Özgür Halk Sayı 4

Page 1

Editörden

Kasım 2014

PKK, Ortadoğu Devriminin Öncüsüdür 27 Kasım 1978’de Amed’in Licê ilçesinin Fîs köyünde kurulan PKK(Partiya Karkerên Kurdistan) 36. mücadele yılında büyük bir zamanı ve kadim bir halkı değiştirdi. Kürdistan halkının 28 ayaklanmasının ağır mağlubiyet ve soykırımla bastırıldığı Kürt gerçekliği adına, siyasal ve askeri mücadele etmek bir yana, hiç kimsenin adını bile anmadığı ve Kürt olmaktan utanarak kaçtığı gerçekliği anımsandığında PKK’nin korkuya ve sinmişliğe dair tüm sömürgeci zincirleri kırdığı görülmüştür. Faşist sömürgeciliğin “Hayali Kürdistan Ağrı dağında meftundur” diyerek bitirdiğini sandığı Kürdistan gerçekliği, 27 Kasım 1978 ile birlikte Kürdistan Devrimcilerinin çağdaş öncülüğü PKK tarafından tarihi bir yanıtla karşılanacaktır. Artık PKK ile, Kürt halkının sömürgeci zorbalığın “toprağa gömerek üzerine beton döktük” dediği özgürlük hayali gerçekleşmeye başlayacak, devrimin bir hayal değil; zindanlarda, dağlarda ve halkın olduğu her yerde serpilip gelişen büyük bir canlanışa yol açacaktır.

le PKK’yi silahsızlandırarak teslim alıp tasfiye etmeyi hesaplamaktadır. AKP devleti oyalama taktiğinin sonuç alacağını düşünse de Kürt Halk Önderi bu tehlikeli gidişata dikkat çekerek; demokratik çözüm gelişmediği takdirde darbe mekaniğinin hızla hayata geçirilmesine ciddi bir zemin sunacağını birçok kez hatırlattı. Aslında geçen bu süreçte AKP devleti bu tehlikeyi çok derinden hissetse de halen küçük oyunlarla Ortadoğu ve dünyada kaybettiği prestiji seçimlerde kazanarak gidermeye çalışmaktadır. Ancak, Kürt Halk Önderliğinin son görüşmede ortaya koyduğu Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı, hükümete artık kaçacak yer bırakmamakta, yasal adımlar atılmadığı taktirde kaos-darbe mekaniğinin devreye gireceği uyarısını yaparak, bunun en başta hükümete kaybettireceğini belirtmiştir. Ancak diğer yandan Kürt Halk Önderi Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’nı sadece hükümete sunmamış, bu taslağın hayata geçirilmesini en başta da kadroların ve özgürlük için mücadele eden halkımızın önüne koymuştur. Dolayısıyla müzakere süreci mücadelesizlik süreci değil; süreç, kazanma ve onun için her zamankinden daha fazla mücadeleyi yükselterek zafere taşıma sürecidir. Bu rol hakkıyla yerine getirildiğinde Önderliğimizin belirttiği gibi “bu programa dünyanın hiçbir faşist barajı dayanamaz.” Her zamankinden daha çok PKK’nin kurucu, inşacı ruhuyla akademik kadrolar rolünü oynadığında böylesine fedakâr bir halkla Bakurê Kurdistan’ı Kobanêleştirebileceğimiz gibi, Önderliğimizi de özgürleştirmekten hiçbir güç bizi alıkoyamaz! Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün on milyonlarca insan tarafından talep edildiği bugün, Kürtlerin önderlikleriyle birlikte özgürlüğe en yakın olduğu bir dönemdir.

Kürdistan ve Ortadoğu halklarının öncü partisi PKK’nin 36. kuruluş yılında Hakilerden, Kemallerden ve Mazlumlardan devralınan özgürlük, devrim ve sosyalizm bayrağı Kobanê’de dalgalandırılarak halklara özgürlük umudu olmuştur. Kürt Özgürlük güçlerinin Kobanê kuşatmasını büyük bir direnişle kırmaları ve devrimci halk savaşıyla dünyanın gözleri önünde ortaya koyduğu iradenin ardından, Kürdistan ve Ortadoğu devrimine her zamankinden daha fazla yaklaştığımız inancı kesinleşmiştir. Tarihte büyük insanlık devrimleri ve toplumsal çıkışlar; insanlığı kemiren hegemonik yapılara karşı halkların büyük ve haklı yürüyüşünü ve toplumsallığın, sınıflı-devletçi zorbalık karşısındaki iradi zaferini göstermiştir. Denilebilir ki halklar her dönemde, en zifiri karanlıkların şafağında yeni bir dönem açmış, oluşturdukları devrimlerle yeni bir yaşam inşa etmişlerdir. Çağımızda bu yeni dönemin ve özgür yaşam ısrarının adı Kürdistan devrimi ve onun partisi PKK’dir.

PKK’nin 37. mücadele yılında dört parça Kürdistan’ın Demokratik Ulus perspektifiyle ulus-devlet sömürgeciliğini aşarak, tarihte ilk defa özgürleşmeye doğru yürüdüğü ve tüm ezilenlerin, ilerici insanlığın, PKK’yi tüm halkların umudu olarak değerlendirdiği günümüzde enternasyonal bir başarı ve kazanım olmaktadır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı demokratik müzakere sürecini AKP devleti tıpkı kendisinden önceki onlarca Türk hükümeti gibi Kürt halkının özgürlük umudunu boğmak ve özgürlük hareketi PKK’yi, cephede olamıyorsa komplolarla tasfiye etme fırsatı olarak kullanmak istemektedir. Bir yandan Rojava’da gelişen demokratik halk devrimine engel olmak, ortadan kaldırmak, diğer yandan da müzakere sürecinde tek bir adım bile atmadan oyalama taktiğiyle seçim sürecine partisini hazırlamak ve buradan aldığı güç-

Bu temelde partimiz PKK’nin kan, acı ve büyük bedellerle dolu 36. Mücadele yılında Kürdistan devrimini toplumsal örgütlenme ile her alanda inşa görevlerini tam anlamıyla zafere taşımak, tarihi bir aşama olarak önümüzde durmaktadır. 27 Kasım 1978’de partileşen Kürdistan Devriminin 37. yılı Özgür Önderlik ve Özgür Kürdistan sorumluluğu kadronun en temel görevi olmaktadır.

1


Özgür Halk

Kasım 2014

Savaşta Zafer, Yaşamda Özgürlük Abdullah Öcalan

len “en benim” diyenlerin bile onu gerçekleştirmek için bir türlü gerekli kesin adımı atamadığı bir ortamda bir umut savaşı söz konusudur, sürüp gidiyor. Herkesin bir türküsü vardır, bizim de türkümüz budur. Herkesin bir şarkısı bir ezgisi vardır. O havaya kendini kaptırır yaşar gider, bizim de türkümüzün adı böyledir ve giderek süreklileşiyor, derinleşiyor, dinliyor, dinletiyor, sürüp gidiyor. Trajik olduğu kadar komik, acı olduğu kadar zevkli, yaşattığı kadar bitiren bir yaşam türküsü oluyor.

Partimizin Komutan, savaşçı ve tüm çalışanları, Parti Merkez Okulunun değerli öğrencileri; Partimiz PKK’nin 20. yaş yılı hepinize kutlu olsun! PKK’nin 20. yılında savaşta zafer, yaşamda özgürlük rüzgârı, her zamankinden daha güçlü esiyor. Her alanda ve tüm görevlerde savaşan tüm Partililer ve ARGK savaşçıları! İnsanlığın temel değerlerinin olduğu kadar ulusal ve toplumsal gerçekliğin neredeyse pamuk ipliğine benzer zayıflıkları ortamında, son bir umutla bugün bayrağı altında savaştığımız, PKK’lileşmeye doğru adım attığımızda düşündüğümüz sadece “eğer insan isek, eğer bunun gerekli saygısına biraz sahip isek gerisi ne olursa olsun bu adımı da attık ya” dercesine, dün gibi hatırlıyorum ki biz bu adımı atmaya cesaret etmiştik. Bugün bu adımın, ülkemizin en güçlü savaş ve yaşam adımı olduğuna hiç kuşku yok, bunu bütün düşman ve bütün dostlar biliyor. Her yıl ve hatta her ay bu gerçeği çözmeye çalışıyorum: Neydik, ne olmak istiyoruz? Nereden geldik nereye gidiyoruz? Yaşamın ve savaşımın neresinden çıktık nereye doğru gidiyoruz’. Bin defa da tekrarlansa, halen kendimize sormadan nefes bile alıp veremediğimiz gerçekliğimiz bu. Tabi ki cevaplarla kesinleşmeyinceye kadar ha bire sorulacaktır. Adı bir parti ama tepeden tırnağa yeni bir yaşam. Ve hatta yaşamdan da öte; çoktan kaybedilmiş, gerekçesi kalmamış, amacı kalmamış, gücü kuvveti kalmamış, anısı bile belleklerden tamamen silinmiş ha-

PKK denilen olayı bu anlamda herhangi genel bazı doğrulara göre bir siyasal parti, bir ideolojik siyasi çizgi anlamında kendini yürüten bir siyasal kuvvet, askeri bir kuvvet olarak görmek çok yüzeysel bir yaklaşımdır. Belki de bunlar işin biçim kısımları, koruyucu kabuklardır. Öz çok daha belirleyici oluyor veya öze ulaşmak öncelikli ve gerekli olandır. Bırakalım öze ulaşmayı, bu kaba çizgi olayında bile asgari doğrularda ısrar, anlam verme ile çelişkileriniz çok açık, ölür müsünüz yaşar mısınız bu çizgide, kesin değil. Kararınız ölüm kararı mı, yaşam kararı mı? Bu da kesin değil. Biz bir karar geliştirmek istedik baştan beri; olacaksa bir yaşam, insanların onuruna göre olmak, özgürce olmak ya da hiç olmamak. Bu iddiamı, bu tezimi ben halen sürdürüyorum ve çok iyi biliyorum ki bu benim için olduğu kadar, tüm toplum ve hatta insanlığın temel ideallerine göre davranmak isteyen herkes için olursa olurdur. Olmazsa onuruyla, olmazsa asgari gerekli olan şartlarıyla, varsın hiç olmasın. PKK olayında karar böyledir.

2


Özgür Halk

Kasım 2014

PKK olayında karara ulaşmak sandığınızın aksine öyle şah ordularının, burjuva ordularının sert tarzını biz size kolay değil, çoğunuzun gerçekleştirdiğini söyleyeme- uygulamıyoruz. Uygulamayacağız. Ama bu demek deyiz. Gerçek öze göre nasıl bir insana, nasıl bir insan ğildir ki tarzda şiddet yok, tarzda yoğunluk yok, tarzda yaşamına dair karar sizde verilmemiştir. Verilen yanlış- biçim yok. Fazlasıyla var. Bu özgürlük temelinde, gölıklarla doludur veya çok gevşektir. Kesinlikten uzaktır nüllülük temelindedir. Başka türlüsünü ideolojimiz geve bu PKK savaşımında her tür trajik, hiç beklenme- reği, yaratmak istediğimiz dünyamız gereği yapmayız. dik tüm kayıpların nedenidir. Eğer tarih karşısındaki sorumluluğumuzla biraz gerekeni yapmasaydık, bütün Şimdi bu yıldönümü vesilesiyle daha somut söylersek; bu yetmezliklerinizin sizi çok kısa bir sürede veya bir 20. yıl demek, bir çocuk doğarsa bile yirmi yaşına gelolası düşman hamlesinde bile yerle bir ettiğine, hatta diğinde parti kurabilir, ordu kurabilir, savaşı da zafere kendi geriliklerinizin sınırlı bir etkisi altında sizi her an götürebilir, öyle bir yaştır. İnsanlar için bu böyle olduğu bitirdiğine tanığız, bunu yaşıyorsunuz. Peki, ne olacak? gibi, örgütler için de, ordular için de bu böyledir. Yani PKK kararlılığı PKK’nin gerçekliğine göre nasıl verile- bir savaşı, hele çağdaş bir halk savaşını başarıya göcek, bunu ortaya koymaya çalışıyorum. Bu 20. yıl da türebilmek için yirmi yıl fazladır. Örneğin Çin savaşıesas itibariyle doğru bir PKK karar yılıdır. Bunun için na bakın, yirmi yıldan azdır o büyük Çin halk savaşı. var mı sizin kendinize saygınız, var mı ciddiyetiniz, Vietnam savaşına bakın, yirmi yıldan çok azdır, on yıl var mı bir gücünüz, her şeyden önce karar gücünüz? içindedir hazırlanışı ve sonuçlanışı. Türk milli kurtuluş Çünkü bu karar en çetrefilli bir siyasi karardır, en savaşına bakın, bir buçuk yıldır. Bütün Afrika’daamansız bir savaş kararıdır, en görkemli ki savaşlara bakin, beş-on yıldır. Küba’ya bir özgür yaşam kararıdır. Sizde var mı bakın, yine iki yıldır. Bazıları bir ayakEğer bunlar? Tutarlı mısınız, ikiyüzlülükten lanmayla kazanılmıştır. Ekim devriÖzgürlük tanımı vazgeçmeye var mısınız, kendinizi mine bakın, bir-iki ayaklanmayla ve ona bağlanmak kandırmaktan vazgeçmeye var kazanılmıştır. I. Büyük dünya samısınız? Başarı tarzına göre, güvaşı dört yıl sürmüştür, II. Büyük doğruca yapılmışsa, zel tarzına göre karara var mıdünya savaşı beş yıl sürmüştür. herhalde bütün geri insanlık sınız? Kendini kandırmadan ve Kaybeden kaybetmiştir, kazabir yana o tek özgürlük gerçekten “olacaksa yaşam bu nan kazanmıştır. Bir de kazankişiliği bir yana, kazanacak karara göre olacak” diyecek kamayanlar vardır, bazı kazanılolan o büyük dar emin misiniz? Bir şey daha mayan savaşlar vardır. Bunlar özgürlük adına olandır. belirtelim; bu kararda zorlama sürüncemede kalan savaşlardır. Buna olamaz, yalvarma hele hiç olaİşte Filistin-İsrail savaşı, işte Gümaz. Bütün şehitler adına da ant ney Kürdistan’daki savaş çözüminanıyorum. içiyoruz ki; bu kararın yoğunca yaşasüz, sürüncemede kalan savaşlardır. dığınız bireycilikle, çok küçük amaçlarla Bunun gibi birçok sürüncemede kalmış, ve hele her adımda neredeyse bir parçanın denge durumunda veya düşmanı tarafından kaybedildiği gerçekliğinizle hiç mi hiç bağlantısı yenilgiye uğratılmış savaşlar vardır. Daha doğrusu olamaz. Bu kararı doğru tanımalı, mümkünse doğru haklı olanın, haksız olanın birbirlerine karşıtlıklarını vermelisiniz. Bu kararda aldanmak, aldatmak, herhal- ifade eden savaşlarda, ister yenen adına, ister yenide daha sonraki bütün kaybediş süreçlerinin esasıdır. len adına, süreci, çağdaş anlamda bir yıldan yirmi yıla kadardır, tarihte de sanırım ağırlıklı olarak bu böyledir. Başından beri, çıkışımı hatırladığımda, kimselere gü- Sürüncemede kalanların ise şöyle bir özelliği vardır: vendiğim için değil güvenmediğim için başladım ken- Yenişemezler geri çekilirler veya tıkanır, çürür öyle dimle; kabul ettiğim için değil reddettiğim için başladım; gider. Artık onun adı da anılmaz olur. Şimdi bu gerdayanak bulduğum için değil tek başına kaldığım için çekler temelinde kendi savaşımıza bir anlam verelim. yine başladım ve bunda ısrarlıyım, devam ediyorum. Bu umudun, gerçeklik ne kadar ona ters de olsa; güzel- Bizim savaşın, PKK’nin resmi ilan edilişinin bir önceliğin, yine çirkinlik ne kadar yaygın olsa ve ona hiç şans si de vardır. Benim savaşımımı sorarsanız, ben kendivermese de; doğrular, çoktan yitirilmiş, yanlışlıklar diz mi tanıdığımdan beri siyasi olarak savaştım. Yani en boyu da olsa, “bütün bunlara inat” dedim “olacak bu iş, az kırk yıla kadar giden bir mazisi vardır. Yalnız sizin adım atacağım”. Neden? Eğer Özgürlük tanımı ve ona resmen tanıdığınıza veya PKK adı altında yapılanlara bağlanmak doğruca yapılmışsa, herhalde bütün geri in- bakarsak 25. yılına girişi var. Grup olarak bir ideolojik sanlık bir yana o tek özgürlük kişiliği bir yana, kazanacak savaş da savaştır. Ama derseniz “resmen ilan edilmiş olan o büyük özgürlük adına olandır. Buna inanıyorum. olarak”, haydi 20. yılına girdi dersek, şimdi bu savaşın aslında ya kaybedilmesi gerekiyordu ya kazanılması! Savaşta zafer, yaşamda özgürlük imkânları artıyor. Neden ne tam kaybettik ne tam kazandık? KaybetmeBunu anlamaya çalışın. Bununla biraz kendinizi büyüt- nin de eli kulağındadır, kazanmanın da. Hangi nedenmeye çalışın. Bu tek çıkar yol. Belki sizin anladığınız ler bunu bu hale getirdi? Çünkü bu tehlikeli bir haldir. dille, yani bütün o tarih boyunca köle ordularının, padi- Yirmi yılın içinde mutlaka ya yenilerek ya kazanılarak

3


Özgür Halk halledilmesi gereken bir olay, şimdi kritik bir aşamada. En çarpıcı soru budur şimdi. Bu soruya hiç olmazsa bu yirmi yılın tecrübesine dayanarak doğru bir cevabı vermeniz gerekir. Yenilgi adınaysa doğru vermeniz gerekir, kazanma adınaysa da doğru vermeniz gerekir. Uzatma olmaz, bütün savaş bilimine terstir. O halde bunun tehlikesini anlamak kadar şüphesiz biz kazanmaktan yana adımlar atacağız kazanmanın bu ertelenmiş, bu gecikmiş halini nasıl yakalayacağız? Bu çok önemli bir sorudur ve cevabı vermelisiniz. Demek ilk adımda bile doğrulara sonuna kadar kesin bağlanma ve uygulama, onun dili ve onun eylemi olma, yanlışlıklara sonuna kadar karşı çıkma, onun da dili ve eylemi; örgüt dili ve eylemi olma bir an bile ertelenemez.

Kasım 2014

başına en pahalıya patlayacak bir alan haline getirmeye götürebilir. Bunun için gerekli olan gerilla nasıl bir parti kişiliğiyle, nasıl bir gerilla militan kişiliğiyle, nasıl bir taktik ustalığıyla olacak? Baştan aşağı yaratma eylemi, yaratma kişiliğiyle gidilirse bu gerillaya, en çarpıcı sonuçları da gerilla savaşı alacak, yalnız Kürdistan’da değil giderek Ortadoğu halklarının tüm umudu olarak özgürlüklere özgürlük katacak, kurtuluşa götürecektir.

