Nebevi Hayat Dergisi 24. sayı (2014)

Page 1

O’nun izinde

NEBEVÎ HAYAT Aylık, İlim, Fikir ve Kültür Dergisi

Kasım 2014 1436

Yıl: 2 Sayı: 24 - Fiyatı: 6 TL

Peygamberlerin

Mirası

İLİM

www.nebevihayatyayinlari.com

Safer

İSLAM’DA BİLGİ KAYNAKLARI Mahmut Varhan İLİM ÖĞRENMENİN FAZİLETİ Hakan Sarıküçük PEYGAMBERİN MİRASINI SİNESİNDE TAŞIYANLAR LATİF OLANDAN BİR LÜTUFTUR Yusuf Yılmaz İLİM MEDENİYETİN TEMELİ, İMAMLAR/ÖNDERLER BÂNÎSİDİR Zafer Mert PKK MÜSLÜMAN KÜRT HALKINI TEMSİL EDİYOR MU? (Gündem) Nedim Bal O SİZİ “MÜSLÜMAN” OLARAK İSİMLENDİRDİ Esma Köse

facebook.com/nebevihayat twitter.com/nebevihayat


2015 YILI ABONE KAMPANYASI

ABONELİK BEDELİ/ 1YIL

80.

00 TL

Online Abonelik

dergi.nebevihayatyayinlari.com siparis@nebevihayatyayinlari.com

KÜTÜPHANENİZDE BİZE DE YER AÇIN

İSLAM TARİHİ

RASULULLAH (S.A.V)’İN DOĞUMUNDAN GÜNÜMÜZE Telif: İSLÂM ARAŞTIRMALARI KOMİSYONU Takdim: Prof.Dr. RÂGIB ES-SERCÂNÎ

Abonelik İrtibat 0536 450 9442

E Y İ ED

H

2 CİLT 1024 Sayfa Sert Kapak 2 Hamur Kağıt

dergi.nebevihayatyayinlari.com


İ N YE Dava Erlerinin İMTİHANI İşkence, tarih boyunca Tevhid mücadelesi veren Rasullerin ve onlara tabi olan mü’minlerin karşı karşıya kaldıkları bir yıldırma metodudur. Peygamber ve O’na tabi olanları davalarından bir türlü vazgeçiremeyen müşrikler işkence ile onları sindireceklerini zannetmişlerdir, ama yine tarih boyunca görülmüştür ki işkence, iman edenlerin imanlarını kat kat artırmıştır. İşkence inananlara verilen bir ceza değil aksine imtihanın bir parçasıdır. Allah yolunda yürüyen, Allah (c.c)’ın dinini omuzlamış Peygamberin ve dava erlerinin, mücadelenin diğer alanlarına hazırlanışıdır. Allah (c.c) en sevdiği kulu olan Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’i de işkence ile sınamıştır.

Risaletü’l Müsterşidin AHLÂKIMIZ - İmam Muhasibi

... Dünyanın her çeşit cazibelerine ve aldatmasına kanmayıp Rasulullah fendimizin caddetü’l-beyzasında istikrarla istikamet elde eden bu zevatın mevcudiyeti insanlığın felahına vesile olurken, ademi mevcudiyeti halinde insanlığın helâkı hızlanmış ve çoğalmıştır. Bu husus Said b. Cübeyr’e şöyle sorulur. İnsanların gitmesi (ölmesi)’dir der. Biz bu gerçeği nede müşehhas bir şekilde idrak etmekteyiz...

Kur’an Ve Sünnete Göre ZİKİR ve DUA - Mahmut Varhan “Ey iman edenler! Siz Beni zikredin ki, ben de sizi anayım...”(Bakara, 152) “...Kalpler ancak Allah’ı zikrederek mütmain olur.” (Ra’d, 28) “Mü’minin kendisini şeytana karşı en fazla koruyup muhafaza ettiği an, Allah’ı zikrettiği andır.” (Hadis) “Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi)

İSLAM AKAİDİ

(Arapça)

Hasan Karakaya Hocaefendi’nin kaleminden

DA N I AK

KUR’AN-I KERİM (Meal)

Hasan Karakaya Hocaefendi’nin yorumuyla çok yakında sizlerle buluşmaya hazırlanıyor...

Y

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul

Tel-Faks: (0212)

515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63

www.nebevihayatyayinlari.com - siparis@nebevihayatyayinlari.com


rhan

YIL: 2 Sayı: 24 Fiyatı: 6 TL

İÇİNDEKİLER

Sahibi İmam Buhari İktisadi İşletmeler Adına Ramazan Küpoğlu Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Mert Mali İşler Sorumlusu Hakan Sarıküçük

İLİM

İSLAM’DA ARAPÇA İLİM BİLGİ ÖĞRENMENİN ÖĞRENMENİN KAYNAKLARI FAZİLETİ İSLAM’DAKİ ÖNEMİ

TAHSİL ETMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Abone ve Dağıtım Sorumlusu Hakan Sarıküçük (0543 654 46 63) Tashih, Redaksiyon Yusuf Yılmaz Grafik-Tasarım Necip Taha Kıdeyş Yönetim Merkezi Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İst. Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63

Mahmut Varhan

4

Hakan Sarıküçük

12

Hüseyin Kalender

17

Ebubekir Eren

26

PEYGAMBERİN MİRASINI SİNESİNDE TAŞIYANLAR LATİF OLANDAN BİR LÜTUFTUR Yusuf Yılmaz

twitter.com/nebevihayat facebook.com/nebevihayatdergisi www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com

29

AHİRET YURDUNU SATIP İFLASA UĞRAYAN BİR ÂLİM: BEL’AM B. BÂÛRÂ Ömer Ergül

32

İLİM MEDENİYETİN TEMELİ, İMAMLAR/ÖNDERLER BÂNÎSİDİR Zafer Mert

Reklam ve Abone İşleri Tel - Faks: (0212) 515 65 72 GSM: 0543 654 46 63

37

ÇETİN BİR SAVAŞ VE HAZIRLIKSIZ YIĞINLAR HAYDİ! HEP BERABER EN BAŞTAN BAŞLAYALIM Ali Yücel

42

GÜNDEME

49

ÇOCUKLARLA İLETİŞİM KURABİLMENİN YOLLARI -1 Halime Yılmaz

52

O SİZİ “MÜSLÜMAN” OLARAK İSİMLENDİRDİ Esma Köse

55

YÜRÜYEN SÜNNET: ABDULFETTAH EBU GUDDE Cihan Malay

58

DÜNYADAN HABERLER: Emrah Seven

61

IŞİD DÜŞMANLIĞI MI? İSLAM DÜŞMANLIĞI MI? Emrah Seven

62

KİTAPLIK: İslâmi Eğitim Modeli

63

SİZDEN GELENLER: İLİM HAKKINDA GÜZEL BİR ÖRNEK Abdullah Yürür

Abone Şartları 2014 Yılı Yurt İçi Abonelik Bedeli: 70 TL. Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın Nebevî Hayat Aylık Dergi (Türkçe) Baskı Cilt: Marki Matbaa Basım Yeri: İstanbul Basım Tarihi: Kasım 2014 Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.

BAKIŞ

PKK MÜSLÜMAN KÜRT HALKINI TEMSİL EDİYOR MU? Nedim Bal

21


Hamd,”...Ve ‘Rabbim, benim ilmimi artır’ de.” (20/Tâhâ, 114)buyuran Allahu Teâlâ’ya,salatu selamların en güzeli “Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya yerleşim yerinden) çıkarsa, geri dönünceye kadar o kişi Allah yolundadır.” (Tirmizî, İlm 2)buyuran öğretmenimiz, tek önderimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, sahabelerine ve müminlerin üzerine olsun. Değerli Kardeşler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in;”Allah kullarından birden bire ilmi çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu almakla ilmi kaldırır. Öyleki hiçbir âlim bırakmayınca insanlar câhil liderler edinirler. Onlara soru sorulduğunda bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri haktan sapar, hem de insanları saptırırlar”buyurmuş olduğu günleri yaşamaktayız. Sözüm ona bilgi çağı denilen, bilgiye ulaşmanın yollarının çok kolaylaştığı günümüzde maalesef bilgiye ulaşanlar oldukça azalmış durumda. Cehalet yaygınlaşmakta ilim ise azalmaktadır. Bunun sonucunda başta fertler olmak üzere toplumlar yanlış yollara girmekte, bidatler din gibi algılanmakta, din ise gerçek manası ile kavranamamaktadır. Dolayısıyla doğru bilinmeyen bir dinin doğru yaşanması da mümkün olmamaktadır. Değerli Kardeşler, İslam medeniyetini tekrar inşa edip ihya etmek istiyorsak bunun birinci basamağının âlimler yetiştirmek için çalışıp çabalamak olduğunun bilincinde olmamız gerekmektedir. İslâmî hareketler kuşkusuz cesur yürekler, adanmış ruhlar, fedakâr Müslümanlar, akademisyenler yetiştirmiştir ve yetiştirmeye de devam ediyor, ama nedense âlim yetiştirme hususunda sıkıntı çekmektedirler. Kanaatimize göre bunun önemli sebeplerinden birisi, İslâmî hareketlerin öncelik verdiği çalışmalarda bu hususa gerekli önemin verilmemesidir. Uzun yıllar isteyen disiplinli çalışma, yeterli finans ve insan kaynağı ayrımının ihmal edilmesi de bu engellerdendir. İnsan, fıtratı gereği ektiği ürünü bir an önce görmek istemesi, zamane gençlerinin azminin az olup, yaşadığımız çağın ruhuna uygun olarak hızlı çözümlerden yana tavır takınması da gerçek anlamda âlimler yetiştirme çalışmalarımıza sekte vurmaktadır. Gerçek anlamda imamlarımız olacak önderlerimizi yetiştirmek için bizim ekeceğimiz ama bizden sonraki nesillerimizin biçeceği alt yapı çalışmalarına daha bir önem göstermeliyiz. Eğitim kurumlarımızı geliştirmeli ve genişletmeliyiz. İlim talebeleri olan kardeşlerimizi hem İslâmi hareketten koparmamalı hem de ana merkezde onların ilim ile iştigal etmelerini sağlamaya çalışmalıyız. İlimde ileri gitmesi mümkün olan kapasiteli ilim talebesi kardeşlerimizi davet sahasında ilimlerinden istifade etmeli fakat davetin yorucu organizelerinden uzak tutmaya çalışarak dengeyi çok iyi bir şekilde kurmalıyız. Asla meyveyi olgunlaşmadan koparmamak gerektiği gibi tam anlamıyla yetişmeyen kardeşlerimizi ana mecrasından uzaklaştırmamalıyız. İlim talebelerinin yetişmesi için gerekli olan eğitim materyalleri ve maddi ihtiyaçlarının karşılanması hususunda da titiz davranmalı ve eğitim fonları ile bu kardeşlerimizi desteklemeliyiz. Bununla beraber ilimle iştigal eden kardeşlerimizde davet çalışmalarını hafife almamalı, gereken önemi ve titizliği bu hususta da göstermeye çalışmalıdırlar. Yeterli insan ve finans kaynakları olan İslâmî hareketlerin bu meseleye ciddi anlamda el atması kaçınılmazdır. Aksi takdirde ilmin nura, cehaletin karanlığa götüreceği hususunda her akıl sahibi ittifak halindedir. Değerli Kardeşler, Bu sayımızda ilim ve alimler hakkında yazılar paylaştık. İlmin kaynakları, ilmin önündeki engeller, Arapça öğrenmenin gerekliliği gibi yazılar ile dikkatlerinizi ilme çekmeye çalıştık. Aynı zamanda gündeme bakış, nebevi aile gibi köşelerimizle de sizlere yeni yazılar sunduk. İstifade etmenizi diliyoruz. Değerli Kardeşler, Allah’a hamdu senalar olsun ki ikinci yılımızı bitirmek üzereyiz. Şimdiden üçüncü yılımız için abonelik çalışmalarımızı başlattık. Siz değerli okuyucularımızdan talebimiz dergimizin tanıtım ve abonelik çalışmalarında özverili davranıp dergimizin daha geniş bir kitleye yayılması için önümüzdeki abonelik döneminde sıkı bir tanıtım kampanyası düzenlemenizdir. Şimdiden desteklerinizden dolayı Allah razı olsun. Rabbim sesimizin daha gür çıkmasını nasip eylesin. Değerli Dostlar, Sizleri dergimizle baş başa bırakırken bir kere daha Aralık ayında yapılması planlanan Nebevî Hayat Dergisi Bilgi yarışmasına da şimdiden hazırlanmaya davet ediyoruz. 2014 dergileri içeriğinden düzenlenecek olan yarışmamızda birinci olan kardeşimiz umre ziyareti ile ödüllendirilecek ayrıca ilk ona giren kardeşlerimize hediyeler takdim edilecektir. İyilik ve takva üzerine yardımlaşmak duası ile.


Kapak Dosya

İSLAM’DA BİLGİ KAYNAKLARI “Şayet âlimler olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurlardı.” Hasan el-Basri

A

llahu Teâlâ’ya hamdolsun. O’nun son Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa sallallahu

aleyhi ve sellem’e, âline, ashabına ve kıyamete kadar ona tâbi olanlara salât ve selam olsun. Biz bu konuyu şu başlıklar altında inceleyeceğiz: 1- İslam’a göre ilmin/bilginin değeri 2- İslam’a göre bilgi kaynakları 3- İlham ve rüya bilgi kaynağı mıdır?

1. İSLAM’DA İLMİN/BİLGİNİN DEĞERİ Yeryüzünde halife olması için insanı yaratan Allahu Teâlâ, halifelik görevini hakkıyla ifa edebilmesi için gerekli olan her türlü bilgiyle insanı donatmıştır. İnsanı yeryüzü ve gökyüzü hakkında bilgi sahibi olabilme, bunlarda bulunan ve halifeliğinin gereği olarak yeryüzünü imar etmesinde lazım olan enerji ve kuvvetleri öğrenip kullanabilme kabiliyetinde yaratmıştır. Dolayısıyla insanın yeryüzündeki halifelik görevini hakkıyla yerine getirebilmesi için, Allah’ın kendisine bah-


I MAHMUT VARHAN şetmiş olduğu bu ilim nimetinden layıkıyla yararlanması gerekir. Bundan dolayıdır ki İslam, ilim öğrenmeye teşvik etmiş ve ilim sahiplerini yüceltmiştir. Allahu Teâlâ yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “... Allah sizden samimiyetle iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdele; 11) Yine Rabbimiz Celle Celâluhû bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmadıklarını beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed) Sen onlara şöyle de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri düşünür.” (Zümer; 9) Mehmet Akif Ersoy bu ayet’i kerimeyi başına koyduğu bir şiirinde şöyle demektedir: Olmaz ya... Tabi’i... Biri insan, biri hayvan! Öyleyse, “cehalet” denilen yüz karasından Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet. Başka bir ayet’i kerimede yüce Mevlâ’mız şöyle buyurmaktadır: “Kulları içinde, Allah’tan hakkıyla korkan ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah, her şeye galiptir, çok affedendir.” (Fâtır; 28) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de Hz. Muaviye’nin rivayet ettiği bir hadis’i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Allah kimin hakkında hayır ve iyilik murad ederse, onu dinde fakih kılar.”(1) Yine Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis’i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Her kim ilim talep etmek maksadıyla bir yola girerse, girdiği o yolun karşılığı olarak Allah cennete giden bir yolu onun için kolaylaştırır.”(2) Hasan el-Basri de şöyle söylemiştir: “Şayet âlimler olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurlardı.” İlmin fazileti ve değeri hakkında vârid olan ayet’i kerime, hadis’i şerif ve İslam âlimlerinin sözleri burada sayılamayacak kadar çoktur. Şimdi de İslam nazarında bu kadar fazi-

letli ve değerli olan ilmi elde etmenin kaynaklarına bakalım:

2- İSLAM’A GÖRE BİLGİ KAYNAKLARI Bilgi kaynaklarını doğru bir şekilde tesbit etmek ve bunların çerçevesini belirlemek çok önemlidir. Çünkü bize ulaşan her bilgiyi ölçmeden ve doğruluğunu tahkik etmeden kabul etmemiz, birçok yanlış ve dayanaksız bilgiyi doğru bilgi diye kabul etmemize sebep olabilir. Bundan dolayıdır ki İslam, fasığın getirdiği haberi/bilgiyi doğruluğunu tahkik etmeden kabul etmeyi yasaklamıştır. Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Eğer fasık bir kimse size bir haber getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme eziyet edersiniz de yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât; 6) İslam âlimleri doğru bilginin kaynaklarını üç kısıma ayırmışlardır: Haber-i sâdık (doğru haber), selim hisler (sağlam duyu organları) ve akıl. Şimdi bunların her birinin ifade ettikleri ilmi, bu bilginin derecesini ve her birinin sınırını ayrı ayrı görmeye çalışalım:

a) Haber-i Sâdık (Doğru Haber) Doğru haberden öncelikli olarak kastedilen Allah’ın, mucize ile müeyyed olan peygamberi vasıtasıyla verdiği haberlerdir. Bu haberlerin hepsi “vahiy” ismi altında toplanır. Bunlara Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’in haberleri de diyebiliriz. Aynı şekilde çok sayıda güvenilir kişinin, yani yalan söylemek üzere bir araya gelmeleri mümkün olmayan bir topluluğun vermiş olduğu haber de bu kısma girer. Böyle bir habere “mütevatir” haber denilir. Tarih ve coğrafyaya ait bilgilerin çoğu bu türden bilgilerdir. Biz burada Kur’an’ın ve sahih sünnetin yani vahyin bizim için kesin ve doğru bilgi ifade ettikleri hususu üzerinde biraz durmak istiyoruz. Allahu Teâlâ’nın, insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilâhi bir yolla mesajlarını, SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

5


MAHMUT VARHAN I “Rabb’ine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin

Allahu Teâlâ’nın, insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilâhi bir yolla mesajlarını, emir ve yasaklarını bildirmesi anlamına gelen vahiy; vârid olduğu her konuda kesin ve doğru bilgi/ ilim ifade eder. Çünkü bu haberi veren Zât, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan, her şeyi en ince teferruatıyla bilen Allahu Teâlâ’dır. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:”Yaratan (Allah) hiç bilmez mi? Hâlbuki O, her şeyi bütün incelikleriyle bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Mülk; 14)

6

hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ; 65) “... Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası pek şiddetli olandır.» (Haşr; 7) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Cabir b. Abdullah’ın rivayet ettiği bir hadis’i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki ben sizin aranızda, kendisine tutunduğunuz müddetçe sapmayacağınız bir şey bırakacağım: Allah’ın Kitabı.”(3)

b) Selim Hisler

emir ve yasaklarını bildirmesi anlamına gelen vahiy; vârid olduğu her konuda kesin ve doğru bilgi/ilim ifade eder. Çünkü bu haberi veren Zât, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan, her şeyi en ince teferruatıyla bilen Allahu Teâlâ’dır. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Yaratan (Allah) hiç bilmez mi? Hâlbuki O, her şeyi bütün incelikleriyle bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Mülk; 14)

Selim hisler: Sakat olmayan ve sağlam olan duyu

Başka bir ayet’i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her dane, kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitapta (Kitab-ı Mübin’de) kayıtlıdır.” (En’am; 59)

lerin tümü de bu duyu organlarının algılama sa-

Yine şöyle buyurmaktadır:”Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilendir.” (Enfâl; 75)

ilgili üzerinde durulan birkaç hususu görelim:

Kurân-ı Kerim’in ve Sünnet’i Seniyye’nin bizler için kesin doğru ve bizleri bağlayıcı olduğu hususunda da yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

redebilmesi için verilmiştir. Bu da duyu organla-

“Allah ve Rasûlü, herhangi bir hususta hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkeğin ve mü’min bir kadının, işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse, şüphesiz ki o açıkça sapmıştır.” (Ahzâb; 36)

uzak tutmakla gerçekleşir. Bu konuyla ilgili

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

organlarıdır. Bu organlar beş tanedir: Görme duyusu olan göz, işitme duyusu olan kulak, koklama duyusu olan burun, tat alma duyusu olan dil ve hissetme duyusu olan deri. Bu duyular aracılığıyla elde edilen bilgiler sınırlıdır. Çünkü bu duyuların her birinin belli bir kapasitesi bulunup, bu kapasitenin üstündeki ve altındaki şeyleri idrak edemezler. Aynı şekilde gayb âlemine ait bilgihasının dışındadır. Bu duyu organlarından bilgi edinme ve algılama sahası en geniş olanlar görme duyusu olan göz ile işitme duyusu olan kulaktır. Bundan dolayı da Kur’an-ı Kerim’de en çok bunlardan bahsedilmektedir. Şimdi Kur’an-ı Kerim’de duyu organlarıyla 1- Duyu organları insana, Allah’a hakkıyla şükrını, yaratılış maksatlarına uygun bir şekilde kullanmak ve Allah’ın yasaklamış olduğu şeylerden olarak yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizleri annelerinizin karnından çıkardı. Sizler bir şey bilmiyordunuz. Şükretmeniz için sizlere kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl; 78)


I MAHMUT VARHAN 2- Duyu organları, işlediklerinden sorumludur. Hem yaptıkları kötülüklerden ve hem de yapmaları gerektiği halde kusurlu davranıp yapmaktan geri kaldıkları iyiliklerden hesaba çekilecek ve sorgulanacaklardır. Bundan dolayı insanın son derece dikkatli davranıp, bu duyu organlarını Allah’ın rızası istikametinde kullanması gerekir. Aksi takdirde neticesine katlanmak zorunda kalan yine kendisi olacaktır. Bu konuyla alakalı olarak Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(Ey insanoğlu!) Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü (kıyamet gününde) kulak, göz ve kalp, işte bunlar yaptıklarından mes’uldürler.” (İsra; 36) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bu duyu organlarının işleyip, sorumlu olacakları fiillere bir örnekle açıklık getirmektedir. Ebû Hureyre radıyallahu anhu’nun rivayet ettiği hadis’i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Allah, Âdemoğlu için zinadan payını takdir etmiştir. Şüphesiz ki Âdemoğlu bunu yapacaktır. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak ve ayağın zinası da yürümektir. Kalp de arzulayıp temenni eder. Tenasül organı ise, bütün bunları ya tasdik eder veya yalanlar.”(4) 3- Duyu organlarını Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın rızası istikametinde değil de sadece bedeni yönlerine hitab eden geçici dünya zevklerini elde etmek için kullananlar, hayvanlardan daha aşağıdırlar. Böyle kimseler hakkı görmez, hakkı dinlemez, haktan bahsetmez ve hakkı anlamazlar. Bundan dolayı da kulakları ve kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş ve basiretleri körelmiştir. Bütün bunları ifade eden ayet’i kerimeler sırasıyla şunlardır:

Akıl, insanda bulunan manevi bir algılama kuvvetidir. Bu algılama kuvveti sayesinde insan, düşünür, karar verir, bir bilgi üzere davranışlarını belirler ve çevresine karşı dengeli hareket eder. Yine bu akıl sayesinde insan, dini emirleri yerine getirmek ve Allah’ın yasaklamış olduğu şeylerden kaçınmakla sorumlu/mükellef olur. Akıl, Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın insana bahşetmiş olduğu en büyük nimetlerden biridir. İnsanın yeryüzündeki halifelik görevini hakkıyla ifa edebilmesi ancak akılla mümkün olur. Bundan dolayıdır ki İslam, aklı giderici olan içkileri ve her türlü uyuşturucu maddelerini yasaklamış, bunları içen ve kullananlara cezai müeyyide uygulamış ve böylece aklı muhafaza altına almıştır. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de perde bulunmaktadır. Ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara; 7) “Biz (halkı) zalim olan nice ülkeleri helak ettik. Şimdi o ülkeler, duvarları damları üstüne yıkılıp ıpıssız kaldılar. Biz nice kuyuları muattal (iş görmez), nice muhteşem sarayları bomboş bıraktık. Onlar hiç yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Bari bu yolla düşünecek kalplere ve işitecek kulaklara sahip olsalar. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, ama göğüslerdeki kalpler körelir.” (Hacc; 45-46)

“Yemin olsun ki Biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır ama onunla (gerçeği) anlamazlar.

c) Akıl:

Gözleri vardır ama onlarla (hakkı) görmezler,

Bilgi kaynaklarından biri de akıldır. Akıl, insanda

kulakları vardır ama onlarla (hakkı) işitmezler.

bulunan manevi bir algılama kuvvetidir. Bu al-

İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sa-

gılama kuvveti sayesinde insan, düşünür, karar

pıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridirler.»

verir, bir bilgi üzere davranışlarını belirler ve

(A’raf; 179)

çevresine karşı dengeli hareket eder. Yine bu akıl SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

7


MAHMUT VARHAN I

Âriflerden bir zatın bu mevzuda söylediği şu söz ne derindir: “Zannederim ki insan aklı ne kadar çalışsa da bu âlemin gerçek yüzünü bilemez. Çünkü bu âlemin gerçek yüzü mesleğin sırrıdır. Mesleğin sırrını ancak meslek sahipleri bilir. (O halde bu âlemin sırrını da ancak Allah bilir. Çünkü bu âlem O’nun eseridir.) Allah, önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. Onlar ise Allah’ı hakkıyla bilemezler.” sayesinde insan, dini emirleri yerine getirmek ve Allah’ın yasaklamış olduğu şeylerden kaçınmakla sorumlu/mükellef olur. Akıl, Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın insana bahşetmiş olduğu en büyük nimetlerden biridir. İnsanın yeryüzündeki halifelik görevini hakkıyla ifa edebilmesi ancak akılla mümkün olur. Bundan dolayıdır ki İslam, aklı giderici olan içkileri ve her türlü uyuşturucu mad-

İkincisi: Allahu Teâlâ’nın kelam sıfatından gelen şer’i ayetlerini, peygamberleri vasıtasıyla göndermiş olduğu emir ve yasaklarını okumak, öğrenmek ve hayat nizamını onlara göre şekillendirmek. İşte Allahu Teâlâ’nın bütün bu kevni ve şer’i ayetlerini anlamak ancak akıl ile mümkündür. Ve bütün bu ayetleri anlayanlar özlü akıl sahibi olanlardır. Allah Tebâreke ve Teâlâ bu özlü akıl sahiplerini Kur’an-ı Kerim’inde övmekte ve şöyle buyurmaktadır: “İlimde ileri gitmiş olanlar: “Biz bunlara iman ettik. Hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Ancak özlü akıl sahipleri düşünür.” (Âl-i İmrân; 7) “Bu Kur’an, sakındırılsınlar, Allah’ın ancak bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir.” (İbrahim; 50) “Tağuta kulluk etmekten uzaklaşıp Allah’a yönelenlere, onlara müjde vardır. (Ey Muhammed) Sözü dinleyip de onun en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte, Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler onlardır. Akıl sahipleri de işte onlardır.” (Zümer; 17-18)

delerini yasaklamış, bunları içen ve kullananlara cezai müeyyide uygulamış ve böylece aklı muhafaza altına almıştır. Biz burada konuyu daha iyi açıklığa kavuşturabilmek için aklın önemi, sınırı ve sorumluluğu üzerinde biraz duracağız.

Aklın Önemi: Yeryüzünde Allah’ın halifesi olan insan, Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu emaneti/görevi yerine getirebilmek, yeryüzünü hakkıyla imar edebilmek ve Rabbinin kendisine bahşetmiş olduğu şeref ve değere layık bir saadet içerisinde yaşayabilmek için iki şeye muhtaçtır: Birincisi; Allahu Teâlâ’nın irade sıfatına bağlı olan kevni ayetlerini, kâinata yerleştirmiş olduğu kanunlarını, yeryüzünde ve çevresinde bulunan enerji ve kuvvetleri okumak, öğrenmek ve onlardan istifade etmek.

