toplumsal hayat ve bireysel bilinçten iradî veya gayri iradî olarak tecrit edilmesidir.” Kimilerine göre ise de; Toplumun dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilâhî hedefler yerine dünyevî hedeflere yönelmesi olarak da tarif edilmektedir. Dünyevileşme, dini meselelerin gündelik hayattan uzaklaştırılıp öneminin azaltılması, kişinin kendisini dünyanın cazibesine kaptırıp onun esiri olması manasını taşır. Diğer bir ifade ile dinin, gündelik hayattaki tesirini ve yerini azaltma, sınırlama, yaşadığı hayat tarzına dini müdahale ettirmeme anlamına da gelir. İnsanın ilgisini ve dikkatini yalnız ve yalnız dünyaya çevirmesi, zevk ve sefaya düşkünlük, rahatın peşinde koşmak da dünyevileşmenin belirtileridir. Dünyevileşme, Sekülerleşme ve laikleşmenin başlangıç evresidir. Tedbir alınmadığı takdirde, daha ileri aşaması olan sekülerleşmeye ve daha da ileri aşaması olan laikleşmeye doğru yol alacaktır. Müslümanın zihin dünyasında bir anlık dalgınlık ve gaflet hali olarak ortaya çıkan, Allah’ı ve ahiret

12

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


I HAKAN SARIKÜÇÜK gününü unutma ile mala mülke, makam ve mevkiye olan sevgisinin tutkuya doğru yönelmesi halidir. Esas dünyevileşme, dünyanın ne için var olduğunu, gerçek mahiyetinin ne olduğunu kavrayamamadır. Çünkü dünyanın kaybedilmesi ahiretin de kaybedilmesi sonucunu meydana getirir. Dinî-dünyevî diye bir ayrıma gidildiğinde iki yönde de bir aşırılık söz konusu olduğundan ya dünyadan yüz çevirme veya dünyaya yönelip ahireti terk etme durumu ortaya çıkar. İşte dünyevileşme denilen şey de budur ve bunun İslâm dininde asla yeri yoktur. Müslüman, inandığı gibi yaşamaya çalışmayıp, yaşadığı gibi inanmaya devam ederse dünyevileşme süreci başlamış demektir. 2. Dünyevileşme Hastalığının En Önemli Sebebi İmanda Zayıflık ve Zafiyettir

Dini naslara kayıtsız kalma ve önemsememek veya lakayt davranmak, ibadetleri geçiştirmek, emir ve nehiylerde vurdumduymazlık, amelsizlik ve daha birçok husus dünyevileşmenin dışa yansıyan tezahürleridir. Müslümanların dünya hayatının gelip geçici olduğunu hatırlarından çıkarmaları, ölümü unutmaları, ölümden sonra hesaba çekileceklerini, malları ve harcadıkları konusunda sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını unutmaları kısacası imani eksiklikleri, müminler için en az kanser kadar tehlikeli olan dünyevileşme hastalığının en temel sebebidir. 3. Mal ve Makam Tutkusu

Makam ve mevki tutkusu ile mal-mülk ve servet tutkusu da dünyevileşme sebeblerinin en önemlilerindendir. Ensar ve Muhacirlerden oluşmuş Uhud Savaşındaki 40 okçunun, geçidin karşı tarafındaki 200 kişilik düşman süvari birliğini görmeyip beri taraftaki ganimetleri görmesi ve aslı görevini unutup bölgeyi terk etmesi mal fitnesinin dünyevileşmeye olan etkisini daha bir gözler önüne sermektedir. Yine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in “Dünyalık ve şöhret düşkünü kişinin, dinine verdiği zarar, bir sürüye musallat olan iki aç kurttan daha

fazladır” hadisi de bu hususta önemli ikazlardan biridir. Mal ve makam sevgisinin tutkuya, şehvete yönelmesi dünyevileşmeye götüren yoldur. Bu nedenle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin fitnesinin mal olduğunu, mal tutkusunun ümmeti birbirine düşman hale getirecek, helak edecek bir hastalık hali olduğunu ifade etmektedir: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”(1) Ve yine şöyle buyurmuştur:“Allah’a kasem olsun sizin için fakirlikten (darlıktan) korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip bollaştığı gibi size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”(2) Bu hadislerde mal mülk sahibi olmak kınanmamakta ve tehlike olarak görülmemektedir. Burada kınanan, mal mülk edinmek için birbiri ile hasedleşmek, birbirine karşı haddi aşmak ve bunun sonucu olarak toplumsal düzenin, dayanışmanın ve adalet sisteminin bozulmasıdır. Bu nasıl bir hastalıktır ki: Şam’dan yola çıkan bir ticaret kervanı Medine’ye girdiğinde Medineliler âdetleri olduğu üzere kervanı defler ve zillerle karşıladılar. Peygamberimiz tam o esnada mescidde Cum’a hutbesi veriyordu. 12 erkek ve bir miktar kadın dışında bütün cemaat Rasulullah’ın hutbesini terkedip kervana koştular. Peygamberimiz, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: “Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli kaplardı” (Başka bir rivayette ‘Müslümanların üzerine taş yağardı’) Âyet de nazil oldu. (3) “Onlar, bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşarak, seni yalnız bıraktılar. De ki: Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(4) Bugün de insanların çoğu sınırsız büyümeye, sınırsız tüketime, spor turnuvalarına, müzik konserlerine, show programlarına vs. dalarak, dini yalnız bırakmışlardır. Stadyumlar dolarken, camiler boşalmıştır. Bu nasıl bir hastalıktır ki: Hz. Ömer radıyallahuanh’e “Zorlukla ve kıtlıkla denendik, sabredeŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

13


HAKAN SARIKÜÇÜK I

Esas dünyevileşme, dünyanın ne için var olduğunu, gerçek mahiyetinin ne olduğunu kavrayamamadır. Çünkü dünyanın kaybedilmesi ahiretin de kaybedilmesi sonucunu meydana getirir. Dinî-dünyevî diye bir ayrıma gidildiğinde iki yönde de bir aşırılık söz konusu olduğundan ya dünyadan yüz çevirme veya dünyaya yönelip ahireti terk etme durumu ortaya çıkar. İşte dünyevileşme denilen şey de budur ve bunun İslâm dininde asla yeri yoktur.

bildik; bolluk ve refahla denendik, sabredemedik” dedirtebiliyor. Yahya Bin Muaz’ın hitabını düşünelim. Ne diyordu: “Ey İnsanlar! Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil’in nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i Muhammed’den olanlar nerede?” Emevî Emiri Muaviye’nin yaptırdığı sarayı nasıl bulduğu sorulan Ebu Zerr’in cevabı müthiştir, diyor ki, -Bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan müsrifsin, beyt-ülmâl’in parasıyla yaptırdıysan hırsız! Ebu Bekr-i Şibli, bir gün yolda giderken, buldukları bir ceviz için kavga eden iki çocuğa rastladı. Cevizi ellerinden alıp onlara: “Durun, size bu ce-

14

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

vizi paylaştırayım da kavganız bitsin” dedi. Cevizi kırınca, içinin boş olduğu görüldü. “Bütün bu kavga, içi boş bir ceviz içinmiş meğer” buyurdu. Dünya işleri için hırsla, ihtirasla kavga edenlerin içi boş bir ceviz için kavga eden çocuktan ne farkları var? Ebu Zer Gıfari Hazretleri anlatıyor: “Peygamberimiz bana hayırdan bazı hasletleri vasiyet etti. Bu vasiyetler; benden daha zengin ve makam-mevki bakımından daha yüksek olanlara bakmayıp benden daha aşağı durumda olanlara bakmamı vasiyet etti. Miskinleri sevip onlara yakın olmayı tavsiye etti. Akrabalarım bana eziyet yapmış olsalar bile akrabalık bağlarımı devam ettirmeyi vasiyet etti. Allah hakkında kötüleyenlerin levminden korkmamayı vasiyet etti. Acı da olsa doğruyu söylememi vasiyet etti.” Peygamberimizin şu hadisi bugünümüze ışık tutan bir mucize âdeta… Buyuruyorlar ki: “İleride Ehl-i Kitap ve diğer milletler, tıpkı aç kimsenin sofranın başına koştuğu gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir;” Sahabi sorar: “O gün biz sayıca çok mu az olacağız ki onlar bize bunu yapacaklar YâRasûlallah!?” Allah Rasûlü, “Hayır; bilakis siz o gün fevkalâde çok olacaksınız; ama Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan mehabeti çıkaracak; (yani hasımlarınız nazarında saygısız hale gelecek, emniyet telkin edemeyecek ve ağırlığınızı hissettiremeyeceksiniz.) Aynı zamanda Allah sizin kalbinize ‘vehn’ koyacak.” buyurur. Sahabi yine sorar: “Vehn nedir YâRasûlallah?” Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Vehn, (gelip-geçici yanları itibarıyla) dünya sevgisi, dünyayı birinci plânda ele alma ve ölümden ürkmektir.” buyururlar. “Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Fakat (beni asıl korkutan) sizin, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan, onların dünyaya düşkün olduğu gibi sizin de dünyaya düşkünleşmenizden korkuyorum.” “…Size beş haslet vasiyet ediyorum ki Allah onlarla sizin için hayır hasletleri kemâle erdirsin: Yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamayınız; İçlerinde oturamayacağınız binalar yapmayınız. Yarın bırakıp gideceğiniz şeylerde başkalarıyla çekişmeyiniz. O’na kavuşup huzurunda toplana-


I HAKAN SARIKÜÇÜK cağınız Allah’tan korkunuz. Varacağınız ve orada ebedî kalacağınız yer için hazırlıkta bulununuz.” Görünen o ki bolluk çağı ruhun açlığını gidermiyor. Çünkü bolluk “bereket” değil. Tatmin de “şükür” değil. Almak da “kanaat” değil. Sabrın, şükrün, bereketin, kanaatin olmadığı yerde huzur olur mu? 4. Olaylara İslami Bir Bakış İle Bakmamak

Öncelikle zihinlerimiz dünyevileşmiştir. Olaylara bakış açımız çeşitli illetlerle malül durumdadır. İslam’ın bakış açısını neredeyse kaybetmiş durumdayız. Olaylara öncelikle fayda/zarar düşüncesiyle bakıyoruz. “Eğer bunu yaparsam uhrevi olarak ne kazanır/ne kaybederim” den önce “dünyevi olarak ne kazanır/ ne kaybederim” hesabını yapmaktayız. Maalesef İslami çalışmalarda bile bu söz konusudur. İslam için yapıldığı iddia edilen bir çalışmada bir bakıyorsunuz ki, pek çok gayri İslami unsur var. Niye böyle olduğunu sorduğunuzda, “İslam için, Allah rızası için” olduğunu öğreniyorsunuz. Hâlbuki bilindiği üzere İslam’da amacın meşruluğu kadar aracın meşruluğu da önemlidir. Meşru bir amaca gayri meşru araçlarla ulaşılmaz. Makyavelist düşünce dediğimiz, “Amaç için her araç meşrudur” fikri İslam’da mevcut değildir. Her Müslüman, amacına ulaşmak için yine İslam’ın belirlediği veya İslam’ın yasaklamadığı yöntemleri kullanmak zorundadır. Her Müslümanın amacı sonuçta Allah’ın rızasına ulaşmaksa -ki öyledir- o zaman Allah’ın emirlerine ters yol ve yöntemlerle O’nun rızasına ulaşılamayacağı bilinmelidir. 5. Ailevi ve Ferdi Yaşantımızda Kapita-

moda takip edilerek, bu eşyalar eskimeden değiştirilmektedir. 6. Sebep-Sonuç İlişkisine Fazlaca Önem Verip Allah’ın Vaadine Güvenmemek.

Dünyevileşme süreciyle birlikte Biz Müslümanlar sebep-sonuç ilişkisine çok fazla önem atfetmeye başladık. Yeryüzünde işler sebep-sonuca göre cereyan eder. Bu doğrudur. Ancak yeryüzünde olan-biten her şey Allahu Teâlâ’nın izniyledir. Hiçbir şey Allahu Teâlâ’nın kudreti haricinde değildir. Bizler, sanki Allahu Teâlâ’nın vaadine fazlaca güvenmiyor gibiyiz. Allahu Teâlâ rızkı garanti ediyor ama biz rızık korkusu ile İslam’dan, yaşantımızdan taviz veriyoruz. Allahu Teâlâ” Dilediğini yükseltip (aziz edip) dilediğini alçaltacağını (zelil edeceğini)”(5) söylüyor; biz makam mevki korkusuyla kendi elimizi, kolumuzu bağlıyoruz. Allahu Teâlâ”Eğer dinine yardım edecek olursakbize yardım edeceğinive dini üzere sabit kılacağını “(6) bildiriyor; biz zafere ulaşmanın yolunun tavizden geçeceğini iddia ediyor, Allahu Teâlâ’nın emirlerine rağmen O’nun dinine yardım edebileceğimizi zannediyoruz. Tedbir ile korkaklığı birbirine karıştırır olduk. Tedbir nerede olur, tevekkül nasıldır? Tam manasıyla bilmiyoruz. Belki de biliyoruz ama işimize gelmiyor. Çünkü çok fazla dünyevileştik. Rahatımızdan en ufak taviz vermek istemiyoruz. Makamımız, mevkiimiz, malımız, mülkümüz rahatımız hep yerinde olsun dersek, en ufak bir sıkıntıda o sıkıntıya sebep olan şey ne ise onu izale etmeye çalışırız. Bu dönemde de izale edilmesi gereken şeyler ekseriya Allahu Teâlâ’nın emirleri oluyor. O zaman biz de emirleri, çeşitli tevillerle, yerine getirmiyor veya yerine getirir gibi yapıyoruz.

listçe Bir Hayat Sürmek.

Bugün maalesef Müslümanlar olarak yaşamımız,giyim-kuşamımız, yememiz, içmemiz,hayatımızı düzenlememiz İslami esaslara dayanmamakta. Fazlaca israf ediyoruz. İhtiyaç tanımını kendimize göre değiştiriyoruz. Nefsimizin arzuladığı şeyi ihtiyaçlaştırıyoruz. Aile hayatımız da ferdi hayatımızın bir benzeri. Evlerimiz kanaatkârbir mü’minin evine değil de, en hafif tabirle zevk ve safa içinde yaşayan bir gafilin evine benziyor. Lüks ve gereksiz eşyalar evimizi doldurmakta,

7. Müslümanların Dünyayı Hayatlarının ve Hedeflerinin Merkezine Koymaları.

Dünyayı gaye edinen, hadisteki tabiriyle dinlenmek ve gölgelenmek maksadıyla konaklamakta olduğu ağacı vatan edinip gideceği asıl yurdunu unutan insan, Allah ile bağını kopardı ve kendini bulunduğu yerin güzelliğine kaptırdı. Gideceği yurdun bulunduğu mevkiden daha güzel olduğunu hatırından çıkardı. Bencil, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

15


HAKAN SARIKÜÇÜK I her arzu ve isteğini yerine getirmeye çalışan bir anlayışa sahip oldu. Bu anlayışta, sabır-kanaat-şükür-bereket diye bir kavrama yer yoktu. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks, israf, gösteriş üzerine kurulur oldu.Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi. Sonuçta “Dünya hayatını ahiretten daha çok sevenler”(7) ayetinin işaret ettiği kimseler durumuna düştüler. Dinini yaşamaya çalışan insan, dış dünyanın çekiciliği ile iç dünyasının hakikatleri arasında sıkışıp kaldı.

“imanı muhafaza, elde kor (ateş) taşımak gibi olacak” hali üzere mücadele devam ediyor. Dünyevîleşme’nin en kötü olanı İslam’ın değişmezlerini değiştiren, imanda, fikirde, anlayışta meydana gelen “dünyevîleşme”dir. Kötü olmada bunu takip edeni ise “önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam’ı terk etme, sonra da bunu bir şekilde meşrulaştırma”dır. 10. İmkânsızlık, Zorluk, Yani Zaruretler Sebebiyle İslam’ın Eksik Uygulanmasının Zaman Geçtikçe Tabiileş-

8. Karşı Cinsle İlişkilerde Sınırları Aşan Fahşa-CinsellikTutkusu.

Dünyevileşmeye götüren bu hal; insanı daha çok zevk, daha çok maddi haz peşinde koşmaya sürükledi ve tutkulara yönlendirdi. Çünkü dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardı. Bu da maalesef insanı naslara karşı körlüğe veya önemsememeye sevk etti. Şehveti naslara ağır basan insan, neticede tercihini şeytanın telkinleri doğrultusunda bu yönde kullandı. İbn Haldun, toplumların yıkılışını fetih, ganimet, konforizm, rehavet ve çöküş olarak açıklar. Bugünkü çöküşe giden toplumlar da yokluktan değil, varlıktan, refahtan, israftan, taklitten bu tür sapmaya yönelir hale geldiler. Bu hususta Lût kavminin durumu azgınlığın ve şehvetin ileriki boyutlarını gayet net bir şekilde gözler önüne sermektedir. 9. Helal ve Haram Duyarlılıklarının Oldukça Zayıflaması.

Tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişim, inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipi ortaya çıktı. Dindarlıkları yumuşattı, dönüştürücü etkiler ortaya çıkardı. Tatil anlayışlarından, site hayatına geçişten, tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak, marka düşkünlüklerine, tesettür defilelerinden pop müziğe ve flörte varıncaya kadar her tarafı sardı. Henüz dini hassasiyetlerini kaybetmeyenler, mukavemet gücünü yok edercesine bu dünyevileşme seli’nin önünde, dinini yaşama mücadelesi verip imanını kurtarma derdine düştü. Tıpkı hadiste zikredilen

16

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

mesi, Normalleşmesi ve Böylece Kıblenin Şaşırılmasıdır.

Dini, müminlerin hayatında kâmil manada gerçekleştirmek ve korumak isteyen Müslümanlar, bir yandan zaruretleri görmek ve buna göre geçici çözümler üretmek, diğer yandan da her türlü olumsuzluğa rağmen mazeretlere sığınmadan her hal ve şartta yaşanan bir dini olduğunu unutmadan “örnek Müslüman” hali içinde hareket etmeliler. Belli bir geçim standardının üstüne çıkan her insan sahip olduğu hayat standartlarını korumanın mücadelesi içine giriyor. O konumunu kaybetmemek için veremeyeceği taviz, kaybetmeyeceği değer yok artık onun hayatında. Yeter ki hayat standardını kaybetmesin! Hangi toplumda, hangi kültürde, hangi kimlikte olursa olsun bu böyle… Bütün yaş gruplarında da böyle… Sonradan edindiklerimizle doğmuşuz sanki. Ne çabuk benimsedik, ne çabuk uyum sağladık, bu ne hasret, bu ne ihtirasmış, bu ne sahiplenmeymiş pes doğrusu! Bugün sadece internet bağlantıları, cep telefonu ya da televizyon yayınları bir anda hayattan çekilip alınsa, hayatla bütün irtibatını yitirecek, bunalımdan bunalıma sürüklenecek. Sokaklarda insanlara baktığımızda hayatlarının tamamen sanal olduğunu yaşantılarının büyük bir bölümünü internet ve cep telefonları ile geçirdiklerini, bazen kendilerini kaptırarak bulundukları yeri unuttuklarını, çevrelerindeki insanların garip bakışları arasında dahi farketmeksizin, at gözüyle bakmış oldukları garip! Dünyalarınıniçinde kaybolduklarını müşahede ederiz. Bir gün Hotmail, facebook veyatwitter kullanılmayacak olsa sanki kıyamet kopmuştur, yaşantı durmuştur, bütün güzellikler


I HAKAN SARIKÜÇÜK bir anda yok olmuştur. Uyuşturucu bağımlısı halinde sanki insanlarımız. Hayata herhangi bir ekrandan, monitörden ya da tabletten bakan, sadece kulaklığındaki müziğe kulak veren, sadece futbola ya da basketbola ilgi duyan, hayata ve insana kapalı koca bir kalabalık…

Diğer taraftan, medya, sosyal medya, internet ortamında, reklamlarda, dizilerde, filmlerde, oyunlarda, eğlence kültüründe, müzikte ve konuşmalarda, TV programlarında, sokakta, otobüste, park ve bahçelerde edebin ve hayânın gittikçe kalktığını ve yığınla çirkin hayâsızlığın işlendiğini; buna karşılık vurdumduymazlığın gittikçe yaygınlaştığını söylersek abartı yapmış olmayız. Bir ülkede edep ve hayâ gittikçe ortadan kalkıyor, hayâsızlık doğallaşıyorsa; bunun, Allah indinde bir hükmü yok mudur? Hz. Peygamber, hayânın ortadan kalkışı ile helak olma arasında doğrudan bir bağıntının var olduğunu bize söylemektedir:

“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, başkaldırmaları ve aşırıgitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”

“Rasûlullahaleyhissalâtu vesselâm: “Aziz ve Celil olan Allah, bir insan helak etmek istedi mi, ondan önce hayâyı çeker alır. Hayâsıbir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığıvakit artık ona (Allah’ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır.”(8)

lına mülküne göz dikmeye, onun elindekilerini de bir şekilde almaya neden olacak bir psikolojinin doğmasına sebebiyet vermektedir. Hz. Davud aleyhisselâm’ın huzurundaki davalaşaniki kardeşin durumu, bunun en güzel örneklerinden biridir. 99 koyunu olan, bir koyunu olan kardeşinin malına göz dikmiş onu da kendi koyunlarına katmak istemiştir.(9) Hz. Davud aleyhisselâm’ın, bu durumu zülüm olarak nitelendirmesi konunun can damarıdır.