Parti’nin 20. yılı bu anlamda ne kadar içinde ve dışında dayatma da olsa, hatta görülmemiş gaflet, ihanetler kol da gezse, halkın mutlak hakkı olan özgür yaşam iradesini kesinleştirmiştir. O çok büyük şahadetler ordusunu her birisi bir insanlık abidesi ifadesine sahiptir. Pratikte de doğru çalışma tarzında, ne kadar içte ve dışta enPKK’nin savaş diyalektiğinde iki şey söylenir: Savaş- gelleyen de olsa onları da boşa çıkaracak kadar kentın başardın yaşayabilirsin; savaştın başarmadan öl- dini dimdik ayakta tutarak yürütün. En başta kendim, dün, şerefli ölürsün. Bunun üçüncü orta yolu yoktur. bu kadar değerlerin oluşumundan ve yöneltilmesinden pay sahibi, paylaşım sahibi, oluşturma ve yürütme saBu anlamda diyorum ki, 20. yıl her zamankinden daha hibi olarak, yaratmak şurada kalsın eğer iğne ucu kadar fazla savaşta zafere, yaşamda özgürlüğe yakatkısı olacaksa, sonuna kadar canı gönülden “buyurkın yıldır. Boşuna konuşmuyorum. Ve sun katılsın” derim, ama hakkı olmadan iğne ucu hiç 20. yılda neredeyiz biçiminde kadar da olsa “bir değer çalacağım” diyorsa, ayrıntıları dile getirmek istemibelki her yerde yapabilir ama burada yapayorum. Bu yıllarda biz ulusmayacağını bilerek “gelsin katılsın” derim. lararası zemine de daha Buna hem sahiplik edecek göz, hem Gerçek ve fazla oturduk. Düşmanın yürek, hem de akıl derinliği vardır. Şimkutsal PKK kişiliği, diplomasisinin o çılgınca diye kadar buna nasıl sahiplik edildiözellikle şehitlerimizin bütün savaşımlarını, bizi ğini gördünüz herhalde. Bu, büyük anısı temelinde daraltmayı, bizi böyle butecrübelere dayanarak bundan sonra ralarda da yaşanamaz daha fazlasını göreceksiniz. O halde bizde ifadesini bulacaktır kılmayı boşa çıkardık. Bizi sonuna kadar katkıya “evet” dercesive bu da kesin zafer kitlelere ulaştırmamak için ne katılmak kadar, bu çalıp-çırpmaya, olacaktır. o kitlelere dayattığı katliamhakkını vermeden yaşamaya da sonuları, faili meçhulleri, bütün na kadar “hayır” diyebilmelisiniz artık bu o köyleri kentleri boşaltmayı, Önderlik gerçeği karşısında. Bu kendinimilyonlarcasını sürgün etmeyi ze yapabileceğiniz en büyük iyilik. Partileşve böylece onları teslim etmeyi de meye böyle giderseniz kesin kazanırsınız. Bübu yıllarda boşa çıkardık. Halkımızın her yüklükten korkmayın. Ordulaşmaya adım atarsanız, ne kadar örgütlü olmasa da siyasal cephesi sağlamdır. kesin, bu gerçekle bağlantılı olanlar onda da kazanıBir halk savaşı için ne gerekiyorsa onu verecek kadar mı göreceklerdir. Komuta büyüklüğüne ulaşacaklardır. güçlüdür. Bunu gösterdik. Düşman ne kadar marjinalleştirme çabalarının içinde de olsa, gerillayı bütün ülke Dostlarımız için de bu böyledir, onları yanıltmadığıiçinde yayarak, Güney Kürdistan’dan tutalım Karade- mıza inanıyoruz. İnsanlık dostlarımız, bundan sonra niz’e kadar, Toroslar’a kadar açık hale getirdik. Sağlam daha fazla onlar da; işte “sonu geldi” denilen sosyagerilla çekirdeklerinin Ortadoğu’da en iddialı bir halk lizmin en çarpıcı ifadesi olmak kadar, o çok böbürlesavaşımını mümkün kılabilmesi için ne gerekiyorsa nen kendisini sonsuz kuvvet kudret sahibi sanan emonu da sağlam kılabilmek. Burada yanlış olanı ortaya peryalizme karşı da nasıl dimdik ayakta durduğumuzu koyduk, zaferden alıkoyanı ortaya koyduk. Doğrularla ve bu halimizle bile onu ne kadar zora düşürdüğümüo mevzileri objektif zeminleri birleştirin göreceksiniz ki zü, daha fazla neler yapabileceğimizi göreceklerdir. düşman o çok yüklendiği askeri yönteminde, “askeri olarak sonuç alırım” dediği noktada en büyük yenilgi- O çağı çoktan bitmiş sömürgeciliğin, ondan daha öteyi de yaşayacaktır. Diplomasiden siyasete, kitle boyu- si insanın artık kitabında olmaması gereken bu vahtunda iflas etmiş kendi ekonomik politikalarını askeri şeti, bu faşizmin daniskasını dayatanlara da sizi kenalanda da daha tehlikeli bir biçimde yaşadığı gibi, bu di kendine çözdürüyor. Israr ederseniz, belki de bu yenilgiye doğru da daha hızla bu yılda, bu önümüz- hale getirdiğiniz halkımızda, harap ettiğiniz ülkemizde deki yıllarda da gidebilir. İki binli yıllara doğru gidişte daha fazla sizler kaybolacaksınız. Önümüzdeki savaş daralttığı gibi çok güvendiği askeri alanı da belki de yılında ve yıllarında kesinlikle başınızda patlayacaktır.

4


Özgür Halk Onlara da söyleyebileceğimiz; biz savaş tutkunu değiliz, özgürlük istediği için mucizevi bir biçimde bunu gerçekleştirdiğimiz gibi, bunu ısrarla bizden alıkoymak isteyenlere, özgür yaşam hakkımıza kastedenlere, bundan sonra daha amansız savaşları dayatmaktan geri durmayacağımız, bunu geliştirmekten alıkonulamayacağımız gibi, zaferini de kesinleştirmekten bizi alıkoyamazlar. Bu da anlaşılırdır, gerçek bu işte. Bu kör, kirli özel savaşta ısrar edeceklerine; bizim derin insanlığa bağlı, herkese eşitlik, özgürlük temelinde halkların ve bireylerin hak ve hukuklarına bağlı olmamızdan cesaret alarak, doğurdukları çıkmazda tümüyle kaybetmemek için de, mümkünse şiddet ortamından siyasal ortama çekilerek de bu şansı denesinler kendileri için. Daha fazla gelişmeyi önümüzdeki yılda, yıllarda dosta da düşmana da göstermekten geri durmayacağız.

Kasım 2014

sonuna kadar yüksek ve keskin azim ve iradeyle yüklenmeye, gereken doğru bakış açısı kadar pratik çabalarını esirgemeksizin, çok ölçülü adımlarla olmak kadar bazen en keskin ve gerekiyorsa gözü kara yüklenimlere kadar, her tür tutuma kendinizi hazır kılarak ve buna göre bir hazırlığın sahibi olarak katılmaya çağırıyorum. Bu 20. yıl tarzının gerçekten bu anlamda, her zamankinden daha fazla savaşta zafer, yaşamda da özgürlük olduğunu söylüyorum. Bu mükemmel bir şans, bu şansa en ısrarlıca sarılmak kadar başarı için de mutlaka doğrulara gerçekten bir yaratıcılıkla yüklenmeye, her anını bir doğru çalışma tarzı belleyerek katılmaya, bu şansı bir şans olmaktan çıkarıp bir yaşam, bir kader haline getirmeye çağırıyorum. Artık buna kendinizi layık görmeye, hem de bunun yılmaz bir savunucusu, gönülden olduğu kadar keskin bir disiplinle temsil yeteneğinde olduğunuzu kanıtlamaya çağırıyorum. Eğer tüm bunlar doğruysa diyorum ki; daha şimdiden Partimizin 20. savaş yılı başarılarla ve belki de nihai başarıya yakın, zaferle dolu bir yıl olacaktır, kaybedilenler kazanılacaktır. Gerçek ve kutsal PKK kişiliği, özellikle şehitlerimizin anısı temelinde bizde ifadesini bulacaktır ve bu da kesin zafer olacaktır.

İşte gerçekten amansız bir maraton koşusu da olsa, hem de çok önemli bu savaşım yıllarını böyle buraya kadar getirdik ve bir yılına daha girmeye hazırlanıyoruz. Gördüğünüz gibi yorulma şurada kalsın, daha fazla bu maratonu koşmak ve hem de bir final yılı heyecanıyla savaşı bitirmek için de hazırız. Sağlam kalmışız, düşmemişiz, final adımlarını getirecek kadar kendimize hakimiz.

Hepinizi bu temelde, bütün bu olup bitenleri gerektiğinde sonuna kadar anlayarak, sonuna kadar kendinize gerekli olduğu kadar, sonuçlarını çıkararak, bilincinize ve yüreğinize kazıyarak, düşmana müthiş bir savaşı da dayatmak kadar kaybettiğimiz halkımızı, hatta dostlarımızı daha fazla kazanarak ve en başta Partimizin içini doğru ilkeleri ve esasları temelinde yeniden kurarak, bütün taktik planlarımıza bu ana karar temelinde yaklaşım göstererek, “varsa başarı ben varım, yoksa başarı ben yokum” diyerek, kendinizi mutlaka devrime mal etmeli ve mutlaka kazanmalısınız!

Bu temelde hepinize bir kez daha belirtiyorum; geçmişiniz ne kadar umutsuzluk vaat etse de, istediğinizi tutturamadıysanız bile, bizim bu savaş yılımızın anlamlı değerlendirmelerine ve doğru karar tarzına, adeta intikam alırcasına, yetmez ve yanlışlıklarınızla savaşma sözü kadar, başarı doğrularına da yine kendi katılım ve katkılarınızı sergilerseniz, sadece affedilmek, ıslah olmak değil, çok önemli başarıların ve soylu kişiliklerin sahibi, dolayısıyla zaferin ve özgür yaşamın da ifadesi olabilirsiniz. Başta siz tüm Partilileri ve ARGK savaşçılarını, tüm halkımızın cephe çalışanlarını; her alanda ve her görevde, en sıradan görevden tutalım en stratejik hayati görevlerine kadar, bu tutumla sonuna kadar güvenle,

Parti Önderliği 27 Kasım 1997

5


Özgür Halk

Kasım 2014

Gerçek Süreç Kerim Nuda

kısmi desteğine dayalı olarak Kobanê’deki askeri dengede belli bir değişikliğin ortaya çıktığı anlaşılıyor. Artık faşist IŞİD saldırıları ve ilerlemesi durdurulmuşa benziyor. İlerleme sırası şimdi Kobanê Direniş Güçlerinde.

Bir “Çözüm süreci” tartışması tutturulmuş gidiyor. Neyin çözülmek istendiği bile hala tam net değil. Herkes çözülmek isteneni kendine göre anlıyor. Hatta bazen çözüm kelimesi de kaldırılarak sadece süreç kavramı etrafında tartışılıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a göre üzerinde tartışılan “Demokratik açılım süreci” veya “Milli birlik ve kardeşlik süreci” oluyor. Bu kavramları Başbakan Ahmet Davutoğlu da sıkça kullanıyor.

Fakat yeniden kuşatmaya giren Şengal’de belli bir zorlanmanın yaşanmakta olduğu açığa çıkıyor. Gerillanın Merkez Karargah Komutanlığı’ndan yapılan açıklamalar bu gerçeği doğruluyor. Özellikle bastıran kış nedeniyle Şengal Dağı’nda zorlanan on bini aşkın halk kitlesine mutlaka yardım edilmesi gerekiyor.

Buna rağmen, sözü edilen süreç üzerine AKP-HDP heyetleri arasında bir dizi görüşmeler yapılıyor. Her görüşme ardından “İyi geçti” açıklaması yapılınca, herkes de gerçekten “Çözüm sürecinde ilerleme olduğunu” sanıyor. Buna bir de TV ekranlarındaki tabansız tartışmalar eklenince, neredeyse her gün başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin tüm sorunları çözüme kavuşturuluyor. Ne yazık ki, ertesi gün aynı sorunlar yeniden tartışma gündemine gelmesine rağmen, yine de izleyici kitlesi bulduğu görülüyor.

Kobanê ve Şengal savaşlarında ABD ve Irak yönetimlerinin Kürt güçleriyle aynı pratik cephede hareket etmesinin AKP Hükümetini ciddi bir biçimde ürküttüğü anlaşılıyor. Bunun içindir ki, Başbakan Ahmet Davutoğlu hemen Bağdat yolunu tutarken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da ABD Başkan Yardımcısı ile Ankara’da görüşme yapmayı tercih ediyor. Bu görüşmelerde konuşulan temel konunun PKK meselesi olduğunu artık herkes biliyor.

Diğer yandan, IŞİD faşizmine karşı Kobanê ve Şengal merkezli Kürt direnişi devam ediyor. YPG-YPJ güçlerinin savaş tarzında değişiklik yapması temelinde ve koalisyon güçleri ile Güney Kürdistan Pêşmerge kuvvetlerinin

Geçen Kasım ayının Kürtler ve bölge halkları açısından yoğun bir mücadele temelinde yaşandığı

6


Özgür Halk herkesçe kabul ediliyor. Aya “1 Kasım Dünya Kobanê Günü” eylemleriyle giren Kürtler, aynı ayı “Kadına yönelik şiddete karşı mücadele” ve PKK’nin 36. Kuruluş Yıldönümünü kutlama etkinlikleriyle kapatıyor. Kürt halkının bu denli hareketli olması ve kitlesel direniş yürütmesi tüm halklar ve kesimler için ciddi bir örnek oluşturuyor.

Kasım 2014

keri mücadeleyle çözülebilecektir. Bu nedenle, başta Kobanê olmak üzere tüm Kürt direnişlerinin başarı kazanması ve sağlam bir savunma sistemi yaratması zorunludur. Kürt halkına yüzyıldır dayatılan soykırım ve Kürt sorununun durumu dikkate alınırsa, gerçek çözümün ancak Kürt toplumunun ciddi bir öz savunma gücüne sahip olmasıyla gerçekleşebileceği açıkça görülür. Kobanê direnişinin de bu doğrultuda ilerlediği gözlenmektedir. Yaklaşık iki buçuk aya yayılan direniş daha şimdiden çok önemli siyasal gelişmeler yaratmış olmakla birlikte, Kasım ayında gerçekleşen yeniliklerle direnişin askeri zafer yolunda ilerlediği de görülen bir gerçek olmaktadır. Askeri bakımdan Ekim ayında zorlanan direniş, Kasım ayında dengeyi kendi lehine değiştirmeyi başarmıştır.

Kobanê’de askeri zafere doğru Tarihi Kobanê direnişi kendi çapından büyük siyasal gelişmeler yaratmayı daha şimdiden başarmış durumda. Ekim ayında tüm parçalardaki ve yurt dışındaki Kürtleri ayağa kaldırdı. 1 Kasım Dünya Kobanê Günü ile de tüm insanlığı ayağa kaldırmayı gerçekleştirdi. Böylece dünya çapında faşizme karşı bir demokrasi cephesi yaratmayı başararak siyasal hedefinin zirvesine ulaştı.

Kasım ayı boyunca söz konusu bu siyasal geKasım başından itibaren faşist IŞİD saldılişmelerin nasıl değerlendirileceği ve kalıcı rılarının kırıldığı, IŞİD’in ilerlemesinin kılınacağı tartışılıyor. Söz konusu tardurdurulduğu ve YPG-YPJ güçletışmalar arasında geçen yıl yarıda rinin geliştirdiği taktik saldırılarkalan Kürt Ulusal Kongresi’ni topla direniş güçlerinin ilerleme lamaktan yeni bir enternasyonal kaydedip şehirde ve kırsal oluşturmaya kadar çok geniş bir alanda bazı yerleri IŞİD Kürt Halk siyasal yelpaze var. Bu temelçetelerinin elinden geri Önderi Abdullah Öcalan’ın de Rojava’nın siyasal parti ve almayı başardığı görülfelsefesi ve ideolojik ilkeleriyle örgütleri arasında ulusal birlimektedir. Kobanê Kandonanan güçlerin nasıl bir ği ifade eden bir ittifak zaten ton Yönetimi Başkanının oluşturulmuş bulunuyor. Kürt yaptığı açıklamaya göre, insanlık mücadelesi verdikleri Ulusal Kongresi’nin toplankent merkezinin yüzde herkesçe görülür ması amacıyla da Kürt partileri sekseni ile kırsal alanolmuştur. arasındaki görüşmelerin yeda çok sayıda köy direniş niden başladığı bilgileri geliyor. güçlerinin elindedir. Dahası direnişçiler Halep-Kobanê Daha önemli olan, Kürtlere yüz yılyolunu denetlemekte ve Tıl dır dayatılan inkar ve imha sisteminin Abyad-Kobanê yolunu ise zaman küresel düzeyde kırılması durumudur. Bu zaman kesmektedir. Bu durum diresistemin Birinci Dünya Savaşı ardından oluştuniş güçlerinin kent ve kırsalı ile Kobanê’yi rulduğu, Kürt toplumunu yok sayan ve yok edilmesine kurtarmaya başladığı biçiminde değerlendirilmektedir. izin veren bu sistemin küresel kapitalist hegemonyaya dayandığı bilinmektedir. Yaklaşık yüzyıldır Kürdistan’ı Kuşkusuz askeri dengedeki bu değişim, esas olarak egemenlik altında tutan devletler bu sisteme daya- YPG-YPJ güçlerinin gerçekleştirdiği taktik değişime narak Kürt katliamları yapmış ve Kürtler üzerinde her dayanmaktadır. Ekim sonuna kadar salt savunma türlü asimilasyonu uygulamıştır. Ancak bu uygulama- direnişi konumunda olan YPG-YPJ güçlerinin, bu talar dıştan reddedilmemiş, tersine destek görmüştür. rihten itibaren kentte aynı direnişi sürdürürken, kırsal alanda da gerilla tarzıyla IŞİD içlerine ve gerisine Eğer Kürtlere karşı örneği bulunmayan bir kültürel sızmayı ve parça parça IŞİD güçlerini kuşatmayı basoykırım rejimi dayatılabilmişse, bunun küresel des- şardığı gerilla karargahı tarafından açıklanmıştır. Son teğe bağlı olduğu tartışmasızdır. İşte şimdi bu duru- haftalarda bu temelde yürütülen savaş içinde IŞİD çemun küresel boyutunun kırılması, Kürtlere dayatılan telerine çok ağır darbelerin vurulduğu gözlenmektedir. kültürel soykırım rejiminin aşılarak Kürt sorununun çözümü için yolun açılması anlamına gelmektedir. Bu Elbette bu değişiklik çok önemlidir. Bir yandan böyle nedenle Kobanê direnişinin yarattığı siyasal ortamda bir tarz ve taktik değişimi yaşanırken, diğer yandan Kürt sorununun çözümünün önü açılmıştır denebilir. da Kobanê direnişine destekler daha da artmıştır. Başta Bakûr olmak üzere tüm Kürdistan parçalarının Kuşkusuz böyle bile olsa, bu durum Kürt sorununun çö- ve demokratik güçlerin desteği 1 Kasım’dan itibaren zümünün bundan sonra mücadelesiz olacağı anlamına çok daha büyümüş ve süreklilik kazanmıştır. Buna gelmemektedir. Hayır, bundan sonra da mücadele ola- bir de ABD öncülüğündeki koalisyon güçlericak ve Kürt sorunu ancak doğru ve etkili bir siyasal-as- nin hava saldırıları ile kısmi bir Pêşmerge desteği

7


Özgür Halk eklenince, direniş güçlerinin savunma konumundan taktik saldırı konumuna geçmeleri gerçekleşmiştir.