8

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

Aklın Sınırı İslam nazarında bu kadar değerli ve insan hayatı için bu kadar gerekli olmasına rağmen, aklın bilgi elde etme sahası sınırlıdır. Zira insan, ancak Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın izin verdiği ölçüde bilgi sahibi olabilir. Yüce Mevlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: “O’nun ilminden, kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi kavrayamazlar.” (Bakara; 255) Başka bir ayet’i kerimede Rabbimiz Celle Celâluhû, insana verilen bilginin çok sınırlı olduğunu şu şekilde beyan etmektedir: “Bir de sana ruhu soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir. Size bilgiden ancak pek az bir şey verilmiştir.” (İsra; 85) Bu ayet’i kerimeden de açıkça anlaşıldığı gibi insan aklı, ruhun mahiyetini ve nasıl bir şey olduğunu idrakten acizdir. Akıl, beden ile ruhun bir araya gelmesi neticesinde canlı bir organizmanın oluştuğunu idrak eder, fakat bunun nasıl


I MAHMUT VARHAN olduğunu bilemez. Aynı şekilde akıl, neticesine ve eserine bakarak eşyaya bazı isimler koyar ve bir takım kanunları belirler, ancak bunların gerçek sırrına vâkıf olamaz. Yine akıl, bazı şeylerin bir takım özelliklerini bilir ve buna göre onlara çeşitli isimler koyar, fakat gerçek mahiyetlerini kavrayamaz. Fransız bilgini Charles Rrcher şöyle diyor: “İnsanın maddi ilimlere ihtiram etmesi gerekir. Bununla beraber bu ilimler ne kadar doğru söylerse söylesin çok basit ve sathidirler.” Âriflerden bir zatın bu mevzuda söylediği şu söz ne derindir: “Zannederim ki insan aklı ne kadar çalışsa da bu âlemin gerçek yüzünü bilemez. Çünkü bu âlemin gerçek yüzü mesleğin sırrıdır. Mesleğin sırrını ancak meslek sahipleri bilir. (O halde bu âlemin sırrını da ancak Allah bilir. Çünkü bu âlem O’nun eseridir.) Allah, önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. Onlar ise Allah’ı hakkıyla bilemezler.”(5) Kısaca; insan aklı yaratılıştan araştırmayı, incelemeyi, hakikate ulaşmayı ister. Gerçekleri araştırma peşinde koşar. Hâlbuki hakikate ulaşamaz. Akıl bir şeyin mahiyetini öğrenmeye yaklaştıkça, o şeyin mahiyeti akıldan kaçar ve daha karmaşık bir hal alarak akıldan gizlenir. Akıl ancak, eşyanın bazı özellik ve sıfatlarını anlayabilir. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatından (yalnız) görünen kısmı bilirler. Fakat ahiretten yana gafil olanların ta kendileridir onlar...” (Rûm; 7) Dünya hayatının sadece zahirini ve dış yüzeyini bilen, fakat hakikatini ve gerçek mahiyetini bilmekten aciz olan insan aklı, gayb âlemini bilmekten tamamen yoksun ve mahrumdur. Evet akıl, cinleri ve melekleri, kabir hayatını ve kıyamet gününü, cenneti ve cehennemi ve bunlar gibi gayb âlemine giren pek çok şeyin hakikatini bilemez. Bu konularda aklın sorumluluğu, peygamberlerin verdiği sâdık/doğru haberlere iman etmektir. Aklı bu şekilde değerlendirmek ve aklın İslam tarafından belirlenmiş olan sorumluluk ve fonksiyonlarına göre hareket etmek insanı hem dünya ve hem de ahirette saadete garkederken; aklı sınırlarının dışına taşırmak, tek ölçü ve tek hakim

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin. Kendileri dinlemedikleri halde “dinledik” diyenler gibi olmayın. Çünkü Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıl etmeyen, sağır ve dilsizlerdir.” (Enfâl; 20-22) olarak aklı kabul etmek de hem dünya ve hem de ahirette insanın bedbaht ve şakavet ehli olmasına sebep olur. Allahu Teâlâ, bu tip kimseleri “hevâlarını ilâh edinenler ve arzularına tâbi olanlar” şeklinde nitelemektedir. Bunlar hevâ ve arzularına akıl külahı giydiren, akıllarını ise yaratılış maksadına uygun kullanmayan, böylece canlılar içerisinde en aşağılık olan körler, sağırlar ve kalbi mühürlenenlerdir. Rabbimiz Celle Celâluhû böyle kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kendi hevâsını ilâh edinmiş, bilgisine rağmen Allah’ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve kalbine mühür vurduğu, gözü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin? Artık buna, Allah’tan başka kim hidayet verebilir? Hiç öğüt almaz mısınız?” (Câsiye; 23) “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin. Kendileri dinlemedikleri halde “dinledik” diyenler gibi olmayın. Çünkü Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıl etmeyen, sağır ve dilsizlerdir.» (Enfâl; 20-22) “O inkâr edenlerin durumu (ile onları davet eden peygamberin durumu) bağırıp çağırıştan başka bir şey duymayan (hayvan)lara haykıran kimsenin haline benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onun için akıl erdirmezler.” (Bakara; 171) Burada inkâr edenler, kendilerine seslenilen ve hiçbir şey duymayan hayvanlara; peygamberler de bu hayvanlara seslenen çobana benzetilmektedir. SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

9


MAHMUT VARHAN I

Âriflerden bir zatın bu mevzuda söylediği şu söz ne derindir: “Zannederim ki insan aklı ne kadar çalışsa da bu âlemin gerçek yüzünü bilemez. Çünkü bu âlemin gerçek yüzü mesleğin sırrıdır. Mesleğin sırrını ancak meslek sahipleri bilir. (O halde bu âlemin sırrını da ancak Allah bilir. Çünkü bu âlem O’nun eseridir.) Allah, önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. Onlar ise Allah’ı hakkıyla bilemezler.” Aklın Sorumluluk ve Fonksiyonu Allahu Teâlâ, insanı yeryüzüne indirirken ona bir sorumluluk ve görev yüklemiştir. Eşyanın özelliklerini bilme kabiliyetinde insanı yaratan ve ona her şeyin ismini öğreten Allahu Teâlâ, yeryüzünü imar etmesi ve orada kendisine kulluk etmesi için Âdemoğlunu indirmiştir. Âlemlerin Rabbi olan Allah şöyle buyuruyor: “Hepiniz oradan inin” dedik. Şayet Ben’den size bir hidayet gelir de kim Benim hidayetime uyarsa, onlar için korku yoktur ve onlar asla üzülmezler de. Kâfir olup ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktirler. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar.” (Bakara; 38-39) Allahu Teâlâ, bu görevi hakkıyla yerine getirebilmesi için kendisine halife yaptığı insanoğluna aklı ve bilgiyi bahşetmiş, eşyanın isimlerini ve özelliklerini bilme kabiliyetinde onu yaratmıştır. Rabbimiz Celle Celâluhû şöyle buyurmaktadır: “Âdem’e bütün isimleri öğretti...” (Bakara; 31) Böylece ortaya çıkmaktadır ki, aklın temel iki sorumluluk ve fonksiyonu bulunmaktadır: Birincisi: Yeryüzünde ve uzayda araştırmalar yapıp, hilafet ve yeryüzünü imar etme görevini yerine getirmekte kendisine yardımcı olacak kanunları, enerji ve kuvvetleri öğrenmek ve bunlardan istifade etmektir. Aynı zamanda bu yolla Allahu Teâlâ’nın ilmini, kudretini, azamet ve yüceliğini öğrenip, O’na hakkıyla boyun eğmektir. Bu konuda yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “De

10

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir bakın.” O ayetler ve korkutmalar, iman etmeyecek bir topluluğa fayda etmez.” (Yûnus; 101) Bir başka ayet’i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah’ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutlarda elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.” (Bakara; 164) İkincisi: Akıl, nakil ile mukayyettir. Bu, aklın en önde gelen sorumluluğudur. Nakli yani Kur’an ve sahih sünneti anlamak, bunlar üzerinde derin bir şekilde düşünmek ve bunlardan dünya hayatını tanzim edecek ve ahirette insanı saadete eriştirecek hükümleri istinbât etmek/çıkarmak maksadıyla insana akıl bahşedilmiştir. Akıl, kendisini nakil ile sınırlamalı ve yaratılış gayesine uygun olarak nakile teslim olmalıdır. Nakil ile zıtlaşmamalı, onu anlamaya çalışmalıdır. Şayet sahih bir yolla nakledilen bir şeyi anlamakta zorlanırsa, onu hemen reddetmemeli ve daha başka anlayabilecek kimselere bırakmalıdır. Zira birinin anlamadığı bir şeyi, muhakkak anlayacak başka biri vardır. Bilinmelidir ki; nakil ile çelişen, sahih ve sarih (açık) bir nakli reddeden akıl, aslında akıl külahını başına geçirmiş hevâ ve arzulardır. Yoksa Allahu Teâlâ’nın, anlaşılması ve yaşanması için gönderdiği sahih ve sarih (açık) bir nakil ile, Allahu Teâlâ tarafından o nakli anlamak için insana bahşedilmiş selim bir aklın zıtlaşması ve çelişmesi mümkün değildir. Aklın bu fonksiyon ve görevi ile alakalı olarak Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler mi? Yoksa kalpler(i) üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed; 24) “Onlar hala Ku’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelseydi, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulurlardı.” (Nisâ; 82)


I MAHMUT VARHAN “Şayet Biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirmiş olsaydık; sen, onun Allah’ın haşyetinden baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. İşte Biz, bu misalleri insanlara anlatırız, belki düşünürler.” (Haşr; 21) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiği bir hadis’i şerifte bunu şöyle beyan ediyor: “Sizden biri, hevâsı benim getirdiklerime tâbi olmadıkça iman etmiş olmaz.”(6)

3- İLHAM VE RÜYA BİLGİ KAYNAĞI MIDIR? İlham: Layık olan bir kimsenin kalbine, Allahu Teâlâ tarafından bir ikram olarak feyiz yoluyla bir mananın konulmasıdır. İlhamın varolduğu muhakkaktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadis’i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Sizden önceki ümmetler arasında kendilerine ilham edilen bazı insanlar vardı. Şayet benim ümmetimde de bunlardan biri varsa, şüphesiz ki o Ömer’dir.”(7) Burada Hz. Ömer, sadece bir örnek olarak verilmiştir. İnsanın kalbi Rahmanî ilhamlara mazhar olabileceği gibi, şeytani vesveselere de maruz kalabilir. Abdullah b. Mes’ud’un rivayet ettiği bir hadis’i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu şöyle beyan eder: “Şüphesiz ki şeytanın da Âdemoğluna (onun) kalbine bir dokunması ve isabet etmesi (vesvese vermesi) var; meleğin de (onun kalbine) dokunması ve isabet etmesi (ilham etmesi) vardır.”(8) Rüya da hem Rahmanî olabilir, hem de şeytani olabilir. Rahmanî rüya mü’min için bir müjde iken, şeytani rüya ona sıkıntı vermek içindir. Bu hususta Ebû Said el-Hudri’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden biri sevdiği ve hoşuna giden bir rüya gördüğü zaman, şüphesiz ki bu Allah’tandır. Bundan dolayı Allah’a hamdetsin ve bunu anlatsın. Şayet bundan başka hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, şüphesiz ki o da şeytandandır. Onun şerrinden (Allah’a) sığınsın ve onu kimseye anlatmasın. Böylece onun ona zararı olmaz.”(9) Ebû Hureyre dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Müjdeciler/mübeşşirat dışında peygamberlikten bir şey kal-

madı.” “Müjdeciler de nedir?” dediler; şöyle buyurdu: “Salih rüya(lar)dır.”(10) Enes b. Malik dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her kim beni rüyada görürse, o gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez. Mü’minin rüyası (salih ve sadık olan rüyaları), peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür.”(11) Hiç şüphe yok ki Rahmanî olan ilham ve rüya, mü’min için Allah’tan bir ikram ve sevindirici bir müjdedir. Diğeri ise kendisinden Allah’a sığınılması gereken bir sıkıntı ve ızdıraptır. İşte bunları birbirinden ayıran açık, anlaşılır ve kesin ölçüler olmadığı, bunlar kaide ve kurallara bağlanamadığı ve samimiyetsiz bir takım kimseler tarafından istismar edilmeye müsait oldukları için şer’i delil ve bilgi kaynağı olmadıkları ittifakla kabul edilmiştir. Dolayısıyla böyle bir ilhama mazhar olan veya bu şekilde bir rüya gören kimse, bunu şer’i delillere, Kur’an ve sünnete arzetmelidir. Şayet onlara uyarsa, kabul edip gereğince amel etmelidir; yok eğer onlara uymazsa, bunu şeytandan bilip şerrinden Allah’a sığınmalıdır. İlham ve rüyanın helali haram, haramı da helal kılamayacağı hususunda İslam âlimlerinin icması vardır. Bunun sebebi ise bunların zann ifade etmeleri ve zannın haktan bir şeyi ifade etmemesidir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme.” (İsra; 36) Onların çoğu zandan başkasına uymazlar. Zan ise hiç şüphesiz hak olan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilendir.” (Yûnus; 36)

-----------------------------------1. Buhari, Müslim 2. Müslim 3. Müslim: 1218 4. Buhari: İsti’zan, 12. bâb; Müslim: 2657. hadis 5. Bu iki söz için bkz: Risaleler, Hasan el-Benna, 2/88-89 6. İmam Nevevi, “Erbain” isimli kitabının 41. hadisinde bu hadisin sahih olduğunu belirtmektedir. 7. Buhari: 3689 8. Tirmizi: 2988. Hasen-Ğarib bir hadistir. 9. Buhari: 6985 10. Buhari: 6990 11. Buhari: 6994

SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

11


Kapak Dosya

İLİM H ÖĞRENMENİN FAZİLETİ

amd, “Allah kendisinden başka ilah olmadığına adaletle şehadet etti. Melekler

ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına şehadet ettiler.”(1) buyruğuyla önce zât-ı ulûhiyetinden başlayarak birliğine şehadet eden, ikinci olarak melekleri ve ardından da âlimleri bu gerçeğe şahid gösteren Allah’a, Salâtu Selâm ise Âlemlerin ve Alimlerin efendisi ve ilmin menbaı olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine olsun. Allah’ın lütuf ve ihsanı, mağfiret ve rızasıda bu yüce ayeti kerimenin hakkını yerine getiren hakiki Allah erleri olan ilim ehlinin ve ilme tabi olan tüm Müslümanların üzerine olsun. Yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerime âlimlerin faziletini anlatmak hususunda yeterli ise de, biz diğer ayetleri de maddeler halinde kısaca delil olarak getirmeye devam edeceğiz.

12

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I HAKAN SARIKÜÇÜK İLMİN FAZİLETİNE DAİR AYETLER • “Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre sorunuz!”

(2)

Bu ayeti kerime Müslümanların bilgisizce hareket etmemelerini, her işin bir ilim üzere yapılması gerektiğini bildirir. • “Allah da sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.”(3) İlim ehli olmanın Allah katında derecelerin yükselmesine vesile olduğuna ve Allahu Teâlâ’nın böyle kullarına değer verip onların mertebelerini yükselttiğine dair bir delil vardır. • “Âlimlerle cahiller hiç bir olur mu? Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünürler.”(4) Ne dünyada ne de ahirette asla ilim ehli ile ilim ehli olmayan kişilerin bir olamayacağına ve Âlimlerin farkına ve üstünlüğüne dair bir işaret vardır. • “Her kabileden bir cemâatın dini iyice öğrenmeleri gerekmez miydi?” (5) Her topluluk içinde dini iyi derecede öğrenmiş insanların bulunması gerektiğine ve bunun için her bir topluluğun bu din uğruna fedakârlıkta bulunacak ve Allah’ın dinini öğrenecek fertler yetiştirmesi gerektiğine dair bir delil vardır. • “Allah’tan tam mânâsıyla ancak âlimler korkar.”(6) İlim öğrenmenin Allahu Teâlâ’yı gereği gibi tanımaya vesile olacağına, ancak helal ve haram sınırlarını bilen âlimlerin Allahu Teâlâ’dan gereği gibi korkacağına dair bir delil vardır. • “De ki: ‘Benimle sizin aranızda Allah’ın ve Kitab’ın ilmine sahip olanların şahidlik etmesi yeter.”(7) İlim ehli olanların şahitliğinin Allahu Teâlâ’nın şahitliği ile birlikte zikredilmesi bu hususun ehemmiyetine, aynı zamanda ehli kitab hakkında ilim ehlinin şahitlik edeceğine ve şahitlik misyonununilim ehlince yerine getirileceğine dair bir delil vardır.

• “İlim ve irfana mazhar olanlar ise şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun sizlere! İman edip, salih ameller işleyen kimseler için Allah’ın sevap ve mükâfatı daha hayırlıdır.”(9) Allah Teâlâ bu ayette âhiretin kıymetinin ancak ilimle bilineceğini anlatmaktadır. • “Biz bu misalleri insanlara beyan ve irat ediyoruz. Bunları hakkıyla ancak ilim ve iz’an sahipleri idrak ederler.”(10) Kur’an’ı Kerimdeki darbı meselleri ancak ilim ehlinin anlayabileceğine dair bir delil vardır. Bu ayeti bilen bazı selef âlimleri Kur’an’ın bu darb-ı mesellerinden birini okuyup anlamadıkları zaman ağlarlar ve ‘Eyvah demek ki ben âlimlerden değilim’ diye üzülürlerdi.(11) • “Eğer aldıkları malûmatı peygambere, emir sahiplerine (âlimlere) bildirseydiler, onlar vakıaları tetkik ve tahkik ederek, bunların açıklamaya veya gizlemeye layık olup olmadıklarını bilirlerdi.”(12) Allah Teâlâ bu ayette olayların yorumunu âlimlerin istihraç ve istinbatına bırakmakta ve böylece onların mertebelerinin ne denli büyük olduğunu ve bu mertebenin peygamberler mertebesine nasıl ilhak olunduğunu bildirmektedir. • “Hayır! O (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde bulunan apaçık ayetlerdir.”(13) • “Rahman olan Allah, Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı öğretti.”(14) İLMİN FAZİLETİNE DAİR HADÎSLER Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İlim tahsil etmek maksadıyla yollara düşen kimseye Allahu Teâlâ cennete giden yolu gösterir.”(15) “Melekler ilim yolcusunun hâlinden râzı oldukları için kanatlarını onun ayakları altına sererler.”(16)

• “Kitab’tan bir ilme mazhar olan zat ‘Sen gözünü kapayıp açıncaya kadar ben sana onu (Belkıs’ın tahtını) getiririm’ dedi.”(8)

“Allah bir kulu için hayrı murad ettiğinde, onu dinde Allah’tan korkan bir âlim yapar. Ona kendisini doğru yola götürecek akıl ve idrak verir.”(17)

Kitab’tan bir ilme mazhar olan zat, ilmin nelere kâdir olduğunu göstermek için Hz. Süleyman’a böyle hitap etmiştir.

“Âlimler peygamberlerin varisleridir.”(18) Peygamberlik derecesinden daha üstün bir mertebenin bulunmadığı herkesin malûmudur. Demek SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

13


HAKAN SARIKÜÇÜK I

Hz. Ali radıyallahuanh bir manzumesinde şöyle demektedir: “İnsanlar bedenleri itibarıyla birbirlerine eşittir. Babaları Âdem, anaları ise Havva’dır. Eğer soylarında soplarında bir iftihar vesilesi arıyorlarsa, bilsinler ki asılları çamur ve sudan ibarettir. İlim erbabı, hidayet arayanlara hidayet vesilesi olur. Her insanın kıymeti bilgisiyle ölçülür. Cahiller ise, ilim erbabının en amansız düşmanlarıdır. İlmi elde etmeye çalış ve ilmin nerelerde kullanılacağını mutlaka bil! Bütün insanlar ölürler, ancak ilim ehli olanlar yaşarlar.”

ki bu mertebeye vâris olmak, şereflerin en büyüğüdür. “Yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkat, âlim bir kimsenin affedilmesi için Allah’a yalvarırlar.”

(19)

Yerlerde ve göklerdeki tüm mahlûkatın kendisi için Allah’tan af dilediği bir kimsenin mertebesini bir düşünün! Bundan daha büyük bir mertebeye ulaşması mümkün mü insanoğlunun? Alim kendi işleriyle meşgul olduğu halde, yerlerin ve göklerin sâkinleri de onun affı için istiğfar etmekle meşgul olmaktadırlar. Bir insan için bundan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi? “İnsanlar, altın ve gümüş gibi farklı değerler taşıyan madenlere benzerler. Dinde derin ilim (fıkıh) sahibi olmak şartıyla; cahiliye döneminde hayırlı olanları, İslâm’a girdikten sonra da (insanların) hayırlılarıdır.”(20)

14

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim, ashabımın en düşük derecelisine olan üstünlüğüm gibidir.”(21) Bakınız ki Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemilim mertebesini, nasıl da nübüvvet mertebesine eşit tutmakta ve ilimsiz amelin derecesi ne kadar düşük olmaktadır. Şayet âbid, eda ettiği ibadetin ilminden mahrumsa, onun ibadetinin hiçbir anlamı olmadığı gibi, böyle bir amelin kişiye hiçbir yararı da dokunmaz. “Âlim’in âbide üstünlüğü, ondördünde bulunan ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”(22) İLMİN FAZİLETİNE DAİR ASHAB’IN VE ÂLİMLERİN SÖZLERİ Hz. Ömer radıyallahuanh şöyle demiştir: “Ey insanlar! İlmi talep edip, öğrenin. Çünkü Allah’ın çok sevdiği bir elbise vardır ve o elbiseyi ilmi arayan ve aradığını bulan kimselere giydirir. Allah’ın giydirmiş olduğu o elbiseyi giyen kimse, o elbise sırtında iken ne günah işlerse işlesin Allahu Teâlâ, sevdiği elbiseyi sırtından almamak için o kimseye üç kere tevbe etmesi için teklifte bulunur. Günah yolunda ölüme kadar devam etse bile, o elbise sırtındayken hiçbir zaman günahlardan dönme yolu kapanmış değildir o kimse için...” Hz. Ali radıyallahuanh, talebesi Kumeyl’e şöyle demiştir: “Ey Kumeyl! İlim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur. İnfak malı azaltır, ilim ise artırır.” Yine Hz. Ali radıyallahuanh şöyle buyurmuştur: “Âlim bir kimse, gündüzleri sürekli oruç tutan, geceleri ise ibadet edip, tüm zamanını cihada sarf eden bir kimseden daha üstündür. Âlim bir kimsenin ölümüyle açılmış gediği, yine aynı büyüklükte bir başka âlim doldurabilir.” Hz. Ali radıyallahuanh bir manzumesinde şöyle demektedir: “İnsanlar bedenleri itibarıyla birbirlerine eşittir. Babaları Âdem, anaları ise Havva’dır. Eğer soylarında soplarında bir iftihar vesilesi arıyorlarsa, bilsinler ki asılları çamur ve sudan ibarettir. İlim erbabı, hidayet arayanlara hidayet vesilesi olur. Her insanın kıymeti bilgisiyle ölçülür. Cahiller ise, ilim erbabının en amansız düşmanlarıdır. İlmi elde etmeye çalış ve ilmin nere-


I HAKAN SARIKÜÇÜK lerde kullanılacağını mutlaka bil! Bütün insanlar ölürler, ancak ilim ehli olanlar yaşarlar.” Ebu Derdâ radıyallahuanh der ki: “İlimden küçük bir mesele öğrenmem, benim için bütün bir geceyi ibadetle ihya etmekten daha mühimdir.” Yine Ebu Derdâ radıyallahuanh şöyle buyurur: “Hoca ile talebesi hayırda ortaktırlar. Onların dışındakilerin sivrisinek kanadı kadar hayırları yoktur. Yâ âlim, ya talebe, ya da dinleyici ol. Bunların dışında dördüncü bir sınıfa dahilolma; yoksa helâk olup gidersin.” İbn Mes’ud radıyallahuanh şöyle demiştir: “İlim büsbütün çekilmeden ilme sarılın! İlim ancak ilmi yayanların eksilmesiyle ortadan kalkar. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda şehid olarak öldürülen kimseler; âlimlerin âhiretteki mertebelerini gördükleri zaman, hemen Allah’tan kendilerini tekrar diriltip âlim yapmasını isterler. Hiç kimse anasından âlim olarak doğmaz. İlim ancak çalışıp öğrenmekle elde edilen bir nimettir.” İbn Abbas radıyallahuanh şöyle demiştir: “İlim talep ederken büyük zorluklara göğüs gerdim, fakat ilmi elde ettikten sonra aziz oldum.” Gerçekten de İbn Ebî Müleyke şöyle der: “İbn Abbas’ı gördüğümde, ondan daha güzel yüzlü ve muntazam endamlı bir kimseyi gördüğümü ve görebileceğimi tasavvur edemedim. Babası Hz. Abbas radıyallahuanh gibi güzel bir insandı. Konuştuğu zaman herkesten daha açık ve daha beliğ konuşur, fetva verdiği zaman insanların en âlimi olduğunu gösterirdi.” İbn Mübârek şöyle der: “İlme talip olmadan bir kimsenin kendisinde az da olsa şeref aramasına ve kendisini şereflilerden saymasına şaşarım!” İbn Abbas radıyallahuanh şöyle demiştir: “Bence gecenin bir ânında ilim üzerine sohbet etmek, o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmekten daha faziletlidir.” Hasan Basrî:“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da hasene ver, ahirette de hasene ver! Bizi cehennem azabından koru!” ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: “Bu ayette geçen dünyadaki hasene, ilim ve ibadeti içine alır. Ahiretteki hasene ise cennet demektir.”

Ebu Esveded-Düelî(23) şöyle demiştir: “Dünyada ilimden daha üstün ve daha aziz hiçbir şey yoktur. Çünkü sultanlar halka hükmederlerken, âlimler de sultanlara hükmederler.” İbn Abbas radıyallahuanh şöyle demiştir: “Hz. Süleyman’a ilim, mal ve saltanat arasında istediğini seçme hakkı verildiğinde, o bu üç nimet arasından ilmi seçti. Onun için Allahu Teâlâ kendisine malı da, saltanatı da verdi.” Atâ şöyle demiştir: “Bir kere ilim meclisinde hazır bulunmak, yetmiş lehviyat (oyun, eğlence ve boş şeyler) meclisinde bulunmanın kefareti olur.” İmam Şâfiî de şöyle demiştir: “İlim tahsil etmek, bütün nafile ibadetlerden daha faziletlidir.” Fakih Ebu Muhammed Abdullah b. Abdilhakem şöyle anlatır: “Bir gün İmam Mâlik’in önünde ders okurken öğle ezanı okundu. Nafilelerimi kılmak üzere ders kitabımı kapattım. Hocam (İmam Mâlik) yüzüme bakarak şöyle haykırdı: ‹Ey genç! Burada okuduğun ders, kalkıp kılacağın nafile namazlardan fersah fersah daha hayırlıdır.” İbn Mübârek’e kâmil insanların kim oldukları sorulduğu zaman, âlimler diye cevap vermiş, gerçek sultanların kimler oldukları sorulduğunda, zâhidler demiş ve en aşağılık insanların kimler oldukları sorulduğunda ise dünyaları için dinlerini satan kimseler cevabını vermiştir. Ebu Muhammed Feth b. Said el-Mevsılî(24) şöyle demiştir: “Hasta yemek, içmek ve tedavi edilmekten menedilirse ölmez mi? Elbette ölür. İşte kalp de aynen bir hasta gibi, üç gün üst üste ilim ve hikmetten mahrum olursa (mânen) ölür.” Feth el-Mevsılî (Allah rahmet eylesin) ne de doğru söylemiştir!:“Gerçekten de kalbin gıdası ilim ve hikmettir, tıpkı bedenin yaşamasının gıda almasına bağlı olduğu gibi, kalbin yaşaması da ilim ve hikmete bağlıdır. İlimden mahrum bir insanın kalbi hem hastadır, hem de mânen ölüdür. Üstelik dünya sevgisi ile mal düşkünlüğü ilimsiz kişiyi öyle bir hale getirir ki, bütün hislerini dumura uğratır! Korku, yaranın acısını geçici bir zaman için nasıl engellerse, o kişi de artık bu büyük felâketi idrâk etmekten yoksun kalmış demektir! Böyle insanlar işte bu hâle gelir. Fakat ölüm gelip çattığında ve onun dünya yükünü sırtından aldığında, kişi o zaman felakette SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

15


HAKAN SARIKÜÇÜK I raşmaya karar verdim. Aradan bir sene geçmeden içinde yaşadığım şehrin valisi beni ziyarete geldi ve fakat ben müsait olmadığım için içeri girmesine izin vermedim, o da çekip gitti.”

Atâ şöyle demiştir: “Bir kere ilim meclisinde hazır bulunmak, yetmiş lehviyat (oyun, eğlence ve boş şeyler) meclisinde bulunmanın kefareti olur.

