Özgür Halk Sayı 2

Page 1

Editörden

Kürdistan Vietnamlaştı… Tarihi günlerin yaşandığı bu süreçte yeni sayımızla okurlarımızla buluşuyoruz. Ortadoğu’da tarih yeniden yazılıyor. Bu tarihi yazım sadece Ortadoğu toplamlarının değil, aslında dünya tarihini de yazan özellikleri barındırmaktadır. Çünkü tarihin kuruluş diyalektiği göstermektedir ki hemen her seferinde tarih Ortadoğu eksenli kurulmuştur. Yerleşik hayata geçiş ile ortaya çıkan tarihsel süreçler, hemen her dönemeç eski dengelerin yıkılması, yeni denge arayışları ve başat gelen güçlerin bölgeyi şekillendirdiği, buradan sistemlerin oluştuğu görülmektedir. Kuşkusuz kimi istisnalar olmuştur, ancak onlar göreceli olmuş kalıcılık arz etmemenin yanı sıra içerik itibariyle de Ortadoğu eksenli olduğu tartışmasız bir gerçektir. İçinde geçtiğimiz bu zaman da 20. yy. dengeleri yıkılmış durumdadır. Ortadan kalkan o dengeler yerine yeni denge arayışları sürmektedir. Zaten o yüzdendir ki bölge bir kaos-kriz aralığına girmiştir. Yaşanan savaşlar, yine o savaşlardaki belirsizlikler, güç-ilişki ve ittifaklardaki değişkenlikler, denge arayışlarının sonucu gerçekleşmektedir. 20 yy. dengelerinde Kürt dinamiğinin yeri yoktu. Kürdistan kabul görmeyen, yok sayılan bir yurttu. Dolayısıyla hem coğrafik olarak, hem de toplum olarak parçalandı, yok sayıldı ve üzerinde farklı sömürgeci egemenlik sistemleri inşa edildi. Yeni denge arayışlarında ise durum bunun tam tersidir. Dört parça Kürdistan ulusal birliğe doğru yol alırken, bölgedeki kaos ve krizin asıl yoğunlaştığı merkez Kürdistan oluyor. Yok sayılan varlık, kendi hakikati ile devrimci bir dinamik olarak ortaya çıkmış ve öz gücüyle bir direniş ve savaşı yükseltmektedir. Bu dinamik, sadece Kürdistan’ın özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Eski dengeler adeta yeryüzü toplumlarının oluşumunda anlık rolü oynayan, Kürdistan’ın reddi ve inkarı özünde insanlığın kök hücresini ortadan kaldırılma hedeflendiğinden insanlık kendi doğrultusunu bulamaz noktaya sürüklenmiş, kapitalist tüketicilik ile bütün boyutlarıyla insanlık aşındırılarak insansızlaşma hedeflenmiştir. Bütün toplumsal sorunların kaynağında yatan da toplum hakikatini reddeden zihniyetin dolayısıyla kapitalizmin modeli olan ulus devletçiliğinden kaynağını almaktadır. Yeni denge arayışları buna bağlı olarak, sistemleşme isteminde iki çizginin çatışmasıdır. Yani bir tarafta sömürgeyi temsil eden ve Ortadoğu’yu kaos-krize sürükleyen kapitalist modernite yaşamı olurken, diğeri ana tarihsel kaynaktan gücünü alan ve toplum hakikatine uluşma arayışı ve sistemini kurma amacının savaşımı olan demokratik modernitedir. Savaşın Kürdistan’da yoğunlaşması bu çatışmanın sonuçlardır. Kapitalist modernite veya ulus devletçi paradigmanın kendin restore ederek Ortadoğu toplumlarına dayatma ile Ortadoğu toplumsal gerçeğini kendi hakikatine uygun sistemini kurma mücadelesi Kürdistan’da yoğunlaşması oluyor. O yüzde savaş Kürdistan’da yoğunlaşıyor. Kendisini İslam diye lanse etmeye çalışan DAİŞ güruhu, Ortadoğu kaosuna emperyalist ve onların yerli işbirlikçilerinin musallat ettiği yeni dönem faşizmi oluyor. Rojava’da pratikleşmeye başlayan Önderlik paradigmasını boğmayı hedefliyor. En büyük desteğini de Kürt halkına düşmanlık temelinde yaklaşan AKP hükümetinden alıyor. Ortadoğu’ya saplanan DAİŞ hançeri, Rojava’dan Güney Kürdistan hattına kadar Kürt varlığına dönük bir savaş yürütüyor ve bu savaşa karşı tek gerçek ve doğru bir savaşı veren özgürlük hareketi ve birleşik özsavunma güçleri oluyor. En son Kobanê’de yoğunlaştırılan savaş, zayıf halka olarak gördükleri Kobanê’yi düşürme ve orada Kürt varlığını imha

Eylül 2014

etmeyi amaçlamaktadır. Nitekim günlerdir Kobanê’de büyük ve destansı bir direniş ortaya konuluyor, Kürdistan özgürlük mücadelesini ve toplumunun yüreği Kobanê’de atıyor. Ortaya konan büyük direniş bölge haklarına umut oluyor, cesaret veriyor ve özgürleşmenin kapılarını aralıyor. Çünkü DAİŞ güruhu kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan her şeye düşmandır. Êzidi’ye, Alevi’ye Hristiyan’a, Türkmen’e, özgür Kürd’e, düşmanlık temelinde kodlanmış ve belkide insanlık tarihin görmediği en barbar katliamlar yapmaktadır. Öyle ki gelinen aşamada onu semirten güçlere de zarar verebilecek boyutlara ulaşmıştır. Kürdistan halkı ve onun öncü güçleri, böylesine tarihi bir süreç ve tarihi görevlerle karşı karşıyadır. O görevlerin başarılması olmazsa olmazdır. Önderlik son görüşmesinde bütün parçalardaki halkımıza yaptığı çağrıda; yüksek yoğunluklu savaşa göre yaşama ve mücadeleyi yükselteme çağrısı yapmaktadır. Bu çağrı tarihsel önemdedir, tarih gereklerini yapmayı emretmektedir. Eylül ayı aynı zamanda Büyük Ölüm Orucu direnişçilerinin şahadet ayıdır. 14 Temmuz 1982 günü M. Hayri Durmuş, mahkemede Büyük Ölüm Orucu başlattığını ilan ederken; “Kürdistan Vietnamlaşıyor” diyerek günümüzde yaşanacakları ön görmüş ve işaret etmiştir. Bu inançla büyük ölüm orucuna katılmış, Diyarbakır zindanının zifiri karanlığı parçalanarak direniş Kürdistan dağlarına yayılmış oradan kentlerde direniş ateşi yükselmiştir. Kobanê onun en çarpıcı olanıdır. Kürdistan’ın Vietnamlaşması, Vietnam direnişini kat be kat aşarak halkların büyük umuduna dönüşmüş, Ortadoğu’nun demokratikleşmesini ve demokratik Ortadoğu kuruluşunun şafağına ulaşılmıştır. Bu vesileyle başta büyük ölüm orucu şehitleri olmak üzere eylül ayı şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, amaçları halkların elinde özgürlük bayrağına dönüşeceği gerçeğini yineliyoruz. Başta kadrolar olmak üzere, halkımızın direnişi büyük özgürleşme hamlesine dönüşmüşken, Apocu çizginin örgüt eylem-eylem ve örgütleme diyalektiği içinde gelişeceğine olan inançla yaşamını büyük direnişe göre düzenleyen, o amaçla yaşayan, ruh ve duyguda büyük hamleleri yaratacak atılımlarla ancak özgürlük gerçekleşebilir. Amaca bağlı eylem başarı getirir, aksi halde saptırır yani amaca bağlı olamayan eylem sabote eder. Yine eylem hep yıkıcı değildir Apocu diyalektik eylemde yıkıcı yanı olsa da esas analımda inşacı, yapıcı eylen çizgisidir. Amaca bağlı bir komün de kurmak eylemdir. Kürtçe okullar açmakta eylemdir. Gösteri yürüyüş, askeri olan da eylemdir. Yani inşa görevleri amaca bağlı büyük eylemler olduğu gibi amaca bağlı şiddet içeren eyerlerde göreveler kapsamındadır. Dolaysıyla militanlık komple olmayı gerekli kılar, bu tarz eylemleri gerçekleştirmek için de yaşamı ona göre düzenleme, duygu ve düşünce de amaca kilitlenme ve o temelde örgüt kurma, örgütü eylemli hale getirme ve tekrar örgütleme kadro olmanın olmazsa olmazlardır. Paradigmamızın gerçekleşmesi doğru bir kadrosal öncülük ve inşayı da içerecek tarzda bir direniş ve eylemi gerçekleştirmekle zafere ulaşacaktır. Özgür Halk, bu konuları ayrıntılı ele almakta, incelemekte görev ve sorumlukları net ortay koymaktır. Kemallere Hayrilere layık olmanın yolu günümüze uygun bir direnişi yükseltmek ve tam başarıyı sağlamaktan geçer. Yine Önderliğin özgürleşmesi bu tarz bir direnişle gerçekleşecektir. Onu başaracak imkânlar ve fırsatlar her zamankinden fazla bulunmaktır. Gereğini yapmak Apoculaşmkla gerçekleşecektir.

1


Özgür Halk

Önderlik Yaşama Doğru Yöntemle Yaklaşma Sanatıdır Abdullah Öcalan “Nasıl Yaşamalı?” diye bir soru attık ortaya ve bunun cevabının doğru verilmesinin peşindeyiz. Ama önce “Nasıl Yaşamalı” sorusuna kısa bir yöntem hatırlatması daha yapalım. PKK militan ölçülerinde zaman ve siyaset mutlaka doğru kavranmalı ve ona göre kendi kişiliğini kanıtlayabilmek için sadece başarı esas alınmalıdır. Zaman aynı zamanda tempoyu ifade ediyor. Yani siyasi çalışmayı, askeri çalışmayı ve diğer bütün etkinlikleri nasıl bir hızla icra etmek gerektiğini dile getiriyor. Eğer bu noktada ivme tutturulamaz, kazanılamazsa ne kadar doğruya bağlı kaldığınızı da söyleseniz, ne kadar ciddi olursanız olun, bazı işleri hatta eylemleri de yapsanız, başarı imkânı vermez. Militan stil, bu konuda kesinlikle ivme yakalayan stildir. Bu açıdan da günlük yaşamda kendinizi hızlı düşünme, hızlı bir üslup, hızlı bir tavır, hızlı bir tepki, hızlı bir etki yaratma durumuna getirmek için, oldukça yükleneceksiniz. Başarı ve kazanma ölçüsü budur.

Tabii yalnız başına hız yetmez, içerik de gerekir. Yaşamı, gelişmeleri ne kadar kapsamlı düşünüyor ve yüreğinizde yaşıyorsunuz? Bu ne kadar gereklerimize göredir ve birçok değeri ne kadar iç içe, çok yoğunca yaşıyorsunuz? Hem hızlı olacak, hem kapsamlı olacak, hem çok yoğun olacak; parça parça çok yavaş bir araya gelme, birbirlerini etkileme değil, üç husus da bir kişide tam ifadesini bulursa o kişiyi kimse durduramaz. Amaçları gerçekleştirmede çok hızlı ve amaçlarının konuları yeterince kapsamlı ve hepsi iç içe geçmiş, yoğun olması, kesintisiz olması gerekir; aynı zamanda tam ara duraklarda durmak biçiminde değil, bu üç hususun kesintisiz sürmesi biçiminde. Gerçi bu tempoya girer. Yani kesintisiz, yüksek bir tempo veya sürekli bir ivme de diyebiliriz. Sürekli ivme kazanan bir yaşamınız olmalıdır. Kişiliğinizi sentezlerseniz, kişiliğin yenilmesi imkânsızdır. Sanırım zamanı kavramamak daha fazla belirgin. Açılmaya değer bir husus. Zamanı kavramak demek; öyle “bugün nasıl geçer, yarın nasıl karşılanır, gün nasıldı” biçiminde bir yaklaşım da değildir. Zamanı kavramak; tüm değerlerimizi bütün yönleriyle ne kadar iç içe, başarı temelinde güne sığdırırız, yarına yayarız veya yarını fethederiz yaklaşımıdır. Ve buna göre süreyi iyi değerlendirmek gerekir. Süre iyi değerlendirildiğinde, yarının başarısı da bu noktada gizlidir. Öyle bir zaman kavramına sahip olacaksınız ki, bugünkü hazırlık yarını da mutlaka kazanmalı. Nasıl kazanacak? “Siyasi amaçlarım var, temsil ettiğim, özümsemek durumunda olduğum değerler var; siyasi, örgütsel, eylemsel ve bunların biçim sorunları var” diyecek ve en önemlisi de onlara hükmedeceksiniz. Bunda çok tutarlı olunacak, çaba kesin yeterli olacak, üslup, karar ve irade gücünde, örgütlenme gücünde yeterli olunacak. Zaten örgütlenme de bunun için çok gerekli. Kişi kendisini Parti ve Ordu tarzında tam ayarlayıp iyi ve işleyen bir düzenlemeye tabii tutarak yüklendiğinde, militan bir yürüyüşü de başlatmış, tutturmuş olur. Bu konuda “herkesin kendine göre bir yoğurt yiyişi var” deyip de kendini aldatmamak lazım. Evet, bir yoğurt yiyiş tarzı vardır ve o da şampiyonluk sağlayan bir yoğurt yiyişi olmalıdır. Biz bunu esas alacağız. Zafer tarzı yoğurt yiyiş, zamanı ve yaşamı tam ve iyi değerlendiriş ile olur. Bu olmadan, bütün yaşantınız boşa gider. Büyük bir yaşam ve yöntem hatası işlemiş olursunuz. Doğru yöntem, yaşama böyle yaklaşım sağlayan yöntemdir. Diğer bütün yöntemler

2

Eylül 2014


Özgür Halk yanlıştır. Ve kesin hedefe götürmez. Nitekim halkımız büyük yaşam hatası yapıyor ve bunun kayıptan başka hiç bir sonucu da yoktur. Önderlik aynı zamanda yaşama doğru yöntemle yaklaşma sanatıdır. Ve nitekim yaşama yeterli ve doğru bir yöntemle yaklaşıldığı için sonuç başarılıdır. Tabii ki bunun hazırlanmasının, sağlanmasının düşman gerçeğiyle sıkı sıkıya bağlantısı var; onun her türlü dayatmalarını, politikalarını gören ve buna kendi kurtuluş kararı ile cevap veren bir yaklaşımla iç içedir. Yöntem kaynağını somut gerçekliğin bilimsel tahlilinde bulmalıdır, onu anlamaya, kavramaya, karşılamaya hizmet etmelidir ve bundan sonrası onu zamana, yaşama dayatmak, hâkim kılmaktır.

sa, asırlık hastalıklar onu bir günde boğar. Ve kişilikleriniz son derece boğucu özelliklerle doludur. Doğru-dürüst kendini bile ayakta tutamayan kişiliklerden esef ediyorum. Güçlü olmak iyi bir şeydir. Saygılı olmak iyi bir şey ve bu da dediğim tarzda yaşama yaklaşmakla anlam bulur. Zor değil, zor olsa bile bizi yaşatacak olan budur. Yaşama böyle eleştirisel bakmayı bilmelisiniz. Sizin kendi kendinize taktığınız ön yargılar, çok köhnemiş alışkanlıklar karın doyurmaz ve çirkindir; hiçbir yaşamsal değeri de yoktur. Ayrıca, değerlere çok tehlikeli yaklaşılıyor. Kimi açıklığa kavuşuyor; şu veya bu egemen sınıfın üslubunu hırsla dayatıyor, kimisi bir hırsız gibi, kimisi bir köle gibi farkında değil, bunlar bize yakışmaz.

Büyük özgürlük hareketi bu özelliklerle bağdaşmaz. Dürüstsünüz ve iyi niyetlisiniz; bu kesin. Bir şeyler Tabii, yöntem olarak kendimi hep yaşatmaya çalıkazanmak istediğiniz de açık. Ama yöntemi tutturup şıyorum. Özgür yaşatmayı esas alıyorum ve bana uygulayamayınca sırf bu özellikler de başahâkim olanı böyle anı anına dile getirirı getirmeye yetmez. Gerçek bir PKK yorum. Bana hâkim olan anlayış ve militanı olan veya bunun adayı yöntem, yaklaşım, esas budur. Sakat, olan, bu konuda da kendisini Belki her şeyi kazanmaya iyi hazırlamayı bilmeli. Başkölemsi, bozguncu, yetmiyor, ama kazanmakka türlü olursa, ölümcül ta da iddialıdır. Ve şimdiçabaların hepsi de boşa serserice yaklaşımlarla, ye kadar ki süreçte de gider. Bu gerçeklik çok az kaybetmiş, en kendi kişiliğinde, yaşamında karşısında kalın kafalı büyük kazanmayı bile olmaya, taşlaşmış bir yenilgili olmayı dayatmaya kimin ne geliştiren bir yöntemdurumu dayatmaya dir. hakkı var? Ben sözümde, davranışımda gerek yoktur. Bu anlaşılmak zorundadır. Ben sahte bağlılık en doğrusunu nasıl yansıtmaya değil, böyle doğTanımlamalar yaçalışıyorum? Saygı işte budur. Doğru ru yöntemlere sahip pıyorum bu hususolmayı çok daha dedürüst yürümesini, oturmasını larda, yeni açılımlar ğerli buluyorum. Bize geliştiriyorum, esas bile bilmeyen, PKK’liyiz, deme saygılı olmak demek, alınsın ve mutlaka başaböylesi özlü bir yaşam ran bir tarza ulaşılsın diye. hakkına da sahip değildir, yöntemine sahip olmayı Ama yaşamda, yöntemde bilmekle mümkündür; doğolamaz. mahkûmmuşçasına var olanı rusu da budur, size gerekli olan yaşatma var. Devrimimiz bu büda budur. Yaşam gerçeğine, zamana yük mahkûmiyetlerin zorlamasına karböyle anlam verilir. İşte bu yaklaşımı bütün şın gelişiyor. Onların ağır zorlamasıyla, kan vere insanlarımıza egemen kılmalıyız. Asla kölelik, şu bu vere, acı çeke çeke gelişiyor. Ve eğer biz olmasak, egemen sınıfın baskı tarzı söz konusu olamaz. Özçoktan bu kan vermeler vücudu harap etmiş ve yere gürlüğün esası böyle sağlandıkça kolay kolay kimse yıkmıştı. Biraz gerçekçi olunmalı ve ikiyüzlü, kendide elinden alamaz. Yaşamda doğru yöntemi mutlaka ni kandırmış, yalvarmacı, duygusal, sahte kişilikten anlamak kadar, demagojiyle kendini aldatmamak da vazgeçilmeli. gerekli. Yaşam kaderciliğe de terk edilemez. YaşamBen buna “büyük yaşam hatası” diyorum. Lafazan, sal olan, zamana anı anına hâkimiyet kazandırıcı yakesinlikle eylemde bir şeyi kurtarmayan, tamamen şamı bir hedef olarak geliştirmesini bilmektir ve bu ölüme endekslenmiş bir yürüyüş kaç para eder? Ve arzuladığınız militan gerçekliğe sizi ulaştıracaktır. bunu demagoji ile de örtbas etmeye gerek yok. Açık Hayati hususları ortaya koyduğumuza inanıyoruz. yüreklilik gösterin, durumu kurtarabiliyor musunuz? Yapmaya çalıştıklarımız önemlidir ve bunlar sadece Bunu önce vicdanınıza sorun; önce kendi iç hesapönümüze koyduğumuz bir birey için değil, halk devlaşmanızı yapın ve sahneye de öyle çıkın. Devrim rimi ve giderek bütün insanlığı ilgilendiren bir faaliokulu eğer kendini her gün büyük açılıma uğratmaz-

Eylül 2014

3


Özgür Halk yet kapsamındadır. Bunun çözümlenmesi sıradan bir olay değil; ama yaklaşımların sıradan olmasına da esef ediyorum. Bu kadar yaşam mahkûmu, bu kadar yaşamda özgürlüğünü görmeme, doğru düşünmeme, buna bir tepkisini bile doğru-dürüst örgütleyememe, tabii ki öfke yaratıyor. Sakat, kölemsi, bozguncu, serserice yaklaşımlarla, kendi kişiliğinde, yaşamında yenilgili olmayı dayatmaya kimin ne hakkı var? Ben sözümde, davranışımda en doğrusunu nasıl yansıtmaya çalışıyorum? Saygı işte budur. Doğru-dürüst yürümesini, oturmasını bile bilmeyen, PKK’liyiz, deme hakkına da sahip değildir, olamaz. Halen kendimi tam ifade ettirememiş, özümsettirememiş olabilirim, ama büyük bir savaşım içinde olmaktan zerre kadar ödün vermediğim de ortada. Bu anlayış sahibi olanlar, sizler, düşman değilsiniz, kontra değilsiniz. Bu temelde yaşama söz de vermiş kişilersiniz. O halde biraz söze bağlılık, amaç ve iddiaya, geliştirdiğimiz devrime ve yaşama saygılı olmak, kendini onun gereklerine göre düzenlemek kararlılığı olmalı. Gelişeceğimize, kendimizi adam edeceğimize, bu yaşamdan kolay vazgeçmeyeceğimize, tersine onu daha da geliştireceğimize kararlılığım açıktır. Kesin demagojik olunmayacak, sahteliklerle de kendimizi örtbas etmeyeceğiz. Kendimizi son derece özgürlüğe açık tutuyoruz. Tamam, lümpen ve ihanete uğramış bir toplumun içinden geliyorsunuz. Ve lümpenizmin etkilerini üzerinizde yoğunca taşıyorsunuz. Fakat sonuçta insansınız. Ve insan, kendini değiştirebilen varlıktır. Buna gücünüz var; ama sorun da zaten kişinin kendinde saklı tuttuğu gücü açığa çıkartıp doğru ve yetkince işletmesidir... “Nasıl Yaşamalı?” sorusuna hâlâ bir cevap vermiş değiliz. “Nasıl Yaşamalı”nın ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri, siyasi, örgütsel, ruhsal bütün yönleriyle cevabını bulmaktan ve bunu yaşamda temsil etmekten henüz çok uzak duruluyor. Ama nasıl yaşamalı, yaşama saygı nasıl olmalı hayati konulardır ve bunun için sürekli vurguluyorum. Ayaktaki bir ölü gibi ve düşmanın yarattığı serserice bir yaşam, yaşam olarak değerlendirilemez. Ancak böyle olanlar da az değil. Herhalde buna da devrimci

4

bir yaşam denilemez. Doğru-dürüst yürüyemeyen, yürütemeyen, konuşamayan, doğru-dürüst bir karar ve eylem gücüne, bir yere oturma gücüne, yeteneğine sahip olamayanın yaşamından herhangi bir başarı umulabilir mi? Başlangıçta yetersiz olmak ayıp değil, önce de belirttim, ivmeli yaşam, ivme ve kapsam kazanan bir yaşam, belli bir süre zarfında kazanan, kazandıran bir düzey kazanmaya iyi bir zemin olur. Benden öğreneceğiniz en önemli bir husus da işte bu zamanın değerlendirilmesidir. Ayrıca, benim sıradan herhangi bir insana yaklaşımım da sizin yaklaşımınız gibi değildir. Biz bir ilişkiye, bir toplantıya, herhangi bir sürece büyük yürek ayaklanmasıyla, büyük düşünce patlamasıyla gireriz. Zamanı değerlendirmek, sürekli bir gelişme ivmesi kazanabilmek ancak buna güç getirebilmekle mümkündür. Büyük görevleriniz var. O halde düşünüyorum da, bu kadar düşmanı olan, bu kadar yakın takibe alınan, büyük hedefleri, görevleri önüne koymuş insanlar, nasıl böyle yenilgili yaşar? Akla hemen kurbanlık koyun geliyor ve bundan da insan üzüntü duyuyor. Mutlaka aşmak gerekiyor. Emperyalizm büyük saldırı halinde, sömürgeciliğin zaten bizden dolayı ne halde olduğu ortada. Bugün dünya emperyalizminin her türlü insan hakları demagojisine rağmen, tamamen göz yumduğu ve akla-hayale gelmedik bir savaş tarzıyla peşimizdedirler. Buna verilecek karşılık ve bizimde tutturacağımız, akla-hayale sığmaz bir militan tarz ve onun savaşımı olmalı. Biz bunun peşinde koşuyoruz. Zaten başka seçeneğimiz de yok bunun için bazı hususları aydınlığa kavuşturmamıza saygı duyulmalıdır.

Eylül 2014


Özgür Halk

Ortadoğu’da Yaşanan Büyük Kaoslar Apoculuğun ve PKK’liliğin Büyük Kazanmasını Sağlayacak Tarihi Fırsatları Ortaya Çıkarmıştır Mustafa Karasu

Beş bin yıllık uygarlık, kapitalist modernitenin tüketim toplumu ve bireyciliği derinleştirmesi koşullarında insanlığı tümden bitirme aşamasına ulaşmıştır. Kapitalist modernite toplumu ortadan kaldırarak, doğayı tahrip ederek insanlığın yaşayamayacağı bir dünya gerçekliği ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Kapitalist modernist sistemin, toplumu ve doğayı bitirmeden var olamayacağı ortaya çıkan sonuçlardan belli olmuştur. Kapitalizm toplum ve doğa karşıtı bir sistemdir. Azami kâr yasası kapitalizmin temel yasasıdır. Bunun için de toplumu ve doğayı tüketmesi gerekmektedir. Bu gerçeklik kapitalistlerin niyetlerinden bağımsız olarak kapitalizmin doğası gereğidir. Bu açıdan sistem içi iyileştirme çabalarının geçici sonuçlar dışında kapitalist modernist sistemin yarattığı olumsuzlukların önünü alması mümkün değildir. Nitekim II. Dünya Savaşı sonrası post-modernist düşüncelerin ortaya koyduğu tedbirler kapitalizmin kötülüklerini giderememiştir. Kapitalizmin tüketim toplumunu geliştirilmesiyle birlikte insanlık sadece fiziki katliamlarla karşı karşıya kalmamış; sosyal, kültürel ve ekonomik olarak da bir kırımla karşılaşmıştır. İnsanların her bakımdan karıncalaştığı, bir avuç tekelcinin ise kârlarına

Eylül 2014

kâr kattığı bir sistem gerçekliği ortaya çıkmıştır. Bu durum öyle ki, kapitalizmin merkezlerinde bile ağır ekonomik ve toplumsal sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Kapitalizmin merkezi dışındaki alanlarda sorunlar daha da ağırlaşmış bulunmaktadır. Çünkü kapitalist modernist sistem yaşadığı sorunların tüm yükünü diğer ülkeler ve halklara yüklemektedir. Doğayı ağır tahrip eden sanayiler de başka alanlara taşınmaktadır. Yine birçok sanayi ucuz işgücü olan ülkelere kaydırılmakta ve sömürülerini böylece daha fazla arttırmaktadırlar. Bugün dünyada ekonomik, sosyal, kültürel sorunların artması ve bunun sonucu siyasal kriz ve patlamaların ortaya çıkması kesinlikle kapitalist modernitenin doğa, toplum ve insan karşıtı yapısından ve sömürü dışında değer bilmeyen karakterinden kaynaklanmaktadır. Önder Apo’nun “Kanserojen sistem” tanımlaması tam da bugünkü durumu ifade etmektedir. Kapitalist modernitenin yarattığı en ağır sorunlar ise Ortadoğu’da yaşanmaktadır. Ortadoğu’da ortaya çıkan sınıf, şehir ve iktidara dayalı devletçi uygarlık şimdi çıktığı yerde can çekişmektedir. Ortadoğu’da yaşanan kaos sadece mevcut Ortadoğu devlet ve

5


Özgür Halk toplumlarının krizi değildir; kapitalist modernitenin Ortadoğu’da yaşadığı çıkmaz ve kriz de değildir; beş bin yıllık devletçi sistemin kaos haline gelmiş krizidir. Kapitalist modernite ise bu krizi derinleştirmiş, tüm sorunların çıplaklığıyla açığa çıkmasını sağlamıştır. Kapitalist modernitenin ulus-devlet ve milliyetçiliğinin Ortadoğu’ya yaşattığı kriz, beş bin yıllık devletçi sistemin yarattığı sorun katmanlarıyla birleşince bugün devletçi sistemi tümden çökertecek ve anlamsız hale getirecek bir kaos durumu ortaya çıkmıştır. Kapitalist modernite iki yüzyıl önce Ortadoğu’ya girdiğinde siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak Ortadoğu’nun bin yıllara dayalı ekonomik-toplumsal yapısını ve siyasal dengesini altüst etmiştir. Ortadoğu, tarihinde ilk defa dış güçlerin bu kadar müdahale ettiği ve kendisine bağladığı bir coğrafya haline getirilmiştir. Ulus-devletçi anlayışın girmesiyle Ortadoğu’nun her bakımdan bütünlüğü parçalanmıştır. En kötüsü de manevi değerlerin hakim olduğu coğrafyaya maddi değerler dayatılarak toplumlar en temel güç kaynağından yoksun bırakılmak istenmiştir. Tüm bunlar Ortadoğu’yu sürekli savaş ve ağır toplumsal sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. 20. Yüzyılda Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve İsrail-Filistin sorununun yaratılması Ortadoğu ülkelerini sürekli güçten düşüren etken haline gelmiştir. 20. Yüzyılda Ortadoğu halkları gün görmemiştir. İki kutuplu soğuk savaş döneminde bölge devletleri dış güçlerden destek alarak, dengelerden yararlanarak kendilerini ayakta tutmuşlar, halklar üzerindeki baskı ve sömürülerini dizginsizce sürdürmüşlerdir. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte birçok bölgede yaşanan kriz durumu, iki kutuplu ve birbirlerine karşı her yol ve yöntemi deneyen soğuk savaş koşullarında şekillenen Ortadoğu›da daha ağır biçimde yaşanmıştır. İki kutuplu dünyanın dağılmasıyla birlikte Ortadoğu›da amiyane deyimle Pandora’nın kutusu açılmıştır. Kapitalist modernitenin sağı ve soluyla yarattığı her türlü çirkinlik ve kötülük ortalığa saçılmıştır. Önder Apo’nun deyimiyle kapitalist modernitenin Ortadoğu’yu nasıl bir gübrelik haline getirdiği görülmüştür. Önder Apo’nun AİHM savunmalarında ortaya koyduğu çözümlemeler, yaşananların tarihsel ve toplumsal temelini ortaya koymaktadır. Atina Savunması, Bir Halkı Savunmak adlı eseri ve başlı başına Ortadoğu›yu çözümleyen savunması sorunları ve çözüm yollarını birlikte ortaya koyarak Ortadoğu›ya iç gericilik ve dış güçler tarafından dayatılan kriz ve kaosun nasıl aşılabileceğini gözler önüne sermiştir. Soğuk savaşın bitiminden sonra o güne kadar ABD tarafından İran’a karşı kullanılan Irak Kuveyt’e saldır-

6

tılmıştır. Daha doğrusu ABD ve müttefikleri tarafından saldırtılarak soğuk savaş sonrası büyük boşluklar yaşayan Ortadoğu’ya müdahale zemini yaratılmıştır. Saddam Hüseyin’in Arapların lideri olma hırsını kullanarak yaptırılan bu işgal sonrası, ABD Ortadoğu’da yeni köprü başları tahkim etmiştir. Önder Apo’yu esaret altına alarak da Kürt işbirlikçiliğini Kürdistan’da hakim kılıp Kürdistan›ı Ortadoğu›da sağlam bir üs yaparak halklar için alternatif bir çizginin gelişimini ortadan kaldırmak istemişlerdir. Ortadoğu›ya kapsamlı müdahalenin koşulları böylece sağlanmaya çalışılmıştır. 2001 New York’taki İkiz kulelerin vurulması iç ve dış kamuoyunda bu müdahaleyi hızlandıran etken olarak kullanılmıştır. Afganistan ve Irak’a müdahale edilerek Ortadoğu’nun iradesi kırılıp tümden teslim alınmak istenmiştir. Ancak bu müdahalelerin başarısızlığı Önder Apo’nun çözümlemelerini bir bir doğrulamıştır. Oryantalizmin Ortadoğu’yu ve Ortadoğu’nun direniş kaynaklarını anlamadığı bir daha görülmüştür. Müdahalelerle sermayenin serbest ve güvenli dolaşımını sağlama, Ortadoğu’yu tümden kapitalist moderniteye açma, bu temelde toplumsallığı dağıtarak bireyciliğe dayalı maddi uygarlığı hakim kılma projesi tutmamıştır. Bu nedenle bölge gericiliğine dayanarak halkları, mezhepleri ve çeşitli güç odaklarını birbiriyle çatıştırma üzerinden Ortadoğu›da etkili olma stratejisini daha derinlikli yürütmek için askeri gücünün önemli bir bölümünü geri çekmiştir. ABD›nin müdahalesiyle yaratılan parçalanma, gerilim ve husumet içinde olanlar askeri varlığın ortamında çatışmaktan kaçınırlarken, geri çekilmeyle birlikte tüm Ortadoğu dinamiklerini bitirecek şiddetli bir çatışma içine girmişlerdir. ABD’nin bölgeye müdahalesinin yarattığı sorunlar, işbirlikçi statükocu güçlerin on yıllardır halkların üzerinde yürüttüğü baskı ve sömürü politikaları, kapitalist modernitenin iki yüzyıldır derinleştirdiği toplumsal sorunlar halklarda bir öfke patlamasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle soğuk savaş dönemi dengeleri üzerinden kurulan iktidarların eski dengelerin yıkılması ortamında yaşadıkları boşluklar ve sıkıntılar, dünyada gelişen özgür ve demokratik yaşam arzusu ve binlerce yılın yarattığı birikmiş huzursuzluk ve öfkeler Arap halklarının isyanını ortaya çıkarmıştır. Binlerce yıllık devletçi sistemin kapitalist modernist işbirlikçilerle bugün yaşamı daha da çekilmez hale getirmesine yönelik halkların iç dinamiklerine dayalı bir isyan olsa da, kapitalist emperyalizm bu durumdan yararlanarak kendini bölgede etkili ve kalıcı kılmak için bu sürece müdahale etmiştir. O güne kadar kendisine hizmet etmiş işbirlikçileri yüz üstü bırakarak kendine yeni işbirlikçilik yapabilecek İslami söylemli güç odaklarını destekleme kararı almıştır. Toplumun desteğini

Eylül 2014


Özgür Halk alabilecek işbirlikçilerin kendi çıkarlarını daha iyi koruyacağını düşünerek işbirlikçi ılımlı İslami güçlere dayalı yeni bir hegemonik stratejiye yönelmiştir.