Kasım 2014

ve çağrılar bunu ortaya koymaktadır. Çünkü savaşın Kobanê cephesinde yoğunlaşmasından yararlanan IŞİD çeteleri Ekim ayında saldırarak söz konusu güvenlik koridorunu ele geçirmişlerdir. Böylece Şengal Dağı geniş planda IŞİD kuşatması içine girmiştir.

Tabi IŞİD çetelerinin de tüm güçlerini seferber ederek Kobanê’de yenilmemeye çalıştıkları gözle görülen bir gerçektir. Fakat ne yapsa da IŞİD saldırılarının kırıldığı ve direniş güçlerinin hamle yapar hale geldiği tartışmasızdır. Bu nedenle Kobanê direnişinin zafer sürecine girdiği ve zafere doğru ilerlediği rahatlıkla söylenebilir. Yakın gelecekte Kobanê direnişçilerinin Kürt halkına ve insanlığa ciddi bir zafer armağan etmeleri bir sürpriz olmayacaktır.

Gerçi mevcut kuşatma dar değildir ve Şengal Dağı’nda bulunanların güvenliğini tehdit edecek düzeyi yoktur. HPG ve YJA-Star gerillaları IŞİD saldırılarına karşı cepheyi ve halkı savunacak güce sahiptir. Sorun güvenlik alanında ortaya çıkmamaktadır. Sorun uzayan kuşatmanın erzak sorunu yaratması ve kış koşullarının daha çok imkana ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır.

Şengal’in Êzîdî Kürtlüğüne sahip çıkmak Faşist IŞİD çetelerinin 3 Ağustos’ta başlattıkları Şengal saldırısının tamı tamına bir soykırım uygulaması olduğu tartışmasızdır. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde böyle bir insanlık suçuna başvurulması, aslında yaşadığımız dünya gerçeğini de ortaya koymaktadır. Dahası böyle bir soykırım saldırısının göz önünde yapılmasına rağmen KDP peşmergelerinin karşı duramaması ve dünyanın da adeta seyirci kalması, yaşadığımız dünya gerçeğinin diğer bir yüzü olmaktadır.

Kuşkusuz bu durum havadan yapılacak ikmal ile rahatlıkla giderilebilir. Bunu da ancak Irak yönetimi yapabilir. Diğer yandan IŞİD’e karşı geniş bir operasyon düzenlenerek söz konusu kuşatma kırılabilir. Ancak bunu yapmaya nicelik ve silah bakımından HPG’nin gücü yalnız başına yetmemektedir. Bu nedenle HPG Karargahı Güney Kürdistan Yönetimine operasyon için askeri ittifak çağrısı yapmıştır. Böyle bir ittifakın öngörülen askeri sonucu elde edeceği belirtilmiştir.

Devlet Böyle bir insanlık suçuna Eğer söz konusu bu öneKürt sorununu çözmeye karşı HPG ve YJA-Star rilerden biri gerçekleşirse gerillaları müdahalede Şengal cephesindeki halka dönük değil, tersine bulunmuş, göçü önleyesahip çıkılabilecektir. Za30 Ekim MGK’sinde PKK’yi memişlerse de en azınten Ağustos’tan beri faşist tasfiye etmek için karar dan ileri düzeyde bir fiziki IŞİD saldırıları altında ağır vermiştir. katliamın önüne geçmeyi darbeler almış olan Şenbaşarmışlardır. Kahramangal’in Êzidi Kürtlüğüne saca bir direniş ile Şengal Dahip çıkmak gerekir. Ağustos’ta ğı’ndan Rojava’ya güvenlikli bir sahip çıkamamış olanlar, hiç koridor açmayı başararak, 120 olmazsa şimdi sahip çıkarak soybinden fazla Êzidi Kürdün bu korikırım karşısında doğru tutum takındordan Rojava’ya tahliyesini gerçekma gücünü göstermeli ve geçmişteki leştirmişlerdir. Geriye kalan on binden fazla suçlu pozisyonlarını birazcık affettirmelidirler. Êzidi Kürdü de kendi güvenlikleri altına almışlardır. 6-8 Ekim serhildani ve gerçek süreç Hiç kuşkusuz HPG ve YJA-Star gerillalarının bu pra- Kobanê direnişinin Kürtler üzerindeki etki gücü, ilk ve tikleri kahramancadır ve Kürt halkı ile insanlığın somut olarak 6-8 Ekim tarihleri arasında Kürdistan savunmasını ifade etmektedir. Bazılarının kaçtığı, parçalarında ve yurtdışında yaşanan serhildanlarda bazılarının ise görmezden geldiği bir ortamda geril- kendini gösterdi. Başta Bakûr olmak üzere tüm parçalanın böyle bir sorumluluk göstermesi ve başarılı bir larda adeta birer Kobanê devrimi yaşandı. Kürt halkıpratik geliştirmesi herkesin gerçek yüzünü tümüyle nın bulunduğu her yerde Kobanê direnişini sahiplenme açığa çıkarmıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öca- temelinde ortaya koyduğu bu tutum, Kobanê direnişilan’ın felsefesi ve ideolojik ilkeleriyle donanan güçle- nin yenilmezliği üzerinde adeta belirleyici etki yaptı. rin nasıl bir insanlık mücadelesi verdikleri herkesçe görülür olmuştur. Kürt halkının gerçek savunma güç- Etkisi hala da devam etmekte olan bu olayların lerinin kimler olduğu net bir biçimde açığa çıkmıştır. da doğru anlaşılması ve değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Çünkü geçen bir buçuk aylık süre Ağustos’tan itibaren yaşanan bu gelişmelere rağ- içinde en çok tartışılan olay olsa da, hala doğru men, şimdi gelen kış mevsiminin de etkisiyle Şengal ve yeterli bir düzeyde değerlendirilemediği görücephesinde belli bir zorlanmanın yaşandığı anlaşıl- lüyor. Dahası AKP Hükümeti tarafından çok ciddi maktadır. HPG Karargahından yapılan açıklamalar bir spekülasyon ve çarpıtma hareketi yürütülüyor. 8


Özgür Halk Olayların gerçek müsebbimleri, yavuz hırsız misali konum değiştirerek başkalarını suçlamaya çalışıyor.

Kasım 2014

Aslında çözüm sürecine karşıt değil, tersine gerçek çözüm sürecini ve bunun gerçekleşme aciliyetini ortaya koymaktadır. Öncelikle bu gerçeğin görülmesi ve söz konusu olayların böyle değerlendirilmesi gerekmektedir. Münferit nitelikte yaşanmış bazı kabul edilemez olaylar öne çıkarılarak olayların farklı gösterilmeye çalışılması bilinçli saptırmadan başka bir şey değildir.

Her şeyden önce, söz konusu olayların örgütsüz halk tepkisi olarak ortaya çıkmış olduğunun altını çizmek gerekiyor. Söz konusu olayların HDP tarafından çıkartıldığını ileri sürmek tam bir saptırmadır. Bu nedenle AKP’nin olayları saptırıcı yüzünü görmek gerekir. Gerçekte olaylar Kürt toplumunun yaşadığı büyük öfke durumunu ortaya koymaktadır. Öfkenin büyüklüğünü ortaya çıkan tepkinin gücü göstermiştir. Dolayısıyla öncelikle Kürt halkında bu denli büyük tepkiye yol açan öfkeyi yaratan nedenlerin doğru tespiti gerekmektedir.

Tabi genel değerlendirme böyle olmakla birlikte, münferit olarak ifade ettiğimiz hatalı olayların da ciddi bir biçimde irdelenmesi ve kimler tarafından neden yapıldıklarının açığa çıkartılarak gereken düzeltmenin yapılması da zorunludur. Bu anlamda ciddi bir sorgulama ve düzeltmeye, yeterli bir denetime ihtiyaç vardır. Bunun da zaman geçirilmeden mutlaka yapılması gerekir.

İşte bu noktada AKP Hükümetinin izlediği politikaların incelenmesi önemli olmaktadır. Söz konusu öfkeyi AKP Hükümetinin izlediği Kobanê politikaları ile “Çözüm Sürecine” yaklaşımının oluşturduğu herkesçe kabul edilmektedir. Kobanê savaşındaki açık Kürt karşıtı tutumu ile “Çözüm sürecindeki” oyalayıcı ve adım atmayıcı tutumunun Kürt toplumunda çok büyük bir öfkeye yol açtığı açığa çıkmıştır. Kobanê direnişinin zorlandığı bir ortamda da bu öfke tepkiye dönüşmüş ve eyleme geçmiştir.

Sürece 6-8 Ekim olaylarından bakıldığında görülen kesinlikle devrim niteliğindeki çözümlerin geliştirilmesi gerektiği ve toplumun bunun dışında başka bir şeyi kabul etmediğidir. Fakat AKP Hükümetinin bunu yapamayacağı konusunda da halkta genel bir kanaat oluşmuştur. AKP’nin oyalayıcı ve her şeyi kendi iktidarına bağlayıcı tutumu halkı çözümünü kendi yöntemleriyle geliştirme arayışına itmiştir. Yani AKP’nin sahte çözüm sürecine karşı Kürt halkı gerçek çözüm ve demokratikleşme sürecini işletmeye başlamıştır.

Görülüyor ki, aslında olayları ortaya çıkaran zeminin yaratıcısı kesinlikle AKP Hükümetinin izlediği politikalardır. Gerçek böyleyken, AKP’nin söz konusu olaylardan HDP’yi sorumlu tutmaya çalışması aslında kendi suçunu gizleme çabasından başka bir şey değildir. HDP’nin gerçeği böyle ortaya koyamaması ve adeta suçluluk psikolojisi yaşar bir tutum göstermesi ise ciddi bir eksiklik olmuştur.

30 Ekim MGK toplantısı ve AKP süreci Kasım ayı açısından değerlendirilmesi gereken en önemli olaylardan biri 30 Ekim günü gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısının sürece ilişkin aldığı karar olmaktadır. Toplantı ardından yapılan açıklamada “Kırmızı kitabın yeniden yazılacağı ve paralel yapılarla mücadelenin de kitaba konacağı” ifade edilmiştir. Paralel yapıların başında da “PKK’nin geldiği” belirtilmiştir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından amaçlarının “PKK’yi tasfiye etmek olduğu” açıkça söylenmiştir.

6 Ekim’den itibaren gelişen olaylar aslında bir gün bile ertelenmeden Kürt sorununun ve demokratikleşme sorunlarının çözülmesi gerektiğini ortaya koşmuştur.

9


Özgür ÖzgürHalk Halk

Kasım 2014

başında da AKP’nin seçim planlarını boşa çıkarmak ve AKP’nin seçim kazanmasına fırsat vermemek gelmektedir. Çünkü, eğer 2015 genel seçimlerini de güçlü bir biçimde kazanırsa, seçim ardından AKP Hükümeti 30 Ekim tarihli MGK toplantısının kararını uygulamaya koyacaktır. Yani Kürt özgürlük hareketine karşı yeni bir topyekun saldırı geliştirecektir. Zaten son ay içinde geliştirilen siyasal soykırım operasyonları da aslında böyle bir saldırının başlangıcını ifade etmektedir. O halde AKP demogojisine inanmamak gerekir. AKP’nin seçim oyunlarına karşı herkesin uyanık olması ve mücadele etmesi zorunludur. Bu da Kürt sorunu başta olmak üzere tüm demokratikleşme sorunlarını çözmeyi gerektirir. Bunu da ancak toplum yapar. O halde toplum ve ona öncülük iddiasında olan demokratik güçler inisiyatif üslenmelidir. Kürde dayanmayan Türklük biter Kürtler PKK’nin 37. Yılına girişi kutluyor. Her yerde görkemli etkinlikler yapılıyor. Şehitlikler ziyaret ediliyor. Parti ve şehitler çizgisini tartışan ve kendi durumunu değerlendiren tartışmalar yürütülüyor. Kobanê ve Şengal direnişleri selamlanıyor. Kürtler gerçek anlamda bir bayramı yaşıyor, özgürlük bayramını! PKK’nin kuruluş yıldönümü kutlamaları da yine çözüm süreci tartışmalarıyla geçiyor. Özgürlük için her türlü bedeli ödeyen ve ödemekte de kararlı olan Kürtler ve özellikle de Kürt kadınları, bu kararlılık içinde yine de barışçıl çözümün gerçekleşmesi dileğini ve isteğini ifade ediyor. Bunun için AKP Hükümetinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın gerçek çözüm çabalarına doğru yaklaşmasını belirtiyor. Yani 30 Ekim tarihinde Milli Güvenlik Kurulu açık bir biçimde PKK’nin tasfiyesi kararını vermiştir. Böylece devletin de, hükümetin de gerçek zihniyet ve politikasının bu olduğu açığa çıkmıştır. Dolayısıyla son günlerde Başbakan’ın ve AKP sözcülerinin yeniden çözüm sürecinden söz etmeleri bir aldatmadan başka bir şey değildir. Bu tutum açıkça bir seçim politikası olmaktadır. AKP bu biçimde 2015 genel seçimlerine hazırlanmakta ve söz konusu seçime çatışmasızlık içinde ulaşarak seçimi kazanmaya çalışmaktadır. Demek ki AKP açısından süreç, aslında bir seçim sürecidir. AKP sözcüleri “Çözüm süreci” dediğinde bunun “Seçim süreci” olarak okunması ve anlaşılması gerekmektedir. AKP’nin bundan başka bir süreci kesinlikle yoktur. Devlet Kürt sorununu çözmeye dönük değil, tersine 30 Ekim MGK’sinde PKK’yi tasfiye etmek için karar vermiştir. Başta Kürtler olmak üzere herkesin bu gerçeği görmesi ve buna göre tutum geliştirmesi gerekir. Bunun

Kürt halkı gerçekten barışçı ve sorunların siyasal çözümünü içtenlikle istiyor. Demokratik özgür birliğin herkes için güçlendirici olduğuna inanıyor. Eğer benzer yaklaşımı Türkiye toplumunda görürse, onunla demokratik birlik içinde yaşamaktan asla çekinmiyor. Bu konuda yapılanları çok fazla sorgulayıcı da değil. Fakat Türkiye toplumunun da benzer bir zihniyetle gereken karşılığı vermesi gerekiyor. Kürde dayanmayan ve onunla demokratik özgür birlik içinde olmayan Türklüğün biteceğini çok iyi bilmesi gerekiyor. Ama bu dayanma da onu inkar ve asimile ederek veya kafasına vurup susturarak olmaz. Kürt gerçeğini ve varlığını tanımakla, onun özgür iradesiyle yaşamasını kabul etmekle olur. O halde Türkiye toplumunun ciddi bir zihniyet değişimi yaşaması gerekir. PKK’nin 37. Kuruluş yılının tüm bu gelişmelere vesile olmasını dileyerek Kürtlerin diriliş bayramı kutlamalarına biz de katılalım ve 37. Yılda özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren herkese üstün başarılar dileyelim!

10


Özgür Halk

Kasım 2014

Kadın ve Gerilla Binevş Edesa

Kadın ve gerilla denilince aklıma ne geliyor? Gerilla kadın veya kadın gerilla ne anlam ifade ediyor? Bunları bilmek, bunu hissetmek ve bunu anlamak çok önemlidir. Özellikle Kürt halkının vermiş olduğu bu mücadelede kadın gerillanın önemi, anlamı, yaşadıkları, yaptıkları, amaçları ve geleceğe dair umutları aslında birçok şey içeriyor. Kadın kendisini gerillada buldu, gerillada hissetti. Kendisine içertilen köleliği, kendisine hak görülen yaşamı aslında gerillada parçaladı ve yıktı. Bu açıdan kadın için gerillalaşmak, gerilla olmak, hayati bir öneme de sahiptir. Özgürlüğün yoluna giden önemli adımların temelidir. Kadın içerisinde bulunduğu yaşam koşullarında tabi ki birçok şeyini kaybetti, kendisini kaybetti aslında, özünü kaybetti. Kendi yarattığı emeklerden, değerlerden uzaklaştı. Her ne kadar bunu içten içe kabul etmese de buna sessiz kalmak zorundaydı. Çünkü ona reva görülen yaşam buydu, ona kabullendirilen yaşam buydu. Ama kadın, gerillada bunu parçaladı, gerillada bunu yıktı. Bunun için büyük bir savaşım da verdi. Yani gerilla olmak kadın için çok şey ifade ediyor aslında. Belki de gerillacılık en büyük anlamını kadında buluyor. Çünkü özgürlüğe giden yollardan bir tanesi, ilk adımlardan ve en önemli adımlardan bir

11

tanesi gerillacılığın içinde kadının yaşadığı birçok şey var tabi; doğayla bütünleşmek, emekle bütünleşmek, kendini yeniden tanımak, zorluklara göğüs germek, barış için savaşmak, silahla yoldaşlık kurmak, yeni insanlarla, yeni yüzlerle tanışmak, insan sevgisini tanımak, paylaşmak, birçok şey… Doğayı en iyi anlayan ve yorumlayan kadındı. Bunun için doğayla ilk bütünleşmeyi kadın dağlarda yaşadı. Kadın ve gerilla denildiği zaman insanın ilk aklına gelen şey tabi ki dağlardır. Kadının dağlarda doğayla (özüyle) buluşması Dağların kadın için önemi? Yani kadın için ne ifade ediyor dağlar? Elbette ki dağlarda yaşamak, yaşam savaşı vermek, doğayla bütünleşmek, aynı zamanda kendini doğanın acımasızlığından korumak kadın için kolay değildi. Çünkü kadın bir yaşam tarzına alıştırılmıştı. Bir şeyi beceremeyeceği, bir şey yapamayacağı, düşünemeyeceği, hissedemeyeceği kendisine öğretilmişti. Aslında kadın dağlara gelince bunun ne kadar yalan ve yanlış olduğunu da anladı. Dağlarda yaşamak, dağlarda savaşmak, dağlarda yoldaşlıkla tanışmak kadın için büyük bir aşamaydı. Bu günde kadın bunu yaşıyor, özgürlük mekânları dağlarda yaşıyorlar. Belki