Zübeyr b. Ebî Bekir şöyle demiştir: “Pederim bana Irak’tan mektup yazıyor ve mektuplarında şöyle diyordu: ‘Oğlum ilim öğren! Zira fakir düşersen ilim senin için en kıymetli maldır. Eğer zengin olursan ilim senin için güzellik ve cemâldir’.” Buraya kadar zikrettiğimiz ayetlerden, hadislerden, sahabe ve âlimlerin sözlerinden aktardığımız denizlerden sadece bir damla niteliğindeki hususlar, ilmin kısmen de olsa önemini gözler önüne sermektedir. Rabbimizden niyazımız biz-

olduğunu bütün dehşetiyle görür ve fevkalâde müteessir olur. Tıpkı sarhoşken veya korku içindeyken aldığı yaralardan sızı duymayan bir insanın, ayıldıktan veya korkudan kurtulduktan sonra yaralardan duyduğu sızı gibi, onun o anki pişmanlığı da kendisine fayda vermez. Perdeyi kaldıran günün dehşetinden Allah’a sığınırız! İnsanoğlu uykudadır, öldükten sonra uyanır, daha önce yaptıklarının karşılığını görür ve fakat iş işten geçmiştir artık!” Hikmet ehlinden bir zâta: “Bu dünyada neyi sermaye edinmek daha kârlıdır?’ diye sorulduğunda, ‘Gemi battığı zaman gemiyle birlikte batmayan ve seninle kalan şeyi sermaye edin!” buyurmuştur. O bu sözleriyle ilmi kastediyordu. Çünkü ilim insanın zihninde olduğu için oradan kaybolup gitmez, her daim insanla beraberdir. ‘Geminin batması’ insanın ölümüyle tevil edildiğine göre, kendisiyle kalacak sermayenin de, ilim olduğu anlaşılır. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: “Hikmeti kendisine gem edinen bir kimseyi, halk kendisine rehber edinir. Hikmete vukufiyetiyle tanınan kimseye ise bütün insanlar tâzim ve hürmet ederler.” İmam Şâfiî: “İlmin özelliğinden birisi de, az da olsa ondan payı olanlar sevinirler, olmayanlar ise mahzun kalırlar” demiştir. Sâlim b. EbiElca’d şöyle anlatır: “Efendim beni üç yüz dirheme satın aldı ve sonra da azad etti, âzad olduktan sonra ne iş yapacağım diye kendi kendime düşünmeye başladım. Neticede ilimle uğ-

16

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

leri, kendine gereği gibi kul olan, ilmiyle amil, kendisini davasına adayan, Rabbine sevinç içerisinde kavuşma özlemiyle yanıp tutuşan Rabbani alimlerden eylemesidir. Rabbim bizleri bu duaya içtenlikle amin diyenler cümlesine ilhak etsin. Selâm ve dua ile. -----------------------------------------1. Al-i İmran:18 2. Nahl: 43 3. Mücadele:11 4. Zümer:9 5. Tevbe:122 6. Fâtır:28 7. Ra’d:43 8. Neml:40 9. Kasas:80 10. Ankebût:43 11. Zebîdî 12. Nisâ:81 13. Ankebût:49 14. Rahman:1-4 15. Ebu Dâvud,-Tirmizî, İbnMâce ve İbnHibban, (Ebu Derdâ ve EbuHüreyre’den) 16. Ahmed b. Hanbel, İbnHibbanve Hâkim, (Saffan b. Assal’dan) 17. Buharî ye Müslim, (Muaviye’den); Tirmizî ve İmam Ahmed (İbnAbbas’dan); İbnMâce (Ebu Hüreyre’den) 18. Ebu Dâvud, Tirmizî, İbnMâce ve İbnHibban, (Ebu Derdâ’dan) 19. Irakî, bu hadîsi daha önceki hadîsin bir parçası kabul etmektedir. Aynı hadîs başta yollardan da rivayet edilmiştir. 20. Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre’den) 21. Tirmizî, (Ebu Umame’den) Hadisin hasen ve sahih olduğunu söylemiştir. 22. Ebu Davud, Tirmizî, Nesâi ve İbnHibban 23. Bu zat Hz. Ali’nin talebesidir, Arap gramerinin kurucusu olmakla bilinir. H. 169 yılında vefat etmiştir. 24. Bu zat ünlü zahidlerdendir. Bişr el-Hafî, Sırrî es-Sakatî gibi muta savvıfların döneminde yaşamış ve H. 130 yılında vefat etmiştir


HÜSEYİN KALENDER

ARAPÇA ÖĞRENMENİN İSLAM’DAKİ ÖNEMİ

B

izleri en güzel şekilde yaratan ve kulluğuyla şereflendiren yüce Allah’a hamd, âlemlere

rahmet olarak gönderdiği Resul’üne salât ve selâm olsun. Dil insan hayatı için önemlidir, çünkü insan ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz ve mutlaka, başkalarından yardım alarak çeşitli ihtiyaçlarını giderir. Yiyecek, giyecek, mesken, güvenlik gibi tüm ihtiyaçlarını başkalarıyla dayanışma ve ile-

Kapak Dosya

tişim halinde karşılar. Bu sebepten dolayı insanın, başka insanlarla iletişim kurma gerekliliği ortaya çıkar ki bu iletişim aracıda dildir. Dolayısıyla herhangi bir dili öğrenmek, o dili bilen insanlarla iletişim kurabilmek demektir. O nedenle “Bir lisan, bir insan” sözü manidardır. Ancak dil yalnızca bir iletişim aracı değildir. Aynı zamanda bir toplumun kültürünü, inancını, yaşam tarzını, hayat anlayışını ve düşünüş biçimini taşıma aracıdır. Örneğin; Japoncayı bilmek Japon kültürünü bilmeyi, bir Japon gibi düşünebilmeyi, Japon yaşam tarzını kavramayı gerektirir. Daha da ötesi dil günümüzün modern dünyasında ciddi bir politik araç olarak kullanılmaktadır. Özellikle büyük devletler kendi dillerini yaymak, başka ülkelerdeki gençleri kendi ülkelerine çekmek, kendi yaşam tarzlarını ve düşünüş biçimlerini öğretmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bugün görüyoruz ki pek çok ülkede, Fransız kültür merkezleri, Konfüçyüs Enstitüsü SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

17


HÜSEYİN KALENDER I

Özellikle büyük devletler kendi dillerini yaymak, başka ülkelerdeki gençleri kendi ülkelerine çekmek, kendi yaşam tarzlarını ve düşünüş biçimlerini öğretmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bugün görüyoruz ki pek çok ülkede, Fransız kültür merkezleri, Konfüçyüs Enstitüsü adı altında Çin kültür merkezleri, British Time adı altında İngiliz kültür merkezleri ve çok sayıda Amerikan Kültür merkezleri bulunmaktadır.

adı altında Çin kültür merkezleri, British Time adı altında İngiliz kültür merkezleri ve çok sayıda Amerikan Kültür merkezleri bulunmaktadır. Ayrıca bu ülkelerin pek çok özel okulları, kursları, eğitim merkezleri açtıklarını görüyoruz. Hatta dil eğitimi ya da üniversite eğitimi adı altında Batılı ülkelere öğrenci taşımak için firmalar, ajanslar ve danışmanlık merkezleri kurulduğunu görüyoruz. Birçok üniversitenin daha kaliteli oluyor diye yabancı dille eğitim verdiğini görüyoruz. Bütün bunlar kuşkusuz masum amaçlar taşımıyor. Büyük devletlerin kendi dil ve kültürlerini yaymak yoluyla kendilerine bağımlı, kendilerine hayranlık duyan, kendilerini model alan gençler devşirdiğini görüyoruz. Daha da ötesi bu gençler günün birinde önemli makamlara ve koltuklara geldiklerinde onların politikalarına ve projelerine hizmet etmeye başladıklarını görüyoruz. Bütün bunlardan dilin önemini bizlere yeni kapılar ve ufuklar açtığını, yeni bilgi kaynaklarına ve yeni insan topluluklarına ulaştırdığını görüyoruz. Amaçsız bir dil öğrenmenin kişiye faydasının ol-

18

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

madığını, o nedenle bir dil öğrenmek istiyorsak öncelikle onu ne için öğrenmek istediğimize karar vermeliyiz. Örneğin, Mühendis iseniz ve yeni teknolojileri öğrenmek istiyorsanız bir dil öğrenebilirsiniz. Doktorsanız bir dil öğrenebilirsiniz. Çünkü her kültür, kendi diliyle öğrenilir. İslam kültür ve medeniyeti de ancak bu medeniyetin ortak dili olan Arapça ile öğrenilir. Dini konularda halkımızı aydınlatacak din adamlarımız her şeyden önce Arapça olan Kur’an ve sünnet gibi temel kaynaklar ile, bunları açıklamak amacı ile yine Arapça olarak yazılan metinleri doğru bir şekilde anlayabilmek için Arapçayı iyi bilmek durumundadırlar. Bu dili iyi bilmeyen bir din adamının durumu zorunlu olan malzemeyi temin etmeden bina yapmaya kalkışan bir ustanın durumuna benzer. Öyle bir ustanın sağlam ve güzel bir ev yapma imkânı olmadığı gibi Arapçayı öğrenmeden yetkin bir din adamı olmak; sağlıklı inceleme ve araştırmada bulunmak da kanaatimizce imkânsız görünmektedir. Bu bakımdan yeni yetişmekte olan öğrencilerimizin Arapça öğrenimine önem göstermeleri gerekmektedir. Şunu bilmeliyiz ki, Arapça’nın diğer dillere benzemeyen yönleri vardır. Çünkü, diğer dillerde harf ve hareke birlikte yazıldığından kısa sürede okumayı öğrenen kişi, manasını anlamasa bile metni doğru okuyabilmektedir. Arapça’da ise durum böyle değildir. Zira mana + okumadan ibaret olan Arapça’nın öğrenilmesi işin uzunca sayılabilecek bir süreyi bu dili doğru okuyabilmek için, zorunlu olan kaide ve kuralların öğrenimine harcamak gerekmektedir. Ancak bundan sonra Arapça diğer ilimlere bir basamak oluşturabilir. Arapçayı asıl önemli kılan ve küresel bir iletişim aracı haline getiren ve tüm Müslümanları birleştiren hiç şüphesiz ki İslam’dır. 1-) Arapça Kur’an’ın dilidir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki biz O’nu Arapça Kur’an olarak indirdik; ta ki anlayıp kavrayasınızböylece siz akıl edersiniz.”(Yusuf: 2) 2-) Arapça Sünnet’in dilidir. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Arapların en fasihi idi. 3-) Arapça İslam devletinin ilk resmi dilidir. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Medine’de ilk İslam’i devleti kurduğu zaman arapçayı devletin


I HÜSEYİN KALENDER resmi dili yapmış, yabancı dil bilen devlet görevleri bulunduğu halde, tüm diplomatik yazışmaları Arapça yapmıştır. Değişik ırklardan, renklerden ve dillerden oluşan Müslümanları bu sayede bütünleştirmiş, onlara gerçek anlamda ümmet kimliği kazandırmış. Allahu Teâlâ’nın emrettiği gibi Müslümanlar arasında bir kardeşlik ve sevgi bağı olmuştur. 4-) Arapça, İslam fıkhı’nın, İslam tarihi’nin, İslam’i ilimlerin ve İslam’i kültürün dilidir. Çünkü asırlar boyunca tüm İslam’i eserler Arapça yazılmıştır. Usül, tefsir, hadis, tarih, edebiyat, kültür, sanat gibi her alanda verilen kıymetli eserler hep Arapça yazılmıştır. 5-) Arapça, İslam’i içtihadın dilidir. Çünkü İslam’ın şer’i delil kaynaklarından hüküm istinbat edebilmek için Arapça olmazsa olmazdır. Çünkü şer’i delillerin delaletlerini, mefhumlarını, manalarını Arapça bilmeden anlamak mümkün değildir. 6-) Arapça, İslam’da eğitimin dilidir. Asırlar boyunca İslam âleminde eğitim veren tüm eğitim kurumlarında eğitim Arapça verilmiş, bu kurumlardan mezun olanlar Arapça bilerek mezun olmuşlardır. Toplum içinde düzenlenen ders halkaları, hitaplar, hutbeler gibi tüm faaliyetler Arapça yapılmıştır. O nedenle bugün Müslümanların tüm dillerinde çok sayıda Arapça kelime yer aldığını görüyoruz. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Arapçaya karşı şiddetli bir savaş açılmış olmasına rağmen, halen dilimizde çok fazla sayıda Arapça kelime varlığını sürdürmektedir. 7-) Arapça, davetin ve tebliğin dilidir. İslam tarihi boyunca fetihler yoluyla tüm dünyaya taşınan İslam ile Arapça da taşınmıştır. O nedenle bugün görüyoruz ki fetihler gerçekleştiği zaman İslam ile birlikte Arapçanın güçlü bir şekilde taşındığı topraklar ile zayıf bir şekilde taşınan topraklar arasında önemli bir fark vardır. Bu farkı, Balkanlar’daki Müslümanların İslam’a bağlılığı ile Orta Asya’daki Müslümanların İslam’a bağlılığı, Kuzey Afrika’daki Müslümanlar ile Uzakdoğu Asya’daki Müslümanlar veya Türkiye’deki Müslümanlar ile Pakistan’daki Müslümanlar arasındaki farktan gayet açık bir şekilde görmekteyiz.

Dini konularda halkımızı aydınlatacak din adamlarımız her şeyden önce Arapça olan Kur’an ve sünnet gibi temel kaynaklar ile, bunları açıklamak amacı ile yine Arapça olarak yazılan metinleri doğru bir şekilde anlayabilmek için Arapçayı iyi bilmek durumundadırlar. Bu dili iyi bilmeyen bir din adamının durumu zorunlu olan malzemeyi temin etmeden bina yapmaya kalkışan bir ustanın durumuna benzer. Öyle bir ustanın sağlam ve güzel bir ev yapma imkânı olmadığı gibi Arapçayı öğrenmeden yetkin bir din adamı olmak; sağlıklı inceleme ve araştırmada bulunmak da kanaatimizce imkânsız görünmektedir. Bu bakımdan yeni yetişmekte olan öğrencilerimizin Arapça öğrenimine önem göstermeleri gerekmektedir.

8-) Arapça, İslam’da ibadetin dilidir. Ne olursa olsun her Müslüman ibadetlerini Arapça eda eder. Kur’an okumada, namazda, ezanda ve duada, hacda ve umrede, düğünde ve cenazede, iyilik ve musibette, hastalıkta ve sağlıkta, şükürde ve hamd de hep Arapçayı kullanır. Bunun en açık örneği tüm İslam âlemi çapında ezanın, selâmın, tesbihin, tehlilin, tahmidin ve tebliğin tüm Müslümanlar için aynı anlamı taşımasında ileri gelir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir MüslüSAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

19


HÜSEYİN KALENDER I

Arapça, esasen Arapların dili olmaktan öte, artık İslam’ın ve Müslümanların dili haline gelmiştir. Çünkü İslam yalnızca Araplara gelmemiştir. Kıyamete kadar her zamanda, her mekânda, her ırkta ve milletten tüm insanlara gelmiştir. O nedenle tüm ulema Arapça öğrenimini farz görmüştür. Kimileri Farz-ı Ayn, kimileri Farz-ı Kifâye demişlerdir. Çünkü Arapçasız bir İslam düşünülemez, varlığını sürdüremez. İşte bunun içindir ki asırlar boyunca Haçlıların ve Oryantalistlerin Arapçaya yönelik tüm saldırılarına rağmen, Arapça nispeten sarsılmışsa da Resulullah sallallahu aleyhi vesellem zamanındaki safiyetini korumaya devam etmektedir. Bunun en açık örneği Osmanlıcanın yok oluşudur. Yaklaşık 6 asır boyunca dimdik ayakta kalan Osmanlıca bir gecede yok edilmiş, latince gibi ölü bir dil haline gelmiştir.

manla karşılaştığınızda Selâmun Aleykum dediğinizde hep aynı karşılığı alırsınız. Bütün bu özelliklerden dolayı Arapça, esasen Arapların dili olmaktan öte, artık İslam’ın ve Müslümanların dili haline gelmiştir. Çünkü İslam yalnızca Araplara gelmemiştir. Kıyamete kadar her

20

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

zamanda, her mekânda, her ırkta ve milletten tüm insanlara gelmiştir. O nedenle tüm ulema Arapça öğrenimini farz görmüştür. Kimileri Farz-ı Ayn, kimileri Farz-ı Kifâye demişlerdir. Çünkü Arapçasız bir İslam düşünülemez, varlığını sürdüremez. İşte bunun içindir ki asırlar boyunca Haçlıların ve Oryantalistlerin Arapçaya yönelik tüm saldırılarına rağmen, Arapça nispeten sarsılmışsa da Resulullah sallallahu aleyhi vesellem zamanındaki safiyetini korumaya devam etmektedir. Bunun en açık örneği Osmanlıcanın yok oluşudur. Yaklaşık 6 asır boyunca dimdik ayakta kalan Osmanlıca bir gecede yok edilmiş, latince gibi ölü bir dil haline gelmiştir. Arapçanın gücü burada açıkça görülmektedir. Kitabın korunmasından kasıt tarihi bir eser gibi raflarda ya da müzelerde saklanması değildir. Bilakis manasıyla, mefhumlarıyla, dalaletleriyle, hükümleriyle ve delil niteliğiyle korunması demektir ki bu aynı zamanda Fasih Arapça’nın da koruma altına alınmasıdır. Dikkat ediniz, dünya hâkimiyetini sağlayan herhangi bir devlet ilk olarak dilini yayar. Persler dünyanın birinci devleti iken Farsça, Romalılar zamanında latince, Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’in kurduğu İslam devleti zamanında Arapça, Osmanlı yıkıldıktan sonra egemen olan İngilizler zamanında İngilizce, Sovyetler Birliğinin egemen olduğu bölgelerde Rusça, Afrika’daki Fransız sömürgeciliği döneminde Fransızca, Çin’in ekonomik yükselişiyle birlikte Çince ve Amerika’nın süper güç olduğu günümüzde İngilizce dünyanın en çok rağbet gören dilleri olmuştur. O nedenle dünya hâkimiyeti ile dil arasında güçlü bir bağ vardır. İslam devleti Allah’ın izniyle kurulduğu zaman, tüm Müslümanların birliğini sağlayacak olan Arapça dili, eğitim, öğretim ve devletin resmi olmayan en evla lisandır. Koca kâinatı “ol” emri ile var eden yüce Allah; istediğini istediği zaman yapmaya muktedir olandır. Ey Müslümanlar arasında vahdeti seven Rabbimiz! Sen Müslümanlar arasındaki ayrılıkları sonlandır ve bütün Müslümanları tek bayrak ve tek çatı altında toplanmalarını kolaylaştır. Allahumme Amin…


Kapak Dosya

EBUBEKİR EREN

İLİM TAHSİL ETMENİN

ÖNÜNDEKİ ENGELLER

A

llahu Teâlâ’ya hamd olsun. Kalemle öğreten, insana bilmediğini talim ettiren ve elçisi, Nebiy-i Mükerrem Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i bizlere gönderen Allahu Teâlâ’ya binlerce hamd olsun. Rabbim ashabından, onlara hakkıyla tabi olanlardan, onların yolu üzere yürüyerek bilen, öğreten ve öğrenenlerden razı olsun. Her şeyin bir manisi (engeli) olduğu gibi ilmin ise birçok engelleri vardır. İlim talebesine yaraşan ihlas ile bu engelleri aşmasıdır. Biz burada ilmin önündeki engellerin bazılarına değineceğiz;

HİMMETLERİN ZAYIFLAMASI Üzücüdür ki, bugün öğrenciler arasında zihni tembellik yaygınlaşmıştır. Rahatı ve eğlenceyi, ciddiyet ve istikrarlı çalışmaya tercih etmişlerdir. Rahat içinde yaşamak, lüzumsuz işlerle uğraşmak onlar için yaşamın gayelerinden olmuştur. Onların hedefleri nefsin arzularını temin etmektir. Derse ve ilim tahsiline vakitleri kalmamıştır. Selefi Salih’in ve onların izini takip eden âlimler himmetlerini oldukça âli tutmuşlar. Her dakika ve saniyelerini değerlendirmişlerdir. Bunların örnekleri çoktur fakat biz, birkaç örnek zikretmekle SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

21


EBUBEKİR EREN I yetinelim; Ebu Cafer Taberi arkadaşlarına der ki; ‘’(Size) Kur’an tefsiri (yazdırmamı) ister misiniz?’’ Onlar da ‘’hacmi ne kadar olur?’’ diye sorarlar. ‘’1000 varak olur’’ deyince, ‘’bunu tamamlamadan insanın ömrü biter’’ derler. Bunun üzerine

‘’Bilesin ki, senin fikrin her şeyi ihata edemez. Bu sebeple mühim olanları bir tarafa ayır. Ayrıca herkesle ilgilenemezsin, ilgi ve teveccühünü hakikat ehli insanlara tahsis et. Keza cömertliğin de herkese şamil olamaz. Onu da fazilet sahibi insanlara sakla. Gece ile gündüz devamlı gayret etsen bile, senin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Bu sebeple yapacağın işler ile bırakman gereken işleri birbirinden iyi ayır. Düşünceni mühim olmayan ile meşgul ettiğin takdirde, mühim olanı hakir görmüş olursun. Batıl yolda sarf ettiğin malı hak yolda sarf etmek istediğinde çoktan elinden çıkarmış bulunursun. Ahlakı eksik kimselere ilgi ve alaka gösterdiğin zaman zora düştüğünde faziletli kimselere teveccüh göstermememin sıkıntısını çekersin. İhtiyacın dışındaki şeylerle gece ve gündüzünü meşgul etmen durumunda ihtiyacın olanı bir köşeye itmiş olursun.’’

o da tefsir çalışmasını 300 varakta özetler ve yedi yılda yazdırır. Bu yazdırma 283/896’den, 290/903 yılına kadar sürer. Daha sonra onlara sorar: ‘’Âdem’den günümüze kadar ki cihan tarihini ister misiniz?’’, ‘’Miktarı ne kadar olur?’’ diye sorarlar. O da tefsir için zikrettiği kadar bir miktar söyleyince aynı cevabı verirler. O da: ‘’İnna lillah! Artık insanlarda ilme iştiyak kalmamış’’ der. Daha sonra tefsiri gibi bunu da yaklaşık aynı miktar varakta ihtisar eder. Aynı şekilde Bağdat Müftüsü, Müfessirlerin sonuncusu, imam, müfessir Alusi (Ebu’s-Sena Şihabeddin Mahmud bin Abdullah el- Alusi) El Bağdadi de her an ilminin artmasına çok hırslı idi. Faydalı bilgiler elde etmekten, şiirleri toplayıp ezberlemekten geri durmazdı. Gündüzleri fetva vermek ve ders talim etmekle geçerdi. Gecenin başlangıç diliminde kendisinden istifade etmek isteyen bir kimse veya bir dostu ile olurdu. Gecenin sonlarına doğru tefsirinden birkaç sayfa yazardı. Gecenin sabahında yazmış olduğu bu sayfaları evinde görevlendirdiği kâtiplere verirdi. Onlar ise bunların yazım işini ancak 10 saatte bitirirlerdi. Günde 24 ders verirdi. Tefsir ve Fetva ile meşgul olduğu günler de büyük kitaplardan günde 13 ders yapardı. Devamlı telif ile meşgul olurdu. Hatta vefat ettiği hastalığında da böyleydi. Tefsiri âlimlere göre diğer tefsirler arasında son derece güzel ve eşsizdir. Sadece bu tefsir imametini, faziletini ve ilmini ifade etmek için yeter. Sizlerin de bildiği gibi, tefsirini gece telif etmiştir. Zaten bir şiirde de şöyle demiştir; ‘’Yapmak istediklerini gece yapasın, Akıllının gündüzü gecedir bilesin(...)’’

22

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I EBUBEKİR EREN ÖNEMLİ HUSULARA ÖNCELİK VERİLMEMESİ ‘’Bilesin ki, senin fikrin her şeyi ihata edemez. Bu sebeple mühim olanları bir tarafa ayır. Ayrıca herkesle ilgilenemezsin, ilgi ve teveccühünü hakikat ehli insanlara tahsis et. Keza cömertliğin de herkese şamil olamaz. Onu da fazilet sahibi insanlara sakla. Gece ile gündüz devamlı gayret etsen bile, senin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Bu sebeple yapacağın işler ile bırakman gereken işleri birbirinden iyi ayır. Düşünceni mühim olmayan ile meşgul ettiğin takdirde, mühim olanı hakir görmüş olursun. Batıl yolda sarf ettiğin malı hak yolda sarf etmek istediğinde çoktan elinden çıkarmış bulunursun. Ahlakı eksik kimselere ilgi ve alaka gösterdiğin zaman zora düştüğünde faziletli kimselere teveccüh göstermememin sıkıntısını çekersin. İhtiyacın dışındaki şeylerle gece ve gündüzünü meşgul etmen durumunda ihtiyacın olanı bir köşeye itmiş olursun.’’ İşte buraya kadar anlatılanlar, zamanın kıymetini beyan etme sadedinde, faziletli âlimlerimiz ve imamlarımızdan yapılan çeşitli alıntılar ve bölümler idi. Ben bunlardan pek çoğunu zikretmedim. Bir kısmını zikretmekle yetindim. Şüphesiz bu insanlar İslam’ın hatta tüm insanlığın övünç kaynağı zatlardır. ‘’Onlar yüce Allah’ın övdüğü Yükselttiği aziz insanlardır Büyük bir şey olsa da övgü Bundan büyük övgü yoktur’’ Muhterem Okuyucu! Artık bundan sonra falanca âlimin 100’den fazla kitabı varmış, eserleri hemen hemen her ilimden nasibkarmış, çeşitli ilim dallarına yayılmış diye duyacak olursan bunu garipsememen gerekir. Çünkü bunun sebebi, onların vakitlerini değerlendirmeleri, zamanı boşa harcayan lüzumsuz işlerden ve gafil insanlardan uzak durmalarıdır. Ayrıca anları, dakikaları ve saatleri en güzel şekilde değerlendirmeleridir. Bizlere ulaşan eserler, işte bu şekilde meydana getirilmiştir. 1352/1933 yılında vefat eden Üstad Cemilu’l

Azme’ d Dimaşki (Allah ona rahmet etsin) Ukudu’l Cevher fi Teracumi men lehum Hamsune Tasnifen fe Mietun fe Ekser adını verdiği bir eser yazmıştır. Bu çalışmasında çok eser ve kitap yazmakla meşhur olan alimlerden büyük bir topluluğu zikretmiştir. Bu faziletli büyük zevatın ve diğerlerinin hayat hikâyelerine baktığın zaman, onların yaşamları seni vaktin ve zamanın kıymetini anlamaya götürür. Gayreti olan biri isen bu idrak seni de onlardan olmaya sürükler. Bu dünyadan ayrılırken, arkandan düşünce ürünü 30,40,50… eser bırakırsın. Şüphesiz Allah Teâla kullarından dilediğine ikramını arttırır, dilediğini özel rahmetine mazhar eder. Çünkü Allah’ın kudreti geniştir ve O her şeyi bilendir.

BOŞ VAKİTLERİN DEĞERLENDİRİLMEMESİ ‘’Evlerde milyonlarca öğrenci var. Bunlar yazlarını 3 ay tatil yaparak geçirmekteler. Acaba babalar bu vakti, çocukların bedenlerine, akıllarına, tabiatlarına ve ülkelerine yararlı olacak şekilde nasıl geçirebiliriz diye birbirlerine sordular mı? Evlerde milletin yarısını teşkil eden hanımlar var. Acaba bunlar boş vakitlerini nasıl geçirmektedirler? Zaman mal elde etmek, ilim tahsil elde etmek, sıhhat bulmak için bir hammadde olduğuna göre, ömrümüzün ne kadarını zayi ettik kim bilir?! Nice ömürler ne dünya ne de ahiret işlerinde sarf edilmeksizin boş işlerde zayi olup gidiyor!! Vaktin boşa harcanmasının neticelerinden birisi de, servet kaynaklarından çoğunun zayi edilmesidir. Zamanı ihmal etmek ve nasıl değerlendirileceğinden habersiz olmak olmasa, ondan istifade etme imkânı elbette vardır. Nice çorak araziler var ki işlenmeye müsaittir. Nice şirketler var ki kurulmayı bekliyor. Nice muhtelif müesseseler var ki kurulup idare edilmeye amade. Tüm bunlar boş zamanın bir bölümünü ayırmakla yapılabilecek işlerdir. Bizim coğrafyamızda zamanın zayi edilmesi, kitapların yazılmasını, yazılanların okunmasını ve cehalete razı olunması neticesini getirdi. Neredeyse cahillikten dolayı üzülen insanlar yok gibi! SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

23


EBUBEKİR EREN I hayat demektir. Vakti öldürmek hayatı öldürmektir. Uzun vakitlerini tavla, satranç, boş oyunlar ve lüzumsuz eğlencelerle harcamak meşru değildir. Çünkü bu insanlar aklın razı olduğu bir gaye uğrunda çalışmamaktadırlar. Kahve köşelerinde, kulüplerde ve yollarda şaşkın şaşkın oturanların da bunlardan bir farkı yoktur. Bunların yegâne gayesi vakit öldürmektir. Sanki vakit onların bir düşmanı imiş gibi onu katletmeye çalışıyorlar.

Bedenler rahata doğru meylediyor. Ticaret piyasasındaki durum kitap dünyasından farklı sayılmaz. Az malla kanaat edip yetinme, kolaya kaçma, çabalamayı ve düşünmeyi gerektirmeyen işleri tercih edip, bunları da uykuyla geçirmeyi yeğlemek insanlardaki genel durum olmuş. Böyle olunca da düşünceler hastalaşmış, zamanı nasıl değerlendireceğini bilen gayretli ecnebilere yol açılmıştır. Ben zaman değerlendirilsin derken tamamının çalışmayla geçirilmesini, hayatın tümünün iş güçle doldurulmasını, dinlenmeden, neşesiz, sıkıntılı, gülme ve sevincin olmadığı bir yaşamı kastetmiyorum. Ben istiyorum ki, boş zamanlar, çalışma zamanlarını tahakkümü altına almasın, hayatın merkezini teşkil edip, çalışma vakitleri bunun kenarında, köşesinde kalmasın. Bundan daha fazlasını istiyorum: Boş vakitler, iş vakitleri gibi aklın hükmüne tabi olsun. Çünkü bizler işlerimizde belli bir gaye için çalışırız. Aynı şekilde boş vakitlerin de belli bir gaye için harcanması gerekir. Ya meşru dairede, vücuda faydalı spor oyunlarıyla, ruha tat veren ilmi tetkiklerle ya da Kur an, hadis okumak, nafile ibadet ve taatlar gibi ruhi gıdalar ile meşgul olunsun. Ama insan gayesi vakti boşu boşuna öldürmek olursa, bu meşru bir gaye olmaz. Çünkü vakit

24

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

Bu problemi halletmenin anahtarı insanın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri dilediği gibi değiştirebileceğine, zevk aldığı şeyleri dilediğince alt üst edebileceğine inanmasıdır. Keza daha önce tat almadığı şeylerden alıştıra alıştıra zevk alacağına inanmasıdır. Aynı şekilde önceleri hoşlandığı şeylerden hoşlanmamayı dahi kendisine alıştırabileceğini benimsemesidir.(İradeleri kuvvetli olan) insanların çoğu, boş zamanlarını sıhhatlerine, akıllarına ve dinlerine faydalı olacak işler taksim etme gücüne sahiptirler. Ne üzücüdür ki, insanların ekserisi basit kıssaları okumayı, değersiz dergilere göz gezdirmeyi aklın gıdası olarak yeterli zannetmektedirler. Bunları ellerine aldıklarında bir yudumda içercesine bitirmektedirler. Zihni lezzet olarak bununla yetinmektedirler. Oysa bunları okumak sadece aklı uyuşturur ya da şehevi duyguları tahrik eder. Halbuki az bir sabır ve kuvvetli bir irade, öğrenen kimseyi ciddi olarak çalışmaya ve faydalı şeyleri okumaya alıştırır. Her kültürlü insan herhangi bir dalda ciddi bir şeyler yapmak için kendi nefsini harekete geçirebilir. İlk önce, giriştiği konuda okuyup araştırmaya başlar ve zamanla bunda geniş bilgi sahibi olup derinleşebilir. Edebiyat olsun, hayvanlar olsun, çiçekler olsun, mekanik olsun veya herhangi bir dönem tarihi olsun, velhasıl insanoğluna ait herhangi bir ilim dalı olsun fark etmez, bunlardan birisinde kendisini yetiştirebilir. Daha sonra bu dala olan ilgi ve alakasını arttırır, ardından gününün belli bir kısmını bu ilmi tetkike ve ilgilenmeye ayırır: Böyle yapa yapa bakar ki, kendisi başka bir insan oluvermiş. Başka yönlerde bilgi ve yetenek sahibi olmuş. Muhterem bir şahsiyet ka-


I EBUBEKİR EREN zanmış. Hem kendisine hem çevresine hem de başkalarına yararlı bir insan olup çıkmış. Fertler böyle olunca, toplum da çeşitli ilim ve bilgi dalları ile farklı sahalarda yetişmiş evlatlarıyla zenginleşir. Hayatın gerektirdiği her yönde yetişmiş evlatlarına müracaat edip dayanır(onlardan istifade eder). Bu gerçekleştiğinde, insanların bir araya geldiklerinde konuştukları meselelerin seviyesi yükselir. Düşünceleri terakki eder, hayatları hoş olur. İnsanlar birbirlerinden kültür, ilim, edebiyat ve düzenli bir hayat çizgisi takip etme ile zamanın kıymetini anlama yönünde yardımlaşırlar. Bir de bakarsınız ki, toplumun kültür seviyesi yükselmiş, akılların ufukları genişlemiş, hayat bir anlam kazanmış, toplumun kuvveti artmış, maişeti temin yolları kolaylaşıp çoğalmış. Böyle bir toplumda, insanlar midelerini gıdalandırdıkları gibi akıllarını da beslemeleri gerektiğini bilirler. Akıl gıdası olmadan hayat hakları olmadığını, vakti koruyup gözetmeden, layık olduğu gibi zamandan istifade etmeden gıda da temin edilemeyeceğini anlarlar. Bunu anlayınca, hem düşünce, hem iş, hem netice elde etme, hem de birbirlerine bir şeyler verip faydalı olmak suretiyle toplum toptan kalkınır. Kendinize prensip edinin. Her gün nefsine şunu sor: ‘’Bugün boş zamanımda ne yaptım? Sıhhatime yarayan bir iş, mal veya ilim kazanma yolunda bir uğraş; kendime veyahut başkalarına yönelik bir faaliyet yaptım mı?’’ bir bak bakalım: Boş zamanın aklına boyun eğmiş mi? Senin güzel bir hedefin vardı. Bak bakalım zamanını o yönde sarf edebilmiş misin? Cevabın ’Evet’ ise başardın demektir. Yok eğer cevabın ‘hayır’ ise başarmak için çalışmalısın, gayret etmelisin. ‘’ ‘’Şunlar gibi ahlaklanmaya bak sen: İhtiyacını görmek için sabreden Girmek azmini asla kaybetmeden Kapıları çalmaya hep devam eden’’ Her gün az bir zamanının aynı şeye tahsis edilmesi hayat akışını değiştirir ve seni sandığından daha kuvvetli kılar, hayal ettiğinden daha yükseklere çıkarır. Bu millet yaşaması gereken hayatın ancak onda birini hakkıyla yaşıyor. Gerek mali sahada, gerek

Kendinize prensip edinin. Her gün nefsine şunu sor: ‘’Bugün boş zamanımda ne yaptım? Sıhhatime yarayan bir iş, mal veya ilim kazanma yolunda bir uğraş; kendime veyahut başkalarına yönelik bir faaliyet yaptım mı?’’ bir bak bakalım: Boş zamanın aklına boyun eğmiş mi? Senin güzel bir hedefin vardı. Bak bakalım zamanını o yönde sarf edebilmiş misin? Cevabın ’Evet’ ise başardın demektir. Yok eğer cevabın ‘hayır’ ise başarmak için çalışmalısın, gayret etmelisin. ‘’

düşünce ve kültür sahasında, gerekse sağlık sahasında olsun durum böyledir. Ümmetin geri kalan hayatı ya tembellik ve meskenet içinde ya da tavla, satranç, oyun, eğlence peşinde veyahut hiçbir şey yapmadan heder olup gidiyor. Halbuki milletin yaşaması gerektiği gibi yol tutması yönünde hiçbir eksiği yok. Bilakis zamanı dolu dolu geçirebilir, din ve aklın icaplarına göre değerlendirebilir. Muhterem okuyucu kardeşim! Allahu Teâlâ hem bizleri hem de sizleri vakti değerlendirmeye, onu faydalı bir iş ve yararlı bir ilimle doldurmaya muvaffak kılsın. Bizleri zamanın ve hayatın kıymetini idrak eden, Allahu Teâlâ’nın nefislerine ikram ettiği nimetleri heba etmeyen ve doğru yol üzere bulunan kullarından eylesin. Amin.(1) -------------------------------------------(1): Daha geniş bilgi için, Abdulfettah Ebue Gudde(rahimeullah)’nin, ‘’Zamanın Kıymeti’’ adlı kitabına bkz.

SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

25


Kapak Dosya

PEYGAMBERİN MİRASINI SİNESİNDE TAŞIYANLAR LATİF OLANDAN BİR LÜTUFTUR

A

llahu Teala en güzel isimleri kendinde bulundurmaktadır ki Kuran’da da bu durum böylece kayıt altına alınmıştır. “En güzel isimler Allah’ındır.” (Araf; 180) Bizler müminler olarak Allah’ımızı ya kendi kitabından yada Rasulünün sünnetinden tanımaktayız. Yine mümin olarak bu bildirilen isimleri anlamları dışında tanımlamaktan uzak durduğumuz gibi bu mübarek isimleri sonradan yaratılmış olanlara nispet etmekten de o derece imtina etmekteyizdir. İşte Rahman olan Allah’ımızın mübarek isimlerinden biri de “latif”tir. Mevcudat bu ismin tecellisi ile bilmedikleri yerden rızıklanır, ummadıkları yerden kendilerine yardımda bulunulur, özelde insan için düşünüldüğünde hak etmediğinden fazla hayır ve bereketlerle nimetlendirilirler. Gözümüzü ve gönlümüzü nereye çevirirsek orada Latif olan Rabbimizin nimetleri ile karşılaşacağızdır. Bizler yokluk aleminde bir nokta iken babalarımızın necis bir suyunun annemizin rahmine ulaşmasıyla varlık alemine ilk adımımızı atarken Latif olan Rabbimizin isminin tecellisi ile karşılandık. Çünkü Rahman bizi dişi bir hayvanın rahmine atabileceği gibi üzerine basılan değersiz bir toprak parçası olarak da var edebilirdi. Bizi ahsenul takvim üzere ademoğlunun bir neferi olarak yaratan Latif Allah’a hamdu senalar olsun. Anne karnındaki sürecimizden tutun da şuan ki halimize gelinceye kadar bedenimizin her santimetresinde Latif ismin bir tecellisini görürüz. Şöyle bir aynanın karşısına geçip kaşlarımızın ve kirpiklerimizin varlığına bakıp mı hamd edelim yoksa bu kirpik ve kaşların saçlarımız gibi uzamayıp belirli bir sınır konmasına mı hamd edelim. Bedenimize rahat hareket kabiliyeti sağlayan eklemlerin yaratılmasına mı şükredelim yoksa bu

26

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

eklemlerin üzerine bir hayvanın derisinin giydirilmemesine mi şükredelim. Hiçbir ücret ödemeden atmosferden aldığımız oksijene mi hayret edelim yoksa göğün kapıları açılıp yeryüzünü sulayan yağmurlara mı... Saydığımız ve sayamayacağımız her bir maddi nimet Latif olan Rabbimizden bize birer ikramdır. Biz Müslümanlara düşen de onca nimete karşı sunulacak şükrü, nankörlüğe dönüştürmemektir. Bunlar maddi lütuflar ya üzerimize yağan manevi lütuflara ne demeli. Rahmanın rahmeti, affı, hidayeti, koruması altına alması...Bunlar gözle göremediğimiz nimetler...Şimdi sunacağım ayetle Rahmanın genelde tüm insanlara, özelde ise sadece müminlere gönderilen bir nimeti kalbimize ve zihnimize hatırlatalım; “Allah, müminlere, kendi içlerinden, Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, Kitap ve Hikmeti öğreten bir peygamber (elçi) göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki bundan önce sapıklığın içindeydiler.” (Al-i İmran; 164) Allah, peygamberini göndermeden önce insanların büyük çoğunluğu sapkınlığın, tuğyanın içindeydiler. Latif olan, cenneti kazanmanın adımlarını kendilerine öğretecek bir elçi göndermekle genelde tüm insanlara özelde ise müminlere lütufta bulunmuştur. Şimdi bu manevi lütfu kalbine sindirmiş olan aziz kardeşim! Delalette olduğun yılları şöyle bir düşün. Allahtan uzak olduğun, secdelerin lezzetinden mahrum kaldığın, İslam dini için hizmet etmenin coşkusunu anlamaktan acze düştüğün, bunun yanında haramlarla iç içe olan bir okyanusun dalgalarında savrulduğun, güvenden ve


I YUSUF YILMAZ

Anne karnındaki sürecimizden tutun da şuan ki halimize gelinceye kadar bedenimizin her santimetresinde Latif ismin bir tecellisini görürüz. Şöyle bir aynanın karşısına geçip kaşlarımızın ve kirpiklerimizin varlığına bakıp mı hamd edelim yoksa bu kirpik ve kaşların saçlarımız gibi uzamayıp belirli bir sınır konmasına mı hamd edelim. Bedenimize rahat hareket kabiliyeti sağlayan eklemlerin yaratılmasına mı şükredelim yoksa bu eklemlerin üzerine bir hayvanın derisinin giydirilmemesine mi şükredelim. Hiçbir ücret ödemeden atmosferden aldığımız oksijene mi hayret edelim yoksa göğün kapıları açılıp yeryüzünü sulayan yağmurlara mı... huzurdan nasibini alamayıp buhranların omuzlarına bir dağ gibi yüklendiği o siyah perdeli hayatına bir geri dön... Sen bu depresyonlu hayatın damlalarını acı acı yudumlarken senin mahallende, senin sokağında sana Rahmanın ayetlerini okuyup hidayete adım atmana vesile olan peygamberin mirasını taşıyan kişi, sana Allah’ın bir lütfudur. Sen Allah’ın ayetlerini tozlu raflara hapsettiğinde, tablolarla duvarlarını süslediğinde bu vahyin hayata hakim olmasının idrakini sana öğreten peygamberin mirasını taşıyan kişi, sana Allah’ın bir lütfudur. Seni şirkten, günahlarının hem bedenine hem ruhuna verdiği lekeleri Kitap ve Sünnetle temizleyen peygamberin mirasını taşıyan kişi, sana Allah’ın bir lütfudur. Peygamberin mirasını sinelerinde taşıyan kişi kimdir sorusuna cevabı istersen Allah’ın Nebisi versin; “...Muhakkak, alimler peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz peygamberler ne altın ne de gümüş miras bırakırlar. Peygamberler ancak miras olarak ilim bırakırlar. Bu itibarla, kim peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse tam bir hisse almış olur.” (Ebu Davud)

diyerek ricada bulundu. İbni Abbas da ona şöyle karşılık verdi: “İşte âlimlere ve büyüklere böyle davranılır.” Bazıları bu hadiste şu ziyadeyi yapmışlardır: “Zeyd b. Sabit de, İbni Abbas’ın onun için üzengiyi tutmasına karşılık onun elini öperek onu mükâfatlandırmış ve ona şöyle demiştir: “İşte biz de peygamberimizin ehli beytine böyle yapmakla emrolunduk.” İbn Abbas radıyallahu anh, bazen çok şiddetli, bunaltıcı öğle sıcağında toz toprak altında Ubey ibn Ka’b’ın kapısı önünde otururdu. Öğle uykusu vaktinde dışarı çıkacağı için kapıyı çalmazdı. Daha sonra Ubey ibn Ka’b dışarı çıkınca ona şöyle derdi: “Ey Allah’ın Rasûlünün amca oğlu! Kapıyı çalsaydın ya da bana bir haber gönderseydin ya!?” Bunun üzerine ona

Alimlerimiz manevi lütfu sinelerinde, zihinlerinde, amellerinde taşıyıp sözleriyle ve yazdıkları eserlerle evlerimizin içine kadar nuru getiren kişilerdir. Bu yüzden Hasen el- Basri rahimehullah; “Alimler olmasaydı insanlar hayvanlar gibi olurlardı.” diye buyurmaktadır. Bu nimetin kadrini en iyi anlayan sahabe efendilerimizin kendilerinden üstün gördüklerine olan hürmetlerini görmek istersen kalbini onların yaşadığı asra çevir; Şa’bi şöyle demiştir: “Zeyd b. Sabit bir defasında cenaze namazını kıldı. Sonra ona binmesi için bir katır getirildi. İbni Abbas gelerek, katırın üzengisinden tuttu. Bunun üzerine Zeyd b. Sabit ona: “Ey Rasûlullah’ın amcasının oğlu, üzengiyi bırakır mısın?” SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

27


YUSUF YILMAZ I

Alimlerimiz manevi lütfu sinelerinde, zihinlerinde, amellerinde taşıyıp sözleriyle ve yazdıkları eserlerle evlerimizin içine kadar nuru getiren kişilerdir. Bu yüzden Hasen el- Basri rahimehullah; “Alimler olmasaydı insanlar hayvanlar gibi olurlardı.” diye buyurmaktadır. şöyle cevap verir: “Bize böyle yapmamız emredildi.” Örnek nesil olan sahabenin adımlarını karış karış takip eden büyüklerimizin tavırları da o derece ibretliktir; İmam Ahmed bin Hanbel’in şeyhi / hocası Halef b. El-Ahmer, İmam Ahmed’i yanına oturtmak istediğinde İmam Ahmed kabul etmeyerek şöyle dedi: “Ben sadece sizin önünüzde, huzurunuzda otururum. Kendisinden ilim aldığımız kişilere alçak gönüllü davranmakla emr olunduk.” Alimlerimize gösterilmesi gereken saygıyı ince kalp sahipleri ne de güzel ifade etmektedir; Said b. Müseyyeb rahimehullah dedi ki: Hz. Ali b. Ebû Talip radıyallahu anh şöyle dedi: “Âlimin bazı hakları şunlardır: Ona çok soru sormamalı ve cevabı hususunda onu zora koşmamalısın. Yorgun olduğunda ona ısrar etmemeli ve kalktığında onun elbisesinden tutmamalısın. Onun sırrını ifşa etmemeli ve hiç kimsenin yanında onun gıybetini yapmamalısın. Onun sürçmesini arzulamamalı ve zellesi olduğu zaman onun mazeretini kabul etmelisin. O Allah’ın emrini koruduğu sürece, senin de Allah için ona saygı göstermen ve onu yüceltmen gerekir. Onun önünde oturma. Onun bir ihtiyacı olduğu zaman, ona hizmet etmek hususunda bütün kavmin önüne geçmelisin.” Hasan b. Ali oğluna şöyle vasiyet etti: “Evladım, âlimlerle birlikte oturduğun zaman konuşmaktan ziyade dinlemeye hırslı ol. Güzel bir şekilde susmayı öğrendiğin gibi, güzel bir şekilde dinlemeyi de öğren. Uzayıp gitse bile durmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesme.” Meymûn b. Mihran dedi ki: “Senden daha âlim olan biriyle çekişme. Çünkü sen bunu yapacak olursan, o ilmini senden saklar ve senin ona hiçbir zararın olmaz.” İbn Asâkir diyor ki: “Allah, bizleri ve sizleri rızasına nail olmaya muvaffak kılsın. Bizi kendisinden korkan ve kendisine karşı gerçekten takvalı olanlardan eylesin. Bil ki ey kardeşim! Alim-

28

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

lerin etleri zehirlidir. Bu hususta Allah’ın adeti, onların bilinen eksikliklerini örtmesidir. Çünkü onlara sataşmak onların layık oldukları konumlarından çok uzaktır. Sahtekârlık ve iftira ile onların onurlarını dile dolamak tehlikeli bir otlaktır. Allah’ın onlardan ilmi yaşatmak için seçmiş olduğu kimseye uydurma sözlerle sataşmak çirkin bir ahlaktır. Allah’ın medh ettiğini taklit etmek, kendilerinden önce yaşamış olanlar için af dileme yolunu takip edenlerin sözü çok değerli ve övgüye şayandır.” Alimin Ayağına Gidilir Harun Reşid, İmam Malik’ten “Muvatta” isimli hadis kitabını okumayı istemiş ve birlikte derse başlayacakları günü kararlaştırmışlardı. Ders vakti gelince Halife Harun Reşid sarayında beklemeye, İmam Malik’te evinde beklemeye başlamış. Zaman bir hayli uzayınca Harun Reşid gün boyu kendisini beklediğini bildirmek ve kendisini çağırmak üzere İmam Malik’e bir haberci göndermiş. Haberci İmam Malik’e gelince, İmam Malik’te kendisini gün boyu evinde beklediğini söylemiş ve ona şu ibretlik sözü söylemiştir: “İlmin hiç kimsenin ayağına gitmemesi gerektiğini belirtmiş ve halifenin ilmi öğrenmek için kendisine gelmesi gerektiğini söylemiştir.” Ey aziz kardeşim! Sana ve bana selefin sözleri yeter de artar. Eğer halen, varlıkları ile bizi ahiretteki büyük lütfa taşımaya çalışan alimlerimize olan saygı da kusur işlemeyi basit ve değersiz görüyorsan bundan hemen vazgeç... Çünkü; İlmin hamallığını yapıp hidayete ermemizde bir vesile taşı olan rabbani alimlerimiz sana ve bana Latif olan Allah’ın bir lütfudur. Bu lütfun elimizden alınmaması duasıyla.


Kapak Dosya

MUSTAFA TATLI I

AHİRET YURDUNU SATIP İFLASA UĞRAYAN BİR ÂLİM:

BEL’AM B. BÂÛRÂ T

icaret insanın bu dünyada geçimini sağladığı rızık kazanma yollarından biridir. Ticaret

yapan bir insan elindeki malı satarak kendine menfaat sağlar. Bu iş helâlinden olduğu zaman Müslüman için bir ibadet kabul edilir. Ticarette kar elde edildiği gibi bazen zarar da edilebilir. Bu durum ticaretin genlerinde vardır. Kimsenin ticaretten kesin kar elde edeceği garanti altında değildir. Bahsettiğimiz ticaret dünyalık bir çabayla ilgilidir. Bir de ahiret yurdunun kazanıldığı büyük bir ticaret daha vardır. Bu ticaret kaybedildiğinde tekrar telafisi mümkün değildir. Bu büyük ticaretin en büyük sermayesi Rabbimizin lütfu olan imandır. Eğer imamınız samimi amellerle kuşatılırsa cennet ve rabbimizin rızası bu ticaretin bizSAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

29


MUSTAFA TATLI I

İnanmayan bir insan müminlere açık bir düşmandır. Kendisinden gelecek kötülüklere hazırlık yapılabilir ve anlaşılabilir bir konumdadır. Ama Bel’am tipli insanlar kendilerini alim portatifiyle ortaya koyarlar. Bakarsın ki nice ayet ve hadisleri okumaktadır. Kendisinin hakkı anlatan biri olduğunu varsayarsın ve sözüne itibar edersin. Yolunu takip etmeyi, onun görüşlerini almayı kendine şiar edinirsin, oysa ki belam zihniyetli insanların tek düşündükleri dünya menfaatidir. Bundan dolayı belamların tehlikesi bir çok inkar edenden daha tehlikelidir. lere olan karşılığı olur. Bunun tam terside ebedi bir kayıptır. Rabbimiz bizlere ahireti kazanacağımız bir ticaret için uyarılar göndermektedir. Bu uyarılardan biri de Kur’an’ın yaklaşık üçte birini teşkil eden kıssalardır. Örneğin Allah azze ve celle Tevbe suresinde şöyle buyuruyor: “Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişti.” (Tevce, 70) Rabbimiz bu kıssaları insanlara iman etmeleri ve öğüt almaları için anlatıyor. Umulur ki, insanlardan bazıları bu uyarılara kulak verip iman eder diye. Umurlur ki ansızın ve açıkça gelen azaplar insanlara bir öğüt olur diye. Kuranda anlatılan kıssalar genelde peygamberlerine karşı gelip helak olan kavimlerden bahsedilmektedir. Anlatılan kıssalardan biri diğerlerinden farklıdır. Bu kıssa Bel’am b. Bâûrâ’nın kıssasıdır. Bel’am ismi Kuran’da geçmemektedir. Ancak Araf suresinde geçen ifadelerden kastedilen kişinin Bel’am olduğu yorumlanır. Bu ayetlerde Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi

30

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (A’raf, 175-176) İfade edildiği gibi bu ayetlerde geçen kişinin varlığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Tefsirlerin genelinde Bel’am olarak yorumlanır. Bununla beraber ayette belirtilen kişinin; Ümeyye b. Ebu’sSalt veya Numan b. Sayfi olduğu hakkında da görüşler vardır. Bu ayetlerden hemen önce Hz. Musa ve İsrailoğullarından bahsedilmesi, Belam’ın kastedildiği yorumunun fazlaca yapılmasına neden olmuştur. İslami kaynaklarda bu konuyla alakalı olan bilgilerin birçoğu İsrailî bilgilerdir. Kıssa ayrıntılı olarak Tevrat’ta iki yerde geçmektedir. İslami kaynaklar ise kıssadan şöyle bahsetmektedir: Bel’am’ın kavmi cebbar bir kavimle savaşa hazırlanırken, kendisinden Hz. Musa’nın etkisiz kılınması için dua etmelerini isterler. Fakat Bel’am Musa Peygamber’e inandığı için bunu reddeder. Kavminin istekleri giderek artsa da onları geri çevirir. Kavmi sonunda onu hediyelerle kandırır. Ve Bel’am beddua eder. Allah da bu bedduayı kendilerine çevirir. Allahtan bir ceza olarak Bel’am’ın dili göğsüne sarkar. Dünya ve ahretini anlayan Bel’am, buna karşılık kavmimi kurtarmak için Hz. Musa ve İsrailoğullarına karşı bir hile öğretir. Bu hile; bu kavmin kadınlarının süslenerek savaşa giden Hz. Musa ve kavminin karşılarına çıkarlar. Bu hile ile yenik düşen topluluktan çok sayıda insan veba salgının nedeniyle ölür. Başka bir rivayette ise, Hz. Musa’ya karşı beddua edemeyeceğini söylemesi üzerine çarmıha gerilme korkusuyla ism-i azam okuyarak dua etmiş ve duası kabul edilmiştir.(Harman, Ömer Faruk, “Bel’am b. Bâûrâ”, DİA, V, 389.)


I MUSTAFA TATLI

iman ve ilim nimetinden aldığı nasibi dünya hayatının gelip geçici metaına tercih eden Bel’am kişilikli insanlar hem kendilerini hem toplumlarını haktan saptırabilirler. Allah bizlere bu tip insanları; kovsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp durmadan soluyan köpeğin durumuna benzetir. Sahibinin peşinden akılsızca giden kimseler gibi. Bu tip insanlara toplumları idare eden insanlara tarafından yönlendirilebilmektedir. Bu anlamda bu insanlara iki defa dikkat edilmesi gerekmektedir. Aktarılan kıssanın kesinliği bilinememekle birlikte zikredilen ayeti kerime bizlere çıkarılması gereken birçok dersler sunmaktadır. Bu ayetlerde iman nimetine erdikten, hak ve hakikati gördükten sonra onu bırakıp şeytanın ve dünyanın peşine düşen bir kimseden bahsediliyor. Bu kişilik ahreti kaybetme pahasına dünyayı tercih ediyor. Burada can alıcı nokta bu kişinin hakikati bilmesi hatta iman etmesidir. Bilgisi de normal bir kişiye göre üst seviyededir. Âlim denecek bir insandır. Bu kavramı temsil eden kişi öyle bir noktaya gelmiş ki, kendisine yapılan teklifle bilgisini insanları saptırmak için kullanmıştır. Kendisine bahşedilen bilgileri dünya menfaati için kullanmıştır.

atidir. Bundan dolayı belamların tehlikesi bir çok

Bel’am dünya için dinini satan ve insanları da doğru yoldan saptıran her türlü varlığı kapsayan bir ifadedir. Artık Bel’am kavramı hakkı batıla tercih edenlerin ifadesidir. Artık belam dünyayı ahirete tercih eden ve ettirenlerin kavramıdır. Sadece kendi sapmakla kalmamış, kendisinin salih ve alim olduğunu sanan insanları da saptırmıştır. Belki de en tehlikelisi de böyle bir tavra sahip olanlardır. İnanmayan bir insan müminlere açık bir düşmandır. Kendisinden gelecek kötülüklere hazırlık yapılabilir ve anlaşılabilir bir konumdadır. Ama Bel’am tipli insanlar kendilerini alim portatifiyle ortaya koyarlar. Bakarsın ki nice ayet ve hadisleri okumaktadır. Kendisinin hakkı anlatan biri olduğunu varsayarsın ve sözüne itibar edersin. Yolunu takip etmeyi, onun görüşlerini almayı kendine şiar edinirsin, oysa ki belam zihniyetli insanların tek düşündükleri dünya menfa-

dığı nasibi dünya hayatının gelip geçici metaına

inkar edenden daha tehlikelidir.

Bel’amların varlıkları sadece kişileri değil

toplumları da etkisi altına almaktadır. İnsanlara şirin görünen, insanların sorularına istedikleri gibi cevap veren, hakkı gizleyip şaşaalı, yaldızlı sözler kullanan kimseler etraflarına büyük kitleler toplayabilirler. Sonuç itibariyle bu kitlelerin başvuracakları Bel’am tipli insanların olması kendileri için din algısını kendisinde yeterli görmesini sağlamaktadır. Toplum böyle haktan, hakikatten ve iman yolunandan karış karış uzaklaşır. Ve acı bir sonuca doğru gider.

Sonuç olarak, iman ve ilim nimetinden al-

tercih eden Bel’am kişilikli insanlar hem kendilerini hem toplumlarını haktan saptırabilirler. Allah bizlere bu tip insanları; kovsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp durmadan soluyan köpeğin durumuna benzetir. Sahibinin peşinden akılsızca giden kimseler gibi. Bu tip insanlara toplumları idare eden insanlara tarafından yönlendirilebilmektedir. Bu anlamda bu insanlara iki defa dikkat edilmesi gerekmektedir.

Rabbim bizleri bildikleriyle amel eden-

lerden eylesin. Bizlere faydalı olan ilmi öğretsin. Öğrendiklerimizden faydalandırsın. İlmini dünyaya karşılık satanların yolundan gitmekten muhafaza eylesin. İlimden sonra cahillik, imandan sonra sapıklı, izzetten sonra zillet ne kötü yoldur… SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

31


Bir Konu Bir Ayet

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

‫َواِ ِذ ا ْب َت ٰلى‬ ‫ات َفاَتَ ّ َم ُه ّ َن‬ ٍ ‫اِ ْب ٰرهي َم َر ّبُ ُه ِب َك ِل َم‬ ‫اس اِ َما ًما َق َال‬ ِ ‫َق َال اِ ّنى َجا ِع ُل َك لِل ّ َن‬ ‫َو ِم ْن ُذ ِّر ّيَتى َق َال َل يَ َن ُال َع ْه ِدى‬ ‫ال ّ َظالِمي َن‬

İLİM MEDENİYETİN TEMELİ, İMAMLAR/ÖNDERLER BÂNÎSİDİR

“B

32

ir zamanlar Rabbi İbrâhim›i birtakım kelime-

olana da imam denir. “İmam”, müslümanların özel

lerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince;

bir seçim sistemi olan “biat”ı ile seçilen, ümmetin

‘Ben seni insanlara imam/önder yapacağım’ demişti.

(müslüman toplumun) din ve dünya siyasetini idare

‘Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)’ dedi.

etmek üzere seçilmiş Müslüman önderlere denir.

Allah: ‘Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)’

Bu mânâda ‘imam’, İslâm’la yönetilen bir ülkenin

buyurdu.” (2/Bakara, 124)

Müslüman başkanıdır. Bu imama “ülü’l-emr”,

“İmam” kelimesinin sözlük anlamı; önde olan, ken-

“halîfe”, “emîru’l-mü’minîn” de denilir. Mü’minler,

disine uyulan, önder, lider demektir. “İmam” ke-

kendi zamanlarında Müslümanların serbest biatıyla

limesi, anne demek olan “el-ümm” kelimesinden

(özel seçimiyle) iş başına gelen imama tâbi olmak

türemiştir. “Ümmet” kavramı da aynı köke dayalı

durumundadırlar.

olarak; bir köke, bir öze, bir anne gibi asıla bağlı olan

Namaz kıldırmak için önde olanlara da, “namaz

mânâsına gelir.

imamı, namazda önder” denmiştir. Çünkü o da

“İmam”, bir anlamda “ümmet”in önderidir.

namazda önde bulunmaktadır ve arkasında bir

“İmam”, kendisine uyulan bir liderdir. Bir kök

cemaat (bir ümmet) namaz için toplanmaktadır.

durumundadır ve arkasında bir cemaat vardır.

Namazda ümmet durumunda olan cemaat, ümm

Bu cemaat de bir imamın/önderin peşinde olduğu

(ana, kök, asıl, önder) durumundaki imama yani ce-

için “ümmet” adını almaktadır. Ümmetsiz imam,

maatin liderine uymaktadırlar.

imamsız ümmet olmaz.