Kapitalist modernist güçler Rojava Devrimine dayalı demokratik bir Suriye’ye destek vermek yerine, rejim ile muhalifleri çatıştırıp, ikisini de güçsüz düşürüp kendi politikasını hakim kılmak istemiştir. Bu politikaÖzellikle Ortadoğu dengelerinin kurulma merkezi nın sonucu ABD›nin Irak politikası ortamında ortaya olarak görülen Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yüz üstü çıkan IŞİD Suriye’de de gelişme imkanı bulmuştur. bırakılıp İhvan-ı Müslim’in desteklenmesi bu strate- Rojava Devrimi şahsında halkların demokrasi ve özjinin sonucudur. Mısır’dan sonra uzun yıllardır kendi gürlük isteyen seçeneğine karşı çıkan ABD tam bir sistemlerinin önünde engel gördükleri Kaddafi’yi de çıkmazla karşı karşıya gelmiştir. İki yüzyıllık kapitaezip Mısır-Libya eksenine dayanarak tüm Ortadoğu›- list modernitenin yarattığı gübrelikte ortaya çıkan ve yu kontrol etmeyi hedeflemişlerdir. Ancak Arap halk- Suriye’deki çözümsüzlük ortamında güç haline gelen larını isyan ettiren dinamikleri iyi anlayamadıkları Mısır IŞİD’i kullanıp kendi inisiyatifinin artacağı parçalanmış ve Suriye’deki gelişmelerden bir daha görülmüştür. bir Ortadoğu yaratarak bu çıkmazdan kurtulmayı heHalklar yeni bir hegemonik ve kapitalist modernist iş- deflemiştir. IŞİD, Irak ve Suriye’nin parçalanmasında birlikçi sistem istemediği gibi, kültürel İslam’ın işbirlik- kullanılmak istenmiştir. Parçalanmış Irak ve Suriye çi bir kapitalist modernist iktidara temel teşkil edecek üzerinde göreceli ve kendi kontrolünde olacak bir dükarakterde olmadığı bir daha ortaya çıkmıştır. İşbirlik- zen yaratmayı düşünmüştür. Bunun için IŞİD’in Irak ve çi karaktere kavuşturmak için İslam toplumları Suriye’yi parçalamaya götürecek saldırılarının üzerinde daha fazla çalışılması gerektiönünü açmıştır. Ortadoğu dengelerini ğini gören ABD, hem Mısır hem de altüst eden Musul’un IŞİD ve SadSuriye’de mevcut karakterleriydam yanlıları tarafından ele geRojava Devrimi le İslamcı bir iktidarı kendisi çirilmesi ve Irak’ın fiilen üçe şahsında halkların için tehlikeli bulmuştur. bölünmesine göz yumulİhvan-ı Müslim’i devirması bu hesap ve plandemokrasi ve özgürlük isteyen miş, Suriye’deki muhaların sonucu gerçekleşseçeneğine karşı çıkan ABD tam lefetin de kazanmasını miştir. AKP ve KDP’nin istememiştir. İslam’a aktif içinde yer aldığı bir çıkmazla karşı karşıya gelmiştir. İki doğru yaklaşmadıkbu saldırıdan ABD’nin ları için sapkın örgüthabersiz olmayacağı yüzyıllık kapitalist modernitenin yarattığı ler tarafından İslam’ın açıktır. gübrelikte ortaya çıkan ve Suriye’deki kültürel değerlerinin kullanılmasında Kuşkusuz Musul salçözümsüzlük ortamında güç haline gelen gübrelik görevi gören dırısı ve sonrasındaki IŞİD’i kullanıp kendi inisiyatifinin artacağı kapitalist modernite, gelişmeler açısından İslam toplumları içinde her güç kendi hesabını parçalanmış bir Ortadoğu yaratarak kaosun daha da derinleşyapmıştır. Musul’un işmesine yol açmıştır. galinde ortaklaşanlar farklı bu çıkmazdan kurtulmayı hesaplar nedeniyle sonradan hedeflemiştir Suriye ve Rojava’daki durum karşı karşıya gelmişlerdir. kapitalist modernitenin çıkmazını ABD Irak’ta Şii, Sünni ve Kürtlerin en iyi biçimde ifade etmektedir. Ortadobirbirini dengelediği ve kendisinin etkin ğu gerçeğine ve yaşadığı sorunlara çözüm olaolduğu yeni bir Irak isterken, AKP ve KDP IŞİD cak bir proje ve plana sahip olmadıkları için dünyanın üzerinden kendilerini Irak ve Suriye’de etkin kılmayı başka yerlerindeki iktidarı devirme, yerine başka bir hedeflemişlerdir. IŞİD, Şengal ve İran sınırındaki 36. iktidarı getirme biçimindeki yaklaşım ve tarzlarını Or- Paralelin Güneyinde kalan bir kısım tartışmalı bölgetadoğu›da da uygulamak isteyince, içinden çıkama- leri alacak, KDP ise Cezire kantonunu kendi petrol dığı durumlarla karşılaşmışlardır. Kapitalist modernist emirliğine bağlayacaktı. IŞİD Cezire kantonu dışında güçlerin her müdahalesi ve adımı sorunları içinden Rojava’ya hakim olacak, böylece Rojava Devrimi tasdaha da çıkılamaz bir hale getirmektedir. Ne mevcut fiye olacaktı. Türkiye KDP ve IŞİD ile birlikte PYD ve iktidar ve muhalefetten memnundurlar, ne de halkların PKK’yi bölge politikasından saf dışı edecekti. özgür ve demokratik yaşam özlemlerine cevap verecek demokratik bir ülke ve topluma dayalı bir siyasal Musul öncesi üzerinde anlaşılan politikalar bir biriydurumu kendi çıkarına görmektedirler. Bu açıdan sü- le uyumlu olmayınca ve KDP’nin AKP ile öngördüğü rekli kriz ve istikrarsızlık içinde bir yönetim ve siyaset plan ABD tarafından onay görmeyince IŞİD’in KDP’yi gerçeğini uygulamaya mahkumdurlar. de hedef alan saldırıları gerçekleşmiştir. AKP’nin böl-

Eylül 2014

7


Özgür Halk ge politikalarında en temel ortağı haline gelen IŞİD, ittifak içinde olduğu KDP’yi bitirip Güney’i kendisiyle işbirliği yapacak İslami örgütler ve AKP’nin kontrolüne sokmayı hedeflemiştir. Ancak IŞİD ve AKP’nin bu politikaları Kürt Özgürlük Hareketi’nin Şengal, Rabia ve Maxmur direnişine çarparak tersyüz olmuştur. Özellikle Rojava Devrimini yıkma ve Güney Kürdistan’ın kapılarını açma anlamına gelecek Şengal işgali gerçekleşmeyince IŞİD’in AKP ile birlikte kurduğu plan boşa çıkarılmıştır. Şengal ve Maxmur direnişiyle hem Rojava Devrimi hem de Güney Kürdistan korunmuştur. Eğer bu direniş gerçekleşmeseydi şu anda Barzani ailesi eski isyan liderleri gibi İstanbul’da ikamet edilip kontrolde tutulacaktı. Hewlêr ve Duhok vilayetlerinin hızlı boşaltılması, KDP’nin yenilgisi ve kaçışından başka anlama gelmemektedir. AKP ile ittifak içinde olan IŞİD’in hedeflerine ulaşmaması, hem Güney’de hem de Rojava’da püskürtülmesi Güney Kürdistan’da demokratik ve özgürlükçü güçler açısından çok önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. PKK’nin itibarını ve etkisini arttırması bu sonuçları daha da geliştirebilecek bir siyasal ortam doğurmuştur. Rojava Devriminin Şengal, Rabia ve Cezaa’daki direnişleri KDP ve AKP’nin Rojava Devrimi üzerindeki hesaplarını boşa çıkarmıştır. KDP’nin Rojava Devrimini tanımama ve fırsat bulunca işgal etme planları büyük darbe yemiştir. Türkiye’nin Rojava’yı işgal etmesi zorlaşmıştır. İşte bu ortamda IŞİD Kobanê’ye saldırtılmıştır. IŞİD’in Kobanê’ye saldırtılması kesinlikle bir Türkiye planlamasıdır. Böylelikle YPG’nin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselen etkisi kırılmak istenmektedir. IŞİD de

Cezaa ve Tıl Hamıs çevresinde darbe yiyince Türkiye’nin de desteği ve teşvikiyle Kobanê’yi düşürme planlaması yapmışlardır. Türkiye›nin Musul konsolosluğunda alıkonulanların bırakılması da bu ortak plan çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkiye ve IŞİD böyle bir saldırının kısa sürede sonuç alacağını düşünmüşlerdir. Kobanê düştüğünde de her ikisinin pozisyonu güçlenecek, Suriye siyasetine etkileri artacaktır. Böyle bir hesapla saldırmışlardır. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Kobanê direnmiştir. Böyle olunca Türk devleti ve AKP hükümeti ABD’nin IŞİD’e karşı planını gönülsüz de olsa kabul etmiştir. Ama pratikte IŞİD’i zayıflatacak ve yok edecek bir politika ve pratik içinde olmayacaktır. AKP ancak IŞİD’i pahalı pazarlayabilirse o zaman IŞİD’e tutum alacak. Amiyane deyimle satacaktır. Tabii ki pazarlık konusu da Türkiye’nin en hassas konu olduğu Rojava Devriminin bastırılması olacaktır. AKP IŞİD’le bunu yapmak istedi, ama olmadı. Şimdi IŞİD’i satma karşılığında bu sonuca ulaşmak istemektedir. Aslında Türkiye IŞİD’i Kobanê’ye saldırtarak Serêkaniyê’den Afrin’e kadar tüm sınırda IŞİD’le komşu olmayı hedeflemiştir. Böylelikle AKP IŞİD’le birlikte bir Sünni eksen yaratacak, Suriye ve Irak üzerinde etkili olacaktı. Zaten bu durumda IŞİD güçlenecek, böylece IŞİD’i daha pahalıya satma durumu ortaya çıkacaktı. AKP hükümeti kesinlikle böyle bir hesap içindedir. Zaten IŞİD’i besleyip büyüten AKP hükümetidir. AKP hükümeti olmasaydı IŞİD böyle bir güce ve düzeye ulaşamazdı. Hatta Irak’ta da böyle bir örgüt fazla gelişmezdi. Irak’ta gelişmesinin arkasında da Türk devleti vardır. Haşimi’nin Irak’ta yargılanması ve Türkiye’ye sığınması AKP’nin Irak Sünnileri ile ilişkisinin ne düzeyde olduğunu ortaya koymuştur. AKP kesinlikle Ortadoğu’da Sünni mezhebinin hamiliğine soyunmuştur. Ancak bu konuda Mısır, Suudi Arabistan gibi güçler Türkiye’nin böyle bir rol almasını kabul etmemektedirler. Her ne kadar Türkiye IŞİD’e karşı kurulan koalisyona destek vereceğim dese de IŞİD’in Kobanê’de kazanmasına ve sınır boyu IŞİD’le ortak olmayı çok istiyor. Böylece kendisinin politikalarını daha etkili kalacağını düşünüyor. Aslında Özgürlük Hareketi düşmanlarının hepsi IŞİD’in Kobanê’de kazanmasını istiyor. KDP’nin de isteği farklı değildir. Barzani Kobanê’ye destek oluruz, diyerek ve birkaç kamyon erzak göndererek Kürt halkını kandırmak istiyor. Bu tarz, KDP’nin siyaset tarzı haline gelmiştir. Gerçek

8

Eylül 2014


Özgür Halk siyasi rengini göstermemek, hatta gizlemek KDP’nin siyaset tarzıdır. Ortadoğu’daki komplocu tarzı KDP de iyi öğrenmiştir. Özelikle İran’dan bu tarzı almıştır. Bu açıdan KDP’nin söylemlerine değil, her zamana pratiklerine bakmak lazım. Söylemlerine bakan yanılır, pratiğine bakan da KDP’yi anlar. Kuşkusuz Kobanê direnişi önemlidir. Kobanê’de IŞİD saldırısı kırılırsa Rojava Devriminin siyasi gücü ve etkisi yeni bir döneme girecektir. IŞİD’in sistemle karşı karşıya gelmesi ve diğer muhaliflerin de güçsüzleştiği ortamda Rojava Devrimi artık yeni Suriye’nin en temel aktörlerinden biri olacaktır. KDP’ye bağlı partilerin Rojava halkı adına konuşması da bundan sonra mümkün olmayacaktır. Ancak Rojava Devrimci güçlerinin heyetleri içinde yer bulabileceklerdir. ABD’nin IŞİD’e açık tavır alması, koalisyon kurması, Suriye’de IŞİD hedeflerine saldırması, ancak Kobanê’ye saldıran IŞİD’e yönelik hiçbir eylem yapmaması çok sinsi bir politikayı ifade etmektedir. Anlaşılıyor ki, Kobanê devrimi yenilsin, Rojava halkı kendisine muhtaç olsun istiyorlar. Rojava Devrimi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin güçlü olmasını kendi çıkarlarına görmüyorlar. Eğer böyle olsaydı ilk önce IŞİD’in en aktif olduğu yerde vururlardı. Belki başka yerde gizlenebilir; ancak açık savaş alanında gizlenemezler. Rojava etrafındaki mevzileri açıkça bellidir. Ama bu mevzilere yönelik tek bir hava saldırısı olmamıştır. Eğer bu tutumları devam ederse, bu açıkça Türk devletiyle birlikte Rojava Devrimini bastırmak ve KDP’nin Rojava’daki politikalarının önünü açmak anlamına gelir. Çünkü Türkiye-KDP anlaşmasına göre Kobanê ve Afrin IŞİD’e bırakılacak, Cezire alanı da KDP’nin petrol emirliğine bağlanacak. Tüm bu gerçekler, Kobanê’nin saldırıyı kırması ve direnişin başarılı olması Ortadoğu’da yeni bir dönem başlatacaktır. En başta da Suriye’de yaşanan çıkmazı ve kördüğümü çözecek demokratik yeni bir Suriye’nin oluşmasında Rojava Devrimi etkili rol oynayacaktır. Ilımlı olarak tanımlanan muhalefetle Alevilerin etkin olduğu mevcut rejim arasında bir uzlaşma kaçınılmaz olacaktır. Rojava Devriminin çizgisi bu her iki kesimi uzlaştırma ve her iki kesimin demokratik bir Suriye içinde varlığını güvenceye almayı sağlatacaktır. Rojava Devriminin etkinliği her türlü hegemonik eğilimin kırılması, demokratik bir Suriye içinde varlığını kabul etmelerini sağlayacak bir siyasal uzlaşmayı ortaya çıkaracaktır. Eğer mevcut Suriye rejimi hegemonik zihniyetinden vazgeçmezse karşısında demokratik Suriye konseyi ve buna bağlı Meşru Savunma Güçlerinin sadece IŞİD’i değil, rejimin askeri güçlerini de yenilgiye uğratarak demokratik değerlerin daha da köklü ve derin

Eylül 2014

hale geleceği demokratik Suriye ortaya çıkaracaktır. Kuşkusuz Rojava Devriminin bu rolü oynaması için Meşru Savunma Gücünü yenilmez kılması ve kendisini daha örgütlü demokratik sistem haline getirmesi gerekmektedir. Bunun için de ağırlıklı siyasal devrime dayalı karakterini aşıp toplumsal devrimini ve demokratik komünal ekonomi sistemini yaygınlaştırması ve kendi çizgisine uygun bir alternatif sistem ve model haline gelmesi çalışmaları hızlandırılmalıdır. IŞİD başta olmak üzere devrim karşıtlarının saldırılarını daha fazla artıracağı da hesaplanarak meşru savunma gücü büyütülmeli ve güçlendirilmelidir. IŞİD’in Şengal işgali, Güney Kürdistan›a yönelmesi ve gösterilen direniş Güney Kürdistan›ı ve Irak politikalarını köklü değişikliğe uğratacak bir siyasal durum ortaya çıkarmıştır. Artık Güney Kürdistan eski Güney Kürdistan olamayacaktır. Irak geneli de politikalarda önemli değişiklikler yapacaktır. Çünkü eski politikalarla ne Irak genelinde siyasal istikrar sağlamak mümkündür, ne de Güney Kürdistan’ı yönetebilmek. Êzidîlerin katliama maruz kalacağını bile bile KDP peşmergelerinin Şengal’i direnmeden bırakması Kürt toplumunda derin travmalar yaratmıştır. IŞİD’le gerçekleştirdiği ittifak gereği böyle bir katliama yol açması, KDP’nin Kürdistan siyasetinde şimdiye kadar yaptığı ihanetlerin en ağırı, en vicdansızı ve ahlaksızı olmuştur. Bu bakımdan Kürdistan halkı üzerinde etkin kılınmak için cilalanan KDP’nin cilaları dökülmüş, gerçek karakteri ortaya çıkmıştır. KDP ne yapsa da, hangi propaganda araçlarını kullansa da Şengal’i terk etmesinin ortaya çıkardığı algıyı ortadan kaldıramaz. Çünkü yaptıkları sadece Kürdistan’la sınırlı kalmamıştır. Tüm bölge halkları ve dünya kamuoyunun şahit olduğu ihaneti ve katliamın suç otaklığını aleni yapmışlardır. Bazılarının kurulacak Kürt devletinin yanı başında oluşacak bir Sünni devletle iyi geçinmek için bu yaklaşım gösterilmiştir diyerek KDP’nin ihanetini meşrulaştırmak istemesi, KDP’nin karakterini ve ihanetinin düzeyini ortaya koymak açısından ibret verici olmuştur. IŞİD’in Kobanê’ye saldırısından sonra KDP’nin Kobanê’de IŞİD’in kazanmak istediğini kendisine bağlı basın yayın organlarıyla ortaya koymuştur. Sanki Hewlêr’in konumuyla Kobanê’nin konumu aynıymış gibi köylere yapılan tank, top ve obüs atışları karşısında IŞİD mevzilerinin hedefi olan köylerin boşaltılması karşısında Kobanê’den de gerilla güçleri kaçıyormuş gibi bir propaganda yürütmüştür. Kobanê’de YPG güçlerinin yenilerek Kürt Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu’da yaşadığı yükselişin gerileyeceği düşüncesiyle hareket ettikleri görülmüştür. Sadece KDP değil, Kobanê direnişinin kırılmasını isteyen birçok güç bulunmaktadır.

9


Özgür Halk Bunların başında da Türkiye gelmektedir. Türkiye de IŞİD’in Kobanê saldırısından itibaren Kobanê’nin boşaltılması ve Kobanê direnişinin kırılması için örgütlü ve planlı bir psikolojik savaş yürütmüşlerdir. Türkiye basınının Kobanê direnişine yaklaşımı Türk devletinin yaklaşımının ne olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Türkiye de KDP gibi Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasi etkisinin yükselmesinden ve halkların özgürlük ve demokrasi seçeneği haline gelmesinden korkmaktadır. Ancak devletçi zihniyetin, ulus-devletçi anlayışın sahiplerinin geleceği yoktur. Bu açıdan korkunun da ecele faydası yoktur.

tirilmesinin modeli de demokratik özerkliktir. Farklı bölgelerin demokratik özerkliğine dayalı demokratik bir Irak, Irak’ın özgür ve demokratik birliğini de sağlayacaktır. Bu Irak’ta Şiiler de, Sünniler de, Kürtler de, Êzıdîler de, Süryaniler de, Kakailer de, Türkmenler de özgür ve demokratik yaşayacaktır. Güney Kürdistan federasyonu da demokratik özerklikle yönetilen bölgelerle daha demokratik ve daha güçlü hale gelecektir. Enerji ve su gibi kaynaklar da adil bir bölüşüme kavuşursa, Irak, Güney Kürdistan ve diğer özerk bölgeler birbirini tamamlar ve güçlendirir. Şu anda Irak ve Güney Kürdistan’da savunulacak böyle bir siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel proje tüm halkların ve toplulukların desteğini alır. Bu projeye milliyetçi ve fanatik güçler tarafından bazı direnişler gösterilse de, orta vadede güçlenecek, destek görecek ve kazanacak proje budur. Bu açıdan tüm parçalarda olduğu gibi Güney Kürdistan’da da dar, milliyetçi ve Kürtlere hiçbir şey kazandırmayacak tutumlardan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Irak ve Güney Kürdistan’daki gelişmeler Önder Apo’nun paradigmasının ne kadar doğru ve çözümleyici olduğunu ortaya koymuştur. Eğer Önder Apo’nun belirttikleri çok önceden pratikleştirilseydi şu anda Güney Kürdistan ve Irak’taki pozisyonumuz daha da güçlenmiş olacaktı. Çünkü savaş tam da Önderliğin öncede güçlendirilmesi gerektiğini söylediği “orta alan” dediği alanda Êzidîlerin katliama çıkmıştır. Bu alan Irak açısından demokratik ulus maruz kalacağını bile bile ve demokratik özerklik projemizin tam da praKDP peşmergelerinin Şengal’i tikleşeceği bir alandır. direnmeden bırakması Kürt toplumunda Farklı etnik ve dinsel kimliklerin bulunmaderin travmalar yaratmıştır. IŞİD’le sı Hareketimizin bu gerçekleştirdiği ittifak gereği böyle bir alanlarda daha çabuk benimseneceğikatliama yol açması, KDP’nin Kürdistan ni ve kök salacağını siyasetinde şimdiye kadar yaptığı göstermektedir. Nitekim gösterilen direniş ihanetlerin en ağırı, en vicdansızı sonrası gerçekleşen de budur. ve ahlaksızı olmuştur. Hareketimizin Kürtlerin içinde yer aldığı devletleri demokrasiye duyarlı hale getirmesi ve toplumların demokratikleşmesine dayalı siyasal ve toplumsal yaşam projesi, Irak dahil tüm bölge ülkeleri açısından geçerli bir modelidir. Demokratik ulus anlayışı temelinde demokratikleşme dışında Ortadoğu›nun sorunlarını çözme ve kaostan kurtarma imkanları kalmamıştır. Ortadoğu’da dış güçlere bağımlılıktan kurtulmanın çaresi de demokratik ulusa dayalı demokratikleşmekten geçmektedir. Çünkü demokratikleşme kadar toplumları güç ve irade yapacak başka bir yaşam projesi yoktur. Özcesi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların çözümü demokratik ulusa dayalı demokratikleşmekten geçmektedir. Bunun da farklı etnik ve dinsel topluluklar açısından anlamı demokratik özerkliktir. Halkları boğan merkeziyetçilik yerine özgür yaşamı sağlayacak yerel demokrasilerin geliş-

10

KDP’nin hegemonik merkeziyetçi modeli aslında ulus-devletçi modelin Güney Kürdistan versiyonudur. Ulus-devlet zihniyeti her yerde sorunları ağırlaştırdığı gibi, merkeziyetçi ulus-devlet zihniyeti Güney Kürdistan’da da sorunları ağırlaştırmaktadır. Kerkük alanındaki KDP-YNK gerilimi de ulus-devletçi merkeziyetçi hegemonik iktidar anlayışının ürünüdür. Bu anlayışın yarattığı sorunların aşılması ve Güney Kürdistan’ın demokratik zihniyete kavuşması açısından demokratik özerklikle yönetilen beş altı bölgeye ayrılması çok önemlidir. Böylece Güney Kürdistan›da hegemonik anlayış yerine demokratik zihniyet gelişir, bu da ulusal kongrenin olmasını ve demokratik karakterde kurumlaşmasını sağlar. Çünkü ulusal kongrenin gerçekleşmesinin önündeki en temel engel KDP’nin hegemonik zihniyeti ve bu temelde ortaya çıkan tutumu ve pratiğidir. KDP, hegemonik yaklaşımında ısrar ederken, YNK ve Goran da özünde benzer bir zihniyet ve yaklaşım içindedirler. IŞİD’in karşısında zorlandıklarından gerilladan yardım isterlerken, biraz rahatlayınca KDP gibi gerillanın varlığından ve PKK’nin Güney Kürdistan’da

Eylül 2014


Özgür Halk gelişebileceğinden kaygı ve korku duymaktadırlar. Bu anlayış demokratik toplum ve demokratik ulus anlayışından uzak olmanın sonucudur. Demokratikleşme içinde tüm siyasi güçlerin, etnik ve dinsel toplulukların özgür ve demokratik yaşamasını kabul edenler, hiçbir siyasi görüşten ve farklılıktan kaygı ve korku duymadan düşünce ve örgütlenme özgürlüğünden yana olurlar. Demokratik zihniyet, kültür ve kurallar çerçevesinde siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda düşünce, tutum ve pratiklerin ortaya konulması dışında kaygı taşımazlar. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerin başında İran gelmektedir. İran ve Türkiye’nin bölge politikalarını etkilemesi kadar, etkilenme durumları da vardır. Özelikle İran tarihi boyunca yüzünü dışarıya dönük tutmuş, içerideki etkinliğini ve istikrarını böyle sağlamıştır. Ancak mevcut durumda dışarıdaki pozisyonu İran’ın kendisini içeride etkin kılmasına el vermediği gibi, iç dinamikler artık İran’da da kendini hissettirecek duruma gelmiştir. Artık sadece dışarıdaki hamlelerle kendini ayakta tutması mümkün değildir. Hatta dışarıdaki pozisyonu da giderek içerideki konumuna bağlı hale gelmektedir. Nasıl ki Suriye ve Irak ancak kendini demokratik ulus ve demokratik özerklik anlayışıyla ayakta tutabilecek durumdaysa, aynı şey İran için de geçerlidir. Irak’ta demokratikleşme ve demokratik özerklik temelinde yaşanacak her siyasal gelişme İran’ı da doğrudan etkileyecek, İran’ı da değişime zorlayacaktır. Suriye ve Irak’ta demokratik ulus ekseninde gelişmeler yaşandığında İran buna ayak uydurmazsa dağılmayla yüz yüze kalacak ciddi problemlerle karşılaşır. Ancak İran tarihine uygun olarak farklı bölge ve kültürlerin varlığını ve özerkliğini kabul ederse hem birliğini koruyabilir hem de Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ciddi katkılar sunabilir.

önemli mevziler kazanılmışken İran’ın eski politikada ısrar etmesi kaçınılmaz olarak Kürt halkıyla karşı karşıya gelmesini beraberinde getirecektir. Şu anda Doğu Kürdistan büyük bir direnişin potansiyelini taşımaktadır. Özgür yaşam ve demokratik kurtuluş mücadelesi hamlesi yapacak bir ruh hali içindedir. İran’ın baskısına ve kontrol etme politikalarına rağmen bu potansiyel ve dinamik her an patlamaya hazır haldedir. Nitekim rejime muhalif söylemlerde bulunan Selefilerde kulak kabartan bir kesim bulunmaktadır. Şu anda Doğu da Önder Apo’nun paradigması ve özgür yaşam projesi etrafında mücadeleye yatkın hale gelmiştir. Ancak tüm ülkelerde olduğu gibi siyasal mücadele perspektifini Doğu Kürdistan’la sınırlamayan, tüm İran’a seslenecek demokratik ulus ve demokratik özerklik projesini öne çıkaran bir siyasi yaklaşım daha fazla kazandıracak bir özelliktedir. Ortadoğu genelinde yaşanan gelişmeler büyük fırsatlar yanında büyük tehlikeler de beraberinde getirmektedir. IŞİD gibi kapitalist modernite gübreliğinde yetişen sapkın güçlerin zihniyet ve politikaları Ortadoğu’daki kaosu daha da derinleştirip kapsamlılaştırarak tam bir devrimci durum ortaya çıkarmıştır. IŞİD halklar için çok tehlikeli bir örgüt olduğu gibi, eğer mücadele edildiği takdirde devrimci demokratik güçlerin Ortadoğu siyasetinde etkili hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Çünkü IŞİD saldırıları Ortadoğu’da sadece Kürt Halk Önderinin demokratik ulus temelindeki demokratik özerkliğe dayalı demokratikleşme projesinin tek çözüm olduğunu daha görünür hale getirmiştir. Bu büyük imkan ve fırsatların yanında büyük tehlikeler de bulunmakta-

Kürdistan’ın tüm parçalarında halkların öz- gür ve demok ratik yaşamı için

Eylül 2014

11


Özgür Halk dır. Özellikle mezhepçiliğin öne çıkarılması ve mezhep savaşlarının ortaya çıkarılması halkların özgürlük ve demokrasi dinamiklerini boğmaya yönelik büyük bir tuzaktır. Özgürlük ve demokrasi düşmanları kendilerini mezhepçilik bağnazlığı üzerinden güç yapmak isterler. Bu yönlü çatışmaları kışkırtmak için her yolu deneyeceklerdir. Bu durum karşısında tüm demokratik özgürlükçü güçler, insanlık vicdani olan, ahlaki değerlere sahip tüm toplumsal kesimler ve şahsiyetler böyle bir çatışmaya şiddetle karşı çıkmalıdırlar. Böyle bir çatışmanın önünde demokratik özgürlükçü güçler barikat kurmalıdırlar. Özgürlük ve demokrasi dinamiklerinin mezhepçi fanatizmin altında ezilmesine fırsat vermemelidirler. Kürt halkı başta olmak üzere tüm Kürdistanlılar da böyle mezhep çatışmaları, etnik ve dinsel kavgalar içinde yer almamalıdırlar. Bu tür politika ve ilişki içine kim girerse girsin teşhir etmelidirler. KDP’nin yakın zamanda Maliki düşmanlığı ekseninde Sünni cephe içinde yer alması başta Kürtler olmak üzere bütün Ortadoğu halklarına zarar vermiştir. Mezhepçi IŞİD grubun ortaya çıkmasından KDP’nin bu politikası da önemli rol oynamıştır. Yine mezhepçi AKP iktidarına en fazla güç veren siyasi güç de KDP’dir. AKP KDP’den aldığı siyasi destek ve bulduğu ekonomik imkanlarla Kürt sorunun çözümsüzlüğünde ısrar ettiği gibi, Türkiye içinde ve bölgede mezhepçi politika yürütmektedir. İslam’ın kültürel ve demokratik değerlerini yaşama konusunda Kürtlerin tarihsel bir geleneği vardır. Bu yönüyle Kürtler kültürel ve demokratik İslami anlayışın gelişmesine de örnek olmalıdırlar. Bu nedenle iktidar çıkarlarına ve savaşlara alet edilen mezhepçiliğe karşı bu tutumu göstermelidirler. Kürtleri Ortadoğu’da demokratik bir güç haline getirecek olan önemli bir anlayış ve tutum da bu olacaktır. Kuşkusuz IŞİD ve benzeri güçlere karşı mücadele açısından İslam’a doğru yaklaşmak, onların İslam’ın kültürel değerlerini kullanmasına fırsat vermemek gerekir. IŞİD gibiler kapitalist modernitenin gübreliğinde kendilerine yaşam hakkı buluyorsa, kapitalist modernitenin Ortadoğu’da yaptığı tahribatları ve buna karşı doğru mücadeleyi de ortaya koymak önemlidir. İslam’a doğru yaklaşımla kültürel ve demokratik yanı ahlaki-politik toplum ve demokratik sosyalizm değerleri haline getirilirse o zaman bu tür sapkın güçler daha çabuk etkisizleştirilir, Ortadoğu halkları bunlara karşı çıkmayı kültürel ve demokratik İslam’ın gereği olarak görür. Bu açıdan geçmişte sol ve demokratik güçler içinde var olan İslam’ı doğru ele almama; İslam’ın kültürel ve demokratik değerlerini demokrasinin ve sosyalizmin değerleri haline getirmeme yaklaşımlarının aşılması, demokratik sosyalist güçleri daha güçlü hale getirecektir.

12

Bir buçuk yıl içinde siyasal mücadelemiz açısından en önemli durum ise Önderliğimizin başlattığı Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa süreci olmuştur. Kürt Halk Önderi çatışmasızlığı sağlatıp gerillanın geri çekilmesini sağlayarak ve esirleri serbest bıraktırarak toplumu çözüme hazırlamak, Türk devletine de adım attırmak istemiştir. Bu adımların karşılıksız atılmayacağını ve karşılığının beklendiği açıktır. Bir boyutu buyken, diğer boyutu ise Önder Apo AKP’nin sıkıştığını görerek demokratik siyasal çözüm yöntemini devreye sokmasıdır. Eğer AKP’ye kamuoyu baskısı sağlatılarak adımlar attırılırsa, bu adımlar demokratik siyasal mücadeleyle desteklenirse demokratik siyasal yöntemlerle de sonuç alınacağını düşünmüştür. Ortadoğu ve Türkiye gerçeğini dikkate alarak 2012 savaşının sonuçları üzerinden bu önemli, etkili ve sonuç alıcı adımı atmıştır. Ancak doğru politikalar doğru araç ve yöntemlerle güçlendirilirse sonuç alınır. Doğru politikaların kendiliğinden sonuç aldığı görülmemiştir. Özellikle Türkiye gibi katı inkarcı, kültürel soykırımcı, Kürtleri yok etme amacına göre şekillenmiş bir devletin kendiliğinden adım atmayacağı açıktır. Bunu en iyi bilen de Önderliğimizdir. Önderliğimiz, Hareketimizin imkanlarını, mevcut siyasal ortamda neler yapılacağını iyi bildiğinden bu adımı atarak sonuç almak istemiştir. Hareket ve halk olarak Önderliğin bu önemli hamlesine doğru bir karşılık vermediğimiz açıktır. AKP zihniyet değiştirdiği ve bir çözüm politikasına sahip olduğu için 2013 Newroz hamlesi yapılmamıştır. Ancak doğru politikalar ve buna uygun mücadele yürütülürse Kürt sorununun siyasal çözüm imkanları ortaya çıktığı görüldüğü için hamle yapılmıştır. Mevcut siyasi ortama uygun ve AKP’yi sıkıştıracak politik mücadeleler yürütülmediği için AKP oyalama, zaman kazanma ve nefes alarak pozisyonunu güçlendirme politikasında ısrar etmiştir. Demokratik çözüm için yaratılan zemini kendini iktidarını güçlendirmek için kullanmıştır. Hatta Kuzey Kürdistan’da çatışmasızlığı sağlayarak özel savaşla mücadele dinamiklerini çürütme, Rojava Devrimini ise IŞİD gibi çeteleri kullanarak bastırma politikası izlemiştir. Bırakalım demokratik çözüm doğrultusunda adım atmasını, Hareketimizin ciddi uyarılarını bile dikkate almamıştır. Sanki bir daha mücadele edemezmiş gibi çözümsüzlükte ısrar eden politikalar izlemiştir. Önder Apo’nun bir yıl önce 2013 çatışmasızlığını sağlaması ve gerillanın geri çekilmesi sürecinde en doğru yaptığımız şeyin geri çekilmeyi durdurma kararımız olduğunu belirlemesi, Önder Apo’nun sürece nasıl yaklaştığını ortaya koymaktadır. Yine “2013 Haziran’ında çatışmasızlık sonlanmalıydı” demesi de Önder Apo’nun süreci nasıl bir mücadele süreci olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Hareket ve halk olarak böyle

Eylül 2014


Özgür Halk yaklaşım göstermediğimiz açıktır. Karakol, baraj ve yol yapımlarını önleyemememiz, birçok baraj ve karakolun çatışmasızlık ortamından yararlanılarak yapılması, bizim Önder Apo’nun yarattığı çatışmasızlık sürecine gafil yaklaştığımızın somut ifadesi olmaktadır. AKP hükümeti bir taraftan çatışmasızlığı karakol, baraj ve askeri amaçlı yol yapımlarıyla anlamsız hale getirirken, diğer taraftan sürekli “Süreç iyi gidiyor” diyerek oyalama yapıp zaman kazanırken, Hareket olarak AKP üzerinde adım atmasını sağlatacak mücadele yürütemememiz, baskı kuramamamız, yaratıcı bir mücadele çizgisi ortaya koyamadığımızı göstermektedir. Öte yandan halkı mücadelesiz ve beklentili kılan siyasi atmosferin değiştirmemek de diğer önemli bir eksikliğimiz olmuştur. Biz AKP’nin ateşkesi bozan tutumlarına karşı bir mücadele içine girmeyince, bu, demokratik siyasetin ve halkın duruşuna da yansımıştır. Bu açıdan geçen bir yıllık süreçte mücadeleyi yaratıcı kılarak Önderliğin devreye soktuğu demokratik çözüm yöntemini güçlendirmememiz bir özeleştiri konusudur. Geçen bir yılda yaşadığımız eksiklikler ve Önder Apo’nun eleştirileri, AKP’nin politikalarına karşı nasıl bir tutum takınmamız gerektiğini göstermektedir. Önder Apo, görüşmelerimde ne yapılması gerektiğinin ipuçlarını defalarca verdim, ama gereğini yapmadınız demesi de görüşme notlarına nasıl yaklaşılması gerektiğini ortaya koymuştur. Bir buçuk yıldan fazla süren çatışmasızlık ortamında AKP’yi çözüme zorlayacak yaratıcı ve etkili bir mücadele vermediğimiz gibi, Önder Apo’nun dokuz boyutta öngördüğü inşa çalışmaları konusunda da ciddi sayılabilecek adımlar atılmamıştır. Halkın kendi

Eylül 2014

işlerini kendi yaptığı, kendini yönettiği, kendi ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, sağlık, toplumsal adalet sorunlarını kendi çözdüğü inşa sorunlarında da ciddi bir gelişme yaratılmaması, çözümü devletten bekleyen mücadelesiz ruh hali ve zihniyetin inşa çalışmalarındaki dışa vurumu olmaktadır. İnşa çalışmalarıyla toplumsal örgütlenmenin her alanda güçlendirilmesi aynı zamanda serhildanın süreklileşerek bir örgütselliğin de yaratılması anlamına gelecektir. Ne gerillayla ne de serhildanla sürece müdahil olunmuş; inşa da gerçekleştirilmeyince çatışmasızlık süreci özel savaşın kendi çalışmalarını daha kolay yürüttüğü bir süreç haline gelmiştir. Önder Apo’nun içeride gördüğü böyle bir sürece bizim müdahale ederek özel savaşı boşa çıkarıcı bir tutum içinde olmamamızda Önder Apo’nun başlattığı sürece yanlış yaklaşmamız sonucudur. Önder Apo’nun başlattığı süreci yaratıcı yol, yöntem ve mücadele anlayışıyla güçlendirmemiz gerekirken, bunu yapmayışımız Önder Apo’yu çok zorlamıştır. AKP kendisine karşı bir mücadele görmeyince psikolojik savaşla, yalanla dolanla durumu idare edip kendini güç yapmayı esas almıştır. Bir nevi çatışmasızlık sürecine karşı seçim kazanma oyunu anlamına gelecek bir psikolojik savaşı sürekli kılmıştır. Gelinen aşamada AKP hükümetinin psikolojik savaş dışında hiçbir adım atmayacağı netleşmiştir. Ancak mücadele edilebilirse AKP’nin adım atacağı anlaşılmıştır. Artık hiç kimse mücadele etmeden, sadece İmralı’daki görüşmelerle devletin ve hükümetin adım atacağını beklememelidir. Zaten hiçbir zaman Türk devletinin mücadele etmeden adım atması beklenmemelidir. Çünkü Türk devleti gelinen aşamada zihniyet değişimi yaşamamıştır. Kürt sorununu çözmeyi önüne koyan

13


Özgür Halk bir zihniyete ulaşmamıştır. Bu nedenle sadece zorlandıkça psikolojik savaşı ve özel savaşı yürütebilecek, bu savaşlarına argüman olabilecek özü değiştirmeyen bazı adımlar atmaktadır. Kültürel soykırımı, asimilasyonu ve Türkleştirmeyi önlemeyen adımları atarak bir şeyler yapıyormuş algısını yaratıp kültürel soykırımcı politikalarda ısrar etmektedir. Bu gerçeklik, AKP’nin tutumundan dolayı çatışmasızlığı anlamsız kılmıştır. KCK Yürütme Konseyi’nin tüm makul yaklaşımlar ve yaptığımız fedakarlıklar karşılık görmemiştir, devlet ve AKP hükümeti adım atacak hiçbir yaklaşım ortaya koymamıştır diyerek çatışmasızlığın anlamsız hale geldiğini ve son bulduğunu ilan etmiştir. Artık AKP’nin politikalarına karşı son iki yılda gösterilen tutumun gösterilemeyeceğini, bu politikalara karşı mücadele edileceğini açıkça ortaya koymuştur.

karşı karşıya kalacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi durumun ciddiyetini ortaya koymuştur. Durumun ciddiyetini kavramayanlar kaybedecektir. Kürt Özgürlük Hareketi aldatılamayacağını, oyalanamayacağını, kırk yıllık mücadelenin çürütülemeyeceğini herkese gösterecek ve kabul ettirecektir. Bu açıdan yeni bir dönem başlamıştır. Bu çok yönlü bir mücadele dönemidir. Bu mücadele döneminde hem halk devreye gidip rolünü oynayacak, hem de gerilla özsavunma gücü olduğunu etkili biçimde gösterecektir.

AKP hükümetinin asayişi bozanlara gereken tutum gösterilecektir, devlet gücünü ortaya koyacaktır demesi, açıkça Kürt halkını mücadelesiz ve atıl bırakma stratejisinin bir parçasıdır. Çatışmasızlık olacak, devlet ve AKP hiçbir adım atmayacak, halk da müAKP hükümeti hiçbir adım atmadığı halde sücadelesiz ve sessiz kalacak, bu ortamda devlet rekli süreç iyi gidiyor, süreç en iyi döKürt Özgürlük Hareketi’ni çürütecek ve neminde diyerek toplum ve halk mücadele edemez hale getirecekaldatılmaya ve mücadelesiz bıtir. Kendini akıllı, herkesi aprakılmaya çalışılmıştır. Bu tutal sanan AKP hükümetinin İslam’a doğru tumuyla aslında Türkiye’de planı budur. Özgürlük Haoluşan Kürt sorununun reketi bu planın da boş yaklaşımla kültürel ve çözümü koşullarını da olduğunu, bu politikayı ortadan kaldırmaktaboşa çıkaran mücademokratik yanı ahlaki-politik dırlar. Kürt sorununun deleyi geliştireceğini toplum ve demokratik sosyalizm çözümünü istemeyen ortaya koymuştur. milliyetçi şoven zihHiçbir şey yapmadan değerleri haline getirilirse o zaman niyet böylece daha çok şey yapıyorum bu tür sapkın güçler daha çabuk fazla güçlenmektedir. diyen demagojiye ve Zaten AKP Kürtleri en psikolojik savaşa son etkisizleştirilir, Ortadoğu halkları iyi ben aldatırım, en verdiğini ilan etmiştir. iyi ben tasfiye ederim Dolayısıyla Kürt halbunlara karşı çıkmayı kültürel ve diyerek milliyetçi şoven kı da, Kürt demokrasi demokratik İslam’ın gereği kesimlerin de desteğigüçleri de, Kürt Özgürlük ni almaktadır. Kürtleri alHareketi’nin tüm kadroları olarak görür. datma, oyalama ve kültürel ve bileşenleri de gerçekliğin soykırıma uğratma kapasitesi böyle olduğunu bilmeli, ona olduğundan Devleti esas olarak göre pozisyonunu almalıdır. KCK kendisinin yönetmeye hakkı olduğunu Yürütme Konseyi Kongra Gel Ara Dösöylemektedir. AKP 12 yıldır iktidarını bu iddiayla nem Toplantısının aldığı karalar çerçevesinde sürdürmektedir. Kuşkusuz özgürlük mücadelesi kar- çatışmasızlığın anlamsız hale geldiği ve mücadelenin şısında çok sıkıştıklarından iktidarını sürdürmek için yükseltileceği kararını almıştır. Dolayısıyla önümüzdeKürtlere ve demokrasi güçlerine seslenmeyi ve onların ki dönem mücadele dönemi olacaktır. Kuşkusuz Türk da desteğini almayı hedeflemektedirler. Dikkat edilir- devleti ve AKP hükümeti zihniyet değiştirir ve ciddi se AKP hükümeti her iki kesime seslenerek iktidarını adım atarsa bunlar dikkate alınır. Ancak pratik ve cidsürdürmektedir. Bu da aslında bir özel savaş iktidarı di adımlar görülmeden sözler ya da şöyle heyet kurulolduğunu kanıtlamaktadır. İşte şimdi Kürt Özgürlük du, böyle heyet kuruldu biçimindeki yaklaşımlara itiHareketi devlete ve AKP hükümetine bu zihniyetin, bu bar etmeyecektir. Ne zaman Kürt sorununun çözümü yöntemin sonuna gelindi, ya çözersiniz ya çözersiniz konusunda özde ciddi adımlar atılır ve Türk devletinin tutumunu ortaya koymuştur. Artık orta yol kalmamış- sömürgeci kültürel soykırımcı politikadan vazgeçtiği tır. Önder Apo’nun dediği gibi Arafta durmak yoktur. anlaşılırsa o zaman tutumunu daha farklı geliştirir. Ya bu Araf durumundan çıkılacaktır ya da Türk devleti KCK Yürütme Konseyinin açıklamasında anladığımız Kürt sorununun çözümsüzlüğü ortamında dağılmakla budur, anlaşılması gereken budur.