Bağımlısı olduğumuz bütün bu yeni alışkanlıkların bedeli, bize emanet olarak bahşedilmiş mukaddeslerimizi yok edip, değer ve kutsal tanımayan bir dünyada yaşamaya mecbur hale getirmeye çalışıyor. 11. Hayânın Ortadan Kalması - Emanetin Gitmesi

12. Mülk Edinme - Büyüme Tutkusu ve Neticesi: Zulüm ve Cedelleşme

Bu kontrolsüz, ilkesiz mülk edinme ve büyüme tutkusu, kendi öz kardeşinin, din kardeşinin ma-

Zülüm, her türlü kötülüğün, pisliğin ve gerilimin kaynağıdır. Bereketi ortadan kaldırır, dayanışmayı yıkar, kardeşliği, akrabalığı, komşuluğu yok eder ve kişileri, müstağnileştirerek azdırır. Zulmün olduğu yerde adalet olmaz, adaletin olŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

17


HAKAN SARIKÜÇÜK I madığı yerde de barış olmaz. Bugün yaşanan sıkıntı, adaletsizliğin dışavurumundan başka bir şey değildir. 13. Çirkin Hayâsızlıklar Karşısında Duyarsızlaşma

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çirkin hayâsızlıkların, kötülüklerin yaygınlaştığı toplumların durumunu, bir gemide seyahat eden bir topluluğun durumuna benzeterek açıklamaktadır: “Allah’ın menettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kur’a ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazıları geminin üst katına, bazıları ise, geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar, susadıkları zaman üst kattakilere uğrayarak, “kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek” derler. Bu durumda, eğer üst kattakiler, onları bu istekleriyle baş başa bırakırlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Eğer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur.”(10) Bunun en güzel örneklerinden biri de, Kur’an-ı Kerim’de Araf süresi 163-166. Ayetlerde anlatılan, Allah tarafından imtihana tabi tutulan, cumartesi balık avlama yasağı ile cezalandırılan İsrail oğullarının yaşadığı bir sahil kasabasındakilerin başına gelenlerdir. Orada kötülüğe mani olanlar kurtarılmış; kötülüğü bizzat icra edenlerle, nemelazımcılar zalim olarak nitelendirilip cezalandırılmışlardır. Bunun benzeri bir başka olay, Hz. Peygamber’in bir başka hadisinde anlatılmaktadır: “Rasûlullahaleyhisselâm: “İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl–i Ekrem şu âyeti okudu: “İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğluİsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, başkaldırmaları ve aşırıgitmele-

18

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

riydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”(11) Hz. Peygamber bu ayetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”(12) - Dinin, hayatımızdan uzaklaştırılmasının dünyevileşmeye götürdüğünü, bunun için akl-ı selim ile dine dönmek, Kur’an’dan uzak kalmamak, dini iyi ve doğru anlamak gerektiğini söyleyebiliriz. 14. Dünya Metaına Bağlanmış Kötü Alimler

Sahip oldukları ilmi yerinde kullanmayan onu süflî emellerine âlet eden, zilleti tercih eden, dünya metaına bağlanmış ulema-i su, fakir de zengin de olsalar dünyaya doymazlar. Onlara nasihatin fayda etmediği, dünyaya olan bağlılıklarından vazgeçmeyen âlimler,ulemâ-i sui (kötü âlim, yahut dünyevîleşen âlim) olarak bilinirler. Geçmişteki ilmiyle amil ulemâ, bu kötü âlimlerin Müslümanların bünyesindeki tahribatına dikkat çekmekte, onları teyakkuza çağırmaktadırlar. Âlim, ilmiyle amel eden bir davetçi olduğu için, telif ve ilmî çalışmaları bahane edip, tebliğ/irşad ve davetten geri kalamazlar. Bu üzerlerindeki ağır ‘sorumluluk yükü’ nün farkında olmayıp gaflet içindeki âlimler, bilgileriyle geçinmekten başka bir hedefleri olmayan, ‘İlim Tâcirleri’dirler. İlimlerini dünya için satan (pazarlayan) kişilerdir. Hâlbuki ilmi korumanın en güzel yolu, onu hayata geçirmektir. Peygamber varisi olan âlimler, Peygamberimizin ‘hayatın içinde bir Peygamber’ olduğunu unutmasınlar. Kur’anı ezberleyen kişi, devesini bağlayıp kontrol altına alana benzer. Deve bırakıldığında kaybolduğu gibi, ilim sahibi de ilmine itina göstermediğinde ve ilmiyle amel


I HAKAN SARIKÜÇÜK etmediğinde ilmi unutulup gider. İlim dışa yansıyan ve amel ile açığa çıkan sağlam bir akide haline geldiği zaman sahibini korur. Ulema, dünyevîleşirse (asıl görevinden uzaklaşır, menfaat, makam, mevki elde etmek için de siyasilerin, idarecilerin peşinde koşar hale gelirse) ilmin gereğini her hal ve şartta hayata geçirmez ise, Peygamberimizin ‘onlardan sakınınız!’ dediği sınıfa dahil olurlar. Yine Peygamberimizden, Miraç gecesinde, dudakları ateşten makaslarla kesilen sınıfın, ‘dünyalık ve fitne uleması’ olduğunu öğreniyoruz. Hz. Ali de ‘Kıyamete yakın bazı fitneler baş gösterecektir. Bu da Dini Allah rızası dışında öğrenilip, din ile dünyalık elde edilince olacaktır.’ Mus’ab bin Umeyr’in talebesi sahabe-i kiramdan Muhammed b. Meslemeradıyallahuanh ‘Pisliğe konan sinek, umeranın kapısına gidip, kendilerinden menfaat talep eden âlimden daha iyidir’ buyurarak dünyevîleşen âlimin halini ortaya koymaktadır. Konunun önemine dikkat çeken İmam-ı Gazali de, dinin zaafa düşmesinin önemli sebepleri arasında, ulemanın bozulmasını gösterir. “Dinin zaafa uğramasının önemli bir sebebi, gönül hekimleri ulemanın sapmasıdır. Zira ulema hekimler konumundadır” der. Çağımızdaki ulema da, müzmin bir hastalığa yakalanmıştır: Dünyevileşme hastalığı! Öyle bir hastalık ki âlimleri menfaat uğrunda zalim ve gaddar kişileri dost edindirir, onları alkışlamaya götürür. İslâmi ahkâmı lağvedenleri kutlamaktan, haram işlerine bile meşruiyet kılıfı bulmaktan kendilerini kurtaramaz hale düşürür. Bu öyle bir hastalık ki, geçmişte Hz. Hüseyin’in şahadetine göz yumdurur, sinek kanının necasetini gündemde tutturur. Âlimlerin dünyevileşme hastalığı öyle bir hastalık ki, İslâmi bir endişe taşımazlar, hedefledikleri makamlara ulaşınca da İslâm’ı yaşamaktan uzaklaşırlar. Gerektiğinde de İslâm muhalifleriyle de işbirliği yapmaktan geri kalmazlar. “Mü’minleri bırakıp da kâfirlerin dostluğuyla (onur) duyanlar, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.”(13) âyetini unutacak hale gelirler. Bunlar başta Allah ve Rasulüne, ilim ve ilmin itibarına ihanet ederler. Allah’ın dinini bildikleri halde, bazı kesimleri memnun etmek için, âyet ve

nassları tahrif etmekten ve onların hesabına fetva vermekten de kaçınmazlar. Allah’ın ahkâmının yüceliğini belirli kesimler için ketmederler. İmam-ı Şafii, hazretleri kötü âlimleri, Allah’ın nimetlerini yanlışta kullanan putperestlerin durumuna düştüğüne dikkat çekmekte, insanların sapmasına vesile olan bu kötü âlimlerin yaptıklarını Allah’a ortak koşan müşriklere benzetmiştir. Bu hususun izahında da, iki kesim de nimeti inkâr ve insanları sapıtma söz konusudur. Hatta insanları saptırmanın müşriklerden daha zararlı olduğunu beyan etmekte, başkasını saptırmanın geçişli ve etkili olduğuna dikkat çekmektedir Bize düşen, hayatın her safhasında vahiyden ve sünnetten beslenerek her seviyeye hitab eden yeni bir yüz ve söylemle; tekebbür ve istiğnaya karşı tevazu ve haddini bilme, sömürü ve zulme karşı, adalet ve dayanışma, sınırsız büyüme ve sınırsız tüketime (israf) karşı, tutumlu olma ve paylaşım (infak) cinsel aşırılığa ve sapkınlığa karşı, aile ve sadakat, her türlü çözülmeye karşı ahlakın ikamesi vs. Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini insanlığa sunmamız gerekmektedir. “Rabbim! Bize doğru bir muhakeme yeteneği bahşet. Bizi iyilerin arasına kat. Bizi herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup eyleme! Ahlaki çürümeye yol açan şu topluma karşı bize yardım et! Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle (Cehenneme giren kimselerle) birlikte olmaktan muhafaza buyur. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affedip bağışla. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”Amin. Selâm ve Dua ile.

--------------------------------------

1 Kütübü Sitte Hadis No: (395) 2 Buhari, 6365; Buhari, 6366. 3 Buhari, Müslim 4 Cuma, 62/11 5 Bkz. Al’i İmran 3/26 6 Bkz. Muhammed 47/7 7 İbrahim 14/3 8 Kütübü Sitte, Hadis No: (1237). (4054), (7224). 9 Sad 38/ 21-24. 10 Buharî, Şerike, 6 11 Mâide: 5/77–81. 12 EbûDâvûd: 198 (Bu hadisin Tirmizî’deki metni biraz daha farklılık göstermektedir.) 13 Nisâ 4/139. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

19


Kapak Dosya

GENÇLİĞİ NİMET BİLMEK GENÇLIĞINI IYI DEĞERLENDIRMEYEREK ONU ZAYI EDEN KIMSENIN DAHA SONRA BUNLARI GERÇEKLEŞTIRMESI ZOR OLACAKTIR. AKSINE GENÇLIK NIMETININ KIYMETI BILINMEDIĞI HER AN BIR PIŞMANLIĞA DÖNÜŞECEKTIR. VE BU PIŞMANLIK HALI YAŞIN ILERLEMESIYLE BERABER IÇINDEN ÇIKILAMAZ BIR HAL ALACAKTIR.

20

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

İ

nsan, yaratılış itibariyle ölümlü bir varlıktır. Kendisine bahşedilen hayat bir gün son bulacaktır. Öyleyse insana verilen en büyük nimet dünya hayatındaki ömrüdür. İnsanın yegâne sermayesi olan ömür, çeşitli aşamalardan oluşmaktadır. Rabbimizin müddet verdiği insan dünya hayatında; doğum, gençlik ve yaşlılık aşamalarından geçer. Bir ağacın yaprağı misali; tomurcuk açar, gelişir ve bir süre sonra mevsim kışa dönünce solar, tekrar toprağa düşer. İnsan da anne karnından mezara kadar böyle bir yol izler. Ve dünya hayatında yapılan ameller değerince ahiret yurdunda karşılık bulur. İnsanın hayatında iman nimetinin değerinin bilinip amellerin işleneceği en önemli zaman dilimi gençlik dönemidir.

Çocukluk ve yaşlılık çağları kişinin aklen ve bedenen zayıf olduğu çağlardır. Gençlik çağı ise insanoğlunun aklî, fizikî ve ruhî bakımdan en dinç ve enerjik olduğu çağdır. İhtiyarken yapmakta zorlanılan birçok şey bu çağda kolayca yapılır. Rabbimiz gençlik çağının kuvvet dönemi olduğuna şu ayetlerde dikkat çekmektedir: “… Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan


I MUSTAFA TATLI sonra bir şey bilmez hale gelsin…”(1) “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”(2) İnsan cenin ve çocukluk döneminde zayıf ve çaresizdir. Sonra gelişip güçlenir, daha sonra ise ihtiyarlayıp yine güçsüz hale gelir. Ayette, insan hayatının bu devrelerine ve hepsinin Allah’ın kudretinin eseri olduğuna işaret edilerek, insanın yalnız Allah’a kulluk etmesi gereği hatırlatılmış olmaktadır.(3) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Kul kıyamet gününde beş şeyin hesabını vermeden ayağı yerinden oynamaz; Ömrünü nerede harcadığı, gençliğini nerede eskittiği, malını nereden kazandığı, malını nerede harcadığı, bildikleriyle ne kadar amel ettiği.”(4) Hadiste geçen ilk iki esas insan ömründen, ikincisi özelde gençlikten bahsetmektedir. Gençliğin özellikle ömür nimetinin dışında tekrar yer alması, gençlik döneminin kıymetini göstermektedir. Başka bir hadiste ise, şöyle buyrulmaktadır: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini bil: İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, fakirlikten önce zenginliğin, ölümden önce hayatın ve meşguliyetten önce boş vaktin” (5)

Müslüman genç, rabbiyle olan bağını güzelleştirir, nefsiyle mücadele ederek onu arındırır, ifrat ve tefrite düşmeden İslam’ı doğru anlamak için çaba sarf eder ve gençliğini iyi değerlendirirse, daha sonra bu yolda kolayca devam edecektir. Gençliğini iyi değerlendirmeyerek onu zayi eden kimsenin daha sonra bunları gerçekleştirmesi zor olacaktır. Aksine gençlik nimetinin kıymeti bilinmediği her an bir pişmanlığa dönüşecektir. Ve bu pişmanlık hali yaşın ilerlemesiyle beraber içinden çıkılamaz bir hal alacaktır.

Müslüman genç, rabbiyle olan bağını güzelleştirir, nefsiyle mücadele ederek onu arındırır, ifrat ve tefrite düşmeden İslam’ı doğru anlamak için çaba sarf eder ve gençliğini iyi değerlendirirse, daha sonra bu yolda kolayca devam edecektir. Gençliğini iyi değerlendirmeyerek onu zayi eden kimsenin daha sonra bunları gerçekleştirmesi zor olacaktır. Aksine gençlik nimetinin kıymeti bilinmediği her an bir pişmanlığa dönüşecektir. Ve bu pişmanlık hali yaşın ilerlemesiyle beraber içinden çıkılamaz bir hal alacaktır.

iyi değerlendirmedikleri için pişmanlık duyuyor ve kendilerine şöyle söylüyorlar: “Neden Allah’a yakın olmak için çaba sarf etmedin ve gece namazı, oruç ve zikir gibi seni Allah’a yaklaştıracak ibadetleri adet haline getirmedin? Kuranı ezberlemek ve dinin hükümlerini öğrenmek için çaba sarf etmedin? Neden İslam’i çalışmalarda ön saflarda yer almadın? Neden Allah’ın dini sana ihtiyaç duyduğunda koşup terini akıtmadın? Dünyada Rabbinin ayetlerini unutanların ahirette aynı şekilde unutulacağını bilip, neden unutulmamak için ameller işlemedin? Neden?...”(6)

Çevremize baktığımızda genellikle gençler, dünyevi manada sorumlulukları çok fazla olamayan kimselerdir. Zira omuzlarında geçim yükü bulunmayan kimseyle, okuldan sonra mezun olmuş, evlenmiş ve başkalarının sorumluluklarını üstlenmiş kimselerin durumu aynı değildir. Etrafımızda öyle gençler var ki, gençlik dönemlerini

Gençlik nimetinin bu kadar değerli olmasının sebebi, o çağda insanın nefsine direnmesinin zor olması nedeniyledir. Genç birinin ibadet etmesi, ömrünü İslami bir hayatla sürdürmesi yaşlı birine nazaran daha zordur. Gençlik çağında insanın nefsini cezp edecek birçok unsur vardır. Bugün Müslüman bir gencin dışarı çıktığında kendisini ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

21


MUSTAFA TATLI I

Ey genç kardeşim! Kendini saçlarına ak düşmüş, yürümekte zorlanan, kendi bedeni ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, gençlik yıllarının tekrar elinde olmasını temenni eden kimselerin yerine koy. ‘Keşke tekrar genç olsam da Allah’a ibadet etsem salih ameller işlesem, hayırlı işlerde yarışsam’ diye temenni eden bir ihtiyar olmadan önce gençliğinin, zamanının ve sağlığının kıymetini bil ve zamanını iyi değerlendir. Yaşın ilerledikçe sorumlulukların çoğalacak, sosyal ilişkilerin artacak, vaktin daralacak, gücün kesilecektir. Yaşlandıkça zaman azalır, beden zayıflar ve hastalıklar çoğalıp verimlilik düşer. Buna karşılık görev ve sorumluluklar daha çok olur. Fırsat elindeyken ömrünün her saatini değerlendirmeye bak ve bugünün işini yarına bırakma. Zira her dönemin kendine özgü meşguliyet ve sürprizleri vardır.

haramdan muhafaza etmesi gerçekten çok zordur. İşte tam da bu noktada, Hz. Peygamberin ‘kıyamet günü arşın gölgesinde gölgeleneceklerden birinin gençliğini ibadetle geçiren kimse’ müjdesini daha iyi anlıyoruz. O genç ki etrafındaki şatafatlı hayatı tercih etmeyerek Allah’ın rızasını kazanmak için hayatını taatle ibadetle geçiriyor. İşte arşın gölgesinde gölgelenecek bu gençlik İslam ümmetinin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Bugün gençlik denildiğinde ilk akla gelen, gençlerin ergenlik çağında sıkıntıları olduğu, mutlaka bazı problemleri olduğu düşüncesidir. Çocukluktan gençliğe geçiş sürecinin sıkıntılı olduğu

22

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

malumdur. Ancak her gencin eşit sıkıntılara sahip olacağı anlamına gelmez. Büyükleri tarafından kendisine sorumluluk verilen, birey olarak kabul edilen gençler, büyük problemler yaşamadan bu dönemi atlatabilir. Hatta hem kendilerine hem de etraflarına faydalı olabilirler. İslam tarihine baktığımızda genç yaşta bizlere örnek olabilecek birçok topluluk sayılabilir. Allah iman ettikleri için yurtlarını terk etmek zorunda kalan ashab-ı kehf Kuranı Kerim›de övülen genç topluluklardandır.(7) Yine Hz. İsa’ya iman eden ve onun yolunu sürdüren havarileri bizim için örnektir. Hz. Peygamber’in sahabilerine ve onların yolunu takip eden örnek şahsiyetlere baktığımızda sayamayacağımız kadar isim vardır. Hz. Ali; daha genç yaşında hayatını tehlikeye atarak, ölümü dahi göze alarak Hz. Peygamber’in yatağına yatar. Musab b. Umeyr, dünyanın lezzetini terk ederek kendisini İslam’a adar. Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, Enes b. Malik, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Abbas ve sayamadığımız, altından gümüşten değerli genç sahabiler ve onların yolunu yol edinen genç nesiller… Yukarıda sayılan güzide sahabilerden birkaçının hayatından bir kesiti sunmak konumuzu daha da anlaşılır hale getirecektir: Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh: ‘Bedir gününde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktım ensardan yaşı küçük iki gencin arasında olduğumu gördüm. Ben onlardan daha güçlü iki adamın arasında durmayı temenni ediyordum. Biri bana sessizce ‘Ey Amca! Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ dedi. Ben ‘Evet, tanıyorum, senin Ebu Cehil’le ne işin var?’ diye sordum. ‘Duydum ki Allah Rasûlü’ne sövüp, eziyet ediyormuş. Allah’a söz verdim ya onu öldüreceğim ya da ben öleceğim.’ Sonra diğer yanımdaki gizlice aynı şeyi sordu. Vallahi onlar gibi iki adamın arasında bulunmak beni sevindirmişti. Onlara Ebu Cehil’i göstermemle ona saldırmaları ve onu kılıç darbeleriyle öldürmeleri bir oldu. İki kartal gibi saldırıp, onu öldürdüler.’(8) Ey genç kardeşim! Kendini saçlarına ak düşmüş, yürümekte zorlanan, kendi bedeni ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, gençlik yıllarının tekrar elinde olmasını temenni eden kimselerin yerine


I MUSTAFA TATLI koy. ‘Keşke tekrar genç olsam da Allah’a ibadet etsem salih ameller işlesem, hayırlı işlerde yarışsam’ diye temenni eden bir ihtiyar olmadan önce gençliğinin, zamanının ve sağlığının kıymetini bil ve zamanını iyi değerlendir. Yaşın ilerledikçe sorumlulukların çoğalacak, sosyal ilişkilerin artacak, vaktin daralacak, gücün kesilecektir. Yaşlandıkça zaman azalır, beden zayıflar ve hastalıklar çoğalıp verimlilik düşer. Buna karşılık görev ve sorumluluklar daha çok olur. Fırsat elindeyken ömrünün her saatini değerlendirmeye bak ve bugünün işini yarına bırakma. Zira her dönemin kendine özgü meşguliyet ve sürprizleri vardır. İbnü’l-Cevzî’nin oğluna yaptığı şu nasihati kulağımıza küpe yapmalıyız: “ Ey oğlum! İyi bil ki aldığın her nefes seni bir adım daha ölüme yaklaştırır ve yaptığın her şey iki melek tarafından kaydedilir. Kabirde bekleme süresi uzun; azap, nefse uyma oranında şiddetlidir. Dünün lezzetleri nerede? Lezzetler gitti, pişmanlıklar kaldı. Nerede nefsin arzuları? Kaç kişinin başını eğdi, kaçının ayağını kaydırdı. Dünyayı ahirete tercih eden kimse kaybetmiş, nefsine uymayan kişi ise her zaman kazanmıştır. Tarihteki kral ve zahitlere bak, nerede kralların sürdüğü sefalar, zahitlerin çektiği cefalar? Salihlere bolca sevap ve güzel anılmak, asilere ise çetin bir azap kaldı. Sanki acıkan hiç acıkmadı, doyan ise hiç doymadı. Ey oğlum! Nefsine karşı uyanık ol, hatalarından pişmanlık duy. Geç olmadan kamil insanların kervanına katılmak için gayret et. Unutma, ağaç yaşken eğilir. Boşa geçirdiğin saatleri hatırla. Öğüt olarak bu sana yeter. Ey oğlum! Şunu bil ki günler saatlerden, saatler nefeslerden oluşur. Her nefes bir sandıktır. Nefesinin boşa geçmesinden sakın. Sonra o sandığı boş görürsün de pişman olursun. Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste şöyle buyuruyor: “Kim ‘Subhanallahi ve bihamdihi’ derse, onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.” Saatlerini boşa harcadığın şeylere bak ve bunların sana kaç hurma ağacına mal olduğunu gör.”(9) Yazımızı Şehid Hasan el-Benna’nın gençlere seslendiği bir pasajla bitirelim:

Gençler! Bir düşüncenin başarılı olabilmesi için o düşünceye sağlam bir şekilde iman etmek, ona karşı sadık ve samimi olmak, onun yolunda coşkuyla, şevkle çalışmak ve uğruna kendini feda edecek kadar gerçekleşmesi için çalışma eğilimine sahip olmak gerekir. Bu dört esas; iman, sadakat, coşku ve çalışma gençlerin sahip oldukları özelliklerdir. Çünkü imanın aslı zeki bir kalp, sadakatin aslı temiz bir gönül, coşkunun aslı güçlü bir bilinç, çalışmanın aslı ise azimdir. Bu özelliklerin hepsi de gençlerde vardır. Bu sebeple tarihte ve şimdi gençler halkların dirilişinin dayanağı, her dirilişin sırrı ve her düşüncenin sancağının taşıyıcısıdırlar. “Onlar gerçekten de Rablerine yürekten inanan gençlerdi ve biz de kendilerini doğru yolda derin bir bilinç ve duyarlıkla güçlendirdik.”(10) Ümitsizliğe düşmeyiniz. İnananların ahlakında ümitsizlik yoktur. Bugünün hakikatleri dünün hayalleriydi. Bugünün hayalleri de yarının hakikatleri olacaktır. Hala vakit vardır. Bütün bozulma ve çürüme görüntülerine rağmen inanan halkların benliklerinde bu unsurlar dipdiri ve sağlamdır. Zayıf, hayatı boyunca zayıf kalmaz. Güçlü de gücünü sonsuza dek sürdüremez. Yeryüzündeki zayıflara yardım etmek istiyoruz. Onları yeryüzünün efendileri ve gücün varisleri kılmak istiyoruz. Zaman birçoğunu büyük olaylarla yerinden edecek ve büyük işler yapmak için fırsatlar doğacaktır. Dünya sizin davetinizi beklemektedir. Yaşanan acıları dindirecek barış, kurtuluş ve hidayet çağrınızı beklemektedir. Halklara yol gösterme ve önderlik etme sırası size gelmiştir. “Zira böyle [iyi ve kötü] günleri insanlara sırayla paylaştırırız.”(11) “Allah’tan onların ümit etmediklerini (alacağınızı) ümit ediyorsunuz.”(12) ------------------------------------------1 Hac,5. 2 Rum, 54. 3 Diyanet Vakfı Meali, ilgili ayetin açıklaması. 4 Tirmizi 5 Hakim, Müstedrek, 7846 6 Mecdi Hilali, Müslüman Gencin Sorumlulukları, s.10. 7 Kehf, 13,14. 8 Buhari, Müslim. 9 Mecdi Hilali, a.g.e, s. 19. 10 Kehf, 13. 11 Ali İmran, 140 12 Nisa, 104

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

23


TARİHE YÖN VERMİŞ GENÇLER! Öyle gençler ki, yüceye giden yolları çiğnediler, İslâm’dan başka bir din bilmediler. O din ki, onları yetiştirdi hoş bir bitki gibi, Böylece hoş bir hayat sürdüler dünyada. Savaşta yiğitlerdi onlar, Sığınaklar, kaleler duramazdı önlerinde. Gece çöktüğünde göremezdin onları Rablerine secde hâli dışında...