İnsanların kendilerine uyup ilimlerinden ve ictihad-

İslâm hukukunda “imâmet”, dünyayı din ile idâre

larından faydalandıkları büyük âlimlere de “imam”

etmekte peygamberliğe vekâlet etmektir. Müslü-

denilmiştir. Çünkü insanlar, herhangi bir meselede

manların işlerini yönetmek için Rasûlullah’a vekil

onların fikirlerinin etrafında toplanmakta ve onların

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I ZAFER MERT ictihadının rehberliğinde sorunlarına çözüm bul-

sellem’in iltifatına mazhar olurlar. Nitekim konuyla

maktadır. Mezhep imamları bu mânâdadır. İmam

ilgili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu müj-

A’zam, İmam Şâfii, İmam Ahmed bin Hanbel gibi.

deyi veriyor: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cen-

Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik ve

nete giden yolu kolaylaştırır. Melekler hoşnutluklarından

peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konu-

ilim talebesine kanatlarını gerer. Sudaki balıklara varın-

sudur. “İmam”, özet olarak, bir topluluğa önder olan

caya kadar yer ve gök ehli, âlim kişinin bağışlanması için

demektir. Günümüz Türkiye’sinde, imam kavra-

Allah’a yakarır. Âlimin abide üstünlüğü, ayın yıldızlara

mının diğer bütün anlamları kaybolmuş ve yalnızca

olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin

namaz/câmi imamlığı mânâsı kalmıştır. O da, çoğun-

varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de

luğun kafasında basit karşılığı olan bir kavramdır.

gümüş bırakmışlardır. Onların bıraktıkları yegâne miras

Görünen o ki, bugün paramparça olan İslâm üm-

ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış

metini ilimde, siyasette ve toplumsal hayatta bir araya toplayacak Müslüman imamlara -önderlere, rehberlere- ihtiyaç vardır. Müslümanlar, bu şekilde seçilmiş bir imamın önderliğinde her tür işlerini ve ibâdetlerini daha iyi yerine getirirler, yaşadıkları coğrafyayı daha iyi ıslah ve tanzim ederler.(1) Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in adlarından biri de ‘Ümmü’lKitab’dır. Yani kitapların anası, kaynağı, kökü (43/Zuhruf,1-4). Kur’ân-ı Kerim, aynı zamanda ‘İmâmü’lMübîn’dir. Yani apaçık önder, yol gösterici,

olur.”(5) Bu ulvi vazifeye Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashabını teşvik etmiş; bilfiil mesaini harcamış, öncülük etmiştir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Mescidi Nebi’nin bir bölümünde “Suffa” adıyla bir ‘okul’ tesis etmesi, Bedir savaşındaki esirleri on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretme şartıyla serbest bırakması, O’nun ilme ve âlime verdiği önemi açık bir şekilde göstermektedir. İslam’a hizmet eden ilim erbabının bir kısmı burada yetişmiş ve günümüze kadar İslamî

birleştirici, önde olandır.

mirasın ulaşmasında önderlik etmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim, Hz. İbrâhim (a.s.)’e, ‘insanların

İnsanı kötü yoldan ilim ve âlimler kurtarır. İmam/

imamı’ sıfatını vermektedir. İbrâhim (a.s.), büyük peygamberlerdendir ve Tevhidin babası sayılmaktadır. O bu mânâda bütün insanların önderidir. Hz. Peygamber ise hadisi şeriflerde imamların/önderlerin sorumluluklarına dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar üzerinde olan büyük imam, çoban (gibi)dır. (Çobanın sürüden sorumlu olduğu gibi) O da halkından sorumludur.”(2)“Müslüman bir halka, Allah’ın görüp gözetmek üzere idâreci kıldığı hiçbir kul yoktur ki, onları aldatıp (zulmetmiş) olduğu

rehber olmadan doğru yol bulunamaz. Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de imamlara/rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca, İslâm’ın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince önderlerinde İslâm âlimi, İslâm’ı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş yerini belirleyen, tesbihi boncuk dizisinden ayırıp “tesbih” yapan şeyin adına “imâme” denir. Tesbih bile imâmesiz olmadığına göre, ümmetin

halde ölürse muhakkak Allah ona cenneti haram etmiş

imamsız olması elbette mümkün değildir.

olmasın.”(3)“Müslümanların idare işini üzerine alıp da

İslami hareket ilmi olmalıdır, ilme önem vermelidir.

onlar için çalışmayan ve hayır istemeyen hiçbir âmir yoktur

Harekete ilmin ışığında yön verilmelidir. Çünkü

ki, onlarla (müslümanlarla) birlikte cennete girebilsin.”(4)

Kur’an-ı Kerim ilme önem vermektedir. Bu durum

İmamlar,

açıkça ortaya koymaktadır ki, hangi şerait ve ahvalde

toplumların

manevi

mimarlarıdır.

İnsanlığın geleceğini aydınlatan ışık kaynağıdırlar. Onlar bilgileriyle toplumu kaynaştırır ve ışıklarıyla cemiyeti aydınlatırlar. Toplumun haliyle hemhal

olunursa olunsun, ilim tahsili yani eğitim, ihmal edilmemeli, İslami harekete yön verecek ilim ehli kimselerin yetiştirilmesi hususunda azami gayret

olan, onların sorunlarını yüreklerinde hisseden,

gösterilmelidir.

mesailerini ve hayatlarını insanlığa vakfeden fedakâr

Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ

insanlardır. Bu istikamette oldukları müddetçe

için bir kimse göndereceği zaman da göndereceği

Allah’ın lütfuna ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve

kişinin “ilim sahibi” olmasına dikkat etmiştir. MediSAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

33


ZAFER MERT I ne’ye birisinin gönderilmesi gerektiğinde, bir başka

stratejiler geliştiren, bir yandan da farklı karakter

sahabiyi değil, ilim sahibi olan Mus’ab bin Umeyr’i

ve yetenekteki insanları aynı hedefe doğru sevk ve

göndermiştir. Bu da göstermektedir ki, toplumlara

idare eden kimsedir. Özellikle İslâmî cemaat ve ha-

yön verenler, hareketi başlatanlar ve yönetenler

reketlere imamlık/liderlik yapacak şahsiyetler, bu

âlimler

“başkanlık”, “ağabeylik”, “hocalık” makamını, bir

olmalıdır.

Hareketin

planlı,

düzenli,

istikamet üzere olması buna bağlıdır.

nimet ve ganimet değil; ilâhî bir emânet ve büyük

Bugün de Rabbanî hareket ilmin ışığında yol alma-

bir mes’ûliyet kabul ederler/etmelidirler. Bu çeşit ya-

lıdır. Bunu söylerken, âlim vasfına haiz olan kişilerin

pılanmaların başında imam konumundaki kişilerde

sadece İslamî ilimlere ağırlık verip toplumu, beşeri

şu özelliklerin bulunması gereklidir:

ilimleri ve siyasi meseleleri bilmemelerini kastetmi-

1- Sağlam Bir İman ve İstikamet: Müslümanlara

yoruz. Sadece İslamî ilimlerle iştigal edip halktan

başkanlık yapacak kimselerin bâtıl düşüncelerden

kopuk bir şekilde kabuğuna çekilenler, toplumu

uzak, kâmil/sağlam bir imana ve en azından

hakkıyla tanıyamayıp problemlerini doğru teşhis edemediklerinden toplumu arkalarından getiremezler. Yapılan yanlış teşhis tedavi ihtimalini baştan iptal eder. Bunun sonucunda, o topluma doğru bir yol gösteremezler. Bundan dolayı harekete yön veren insanlarda âlim vasfının yanı sıra beşeri ilimlere ve siyasi meselelere de hâkim olacak bir bilginin olması gerektiği bilinmelidir.

haramları terk ettirip farzları yaptıran bir takvâya sahip olması gerekir. Dinî konularda ve İslâmî yaşayışta titiz ve dürüst olmayan kişiler, ahlâkî zaafları terk edip kendini düzeltemeyen şahsiyetler, cemaatleri üzerinde itimat ve itibar/saygınlık telkin edemezler. “(Nefsin kötü arzularına ve İslâmî hayatın zorluklarına) Sabrettikleri ve âyetlerimizeyakînî olarak (kesin bir şekilde) iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/rehberler yaptık.”(6)

İmamlarda/Önderlerde

Bulunması

Gereken

Vasıflar

“Ve onlar (iman edip tevbe edenler), ‘Rabbimiz! Bizi takvâ

Cemaat/Teşkilât İmamlığı

sahiplerine imam/önder kıl!’ derler.”(7)Takvâ sahiple-

Resmî veya gayr-ı resmî cemaatler, sivil toplum kuruluşları olduğu için, toplumu İslâmî anlamda değiştirme ve dönüştürme çabaları yönünden kaçınılmaz birlikteliklerdir. Dâvâyı benimsemiş Müslümanlardan oluşan bir cemaatin veya bunların oluşturduğu teşkilâtın imamı/lideri, insanları Allah rızâsı idealine, Müslümancafaâliyet ve özellikle dâvetçi/tebliğci kimliği kazandırmaya yönelik çalışmaları organize eden kimsedir. Cemaat imamının

34

Bu âyet, anlatılan gerçeğe dikkatimizi çekmektedir.

rine önder olmak, takvâda da önder olan bir yaşayış gerektirecektir. 2- Zihnî Yetenek ve Kültür:İmamlık yapacak kimselerin süper zekâya sahip olmaları şart değildir. Ancak, İslâm’ı, çağı ve çevreyi yorumlamada ve uygulamada, hatta gerektiğinde özel yöntemler ve orijinal fikirler ortaya koyabilme hususunda yeterli ve yetenekli olmalıdır. İslâm’ı ve hareketi hazmedip özümsemiş, düşünen, değerlendiren, mukayese ve

liderliğinin kabulü ve ona itaat, dinin bu konudaki

muhâkeme eden, fikir üreten bir kafa yapısına sahip

tavsiyesi doğrultusunda gönüllü bir tercihe dayan-

bulunmalıdır.

maktadır. Bu imamlıkta, insanları belli ideallere

3- Sosyal Kabiliyet:İnsanlara ve özellikle muhâtabı

inandırarak ve gönüllerini kazanarak sevk ve idare

olduğu cemaat ve teşkilat mensuplarına, onların ilgi

etme kural ve yeteneği geçerlidir.

ve bilgi seviyelerinden yaklaşamayan, onları kendi

Cemaat liderliği, “belirli grupları veya toplulukları

ayarlarında ve kendi diyarlarında idare etmesini ve

mecburî olmayan yöntemlerle, planlanan hedeflere

bununla beraber dâvâ istikametinde sürüklemesini

doğru yönlendirme tekniği”dir. Çünkü liderlik; hem

başaramayan kimseler imam olamazlar, başkanlık

kendini yetiştirme ve yenileme, hem de başkalarını

ve ağabeylik yapamazlar. Çünkü imamlık/liderlik,

etkileme ve sürükleme becerisidir. Gerçek ve başa-

başkaları yoluyla iş başarmaktır. Çok çalışmak ve

rılı imam/lider, bir yandan kendisini ve cemaatini

her işi yapmaktan ziyade; iyi bir organizatör olmak,

iyiye doğru değiştiren, bir yandan yeni ve yeterli

uygun işe uygun adam seçip o işi severek yaptır-

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I ZAFER MERT maktır. Her işe kendisi koşan, herşeyi bizzat kendisi

yecanını diri tutmalıdır. Sık sık paniğe kapılan, pısı-

yapmaya çalışan lider başarılı olamaz. Lider; otori-

rıklık psikolojisinden kurtulamayan tipler, imamlık/

tesini kullanarak organize yapan, uygun görev bö-

liderlik yapamazlar. Altından kalkamayacağı sorun-

lümü hazırlayan, arkasından takip ve değerlendir-

ları, varsa bir üst makama iletmeli, kendinden daha

meyi unutmayan ve sonunda eksikleri tamamlayan

tecrübeli insanlardan yardım istemelidir. “Onlara

ve boşlukları dolduran ve ikinci bir girişimde aynı

(İslâmî cemaat ve hareketle ilgili) güven veya korkuya

hataları tekrarla(t)mayan kişidir.

dair haber gelince hemen onu yayarlar (Bu tür haberlerin

4- İstişâre ve Adâlet: Her çeşit imamlık/yöneticilik

psikolojik veya stratejik yarar veya zararını hesaba kat-

için Kur’an’ın temel prensiplerinden ikisidir istişâre ve adâlet. “İş (yönetim) hakkında onlarla istişâre et, on-

mazlar). Halbuki o haberi Rasûl’e veya aralarında emir ve yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasında

lara danış, Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a te-

olayın içyüzünü anlayanlar o haberin ne anlama geldiğini

vekkül et, O’na dayınıp güven. Çünkü Allah, kendisine

(ve yayılıp yayılmaması gerektiğini) bilirlerdi. Allah’ın

dayanıp güvenenleri sever.»(8)”Onların işleri, aralarında

size lütuf ve merhameti olmasaydı, (böyle rastgele haber

şûrâ/danışma iledir.”(9)”Allah size, emânetleri mutlaka

ve yorum yaymaktan dolayı) pek azınız hâriç şeytana

ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmetti-

uyup giderdiniz.”(12)

ğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder.”(10)İstişâre

7- İletişim ve Hitâbet: İnsanları etkilemede, onları

edilecek insanlarda bulunması gereken vasıfların ba-

kudsî hedeflere yönlendirmede hitâbetin büyük

şında iki husus, vazgeçilmez şarttır: O konuda ehil/

önemi vardır. İnsanları yönetme ve çalışmaları

uzman olmak ve emîn/güvenilir olmak.

organize etmede iletişim, temel unsurlardan biridir.

5- Kararlılık, Cesâret ve Metânet: İmamlık yapacak

Bunun için de konuşma düzgünlüğü, çekiciliği,

kişiler, gereken her hususta o konunun uzmanlarıyla,

güzelliği ile ifade tarzı/üslûp, hayatî öneme sahiptir.

kendi yardımcıları ve çevresindeki yakınlarıyla is-

Konuşmaların «dinle beni”si, yazıların “oku beni”si

tişâre yapmalı, ortaya atılan fikir ve önerileri dik-

olmalı, sıkıcı değil; çekici ve câzip olup, uyuyanı

kate almalı ve sonunda kendisinde hâsıl olan vicdanî

uyandırmalıdır. Konuşma konuları önceden plan-

kanaatine göre verdiği kararı uygulamada cesaret ve

lanmalı, toplumun/cemaatin karşısına hazırlıksız

ciddiyet sahibi olmalıdır. “Kararını verdiğin zaman

çıkılmamalıdır. İletişim araçlarından yararlanmasını

da artık Allah’a tevekkül et, O’na dayınıp güven. Çünkü

bilmelidir. Hz. Mûsâ’nın konuşma kabiliyetini ve

Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.»(11)Karar

ifade yeteneğini artırması için Allah’a şu duâsı, me-

vermede tereddüt gösteren ve kararı geciktiren veya

sajın gerekli etkisi açısından hitâbetin önemini vur-

sık sık karar değiştiren tipler, başarılı olamaz. İmam,

gulamaktadır: “Rabbim! Ruhuma/gönlüme genişlik ver.

kendisinin bir otorite olduğunu/olması gerektiğini

Kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden; ki anlasınlar

unutmamalı, cesaretle bazı kararlar alıp uygula-

sözümü.”(13)

maya koymak zorunda olduğunu unutmamalıdır.

8- İktisat, Kanaat: İmamlar, her türlü israfı önleyici

Kararsız, korkak ve özgüveni olmayan liderler, bek-

tedbirleri almak zorundadır. Malî kaynakların ve

lentiye cevap veremez, çevresinden gereken saygıyı

maddî imkânların çarçur edilmesinin önüne geçtiği

duyamazlar.

gibi; eleman ve ekip israfına da, zaman ve imkân

6- Problem Çözmede Mârifet: Liderler, ânî ve yeni

israfına da izin vermemelidir. Üç kişinin başarabi-

problemleri çözmede, zorlukları ve olumsuzlukları

leceği işe beş kişi görevlendirmek, ekip israfı; ha-

yenmede girişimci ve becerikli olmalıdır. Problem-

tiplik ve ağabeylik yapacak kapasitedeki insana afiş

leri, tehdit ve tehlike derecesine göre sıraya koy-

astırmak da eleman israfıdır. Güncelliğini yitirmiş

mada, problem çözümünde orijinal ve yeni metodlar

konuları konuşmak ve yazmak, zaman israfıdır.

uygulamada keşfedici bir karaktere sahip bulunma-

Cemaatin/ümmetin parası, emânet bilinciyle değer-

lıdır. Sıkıntı ve saldırılar karşısında yılgınlığa ve

lendirilmeli, kaliteli işler ve ürünler ucuz maliyete

şaşkınlığa kapılmamalıdır. En zor anlarda bile çev-

getirilmeye çalışılmalıdır. İhtiyaçla lüks karıştırılma-

resine ümit ve gayret aşılamalı, onların hırs ve he-

malıdır. Reklâm ve vitrine ayrılacak bütçe, çalışma SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

35


ZAFER MERT I ve eylemlerin önüne geçmemelidir. Ayrıca, töhmet

Gerçek anlamda imamlarımız olacak önderlerimizi

ve zan altında kalmamak için, herşeyin kuruşu ku-

yetiştirmek için bizim ekeceğimiz ama bizden son-

ruşuna hesabı tutulmalı, bu konuda şeffaf olma-

raki nesillerimizin biçeceği alt yapı çalışmalarına

lıdır. “Allah, israf edenleri sevmez.”(14) İsraf, aşırılık

daha bir önem göstermeliyiz. Eğitim kurumlarımızı

demektir; bu tavır da tepkiyi doğurduğundan itaat

geliştirmeli ve genişletmeliyiz.

ve emre uymayı imkânsız hale getirir: “İsraf edenlere

İlim talebeleri olan kardeşlerimizi hem İslâmi hare-

itaat etmeyin!”(15)”Gereksiz yere saçıp savurma. Böylesine israf edip saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri/ dostlarıdır.”(16)

ketten koparmamalı hem de ana merkezde onların ilim ile iştigal etmelerini sağlamaya çalışmalıyız. İlimde ileri gitmesi mümkün olan kapasiteli ilim tale-

Plansız, programsız, hazırlıksız, ekipsiz, takipsiz

besi kardeşlerimizi davet sahasında ilimlerinden is-

işler başarısız ve bereketsiz olacağından sonuçta

tifade etmeli fakat davetin yorucu organizelerinden

zaman ve imkân israf edilmiş sayılacak ve tabii, hiz-

uzak tutmaya çalışarak dengeyi çok iyi bir şekilde

metin neticesi hezimet ve iflâsla noktalanacaktır.

kurmalıyız. Asla meyvayı olgunlaşmadan kopar-

9- Hürmet ve Muhabbet: İmamlık yapacak kişiler,

mamak gerektiği gibi tam anlamıyla yetişmeyen kar-

hem olgun ve ağırbaşlı, hem de herkese kibar ve

deşlerimizi ana mecrasından uzaklaştırmamalıyız.

saygılı olmalıdır. Başkalarını sevmeyen, kendisi de

İlim talebelerinin yetişmesi için gerekli olan eğitim

sevilmeyen kişilerde hayır yoktur. Hürmet etmeyen,

materyalleri ve maddi ihtiyaçlarının karşılanması

kendisine hürmeti hak edemez. Sevmeyen sevilmez.

hususunda da titiz davranmalı ve eğitim fonları ile

Tabii, lâkayt, laçka ve lâubali tipler, gırgır, geveze

bu kardeşlerimizi desteklemeliyiz. Bununla beraber

ve hafif meşrep kimseler de saygıya ve itaate lâyık

ilimle iştigal eden kardeşlerimizde davet çalışmala-

olamaz. İmamın, ciddî, ama asık suratlı değil; sem-

rını hafife almamalı, gereken önemi ve titizliği bu

patik ve güleryüzlü ama sırıtkanlıktan uzak bir port-

hususta da göstermeye çalışmalıdırlar.

resi olmalı. Herkesle ve her kesimle rahat diyalog

Yeterli insan ve finans kaynakları olan İslâmî hare-

kurabilen, müslümanlarla iyi ilişkiler geliştirebilen, başkalarıyla asgarî müştereklerde uzlaşabilen, ama kendi doğrularından ve değerlerinden tâviz vermeyen bir kabiliyet ve karakter taşımalıdır. (17) İslam medeniyetini tekrar inşa edip, ihya etmek istiyorsak bunun birinci basamağının âlimler yetiştirmek için çalışıp çabalamak olduğunun bilincinde olmamız gerekmektedir. İslâmî hareketler

ketlerin bu meseleye ciddi anlamda el atması kaçınılmazdır. Aksi takdirde ilminnura, cehaletin karanlığa götüreceği hususunda her akıl sahibi ittifak halindedir. Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle”(18)duasıyla…

kuşkusuz cesur yürekler, adanmış ruhlar, fedakâr Müslümanlar, akademisyenler yetiştirmiştir ve yetiştirmeye de devam ediyor, ama nedense âlim yetiştirme hususunda sıkıntı çekmektedirler. Kanaatime göre bunun önemli sebeplerinden birisi, İslâmî hareketlerin öncelik verdiği çalışmalarda bu hususa gerekli önemin verilmemesidir. Uzun yıllar isteyen disiplinli çalışma, yeterli finans ve insan kaynağı ayrımının ihmal edilmesidir. İnsan fıtratı gereği ektiği ürünü bir an önce görmek istemesi, zamane gençlerinin azminin az olup, yaşadığımız çağın ruhuna uygun olarak hızlı çözümlerden yana tavır takınması da gerçek anlamda âlimler yetiştirme çalışmalarımıza sekte vurmaktadır.

36

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

----------------------------------1- Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 302. 2-Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre, hadis no: 1705; EbûDâvud, İmâre 1; Tirmizî, Cihad 7, hadis no: 1705; Ahmed bin Hanbel, 2/54. 3-Buhârî, Ahkâm, 8. 4- Müslim, İman 229, hadis no: 142. 5-Tirmizi, ‘İlim’ 19. 6-32/Secde, 24. 7-25/Furkan, 74. 8- 3/Âl-i İmrân, 159. 9-42/Şûrâ, 38. 10-4/Nisâ, 58. 11-3/Âl-i İmrân, 159. 12-4/Nisâ, 83. 13-20/Tâhâ, 25-28. 14- 6/En’âm, 141; 7/A’râf, 31. 15-26/Şuarâ, 151. 16-17/İsrâ, 26-27. 17- Ahmet Akgül, Dâvâ Erlerine Mesaj ve Metod, s. 25-31. 18- Furkan, 74.


ALİ YÜCEL

Hadis-i Serif

sallallahu aleyhi ve sellem

ِّ ‫الص‬ ِ ‫َن أَبا بك ٍر‬ َّ ‫أ‬ ‫الل‬ َّ ‫رضي‬ ، ‫يق‬ ‫د‬ َ ّ َ َ َِّ ‫ول‬ ‫الل ُم ْرِن‬ َ ‫ يَا َر ُس‬: ‫ قال‬، ‫عنه‬ ٍ ‫بِ َكلم‬ ‫ت‬ ُ ‫َصبَ ْح‬ ْ ‫ات أَقُوُلُ َّن إِ َذا أ‬ َ : ‫ قُ ْل‬: ‫ قال‬، ‫يت‬ ‫وإِ َذا أ َْم‬ ُ ‫س‬ َ ِ َ‫«اللَّه َّم ف‬ ِ ‫السمو‬ ِ ‫ات و‬ ‫األرض‬ َّ ‫اط َر‬ ُ َ ِ َّ ‫َعاملَ الغَْيب َو‬ ‫رب‬ َّ ، ‫الش َهادة‬ ٍ ‫ُك ِل َش‬ ‫ أَ ْش َه ُد أَن‬. ُ‫يء َوَملِي َكه‬ ِّ ِ ‫من‬ ‫بك‬ َ ُ‫ أَعُوذ‬، ‫َنت‬ َ ‫الَ إله إالَّ أ‬ ْ ِ ‫ان و ِشر‬ ِ َ‫الش ْيط‬ َّ ‫َش ِّر نَفسي و َش ِّر‬ ‫كه‬ َ ْ ‫ت‬ َ ‫بح‬ ْ ‫ « قـُلْها إِذا أ‬: ‫» قال‬ ْ ‫َص‬ ِ ‫ت‬ َ ‫ وإِذا أَخ ْذ‬، ‫ت‬ َ ‫س ْي‬ َ ‫ َوإذا أَِْم‬، ‫ك» رواه أبو داود‬ ْ ‫َم‬ َ ‫ضج َع‬ ‫حسن‬ : ‫والرتمذي وقال‬ ٌ ٌ ‫حديث‬ ‫صحيح‬ ٌ

ÇETİN BİR SAVAŞ VE

HAZIRLIKSIZ YIĞINLAR HAYDİ! HEP BERABER

EN BAŞTAN BAŞLAYALIM

İ

nsan, tehlike sezinlediği yerlerden geçerken bir başka dikkatli ve endişeli olur. Kavga, gürültü ve anarşi söz konusuysa uyarırız sevdiklerimizi böyle ortamlardan zarar görmesinler diye. Mevcut bir düşman ve hasım var ise girip çıktığımız yerlere daha dikkat kesiliriz. Savaş ortamında keyfi ve rahat davranamaz insan, yapısı gereği. Her türlü tedbir ve önlemi almak durumundadır hesap etmediği bir sona uğramamak için. Bizler daha vücuda gelip dünyayı meşgul etmeden önce başlamış olan bir savaşın ortasında açarız gözlerimizi dünyaya. Olup-olmayacağından değil sadece taraf seçmek durumunda olduğumuz bir savaşın gölgesinde başlarız hayata. Allah azze ve celle tarafından ilan edilmiş Âdem ve İblis, Hak-Batıl, İman-Küfür, Tevhid-Şirk savaşının göbeğinde. Cephelerin sürekli el değiştirdiği, cephanelerin devamlı güncellendiği, tuzaklara yeni formatlar uyarlanıp uygulamaya konulduğu ve sürekli ayağa kalkan, yere düşen yığınlarla dolu amansız, duraksız, acımasız bir savaş... İnsan, düşmanını tanıdığı oranda zafere yakın olur. Söylem üreten değil, kafasını kullanıp düşmanını zayıf yerinden yakalayarak zafer kazanan ve kahramanlaşan liderlerle doludur insanlık tarihi. Casusluk faaliyetleri de bunun için değil mi SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

37


ALİ YÜCEL I

İnsan, düşmanını tanıdığı oranda zafere yakın olur. Söylem üreten değil, kafasını kullanıp düşmanını zayıf yerinden yakalayarak zafer kazanan ve kahramanlaşan liderlerle doludur insanlık tarihi. Casusluk faaliyetleri de bunun için değil mi zaten. Zayıfını yakala ve ummadığı anda zayıf tarafından vur. Gözlerimizi açtığımızda kendimizi içinde bulduğumuz bu savaşın ilan edicisi olan Rabbimiz, evladının kavgada zarar görmesini istemediği için kendisini uyaran ana-babadan daha müşfiktir bizlere. O, er-Raûf’tur, er-Rahman ve er-Rahimdir, merhameti ve şefkati sonsuzdur O’nun. Bu sebeple kendi huzurunda terbiyesizliğe yeltenen sinsi düşmanımız şeytana karşı bizi sürekli uyarmış ve ne tür vasıfları, hileleri, tuzakları, zaafları varsa bize haber vermiştir. Usta bir asker gibi, sadece slogan atarak değil dikkatli ve uyanık bir şekilde çeşitli açıdan bizden daha fazla imkâna sahip gözüken bu sinsi düşmana, yeri geldiğinde gereken hamleyi yapıp yapmamak Allah’ın izni ile bizim elimizdedir artık.