14

Eylül 2014


Özgür Halk Şu bir gerçektir ki bu bir yıl içinde Hareketimizin bölgede itibarı ve siyasi gücü daha da artmıştır. Türkiye’de de Önder Apo ve Hareketimizin etkisi artmış, Türkiye’deki siyasal gelişmeleri yönlendirme gücü herkes tarafından kabul görmüştür. Rojava Devriminin tüm saldırılara rağmen gücünü koruması, Güney’deki ve Irak’taki etkimizin artması, daha etkili politika yürüttüğümüz ve mücadele verdiğimiz takdirde ne kadar büyük başarılar elde edeceğimizi göstermektedir. Zaten Kobanê’ye saldırılar da Özgürlük Hareketi’nin bu gelişimini ve etkisini kırmaya yöneliktir. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin kırk yıllık birikimi, ortaya çıkarılan savaşan halk gerçekliği ve bölge halklarının demokrasi ve özgürlük özlemi tam da Özgürlük Hareketi’nin mücadele ederse büyük başarılar kazanacağı büyük imkanlar ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Kuşkusuz zorlukları çoktur. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi zorluklarla mücadele eden ve gelişen bir hareket olmuştur. Gelişme diyalektiği zorluklarla mücadele etme tarzından ve kapasitesinden kaynaklanmaktadır. Zaten bu zorlukları aşma gücü olduğu için mevcut siyasal durumdan Kürt Özgürlük Hareketi’nin büyük kazanacağını söylüyoruz. Tam da PKK tarzının mücadele edilip büyük kazanacağı tarihsel dönemden geçilmektedir. Ortadoğu koşulları tam da PKK gibi bir hareketin varlığına ihtiyaç duymaktadır. İdeolojisi, örgütlenmesi, mücadele gücü ve öngördüğü yaşam projesi tarihin mücadele edersen kazanırsın diyeceği bir gerçekliği ifade etmektedir. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi’nin önüne çıkan zorluklar onun için önüne çıkmış tarihi fırsatlar olarak görülmelidir. Mevcut kaostan yeni yapılanmalar çıkaracak tek güç Önder Apo’nun çizgisinde ve paradigmasında mücadele eden Kürt Özgürlük Hareketi olacaktır. Türkiye’de demokratikleşme ve siyasal çözüm için stratejik olarak ele aldığımız HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde on barajını yakalaması, Türkiye’deki demokratikleşme ve Kürt sorununun siyasal çözüm eğiliminin yükselişini ifade etmektedir. Bunu özellikle aydınların, emekçilerin, kadınların, bir bütün olarak siyasal gelişmeleri etkileyecek illerde kendini ortaya koyması, HDP’nin gelecekte daha da büyüyeceğini ortaya koymaktadır. HDP’de de yetersiz bir çalışmanın sonuç alması, Türkiye’de demokrasi ve özgürlük güçleriyle birlikte Türkiye’de demokratikleşme mücadelesinin yükseltilebileceği ve sonuç alıcı olduğunu gözler önüne sermiştir. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimi bir politika değişikliği getirmeyecektir. Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu son birkaç yılda iç ve dış politikaları birlikte belirledi-

Eylül 2014

ler. Bundan sonra da aynı politikalar sürdürülecektir. Son gelişmeler ortaya koydu ki Türkiye bölgede Sünni eksenli politikalarla Türkiye’nin geleceğini çizmek istemektedir. IŞİD’e desteği, Suriye ve Irak’a karşı açık tutumu bunu göstermektedir. IŞİD’e karşı ittifakta zorla ve kerhen yer alması, IŞİD’i bize karşı bilinçli kullandığını göstermektedir. Bir taraftan çözüm süreci var, üzerinde duruyoruz diyerek oyalarken, diğer taraftan IŞİD’i Rojava Devrimine saldırtarak bizi uğraştırma ve iktidarını sürdürmek istemektedir. Lice’de Kürtçe eğitim verilecek okula saldırılması da AKP’nin kültürel soykırımcı politikalarda ısrar etmesiyle ilgilidir. Bunu da çözüm sürecek, ama düzenimiz ve asayişimizi bozacak hiçbir şeye izin vermeyiz bahanesiyle izah etmektedirler. Tüm bu gerçekler AKP hükümetine karşı tutum alınmasının ve mücadelenin yükseltilmesinin ne kadar gerekli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bazılarının dediği gibi AKP’nin planı 2015 seçimlerinden sonra Kürt sorununu çözmek değildir. Amaç, 2015 seçimlerine kadar bizi oyalamak, Kürt sorununu çözme projesi olmadığı için de seçimden sonra kapsamlı bir saldırıyla Hareketimizi tasfiye etmektir. Çünkü AKP hükümetine göre atılması gereken adımların çoğu atılmış, geriye bazı eksikliklerin tamamlanması kalmıştır. Bu nedenle mücadeleyi yükseltmek ve AKP’nin bu tasfiye konseptini ve planını bozmak gerekir. Mücadele edildiği takdirde koşullar AKP ve Türkiye’den değil, Özgürlük Mücadelesi’nin başarı kazanmasından yanadır. Özcesi, kapitalist modernitenin kendisini sürdüremez konuma gelmesiyle birlikte yaşanan bu kaos aralığında demokratik modernite güçlerinin çıkış yapmasının her türlü imkanı ve maddi zemini oluşmuş durumdadır. Önderliğimizin de çokça dikkat çektiği gibi kaos aralıklarında hangi güç başta zihniyet anlamında ideolojik anlam gücünü ortaya koyar, kendi toplumsal sistemini oluşturur, her alanda öz savunma örgütlülüğünü geliştirebilirse ve güncel gelişmelere kendi öz iradesiyle etkili ve doğru müdahalelerde bulunabilirse o güç, tarihin akışını değiştirecek ve tarihi yeniden yazacaktır. Bu durum Hareket olarak bizlerin daha atak, hamleci ve inisiyatifli olmamızı gerektirmektedir. Geçmiş dönemde yaşanan mücadele etmeye tereddütlü yaklaşım, şununla, bununla karşı karşıya gelmeyelim gibi tutumlar, devrimci adım ve hamlelere girişmeye cesaret edemeyen pratikler bırakılırsa, Ortadoğu ve Kürdistan’ın tüm parçalardaki koşullar bize büyük kazandırma imkan ve fırsatları sunmaktadır. Tam da Apoculuğun ve PKK’liliğin devrimci tarzının pratikleşmesinin bize kazandıracağı bir dönemden geçmekteyiz.

15


Özgür Halk

Amaca Bağlı Eylemle Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Edelim Duran Kalkan

Eski dengelerin giderek daha fazla yıkıldığı ve yeni sistem arayışlarının yoğunlaştığı çok önemli bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı her zamankinden fazla Kürdistan’ı etkiler hale geliyor. Kürdistan’da 40 yıldır yürütülen özgürlük mücadelesi ve 30 yıllık silahlı direniş özgürlük devrimini ilerletmek ve zafere taşımak için çok önemli bir birikim ortaya çıkarmış bulunuyor. Böyle kritik ve tarihi öneme sahip bir dönemde Kürdistan Özgürlük Devrimini zafere taşımak için her zamankinden fazla imkan ve fırsata sahip bulunduğumuz bir ortamda neleri nasıl yapacağımız konusu her zamankinden fazla önem arz ediyor. Öyle ki, büyük devrimci gelişmeler için ciddi imkanlar ve fırsatlar oluşmuş durumda. Eğer bunlar doğru değerlendirilirse sadece Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejimini aşmak, Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek değil, Ortadoğu’da yeni bir demokratik uygarlık gelişimine yol açacak bir özgürlük ve demokrasi hamlesini Kürdistan’da gerçekleştirmek mümkün olacaktır. İşte böyle bir ortamda, mevcut imkan ve fırsatları nasıl kullanacağız, sorusuna çözüm bulmamız gerekiyor. Çünkü söz konusu fırsatların ancak yerinde, zamanında, doğru ve etkili kullanılmasıyla Kürdistan Özgürlük Devrimi hamle yapabilir, yeni zaferler kazanabilir ve

16

Ortadoğu bölgesini demokratik devrime taşıyabilir. Bu da bize içinde bulunduğumuz dönemin özeliklerinin doğru anlaşılmasını ve ortaya koyduğu görevlere uygun ve o görevleri başarıyla gerçekleştirmemizi sağlatacak doğru ve yaratıcı eylem çizgisinin geliştirilmesi gerektiği hususunu dayatıyor. Kürdistan’ın Doğu ve Güney parçalarında belli bir silahlı direniş söz konusudur. Özellikle Türkiye-Suudi-Katar gibi bölge gericiliğinin aktif olarak desteklediği Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı yeni faşist saldırganlığına karşı Rojava ve Başur halkı Kürdistan özgürlük gerillası öncülüğünde yiğitçe direniyor. Bu parçalarda gittikçe yoğunlaşan bir savaş durumu söz konusu. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz koşullar açısından nasıl bir eylem çizgisi izlememiz gerektiği, sorusu bu biçimde cevabını bulmuş oluyor. Fakat Kürdistan’ın esas büyük parçaları Kuzey ve Doğu Kürdistan’ındır. Doğu Kürdistan’daki mevcut durum, İran’ın bölgedeki konumu durumu çok öne çıkartmıyor. Bu alanda biraz daha dikkatli, bölge siyasetini yakından ve derinden gözeten bir siyaset izlememiz gerekiyor. Fakat özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye hattında dönemin eylem çizgisinin doğru ve yaratıcı uygulanması hayati önem arz ediyor. Her ne kadar ça-

Eylül 2014


Özgür Halk tışmalı durum Güney ve Batı Kürdistan’da yoğunlaşmış olsa da buralardaki direniş ve gelişmeler Kuzey Kürdistan’daki aktif mücadeleye dayanmazsa sonuca gidemeyeceği gibi kendi varlığını bile koruyamaz. O nedenle her ne kadar bu parçalarda savaş yoğunlaşsa da bu savaşın esas dayanağı, güç kaynağı Kuzey Kürdistan’da 40 yıllık özgürlük mücadelesinin ve 30 yıllık gerilla direnişinin ortaya çıkardığı büyük özgürlük ve demokrasi birikimi oluyor. Bu nedenle özellikle Kuzey Kürdistan’daki bu birikimi zayıflatmamak, tersine en küçük bir duraksamaya fırsat vermeden daha da büyütmek ve geliştirmek kesinlikle gerekiyor. Fırsatlar değerlendirilmiyor Kuzey Kürdistan’da özgürlük ve demokrasi hareketi gelişmedikçe ve Kürt sorununun çözümünü dayatıp bu yönlü kalıcı adımlar atmadıkça ne Güney ve Batı Kürdistan’daki direnme durumu başarıya ulaşabilir ne de bu parçalarda kalıcı bir çözüm gerçekleşebilir. Bu gerçeklik bölgenin stratejik konumu açısından böyle, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde oynadığı stratejik rol nedeniyle ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Kuzeyin Kürdistan’ın en büyük parçası ve yarısını oluşturması, dolayısıyla en dinamik gücü taşıması nedeniyle oluyor. Daha da önemlisi Kürdistan’ı bölen, inkar ve imha rejimi altında tutan sistemin en temel uygulayıcı gücü Türkiye Cumhuriyeti Devleti oluyor. Kürt inkarcılığında en katı ve en önde gelen güç konumunda. Bütün bunlar Kuzey Kürdistan’ı bütün diğer parçalar açısından stratejik öneme sahip bir alan haline getiriyor. Bu nedenle içinde bulunduğumuz devrim sürecinde, özellikle Kuzey Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmek, böyle bir mücadeleyi başarıya götürecek doğru eylem çizgisini bulmak hayati önem arz ediyor. Fakat şu da bir gerçek ki, hareket olarak bu konuda ciddi bir zorlanmayı yaşıyoruz. Genel hareketimizin siyasi kitlesel mücadelesi açısından bu böyle, gerillanın mevzilenişi ve eylem çizgisini geliştirmesi açısından böyle, özellikle de gençlik ve kadın hareketinin dönemin özelliklerine uygun doğru eylem çizgisini bulmak ve bunu etkili yöntemlerle hayata geçirebilmek açısından bu böyle. Kısaca Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de dönemin gerektirdiği, özgürlük mücadelemizi zafere taşıyacak, çözüm sürecini başarıya götürecek bir eylem çizgisi geliştirmekte zorlanıyoruz. Paradigma değişimi temelinde geçen 10 yıllık süre içerisinde bu konuda önemli zorlanmalar yaşadık. Bunları aşmak için büyük çabalar harcanmış, paradigma değişimi özümsenmeye çalışılmış, 4. Stratejik Dönemin gerekleri, doğru tarz ve taktileri açığa çıkartılarak bu temelde mücadele geliştirilmek istenmişse de bu konuda atılan adımların sınırlı kaldığı, fazla mesafe kat edilmediği bir gerçek. Son görüşme notların-

Eylül 2014

da ve talimatlarında Önder Apo da bu duruma özellikle dikkat çekiyor. Önder Apo, yeni dönemin doğru anlaşılmadığı, KCK sisteminin yeterince özümsenmediği, ortaya çıkan imkan ve fırsatların görülemediği, dolayısıyla yaratıcı eylem biçimleriyle bunun pratiğe dönüştürülemediği yönünde ciddi eleştiriler yapıyor. Hareketimiz de çeşitli kongre ve konferanslarında, yine yönetim toplantılarında benzer durumu tespit edip kararlar alıyordu. Yürütülen mücadelenin yeterli sonuçlar vermediği, gerektiği kadar başarılı olmadığı değerlendiriliyordu. Önder Apo bu değerlendirmeleri daha da somut hale getirdi; “İmkan ve fırsatlar yüzde bir bile değerlendirilemiyor” dedi. Mevcut imkan ve fırsatları yeterince görecek, onlara doğru yaklaşacak ve etkili bir biçimde onları pratiğe geçirecek anlayış ve irade zayıflığının yaşandığını ortaya koydu. Hareket olarak bu zayıflıkları aşmak için büyük çaba harcıyoruz. Süreci daha doğru-derin kavrama, bu sürecin ifade ettiği görev ve sorumlulukları daha derinden anlama ve onları her alanda doğru bir eylem çizgisiyle hayata geçirme yönünde çabalarımız var. Yine bu görevleri başarıya taşıyacak doğru eylem çizgisiyle birlikte disiplinli, etkili, fonksiyonel, yani devrimci örgüt biçimlerini bulma ve kararlılıkla onları hayata geçirme yönünde de arayış ve çabalarımız sürüyor. Bu çerçevede özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye çerçevesinde içinde bulunduğumuz koşullarda nasıl hareket etmeliyiz? İmkan ve fırsatların düzeyi ne? İçinde bulunduğumuz süreç, yeni paradigma ve stratejik dönem bizden hangi görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirmemizi istiyor? Bunları hangi tarz ve taktikle başaracağız? Eylem çizgimiz ne olacak? Hangi eylem biçimlerini nerede, ne zaman, nasıl uygulayacağız? Bu ve benzeri sorulara hareket ve halk olarak özellikle de özgürlük mücadelemizin öncüsü olan gençlik hareketi olarak yeterli cevapları verebilmemiz gerekiyor. Çünkü bu soruları doğru cevapladığımız ölçüde içinde bulunduğumuz dönemde ortaya çıkan fırsatları başarıyla hayata geçirip özgürlük devrimine hamle yaptırabileceğiz. Kuzeyde bu yönlü her gelişme Batı ve Güney Kürdistan’daki çatışmalı durumu doğrudan etkileyecek ve böylelikle hemen hemen dört cephede birden mücadele eder hale geldiğimiz böyle bir süreçte Kürdistan Özgürlük Devrimini bütün parçalarda birlikte geliştirerek, bunu Demokratik Ortadoğu Devrimine dönüştürebileceğiz. Böyle bir hedefi başarabilmemizin kilit noktası ise doğru eylem çizgisini bulmak ve etkili bir biçimde hayata geçirmek oluyor. O bakımdan da eylem nedir? Eylem çizgisi nelerden oluşur? Eylemin unsurları nelerdir gibi sorular üzerinde düşünmek, tartışmak, araştırmak ve yeterli bir düşünce açıklığı ortaya çıkartarak önümüzü aydınlatmamız gerekiyor.

17


Özgür Halk rım rejiminin çok fazla egemen olduğu dönemde onun Eylem-amaç ilişkisi Çok değişik biçimlerde eylem tanımı yapılabilir. Ey- maskesini düşürmek, teşhir etmek, onu darbelemek lem, bütün fonksiyonel hareketler açısından en çok için hep negatif yönlü eylemler yapmış olsak da 40 kullanılan bir kavram da oluyor. Fakat en anlaşılır bi- yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı birikim ve içinde çimde; programla öngörülen ideolojik, siyasi, örgütsel bulunduğumuz dönemin özellikleri gereği artık pozitif amaca ulaşmak üzere yapılan iş, olarak tanımlanabi- eylem de gerekiyor. Bu nedenle eylem kavramını; bizi lir. Eylemi bir iş, bir çalışma olarak tanımlamak önem programla belirlenmiş amaca ulaştırmak için yapılan taşıyor. Neden? Çünkü eğer böyle tanımlanmaz ve iş ve çalışma, olarak tanımlamak ve bu temelde anlasadece bir saldırı unsuru olarak görülürse, hele hele yıp hayata geçirmek büyük önem taşıyor. şiddetle doğrudan her zaman bağlantılandırılır ise o zaman yapıcı eylemlilik ortadan kalkıyor, pozitif eylem Bu çerçevede öncelikle üzerinde durmamız gereken denen alan kayboluyor. Eylemin sadece yıkıcı, darbe- diğer nokta ise eylem ve amaç ilişkisidir. Dikkat edileyici yönü öne çıkıyor. Zaten böyle bir kavrayış da söz lirse eylemi tanımlarken de amaçla bağlı olarak ancak konusu. Genelde hareketimizin içinde de Türkiye ve ifade edebiliyoruz. Bir amaca ulaşmak için yapılan Ortadoğu alanından da “eylem” dendiğinde daha çok iş, diyoruz. Demek ki eylemle amaç ilişkisi başattır. saldırı içeren, yıkıcılığı ifade eden, hatta savaşı çağ- Amaçtan kopuk hiçbir eylem söz konusu olamaz. Her rıştıran bir husus anlaşılıyor. Bu kavrayış yetersizdir, eylem mutlaka bir amaca bağlı olmak ve onun başarısını sağlatmak durumundadır. En son heyet görüşmeyarımdır. Bizim açımızdan eylem kavramının böyle anlaşılma- sinde de Önder Apo buraya dikkat çekti ve “Amaçtan kopuk eylemler olmasın” dedi. Bu çok önemli, sının bilinir nedenleri var. Çünkü çok katı, basçünkü son yıllarda hareketimizin çeşitli kıcı, katliamcı bir kültürel soykırım rejimi kollarının yaptığı eylemler doğru eyaltında yaşayan bir halkız ve 40 yıldır Her lem tanımıyla tam örtüşmüyor. bu rejime karşı direniş mücadelesi Amaçtan kopuk olma özelliği veriyoruz. Dolayısıyla bu kadar eylem mutlaka çok fazla var. Niçin yapıldığı, hakim, imhacı, yok edici bir neye bağlı olduğu, bize hangi rejime karşı pozitif, yapıcı bir amaca bağlı yararı getirdiği belli bile olmücadele yürütmek zordur. olmak ve onun başarısını muyor. Neden? Çünkü eyEsas olan onun maskesini lem denince negatif eylemdüşürmek, gerçek yüzünü sağlatmak durumundadır. En liliği öğrenmişiz, anlamışız, açığa çıkartmak ve biraz son heyet görüşmesinde de her zaman bunun geçerli darbeleyip geriletmektir. olacağını sanıyoruz. İçinde Bu da hep yıkıcılığı, karÖnder Apo buraya dikkat bulunduğumuz dönemde şı tarafı vurmayı içeren bir çekti ve “Amaçtan kopuk negatif eylemler gerektiğineylemliliği ifade eder. Bu bade yaptıklarımız yerini buluyor, kımdan hareketimizde eylem eylemler olmasın” bir anlam ifade ediyor, sonuç da dendiğinde; karşı tarafı, sömürveriyor. Fakat pozitif eylemlerinin geciliği protesto etmeyi, darbededi gerekli olduğu yerde negatif eylemler lemeyi öngören işler yapmak, olarak yapınca amaçtan kopuyor. Niçin yapıldıanlamak anlaşılırdır. Kürt toplumuna dağı belli olmuyor ya da ters amaçlar, ters sonuçlar yatılan sömürgeciliğin, kültürel soykırım rejiminin ortaya çıkarıyor. Hareketimize, mücadelemize katkı katliamcı, baskıcı, yok edici karakteriyle bağlı; pozitif sunacakken zarar verici sonuçları yaratıyor. Bu yönlü eylemliliğe, yapıcı eylemliliğe asla fırsat vermeyen bir yapısı var. Dolayısıyla eylemi biz hep böyle anladık. Önder Apo’nun da sık sık eleştiri ve uyarıları oldu, yöFakat dışımızdaki güçler açısından da çoğunlukla an- netimimizin yapılan eylemlere dönük değerlendirme, laşılan bu oluyor. Halbuki eylem kavramını bu biçimde eleştiri ve uyarıları söz konusudur. anlamak, tanımlamak yarımdır, yeterli değildir. Diyelim ki, eylem kavramına yüklenen anlamın yarısı karşı ta- Buradan çıkaracağımız temel sonuç şu: Her eylem rafı vurmayı, geriletmeyi, yıkmayı ifade ediyorsa diğer mutlaka amaca bağlı olmalı. Amaçsız eylem olmaz. yarısı da yeniyi yapmayı, inşa etmeyi, kendi sistemini Eylem olsun diye eylem yapılmaz. “Ne olursa olsun da kurmayı ifade eder. Bunun için eylemi sadece negatif eylem olsun” denilemez. Salt eylem olsun anlayışıyla bir olgu olarak görme ve tanımlama değil, pozitif bir hareket edilemez. Eylem denen şey, yapılan iş mutlaolgu olarak görmek ve tanımlamak önemlidir. Onun ka özgürlük mücadelemize hizmet etmeli, mücadeleiçin bir iş, bir çalışma olarak görmek, tanımlamak an- ye katkı sunacak sonuçlar ortaya çıkarmalıdır; yani, lamlıdır. İçinde bulunduğumuz dönem gereği böyle bir bir amacı başarmamızı sağlatmalıdır. Bu bakımdan açılım yapmaya gerek vardır. Geçmişte kültürel soykı- eylem ile amaç ilişkisi kesindir. Amacı olmayan, ters

18

Eylül 2014


Özgür Halk amaca bağlı olan, amaçtan kopuk bir eylem çizgisi söz konusu olamaz. Bu noktada amaç ne, sorusu önem taşıyor. Kendine göre amaç belirlenerek eyleme girilebilir. Tabi amaçtan kastımız bu değildir. Amaç: Teorik, stratejik analizler sonucu ortaya çıkartılmış ve programla belirlenmiş hedeflerdir. Biz bir devrimci hareketiz, ideolojik, siyasi hareket durumundayız. Dolayısıyla ideolojik, siyasi, örgütsel amaçlarımız var, hedeflerimiz var. Bu uzun süreli hedefler biçiminde olduğu gibi belli stratejik dönemleri içeren hedefler olarak da önümüze çıkıyor ve bunları parti programıyla, çeşitli örgüt ve kurumların programları ile ifade ediyoruz; hedef ve ilkeler, amaçlar diye ortaya koyuyor. İşte amaçtan kasıt budur. Öyle kendimize göre belirleyeceğimiz amaçlar, hedefler değil. Parti programının, çeşitli kurum ve örgülerimizin programlarıyla, ilke ve hedefleriyle belirlenen amaçlar oluyor. İçinde bulunan dönemde özgürlük ve demokrasi mücadelesini başarıya götüren görevler oluyor. Bu bakımdan amaç konusunun genel olduğu kadar içinde bulunulan dönemle de bağlı olma özelliği var. Bu noktada açığa çıkıyor ki, eylem-amaç ilişkisini doğru bilmek ve bir eylemin başarısı için öncelikle amacın ne olduğunu bilmek gerekiyor. Amacın ne olduğunu bilmeden içinde bulunduğumuz dönemde neler yapmamız gerektiğini, hangi görevleri pratikleştirmemiz gerektiğini bilmeden doğru eylem yapamayız. O halde Önderlik teorisini bilmemiz, hareketimizin programını özümsememiz, özelikle de Önder Apo’nun savunmalarla ortaya koyduğu yeni paradigmayı özümsememiz, demokratik moderniteyi tüm boyutlarıyla kavramamız önem taşıyor. Program amaçlarını bilmemiz gerekiyor, yine kongre ve konferanslarda, dönemsel toplantılarda hareketimizin aldığı kararları, önüne koyduğu görevleri bilmemiz gerekiyor. Bu anlamda hareketi takip etmemiz lazım. Hareketin toplantılarını, kongre-konferanslarını takip ederek buralarda ne tür kararlar alındığını anlamamız gerekli ki içinde bulunduğumuz dönemde yerine getirmemiz gerektiği görevlerin ne olduğunu, dolayısıyla hangi amaçları başarmakla yükümlü olduğumuzu doğru ve yeterli biçimde anlayalım. Eğer böyle bir çalışma yapmazsak, örgütü takip etmezsek, paradigmayı bilmezsek, dönemin stratejisinin önümüze koyduğu hedefler programını bilince çıkarmazsak elbette amacımızın ne olduğunu bilemeyiz. Bu dönemde ne yapmamız gerektiğini bilmeden eylem yapılamaz. Bunları bilmeden ve bunlara bağlı olmadan yapılacak eylem kesinlikle ters olur, yanlış olur; tesadüfen doğru olması nadiren gerçekleşse bile, bu, çoğunlukla yarım kalır. O nedenle de bir eylem gücü haline gelebilmek için her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemde ne yapmamız gerektiğini, hangi

Eylül 2014

görevleri yerine getirmemiz gerektiğini bilmek gerekiyor. Ancak öyle olursa o hedefleri başaracak işleri, çalışmaları yapabilir, bizi o hedeflere götürecek yol ve yöntemleri doğru şekilde bulabiliriz. İşte bu yol ve yöntemlere eylem biçimleri deniliyor, onları uygulamaya eylem yapmak, öyle bir yolda yürümeye eylem çizgisini oluşturmak deniliyor. Eylemde uygun aracın önemi Eylem tanımı ve eylem-amaç ilişkisi ile doğru eylem çizgisi oluşturmak başarılı eylem yapmak için çok gerekli ve önemli olmakla birlikte, diğer önemli bir husus da eylemde uygun aracın bulunması ve kullanılmasıdır. Doğru bir eylem çizgisi izleyebilmek için başarmakla yükümlü olduğumuz amacı bilmek zorunludur ama amacı bilip onu başarmak için eyleme kalkıştığımızda bizi amaca ulaştıracak doğru eylem biçimlerini hayata geçirmemizi sağlayan araçlar geliştirmezsek, eylemi o tür araçlara dayalı yürütmezsek de başarılı olamayız. Aslında amaç, ne yapmamız gerekir, sorusunu bilmeyi içerirken, araç da eylemi nasıl ve nelerle yapmamız gerekir, sorusuna cevap vermeyi ifade ediyor. Nasıl yapılması gerekiyor, sorusuna planlama ve örgütleme de giriyor ama doğru araç bulmak bunun başında geliyor. Amaç doğru belirlense ve o amacı başarmak için doğru eylem biçimleri bulunsa bile eğer uygun araçlarla o eylem biçimleri yürütülmezse başarılı olunamaz. Tersine zarar verici sonuçlar da ortaya çıkar. Mesela savaş yapmak gerekiyor, şiddet araçlarını kullanmak lazım, ulaşılacak amaç kesinlikle bunu istiyor; silah kullanmak gereken yerde sopa kullanırsan başarısız olursun. Ama sopa kullanılması gereken yerde silah kullanırsan işleri ters yüz edersin, yine başarısızlık ortaya çıkar. Sopa kullanmak veya başka araçlar kullanmanın gerektiği yerde hiçbir araç kullanmadan yumrukla işin içine girersen de başarılı olamazsın. O nedenle eylemde uygun aracın bulunması da başarı açısından çok çok önem taşıyor. Uygun araç denilirken kastedilen nedir? Uygun araç neyle ve nasıl belirlenir? İki şeyle; bir, amaca uygunlukla; iki, uygulanacak eylem biçimine uygunlukla belirlenir. Uygun aracın belirlemenin bağlı olduğu hususlar bunlardır. Amaçla ve eylem biçimiyle uyumlu ise o araca doğru araç denilir. Yani amacı başarmamızı sağlayacak eylem biçiminde kullanmaya uygun, onu kullandığımızda bizi amacı başarmaya götürecekse o araçlar doğrudur, yerindedir, kullanılmalıdır. Ama kullanmak istediğimiz araçlar eylem biçimimizle uyumlu değil ve bizi amacı başarmamıza götürmüyorsa, kesinlikle o araçlar yanlıştır, eylem ile uyumlu değildir, vazgeçilmelidir. O halde doğru araç seçimine de her eylemde mutlaka dikkat etmek lazım.

19


Özgür Halk Eylemde planlama, örgütleme, yönetim Eylemin doğru tanımlanması, eylemin amaçla bağının kesin kurulması ve uygun aracın seçilmesiyle birlikte bir eylemde başarıyı sağlatacak doğru bir planlamaya, o planı hayatı geçirecek doğru ve yeterli örgütlenmeye ve o örgütü eylemde idare edecek etkili bir yönetime kesinlikle ihtiyaç vardır. Plansız, örgütsüz ve yönetimsiz eylem olmaz. Bu husus da eylem çizgisinin önemli unsurlarını ifade ediyor. Gerçi denebilir ki, “Biz böyle şeyleri şimdiye kadar fazla bilmedik, fazla gündeme getirmedik, bu konular daha çok askeri eylemlerde gündeme geliyor. Askeri güçler, gerilla daha çok bunun üzerinde duruyor. Siyasi eylem alanında, kitlesel mücadelelerde bu tür kavramlara çok yer verilmiyor. Örneğin serhildanlarda bu kavramlar hiç kullanılmıyor. Şimdiye kadar böyle bir yaklaşımımız olmadı.” Doğru, şimdiye kadar yaklaşımımız bundan uzaktı ama bu durum yanlıştı, bunu anlamamız lazım. Siyasi ya da askeri, ideolojik ya da örgütsel, ekonomik ya da sosyal, eylem eylemdir. Dolayısıyla her eylemde geçerli olan yönler vardır ki, planlama, örgütleme ve yönetim hepsinde geçerlidir. Bunları sadece askeri eylemin unsurları olarak görüp de diğer eylemler için geçerli görmeyen yaklaşım kesinlikle yanlıştır. Bu konularda da düzeltme yapmamız gerekiyor. Ne tür eylemler yaparsak yapalım hepsinde bu unsurlara yer vardır. Bunlara göre ele alıp uygulanması gereklidir ki eylemimiz başarıya gitsin. Yoksa başarılı olmaz. Onun için ekonomik olsun, sosyal olsun, kültürel olsun, siyasi olsun, serhildan olsun hangi alanda eylem olursa olsun hepsinde kesinlikle planlama, örgütleme ve yönetim unsurlarına yer vardır. Bunları yaparken bütün alanlarda eylem yapmaya girişirken bu unsurlar temelinde ele alıp hayata geçirmek lazım. Mutlaka planlı eylem yapmak lazım, mutlaka örgütlü eylem yapmak lazım, mutlaka eylemin bir yönetimi olmalı. Bunlar olmadan olmaz. Bunlar olmadan oldu mu, işte Kürdistan’ın kentlerinde çeşitli gençlik gruplarının polisle çatışması durumu ortaya çıkar ki gerçekten de eylem biliminden sonuna kadar uzak bir durumu ifade ediyorlar. Ne doğru dürüst planlamaları var, ne her hangi bir örgütlenmeye dayanıyorlar, ne yönetimleri var; ‘hurra! Yandım Allah’ yaklaşımıyla yürütülüyorlar ve dolayısıyla başarıya gitmiyorlar. Siyasi eylem yapan güç, gençlik grupları böyle olurken karşılarındaki polis gücü çok örgütlü, planlı olduğu için küçük bir kuvvet olsa bile sonuç alıcı oluyor. Bu nedenle polise karşı yürütülen eylemlerde sonuç alınamıyor, tam başarılı olunamıyor. Bu durumu kesinlikle düzeltmek gerekiyor. Şimdiye kadar olanı sürdürmemek lazım. Öyle bir duruma eylem denmez. Bu kadar kendiliğindencilik çok fazla ve sonucu zarar vericidir; her girdiğimiz eylemde kayıp veriyoruz, karşı taraf daha baskın çıkıyor.

20

Oysaki biz daha inançlıyız, daha amaçlıyız, haklıyız, çoğuz, güçlüyüz! Etkili vurabiliriz ama o gücü kullanamıyoruz. Gücü etkili kullanabilmek için planlı, örgütlü eylem yapmamız gerekiyor. Eylemimizin yeterli yönetiminin olması gerekiyor. Planlamadan kasıt, işin nasıl yapılacağının önceden belirlenmesi, belli kurallara bağlanmasıdır. Örgütlenmeden kasıt, o eylemin içerdiği çeşitli görevleri yapacak görevlilerin belirlenmesi ve onların birbiriyle ilişkilerinin netleştirilmesidir. Yönetimden kasıt ise, eylemin içerdiği görevleri yürütmek üzere örgütü harekete geçirmek, baştan sona kadar görevlerin başarıyla gerçekleştirilmesini idare etmek, yönlendirmek, sağlatmaktır. Bunların bütününe tarz dersek, eylem tarzında bir düzeltmeye ihtiyaç vardır. Plansız, örgütsüz, yönetimsiz, karmakarışık, rastgele, darmadağın bir eylem tarzından kendimizi kesinlikle çıkarmamız lazım. En az karşımızdaki güç kadar, polis kadar, asker kadar biz de eğitimli, planlı, örgütlü ve yönetimli olmalıyız. Hatta ondan daha fazla olmalıyız; çünkü bizim gücümüz eğitimliliğimizden ve örgütlülüğümüzden geliyor. Başka bize güç katacak hususlar yoktur. O nedenle planlı, örgütlü, eğitimli hareket etmeyi biz herkesten daha fazla önemsemeliyiz. Bu planlama, örgütleme ve yönetim unsurlarının başına eğitimi de koymamız gerekiyor. Çünkü örgütleme yapabilmemiz için eğitim şarttır. Ancak eğitilmiş insanlar planlı hareket ederler, örgütlü çalışırlar, araçları etkili kullanırlar. Eğitimsiz, hazırlıksız güçlü eylem yapılamaz. Eylemin hazırlığı gerekiyor, hazırlığın başında da eğitim geliyor, örgütleme geliyor, planlama geliyor. Bu temelde hazırlık yapmadan girilecek eylemde başarılı olmak mümkün değildir. Eylemde savunma ve hamle Eylem tarzının önemli unsurları savunma ve hamle oluyor. Buna eylem taktikleri de denebilir. Eylemin doğru tanımı, amaçla ilişkisi, doğru araç seçimi, planlama, örgütleme, eğitim ve yönetiminin sağlanması yanında eylem tarzının da doğru seçilmesi gerekiyor. Eylem tarzından kasıt, savunma ve saldırı taktiklerinin yerinde, zamanında, doğru ve yaratıcı bir biçimde bulunması ve kullanılmasıdır. Böyle bir yaratıcılık gösterilmez, eylem biçiminde zenginlik ortaya çıkartılmazsa öyle bir eylemde başarılı olunamaz. Yani dümdüz, tek düze bir yaklaşımla sonuç alamayız. Bir defa yaparsın karşı taraf tedbir alır, ikinci defa gider pususuna düşersin. Sonuçta da başarısız kalırsın. O nedenle bu düz, tek düze, renksiz, yani zenginlikten yoksun bir yaklaşım tarzından kendimizi kesinlikle kurtarmamız gerekiyor. Eylem biçiminde çeşitlilik, yaratıcılık, zenginlik çok çok önemlidir. Bu da içinde bulunulan koşullarla, amaçla,

Eylül 2014


Özgür Halk karşı tarafın durumuyla ve kendi gücümüzle bağlantılıdır. Amacımızı, karşı tarafın durumunu, gücümüzü, zemini dikkate alarak, orada nasıl bir eylem biçiminin uygulamamız gerektiğini otaya çıkarırız; işte buna taktik belirleme deniliyor. Doğru eylem taktiğini belirleyene ise eylem yöneticisi, eylem komutanı deniliyor. Komutan olmanın, yönetici olmanın en temel unsurlarından birisi doğru eylem yöntemini, biçimini belirlemektir. Yani taktik yaratıcılık gösterebilmektir. Böyle bir taktik yaratıcılıkta, yaklaşımda iki unsur önemli oluyor: Savunma ve saldırı -ya da hamle-. Hep savunmada olunamayacağı gibi hep hamlede de olunmaz. Nerede savunma taktiklerini uygulamak, nerede de hamle yapmak gerektiğini doğru tespit etmek gerekiyor. Bizde aşırı derecede savunmacılık var. Buna Önder Apo “pasif savunma” dedi ve “siz uydurdunuz!” diye de ekledi. Neredeyse hamle yapamıyoruz. Bize saldırı olursa direniyoruz, bir savunma tutumu gösterebiliyoruz ama onun dışında bir eylemliliğimiz çok zayıf gerçekleşiyor. Savunma eylemleriyle de ancak karşı tarafın iradesini kırarsın ama onu geriletmek, hamle yapmak, fethedici olmak, dolayısıyla bu biçimde zafer kazanmak mümkün olmuyor. Sadece karşı tarafın iradesi kırılabiliyor, saldırı gücü kırılabiliyor. Elbette bu da iyidir, önemlidir ama sadece bununla yetinmek bir mücadelede, eylemde zaferi yakalatmaz. Yerinde, zamanında, yaratıcı eylem biçimlerine dayalı savunma taktiklerini hayata geçirmekle birlikte yeri ve zamanı geldiğinde de taktik saldırı yapabilmek, hamlede bulunabilmek, hamlesel mücadeleyi öngörmek, taktik saldırı yapacak ruhu, atılımcılığı, girişkenliği yaşayabilmek gerekiyor. Bizde devrimci ruhta zayıflama var. Taktik saldırı yapma, hamleye girişmede yetersizlikler var. Özellikle son dönemlerde eylem çizgimizin zayıf kalan çok önemli bir boyutu budur. Sadece savunma çizgisinde var oluyoruz, o da var olanı korumaya yetiyor, geliştirmiyor, bizi yetersiz kılıyor, zafere taşımıyor. Son dönemlerin eylem sonuçlarının hep “yetersiz devrimcilik” olarak tanımlanması, “taktik dışı” ya da “taktiğin yarım uygulanması” olarak ifade edilmesi buradan ileri geliyor. Kuşkusuz her zaman, her yerde taktik saldırı içinde olunmaz, hep hamle yapılmaz, gözü dönmüşçe yaklaşılmaz ama bunun tersi de olmaz; yani hep savunma konumunda da olunmaz.