Tevhid ümmeti…

T

arih boyunca hep var olmuş bir ümmet… Yiğitleri/gençleri olan bir ümmet… Hakkın ve

Firavunun önünde cesurca duranlardı. Onlar kimi zaman kendi asırlarının dikta impara-

tarihin ortaya çıkardığı yiğit gençler… Hakkın

torlarına karşı damla damla mağarada birikerek

ve adaletin, arınmışlığın nurlu tarihi… Faziletin

deniz olup tiranları boğmaya çalışanlardı.

meyvesi yiğitler… Onurlu duruşun meyvesi… Yalnızca Kahhar olan Allah’a kul olmanın onuru

‫إِنَّ ُه ْم ِف ْت َي ٌة آ َم ُنوا بِ َر ِّب ِه ْم َو ِز ْدنَا ُه ْم ُهدًى‬

ve yarışı… Bu gençler İslam ordularını yönettiler

“Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi.

savaş meydanlarında… Görülmemiş savaş tak-

Biz de onların hidayetini arttırdık.” (Kehf/13)

tikleri sergilediler. Dâvâları için yollara düştüler bedenlerini âciz düşürerek. Yiğitliğin ve fedâkarlığın en güzel örnekleriydiler.

24

Onlar kimi zaman Kâbillerin karşısında onurlu,

Onlar kimi zaman Allah’ın adını krala zikrettirip koca bir şehri imâna taşıyanlardı. Onlar ‘Korkma Anne! Atla! Sana cennet var!” diyerek kundaktaki

Bu gençler sağnak halinde yağan bir yağmur gi-

bebekleri dile getiren olayları hazırlayan, Onları

biydiler. Bir hareketleri kelebek etkisi yapar tüm

hendeklerden geçirerek Cenneti emirlerine âmâde

dünyayı sallayan devrimleri meydana getirirlerdi.

kılanlardı.

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


I SAİD ÖZDEMİR

Bu gençler sağnak halinde yağan bir yağmur gibiydiler. Bir hareketleri kelebek etkisi yapar tüm dünyayı sallayan devrimleri meydana getirirlerdi. Onlar kimi zaman Kâbillerin karşısında onurlu, Firavunun önünde cesurca duranlardı. Onlar kimi zaman kendi asırlarının dikta imparatorlarına karşı damla damla mağarada birikerek deniz olup tiranları boğmaya çalışanlardı.

Onlar kimi zaman ise Erkam’ın evini merkez edinen ve İslam’ın zaferini gerçekleştirenlerdi.

Tutsaklıktan ve alçaklıktan nasıl uzak durulur

İslam’ın ilk dönemlerinde, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem risâlet görevini aldığında 40 yaşındaydı,

tirmek isteyen kardeşim! Rabbim bana da, sana

Ebu Bekir radiyallahu anh 30 yaşındaydı,

mında yaşamaya çalışıyoruz. Bu dine eskiden bu

Osman Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’den daha küçüktü.

Ama kardeşim, senin de bilmen ve ihmal etmemen

Ali radiyallahu anh ise hepsinden daha küçüktü. Abdullah b. Mesud, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebi Erkam, Said b. Zübeyr, Mus’ab b. Umeyr, Bilal b. Rebah, Ammar b. Yasir ve daha başka onlarcası, hatta yüzlercesi… Bunların hepsi genç idiler. Bir sır verdiler yaşanmışlıklarla “Yetişmiş bir avuç insanın varsa gâlip milletsin, yoksa mahkûm!..” Bunlar öyle gençlerdi ki davetin yükünü omuzlarında taşıyorlardı. Yine onlar öyle gençlerdi ki, Allah yolunda çektikleri azaba karşı en üstün sabrı ve fedakârlığı gösterdiler. Onlar ki, gecelerini gündüzlerine katarak İslam’ın yayılmasını, zaferini ve yerleşmesini sağladılar. Dünya bilinmeze doğru giderken onun rotasını İslam frekansıyla ayarladılar. Dünya’ya yeni bir ses verdiler. Artık dünya eskisi gibi hareket edemeyecekti. Zira biliyorlardı ki iman frekansını kalplerinde ayarlayamayanlar küfre, günaha, gaflete ve netice de yanlış davranışlara düşerlerdi. Önlerine serilen dünya hayatını bir rüya gibi algıladılar. İşte İslâm böyle bir topluluk çıkardı, Muhlis, özgür ve güvenilir gençlerden. Ve ona öğretti şeref nasıl elde edilir,

Evvela bu sözlerimi okuyan, tarihin seyrini değişda sözlerimizle amel etmeyi nasip etsin. Tâbi olduğumuz dinin ağır sorumluluklarını fitne ortayana en büyük desteği verenler gençler olmuştur. gereken bir husus var ki o da gençliğinin baharındayken kendini bu aziz davaya vermen ve cehalet karanlığından kurtulman için ilim öğrenmendir. Kardeşim, hiç Kehf suresini düşündün mü? Allah üç yerde de ‘Fentalegâ, Fentalegâ, Fentalegâ”(1) (yürüdüler) buyuruyor. Bu da bize şunu öğretmesi gerekiyor ki; “Eğer kazanmak istiyorsan, yürümelisin.” Yürürken sende bulunması gereken 5 özellik var. 1. Sarsılmaz bir imân 2. Her türlü riyadan uzak bir ihlas 3. Korku ve ürküntüden uzak bir azim 4. Yorulma tanımayan devamlı bir çalışma 5. Şehadet ya da zaferden başka bir şey tanımayan tam bir fedakârlık Bu özelliklere sahip olan bir gencin önünde kim durabilir ki?! O zaman insanlarla imân arasında engel olan küfrü paramparça etmez mi?, Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için can havliyle sağa sola koşuşturmaz mı? “Eş-şebebu şu’betun min-el îmân” “Gençlik delilikten bir şubedir,” hadisine binâen damarlarında akan hızlı kanı İslam’ın muzaffer olması için harcamaz mı? Bu yolda duracak, düşünecek bir dakikamız bile yoktur. Zira ömür ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

25


Dünya bilinmeze doğru giderken onun rotasını İslam frekansıyla ayarladılar. Dünya’ya yeni bir ses verdiler. Zira biliyorlardı ki iman frekansını kalplerinde ayarlayamayanlar küfre, günaha, gaflete ve netice de yanlış davranışlara düşerlerdi. Önlerine serilen dünya hayatını bir rüya gibi algıladılar.

sermayemiz günden güne tükeniyor. Zaman ve

“Kime uzun ömür verirsek Biz onun gelişmesini

saatler akıp gidiyor. İyi Düşün!

tersine çeviririz. Hiç akıl erdirmiyorlar mı? (Bu

Yılda dört mevsim deverânı olduğu gibi, ömür de dört mevsim yaşar. Fakat yıllar tekrarlanır da, ömrün mevsimleri bir daha ele geçmez. Bu halleri iyi tefekkür etmek gerekir. Çocukluk ve ilk gençlik cıvıl cıvıl, hayat dolu bahâra; sıhhatli ve kuvvetli gençlik yılları bere-

fânî akış, bu yolculuk nereye?)” (Yâsîn, 68) Tabiatın bir anda solması, zümrüt yeşili bağların kupkuru kapkara kesildiği kış mevsimi; insanın fânîliğe doğru, fizikî tükenişinin bir misâli gibidir. Ey kardeşim şunu bil ki; Yüksekler çok pahalıdır, bedeli büyüktür. Onun bedeli selef-i salihinin yoluna uymaktır. Kendine bak ve vaktini de-

ketli yaz mevsimine; orta yaşlardan itibaren, terse

ğerlendir. “Zira ikamet süresi az, yolculuk vakti

dönen ahval ise yaprak dökümünün yaşandığı

yakın, yol korkularla dolu, aldanmak yaygın bir

sonbahara benzer. Bu hususta şu âyeti, her zaman

durum, tehlike büyüktür.

tekrar okumalı ve hiç unutmamalıyız:

Hasan el-Benna’nın haklarında şöyle dediği kimselerden ol: “İnsanlar uyurken onların gözleri sabahlara kadar açıktır. Kaygısızlar rahat rahat uyurlarken onlar çalışmaktadırlar, meşguldürler.” “Hz Ömer’in dediği gibi: “İnsanlardan en çok, en büyük hedeflere sahip olan kimse yorulur.” Şimdi tüm bunlardan sonra; O sahabenin arkasında yer almaya yüzün var mı? Kalk, Allah için kalk da at içinde kat kat olmuş engelleri, at!.. Davet meydanları metruktür, kürsüler bomboş, Camiler ıpıssız. Vadiler tekbir sesine hasret. Gayrete gel de kalk artık , kalk!... Dünya fitne ateşiyle yanıyor. Bu cehennemi söndürecek soğuk sular ancak sendedir, İstikâmetini yitirmeden biiznillah kalk!... O sallallahu aleyhi vesellem şefkatle buyurur ki: “İstikamet üzere olun. (Bunun sevabını) siz takdir edip kavrayamazsınız…”(2)

---------------------------------------------1 Kehf suresi/71, 74, 77 2 (Muvatta, Tahâret, 6)

26

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


KİTAPLIK

‫إقرأ باسم ربك الذىخلق‬ Yaratan Rabbinin adıyla oku!

Hz. Peygamber’den

GENÇLERE

50 NASİHAT

Toplumun ümidi olan gençler; iyi ile kötüyü ayırt edebilecekleri, doğru olanı tercih edebilecekleri ve kendilerini sürekli güzel olana yönlendirebilecek bir oluşuma, bir disipline ve bir düşünce sistemine her geçen gün daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Allah Rasulünün ahlaka, bilgiye, bireysel ve toplumsal yaşantıda başarılı olmaya dair öğüt ve tavsiyelerini içeren bu değerli çalışma Muhammed Ali Kutub tarafından kaleme alınıp İlke Yayınları tarafından yayına hazırlanmıştır.

KÜRESELLEŞME

&

MÜSLÜMANLAR

Bugün Müslümanlar, küreselleşmeden ve kendilerini tehdit eden tehlikeli uyarılardan şikâyet etmektedirler. Şikâyetlerinde haklıdırlar. Çünkü unvanları İslam Dünyası, üçüncü dünya ülkeleri, kalkınmakta olan ülkeler, geri kalmış ülkeler ya da fakir ülkeler olsun hiç fark etmeksizin bunlarla kastedilenlerin başında kendileri gelmektedir. Bu nedenle bu eserde, küreselleşme ile Müslümanların ona karşı tutumları çerçevesinde bazı noktalar aydınlatılmaya çalışılmıştır. Önce küreselleşmenin boyutlarından, ardından Müslüman ümmetin onun ortaya çıkıp güç ve imkân sahibi olmadaki sorumluluğundan, daha sonra da günümüzde ve gelecekte Müslümanların ona karşı takınmaları gereken tavır ve tutumlardan söz edilmektedir. Geçtiğimiz aylarda kendisini kaybettiğimiz değerli âlim Muhammed Kutub’un bu kıymetli eseri Beka Yayınları tarafından yayınlanmıştır. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

27


Kapak Dosya

TERBİYE NESLİ

Ş

üphesiz insan hayatının en verimli ve en değerli dönemi ‘Gençlik Dönemi’dir. Gençlik dönemi; heyecanın ve coşkunun en yüksekte olduğu bir dönemdir. Bu dönemde kişi, dinamik, enerjik ve çok hareketlidir. Gençlik döneminde, kişide birçok değişimin meydana geldiği görülür. Bu değişimin etkileri hayatın her alanına sirayet eder. Tabi bahse konu ettiğimiz değişim, olumlu ya da olumsuz yönden olabilir; bu kişinin kendi elindedir. Ebedi hayatın varlığından haberdar olan genç, eğer ki sonsuz güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ’nın emirlerini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nasihatlerini hayatının merkezine oturtursa yaşayacağı değişim elbette olumlu yönden olacaktır. Bu durumda hem kişi hem de toplum kazançlı çıkacaktır. İslam’ın ilk dönemini dikkatlice incelediğimizde, genç kuşakların İslâm’ın mesajını yaşlılardan daha önce ve daha büyük bir arzu ve iştiyakla kabul ettiğini görmekteyiz. Bu nedenle ilk Müslümanların büyük çoğunluğunu gençlik kesimi oluşturmuştur. Gençlerin İslâm dinine rağbeti o kadar fazla olmuştur ki, hicret sırasında Ubeyde b. Haris gibi oldukça yaşlı bir-iki kişi dışında, İslâm mensuplarının büyük ekseriyeti Müslüman oldukları zaman otuz yaşın altında idi ve ancak bir veya iki kişi otuz beşin üzerinde bulunuyordu. En nüfuzlu ailelerin, en nüfuzlu soyların gençleri İslâm’a koşup, kutlu davasında Allah’ın Elçisi’ne

28

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

destek ve yardımcı olmuşlar, O’nu en olumsuz şartlar altında bile yalnız bırakmamışlardır. Bu gençler arasında sayabileceğimiz Ali b. Ebî Talib Hz. Peygamber’in amcasının oğluydu. Hz. Ali İslâm’dan önce Allah Rasulü’nün evinde kalıyordu. Babası Ebû Talib, Hz. Peygamberi müşriklere karşı bütün imkânlarıyla korumasına rağmen, Müslüman olmamıştı. Ama Hz. Ali, daha İslâm’ın ilk gününden itibaren Müslüman olmuş, Hz. Hatice’den sonra İslâm’ın ilk mensubu olma şerefini kazanmıştır; Müslüman olduğunda ise henüz on yaşlarındaydı. Böylece o, daha İslâm’ın başlangıcından itibaren hep İslâmiyet’in içinde olmuştur. Onun ağabeyi Ca’fer b. Ebî Talib de ilk Müslüman olanlardandır1 ve Hz. Ali’den on yaş büyük olduğuna göre2, Müslüman olduğunda 20 yaşlarında bir delikanlıdır. Hz. Ca’fer’in hanımı Umeys’in kızı Esma’nın da ilk Müslüman olan3 genç hanımlardan olduğu anlaşılmaktadır. İlk Müslümanlardan bir diğeri de, henüz daha delikanlılık çağında İslâm’ı tercih etmiş olan ve Efendimiz’in, kendisine “havarim” diye iltifat ettiği Zübeyr b. Avvam’ dır4. Zübeyr Müslüman olduğunda daha on iki yaşındaydı5. Mekke döneminin ilk ve aynı zamanda çilekeş Müslümanlarından Habbab b. el-Eret’i de zikretmemiz gerekir. O, altıncı Müslüman olarak on altı yaşlarında6 bir delikanlıydı. Osman b. Maz’ûn on dördüncü Müslüman olduğunda genç grup içinde bulunuyordu. Kardeşi Kudame b. Maz’ûn da ilk Müs-


I S. RAMAZAN AYCİL Müslüman gençlik şu anda Allah’ın merhamet ettiği kişiler hariç acil tedavi edilmesi gereken birçok tehlikeli hastalıklar yaşıyor. Bu hastalıkların en önemlisi hayattaki hedeflerinin belli olmamasıdır. lümanlardan olup, Müslüman olduğunda yirmi yaşının biraz üstünde idi7.

yararına kullanılmasını sağlayan neden de İslam’dır.

Bütün bunlar bize şunu apaçık göstermektedir ki, Hz. Peygamber’in yardımcısı olan ve İslâm dinini omuzlayanların büyük çoğunluğunu gençler oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle, İslâm dini büyük ölçüde gençlerin omuzlarında yükselmiş, layık olduğu yere ve zaferlere onlarla koşmuştur. Şurası gerçek ki, günümüzde de İslâmiyet, usulüne uygun bir şekilde insanlara takdim edilirse, ona ilk önce koşacak olanların gençlik kitlesi olacağı bilinmelidir.

Ümmet yaşadığımız şu zaman diliminde ardı ardına geçen onlarca yıldır kendi gençlerini İslami terbiye metodu dışındaki nice terbiye metotlarıyla eğitiyor. İslam ümmeti bununla İslam terbiye metodunu kaldırmakla başarı sınırını kaybetmiş, hidayet ve doğruluk yolundan da sapmıştır. Ayrıca sıkıntılı, ümitsiz bir hayat yaşamıştır.

İşin gerçeği şudur ki, Müslüman gençlik şu anda Allah’ın merhamet ettiği kişiler hariç acil tedavi edilmesi gereken birçok tehlikeli hastalıklar yaşıyor. Bu hastalıkların en önemlisi hayattaki hedeflerinin belli olmamasıdır.

Ümmet gençliğinin eğitiminde Allah’ın rızasını gözetme ölçüsü dikkate alınmamıştır. Öyle ki gençler daima öğretmenlerinin, babalarının ve belli otoritelerinin taleplerini gözetiyorlar. Bu kimseler gözden kayboldukları zaman ise gençler istek ve şehvetlerine kapılıyorlar. Ve yanlışlarda aşırıya gidiyorlar.

Müslüman gençlerin çoğunun uğraşları artık yemek, içmek, ev, oyunlar, eğlence ve cinsel arzularıyla meşgul olmaktır. Ümmetin gençlerinin şuan üzerinde bulundukları durum ile olmaları gereken durum arasında dağlar kadar farklılık meydana gelmiştir. Elbettet ki gençleri içinde bulunduğu bu durundan dolayı suçlayıp hataların sadece onlardan kaynaklandığını söylemiyoruz. Hatanın genel bir hata olduğunu, büyük bir dengesizlik ve büyük bir karışıklık meydana getirdiğini, bazı sebepler bu sonucun doğmasına ve korkunç farklılığın oluşmasına sebep olmuştur. Bilinçli İslam Terbiyesi Bu gençlerin layık oldukları konumlarından düşmelerindeki en önemli etkenlerden biri şüphesiz ki bilinçli İslam terbiyesinden yoksun olmalarıdır. Oysa ki Zeyd bin sabit, Usame bin Zeyd, Muaz bin Amr, İslam olmadan önce kimdi ve ne oldu? Bunları kahraman ve büyük yapan İslam’dır. Gençlerin bu gizli güçlerini ortaya çıkaran da İslam’dır. Ayrıca bu yetenek ve güçlerini İslam ümmetinin hizmetine yönlendiren ve yeryüzünün

Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak… (Taha; 124)

Ayrıca güçlerini ve yeteneklerini ümmetin temel taşlarını inşa etmek için kullanacakları yerde ellerinden geldiği kadar bu temelleri yıkmakla uğraşıyorlar. Kuşkusuz gençler bu terbiyenin sonucunda Allah’ın kitabına, peygamberin sünnetine duyarlılıklarını kaybetmişlerdir. Ey Gençler! Gençliğiniz geçtikten sonra size bu nimeti kim geri getirecek, sonra ölüm aniden gelecek ve herkes bunu ancak o zaman fark edecek. Yaşlı olanlar öldüğü gibi genç olanlarda ölür; hasta olanlar öldüğü gibi sağlıklı olanlarda ölür. Bu durumda pişmanlık fayda etmez. Rabbani olan bu çağrıyı hayatınızın her adımında göz önünde bulundurun; “Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.” (Şura; 47) ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

29


MUHAMMED ALİ MÜCAHİD I

GENÇLİĞİN İMANINI ÖZENTİ İLE K ÇALDILAR GENÇLIK ARTIK POLAT, MEMATI, ABDULHEY, JUSTIN BIEBERTIMBERLEK, SERHAT, DADAYLI, DOKTOR VE DAHA NICELERINE ÖZENIYOR VE ONLARIN YOLLARINDAN GIDIYOR. 30

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

ötü yolların ve ona özenti veren her şeyin yollarını kesebilen en iyi merci devlettir. Ancak şu anki devlet ve devletler bataklıkta boğazına kadar batmış insan konumunda olduklarından bunu indirgeyerek bu görevi İslami kurumlar, Müslüman topluluklar ve fertler olabildiğince çabalamalıdırlar. Hayatı hercümerç olmuş, telef olmuş şuursuz ve bilinçsizce sarf edilmiş insan yığınının özellikle gençlik güruhunun özenti duydukları genellikle şu şıklardan biridir. a-Avrupa-Amerika halkının yaşam biçimi, modası. Konuşmada, giyimde, müzikte, özenti. b-Yurd dışı artist/şarkıcıların yaşam biçimi c-Yurd içi artist/şarkıcıların yaşam biçimi d-Sorumsuzca tüm İslami ve etik değerleri yıkarak yaşayan medyatik şahsiyetler gibi yaşama hırsı. Örneğin nikâhsız evlenme, yuva kurma, dost edinme, eroin kullanma, dikkat çekme adına her türlü dengesiz davranışa özenme.