Özgür Halk

Kasım 2014

hala da veriyor. Dağlarla bütünleşmek, doğayla bütünleşmek kolay değil. Bir nöbet esnasında gökyüzünü izlemek ya da dik bir yokuştan sırtında ağır bir yükle çıkabilmek,baharda doğanın tekrardan nasıl canlandığını görebilmek, nasıl yeşillendiğini, hayat verdiğini görebilmek, kışın zorluklarına göre yaşamayı bilebilmek, alışabilmek.. Bunlar doğayla bütünleşerek oldu. Ve kadın aslında tekrardan kendi özüne geri döndü. Gerillalaşmakla, doğayı tanımakla kadın bunları yaşadı. Ana tanrıçanın belki de binlerce yıl önce bastırılan ama kadının yüreğinde her zaman yerini koruyan sesini kadın dağlarda hissetti. Doğayla ne kadar bütünleşirse kendisini ana tanrıçaya o kadar yakın hissetti. Ve tabi ki doğayla bütünleştiği oranda kadın aslında kendisine ait bir özellik olan emekle yeniden tanıştı. Emek vermeyi öğrenmeyi, yaşamın kurallarını yerine getirmeyi tekrardan dağlarda öğrendi. En sevdiği yoldaşları için kendi canını verebilecek düzeye tekrardan dağlarda geldi. Elbette bunlar gerillalaşmanın ilk adımlarıydı. Kadın gerillacılıkla, kendisini korumayı-savunmayı öğrendi Bununla beraber kadın gerillalaşınca sadece klasik anlamda bir askerleşmeyi değil, aslında bir gerillanın ne anlama geldiği, ne yapmak istediğini, ne için bu dağlara geldiğini de öğrendi. Silahıyla yoldaş olabilmeyi de bu dağlarda öğrendi. Silah kadına çok uzak bir olgu olarak gelebilir, kendisine çok uzakmış, hiçbir zaman kimsenin aklına gelmeyebilir ya da kimse inanmaya- bütünleşemeyeceği bir olgu olarak akla gelebilir ama bilir ama kadın insanüstü bir irade sergileyerek dağda kadın silahın asıl anlamını da dağlarda gerillalaşmada yaşıyor. Kadının dağda yaşaması iradeyle dağda yürü- öğrendi. Yaşamak için savaş vermek için, yanındaki tülen bir savaştır. Belki kadın fiziği açısından dağda ya- yoldaşlarını koruyabilmek için, amacına ulaşabilmek şamak kolay değil, dağların zorlukları ortada. Asiliği için silahın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. ve hırçınlığıyla tanınır dağlar, geçit vermezKlasik anlamdaki bir silah olgusu değil liğiyle tanınır ama kadın gerilla yaşamı tabi ki öğrendiği. Birçok şeye kariçerisinde bu zorlukları aştı. Gerillaşı kullanılan bir silah, geriliklere laşarak aslında dağlarda yaşamakarşı kullanılan bir silah, yanAna yı öğrendi. Doğayla tanışmayı lışlıklara karşı kullanılan bir tanrıçanın da dağda yaşadı. Dağlar kadın silah, salt fiziki bir düşman için aslında doğayla tanıştığı, olgusuna karşı kullanılan belki de binlerce yıl önce doğayla bütünleştiği, doğayı değil. Kadının kullandıbastırılan ama kadının anladığı mekânlar olarak da ğı silah bütün geriliklere, yüreğinde her zaman yerini tanımlanabilir. Doğal toplum yanlışlıklara, köleliklere, bu dağlarda gerçekleşti. Nekoruyan sesini kadın dağlarda özgürlük karşıtı bütün eyolitik devrimi kadın bu dağlemliliklere, olgulara karşı hissetti. Doğayla ne kadar larda yarattı. İlk hayvanı bu kullanılan bir silahtır. Ve bütünleşirse kendisini ana dağlarda evcilleştirdi. İlk ateşi bu silahı kullanmanın yolu tanrıçaya o kadar yakın bu dağlarda buldu. Paylaşmada gerillacılıktan, kadının yı, sevmeyi, saygıyı, cömertliği gerillalaşmasından, gerilla hissetti. bu dağlarda yaşadı. Biz bunların olmasından geçiyordu. Kadın kalıntılarını hala bu gün bu dağlarda bu dağlarda kendisini korumasını, görebiliyoruz. Belki bize masal gibi gekendisini savunmasını öğrendi. Gelebilir ama dağlarda bu gerçeklik kendisini riliklere, yanlışlıklara, adaletsizliğe, eşitortaya çıkartıyor. Aslında kadın bu dağlarda tekrar sizliğe karşı nasıl duracağını öğrendi. Silahıyla ana tanrıça ile bütünleşiyor, doğayı tanıyor, öğreniyor, yoldaş olmayı öğrendi. Silahıyla neler yapabileceğini kendisine yabancılaştırılan, korkulmaması gereken bir gördü kadın. Silahıyla yapabileceklerini gördüğü orannesne olarak doğayla bütünleşmeyi kadın tekrar dağ- da barış için savaşmanın ne kadar önemli olduğunu larda öğrendi. Bunun için büyük bir savaşım da verdi, da öğrendi. Barış için savaşmak denilince insana belki

12


Özgür Halk

Kasım 2014

çelişki ya da karşıtlık olarak gelebilir. Savaş ve barış, gerçekten önemli şeyler. Politikleşmek, siyasal anbirbirine zıt iki temel olgu. Ama yaşadığımız dünya lamda güç kazanmak, kendini ifade edebilmek, kengerçekliğinde maalesef barışı yaşamak için savaş ver- di gücünü ortaya koyabilmek, kendi düşüncelerini, mek gerekiyor. Bunun savaşını, mücadelesini, karar- duygularını ortamla paylaşabilmek, bir eğitim ortalılığını göstermek gerekiyor. Bu açıdan kadın aslında mında dahi kalkıp özgürce kendini ifade edebilmek, savaşta güçlenmenin, önemli bir konuma gelmenin de anlatabilmek, bunlar gerillacılıkta yaşanan şeylerdi. ne kadar önemli olduğunu öğrendi gerillacılıkta. Bu aslında kendi geriliklerine, kendi klasikliğine, kendisine Bu gün kadınlar toplum içerisinde de kendilerini rahat bin yıllardır öğretilen o yanlış olgulara karşı verilen bir bir şekilde ifade edebiliyorlarsa bu kadının gerillalaşmücadeleydi. Kadın gerillalaşırken aslında bu müca- masından geçen bir şeydir, gerilla olmasından, mücadelenin en üst düzeyine de geldi. Gerillalaştı, ordulaştı deleyi geliştirmek için kendisini geliştirmesinden, kenve oldukça büyük bir konuma da geldi. Günümüzde disini bilinçlendirmesinden geçiyor. Bu açıdan kadının kadının gerillacılık yapması çok büyük aşamalara da gerillalaşması aslında birçok şeyin anahtarıdır. Örnegelmiş bulunuyor. Kadın gerillacılık yaparken, gerillala- ğin kadın gerillalaşınca duygularını daha güçlü ifade şırken birçok ilk deneyimi de yaşadı. Bir kadın açısın- etmeyi başardı. Mesela gerillada yazılan şiirler, tutudan ilklerin yaşandığı bir olgu aslında gerillalaşmak- lan günlükler ya da yaşanan bir günün bir anı şeklintı. Evine hapsedilen bir kadının asi ve hırçın dağlara, de yazılması, bunlar güzel şeyler, bunlar insana umut görkemli, heybetli dağlara çıkıp orada kendi ayakları veren şeyler. İnsan bunları yaşadığında, bunları hisüzerinde durarak özgürlük savaşımını vermesi elbette settiğinde kendisi olduğunu görebiliyor. Çünkü kadın çok önemli bir adımdır. Bunu yapmak öyle kendisi olabilmeyi bile unutmuştur. Kendisini kolay olmadı. Bunun için kadının ilk sürekli bir başkasına ait bir olgu olarak kendisiyle mücadele etmesi geregörüyordu. Ama kadın gerillalaştığı kiyordu. Kendi kafasında örülen oranda kendisine ait bir olgu olörümcek ağlarını atması geduğunu gördü. Kendi gücünü Önderlik rekiyordu. Ama kadın bunu tanıdı. Kendi gerçekliğini daha bu dağların yapmayı başardı. Bunu heriyi çözdü. Elbette ki kadın gekese ispatladı. Kadın bir rillalaştığı oranda üzüldü de, gerçekliğini iyi biliyordu, işe yaramaz, kadından bir kırıldı da ama hiçbir zaman dağların güzelliğini ve dağların iş çıkmaz diyen kesimler bu üzüntüler, kırgınlıklar ona acımasızlığını da iyi engel olmadı. Belki çok zoraslında kadının öz gücünü landı ama zorlandığı oranda açığa çıkartırken ne kabiliyordu ama kadının gelişti de. Bir insan için özeldar güçlü olabileceğini de ancak bu dağlarda likle de bir kadın için zorlanöğrendiler. Örneğin gerillaözgürleşeceğini de mak iyiye, güzele doğru giden laşan, gerilla olmak isteyen biliyordu. yolun bir parçası da oluyor. Yani kadınların ilk yaşadıkları elbette ki önemliydi. Bir kadının her şeyin iyisi ve kötüsü olabilir. ilk defa bir eyleme katılması, o Bunları kendisine engel yapmakeylemin coşkusunu, heyecanını ve tansa önüne aşılamaz bir olgu olarak kim bilebilir belki de onun endişesini koymaktansa bunlarla mücadele etmek, yaşaması, bunlar önemli şeylerdi. Aslında mücadele etmeyi öğrenmek, bunu başarıya giden yolun aslınkadın gerillalaşırken bütün duygularını da iç içe yaşa- öğretmek dı. Duygularını kendisiyle paylaştı, yaşamla paylaş- da ilk adımlarında bir tanesi de oluyordu. tı. Çünkü gerilla olmak, elinde silah, sırtında çantan dağlarda dolaşmak, mücadele imkânlarını yaratmak, Kadın gerillalaştığı oranda kendisini sevmesini de öğözgürlüğe yakınlaştığını hissetmek, bunlar kadının ilk rendi. Yanındaki yoldaşını sevmeyi, onunla paylaşmayaşadığı duygulardandı da elbette. Belki de yaşadığı yı da öğrendi. Aslında sevginin, aşkın kendisinden ne ilk duygulardandı. Bir kadın için kendisine düşman bil- kadar uzaklaştırıldığını öğrendi. Gerçek aşkın, sevgidiği bir gerçekliğe saldırmak, ona karşı mücadele ver- nin ne olduğunu da öğrendi. Ve bunu öğrendiği oranmek oldukça önemli bir şey. Kadın bunu gerillacılıkta da da bunu kendisinde gerçekleştirmeye çalıştı. Bu yaşadı. İlk nöbeti tutmak, ilk defa keşfe gitmek ya da açıdan kadın için gerillalaşabilmek en büyük öğretici odun ateşinde belki basit gelebilir ama bir çay kaynat- olgulardan bir tanesiydi. Yani tüm bunlar bir gerçek. mak. İlk defa uzun bir yürüyüşe çıkmak, kendi ayakla- Bunların hiçbirisi hayal değil. Belki dışarıdan bakan rı üzerinde durmayı ilk defa öğrenmek, kendi yaşam bir insan için bunlar bir hayal gibi gelebilir ama bunlar koşullarını öğrenmek, bunu yaratmayı sağlamak, kim gerçekten yaşanan şeylerdir. Ve bu gün de oluyor. Bu bilir belki de ilk defa odun kesmek, bunlar kadın açısın- gün de aynı şeyleri kadın yaşıyor. Bir kadın dağlara dan oldukça büyük ve aynı zamanda heyecan verici ilk adımı atışıyla beraber, ilk aştığı tepeyle, ilk yorgunşeyler. Bunları yapmak, bunları yaptığını görebilmek lukla yaşadığı duygular aynı. Yani bu gün kadın gerilaslında birçok şeyi yaptığın görmek kadın açısından laların yaşadığı duyguların çoğu ortak duygular. Aynı

13


Özgür ÖzgürHalk Halk zorluklardan, aynı güzelliklerden, aynı mutluluklardan, aynı umut ve heyecanlardan geçiyorlar, aynı coşkuyu yaşıyorlar. Ve bunu çevrelerine de yansıtıyorlar. Bir kadın gerillanın örneğin bir TV.’de ya da bir radyoda çıkması dışarıdaki insanlara elbette ki çok moral veriyor. Çünkü kadınların dağlarda özgürce yaşaması, ellerinde silah yine belki bir insan iradesinin kolay kolay dayanamayacağı işleri yapması insanlara inanılmayacak şeyler olarak geliyor. İnsanlar ilk başta inanamıyorlar ama bunu ancak bizler yani yaşayanlar bunu anlayabilir. Tabi bunlar kendiliğinden olmuş şeyler değil. Önderlik: Kadının kendisiyle buluşmasını sağladı Kadının gerillalaşmasında en önemli olgulardan bir tanesi, en önemlisi Önderliktir. Kadının gerillalaşmasını sağlayan elbette ki Önderlikti. Kadının kendisiyle buluşmasını sağlayan Önderlikti. Çünkü özgürlük kapısını Önderlik kadınlara açtı. Özgürlüğün yolunu kadınlara Önderlik gösterdi. Yol ve yöntemlerini, neler yapılacağını Önderlik kadınlara gösterdi. Yani kadın ve gerilla denilince ilk akla gelen olgulardan bir tanesi de Önderlik oluyor. Önderlik bu dağların gerçekliğini iyi biliyordu, dağların güzelliğini ve dağların acımasızlığını da iyi biliyordu ama kadının ancak bu dağlarda özgürleşeceğini de biliyordu. O yüzden kadını bu dağlara çekti Önderlik, her konuda kadına yol gösterdi. Bize özgürlüğe giden yolu öğreten, bize kendimizi tanımamızı öğreten, bize kendimizi anlamamızı öğreten bu insana borcumuz elbette ki çok büyük. Bu açıdan kadının gerillalaşması, gerçekten bir gerilla olabilmesi ilk başta Önderlik emeklerine sahip çıkması gerekmektedir. Bir gerilla olabilmenin savaşını veren herkesten önce özgür kadın olabilmeli, bunu kadın yapmalı. Ka-

Kasım 2014

dın gerillalaştığı oranda, doğayla bütünleştiği oranda aslında Önderlikle de bütünleşiyor. Çünkü Önderlik bütün bunların ifadesi, bütün bunların anlam bulduğu en somut insan, gözle görülen en somut olgu. Bu açıdan kadının gerillalaşması Önderlikle yoldaş olabilmesi demektir. Kadın gerillalaştığı oranda gerillanın anlamını, gizemini, gerillanın ne demek olduğunu gerçekten hissettiği oranda 24 saat Önderlikle yaşayabiliyor demektir. Çünkü gerillacılık salt bir kelime değil. Çok gizemli ve aslında çok kutsal bir kelime. Çünkü bu gün Kürdistan’da gerilla mücadelesiyle birçok ilk yaratıldı. Şehitleri çok olan bir mücadele, çok kahramanca şehit düşen yoldaşlarımız, Kürdistan gerillaları var. Ve bunların içinde kadınlar var. Bunlar da birer gerilla olarak çok kahramanca şehit düştüler. Kahramanlığın sembolü de oldular Zilanlar, Semalar, Beritanlar, Viyanlar ve daha nice özgürlük kervanına katılan güzel kadınlar, bunun somut ifadesidir. Gerillalaşan kadının aslında ne kadar güçlü olduğu, ne kadar güzelleştiği, ne kadar özgürleştiğinin en somut ifadesi. Bu anlamda Önderlikle buluşmanın en gerçekçi yanı, şehitlerle buluşmanın en gerçekçi yanı… Gerillalaşan kadını anlatmaya kalksak belki yılları belki de tüm yaşamımızı anlatmamız gerekecek. Bunu anlatabilmenin en güzel yolu yaşamaktır. İnsan bunu yaşadığı oranda bunun gerçek anlamda algılayabilir. Ve kadın gerillalaştığı oranda güzelleşir ve özgürleşir. Bu anlamda kadının gerillalaşması özgürlüğe giden en büyük adımlardan bir tanesi. Gerilla olmak Beritanca bir yaşamı, Zilan gibi inancın ateşinde yanmayı, Sema gibi kendi geriliklerini yakmayı, küllerinden kendini yeniden yaratmayı gerektirir. Bir kadının gerillalaşması anlatılamaz. Çünkü bir gerillanın yaşadığı her an anlatılmaya değer bir varoluştur, her anı ideolojiyle ve mücadeleyle yoğrulmuş bir varoluş.

14


Özgür Halk

Kasım 2014

İnsanlık Devriminin Zirvesi: Apocu Kültür - II Fidan Nurhaq

İnsan, kendini sistemleştiren ve geleceğe taşıran evrendir Apocu kültürde aldanma ve aldatma yoktur. Aldatma eylemini insan karşıtı bir eylem olarak bilmek vardır. İnsanlar arası ilişkilerde saflığın, arılığın insan özgürleşmesinde önemli yeri olduğu inancı, doğalında dürüstlüğü esas almayı da getirmektedir. Bu özellikle Ortadoğu toplumlarına dayatılan kadercilik ve buna bağlı olarak gelişen eli kolu bağlılık ya da pasiflik anlamında olmayıp, bilakis, politik insan bilinciyle birleşen bir dürüstlüktür. Ahlaki ve politik olmak, özgür yaşamaya karar vermek ve özgür yaşama adımları atmaktır ve bunun eylemcisi olmayı getiren Apocu kültürde insan ne egemenlerin ne de tanrıların nesnesi olabilir. İnsan, evrenin tüm diğer öğelerinin, hayvanların ve bitkilerin emanet edileceği temel bir öğedir. İnsan, kendini sistemleştiren ve geleceğe taşıran evrendir. Bu tanıma göre insan olmak öncelikle egemen sistemin insan dayatmasını reddetmektir. Bu anlamıyla hâkim uygarlığın dayattığı insan şemasının kesinlikle dışındadır.

mıştır. “Bu sistemin insanı olmayacağım” diyen Önderliğin İmralı tavrı, esaret koşullarına rağmen gösterdiği direniş ve kendini yeniden yaratma konusundaki radikalliği, salt sistem karşıtlığı değil, aynı zamanda sistem dışılığı da göstermektedir. Sistemin karşıtı olup içinde ona karşı mücadele etmeye çalışan, sistemi kendinde içselleştiren ya da sistem tarafından içselleştirilen tüm akım, hareket ya da kesimlerin varlığına rağmen Önderlik somutunda yaşanan hem sistem karşıtı olmak hem de sistemin dışında olmaktır. İmralı duvarlarına rağmen Önderlik sistemiçileştirilememektedir. Önderlik kendi somutunda mülkiyet anlayışını kırmış, sistemin olmamıştır. Bundan dolayı da sistemin Önderlik karşısında yaşadığı derin bir kompleks ve düşmanlık vardır. Kapitalist modernitenin hiçbir tanrısallığı Önderlik inancında geçer akçe değildir. “Belki ben sizi istediğim çizgiye getiremedim, ama ben sizi sistemin istediği gibi yaşatmasına da izin vermedim, bu da benim başarımdır.” sözü sistemiçileşmeme konusundaki duygularını da göstermektedir.