Eylül 2014

Peki, başkası saldırmazsa biz hiçbir şey yapmayacak mıyız? Buradan o sonuç çıkıyor; demek ki yapmayacağız! Yapmasak da gelişme ortaya çıkaramayız. Bu kadar fırsat, imkan değerlendirilemez, zaten Önder Apo, “yüzde bir bile imkanları değerlendiremiyorsunuz” dedi. Böyle bir durumun sonucu olarak hep dışarıdan beklemeyi, üstten beklemeyi içeriyor ki, hep bekleyen, söyleneni ya da verileni işleten-yapan, öyle olmazsa yerinde durup bekleyen pasif duruş ortaya çıkıyor. Bunu avare-asi duruş olarak da tanımlayabiliriz. Gerçekten de avare-asi durum var, işlevsizlik var, sahip olduğumuz fırsatları etkin olarak kullanamıyoruz. Onu kullanabilmemiz için yerinde, etkili savunma taktikleri geliştirebildiğimiz gibi, yerinde etkin taktik saldırı eylemlerine girebilmeliyiz, hamleci olabilmeliyiz. Hareketimizin önemli bir karakteri de hamleci olmasıdır. Bugüne kadar hamle yaparak kazandık. Zindan direnişi bir hamleydi, 15 Ağustos hamleydi. Gerillanın özünde vur-kaç taktiği vardır, taktik vurmak vardır. Gerilla tarzı bizim bütün eylemlerimiz için geçerli olan bir tarzdır. Her yerde gerillanın eylem tarzında kesinlikle yararlanmamız gerekiyor. Eylemde negatif ve pozitif boyutlar nelerdir? Negatif olarak hep karşı tarafı açığa çıkarmayı, teşhir etmeyi, darbelemeyi öngörürken; pozitif eylem alanları olarak da yapmayı, inşa etmeyi görmemiz lazım. Eylemi sadece yıkıcılık olarak görmemeliyiz, yapıcılık olarak da görmeli ve en temel eylemciliği inşa eylemciliği olarak tanımlamalıyız. Aslında bütünlüklü baktığımızda eylemin pozitif yönü daha çok, negatif yönü daha azdır. PKK devrimciliğinde de bu böyledir, Önder Apo’nun eylem anlayışı ve çalışma tarzı kesinlikle böyledir. İster anlayışına, ister pratiğine bakalım; burada yapıcılık, inşa çok daha fazla iken, yıkıcılık, teşhir

21


Özgür Halk edicilik daha alt boyuttadır. Eğer yıkıcılık değil yapıcılığı temel bir eylem olarak göreceksek, o durumda sadece serhildanı ve savaşı eylem alanı olarak görmememiz gerekir. Eylem sadece siyasi ve askeri boyutlu değildir; ekonomik boyutu da vardır, sosyal boyutu da vardır, hukuki boyutu da vardır, diplomatik boyutu da vardır. Demokratik ulusun bütün boyutları aslında birer eylem alanıdır. Demokratik ulus inşası en temel eylemdir. Ekonomik boyut; tarımı, sanayiyi, hayvancılığı, ziraatı, ticareti, hepsini içerir. Bu alanlardaki bütün çalışmaları pozitif eylemlilik kapsamında değerlendirmemiz lazım. Sosyal alanda anadilde eğitim en temel bir eylemlilik alanıdır. Sağlık sorunlarının çözümü; her tarafta sağlık ocakları oluşturma ve toplumun çok ihtiyaç duyduğu sağlık sorunlarını çözme en temel bir çalışma alanı, Demokratik ulus inşasının en temel boyutlarını ifade ediyor. Hukuksal boyut, hukuk mücadelesi; hem karşımızdaki güçle mücadele kapsamında hem de kendi ahlak ve hukuk kurallarımızın oluşturulması, inşa edilmesi bakımından pozitif anlamda en önemli bir eylem alanı. En rahat, en kolay gerçekleştirebileceğimiz ve sömürgeci sistemi, yönetimi işlemez kılarak halkın demokratik özyönetimini işletecek bir hukuki sistemi rahatlıkla geliştirebiliriz. Bu da devlet ve iktidar gücünü işlemez kılar, zayıflatır. Diplomasi alanı he keza böyledir. Kültür alanı bütün boyutlarıyla bir eylem alanıdır. Kendi kültürel etkinliğimizi, sanat ve edebiyat etkinliğimizi geliştirmek, oluşturmak; özgür bireyi ruh, duygu, düşünce ve davranış olarak ortaya çıkarmak ve bunu demokratik toplum içerisinde var etmek en büyük bir kültürel gelişimi ifade ediyor. Bununla birlikte siyasi alan da, askeri alan da eylem alanları ama siyasi ve askeri alan eylemciliğinin de hepsi negatif değildir, pozitif boyutları da var. Örneğin siyasi eylem; karşı tarafı teşhir etmek, geriletmek negatif boyut iken demokratik özyönetimi kurmak ve toplumun kendini yönetmesini sağlatmak da pozitif boyutudur. Halkın meclisler biçiminde siyasi yönetimlerini kurup kendi kendilerini yönetir hale gelmelerini sağlatmak pozitif boyuttur. Yine askeri alanda öz savunma, güvenlik, onu sağlayacak askeri gücü eğitme, örgütleme pozitif boyuttur. Karşı tarafa darbe vurmak negatif boyutu iken, kendi gücümüzü eğitip hazırlamak, halkın öz savunma kuvvetlerini oluşturmak da bu işin pozitif boyutunu oluşturuyor. Dönemin doğru eylem çizgisi İçinde bulunduğumuz sürecin doğru eylem çizgisi ne olmalı? Bu eylem çizgisinin unsurları, biçimleri nelerden oluşmalı? Sorularına da cevap arayabiliriz. Bunun için her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemin özellikleri ve bize yüklediği başarmamız gereken görevlerini doğru tespit etmemiz gerekiyor. Şimdi biz hareket olarak, Önder Apo’nun tanımlamasıyla, De-

22

mokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa sürecindeyiz. Yani inşa ve direniş dönemindeyiz. En son Önder Apo bu dönemi şu şekilde sloganlaştırdı: Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkalım-Demokratik Özgür Yaşamı İnşa Edelim. Dikkat edilirse burada inşa var, demokratik özgür yaşam inşası var. Bunu demokratik ulus inşası olarak da ifade edebiliriz. Böyle bir inşa Kürdistan’da gerçekleşiyor. Bunun için enerji gerek, su gerek, toprak gerek. Yani bir toplumu yaşatacak üretim gerek. O halde bunlara sahip çıkmamız gerekiyor. “Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkalım!” denilirken ne kast ediliyor? TC devletinin, AKP hükümetinin toprağı, suyu, enerjiyi yok etmeye dönük saldırıları var. Bunları bir özel savaş aracı olarak kullanıyor. O halde onlara karşı durmak, mücadele etmek, direnmek, yani sahip çıkmak, korumak gerekiyor. Ancak onları koruduğun ölçüde o değerler üzerinde, onlara dayanarak demokratik özgür yaşamı inşa edebilir, var edebilir, yaşanır kılabilirsin. Demek ki içinde bulunduğumuz dönemin ikili bir görevi var; İnşa görevi. İnşa edileni koruma, savunma görevi, yani direnme görevi. Hala kültürel soykırım rejimi etkisiz kılınmış değil, sömürgecilik yıkılmış değil. Onlar hala fırsat bulduklarında saldırıyorlar. O halde o saldırıları kıracak, boşa çıkartacak bir direnme konumunda her zaman olmak gerekli. Geçmişten gelen eylem alışkanlığımızın ve anlayışımızın sonucu olarak böyle bir direniş, savunma zaman zaman gösterebiliyoruz. Fakat gerçekleştiremediğimiz, içine giremediğimiz inşa döneminin inşa görevleri. Eylemi tek yanlı, hep negatif bir olay olarak aldığımız için pozitif eylemliliğe giremiyoruz. Bu konuda mücadele tarihimizin gelişimini bilmek öğretici olabilir. Örneğin ‘70’ler döneminde hep karşı tarafı açığa çıkartan, sömürgeciliği, kültürel soykırım rejiminin özelliklerini açığa çıkartan, onu propaganda ve eylemle teşhir eden bir mücadele yürüttük. Eylemimizin esası sömürgeciliği, kültürel soykırım rejimini teşhir etmekti. Böyle bir teşhirle amaçlanan halkın ve kamuoyunun Kürtler üzerinde uygulanan kültürel soykırım rejimini bilir, anlar, dolayısıyla giderek karşı çıkar hale gelmesini sağlamaktı. Aslında bir aydınlanma ve bilinçlenme hareketi yürüttük. Amacımız sömürgeci soykırım gerçeğini açığa çıkarmak ve teşhir etmekti. Dolayısıyla bütün çabamız, eylemimiz bu amacı başarmaya yönelikti. Propagandamız, siyasi eylemlerimiz, silahlı eylemlerimiz buna yönelikti. 12 Eylül faşist askeri darbesinden sonra 15 Ağustos 1984 gerilla atılımıyla bu amacımızda, dolayısıyla eylem çizgimizde değişiklik oldu. Karşı tarafı, sömürge-

Eylül 2014


Özgür Halk ciliği, düşmanı açığa çıkartmak ve teşhir etmek yine hukuki, diplomatik, askeri, siyasi, ekolojik boyutu var. temel bir görevdi. Onun 12 Eylül faşist askeri yönetim Tüm bu boyutlarda demokratik ulus ya da demokratik biçimini açığa çıkartıp teşhir etmek daha da önem- toplum inşasını gerçekleştirmemiz gerekiyor. Dikkat li hale gelmişti. Bununla birlikte sömürgeci soykırım edilirse pozitif eylemlilik alanı daha geniş, daha büyük rejimine darbe vurmak, mümkünse onu yıkmak yeni bir eylem alanı oluyor. İşte böyle bir dönemde negatif bir görev olarak önümüze konmuştu. Bir amaç olarak eylemliliği pozitif eylemlilikle birleştirip kullanabildiğibunu edinmiştik. Silahlı direnişle kültürel soykırım re- miz oranda yeterli ve doğru bir eylem çizgisi tutturjimini yıkmak hedefimizdi. muş oluruz. Ama hiç pozitif eylemliliğe adım atamaz, Dolayısıyla gerilla hamlesi temelinde amacımız ne onu gerçekleştiremez, sadece negatif eylemlilik içinoldu? de kalırsak, sadece eylemlerimizin amacı sömürgeDüşmanı teşhir etmek. ciliği teşhir etme ve darbeleme olursa, bu demektir Onu darbelemek ve yıkmak. ki, biz kuruluş ve direniş döneminde kaldık, DemokraEylem biçimlerimizin hepsi bu amaca yöneldi. Bizi tik Çözüm Sürecine adım atamadık, onun amaçlarını bu amaca götüren eylemler başarılı eylemler olarak gerçekleştirecek eylemler yapmıyoruz. Yapılan pratikanıldı, tanımlandı. Öyle olmayanlar yanlış bulundu. te önemli ölçüde bu oluyor. Şimdi ise biz ne kuruluş dönemindeyiz, ne direniş dönemindeyiz. Düşmanı teşhir eden eylemlilik kuruluş Geçmişte öğrendiklerimizde çakılıp kalıyoruz. Bu döneminin eylemiydi. Teşhirle birlikte düşmanı dönemin amaçlarını anlama, bu amaçları darbelemeyi öngören eylemlilik direniş başaracak eylem biçimlerini ortaya döneminin eylemliliğiydi. Önceki çıkarma ve uygulamadan uzak sonrakinin içinde devam edikalıyoruz. Darlık, tutuculuk, yor. Bir aşamadan diğerine dogmatizm burada ortaya Siyasi ya da askeri, geçince önceki ortadan çıkıyor. Değişimi yaşakalkmıyor ama yeni göyamıyoruz, yeni döneideolojik ya da örgütsel, rev ekleniyor. Şimdi min eylem biçimleriekonomik ya da sosyal, eylem yeni bir aşamadayız; ne adım atamıyoruz. Demokratik KurtuGeçen dönemde bileylemdir. Dolayısıyla her eylemde luş ve Özgür Yaşamı diklerimizde devam İnşa aşaması, Degeçerli olan yönler vardır ki, planlama, ediyoruz, bu da o mokratik Ulus İnşası dönemlerde kalmak örgütleme ve yönetim hepsinde geçerlidir. süreci diyoruz. Başanlamına geliyor. ka bir ifadeyle buna Bunları sadece askeri eylemin unsurları Sömürgeciliği teşDemokratik Çözüm hir eden, darbeleyen olarak görüp de diğer eylemler için Süreci dedik. Bu aşaeylemler yapıyoruz. ma öncekilerinden farkgeçerli görmeyen yaklaşım Eğer bunlar yerinde ve lı. Kuşkusuz bu aşamada zamanında olursa anda sömürgeci soykırım rekesinlikle yanlıştır lamlı oluyor, mücadelemijimini açığa çıkarma, teşhir ze katkı sunuyor. Yerinde ve etme, onun Kürdistan üzerinzamanında olmazsa anlamlı oldeki baskılarını, saldırılarını teşhir muyor, katkı sunmuyor, tersine zarar edip toplum ve kamuoyu nezdinde onu veriyor. Hareketimizin teşhir olmasına ve zayıflatmak temel bir görevdir. Bu görev de devam ediyor; bunun için de eylemler yapmak lazım. toplum nezdinde zayıf düşmesine yol açıyor. DoğDiğer yandan sömürgeciliğe darbe vuracak eylemler ru bile olsa, yerinde ve zamanında bile olsa sadece de yerinde ve zamanında olmak üzere, bu dönemin sömürgeciliği teşhir eden, darbeleyen eylemlerle sıeylemleri içerisindedir. Fakat sadece düşmanı teşhir nırlı kalmak demokratik ulus İnşasını gerçekleştireeden ve darbeleyen eylemlerle yetindik mi, bu eylemi cek eylemsel adımlar atmamak çok yetersiz, sınırlı kalmayı ifade ediyor. Önder Apo “İmkanların ancak negatif, tek yanlı ele almak oluyor. yüzde birini kullanabiliyorsunuz” derken bunu kast Şimdi “demokratik çözüm sürecindeyiz” diyoruz ve ediyordu. Yani içinde bulunduğumuz dönemin eylem bu sürecin temel görevi demokratik ulus inşası, yani görevlerinin ancak çok sınırlı bir boyutunu hayata demokratik özgür yaşamı inşadır. O halde böyle bir geçirebiliyoruz. Dahası aslında bu pozitif eylemlilik, dönemde pozitif eylemlilik, kuruculuk, inşa etmek inşa çalışmaları hafife alınıyor. Eylem olarak görülesastır. Bu inşayı demokratik ulusun 8 boyutunda müyor, önemsenmiyor. Böyle yanlış, yetersiz yaklayapmak gerekiyor. İnşanın ekonomik, sosyal, kültürel, şımlar var.

Eylül 2014

23


Özgür Halk Eylem çizgimiz ne olmalı? İçinde bulunduğumuz dönemin temel özelliklerini, bu özelliklerin bize yüklediği görevleri doğru anlamalıyız. Dönemin karakteri Demokratik Çözüm Süreci olmasıdır. Burada inşa ve savunma birlikte, iç içedir. Önder Apo buna, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa” dedi. İnşa ile direniş birlikte var. Dolayısıyla eylem çizgimiz bunları içermek durumunda. Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmek olan da Demokratik Konfedaralizmi inşa ederek Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirmektir. İnşa boyutu esastır, kalıcı olandır. O halde eylem çizgimiz ne olmalı? Demokratik ulus inşası önündeki engelleri aşacak bir eylemlilik içinde olmak. Demokratikulus inşasını 8 boyutta, hatta 15 boyutta gerçekleştirecek kapsamlı bir eylem planımız olmalı.

Öz savunma -silahlı ya da siyasi- iki yönde kullanılıyor; Demokratik ulus inşasın önündeki engelleri temizlemek. İnşayı korumakta, savunmakta, onun güvenliğini sağlamak.

Negatif mücadeleyi bu biçimde inşa çalışmalarıyla, pozitif eylemlilikleriyle artık birleştirmemiz gerekiyor. Tek, kendi başına bir negatif eylemlilik olabileceği gibi, herhangi bir yerde düşman saldırısı, katliamı teşhir edilebileceği gibi, daha çok her iki eylemliliği de iç içe birlikte kullanabilmek önemlidir. Örneğin şimdi Türkçe eğitim boykot ediliyor, bununla yetinilmiyor ve alternatif olarak Kürtçe eğitim veren okullar açılıyor. Bu çok önemlidir. Sadece Türkçe eğitimi boykot etmek yarım bir eylemlilik olurdu, AKP iktidarının kültürel soykırımcı yüzünü teşhir etmeyi hedeflerdi. Bundan önceki dönemlerde de bu tür boykotlar yaptık. Şimdi Demokratik Çözüm Sürecinde buna eklenen alternatif Kürtçe anadilde Her yerde örgütlediğimiz halk meceğitim yapan okullar açmaktır. lislerinin çalışmaları içerisinde Dikkat edilirse hiçbir yerde bu pozitif eylemlilik görevlerini Bugüne kolluk kuvvetleri, polis, asnasıl gerçekleştireceğimizin kadar hamle yaparak ker boykota saldırmadı! kararını alıp, projelerini Polis sadece Gever, Cizortaya çıkararak onlakazandık. Zindan direnişi bir re ve Bağlar’da kurulan rı hayata geçirmeliyiz. hamleydi, 15 Ağustos hamleydi. üç okula saldırdı; daha Buna halk meclisleri açıldıkları gün kapılarıkarar vermeli. Genel Gerillanın özünde vur-kaç taktiği na mühür vurarak kaolduğu kadar bölgesel pattı. Çünkü dönemin vardır, taktik vurmak vardır. Gerilla düzeyde, kentlerde, eylemliliği bu. kasabalarda, köylertarzı bizim bütün eylemlerimiz için de, mıntıkalarda ekoTürkçe eğitimi boykot nomik, sosyal, hukuki, geçerli olan bir tarzdır. Her yerde yapmak bir durumu orkültürel ve siyasi olarak gerillanın eylem tarzında taya çıkarıyor. Kürtçe eğineler yapmak gerektiğitim okulu açmak çözümü ni halkın özgür iradesini kesinlikle yararlanmamız üretiyor. Çözümün üretilmesi yansıtan örgütlenmiş halk gerekiyor AKP’nin kültürel soykırımcı yümeclisleri belirlemeli ve eylem zünü çok daha fazla açığa çıkaolarak, icraat olarak onları hayata rıyor. Bir de karşıt alternatif üretiyor. geçirmeliyiz. Bu bakımdan da en kapDolayısıyla hem Kürt toplumunu daha fazla samlı eylem planımız pozitif eylemlilik üzekendine güvenen hale getiriyor hem de kamuoyunun rinde olmalı, demokratik ulus inşası üzerinde olmalı. Kürt çocuklarının, gençlerinin anadilleriyle eğitim yaBir yerde demokratik ulus inşası yönünde adım attıpamadıklarını ama kendi güçleriyle bunu yapacak koğımızda, eğer ona dönük bir saldırı gelişirse de sanumda olduklarını gösteriyor. vunmalıyız, orada öz savunma devreye girmeli. Yapacağımız her pozitif eylemliliğin mutlak güvenliğini Buradan ele aldığımızda, eylem çizgimiz ne olmalı? düşünmeliyiz, hazırlanmalıyız, örgütlemeliyiz. Güven- Türkçe eğimi boykot Kürtçe eğitim üzerindeki enlikli bir demokratik ulus inşası pratiği geliştirmeliyiz. gelleri kaldırmayı ifade ediyor. Esas eylemlilik KürtÖz savunmasını örgütlemeyen, öz savunmaya dayan- çe anadilde eğitim yapabilecek okulları açabilmek; mayan herhangi bir pozitif eylemlilik, inşa eylemliliği bunları her yerde açabilmeliyiz. İşte bu okullara karşı kesinlikle geliştirmemeliyiz. Çünkü düşman saldırır ve saldırı oldu mu, direniş orada olmalı, savunma orada onu yok eder. Savunması olmasa da tabi imha olur, olmalı. Bağlar’daki, Gever’deki, Cizre’deki okulları soyok olur. Böyle bir eylemliliğin yok olması çabalarımı- nuna kadar savunmalı ve mutlaka Kürtçe eğitimi gerzın boşa gitmesini doğurduğu gibi, birde toplumda çekleştirmeyi hedeflemeliyiz. Ondan asla geri adım atmamalıyız. Dönemin eylem çizgisi budur. Aynı şeyi olumsuz etki yapar, kırılma ortaya çıkarır.

24

Eylül 2014


Özgür Halk ekonomik inşada yapabiliriz. Birçok yerde demokratik komünal ekonomi inşasına girişebiliriz, kooperatife dayalı ekonomik girişimler geliştirebiliriz. Hayvancılık da, tarımda, ziraatta toplumun ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak kolektif çalışmaya dayalı ekonomik üretim alanları geliştirebiliriz. Bunun için ortam açıktır. Köyler boşaltılmış, geri dönüşler olabilir ya da var olan köylerde bunu yapabiliriz, mahallelerde yapabiliriz. Bunlara dönük saldırı olduğunda da tıpkı Kürtçe eğitim veren okulları sonuna kadar savunmak ne kadar gerekli ise onları da savunmalıyız. İşte savunma, direniş, öz savunmanın rolü burada ortaya çıkar. Direniş ile inşa böyle iç içe geçiyor. Aynı durumu toplumun sağlık ihtiyaçlarını karşılanmasında da yapabiliriz. Her yere sağlık okulları açabilir, sağlıkçılar eğitebilir, sağlık ocakları kurabilir ve halkın sağlık sorunlarını çözmeye çalışabiliriz. En temel devrimci eylemlerden bir tanesi bu. Bizim bu tür halkın ihtiyaçlarını karşılayan çalışmalara dönük saldırılar olduğunda da onları savunabiliriz. Örneğin hukuk inşası; toplum içindeki sorunları demokratik hukuk ve ahlak ilkelerimize göre çözmek üzere adalet komisyonları oluşturuluyor. Bu çok önemli. Devletin hukuk sistemi artık Kürdistan’da hiç işlememeli. Her köyde, her mahallede kendi adil yargı sistemimizi geliştirmeliyiz ve uygulamalıyız. Bunlara dönük saldırılar oldu mu, savunmalıyız. Bunu öz savunmayla yapmalıyız, güvenliklerini sağlayarak yapmalıyız. Mahallede, kasabada çok zorlanırsak kırsal alana dayanmalıyız, kırdan yararlanmalıyız. Çünkü kırsal alan koruyucudur ve kıra dayanarak insan kendini koruyabilir. Yine demokratik siyaseti örgütleyebiliriz, özellikle de demokratik öz yönetimleri. Her yerde meclisler kurabiliriz, meclislere dayalı yürütmeler ortaya çıkarabiliriz. Bunlar çalışır ve orda demokratik toplum yönetimini, halkın kendi kendini yönetmesini ortaya çıkarabilir. Devletten bunlara dönük saldırı gelişirse öz savunmayı o zaman harekete geçirebiliriz ve savunabiliriz. Dönemin eylem çizgisi bundan oluşuyor. Dikkat edelim, burada yapıcılık var, inşa var. Mevcut birikimle demokratik ulus inşasını gerçekleştirmek üzere adım atmak, ona dönük gelişebilecek olası sömürgeci saldırılar karşısında da öz savunmayla korumak, güvenliğini sağlamak. Yani mutlaka güvenlikli, öz savunmalı bir eylem çizgisini

Eylül 2014

esas almak, eylemi yani işi, çalışmayı güvenlikli yapmak. “Güvenlik kuvvetidir” diye devlet güçlerine bırakmamak. Çoğu demokratik siyaset gücü devletin saldırı gücüne “güvenlik kuvveti” diyor. Onlar güvenlik kuvveti değil saldırı kuvveti, sömürgeci kuvvet, faşist kuvvet! Güvenlik kuvveti demokratik ulus inşasını koruyan öz savunma güçlerine denir. Her yerde böyle güvenlik kuvvetlerini de demokratik ulus inşasının çok önemli bir boyutu olarak örgütlemeli ve hayata geçirmeliyiz. Böyle bir eylem çizgisi hayata geçirilebilir mi? Evet geçirilebilir. Fakat bunun için zihniyet değişimine ihtiyaç var. Her şeyden önce dönemi anlamalıyız, inşa, yani pozitif çalışmayı da bir eylem olarak kabul etmeli, görmeliyiz. İkincisi, nerede hangi görevleri yerine getireceğimizi, demokratik ulus inşasını yerelde, her yerde hangi boyutlarda ve nasıl gerçekleştireceğimizi kararlaştıran organlar ortaya çıkarmalıyız. Meclis sistemini geliştirmeliyiz, demokratik öz yönetim örgütlenmesini öncelikli olarak her yerde ortaya çıkarmalıyız. Ardından da belirlenen görevleri hayata geçirmek için örgütlenmeli, seferber olmalıyız. Gençlik hareketi tüm çalışmalarını bu eksende yürütmeli. Eskinin sadece protesto eylemleriyle kendini sınırlandırmamalı. O çok yetersiz ve dar oluyor. Eskinin o protesto eylemlerini aşan yeni dönemin demokratik ulus inşasını gerçekleştiren ve savunan eylem çizgisine ulaşmalı. Kadın hareketi eylemini bunun üzerine kurmalı, tüm halk hareketimiz, bütün kurum ve kuruluşlarımız kendilerine böyle bir eylem çizgisini esas almalılar. Dikkat edilirse bu yapılabilir bir şeydir ama bunu yapabilmek için dönemi anlamak, dönemin görevlerini bilince çıkarmak, o görevleri başarmayı kendi görevin bilmek, kendini ona göre örgütleyip doğru bir eylem çizgisiyle yeniden inşa etmek gerekiyor. İşte burada sorun çıkıyor; darlık var, tutuculuk var, alışkanlıklarla hareket edip yeniye adım atamama var, söz konusu görevleri

25


Özgür Halk üstlenememe-sahiplenememe var. Protesto eylemleri, yani kuruluş ve direniş döneminin eylemleri içinde bulunduğumuz dönemde çok fazla saldırıya uğramıyor. Ama inşa görevleri kapsamlı, büyük görevleridir. Bir köyde bile demokratik ulus inşasını gerçekleştirmek demek, o köyün kendi kendini yönetmesi demektir ki, o yönetimin sömürgeci baskıdan kurtularak özgür hale gelmesini ifade eder. Bu da alternatif bir yönetim olmak, yeni bir demokratik öz yönetim olarak örgütlenmek, ikili bir yönetim haline gelmeyi ifade ediyor, Demokratik Konfedaralizmin inşasını içeriyor. Dolayısıyla çatışma, mücadele olacaksa da iki sistem arasında çatışma ve mücadele olacak. Bu kapsamlı bir duruştur. İşte bu göğüslenemiyor. Yani alternatif yöntem olmak, alternatif sistem olmak daha fazla sömürgeci soykırım rejimin saldırısına uğruyor. O saldırı altında kalıyor ve onu kırması gerekiyor, bu daha zor geliyor, kapsamlılık içeriyor. Aslında buradan kaçış da var. Böyle kapsamlı görevler, sorumluluklar altına girmeme var. Bunun yerine eskinin dar protestoculuğunu sürdürme kolay geliyor ve orada çakılıp kalınıyor. Bu durum kesinlikle aşılmalı. Aşılmazsa saldırılardan dolayı değil kendi yetersizliklerimiz, zayıflıklarımız nedeniyle biz bu dönemi yürütemeyen bir konuma düşeriz. Eğer başarısız olursak bu düşmanın gücünden kaynaklanmaz, kendimizin dönemin gerektirdiği doğru eylem çizgisini esas alıp uygulayamamış olmaktan kaynaklanır ki sorumlusu ve suçlusu biz oluruz. Provokasyonlara karşı duyarlılık ve tedbir gerekli Dönemin doğru eylem çizgisini ortaya çıkarır hayata geçirirken, buna karşı saldırılar, provokasyonlar da sürekli gelişir, gelişecektir. Çünkü sömürgeci soykırım rejimi bizim doğru bir eylem çizgisine yönelmemizi istemiyor, engelleme çalışıyor, bundan korkuyor. Eğer dönemin doğru bir eylem çizgisine ulaşır, onu başarıyla hayata geçirirsek bu sömürgeciliğin ölümü olacak, soykırım rejiminin ölümü olacak, Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleşmesini sağlayacak. İşte bunu engellemek için sömürgeci soykırım rejimi her türlü provokasyonu, saldırıyı ortaya çıkartıyor, çıkaracaktır. Bizim hareket olarak doğru eylem çizgisine yönelmemizi, onları başarıyla uygulamamızı sabote etmek isteyecektir. Öyle yaparak, bizim başarımızın önünü keserek kendisinin başarısını garantilemiş olacaktır. Bizimle mücadele edip karşıt sistemler geliştirerek bizi başarısız kılmak yerine doğru eylem çizgisine girmemizi engelleyerek, sabote ederek, başarımızı ortadan kaldırarak başarısızlığımız üzerinden kendi başarısını sağlamak isteyecektir. Sömürgeci rejim bu konuda çok bilinçli, örgütlü ve kapsamlı bir özel savaş sistemi var. Her alanda doğru bir demokratik eylemliliğin gelişmesini engellemek için bin bir türlü provokasyon grupları, örgütleri oluşturulmuş durum-

26

da. Bunlar harekete geçirilir mi? Evet geçirilir. Ordu içinde böyle güçler var, polis içinde var, devletin bu tür provokasyonları geliştirmek için özel gizli örgütleri var. Bunlarla birlikte solculuk adına, Kürtçülük adına kendini örgütlüyor görünen çeşitler de var. Onları kullanıyor. 90’larda da kullandı, Hizbulkontrayı kullandı. Şimdi de benzer bazı grupları içinde bulunduğumuz dönemin doğru eylem çizgisini geliştirmemizi engellemek için provokasyon grupları olarak kullanmak ister, istiyor. Birçok yerde polis ve asker terörü var. Bu, özellikle Lice ve Amed alanlarında çok fazla yaşanıyor. Colemêrg ve benzeri alanlarda da bu tür durumlar gözleniyor. Yine Hüdapar adıyla çeşitli dönemlerde saldırılar oluyor. Gerçekten o parti mi saldırıyor, yoksa o parti adıyla gizli provokasyon grupları, kontrgerilla mı eylem yapıyor, bilemiyoruz. İstanbul’da da bazı sol gruplar var, Dev Sol adına bazı gruplar var; bunları görüyoruz. Aslında bunların bir bölümü kesinlikle provokasyon gruplarıdır. Bir bölümü de devrimci-yurtsever gelişme karşısında sıkışan küçük burjuvazinin ihtiraslı tutumları olarak ortaya çıkıyor. Şimdi bu tür durumlara karşı duyarlılık ve tedbirli olmak çok önemli. Duyarlı olmalıyız; kim nedir, ne yapar bilmeliyiz. Biz böyle bir doğru eylem çizgisiyle demokratik ulus inşasına yönelir, bu temelde Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümü gerçekleştiremeye çalışırken elbette bunu sabote etmek isteyen, bundan zarar gördüğü için engellemek isteyen birçok güç olur. O halde bunu bileceğiz; bunu kim engellemek ister, kimin zararına oluyor, kimin arı kovanına çomak sokuyoruz? Bunları bilmemiz lazım. Bu konuda bir duyarlılık olmalı, bilinç olmalı; incelemeliyiz. Öyle düşünce yoğunluğundan, olup bitenleri incelemeden uzak durmamalıyız. Diğer yandan sadece bilmek yetmez. Bu tür olası provokatif gelişmelere karşı duyarlı, tedbirli olmak lazım. Fırsat vermemeliyiz. En önemli şey provokasyonları önceden bilmek ve fırsat vermemektir. Onların tuzağına düşmemeliyiz, enerjimizi oralarda tüketmemeliyiz. Dahası bu tür provokasyon güçlerini, gruplarını iyi tanımalı, açığa çıkarmalı ve eğer çok engel oluşturuyorsa doğru mücadele yöntemleriyle etkisiz kılmalıyız. Her zaman kaçınmak olmaz ama duyarlılık ve tedbir başta gelendir. Onların oyununa düşmemeliyiz. Bazı güçler kendileriyle uğraştırmak isteyebilir, potansiyelimizi bu tür provokatif olaylarda harcatmak isterler, enerjimizi orada tüketmek isterler. Özellikle psikolojik karargahı bunu yapabilmek için elinden geleni yapar. O halde bu tür durumlara düşmemek, fırsat vermemek için de biz elimizden gelen çabayı kesinlikle göstermeliyiz. Gerekli duyarlılığı, tedbiri önceden öngörerek gerçekleştirmeliyiz.

Eylül 2014


Özgür Halk Eylem alanının daha başka üzerinde durulması gereken yanları da vardır. Biz de baştan beri belli bir pratik gelişme yaşandığı için kendimizi hep pratikçi görüyoruz. Duruşumuzu pratikçilik olarak değerlendiriyoruz. Bu konuda fazlasıyla kendine güven var ama gelişen ve değişen dönemlere göre pratik değişiyor. Bu noktada dar, tutucu alışkanlıkları aşamayan bir zihniyetimiz, pratik duruşumuz var ve buna rağmen iyi olduğumuzu sanıyoruz. Bu büyük bir yanılgı. Bu yanılgılı durumu geçen dönemin derslerini çıkararak aşmasını bilmeliyiz. Bu kadar süreç geçti ama Demokratik Konfedaralizmin inşasında, dolayısıyla ikili yönetimi Kuzey Kürdistan’da, halktan yana, Demokratik Konfedaralizmden yana büyütemedik, geliştiremedik. Aynı durum sürüp gitti. Bu yetersiz bir durum ve kesinlikle bizden kaynaklanan bir durum. Bunun açığa çıkmasına ne devletin gücü yol açıyor, ne imkansızlıklar, fırsat olmaması buna yol açıyor; tersine düşman, devlet çok zayıf durumda. AKP hükümeti en zayıf dönemini yaşıyor. Bazı değişikler yaptı ama bu değişikliklerin oturup oturmayacağı belli değil. Kürt sorununun Demokratik Konfedaralizm temelinde çözümünü sağlamak için imkan ve fırsatlarımız ise her zamanınkinden çok. Halk demokratik çözüm istiyor, özgürlük istiyor. Bunu seçimlerde ortaya koydu, bunu Türkçe eğitimi boykota ortaya koyuyor, bunu Kürtçe eğitimin gelişmesini coşkuyla karşılayarak ortaya koyuyor. O halde halk yüzde yüz çözüm istiyor ve imkanlarını buraya seferber ediyor. Geriye kalan ise öncünün halkın gücünü

Eylül 2014

içinde bulunduğumuz koşulların olanakları doğru değerlendirerek Demokratik Konfedaralizm inşasını geliştirme ve Kürt sorununun Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleştirmesidir. Görev ve sorumluluk bize, yani öncüye düşüyor. Öncü de dönemin doğru eylem çizgisiyle ve başarılı bir biçimde yürütürse işte o zaman esas büyük devrim Kuzey Kürdistan’da yaşanacaktır. Demokratik Özerklik Devrimi Kuzey Kürdistan’ın her tarafında; köylerinde, kasabalarında, mahallelerinde büyük hamlelerle zafer kazanacaktır. Kuzey Kürdistan’da gelişecek, kazanacak Demokratik Özerklik hamlesi Güney ve Batı Kürdistan’daki direnişe en büyük gücü katacak, ona dayanak oluşturacak. İşte o zaman Kürdistan parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi birleşerek bütünlüklü bir özgürlük devrimini başarıya ulaşmasını sağlatacak. Bu başarı da Demokratik Ortadoğu Devrimini adım adım ilerletip zafere taşıyacaktır. Doğru eylem çizgimiz kesinlikle içinde bulunduğumuz dönemde bizi Kürdistan Özgürlük Devriminin ve Demokratik Ortadoğu Devriminin başarısına götürecektir. Dönemin koşulları, imkanları buna el veriyor. Bunu başarmak öncünün elinde, özgürlük kuvvetlerinin elinde, parti öncülüğünün, gerillanın, gençlik ve kadın hareketinin elindedir. O halde bu örgütler ellerindeki büyük devrimci imkanı görerek, dönemin görevlerini doğru anlayıp doğru bir eylem çizgisiyle hayata geçirmeyi bilmeli ve içinde bulunduğumuz dönemi Kürdistan Özgürlük Devriminin zafere koştuğu bir dönem haline mutlaka getirmelidir.