I MUHAMMED ALİ MÜCAHİD ÖZENTİYİ TEŞVİK EDEN YOLLAR

2. İNTERNET;

1. TELEVİZYON KANALLARI;

Google, youtube, facebook, twetter, cinema izle, siteleri televizyonda biplenmiş kesilmiş bölümleri internet vesilesiyle tüm pislikleri ile ayan beyan yayınlama yüzde doksan gençlerin altı yedi saatlerini verdiği internetler, onlar için tam bir özenti merkezi kaynaklarıdır. Akla hayale gelmedik tüm sapkınlıklar, tüm iğrençlikler, tüm boş şeyler buralarda sınırsızca mevcuttur, girdiğiniz sitenin yanlarında alt veya üstlerinde gelen fuhşa teşvik eden, güzel gösteren reklamların çıkması devede kulak kalır. Diğer yaydığı akıl necasetinin yanında internet çağımızın en büyük virüsü, gençliği iğrençliğe özendiren pislik yuvasından başka bir şey değildir.

a) Diziler; Çete kurmaya, adalet dağıtmaya, zulme, insanın aklına gelmeyecek biçimde adam öldürmeye, ihanete, yalancılığa, hayâsızca giyinmeye, karı-koca aldatmalarına, akraba arası sapıklıklara, güvensizliğe, fuhşa, dayılanmaya, kolay para kazanma yollarına hırsızlığa teşvik eden diziler gençlerimizin, toplumumuzun en fazla özenti duyduğu yayın organlarından biridir. Bunlardan bazılar şunlardır ve neredeyse bunlardan birini izlemeyen yok gibidir. Kurtlar Vadisi, Kaçak, Yasak, Bir Kadın Bir Erkek, Umutsuz Ev Kadınları, Bugün Ne Giysem, Ne Yesem, Benim Evim, Magazin, Moda, vs. vs. Gençlik artık Polat, Memati, Abdulhey, Justin Bieber-Timberlek, Serhat, Dadaylı, Doktor ve daha nicelerine özeniyor ve onların yollarından gidiyor. b) Reklamlar; İnsanları abartılarla, yalanlarla ellerinde olanla yetinme duygusunu körelterek devamlı daha ileriye harcamalara sevk edip zenginliğe, rahata, azgınlığa, israfa davetiye açarlar ve her zaman bizim oynattığımız piyonlara özenin derler aslında ve maalesef insanlar bu oyuna çok rahat düşerler haberi sunan sunucuda bile özenti alametleri vardır. Haber bitiminde dikkat edin sunucunun takısı x firmasından, saç tasarımı x firmadan, üzerindeki elbise ceket vs. x firmadan diye reklam yapılır. İnsanların da bu bilinçaltına yerleşmiş bir özenti halinin asla bitmeyeceği aşılanır. İnsanlar artık kendi beğendiği bir takıyı, bir giysiyi almıyor aksine falanca ne giyiyorsa ben ondan giyineceğim, falanca ne takıyorsa ben de o kolyeden veya saatten takacağım diyerek mağazadaki satıcıdan bu şekilde ürün istiyor. Zaten bunu bilen satıcı Hürremin elması/kolyesi, Fatma Gülün elbisesi, Polat’ın yüzüğü, Justin’in ceketiayakkabısı gibi reklamla ürünlerini satar hale gelmişlerdir.

İnsanlar internetin faydasından bahsederler ama interneti gerçek anlamda faydalı kullananları ülke düzeyinde orantılayacak olursak bir elin parmağı desek abartırmıyız bilmiyorum. Ancak şu teşbihi yapmak yanlış olmaz sanırım; internetin faydası ile zararını kıyaslarsak üzüm şırasının bir ileri merhalesi olan şarabın faydası ile zararı gibi diye biliriz üç tane faydası varsa üç yüz hatta üç bin zararı vardır maalesef.Ve böylece gençliğin, toplumun imanı yer değiştiriyor, imanı çalınıyor.

3. GAZETE VE DERGİ; Magazin, cinema, moda okurlarını oluşturan bir güruh da özentinin boyutlarının hangi merhalelere geldiğini gösterir durumda. İnsanlar kendi karakterlerini, kendi hayat tarzlarını yaşamıyor aksine ulaşamayacakları şan şöhret sahibi olanların, hayal ürünü Ramboların, sosyetelerin hayatlarını yaşamaya çalışıyorlar ve bu özenti ile yaşayanlar asla ve asla hayatlarından tat almıyor, bunalımlar neticesinde sonuç intihar… “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka bir sözde söylemezler.” (En-am; 116) Rabbimiz bizleri ve ailemizi güzel özenti sahiplerinden eylesin kötülerinden beri kılsın. (amin) ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

31


Bir Konu Bir Ayet

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

İNSAN YETİŞTİRME SORUMLULUĞUMUZ “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan! Öyleyse cehalet denilen yüz karasından

Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet. Kâfi değil mi, yoksa bu son ders-i felaket? Son ders-i felaket neye mal oldu? Düşünsen: Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!

‫قُ ْل َه ْل َي ْس َت ِوي‬ ‫ين َلا‬ َ ‫ين َي ْع َل ُمو َن َوالَّ ِذ‬ َ ‫الَّ ِذ‬ ‫َي ْع َل ُمو َن‬

‘Son ders-i felaket’ ne demektir? Şu demektir: Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir! Zira, yeni bir sadmeye (çarpmaya) artık dayanılmaz; Zira, bu sefer uyku ölümdür; uyanılmaz! … Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık! Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak, maskaralıktır! Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... Ey derd-i cehalet, sana düşmekte bu millet, Bir hale getirdin ki, ne din kaldı, ne namus! Ey sine-i islam’a çöken kapkara kâbus, Ey hasm-ı hakiki (derçek) , seni öldürmeli evvel: Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el! Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun! İslam›ı da batsın, diye tutmuş ye diyorsun!

Allah’tan utan! bari bırak dini elinden... Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! Lakin, ne demek bizleri Allah ile iskat (susturmak) ? Allah’tan utanmak da olur, ilim ile... Heyhat! Mehmet Akif Ersoy

32

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


I ZAFER MERT

“İnsanlar develer gibidir; yüz tanesinin içinden dayanacak bir tanesini bile bulamayabilirsin”

(Buhari, Müslim)

H

z. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kızgın çölün kurak topraklarında yaşayan bedevi insanlardan oluşan bir toplumdan, çok kısa bir zamanda İslam medeniyetinin çekirdeğini teşkil edecek ana kadroyu yetiştirmeyi başarmıştır. Öz çocuklarını diri diri gömen, putlara tapan, yol kesen, menfaatçi ve ırkçı bir toplumu çok kısa bir zamanda dönüştürerek, Medine’de kurulacak olan İslam devletinin ana kadrosunu hazırlamayı başarmıştır. O esfel-i safilin olan insanları ahsan-i takvim mertebesine çıkarmıştır. Bugün, ümmet olarak çok çetin sınavlardan geçmekteyiz. Yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan olaylar genelde insanlığın, özelde ise Müslüman kimliğin içinde bulunmuş olduğu üzücü durumu fazlasıyla göstermektedir. Hassaten ümmet bilinci ile hareket ederek hakka, hidayete, adalete ve iyiliğe önderlik ve rehberlik etmesi gereken Müslümanlar, kendi aralarındaki özensizlik, hukuksuzluk, ölçüsüzlük bizlere acı veren bir yük olmanın ötesine geçmeye başlamıştır. Bütün insanlık için hayırlı bir ümmet ve örnek bir topluluk olarak hakka, hakikate, adalete ve ahlaka rehberlik etmekle yükümlü olduğumuz halde, ne yazık ki birbirimizle olan ilişkilerimiz başta olmak üzere, birer Müslüman olarak diğer insanlarla, eşyayla, tabiatla hatta topyekûn hayatla olan ilişkilerimizde ciddi bir istikamet kaybı içinde olduğumuzu itiraf etmek gerekir. Kur’an ve Sünnet olanca berraklığı, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, ashabının örnek hayatları önümüzde olmasına rağmen İslam dünyası asr-ı saadet olmak bir yana asr-ı zulüm ve ihtilaf coğrafyasına dönüşmüştür. Üzü-

lerek ifade edelim ki, İslam coğrafyası bir ilim ve medeniyet coğrafyasından bir zulüm ve mazlumiyet coğrafyasına dönüşmüştür. İslam diyarları, barışın, esenliğin ve huzurun diyarları olmaktan çıkmış, fitnenin, düşmanlığın, şiddetin ve savaşın diyarları haline gelmiştir. İslam ümmeti, tevhit, vahdet, birlik, beraberlik ve kardeşlik şuurundan uzaklaşmış, tefrika, ayrılık-gayrılık ve ayrımcılık girdabına düşmüştür. Müslümanlar, kardeşlik ahlakının ve hukukunun gereklerini yerine getirmekten uzaklaşmış, ümmet-i Muhammed olma bilincini kaybetmiştir. Mezhepler, gerilim ve çatışmanın kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. Müslümanlar, ırkçılık, mezhepçilik ve cemaatçilik hastalığına yakalanarak küçük mensubiyetleri kimliğe dönüştürmüşler ve asıl büyük mensubiyet olan İslam’ın önüne geçirmeye kalkışmışlardır. Bu sorunların tamamının kökenine indiğimizde insan kaynağına ulaşırız. Parçası doğru olmayan bütünün doğru olmasının mümkün olmadığı gibi fertleri doğru yetiştirilmeyen toplumların da ıslahı, imarı mümkün değildir. İnsan yetiştirme, her akil insanın üzerinde ittifak edeceği bir meseledir. Hedefi ne olursa olsun her yapının biricik derdi ve hedefidir. Harekete geçilecek nokta insan eğitimidir. Nitelikli ve kaliteli insan sayısı arttıkça hizmetler ve ameller de o doğrultuda artacaktır. Nitekim Hz. Ömer radıyallahu anhu hilafeti döneminde yapmış olduğu bir istişarede nitelikli ve kaliteli insanın önemine şu şekilde dikkat çekmiştir: ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

33


ZAFER MERT I

Bugün, ümmet olarak çok çetin sınavlardan geçmekteyiz. Yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan olaylar genelde insanlığın, özelde ise Müslüman kimliğin içinde bulunmuş olduğu üzücü durumu fazlasıyla göstermektedir. Hassaten ümmet bilinci ile hareket ederek hakka, hidayete, adalete ve iyiliğe önderlik ve rehberlik etmesi gereken Müslümanlar, kendi aralarındaki özensizlik, hukuksuzluk, ölçüsüzlük bizlere acı veren bir yük olmanın ötesine geçmeye başlamıştır. Bütün insanlık için hayırlı bir ümmet ve örnek bir topluluk olarak hakka, hakikate, adalete ve ahlaka rehberlik etmekle yükümlü olduğumuz halde, ne yazık ki birbirimizle olan ilişkilerimiz başta olmak üzere, birer Müslüman olarak diğer insanlarla, eşyayla, tabiatla hatta topyekûn hayatla olan ilişkilerimizde ciddi bir istikamet kaybı içinde olduğumuzu itiraf etmek gerekir. Hz. Ömer radıyallahu anhu ashabdan birileri ile oturuyordu. Onlara Allah’tan bir dilekte bulunun” dedi. Birisi şöyle söyledi: “Bu oda dolusu altınım olmasını ve onları Allah yolunda infak etmeyi diliyorum” Hz. Ömer yine “bir dilekte bulunun” dedi. İçlerinden birisi “tümünü Allah yolunda infak etmek ve harcamak üzere bu oda dolusu inci, mercan ya da altınım olmasını dilerim” dedi. Bu dileklerin hepsi iyiydi hoştu. Ama Hz. Ömer radıyallahu anhu’nun zihnini meşgul eden bunlar değildi. Hz. Ömer yine “bir dilekte bulunun” dedi. “Ey müminlerin emiri ne dileyelim şaşırdık” dediler. Hz. Ömer radıyallahu anhu şöyle dedi: “Ben Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel, Ebu Huzeyfe’nin efendisi Salim ve Huzeyfe el-Yeman gibi bu oda dolusu yiğitlerin olmasını dilerim.” (Ahmed b. Hanbel, 1280)

34

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

İnsan eğitimi zorlu ve uzun bir yoldur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de kaliteli insan bulmanın zorluğunu ifade ederek; “İnsanlar develer gibidir; yüz tanesinin içinden dayanacak bir tanesini bile bulamayabilirsin” (Buhari, Müslim) buyurmuştur. Dolayısıyla insan eğitimini kendisine amaç edinen kurum ve kuruluşlar bu hakikati gözden kaçırmadan sabırla hareket etmeli, yetiştirilen her ferdin aynı kabiliyet ve performansı gösteremeyeceğini yolun başından bilerek çalışmalı, her ferde uygun müfredat ve eğitim sonrası için hedefler çizmelidir. Eğitim sistemlerimiz iyi olanların yükselmesine zemin hazırlamalı, uzmanlaşacak kişilere rehberlik etmeli ama bu arada tabanı oluşturacak olan geniş kesimlerin eğitimi de gerçekçi tespitler ile tayin edilmelidir. Aksi takdirde aşırı idealist yaklaşımlar yeterli olmayan fertlerin yılmasına, yapılan çalışmaların verimsiz olduğu kanaatinin oluşmasına imkân verebilir. Eğitimde vakıa ile ideal karıştırılmamalı, ideal olan hedeflenmeli ama vakıaya da uygun hareket edilmelidir. Bu eğitim belirlenirken insanımızı nasıl yetiştiriyoruz? Nasıl bir insan özlemi içerisindeyiz? Yetiştirdiğimiz insanlar nasıl bir gelecek vaat ediyor? Yetiştirilen her bir insan ne ölçüde muteber ve ideal hasletlerle kendi kişiliğini buluşturmayı öncelemiştir? Yetiştirilen insanlar nerelerde istihdam ediliyor? İstihdam alanları genişletilebilir mi? Bu konuda sorumluluklarımızı müdrik miyiz? Gibi soruları kendimize sorarak yol haritamızı hazırlamalıyız. Eğitim programları yapılırken şeri ilimleri öncelemeli ama dünyevî/pozitif ilimler ihmal edilmemelidir. Bir kuşun iki kanadı mesabesinde olan bu ilimler dengeli bir şekilde ilim talebelerine öğretilmelidir. Eğitim faaliyetlerine eğitimcilerin eğitimi ile başlamalıyız. Eğitimcilerin eksik olduğu yerde başarılı bir eğitimin beklenilmesi abesle iştigaldir. İnsanları eğitmekle görevlendirilen kimselere öncelikle farz-ı ayın ilimler özel olarak öğretilmeli, farz-ı kifaye kapsamında olan ilimler ise genel ilim halkaları kurularak öğretilme yoluna gidilmelidir. Eğitimciler her şeyden önce yaptıkları işi Allah için yaptıkları şuuru ile hareket etmeli ve yaptık-


I ZAFER MERT ları işi severek yapmalıdırlar. Sevginin olmadığı yerde hiçbir şey yeşermez. Eğitim, davet sevgi ve muhabbet ile olur, sevgi ve muhabbetin olmadığı yerde ne davet ne de eğitim olmaz. Eğitimciler, ilim sahibi, ihlaslı, sağlam karakterli, anlayışlı, dürüst, güvenilir, onurlu kişiler arasından seçilmelidir. Bir eğitim gönüllüsü asla kırıcı, sert, kaba, bencil, çıkarcı ve mutaassıp olmamalıdır. Eğitimciler muhakkak kendilerini yenilemelidirler. Kendisini yenilemeyen eğitimcilerin orta vadede yeterli gelmeyeceği bilinmelidir. Eğitimciler Hz. Peygamberin yaşantısı ile canlı bir Kur’an olması misali anlattıklarını hayatları ile örnek olarak göstermeye çalışmalıdırlar. Lisan-ı hâlin lisan-ı kalden daha entak olduğunu unutmamalıdırlar. Bundan dolayıdır ki nice aramızda olmayan davetçilerin sesleri her gün konuşan, yazan, seminer ve konferanslarda boy gösteren davetçilerden! daha fazla çıkmaktadır. Çünkü eğitimin yolu konuşmak değil, ameldir. Eğitimciler, Rasul-i Ekrem’in insan eğitiminde uyguladığı yolu takip etmelidirler. Hz. Peygamberin ihtiyaç kadar, sade ve anlaşılır konuşması, tekrarları, mektupları, iknaları, çizgi ve şekiller çizmesi, işaretler kullanması, hicap duyulan konularda işaretle yetinmesi, durum ve seviyelere göre davranması, verimli ve uygun zaman dilimini gözetmesi, yanlış anlamalara sebep olmamak ve yersiz konuşmalara fırsat vermemek için açıklama yapması gibi yöntemlerini yeri ve zamanına göre uygulamaya çalışmalıdır. Eğitilen fertler ise Kur’an ve Sünnet merkezli bir eğitimden geçirilmelidir. Rasul-i Ekrem’in hadis ve sünnetlerine göre Müslüman kimlik ve kişilik oluşturulmaya çalışılmalıdır. Eğitilen fertler, dünyevileşen değil dünya ahiret dengesini gözeten, yalancı ve ikiyüzlü değil dürüst ve güvenilir, konjonktür değil hikmet ve hakikat yanlısı, sert ve kaba değil yumuşak ve nezaketli, tamahkâr değil kanaatkâr, açgözlü değil tokgözlü, cimri değil cömert, kendini beğenip böbürlenen değil mütevazı, külfetli değil ülfet eden ve edilen olmalıdır. Vefasızlık, ümitsizlik, mümine lanet ve beddua, kin ve düşmanlık, bencillik, kıskançlık, aldatma,

Eğitimciler Hz. Peygamberin yaşantısı ile canlı bir Kur’an olması misali anlattıklarını hayatları ile örnek olarak göstermeye çalışmalıdırlar. Lisan-ı hâlin lisan-ı kalden daha entak olduğunu unutmamalıdırlar. Bundan dolayıdır ki nice aramızda olmayan davetçilerin sesleri her gün konuşan, yazan, seminer ve konferanslarda boy gösteren davetçilerden! daha fazla çıkmaktadır. Çünkü eğitimin yolu konuşmak değil, ameldir. korkaklık ve öz güven eksikliği, bıkkınlık ve yılgınlık, heva ve hevese uymak, boş ümit ve kuruntulara kapılmak ise eğitilen fertlerde olmaması gereken özelliklerdir. Şu unutulmamalıdır ki fertlerini sağlıklı bir şekilde eğitmeyen toplulukların gelecekleri yoktur. Her topluluk yapmak istediklerine uygun olarak eğitim kollarını çoğaltmalı ve bunun mücadelesini vermelidir. Eğitimsizliğin açmış olduğu sorunlar, eğitim sorunları ile kıyaslandığında, çok daha büyük olacağı muhakkaktır. Sivrisinekle uğraşmak yerine bataklık kurutulmaya çalışılmalıdır. Öğrenciler, gençler, yetişkinler, hanımlar… gibi alanlarda faaliyet göstermek isteyen kişilerin ilk yapacakları bunları eğitecek kurumları oluşturmak ve bu kurumların herkesi kuşatacak büyüklüğe ulaşmasını sağlamak için çalışmak olmalıdır. Hulasa, toplumun imarı ferdin inşasından geçmektedir. Ehliyetli fertlerin yetişmediği toplumların insanlara rehberlik etmek, İslam medeniyetini ihya etmek gibi hedefleri gerçekleştirmesi mümkün değildir. Rabbim yaptıklarının hakkını veren kullardan olmayı bizlere ihsan eylesin. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

35


Hadis-i Serif

sallallahu aleyhi ve sellem

‫الل عنه عن‬ َّ ‫هريرة رضي‬ ‫عن أيب‬ ِ ٌ‫ « سبـَْعة‬: ‫وسلَّم قال‬ َ ‫النيب‬ َ ‫صلّى هللاُ َعلَْيه‬ ِ ‫ إِمام‬: ‫الل يف ِظلِّ ِه يـوم ال ِظ َّل إِالَّ ِظلُّه‬ ، ‫عاد ٌل‬ َّ ‫يُ ِظلُّ ُهم‬ ٌ ُ َ َْ ِ ‫ ورجل قـ ْلبه معلَّق بِاملس‬، ‫جل‬ َِّ ‫وشاب نَشأَ يف ِعبادِة‬ ‫اج ِد‬ َ​َ َ ٌ َ​َ َ َ ٌ َ ُ ُ َ ٌ ُ َ​َ َّ ‫الل َعَّز َو‬ َِّ ‫ورجالن َتابَّا يف‬ ِ ِ ٌ‫ َور ُج ٌل َد َعْتهُ ْامَرأَة‬، ‫ َوتـَ​َفَّرقَا َعلَْيه‬، ‫اجتَ َم َعا َعلَْيه‬ َ َُ ْ ‫الل‬ ِ ٍ ٍ ‫ات َمْنص‬ ‫َّق‬ َّ ‫َخاف‬ َ ‫صد‬ ُ ‫ إِ​ِّن أ‬: ‫ فقال‬، ‫ب َو َجَال‬ ُ ‫َذ‬ َ َ‫ َوَر ُج ٌل ت‬، ‫الل‬ ٍ ، ُ‫َخ َف َاها َح َّت ال تـَْعلَ َم ِشَالُهُ ما تـُْن ِف ُق َيِينُه‬ ْ ‫ فَأ‬، ‫بص َدقَة‬ َ ِ » ُ‫ت َعيـْنَاه‬ ‫اض‬ ‫ف‬ ‫ـ‬ ‫ف‬ ‫ا‬ ‫ي‬ ‫ال‬ ‫خ‬ ‫ك‬ ‫ذ‬ ‫ل‬ ‫ج‬ ‫ر‬ ‫و‬ ‫الل‬ ‫ر‬ ْ َ َ​َ ً َ ََّ َ َ َ ٌ ُ َ​َ

MÜBTELA OLDUĞUMUZ DÜNYEVİLEŞME HASTALIĞI VE YARI KEFENLİ BİR ŞEHİT GENÇ:

MUS’AB B. UMEYR T

atlı ve çekici kılınmış içinde yaşadığımız şu dünya. Her türlü albenisi ile kuşatacak gibi benliğimizi ve herşeyimizi. Tüm cazibeler var edilmiş bu dünyada, neredeyse bizi kendisine bağlayacak gibi. Oyun ve eğlenceden ibaret kılınmış, bütün etkileyiciliği ile çepeçevre sardığı için hepimizi, hiç terketmeyecek zannederiz bazı zaman kendimizi. Karar kılacağız, yerli olacağız, ihtişama şan-şöhret katacağız, imar edeceğiz, çabalayıp duracağız, hiç terketmeyeceğiz sanki. Fıtratımıza sevimli gösterilen nimetlerin tadına doyumsuz varmaya çalışıyor, sözümona cennet yaşamaya gayret ediyoruz; ezelde fanilik damgası yiyen bu hayattan ayrılmayacakmış gibi gözüküyor her birimizin hali. Hiç düşünmüyor gibiyiz zaman zaman bizden öncekilerin hal-i pürmelalini. Nerede Ademler, Nuhlar, İbrahimler; nerede yedi düvele nam salmış İskenderler, Neronlar, Nemrutlar, Firavunlar, hiç hatırımıza gelmez gibi. Biz de sonsuz değilsek, tadacaksak fanilik şerbetini niçin varız o zaman bu dünyada, manası nedir dünyanın, ne ola hakikati? Bütün varlık alemini, mevcûdatı onların herhangi bir etkisi ve katkısı olmadan sonsuz kudreti ile yaratan, bu varlık alemi içersinde dünyayı vareden ve onu

36

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


I ALİ YÜCEL Ademoğlu için imtihan diyarı kılan Rabbimiz, Kerîm Kitabında şöyle buyuruyor: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.” (Ankebut; 64) “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider).” (Hadid; 20) “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür.” (Kehf; 46) “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir.” (Âl-i İmrân; 14) “(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür.” (Kasas; 60) “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.” (En’am; 32). En zevkli eğlencelerin bir zaman sona ereceği gibi dünya eğlencehanesinin, hayat defterini kapatmak olacak son hamlesi ve nihayeti. En sevilen oyunlar bile bıktırıp usandırıyorsa kimi zaman kendisinden, mahiyeti devasa büyüklükte olan dünya oyunu da kursağımızda bırakacak hevesimizi. O halde nasıl bakacağız dünyaya, ne şekilde değerlendireceğiz içinde bulunduğumuz dünyayı? Doğup büyüdüğümüz, bütün işlerimizi kendisinde hallettiğimiz bu dünyadan el-etek mi çekeceğiz, düşman mı telakki edeceğiz dünyayı kendimize? Evvela unutmamalı ki, bizler insanlığa rehberlik edecek, bütün hal ve hareketlerinde, inanç ve ibadetinde, değer ve yargılarında ölçülü hareket eden orta yollu, mutedil bir ümmetiz. Eşyayı, tabiatı, kainatı ve evreni, bunun içersinde varolan herşeyi değerlendirirken de ölçülü olmak durumundayız. Kimi zaman bir matemhanemiz olan dünya diğer bir zaman sevinçhanemiz olabilmektedir. Kimi zaman zafer yaşadığımız bir mekan olurken kimi zaman mağlubiyeti zoraki yudumlamak durumunda kaldığımız bir mekan olmaktadır aynı dünya. O halde nasıl bakmalıyız dünyaya? Hem peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin üzerinde yürüdüğü hem de ceberut zalimlerin, kendini beğenmiş müstekbirlerin, mücrim ve müfsidlerin meşgul ettiği şu küre-i arzı nasıl değerlendirmeliyiz?