38

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

zaten. Zayıfını yakala ve ummadığı anda zayıf tarafından vur. Gözlerimizi açtığımızda kendimizi içinde bulduğumuz bu savaşın ilan edicisi olan Rabbimiz, evladının kavgada zarar görmesini istemediği için kendisini uyaran ana-babadan daha müşfiktir bizlere. O, er-Raûf’tur, er-Rahman ve er-Rahimdir, merhameti ve şefkati sonsuzdur O’nun. Bu sebeple kendi huzurunda terbiyesizliğe yeltenen sinsi düşmanımız şeytana karşı bizi sürekli uyarmış ve ne tür vasıfları, hileleri, tuzakları, zaafları varsa bize haber vermiştir. Usta bir asker gibi, sadece slogan atarak değil dikkatli ve uyanık bir şekilde çeşitli açıdan bizden daha fazla imkâna sahip gözüken bu sinsi düşmana, yeri geldiğinde gereken hamleyi yapıp yapmamak Allah’ın izni ile bizim elimizdedir artık. Evvela bilmeliyiz ki, çok mahir ve usta bir düşman gibi gözüken şeytanın en büyük özelliklerinden biri korkaklıktır. Dilerseniz onun Bedir savaşında müşriklerle olan diyaloğunu Kerim Kitabımızdan okuyalım: “Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi (melekleri) görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum; Allah’ın azabı şiddetlidir, dedi.” (Enfal Suresi 48) Ezan okunduğunda korkudan mafsalları gevşediği için yellenerek kaçan, Kur’an duyduğunda rahatsız olup o ortamı terkeden korkak bir düşman. İkinci olarak tuzak ve hileleri zayıftır şeytanın. (Bkz. Nisa Suresi 76) İki müslümanı neredeyse kavgaya tutuşturacak kadar fitleyip vesvese veren ve onları dolduruşa getiren iblis, bir istiâze ile sıvışıp gidecek ve onca maharetle hazırladığı tuzaklar beyhude olacaktır. Size sesleniyorum eşler! Öfke anında yanınızda kıs kıs gülerek sizi kışkırtanın, ezeli düşmanınız olduğunu biliyor musunuz? Bir birine küs duranlar, kimin kayığında olduğunuzu, kimin tuzağına yem olduğunuzu farkedemiyor musunuz hâlâ? O çelikten gibi gözüken duvara, ihlâslı bir istiâze ve öfkesinden kudurmuş, yenilginin nedametiyle yanıp tutuşan iblis... Hz. Yusuf’a ne maharetli tuzaklar kurmuş, oyunlar


I ALİ YÜCEL oynamıştı şeytan ama müstahkem bir kaleye sığınış, iblisin de yularını elinde bulunduran Allah’a iltica ve onca sene hazırlıkları yapılan bir tuzağın örümcek ağı gibi bir çırpıda yok oluşu. O sebeple sevin kardeşim, şeytanın tuzağı zayıf, hem de onu alevli ateşten yaratanın ilanıyla zayıf. Ne kadar alevli olursa olsun, nitelikli bir su ile hemencecik sönüveren bir ateştir onun tuzağı. Bir de çok yalancıdır iblis, aldatır ve kandırır kendisinin adımlarına uyanları. Birinci adımı attın mı alamazsın kendini diğer adımlardan ve ustaca süslenmiş yalanlar halkası içersinde kayboluverirsin birden. O sebeple uyanık olmalı sürekli yalan söyleyip kuruntu ve pembe hayallerle avutan düşmanımıza karşı... Hz. Âdem’i de yalanla kandırmadı mı? “Sizin iyiliğinizi istiyorum”, “Size nasihat ediyorum” diyerek aldatmadı mı onları? (Bkz. A’raf Suresi 21) O yüzden çok dikkat çekici bir şekilde vurgulanmıştır iblis’in aldatıcılığı ve bir o kadar vurucudur ilah-i ikaz: “Şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman Suresi 33, Fâtır Suresi 5) “Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (İsra Suresi 64) Onun usta bir yalancı olduğu hususunda şu ayet-i kerime ne kadar da ibretliktir: “Şeytan insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.” (Haşr Suresi 16) Dilerseniz bu amansız düşmanımızın diğer bazı özelliklerini yine yüce Rabbimizin buyruklarından dinleyelim: • Şeytan, israfçıdır. “Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsra Suresi 27) • Aramızı bozmak ister. “Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra Suresi 53) • Fakirlikle korkutur. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder.” (Bakara Suresi 268) • Kötülüğü, fuhşu ve Allah hakkında bilgisizce konuşmayı emreder. “O size ancak kötülüğü,

çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara Suresi 169) • Batıl ve yanlış sözleri ilka eder. “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.” (En’am Suresi 112) • Yaradılışı bozmaya-bozdurmaya çabalar. “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa Suresi 119) • İblis’in bize karşı belki de en büyük avantajı bizi görüyor olmasıdır. Zira biz onu göremiyoruz. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.” (A’raf Suresi 27) Bu ve bunlar gibi daha başka özellikleri bulunan iblise karşı biz müslümanların, Allah’ın buyruklarına gönülden kulak vererek boyun eğmeleri ve açık bir şekilde ifşa edilen bu tuzaklara karşı gereken hazırlıkları yapmaları gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde çeşitli münasebetlerle 88 defa “şeytan” (18 tanesi “şeyâtîn” şeklinde) ve 11 defa “iblis” diye uyarıp ikazda bulunduğu bu en büyük düşmanımızın, en büyük derdi insanların arasını bozarak birbirlerine düşman olmalarını sağlamak ve bu şekilde huzursuzluklara sebebiyet vererek Allah’tan uzaklaştırmaktır. Eşler arasındaki ilişkileri bozmak, kardeşler arasındaki münasebetleri dumura uğratmak, akrabalar arasında anlaşmazlıklar çıkarmak ve müslümanları küstürüp ihtilaflarına sebep olacak hallere sevketmek, şeytanın üzerinde hassasiyetle çalıştığı ve efor harcadığı alanlardır. Onun tuzaklarına kanıp yanlışa düşmemek için tedbirli olmalı vesvese ve fısıltılarına karşı uyanık kalmalıyız. Çünkü o, Habil’i Kabil’e öldürttüğünde çok parlak bir zafer kazanmıştı. Yusuf’u kendi SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

39


ALİ YÜCEL I

Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde çeşitli münasebetlerle 88 defa “şeytan” (18 tanesi “şeyâtîn” şeklinde) ve 11 defa “iblis” diye uyarıp ikazda bulunduğu bu en büyük düşmanımızın, en büyük derdi insanların arasını bozarak birbirlerine düşman olmalarını sağlamak ve bu şekilde huzursuzluklara sebebiyet vererek Allah’tan uzaklaştırmaktır. Eşler arasındaki ilişkileri bozmak, kardeşler arasındaki münasebetleri dumura uğratmak, akrabalar arasında anlaşmazlıklar çıkarmak ve müslümanları küstürüp ihtilaflarına sebep olacak hallere sevketmek, şeytanın üzerinde hassasiyetle çalıştığı ve efor harcadığı alanlardır. kardeşleri eli ile kıskançlık kuyusuna attırdığında pek sevinmişti. Kardeş olan Evs ve Hazrec’in arasını bozma fırsatı yakaladığında ellerini oğuşturuyordu. Eşleri birbirlerinden uzaklaştırmak için her daim tetikte bekliyordu. O zaman bizler de onun bu kandırma ve vesveselerine karşı “Melik’in-nâs”, “İlâh’in-nâs”, “Rabb’in-nâs” olan Allah’a sığınmalıyız. Zira Hz. Peygamber aleyhisselam’ın da haber verdiği gibi iblis, namaz kılanların kendisine kulluk yapmalarından ümidini kesmiştir ancak onların arasını bozmak “et-tahriş” en büyük emeli ve arzusu olmuştur. Hak-batıl savaşının devam etmektedir ve devam edecektir. Bu savaşta Allah celle celâluh’un tarafında olmayanlar doğal olarak şeytanın tarafında yer almaya mahkûm olacaklardır. Zira iblisin pe-

40

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

şine düştükleri ve onun peşinden sürüklenenler, Allah’tan uzak olmanın neticesinde böyle bir akıbete düçar olmuşlardır. Bakın yüce Rabbimiz şeytanın tuzaklarına açık hedef olanların özelliklerini bize nasıl haber veriyor. “Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der.” (Zuhruf suresi 36-38) Demek ki zikirden, fikirden, şükürden uzaklaştıkça -boşluk kabul etmeyen varlık âleminde- şeytanın kucağına doğru yuvarlanan bir nasipsiz haline geliyor insan. Dünyadayken peşinden gidilen dost, kıyamet gününde “Ne kötü arkadaşmışsın sen” serzenişleriyle şikâyet edilen bir düşman oluyor. Adımlarına uyup peşinden gidecek olursak şeytanın bizi nereye götüreceği en can alıcı ifadelerle anlatılmıştır bizlere, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de. Şeytanın adımlarına uyanların akıbetleri ile ilgili ibretlik birkaç ayet-i kerime… • Aileyi tahrip “Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra Suresi 53) “…ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra…” (Yusuf Suresi 100) • Uhrevi Hüsran “Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisa Suresi 119) • Alevli azap “Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fâtır Suresi 6) • Azgınlık “(Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.” (A’raf Suresi 202) Damarlarımızda dolaşan, namazda bizi bırakmayan, yatarken gaflet düğümleriyle kendine tutsak etmeye çalışan, çarşı-pazarları çok seven, yemeğimizden pay almak için çabalayan, evimize


I ALİ YÜCEL işimize ortak olmaya çalışan, doğduğumuz gibi bize rahatsızlık vermek isteyen şeytanın şerrinden korunmak için her daim Allah’a sığınmalıyız. Zira şeytan, çeşitli kılıklara girmiş köpeklerini sürekli bizim üzerimize salmakta ve manevi açıdan paramparça olmamız için uğraşmaktadır. İblisin hizmetinde bulunan onca yaveriyle teker teker mücadele etmenin zorluğu hepimizce malumdur. O zaman daha sağlam ve etkili olan yönteme başvurmalı, iblis de dâhil bütün yaverlerinin iplerini elinde bulunduran Allah’ın himayesine iltica etmeliyiz, sürünün sahibinden yardım istemeliyiz. “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” (Fussilet Suresi 36) “Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (A’raf

“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der.” (Zuhruf suresi 36-38)

Suresi 201) Her daim bize karşı pusuda bekleyen bu amansız düşmanımıza karşı uyanık olmalı ve sürekli Allah’a sığınmalı ve bu konuda gevşeklik gösterme-

bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (Mü’minûn Suresi 97-98)

meliyiz. Daha dünyaya gelmemiş yavruyu zifaf

Şeytanın vesveselerine karşı bir kalkan mesabe-

gecesinde yaptığımız dua ile Allah’ın himayesine

sinde olan mübarek sözlerle bitirelim. Ebu Hu-

teslim etmemiz gerektiğini öğretmektedir bize Hz.

reyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre

Peygamber. “Allahım, şeytanı bizden sav! Bize

Ebu Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh Peygamber

bahşedeceğin çocuklardan da uzaklaştır onu Allahım!” Doğar doğmaz yine Allah’ın korumasına bırakırız bizler yavrularımızı Hz. Meryem’in annesinden öğrendiğimiz terbiyeyle. “…Kovulmuş

aleyhisselâm’a: - Yâ Resûlallah! Bana sabahleyin ve akşamleyin okuyacağım mübarek kelimeleri öğretseniz de

şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı di-

okusam, dedi. O da:

liyorum.” (Âl-i İmrân Suresi 36) Ve yine büyüyüp

- “Allâhümme fâtıre’s-semâvâti ve’l-ardı âli-

serpilmeye başladıklarında yine Rabbimize teslim ediyoruz ciğerparelerimizi. Aynen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin radıyallahu anhumâ’yı dedeleri Hz. Muhammed’in Rabb’ül-âle’în’e teslim ettiği gibi. “İkinizi, bütün şeytanlardan, kem gözlerden Allah’ın himayesine sığındırırım.” Kur’an okurken, bir işe girişirken, her önemli işte, önemsediğimiz ve şeytanın ortak olmasını istemediğimiz bütün işlerimizde Allah’a sığınmaya devam etmeliyiz.

me’l-gaybi ve’ş-şehâdeti, rabbe külli şey’in ve melîkehû. Eşhedü enlâ ilâhe illâ ente. Eûzü bike min şerri nefsî ve şerri’ş-şeytâni ve şirkihî: Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allahım! Ey her şeyin Rabbi ve sâhibi! Senden başka ilâh bulunmadığını kesinlikle söylerim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allah’a şirk koşmaya davet etmesinden sana sığınırım” diye dua et ve

Ve dudaklarımızdan sürekli Rabbimizin bize öğ-

bunu sabahleyin, akşamleyin ve yatağa yattığın

rettiği şu dua çıkmalı. “Rabbim! Şeytanların kış-

zaman söyle!” buyurdu. (Ebu Davud, Edeb 101;

kırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda

Tirmizi, Daavât 14, 95.) SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

41


GÜNDEME

BAKIŞ

P

PKK MÜSLÜMAN KÜRT HALKINI TEMSİL EDİYOR MU KK çizgisinin Müslüman Kürt halkını temsil edip etmediğini anlayabilmek için öncelikle

bu hareketleri kuran ve hali hazırda devam ettiren önder kadronun İslam’a ve Müslümanlara bakış açısını bilmemiz, onların gerçek zihniyetini anlamamız gerekir.

lan’ın, Kürdistan Halk Kahramanları kitabı s.7887) PKK’nın amacı; Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu, Irak’ın kuzey’i, Suriye’nin kuzeydoğusu, İran’ın kuzeybatısındaki bölgelerde bağımsız Sosyalist/Ateist/Dinsiz bir Kürt Devleti kurmaktır… PKK’nın liderlik kadrosu bu amaçlarına ulaşa-

PKK’nın Kuruluşu

bilmek için Devlet’in güvenlik güçlerine, sivil in-

PKK’nın Kürtçe açılımı; Partiya Karkerên Kurdis-

sanlara ve kendi otoritesini kabul etmeyen tüm

tan’dır. Yani Kürdistan İşçi Partisi. PKK 1974 yılında kuruldu. Lideri Abdullah Öca-

Kürt gruplarına karşı şiddet uygulanması görüşündedir.

landır. O tarihte; Başkan yardımcısı Cemil Bayık, Yürütme Kurulu Başkanı Şahin Dönmez, Askeri

PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın Düşünce

Sorumlusu Mehmet Karasungur, İstihbarat So-

dünyası

rumlusu Mazlum Doğan, Yürütme Kurulu Üyesi Mehmet Hayri Durmuş, Yürütme Kurulu diğer üyesi ise, Öcalan’ın eşi Kesire Yıldırım’dır. Çekirdek Kadro 16 kişiden oluşmuştur.

PKK Lideri’nin Yüce Allah hakkındaki düşüncesi; “Yukarıda Tanrı olsaydı beni yine yanlış yola sevk edecekti. Kürtlerin Allah’ı onları yanlış yola sevk ediyor. Bunun için ben kendi kendimin tanrısıyım.” (Abdullah Öcalan’ın Sanat ve Edebiyatta

42

PKK’nın İdeolojisi

Kültür Aydınlanması kitabı s.153)

PKK’nın İdeolojik yapısının temelleri Marksizm,

“Lise döneminde büyük felsefik bunalımlar ya-

Leninizm ve Maoculuğa dayanır. (Abdullah Öca-

şadım. Tanrı ile savaştım. Bu savaştan başarı ile

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I NEDİM BAL çıktıktan sonra yarı tanrı oldum.” (Abdullah Öcalan’ın Özgür Yaşamla Diyaloglar kitabı s.257)

Maymunlardır. İnsan; 20 Milyon yıl önce Doğu

“Her topluluk kendini güçlendirdiği oranda, kendi Allah’ını yeniden tasarlamalıdır. Tarihsel ve toplumsal gerçeklik budur. Günümüzün Allah’ı ise; bilimdir.” (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı)

üstünde yürüyen yaratıkların evrim geçirmiş biçi-

PKK Liderinin İslam Dini hakkındaki görüşleri(!) “İslamiyet gerici bir dindir. Başlangıçtan beri zincirinden boşalmış aç bir aslan gibi etrafına saldırmaktadır. İslam’ın çevreye saldırması Hun’ların Roma uygarlık merkezine saldırmasına benzemektedir. İslamiyet, Sümer mitolojisinin üçüncü aşamasıdır. Din afyondur. İmha, işkence, açlık ve hastalık gibi sorunların kaynağıdır. (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s.39 / s.218) “İslamiyet; Nasturi Rahipleri ve Yahudi kabilelerinin etkisi altında kalan Muhammed’in kişiliğinden ortaya çıkmış bir bedevi Arap çıkışıdır.” ( A. Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s.72) “Kürtler İslamlaştıkça Kürtlüklerini unuttular. İslam dini kürtleri ezdi. Bizim Din ile ilişkimiz yok. Halkımız Tanrı’dan, (İslam) ideolojisinden kopmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda Tanrı’dan koptum. Tanrıyı aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam; kadınımıza hiçbir şey vermemiştir. Bunun yerine Sosyalist ahlâkı koyacağız. Allah’ın sevgili kullarının Cennet’e girmesi gibi kavramlar, işin fantezi, edebiyat kısmıdır. Tek Tanrılı din ideolojileri baştan sona siyaset ideolojileridir. Allah, Peygamber, melek gibi kavramlar o dönemin uydurulmuş siyasi literatürüdür.” (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s. 204)

Afrika’nın iklim koşullarında oluşan ve iki ayağı midir.” (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s.17-22)

PKK Liderinin Peygamberler Hakkındaki Görüşleri “Peygamberlik, Sümer, Mısır ve sonraları başka merkezlerin kabile ve din anlayışından doğmuş bir kavramdır.” “Peygamberlik; İbrahim tarafından geliştirilen ve yıpranan rahipliğin yerine getirilmiş bir kavramdır.” Muhammed, Mekke-Şam-Kudüs arasında yolculuk yaparken Asuri-Nasturi Rahiplerinden çok şey öğrenmiştir. Muhammed, Haniflerden’de etkilenmiştir. Zerdüşt’ün fikirlerinden’de etkilenmesi muhtemeldir. Hristiyanlık, Yahudilik ve Zerdüst’lük Muhammed’in ideolojisini hazırlayan etkenlerdir. (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s. 192 / s.156 / s.145)

PKK Liderinin Ahiret Hakkındaki Görüşleri “Cennet; Sümer toplumunda alt sınıfın hayal ettiği, üst sınıfında yaşadığı yerdir. Cennet aslında Basra Körfezi ile Dicle ve Fırat kıyısındaki tapınaklardan ve Saraylardan başka bir şey değildir.” (Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa kitabı s.73-74) Yıllardır PKK zihniyetine mensup kişilerin; İslami camialara karşı hep dile getirdikleri bir söylem vardı; “Sizler (yani İslamcılar) mazlum Kürt halkına sahip çıkmıyor, onların haklarını savunmuyorsunuz! Varsa yoksa işiniz Filistin, Gazze,

İnsanoğlunun Atası Hz. Adem (a.s) Hakkındaki Görüşleri

Bosna, Afganistan, Çeçenistan, Mısır v.s… Niçin

“Hz. Adem ve Havva hikayesi Sümer (Uygarlığı) kaynaklı bir söylentidir. İnsanoğlunun ilk atası

Bu samimiyetsiz ve saptırıcı sorulara verilecek ce-

Kürdistan halkını savunmuyorsunuz? vaplar pek çoktur. Öncelikle; SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

43


NEDİM BAL I Kemalist Zihniyet veya Derin Devlet Sadece

Çok şükür ki, Kemalist rejim ya da Derin Devlet;

Kürtlere Değil

doğudaki Kürt halkı üzerinde planladığı batılılaş-

Tüm Müslüman Halklara Zulmetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu güne özellikle Kemalist zihniyet mensupları; İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır almıştır. Çıkardıkları devrim yasaları ve istiklal mahkemeleri kararlarıyla yüz’lerce İslam önderini ve İslami değerlere sahip çıkan onbinlerce Müslüman Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz demeden katletmiş, hapsetmiş, eğitim-öğretim haklarını ellerinden almış, camileri-medreseleri kapatmış, tesettürü yasak-

tırma, dinsizleştirme, ahlâksızlaştırma hedeflerini tam olarak gerçekleştirememiştir. Kemalist rejimin doğudaki Müslüman Kürt halkına zulmetmesinin en büyük sebebi; Müslüman Kürtlerin İslam inancına ve İslam’i yaşam tarzına sahip çıkmalarıdır. Sonuç olarak Müslüman Kürt halkının iliklerine kadar işlemiş olan İslam dini, hem Kemalist rejim için hem de Emperyalist ve Siyonistler için büyük bir baş belası idi!

lamış, Kur’an’lar yakılmış, Elif-Ba öğretilmesi

İşte tam bu noktada, ateist, Marksist, Sosyalist

dahi yasaklanmıştır.

PKK projesi Kemalizmin, Emperyalizmin ve Siyo-

Kemalist rejim ve bu günkü uzantıları sadece bir ırka değil, kendini İslam’a nispet eden ve İslam’i yaşam tarzını benimseyen tüm halklara karşı zulmetmiştir. Allah’a çok şükür ki bu toprakların inançlı Müslümanları; fosseptik çukurlarından bir çukur olan Irkçılık/Faşistlik pisliğine bulaşmamış, kendi Irkının bilmem neresinin derdine düşmemiştir. Bu ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına tüm inançlı ve samimi Müslümanları, Kemalist rejime karşı ayaklanmış, İslami değerlere yapılan çirkin saldırılara karşı direnmeye çalışmışlardır. İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Said ve Said Nursi o dönemin Kemalizm ile mücadelede

nizmin ortak projesidir. Burada amaç; Müslüman Kürt halkını İslam’dan ve İslami değerlerden uzaklaştırmaktır. Emperyalist ve Siyonistlerin istekleri doğrultusunda Derin Devletin eliyle Müslüman Kürt halkına karşı bilinçli ve maksatlı olarak alçakça zulümler yapılmış, sonra da zulmedilen bu mazlum halkın karşısına kurtarıcı olarak Sosyalist, Dinsiz, Ateist ve İslam düşmanı olan sahte kahramanlar(!) çıkartılmıştır. Zulüm denizine düşen zavallı mazlum Müslüman Kürt halkı bu zulümden kurtulmak için yılana sarılmak zorunda bırakılmıştır. Bu sahte kahramanların hepsinin ipi; İsrail, Amerika ve İngiltere’nin elindedir.

sembol isimleridir.

44

Kemalist rejim ya da Derin Devlet; devrim yasa-

İslami Camia Bu Zulümlere Karşı Çıkmıştır.

ları, zulüm, katliamlar, ahlaksızlığın yaygınlaş-

Bugüne kadar Müslüman Kürt halkına yapılan

tırılması ile batıdaki Müslümanların direnişini

zulümleri dile getiren onlarca Müslüman yazar ve

zayıflatmış, zamanla Müslüman halkı İslami de-

İslami cemaat mensupları Derin Devlet tarafından

ğerlerden ve yaşam tarzından uzaklaştırmayı (asi-

mahkemelere çıkartılmış, bu zulmü dile getiren

milasyonu) kısmen de olsa başarmışlardır.

kitapları toplatılmış ve hapis cezaları ile karşı kar-

Fakat buna karşı; doğu da çoğunluğu Kürt olan

şıya kalmışlardır.

İslam önderleri ve onlara tabi olan Müslüman

PKK zihniyetinin bu gerçekleri bildiği halde sak-

Kürt halkı bu batılılaştırma, ateistleştirme, ahlâk-

laması ve göz ardı etmesinin en büyük sebebi;

sızlaştırma hareketlerine karşı direnip bu nok-

mazlum kürt halkının haklarını savunan ve bu zu-

tada Kemalist rejime karşı en büyük tepkileri or-

lümleri dile getirenlerin “İslam’i kimlikli” yazar

taya koymuştur.

ve kanaat önderleri olmalarıdır. Şayet Müslüman

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I NEDİM BAL Kürtlere yapılan zulüm ve haksızlıkları dile getir-

Türk Irkçılığına/Faşizmine Karşı Çıktığını İddia

dikleri için kitapları toplatılan, mahkemelere çı-

Eden PKK’nın

kartılan, hapis cezası alan Müslüman yazar ve ce-

Kürt Irkçılığı/Faşistliği Yapması

maat önderlerinin İslami kimlikleri olmasaydı bu

Dünyanın dört bir yerinde oluk oluk Müslüman

haksızlıkları dile getirdiklerinden dolayı çoktan Avrupa, Amerika, İsrail, İngiltere ve PKK tarafından baş tacı edilirlerdi. Sonuç olarak Müslüman önderler ve tevhid eksenli cemaatlerin çoğunluğu doğuda Müslüman Kürt halkına yapılan zulümlere her zaman karşı çıkmış ve bu hususta mazlum Müslüman Kürt halkının yanında olmuştur. Peki şimdi biz soralım: bugüne kadar zulmedilen, hapse atılan, işkence edilen, öldürülen Müslümanların, eğitim hakları ellerinden alınan gençlerin haklarını savundukları için mahkemeye çıkarılan, kitapları toplatılan, hapis cezası alan kaç tane PKK’lı vardır? Eğer birazcık utanma ve ar duygusu var ise önce bir aynaya bakmak lazım. O ayna da çirkin ve yalancı bir yüz göreceksiniz… Siz Hangi Zulme Karşı Çıktınız? Bu güne kadar hangi ateist, Marksist, Sosyalist düşünce yapısına sahip PKK zihniyetli yazar ve siyasetçi; Irak’ta, Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, Somali’de, Myanmar’da, Afrika’da, Tunus’ta, Suriye’de, Yemen’de, Türkistan’da, Özbekistan’da, Libya’da, Mısır’da, Gazze’de; Emperyalist ve Siyonist devletlerin Müslüman halka yönelik yaptığı zulüm ve katliamlara karşı çıktı? Bu güne kadar hangi ateist, Marksist, Sosyalist düşünce yapısına sahip PKK zihniyetli yazar ve siyasetçiler; zulmedilen, katledilen, soykırım yapılan Müslüman halklar için sokağa çıktı?

kanı akarken, son 30 Yıl içerisinde 4 milyon Müslüman halk, Hıristiyan ve Yahudi terör devletlerinin zulümleriyle katledilmişken, Müslüman kadınlar tecavüze uğrarken, Ebu Ğurayb’ler, Guantanamo’lar hala ortadayken, PKK zihniyetinin bu mazlum halklar için bir defa dahi ses çıkarmamaları, mazlum halkların uğradığı zulümleri bir kez dahi gündeme getirmemeleri Irkçılığın/Faşitliğin dik âlâsı değil midir? Bu ülkede Kemalist rejimin derin eli! Zamanında bilinçli ve kasıtlı olarak doğuda Müslüman Kürt halkına zulüm yaparken rastgele yoldan çevirdiği insanlara “sen Türkçe biliyor musun ulan?” diye sorar, Türkçe bilmeyenleri ulu orta medya dayağı çekerlerdi. Bu mazlumların dövülmelerinin, sövülmelerinin, hakaret edilmelerinin sebebi, sadece Türkçe bilmemeleri idi… Son yaşanan olaylarda PKK zihiniyetine mensup olanların Mardin-Kızıltepe’de bayram ziyareti için akrabasına gelen Suudi Arabistan doğumlu bir insana “Sen Kürtçe biliyor musun ulan?” diye sorup, aldıkları olumsuz cevap karşısında “Neden Kürtçe bilmiyorsun ulan” diyerek vahşice öldürmeleri Irkçılığın/Faşistliğin dik âlâsı değil midir? Bu durum kahrolsun faşizm, kahrolsun ırkçılık deyip sonrada o fosseptik çukuruna kendi elleriniz ve isteğinizle gömülmek değil midir? Irkçılık/Faşistlik Bir Alçaklıktır. Alçaklıktan Daha Beteri İse; Çukurluktur. O da; ideolojik faşistliktir. PKK’nın hâkim olduğu zihniyet; kendileri gibi

Bırakın sokağa çıkmayı ve zulme hayır demeyi,

inanmayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri

siz o zulümleri yapan Siyonist ve Emperyalist ül-

gibi yaşamayan Kürtleri, Kürt olarak kabul etmez.

kelerle kol kola oldunuz. Onların sofralarından

Kendi ideolojik inançlarını ve siyasi görüşlerini

yediniz-içtiniz. Şimdi hangi yüzle “Niçin Kürtleri

kabul etmeyen, üstüne üstlük PKK’nın otoritesini

savunmuyorsunuz?” sorusunu sorabiliyorsunuz.

tanımayarak karşı çıkan Kürtlerin yaşam hakkı

Siz zalimlerle kol kola olduğunuz müddetçe bu

dahi yoktur. PKK sadece kendi gibi düşünen veya

utanılacak bir soru değil midir?

kendi otoritesini kabul eden Kürtlerin hakkını saSAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

45


NEDİM BAL I vunur. Bu meseleyi daha iyi anlayabilmek için şu örnekler faydalı olacaktır.

liamlardan daha beterini Diyarbakır’da, Siirt’te, Mardin’de, Kızıltepe’de, Van’da, İstanbul’da, Bursa’da ve benzeri yerlerde yaptılar.

Birinci Örnek;

İki gün içinde 40 kişiyi öldürdüler. Tüm sakallı ve eşi tesettürlü olanlar IŞİD’çi diye yaftalanıp katledildiler. Kurban eti dağıtan 17 yaşındaki Müslüman bir genci sığındığı evin camından aşağı atıp üzerinden arabayla geçmiş, yetmemiş bir de üzerine benzin dökerek yakmışlardı.. Bu ne öfke? Bu ne kin? Bu 17 yaşındaki genç’te sizler gibi Kürt oğlu Kürt değil miydi? Bu gençte haklarını savunduğunuzu iddia ettiğiniz mazlum Kürtlerden değil miydi?

Suriye Baas Rejimi’nin lideri zalim Beşşar Esed, daha önce vatandaş olarak dahi kabul etmediği, nüfus cüzdanı vermediği ve kürt halkının yoğun olarak yaşadığı Rojova, Şengal, Kobani’yi tek kurşun dahi atmadan PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’ye altın tepsi içinde ikram etti… Irak’ta, İran’da ve Türkiye’de uzun yıllardır kendine ait herhangi bir otorite kuramayan PKK/PYD Esad Rejimi’nin altın tepsi içinde sunduğu bu tarihi fırsatı kaçırmamak ve yıllardır arzuladığı bir statükoya kavuşmak niyetiyle Rojova, Şengal ve Kobanide yaşayan Kürtlere otoritesini kabul ettirmek için baskı ve zulümler yapmaya başladı. Rojova, Şengal ve Kobanide PKK/PYD otoritesini kabul etmeyen tüm Kürtlere zulmedildi. Yaklaşık 50 bin kadar Şengalli Kürt evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Rojova, Şengal ve Kobani’de zulmedilerek yurtlarından sürülen Kürtlere yapılan bu zulmün sebebi PKK/PYD ideolojisini ve otoritesini kabul etmemeleridir. Çünkü PKK/ PYD’nin buna asla tahammülü yoktur. Farklı düşünce, farklı inanç sahipleri PKK’nın otoritesini tanımadan asla yaşam hakkı elde edemezler. PKK/PYD’nin Suriye’de kendi otoritesini kurmak için Suriye Kürtlerine yaptığı baskı ve zulümler artık herkes tarafından biliniyor. Şuan PKK/PYD zulmüne uğradıkları için IŞİD saflarına katılarak PKK/PYD’ye karşı savaşan yüzlerce Kürt genç var. Bu olay; PKK zihniyetinin tüm Kürtlerin değil sadece kendi ideolojilerine inanan, kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan yada kendi otoritelerine teslim olan Kürtlerin haklarını savunduklarını gösteren bir olaydır.

İkinci Örnek; Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobani’de “katliam oluyor” diye ayağa kalkanlar, sokağa fırlayanlar Kobani’de olduğunu iddia ettikleri kat-

46

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

Demek ki PKK’nın zulmünden kurtulmak için Kürt olmakta yetmiyormuş? Bir Kürt Marksist değilse, ateist değilse, sosyalist değilse yada namaz kılan, oruç tutan, örtünen, hacca giden fakat PKK zihniyetini savunan bir Kürt değilse sizler için o Kürt, Kürt bile sayılmazmış meğerse…

Kara Vicdanlılar Fakirlere kurban eti dağıtırken saldırıya uğrayan sonrada bir eve sığınan gençleri, vahşi hayvanların önüne atan ev sahiplerinde ve o gençler vahşice öldürülürken evlerinin penceresinden zılgıt çeken, “öldürün onları” diye bağıran o kadınlarda nasıl bir vicdan, nasıl bir insaf, nasıl bir kalp var? Onlarında çocukları, kardeşleri, kocaları yok mu? Şimdi yatağa yatarken öldürülen o masum gençlerin, kanlara bulanmış yüzleri rüyalarına giriyor mudur acaba? Hiç zannetmiyoruz. Çünkü imanı, vicdanı, insafı olmayanların rüyaları da masum olamaz.

İki yüzlülük İstanbul Okmeydanı’nda insanların mallarına ve canlarına zarar vermek için elinde Molotof Kokteyli ile oraya buraya saldıran 17 yaşında bir genç ölüyor, tüm sosyalistler, ateistler, dinsizler, liberaller, ulusalcılar ve bunların siyasi uzantıları ayağa kalkıyor. Okyanusun öteki tarafından bir hoca efendi(!) taziye mesajı göndererek kardeşlik


I NEDİM BAL ZAMANI’nı pekiştiriyor. Fakat öte yandan fakir ve muhtaçlara kurban eti dağıtan 17 yaşındaki bir genç 3. Kattan aşağı atılıyor, arabayla üzerinden geçiliyor, üstüne benzin dökülerek yakılıyor fakat bir tane cibilliyetsiz, ateist, solcu, liberal, ulusalcı PKK’lı siyasi ve yazarlardan ya da Hocaefendi Hazretlerinden kınama ya da taziye mesajı bile çok görülüyor. Niçin? Çünkü vahşice öldürülen Kürt; kendileri gibi inanmayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayan, insanların evlerini ve işyerlerini yakmayan, yıkmayan Müslüman bir Kürt olduğu için… Bu durum, halkların özgürlüğünü savunduğunu iddia eden fodullar için ikiyüzlülüğün ispatı değil midir? Aynı zamanda öldürülen 40 küsur insanın ve dükkânları yağmalanıp yakılan, evlerine saldırılan Kürtlerin tamamı ne hikmetse PKK taraftarı olmayan, onlar gibi düşünmeyen insanlardan olması da tesadüf değildir herhalde? Bütün bu yaşananlar gösteriyor ki; PKK ırkçılık/ faşistlik pisliğinden daha da aşağıya düşerek, tüm Kürt halkına karşı ideolojik bir faşizm sergilemektedirler.