27


Özgür Halk

IŞİD Zihniyeti İle Geliştirilen Her Türlü Karılaştırmaya Karşı Özgür Kadın Hamlesini Geliştirelim Zozan Koçgirî

Şiddettin, tecavüzün, katliamın çeşit ve yöntemlerinde beyinlerimizi dumura uğratan, yüreklerimizi dağlayan gelişmeler yaşanırken, diğer yanda ise insanlığın onurunu kurtaran bir direnişe tanıklık ediyoruz. Rojava’da başlayan, Şengal, Maxmur ve Güney Kürdistan’daki gerilla müdahalesi ile tüm dünyanın yüz akı olan bu onurlu direnişe YPJ-YJA Star güçlerinin öncülük etmesi de tarihsel anlamlar taşıyor. IŞİD denilen tecavüzcüler hareketinin etkisi sadece katliam yaptığı alanlarla da sınırlı değildir. Bizzat kendilerinin korku yaratma adına internet üzerinden yaydıkları görüntü ve resimlerle, akıllara ziyan fetvalarıyla birlikte, bu eylemleri yayan medya aracılığı ile de geniş bir korku imparatorluğu yaratmak istiyorlar. Bunları duyduğumuzda belki de hepimizin en çok dile getirdiği şey “bir insan böyle şeyleri nasıl yapar?” oluyor. ‘‘Hangi gelenek, kültür, inanç ve insan kişiliği böylesi eylemlerde yer alır? Bunu neden yapar?’’ üzerine daha derinlikli bir bakış yürütülecek mücadelenin sonuç almasında da önemli bir rolün sahibi olacaktır. Ortadoğu geriliği değil, batılı faşizm Ortadoğu’da ve dünyanın farklı alanlarında İslam adına gerçekleştirilen bu eylemler pozitivist temelde ya-

28

pılan sosyolojik, psikolojik tahlillerle “İslami dinciliğin, Ortadoğu’nun vahşiliği” olarak yansıtılmaya çalışılsa da tarihsel kökenleri ve yöntemlerine daha yakından bakıldığında gerçeğin böyle olmadığını görürüz. Bu anlamda Ortadoğu’da kadın özgürlüğü, demokratik kültürel İslam ve bölgenin komünal değerlerine yönelik bir karşı-devrim hareketi ile karşı karşıyayız. Tarihte Ortadoğu’da ortaya çıkan tüm karşı devrimci hareketler gibi IŞİD de kapitalist güçlerin denetiminde ortaya çıkmıştır ve onların çıkarlarına hizmet ediyor. Yöntemleri, örgütlenme biçimleri de Ortadoğu’dan değil, batıdan ithal edilmiştir. Bu nedenle IŞİD’in kökenleri için yeni bir İslam yorumuna ya da Ortadoğu geleneğine değil, kapitalizmin faşist paramiliter örgütlerinin gelişim tarihine bakmak gerekir. Bu tür yapılanmaların ilk örneklerine kapitalizmin gelişim aşamasında sömürgeleştirilen yerli halklara dönük katliamları gerçekleştiren örgütlerde rastlıyoruz. Avrupa’nın birçok ülkesinde cadı avı adı altında neolitik dönemin özgür kadın kalıntılarının katledilmesinde kullanılan yöntemler de benzerdir. Sömürgeciliğin ve kolonileştirmelerin oluşturulduğu, yerli halkların kıyımdan geçirildiği süreçlerde kullanılan ordular, büyük

Eylül 2014


Özgür Halk oranda hırsızlık, tecavüzcülük suçu ile yargılanan mahkûmlardan oluşturulmuştur. Para için her şeyi yapmaya hazır lümpen topluluklar kullanılarak köleleştirme ve sömürgeleştirmeler en vahşice yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. 14. ve 15. yüzyıllarda Fransa’da ve Venedik’te işçi-köylü hareketlerinin geliştiği dönemlerde tecavüz suç olmaktan çıkarılarak, tecavüzcü çetelerin faaliyetlerine göz yumulmuştur. Bununla hem işçi hareketinin lümpen kesimlerinin isyan potansiyeli ortadan kaldırılmış hem de yoksul işçi kadınlar ve hizmetçiler hedef haline getirilerek işçi-köylü hareketinin bölünmesinde bu çeteler aktif kullanılmıştır. Güya bu lümpen yoksul işçiler hizmetçi ya da işçi kızlara tecavüz ederek patronlardan intikam aldıklarına inandırılmışlardır. 18. yüzyılda I. Dünya Savaşından sonra Almanya Weimar Cumhuriyeti’nde komünistlere karşı örgütlenen Freikorps birlikleri de benzer yapıdaki başka bir yapılanmadır. İtalya’daki faşist yönetimin lideri Musollini’ye bağlı yarı askeri faşist örgüt Kara Gömleklileri ile IŞİD’lilerin kara elbiseleri arasında bir benzerlik kurmak da zor olmayacaktır. IŞİD’in, Hitler ve Franko gibi faşistlerin toplumu sindirmek için kullandığı güçlerle ya da Ku Klux Klan ırkçı beyaz örgütlemesiyle benzerlikleri Ortadoğu ya da İslam tarihindeki örgütlenmelerle benzerliğinden daha fazla ağır basar. Yani yaşananları Ortadoğu gericiliğinin sonuçları değil, kapitalizmin faşizan yöntemleri olarak ele almak daha doğru olacaktır. Bu örgütü ABD, Avrupa ve İsrail devletlerinin istihbarat örgütleri kurmuştur. Bunlara para ve eleman sağlayanlar da bu devletlerle birlikte, Türkiye ve kapitalizmin işbirlikçisi Arap devletleridir. Asıl hedeflenen Ortadoğu’da kadın özgürlükçü gelişmenin, demokratik İslam hareketinin, halkların demokratik uluslaşma temelindeki demokratik Ortadoğu konfederalizminin zeminini imha etmektir. Hedef olarak Êzidîlerin, Alevilerin, Ortadoğu Hristiyanlarının, kadim inanç, halk ve kültürlerin, özellikle de kadınların seçilmesi de bundandır. Çünkü demokratik uygarlık geleneğinin sürdürücüsü olan bu dinamikler, demokratik modernitenin üzerinde inşa edileceği zemini de oluşturuyor. Bu anlamıyla IŞİD gibi oluşumları Ortadoğu kültürel ve maddi zenginliklerinin ortadan kaldırılması, kapitalist sermayeye peşkeş çekilmesi anlamındaki bir yeni haçlı seferi biçimi olarak tanımlamak gerekir. İslam ve Ortadoğu kültürünü vurmanın en etkili yolu; hırsız, tecavüzcü, uyuşturucu bağımlısı köksüzlerden oluşan bir ordunun Ortadoğu ve İslam adına savaştığını iddia etmesidir herhalde. Kara elbiseli kara adamların hikâyesi Yaşanan bu gelişmelerin doğru yorumlanması kadar bu katliamları yapanların -ki bunlara insan demek çok zor- ruh halini çözümlemek de önemli. Bizler televizyon ya da gazetelerde bir yandan yapılan katliamla-

Eylül 2014

rın, köleleştirilen çaresiz kadınların görüntülerini diğer yandan ellerinde silahları ile irikıyım, siyahlar giyinmiş, cehennem zebanilerini andıran korkulacak “adamlar” ı görüyoruz. Bu görüntülerin yarattığı algı; iflas etmiş bir erkekliğin yeniden canlandırılması ritüeli oluyor bir yanıyla. Yakın zamanlarda Stêrk TV’de yayınlanan “Soysuzlar Çetesi: IŞİD” dokümanteri ile bu adamların hikâyelerini daha yakından öğrendik. Bu gerçeklik aynı zamanda ‘‘bir insan nasıl bu kadar vahşileşebilir?’’ sorumuza yanıt oluyor. Bu dokümanterde çete elemanlarının itirafları arasında dile gelen bir husus da erkeklerin çetede lider konumundaki erkeklerin “karısı” yapılmasıydı. Her çete elemanının aynı zamanda bir emir ya da artık çetede sorumlu düzeyde olan birinin haremine dâhil olduğu dile getiriliyordu itiraflarda. Yani IŞİD sadece kadınlara, ülkelere, kültür ve inançların kutsal değerlerine değil, kendi çetesine dâhil etme yöntemi olarak erkeklere de tecavüz ediyor. Onları “karılaştırarak” devşiriyor ve gözünü kan bürümüş canilere dönüştürüyor. Elbette tüm elemanları böyle olmayabilir ancak hiçbir toplumsal bağı, ahlaki değeri kalmamış bu “insanlıktan çıkma” halinde tecavüz etkili bir yöntem konumundadır. Diğer yöntemler tehdit, para yoluyla eleman kazanma biçiminde sıralanıyor. Kapitalizmin her türlü ahlaki-manevi değerden arındırdığı, toplumsallığını yitirmiş, serseri mayına dönüştürülen insan gerçekliği de bu faşist yapılanmanın malzeme deposu olmaya hazır bireyler yaratıyor. Zaten dünyanın her yerinde faşist örgütlerin insan kaynağı bu toplumsal zeminden derlenmiştir. Bu çete elemanlarının büyük bölümünün kendi yurtlarından kopmuş, Avrupa ülkelerinde mültecileşen, Avrupa’da yükselen ya da yükseltilen ırkçı dalganın da etkisi ile horlanan, dışlanan kimliksizleşen insanlardan oluşması tesadüf değildir. Önderliğimizin “Bir toplum için kapitalist modernite tarafından yurtsuz sayılmak, kendi varlığını ve gerçekliğini yarı yarıya kaybetmektir. Vatan, Yurt, Welat yok sayıldıktan sonra toplumunu ayakta tutmak, maddi ve manevi kültürünün varoluşunu devam ettirmek mucizelere kalır” belirlemesi hem bu kesimlerin durumunu hem de yaşanan süreçlerle birlikte mültecileşen halkların durumunu çok iyi ifade ediyor. Şengal, Suriye, Irak ve Rojava Kürdistan’ından göçertilen, yurtsuzlaştırılan insanlar daha şimdiden gittikleri yerlerde fuhuş çetelerinin, ırkçı yapılanmaların, ucuz işgücü olarak simsarların eline düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu da üzerinde durulmayı, tedbirler geliştirmeyi, öz savunma olanakları yaratmayı gerekli kılan çok önemli bir husus olmaktadır. Özellikle Rojava ve Kuzey Kürdistan halkının göçertilen, katliama uğrayan halkı sahiplenme biçimi, oluşan dayanışma, komünal örgütlenmeler ve öz savunma çalışmaları çok büyük anlamlar taşıyor. Belki kötü bir durum ancak ‘bir musibet bin nasihatten yeğ-

29


Özgür Halk dir’ özdeyişine uygun olarak komün olmadan, kendi öz savunma ve öz örgütlenme araçları olmadan insanların varoluşlarını sürdüremeyeceğine en açık örneği yaşanan bu durumlar ortaya koymuştur. Ne kendini demokrasi abidesi sayan AB, BM gibi kurumlar ne de devlet olanaklarını aile çevresi dışındaki hiçbir kamusal ihtiyaç için kullanmayan Güney Kürdistan yönetimi gibi oluşumların halkları korumak, savunmak, insani ihtiyaçlarını gidermek için kıllarını dahi kıpırdatmadığı daha açık ortaya çıkmıştır. Ortadoğu halkları ve kadınları için komünsüz, öz savunmasız yaşamın mümkün olmadığını anlamak için bu olaylar yaşanmadan harekete geçmek daha anlamlı olurdu. Ancak yine de en hayati çalışmanın komün ve öz savunma olduğu bilinciyle harekete geçmemiz, sadece saldırı ve katliamlarla karşı karşı karşıya kalınan alanlarda değil, her alanda bunları geliştirme sorumluluğumuzun farkına varmak da önemlidir diye düşünüyoruz. Karılaştırmaya karşı özgür kadın hamlesi IŞİD projesinin üzerinde durulması, mücadele edilmesi gereken bir diğer yanı da onun dünya genelinde gelişen şiddet kültüründeki payının görülmesidir. Günümüzde kadınlara dönük erkek terörü olarak gelişen katliamlar, çocuklara dönük taciz, tecavüzlerdeki artışta da bu gelişmelerin payı vardır. Her tecavüz “erkekliğini kanıtlama, hadlerini bildirme” anlamına gelir. En bitik, silik, aslında Önderliğimizin iktidarın en fazla içerildiği kimlik olarak tanımladığı “karılaşan erkek” bile savunmasız ve korumasız kadın ve çocuklara tecavüzle iktidarını ispatlamış oluyor. Burada sorun cinsel haz değil “erkekliğini” ispatlamadır. Önderliğimiz “Karılaşma sanıldığı gibi salt bir cinsel obje durumuna düşme değildir. Biyolojik bir özelliği çağrıştırmıyor. Karılaşma özünde sosyal bir özelliktir” belirlemesi tam da yaşanan durumu ifade ediyor. Atina toplumunda toplumun köleliğe alıştırılması için kullanılan bu yöntem güncel olarak IŞİD şahsında Ortadoğu toplumuna yaşatılmak isteniliyor. Bu durum sadece IŞİD tehdidi ve saldırısı altındaki alanlarla sınırlı değildir. Bu bir zihniyet olarak eril, ataerkil, devletçi tüm yapıların hortlamasını beraberinde getiriyor.

Türkiye’de artan kadın katliamları, çocuk tecavüzleri, şiddet de kesinlikle bununla bağlantılıdır. AKP’nin iktidarı döneminde kadınlar katlediliyor, tüm demokratik kesimler susturuluyor, kapitalizmin vahşi sermaye birikim yöntemleri ile işçiler, doğa katlediliyor. Adeta herkes Erdoğan ve çevresindeki açgözlü kapitalist sermayedarlara biat ettirilmek isteniliyor. Bu da bir nevi Türkiye toplumunun bu iktidarın “karısı” haline getirilmesi olarak ele alınmalıdır. Önderliğimiz son heyet görüşmesinde IŞİD eylemleri, kadın katliamları, iş cinayeti olarak ortaya çıkan işçi katliamları ve ekolojik tahribat yaratan HES projelerini aynı çerçevede ele almıştır. Bu eylemlerin hepsi birer tecavüz mantığı ile gerçekleşiyor. Türkiye’de kadınlara dönük erkek terörünün, IŞİD’in, ekolojik tahribatın, işçi katliamlarının en büyük destekçisi AKP’dir. Kadınların katledilmediği bir gün dahi geçmezken kadınların gülmesi, giyimi ile uğraşan, çöken evliliklerde kadınları köleliğe razı etmenin yol-yöntemleriyle ilgilenen bu anlayış erkekleri daha fazla cinayet işleyebilmeleri için cezasız bırakıyor. Öyleyse öncelikle kadınların kendi ceza-hukuk sistemlerini, önleyici tedbirlerini, öz-savunma araçlarını oluşturmaları acil bir konudur.

Her tecavüz “erkekliğini kanıtlama, hadlerini bildirme” anlamına gelir. En bitik, silik, aslında Önderliğimizin iktidarın en fazla içerildiği kimlik olarak tanımladığı “karılaşan erkek” bile savunmasız ve korumasız kadın ve çocuklara tecavüzle iktidarını ispatlamış oluyor

30

Bu tecavüz mantığı karşısında eleştiren, protesto eden, kınayan tarzdaki eylemlerle sonuç almak mümkün değildir. IŞİD karşısında sonuç alma direnişle, hesap sorma ile gerçekleşecektir. “Karılaştırılan” bitmiş erkekliğin kadın ve çocuklara tecavüzle “yeniden erkekleşmesi”ne karşı bir yıldır başta Kobanê olmak üzere Rojava Kürdistan’ında gencecik kızlar, yetmiş yaşındaki analar ellerine silah alarak o tabloyu yıkmıştır. Şengal, Maxmur ve Güney Kürdistan’da IŞİD’e karşı savaşan YPJ, YJA-Star gerillalarının destansı direnişi ile özgür kadın kimliğine dayalı devrimci bir çıkış gerçekleşmiştir. Eğer Kürdistan kadın özgürlük hareketi olarak bugün birçok elit, sistem içi kadın kesimlerinin yaptığı gibi “IŞİD’i kınıyoruz, kadınları-halkları korumayan devletleri, asker ve peşmergeleri kınıyoruz” diyerek mücadele yürütmüş olsaydık sadece yaşananlar için kaderine lanet eden çaresiz kadın duruşunu sürdürmüş olurduk. Oysa bizlerin kendimizi savunma,

Eylül 2014


Özgür Halk özgürlüğü gerçekleştirme olanaklarımız, tecrübemiz vardır. Bu birikim ve tecrübe sadece IŞİD karşısındaki silahlı direnişle değil, -elbette bu silahlı direniş güçlenerek sürdürülecektir- tecavüzcü zihniyetin tüm saldırıları karşısında da harekete geçirilmelidir. Bu olaylar başta Kürt toplumu olmak üzere tüm kadınların kendi yaşamları üzerinde söz ve karar sahibi olmasının ne kadar acil ve hayati olduğunu göstermiştir. Kendini hiçbir tehlikeye karşı koruma imkanına sahip olmadan, küçük yaşta onlarca çocuk doğurup evin duvarları arasına hapsedilmiş kadınlık gerçeğinin devlet, koca ya da aile tarafından savunulacağı yalanı da deşifre olmuştur. Zaten kadınlar o evlerde de devleti temsil eden erkeklerin saldırıları karşısında korumasızdır. Kadınların kendi yaşamlarını, çocuklarının yaşamlarını ve yaşadıkları toplum ve kültürün korunması için örgütlenmesi, yaşam alanlarını oluşturması gerekir. Kürdistan kadın özgürlük hareketinin dağlarda 30 yıldır ortaya çıkardığı büyük mücadele deneyimi bunun için çok güçlü bir dayanaktır. Kadın özgürlük hareketinin gerilla alanlarında kendini eğitme, savunma taktiklerini öğrenme, yaşamını idame ettirme, örgütlenme, yaşam sistemi oluşturma deneyimi tam da şimdi Kürdistan toplumundaki kadınların yaşamlarına yön vermelidir. Göçertilen halkımızın ihtiyaçlarını karşılama temelinde oluşturulan dayanışma birlikleri ve komünler, Kürdistan’ın tüm şehirlerindeki kadınlar hatta komşu halklardan kadınların da sorunlarına

Eylül 2014

çözüm modeli oluşturmalı. Bu süreç sürekli toplanan yardımlarla, yeni mülteci kamplarının oluşumu ile değil, kadın kentleri, kadın komünleri, kadın öz savunma birlikleri, kadın kooperatiflerinin oluşumu ile taçlandırılmalıdır. Böylesi bir çözümü geliştirmek IŞİD’in asıl hedefini boşa çıkaracak olandır. IŞİD’in yenilmesi sadece askeri mücadele ile gerçekleşmeyecektir. IŞİD eril, devletçi, tecavüzcü zihniyetin uçlaşmış, güncel versiyonudur. Bu zihniyet başta AKP hükümeti olmak üzere halklar üzerinde soykırım yürüten tüm faşizan yönetimlerde, eşini döven-öldüren kocalarda, doğayı katleden projelere imza atan sermayedarlarda, işçileri öldüren patronlarda mevcuttur ve onları da hortlatmıştır. Dolayısıyla kadın, doğa ve her türden anti demokratik uygulamaya karşı kendini savunma, sistemini inşa hamlesi bu zihniyete en büyük darbeyi vuracak olan hamledir. Kürt kadınları olarak, ihtiyacı olan tüm kesimlerle kendi deneyimimizi paylaşma, örgütlenme-eyleme geçme, kendini savunma olanaklarını yaratma çağrısı yapıyoruz. Kadınların gücünün her şeye yeteceğini önderliğimizden öğrendik. Şehitlerimiz ve kendi tarihsel mirasımız bunu en güçlü biçimde ortaya koymuştur. Bu güveni taşıdığımız gibi bunu tüm demokrat, ekolojist, sol-sosyalist, feminist, anarşist, İslam’ın demokratikleşmesinden yana kesimlere, insanlık onurunu koruyacak herkese taşırmak da en temel görevimizdir.

31


Özgür Halk

İdeolojik Yoldaşlık Ş. Rustem Cudi Yeni yaşama dair aradıklarını Özgürlük Hareketi’nde bulmuş ve özgür yaşamak isteyen genç yoldaşların nasıl bir dünyaya giriş yaptıklarını bilmeleri çok büyük önem taşır. Doğru bir başlangıç yapmak, doğru şekillenmek ve an’ı, geleceği bu doğru başlangıç üzerine kurmak özgürce solumak için gerekli. Özgürlük hareketi saflarında olunduğu halde, birbiriyle tezat onca duruşun ortaya çıkmasında -başlangıçlara çakılıp kalma anlamında olmamak üzere- yapılan başlangıçların direkt etkisi vardır. Yolun gereklerine göre yola girip öyle yürüyenlerle, yolun gereklerine göre değil de kendi yollarının ölçülerine göre davrananların ulaştıkları yerler farklı olmuştur, olmaktadır. Özgürlük hareketi saflarındaki bu kadar farklı duruşun altında yatan gerçeklik tam da budur: yollar farklı. Yürüyüş yola göre mi, kendine göre mi? Dolayısıyla geleceklerini merak eden gençlerin kahin olmadan bunu görmeleri mümkün. Toplumsal hafıza gereği öncüllerine bakarak, gelecekteki hallerini hemen anlayabilirler. Güzelleşmek, sevilmek ve özgürleşmek amacında birleşen bu insanların bu amaçlarına göre oluşmaları için kimi gereklilikler var. Her işin, her oluşun bir usulü olduğu gibi APOCULAŞMANIN da bir usulü vardır. Usulüne göre yapılmayan işler nasıl ki başa-

32

rısız oluyorsa, usulüne göre olmayan APOCULUK da APOCULUK olmuyor. O halde APOCULUĞUN usulü nedir? Kendisiyle yoldaş olunmak istenen kimlik, yani Önderlik gerçekten de nasıl bir gerçeklik? Özgürlük ve demokrasi için mücadele etmek, onunla yoldaş olmak için yeterli mi? Önderliğin çeperinde olmak, onun etki sahasında bulunmak, ondan beslenmek, onun söylediklerini tekrarlamak, onunla yoldaş olmaya yeter mi? Dahası bağlıları bu kadar çok olan ve çevresinde bu kadar insanın bulunduğu bu Önderliğin gerçek anlamda ne kadar yoldaşı var? Onunla yoldaş olmak dar anlamda iki kişinin aynı yolu paylaşması mıdır acaba? Çok önemli olan ‘yol arkadaşlığı’ Önderlik ve onunla yoldaş olmak isteyenlerin ilişki diyalektiğine ne kadar uygulanabilir? Yoldaş olmak mı, yola girmek mi? Peki, ya Önderlik yolun kendisi olmuşsa? Önderlik birilerinin sınırlarını çizdiği bir yola hiç girmemiştir. Başkalarının yolunda değildir. Daha baştan beri kendi yolunu kendisi bulmaya çalışan, özgürlüğe, kendiliğe tutkuyla bağlı biridir. Daha yedi yaşındayken kendi annesinde sembolize edilen mevcut toplumsal gerçekliğin çizdiği sınırları kabul etmeyen bir duruştadır. Kendi yolunu kendisi çizmeye daha o yaşta yeltenmektedir. O nedenle o hazır bir sisteme dahil olan değildir. Kuşkulu kişiliği sayesinde ince eleyip sık dokuyan, sorgulayan, arayan ve doğru yolu kendisi bulandır. Mevcut sistem karşısında en iyimizde yaşandığı gibi dar-tepkisel bir duruşta da değildir. Pozisyonu tepki duyan, daralıp küsen, kendini verili toplumsallıktan yalıtan değildir. Tersine mevcut toplumsallığın bir çocuktan beklediğinin üstünde bir duruşun sahibidir ve eğer isterse verili toplumsallığı en iyi yapabileceğini herkese göstermektedir. Herkeste saygı uyandıran bu duruşuna rağmen kuşkulu kişiliği sayesinde yerinde durmaz, mevcut olanla yetinmez, yeniyi arar ve bulur. Bekleyen değil, alternatifi ortaya koyandır. Yani inşacıdır. Gerçekten de Önderliğin daha başından beri en temel karakteristik özelliği yapıcılığıdır. Kendini oluşturan, kendisini doğuran bir gerçekleşmedir, yaşanan. Zaten Önderlik ile en temel ayrım noktamız da bu oluyor. Biz başkaları tarafından şekillendirilirken, o kendisini yaratıyor. Biz nesne pozisyonundan yeterince çıkmazken, o nesne olma halini ortadan tamamen kaldırıyor. Bir oluşum akışı halinde günümüze kadar gelen bu Önderlik gerçeğinin vardığı bir yer var. Bu yeri doğru anlamak ve ona göre pozisyon almak doğru yolda yürümenin de anahtarı oluyor.

Eylül 2014


Özgür Halk Yolcu olmaktan YOL olmaya geçiş

Yola nasıl girilecek, nasıl yoldaş olunacak?

Yola girilmişse, yol kimseyi kayırmaz, kimseye torpil yapmaz, adil davranır, kendisini tercih edenleri, yolda yürüyenler yürüdükleri müddetçe, aynı yere çıkarır. Nitekim bunu hem egemenler hem de ezilenler cephesinden tarihi ve güncel örneklerinde de görmekteyiz. Bencillik yolunda emin adımlarla ilerleyenler, her geçen an insanlıktan çıkmaktadırlar. İnsanlık onlarla utanç duyuyor. Gerçek insanlık onlar gibi insan müsveddesi tipler kendi içlerinden çıktığından evrenden, evrenin tüm bileşenlerinden özür diliyor. Onlardan kurtularak evreni kurtarmayı amaçlıyor. Sadece insan toplumu için değil oluş için kanserli bir yaratığa dönüşen egemen insan gerçekliği, bencillik yoluna düşmüşleri adına, sanına, ırkına, cinsiyetine, yaşına bakmaksızın aynı yere çıkarıyor: insanlıktan düşüş.

Yolcu olabilmek için öncelikle yolda olmak gerekir. Yoldaş olabilmek için de aynı yolda olmak gerekir. Peki, Önderlik ile yolumuz ne kadar bir, ne kadar aynı yolda yürüyoruz? Yolumuz bir ise, aynı yolda isek, peki tarzda, tempoda, duyguda, düşüncede ve bir bütün olarak duruşta yaşanan bu uçurum da neyin nesi? Yolun adil olduğundan ve kendisini takip eden herkesi aynı kapıya çıkardığından bahsetmiş ve buna tarihten örnekler vermiştik.

Ezilenler için de aynı şey geçerlidir. Hakikatin yitiminden sonra onu arayanlar, hakikat yoluna girenler, kendilerini insanın doğasına bağlayanlar da aynı sonuca ulaşmışlardır. Terzi Hermes insan-tanrı diyalektiğini insan merkezli koyarken, Hallac ‘En’el Hak’ derken, Buda Nirvana’ya ulaşırken ve Önderlik de ‘ben evrenim’ derken hep aynı yolun yolcuları olarak aynı sonucu dillendirdiler. Aynı yolda yürüdüler ve o yol hepsine de adil davrandı, onlara kendi içlerindeki ışığı gösterdi. Böylelikle girdikleri hakikat yolunda, yol’un kendisi oldular. Önderlikte yaşanan bu hakikat gerçekleşmesinden dolayı, onunla yoldaş olmak, iki kişinin yaşadığı bir yoldaşlığın ötesindedir. Önderlik mevcut durumda bir yaşam duruşudur, bir özgür insan gerçekleşmesidir, bir tarzdır, girilmesi gereken yoldur. Yolun kendisi olmuş bir hakikattir. O artık anlaşılmış gerçekliktir. İspatlanmış başarıdır. Onun izinden gidilerek onunla yoldaş olunabilir. Ona katılmak, onu pratikleştirmek, onunla yoldaş olabilmektir. Ona yoldaş olmak, onun yoluna girmek ve o yolda yürümektir. Burada söz konusu olan aynı yola çıkmış olan iki arkadaşın bir paylaşımı değildir. Esas olan özgür insana nasıl katılınacağı sorusuna doğru cevaplar verebilmektir. Önderlikle yoldaş olmaktan ziyade onun yoluna girmek daha doğru bir anlama düzeyidir. Zira girilmesi ve yürünmesi gereken yol bellidir. YOL’un adı APOCULUK’tur. YOL olmuş olan Önderlikle yoldaş olunmaz, o YOL’a girilir. APOCULAŞMAK da an’da özgürlük gerçekleşmesi olduğundan ve sürekli bir oluşmayı gerektirdiğinden, O da APOCULAŞMAYA çalıştığını belirtir. Böylelikle YOL olmuş Önderlik, aynı zamanda o YOL’da yürüyen oluyor. ‘İvmeli yürüyüş’ünü ulaştığı hakikat düzeyinin bir gerçekleşmesi olan o YOL’da sürdürürken, o YOL’da yürüyenlerle YOLDAŞ da olmuş oluyor. Böylelikle hem YOL hem de YOLDAŞ olmuş oluyor, özgür insan duruşu.

Eylül 2014

‘Genelde devlet odaklı özelde kapitalist modern yaşamdan kopmuş’ ve ‘hiyerarşik devletçi sistemden tam kopmayı’ kendi deyimiyle ‘en büyük özeleştiri’ olarak vermiş Önderlikle yoldaş olmak istiyoruz. Kiminle yola çıktığımızı, nasıl bir insanla karşı karşıya bulunduğumuzu, onunla olmanın bize nasıl bir sorumluluk yüklediğini, bağlantılı olarak nasıl davranmamız gerektiğini bilerek yola çıkmamız çok önemli. Neyle uğraştığımızı bilelim. Sistemle kurduğumuz ya da sistemin bizimle kurduğu bin bir bağlı gerçekliğimize rağmen, sistemden tam bir kopuşu gerçekleştirmiş bir Önderlikle yoldaş olmak istediğimizi iddia ediyoruz. Doğru anlamayı gerektiren bir sorunun olduğu açık. Nedenlerine girmeyeceğimiz bu sorundan nasıl çıkacağımıza odaklanalım. Yoldaş olmak yani içinde erimek istediğimiz gerçekliğin özü şudur: hiyerarşik devletçi sistemden tam kopuş. Hemen “ya bunca yıldır üzerimizde etkide bulunan bu sistemden öyle hemen kurtulmak mümkün olmuyor” diyenlerimizin çokluğu hissedilebiliyor. Eğer Önderlikle yoldaş olunacaksa bu tam olmalı. Öyle yarım, çeyrek katılımla yola girilemeyeceği, dolayısıyla yoldaş olunamayacağı açıktır. Bu duruşla olsa olsa Önderliğin çeperinde yer alırız, etki sahasında bulunuruz. Bu duruşla Önderlikle olan farkımızı hep korumuş oluruz, ne onunla oluruz ne de onsuz yapabiliriz. YOL olan Önderliğimiz “Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak gerekir.” diye başladığı değerlendirmesinde, YOL’a girmenin, YOL’da yürümenin, dolayısıyla YOLDAŞ olmanın usulünü kendisi belirliyor. Belirttiklerinin özünü olduğu gibi koruyarak, onları sadece maddeleştirerek tanımlarsak: · “Yoldaşlık ilişkileri toplumsal ilişkilerin özünü yansıtır veya yansıtmak durumundadır. · Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır. · Esas olarak ideolojik ilişkilerdir; ideolojinin açığa vurduğu ve ortaya çıkmasına yol açtığı hakikat ilişkileridir. · İki yoldaşın birliği bu anlamda sadece ideolojik birlik olmayıp, ideolojik kapasitenin yol açtığı hakikat birliği olarak yaşanmak durumundadır. İki yoldaş

33


Özgür Halk eğer gerçekten yoldaşlık sırrına erip birlik olmuşlarsa, bunu hakikatin güçlü temsili olarak kavramak gerekir. · Yoldaşların yoldaşı olmak, temsil edilen hakikatten pay almak demektir. Bunun dışında boşuna yoldaş tanımı aramamak gerekir.” Hangi duruşlarla yola girilemez, yoldaş olunamaz: · Büyük hakikat derdi olmayanların ‘yola’ girmemeleri gerekir. · Basit hevesler, güdüler ve çıkarların peşinde olanlar asla yoldaş olamazlar. Bunlarla yoldaşlık yapılamaz. · Kör inançların, fanatik duyguların meczubu gibi olanlar da yoldaş olamaz. · Hele hele karı-koca ideolojisini aşmamış, basit eril-dişil ilişkisini kırıp zihniyet dünyasını özgürleştirememiş olanlar yoldaşlıktan dem vurmamalı ve bu yola girmeye boşuna heves etmemelidir. · Yoldaşlık ilişkisi para, mal, mülkiyet, karılık-kocalık, tüketim eşyalarına heves etme, nefsinin peşinde koşma, iktidar derdine düşme, kör cesaret veya korkuya kapılma gibi hakikat yolcusu olmaktan ve temsil edici kimliğine varmaktan alıkoyucu her türlü ilişki, düşünce, söylem ve eylemden uzak tutulmalıdır. Peki, ne yapmalı? · Bu yönlü tehlikelere başarıyla karşı koymalı; aynı zamanda büyük hakikatleri her koşul altında söylemleştirecek ve eylemleştirecek ideolojik, politik, ahlaki ve örgütsel donanımla yüklü olmalıdır. · Birleşilmesi, birlik olunması düşünülen parti ancak bu kapsamdaki yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir, tarihsel toplumun ve geleceğinin sözcüsü ve iradesi olabilir. PKK de ancak bu ölçülerdeki yoldaşlık ilişkileriyle tarihsel ve toplumsal rolünü oynayabilir.” (Demokratik Uygarlık Manifestosu- 5. Cilt) Aslında yapılacaklar nettir ve anlaşılmaz da değildir. Duruşlarımız yapılması gerekenleri zorlu kılıyor, hepsi o. Kişiliklerimiz bencillik tarafından o kadar sarılıp sarmalanmış ki, bizi çeken o kadar şey var ki, bunlardan sıyrılıp kendimizi yapılması gerekenlere veremiyoruz. Biz’deki toplumsal gerçekliğimiz düşmüş yola, ilerliyor. Mutlak kötü değil bu yol, ama hakikatin yolu da değildir. Bu yolun varacağı nokta bellidir: öncüllerimizin hali. Dolayısıyla eğer yolumuzu değiştirmezsek önümüz öncüllerimizin halidir. Bu apaçık ortada olduğu ve bilindiği halde, bencillik, “olsun yine de ben görmek istiyorum, yaşamak istiyorum, denemek istiyorum” dedirtiyor ve uygulatıyor. İşte bu belirlenmişliktir, kendine güç getirememedir, kendini yönetememedir,

34

nesne olma halidir. Böylesi bir şekillenişte var gibi gözükse de aslında irade yoktur. Duygular, güdüler, düşünceler, istemler, amaçlar hep belirlenmiştir. Oysaki yoldaş olmak istediğimiz Önderlik gerçeği farklı yerde durur. O insanlıkla kuklalarla oynar gibi oynayan bu ceberut sistemi reddetmiş, ondan kopmuş olandır. Onların istediği gibi olan değil, insan doğasına uygun olandır. Bu Önderliksel gerçekleşme gelinen aşamada kişisel, örgütsel, toplumsal ve tarihsel sorunların çözümünü ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ paradigmaya bağlamış haldedir. Psikolog aramaya gerek yoktur, yaşadığımız tüm kişisel sorunlar bu paradigmaya girmemeden kaynaklandığı gibi bu sorunlardan kurtuluş da bu paradigmaya giriş ve buna uygun pratikleşme ile gerçekleşecektir. Örgütsel tüm krizlerimiz bu paradigmaya göre olmamaktan kaynaklandığı gibi, krizli hali aşarak çözüm gücü olmak da bu paradigmaya göre olmaktan geçer. Toplumsal çürümüşlük ilk toplumun paradigması olan bu paradigmadan uzaklaşıldığı için gerçekleştiği gibi, toplumsal doğaya dönüş de ancak bu paradigmayla mümkün olabilir. Tarih bu paradigmadan koptuğu oranda lanetli hale geldi, sorun üretmenin zamanı oldu, bu paradigmayla tarihsel toplumun akışı olabilir, kendiliğini kazanır yeniden. Katıldığımız, katılmak istediğimiz, kendimizi yoldaşı yapmak istediğimiz Önderlik bize bu paradigmayla özgür insan olmanın, tüm toplumsal sorunları çözmenin ve artık toplumsal sorun yaşamamanın anahtarını veriyor. O halde bizi YOL’da tutacak, Önderliğin gerçek birer yoldaşı kılacak olan bu paradigmaya daha yakından bakalım. Yeni paradigma rehberliğinde YOL’da yürüyüş Kapitalist modernist güçlerin Önderliğimizi her açıdan yok etmek için kurgulayıp pratikleştirdiği İmralı sisteminde, özgürlüğü temel karakteristiği haline getirmiş olan Önderliğimiz, çok büyük bir derinleşmeyi yaşadı. AİHM’e sunulan ilk savunmalar dizisi klasik bir savunmanın ötesinde dünya-sistem analizidir. İşte bu kuramsal yoğunluk içinde 2003 yılı ve sonrası, hareketimizin yeni paradigmal dönemi olur. ‘Demokratik-Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Paradigma’ diye tanımlanan bu paradigmayla devletçi paradigmadan kopulmuş oldu. ‘Genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuş’ bu yeni paradigmanın özünü oluşturan cümle oluyor. Toplumun komünal ve demokratik olan özünden, doğasından kopmanın sonucu bir sapma olarak yaklaşık yedi bin yıl önce

Eylül 2014


Özgür Halk gelişen hiyerarşik devletçi sistemden kopuş bu yeni paradigmaya göre, tüm toplumsal sorunlardan kurtulmanın yegâne yoludur.

zaten bu zihniyet ve yapılanmadır. Sorunların kaynağı olan bir zihniyetle aynı sorunlar çözülemez.

Tüm bu tespitler çerçevesinde PKK 2003 yılından itiBu paradigmaya göre, devletçi zihniyetle ve devlet- baren devlet kurabilme gücünün olup olmadığına baleşerek toplumun -bağlantılı olarak örgütlerin, kişile- kılmaksızın ve sadece Kürtler için değil, tüm toplumrin- sorunlarını çözmek mümkün değildir. Çünkü dev- sal kesimler için devletleşmeyi bir tuzak olarak görür. let egemenlerin zihniyetinden çıkmıştır ve onların en Ahlaki ve politik toplum diye tanımladığı doğal topluörgütlü kurumudur. Hiçbir toplumda devletli kesimler mu, organik toplumu insan türünün var oluş koşulu, %10’un üzerine çıkmazlar, devlet birilerinindir, herke- eko-sistemi olarak görür. Devleti de bu eko-sistemle sin değildir. Yeryüzünde ve tarihte tüm toplumun olan oynama olarak görür. Bu nedenle de devletçi zihnibir devlet yoktur, olmamıştır. Devlet ile toplum arasın- yeti ve devleti insan-toplum olmaktan uzaklaşma, daki ilişkiyi ‘Ne kadar çok toplum o kadar az devlet, sapma, karşı-devrim olarak görür. Bundan uzak dune kadar çok devlet o kadar az toplum’ formülasyonu rulması gerektiğini belirtir, çünkü tarihte ve güncelde verir. Tarihi böyle okuyarak devleti kanserli hücreye bundan kurtulamamış onca hareket olmuştur. Tarihte benzetir. Nasıl ki kanserli hücre normal olmayıp, or- demokratik komünal değerlerin savunusunu yapan, ganizmaya dıştan yerleşiyor ve sonrasında da diğer bunun için egemenlere karşı mücadele veren tüm sisnormal hücreleri yiyip bitiriyorsa, devletin toplum için- tem karşıtı çıkışların sistem içinde erimelerinin nedeni de oynadığı rol de böyledir. Devlet büyürken, toplum olarak da devletçi sistemden kendini kurtaramamayı küçülür; devlet güçlenirken toplum zayıflar. görür. Geçmişin ulusal kurtuluş hareketleBu devlet olgusunun özüdür ve sıfatıri olarak tanımladığımız etnisite direna bakılmaksızın tüm devletler için nişleri, geçmişin sosyal demokrat Terzi geçerli olan en temel husustur. hareketleri olarak tanımladıİşte bu nedenledir ki ezilen ğımız peygamberlik çıkışlaHermes insantüm toplumsal kesimlerin rı, her türden ezilen sınıf istemlerinin, amaçlarının kalkışmaları, Marksizmin tanrı diyalektiğini insan devletleşerek gerçekleekolleri (reel sosyalist şeceğini sanmak yansistem, ulusal kurtuluş merkezli koyarken, Hallac lıştır ve bu olamaz. O hareketleri ve sosyal nedenle ezilenler açıdemokratlar) ve daha ‘En’el Hak’ derken, Buda sından gerekli olan, niceleri az bedel ödeNirvana’ya ulaşırken ve Önderlik devletleşerek sorunları diklerinden, eksik çaçözmek yerine, devletlıştıklarından dolayı sisde ‘ben evrenim’ derken hep leşmeyerek, ona karşı temin içinde erimediler. direnerek toplumsal doZihniyetleri önemli ölçüaynı yolun yolcuları olarak ğaya uygun örgütlenmede devletçi olduğundan, lerle sorunların çözümünü model olarak da devleti tüm aynı sonucu esas almaktır. sorunların çözüm anahtarı olarak gördüklerinden eridiler. dillendirdiler Hiyerarşik devletçi sistem ortaya Yani araç olarak belledikleri devçıktığından beri özgürlük eğiliminin let, amaç olarak belledikleri özgürlük, bir gereği olarak onu yalnız bırakmayan, eşitlik, adalet vb. demokratik komünal deona karşı hep bir direniş içinde olan toplumsal keğerleri yuttu. Bu kaçınılmazdı, çünkü devletin mayası simlerin sisteme alternatif olamamalarının, bir süre ve özü bozuktu. O kaçınılmaz olarak kötüydü, onunla sonra sistem içinde erimelerinin temel nedeni olarak toplumun sorunları çözülemezdi. Tam da bu noktada devletçi sistemden kopamamayı görür. O nedenle PKK Önderliği ‘eğer eski paradigmayla başarıya ulaştoplumsal sorunların (İktidar Sorunu, Toplumun Ah- saydık, yani devletleşseydik, sonumuz KDP ve YNK lâk ve Politika Sorunu, Toplumun Zihniyet Sorunları, gibi olacaktı’ dedi. Ontolojik olarak karşı olduğu KDP Toplumun Ekonomik Sorunları, Toplumun Endüstri- ve YNK gibi olmamak, sistem içinde erimemek ve sisyalizm Sorunu, Toplumun Ekolojik Sorunu, Toplumsal tem karşıtı tüm güçlerin özlemlerini başarıya ulaştıraCinsiyetçilik, Aile, Kadın ve Nüfus Sorunu, Toplumun bilmek için de merkezi uygarlık sisteminden ve onun Kentleşme Sorunu, Toplumun Sınıf ve Bürokrasi So- güncel versiyonu kapitalist moderniteden kopmak runu, Toplumun Eğitim ve Sağlık Sorunu, Toplumun yapılması gereken en öncelikli husustu. O açıdan PKK Militarizm Sorunu, Toplumun Barış ve Demokrasi So- toplum için gerçek kurtuluşu merkezi uygarlık sisterunu…) çözümü için devlet dışılığı düşünmek ve dev- minden ve onun günümüzdeki temsilcisi kapitalist let dışı olmak şarttır. Devletçi zihniyet ve devletleşmek moderniteden kopuşta görür. sorunları çözemez, çünkü tüm bu sorunların yaratıcısı

Eylül 2014

35


Özgür Halk Bu tarih okumasına göre, merkezi uygarlık sisteminin her dönemi köleliktir. Marksizm köleci dönemi sadece doğal toplumla feodal dönem arasına sıkıştırırken, bizim tarih okumamızda hiyerarşik devletçi sistem tüm dönemleriyle birlikte bir kölelik sistemidir. Bu çerçevede doğal toplum ile devletin çıkışına kadarki dönemi, bizler ‘hiyerarşik aşama’ olarak tanımlıyoruz. Bu dönemde henüz bildik anlamda kölelik olmamasına karşın, jerontokratların eğilimi bu olduğundan ve toplumun organik olan yapısından ilk kopuş bu dönemde geliştiğinden, biz bu döneme, ‘Köle Toplumun Doğuşu’ deriz. Bilinen köleci dönemi ‘Köle Toplumun Oluşumu’, bilinen feodal dönemi ‘Olgunlaşmış Kölelik Dönemi’, bilinen kapitalist modernite dönemini de ‘Genelleşmiş ve Derinleşmiş Kölelik’ olarak adlandırıyoruz. Bu tarih okumasına göre, tarih ve toplum hep ileriye doğru hareket etmez. Kaynağını Newton’un ‘düzgün doğrusal hareket’inden alan ve tarihin hep ileriye doğru aktığını düşünen görüş, gelinen aşamada hem kuantum fiziğinin ortaya koyduğu yeni veriler temelinde yanlışlanmıştır, hem de güncel yaşam tarihin ve toplumun hep ileriye doğru akmadığını ortaya koymuştur.