Kimi zaman bir matemhanemiz olan dünya diğer bir zaman sevinçhanemiz olabilmektedir. Kimi zaman zafer yaşadığımız bir mekan olurken kimi zaman mağlubiyeti zoraki yudumlamak durumunda kaldığımız bir mekan olmaktadır aynı dünya. O halde nasıl bakmalıyız dünyaya? Hem peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin üzerinde yürüdüğü hem de ceberut zalimlerin, kendini beğenmiş müstekbirlerin, mücrim ve müfsidlerin meşgul ettiği şu küre-i arzı nasıl değerlendirmeliyiz? Yarattığı her şeyde mutlaka ince bir hikmet bulunan yüce Rabbimiz, bu konuda da bizlere mutedil ve orta yolu göstermiş, şu hikmetli emri, her birimize yöneltmiştir: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas; 77) O halde dünya nimetlerinden istifade etmemek, nasibini aramaktan vazgeçmek diye bir şey yoktur. Dünyayı her şey bilmek, dünya nimetlerini sorumsuz ve fütursuzca kullanmak, dünya hayatının süslerine aldanıp ahireti unutmak, hayatı sadece dünya hayatından ibaret zannetmek, kısaca dünyevileşmek, süfli olana razı olup denileşmektir ayet ve hadislerde kınanan. Aksi takdirde gece-gündüzün bizlere musahhar kılınması, denizin emrimize amade kılınması, güneş ve ayın hizmetimize sunulması ne mana ifade edecektir? Her işi bir kader ve ölçü ile olan Allah-u Teâla’nın bizden istediği ölçüler dahilinde, dünya nimetlerinden istifade etmenin mahsuru olmadığı gibi bu, kimi zaman yerine getirmemiz gereken bir sorumluluk da olabilmektedir. Bir dünya nimeti ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

37


ALİ YÜCEL I

“Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor. Bunların her ikisinin de kendilerine has evlatları vardır. Sizler ahiretin evlatları olun. Sakın dünya adamı olmayın. Zira bu gün amel var, hesap yok; yarın ise hesap olacak ama amel olmayacaktır.” olan kadın nefsimize süslü gösterilmiştir. İffetimizi koruyup Allah’ın dinini yer yüzünde hakim kılacak nesiller yetiştirmek için, fıtratımıza süslü gösterilen kadınlarla evlenmek ise uzaklaşılması gereken bir dünya nimeti olmak şöyle dursu,n Rabbimizin bize hakkında emir ferman buyurduğu önemli bir husustur. Hatta bu mesele yüce Kitabımızda o kadar önemsenmiştir ki, Allah’ın varlık delillerinden biri sayılmıştır. (Bkz. Rum Suresi 31) Esasında bir dünya nimeti olan göz kamaştırıcı binekler, atlar, arabalar vs. şeyler bizlere çekici ve cazip gösterilmiştir. Ancak Allah’ın dini uğruna cihad etmek için bir çeşit hazırlık sayılan bu vasıtaları edinmek ise Allah’ın bir emridir. (Bkz. Enfal Suresi 60) Kimilerinin cehennem azabında dağlanmasına sebep olacak olan ve nefsimize de çok sevimli gelen altın, gümüş, para vs. şeyler, muhtaç kimselere verilecek sadakaya dönüştüğünde yerilmek bir yana, onlarca ayet ve hadiste kendisine ısrarla teşvik yapılan bir hayır haline gelebilmektedir. Resul-ü Zi-Şan efendimizin “Salih adam için salih mal ne güzeldir”1 buyruğu, sadedinde olduğumuz konuyu gayet kısa ve öz bir şekilde açıklamaktadır. O halde dünyaya bakışımız, dünyevileşmeden ömrümüzü tamamlayana kadar dünyayla barışık yaşamak şeklinde formüle edilebilir. Mesele kendini kaptırmamaktır, araçları amaç edinmemektir, süfli olanı ulvi olana tercih etmemektir, geçiçi olanı

38

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

kalıcı olanla değiştirmemektir. Kur’an-ı Kerim, geçi olanı kalıcı olan ile takas eden kimselerden kafirler olarak bahsetmekte, onlara veryansın edip özelliklerini şöyle beyan etmektedir: “Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline. Onlar, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Ve onu eğriltmek isterler. İşte onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.” (İbrahim; 2-3) “Şunlar (inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.” (İnsan; 27) “Fakat siz ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A’la; 16-17) “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz.” Kıyamet; 20-21) Kur’an-ı Kerim’in canlı müfessiri olan Hz. Peygamber aleyhisselam, konuyu çok güzel bir teşbihle, veciz bir şekilde şöyle izah etmektedir: “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim.”2 “Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol!”3 Yolculuk da gerekli olandan fazla eşya ve yük nasıl zahmet ve meşakkat oluyorsa lazım olan eşyaları tedarik etmemek de bir o kadar zahmet ve meşakkat olacaktır. Yolculuk esnasında kısa bir zaman dinleneceği, konaklayacağı han ve tesisi, esas evi ve yurdu gören kimsenin durumu ne kadar vahim ise asıl diyarı ahiret olan, buna rağmen ahiret yolunda kısa bir durak mesabesindeki dünyayı kendisine mesken edinmiş kimsenin durumu da öyle vahimdir. Dikkat edilmesi gereken dünyaya meftun olmamaktır, kendini kaptırmamaktır. Yada en yalın hali ile Hz. Ali’nin şu hikmetli sözünü hatırdan çıkarmamaktır: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor. Bunların her ikisinin de kendilerine has evlatları vardır. Sizler ahiretin evlatları olun. Sakın dünya adamı olmayın. Zira bu gün amel var, hesap yok; yarın ise hesap olacak ama amel olmayacaktır.”4 Hz. Peygember’in endişesi, uyarısı daima müslümanların önlerine serilecek olan dünya nimetlerine karşı teyakkuzda olmalarıdır. Bahreyn’den yüklü miktarda mallar geldiğinde yaptığı şu uyarı


I ALİ YÜCEL ne kadar manidardır: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum”5 Bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: “Benden sonra size dünya nîmetlerinin ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.”6 Hz. Muhammed ile putlara tapma devri kapanmıştır ancak ümmet-i Muhammedi bile tehdit eden bir put vardır ki, Allah’ın rahmet ettiklerinin dışında hiç kimse bu puta tapmaktan kurtulamamaktadır: “Altına, gümüşe, kumaşa, elbiseye kul olanlar helak olsunlar/olmuşlardır. Zira onlara verildiğinde razı olurlar, verilmezse olmazlar.”7 Mal sevgisi, dünya sevgisi kontrol edilmediğinde, din-i mübin-i İslam’ın bu konudaki emirlerine riayet edilmediğinde hem dünya hem de ahiret açısından telafisi zor neticeler doğuracaktır. Hevasından konuşmayan, doğru olan ve doğruluğu tasdik edilmiş olan Rasulullah aleyhisselam, ilerki bir zamanda diğer milletlerin İslam ümmetinin başına üşüşeceğini, sayıları çok olmasına rağmen ümmetin yakalandıkları iki manevi hastalıktan dolayı bu saldırıyı savmada yetersiz kalacağını bize haber vermiştir.8 Ümmetin bu günkü vakıasına bakıldığında “sadekte yâ resulallah/her zaman ki gibi doğru söyledin ey Allah’ın Rasulü!” demekten başka ne söylenebilir ki? Zira ümmet, hücre ve iliklerine kadar haber verilen bu iki hastalığa amansız yakalanmıştır. “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” olarak ifade edilen hastalığa yakalanmayan fert yok gibidir. Meselenin daha da vahim olan boyutu ise; ümmetin fertlerinin, bu manevi kayıplarını telafi etme konusunda, hastalığın asıl kaynağı olan ve kendilerini hastalığa iten maddi ilaçlar peşinde koşması, riya hastalığını reklam ile tedavi etme gayretleri, kaybettikleri ihlasa kavuşmak için olabildiğince yapmacık hareket etme çabalarıdır. Bu amansız gibi gözüken hastalık konusunda, aşere-i mübeşşereden olan Abdurrahman b. Avf’ın (kimi rivayetlerde Hz. Ömer’in sözüdür) şu sözü ne kadar da manidar: “Darlıkla imtihan edildik sabrettik, rahat/refah

Ey İslam gençleri, ey kardeşlerim! Sözünden dönmesi mümkün olmayan alemlerin Rabbi ile yapacağımız bir ticaret kurtaracaktır bizleri. Modasına, modeline tutulduğumuz dünyalık her neyse, ahiretteki benzeri ile kıyas yapıp akıllı tercihte bulunmak ulaştıracaktır hedefe hepimizi. Lüksün, israfın, eğlencenin, oyunun, malın, paranın, makamın, şanın-şöhretin özetle lanetli olan dünyanın ve süsünün tazyiki ne kadar kuvvetli olursa olsun zühd duvarını çekmeliyiz dünyalıklara, kanaatkarlığımız bend olmalı bizi kendisine kul yapmak isteyen maddi putlara. ile imtihan ediliyoruz sabretme de zorluk çekiyoruz.” Yani mesele kolay değildir, maddi imkanları İslam’ın ölçüleri ile kontrol basit olmayacaktır. Sürekli uyanık ve dikkatli olmak durumundayız, Ebu Zerrlerimiz olmalı,

dünyevileşmelerimize

rest çeken, bizi ikaz eden. Huzeyfelerimiz olmalı, maddeye kendini kaptırmışlarımızın evine girmekte tereddüt eden. Hiç aksamadan çalışmalı nasihat müessesesi, meftun olmalıyız tekrar şehadete ve öldürmeliyiz ölümü. Tamahkarlığımıza gem vurmalıyız artık, ihtiraslarımız tutsak etmemeli bizi. Resule kulak verip iyi tanımalıyız düşmanlarımızı. “İhtiyar kimsenin gönlü iki huyda her zaman genç bir halde bulunur: Dünya sevgisinde (arzu ve isteklerin sınırsızlığında) ve uzun emel/ömür konusunda.”9 “Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi de (imtihan vesilesi) maldır”10 “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz.”11 ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

39


ALİ YÜCEL I Hayatının baharında olan bir genç için, ihtiyarlara nazaran dünya ve içindekiler elbette daha cazip ve çekici olacaktır. İnsanlığın varlığından beri tecrübe edilen ve her akl-ı selimin kabul ettiği bir husustur bu. Cennette yaş seviyesinin genç yaşı olması, cennetliklerin oradaki nimetleri genç yaşlarda tadacak olmaları da mutlaka bir şeyler çağrıştıracaktır bize. Gençken istifade edilen nimetlerin tadı, ihtiyarlıkta külfet bile olabilmektedir. Bütün bu gerekçeler de göstermektedir ki gençler, daha meyilli olabilmektedir dünya nimetlerine. Ama İslam’ın madde ve manayı kuşatan engin akidesi, ruhu doyuran, arzu ve isteklere makul seviye getiren direktifleri, müslüman genci terbiye etmekte ve onu dünyada ahiretin adamı kılmaktadır. Kılıcı yerde süründüğü halde şehadet arzusuyla yola çıkan genç sahabe bunu öğretmektedir bize. Dünyanın her türlü nimetine sahipken şehit olduğunda yarım kefene razı olan Mus’ab b. Umeyr böyle öğretiyor bize. Cennet arzusu ile elindeki üç-beş dünyalık hurmayı çok görerek, genişliği yer ve gökler kadar olan cennete koşan sahabe bu şekilde eğitiyor bizi. Doğru, çokluk oyaladı bizleri, daldık dünya meşgalesine, asıl yurdumuzu unuttuk, peşinden gider olduk dünyanın, mal-mülk biriktirme gayreti kuşattı tüm benliğimizi, lüksün içinde zühd arar olduk. Ey İslam gençleri, ey kardeşlerim! Sözünden dönmesi mümkün olmayan alemlerin Rabbi ile yapacağımız bir ticaret kurtaracaktır bizleri. Modasına, modeline tutulduğumuz dünyalık her neyse, ahiretteki benzeri ile kıyas yapıp akıllı tercihte bulunmak ulaştıracaktır hedefe hepimizi. Lüksün, israfın, eğlencenin, oyunun, malın, paranın, makamın, şanın-şöhretin özetle lanetli olan dünyanın ve süsünün tazyiki ne kadar kuvvetli olursa olsun zühd duvarını çekmeliyiz dünyalıklara, kanaatkarlığımız bend olmalı bizi kendisine kul yapmak isteyen maddi putlara. Ve düşmanımızın başımıza çekirge misali gibi üşüştüğü şu zamanda, ayağa kaldırmak için İslam’ın sancağını, sevmeliyiz ahireti ve tutkun olmalıyız şehadete. Cihadı alnımızın çatına vurup her sabah duamızın başına koymalıyız şehadeti. Bizim dünyayla bağımız ne ki? Bir garip ve yolcu gibi, hareket saati geldi, haydi şimdi yolculuk vakti. İbadetler sevincimiz haline gelmeli, kınamalar, alaylar, gülmeler yıldırmamalı bizleri.

40

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

Biz garip gelmiş bir davanın ilk garipleri değiliz, son garipleri de olmayacağız. İlk temsilcisi Hz. Muhammed olan bir gariplik ne mutlu garipliktir. İlahi davanın bahtiyar ve mutlu garipleri, zaman geçiyor, ömür tükeniyor, gölgenin olmadığı bir sıcağa doğru ilerliyoruz. Geçici gölgede fazla gölgelenirsek hedefe varamayız, yolcuğa gereğinden fazla eşya alırsak taşıyamayız. Mazlum bakan ümmetin yetimleri için, gözü yaşlı analar için, masum bacılar için, Mescid-i Aksa, -Mescid-i Haram, Ayasofya için ve herşeyden önemlisi Rabbimizin rızası için şimdi dünyanın peşinden sürüklenme değil dünyayı peşinden sürükleme vakti. Vakit, ahiret gününün sıcaklarından korunmak için gölgelik edinme vakti. Son olarak O konuşsun da dinleyelim başımızda kuşlar varmış, Medine mescidinde bize sesleniyormuş gibi, Mus’ab yerine koyalım kendimizi, Muaz olalım önünde efendiler efendisinin ve dizimize koysun mübarek ellerini: Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır: Âdil devlet başkanı, Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, Kalbi mescidlere bağlı müslüman, Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit, Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”12

--------------------------------------------------------1 Müsned, 4/194. 2 Tirmizi, Zühd 44. 3 Buhari, Rikak 3. 4 Buhari, Rikak 4. 5 Buhari, Rikak 7; Müslim, Zühd 6. 6 Buhari, Zekat 47; Müslim, Zekat 121. 7 Buhari, Cihad 70. 8 Bkz. Ebu Davud, Melâhim 5. 9 Buhari, Rikak 5. 10 Tirmizî, Zühd 26. 11 Buhari, Rikâk 10; Müslim, Zekât 116–119. 12 Buhari, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91.


ŞEYTANA UYARI Ey İblis (aleyhillane)! Biz kimiz, sana hatırlatalım da bizim yolumuzdan çekil. Biz Ademoğluyuz, cennette Allah’ın yasakladığı ağaçtan yemesi için vesvese verdiğin ancak tevbesiyle Rabbinin rızasını kazanan Adem’dir atamız. Secde etmediğin, kibirlendiğin, ondan üstün olduğunu zannettiğin, tevbesiyle senden üstün olan Hz. Adem’in soyundanız. DERYA FIÇICI

Hatırladın mı biz kimiz? Biz dünyanın doğusunda ve batısında, Allah’ın ilahlığını yeryüzüne egemen kılmak, Rabliğinin yetkilerini gasp eden tağutları, kulların hayatlarından def etmek için vesile olmak isteyen, cihad eden, malını ve canını bu yolda harcayan mü’minleriz. Seyyid Kutub’uz, Hasan el-Benna’yız, Abdullah Azzam’ız…

E

y İblis (aleyhillane)! Biz kimiz, sana hatırlatalım da bizim yolumuzdan çekil. Biz Ademoğluyuz, cennette Allah’ın yasakladığı ağaçtan yemesi için vesvese verdiğin ancak tevbesiyle Rabbinin rızasını kazanan Adem’dir atamız. Secde etmediğin, kibirlendiğin, ondan üstün olduğunu zannettiğin, tevbesiyle senden üstün olan Hz. Adem’in soyundanız. Ey İblis (aleyhillane)! Biz kimiz, sana tekrar hatırlatalım. Biz, Hz. Ömer radıyallahu anha “Ey Ömer! Bırak dünya onların, ahirette bizim olsun” diyen Peygamber’in ümmetiyiz. Dünya nimetleri bizi aldatır, kandırır, yolumuzdan döndürür mü sandın?

Ey İblis (aleyhillane)! Rabbimiz bizi Fecr suresiyle uyardı. Semud halkına ne oldu biz biliriz. Kayalardan oydukları evlerde kibirlenip Rabbini unutanların sonu nicedir. “Görmez misin, Rabbin nasıl yaptı Ad’a? Sütunlar sahibi İrem’e? Ki o, şehirlerde bir benzeri yaratılmayandı. Dağ yamacında kayaları oyan Semud kavmine?” (Fecr; 6-9) ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

41


DERYA FIÇICI I Evleriyle oyalanıp Peygamberi dinlemeyenlerin,” Bizi uyarsan da bir, uyarmasan da bir” diyen kavimlerin sonu nedir biz biliriz. Ne gökdelenler umurumuzdadır, ne yazlıklar, ne villalar, ne son model arabalar… Bizim gözümüz Adn cennetindedir, Firdevstedir. “Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde temelli kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetleri vaadetti. Ve Adn cennetlerinde çok güzel meskenler de. Allah tarafından bir hoşnutluk ise daha büyüktür. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe; 72)

Bizim gözümüz ne falanca markanın koltuklarında, ne ipek halılarda, ne altında ne de gümüşte… Bizim gözümüz cennet köşklerinde, döşenmiş sedirlerdedir.

Bizim gözümüz ne falanca markanın koltuklarında, ne ipek halılarda, ne altında ne de gümüşte… Bizim gözümüz cennet köşklerinde, döşenmiş sedirlerdedir. Ey İblis (aleyhillane)! Unuttuysan tekrar hatırlatalım. Biz çocuklarına Allah ve Rasulünden başka bir şey bırakmayan, bütün malını Allah yolunda harcayan Hz. Ebubekir’iz. Vaktimizi, güç ve kuvvetimizi çocuklarımıza dünyalık bırakmak için harcamayız. Bizi ancak Allah için çalışıp yorulurken görürsün. Dünya malını ancak infak etmekte yarışmak için isteriz. Ne makamdadır gözümüz ne kariyerde. Ancak Allah’tan şehadet isteriz. Biz Bilali Habeşi’yiz. Onca eziyet, onca işkenceye rağmen ancak ahad deriz. Ağzımızdan boş bir söz çıkmaz, seni asla sevindirmeyiz. Çok konuşanın, çok gülenin, çok yiyenin kalbi kararır biliriz. Bazen Sümeyye’yiz, bazen Nesibe. Kadın olmamız şehadetimize engel değil, Allah’ın emirlerinden asla dönmeyiz. Hiçbir elbise, hiçbir ziynet, Rabbimizin ayetinden daha sevimli gelmez bize. Nesibe’yiz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında pervaneyiz. “Bu dünya hayatı; yalnızca bir oyun ve oyalanmadır. Asıl hayat, ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler.” (Ankebut; 64) Hesaplarımız, yarışlarımız, kararlarımız dünya adına değil. Ne dükkan ne arsa ne dolar ne şan ne şöhret gündemim. Yalnızca ahiret yurdunu isterim. Ey İblis (aleyhillane)! Anlayacağın biz dünyayı cennet karşılığında satalı çok oldu. “Muhakkak ki Allah, mü’minlerin mallarını ve canlarını,

42

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Tevrat’da, İncil’de ve Kur’an’da kendi üzerine hak bir vaaddir. Kim Allah›tan daha çok ahdini yerine getirebilir? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe; 111) Hatırladın mı biz kimiz? Biz dünyanın doğusunda ve batısında, Allah’ın ilahlığını yeryüzüne egemen kılmak, Rabliğinin yetkilerini gasp eden tağutları, kulların hayatlarından def etmek için vesile olmak isteyen, cihad eden, malını ve canını bu yolda harcayan mü’minleriz. Seyyid Kutub’uz, Hasan el-Benna’yız, Abdullah Azzam’ız… Ve vakit, müslümanı uyarma vaktidir! Ey Müslüman! Eğer sen bunlardan, bu kimliklerden hiçbiri değilsen, Hz.Adem gibi tevben yoksa, Semud halkına karşı Salih aleyhisselam’ın yanında değilsen, ahiret yurdunu değil dünyayı temenni ediyorsan, bütün çaban altmış yıllık ömür için ise –ki bunun için bile Allah’tan izin almış değilsin– çocuklarına Allah ve Rasulünden başka her türlü dünya malını bırakmayı hedeflemiş ama Kur’an ve sünneti unutmuşsan, öyle ise artık kendine kim olduğunu hatırlatma vaktidir. Peki ya sen kimsin? “Muhakkak ki ben müslümanlardanım, diyerek salih amel işleyen ve Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet; 33)


NEDİM BAL

GÜNDEME

BAKIŞ

SİZ HÂLÂ Dünyevileşmeyenlerden misiniz? DÜNYEVILEŞME; KUR’AN VE SÜNNET ÇIZGISINDE BIR HAYAT YAŞARKEN, NEFSIN VE ARZULARIN DOĞRULTUSUNDA BIR HAYAT YAŞAMAYA BAŞLAMAKTIR.