Önderliğimizin çocukluğunda başlayan “mevcut sistemler içine girmeme, ona dayatılanı kolay kabullenmeme” yaklaşımı sistemleşerek, kendini yeni özgür yaşamın sistemi kılarak demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması olarak bugüne taşı-

Uygarlıklı sistemlerle mücadele etmek, o sistem yaşamından tümüyle kopmayı gerektirir. Hâkim sistemin zihniyeti kadar yaşam biçimini reddetmeyen biri, nasıl o sistem karşısında mücadele yürütebilir ki? Önderlik sistemine girebilmek merkezi uygarlık sisteminden

15


Özgür Halk çıkmakla mümkündür. Sistemi düşman olarak görmek şarttır. Sadece ulus devlet askerlerini düşman görüp onlar karşısında savaşmak özgürlük mücadelemizin nihai yöntem ve biçimi değildir. Apocu kültür ile yaşamak isteyen kesinlikle hâkim moderniteden kendini koparmalı, o zihniyetin tüm yaşam biçimlerinden nefret etmeli ve sistem karşıtı olan öfkesini kesinlikle örgüt ve eylem gücüne dönüştürmelidir. Kapitalist modernite temsilcilerinin bir sözü bizde öfke yaratıyorsa karşılığında demokratik moderniteye dair yüz söz söylemeli ve o bir sözün etkisini kesinlikle gidermeliyiz. Halkımızı zehirlemelerine kesinlikle izin vermemeliyiz. Apoculuk, süreklileşen bir türküdür Önderliğe temiz duygularla katılmak önemli ama yeterli değildir. Önderlik paradigmasına, onun teorik derinliğine katılmak, anlama çabasını yaşamının temel amaçlarından biri olarak ortaya koymak, yine bu amacı gerçekleştirdiği oranda pratikleştirmenin çabasına girmek hayatidir. Apocu kültürde önce öğrenmek sonra gerçekleştirmek tek yaşam biçimi olarak kendini dayatmaz. Öğrenmek ve yapmak kadar, yapma eylemi içinde yeni öğrenmelerle düşünsel derinliği yakalamak da temel bir yöntem olarak gelişir. Ruhsal ortaklık dediğimiz durum burada tekrar gündeme geliyor. Yaşamı paylaşanların birbirlerinin öğrendiklerini yaşamak konusundaki adımları, Apocu kültürü kendinde somutlaştıran insanın mütevazılığını, aynı zamanda bireylerin aşmış oldukları bireyciliği de göstermektedir. Ortak bilmelerden ortak edimlere yönelmek, ruhsal ortaklaşmanın temelini inşa etmektedir. Kültürün temelinde yer alan ortaklaşma, salt davranışlarda yaşanacak ortaklıkları anlatmaz. Düşünce ve duygularda yaşanacak ortaklık, ortak kültürü yaratır. Bu konuyu kesinlikle aynılaşmak olarak algılamamak gerekir. Zaten aynılaşmak istenilse dahi başarılamayacak bir şeydir. Sözünü ettiğimiz, kapitalist modernitenin parçalayarak kullanım nesnesi haline getirdiği liberal insan bireyciliğine karşı ahlaki ve politik toplumun özgür insan öğesini yaşamsallaştırmaktır. Tabi ki ilişkilerin arka planı kişinin kendini gerçekleştirmesidir. Kendilikler toplum olarak temel bir sorunumuz olurken aynı zamanda kişisel olarak da her birimizin tek tek sorunu olmaktadır. Aşılmadıkça eksik kalacağımız ve tamamlanamayacağımız bir konudur. Kendini yaratmanın temelinde hâkim sistemin insana dayattığı yaşamlardan sıyrılmanın ateşten geçitlerinde sınanmak vardır. Sistem, toplumu parçaladığı gibi, kendini de parçalayarak insanların zihniyetine zerk etmektedir. Sistemin tüm topluma yayılması bu yolla olmaktadır. Sistem kendini minimize ederek tüm insanlarda kendini yaşatmanın kendi varlık koşulu olduğunun farkındadır. İnsanın sistemiçileşmesi de böyle olmaktadır. Bize zerk edilen sistem parçalarını kendimizden söküp atmak zorundayız. Bunu yapmadığımız müddetçe yeniyi yaratmanın ön koşulunu gerçekleştirememiş olacağız. Apocu kültür, sistemi toplumun zihninden, ruhundan, yüreğinden ve bedeninden söküp atmanın

Kasım 2014

eylemini her an gerçekleştiren ve bunu temel bir mücadele biçimi haline getirerek tüm zamanlarda uygulanması gerektiği kanısına ulaşmış olan bir hakikattir. Apoculuğun süreklileşen bir türkü olması bundandır. Süreklileşen bir mücadeledir ve sistem var oldukça bu mücadele sürecek demektir. Bugün hâkim sistemin bombardımanına maruz kalmayan insanlar ya da toplumlar yoktur. Ancak kendini sistemden iyi koruyabilen insanlar ya da toplumlar vardır. Apocu kültür kendini sistemden korumanın sistemi reddederek başladığının bir göstergesidir. Sistemi reddetmek bunu dile getirmekle mümkün olmamaktadır. Hatta bu kadar kolay da değildir. Mücadelenin en zor zamanlarının sistemi reddetmek ve kendi içindeki sistemi reddetmek olduğu gerçektir. Önderliğimiz bundan dolayı bilgelerin iç mücadeleye cihad-ı ekber (büyük savaş) dediği vurgusunu yapmaktadır. Büyük savaş sistemin zihnimize, yüreğimize kanser hücresi gibi yerleştirdiği lokal iktidarlarla savaşmaktır. Kalanos örneğini Önderlik bunun için vermiştir. İskender’in “O benden daha büyük düşmanlarını yenmiştir” dediği Kalanos nefs savaşında kendini yenmiştir. Bilgelik ancak kazanılan nefs savaşı sonrasında ulaşılacak olan mertebedir. Kendi benliğini temel mücadele sahası olarak belirleme önceliği, tabi ki büyük bir cesarettir. Kendinle mücadele etmek zordur. Kendindeki düşman etkilerini yenmek, kendi benliğinde sistemiçileşen öğeleri söküp atmanın abidesel örnekleriyle doludur PKK tarihi. Yüzlerce genç kız ve erkek, kendinde Kalanos gibi nice bilgelerin verdiği savaşları vermiş hatta onları kat kat aşan pratiklerin sahibi olmuşlardır. Kemal Pir, Mazlum Doğan, Zilan, Sema, Viyan arkadaş ve daha yüzlerce örnek bunun en sıcak örnekleridir. Sara arkadaş onurlu kadın duruşuyla kırk yıla sığdırdığı direnişini bilgelerin sınavlarını sayısız kere vererek kendini henüz yaşarken tarih yapmıştır. Kendi nefsini yenmekle birlikte arkalarında bir kültür yaratmıştır bu yoldaşlar. Verdikleri savaşla hem kendilerini yaratmış hem de Apocu kültürü yaratarak yeni toplumsallığın etnisitesini yaratmanın en anlamlı örnekleri olmuşlardır. Bu örneklerdeki Apocu gerçekleşmeler, hâkim uygarlık sisteminin gelişen teknik ya da büyüyen gücü karşısında büyüyen demokratik uygarlık gücünü de göstermektedir. Apocu kültür yeni bir üslup ve tarz demektir Sömürgeciliğin yürekleri ve beyinleri sömürerek kendini var ettiği bir zamanda yürekleri ateşten bir gerçeğin içinden yeniden yaratarak bir kültür yeniden inşa edilebilirdi. Öyle yapıldı. Apocu kültürde yaşamı oluşturan kültürel öğeler yeniden yaratılmaktadır. Dil, tarz, tempo, üslup, duygular, yaşam biçimi vb. her şey yenilenmekte ve bir başlangıca yönelmektedir. Tüm düşünce biçimleri kadar duygular, yine duygular kadar hitap biçimlerinin değişmesi, aynı zamanda zihniyet değişiminin de göstergesidir. Önderliğimizin “yüreği bizimle olmayanın eylemi bizimle olmaz” deyişi devrim mücadelesinde yüreğin, duyguların ve tek tek

16


Özgür Halk insanların hislerinin de ne kadar yeni toplumsallık için olması gerektiğine işaret etmektedir. Yine “En güçlü insan, anlamın ve hissin yaşattığı insandır” sözü sistemin mülkiyet anlayışına, insanlıkları, toplumsallıkları yıkan ve enkaz üzerinden kendini inşa eden gerçeğini reddederek yeni anlamlı insanın tanımını yapmaktadır.

Kasım 2014

le reddedilmesi, Önderlik gerçeği karşısında kendisini an an sorgulayıp dönüştürerek ele alınması gereken anlayışlardır. Tempo, yaşanan zamandaki hız oranını göstermektedir. Önderliğimizin zamanı yaşama biçimi, Apocu kültürün zamanı yaşama biçimini oluşturmuştur. Zamanı kendi oluşunun bir koşulu olarak ele almak, bunun dışında bir yaşam mefhumunun olmaApocu kültür yeni bir üslup ve tarz demektir. Önderli- dığını bilmek yaşamsaldır. Zaman öldürmek, kendini ğin üslup ve tarzının tüm Kürdistan’da yeni bir dil, üs- öldürmektir. Apoculuk bunun ayırdına vararak doğru lup ve tarz yarattığı bilinmektedir. Çağın bilgi sınırlarını zaman algısına ulaşmanın adımlarıdır. Zaman ancak aşmak kadar yediden yetmişe her yaştan insanın, her böyle yaşandıkça anlam kazanır. Ancak böyle yainanç ya da yaşam kesiminden insanın anlayabileceği şandıkça öldürücü olmaktan çıkar. Zamanın oluştubir dilin olması, Önderlikte gerçekleşen evreni gös- rucu etkisi, zamana yüklenen anlamla ve kendi özgür termektedir. Nasıl ki rüzgârı ya da güneşi, her etni- varlığına duyulan saygı ve sevgiyle ölçülebilir. Apocu siteden insan anlayabilir, toprağın sesini duyabilirse, kültür bunu yaratmanın iddiasındadır. Sıradan yaşaÖnderlik tarzı da böyle evrensel bir tarzdır. Etkileyici, manın, boş vakit geçirmenin, kapitalist modernitenin net ve çekicidir Önderlik üslubu. Hakikatini bueğlence kültürü kadar kendi yaşamını anlamlamamış ya da açığa çıkaramayan ezop landırmayan yaşam biçimlerinin zamaüslup, Önderliğin en çok öfkelendiği nı değil kendini öldürmek olduğunu özelliklerden biridir. Önderlik, ezop bilmek, Apocu kültürün temel ilolmadığı için anlaşılırdır. Düşünkelerindendir. Bu anlamda temApocu kültür sel netlik dile yansımakta ve posuz olmak, zamanda hız ile yaşamak isteyen halkta güven oluşturmaktaoranının anlamın gerisinde kesinlikle hâkim dır. Bir sanatçı inceliği vardır olması zamana yayılmış Önderlikte. Zaten görünüş bir intihar olmaktadır. Apomoderniteden kendini itibariyle de artistik bir gücu kültür, bunu aşmaktır. koparmalı, o zihniyetin tüm zelliğin olduğunu, ses toyaşam biçimlerinden nefret nunun da aynı dereceğe Mülkiyet dünyasından etmeli ve sistem karşıtı etkileyici olduğunu, bunun kopmak Apocu kültürün hitapta müthiş bir akıcılığa temelini oluşturur olan öfkesini kesinlikle dönüştüğünü herkes bilmekApocu kültürün temelini oluşörgüt ve eylem gücüne tedir. Öyle ki, düşmana dahi turan bir diğer faktör mülkidönüştürmelidir. kendini dinletmekte ve saygı yet dünyasından kopmaktır. uyandırmaktadır. Keyfi, biçimsiz, Önderlik mülkiyet dünyasından memurvari, tamam efendimci, kenkopmuştur. Uzun yıllar Rojava sadiliğindenci, başı sonu belli olmayan, hasından işleri örgütlediği zamanlarbir hedefe yönelmeyen ya da hangi hedefe da paraya bulaşmamış, sermayeci, mülk yöneldiği belli olmayan dağınık üslup ve tarzlar Önder- arttırıcı yaklaşımlardan kendini korumuş, bu yaklaliğin yarattığı kültürle kesinlikle çelişmektedir. Sonuç şımlar karşısında amansız bir mücadele yürütmüş, alıcılık doğru zihniyet yapılanması ve güçlü mücadele yine sonraki İmralı süreci boyunca da aynı temizliğikadar onun araçlarını, üslubunu, tarzını, temposunu ni sürdürmüştür. Orhan Yılmazkaya arkadaşın PKK doğru belirlemeyi de gerektirir. Apoculukta insan iliş- mücadelesindeki mülkiyet yaklaşımını, para olmadan kileri güven, güç ve moral yaratır. Eskiye karşı öfke, sürdürülen ortak yaşamı tanıdıktan sonra devrim umuyeniye karşı da bir sevgi ve özlem yaratır. Bunu geliş- dunun geliştiğini söylemesinin bir sebebi vardır tabi tirmiyorsa, tarz ve yöntem Apocu kültüre ait değil de- ki. PKK yaşamı tüm sosyalist, toplumcu, demokrat, mektir. Apocu kültürde toplumsal ihtiyaçları belirleme sistem karşıtı insanlara umut vermektedir. Dünyanın ve karşılamanın gücü, iradesi herkesin sorumluluğun- hiçbir yerinde olmayan mülkiyetsiz yaşam bizde vardadır. Yeni paradigmayla Önderliğimizin gündemimize dır. Apocu kültür mülkiyetin her türünü reddetmektedir. getirdiği doğrudan demokrasi de aslında bunu işaret En kutsal evren parçası olan insanların dahi mülkleşetmektedir. Kendisi için kendisi olarak karar vermek, tirildiği, insanın insanlaşmasındaki temel rolü oynayan aslında Ortadoğu gibi tanrısallıkların yanlış metafizikle kadının en ince meta konumuna getirilmesi, metalaörüldüğü alanlarda geliştirilen çok köklü dogmatizm- rın kraliçesi olma anlamında paradan daha fazla kirleri yıkmanın da ilacıdır. Kendin olmanın bir boyutu letilmesi durumu Apocu kültürde reddedilmekte, aynı da ne istediğini bilmek ve istediği şeyi nasıl karşıla- zamanda süreklileşen bir mücadele rotası olmaktadır. yacağının politikasını geliştirebilmekle mümkündür. Evrenin temel varoluş biçimi olan çoğalmanın kapitalist Önderlikte tarz, başarı demektir. Başaran tarz doğru sistem cinselliğiyle kirli bir araca dönüştürülmesi, varotarzdır. Başarmayan tarzlar aşılması bir yana kesinlik- luş biçimi olmaktan çıkarak yok oluş aracına dönüştü-

17


Özgür Halk rülmesi ve hatta insanlar karşısında bir silah olarak kullanılması durumu Apocu kültürde kabullenilmeyen ve reddedildiği kadar aşılan bir alandır. İnsanın mülkleştirilmesi tabi ki tek taraflı olmamakta kadın metalaştırıldığı oranda erkeğin de bu meta olan insan öğesiyle birlikte yaşamı paylaşması erkeğin de metalaşmayı içselleştirdiğini göstermektedir. Erkeğin meta durumu salt kadınla yaşamasından dolayı değildir. Erkeklik, sistemin iyi köleleri olma anlamında yöneldiği ve katlı köleliğe uğrattığı bir gerçekliktir. Zaten bunun en somut ve çağcıl örneği de kapitalist modern sistem içindeki erkeğin bugün yaşadığı karılaşma düzeyinde görülmektedir. Davranışlarından giyinişine, konuşmasından oturup kalkışına kadar sistemin ona nasıl bir “kocalık” yaptığını göstermektedir. Hitler’in sözü bu anlamda günümüz ulus devletlerde pratikleşmiş ve yaygınlaşmış olmaktadır. Zaten ulus devlet sistemlerinin sırtını dayadığı ordu sistemindeki zorunlu askerlik uygulaması, erkeği karılaştırarak sisteme hazırlama haneleridir. Erkeğin askerlik yapmadan evlenmesinin “!” dahi tasvip edilmediği sistem, ancak karılaştırılmış erkeğin kuracağı ailenin sistemin hizmetine girebileceğini de göstermektedir. Bu anlamda vatani görev denilen de erkek devletin karısı olmaktan geçmekte ve bu görevler kutsanmaktadır. Ulus devletin kutsalı olması anlamında onun kimliğine de işaret etmektedir. Toplumları kendi öz kimliğinden, öz anlamından uzaklaştırmanın temel bir yöntemi haline getirilen metalaştırma olgusu Apocu kültürde kesinlikle kabul edilmemektedir. Apocu kültürde her insan, özgür toplumsallığı yaratacak kadar kendini sistemin mülkiyet anlayışından kurtardığı, zihniyet ve hissiyat boyutunda gerçekleştirdiği özgürlük eylemleri kadar anlam kazanmaktadır. Ki ancak anlam kazanan insan kültür yaratabilir. Bu anlamda Önderlik paradigmasını oluşturan demokrasi,

Kasım 2014

ekoloji, cinsiyet özgürlüğü Apocu kültür bünyesindeki her bireyde tek tek yaşam bulmakta, bununla birlikte ortak yaşamın, Apocu toplumsallaşmanın kimliğini oluşturmaktadır. Paradigma değişimini doğru anlamak gerekiyor. Unutmamak gereken bir nokta da öncesi süreçte yaşanan tüm aşamaların inkâr edilemeyeceği, Önderlikteki temel yaşam ilkelerinin bu paradigmayla daha da keskinleştiği ve akması gereken doğru nehir yatağını bulduğudur. Bu anlamda Önceki süreçlere dair çözümleme, görüş, yoğunlaşma tarzlarının yeni paradigmayla bir kenara koymak, entelektüel görevleri salt teorik bilinci yükseltmek olarak anlamak, bir bakıma eski kafaya yeni örtü takmak anlamına gelir. Önemli olan bu görevler kapsamında başta kapitalist modernitenin dayattığı pozitif bilimcilik anlayışını, bununla birlikte tarih boyunca insanlara dayatılan tüm hakikat dışı yöntemleri, tüm bilimcilikleri, dincilikleri ve cinsiyetçilikleri yeniden ve kökten sorgulamaya tabi tutmaktır. Apocu kültürün mayasında dogmaları yıkma vardır Yeni Önderlik paradigması gücünü güçlü nehirsel akış olan demokratik uygarlıktan almaktadır. Merkezi uygarlığın tüm saldırılarına, yok etme girişimlerine ve yok saymalarına karşı var olma savaşı vermek, demokratik uygarlık direnişlerini tanıyıp anlamak kadar kendini bir demokratik uygarlık gücü olarak görmek Apocu kültürün özüne yerleşmektedir. İlk adım sistemin tanrısallık düzeyinde dile getirdiği düşünce kalıpları dışında düşünmektir. Hegel’de ifade bulan ulus devlet tanrısallığı ve yüceltilmesi karşısında bu tanrısallığı yıkmak ilk adımdır. Bu, tanrılara başkaldırma düzeyinde bir eylemi gerektirir. İbrahimi bir eylemdir ulus devlet tanrısallığı dışında düşünmek. Tüm dogmatizmlerin temelini sarsacak olan düşünme biçimine ilk adım atmaktır hâkim ulus devletlerin dışında düşünmek. Önderliğimiz sosyalizm mücadelesiyle ilk ta-

18


Özgür Halk

Kasım 2014

nıştığı yılları bir dogmatizmden başka bir dogmatizme geçmek olarak değerlendirmektedir. Buradaki önem mevcut dogmanın yıkılabileceğinin anlaşılmasıdır. İkinci dogmalar dizisinin yıkılması üçüncü doğuşu getirecek düzeyde olacaktır. Dinsel metafiziğin yıkılması anlamında kendini bilimcilik olarak dayatan pozitif bilimcilik metafiziğinin, onun yarattığı tüm ezberlerin ve pratikleşemeyen yaşam öngörülerinin yıkılması Önderlikte yeni bir zihniyet devrimi yaratmıştır. Apocu kültürün mayasında dogmaların yıkılması vardır.

iki yüzyılda oluşmamıştır. Son iki yüzyılda yaratılan ulus devlet dogması zaten tartışmalık bir sorun olarak sürekli gündemdedir. Rejimler, toplum sorunları ya da diğer birçok yolla bu gündemler ulus devleti tartışılır kılmaktadır. Yıkılması gereken esas dogmatizm beş bin yıllık bir uygarlık birikimine sahiptir. Ve bu kadar birikim karşısında Apocu kültürün direnebilmesi on binlerce yıl öncesinden var olan neolitik, tarım kültürünü esas almasından, demokratik uygarlık akışına kendisini katma isteminden kaynağını almaktadır.

Dogmalarla savaşmanın temelinde tarih bakış açısını verili bilimlerin kalıplarından kurtarmak vardır. Düz çizgisel tarih anlayışı, Marksist literatürün vazgeçilmezi olan ilerlemeciliğin toplumu sınıflara bölme hastalığının aşılması, Ortadoğu zihniyet dünyasında bir çığır açacak düzeydedir. Tüm kadercilikleri reddettiği kadar Marksizm’in ortaya çıkardığı yaşanması gereken kapitalizm dogmasını da yıkmaktadır.