36

Yaşanan onca toplumsal sorun, eko-sistemin yok edilmesi, ulus-devletlerin ve egonun yol açtığı dünya çapındaki amansız savaşlar, insanlarda yaşanan kölelik… tarihin, insanlığın hiç de zannedildiği gibi ilerlemediğini, bilakis bir gerilemenin yaşandığını ortaya koymaktadır. Merkezi uygarlık, tarihi kendisinden ibaretmiş ve gerçek tarih kendisinin tarihiymiş gibi yansıtsa da ve bu konuda gerçek anlamda bir tekel olsa da o bir sapmadır, insanlıktan düşme halidir, anormaldir, toplumun doğasında olmayan bir şeydir. Bu nedenle de insanlığın ilelebet hem de kapitalizm koşullarında bu sistemle yaşaması mümkün değildir. İnsanlık ya kendi var oluş koşulu olan toplumsallığı yok ederek, kendi kökünü kazacaktır ya da bu anormal sistem aşılacaktır. Egemenlerin sistemini tarihin çöp sepetine atabilmek için de toplumsal güçlere gerekli olan kendilerine ait, hakikate uygun ve karşıtlarından daha güçlü bir zihniyet dünyasıdır. Çünkü toplumsal ve insansal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir. İnşa mümkündür. Ezilenler bu kaderi yaşamak zorunda değildir, gerekli olan zihniyetin toplumsal doğaya uygun olmasıdır. Bu paradigmadan tarihe bakıldığında tüm yerelliklere karşın esasında iki temel zihniyetin, yaşam tarzının ve buna bağlı olarak paradigmanın yaşandığını görürüz. Bunlardan ilki kaynağını ilk toplumdan alan, toplumun doğasına uygun zihniyettir. Her şeyi canlı olarak gören, bu nedenle de herhangi bir toplumsal ve ekolojik sorun yaratmayan bu zihniyetin ne kadar hakiki olduğunu, aradan geçen binlerce yıldan sonra kuantum fiziği de her şeyin canlı olduğunu söylediğinde insanlık daha iyi anladı. Zihinsel ve bedensel bütünlük halindedir toplum. ‘Hakikat bütündür’ tespitinin tüm özellikleri bu dönemde olduğu gibi yaşanır. Toplum tüm bileşenleriyle bir bütündür. Cinsler bir bütündür. İn-

Eylül 2014


Özgür Halk san-doğa bir bütündür. İnsanın kendisi bir bütündür, parçalanmış değildir. İnsanın düşündüğü ile yaptığı, yaptığı ile yapması gereken aynıdır. Her iki zekâ türünde denge vardır. Doğadan insan toplumuna da geçen simbiyotik ilişkidir. ‘Ya hep ya hiç’ kuralı bunu her yönüyle açıklar. Bu aynı zamanda neden ‘tüm hakikatlerin kaynağı olarak toplumsal doğa’yı gördüğümüzü de açıklar. Bu ele alış aynı zamanda insan ve toplumun hakikatini de vermiş olur. Toplumsal güçler açısından yapılması gereken toplumun doğasından doğan bu zihniyeti edinmek ve zihniyetten doğan simbiyotik ilişkiyi yaşamın her anına yedirmektir. Bu zihniyetin karşıt kutbunda da bahsettiğimiz nesneleştiren zihniyet ve ondan doğan devletçi paradigma yer alır. Bu zihniyete en genel anlamıyla özneleştiren-nesneleştiren zihniyet demekteyiz. Bu zihniyet oluştuğu ilk günden beri yaşamı ve toplumun her alanını parçalamayı en temel işi bellemiştir. Yarattığı sanal parçalardan da birini aktifleştirirken diğerini pasifleştirmekte, birini büyütürken diğerini küçültmekte, birini güçlendirirken diğerini güçsüzleştirmekte, özcesi birini özneleştirirken, diğerini de nesneleştirmektedir. Bunu egemen insan (tanrı-kral)-ezilen insan (köle, kul), erkek-kadın, insan (erkek)-doğa ilişkisine yedirerek, çok sistematik bir şekilde teorileştirmiştir. Bunu mitolojik, dini, felsefik ve bilimsel düşünüş döneminde de görmek mümkündür. Başta Sümer mitolojisi olmak üzere tüm devletçi mitolojiler, tek tanrılı dinler, Uzakdoğu’da da en belirgin olarak Brahmanizm; başta Heraklitos, Pisagor, Platon ve Aristo olmak üzere belli başlı filozoflar; Galileo, F. Bacon, J. Locke, Descartes ve Newton gibi modernist paradigmanın temellerini atan bilim adamları çok mükemmel bir şekilde bu özne-nesne zihniyetini örmüşlerdir. Gelinen aşamada fizik bilimi ve toplumsal yaşam ilk insanların özne-nesne ayrımına yer vermeyen, her şeyi canlı gören zihniyetinin doğru olduğunu ortaya koysa da ne yazık ki ideolojik kimlikler adına yapılanlar böylesi hakikat dışı olmuştur ve bugün de hakim algı yine budur. Bu zihniyetin temsilcileri, toplumu parçalayıp, sınıflar yaratarak demokrasi sorunlarını; kadın-erkek ilişkisini hakim-köle denklemine oturtarak cinsiyetçiliği; insan-doğa birlikteliğini ve bütünlüğünü insandan (erkekten) ‘yana’ bozarak da ekolojik sorunları yaratmıştır. Gelinen aşamada bu her üç konuda da insanlık tam bir çıkmazı yaşamaktadır. Herkes demokratikleşmeden, kadın-erkek eşitliğinden ve ekolojik dengenin öneminden bahseder hale gelmiştir. Bu aslında yaşamın kendisi anlamına gelen bu alanlarda ne kadar sapkın bir hale gelindiğini ortaya koyar. İşte yeni paradigma ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ olarak tanımlanırken, devletçi sistemin kendisini üzerine kurduğu üçlü ayağı yıkarak, yerine yaşamı kurmayı öngörür. Bu yönüyle her üç olgu da öylesine belirlenmiş hususlar değildir. Her üç ayağın

Eylül 2014

da kesinlikle özüne (toplumsal doğaya) uygun olarak yeniden örülmeye ihtiyacı vardır. Gerçek kurtuluş ve eşitlik-özgürlük mücadelelerinin hem kişisel hem de örgütsel bazda başarıya ulaşması da ancak böyle olur. a-) Canlı insan-canlı toplum Yeni paradigma bu zihniyete dayalı bedenleşmeyi de demokratik konfederalizm olarak adlandırır. Demokratik konfederalizm toplumun devlet dışı örgütlenmesidir. Bu örgütlenme komün ve meclislere dayanır. Tüm toplumun aktif bir şekilde söz-tartışma ve karar hakkını bizzat kullanarak kendi kendini yönettiği bir sistemin ifadelendirilmesidir. Güdülen değil yöneten bir toplumun inşasını esas alır. Bu nedenle de doğrudan demokrasi temelinde örgütsüz tek bir insanın bile bırakılmamasını öngörür. Böylelikle toplumun yönünün devlete dönmesi engellenmiş olur. Bu zihniyet yaşamı komün halinde algılarken, yanı sıra komünü yaşamın her alanındaki en temel örgütlenme biçimi olarak görür. İnsan tanımını ahlaki ve politik duruşa oturtan bu okumadan, herkesin birbiriyle ilişkisinin toplumsal bir karakterde olması gerektiği çıkar. Yani insan varoluşsal olarak toplumsal olduğundan ona dair her şey de toplumsal olmak durumundadır. O nedenle bu YOL’da insan, toplumun gelişimi, güzelleşmesi için yoğunlaşır, kafa yorar, arar, bulur. Tüm bu edimlere politika denir. Politika yapan insan aynı zamanda bulduğu bu şeyleri uygular, yani pratikleşir, gelişir, geliştirir, güzelleşir, güzelleştirir. Tüm bu edimlerin adı da ahlak olur. Bir şeyin doğasını o şeyin hakikati olarak algıladığından insan türünün doğası olan ahlak ve politikayı insan türünün hakikati olarak görür. Hakiki insan olabilmek için de ahlaki ve politik olmayı şart koşar. İnsan türünün var oluş koşulu olan toplumsallığın gelişmesi için, tüm enerjisiyle bulan (politika), uygulayan (ahlak) ve komünal yaşayan insan YOL’da demektir, böyle davranan bir örgüt ve toplum YOL’dadır. Böylesi bir insanın, toplumun YOL’dan çıkması, toplumsal sorun yaşaması mümkün değildir. Dahası insanlığın şu an yaşadığı tüm sorunlara YOL’un bulduğu çözüm de bu tip insandır. b-) Ekolojik olmak Yeni paradigma ekolojiktir. Ekolojiyi en temel bir ideolojik bilinç olarak ele alır. Ekolojiyi dar çevrecilikten ayırır. Ekolojiyi çevrecilikle sınırlı ele alan yaklaşımları sistemi reformdan geçirme ve sistemin ömrünü uzatma temelinde değerlendirir. Tüm ekolojik sorunların kaynağını saptırılmış toplumsal gerçeklik olarak gördüğünden, ekoloji anlayışını ‘toplumsal ekoloji’ olarak kavramlaştırır. Toplumu da eko-sistemi olan ve mevcut durumda bütünlüğünü yitirmiş bir gerçeklik olarak görür ve toplumun ekolojisine kavuşmasıyla (çoklu yapının parçalılıktan kurtularak birbirini tamamlamasıyla) tüm

37


Özgür Halk ekolojik sorunların halledileceğini değerlendirir. İnsanların simbiyotik (karşılıklı beslenme) ilişkiyi tekrardan oluşturdukları ölçüde her türden toplumsal sorunun yanı sıra ekolojik sorunların da çözüleceğini belirler. Bu paradigmanın evren anlayışı animisttir. Bu paradigma evreni canlı ve özgürlük erekli görür. Evreni özünde dayanışma, yardımlaşma, birbirini tamamlama, bir olma ve dengenin olduğu bir canlı organizma olarak görür. İnsanı da evrenin bir gerçekleşmesi olarak ‘ikinci doğa’ olarak tanımlar. İnsan-doğa ilişkisini ana-çocuk ilişkisine benzetir. Hiyerarşik devletçi sistemle bütünlüğünü yitirmiş olan bu ilişkiyi ‘üçüncü doğa’ diye tanımladığı evrede, yeniden bilinçle örmeyi amaçlar. Dolayısıyla YOL’da olmak isteyenlerin her şeyden önce kişisel eko-sistemlerini doğru kurmaları bir zorunluluktur. Kendi içinde bir bütünlüğü yakalayamayan bir kişinin bütün olan hakikati doğru kavraması ve onu temsile kalkışması mümkün değildir. Günümüzün her şeyi parçalayan dünyasında, Önderliğimize dikkatlice bakıldığında müthiş bir bütünlük hemen görülür. Duygularıyla, düşünceleriyle, güdüleriyle, istem ve amaçlarıyla kendi bedeni ve ruhsallığını bir uyum halinde koordine edemeyen, kendini yönetemeyen, kendine güç getiremeyen bir kişinin hakikati temsil etmesi, dolayısıyla YOL’da olması mümkün olmaz. YOL’da olma hali, yani YOLDAŞ olma gerçekliği tüm bunları bir bütünlük halinde yapma düzeyiyle ölçülür. Tüm büyük insanların çok güçlü bir nefs terbiyesiyle hakikate vardıkları bilinir, aynı şeyi Önderliğimizin de yaptığı apaçıktır. Dolayısıyla ‘evrenin en mükemmel bir gerçekleşmesi’ olan ve ‘evrenin özeti’ olarak tanımlanan insanın, mevcut kadavra halden çıkarak, kendi oluşum diyalektiğine uygun olarak kendi ekolojisini kurması YOL’a giriş için şarttır. Kendisine böyle yaklaşan birinin, Önderliğimizin yeni paradigmasını başlatırken, geçmiş yıllarda kafasını kopardığı kuşlardan neden özür dilediğini ve bitki ve hayvanların neden insanlara emanet edildiğini de anlamlandırması kolaylaşır. c-) Kadın sistemine dayanmak Kadını bir cins olmaktan çok, bir değerler toplamı, bir yaşam tarzı ve sistem olarak değerlendirir. ‘Doğal’, ‘organik’, ‘komünal’ veya ‘ahlaki-politik toplum’ diye tanımladığımız ilk toplumu ana-kadın etrafında şekillenen bir toplum olarak değerlendirir. Bu yönüyle hiyerarşik devletçi sistemi ana-kadın öncülüklü komünal topluma karşı bir çıkış olarak değerlendirir. Devletçi sistemi erkek egemenlikçi zihniyete, ‘güçlü kurnaz adam’a dayandırırken, gerçek olan ilk toplumu da komünal zihniyetli ‘ana-kadın’a dayandırır. Dolayısıyla her iki cinsi de toplumsal gören ama her soluğu özgür olan toplumsal doğayı da kadın sistemi olarak adlandıran bir tarihsel toplum okumasından bahsetmekteyiz.

38

Paradigmamız özgürlük, eşitlik, demokrasi eksenli yürütülen mücadelelerin, tıpkı ‘amargi’ örneğinde olduğu gibi, kadına dönüş arayışları olduğunu söyler. Tüm toplumsal sorunların kadının öncülük ettiği sistemden kopulduğu için yaşandığını ve bu sorunlara da ancak kadının duygu yüklü zekasıyla toplumsal doğaya uygun çözümler bulunabileceğini belirtir. Bir bütün olarak da kadına yabancılaşmayı, yaşama yabancılaşma, ondan uzaklaşmayı da yaşamdan uzaklaşma olarak görür. Kadınla yaşamı özdeş görür. Jin-jiyan denklemini özümser, kendini buna uygun hale getirmeyi, insan olmanın temeline yerleştirir. Buna ulaşmak için de kadın aleyhinde gelişmiş olan birinci ve ikinci cinsel kırılmanın aşılarak, verili erkekliğin aleyhine bir üçüncü kültürel kırılmanın yaşanmasını gerekli görür. Cinsiyet eşitliğini sağlayamayan veya bunu erteleyen kişilerin, hareketlerin, çıkışların yenilmekten, sistemiçileşmekten kurtulamayacaklarını en temel bir doğru olarak görür. Kadın köleliğini sınıf ve ulus köleliğinden öncelikli görür. Bu nedenle de tüm özgürlüklerin temeline de bu kaynak olan köleliği kurutmayı koyar. Yani kadının özgürleşmesiyle tüm toplumun da özgürleşeceğini savunur. Toplumun özgürlük düzeyini de kadının özgürlük düzeyi ile ölçer. Her iki cins arasındaki uyumu ve birbirini tamamlamayı da ‘özgür-eş yaşam’ olarak kavramlaştırır. Bu kavramlaştırmayla yaşamın herhangi bir biçiminden değil, kendisinden bahseder. Yaşamı öyle anlar, öyle kurgular ve yaşar. Her iki cinsi varoluşsal olarak toplumsal görmekle birlikte yaşamın kadın etrafında şekillendiğini, yaşamı erkek egemenlikli sistemin aksine, kadın merkezli tanımlamak gerektiğini değerlendirir. Paradigmanın belirttiğimiz bu üçayağı, bir lanet olan hiyerarşik devletçi sistemin dışına nasıl çıkılacağına dair bir iskelettir. İçi daha da doldurulabilir, ancak bu üç ayaktan herhangi birinde yaşanacak bir aksama kişiyi, örgütü ve toplumu sistemin dışına çıkarmaz. Nasıl ki İslam’ın beş şartı var ise ve İslam olmak için bu şartların tümüne koşulsuz bağlanmak gerekliyse, aynı diyalektik APOCULUK yolunda da geçerlidir. Bu üç ayak, YOL’un iskeletidir. İskeletin içini daha pek çok ölçü doldurmuş haldedir. Ancak tüm hususlar bu iskeletle var olmaktadır. YOL’un yolcusu olmak isteyen kişilerin, örgütlerin, toplumsal kesimlerin gerçekten de amaçladıkları özgür yaşam için bu YOL’un gereklerine göre yürümeleri olmazsa olmazdır. Aksi halde YOL’a girilmemiş, YOLDAŞ olunmamış, dolayısıyla da devletçi sistemden kopulmamış olur. Bu da tüm özgürlük heveslerinin kursakta kalması, sistemiçileşmekten kurtulamama ve öncüllerimizin yaşadıklarının bir tekrarını yaşama anlamına gelecektir. Tekrarı yaşamaktan kurtulmanın tek yolu, YOL’un gereklerine göre davranmaktır.

Eylül 2014


Özgür Halk

Demokratik Öncülük Kerim Nuda Irak Şam İslam Devleti-IŞİD adlı örgütün 3 Ağustos’ta Şengal’den başlattığı saldırı önemli gelişmelerin vesilesi oldu. IŞİD saldırıları Maxmûr’dan Celavle’ye kadar tüm Güney Kürdistan sınırına yayıldı. Ağustos ayı boyunca bu alanlarda çok önemli çatışmalar yaşandı. Sonuçta HPG gerillalarının müdahalesiyle IŞİD saldırıları kırılarak Güney Kürdistan‘ın güvenliğinin korunması başarıldı. 19 Ağustos’tan itibaren IŞİD saldırıları Rojava ile Şengal arasındaki Cezaa bölgesine yöneldi. Kara yüzlü IŞİD çeteleri ile YPG-YPJ savaşçıları arasında tam 15 gün devam eden yoğun çatışmalar stratejik nitelikteydi. IŞİD, Cezaa bölgesini ele geçirerek Şengal-Rojava bağlantısını kesmek, Şengal’den Rojava’ya açılan insani koridoru kapatmak, böylece Şengal’i kuşatırken aynı zamanda Rojava’ya saldırı için de önemli bir mevzi kazanmak istiyordu. Fakat Kobanê saldırısında olduğu gibi başarılı olamadı. Rojava Savunma Birlikleri bu stratejik çatışmadan da başarılı çıkarak IŞİD’in korkulu rüyası olmaya devam ettiler. Dahası bu çatışmalar boyunca IŞİD gerçeği ve IŞİD’e destek veren güçlerin durumu daha net bir biçimde

Eylül 2014

açığa çıktı. YPG ele geçirdiği IŞİD militanlarının insanı tiksindiren itiraflarını basına yansıtarak çok önemli bir aydınlatma durumu gerçekleştirdi. Bu temelde bir yandan IŞİD’in ahlaksız vahşi gerçeği açığa çıkarken, diğer yandan AKP ile KDP’nin IŞİD’e verdiği destek adeta belgelendi. Türkiye’nin yeni başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bütün inkarına rağmen, IŞİD-AKP işbirliği artık inkar edilemeyecek bir noktaya geldi. Bu durum Birleşik Krallık’taki NATO toplantısına bile adeta gölge düşürdü. Tüm bunlara rağmen, 6-7 Eylül günlerinde Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi-DTK’nın yedinci Genel Kurulu, yürüttüğü tartışmalar ve ulaştığı sonuçlarla demokratik güçlerin yüreğine adeta su serpti. Bu durum, bir yandan Kürtlerin Ortadoğu’daki demokratik öncülüğünü adeta perçinlerken, diğer yandan Kürtlerin direnişte olduğu kadar siyasette de artık ciddi gelişmeler yaratmış olduğunu ortaya koydu. NATO’nun ve diğer bazı güçlerin bütün çabalarına rağmen, IŞİD’e karşı mücadelenin ve savaşın bayraktarlığının Kürtlerin ve gerilla güçlerinin elinde olduğu gerçeği gölgelenemedi.

39


Özgür Halk Yeni cephe; Kurdistan’a başûr Ağustos ayı mücadelesinin ortaya çıkardığı çok önemli bir sonuç, IŞİD’e karşı yeni bir savaş cephesinin Güney Kürdistan olduğu gerçeğidir. Böylece IŞİD’in savaş cephesi genişlerken, Kürt direniş cephesi de oldukça genişlemiş durumdadır. Fakat bu cephe Rojava’daki gibi netlik içermemektedir, tersine epeyce karmaşıktır. PKK gerillaları, KDP ve YNK peşmergeleri ve yerel halk direniş güçleri farklı tutumlar göstermektedir. Şu gerçekleri hatırlamak lazım: IŞİD Haziran ayında Musul’dan başlayarak Irak ortalarında Bağdat’a doğru saldırılarını yöneltti. Temmuz ayında ise Rakka, Kobanê ve Hesekê alanlarında saldırı geliştirdi. 3 Ağustos’tan itibaren de Şengal’den başlamak üzere Güney Kürdistan sınırında saldırılarını yaymaya çalıştı.

IŞİD katliamından kaçan yüzbinlerce Êzidî Kürt, yoğun sıcak altında aç ve susuz olarak kendini Şengal Dağı’na vurdu. Bu biçimde Ağustos ortasında Şengal Dağında tam bir can pazarı ortaya çıktı. Eğer HPG ve YJA-Star güçleri müdahale edip YPG-YPJ ve Şengal Direniş Birlikleri ile ortak bir savunma hattı oluşturup bu kitleyi korumasa ve kurtarmasaydı, 2014 yılında 21. Yüzyılın en büyük trajedisi Şengal’de yaşanabilirdi. Bu trajediyi HPG gerillaları, YPG güçleri ve Şengal Direniş Birlikleri önledi. Şengal Dağında halka sahip çıkarak, Cezaa üzerinden Rojava’ya bir insani koridor açıp kitleleri Rojava’ya taşıyarak ve Rabia hattında kahramanca bir direniş yürütüp IŞİD çetelerini geri püskürterek bu tarihi görevi başarıyla yerine getirdi.

Güney Kürdistan’ın diğer önemli cephesi MaxmûrHewlêr hattı oldu. Kerkük’ü de içine alan bu hattan saldıran IŞİD güçlerinin hedefi Hewlêr Yönetimini yıkmaktı. Ne gariptir ki, Hewlêr’i Bu saldırılar karşısında eski Irak savunmada da KDP ve YNK peşBaşbakanı Maliki kuvvetleri samergeleri hiçbir varlık göstevaşmayıp silahlarını da IŞİD Eğer HPG remediler. YNK güçleri kençetelerine teslim ederek dilerini Kerkük savunması geri kaçtı. IŞİD’e en büve YJA-Star güçleri ile sınırlandırırken, KDP yük moral desteği ve peşmergeleri Şenmüdahale edip YPG-YPJ ve askeri-maddi gücü bu gal’de olduğu gibi geri kaçış durumu burada da kaçtı. Şengal Direniş Birlikleri ile ortak sağladı. Bu süreçte Burada da duruma IŞİD ile YNK peşHPG ve YJA-Star bir savunma hattı oluşturup bu kitleyi mergeleri arasında gerillaları müdahayer yer çatışmalar korumasa ve kurtarmasaydı, 2014 le etti. Aslında düşolurken, IŞİD ile müş olan Hewlêr KDP peşmergeleyılında 21. Yüzyılın en büyük trajedisi Yönetimini, IŞİD ri arasında tam bir çetelerini Maxmûr çatışmasızlık duruŞengal’de yaşanabilirdi. Bu trajediyi cephesinde de geri mu hâkimdi. püskürten gerillalar HPG gerillaları, YPG güçleri ve korudu. Ancak IŞİD çeEsat Yönetimi, IŞİD teleri Maxmûr’dan kaçŞengal Direniş Birlikleri saldırılarına uğrayan tutıktan sonra KDP peşmergaylarına adeta ciddi bir önledi geleri alana gelebildi. destek vermedi. Nedeni hala anlaşılamayan bu desteklemeBunu takiben IŞİD çetelerinin Germe tutumu sonucunda dört Esat miyan alanının çeşitli bölgelerine yönetugayı IŞİD güçleri tarafından ezildi. Tabi lik saldırıları gelişti. Bu saldırılara karşı yer yer silah ve cephanelerinin tümü IŞİD çetelerinin eline YNK kuvvetleri, bazı İran güçleri ve HPG gerillaları sageçti. Buna karşılık Kobanê ve Hesekê cephelerinde vaşarak IŞİD ilerlemesi her alanda durduruldu. YPG-YPJ güçleri IŞİD saldırılarını püskürterek, Hesekê’nin kontrolünü tümden ele geçirmeyi başardılar. Burada şu hususlar önemlidir: Birincisi, IŞİD ile Tabi çok daha ilginç gelişmeler Güney Kürdistan cephesinde yaşandı. IŞİD’in 3 Ağustos’ta başlattığı Şengal saldırısı karşısında KDP peşmergeleri de, tıpkı Maliki kuvvetleri gibi, hiçbir direniş göstermeyerek ve silahlarının önemli bir kısmını IŞİD güçlerine kaptırarak kaçtı. Hem de bu geri çekilişi köprülerini kapattığı Rojava üzerinden yaptı. Bu temelde meydanı boş bulan IŞİD, Şengal alanında Êzidî Kürtlerine yönelik vahşi bir katliam uygulaması başlattı.

40

KDP’nin arasının neden bozulduğu tam olarak netleşmemiş ve anlaşılamamıştır. Fakat çatışmasızlığı bozan taraf IŞİD olmuştur. KDP’ye kalsaydı böyle bir savaşa hiç girmeyecekti. İkincisi, çok sözü edilen ABD desteği aslında Maxmûr hattında hemen hemen hiç olmamıştır. ABD uçakları burada sadece bir IŞİD kontrol noktasını vurmuştur. Diğer yandan ABD’nin Şengal’de de ne direnişe ve ne de halka ciddi bir desteği söz konusu olmamıştır. Bir-iki gün birkaç parça

Eylül 2014


Özgür Halk kuru ekmek ve biraz su atılmıştır, o kadar. ABD uçaklarının Musul Barajı çevresinde KDP ile birlikte IŞİD güçlerine karşı birkaç günlük bir operasyon yürütmüş olması söz konusudur. Bunun da tamamen KDP’yi yeniden diriltmeye yönelik olduğu değerlendirilmektedir. Mevcut durumda Güney Kürdistan cephesinde IŞİD güçlerinin saldırıları kırılmış ve durdurulmuş durumdadır. Yer yer çatışmalar sürmekte ve IŞİD’in elindeki bazı alanlar parça parça kurtarılmaktadır. Bu durumun en azından yakın süreçte devam edeceği ve Güney Kürdistan’ın IŞİD’e karşı bir savaş cephesi olma konumunu sürdüreceği açıktır. Kendi içinde çok örgütlü ve bütünlüklü olmasa da, Kürt direnişi bu cephede de IŞİD’i durduran tek önemli kuvvet durumundadır. Bu haliyle de Irak’ı savunan ve burada demokratik öncülük görevini yerine getiren konumdadır. Stratejik Cezaa savaşı 19 Ağustos tarihinde başlayıp 15 gün devam eden Cezaa Savaşı, IŞİD çeteleri ile YPG güçleri arasında şimdiye kadar yaşanan en stratejik savaşlardan biridir. Gerçi IŞİD ile YPG arasındaki bütün çatışma ve savaşlar stratejiktir. Kobanê savaşları, Serêkaniyê savaşı, Hesekê çatışmaları hep böyledir. Ancak bunların en sonuncusu olan Cezaa savaşı da benzer stratejik öneme sahip savaşlardan biridir. Bu nedenle bütün Rojava direniş kahramanları gibi Cezaa şehitlerini de saygıyla anmak gerekir. Kuşkusuz Cezaa Savaşı üzerine önemli değerlendirmeler yapılacaktır. Ancak şimdiden şunları belirtmek mümkündür: Birincisi, Cezaa bölgesine saldırarak IŞİD, inisiyatifi elde tutmak istemiştir. Çünkü YPG’nin saldıracağından ve savaşı istediği yer ve zamanda yürüteceğinden korkmaktadır. YPG bunu yapmadan kendisi saldırarak savaşın yer ve zamanını belirleyen olmak istemiştir. İkinci olarak, böyle bir saldırı ile IŞİD, YPG’nin enerjisini burada harcamak ve başka yerde kullanılmaya hazır bir potansiyel olarak kalmasına izin vermemek istemiştir. Çünkü YPG, kendisinin güçlü ve IŞİD’in zayıf olduğu başka bir yerde biriken gücünü kullanırsa IŞİD açısından tehlikeli olabilir. Böylece karşı tarafın enerjisini kontrollü boşaltma sağlanmıştır. Üçüncü ve daha önemli olarak, Cezaa saldırısıyla IŞİD, Şengal ile Rojava’yı pratik olarak birbirinden koparmak istemiştir. Mevcut haliyle Cezaa bölgesi böyle stratejik öneme sahip bir alandır. IŞİD eğer Cezaa bölgesini alabilseydi, bu temelde Şengal’i kuşatmış ve Rimêlan bölgesine saldırı yapma fırsatı yakalamış olacaktı. Böylece de hem Şengal üzerine daha kapsamlı saldırabilecek, hem de Rojava alanını tehdit edebilecekti.

Eylül 2014

Ne var ki, IŞİD’in tüm bu planları boşa çıktı. Çünkü 15 günlük sert savaşı YPG-YPJ güçleri kazandı. IŞİD’in Cezaa bölgesine yönelik saldırıları YPG güçlerinin kahramanca direnişiyle kırıldı. Böylece Cezaa bölgesi özgürlük güçlerinin elinde kaldı. Böylece IŞİD, hedeflediği stratejik kazanımı elde edemedi, fakat zaman kazanmayı ve YPG’nin bir kısım enerjisini boşaltmayı sağladı. Peki, şimdi ne olacak? Belli ki Rojava ve Suriye her an patlamaya hazır bir volkan durumunda. Dolayısıyla da her an patlayabilir. Hem IŞİD’in ve hem de Rojava özgürlük ve savunma güçlerinin mevzilenmesi bu çerçevededir. Fakat Cezaa Savaşını kazanmış olmak Rojava Savunma Güçleri açısından bir avantaj ve moral üstünlük yaratmıştır. Bu nedenle YPG’nin saldırı gücü daha fazladır. Ayrıca Cezaa saldırısının hesabını sormak gibi bir görevi de vardır. Tüm bu açılardan bakıldığında önümüzdeki süreçte YPG güçlerinin ve Rojava Devriminin ilerleme ve gelişme yaratma ihtimali daha güçlüdür. Bu hem Rojava devrimini daha güçlü savunabilmek ve hem de Rojava Özgürlük Devrimini Demokratik Suriye Devrimi haline getirebilmek için de gereklidir. Kürtler bu sahada geliştirdikleri demokratik öncülük misyonunu bu temelde ileriki süreçte de başarıyla oynayabilecek durumdadır. DTK Genel Kurulunun demokratik rolü Irak ve Suriye hattında bu tür gelişmeler olurken, kuşkusuz Türkiye de bunun dışında değildir. 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimi ardından AKP yönetimi devleti ve partiyi yıldırım hızıyla dizayn etmiştir. İçinde bulunulan koşullarda bir an bile siyasal boşluk bırakılmak istenmemiştir. Bülent Arınç’ın dediği gibi, siyaset boşluk kabul etmez. Nitekim bir an bile siyasal boşluk bırakmamaya AKP çok büyük bir özen göstermiştir. Kuşkusuz bunun çok çeşitli nedenleri vardır. AKP’yi devlette ve partide boşluk bırakmaktan korkar kılan önemli hususlar söz konusudur. Bunlardan bir tanesi elbette ki Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmelerdir. Başka bir deyişle IŞİD saldırıları ve bunlara karşı başarı kazanan Kürt direnişinin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Türkiye’nin nerede olursa olsun Kürtler ve Kürdistan adına yaşanan gelişmeler karşısında çok duyarlı olduğu bilinmektedir. Üstelik bu sefer Türkiye’nin planlarının boşa çıktığı gelişmeler yaşanmaktadır. IŞİD’in Kobanê, Hesekê ve Cezaa saldırılarının YPG güçleri tarafından kırılması, Şengal ve Güney Kürdistan’a yönelik saldırılarının da HPG gerillaları tarafından geri püskürtülmesi Türkiye Devletini ve AKP Hükümetini çok zor bir duruma sokmuştur. Söz konusu başarısızlık, aynı zamanda AKP’nin IŞİD’e verdiği yoğun desteği de açığa çıkarmıştır. İşte böyle zorlayıcı bir ortamda bir saniye bile siyasal boşluk bırakmak iktidarı

41


Özgür Halk kaybetmeyi gündeme getirebilir. AKP’yi bu kadar hızlı hareket etmeye mecbur bırakan bir husus işte budur. Diğeri ise Türkiye’nin içinde yaşanan ve giderek hızlanan demokratik gelişmelerdir. HDP ve BDP’nin kongrelerini yaparak kendilerini yeniden yapılandırmaları demokrasi hareketinin gelişimine çok önemli bir ivme katmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları bunun açık bir göstergesi olmuştur. O kadar çabaya rağmen HDP’nin seçim barajını aşmasının artık engellenemeyeceği açıkça görülmüştür. Bu da AKP’yi zorlayan ve seçim kazanmasını zorlaştıran bir etken durumundadır. Bunlara bir de Demokratik Toplum Kongresi-DTK’nın yedinci Genel Kurulunu başarıyla gerçekleştirmesi ve güncel görevler temelinde kendini yeniden yapılandırması eklenmektedir. Kürt demokrasisinin temel karar kurumu olarak DTK’nin rolünü başarıyla oynaması Kürt demokratik ulus inşasını hızla geliştireceği gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesine de önemli bir katkı sunacaktır. DTK’nin rolünü oynaması Kürt sorununun demokratik çözümünü adım adım gerçekleştirecektir. Bu da AKP’yi hızlı hareket etmeye zorlayan temel bir etken olmuştur. Kuşkusuz DTK bir parti veya herhangi bir kurum değildir. Kürdistan’da demokratik ulus inşasının gerçekleştirilmesi için gereken kararları alan, plan ve projeleri geliştiren, kanunları çıkartan parlamento niteliğindeki temel bir kurumdur. Demokratik ulus inşasının başarıyla yürütülmesi için gereken ve şimdiye kadar yapı-

42

lamamış olan karar düzeyini ortaya çıkartacaktır. Bir meclis gibi sürekli çalışarak, demokratik ulus inşasının ihtiyaç duyduğu karar ve kanunları hazırlayacaktır. Bu da eşittir Kürdistan Demokratik Konfederalizminin örgütlenmesi olacaktır. Böylece demokratik çözüm sürecinin önü açılıp gerçekleştirilmesi zorunlu kılınacaktır. Böyle bir durumda da AKP’nin yapabileceği fazla engelleyebilecek bir durum kalmayacaktır. DTK, Kürdistan ve Türkiye demokrasisinin kilit öneme sahip bir kurumudur. Böyle bir kurumun rolünü başarıyla oynaması demokrasinin zaferini getirecektir. İşte AKP’yi telaşlandıran ve hızlı hareket etmeye zorlayan önemli bir etken de budur. Bu temelde demokratik ulus inşası süreci hızla gelişecektir. Nitekim Kürdistan’da Türkçe eğitimi boykot ve Kürtçe anadil eğitiminin geliştirilmesi kampanyası bunun başlangıcı olmaktadır. Belli ki demokratik inşayı hızlandıracak bu tür kampanyalar peş peşe geliştirilecektir. Kürdistan’da demokratik inşa süreci hızlanmıştır. Çok zengin yöntemlerle gelişecek bu süreç, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesini de gerçekleştirecektir. Bu da yeni ve devrimci bir sürecin başladığına işaret etmektedir. Bunda DTK Genel Kurulu ile Anadilde eğitim kampanyası önemli bir etken olmaktadır. Bu temelde başarıyla gerçekleşen DTK Genel Kurul çalışmalarını kutlarken, Kürdistan’da Türkçe eğitimi boykot ve Kürtçe anadil eğitiminin geliştirilmesi kampanyasını da selamlıyor ve herkesi en demokratik eylem olan bu kampanyaya katılmaya çağırıyorum!