Yaşanan Tüm Vahşet Organizelidir. HDP eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “biz sokağa çıkın dedik ama bunları yapın demedik” sözü gerçeği yansıtmayan, sadece yükselen tepki ve öfkeyi azaltmak için söylenen politik yalanlardan bir tanesidir. Bugüne kadar PKK ve tüm sosyalist grupların sıkıştıkları zaman bu tür yalanlarla kamuoyunu oyalamaları ve etraflarına gül dağıtmaları artık alışkanlık haline gelmiştir. Kendilerinin de inanmadığı bu yalanlara milletin de inanmadığı ortadadır. Bayramın 4. Günü HDP eş Başkanı’nın “sokağa çıkın ve elinizden geleni yapın” çağrısıyla beraber daha ilk gece Türkiye’nin birçok yerinde başta HÜDA-PAR olmak üzere tüm İslam’i Vakıf, Dernek, Dershane, Kur’an Kursları, Dindar Müslüman Kürtlerin dükkân ve evlerine EŞ ZA-

MANLI olarak baskınlar yapılması, sosyal medya üzerinden açıkça adres ve hedefler gösterilerek katliamlar yapılması bu işin basit bir halk taşkınlığı olmadığını tüm bu yaşananların arkasında olayları organize eden bir “İRADE”nin olduğunu ispat eder. Türkiye’nin birçok yerinde “EŞ ZAMANLI” olarak aynı tarz vahşetin sergilenmesi İslam’i camiaların ve PKK’lı olmayan Müslüman Kürtlerin hedef alınması bu olayların PKK’nın ortak akıl ve iradesiyle planlandığının açık göstergesidir. Hükümetin Hatası Kürt sorununun çözümünde tek muhatabın PKK/ HDP olarak belirlenmesi ve öne çıkarılması bu örgütleri şımartmış ve gücünü artırmıştır. Bu örgütleri, diğer Müslüman Kürtlerin üzerinde “Eli Sopalı Dayı” konumuna yükseltmiştir. Şayet hükümet bu sorunu çözmek istiyorsa, sorunun bir tarafı olan PKK ile birlikte hem bölgede yaşayan hem de büyük şehirlerde yaşayan tüm Kürtlerin temsilcileriyle aynı masa etrafında ortak çözüm aramalıdır. Bu noktada Müslüman Kürt halkının temsilcilerini, aşiret liderlerini, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini dışlayarak yapılmaya çalışılacak her türlü çözüm arayışı daha büyük ve toplumsal ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN temel sebebi olacaktır. BU OLAYLARDAN ÇIKARILACAK DERSLER 1. PKK gibi Marksist, ateist, sosyalist örgütler Müslüman Kürt halkının asla temsilcisi değildir. Müslüman Kürt halkı bu örgütlerden ve bölgede daha önce de yaptıkları zulüm ve baskılardan razı değillerdir. 2. PKK gibi örgütler en büyük zararı yine Kürt halkına vermişlerdir. PKK 1984 yılından beri Siyonist İsrail Terör devleti ile emperyalist Amerika ve Avrupa terör devletlerinin planları doğrultusunda bölgeyi karıştırmak ve büyük İsrail’e zemin hazırlamak amacıyla; aşiret liderlerine, Müslüman Kürt halkına ve devletin güvenlik güçlerine yönelik saldırılara başladı. Buna paralel olarak, aynı Siyonist ve Emperyalist güçlerin Türkiye içindeki derin yapılanması da, SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

47


NEDİM BAL I PKK’nın bu saldırılarını bahane ederek mazlum Kürt halkına karşı alçakça zulüm ve vahşetlere girişti. Bir taraftan mazlum ve Müslüman Kürt halkına PKK zulüm ediyordu öte taraftan Türkiye içinde Derin Devletin kara vicdanlı alçakları mazlum ve Müslüman Kürt halkına kasıtlı ve bilinçli olarak zulüm yapıyorlardı. Birbirlerine düşmanmış gibi gözüken her iki tarafta; mazlum Kürtleri öldürerek efendileri olan Siyonist ve Emperyalistlerin hesabına çalışıyorlardı. Yapılmak istenen şey; mazlum ve mağdur Kürt halkının ister istemez PKK yanlısı olmasını sağlamak ve gelecekte büyük İsrail topraklarına katılacak bir PKK Kürdistan’ının kurulmasıydı. İşte bu haince ve alçakça planın bir parçası olup onbinlerce Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez’in ölümüne sebep olduğu için PKK en büyük zulmü ve ihaneti mazlum Kürt halkına yapmıştır. Esnaf bir kardeşimizin 1993 yılında yaşadığı şu olay PKK ve Derin Devletin planlarını ortaya koyması, mazlum Kürt halkının durumunu anlatması açısından ibretlik bir olaydır. 17 yaşında Tunceli’li bir genç, kardeşimizin dükkânına gelir. Çalışmak istediğini ve iş aradığını söyler. Bundan sonrasını o gencin anlattıklarına bırakalım: “Abi bizim köyü PKK basıyor ve bizden yiyecek, içecek, giyecek istiyor. Şayet vermezsek bizi öldürmekle tehdit ediyorlar. Bizde can korkusuyla un, şeker, yağ ne varsa veriyoruz.. Sonra köye bu sefer devletin askerleri geliyor ve “siz teröristlere yardım ediyorsunuz” diye köyü yakıp yıkıyorlar. İki ateş arasında kaldık. Anam babam dedi ki: “oğul buralardan kaç git. Eğer burada kalırsan ya PKK seni alıp dağa götürecek ya da devletin askeri seni PKK’lı diye vuracak” bende Tunceli’den çıktım geldim. Burada çalışıp Anama Babama para göndermem lazım.” Evet bu olay mazlum Kürt halkının PKK ve Derin Devlet eliyle düşürüldüğü durumu çok iyi anlatıyor. 3. Şayet PKK zihniyeti hayal ettiği gibi bir PKK Kürdistan’ını kurup, otoriteyi eline geçirir ve bölgede tek hâkim olursa kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayan tüm Kürtlere nasıl davranacaklarının ipucunu 3 gün içerisinde yaptıkları vahşetle tüm dünyaya göstermişlerdir. PKK Kürdistan’ında farklı düşünen, farklı inanan, farklı yaşayan hiçbir Kürde onurluca yaşam hakkı yoktur. PKK Kürdistan’ında, PKK gibi inanmı-

48

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

yorsan, PKK gibi düşünmüyorsan Kürt oğlu Kürt de olsan; taşlanacaksın, yağmalanacaksın, yerlerde sürükleneceksin, binalardan aşağı atılacaksın, taşlarla başın ezilecek, araçlar üzerinden geçecek, benzin dökülüp yakılacaksın. Eğer PKK Kürdistan’ında dindar Müslüman Kürtsen ve onlar gibi düşünmüyorsan evlerin ve işyerlerin her an kundaklanabilir. PKK Kürdistan’ında onlar gibi düşünmüyor ve onlar gibi yaşamıyorsan, sen haraca bağlanabilirsin. Daha önce Rojova’da, Şengal’de Kobani’de yaptıkları gibi… Çünkü sen PKK ve PKK zihniyetini kabul etmeyen bir Kürtsün. Daha doğrusu onlara göre “Kandırılmış Kürtsün...” PKK’ya hizmet etmeyen kandırılmış Kürtler ha yaşamış ha yaşamamış ne fark eder ki? PKK/HDP zihniyetinin nasıl bir Kürdistan hayal ettiği ve PKK Kürdistan’ında kimlere yaşam hakkının olmadığı 3 gün içerisinde yaşanan olaylarla açık seçik ortaya çıkmıştır. 4. Çözüm sürecinde yapılacak görüşmelerde, mazlum ve Müslüman Kürt halkını temsilen sadece PKK’nın muhatap alınması buna karşılık toplum üzerinde sosyal tabanı olan İslami cemaat ve vakıfların, sivil toplum kuruluşlarının ve aşiretlerin dışlanarak muhatap alınmaması büyük bir hatadır. 5. Bölgede yaşayan tüm Kürtlerin, Arapların, Türklerin ve diğer azınlıkların mal ve can güvenliği adeta PKK zihniyetinin insafına terk edilmesi çözüm değil sonsuz bir ÇÖZÜMSÜZLÜK getirecektir. Her kim mazlum, mağdur ve masum olan Kürt, Türk, Arap halklarına karşı haince tuzaklar kuruyorsa, her kim Emperyalist ve Siyonistlerle dostluklar kurarak onlarla işbirliği yapıyorsa şanı yüce Allah onların tuzaklarını onların başına çevirsin, onların hainliklerini kursaklarında bıraksın, şeytanlıkta yarıştıkları dostlarıyla onları birbirine düşürsün… Rabbim Müslümanlara birlik beraberlik versin. Yaşanan olaylardan dersler çıkararak kardeş olmayı, ümmet olmayı nasip etsin. Amin Amin Amin... Allah’a emanet olunuz. Esselamun Aleykum.


HALİME YILMAZ

Nebevi Aile

ÇOCUKLARLA Ç İLETİŞİM KURABİLMENİN YOLLARI -1

ocuklar hayatlarının ilk günlerinden itibaren anne-babalarının tepkilerine ve duygularına

fazlaca duyarlıdırlar. Dolayısıyla çocuklarla kurulacak iletişimin kalitesi çocuk ile anne-baba arasındaki sorunların hem ortaya çıkışında hem de çözümünde belirleyicidir. Anne-babanın görevi çocuğa kurallarla dolu bir kışla ya da okul değil, yuva sağlamaktır. Çocukla sağlıklı iletişim kurmadan onun duygularını istek ve ihtiyaçlarını anlamamamız mümkün değildir. Çocukla sadece sözlü iletişim kurulmaz. İletişimin duygusal yönü de vardır. Çocuğun ne hissettiğini bilmeden vereceğimiz tepkilerin sağlıklı olması beklenemez. Çocuklarla iletişim kurabilmenin yollarını incelemeye çalışalım. SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

49


HALİME YILMAZ I ğunu dinlediğini, ona söz hakkı verdiğini söyler. Ama çocuk da gerçekten öyle mi düşünmektedir?

Sabırla sonuna kadar dinleyip sonra konuşmak iletişimin ilk adımıdır. Çocuğu dinlerken onun dediklerini basit tekrar yapabilirsiniz. Böylece onu dinlediğiniz, sevdiğiniz, değer verdiğiniz mesajını verirsiniz. Anne-babası tarafından dinlenildiğini hisseden çocuklarla sağlıklı iletişimin yolu açılmış olur. Dinlenilmeyen, sözü kesilen çocuklar kendisini, huysuzluk, saldırganlık veya eşyalara zarar vererek vb. uyumsuz davranışlarla gösterir veya içine kapanabilir.

Çocuğun konuşmasına izin vermek için önce sessiz kalıp dinlemek gerekir. Çocuk her söze başladığında, kendi yorumunu söylemek isteyen anne babanın laf kesmesiyle karşılaşırsa nasıl konuşabilecektir? Oysa çocuğun kendini ifade edebilme şansını bulabilmesi aynı zamanda sizi daha iyi anlayabilmesi demektir. Sabırla sonuna kadar dinleyip sonra konuşmak iletişimin ilk adımıdır. Çocuğu dinlerken onun dediklerini basit tekrar yapabilirsiniz. Böylece onu dinlediğiniz, sevdiğiniz, değer verdiğiniz mesajını verirsiniz. Anne-babası tarafından dinlenildiğini hisseden çocuklarla sağlıklı iletişimin yolu açılmış olur. Dinlenilmeyen, sözü kesilen çocuklar kendisini, huysuzluk, saldırganlık veya eşyalara zarar vererek vb. uyumsuz davranışlarla gösterir veya

1. EMPATİ

Çocukla sağlıklı iletişimin ve onu anlamanın en temel şartı empatidir. Empati kendini karşındakinin yerine koyabilmektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ifadesiyle: “Kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe bir kişi hakkıyla iman etmiş olmaz.” Oyuncağını kaybettiğinden dolayı ağlayan çocuğa “Ağlayacak ne var!” demek yerine olaya onun gözünden bakarak, oyunun ve oyuncağın onun gözünde ne kadar önemli olduğunu düşünerek davranmak empatiye bir örnektir. Empati sayesinde çocuklarla ilgili sorunların aslında çözümlenmeyecek şeyler olmadığını görürüz. Kendisinin ailesi ve çevresi tarafından anlaşılmadığını hisseden çocuk kendini onlara açmayacak ve dolayısıyla çözümü belki de çok basit olan problemler, içinden çıkılmaz hale dönebilecektir.

içine kapanabilir. 3. TARTIŞMAYI ÖĞRENMEK Genelde anne-babalar tartışmayı, çocuğun büyüklerine saygısızlığı olarak algılar. Tartışma çocuğun kendisini bir birey olarak ortaya koyma çabasından kaynaklanır. Önemli olan, tartışma adabını onlara öğretebilmektir. Bu da bizim tartışma sırasında göstereceğimiz tavırlarla, sözlerle, ses tonuyla onlara aşılanmaktadır. Ergenler tartışırken ses tonlarını yükseltebilmektedirler. Bu durum, tartışmaya izin vermemenin sebebi olmamalıdır. Çünkü tartışma, galibi olması gereken bir savaş değildir. Ergene, sakin olması durumunda daha iyi anlaşılabileceği söylenebilir. Çocuğa kendini ifade etme şansı tanımak onun güçlü birey olma arzusunu yerine getirmede büyük katkı sağlar. Üstün çıkma adına baskı

50

2. DİNLEMEYİ ÖĞRENMEK

kurmak kadar; rahat etmek için çocuğun istekle-

Çocukla iletişim kurmak isteyen ebeveynler onu dinlemelidir, anlamalıdır. Her anne-baba çocu-

rini yerine getirmek ve ona haklı olduğu mesajını

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

vermek doğru değildir.


I HALİME YILMAZ 4. ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL

Çocuklardan eleştiri almaya anne-babaların çoğu hazır değildir. Hâlbuki herkes yanlış yapabilir. Eleştirilere açık olmak gerekir. Çocuklar eleştirince haklı ya da haksız olduğuna bakmadan anne-babalar alınabiliyorlar. Hâlbuki haklılık payı varsa bunu kabul edip özür dilemek, çocuğa hem doğruyu gösterme hem de hatada ısrar etmemek gerektiği mesajını verir. 5. AİLE İÇİ İLETİŞİM Aile içi bireylerin iletişim şekli farklı olabilir.

Günlük konuşma dilinde ağız alışkanlığı haline getirdiğimiz bazı sözcükler çocuğu zedeler, rencide eder. Bir hata yapınca “Aptal! Sen adam olmazsın! Gerizekalı!” gibi yakıştırmalar yapmak çocuğu hatadan alıkoymaz. Aksine kişiliğini zedeler. Aradaki iletişimin kopmasına neden olur. Kırılan çocuk ya KENDİNİ GERİ ÇEKER ya da SALDIRGAN olur.

Önemli olan iletişim kopukluğu olmamasıdır. Ailenin ortak sorunları rahatlıkla konuşulabiliyor ve sohbet havasında paylaşılabiliyorsa sağlıklı aile içi iletişimden söz edebiliriz. 6. MESAJ a) Sözlü Mesaj Günlük konuşma dilinde ağız alışkanlığı haline getirdiğimiz bazı sözcükler çocuğu zedeler, rencide eder. Bir hata yapınca “Aptal! Sen adam olmazsın! Gerizekalı!” gibi yakıştırmalar yapmak çocuğu hatadan alıkoymaz. Aksine kişiliğini zedeler. Aradaki iletişimin kopmasına neden olur. Kırılan çocuk ya KENDİNİ GERİ ÇEKER ya da SALDIRGAN olur. Çocukla iletişimi bozan ve benlik saygısını azaltan bu tip sözlerden uzak durmak gerekir. Bu konuda hata yaptıysak gerektiğinde gönül almalı ve özür dilemeliyiz. Çocukları eleştirirken “Sen dili” ni kullanmamak gerekir. Mesela “Sana şu televizyonun sesini kıs dedim!” gibi sert ifadeler aslında vermek istediğimiz mesajın açık olmadığını ve neden sinirlendiğimizi ifade edemediğimiz anlamına gelir. Oysa bunun yerine “Televizyonun sesinin bu kadar yüksek olması beni rahatsız ediyor.” İfadesi karşımızdakine duygularımızı anlatma imkânı verecektir. b) Sözsüz Mesaj

Yani beden dili. Çocuklar karşısındakinin mesajını gelişim düzeyine göre algılar ve tepki verir. Örneğin küçük bir çocuğa yanlış yapınca kaşınızı kaldırırsanız yanlış yaptığını anlatırsınız. Ya da bir şey yapınca öpmeniz, o davranışı desteklediğiniz anlamına gelir. Çocukla iletişimde sözsüz mesaj da oldukça etkilidir. c) Tutarlılık Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde en can alıcı noktalardan biridir, tutarlılık. Kendi içinde çelişkili anne-babaların çocukla iletişiminde tutarlı olması mümkün değildir. Bugün dediğinin yarın aksini yapan anne-babaların çocuklarına doğru, kalıcı, sağlıklı mesajlar vermesi beklenemez. Bu tutarsız tavırlar ne yapacağını bilmeyen, kendini endişeli ve güçsüz hisseden çocuklar yetiştirmesine neden olur. Anne-babalar kadar büyükanne ve dedeler de kurallar konusunda tutarlı olmalıdır. Ancak tutarlı olmak katı, acımasız ve değişmez yaklaşım sergilemek demek değildir. Çocuğa zulmetmek yerine yeri gelince tutarsız olmayı tercih etmek gerekir. Bir sonraki yazımızın devamında görüşmek duasıyla... (Ayrıntılı bilgi için; Prof. Dr Mücahid Öztürk; Anne-Baba ve Eğitimciler İçin Çocuk Psikiyatrisi) SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

51


SİZİ “MÜSLÜMAN” OLARAK İSİMLENDİRDİ Yıkık bir binayı tamir etmek yeni bir bina yapmaktan daha zordur. Çünkü insan hiçbir zaman yıkımın mahiyetini tam anlamıyla anlayamaz. Oysa yeni bir bina yaparken kendi yaptığı/ürettiği bir şeydeki eksikliği hemen kavrar. Var olan binayı tamir etmekten korkanlar, yeni bir şey var etmek için var olanı yıkarlar. Ancak kapasitelerinin üzerinde olan bir yenilik için atılan adımlar hüsranla sonuçlanır. Zira insan zayıf yaratılmıştır. Zayıf fikirlerine ve zayıf bedenlerine bakmadan Allah’ın var ettiği hareketin üzerinde bir devrim gerçekleştirmeye çalışanlar, tutuşturdukları devrim ateşinin alevleri arasında aydınlanmaya çalışır. Oysa gerçek aydınlık yakıcı değildir. Devrim ateş gibidir. Devrim ateşiyle aydınlananlar yanmaya mahkumdur.

D

evrim.. Bir şeyleri yıkıp yerine yeni olanı getirmek demektir. Adem aleyhisselam ile

yeryüzüne yerleştirilen ilahi düzen asıl olduğuna göre devrim aslı yıkıp yeni ve kaynağı vahiy olmayanı ortaya çıkarmak anlamına gelir. O halde İslami bir hareket devrim kelimesi ile tasvir edilmemelidir. Müslümanın devrimi olmaz. Müslüman bu dünyada yenilik getirmek için değil, asıl olanı hatırlatmak ve uygulamak için çabalamaktadır. Zira Allah Kurandaki bir çok ayetinde hatırlamak, hatırlatmak ve akletmek kelimelerini kullanmaktadır. Müslümanın görevi yıkıp yenisini yapmak değil yıkık olanı tamir etmektir. Yıkık bir binayı tamir etmek yeni bir bina yapmaktan daha zordur. Çünkü insan hiçbir zaman yıkımın mahiyetini tam anlamıyla anlayamaz. Oysa yeni bir bina yaparken kendi yaptığı/ürettiği bir şeydeki eksikliği hemen kavrar. Var olan binayı tamir etmekten korkanlar, yeni bir şey var etmek için var olanı yıkarlar. Ancak kapasitelerinin üzerinde olan bir yenilik için atılan adımlar hüsranla sonuçlanır. Zira insan zayıf yaratılmıştır. Zayıf fikirlerine ve zayıf bedenlerine bakmadan Allah’ın var ettiği hareketin üzerinde bir devrim gerçekleştirmeye çalışanlar, tutuşturdukları devrim

52

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


I ESMA KÖSE ateşinin alevleri arasında aydınlanmaya çalışır. Oysa gerçek aydınlık yakıcı değildir. Devrim ateş gibidir. Devrim ateşiyle aydınlananlar yanmaya mahkumdur. Dinde reform adı altında getirilen yenilikler Allah’ın binasında fesad çıkarmak, Allah’a meydan okumaktır. ‘’Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.’’ İşte devrim ateşiyle Allah’ın binasını yıkmaya çalışanlar, üfleyerek güneşi söndürmeye çalışan ahmaklar gibidir. Üflemekle güneş sönmeyeceği gibi devrim kelimesi ile süsledikleri hareketleri vahiy hareketini sarsamayacak, Allah’ın binasının temelleri asla yıkılmayacaktır. Müslümana düşen (ci/cı/cu) Müslüman olarak değil, sadece Müslüman olarak ayağa kalkmak ve asla yıkılmayacak olan Allah’ın binasını unutmuş zihinlere hatırlatmaktır. Ya da ‘’Dev’’ ve ‘’Rim’’ hecelerinden oluşan bu kelime, büyük çember manasına gelmektedir. Zira sözlükten araştırdığımızda ‘’rim’’ Türkçeye çember olarak tercüme edilmektedir. Dev ise büyük cisim manasına geldiğine göre ‘’dev rim’’ büyük çember demektir. Gerçekten devrim ile ayağa kalkmış hiçbir hareket özgürlüğü temsil edememiştir. Çünkü çemberin büyüklüğü, sınırlı olduğu gerçeğini değiştirmez. Sınırlı olan bir hareket ise sonsuzluğun yolcularına yenilik getirecek bir güce sahip değildir. Eskiden bu kelimeyi duyduğumda heyecanlanır ve bu kelimeyle birlikte Ümitle kucaklardım Ümmeti. Ancak bu kelime üzerinden oynanan oyunları ve kaybedilen ümitleri öğrendikçe kayboldu heyecanım. Ve ‘’dev rim’’ kelimesinin aslında bizi özümüzden uzaklaştırdığını farkettim. Kaynağı vahiy olmayan, ilahi olmayan her hareket bir çemberin içinde sıkışmıştır ve sıkıştığı bu çemberin içinde yok olmaya mahkumdur. Zira devrimle başlayan her hareket tekerrürü yaşatmaktadır. İslami bir hareket devrim kelimesi ile isimlendirildiğinde kısıtlanmış ve belirli bir kesime hitap eder hale gelmiş olur. Üstelik Allah’ın Müslüman’a layık görmediği isimleri kullanmak, özümüzdeki İslam’dan ve Müslüman’dan heyecan alamadığımız iddiasını doğurur.

Devrimci Müslüman diye bir şey yoktur. Sadece Müslüman vardır. Zira eğer değişimse devrimin adı, dünyayı değiştiren tek kapsamlı ve uzun ömürlü hatta ebediyete uzanan devrimin ve devrimcinin adıdır Müslüman. Müslümanın yanına eklenen her sıfat fazlalıktır bana göre. Aynı soyadları çıkarıldığında sıfırlanan insanlara benziyor Müslüman sıfatının yanına ekler ve isimler getirenler. İslama göre değil üzerine ekledikleri sıfata göre şekil alıyor hayatları. Böylece ortaya İslamsız Müslüman çıkıyor. Oysa İslam kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmanın adıdır. İslamını yitirmiş, teslimiyetini kaybetmiş ruhlar büyük çemberlerin içinde savrulmayı hakeder. Cı/ci/cu/ ekleri ya da kullanılan her vahiysiz İsim, “Sizin babanız İbrahim’dir ve O sizi Müslüman olarak isimlendirdi’’ ayetini hiçe saymak ve Allah’ın verdiği ismi beğenmemektir. Gerçek devrimciler devrimlerini uydurma kelimelerle değil, kalplerinde sakladıkları ve imanlarından aldıkları kelimeleri ile yaparlar. Zira gerçek değişim bu dünyaya ait olmayan kelimeler ve hedefler üzerinden gerçekleştirilebilir. Bu dünyaya ait olan zaten bu dünya ile bütünleşmiştir ve onun üzerinden değişim yapmak odadaki eşyaların yerini değiştirmek gibidir. Zira odada zaten var olan eşyaların yerini değiştirmek o odayı değiştirmek olarak düşünülemez. Gerçek değişim, odadaki eşyaların yerine orada var olmayanı yerleştirmektir. Bu dünya odasının içerisinde bulunan şeyler üzerinden yapılan devrimler de büyük bir çemberin içerisinde sıkışmış olduğuna göre çemberin dışında olanı çembere yerleştirenler gerçek bir değişime adım atmış demektir. Ve öyle bir şey olmalıdır ki değişime neden olan; ötelere uzanmalı ve çemberin sınırlarını yok etmelidir. İşte Müslüman kelimesinin içinde gizli özgürlük tam da bu noktada ortaya çıkar. Zira vahiyle şekil alan insan artık eşyanın ve maddenin üzerinde bir anlayışa sahiptir. Ötelere uzanan bir bakış çemberlerle sınırlandırılamaz. Hayal gibidir iman, hayallerin sınırı olmaz. İstediğin bir dünyayı hayallerinde kurup orada yaşayabilirsin. Çünkü insanın bakışına göre şekil alır dünyası. Ancak iman ile hayal arasında bir fark SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

53


ESMA KÖSE I

Devrimimiz yoktur bizim. İmanımız ve bu imanla ayağa kalkan ruhlarımız vardır. Biz gökyüzüne adım atarız, yerde yürüdüğümüz gibi. İmanımızla beslediğimiz hareketimizin simgesi kanlı ellerimiz değil, şefkatle sildiğimiz gözyaşları ve bir mazlum daha ölmesin diye döktüğümüz kanlarımızdır. Biz kan dökmeyiz. Kanlar dökülmesin, mazlumlar bu kan denizinde boğulmasın ve mazlumları taşıyacak gemiler yol alsın diye kanlarımızdan denizler yaparız. vardır ki; O da İman gerçek olandır hayal ise su-

müzde hayat buluruz. İnsafsızca Müslümanlara

nidir. İmanın kazandırdığı bakışla gördüklerine

leke getirmeye, İslamı kan dökmeye çağıran bir

ulaşabilirsin. Ve bu bakış kalbe getirir öteleri.

din olarak göstermeye çalışanlar, asıl öldürmenin

Müslüman için kaybetmek diye bir şey yoktur.

öldüğünde hayat bulamayacak olana yakıştığını

Ve sınırlar yoktur onun dünyasında. Bu yüzden parmaklıklar sınırlayamamış, aksine bir medrese olup kanatlandırmıştır Yusuf el Uyeyri’leri. Kalbe gelenler hissedilir ve asla etkisini kaybetmez. Oysa zihne gelen hayaller anlıktır. Hayal balonu patlayanlar en baştan yeniden kurmak zorundadır hayallerini. Ancak iman ile kalbe gelenler, gerçekleşse de gerçekleşmese de hislidir, etkilidir. İz bırakır geride ve yeniden açılır kalp kapıları gelecek olana. Sonsuz bir umudun, imkansız bir imkanın evidir İman.. Devrimimiz yoktur bizim. İmanımız ve bu imanla ayağa kalkan ruhlarımız vardır. Biz gökyüzüne adım atarız, yerde yürüdüğümüz gibi. İmanımızla beslediğimiz hareketimizin simgesi kanlı

dece bu inanç üzerinden düşünenler dahi gerçeği farkedebilir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, Allah’ın kalbini mühürlediği kimselerden anlayış beklemek, Deve’nin iğnenin deliğinden geçmesini beklemek gibidir. Zulmün otorite haline gelmiş şekli olan tağutlar, ellerindeki kanı Müslümanların yürüdüğü sokaklara, tuttukları duvarlara, çocukların hayallerine bulaştırmakta.. Ve bulaşan her kan, bulaştıranı değil, bulaşanı lekelemekte.. Herkes yalancı şahitlerin peşinde, şahitlik yaptıkları tek kelimeyi bırakarak yol alırken gözlerine çektikleri menfaat perdesi önlerini görmelerine engel olduğu için ya-

ellerimiz değil, şefkatle sildiğimiz gözyaşları ve

ralanmakta imanlar..

bir mazlum daha ölmesin diye döktüğümüz kan-

Küfrü hoş, Müslümanı hor görmenin bu kadar

larımızdır. Biz kan dökmeyiz. Kanlar dökülmesin, mazlumlar bu kan denizinde boğulmasın ve mazlumları taşıyacak gemiler yol alsın diye kanlarımızdan denizler yaparız. Bizim her kelimemiz anlamlıdır. Öylesine kurulmuş kelimeleri ve cümleleri yoktur Müslüman’ın. Ölüm, bizde anlamlıdır. Hayat, bizde

yaygınlaştığı bir dünyada, çok ama boş konuşanları dinlemekten paslandı kulaklarım. Ve bir buğu kapladı ayetlere konu olmuş gözlerimi.. Şimşeğin ışığı gibi her şey, bir an aydınlanıyor dünya.. Sonra tekrar bırakıyor kendini karanlığın koy-

anlamlıdır. “Bizler sizin yaşamayı sevdiğinizden

nuna..

daha çok ölmeyi severiz” sözünde gizlidir her şey.