A

shab, Allah’ın Rasulü ile birlikte sabah namazında… Ümmetin emini Ubeydullah

bin Cerrah cizye tahsili için gittiği Bahreyn’den mühim mallarla dönüyor Medine’ye… Cemaat gelen kervanın haberini alıyor. Yüzlerde büyük bir sevinç ve mutluluk. Allah Rasulü’nde ise buruk bir hüzün. Bu hüznünü mübarek du-

daklarından çıkan şu cümlelerle ifade ediyor hazreti peygamber; “Öyle zannediyorum ki Ebu Ubeyde’nin bir şeyler getirdiğini haber aldınız. Sevinin ve ileride sizi sevindirecek şeyler bekleyin. Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip, birbirleriyle yarıştıkları ve dünya onları helak ettiği gibi, sizin de önünüze dünyalığın serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.” (Buhari, Müslim) “Korktuğum şeylerden biriside benden sonra size dünyalığın açılması, sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhari, Müslim) Allah’ın Rasulü ümmetini uyarıyor; dünyevileşmeyin, denileşmeyin, değersizleşmeyin.. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

43


NEDİM BAL I Dünyevileşme hastalığı üç yönden ele alınıp değerlendirilmesi gerekir. 1- Akidede Dünyevileşme

Dünyevileşme; Allah’ın razı olduğu şerefli bir hayattan, şeytanın razı olduğu pislik bir hayata gömülmektir.

İslam’ın değişmez ve değiştirilemez temel sabitelerinin terkedilmesi akidede dünyevileşmedir. Kader inancının reddedilmesi, Allah’a şirk koşan Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceğini iddia etmek, Rasulullah’ın müminler için

Dünyevileşme; Servete, sayıya, güce tapmaktır. Dünyevileşme;

Çıkarcılık,

menfaatçilik,

ikiyüzlülüktür. Dünyevileşme; Nefsin arzularını ilah edinmektir. Dünyevileşme;

Eşref’i

mahlûkatdan

Esfele

Safiline dönüşmektedir. Dünyevileşme; Kur’an ve sünnet çizgisinde bir hayat yaşarken, nefsin ve arzuların doğrultusunda bir hayat yaşamaya başlamaktır. Dünyevileşme; Allah’ın razı olduğu şerefli bir hayattan, şeytanın razı olduğu pislik bir hayata gömülmektir. İnsanı dünyevileşmeye götüren üç temel sebep vardır; 1- Makam-mevki-şöhret tutkusu 2- Mal-mülk-servet tutkusu 3- Kadın-şehvet tutkusu Müslümanlarda dünyevileşmenin belirtileri ise şunlardır; • Akidenin sulandırılması • İbadetlerde gevşeklik ve geçiştirme • Dinin emir ve yasaklarına karşı vurdumduymazlık • Dini konularda laubalilik ve ciddiyetsizlik • Bencillik, kibir, gösteriş ve lüks düşkünlüğü • Dua, zikir ve tefekkürden uzaklaşma

44

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

hüküm koyucu olmadığını sadece ilahi emri ileten bir postacı olduğunu iddia etmek gibi. 2- Davet ve Metot’da Dünyevileşme Allah’u Teâlâ’nın şeklini ve usulünü belirleyip, Hz. Muhammed sallalahu aleyhi vesellem ve ona inanan mü’minlere uyulmasını emrettiği tevhidi davet usulünü ve hareket stratejisini; zamanı, şartları ve zorlukları bahane ederek terk etmekte bir tür Dünyevileşmektir. Ağır bedeller ve dünyalık mahrumiyetler gerektiren bu ilahi davet ve hareket metodu yerine, mevcut siyasal rejimin müsaade ettiği taleplerle, meşru gördüğü kavram, söylem ve hareket metotlarıyla İslam’ı savunmaya çalışmakta aynı şekilde Dünyevileşmektir. İslâm davasına kendilerini nispet eden bazı cemaat, grup ve kişilerin, toplumun tüm katmanlarını Allah’a, Rasulü’ne, Kur’an’a ve yüce şeriata itaat etmeye çağırması, insanları şirk’in karanlığından tevhid’in aydınlığına ulaştıracak söylem ve eylemleri gündemde tutması gerekirken maalesef tam tersine siyasal rejim tarafından meşru görülmek adına, toplumu demokrasiye, laikliğe, kemalizmin ilke ve inkılaplarına inanıp itaat etmeye çağırmaları Dünyevileşmenin en büyük ispatıdır. Demokratik düzenin vazgeçilmez bir parçası olan ve yine demokratik, laik, kemalist rejimin yüceltilmesi için izin verilen particilik metoduyla İslam’ı savunma! iddiası Dünyevileşmenin geldiği son noktadır.


I NEDİM BAL “Amaca ulaşabilmek için her yol mubahtır” şeklindeki makyavelist anlayış İslam’ın kabul ettiği bir mücadele metodu değildir. Bu din nasıl ilahi bir din ise, onun tebliğ usulü ve mücadele stratejisi de aynı şekilde ilahidir. Beşeri düzenlerin beşeri mücadele metotlarıyla İslam’ın mücadele metodunu birbirine karıştırmak, beşeri düzenlerin mücadele yöntemleri ile başarı aramak ve insanları bu batıl düzenlere inanmaya çağırmak İslam’ı ve Müslümanları sulandırmaktır. Velev ki bu batıl metotları kullanarak güç ve iktidar sahibi olunsa bile.. Beşeri düzen ve hareketler, sadece iktidar olmayı ve iktidar olabilmek için de her yolu mübah ve meşru görürken, yüce Allah tarafından gönderilen İslam dini kendi özel inançlarına bağlı kalarak ilkeli bir mücadele metodu benimser. Siz iktidar olacağım, toplumu yukarıdan aşağıya doğru değiştireceğim diye; Lat’ları, Uzza’ları, Menat’ları ve onların üzerine kurulmuş şirk düzenlerini övemez, onaylayamaz, halkı bunlara davet edemez ve rejim tarafından meşruiyet kazanmak adına onlardanmış gibi gözükemezsiniz. Siz hayırlı olan ahireti, hayırsız olan dünya nimetleri ile değiştirerek Allah’ın rızasına ulaşamazsanız. 3- Amelde Dünyevileşme Âlemlerin rabbinin âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Helaller bellidir, Haramlar bellidir. Bu ikisi arasında kalan şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden uzak durursa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeyleri işlerse, harama düşmüş olur.” (Buhari, Müslim) Müslümanların amelde (yaşantıda) dünyevileşmesi önce dini hükmü şüpheli olan şeylere bulaşmasıyla başlar.

Allah’u Teâlâ’nın şeklini ve usulünü belirleyip, Hz. Muhammed sallalahu aleyhi vesellem ve ona inanan mü’minlere uyulmasını emrettiği tevhidi davet usulünü ve hareket stratejisini; zamanı, şartları ve zorlukları bahane ederek terk etmekte bir tür Dünyevileşmektir.

Fakat şairin dediği gibi, “Nefis süt emen çocuğa benzer. Emdikçe emesi gelir” misali, nefis şüpheli şeylerle meşgul oldukça artık o şüpheli işleri yapmak dahi nefsi tatmin etmez ve kısa bir müddet sonra Rasulullah Efendimizin dediği gibi haramlar rahatça işlenir hale gelirken dinin emirleri ise boş verilir. Artık kişi dünyevileşme hastalığına yakalanmıştır. DÜNYEVİLEŞİRKEN KAYBETTİKLERİMİZ A- Emin/Güvenilir İnsan Olma Vasfımızı Kaybettik Bu hızlı dünyevileşme sonucunda emin/güvenilir insan olma vasfımız giderek kayboldu. Biz Müslümanların zihin dünyası dünyevileştikçe; iman ve salih amel arasındaki bağlarımız da koptu. Türkiye’de giderek artan bir dindarlık var deniliyor. Doğrudur. 1990’lı yıllara göre özellikle başörtülü olarak okuyan bayan sayısında artış var. Yine o tarihlere göre, televizyonlarda yapılan dini içerikli programların sayısında da ciddi artışlar var. Belediyeler Ramazan geceleri şenlikler bile düzenliyor. Bütün kandillerde televizyonlarda canlı yayınlar yapılıyor. namaza ve oruca karışılmıyor. Herkes dine saygılı. Ramazan’da tüsiad bile işçilerine kumanya dağıtıyor. Artık okullara başörtülü girilebiliyor. Başbakan canlı yayında “ya Allah bismillah” diyerek açılışlar yapıyor Hristiyan koçların gözünün içine baka baka! ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

45


NEDİM BAL I

Ağır bedeller ve dünyalık mahrumiyetler gerektiren bu ilahi davet ve hareket metodu yerine, mevcut siyasal rejimin müsaade ettiği taleplerle, meşru gördüğü kavram, söylem ve hareket metotlarıyla İslam’ı savunmaya çalışmakta aynı şekilde Dünyevileşmektir.

Millet meclisinde başörtülü milletvekilleri bile var. Meclis toplantısını yöneten CHP’li başı açık bayan bir milletvekili, milletvekilleri arasında çıkan kavgada bile tarafları Beraat Kandili münasebetiyle barışmaya davet ediyor. Daha ne olsun. İşte Türkiye manzarası. Ne kadar güzel. Bal gibi dindarlaşıyor ülke öyle değil mi??? Maalesef öyle değil! Bu dindarlaşmak gibi gözüken hal ve hareketler bizi yanıltmasın. Bu sadece dış görünüşte dindarlaşma. Sizce içimiz de dindarlaşıyor mu? Dindar olduğu iddia edilen insanlar için gönül rahatlığıyla; “Bu Müslümandır, dindar bir insandır asla yalan söylemez, zina etmez, rüşvet almaz, rüşvet vermez, adam kayırmaz, faiz alıp vermez, işine hile katmaz, sözüne güvenilir, adam satmaz, adil hüküm verir, sorumluluklarını ve görevlerini bilir, hak yemez, emanete ihanet etmez, namazını, orucunu asla terketmez, namusuna ve şerefine düşkündür, borcunu zamanında aksatmadan öder, dedikodu gıybet yapmaz, ayıpları kusurları araştırmaz, yetimi mazlumu korur, nazik ve güzel huyludur, iyi geçimlidir, asla bencil ve egoist değildir” diyebiliyor muyuz?? Hadi itiraf edelim diyemiyoruz. O halde nasıl bir dindarlaşma bu? Dışında çok güzel etiket ve reklam olan fakat içi bomboş konserve kutusu misali bir dindarlık!? İşte Türkiye’deki dindarlaşmanın gerçek manzarası.

46

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi, bu ülkenin dindarlarının; iman ve dinin emirlerine itaat, henüz dilinden kalbine inmemiştir maalesef. Bu sözümüzden, imanını yaşantısına yansıtan samimi ve ihlaslı kardeşlerimizi tenzih ederiz. Ölümü ve Hesabı Unuttuk “Ölüm hak gerisi yalan” “üç günlük dünya” sözleri sadece cenazelerde formalite icabı söylenen cümleler oldu biz Müslümanların hayatında. Hâlbuki ölümü ve hesabı biliyorken unuttuk. Ya da öylesine bencil, kibirli ve Karun’ca bir hayat yaşamaya başladık ki, yüce Allah bize ölümü ve hesap vermeyi unutturdu. Öyle ya da böyle ikisi de felaketimiz bizim. Biz Müslümanların yüksek ve şerefli idealleri varken, inandığımız gibi yaşayamadığımız için yaşadığımız gibi inanmaya başladık ve dünyanın nimetlerini hayatımızın hedefi haline getirdik. Maalesef böyle olunca Allah ve ahiret ile bağlantımız koptu. Bencil, kibirli, malıyla övünen, konumuyla makamıyla hava atan, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, her şeyin en iyisine sahip olmaya çalışan, hep önde olmak, hep meşhur olmak, hep yönetmek isteyen bir Müslüman tipi ortaya çıktı. Sabır, kanaat, şükür, bereket, tahammül, hilim, yumuşaklık, nezaket kavramları bizden ve ailelerimizden uzaklaştı. Kapitalist düzenin çarkları arasında yaşaya yaşaya lüks, israf ve gösteriş her tarafımızdan dökülür oldu. Marka ürünler vazgeçilmezlerimiz arasında. Sınıf atlayan Müslüman elit bir tabakamız bile oluştu. Bu baş döndürücü dünyevileşme neticesinde helal-haram duyarlılıkları kayboldu ve bu hastalık en dindar ailelere kadar her yeri istila etti. Şuan İslâmi camiaların içerisinde tesettür! Defilelerinden pop müziğine, saz kurslarından flört’lere kadar her şey rahatça yapılabiliyor. İşin tuhaf tarafı ise, neredeyse herkesin bu gidişatı kabulleniyor gözükmesi…


I NEDİM BAL Sahip olduğumuz maddi imkânları ya da standartlarımızı kaybetmemenin mücadelesi içerisine girdik. Öyle hırs ve azimle çalıştık ki dünyaya, Kur’an okumayı, tefekkür etmeyi, nafilelerle Allah’a yaklaşmayı, dua ve zikri tamamen unuttuk. Öyle unuttuk ki yüce Allah’ın “Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse, biz ona yanından hiç ayrılmayan bir şeytan musallat ederiz” ayetinde buyurduğu durum ile cezalandırıldık. (Zuhruf; 36) Sahi en son ne zaman güzelce bir abdest alıp anlamı üzerinde de düşünerek Kur’an’ı Kerim’i okuduk? En son ne zaman Allah’a yakınlaşmak ve imanınızı arttırmak niyeti ile yarım saat zikir ve istiğfarla meşgul olduk? Gece namazı kılan ve seher vaktinde Allah’a gözyaşları içinde dua eden müminler vardı bir zamanlar öyle değil mi? Ölümü, dirilişi, Allah ile yüzleşmeyi, amellerimizin ortaya dökülüşünü ve cehennemi en son ne zaman düşünmüş ve terlemiştik??? Artık bakışlarımız yamuldu. Baksak da göremiyoruz, görsekte kımıldayacak mecalimiz kalmadı.

Demokratik düzeninin vazgeçilmez bir parçası olan ve yine demokratik, laik, kemalist rejimin yüceltilmesi için izin verilen particilik metoduyla İslam’ı savunma! iddiası Dünyevileşmenin geldiği son noktadır.

• İslam’i tebliğ çalışmalarından uzak durmayın. Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘in şu sözüne kulak verin; “Allah sizin ne dış görünüşünüze nede mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, İbn Mace) Yahya bin Muaz’ın feryadını duyun; “Ey insanlar! Görüyorum ki evleriniz Rum Kayser’inin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın haline, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun’un saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebre-

NE YAPABİLİRİZ?

he’nin gururuna, yaşayışınız sefih/beyinsizlerin

Biz Müslümanları saran dünyevileşme hastalığına karşı neler yapabiliriz noktasında âcizane tavsiyelerimiz şunlardır;

yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana

• Kur’an ve sahih sünneti esas alan bir cemaatle beraber olun.

arasına kat. Bizi herkesin diriltilip tek tek hesap

• İslam’î mücadeleden kopmayın.

topluma karşı bize yardım et. Rabbimiz içimize

• Kur’an’ı Kerim ile irtibatınızı sağlamlaştırın. Kur’an’ı düşüne düşüne okumaya çalışın. Kur’an’ın inananlar için gönüllere şifa olduğunu unutmayın. • Şüpheli şeyleri terk edin. Fetvalara göre değil takvaya göre hareket etmeye çalışın. • Size Allah’ı, hesabı, cehennemi hatırlatacak gerçek dostlarla arkadaşlık yapmaya çalışın.

ümmeti Muhammed’den olanlar nerede??? Ya rabbi! Bize doğru bir anlayış ver. Bizi iyilerin vereceği o gün mahçup etme. Dünyevileşen bu dünyayı ve onun sevgisini sokma. Bizi cehenneme giren kimselerle birlikte haşretme. Ey rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affedip bağışla. Bizi bize bırakma. Bizi sensiz bırakma. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfir ve münafıklar topluluğuna karşı bize yardım et. Allaha Emanet Olunuz Selamın Aleyküm ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

47


RİMİZ

RLE ÖNDE

GEMİLERİ YAKTIRAN ENDÜLÜS FATİH’İ

TARIK BİN ZİYAD DOĞUMU VE NESEBİ:

“EY MÜCAHID KARDEŞLERIM! GÖRÜYORSUNUZ, ARKAMIZDA DENIZ, ÖNÜMÜZDE DÜŞMAN VAR. ARTIK GERIYE DÖNÜŞÜMÜZ KALMADI. DÜŞMANA SALDIRIP BU TOPRAKLARI ALMAKTAN BAŞKA ÇAREMIZ YOK.”

48

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

T

arık b. Ziyad yaklaşık olarak hicretin 50 (670) yılında doğdu. Berberi asıllı Nefzâ ve ya Zenata kabilesine mensuptu. Berberiler batı Afrika’da yaşayan göçebe bir topluluktur. Kökleri Orta Asya’ya uzanan bu topluluk, Emevi Müslümanlarının buralara yayılmaları sonucunda Müslüman olmuştur. O dönemde Kuzey Afrika valisi Musâb b. Nusayr idi. Tarık b. Ziyad üstün meziyetlerinden dolayı valinin dikkatini çekti. Mus’ab b. Nusayr Avrupa’ya yayılmak için Berberi askerlerden oluşan bir ordu hazırlaması için azatlık kölesi Tarık b. Ziyad’ı görevlendirir.Tarık b. Ziyad bu görevi üstlendiğinde takribi olarak daha yaşı 30’a ulaşmamıştı. Tarık b. Ziyad 12.000 kişilik ordu hazırlayıp karşı sahildeki bir dağa ulaştı. Oraya Cebel-i Tarık (Tarık Dağı) adını verdi. Çünkü o dağ şanlı İslam adalarının mücahidlerini konaklayan ilk dağ olmuştur. O dağ tarihe yön verecek olan insanları ağırlamıştı. Bu tarihten sonra burada yer alan boğazın ismi de Cebel-i Tarık boğazı olarak tarihe geçti. O dönemlerde o bölgede kökenleri Cermen ırkına dayanan, Batı Roma İmparatorluğunu yıkarak, Roma’yı yağmalayan Batı Gotları (Vizigotlar)adlı bir kavim hüküm sürmek-


I HÜSEYİN KALENDER teydi bunlar oradaki halka ağır bir şekilde zulmetmekteydi. Yolculuk esnasında geminin güvertesinde, Tarık b. Ziyad hafif bir uyku haline kapandı. Rüyasında peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i gördü. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ve ashabı kiram kılıçlarını kuşanmış, yaylarını germiş, düşmana hücum etmek üzereydiler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem; “Ey Tarık! Yoluna devam et.”buyurdu. Sonra önlerinde Tarık b. Ziyad olmak üzere Endülüs’e girdiler. Tarık b. Ziyad uykusundan uyandığında, sevincinden ye-

“Ey askerlerim! Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Kısa zamanda düşmana saldırıp hedefe varamaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa cesaret vermiş oluruz. Bunun için muhakkak düşmanı yere sermemiz lazım. Biliyorum ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil İslam dinini yaymaktır.”

rinde duramıyordu. Endülüs’ün fethi’nden artık emindi. Nice âlimler, abidler, mücahid ve müçtehitlere vesile olacak olan Endülüs fethedilecektir. Müfessir İmam Kurtubi, Muhaddis Kadı İyad, Kelam ilminde zirve yapan İbn Rüşd’lerle hepsi Endülüs’de yetişecekti. Endülüs, İslam kültür ve uygarlığının sergilendiği bir şehir olacaktı. Müslümanlar oralarda Avrupa’ya model olacak olan bir medeniyeti inşa edeceklerdi. Ve gerçekten de İslam medeniyetini orada inşa ettiler.

GEMİLERİ YAKMA ZAMANI GELMİŞTİ

keden bertaraf edip sizleri ölüm ile karşı karşıya getirmiş değilim. Sıkıntılara, tehlikelere katlanmadan rahata kavuşulmaz. Sıkıntılara katlanın ki sonunda tatlı meyveleri beraber toplayalım. Yapacağınız kahramanlık asırlarca anılacak, bütün Müslümanlardan hayır dualar alacaksınız. Savaşta sizin önünüzde

İslam ordusu, İspanya’nın güneyinde gemilerden

olacağım. Bütün gücümle düşmana saldıracağım.

inip karaya çıktılar. Rivayet edildiğine göre Tarık

Düşman komutanını bizzat kendi ellerimle öldü-

b. Ziyad bütün gemileri yaktırdı. Sonra askerle-

receğim, eğer hedefe varmadan şehit düşersem

rine şöyle hitap etti:

hemen kendi içinizden birini komutan tayin edin,

- Ey mücahid kardeşlerim! Görüyorsunuz, arka-

savaştan geri dönmeyin.

mızda deniz, önümüzde düşman var. Artık geriye

Tarık b. Ziyad, çok kısa bir zamanda fetih üs-

dönüşümüz kalmadı. Düşmana saldırıp bu toprakları almaktan başka çaremiz yok.

tüne fetih gerçekleştirdi. Komutanı Mus’ab b. Nusayr’inin çizdiği başarı sınırlarını bile aştı. İs-

- Ey askerlerim! Bize ancak doğruluk ve sabır ya-

panya içlerine doğru dolu dizgin yürüdüler. Hi-

raşır. Kısa zamanda düşmana saldırıp hedefe va-

lafet merkezi Şam’a her gün yeni bir fetih haberi

ramaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa

ulaşıyordu. Adı bilinmeyen Tarık, adına destanlar

cesaret vermiş oluruz. Bunun için muhakkak düş-

yazılır hale geldi. Hindistanlı şair Muhammed

manı yere sermemiz lazım. Biliyorum ölümden

İkbal bir şiirlerinde Tarık b. Ziyad’ın destanını şu

korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil İslam dinini yaymaktır.