Eylül 2014


Özgür Halk

Kürdistan Tarihi (2.Bölüm) Rıza Altun Kürt ve Kürdistan adlandırmalarının nasıl ortaya çıktığını bir önceki bölümde belirtmiştik. Buna dayanarak Kürdistan nerededir? Çevresinde kimler var? Hangi özellikleri gösteriyor gibi sorular bağlamında Kürdistan’ın nasıl bir yer olduğunu tanımlamamız gerekiyor. Kürt ve dağ özdeştir Kürdistan stratejik olarak Farsların, Arapların, Türklerin ve Azerilerin hakim olduğu bir coğrafyanın ortasında, 450.000 km2 alana tekabül eden bir alana sahiptir. Kürdistan coğrafyasını göz önüne getirdiğimiz zaman bir tarafını Araplar, bir tarafını Türkiye, bir tarafını Azeriler, bir tarafını da Farsların kuşatmış olduğu bir coğrafya görürüz. Coğrafi olarak Ortadoğu’nun en dağlık, ovaları bol ve verimli yine ormanlık, bol akarsulu bir bölgedir. Ortadoğu’nun en yüksek dağları Kürdistan’da yer almaktadır. Dağları ile meşhur bir ülkedir. Tarihsel olarak köleci uygarlık sürecinde gelişen istila ve savaşlarda Kürtlerin yaygın ve yoğun olarak köleleştirilememesi ve ayakta kalabilmesinin en temel nedenlerinden biri dağlarıdır. Dağ, Kürtlerin oluşumunda, halk olarak karakterinin şekillenmesinde olduğu kadar kendisini yaşatmasın da en önemli faktörlerin başında gelir. Devletçi uygarlığın gelişmesinde ve bunların dayatmaları karşısında Kürtler varlıklarını, dağlara sığınarak korumuşlardır. Kürtler dağlara sığınarak devletleşmeden uzak durmuşlardır. Yine istila ve işgaller döneminde, dağlara sığınarak kendi varlıklarını korumuşlardır. Onun için etnisiteye dayalı varlıklarını çok fazla değişime uğratmadan sürdürebilmişlerdir. Sınıfların ortaya çıkışı, devletin şekillenmesi ve devletlerin gelişerek istilacı karaktere bürünmeleri ve büyük

Eylül 2014

devletçi uygarlıkların gelişimi karşısında kendilerini bu gelişmelerin dışında tutabilmişlerse, çok fazla kirlenmeden varlıklarını sürdürmüşlere bunun Kürtlerin dağlı karakteriyle bağı vardır. Büyük Arap sosyoloğu, İbn-i Haldun Mukaddime’sinde Araplar için bazı tanımlamalar yapıyor. Diyor ki: “Arap, deve ve çöl ilişkisi, Arap’ın oluşmasının temel esasıdır. Arap, deve ve çöl arasındaki diyalektiği bilmeyen Arap’ı bilemez. Arap’ı tanıyabilmen için çölü ve deveyi tanımak zorundasın. Araplar hırsızdır, talancıdır. Bunlar fırsat buldukça çalarlar ve çaldıkları için kaçmaları gerekir. Deve bir çöl hayvanıdır. Serbest kaldığı zaman çöle gider. Onun için Arap çalar, deveye biner ve deve onu direkt çöle götürür. Böylece Arap oluşur”, diyor. Bunu söyleyen bir Arap sosyoloğudur. Gerçekten çok mantıklıdır. Arap, çöl ve deve diyalektiği, Arap’ı tanımak için çok önemlidir. O zaman ova, dağ ve Kürt üçlemi de, Kürt’ü tanımak için çok önemlidir. Arap çalmak zorundadır. Çaldı mı nereye gidecek? Çöle gidecek. Çöle kim gidiyor? Deve gidiyor. Deve olmadan Arap olmaz. Deve ile Arap özdeştir. Kürt ve dağ da özdeştir. Büyük dağların olduğu, buna paralel geniş ovaların, bol orman ve akarsuların bulunduğu bir coğrafya üzerindeyiz. Bunun etkilerini iyi anlamamız gerekiyor. Ortadoğu’da bol ormanlı, bol ovalı, bol akarsulu ve bol dağlı bir ülkeye sahip olmak, özellikle Mezopotamya’da böyle bir coğrafyaya sahip olmak büyük bir anlam ifade eder. Devletçi uygarlık güçlerinin yayılması, köleleştirme, savaş, istila bağlamında ele alındığında ne anlama geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Bu coğrafyanın bitki örtüsü, her türlü hayvancılık için oldukça elverişlidir. Ovaları, yüksek dağları ve bol akarsuları olduğunu düşünürsek, tarım için ne kadar elverişli olduğunu görürüz. O zaman yerleşik düzene geçişte hem hayvan-

43


Özgür Halk cılık hem de tarımcılıkta bu durum büyük bir avantaj sağlar. Üretime dayalı zenginlik itibarı ile çok önemli bir coğrafya. Bu coğrafyada her türlü meyve ve sebzenin yetiştiğini görüyoruz. Bu anlamıyla dağ, tarımcılık, hayvancılık Kürt toplumu ile özdeştir. Tarım ve hayvancılık Kürtlerin oluşumunda önemli olgulardır. Kürtler, neolitik öncesi dönemde ortaya çıkmış bir halktır Kürtler tarihte varlığını daha çok köylü ve göçebe olarak sürdürmüş bir halktır. O zaman köylülük ve göçebelik de bir Kürt karakteridir. Kürtlerde belli bir şehirleşme ortaya çıkmıştır, ama daha çok dış güçlerin etkisi ve onların hâkimiyeti ile ortaya çıkan bir durumdur. Köylülük ve göçebelik ise, Kürtlerin gerçek karakteri oluyor. İlkçağlarda Sümerler, Aramiler, Persler ve Asurlularda kent kültürü hâkimdir. Sümerler, Asurlar, Helenler ve Aramiler kentlerin oluşumunda önemli katkıda bulundular. Aynı zamanda şehirlere kendi dil ve kültürlerinin damgasını vurmaya çalıştılar. Göçebelik ve köylülük farklı bir örgütlenmedir farklı bir sosyal yapı biçimidir; şehirleşme ise çok daha farklı bir örgütlenmeye ve sosyal yapıya tekabül eder. O zaman farklı yaşam biçimlerinin ortaya çıkarmış olduğu dil özellikleri ve kültür özellikleri de elbette ki çok ilginç bir çelişkiyi beraberinde getirir. İlkçağda Kürtlerin oluşum ve gelişimine damgasını vuran bunlardır.

olarak tanımlıyoruz. Bu aynı zamanda Arilerin ortaya çıkması demektir. M.Ö. 9.000 yıllarından itibaren bu kültürün dünyaya yayıldığı görülmektedir. O zaman M.Ö. 10.000 ile 15.000 yılları arası kültürel oluşum süreci; M.Ö. 9000 yıllarından sonra ise Ari ırkı ve kültürünün çevreye doğru yayılım sürecidir. Bu yayılım önce kültüreldir, fiziki değildir. Bu anlamıyla Kürtleri dil ve kültür olarak M.Ö. 15.000 ile 10.000 yılları arasına yerleştirebiliriz. 9.000 yıllarından itibaren Ari kültürünün yayılması ile birlikte, Kürtlüğün de yayıldığı söylenebilir. Kürtlerin atalarını Hurriler olarak ele alabiliriz. Hurriler ile birlikte Kürt kimliğinin yavaş yavaş şekillendiği söylenebilir. M.Ö. 6000 yıllarından itibaren Kürt kültürünün Ari kültürü içerisinde yavaş yavaş belirmeye başladığı ve M.Ö. 6000-4000 yıllarından sonra hızla belirginlik kazandığı söylenebilir. Sümerlerin ortaya çıkışıyla Hurrilerin oluşumu (Neolitiğin son evresi-6000 ile 4000 arası) aynı zamana denk gelmektedir. Kürt kültürünün ve dilinin bu tarihsel süreçte ortaya çıktığı savunuluyor. Bu bir tespittir. İleriki süreçlerde arkeolojik kazılar yapılır ve farklı olgular ortaya çıkarsa değişebilir.

Devletçi uygarlığın gelişmesinde ve bunların dayatmaları karşısında Kürtler varlıklarını, dağlara sığınarak korumuşlardır. Kürtler dağlara sığınarak devletleşmeden uzak durmuşlardır

Ortaçağda ise Kürt toplumsallığına ve gelişimine damgasını vuran Araplar olmuştur. Bu ayrım sistemli olarak devam etmiştir. Şehirlere dayalı yaşam ortaçağda da devam etmiştir. Burada dil ve kültürün oluşumunu dikkate almak gerekir. Kürtler, neolitik öncesi dönemde ortaya çıkmış bir halktır. Kürtler özellikle dil ve kültür özelliklerini MÖ. 15.000 yıllarına kadar götürebilirler. Kürtlerin o tarihten günümüze kadar kendi dil ve kültürlerini getirmiş olmaları, gerçekten de merak uyandıran bir konudur. M.Ö. 15.000 yıllarında kendi kökenlerini yaratmış ve günümüze kadar varlığını korumuş olmasına rağmen gelişim süreci içerisinde devletli uygarlık süreçlerinde ortaya çıkan çok değişik bir yaşam biçimleriyle hep bir çelişki içerisindedir. Kürt dili, M.Ö. 15.000 ile 10.000 arasında kendisini yansıtmıştır. Temel nüvelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte giderek bu dil ve kültür yapısını “Ari kültürü”

44

Kürtlerin ataları olan Hurriler ile Sümerler arasındaki ilişki ve çelişkilere baktığımız zaman konu biraz daha netleşiyor. Sümerler bugünkü Irak yani aşağı Mezopotamya’da şekillenirken; Hurriler bugünkü Kürdistan’da ortaya çıkıyor. Burada bir ayrışmanın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ari ırkının, dil ve kültürünün oluşmasında Kürtler temel bir rol oynamışlardır. Çünkü M.Ö. 15.000 yıllarından beri bu coğrafya içindedirler ve Ari kültürünün-dilinin oluşmasında ve giderek bunun yayılmasına çok önemli bir rol oynamışlardır. Arileri ifade eden temel halk konumundadırlar. Sümerlerin aşağı Mezopotamya’da, Hurrilerin yukarı Mezopotamya’da yerleştiklerini düşündüğümüzde bunlar arasında sürekli hem bir ilişki hem de bir çelişki ve çatışma sözkonusudur. Ari ırkı, diline ve kültürüne dayalı olarak Kürtlerin bu coğrafyada kökleşmesi neolitikle ulaştıkları gelişkinlikle olduğu kadar kendilerini çevreleyen güçler ile olan ilişkileri ile de ilgilidir. Sümerler sınıflaşmayı gerçekleştirip sınıflı toplumu açığa çıkarırken ve daha çok şehir devletleri biçiminde bir örgütlenmeyi yaşarken; Kürtlerin kabile ve aşirete yakın bir örgütlenmeleri söz konusudur. Or-

Eylül 2014


Özgür Halk taya çıkan şehir devletlerinin ihtiyaçları, Kürdistan’da olduğu için, Sümerler yukarı Mezopotamya’ya doğru bir yönelim içindedirler. Mezopotamya’yı ele geçirmek, oradan ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir yaklaşım içindedirler. Hurriler de benzer biçimde, aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkmış olan devletçi uygarlığı tanıma ve onu ele geçirme yaklaşımı içindedir. Bu ikisi arasında sürekli bir çatışma yaşanmaktadır. Zerdüştlüğün kültürel oluşumundaki etkisi Karşılıklı akınlarla yaşanan bu çatışmalı durum Medlere kadar gelmektedir. Med sürecine kadar kürtlerin kültürel yapılarını korumaları coğrafyaları ve üzerindeki toplumsal örgütlenmeleri ile ilgilidir. Med’lere kadar gelen süreçte, bir yanda şehirlerin oluşumu, giderek bunların devletleşmesi, Sümerler, Asurlar, Hititler vb. gibi devlet düzeyinde örgütlenen birçok kavmin ortaya çıkması yaşanırken Kürtlerin toplumsal örgütlenmede vardıkları en üst aşama, aşiret ve aşiret konfederasyonudur. Bunun kültür farklılığı ile bağı vardır. Kürtlerde dil ve kültürel yapıda bir netleşme ortaya çıkmıştır. Hurrilerden başlayıp Med’lere kadar geçen süre içerisinde Kürtlük kendisini netleştirmiştir. Hurriler; M.Ö. 2500–1250 yılları arasında, Nairiler M.Ö. 1200–900 yılları arasında, Urartular M.Ö. 900–600 yılları arasında, Medler ise M.Ö. 700–550 yılları arasında oluşmuş durumdadır. Bunların tümünden geçerek Medlere gelinmiştir. Bu dönemde Kürtlerin kültürel durumuna baktığımız zaman, bu durumu en iyi şekilde Zerdüştlüğün çıkışı tanımlamaktadır. Zerdüştlüğü tek tanrılı dinin arayışı olarak, ama aynı zamanda sosyal karakteri ile birlikte ele aldığımızda Kürtlerin hem dil hem de kültür itibarı ile Zerdüştlüğün şahsında çok ileri bir düzeyi yakaladığını söyleyebiliriz. Zerdüşt’ün temel felsefesi nedir? İyi ve ahlâklı bir toplum, iyi bir aile, doğaya karşı saygı, hayvanlara karşı saygı. Bu, üzerinde oldukça tartışılması gereken ileri bir kültürel düzeye tekabül ediyor. Bir tarafta büyük imparatorluklar ve devletler temelinde bir gelişme, iktidar, devletleşme, sınıflaşma, egemenlik gibi olguların yapısını belirlediği bir kültürleşme öbür tarafta bu süreçleri yaşamayan, bu olgulara içinde yer vermeyen kendisini aşiretler konfederasyonu şeklinde örgütleyen Kürt kültürleşmesi. Medya’da çok ileri bir zihinsel ve kültürel çıkış olan Zerdüştlük bu köklü kültürel yapıya dayanıyor. Ondan besleniyor ve onu temsil ediyor. Hiçbir zaman devlet olmadıkları, bilinen anlamda çok gelişkin kurumsal özellikler gösteremedikleri halde nasıl oluyor da varlıklarını koruyabiliyorlar şeklinde bir soru sorduğumuzda, bunu Kürtlerin oluşum süreciyle ifade edebiliriz. Doğal toplum ve özellikle neolitik süreçte kazandığı özellikler ile ifade edebiliriz. Ortaçağ’a bakıldığında Kürtler dil ve kültürel yapısıyla asi-

Eylül 2014

milasyon baskı altındadır. Artık gelişme şansını büyük oranda kaybettiği gibi, var olanı koruyup koruyamama gibi bir ikilemle karşı karşıyadır. Bu anlamda Zerdüştlük tek tanrılı dinlerin öncüsü olması özelliğinden daha fazla kültürel bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Dinler tarihi açısından bakıldığı zaman böyle bir yanı da vardır ama dinin de kültürel bir karakteri olduğu düşündüğümüz zaman, Zerdüştlüğün dinden daha çok kültürel bir gerçeklik olduğunu söyleyebiliriz. Kendisini daha çok kültürel ve sosyal bir gelişme düzeyi olarak ele almak gerekir. Med, Pers, Part ve Sasaniler döneminde Kürtler Ortaçağa geçmeden önce, ara bir kesit olarak Helenleri değerlendirmek gerekir. Neolitik dönemde Medya’da Kürtlerin ortaya çıkması, Sümerler, Akatlar ve Hititler ile çatışma içerisinde ayrışımını tamamlaması, bir dil ve kültür düzeyine ulaşması 700–550 yıllarına, daha çok Helenlerin hâkim olduğu bir döneme tekabül ediyor. Bir toplumun diğerinin varlığı üzerinde kendisini ifade etmeye başladığı andan itibaren kesinlikle bir kültür ve dilinin dayatması diğerinin de giderek dil ve kültürel yapıda gerilemesi yaşanır. Bu, mevcut siyasi durumun sonucudur. Bunun için özel yasaların çıkartılması zorunlu değildir. Helenlerin M.Ö. 1500 yıllarından sonraki konumunu ele aldığımızda, kendi kültürlerini buralara hâkim kılma arayışı içerisindedirler. Ama Heredot tarihinde de belirtildiği gibi Helenler, kültürel olarak Medya’nın ağır etkisi altındadır. Heredot, Medlerin, Helenler üzerindeki etkisini çok net ifadelerle anlatır. Helenlerin oluşumunda Medlerin kültürel etkisi son derece etkilidir. Ancak Helenlerin Anadolu’ya gelişiyle ve Medler ile iç içe geçmeleriyle birlikte bu etkileşim iki taraflı yaşanmaya başlıyor. Mesela Suriye’de Palmira, Adıyaman’da Komagene uygarlıklarının ortaya çıkması bir Helen kültürüdür. Helen kültürü, Roma’nın hâkim olduğu döneme kadar varlığını hissettiriyor. O zamana kadar Ortadoğu’da iki temel kültürün hâkimiyeti söz konusudur. Biri Helen, diğeri ise Arami kültürüdür. Helen ve Arami kültürü, Ortadoğu ve Mezopotamya’da hâkim kültür konumuna yükseliyor. Komegene ve Palmira ise tamamen Helen kültürünün ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Aramilik ise daha çok Asur kökenlidir. Pers ve Med imparatorlukları daha çok Kürt ve Fars karışımı kültürel ve siyasal oluşumlardır. Medya Kürtler tarafından oluşturuluyor ve Harpagos’un ihaneti ile Perslerin eline geçiyor. Perslere geçtiği halde Kürtler ikincil derecede rol oynayan bir konumda kalıyorlar. Harpagos’un ihanetinden sonra Medya, Pers imparatorluğuna dönüşüyor ve İskender tarafından yıkılmasının ardından Sasani devleti ortaya çıkıyor. M.S. 3.

45


Özgür Halk yüzyılın başında doğan Sasani devletinde yine hem Medya’da hem de Pers imparatorluğunda Kürtler en az Farslar kadar ağırlığı olan bir halk konumundadır. Tarihteki Spartalı üç yüz savaşçı efsanesi daha çok Perslere karşı Helenlerin geliştirdiği, Spartalıların geliştirdiği bir direniştir. Persler o dönemde denizlerin öbür tarafına geçerek oraları işgal etme gibi bir durum içerisindedir. Medya ve daha sonraki Pers dönemleri, küçümsenecek dönemler değildir. Kürtlerin bu dönemlerdeki ağırlığı da ileri düzeydedir. Perslerin yıkılmasından sonra Part ve Sasani devletlerinin kurulması süreci başlıyor. Partlar çok önemli değildir. Etkilidirler ama esas olarak üzerinde durulması gereken Sasanilerdir. Kürtler, Farslardan sonra ikinci egemen halk konumundadır. Bu dönemde de Helenler yerine Anadolu’da hâkim olan Romalılardır. Sasaniler ile Romalılar dönemi yaşanıyor. Ortaçağdan hemen önce böyle bir dönem sözkonusudur. Romalılar ile Sasaniler arasında sürekli bir çatışma yaşanmıştır. Sasaniler Roma’dan kaynaklı bir baskı ve dayatma ile karşı karşıyadır. Sasaniler içerisinde Kürtlerin ikincil derecede bir halk konumunda olduğunu düşündüğümüz zaman, Kürtlerin bu süreç içerisinde de çok güçlü bir konumları olduğunu belirtebiliriz. Med, Pers, Part ve Sasaniler döneminde, Kürtler Farslar ile birlikte, belli bir devlet ortaklığına sahiptir. Kürtlerin yeri ikincil derecededir. Sasaniler döneminde Kürdistan’da feodalitenin geliştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu aynı zamanda İslamiyet’in de ortaya çıktığı dönemdir. Aynı zamanda Kürtlerin olgunlaşmış köleci sisteme (feodaliteye) geçiş dönemidir. Medlerde kültürel gelişkinliğin zirvesi olarak ortaya çıkan Zerdüştlük bu döneme kadar varlığını sürekli olarak derinleştirmiş ve korumuştur. Sasaniler döneminde yeni bir kültürel durum ortaya çıkmaya başlıyor. Zerdüştlüğün de ilerisinde diyebileceğimiz bir kültürel durum ortaya çıkıyor. Tarihte Manicilik dediğimiz olay daha çok Sasani döneminde ortaya çıkan, o döneme kadarki bütün dinleri sentezleyerek yeni bir dünya görüşü ya da yeni bir görüş sunmak isteyen bir eğilim oluyor. Uzun tarihsel geçmiş içinde Zerdüştlüğü devlet dini haline getirerek büyük bir güçlenmeyi yaşayan Fars egemenlerinin bir noktadan sonra yol açtıkları krizli durumdan çıkmak, derinleşen sorunlara ve bölgede yaşanan gelişmelere yanıt olmak temelinde Manicilik dediğimiz yeni bir kültürel ve zihni çıkış gerçekleşiyor. Mani, kültürel anlamda ileri bir duruma yol açmak istiyor. Kalın sınırlar ile birbirinden ayrılmış inançların birbiri ile çatışmasına son vererek, onun yerine her inancın kendisini rahatlıkla ifade edebileceği bir duruma yol açmak istiyor. Buna bir düşünce sentezi, inanç sentezi ya da siyasal anlamda federatif bir yaklaşım da diyebiliriz. Ne deni-

46

lirse denilsin, mevcut bölünmüşlük, çatışma ve kaos durumunu aşmak için böyle bir çıkış yapmak istiyor. Sasaniler içerisinde iktidar ortağı haline gelen gerici Zerdüşt rahipleri Mani’yi öldürerek böyle bir gelişmeye müsaade etmiyor. İslamiyet’in Mezopotamya’daki hâkimiyeti Bunun ardından İslamiyet’in ortaya çıkışı farklı bir durumdur. 612’lere kadarki süreç içerisinde Arapların çok fazla ismi geçmez. Hiçbir tarihi dönemde ismi geçmez. Varlıkları da başkalarının varlıkları içerisindedir. Araplar esas olarak İslamiyet ile birlikte tarih sahnesine çıkarlar. Arapların 612 yıllarına kadar kendi bastırılmışlık halleri düşünüldüğünde, İslamiyet ile yapmış oldukları çıkış, onların bir şey olma konusundaki arzularının ne kadar büyük olduğunu gösterir. Onun için İslamiyet bir fetih dini olarak ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammet bütün gelişmeleri çok iyi okuyup, zamanlamasını da çok iyi yaparak hem İslamiyet’in oluşumunu hem de ilanının zamanlamasını çok iyi yapmıştır. İslamiyet ortaya çıktığında Mezopotamya’da Sasaniler ile Romalılar hâkimiyet mücadelesi yürütmektedir. Sasani devleti Roma karşısında sürekli gerilemekte, Roma hâkimiyetini Dicle’nin bu tarafına kadar yaymış durumdaydı. İslamiyet ilk önce Sasanileri ardından da Romalıları ortadan kaldırdı. Sasaniler tümden yıkıldı. Roma ise 3. yüzyıldan sonra Doğu ve Batı Roma Devleti olarak ikiye bölündü. Batı Roma yıkıldı. Bizans adı verilen Doğu Roma Devleti ise feodalleşerek kendi varlığını bir süre daha korumaya çalıştı. İslam dini ve kültürü Mezopotamya’ya hâkim olduğu kadar, Zagros-Toros eteklerine kadar yayıldı. Diğer taraftan Kuzey Afrika’ya oradan denizi geçerek Endülüs’e kadar -bugünkü İspanya toprakları oluyor- geniş bir alana kendisini hâkim kıldı. Farslar Sasani devletinin yıkılması ardından İslamiyet’in Şialık yorumunu kabul ederek, İslamiyet’e kendi renklerini katarak varlıklarına yeni bir biçim vermeye çalıştı. Aynı dönemde Kürtlerde ikili, üçlü bir gelişme söz konusudur. Birincisi, Zerdüşti temelde dıştan gelen etkilere kendini kapatma, direnme ve İslamiyet’i kabul etmeme ekseninde, bir direniş çizgisi ortaya çıkıyor. Bu, bugünkü Ezidilerin temsil ettiği Zerdüştilerdir. Bunlar tamamen direnmeyi esas alıyorlar. İkincisi İslamiyet’in en zayıf ve muhalif yanını kabullenerek ama kendi Zerdüşt inançlarını da buna katarak şekillenen Kürt Aleviliği oluyor. Bu pasif bir direnme biçimi olarak gelişiyor. Birinci derecede Ezidilik, ikinci derecede Alevilik dışarıdan dayatılan İslam kültürüne karşı ortaya çıkan direnişçi karakteri yansıtıyor. Tabi İslamiyet’i kabul eden gerici karaktere sahip bir Kürt geleneği de

Eylül 2014


Özgür Halk ortaya çıkıyor. Dağ ve ova ayrımı bu süreçte keskinleşiyor. Ovalık kesimlerde, şehirleşmenin olduğu yerlerde İslamiyet’in kabulü temelinde bir tutum ortaya çıkıyor. Dağlık kesimlerde ise, Alevilik ve Ezidilik bir direnme çizgisi oluşturuyor. İslamiyet adına Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler ve Selçuklular adıyla devletleşmeler yaşanıyor. Arap kültürü daha çok Emeviler ve Abbasiler döneminde yayılıyor. Zira bu devletler tamamen Araplara dayalı bir iktidarlaşmayı temsil ediyorlar. Giderek İslamiyet’i kabullenen diğer etnisitelere ait haneden aileler de devletleşme şansı buluyorlar. Eyyubiler buna örnek verilebilir. Eyyubi hanedanlığı Kürt olmasına rağmen rahatlıkla bir İslam devleti biçiminde örgütlenebiliyor. Selçuklular da benzer bir biçimde İslam adına devletleşiyorlar. Bu süreler boyunca İslam kültürü hâkimdir. Selçuklular ve Eyyubiler, her ikisi de Arap olmadığı halde İslamiyet’i temsil eden devletler oluşturuyorlar. Birisi Türk kökenli ve Fars karışımlıdır, diğeri ise Kürt kökenlidir. Selçuklu devleti İran’da kurulan ve Farsça konuşan bir devlettir. Ama Farslardan oluşmuyor. Daha çok oğuzlardan gelme Selçukluları barındırıyor. Türk kökenli, Fars etkisi altında kalan ve İslam ideolojisini esas alan bir yapılanmadır. Bu, tarihin belli bir dönemine tamamen damgasını vuruyor. Anadolu’da, Anadolu Selçuklu Devleti biçiminde yeniden örgütleniyor. Eyyubiler ise bir Kürt hanedan ailesidir. Fakat daha çok Araplaşmayı kabul eden ve bu anlamda hanedanlığı devlete taşıyan, devleti de Kürtlük adına değil İslamiyet adına yürüten işbirlikçi bir karakter sergiliyor.

direnme ve teslim olma çizgileri üzerinden bu sürece giriyorlar. Bu süreç 12 ve 13. yüzyıllara kadar tamamlanıyor. Bu yüzyıllardan sonra İslamiyet’in duraklama ve gerileme dönemi başlıyor. Bu dönemde Osmanlılar devreye giriyor. İslamiyet’in gerileme döneminde Osmanlılar devreye giriyor. Osmanlılar İslamiyet’in bayrağını alarak gerileyen İslamiyet’i ileri götürmeye çalışıyorlar. Bunu ancak 16.yy.ın sonlarına sürdürebiliyorlar. Viyana önlerinde durdurulduktan sonra daha ileri gidemiyorlar. İslamiyet’in duraklama dönemi ile Oğuz boylarının Anadolu’ya yerleşmesi aynı döneme tekabül ediyor. Oğuz boylarının Anadolu’ya yerleşmeden önce İran’da ve çeşitli İslam devletlerinde belli bir gücü temsil ettikleri biliniyor. Arapların şahsında İslamiyet’in gerilemesiyle birlikte Osmanlılar öne çıkıyor. Türk boyları önce, Anadolu Selçuklu Devleti’ni ardından Osmanlı devletini kuruyorlar. 9, 10 ve 11. yüzyıllar İslamiyet’in gerileme yüzyılları olduğu kadar Türk boylarının ve onların şahsında Selçuklu ve Osmanlıların ileri çıktığı yüzyıllardır. Bunlar kendi savaşçı karakterleri ile İslamiyet’in fetihçi karakterini çok iyi birleştirerek devletleşme ve yayılma stratejisini esas alıyorlar.

Pers ve Med imparatorlukları daha çok Kürt ve Fars karışımı kültürel ve siyasal oluşumlardır. Medya Kürtler tarafından oluşturuluyor ve Harpagos’un ihaneti ile Perslerin eline geçiyor. Perslere geçtiği halde Kürtler ikincil derecede rol oynayan bir konumda kalıyorlar

İslamiyet giderek o kadar hâkim bir duruma geliyor ki, farklı etnisite ve halklara kendisini kabul ettirerek genelleşen bir kültür haline geliyor. Herkes kendisini şu veya bu biçimde korumaya çalışsa da, İslamiyet’in ağır etkisi altında belli bir değişime uğruyor. Farslar Şialık üzerinden yarı kendini koruma ve yarı Araplaşma temelinde bir değişim yaşıyor. Kürtler ise

Eylül 2014

Bu noktada Kürtlerin, Selçuklular ve Osmanlılar içerisinde kendilerini nasıl korudukları izahı gerektiriyor. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan, bu dönem için “Arap kültürü ve Arap işbirlikçiliği Kürdistan’da daha çok ovalık ve şehirlik alanlarda, çok aşağılık bir çizgiye kaydı” demektedir. Şehirleşmenin olduğu ovalık alanlarda Mardin, Siirt, Urfa gibi yerlerde, işbirlikçilik öne çıkıyor. Ama dağlık kesimlerde de kendini kendi kültürü ile ifade eden bir direniş çizgisi gelişiyor. Her iki çizginin etkileri günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir. Alevi ve Ezidilerin olduğu kadar İslamiyet’i kabul edenlerin gerçeğine bakıldığında, yapılan tespite uygun oldukları görülür. Son süreçlerde AKP’nin Alevilere dönük politikaları, Aleviler ve çeşitli halklar üzerinde geliştirmek istediği politikalar, aslında biraz da bu direniş damarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir denilebilir.

47


Özgür Halk

Kapitalizmin Toplumu Öğütme Makinesi; Popüler Kültür (2.Bölüm) Şiyar Koçgirî Popüler kültürün üretilmesi sürecinde toplum dışta bırakılmıştır Popüler kültür kavramının ortaya çıkış süreci ve gerekçesine ilişkin daha önce böylesi bir anlam yüklemek mümkündür. Fakat popüler kültür kavramının deyim yerindeyse popüler tanımı ve algılanışının ne olduğu, bunu gerçekleştirenin kimler olduğu önemlidir. Dün popüler kültürün içeriğini ve tanımını yapan toplum olabilir, ama bugün popüler kültürü tanımlayan ve içeriğini oluşturan güç kapitalist modernitenin kültür endüstrisidir, okulları, tink-thank kuruluşlarıdır. Yani popüler kültürün tanımı da, içeriği de halkın elinden alınmıştır; tanımı yapan sermaye ve iktidar sahipleridir. Günümüzde hâkim olan ve kitlelere mal olan tanımı ve anlamıyla popüler kültürün sahipliği konusundaki mücadeleyi kapitalist modernitenin kazandığı açıktır. Popüler olan, her şeyi olduğu gibi popüler kültürü de kendine mal etmiş durumdadır. Kendi kitle toplumunu üretmede ve bir kâr sahası olarak kullanmada popüler kültür alanını işgal ve gasp etmiştir. Çünkü kâr amacıyla kültürü endüstrileştirmek ve kazandırdığı yeni içerikle sistemin meşrulaştırılması, benimsetilmesi ve sürdürülmesi için kullanmak zorundadır. Popüler kültürün üretilmesi sürecinde toplum dışta bırakılmıştır. Çoğunluğun beğendiğini ve istediğini ileri sürerek piyasaya sürdükleri ve güya topluma mal ettikleri kültürel ürünlerin içeriğine ve verdiği mesajlara bakıldığında görüntü daha da netleşir. Cinsiyetçilik, devletçilik, bilimcilik, dincilik, kadercilik, karamsarlık, belleksizlik, iktidarcılık, rekabetçilik, taklitçilik, tüketicilik, egemenlere benzeme, onlara hayranlık, kıskançlık, seks, erotizm, pazarlamacılık, gösterişçilik, biçimcilik, köşe dönmecilik, amaca ulaşmak için her yolu mubah görme, bana necilik, sana necilik ve daha buna benzer yığınla özellik esas temaları oluşturmaktadır. Toplumun bin yıllar boyu lanetlediği, Kutsal Kitapların ve dinsel metinlerin haram saydığı özellikler geçer akçe ve kişilik özellikleri haline getirilmektedir. Popüler kültür ürünleri üzerinden yapılan kimi eleştiriler de aslında statükonun savunulmasıdır, meşrulaştırılmasıdır, halkın öfkesinin ve tepkisinin sulandırılmasıdır; direniş duygusunun muhalefete, isyan duygusunun protestoya indirgenmesidir, toplumun değişim arayan ve arzulayan ilerici özelliklerinin saptırılmasıdır. Böylece anormal ve sapkın olan, toplumsal vicdana ve toplumsal ahlaka karşıtlık içeren her şey popülerleştirilip normalleştirilmektedir. Toplumun bunlara alışması, bunları kanıksaması ve içselleştirmesi sağlanmaktadır.

48

Diğer yandan asıl toplumsal değerler ve temel insani özellikler (sorgulama, arayışçılık, tavır alma, direniş, toplumculuk, farklılıklara saygı, ilkeli ve değerlere bağlı olma, vb.) önce göz ardı edilir. Sonra yanlış, kötü ve uzak durulması gerektiği anlatılır; sonra da lanetli, tehlikeli, vahşi ve geri ilan edilir. Örneğin devrimcilik, örgütlenme istemi, devletin zulmüne ve sömürgeci politikalarına karşı durma, Kürt Özgürlük Hareketi’ni olumlama, gerilla, grevci işçiler, hak arayan emekçiler, cinsiyetçiliğe ve bunun devlet eliyle yürütülmesine karşı direnen kadınlar, askere gitmeyi reddetme, kayıp anaları, gerilla vb. Bunlar popülerleştirilmez, aksine gayri meşru ilan edilir, değersizleştirilir. Değerli olan nedir? Sistemin öne çıkardığı ve popüler hale getirdiği. Popüler olan nedir? “Halkın tuttuğu ve sevdiği.” Popüler olmayan nedir? “Halkın tutmadığı ve sevmediği.” Dikkat edilirse, popüler olmayan veya kıymetsiz olan şey sistem tarafından belirlenmekte ama sanki halk tarafından belirleniyormuş gibi sunulmakta, böylece iktidarın istediği ve belirlediği halka mal edilmektedir. Popüler kültüre günümüzde damgasını vuran ABD ve AB’dir. Onların yönlendirdiği ve onların içeriğini oluşturdukları, hedeflerini ve amaçlarını belirledikleri kültür endüstrisidir. Bu nedenle, popüler kültür sorunu aynı zamanda kapitalist modernist sistemin tümünü içine alan ve halklara karşı yürütülen kültürel soykırım ve sömürüyü de içeren bir sorundur. Yani esaslarının, hedeflerinin, yöntemlerinin, araçlarının belirlendiği, yönlendirildiği esas yer ABD ve AB olan büyük bir kültürkırım ve toplumkırım söz konusudur. Egemenlikçi, hiyerarşik ve sömürücü sistemden beslenen ve bu yaşam biçiminin parçası olan bireyler ve kurumlar tarafından üretilen popüler kültür medya organlarıyla, reklam sektörüyle, sanat ve kültür kurumlarıyla, internetle ve daha birçok “estetize” edilmiş propaganda araç ve yöntemleriyle halka adeta zorla benimsettirilmektedir. İçinde inceltilmiş ve görünmez kılınmış bir zor vardır. Halkı kültürel üretimden alıkoyma, halkın gerçek kültürü yaratma imkânlarını sınırlama, bütün kültür araçlarını (Televizyonu, radyoyu, sinemayı, tiyatroyu ve her türlü kültürel aracı) tek elde toplama ve denetime alma ekseninde halka benimsetilmektedir. Amaç sistemi yeniden üretmedir. Bu dünyanın tüm halklarına karşı uygulanmakta olan küresel bir politikadır. Sistem kendini böyle sürdürmektedir.