Bu iddiadaki bir kültürün içinde yer almak zor olduğu kadar onur vericidir. Evrende zaten her zaman diyalektik karşıtlıkların yarattığı, zorlukların doğurduğu güzelliklerle karşılaşmaktayız. Hiçbir ana kadın doğumların kolay olduğunu söylememiştir. Doğumların zor oluşları da yaratımın kökenine yerleşen kader bilirliği yaratmaya yönelen bir bedelle mümkün olmaktadır da diyebiliriz. Farklı yorumlar geliştirilebilir bu yönde. Ama önemli olan yeni özgür yaratımların zorluklarını yaşamak kadar anlamsız, egemen sistemin dayattığı zorlukları yaşamayı reddetmektir.

“Dogmatizmin aşılmasıyla devlet, iktidar, savaş, ulus ve ulus-devlet tanımına daha gerçekçi boyutlar getirmem, gerektiğinde kapsamlı bir meşru savunma savaşına da açık demokratik bir toplum için yeniden partileşmeye dayalı bir çözümün yolunu açtı. Bu yaklaşım sadece stratejik ve taktik bir dönüşüm değildir. Ardında köklü bir bilimsel düşünceye dayalı teorik ve paradigmatik görüş, daha zengin bir siyasi düşünce ve partileşme tarzı vardır. Sosyalizmin yüz elli yıllık gelişmesine damgasını vurmuş devletçilik hastalığını aşma, burjuva ulus anlayışını terk etme, toplumsallığın komünal ve demokratik tarzını tarih boyunca esas alma, özgürlük ve eşitlik idealini bu köklü değişimlere bağlama dönüşümü vardır. PKK adına bu temelde yapılan eleştiri ve özeleştiri, doğal olarak yeniden yapılanma sorununu gündemleştirmektedir. Güncel durumun kısa bir özetine dayalı yeniden partileşme, meşru savunma ve temel halk örgütlenmesi olarak Kongreleşme, yakıcı ve acilen çözümlenmesi gereken sorunlar ve görevler olarak önümüzde durmaktadır.”3 Yine bununla birlikte toplumsallaşmanın gelişmesinde, ilk oluşumunda hiçbir şekilde yer almayan sistemlerin, buna mukabil devlet biçimi ve diğer egemenlik dayatmalarının oluşturdukları iktidar odaklı sistemlerin yarattıkları karşısında kendi yaşamını sistem haline getirmenin mümkün olduğu gerçeği, Apoculuğun bir kültür olarak kendini var etmesinin tarihsel gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Yine toplumsal doğada var olan özgür, ahlaki ve politik yaşama potansiyelinden yeni özgür bir toplum yaratmak, ahlaki bir görev olarak bu iddiayı taşıyan insanların önünde durmaktadır. Apocu kültür, insanların karşılaştıkları sorunları çözebileceklerini gösteren tarihsel bir iddiadır. Bu, yıkılan dogmatizmlerle mümkün olmuştur. Ve Apocu kültürün varlığı, bu anlamda özgür insanın gerçekleşebilme ihtimalini de oluşturmaktadır. Çünkü dogmalar salt son

19

Yoğun acılar yaşayanlar ya acılar karşısında tükenir ya da duyarsızlaşır ve köle tarzı yaşamı normal görür. Acıları mücadele, devrim ve özgür yaşam gerekçesi yapmak, bunu bir özgürlük kültürüne ulaşmanın gerekçesi yapmak önemlidir. Bu anlamda acılara alışmamak gerekir. Ve insanca olan, yaratım zamanlarında hâkim sistemin ya da verili toplum biçimlerinin insan olma anlamına denk bir katkısı olmuyorsa, reddetmesini bilmek kadar kendi sistemini yaratmanın çabasında olmaktır. Özgür insanın bir şartı da bu olmaktadır. Apocu kültür hâkim sistem umudun zerresini bırakmayacak kadar yok edici olduğunda dahi umut yaratacak gücü, morali ve çabayı gösterebilmektir. Bu irade gerektirir. Güçlü irade bu çabayı göstermeyi getirir ama zihniyet devrimi yaparak çabayı verecek iradeyi yapmak da temel bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. “Hâkim sistem sana hiç umut vermiyor, seni insan yerine koymuyor ve en basit kimlik sorunlarına bile ilgi gösterip çözüm olamıyorsa, insan olmanın gereği olarak yapacağın şey, kendine saygıyı ve umudu kendi sistemini inşa etme gücüne bağlamasını bilmektir. Yoksa kurtlar sofrasında seni bekleyen kemik artıkları değil, belki de bizzat yem olmandır… umut bağladığın anan bile olsa, eğer sana hiçbir şey sunacak durumda değilse, birey olarak özgücüne güvenmekten çekinmeyeceksin. Sağa sola, güdülere teslim olmayacaksın. Eğer ortada yaşanacak bir durum yoksa, bil ki insan olarak en iyiyi, doğruyu ve güzeli inşa edebilecek aklı ve iradeyi sergileyebilecek güçtesin!”4 Şehre koşma ihanetine bulaşmayan çok az Kürt vardır Apocu kültür, insan olarak en iyiyi, doğruyu ve güzeli inşa edebilecek aklı ve iradeyi sergilediği oranda


Özgür Halk tarihsel toplumdaki demokratik uygarlık güçlerinin yaşamında belirgin olan tarıma dayalı, demokratik, ahlaki ve politik toplumu esas almaktır. Önderliğimiz yarattığı bunca değere rağmen özeleştiri verirken köyden çıkışını, anne-babasına kapitalist modernite sınırlarında ele almayı, vurduğu hayvanlardan özür dilemeyi ilk sıralara koymaktadır. Bunlar kesinlikle Apocu kültürü yaşama iddiasında olan her bireyin an an sorgulaması gereken noktalardır. Şehre koşan kişilik derken Enkidu örneğini defalarca verdi Önderlik. Kendine, toplumuna, kendi varoluşuna, xwebûn olma durumuna ihanet anlamına gelen şehre koşma ihanetine bulaşmayan çok az Kürt vardır. Ve hala da oryantalizmin etkisi kadar iç oryantalizmlerin etkisi hâkimdir. Kendine dahi batıdan bakan bir havanın hâkim olduğu kişilikler az değildir. Çoğu zaman arkadaşlarımız da bu bakış açısını yansıtmaktadırlar. Bunlar kesinlikle aşılması gereken gerilikler olmaktadır. Apocu kültür Doğu’ya yeni bir bakış açısı getirir. Oryantalizmi kesinlikle kabul etmez.

Kasım 2014

demokratik modernite kavramlarını derinliğine anlamalıdır. Devletsiz düşünebilmektir, devlet iktidarlarının insanlık karşıtı olduğunun bilincini hiçbir zaman unutmadan, toplumsallığın yaşayabileceği tek tarzın demokratik öz yönetim olduğu bilincini yaşatmak, Apocu kültürün temel yaşam biçimlerindendir. Demokrasiyi devlet içinde bir rejim gibi değil, yaşamın temelini oluşturan bir yaşam biçimi olarak düşünmek gerekiyor. Bir yaşam sistemi olduğu kadar kişilikte somutlaştıracak bir yaşam biçimi olarak düşünmek gerekiyor. Demokratik ulus projesi, buna bağlı olarak demokratik özerklik projesi aslında Önderlik mücadelesinin geldiği bir düzey olarak kendini gerçekleştiren Önderlik olmaktadır. Demokratik ulus Önderlik gerçeğinin zihniyet durumuyken demokratik özerklik de onun bedenleşmesi, somutlaşması görünür olması demektir. Bu anlamda her birey kendinde hem zihniyet hem de bedenleşmeyi yaratma sorumluluğundadır.

Apocu kültür, komünal demokratik Şehirde ne vardır, şehirde parlak ışıklar, fazlasıydeğerlerle yaşamaktır la metalaşmış kişilikler, sistemin mekanik İmkânsızlıklar Apocu kültür için geri çebirer parçası olmuş insan kopyaları, ken bir unsur değildir. Yaratılan bunca birbirinin aynı olmak ya da birbidevrim değeri vardır. Tüm devrim rine benzemek için yarışan indeğerleri topluma mal edilmiştir. sanlar, hatta yediği ekmeğin Bunca imkân içinde imkânsızApoculukta nasıl kendi sofrasına geldilıktan söz etmek Apocu külinsan ilişkileri güven, ğini bilemeyecek kadar intüre hakaret etmek demektir. güç ve moral yaratır. Eskiye sanlığından uzaklaştırılmış Zaten Önderliğimizin kenkişilikler vardır. Şehre kodisi de işlerini anlatırken karşı öfke, yeniye karşı da bir şan kişiliklerle, erkek egeNuh’un gemisinden çıksevgi ve özlem yaratır. menliğiyle, hukuk sistemimışçasına işlerine başlaBunu geliştirmiyorsa, tarz ve ne sırtını dayayarak, insan yacağını anlatırken, hiçbir yöntem Apocu kültüre özgürlüğü için her anını ve imkânsızlığın yeni yaşamı her zerre enerjisini vermeyaratma önünde engel olaait değil yerek Apocu kültür inşa edimayacağını anlatmaktadır. demektir. lemez. Şehirde komşusunun Önderlik maneviyat arayışınöldüğünü günlerce sonra rahatdaydı. Maneviyat arayışında yasız olduğu kokuları polise haber ratıma yöneldiği zaman kendi yeni vererek anlayan insan müsveddeleri anlamlarına denk maneviyatla birlikte vardır. Şehirde tekniğin, uyuşturucunun maddiyat yarattı. Apoculuk da bunu geve narkoz etkisi yapan çarpık cinselliğin esir alrektirir. Apocu kültür, komünal demokratik değerdığı bir gençlik vardır. Şehirde emek bilincinden ko- lerle yaşamak, kendi somutunda o değerleri yaşatmak panlar kadar işsizler ordusu, işsizler ordusu kadar ve çoğaltmaktır. Çünkü toplumun yeniden canlançalışıp da emeğinin karşılığını alamayan yoksulluklar ması, yeni bir yaşam anlayışıyla ruh kazanmasıdır. vardır. Bu yoksullukların kökeninde ise köy tarım yaşamından kopuş vardır. En büyük fakirlik köy tarım Apocu kültür yaşamın her anını değer yaratma müyaşamından kopmakla gerçekleşmektedir. Bundandır cadele olarak yaşamaktır. Bunun örneğini ÖnderliÖnderliğimiz zindan çıkış koşulları olursa yapacağı ğimizin ilk arkadaşlarında çok net görebilmekteyiz. işlerini anlatırken Zerdeştin ziraat tutkusuyla yara- Haki arkadaşın değer yaratma anlayışı, şahadetinden tacağı dünyayı anlatmaktadır. Bunlar hayal değildir. sonra dahi etkisini göstermeye devam etmiştir. Yine Bunlar fazlasıyla somuttur ve kapitalist sistemin yıka- şehitler gerçeğinde somutlaşan bu özellik bugün de dığı beyinlerce geri görülen, ilkel görülen yaşamlardır. somut olarak görülmektedir. Bunu yaşarken yapmanın mücadelesini vermek yeni sistemi yaratmanın, Apocu olma iddiasında olanlar algılarını uygarlıktan Apocu kültürü yaşamsallaştırmanın da bir yöntemidir. koparmalı, demokratik uygarlık ekseninde düşüne- Emek vermek, emek vererek değer yaratmak ve kenbilmeli, duyumsayabilmelidir. Demokratik uygarlık dini yaratarak kendini değer haline getirmek Apocu çerçevesinde, demokratik ulus, demokratik özerklik, kültürün temel ilkelerinden biridir. Önderliğin çocukluk

20


Özgür Halk yıllarından rengini alan bu ilke, İmralı sürecindeki direnişle anlam sıçraması yaşamaktadır. Özellikle Önderliğimizin Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmayı yazarken dile getirdikleri önemlidir. Kalem yasağına karşı tavrı, ulaştığı düşünce düzeyini derinleştirmek şeklinde olmuştur. Ki kalem yasağı denen şey, bir işkence biçimidir. Bu işkenceyi bugün okuyarak tüm zihniyet yapılanmamızı sorguladığımız ve kendimizi, toplumumuzu özgür yaşamının yöntem arayışını yaratmaya çalıştığımız temel kaynak kitabımız olan özgürlük sosyolojisini derinleştirme yönünde ters çevirmek bir kutsallık yaratmaktır. Bu aynı zamanda Önderlikteki tarz, tempo ve yöntem gerçeğini ortaya koymaktadır. Bunu başarabilecek başka insan örneği yoktur. Ve Önderliğimizin başardığı bu devrimsel adımların her biri Apocu kültürün yoğrulduğu, yaratıldığı hamurdur.

Kasım 2014

kimi zaman adını koyamadığımız hisler, duygularımıza dair düşünceler verir bize. Bir ağacı yoldaşı bilip sımsıkı sarılmayı istemek duyguların kabarması değil midir? Doğaya karşı yüreğimizde ne kadar yer ayırabiliyoruz? Kürdistan insanları tabi ki doğadan çok kopmuş, doğanın uzağına düşmüş değildir. Ama içinde bulunduğumuz, birlikte yaşadığımız doğaya canlı olduğu bilinciyle bakmak, onlarla birlikte yaşadığımız düşüncesini benliğimizin derinliklerinde hissetmek esas olmaktadır.

Hisler bizde duyarlılığını büyük oranda yitirmiş durumdadır. Apoculuk insanı kendiliğiyle birlikte kendi hisleriyle de buluşturma iddiasındadır. Önderliğimiz babasının O’na söylediği sigara kâğıdı deneyimini çok örnek vermektedir. Yunus Emre eğitilirken Ondan kulağını toprağa koyduğunda karıncanın ayak seslerini, oldukça uzak bir mesafeden duyana kadar çalışmaApoculuğun yaratıma yönelmesi, sı istenmiş. Bu doğanın sesini dinlemek, anlamak ve yürekle ilintilidir kendinin bir evren parçası olduğu bilincini derinden yaSevmek emek vermeyi gerektirir. İnsan severse emek şamakla bağlantılıdır. Bu bir sınavdır. Kendini evrenle verir. Bir insanı, bir sanat dalını, bir bitkiyi ya da birlikte var eden insanın sınavıdır. Önderliğimiz başka şeyler. Sevgi varsa ve gerçek olma de bu anlamda duyarlılığı geliştirmek için iddiasındaysa emeği şart kılar. İnsan büyük mücadeleler vermiştir. Özellikülkesini severse ülkesine emek vele gerilla mücadelesi için çözümlerir. En çok ülkesine emek verir. melerinde bu konuyu çokça dile Önderlikle Çünkü ülkesinde sadece kendigetirmiştir. Doğayla insan ilişarkadaş olmanın ilk si değil, yüz binlerce insan yakisinin geliştirilmesi, sezgisel koşulu, merkezi uygarlığı şayacaktır. Dahası ülkesinde yanımızın duyarlılığının deaşarak demokratik uygarlığı insanların dışında emeğin rinleştirilmesi, doğayla innicelleştirilmesiyle ölçülesan arasındaki yarılmanın düşünebilmek ve inşa çabasına meyecek değerler vardır ve kesinlikle doğal ortamdaki girişmektir. Hem sistemi yaşayıp bu ülkesine emek vermek bu mücadele yıllarımızda orhem Önderlikle arkadaş değerleri yüceltmek ve yatadan kaldırılması çabaolunmaz. Awpoculuğun şatmaktır. Bu anlamda Aposı, Önderliğin esas aldığı culuk toprağı sevmeyi insan noktalardan bir diğeriydi. karşısında savaştığı sistemi olmanın temel şartı bilir. Önyaşayarak Apocu derliğimiz “her ot kendi kökleri Apocu kültür estetik anlamda olunmaz. üzerinde yeşerir” derken toprağıda insanı en güzel düşüncelere, mıza saldığımız köklerimize bizleri davranışlara, duygulanımlara ve yöneltmekte, arayış ve sevgi geliştiryaratımlara layık görür. Önderliğimimeye çalışmaktadır. Bu anlamda köklerinin zin arayışçılığı anlam arayışı, özgürlük hangi toprakta ve hangi iklimde en güzel ürünler arayışı, kök arayışı, ülke arayışı, uygarlığın dovereceğini bilmek özgür varlığın temel şartlarındandır. kunmadığı ve özgür yaşayacağı bir karış toprak arayışı, kendilik arayışı, güzellik arayışı ve kendisi olarak Toprağıyla birlikte değerleri, halkı, yoldaşlarını ve toplumuyla birlikte var olma arayışının birleşmesinden özgürlüğü sevmeyi gerektirir. Hele hele yaşamı… oluşan bir hakikat arayışçılığıydı. Güzelleşmenin davYaşamı uğruna ölecek kadar sevmeyi gerektirir. Ki ranış güzelliğiyle, insan ilişkilerindeki güzel yaratımlartüm hakiki sevmelerin kökeninde emek vardır. Ön- la, yaratılacak yeni özgür ruhun güzelliğiyle ve biçim derliğimiz kendini yaratma mücadelesine duygu- güzelliğiyle tamamlanmasıyla gerçekleşebileceğine, lar savaşımı adını verdi ve yüreğini şelalelere ben- bütünlüğün uyumunun başlı başına bir güzellik getirezetti. Su akışındaki doğallık, esneklik ve kalıplara ceğine inanarak bir estetik anlayış yaratmıştır Önderligirmeme bir anlamda duyguların profesyonelleş- ğimiz. Halk değerlerinde zaten bir sıcakkanlılık anlayışı memesidir. Önderliğimizin çocuk yaşlarındaki duy- vardır ve halkın temel güzellik anlayışına yerleşmekguları İmralı sürecindeki duygularına paraleldir. Bu tedir. Burada paylaşım, uyum, kendine dair özgün bir duyguların sistem içileşmemesi, profesyonelleşme- renginin olması, arı yürekli olma, yüreğini kirletmemiş mesidir. Doğaya, topluma evrene karşı hissedilen- olma, bilinç düzeyi, çağı anlama düzeyi ve daha birler aslında insanın duygularını ortaya koymaktadır. çok Apocu özellik birleşerek temel bir cazibe oluşturDoğa ile kendimiz arasındaki ilişki, enerji akımı ya da maktadır. Ve bu çerçevede, Apocu kültürün güzellik

21


Özgür ÖzgürHalk Halk anlayışı, hakikat bütünlüğüyle birlikte oluşmakta ve ancak bu şekilde Apocular halkın gönlünde yer edinmektedir. Hakikat yoldaşlığı Apocu kültür Önderliğin bir ömrün her anına sığdırdığı arayış sonucu bulduğu hakikati yaşamsallaştırmanın an be an çabasıyla kendini gerçekleştirebilir. Hakikat demek hak demektir. Hak olmazsa hakikat olmaz. Bundan dolayı hakikat sözcüğünü dahi dile getirirken hak ve adalet kavramlarını akıldan çıkarmamak ve adaleti esas almanın hakikat yaratma yolunda bir adım ilerlemek olduğunu bilmek gerekir. Hakikati bilmeyen hakikat yoldaşlığını hiç bilmez. Önderlikle arkadaş olmanın ilk koşulu, merkezi uygarlığı aşarak demokratik uygarlığı düşünebilmek ve inşa çabasına girişmektir. Hem sistemi yaşayıp hem Önderlikle arkadaş olunmaz. Apoculuğun karşısında savaştığı sistemi yaşayarak Apocu olunmaz. Bu bir anlamda hem tanrıça hem fahişe olmanın mümkünsüzlüğü gibidir. Arkadaşlık ahlakı kişide özgür toplum yaratmakla özdeş olmalıdır. Ve bunun en güzel anlatımını da Önderliğimiz yapmaktadır: “Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak gerekir. Yoldaşlık ilişkileri toplumsal ilişkilerin özünü yansıtır veya yansıtmak durumundadır. Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır. Esas olarak ideolojik ilişkilerdir; ideolojinin açığa vurduğu ve ortaya çıkmasına yol açtığı hakikat ilişkileridir. İki yoldaşın birliği bu anlamda sadece ideolojik birlik olmayıp, ideolojik kapasitenin yol açtığı hakikat birliği olarak yaşanmak durumundadır. İki yoldaş eğer gerçekten yoldaşlık sırrına erip birlik olmuşlarsa, bunu hakikatin güçlü temsili