şekilde dile getirir: Karaya çıkar çıkmaz, bütün gemileri yaktı Tarık askerleri çılgınlık bu yaptığın

- Ey şanlı mücahidler! Benim durumum da si-

nasıl geri döneriz şimdi. Yaktın bütün gemileri

zinkinden farklı değildir. Bildirdiğim tehlikeler

çaresiz bıraktın bizi gülümsedi, kılıcını kavradı

aynen benim için de geçerlidir. Kendimi tehli-

Tarık, ne demekmiş geri dönmek. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

49


HÜSEYİN KALENDER I Yeryüzündür bizim ülkemiz ve bütün ülkeler mülküdür rabbimizin. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefatından yüz yıl bile geçmemişti ki, İslam, Avrupa kıtasına ordusu ile ayak basmış ve yerleşmişti.

Allah’ın kanunu kesindir: Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Endülüs’e gidenler niçin gitmişlerdi, ne yaptılar? Oraya giderken ki hedeflerini değiştirince Allah’ta onları değiştirdi. Tarihten silindiler. Silinip gitmek onlar için bir kurtuluş oldu mu? Onu Allah bilir elbette ama bugün orada ezan okunmuyorsa bunun sebebi kimden sorulacaktır. Saraylarında cariyelerle zevkli hayat yaşarken eriyen İslam’i hayatı tali bir sorun olarak görenler hesap vermeyecekler midir?İslam’ın girip te çıktığı tek yer Endülüstür. Bu ne kötü bir sondur. Endülüs’te ilim ve medeniyet çok hızlı yayıldı. Bugünkü Avrupa, ilham kaynağı olarak Endülüs’ü inkâr edememektedir. Ancak, İbni Rüşd gibi bazı Endülüs doğumlular, felsefeyi abartarak sonuçta aklın değerini abartıp vahiyle eş hale getiren mesajlar verdi. Günün birinde cihad gerektiğinde de insanlar şehadete koşacak mecal bulamadılar kendilerinde.

Yeryüzünü imar için çıkarılmış bir ümmetin büyük hedeflerinden biri gerçekleşiyor, ezan sesleri doğu Çin sınırından başlayıp batıda Portekiz sahillerinde inliyordu. İspanya toprakları mücahid Tarık b. Ziyad’ın azmi ve heyecanı ile İslam’la şereflendi. Tarık yeni bir sayfa açtı. Onun komuta ettiği bir orduda tabiinden de mücahidler vardı. Adsız, şansız bir adam Fatih oldu. Tarih yazdı. Endülüs’ü yazdı…

NEDEN ENDÜLÜS BUGÜN YOK? “Endülüs’ü fethe çıkan İslam askerlerinin torunları, Fetihten sonra Endülüs’ün cazibeli güzelliğine kendilerini kaptırdılar. Çeşit çeşit dünya nimetleri ile nimetlenirken, ahireti ikinci plana attılar. Sahabelerden Ömer b. Hattab’ın dediği gibi; bizler zorluklarla sınandık, imtihanı kazandık. Ancak ne zaman ki bollukla, nimetlerle sınandık, işte o zaman imtihanı kaybedenlerden olduk. Nimet, nimete (ceza) dönüşmemeliydi. O nimetlere takılıp ta, asıl nimet sahibi unutulmamalıydı. Endülüs’te ki sanat, saray, hamam hatta şimdi kilise olarak kullanılan camiiler değildi Tarık’ı oraya getirenlerin arzusu! Camilerden çok, camiye girecek insanlar lazımdı. Endülüs’ün serveti, yeşilliği daha sonra Müslümanları oradan çıkartmak için ordular kuran Hristiyanlardan önce, Endülüsleri ezip geçmişti. İçli dışlılığın ölçüleri çok zorlandı. Müslümanların, Hristiyanlarla bir arada yaşamasının gereği olarak onlarla iyi bir sosyal ilişki içine girmesi gerekiyordu ama bu ilişki, haramları helalleştirme boyutu almamalıydı. Kısa bir zaman sonra Müslümanlar, kızlarını Hristiyanlarla evlendirdiler. Onlardan çok rahat ölçülerde kız aldılar. Bunun adı tam anlamı ile çözülmeydi. Bu çözülme, “onlar gibi olma” onlar gibi olmaya özenmeyi beraberinde getirdi. Mubahların sınırı zorlandı. Roma uygarlığının bir benzeri saltanat kuruldu. Bir yandan ahiret için

50

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


I HÜSEYİN KALENDER rede bugün İran’ın Sasani Hükümdarı? Karun’un bitmez tükenmez serveti nerede bugün? Çaresiz onlarda boyun büküp emrine tarihin, çekilip gittiler birer birer, bir masal, bir efsane gibi o saltanatlar sanki rüyada yaşanmış gibi gerçekten değil de bir hayal, bir gölge sanki….. Bin türlü belası var dünyanın işte. Bazen bir hüzün boşalır bazen bir sevinç tufanı. Her faciaya bir teselli bulunur belki ama unutulmaz. İslam’ın uğradığı bela cihanda….. Öyle bir felakete uğradık ki Endülüs’te biz, üstümüze devrildi sanki Sehlan ve Uhud Dağları nazar değdi İslam’a Endülüs’te….

yaşayan Müslüman olma iddiası, diğer yandan da ebedi dünyada kalacak insan mantığı… Bu iki anlayış dünyevileşme sürecini hızlandırdı. Allah’ın kanunu kesindir: Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Endülüs’e gidenler niçin gitmişlerdi, ne yaptılar? Oraya giderken ki hedeflerini değiştirince Allah’ta onları değiştirdi. Tarihten silindiler. Silinip gitmek onlar için bir kurtuluş oldu mu? Onu Allah bilir elbette ama bugün orada ezan okunmuyorsa bunun sebebi kimden sorulacaktır. Saraylarında cariyelerle zevkli hayat yaşarken eriyen İslam’i hayatı tali bir sorun olarak görenler hesap vermeyecekler midir?İslam’ın girip te çıktığı tek yer Endülüstür. Bu ne kötü bir sondur. Endülüs’te ilim ve medeniyet çok hızlı yayıldı. Bugünkü Avrupa, ilham kaynağı olarak Endülüs’ü inkâr edememektedir. Ancak, İbni Rüşd gibi bazı Endülüs doğumlular, felsefeyi abartarak sonuçta aklın değerini abartıp vahiyle eş hale getiren mesajlar verdi. Günün birinde cihad gerektiğinde de insanlar şehadete koşacak mecal bulamadılar kendilerinde.

ENDÜLÜS MERSİYESİNDEN BAZI PASAJLAR Her yükselen bir gün düşer, inişler başlar zirveden. Düşün, nerdedir şimdi, var mıdır onlardan bir iz? Nerede muhteşem taçlı Yemen hükümdarları? Şeddat’in İrem bağı, İrem cenneti nerde? Ne-

Bela üstüne bela yağdı, yağmur gibi o güzelim şehirlerin üstüne…. Ya nedir bu çatışma, bu ayrılık İslam arasında? Ey Allah’ın kulları hakkın kardeşisiniz kardeş! Bir yandan duygusu bile yok mu içinizde? Alıp götürdü nemiz var nemiz yok bir zulüm seti. Dün sultan idiler, bey idiler kendi ülkelerinde. Bugün küfrün elinde bir uşak, bir oyuncak, çevirmiş onları dört bir yandan zillet uçurumları. Sende görseydin çığlıklarını, çırpınışlarını Ey Allah’ın kulu! Ocağından koparılıp satıldıklarını köle pazarlarından o feryatlar koymaz aklını başında benim gibisinin koparır gibi bedenden ruhu, kopardılar anadan yavrusunu. O kızlar ki sürüklenip sürüklenip saçlarından, kirli yataklara çekildi, kan kustu babaları. Arşa çıktı feryadu figanları… Eritir her kalbi bu anlattıklarımın birisi bilse eğer varsa sende İslam’dan, imandan bir iz ey insanoğlu!.... Gücü ve kudreti bütün güçlerin üstünde, bütün güzel isim ve sıfatların sahibi, bir şeyi murad ettiği zaman sadece “ol” demesi ile oluveren Allah’tan niyazım; tekrardan Müslümanların eli ile Endülüs, yerli ve yabancı işgalciler tarafından alınmış olan İslam topraklarını tekrardan eski izzet ve şerefine kavuşturmasıdır. Kaynak: -Vefayat’ul A’yan, İbni Hallikan c/5 s/318-322. -İşi vaktinden çok olanlar, Nureddin Yıldız c/2 s/89-95

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

51


Nebevi Aile

İMTİHANIN BİR PARÇASI ÇOCUKLARIMIZ Tamamen bize ait olduğunu zannettiğimiz evlatlarımız Kur’an ve Sünnet ekseninde bakın nasıl değerlendiriliyor. 1- Çocuklar Nimettir, Süstür, Emanettir.

Ç

ocuklar Allah’ın anne babalara verdiği birer armağan, şükrü gerektiren bir nimet, fani dünyanın süsü, ailenin çimentosu, anne babanın göz bebeğidir. Anne babalar çocuklarıyla huzur bulur, onlarla neşelenir, hayat adeta onlarla güzelleşir. Bir baba seve seve çocuklarının istikbali için ter dökerek çalışırken, bir anne de evladını dünyaya getirirken çektiği acıları önemsemeden o halde bile çocuğunun sağlığını düşünür. Evlatlarına ömürleri boyunca fedakârlıklar yaparak karşılığını alıp alamayacaklarını bilmeden tereddütsüz bakarlar, koruyup kollarlar. Çünkü bu fıtratlarında vardır. Eğer fıtratları bozulmadıysa çocuk onlar için kendi canlarından daha değerli, Allah’ın onlara bahşettiği bir lütuftur. Çocuklar nimet olmasına nimettir ama onlara tapulu malımız gözüyle değil bir gün bizden geri alınacak olan ve alınacağı güne kadar gözetmemiz, layık oldukları yere koymamız gereken bir emanettir. Onlar bizim tek amacımız değil bizi asıl hedef olan cennete götüren, bu amaca giderken faydalanıp mutlu olduğumuz güzel bir araçtır. Gelin gözümüzün nuru olan, kendileri

52

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

için “dünyayı yakarım” dediğimiz, çoklukları ile övünüp hiç ölmeyeceklermiş gibi sadece dünyadaki refahlarını düşünerek kendimizi de onları da beş para etmez dünya karşılığında sattığımız evlatlarımızın Rabbimiz katındaki durumunu şu ayetlerden öğrenelim: “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kehf; 46) Yani çocuklarımız bunun ötesinde bir şey değillerdir. İnsanın geriye kalacak kendisine fayda sağlayıp sevinmesine sebep olacak olan ise kalıcı salih amellerdir. Bu da bütün iyi amelleri kapsar. Bunların mükâfatları kalıcıdırlar. Buradan şu anlaşılmaktadır; dünyanın içindekiler iki çeşittir: a- Dünya hayatının süsü mal ve evlatlar: Geçicidirler ve bunlardan sadece kısa bir süre faydalanılır. b- Salih ameller: Kalıcıdırlar ve sahibine faydalıdırlar.(1) Dediğimiz gibi çocuklar tasarruf yetkisi tamamen bize ait olan varlıklar değil maddi ve manevi yönde omuzlarımıza yüklenilmiş emanetlerdir. İbni Ömer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine


I HALİME YILMAZ

“İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.”

göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden mesulsünüz… Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur…”(2) Burada “çocuklar sadece dünyanın süsü, eğlencesi, geçici bir emanet, öyle ise ahirette beraber olmamız zor” diye şeytan insanı ümitsizliğe sevk edebilir. Her konuda olduğu gibi Rabbimiz bu yönü de boş bırakmayarak gönlümüze su serpmektedir. Zira bize şah damarımızdan daha yakın olan rabbimiz evladımız ile cennette beraber olamayacağımızı düşünmeyi dahi bize vereceği ızdırabı bildiğinden bir şarta bağlı olarak ahirette beraberliğimizin mümkün olabileceğini bildirmektedir. O şart çocuklarımızı iman üzere yetiştirmektir. “İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.” (Tur; 21) 2- Bazı Çocuklar Ebeveyni İçin Düşmandır. Allah-u Teâlâ, Teğabun Suresi 14 ve 15.ayetlerde müminlere eşlerinden ve çocuklarından bazılarının kendilerine düşman olduğunu, onlardan sakınıp onlara karşı dikkatli olmaları gerektiğini, bununla beraber hoş görülü davranıp onları bağışlamalarını tavsiye buyurmaktadır. Eğer affederlerse Allah’ın

da kendilerini affedeceğini bildirmektedirler. “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”(3) 3- Çocuklar Ebeveyni İçin Bir Fitnedir (İmtihandır) Mala ve çocuğa olan aşırı tutku, kişiyi Allah yolundan ve O’na kulluktan alıkoyabilir. Ve bazen adaletten uzaklaştırıp haddi aşarak haksızlık yapmaya sürükleyebilir. Böyle yapmakta insanın ilahi ölçülerden sapmasına sebep olabilir. Bu da insan için bir fitnedir. “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.” (Enfal; 28) Fitne; herhangi bir madeni içindeki katkı maddeleri ayrılsın diye potaya atmak, eritmek ve arıtmak demektir. Demek ki bizlerde çocuk ve mal sahibi olmakla bir potadan geçiriliyoruz. Bununla ilgili Allah’ın yasalarına riayet edip etmemekle deneniyoruz. “Mademki bunlar imtihan, o halde hiç sahip olmayalım daha iyi” diyerek Allah’ın imtihanından kaçmaya hakkımız yok. Çünkü bu hayatı eşle, çocukla ve malla yaşamamızda Allah’ın bir yasasıdır.(4) Başta çocukların biz anne babalara bahşedilmiş olan bir nimet olduğunu söylemiştik. Bizim için bir imtihan olan bu nimeti iyi değerlendirmez, emanet olarak görmemiz gerekirken tamamen sahiplenir ve düşmanımız olmalarına biz sebep olursak bu nimet külfete döner ve ahirette altından kalkamayacağımız bir yükten öteye gitmez. “(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.” (Furkan; 74) Velhamdülillahi rabbi’l alemin.

-----------------------------------------1 Abdurrahman es Sadi’nin Tefsiri, 3.cilt 2 Buhari ve Müslim 3 Teğabun;14/15 4 A. Kalkan; Müslümanın Aile Hayatı

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

53


BAKIŞLARINI HARAMDAN SAKINDIRSINLAR

A Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ademoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.”

54

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

llah’ın insanlara lutfettiği büyük nimetlerden biri de görmektir. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Görmenin şükrü Allah’ın kevni ayetlerine bakıp, Allah’ın azametini düşünerek tefekkür etmektir. Ancak ne yazık ki Allah’ın koruduğu salih kulları hariç insanların çoğu bu (görme) nimetini Allah’a isyanı ifade eden hususlarda kullanmaktadır. Bu isyanların başında erkeklerin mahremi olmayan kadınlara, kadınlarında mahremi olmayan erkeklere bakmaları yer almaktadır. Rabbimiz bizi bu ahlaki hastalıktan kurtaracak ve kalbimize huzur veren şu buyruğuyla bizi irşad etmektedir. ‘’Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısım müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya Müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz


I EBUBEKİR EREN için hepiniz tevbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.’’(1)

raların dışındaki yerlerde kullanılmamalı dediği

Bu ayetin tefsiri ile alakalı şu rivayet gelmiştir;

Bütün bunlar Kur’an ve Sünnetle ortaya kon-

Ayşe radiyallahu anha’dan: ‘’Allah ilk muhacir hanımlarını esirgesin! ‘Başörtülerini yakalarına sarkıtarak başlarının üzerine koysunlar (örtsünler)’ mealindeki ayet nazil olunca örtülerini (kenarından) kesip onunla yüzlerini de örttüler.’’(2)

muştur ve artık kıyamete kadar insanın bunları

Ve yine mü’min hanımlara da söyle ki, onlar da gözlerini harama bakmaktan korusunlar, sakınsınlar, onlar da ferçlerini, cinsiyetlerini harama düşmekten korusunlar. Evet, kadınlar da gözlerini aşağıya indirecekler, bakışlarını sınırlandıracaklar. Hem erkekler için hem de kadınlar için namuslarını zinadan korusunlar emrinden önce gözlerini harama bakmaktan korusunlar emri verilmektedir. Bunun sebebi hevanın tohumu gözün tamahkarlığıyla atılmaktadır. Zinaya ilk atılan adım gözlerle bakmaktır. Onun için Rabbimiz işe önce oradan başlamaktadır. Gözler haramdan korunduğu zaman o gözün sahibi de kendisini haramlardan koruyabilecektir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin bir hadisi bunu gerçekten hoş anlatır.

yerlerde bunlar kullanılmamalıdır.

değiştirme yetkisi yoktur. Kur’anın mücmel bıraktığı yerleri Allah’ın Rasulü yine vahyin yol göstermesiyle açıklamıştır, uygulamıştır, pratikte bize göstermiştir. Erkeğin avret yerlerinin dizkapağı ile göbeğinin arası olduğunu, kadının avret yerinin ise bedeninin tümü olduğunu belirlemiştir. Avret mahalleri dörttür. Erkeğin erkeğe karşı avreti, kadının kadına karşı avreti, erkeğin kadına karşı avreti, kadının erkeğe karşı avreti. Erkeğin erkeğe karşı avreti, dizkapağıyla göbeğinin arasıdır. Kadının kadına karşı avreti ise, tıpkı erkeğin erkeğe karşı olan avreti gibidir. Kadının erkeğe karşı avreti bedeninin tümüdür.

Ebu Hureyre radıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ademoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir ya da boşa çıkarır.”(3) Göz görür, kulak işitir, dil konuşur, el tutar, ayak yürür ve en sonunda cinsel organ da ne yapacaksa yapar ifadesi başlangıçla sonun en iyi şekilde muhafaza edilmesi, korunması gerektiğini göstermektedir, emretmektedir. Öyleyse bir Müslüman elini, ayağını, gözünü, kulağını, derisini, tenasül uzvunu Allah’ın istemediği yerlerde kullanmayacak. Tüm bedenini, tüm azalarını Allah’ın yasaklamış olduğu ilişkilerden uzak tutacaktır. Elin şuralardan başka yerlere dokunmamalı, gözün şuralardan başka yerlere bakmamalı, kulağın şunlardan ötesini dinlememeli, cinsel organların şuŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

55


EBUBEKİR EREN I

Ebu Said radıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz.”

Ancak bir kadınla evlenmek isteyen erkek onun ellerine ve yüzüne bakabilir. Erkeğin kadına karşı avretine gelince, bir kadın için erkeğin bakılması haram olan yerleri dizkapağı ile göbeği arasıdır. Evet, erkekler için de kadınlar için de gözlerini mahremlerine dikmesi haramdır. İrade dışı tesadüfi ilk bakış bağışlanmışsa da, karşıdakinin çekiciliği hissedildikten sonra ikinci defa bakmak, üçüncü defa bakmak ve bakmaya devam etmek helal değildir. Çünkü gözlerin zinası işte bu şekilde bakmaktır diyor Rasulullah Efendimiz. Allah Rasulü kendisine sorulan bir soru üzerine tesadüfen ilk bakışta sorumlu olmasın, ama hemen ondan sonra gözünü aşağıya indirmen şartıyla buyurmaktadır. Erkekler kadınlara bakmayacaklar, kadınlar da erkeklere bakmayacaklar. Erkeklerin gözleri de temiz olacak, kadınların gözleri de temiz olacak. Allah için, niye kadınlarımıza başkalarını gösteriyoruz? Niye biz başkalarına bakıyoruz? Neden başkalarına gösteriyoruz kadınlarımızı? Ekranlar vesilesiyle niye çağırıyoruz evimize birilerini? Niye birileri oturtulup, konuşturuluyor, gösteriliyor evimizde kadınlarımıza? Niye gösteriliyor,

56

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

seyrettiriliyor birileri? Elin, ayyaşlarının, namussuzlarının ne işi var bizim evimizin içinde? Tamam belki diyeceksiniz ki; efendim o televizyondaki ayyaşlar bizim karılarımızı görmüyor ki? İyi de sizin kadınlarınız görmüyorlar mı onları? Bakmıyorlar mı elin adamlarına? Göstermiyor musunuz o namussuzları kadınlarınıza? Hani iki gözü kör bir sahabe olan Abdullah b. Ümmü Mektum evine gelirken Allah’ın Rasulü, hanımlarına şöyle demiyor muydu? Ümmü Seleme radıyallahuanha şöyle dedi: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanında bulunuyordum. Meymune de vardı. İbni Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay, biz örtünmekle emrolunduktan sonra idi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bize: ‘’Örtünün!’’buyurdu. Biz: O âma biri değil mi, Ey Allah’ın Rasulü? Bizi göremez, bilemez dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘’Siz ikiniz de mi amasınız, onu görmüyor musunuz?’’ buyurdu.(4) Ebu Said radıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında yatamaz.”(5) Evet, âma sahabe eve gelirken Allah’ın Rasulü hanımlarına ‘’İhteceba! İhteceba!’’ diyordu. Yani örtünün! Örtünün! Abdullah geliyor diyor du? Hanımları: Ey Allah’ın Rasulü o âmadır, bizi görmez ki örtünelim? Deyince: Her ne kadar o sizi görmüyorsa da, siz onu görmüyor musunuz? Buyuruyordu Allah’ın Rasulü. Yani tamam evimizin içinde ki televizyonlarla evimize çağırdığımız insanlar, evimizin içine çağırdığımız o ayyaşlar bizim kadınlarımızı görmüyorlar ama bizimkiler onları görmüyorlar mı? Böylece kadınlarımız elin deyyuslarına bakmıyorlar mı? Hakkımız var mı buna? Allah için bir düşünün? Evet, erkeklerden farklı olarak kadınlara biraz daha farklı emirler gelir. Erkeklere sadece gözlerini ve ferçlerini korusunlar dendiği halde kadınlara emirler devam ediyor. Ziynetlerini teşhir etmesinler. Ziynetlerini görünen yerleri müstesna


Gözü Haramdan Korumanın Faydaları 1. Mutluluğun zirvesi olan Allah’ın emrine boyun eğmesi. 2. Gözleri zehirli oktan korumuş olurlar. 3. Kalbe ferah doğar ve kalbin Allah’a bağlılığı artar. 4. Allaha olan muhabbeti arttırır. 5. Kalbin nurlanmasını sağlar. 6. Doğru feraseti sağlar. 7. Şeytanın insana vesvese vereceği yolları kapatır.(6)

hiç kimseye göstermesinler. Topyekün vücutlarını başkalarına göstermesinler. Ziynet takınılan azalarını ve tüm vücutlarını kimseye göstermesinler. Kadının tüm vücudu ziynettir. Erkeğin vücudu da topyekün ziynettir, o da ayrı bir güzelliğe sahiptir ama cinsiyet açısından değerlendirildiği zaman kadının ayrı bir konumu olduğu için tepeden tırnağa kadar, saçından tırnağına kadar tüm vücudu bir ziynettir ve başkalarına göstermesi haramdır. Erkeğin ki göbekle diz kapağı arası iken kadının tüm vücudu mahremdir buyurularak tüm vücuttan bir istisna yapılmıştır.

veden düşmesi ve ya rüzgarın açması sebebiyle iradesinin dışında bir anda açılıveren yerleri müstesna şeklinde anlayanlar da olmuştur. Abdullah İbni Mes’ud, Hasan Basri, İbni Sirin, İbrahim En Nehai böyle anlamışlardır. Buna göre kadının tüm vücudu avrettir, lakin elinde olmayarak bir kazayla bir yeri açılmışsa Allah onu ondan sorumlu tutmayacaktır. Buna göre kadınların yüzleri de avrettir, tüm vücudu da avrettir ve örtülmesi gerekmektedir. Veya bu görünen yerleri müstesna ifadesi bir de kadının giyindiği dış elbisedir şeklinde anlaşılabilecektir, Allahualem.