Eylül 2014


Özgür Halk Popüler kültür kimi zaman değişik biçimlerde sistem eleştirileri içermektedir. Ancak bu sistemin özüne ve yapısallığına dönük olmadığı gibi, alternatifini de içermemektedir. Bu yaklaşımın da amacı sistemi yeniden üretmektir. Sisteme yönelik eleştirileri yumuşatmaya ve kabul edilir kılmaya yöneliktir. Bu çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Bu özellikleriyle popüler kültür toplumu kendisi için düşünmekten alıkoymakta; özgürlük, demokrasi ve eşitlik temelli yaşam arayışlarını ve sorgulamalarını geriletmektedir. Değişik toplumsal kesimlerin bu yolla tepkileri yumuşatılmakta, etkisizleştirilmekte ve sistem içi hale getirilmektedir. Popüler kültürün rolü budur. Bu rol kesindir ve çok etkilidir. Popüler kültürde sistem karşıtı duruş yoktur. Sisteme dönük tüm eleştiriler en nihayetinde sistemi meşrulaştırma amaçlıdır. Halkı sisteme karşı sağlıklı bir sorgulamaya, örgütlü bir duruşa ve mücadeleye yönlendirmek bir yana, tüm bunların engellenmesi, etkisizleştirilmesi ve sulandırılması temel amaçtır. Filmlerde, dizilerde, bulvar gazetelerinde, arkadaş sit elerinde, kliplerde direniş kavramının baba otoritesine karşı çıkmak ve ayrı bir evde oturmakla özdeşleştirilmesi, erkek egemen sistemde boğulan genç kadınlara özgürlüğün Batılı genç kadınlar formunda sunulması, farklılıklara saygı yaklaşımının “Biri Cola, biri Pepsi içebilir” ya da “Ne güzel bakın Fenerbahçeliyle Beşiktaşlı bir arada maç izleyebiliyor” söylemine indirgenmesi, demokrasinin oy hakkıyla sınırlandırılması, cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin erkeğe karşıtlık olarak yutturulması, tercih ve seçim iradesinin ayakkabı ya da araba markası seçimi gibi maddi malların seçimi ve tercihi üzerinden tanımlanması bunlara örnek olarak verilebilir. Kapitalist sistemin de kendini üretme sorunu vardır ve toplumun kendini üretmesiyle sistemin kendisini üretmesi birbirine zıt olgulardır. Toplum her zaman için eşitlik, özgürlük, refah ve adalet ekseninde gelişmek ister ve kendini bu temelde üretmeye çalışırken, egemenlikçi sistem daha fazla meşruiyet, daha fazla yalan, eşitsizlik ve adaletsizliğe ihtiyaç duymaktadır. Bunlar birbirine zıt olgular ve hususlardır. Sistem bireyciliği, tüketiciliği, rekabeti, çelişki ve çatışmayı yaygınlaştırmadan kendini var edemez. Bireylerin ruhlarına ve bilinçlerine, duyguları ve güdülerine hükmetmeden, bunun için bilinçlerini köreltmeden, iradesizleştirmeden, alıklaştırmadan kendini yaşatma ve sürdürme gücü gösteremez. Bunun için sistem kendini toplumda hem genişliğine hem de derinliğine yaymak ve hakim kılmak istiyor. Askeri ve politik baskı aygıtlarıyla, fiziki ve psikolojik zorla, eğitim ve hukuk kurumlarıyla, bilim ve sanatla medya-internet araçlarıyla zihni normlarını estetize ederek, incelterek, gizleyerek toplumun ve bireyin zihni ve duygusal dünyasını denetime alma, yönlendirme faaliyeti sistemin kesintisiz sürdürdüğü en temel faaliyetidir. Üç S’yi (seks, spor ve sanat) müthiş kullanıyor; müzik, tiyatro, sinema gibi sanat dallarına inanılmaz yatırımlar yapıyor. Bu

Eylül 2014

biçimde toplumları ve bireyleri denetliyor, yönlendiriyor ve kendini sürdürme gücünü gösteriyor. Popüler kültür tüm bu süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Popüler kültür kapsamında yürütülen tüm çalışmalar özü itibariyle sistemin yeniden üretilmesini hedefliyor. Sistemin sürekliliği açısından uygun birey ve toplum gerçeği en yoğun olarak popüler kültür aracılığıyla ortaya çıkarılıyor. Apolitik, kendini yediği içtiği ve giydiğiyle tanımlayan, markasını onuru gibi taşıyan, toplumla ilgilenmeyi ahmaklık sayan, günde on kere kendini boyayan, hiçbir şeye saygısı bulunmayan genç tipi nasıl popüler yapılıyor? Medyaya, yayınlanan filmlere, kliplere, model olarak sunulan sanatçılara ve artistlere bakıldığında, öne çıkarılan tipolojilere dikkat edildiğinde bu çok net anlaşılır. Popüler kültür tekleşme ve benzeşme demektir Önder APO’nun ‘olgunlaşmış kölelik sistemi’ diye tanımladığı ortaçağda toplumun kültürüyle egemenlerin kültürleri arasında çok net ve keskin ayrımlar söz konusudur. Padişahlar, şahlar, krallar, imparatorlar, aristokratlar, beyler ayrı bir kültürü yaşarken, halkın kültürü ayrıdır. Halkın kültürü ağırlıklı olarak kaynağını doğal toplum sürecinden ve komünal demokratik değerlerden almaktadır. Bu dönemden kalan tüm kültürel eserlerde zalime, haksıza karşı mücadeleyi, boyun eğmemeyi, zulme, adaletsizliğe ve haksızlığa karşı direnişi ve özgürlük özlemlerini içeren, toplumsal erdemleri ve güzellikleri dile getiren, toplumsal sorunları ve çözümlerini içeren, bu anlamıyla toplumsallığı güçlendirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan temalar hâkimdir. Güçlü ahlaki örgü ve toplumsal kaygı tüm eserlerde kendini gösterir. Halk kendi kültürünü bu biçimde üretmekte ve gelecek kuşaklara aktarmaktadır. Ahlakını ve yaşam duruşunu bu temelde oluşturmakta, toplumsallığını böyle korumaktadır. Geniş halk kesimlerinin etkilendiği ve bizzat halk içinden çıkanların ürettiği kültür böyle bir içerik ve biçim taşımaktadır. Yani sisteme karşıtlığı, toplumsallığını koruma ve sürdürme kaygısını ifade eden bir öz hâkimdir. Kendini günümüze kadar taşırma gücü de esasında bu özelliklerinden ileri gelmektedir. Egemen sınıfların kültürü ise daha çok saraylıların ve sistem işbirlikçisi kesimlerin yaşadığı marjinal bir kültürdür. Kapitalist modernite sürecinde bu ayrım ortadan kaldırılmıştır. Halkın kendi kültürünü üretmesinin olanakları ve zemini kurutulurken, sistemin uygun gördüğü normları işleyen, bu temelde bireyi ve toplumu yeniden sistem kulluğu temelinde inşa eden bir kültür ve toplumkırım yürütülmektedir. Kapitalist modernist sistemin tüm bileşenleri ve ideolojik kurumlarının hedefi kendi zihnî, duygusal ve güdüsel normlarını topluma hâkim kılmaktır. Bunun en etkili gerçekleştirildiği alan kültür alanıdır ve popüler kültür sistemin dışına çıkmayan, sistemin dışında bir arayışa yönelmeyen, kendisine sunulanı en son ve

49


Özgür Halk en iyi gören birey ve toplum gerçeğinin yaratılmasında en etkili alandır. Bugün dünyanın birçok yerinde popüler kültürle bu hedefe önemli düzeyde ulaşılmıştır. Popüler kültürün en önemli özelliği, ezenle ezileni ortaklaştırmasıdır. Bu çok ince yöntemlerle yürütülmektedir. Popüler kültürle halka sistemin bir parçası olduğu ve buna uygun bir rol üstlenmesi gerektiği dayatılmaktadır. Herkesin fırsat eşitliğine sahip olduğu, sistem içinde herkesin yükselme şansının bulunduğu, seçim ve tercih özgürlüğüne sahip olduğu yalanları müzik, spor, moda, sinema ve televizyon gibi popüler kültür araçlarıyla yutturulmaya çalışılmaktadır. Ezenle ezilen arasındaki ayrım popüler kültür ürünleriyle adeta sıfırlanmaktadır. Aynı müziği dinlemek, aynı takımı tutmak, aynı markayı kullanmak üzerinden sanal bir eşitlik duygusu hakim kılınmaktadır. Böylesi yöntemlerle egemenler ve ezilenler arasındaki refleks ve duygu farklılığı ortadan kaldırılmaktadır. Dahası ezilenler egemenlere özgü tepki ve refleksler verir hale getirilmektedir. Popüler kültür günümüzde kültürel farklılıkları yerle bir eden, ortadan kaldıran, herkese tek rengi ve yaşam biçimi dayatan bir tek tipleştirme yöntemi olarak da rol oynamaktadır. Popüler kültür tekleşme ve benzeşme demektir; maneviyattan, tarih bilincinden, farklılık ve özgünlükten soyundurma, tüm kutsallardan koparma ve güdüsellikle tüketiciliğin karakterize ettiği bir hoyratlıkta buluşma demektir. Bu da sistemin istediği tek tipleşmedir. Sistemin birey ve toplum tanımı kendisini en çok burada ele vermektedir. Kapitalist modernite sürecinde kültürel farklılıklara değer veren, anlayan, değerlendiren bir yaklaşım söz konusu bile olamaz. Halkların ortak değerlerini ifade etme yaklaşımı da yoktur. Sosyal düzeyi, inancı, cinsiyeti ve etnisitesi ne olursa olsun, toplumlara ve bireylere dayatılan kapitalist modernitenin birey ve toplum projesidir. Bu da halihazırda en etkili biçimde popüler kültürle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsallık insanın var olma biçimidir Komünal demokratik değerlerin güncellenerek gelişmiş biçimde yeniden üretilmesi kültürel üretimin esasıdır. Kültürün komünal demokratik değerler ekseninde toplumsallığımızın korunması ve geliştirilmesinin temel yöntemi olarak ele alınması ve bu eksende yeniden üretilmesi özgür birey ve topluma ulaşmanın olmazsa olmazıdır. Bu somut olarak neolitik dönemin komünal demokratik değerlerinin yeni değerlerle bezenip canlandırılmasıdır. Özgür birey ve toplum duruşunun, beğeni ve kabul-ret ölçülerinin, duygu ve düşünce dünyasının bu esaslar üzerinden yeniden inşa edilmesi gerekir. Ne var ki, “Kendini esas alacaksın, kendini yaşatacaksın” biçimindeki değer yargıları, “Gemisini kurtaran kaptandır”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Benden sonrası tufan”, “Önce can sonra canan” sözlerinde dile gelen

50

bencilik, bireycilik, rekabetçilik, toplum dışılık popüler kültür tarafından toplumların üzerine yığılmaktadır. İnsanlığımızın bin yıllar içinde yarattığı erdemler, kişilik özellikleri, kabul ve ret ölçüleri, ahlaki ilkeler Marks’ın deyimiyle adeta buharlaştırılmaktadır. ‘Katı olan her şey eriyip buharlaşmakta’, kutsal hiçbir şey bırakılmamaktadır. Toplum ve birey tüm kutsallarından soyundurulmakta, en güçsüz, en donanımsız ve teslim almaya açık hale getirilmektedir. Toplumsallığı insanın en büyük hakikati ise, bu hakikate vurgu yapan, bireyi ve toplumu bu en büyük hakikat karşısında sorumluluğa ve sağlıklı bir duruşa davet eden, buna ulaştıran hiçbir kültürel yaratım popüler kültürün kapsamında değildir. Allanıp pullanarak birey ve topluma yedirilen “Dünyayı kurtarmak sana mı kalmış”, “Köşeyi dön, kısa yoldan zengin ol, bunun için her şey mubahtır, her şeye sırtını dönebilirsin, yanındakinin boğazına sarılıp, çevrenin ve doğanın canına okuyabilir, her şeyi pazara dökebilirsin” anlayışlarıdır. İçinde bulunduğumuz bölge ve dünya gerçekliği bir “Kurtlar sofrasını” andırıyorsa, “İnsan insanın kurdu” haline gelmişse ve bu Batı toplumları başta olmak üzere tüm dünyada bir cinnet haline yol açıyorsa, bunda popüler kültürün rolünü görmek zorundayız. Toplumsallık insanın varoluş biçimidir. Tüm insanı değerlerin oluştuğu formattır ve insanın en büyük hakikatidir. Eskiden birisi “Bana ne, ben kendimi yaşarım, bana ne komşumdan, çevremden” dese ayıplanır, kınanır ve toplum içinde saygı bulamazdı. Şimdi ise bu kültür ve kişilik özellikleri geçer akçe olmuştur. Adeta akıllı ve işini bilir olmak toplumsal değerlerden sıyrılmak ve bireyciliği dizginsiz yaşamakla özdeş hale getirilmiştir. Mantıklı olmak, çıkarının götürdüğü yere en kestirmeden varmak anlamına gelmektedir. Akıllı olmak her türden üçkâğıtçılığa gerekçeler üretmeye, açıklamalar getirmeye indirgenmiştir. Merhamet sadaka vermektir, cesaret ise iktidar ve devlet karşısında tanımı olmayan ama devlet gibi toplumu, garibanı, yoksulu, kadını, Kürt’ü, tüm ötekileri darp eden, gasp eden, tehdit eden çakallığın adı olmuştur. Diğer yandan erdemli ve ahlaklı kişiler, özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele eden, halkı ve toplumu için kaygılanan, düşünen, fedakarlık yapan insanlara acınarak, küçümseyerek bakılmakta; “Bu hangi zamandan kalmış, dünyadan haberi yok” denilmekte; kendini harcayan ve kendine yazık eden biri olarak görülmektedir. Bu sonuç popüler kültürün yaratımıdır. Popüler kültür bir toplum öğütme makinesi gibi çalışmaktadır. Toplumsallığa karşı en büyük saldırı silahı olarak işlev görmektedir. Herkesi bencil ve bireyci kılmak, bunun için toplumu örgütsüz bırakmak, ahlaki örgülerinden arındırmak ve devlete bağlamak bu silahın esas amacıdır. Toplumsallığı esas alan kültürün yaşam bulduğu, kendini ürettiği bir toplumda kapitalist sistem gelişemez. Kapitalist sistemin yaşayabilmesi için top-

Eylül 2014


Özgür Halk lumsallığın kutsallığı, toplumsallığa bağlılık, kültürün ve ahlakın toplumsallığı kutsamasının ve korumasının önüne geçilmesi, dahası bunların canına okunması ve toplumculuğun yerine bireyciliğin geçirilmesi, “Kendini kurtarmak için her şey mubahtır” anlayışının geçirilmesi gerekir. Paranın imparatorluğu başka türlü kurulamaz. Her şeyin pazara düşürülmesi, bunun için de kutsallığından, erdeminden sıyrılması gerekir. Popüler kültür tüm bunları gerçekleştirerek kapitalist sisteme, onun para tanrısına biat eden, sisteme karşı toplumsallığını koruyamayan, toplumsallığını kaybetmiş ve örgütlülüğü dağıtılmış bir toplum yaratır. Kapitalist modernist sistem ancak böyle bir zeminde yükselebilir. Kültürel direniş en büyük ve kutsal direniştir Kapitalist sistemin sadece şehre ve köye girmekten öteye yüreklere girme, beyinlere girme ve insanın bütün hücrelerini fethetme amacı vardır. Çünkü herkesi herkesin kurdu haline getirmeden, toplumsal birlik ve dayanışmayı yıkmadan, ahlak ve erdemi ayakaltı etmeden ekonomik ve siyasal alan başta olmak üzere hiçbir alanda kendini sürdüremez. Bu nedenle bütün beyinleri ve yürekleri işgal etmek istemektedir. Kapitalist sistem ‘Bütün yürekler ve beyinler bana açılacak’ dayatması içindedir. Bu da sınırsız hegemonya arayışı demektir, ‘Bana açılmayan hiçbir yürek ve beyin kalmayacak’ demektir, ‘İnsanların yüreğine, beynine ve tüm hücrelerine hükmetmem gerekiyor’ demektir. Popüler kültürün Amerika’dan başlayarak tüm dünyaya yayılmasının altındaki temel dürtü ve gerçek budur.

lumsal kültürler, farklılıklar, çelişki ve sorunlar bir potada eritilmeye çalışılmaktadır. Popüler kültürü dayatanlar toplumda azınlığı oluşturan egemen kesimlerdir. Kâr ve iktidar temelli yaşamlarını tüm toplumun yaşamına dayatmaktadırlar. Toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçları, tarihsel birikimi ve geleneği, özlemleri ve arayışları bir tarafa itilerek, toplum bunlardan koparılarak egemen güçler için egemen güçlerce kurgulanan bir yaşama zorlanmaktadır. Buna dur denilmesi gerekir. Bu da her ‘toplumsal insan’ın sorumluluğudur. Tarih içindeki bütün büyük toplumsal çıkışlar ancak bu biçimde gerçekleşebilmiştir. Dinlerin çıkışına bakıldığında bu net görülür. Onlar kendi toplum projelerini böyle şekillendirmişlerdir. Tevrat, İncil, Kuran gibi kutsal metinler toplumsallığı kemiren ve kaynağını kârcı ve iktidarcı güçlerden alan egemen kültürü hedefleyerek yeni bir çıkışa vesile olmuşlardır. İçerikleri yaşama ilişkin kesin tutumlar ve ilkelerle doludur. Yeni bir yaşam biçimini ortaya koymaktadırlar. Kendi sistemlerini kurma temelinde ölçülerini farklılaştırmaktadırlar. Her yeni toplumsal çıkış mevcut sistemle farklılaşmak ve bu sistemden ayrışmak istiyorsa kendi ölçülerini, değer yargılarını ve sembollerini ortaya koymak durumundadır. Yoksa kazanamaz, yenilir. Tüm yeni yaşam biçimleri eski yaşam biçimi ve ilişkilerini reddedip yeni ölçüleri koyma ve pratikleştirmeyle gerçekleşmiştir.

Popüler kültürün en önemli özelliği, ezenle ezileni ortaklaştırmasıdır. Bu çok ince yöntemlerle yürütülmektedir. Popüler kültürle halka sistemin bir parçası olduğu ve buna uygun bir rol üstlenmesi gerektiği dayatılmaktadır

Kapitalist modernist sistem kendisini popüler kültürle yaşatmaktadır. Popüler kültürü en geniş kitlelere yayarak kendisini ayakta tutmaktadır. Müzikte, görsel sanatlarda, spor üzerinde büyük sektörler kurulması bu nedenledir. ABD’nin en büyük sektörleri popüler kültür üreten sektörlerdir. Sinema, müzik, moda, medya en büyük sektörleri oluşturmaktadır. Küresel çapta faaliyet yürüten bu sektörler aracılığıyla popüler kültür bütün dünyaya yayılmaktadır. Çünkü sistem için bu zorunludur. Esas egemenlik bu temelde kurulmakta ve korunmaktadır. Zengini, fakiri, kölesi, işçisi, emekçisi herkes bu kültürü tüketmeye zorlanmaktadır. Böylece tüm top-

Eylül 2014

Popüler kültürle sistemin yaygınlaştırmak istediği yaşam anlayışlarına karşı duyarsızlık gittikçe yaygınlaşmaktadır. Oysa kültür mücadelesi, Önder Apo’nun deyimiyle ‘Cihad-ı Ekber’dir. Esas mücadele kültür alanında sürmektedir. Burada kazanılıp burada kaybedilmektedir. Burada büyük bir mücadele yürütülmezse, toplumun özgürlük, eşitlik, adalet ölçüleri erdem ve kutsalları yeniden toplumsal hakikate uygun bir biçimde yaratılamazsa asla bir sonuca gidilemez. Direniş kültürel alanı kapsıyorsa anlamlı ve sonuç alıcı olabilir. Çünkü kültürel direniş en büyük ve kutsal direniş demektir. -son-

51


Özgür Halk

Zamanın Ruhu Şehit Şiyar Amanos Kod Adı: Şiyar Amanos Adı-Soyadı: İbrahim Dolanbay Ana-Baba Adı: Elif-Ahmet Doğum Yeri: Maraş Şahadet Tarihi ve Yeri: 7 Eylül 2012/Kandil Anlatmak bir şeyi eksiltir korkusu yaratır. Sanki bir kitabı alır, sayfalarını keser, ortalığa atarsanız. Bizde anı ve yaşam o kadar iç içe ki, öyle oturup anlatmak çok zor gelir. Olduğu gibi anlatamamaktan çekinirsiniz. Hani “cümleler bunu anlatamayabilir” dersiniz ya işte ona benzer bir şey. Çok şey var, ama çok az anlatılır. Sorun ketum olmak değil, anlatmaya ihtiyaç duymayan bir yaşam ve onun anıları söz konusu. Bir kesit, bir an yaşanılmış yaşamı anlatamaz. Bazen olaylar ifade ettiğim yaşamın sadece ufak bir parçası olmaktadır. Akılda ne oluyor ya duygular; işte işi zorlaştıran şeylere geliyoruz. Bunların anlatımıdır işi zorlaştıran. Amanosları anlatacağım. Olaylar zinciri içinden bir halka olacak anlatacağım şeyler. Amanoslar’da uzun bir zaman gerillacılık yaptım. Her dönemin ayrı duygu ve düşüncesi olmuştur. Amanoslara ilk gidişi anlatmak imkânım olsaydı size anlatacağım anıdan daha farklı olurdu. İlk halkanın oluşması, bir yaşam anısı haline gelmesi çok daha anlamlıdır. Bir adım atmak bile hafızanızda iz bırakır. Çok garip bir şey ki o anı tekrarlamaya heves eder; bir defa daha yaşamak istersiniz. Tekrarı sizi sıkmaz. Yaşam haline gelmiş, anı olmuş ve biraz da başarılmış şeyler saklıdır onun içinde. Amanoslara her gidiş ve çıkışta aslında o bahsettiğim anılara eklenmiş, onun 52

üzerinden vücut bulmuş anılar olmaktadır. İşte hayat bir yaşadığınız an, bir de geçmişte kalmış anılardan meydana geliyor. Somut bir coğrafyada olsanız bile içine daldığınız şey algınızda yer tutmuş anılar olmaktadır. Anılarınıza koşarsınız. Amanoslar demek, biraz da Önderlik demekti 2006 yılının baharında, Anakarargah tarafından Behdinan alanına çağrıldım. O zaman Kandil sahasındaydım. Önderliğin zehirlendiği zamandı. Bana ikinci uluslararası komplo gibi gelmişti. Birinci komploda çok zorlandım. Ama birinci komploda düşündüğüm şeylerin hepsi ihtimallerdi. İhtimal bile ufak bir umut verebilir. Bu umudumun olduğunu söylemiyorum ama en azından ne olacağını kestiremiyorsunuz. Esaret altına alınmış bir Önderliğiniz var ve siz gerillasınız. Savaş meydanındasınız. Sonsuz eylem yapma seçeneğiniz vardır. İlki çok zordu ama bu ikinci olay beni daha fazla etkiledi. Çok önceleri ihtimal olarak düşündüğünüz şey, gerçek halini alıyordu. Yerimde duramıyordum. Bütün anılarım Önderlik sahası üzerinden gelişmişti. Her defasında, ne zamanki Amanos’u düşünsem Önderlik aklıma geliyordu. Sahaya çok gitmiştim. Çoğu kez “artık bir daha bu eyalete gitmeyeceğim” derdim. Her sahaya gidişte aslında bu pratiğe bir son verme, başka bir alana gitme umudu taşırdım. Ama Önderlik ısrarla beni o eyalet için hazırlardı. Onun için benim açımdan Amanoslar demek, biraz da Önderlik demekti. 2006 Baharında, Amanoslar sanki beni çekiyordu. Beni Eylül 2014


Özgür Halk çeken şey o ilk halkaydı. Yani ilk anıydı. Önderlikle yoğrulmuş o anılarım, o baharda derinlemesine yoğunlaşmıştı. Düşmana verilen ateşkes süresi 18 Mayıs’ta bitiyordu. Aslında bizim açımızdan çoktan bitmişti. Ateşkes zamanında Önderliğimizi zehirlemeye çalışmışlardı. Mayıs sonrası savaşın boyutu da farklı olacaktı. Amanoslar, işte bu farklılığı hayata geçireceğim bir zemin olacaktı. “İlk neden sonu belirler” derler. Anıların da insan hayatından böyle garip çekim biçimleri vardır. İnsan anılarla anılsaydı, acaba kaç yaşında olurdu? İlkler bu şekilde ilginç enerjiler yaratırlar. Genç olduğumu hissediyordum. İlk anıya koşuş savaş azmimi de güçlendiriyordu. Savaşan şey aslında anılardı. Baharda Behdinan alanına geçtim. 2007 yazına kadar orada kaldım. Ateşkes süresi uzatılmıştı. Amanos gurubumuzun hazırlıkları tamamlanmış, gideceğimiz yere uzak bir bölgeden hareket edecektik. Bu gidiş benim açımdan her yönüyle farklı olmaktaydı. Aslında anılar farklıydı. Bendeki bu değişikliği yaratan şey o anılardı. Zaman yılları katlamıştı. İlklere izdüşümü yapmak, onlarla geçmişe gitmek bu sefer çok ağırdı. Yüreğim düşüncemin önüne geçiyor, koskoca bir zamanı bariyer haline getiriyordu. Anılar izdüşümü yapacak mıydı, ihtimaline kocaman değişikler sanki engel oluyordu. Ama yine de can havliyle o anıları dirileştirmeye çalışıyordum. Amanos’a giderken hep sahadan yol almıştık. Bu bana çok acı veriyordu. Çocuk değildim ama o anda çocukluğu her şeye yeğlerdim. Çocukluk dışında beni yaşamın acı gerçeğinden sıyıracak başka bir şey de bulamıyordum. Zamanı geri getirememek ağır olsa da, kendimi zamanın gerisine götürmeyi bir mutluluk olarak görüyordum. Farklı bir coğrafya ve zamanda geçmişe gidebilmenin anılar sayesinde olduğunu biliyordum. Farklı bir mekânda olmama rağmen, geçmiş zamanla uzun bir yol aldığımı söyleyebilirim. Şam, Halep ve oradan da Samandağı yolculukları geride kalmıştı. Yani sadece bir anıydı. Ama sanki o zamandayım ve yollardan yol alıyordum. Araziyi ve yolu en iyi tanıyan ben geçmiş zamanda yolculuk yapıyor, anılarım tümüyle o zamanla sınırlı kalıyordu. Bu zamanı o zamana taşırmak gerçekçi değildi; hele hele savaşta olup geçmişe gitmek riskliydi ama duEylül 2014

rumum böyleydi. Ne değişmişti acaba ne ile karşılaşacaktık, gibisinden sorularım pek fazla yoktu. Değişen şeyler vardı. Sınırlar çoğalmıştı. Eskiden sınır Hatay’la başlardı. Ama şimdi geçtiğimiz yerlerin hepsi birer sınır haline gelmişti. Velhasıl Amanoslara varmıştık. Zamanı hep geçmişle kıyaslardım. Amanos ayrı bir dünya. Sınırı geçtiğinizde bunu fark edersiniz. Arazi ve demografik yapı artık farklı hareket etmenize sebep olur. Orada ister istemez amacınızın ideolojik boyutları devreye girer. Bir taktik için mi yoksa hakların kardeşliği için mi mücadele ediyorsunuz gerçeği kendisini dayatır. Bunda netseniz iyi mücadele edersiniz. Orası bir düşman alanı mı yoksa halklar için bir köprü müdür? Soruları cevap ister. Bunları aşmıştım. Zaten sınır ve demografik yapı olmasa araziden yola çıkarak bu farkı yaşamazsınız. Biraz Kürdistanlı, biraz da Amanoslu olmuştum Coğrafya Kilis’ten sonra değişime başlar. Güney tarafından yani Efrîn coğrafyası ile benzerlikler var. Amanos’un düzlük yerleri ile Efrîn coğrafyası benzerdir. Dağlık alanın bitki örtüsü farklıdır. Denizin etkisi vardır. Dağ yapısının hem kayalık hem de toprak biçimi Kürdistanla aynıdır. Ama çam ağaçların bol oluşu büyük ihtimalle iklim yapısı ile ilgilidir. Çok nemli bir arazidir. İşte bu coğrafik yapı benim hayatımın yarısını oluşturmuştu. Bir şiirin yarısı gibi. Güzele ilişkin yapacağım bir tarif orası ile ilgili olur. Farklı görür, farklı duyumsarsınız. Havası çok sert değildir. Bu havaya karışan bir deniz kokusu vardır. Deniz kokusu boydan boya bütün bitki yapısına siner. Meltemleri çoktur ve Kürdistan’ın asi rüzgârlarıyla karşılaştırılamaz. Bu hava biçimi uzun zaman oralarda yaşayan insanların hayat tarzını etkileyebilir; çünkü benimkisi uzun bir zaman olmasa da bu farkı hissediyordum. Arazinin karşılaştırmasını ilk gelişimde fazla yapmamıştım. Bizim oraların da Amanoslara benzer yanları vardı. Kürdistan’ın diğer bölgelerini görmemiştim. Ama bu sefer her şey farklıydı. Kandil, Xınere ve Behdinan alanlarının hepsini görme imkanım olmuştu. Biraz Kürdistanlı, biraz da Amanoslu olmuştum. Arazide zorluk çekmiyordum. Araziyi tanıyor ve arkadaşların kalacağı yerleri ihtimal dahilinde 53


Özgür Halk tahmin ediyordum. Grupta ben olduğum zaman arkadaşlar genelde rahattı. Alanda belki de arazinin en derin yerlerini ben biliyordum. Ben de bu konuda çok rahattım. Behdinan grubuyla arkadaşlara ulaştıktan sonra, birkaç gün birlikte kaldık. Ondan sonra bir grup arkadaşla birlikte göreve gittik. Sanki her şeye yeni baştan başlıyor, ya da anılarımı tekrarlıyordum. Hemen hemen her şey aynıydı. Bazen bir ot tanesi bile on defa kuruyup tekrar yeşerse de sonuçta aynı yerde filizlenir. Onu hiç kimseye anlatmaz, buna pek de gerek duymazsınız fakat anınızda yerini tutar. O sizi başka bir zamana, başka bir anıya götürür. Kaç sene önce burada bir kopuş olayı yaşanmıştı. Olay Davut arkadaşın başından geçmiş, hepimiz onu aramaya çıkmıştık. Şimdi aynı yerdeyiz. Geçmiş anılarla haşir neşirken, bir köye yakın gelmiştik. Orayı geçmemiz gerekiyordu. Karanlık basıncaya kadar bekledik. Köyün çevresini iyice kontrol ettikten sonra harekete geçtik. Köye bir yol gidip hafif kavis çiziyordu. Kavisin kıvrıldığı noktayı tam göremiyorduk. Ben öndeydim. Kavisin başladığı yerde dikkatli yürümeye başlamıştım. Tam o esnada üç metre önümde elinde silah olan bir askerle karşılaştım. Ne ben durdum ne de o. Burun buruna geldik. Elimde M-16 silahı vardı. Türkçe konuşup,“arazide bizim dışımızda ne arıyorsunuz kim size talimat verdi?” dedim. “Az kala pusuya düşecektiniz. Arazide olduğumuzu size haber vermediler mi?” diye ekledim. “Siz kimsiniz?” diye cevap verdi. “Alan keşif timi biziz niye bizim haberimiz yok?” deyince elimi emniyete attım. Herhalde aynı anda bunu yaptık. Bizim arkadaşlar durumu hala anlamamıştı. Zaten ben askerden değil bizimkilerden çekiniyordum. İkimiz de atış menzilindeydik. Geçmişte böylesi olaylar genelde kazaya yol açmıştı. Gruptaki arkadaşlar viraja ulaşmadan önce işi bitirmem gerekiyordu. Durumu ben biliyordum. Asker hala net değildi. Nasıl böyle hızlı düşündüğümü kestirmek çok zor oluyor. Karşı karşıyayız. İnisiyatif bende ama aramızdaki mesafe çok kısa... Söze önce ben başlamıştım. Belki de onu durduran bu sözlerim olmuştu. Sözler silahtan daha hızlı olmuş, silaha davranmaya zaman bulamamıştım. Peki, bu oyunu nasıl sürdürecektim? Bilinmezlik şimşek hızında kafama çarpıyor, bu tiyatroyu bitirmenin yollarını arıyorum. Parmağımı tetiğe bas54

sam silah patlayacak mıydı? Silah patlamasa ne olacaktı? Peki ya mermilerin durumu neydi? Acaba namluya mermi sürmüş müydüm? Pek emin değildim. Emin olmamam gözlerimi ışık hızında askerin üzerinde gezdirmeme, başka seçenekler aramama neden oluyordu. Uzun boyluydu. Kilosu benimkinden daha fazlaydı. Tiyatroyu ben idare ediyordum. Onun düşman olduğunu bilirken, o benden pek emin değildi. Ama düşman olduğumu da bilmiyordu. Onunki bilinmezlik korkusuyken, benimki bir şans işiydi. Şanstan biraz kuşkum vardı ama geçmişte şanslı çıktığım şeyler olmuştu. Fakat bunun bedeli candı ve işi şansa bırakacak cinsten değildi. Ama ne yapabilirdim? Yumruklarımı uzun zamandır denememiştim. Kim kimi devirir soru işaretiydi. Bacaklarımız çok güçlüydü ama kollara tetik güveninden dolayı pek ihtiyaç duyulmamıştı. Fakat gelin görün ki, öyle bir mesafede karşı karşıya gelmişiz ki bu sorularımı kendime soruyorum. Tetiğin bir defalık şansı vardı. Mermi ve silah bakımı zamansız da olsa kendisini hatırlatıyordu. Ama ne de hızlı oluyordu. Birine tam cevap vermemişken, başka bir soru cevaplayamadığım soruyu kovalıyordu. Niye bu M-16’yı almıştım ki? Onun bazen tutukluk yaptığını biliyordum. Tutukluk yapsa, elim kopmuş değil ya mekanizmayı çeker namluya başka bir mermi sürerdim. Ne de olsa zaman vardı. Peki ya şimdi? Şimdi bunun zamanı var mı? Olmadığı belli. Tetiğe basma dışında hiçbir seçenek yoktu. Tetiğe basmalıydım. Silah patlamasa onun namlusu ile askerin eline vurur, sonra kılıç gibi kafasına çarpardım. O vakit zaman bulur namluya başka bir mermi sürerdim. O an ne düşünseniz o olur. Oyun ne kadar sürecekti. Askerler yetişirse fiziki bir hareket yapmamın olanağı da ortadan kalkar, risk durumu artardı. Oyun iki kişilikti. Sırat köprüsü ne ise durum ona benziyordu. Bir hata işin sonu anlamına gelecekti. Yılan ve kirpi meselesini duymuştum. Yılan ve kirpi karşı karşıya geldi mi, her birisinden diğerini oyunu bırakırsa diğeri onu ısırır. Yılanın zayıf noktası kuyruğu; kirpinin de arka ayakları olmaktadır. Karşı karşıya beklerler. Kim kaçsa işi biter. En hafif bir titreme hasmınızın değişiklik yaptığı anlamına gelir. Buna hazırlıklısınız. Titremeden daha hızlı olmak zorundasınız. Bu Eylül 2014


Özgür Halk anlamda askerden daha avantajlıydım. O hala Bu konuda biraz şaşkınlık yaşadığımı söyleyenet değildi. Ben onun her titreyişini bir saldırı bilirim. Bir saat kadar bekledim. Hala kimsenedeni sayabilirken, o bunu fark edemiyordu. den ses gelmiyordu. Biraz düşündükten sonra, Göze çarpan kaba bir hareket dışında kendi- arkadaşların noktaya geri gittiklerine ihtimal sini savunmaya almamıştı. Bunu değerlen- verdim. Noktaya doğru yürümeye başladım. dirmeliydim. Tetik parmağının kuvveti ile sol Yol biraz uzundu. Noktaya ulaştığımda kimseyi elimdeki kabza arasında bir denge kurmalıy- görmedim. Sanki bir şeyler tekerrür ediyordu. dım. En ufak bir orantısızlık durumu tersine Pratiğim boyunca arkadaşlardan kopmamışçevirebilirdi. Silahın tutuğum iki tarafı da aynı tım. Ruhlara inanmasam da zamanın tekerrür anda hareket etmeliydi. Tetik boşluğu sanki edeceğine bazen inanırım. Gündüz noktadan kalbimle birleşmişti. Aslında nabzımla ölçmüş- ayrılırken, hani bir ottan bahsetmiştim ya, O ot tüm. Boşluk kalbin bir nabız boşluğu kadardır. ufak bir ayrıntı olsa da, beni geçmiş bir anıya İğne çekicinin hareketini sanki hissediyordum. götürmüştü. Davut arkadaşın anlattığı kopuş İğne kapsüle değmek üzereydi ki tetiği birden hikayesi burada olmuştu. Kopuşlar yaşanırken çektim. İğne dışında bir ses gelmedi. Ama ses güzel bir anı sayılmazlar. Üzerinden bir zaman bile top sesinden daha fazla bir panik yarat- geçtiğinde anlatılır, belli bir anlam taşır. Ama mıştı. İkimizde iki metre geriye çekilmişbenim açımdan tam da bir kabus gibiydi. tik. Aslında savaşı kaybetmiştim. Noktadan uzaklaşmadım. AraziSilah patlamamıştı. Onun siyi tanıdığım için, arkadaşların lah namlusundan mermi hareket tarzını aşağı yuOrada ister beklerken, mekanizmakarı tahmin ediyordum. yı nasıl çekip namluya Büyük ihtimalle tedbir istemez amacınızın mermi verdiğime şaşıalmışlardı. Benim durıyorum. Benim namrumumu öğrenmek ideolojik boyutları devreye luya mermi sürmemisteyecekleri açıktı. girer. Bir taktik için mi yoksa le askerin tetiğe Şimdilik, yani o an basması aynı anda için noktayı bırakhalkların kardeşliği için mi olmuştu. Gözlerim mış olsalar da geri mücadele ediyorsunuz gerçeği dünyaya dair son geleceklerdi. Aynen ışığı görmek isteröyle oldu. kendisini dayatır. Bunda cesine silahın namlusuna kilitlenirken, Önderliğe ne yapılsa netseniz iyi mücadele derim sanki sertleşmiş bize yapılır edersiniz kendisini mermiye karşı Aradan uzun bir zaman savunmak istiyordu. Bedegeçmeden bir olay daha nimin yüzeyinde dolaşan bir yaşadık. Bana hala garip gelir. şey, ışık gibi başımdan ayakuçlarıma Amanoslara yol almamın bir nedeni kadar iniyor kendisini koruyordu. Gücüm sanki Önderliğin zehirlenmesiydi. Garip bir benzerlik içime işlemişti. Ama mermi gelmedi. Artık ra- oldu. Erzağımız bitmişti. Erzak temini için yol hattım. Tetiğe basıp askerin ayaklarından yu- kestik ve bir arabayı durdurduk. Her ihtimale karıya doğru tarama yaptım. Parmağımı çek- karşın bir kişiyi yanımızda bırakıp şoförü şehmedim. Şarjör bitene kadar ateş ettim. Asker re gönderdik. İş çok iyi gitti. Kısa bir zamanda devrilince, kendimi yolun kenarına attım. Asıl adam geri döndü. Erzağımızı alıp yola koyultehlike şimdi başlıyordu. İki atış ortasındaydım. duk. Akşamın geç saatlerinde noktaya vardık. İki tarafın da şaşkınla yapacağı herhangi bir Yatmadan önce bir şeyler atıştırmak istedik. şey, benim vurulmama sebep olabilirdi. Hem Kahvaltılık şeylerdi. Yemeğimizi yedik ve yattık. arkadaşların sesi, hem de asker sesi bir anda çıkmış iç içe girmişti. Silahlar patlamadan ara- Hiç kalkamazcasına, hep yatacağım gibi bir dan çıkmam gerekiyordu. İki taraftan da silah halim vardı. Sanki birileri beni bağlamış ya da sıkılmadı. Geri geri gitmek de tehlikeli olabilirdi. göğsüme basmıştı. Her şeyi yapmak istiyorum Eylül 2014

55


Özgür Halk

ama bir türlü hareket edemiyordum. İç organlarım da öyleydi. Sanki bütün organlarım ağzımdan çıkmak istiyor ama ağzım yokmuş gibi zorlanma yaşıyordum. Sanki bazı organlarım eksikti. Ama hangi organımın eksik olduğunu kestiremiyordum. Midem felaket ağrıyordu. Gözlerim sanki ezilmiş, dünyayı şekilsiz görüyordum. Dünyanın şeklini çıkartamıyor ama dünyanın böyle olmaması gerekir, kim bu hale getirmiş gibisinden düşüncemle beynimi ağrıtıyordum. Doğrusu, düşünmem mi beyni zorluyor yoksa beyin mi düşüncemi o hale getirmişti onu da bilmiyordum. Zaman ise durmuştu. Güneş sadece tenimize değen ışınlardan ibaretti. Herkes aynı haldeydi. Sanki yaşam buydu da, başka türlüsü bir hayaldi. Zor bela geceyi hatırlıyordum. Gece normaldik. Birden yüzüme soğuk bir şey yağdı. Adeta çarptı. Bir arkadaş gidip geliyordu. Önce sesini bile alamıyordum. Ama o hala üzerimize soğuk bir şey döküyordu. Suydu üzerimize dökülen. Ben birden kustum. İçimden ufak bir şey değil de sanki bedenim çıktı. Bedenimi ikiye bölünmüş gibi hissettim. Bizi zehirlemişlerdi. Erzak temini meselesini düşman çözmüştü. Bazı marketçileri ayarlayıp erzakın içine zehir koymuştu. Şoförün bir

56

günahı var mı yok mu, bilmiyorum ama erzakı o getirmişti. Yola yakın bir yerde yemek yemiş olsaydık şimdi hepimiz şehittik. Bir mermi bile sıkamazdık. Şans işte. Benim zehirlemem çok ağırdı. Alanda kalmam mümkün değildi. Gün geçtikçe eriyordum. Hala da üzerimde etkileri var. İnsanı veremden beter yapar. Durumum daha ciddileşince, beni güneye gönderdiler. İki yıl sonra ayrıldığım yerdeyim. Yani anıya başladığım yerdeyim. Hayatın insan yaşamında öylesi ilginç cilveleri olur. Garip olacak anlattıklarım ama zehirlenme beni biraz rahatlatmıştı. Düşüncemin yüzeyinde pek anlaşılmayan bu durum aslında çok derinlerde yaşadıklarımın dışa vurumuydu. Önderliğe ne yapılsa bize yapılır. Bu durum ruhsal bir hal almıştır. Nasıl anlatılması gerekir noktasında zorlansam da, yaşadıklarım ilginç bir duygu atmosferi yarattı. Garip bir bengi dönüşe benzemektedir. Kaç yıl önce buradan yola çıkmıştım. Çok ilginç bir şey ki, Önderliğin durumunu tartıştığım arkadaşlar, ilk gördüğüm arkadaşlar oldu. Zehirlenme olayını derinden hissetmek, canının fiziki bir parçasında yaşamak beni daha fazla yoğunlaştırdı. Keşke tekrar gidebilsem geldiğim yere.

Eylül 2014


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.