Kasım 2014

olarak kavramak gerekir. Yoldaşların yoldaşı olmak, temsil edilen hakikatten pay almak demektir. Bunun dışında boşuna yoldaş tanımı aramamak gerekir. Büyük hakikat derdi olmayanların ‘yola’ girmemeleri gerekir. Basit hevesler, güdüler ve çıkarların peşinde olanlar asla yoldaş olamazlar. Bunlarla yoldaşlık yapılamaz. Kör inançların, fanatik duyguların meczubu gibi olanlar da yoldaş olamaz. Hele hele karı-koca ideolojisini aşmamış, basit eril-dişil ilişkisini kırıp zihniyet dünyasını özgürleştirememiş olanlar yoldaşlıktan dem vurmamalı ve bu yola girmeye boşuna heves etmemelidir. Yoldaşlık ilişkisi para, mal, mülkiyet, karılık-kocalık, tüketim eşyalarına heveslilik, nefsinin peşinde koşmak, iktidar derdine düşmek, kör cesaret veya korkuya kapılmak vb. gibi hakikat yolcusu olmaktan ve temsil edici kimliğine varmaktan alıkoyucu her türlü ilişki, düşünce, söylem ve eylemden uzak tutulmalıdır. Bu yönlü tehlikelere başarıyla karşı koymalı; aynı zamanda büyük hakikatleri her koşul altında söylemleştirecek ve eylemleştirecek ideolojik, politik, ahlâki ve örgütsel donanımla yüklü olmalıdır. Birleşilmesi, birlik olunması düşünülen parti ancak bu kapsamdaki yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir. Tarihsel toplumun ve geleceğinin sözcüsü ve iradesi olabilir. PKK de ancak bu ölçülerdeki yoldaşlık ilişkileriyle tarihsel ve toplumsal rolünü oynayabilir.”5 Kaynaklar: 3-Bir Halkı Savunmak 4-Özgürlük Sosyolojisi 5-Kültürel Soykırım Kıskacındaki Kürtleri Savunmak

22


Özgür Halk

Kasım 2014

2012 SAG Direnişi Aynı Zamanda Önderlik Çizgisinde Buluşmanın Zaferidir Sakıp Hazman

Hareketimizin 3. Zindan Direnişi olarak tanımladığı tarihi 12 Eylül 2012 SAG(Süresiz Açlık Grevi) eyleminin üzerinden iki yıl geçti. Eylemlerin an’da başlayıp biten süreçler olmadığı genel bir doğrudur. Mutlaka ona yol açan sebepler ve öncesi olduğu gibi eylemlerin etkisi kendinden sonraya da yansır. Pozitif eylemler pozitif, negatif eylemler de negatif sonuçlar yaratır. Eylem sonrası ortaya çıkacak sonuçların sürekliliği veya büyüklüğü, birbirini tamamlayan eylemliliklerin sürekliliğini şart kılar. Aksi takdirde bir eylem ne kadar büyük, etkili ve sarsıcı olursa olsun başkaca şeyleri tetikleyip yaratmıyorsa kendisini yaşamsallaştırması ve bu şekilde süreklileştirmesi sınırlı olur. Tarihi eylemlerin özneleri, gerçekleştirdikleri eylemleri sonucu yaşamlarını yitirmişlerse, onları yaşatıp süreklileştirmek ardıllarına düşer. Eğer böylesi büyük bir eylem gerçekleştirip yaşamını devam ettiriyorlarsa, başta kendileri olmak üzere yol arkadaşları bir temsiliyet sorumluluğuyla karşı karşıya kalırlar. Hele hele toplumsal ve siyasal olaylarda bu çok daha fazla geçerlidir. Aksi takdirde an’da kazanılan ama sonrasında kaybeden olurlar. Tarih bunu doğrulayan yığınca örnekle doludur. Direnişle, bir mevzide düşmanı alt etmek elbette değerlidir, ancak düşmanla savaş, yani devletli toplum ve uzantılarıyla savaş çok değişik mevzilerde gerçekleşir. Silahlı savaşın yanında iradi savaş, ahlaki ve politik savaş, zihinsel savaş kısaca tüm bunları ifade

23

eden ideolojik savaş herhangi bir an ya da mekanla sınırlı değildir. Savaşın yoğunluğu ve çok boyutluluğu direnişi de buna göre örgütlemeyi ve geliştirmeyi şart kılar. Tam bu mevzilerin herhangi birinde kazanılan savaş otomatikman diğerlerinin kazanılacağını da göstermez. Herhangi bir mevzinin yani an’ın ve mekânın kahramanları bu gerçeğe göre kendilerini donatamazlarsa, sonrasının mağlupları, hatta daha kötü pozisyonlara düşenleri olabilir. Bu anlamda tarihi eylemin özneleri hem bir itirazın, hem olması gereken bir iradi duruşun ve hem de kurucu inşanın temsilcileri, öncüleri olarak rol oynayabilirler. Yanlış giden, eksik gerçekleşen bir şeyler vardır, eylemleriyle buna itiraz ederler. İtirazlarını söylemle sınırlı bırakmazlar, eylemleriyle hakikate dönüştürürler. Ardından bunun süreklileştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerektiği bilincinden hareketle, inşacı özneleri olurlar. Bu, bizzat eylemciler cephesinden gerçekleşecek olan ya da gerçekleşmesi beklenen hakikatin bir yüzüdür. Hakikatin tamamı ise, eylemcilerin bir nevi sözcü ya da temsilci olduğunun bilinmesi, sözcülük ya da temsilciliğini yaptıkları toplumsal gerçekliğin en etkili şekilde kendini bu eylem gerçekleşmesinin bir öznesi olarak hissedebilmesi ve bununla bütünleşebilmesidir. Eylemci nihayetinde kişi olsa da, eyleminde dile gelen kişisel değildir. Tüm bu gerçeklik ışığında 12 Eylül 2012’de gerçekleşen zindan direnişini ele aldığımızda salt 68 gün ile sınırlı bir süreçten bahsedilmeyeceği çok daha iyi anlaşılacaktır.


Özgür Halk Başarılı eylemler, görünür taleplerin ötesinde sonuçlar yaratırlar Açlık grevleri, ya kimi uygulama, politika ve yönetimleri protesto amaçlı gerçekleştirilir ya da içinde protestoyu taşısa da somut talepleri içeren bir tarzda gerçekleşir. Bazen, ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından, talep listesinin çok ötesinde, çarpan etki niteliğinde, adeta deprem etkisi yaratırlar. Tarihi 14 Temmuz Direnişi bu açıdan somut bir örnektir. Amed zindanında yoğun işkence, itirafçılaştırma ve teslim alma, kimliksizleştirme uygulamalarına karşı 14 Temmuz Direnişçileri bu uygulama son verilmesi amacıyla ölüm orucuna başlamışlardı. Doğrudur, mekan bir cezaeviydi ve cezaevinde devleti temsil eden idareciler ile tutsak edilmiş devrimciler adeta cenk meydanındaydılar. Müthiş bir dengesizliğin hakim olduğu bu cenk meydanında devrimcilerin çıplak bedenleri ve inançlarından, ideolojilerinden başka bir şeyleri yoktu. 12 Eylül faşist rejiminin temsilcileri ise inkar ve imha ile sürdürülmeye çalışılan devlet zihniyetinin tüm zor araçlarıyla birlikte Amed zindanındaki cisimleşmiş haliydi. Bir taraf inkar ve imhaya karşı başkaldıranları ağır tutsaklık koşulları altında tümden ezip kişiliksizleştirerek hükümranlıklarının sorgulanamaz ve ebedi olduğunu kabullendirmeye çalışıyorken, tutsak edilmiş olsalar da Kürt Özgürlük Hareketi’nin değerli militan ve kadroları da, eşkıyanın dünyaya hükümdar olamayacağını gösterme sorumluluğuyla karşı karşıya olduklarını biliyorlardı. Özcesi savaşın mekanı ve Amed zindanı, zamanı 12 Eylül’ün hemen sonrası olsa da mekan ve zamanı aşan, geleceği belirleyecek bir kapışma yaşanıyordu. M. Hayri arkadaş, son nefesinde “siyasi haklarımız tanınırsa daha fazla arkadaşın şehit olmasına gerek yok” vasiyetini ve talimatını bırakıyordu. İnkar zihniyetinin adeta bir zifiri karanlık misali halkımızın üzerine çöktüğü bir süreçte, halkın varlığını, tarihini ve nasıl kurtulacağını düşman mahkemelerinde haykırmak bir karanlığı parçalamak anlamına gelecektir. Zaten bu amacı gerçekleştirmek için yola çıkılmış, devrimci olunmuştu. O halde nerede olursa olsun bir devrimci, görevlerine sahip çıkmalı, koşulların ve gerekçelerin mazeret duvarına dönüştürülmeyeceğini göstererek bir devrimci geleneği de yaratabilmeliydi. O günlerde hareket yurtdışına çekilmiş, dışarıda adeta bir ölüm sessizliği hüküm sürüyordu. Öncü kadrolarında tutsak edildiği Amed zindanında bir insan evladına reva görülmeyecek baskı ve işkenceler hüküm sürüyordu. Hareketle ilişkiler çok sınırlıydı, rapor yazıp talimat beklemenin ne koşulları vardı, nede doğru bir tutum olurdu. İşte o koşullarda karar verilecekti. Ya koşulların zorluğu, imkansızlıklar, işkenceler vs. gerekçe gösterilerek devrimci görev karşısında lakayt davranılarak çok şeyin yitirilmesine göz yumulacaktı ya da ne pahasına olursa olsun baş aşağı gidişe müdahale edilerek tarih yazılacaktı. Ölüm Orucuna başlarken ifade edilen talepler sınırlıydı belki ama stratejikti. Siyasi savunma hakkının tanınmasıyla birlikte başkaca taleplerin de kabul edilmesi üzerine Ölüm Orucuna

Kasım 2014

son verildi. 80’li yılların ikinci yarısından günümüze kadar her isteyen kadro mahkemelerde siyasi savunma yaptı, Amed zindanındaki vahşi uygulamalar kimi ara dönem ve lokal saldırıları saymazsak fazla yaşanmadı, biçim değiştirdi. Ancak 14 Temmuz Direnişçilerinin başardığı, zindanda somutlaşan böylesi kısmi değişikliklerden ibaret değildi. Talep listesinde birer madde olarak sıralanmayan çok büyük zaferler yaratıldı. Bir halkın onurluca yaşayabileceğini, bundan asla taviz verilmemesi gerektiğini öğrettiler. O nedenledir ki, 14 Temmuz hem şehitleri anma ve direniş günü iken aynı zamanda “ulusal onur günü” olarak kabul edildi. Koşullara bağlı devrimcilik anlayışını yerle bir ettiler. Teslimiyetin ihanete direnişin zafere götüreceğini kanıtladılar. Yaşamın uğruna ölecek kadar sevilebileceğini gösterdiler. “Ölürsem mezar taşıma borçludur” yazın diyerek tevazulu ve ahlaki ilkeyi bir abide gibi diktiler. Özcesi nasıl devrimci olunur, nasıl başarılır, nasıl yaşanılır ve hangi değerler uğruna göz kırpmadan ölümün üzerine yürünür sorularına hiçbir muğlaklığa yer vermeden çok açık yanıt oldular. Yani bir ilkeler ve değerler bütünü yarattılar. Yürünecekse hangi ayak izlerini takip ederek yürüneceğini gösterdiler. Bedene ruh kattılar ve o ruh var oldukça zaferin mutlak olduğunu kanıtladılar. Zindanı ve zamanı tüm bu yarattıkları değerlerle aştılar. Dağlara, köylere, şehirlere, kısacası mücadelenin olduğu ve olması gerektiği her yere bir ruh olarak vardılar. Bu ruh PKK’nin gerçek ruhuydu. İşte o nedenledir ki daha geri düzeyde imkanlara sahip olunmasına rağmen PKK savaşçılarının YPJ ve YPG’lilerin nasıl böylesine savaşıp mucizeler yarattığı, bugün anlaşılmaya çalışılıyor. 14 Temmuz bu anlamıyla bir turnusol haline geldi. Doğru anlaşılıp uygulandıkça zaferler halkasına yenileri eklenirken bu hattan temsil ettiği değerlerden uzaklaştıkça ciddi bozulma ve savrulmalara yol açtı. Tüm bunları ifade etmemizin nedeni 12 Eylül 2012 SAG’ına nasıl gelindiğini ve olması gereken sonuçlarını daha anlaşılır kılmak içindir. Bilindiği gibi hücre tipi hapishane uygulaması devletin 80’li yılların sonundan itibaren geliştirmeye çalıştığı bir politikaydı. Önce Eskişehir pilot bölge olarak uygulamaya sokulmak istendi. Geliştirilen direniş ve oluşan tepkiler sonucu bundan vazgeçildi. Ama belli ki devlet adeta fırsat kolluyordu ve koşulların kendi açısından uygun olduğu bir zeminde bunu yürürlüğe koyacaktı. 90’lı yılların ortasında tekrar bir deneme yaptılar, bu da tutmadı. 90’lı yılların sonuna gelindiğinde ise F tipi hapishaneler inşa edilmeye başlandı. Devletin bunda ısrar etmesinin kendince sebepleri vardı. Örgütlü yapıyı dağıtmak, örgütlülüğün ifadesi olan komün, eğitim ve her türlü dayanışmayı engelleyerek geliştirilmek isteniyordu. Birbirinden yalıtılmış tutsaklar arasında, birbirinden yalıtılmış dünyaları yaratmayı amaçlıyorlardı. Onlara göre koğuş ortamında hep birlikte olunduğu için insanlar birbirinden pozitif yönde etkileniyordu, zayıf olan devrimci duyguları zamanla daha da güçleniyor ve bir sinerji yaratıyordu. Kuşkusuz bunun doğruluk payı vardı. Nihayetinde insan sosyal

24


Özgür Halk bir varlık ise birbirinden etkilenecek, öğrenecek ve öğretecekti. Bu da birlik ruhunu güçlendirecek, amaçlanan yaşamın politikleşmesini tutsaklık koşullarına ve eksikliklerine rağmen yaratacaktı. Zindanlar devletin zihniyetine göre birer ıslah etme mekanlarıysa bunu gerçekleştirmeye yönelik fiziki, idari ve hukuki tedbirler alınmalıydı. Devrimcilerin “okulu” devletin “ıslahhanesine” dönüştürülmeliydi. Islah edilmiş devrimcinin dışarıya çıkışı ile tutsaklığı bir okul süreci olarak değerlendiren bir devrimcinin dışarıya çıkışı ile tutsaklığı bir okul süreci olarak değerlendiren bir devrimcinin dışarıya yansıması çok farklı olacaktı. Biri umut tazeleyecek heyecan ve başarı inancını yayacak, diğeri ise tersi bir izlenimle “olmaz” algısının büyütülmesine yeni tuğlalar ekleyecekti. İşte bu nedenlerledir ki devlet, zindanların bir hapis süreci olarak algılamaz tek başına.

Kasım 2014

devletli paradigmanın reddi kimi zayıf öğelerde sarsıntı ötesi bir yıkıma yol açtı. Sarsılmayan yoktu dense yeridir, ancak sarsılmakla yıkılmak apayrı şeylerdi. Dürüst öğeler sarsılsa da anlamaya çalışıyor, anlamıyorsa da zamanla tablonun netleşeceğini düşünüyorlardı. Yıkımı yaşayıp kopanlar olduğu gibi, yıkılıp enkaz haline geldiği halde çeşitli sebeplerle hareket saflarında kalmaya devam edenler de oldu. Benzer bir tablo hapishanelerde, dışarıda, yani hareketin genelinde yaşanıyordu. Yıllarca bu hareketin mayası olmuş değerlerin bir kenara konulduğu, söylem ve eylemlerin pusulasını şaşırdığı, “demokrasi, birey hakları, yitip giden gençlik” vb. söylemlerin allanıp pullanarak tedavüle sokulduğu bir başkalaşım süreci gelişmeye başladı. Demek ki hareketi bugünlere getiren 14 Temmuz ruhu madalyonun bir yüzü iken, yaşanılan savrulmanın hemen yanı başımızda, madalyonun diğer yüzündeymiş. Dışarıda OsÖnderliğimizin esareti ile birlikte mahkemede man-Botan öncülüğünde geliştirilen teslimigeliştirdiği barış arayışçılığı eksenindeki yetçi, sağ liberal anlayış kişilerden ibaret duruşu olmasaydı, yapımı tamamlabir bozgunculuk değildi, bir anlayıştı. İdeolojisiz nan F tiplerinin ilk sakinleri PKK’li Osman-Botan’ı hiç görmemiş, oninsan olmaz tutsaklar olacaktı. F tiplerine ların bulunduğu mekandan ferdeyip, ideolojiler çağı karşı politikamızın ne olmasah fersah uzakta olan başkası gerektiği tartışıldığında larında da benzer söylemler, kapanmıştır düşüncesine ortaya çıkan sonuç, gönülyaşam arayışları toprakta bisavrulmak pes etmektir! lü gidilmemesi ancak bu ten zehirli ot misali gelişiyor“sosyalizmde ısrar insan amaçla ölüm orucu vb.’ne du. Nasıl ki bakımsız, işlenolmada ısrardır” düsturuna de gerek olmadığıydı. Önmeyen, ilgisizliğin yaşandığı derliğimiz çok daha ağır bir topraklarda zehirli otlar boy inanıp, sosyalizm devri kapandı tecridi yaşıyordu. İdam tehverirse, benzer bir durum demek pes etmektir! Para didi Demokles’in kılıcı gibi siyasal ve sosyal yapılar en sahtekar tanrıdır deyip, bir halkın tepesinde sallaniçinde geçerlidir. Yaşanan paranın peşinde koşmak dırılıyordu. Bu koşullarda hem netsizliği hızlıca aşamadık, öncelik gündemimiz bu tehdidi kendimizi yeni sürece adappes etmektir! bertaraf etmek hem de devletin F te etmede, onun örgütlülüğünü tipleriyle neyi amaçladığı bilinmesine ve zihniyetini yaratmada atıl bırakrağmen bunun üstesinden gelinebilecetık ve ortaya çıkan kendiliğinciliğe kapı ğine olan inancımızla ölüm orucu gibi tutumu aralamak oldu. Eyleyenden ziyade bekledoğru görmedik. Türk solunun F tiplerine karşı ölüm yen, düzeltici olmaktan ziyade şikayet eden, birbirioruçları sürerken, idam tehdidine karşı güneşimizi ka- ne bırakan, netleştirici olmak yerine idare eden bir rartamazsınız eylemleri, önüne geçilmek istenmesine anlayışa sürüklendik. En iyi olanlarımızın hali buydu. rağmen dalga dalga yayılıyordu. Yüzlerce arkadaşımız kendini yaktı, onlarcası şehit düştü. İdam tehdidi- Tamda bu süreçte arkadaş yapımızın bir bölümü F tipnin ortadan kalkmasında içeride ve dışarıda gerçek- lerine alındı, tecrit daha da derinleştirilmiş oldu. Dışaleştirilen bu eylemlerin nasıl bir rol oynadığını daha rıda yaşanan tasfiyeci bozguncu pratik tüm yönleriyle sonra devlet yetkililerinin itiraflarından da biliyoruz. anlaşılamadı, harekete ulaşma, hareketi içeriye taşırmada ciddi sıkıntılar yaşandı. Bir nevi bekle-gör pratiği 19 Aralık 2000 operasyonlarıyla Türk sol örgütleri F ile edilgen bir durum ortaya çıktı. Ancak hayat beklemitiplerine alındılar. Bir süre sonrada diğer tüm zin- yordu. Bekleyince yerinde sayılmıyor aksine akıp giden danlarda adına oda sistemi denilen küçük mekanlar hayat karşısında geriye düşülüyordu. Harekette yaşaoluşturularak bir nevi F tipleştirildi. Koğuş sisteminin nan sarsıntıların, kopuşların moral bozukluğu yaratmaortadan kaldırılmasıyla murad edilen tüm idari hukuki sı bir yere kadar anlaşılabilirdi. Ancak bunu devrimciliuygulamalar peş peşe yürürlüğe konuldu. Bizler açı- ğe inançsızlığa vardırmak, her türlü aymazlığa gerekçe sından ekstra bir olumsuzluk teşkil eden husus ise Ön- olarak sunmak fazlasıyla basitleşmekti. Açıktan söyderliğimizin esareti ardından yeni paradigmanın şekil- leyip tutum geliştirenler olduğu kadar, sözle ifade lendirilmeye başlanmasıydı. Eski paradigma aşılmış, etmekten imtina ettiği halde, tutum ve davranışlarıyyenisi ise bugün çok daha net bir şekilde görebildiği- la, tercihleriyle bunu yansıtma pratikleri yaşandı. Tüm miz gibi adım adım örülüyordu. Önderliğimizin esareti, bunlar hareketimize yönelik kapsamlı bir ideolojik