Mesele karanlıkta da hak ışığıyla yürümeyi bece-

Ölmeyi diyorum öldürmeyi değil. Biz öldürmeyi değil, ölmeyi severiz. Başka hiçbir din, millet, ırk vs. de var olmayan ölüm sevdası bizde vardır. Çünkü bir anlamı vardır bizde ölmenin. Biz, öl-

54

unutanlardır. Hiçbir bilgiye sahip olmaksızın sa-

rebilmek.. Zulmü kanın bulaştığı yere değil, kanı bulaştırana yüklemek..

düğümüzde yok olmaz, aksine ilk defa yaşamaya

Ve teslim olmamak, kasırga gibi etrafımızda do-

başlarız.. Onlar öldürerek yaşar. Biz ise öldüğü-

lanan fitne rüzgarına.

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


İMİZ

RLER ÖNDE

YÜRÜYEN SÜNNET:

ABDULFETTAH EBU GUDDE CİHAN MALAY

H

amd gökler ve yer dolusu Allah’adır. Salat ve selam Muhammed sallallahu aleyhi ve-

sellem’e, ashabına ve kıyamet gününe kadar O’nun izini sürdürenlerin üzerine olsun. Allah;”Şüphesiz bu Kur’an’ı biz indirdik.Onun koruyucusu da biziz.”(Hicr; 9) ayetiyle kitabını koruyacağını bildirmiş ve hiçbir kimse bu kitaba asırlar sonra bile olsa bir şüphe tohumu ekmekte başarılı olamamıştır. Peki;”Resulü’nün sünneti için böyle bir şey söyleyebilir miyiz?” Biz şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki Resulullah’ın sünneti de korunmuştur. Şam’da sahabenin rivayet ettiği hadisi Basra’da farklı sahabe aynı şekilde rivayet ediyorsa biz Sünnet’in korunmuşluğunu buradan anlayabiliriz. Bu konuda sahabe ve onlardan sonra gelenlerin gösterdiği gayreti görmek isteyenler ilgili kaynaklara başvurabilir. Onlar “Sünnet’i” kendilerinden sonrakilere ulaştırmak için “olağanüstü” gayret göstermişlerdir. Ashabından sonra peki durum ne oldu diyenlere cevabımız; Allah bazı insanları “Sünnet ve Hadis’in muhafızı” olarak yaratmıştır. Nitekim bir alimin “Allah, Buhari’yi sanki hadis için yaratmış” sözü meşhurdur. Asırlar geçti ve bu muhafızların sayısı hiç bitmedi. Ve 20.asra gelindiğinde bir kişi ortaya çıktı. Ona “Yürüyen Sünnet” diyebiliriz. Çünkü o öğrendiği sünneti yaşamak için çok gayretliydi. Bu yüzden kendisine bu ismi vermeyi uygun görüyoruz. SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

55


CİHAN MALAY I Sünnet hakkında söylediği şu sözler çok önemlidir:

meşgul oldukları şu günümüz dünyasında ilim sevgisi

“Aslında müşteşrikler sünnet ve hadis ile ilgili meselelere gıpta ile bakmaktadır. Nasıl olurda bilimsel metodun gelişmediği bir devirde Müslümanlar tek tek bütün sahabelerin,bütün ravilerin hayatlarını tetkik ederler? Şu ravi güvenilirdir, şu zayıftır diye hepsini nasıl tespit etmişler? Onlara göre Araplar ne Yunan Kültürü ne de Roma Kültürü ile tanışmamış, cahil ve ümmi bir toplumdur. Öyleyse nasıl olur da böyle sistematik eserler telif ederler? Şiir, tarih, fıkıh, usul ve hadis alanlarında yazılanlar onları şaşkına çevirmiştir. İşte bu kıskançlık onları şüpheler uyandırmaya sevk ediyor.”

gençlerin kalbine yerleşirse bu onlar için –inşallah- en

“Din akla ters veya muhalif olarak gelen bir sistem değildir. Ancak aklın alamadığı, anlayamadığı şeyler dinde olabilir.” Bu kişi “Abdulfettah Ebu Gudde” idi.

büyük meşguliyet olur.” Kitaplara olan düşkünlüğünü anlatan Ahmet Hamdi Yıldırım onu şöyle anlatır: “İstediği kitabı alabilmek için “Şu kadar namaz kılacağım” derdi. İstediği kitapları alabilmek için hiç çekinmeden en kıymetli eşyalarını gözden çıkarır, kitaplığında 30 bin kitap olmasına rağmen bir kitapçı dükkanına girdiğinde yüzünde mutluluk alametleri görülürdü.” Değerli alim Hasan en Nedvi onun hakkında şöyle demiştir:“İlimlerdeki çeşitliliği, ilmi dirayeti, isabetli görüşleri ve himmetinin yüceliği ile selef alimlerinin hatırası olan, Rabbani, mürebbi alimdir.” Dr. Nureddin Boyacılar kendisiyle yaşadığı şu anıyı aktarmaktadır: “O, benden İbnu’l Cevzi’nin “el Mevzuat” adlı eserini tahkik etmemi istedi. Kendisine

HAYATI

bu eserin tahkikini bitirdiğimde buna çok sevindi.”

1917 yılında Halep’te Gudde’^de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Halep’te tamamladıktan sonra dünyanın ilim merkezlerinden sayılan Mısır’daki El Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde okumaya başladı. Burada okurken İmam Hasan el Benna’dan etkilenen Gudde, İhvan-ı Müslimin cemaatine katılmış, Suriye’ye döndüğünde İhvan’ın Genel Koordinatörü oldu. Şam’da Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak görev aldı. Burada Hadis ve Fıkıh Usulü dersleri verdi. 1961 yılında Riyad’ta Şeriat Fakültesi’nde ders vermeye başladı. 1966 yılında ülkesine döndüğünde Suriye “Baas” yönetimi tarafından bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Ebu Gudde çağdaş İslam alimleri arasında fıkıh

Dünya’nın çeşitli yerlerinde (Hindistan,Türkiye,Hicaz,Yemen,Filistin,Cezayir…) konferanslar verdi.

ile hadis ilmini bir araya getiren alimlerden olarak sayılmıştır. HOCALARINDAN BAZILARI Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Muhammed Zahid el Kevseri İsa el Beyanuni Muhammed Ebu Zehra Abdulgani Abdulhalık Ahmed Muhammed Şakir Abdulhalim Mahmud Muhammed Yusuf Kandehlevi Yetiştirdiği en meşhur talebesi ise “Fıkhu’s Sunne” yazarı Seyyid Sabık’tır. Anlatıldığına göre icazet aldığı hoca sayısı 189’dur. Bu Abdulhayy el Kettani’den sonra as-

İLMİ ŞAHSİYETİ O,tam bir ilim aşığıydı. Kütüphanesinde 30 binden fazla kitap olduğu anlaşılmaktadır. Onun söylediği şu söz bu gerçeği ortaya koymaktadır:“İlmin az olduğu, insanların madde ve sermaye ile

56

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

rının en çok icazet alan isim olduğunu bize göstermektedir. İlim Talibine Şu Tavsiyelerde Bulunmuştur • Belli bir ilim dalında ihtisas yapmak çok güzeldir.


I CİHAN MALAY • “Ben artık her şeyi biliyorum” edasıyla kibir ve gurura kapılan kimse, acınacak bir insandır. • Bilmediği şeyler için “bilmiyorum” diyebilmelidir. • Kur’an ve Sünnet’in istediği Rabbani alim olabilmek için ve bir de kalbin aydınlanması için “takva” zarurettir.

Vefatından dört ay önce iç dokusu zarar gören sağ gözünden ameliyat olduysa da ameliyat fayda vermedi. Sağ gözü görmez oldu. Bu durum gözünde ve başında ağrılara sebep olurdu da onu çığlık atıp feryat ederken hiç duymadım. Ağrısı çok şiddetlenince şöyle derdi:”Ya Allah! La ilahe illallah.”

öğrenci, mutlaka bir not defteri edinmeli ve

Selman Ebu Gudde; Muhammed Ziyaeddin Sabuni, babam adına düzenlenen bir saygı gecesinde onu öven bir şiir söylemiş ve adını Ebu Hanife ile anmıştı. Babam bunu eleştirmiş ve şöyle demişti: ”Kardeşlerim benim hakkında konuştular ve doğrusu sözlerini esirgemediler. Ancak aşırı övgülerinden dolayı beni zor durumda bıraktıklarını söyleyeyim. Hatta kardeşim Sabuni, beni Ebu Hanife (r.aleyh) ile karşı karşı getirdi. Bu benim kıymetine yaklaşamayacağım bir şeydir. Ebu Hanife’nin önünde ben bir kum tanesi olamam.”

okuduğu, duyduğu, gördüğü şeyleri yazmalı/

(el Müctema; Haziran 1997, çev.Sadullah Yıldız)

• Öğrenci günahların her türlüsünden sakınmalıdır. • İlimde otorite olmak için üç şey gerekir: ”İlim tahsili, aşırı istek ve kalbin aydınlatılması” • Öğrenci canlı, ciddi, çalışkan, istekli, azim ve himmet sahibi olmalıdır. • İlmi yazıya dökmek ve not tutmak son derece mühimdir. “İlim bir avdır, yazı ise onu avlamaktır. Bu yüzden de avcı durumunda olan

avlamalıdır.” OĞLU SELMAN EBU GUDDE BABASINI ANLATIYOR “Babam; çabuk duygulanır, hemen ibret alırdı. Kur’an ve Allah’ı zikretmek onun gözyaşını çok dökerdi. Salih insanların kıssalarını duyunca kendini tutamaz, Müslümanların acılarını duyunca kederlenirdi. Ümmetin ızdıraplı halinden çok üzüntü duyardı. Yangın yerine dönen yüreğinin tasasından bir kulağı sağır olmuştur. Bir gün konuştuğu kişi ona İslam ülkelerindeki zulümlerden bazı kesitler sunmuş, o da çok hüzünlenmişti. O geceyi acı ve hüzünle geçirdi. Ertesi gün olduğunda babamın sağ kulağından kan geldiğini gördük ve kulağı o günden sonra duymaz oldu. Bundan sonra Allah onu gözlerinin zayıflamasıyla imtihan etti. Sene h.1410. Gelin görün ki onu hiç sızlanıp şikayet ederken görmedim. Daima sabır… Daima teslimiyet… En çok düşündüğü şey yazmak istediklerini yazamadan ömrünün sona ereceği endişesiydi.

VEFATI 1989 yılında gözlerindeki meydana gelen ağrılardan dolayı ameliyat olmuştur. 1992 yılında ciğerlerinde verem tespitinde bulunuldu. Daha sonraları veremden kurtulduysa da 1997 yılında gözlerinde ağrılar ve beraberinde meydana gelen şiddetli mide ağrısından Riyad’ta hastaneye kaldırılmış ve burada vefat etmiştir. Cenazesi uçakla ömür boyu sünnet ve hadisine hizmet ettiği Resulullah sallalahu aleyhi vesellem’e komşu olarak Baki Kabristanlığı’na defnedildi. ESERLERİ • Biz sadece Türkçeye çevrilmiş eserlerini burada sayacağız: • İlim Uğrunda • Alimlerin Gözüyle Zamanın Kıymeti • Kavaid Fi Ulumul Hadis • Mevzu Hadisler Yararlanılan Kaynaklar Dr. Mehmet Görmez, Abdulfettah Ebu Gudde ile Sünnet ve Hadis Üzerine Bir Söyleşi, 1997 Şeyh Allame Abdulfettan Ebu Gudde, Dr. Ali Pekcan İLAM Dergisi,c.II,s.1(1997)

SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

57


EMRAH SEVEN

DÜNYA ABD: IRAK ORDUSUNA EĞİTİM ŞART

ABD, Irak askerlerinin IŞİD’e karşı kara saldırısı yapacak seviyeye gelmesinin aylar alacağını açıkladı.

ABD

Irak ordusunun IŞİD’e karşı karada savaşabilmesi ve başarılı olabilmesi için aylar sürecek bir askeri eğitimden geçmesi gerektiği söyleniyor. Açıklama CENTCOM’dan geldi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM, Musul’u bir gecede, tek bir kurşun dahi sıkmadan terk eden eden Irak ordusunun, şimdi IŞİD’e karşı yeniden kendilerinden eğitim almaya ihtiyacı olduğunu duyurdu. Musul’u terkeden Irak ordusunu da ABD eğitmişti. CENTCOM’dan yapılan açıklamada, Irak ordusunun IŞİD’i kara operasyonuyla geriletme kabiliyetinin olmadığı söylenirken, IŞİD’le karada savaşacak seviyeye gelmesi için aylar sürecek bir askeri eğitimden geçirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

MYANMAR ‘DA BİR GAZETECİ GÖZALTINDAYKEN ÖLDÜRÜLDÜ MYANMAR

Myanmar’da öldürülen gazeteci Aung Kyaw Naing, ordu ve ayrılıkçı Karen grubu arasındaki çatışmaları izlerken gözaltına alınmıştı Myanmar’da bir gazetecinin ordu tarafından gözaltına alındıktan sonra öldürüldüğü bildirildi. Myanmar medyası, 30 Eylül’de güneydoğudaki Tayland sınırında ordu ve ayrılıkçı Karen örgütü arasındaki çatışmaları izleyen Aung Kyaw Naing’in gözaltına alınmasından 4 gün sonra ateş edilerek öldürüldüğünü belirtti. Irrawaddy haber sitesi de gazetecinin ölümünün devlet ile basın arasında 2012’de kurulan ve yarı resmi statüsü olan Basın Konseyince yayınlanan bir askeri raporda yer aldığını kaydetti.

İSRAİL VAHŞETİ BİR FİLİSTİNLİ GENCİN DAHA HAYALLERİNE MANİ OLDU Batı Şeria’da İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu Filistinli bir gencin hayatını kaybettiği bildirildi.

FİLİSTİN

Ramallah’ın doğusundaki Silvad nahiyesine baskın düzenleyen İsrail askerinin, Filistinli gençlerle yaşanan arbedenin ardından gerçek mermi ve göz yaşartıcı gaz kullandığı, Urve Hamad’ın bu sırada başına isabet eden kurşunlar nedeniyle öldüğü belirtildi.

58

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


DÜNYA MISIR: SİNA’DA 3 AYLIK OLAĞANÜSTÜ HAL İLAN ETTİ Mısır’ın Kuzey Sina ilinde meydana gelen bombalı saldırı üzerine 3 ay olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi

MISIR

C

umhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Kuzey Sina ilinde 3 ay olağanüstü hal ve 17.00 ile 07.00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan edildiği belirtildi. Ayrıca, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin bu sabah Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin başkanlığında olağanüstü toplanmasına karar verildiği aktarıldı. Mısır’ın Kuzey Sina ilinde güvenlik noktasına düzenlenen bombalı saldırıda 26 kişinin hayatını kaybettiği, 28’den fazla kişinin yaralandığı bildirilmişti.

PAPA: BİZİ AYIRAN ENGELLERİ AŞMAK İÇİN TÜRKİYE’YE GİDECEĞİM

K

atolik âleminin ruhani lideri Papa Franciscus, Türkiye’ye yapacağı ziyarette Katolikleri ve Ortodoksları ayıran engelleri

TÜRKİYE

aşmak istediğini söyledi. Vatikan basınına yansıyan haberlerde Papa, bugün kabul ettiği Amerika’da faaliyet gösteren “Orientale Lumen Vakfı” üyelerine hitabında, “Türkiye’ye, Ortodokslarla bizi ayıran engelleri sevgi ve gerçeklik temelinde aşmak için gidiyorum”dedi.

YPG’NİN YEMEK SPONSORU AMERİKA ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı C-130 kargo uçakları Kobani’de IŞİD’e karşı savaşan PKK’nın Suriye uzantısı YPG militanlarına 28 konteyner dolusu silah, cephane, tıbbi ve gıda yardımı atmıştı.

K

KOBANİ

onteynerlardan biri IŞİD bölgesine düştü. IŞİD, söz konusu kargonun görüntülerini yayınladı. YPG’lilere yapılan yemek

yardımı, Irak ve Afganistan’da savaşan ABD askerlerine cephede hazır yemek üreten Wornick şirketinin ürünleriydi. Kobani’ye gıda yardımı, ABD’nin Ohio eyaletine bağlı Cincinnati kentinde üretim yapan Amerikan şirketi Wornick’in depolarından geldi. YPG’NİN YEMEK MENÜSÜ ŞÖYLE; - Et Soslu Spagetti - Izgara Tavuk - Tavuklu Noodle - Soslu Penne Makarna - Fasulye - Lazanya - Peynirler - M&M - Fıstık Ezmesi - Irish Cream Cappuccino - French Vanilla Kahve SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

59


EMRAH SEVEN

DÜNYA

İSRAİL CUMHURBAŞKANI RİVLİN: İSRAİL TOPLUMU HASTA! İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin, ‘İsrail toplumunun hasta olduğunu ve bunu tedavi etmemiz gerektiğini itiraf etmenin zamanı geldi’ dedi.

İSRAİL

F

acebook’ta “belli bir grubun görüşüne tam olarak uymayan bir paylaşımda bulunduğunda kendisinin de sözlü tacize uğradığını” dile getiren Rivlin, “İsrail toplumunun hasta olduğunu ve bunu tedavi etmemiz gerektiğini itiraf etmenin zamanı geldi” diye konuştu.

ABD: BİZİM İÇİN PKK VE PYD AYRI İKİ ÖRGÜTTÜR Erdoğan’ın “Bizim için PKK ve PYD de birdir ve terör örgütüdür” sözleri üzerine ABD, PYD ve PKK’yı ayrı örgüt olarak gördüklerini açıkladı.

ABD

A

BD Dışişleri Bakanlığı’ndan Kobani’deki Kürtlere yapılan silah yardımı ve Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki rolüne ilişkin açıklama yapıldı. Bakanlığın sözcü yardımcısı Marie Harf; PYD’nin ABD’nin terör listesinde olmadığını, ülkesinin PYD ve PKK’yı ayrı örgütler olarak gördüğünü söyledi.

KKTC’DE EZANLAR SUSSUN KAMPANYASI Sık sık İslâm düşmanı çevrelerin provokatif eylemleriyle gündeme gelen KKTC’de şimdi de bir grup “Ezanlar Sussun” kampanyası başlattı.

KKTC

K

ampanya için özel afişler bile hazırlandı. “Ezan kutsal değildir gürültü kirliliğine son” ifadeleri taşıyan afişler bastıran grup, “Arap bağırtılarını duymak istemiyoruz” sözleriyle dikkat çekti. Grubun, “Ezanlar Sussun” bildirisinde şu ifadeler yer alıyor: “Ülkemizin her yerinde sürekli duyduğumuz, sinir bo-

zucu hale gelen Arap bağırtıları (ezan) kesinlikle kutsal değildir! Ey Kıbrıs Türkü! Gelin birlik olalım ve susturalım artık şu Arapça bağırtıları inanmış insanlar, kendilerini kandıranlara tepkilerini göstersinler. Kutsal olduğunu yutturmaya çalışanlara inanmıyoruz ve onların insanımızı, anlamadığı bir dille ‘alıklaştırdığını’ düşünüyoruz. Aylardır süren uyarılarımızın dikkate alınmamasından dolayı kampanya dozajını yükseltiyoruz. Gerekirse uluslararası arenaya taşıyacağız.”

60

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014


IŞİD DÜŞMANLIĞI MI? İSLAM DÜŞMANLIĞI MI? S

on zamanlarda Türkiye’de sol grupların ve İslam düşmanı örgütlerin, Müslümanlara saldırıları günden güne artmakta. Peki gerçekten saldırılarının altında yatan sebep IŞİD’in Kobani’de ilerlemesi mi Suriye’de Muhaliflerin Baasçı Esad’a karşı savaşması mı yoksa adalet dini olan İslam mı? veya şöyle soralım IŞİD eşittir İslam mı? İslam düşmanı zihniyet IŞİD’in yapmış olduğu her şeyi İslam’a mal ederek içlerindeki pislikleri dışa vurmaktan geri durmuyor. Sol gruplar, emperyalist devletlerin maşaları ve İslam düşmanı örgütler her ne kadar IŞİD’i bahane etse de bunun altında yatan en temel sebep İslam düşmanlığıdır. Emperyalist devletlerin maşaları ve İslam düşmanı örgütlerin dertleri IŞİD olsaydı Suriye’deki halk hareketi başlamadan önce önlem alınırdı veya Irak’a, Suriye’ye gidilir IŞİD ile savaşılırdı. Fakat bunların dertleri IŞİD değil İslam. Bir örnek vererek onların dertlerini anlayalım. Geçen sene sözüm ona insan hakları temsilcileri, özgürlükçü! sol zihniyet veya Halkların kardeşliği diye ortalığı yıkanlar Berkin Elvan için sokaklara çıkmış, yürüyüşler düzenlemiş, sosyal medya’da Berkin Elvan için özel programlar düzenlemiş, gazetelere yas ilanları vermiş hatta bir hocaefendi de taziye mesajı yayınlamıştı. Özgürlükçü sol ve insan hakları savunucuları, halkların kardeşliğini savunanlar yoksullara et dağıtırken öldürülen Yasin Börü için neden eylemler düzenlemedi. Neden sosyal medya’dan mesajlar yayınlamadılar. Neden hocaefendiler taziye mesajı yayınlamadı.

yaktılar. Kinleri ayyuka çıkmış Mekkeli müşrikler gibi cansız bedenlere işkence yapmaktan geri durmuyorlar. Kendine Gazeteci diyen bir medya tetikçisi sosyal medya hesabından satırı satırına şu sözleri paylaştı: “Diyarbakır’da yobaz Kürtlerde halka saldırıyor. Bu mücadele Türkiye’nin yobazlığa teslim olup olmama mücadelesidir. Gerisi faso fiso…” Medya tetikçisi kendi kitlesini yalanlarla mücadeleye çağırıyor, Müslümanları yobaz olarak niteliyor. Sormazlar mı şimdi Hani sizin derdiniz Kobaniydi, masum Kürt halkıydı, mazlum halklardı, halkların kardeşliğiydi. Anlaşılan size göre Müslüman olunca mazlum olunmuyor, masum olunmuyor belki de Müslüman olunca insan yerine bile konulmuyor. Dün Taliban üzerinden, El Kaide üzerinden, Hizbullah üzerinden Allah’ın dinine savaş açanlar saldıranlar bugün IŞİD üzerinden, Nusret cephesi üzerinden, diğer muhalif gruplar üzerinden İslam’a saldırıyorlar. Unuttukları bir şeyler var: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır” (Tevbe; 32) Allah İslam düşmanlarının şerlerinden Müslümanları korusun.

Taziye mesajlarını, eylemleri, yürüyüşleri bir tarafa bırakalım bunların kinleri o boyutlara ulaştı ki Yasin’i kaçıp sığındığı bir evde yakaladılar, boğazını kestiler, yetmedi 3. kattan aşağı attılar. Yetmedi başını taşla ezdiler, yetmedi üzerinden arabayla geçtiler. Bu da yetmedi bedenini molotofla SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

61


KİTAPLIK

‫إقرأ باسم ربك الذىخلق‬ Yaratan Rabbinin adıyla oku!

İslâmi Eğitim Modeli Bu kitabı dikkatlice okuyan, Üstad Hasan el-Benna hareketinin ufuklarını anlayacaktır. Çünkü eğitim risalesi, Üstad el-Benna’nın eserlerinin en olgunlaşmışı, hatta teorik çalışmaların en sonuncusu;hareket tarihini, Müslümanların durumunu ve nassları ele alan ince bir kavrayışın ürünüdür. İnsan, nispeten az sayıda bölümden oluşan bir risalenin nice nesiller bu yolun ilkelerini çizdiğini öğrendiğinde hayretler içinde kalır. Hatta şöyle desek mübalağa etmiş olmayız: Bu risale zafer ve zafer sonrası için uzun vadeli amaçlar için İslam Ümmetine takip edeceği yolun işaretlerini göstermiştir. Bu da Üstad El- Benna’ya ilahi tevfikin bir nişanesidir. Kitap içerisinde aynı zamanda ilim yoluna gönlünü vermiş olanlara okuyabilecekleri kitapların listesi, günlük yapacakları virdler vs. şeyler de tavsiye edilmektedir. Rabbani bir alim olan Said Havva’nın kaleminden çıkan bu güzel eser, Dua Yayınları tarafından hak ettiği bir baskı kalitesi ve özenle neşredilmiştir.

62

NEBEVÎ HAYAT

KASIM 2014

Yazar: Said Havva Yayın Yılı: 2014 270 sayfa Kitap Kağıdı 13,5x21 cm Karton Kapak ISBN:6054772261 Dua Yayıncılık


SİZDEN GELENLER

Günden güne çoğalıyor sayılar… Ama doğum değil bu kez ölüm… Mazlum kardeşlerimizin ölü sayıları… Her gün her saat ve her dakika hatta saniye ölüm ile burun buruna kalan anneler, babalar, çocuklar ve her şeyden habersiz masum bebekler ve kıyılan bunca mazlum Müslüman kardeşlerimizin çağırışı ve haykırışlarına karşılık bizim açılası sükûtlarımız… Peygamberimiz (s.a.v) dememiş miydi? “Müslüman kardeşinin derdi ile dertlenmeyen bizden

SELÂM OLSUN Soylu bir mücadelenin nurlu mücahitleri Yeryüzündeki direnişin en şerefli erleri Tarih yazıp kafirleri şaşırtan Allah’ın askerleri Selam sizlere olsun ey İslam’ın neferleri Şimdi bayrak sizde bir şeref timsali Unutmayalım ki o kanların alınacak elbet bir gün misali Sen devam et Müslüman devam et gözünü kapatmaya Alçakça terörist deyip onları yalanlamaya Cihad Bedirde, Uhudda kaldı deyip kendini kandırmaya, devam et müslüman devam et sen bu hayata. Yakup AKPINAR / Bursa

değildir” diye… Destek olmayan, yardımda bulunmayan bizler, aksine nefsimizin isteklerine karşı koyamayarak almış olduğumuz boykot malları ile her gün mazlum kardeşlerimizin üzerine yağan bir bomba, bir kurşun, bir mermi nispetindeyiz. Unutmayalım ki hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı o pişmanlık gününde, Rabbimiz, her an ölüm ile burun buruna kalan gün ve gecelerini uykusuz geçiren mazlum kardeşlerimize karşılık bizim zalim İsrail’in malları ile bezenmiş ve kirlenmiş bedenlerimizin geceleri yumuşacık yatağında nasıl uyuyabildiğimizin hesabı sorulacaktır..! ZULME SESSİZ KALANDA ZALİMDİR..! Bera Mus’ab / İSTANBUL

HAK VE BATIL Hak ve Batıl yaratıldığı günden beri savaş halindedir. Peki kimse düşündü mü acaba haktan gücenip te aslında Batıldan olanları. Peki kimse kafasına takıyor mu? Nedenlerini tabi ki kimse takmaz. Çünkü hakkı savunup haktan taraf oldukları takdirde zina etmeyecekler, faiz yemeyecekler, haram olan işleri yapmayacaklar… Bundan dolayı haktan yara almamak daha çok işlerine geliyor. Bu devirde insan adı altında dolaşan yaratıklar veya insan kılığına girmiş Şeytan’ın uşaklığını yapan ve “bu zamanda faiz olmaz”, “canım evlenip te ne yapacağım boş versene”, “çalışıp ta ne yapacağım” diyenlerin “çalarım, zina yaparım, faizi mi de yerim” diyenler oldukça fazladır. Biz iflah olmayız..! Ama yine de dua etmek gerek Rabbim ıslah etsin… Islah olmayanlar içinse yaşasın cehennem… Ramazan Alan / İSTANBUL SAFER 1436

NEBEVÎ HAYAT

63


A Y

L

I

K

seminerler

MUSTAFA TATLI YER: İMAM BUHARİ VAKFI KONUŞMACI:

ORYANTALİZM ve İSLAM ÜMMETİ

ÜZERİNDEKİ

OYUNLARI

inter n e

5 Kasım ‘14 20:30

n c a n lı e tt

SURİYE’Lİ

KARDEŞLERİMİZE

3 TIR

GÖNDERİYORUZ... Yer: İmam Buhari Vakfı 30 KASIM PAZAR SAAT: 11:00

www.imambuharivakfi.org


OKUYA

OR NIY

K R A A Z L A N NEBEVÎ HAYAT DERGİSİ

1. Olan yarışmacıya

Tarih : 14 Aralık 2014 Pazar 11:00 İrtibat : 0531 234 2154 Yer : İMAM BUHARİ VAKFI (Bayanlar için vakfımızda yer ayrılmıştır)

YARIŞMA KOŞULLARI: 1. 2014 yılında çıkan bütün sayılardan sorumlusunuz. (Aralık 2014 Hariç) 2. 18 yaş üstü herkes katılabilir. 3. Yarışmamız test usulü yapılacaktır.

UMRE 2. Olan yarışmacıya

LAPTOP

BİLGİSAYAR 3. Olan yarışmacıya

TABLET

İlk 10’a girenlere

Kitap Setleri Hediye online kayıt ve detaylı bilgi için: www.nebevihayatyayinlari.com

0531 0212

234 21 54 515 65 72

Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli/İstanbul

dergi.nebevihayatyayinlari.com - bilgi@nebevihayatyayinlari.com


2015 YILI

ABONELİK KAMPANYASI 3.YIL

ARTIK KÜTÜPHANENİZDE DAHA GENİŞ YER AÇIN

İSLAM TARİHİ

RASULULLAH (S.A.V)’İN DOĞUMUNDAN GÜNÜMÜZE

ABONELİK

BEDELİ/1YIL

80.

LAN O E N ABOERKESE H DİYE HE 2 CİLT 1024 Sayfa Sert Kapak 2 Hamur Kağıt

00 Ayrıntılı Bilgi İçin

TL www.nebevihayatyayinlari.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.