Zaruri olarak korunması zor olan, mümkün olmayan eller ve yüz müstesna ki bu da sadece el midir? Yoksa ellerle birlikte yüz müdür? Bu konu ihtilaflıdır. Ama el ve yüzün dışında hiçbir azasını göstermeyecektir kadın. Bu ‘’İlla mazahera minha’’ ancak görünen kısımlar müstesna, ifadesini şöyle anlayanlar da olmuştur: Kadının elinde olmayan sebeplerle, iradesi dışında mesela kaza sebebiyle, attan, de-

------------------------------------------(1); Nur/31. (2); Buhari, Ebu Davud. (3); Buhari,İsti’zan 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ebu Davud, Nikah 43. (4); Ebu Davud, Libas 34; Tirmizi, Edeb 29. (5); Müslim, Hayz 74. Tirmizi, Edeb 38. İbniMace, Taharet 137. (6); Levaihul Beyan, Cilt 2.

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

57


Halifeliğin Kaldırılmasına Yönelik Kanun Maddeleri

HILAFETIN KALDIRILMASINA VE OSMANLI HANEDANININ TC DIŞINA ÇIKARILMASINA DAIR KANUN, 3 MART 1924’DE TBMM’DE KABUL EDILMIŞ VE 6 MART’TA RESMI GAZETE’DE YAYINLANARAK YÜRÜRLÜĞE GIRMIŞTI; IŞTE O KANUNUN MADDELERI... 58

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

3

Mart 1924(1340)-Hicri 26 Recep 1342 tarihli “Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı haneda-

nının Türkiye Cumhuriyeti ülkesi Dışına çıkarılmasına dair kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. 6 Mart 1924’te ise Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 431 sayılı bu kanun toplam 13 maddeden oluşmaktaydı. Kabul edilen maddelere göre: Madde 1-Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır. Madde 2-Görevden alınan halife ve Osmanlı saltanatına mensup tüm erkek ve kadınlar, damatlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturmak hakkından ebediyen mahrumdurlar. Bu soya bağlı kadınlardan doğmuş kimselerde Osmanlı addedilirler.


Madde 3-İkinci maddede zikredilen kimseler, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ülkesini terk etmeye mecburdurlar. Madde 4-İkinci maddede zikredilen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku kaldırılmıştır. Madde 5-Bundan böyle ikinci maddede anılan kimseler, Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz mal edinemezler. Türkiye’deki ilişkilerinin kesilmesi için bir yıl süre ile vekil tayin ederek, devlet mahkemelerine başvurabilirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra hiçbir mahkemeye başvurma hakları yoktur. Madde 6-İkinci maddede anılan kimselere, yol giderlerine karşılık olmak üzere bir defaya mahsus ve servetleri ile orantılı, uygun miktarda para ödenecektir. Madde 7-İkinci maddede zikredilen kişiler, Türkiye Cumhuriyeti içindeki bütün taşınmaz mal varlıklarını bir yıl içerisinde hükümetin bilgisi ve tasdiki ile elden çıkarmaya mecburdurlar. Zikredilen taşınmaz malları satamamaları durumunda bunlar, hükümetçe satın alınarak bedelleri kendilerine verilecektir. Madde 8-Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi

içinde tapuda kayıtlı taşınmaz malları millete intikal etmiştir. (Millileştirilmiştir.) Madde 9-Kapatılan padişahlık sarayları ve köşkleri ile bunların ek binalarında bulunan eşyalar, takımlar, tablolar, sanat eserleri ve diğer taşınabilir mallar millete intikal etmiştir. (Millileştirilmiştir.) Madde 10-Padişah malları adı altında olup, evvelce millete devredilen mallar ile beraber, kaldırılan padişahlığa ait bütün taşınmaz mallar ve eski hazine mevcutları ile birlikte saray ve köşkler ek yapıları ve arazileri millete intikal etmiştir. (Millileştirilmiştir.) Madde 11-Millete intikal eden taşınabilir ve taşınmaz tüm malvarlıklarının saptanması ve muhafazası için bir yönetmelik hazırlanacaktır. Madde 12-Bu kanun yayımlanmasından itibaren geçerlidir. Madde 13-Bu kanun, Bakanlar kurulu tarafından uygulanır. Denilmekteydi. Daha sonra kanunda 15. 05. 1974 tarihli ve 1803 No’lu yasa ile değişikliğe gidildi ve zikredilen kanunun 2-3-4 ve 5.nci maddeleri kaldırıldı. Kaynaklar: 06.03.1924 Tarihli Resmi Gazete (Sadeleştirilmiştir.)

ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

59


DÜNYA EL KAİDE’DEN KEŞMİR İÇİN CİHAD ÇAĞRISI El Kaide yayınladığı bir video ile Keşmirli Müslümanları küresel cihada katılmaya ve Hindistan Yönetimi’ne karşı savaşmaya çağırdı.

KEŞMİR

E

l Kaide’nin Pakistan sorumlusu Mevlana Asım Ömer, Keşmirli Müslümanlara küresel cihada katılmaları çağrısı yapıyor ve şunları diyor: “Dünya’nın birçok yerinde Müslümanlar ellerinde silah, cihad meydanlarına yürüyorlar. Bir zamanlar cihadı reddedip demokratik yollara başvuranlar bile pişman olup ellerine silah alıyorlar ve bu yola katılıyorlar.”

Keşmir, 66 yıldır Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlığın temelinde bulunuyor. Her iki ülkede Keşmir’in tamamı üzerinde hak iddia ederken sadece belirli bir bölümünü kontrol edebiliyorlar. Hindistan işgali altındaki Keşmir’de yaşayan Müslümanlar 20 yıldan fazla süredir bağımsızlık mücadelesi veriyor. Keşmir’deki çatışmalarda bugüne kadar çoğu sivil 70.00’i aşkın kişi hayatını kaybetti.

IŞİD’İN HARİTASI SURİYE / IRAK

Suriye ve Irak’ta önemli petrol noktalarını ele geçiren IŞİD, Ortadoğu’nun en büyük su kaynakları Fırat ve Dicle’yi de büyük oranda kontrolü altına aldı. Ortadoğu’da stratejik bir bölgeye oturan IŞİD’in haritası.

İ

lerleyişini sürdüren IŞİD, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye sınırlarındaki bazı bölgeleri ele geçirerek bu ülkelerle ‘komşu’ oldu. IŞİD şu anda Türkiye sınırından başlayan, Fırat ve Dicle nehirlerinin sınırını çizdiği Mezopotamya’yı da içine alan stratejik hat boyunca

Ürdün ve Suudi Arabistan sınırına kadar olan Sünni bölgeyi kontrol ediyor. Suriye’nin en büyük kenti Halep’in kuzeyinden itibaren, Irak’ın başkenti Bağdat’ta 40 km yakınına kadar olan Sünni bölgelerde yükselen IŞİD hâkimiyeti, Suriye ve Irak arasındaki sınırı da fiilen ortadan kaldırmış durumda. Türkmen nüfusun yoğun olduğu, Musul’un Telafer bölgesi de IŞİD kontrolü altında.

60

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


DÜNYA KUR’AN AŞKI ENGEL TANIMADI Görme özürlü Kanadalı Müslüman aktivist AbdulMelik Clare, Kur’an öğrenme hikayesini anlattı. 16 yaşında İslam’la tanışan Clare, Kur’an’ı kabartma alfabeyle öğrenmiş.

KANADA

U

luslararası 1. Kabartma Kur’an Buluşması konferansına katılan Kanadalı araştırmacı aktivist AbdulMelik Clare, İslam dini ile ilk 1992 yılında ‘Malcom X’in İslam’ı anlattığı hikayeleri okuyarak tanıştığını söyledi. ‘Malcom X hikâyelerinde İslam dininden bahsediyordu. Allah’ın tek olduğunu duymak beni çok etkiledi’ diyen AbdulMelik, Arapça bilmediği için Kur’an’ı okumakta zorladığını, aldığı özel eğitim sayesinde Kur’an okumayı öğrendiğini belirtti. YAVAŞ YAVAŞ ÖĞRENDİM

Clare, 16 yaşında İslam dinini seçtikten sonra, Suudi Arabistan’dan tanıdığı bir ailenin kendisine Kur’an gönderdiğini belirtti. İlk başta Kur’an’ı okuyamayan AbdulMelik’in cesareti kırılmıştı. Clare, ‘Ama sonra Kur’an kursuna gittim ve öğretmenim bana her şeyi öğretti. Kur’an harflerini görünce önce kafam karıştı. Sonra yavaş yavaş harfleri yazmaya başladım. Daha sonra harfleri nasıl bir araya getireceğimi öğrendim’ dedi.

MALEZYA’DA GAYRİMÜSLİMLERE ALLAH KELİMESİ YASAKLANDI Malezya’da oldukça ilginç bir karara imza atıldı. Ülkede gayrimüslimlerin ‘Allah’ kelimesini kullanması en yüksek mahkeme tarafından yasaklandı.

MALEZYA

M

alezya Federal Mahkemesi gayrimüslimlerin ‘Allah’ kelimesini kullanmalarına yönelik önceden verilen kararı onadı. Kararla birlikte Malezyalı Hıristiyanların ‘Allah’ kelimesini kullanması en yüksek mahkeme tarafından da suç olarak kabul edildi. HRİSTİYAN GAZETEYE YASAK GELMİŞTİ 2007 yılında ülkedeki Hristiyanlarca yayınlanan ‘Herald’ gazetesinin ‘Allah’ kelimesini kullanmamasına yönelik karar verilmiş ve Ekim 2009’daTemyiz Mahkemesi kararı onamıştı. Malezyalı Hıristiyanlar Arapça’dan Malay diline geçen ‘Allah’ kelimesinin sadece İslam dinine ait olmadığını belirterek kelimeyi ayinlerde kullanma haklarının olduğunu savunuyor. YASAĞIN SEBEBİ DİN DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNLEMEK Müslümanlar ise ‘Allah’ kelimesinin Hıristiyanlarca kullanılmasının Müslümanlarda kafa karışıklığına yol açtığını ve din değiştirmelere neden olabileceğini ifade ediyor. Ülkenin yüzde 60’ının Müslüman olduğu Malezya’da yüzde 9 ise Hıristiyanlardan oluşuyor. Aynı zamanda Hinduizm ve Budizm inancı da ülkede yaygın olan dinlerdendir. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

61


DÜNYA MUHAMMED BEDİİ: İDAM EDİLMEKTEN KORKMUYORUM İhvan Rehberlik Konseyi Başkanı Bedii, “Adaletin yokluğunu Allah’a şikayet ediyor, ömrümün geri kalanını hapishanelerde geçirmekten ya da idam edilmekten korkmuyorum” dedi.

MISIR

K

ahire’deki Tora Polis Akademisi’nde görülen duruşmada, savunmasını yapmasına fırsat verilmeden hakkında verilen idam kararını kınayan Bedii, “Adaletin yokluğunu Allah’a şikayet ediyor, ömrümün geri kalanını hapishanelerde geçirmekten ya da idam edilmekten korkmuyorum. Rasulullah’ın

‘Cihadın en büyüğü zalim idareci karşısında hak sözü söylemektir’ sözüyle amel ederek şehadetin en üst mertebesini istiyorum” dedi. Mahkeme, şahitlerin dinlenmesi için duruşmayı 8 Temmuz’a erteledi. Mısır Başsavcısı Hişam Berekat da dün “Şiddete teşvik ve karakollara saldırı” suçlamasıyla yargılanan ve aralarında Müslüman Kardeşler (İhvan) Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 183 kişi hakkında idam cezası veren Minya Ceza Mahkemesinin kararlarını “Adaletin sağlanması ve yasaların doğru uygulanması” için temyize götürme kararı aldığını açıklamıştı.

ORTA AFRİKA’DA 17 MÜSLÜMAN DAHA ÖLDÜRÜLDÜ Orta Afrika’da dün Müslümanlara yönelik meydana gelen saldırı sonucu 17 Müslüman hayatını kaybetti. Ülkede saldırıya yönelik tepkiler var.

MISIR

O

rta Afrika Cumhuriyeti’nin Bambari kentinde önceki gün çobanları hedef alan ve 17 kişinin öldüğü saldırıdan sonra sokakların boşaldığı ve gerginliğin sürdüğü bildirildi. Yerel yetkililer, Fransız güçlerine ait bir helikopterin dün akşama kadar kent üzerinde uçtuğunu belirtti. Silah seslerinin duyulmasının ardından esnaf da kepenk kapattı. Müslümanlardan oluşan Seleka grubunun sözcüsü Amat Nedjat İbrahim, “Anti-Balakaların dün Bamba-

ri’ye 7 kilometre uzaklıktaki etnik bir çoban topluluğuna saldırdığını, 10 kişiyi öldürdüklerini, 3 kadın ve 4 çocuğu yaktıklarını” söyledi. Nedjat İbrahim, “şimdilik Müslüman halkın karşılık vermemesi için onları sakinleştirmeye çalıştıklarını” vurguladı. Fransız güçleri Müslümanları kontrol altına alırken bölgede tırmanan gerginlik, hastanelerdeki sağlık personelinin yaralılara müdahalesini de etkiledi. Gerginlik nedeniyle eczaneler de kepenk kapattı.

62

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014


DÜNYA BM’DEN ARAKAN İTİRAFI BM İnsani İşler ve Acil Durumlar Koordinatör Yardımcısı Kyung-wha Kang, Myanmar’da Müslümanların yaşadığı kamplardaki çileler ve kötü şartlara daha önce hiçbir yerde rastlamadığını söyledi.

K

ARAKAN

ang, Myanmar’da Kaçin ve Rakhine (Arakan) eyaletlerinde yerlerinden edilen insanların yaşadığı kamplarda

10-14 Haziran tarihlerinde yaptığı incelemelere ilişkin izlenimlerini New York’ta düzenlediği basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. “BU KÖTÜ ŞARTLARA DAHA ÖNCE RASTLAMADIM” Kang, özellikle Müslümanların yaşadığı kampların durumunun “şoke edici” olduğunu söyledi. Arakan’daki kamplarda yaşanan ızdırabı bizzat gözlediğini vurgulayan Kang, “Rohingya kamplarında şahit olduğum acı, yoksulluk ve kötü şartlara daha önce hiçbir yerde rastlamadım. Erkekler, kadınlar ve çocuklar korkunç şartlarda yaşıyor. Kamplardan dışarı çıkma ve seyahat etme imkânları neredeyse imkânsız. Kamplarda ve izole edilmiş köylerde yaşamak zorunda kalıyorlar. Eğitim, sağlık, elektrik, su, kanalizasyon gibi imkânlar yok denecek seviyede” diye konuştu. Yaşanan çilenin en önemli nedenlerinden birinin Müslümanların çalışmasına izin verilmemesi olduğuna dikkati çeken Kang, “Çiftçilerin tarlalarına gitmelerine, balıkçıların denize açılmalarına, ticaretle uğraşanların da pazarlara ulaşmalarına izin verilmiyor” ifadesini kullandı.

SOL’UN İSLAM HAZIMSIZLIĞI Ulusalcı Yurt gazetesi ve Oda Tv haber sitesi yine muhbirlik kokan bir cehalete imza attı; Bağcılar’da IŞİD’in bayrak ve tişörtlerini sattığı mağazanın açıldığını yazdı.

TÜRKİYE

S

iyasetini İslam düşmanlığı üzerine kuran kemalist kesim bu seferde Bağcılar’da İslami kıyafetler satan bir mağa-

zayı hedef gösterdi ve aşağılayıcı ifadelerle: ‘İslami Giyim adıyla Bağcılar’da açılan mağazada, IŞİD’in bayrağının basıldığı tişörtler yanında sadece şeriata uygun bayan elbiseleri ve çarşaflar satılıyor. Şeriatçı gösterilerde kullanılan bayrak ve flamaların da satışa sunulduğu mağazanın dış cephesinde Ahzab Suresi’nin Türkçe meali yer alıyor. Mağazanın adı dışında satılan ürünlerde yer alan tüm yazılar ise Arapça. ŞERİATÇI ÇETE İBARELERİNİ KULLANDI İslam hazımsızlığı olan Yurt gazetesi peygamber mührü üzerinden kuran ve sünnet isteyen topluluklara ‘şeriatçı çete’, ‘Cihat Adına Vahşet’ ibarelerini kullanarak İslam’a ve Müslümanlara karşı hazımsızlığını bir kez daha gösterdi. ŞEVVAL 1435

NEBEVÎ HAYAT

63


SİZDEN GELENLER Cennet’e giden yolda korkak ve cesaretsizlerin yeri yoktur Batıl ehlinin korkutmaları şeytandan kaynaklanmaktadır Şeytandan ancak ona tabi olanlar ve onun dostları korkar Yaratılmışlardan kalbinde hastalık olandan başkası şeytandan korkmaz ‘’ALLAH kuluna yetmez mi? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar ALLAH kimi saptırırsa onu artık doğru yola ileten olmaz.’’(Zümer/36) Yolumu seçtim ve hayır asla vazgeçmeyeceğim Demir gibi yürümeye azmettim... Yolu doğru olanın yükü ağır. Gökhan AKKUŞ / BURSA

Uçmak için kuş olmak değil, kanat kuşanmak gerek Tutsak değil köle değil kul olmak gerek Canlı gözlerin sukutu marifet mi? Sesini yitiren kardeşime ses olman gerek Tutsaklığın karamsarlığa düşürmesin seni Güneşin battı bugün diye karanlık aldatmasın seni Unutma müslüman! Her tünelin sonunda bir ışık bekler seni Baharı çiçek gibi beklememek gerek Güneşini çaldılar uyanman gerek Adetimiz adet adet gül dağıtmak değil Sonbaharı bahardan bir sonla ayırmak gerek Uzattığın eline yaş kondurma sakın Gözlerini timsahlara özendirme sakın Amaç bir avuç gözyaşına davanı satmak değil Hakkı batıldan ayıran kılıcı kuşanman gerek Ümit ŞİT / İSTANBUL

64

NEBEVÎ HAYAT

HAZİRAN 2014

Ey kardesler! Hayır bulmak istiyorsanız... Dünyayı boşayın! Çünkü bir kalpte iki sevda olamaz.. Muhakkak biri diğerine galip gelecektir. Sizler tercihinizi ebedi ve sonsuz olan ahiret yönünde yapın.. Gaflete düşmeyin, dünyaya ve aldatıcılığına meyletmeyin.. Ey kardeşler! Hayır bulmak istiyorsanız Allah azze ve celle’nin hududlarına yaklaşmayın.. Dikkat edin aşmayın demiyorum yaklaşmayın! Çünkü Rabbimiz öyle emrediyor.. O’nun Sınırlarını koruyun.. Boş sözlerden ve sizi Allah’tan alıkoyan her şeyden yüz çevirin. Masiyet ve günah bulunan ortamlardan uzak durun, sizler o ameli işlemeseniz de kokusu üzerinize sinecektir.. Ey kardeşler! Hayır bulmak istiyorsanız.. İlim ehliyle, zikir ehliyle, hayrın sahipleriyle, kalbinizi yumuşatan size Rahmanı hatırlatan, heybesinde hayır biriktirip çevresine hayır dağıtan, kardeşine nasihat edip muhafaza eden, kimselerle beraber olun.. Sizler onların amellerine güç yetiremezseniz bile muhakkak kokuları üzerinize sinecektir.. Rumeysa ESER /İSTANBUL



EY GENÇLER! 1- Şartlar ne olursa olsun ezanı duyduğunuz zaman namaza kalkın. 2- Kur’an’ı Kerim’i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın. 3- Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapça’yı öğrenin, çünkü Kur’an en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır.

4- Hiç bir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş hiç bir zaman yarar sağlamaz. 5- Cesaret ve büyük bir dayanma gücüne sahib ol. Cesaretin en faziletli olanı da hakkı haykırmak, sır saklamak, hatasını itiraf etmek, insanların hakkını vermekte insaflı olmak ve hiddet anında nefsine hakim olmaktır.

6- Devamlı vakarlı ol ve ciddiyeti tercih et. Vakar seni, doğru şakadan ve tebessümden de alıkoymasın. 7- Çok faal ol, umuma ait hizmetlerde yetişkin ol. Başkalarına bir iş sunabildiğin zaman mutluluk ve sevinç hisset. Hastalara başvur, muhtaçlara yardım et, zayıfları koru, felaketzedelerin güzel sözle de olsa acılarına ortak ol. Devamlı hayır işlere koş.

8- Her zaman Allah'ın murakabesinde olduğunu unutma. Ahireti hatırla ve ona hazırlık yap, Allahın rızasına ulaştıran merhalelerini azim ve himmetle kat et. Nafile ibadetlerle ona yaklaş. Geceleyin namaz kılmak, en azından ayda üç gün oruç tutmak, kalbi ve lisanî zikri çokça yapmak ve çeşitli hallerde varid olan dualarla meşgul olmak bu kabildendir.

9- Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın. 10- Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için başkasına yardımınızı esirgemeyin. Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın.

11- Her hususta temizliğe önem verin. Evinizde, elbiselerinizde, vücudunuzda, iş yerinizde. Çünkü bu din, temizlik üzerine kurulmuştur.

12- Ahdinize, sözünüze ve vadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun bunlara muhalefet etmeyin. 13- Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin.

14- Hükümet vazifelerine düşkün olmayın ve onları rızkın en dar kapısı olarak bilin. Ama size verildiği zaman da reddetmeyin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu vazifelerden ayrılmayın.

15- Malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın.

16- Az da olsa malınızın bir kısmını beklenmedik hadiseler için ayırın ve katiyen lüks eşyaya kapılmayın.

17- Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz.

18- Eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisiniz. Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın.

19- Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Nefsinizle şiddetli bir şekilde mücadele edin ki, onun yularını ele alasınız; gözünüzü haramdan ayırın, duygularınıza hâkim olun.

20- Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.