25


Özgür Halk saldırının sonucu olarak ortaya çıktı. Böylesi her ideolojik saldırı illa benzer sonuçlar yaratır demek kendini inkar etmek olur. Ama bir muğlaklık, netsizlik söz konusuysa böylesine kapsamlı karşı saldırıların olduğu süreçlerde savrulma daha kolay yaşanır. Uluslararası komplo ile Önderliğimiz esir edilmesine rağmen hareketin dağılmaması, komplocu güçleri farklı arayışlara götürdü. Altı ayda hareketin dağılmasını bekliyorlardı, hareket dağılmadı. Önderliğe komplo ile birlikte Güney’e dayalı ve kendilerine bağımlı bir Kürt devletçiği yaratıldı. Bunun çekim merkezi haline getirilmesi ve tüm Kürtlüğün buraya bağlanması hedefleniyordu. ABD ile birlikte yürümenin devletleştirdiği, zenginleştirdiği algısı yaratılmaya çalışılırken, ABD’ye rağmen gerçekleştirilecek bir yürüyüşün çıkmaz sokak olduğu, sonunda İmralı’da noktalanacak amansız bir tecrit olacağı zihinlere kazınmak isteniyordu. Osman-Botan tayfası da bu tasfiyeciliğin öncü gücü olarak, PKK’yi KDP’leştirmeye çalışıyorlardı. “Yükselen güç KDP” gerileyen güç “özgüç” diye tutturanlar, “dünyada kabullenilmeye, dost bulamayan” PKK idi! Önderliğimize iltica edeceği bir ülke bulamamamız bunun göstergesiydi! Sovyetler yıkılmış, sosyalizm çağı bitmiş, alternatif yaşam arayışı beyhudeydi! Artık yeni şarkılar söylemek gerekiyordu! PKK’nin miadı dolmuş, Che Guevara çağı kapanmıştı! Bu algılar dalga dalga ulaşabildiği tüm zihinlere hakim kılınmaya çalışılıyordu. “Neredeyse otuz yıllık mücadelede bir devletçik bile yaratamamış, hep mücadele hep mücadele diyerek ulaşılmaz bir ütopya için militanlarımızı ve kendimizi harap ediyorduk. Hazır AB ile de tam üyelik müzakereleri de başlamışken artık silahlı mücadele vermenin, bunun için dağlarda perişan olmanın, zindanlarda çürümenin anlamı yoktu. Dönem, belirlenen, öngörülen dünyayı kabullenme ve bunun içerisinde kendimize yer açma dönemiydi. Legal mücadele ile bunu yapabilmek pek ala mümkündü. Kumaş bu ölçülere göre kesilip biçildikten sonra doğal olarak bu dönemin kadrosunu da eskinin dogmatikliğinden kurtarmak gerekiyordu. Yeni dönem kadrosu kendisini bu yeniliklere göre hızla uyarlamalı, eskinin kalıplarından ve söylemlerinden hızlıca uzaklaştırmalıydı”. Üç aşağı beş yukarı 2004’te patlayan ama öncesinden için için yaşandığı anlaşılan yeni dönemin önümüze koydukları bunlardı. Bu anlayış zamana ve zemine göre kimi farklılıklar gösterse de hemen her mücadele sahasında benzer şekilde sesleniyor ve kendini konumlandırıyordu. Devlet ve komplocu güçler PKK’yi bitirememiş ama kendi kadrolarını yaratmaya koyulmuşlardı. Hiç sonuç alamadıkları söylenebilir mi? Giden zaten gitti ama gidenlerle anlayış kökten sökülüp gönderildi demek kendimizi yanıltmak olur. Yaşanan tam bir “evcil”leştirme operasyonuydu. Islah etme sadece cezaevlerinde değil tüm mücadele sahalarında geliştirilmeye çalışılıyordu. Bu durum karşısında “ıslahevi” olan cezaevinde direnmekte mümkündü, özgür olunduğun mekanlarda ıslah olmak da! Mücadele tek tek zihinlerde,

Kasım 2014

kişiliklerde yürütülüyordu artık. Devlet ve devletli sistemler sanıldığı kadar dogmatik değildi. Yönelimlerini, düşürme yöntemlerini, teslim alma biçimlerini sürece uyarlayabiliyorlardı. Eskiden itirafçılaştırmayı, pişmanlık yasasına başvurulmasını önceleyen devlet bir süre sonra bunu yumuşattı. Teslimiyetin “kaba” , “görünen” yönlerini törpüledi. Dağdan inmeyi ve siyasete bulaşmamayı kafi gördü. Önemli olan kendi sistemini yaşanmaz bulan ve bu nedenle sistemini alaşağı etmek için mücadeleye soyunan kişileri bu amaçlarından vazgeçirip etkisiz eleman haline getirebilmekti. Buna devrimci saflarda mücadeleden düşmek, sistemiçileşmek dendiğini devletli sistem sahipleri çok iyi biliyordu. Bu ne nedenle teslimiyeti, itirafçılık ve pişmanlık formatından çıkarıp daha “kabul edilebilir” bir hale büründürme konusunda son derece yaratıcı yaklaştı. Görünürde ne itiraf var, ne de başvurulmuş bir yasa! Dolayısıyla hem “kişisel onur” yere düşürülmemiş oluyor, hem de “bugüne kadar yaptıklarım da az değil, herkes bu kadarını da yapmamış” diyerek mücadele saflarını terk etmenin sözde “rasyonel” ve “vicdan sızlatmayacak” bir yolu bulunmuş oluyordu. Kopuşların büyük bölümü maalesef bu temeldedir. Beş tane itirafçı, on tane yasaya başvurmuş ve bu temelde safları terk eden varsa en az elli tane kendini kandıran teslim olma biçimi yaşanmıştır. Düşmanla mücadeleden vazgeçildi mi vazgeçilmedi mi? yaşanmaz bulunan sistem yaşanır görüldü mü görülmedi mi? Bu tercihle düşmanın yükü hafifletilip, yoldaşlarının yükü ağırlaştırıldı mı ağırlaştırılmadı mı? Daha sıralanabilecek pek çok olguda çok net görülebileceği gibi teslim olma illa açıktan karşıtlık anlamına gelmez. Pes etmek benden bu kadar demek mücadeleden vazgeçmek değil midir? Çıplak savaş mevzisinde düşman “teslim olun” diye seslenir ya mücadele etmeye devam edersin ya da şu veya bu sebeple çağrıya kulak verir, teslim olursun. Yani bulunduğun mevziyi terk edersin. O mevziye geçtikten sonra yoldaşlarına ihanet eden, sırlarını ele veren ve hatta onlara karşı savaşacak düzeyde düşkünleşenlerde olabilir. Bu durumda bu kişi önce teslim olmuş ardından ihanete sürüklenmiştir. İhanet etmemek, daha fazla düşkünleşecek tutumlardan uzak durmak ve beklide “ölürüm de bunu yapmam p” pozisyonunun da olmak, teslim olunduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Onu yenemeyeceğini düşünerek, kabul edemeyeceğini söylediğin yaşama, alternatifini yaratamayacağını düşünüp dahil olmak pes etmektir! Kapitalizmi en lanetli sistem olarak görüp onun içine dalmak pes etmektir! Bireyciliğin, bencilliğin, toplumsallığı bitireceğine inanıp bencilliğe savrulmak pes etmektir! İdeolojisiz insan olmaz deyip, ideolojiler çağı kapanmıştır düşüncesine savrulmak pes etmektir! “sosyalizmde ısrar insan olmada ısrardır” düsturuna inanıp, sosyalizm devri kapandı demek pes etmektir! Para en sahtekar tanrıdır deyip, paranın peşinde koşmak pes etmektir! Özgür eş yaşam demokratik toplumun esasıdır deyip, sistemin yüzeysel aşklarına yelken açmak pe etmektir! Aslında tüm bunlara ve sıralanacak daha birçok şeye

26


Özgür Halk baktığımızda hepimizin içinde dönemsek olarak pes etmeye de direnmeye de yol açabilecek bir potansiyelin barındığını görmek durumundayız. İçimizde hangisini besleyip büyütürsek yaşayacağımızın da o olacağından şüphe yoktur. Parti ortamında partiye göre yaşayamamamız, zorlanmalarımız, gel-gitlerimiz biraz bunun göstergesi oluyor. 2004’lü yıllar ve onu takip eden birkaç yıl içimizdeki iyi’yi, içimizdeki partiyi çok da besleyemediğimiz yıllardı. Beslenmeyenin cılızlaşması, sararıp solması gibi reflekslerimiz ölçülerimiz kabul-ret anlayışlarımız, kaygılarımız tercihlerimiz ciddi gel-gitler yaşadı. En iyi niyetli, en bağlı olanımızda biraz eksik biraz fazla partiye göre olmaktan uzaklaşma yaşandı. Mesele iyi niyet ya da ters düşmektense ölümü tercih etmek değil. Önemli olan en bulanık, sarsıntının en yoğun dönemde de doğru parti temsilini yaşayabilmekti. Sorunlaşmanın kendine göreliklerin fazlaca zorladığı bir dönemde “ben sorun olmadım” demek, belki değerlidir ama tek başına bir şeyleri düzeltmeye, partiyi hakim kılmaya yetmez.

Kasım 2014

ve bencilliklerimiz yönlendirmeye başlar. Önderliğimiz tecrit altında mı, onu kendi tecridimiz saymayız; halkımıza, değerlerimize ve Önderliğimize bir yönelim mi var, bunu püskürtmek ya da tepki koymak amacıyla harekete geçmede kaygılar depreşmeye başlar. Devlet zaten F tipini oluştururken ya da tüm hapishaneleri F tipine dönüştürürken bunu amaçlamış mıydı? “Sadece kendinle sınırlı olacak, kendinden sorumlu olacaksın. İtaat edeceksin, bunları yaparsan ödüllendirir, tersini yaparsan cezalandırırsın. Disiplin cezaları alır, hücreye girersin, görüş hakkından olur, daha ileri gidersen infazını yakarsın.” Belki şimdi birçoğumuz bunlara gülüp geçiyoruz, çünkü eksiklikler halen olsa da önemli oranda partiyle buluştuk, o nedenle gülüp geçeriz. Devrimciliğe ilk adım attığımız yıllarda da düzen yaşamını, okullarını, varsa “sevgi” ilişkilerimizi, ailelerimizi terk edip mücadeleye atılmadık mı? O kararlılığı yaşayan da bizdik, eksikleri, tamamlanması gereken hususları olsa da, bugün yeniden bir kararlaşmayı yaşayan da bizleriz. Peki, ara dönem neyin Uluslararası komplo ile kürdün dinesiydi, neden böyle bir zikzak Apo Kürdü ortadan bine kibrit suyu döküp ortadan yaşadık, neden uzaklaşıp kaldırılarak, Kürtçe kaldırmak istendi. Sistem kendi neye yakınlaştık. Bunların konuşan, Kürt elbiseleri Kürdünü yaratmayı amaçladı. cevabını doğru yanıtlayagiyen ama ne kadar Kürt Apo Kürdü ortadan kaldırılamazsak yeniden bir zikzak rak, Kürtçe konuşan, Kürt elyaşamamamız mümkün halk gerçekliğini temsil ettiği biseleri giyen ama ne kadar müdür? Elbette yaşayan tartışmalı olan bir Kürtlük Kürt halk gerçekliğini temsil bizsek, sorgulayan da biz yaratılmaya çalışıldı. En iyi Kürt ettiği tartışmalı olan bir Kürtolacağız. Devrimci reflük yaratılmaya çalışıldı. En lekslerimizi köreldiği, göölü Kürt’tür yerine en iyi Kürt iyi Kürt ölü Kürt’tür yerine en rev ve sorumluluklarımızın yaşıyor gibi gözüken ama iyi Kürt yaşıyor gibi gözüken basbas bizi çağırdığı anlarruhu temsil alınmış, ruhsuz ama ruhu temsil alınmış, ruhsuz da “biz tutsağız, yapılması Kürt’tür. Kürt’tür. Politikası hakim hale gegereken bir şey varsa dışarıtirilmeye çalışıldı. AKP’nin devralıp dakiler yapsın” dememizin, “bungünümüzde de yürütülmeye çalıştığı ca yıldır hapisteyiz, daha ne kadar böylesi Kürtlük politikasıdır. Bu Kürt tipoloyatacağız, ne olacağız?” kaygılarımızın, jisi teslim alındığından bihaber, kendisinden biçi“açlık grevi miadını doldurmuştur, boşuna len sınırlar içerisinde ve dönemin etkileri ve ölçüleri ile kendimizi yıpratıyoruz” gibisinden yaklaşımlarımızın hareket eden bir Kürtlüktür. Hareket yöntemimiz hem nedenlerini doğru sorgulamak zorundayız. “cezaevinkomplo sürecinin hem de 2004 tasfiyecilik sürecinin de ne yapılabilir ki?” demeye başladığımız anda, neskendi cephesinden özeleştirisini kapsamlıca yapmış, neleşeceğimiz, edilgen, vakit öldürmeyi temel uğraş bunu sözde bırakmayıp anlamlı bir pratikleşme ile edinmiş “kader kurbanlarına” dönüşeceğimiz ve buPKK’yi bugün Ortadoğu’nun etkili bir aktörü haline ge- nun sadece kendi yaşamımıza değil, arkadaşlarıtirmiştir. Eleştirmek yoldaşça bir tutumdur, suçlamak mızla da ilişkilerimize yansıyacağını mutlak surette ise onarıcı olmaz. Hele hele hep suçlayarak olmazları göreceğiz ve azımsanmayacak düzeyde gördük de! oynamak ve bundan ısrar etmek, kendi savrulmamıza zemin döşemek, bu zemini meşrulaştırmak anla- Ya sistemin kürdü olacaktık ya da kendi öz mına gelir. Öylesine savruluyoruz ki bir süre sonra ve değerlerimizle yeniden buluşacaktık önü alınmazsa kendimizi bile tanımakta zorlanır hale Yukarıda ifade ettiklerimiz tasfiyecilik sürecinde tutgeliriz. İlkelerimizle, ahlak ve vicdanımızla, yoldaşlık saklar olarak bizim payımıza düşen, birbirimizin şu değerlerimizle, toplumsallığımızla çelişmeye başlarız. veya bu düzeyde yaşadığımız hususlardı. Hareketin Kim olduğumuzu, neden devrimciliği tercih ettiğimizi, neredeyse tüm sahalarında biraz eksik biraz fazla asıl mücadele etmemiz gerekenin ne olduğunu unut- benzer şeyler yaşandı. Tasfiyecilik gitmiş ama tortuları maya başlarız. Çözemedikçe suçlar, suçladıkça tepki- içimizde kalmıştı. Sorun kişi tespiti yapıp bunları ayıkselleşir ve bireycileşiriz. Böyle bir tablo gelişmeye baş- lamaktan daha zordu. Önderlik savunmalarının ve mülarsa da yaşamımızı kaygılarımız, öznel tercihlerimiz dahalelerinin peş peşe gelmesi, hareket yöntemimizin

27


Özgür Halk

Kasım 2014

hızlıca bir arınma ve kararlaşma sürecine ulaşıp bunu lışmaları darbelenmek istenmişti. Anlaşılan o ki barışa pratikleştirmesi giderek tırmanan bir eğri biçiminde dü- niyeti olmayan devlet, bunun karşısında hareketin nezelmeye yol açtı. Düzeltme hareketleri biçiminde yaşa- ler yapabileceğini öngörmüş ve en azından kitle eynan müdahaleler özü itibarıyla ideolojik müdahalelerdi lemliliklerini asgariye indirecek bir örgütsüzlüğü sağlave çizgide netliği sağlamayı amaçlıyordu. 2008’de ger- mayı hedeflemiştir. Aslında 2000’li yılların ortalarından çekleşen 10. Kongre bu sürecin adeta zirvesi oldu, iç itibaren sistemi, Önderliği unutturamayacağını fark sorunların aşıldığı ve her düzeyde bir hamle sürecine etmiş ve görece şekli bir takım sembollerin, pankart girilmesinin yolunu açtı. Zindanlarda da bu yıllarda dü- ve posterlerin önüne geçemeyeceğini de görerek fazzeltme hareketi kapsamında çabalar yaşandı, yeniden la mesele etmemiştir. Önderliğin posterleri daha fazla yapılanma ile ölçüler hakim kılınmaya çalışıldı. San- görünür olmuş, ismi daha rahat telaffuz edilir hale gelcılı oldu, zorlanmalar yaşandı. Aşılamaz gibi görülen miş ama Önderlik savunmaları yasaklı olmaya devam sorunların, ölçüler netleştikçe pekâlâ aşılabileceği, etmiştir. Önderlik bir sistemdir, ideoloji ve yaşamdır, aşıldığı görüldü. Bir dönem savrulduğumuz kaygılı, ete kemiğe büründürülmüş bir hakikattir. Önderliği bencil ve sorumluluktan kaçan hallerimizi hatırladıkça sevmek, eğer tüm bunlarla tamamlanıyorsa anlamlıdır. yüzümüzü pembeleştiren utançlarımız oldu. Düşma- Bir poster, bir slogan değildir tek başına. Önderliğin nın, hakim olup yönlendirmeye çalıştığı gündemimizi düşüncelerini yaşamsallaştırabiliyorsak, bunu başaryeniden ve örgütlü bir biçimde kendimiz belirler hale dığımız yerde Önderlik vardır. Bunun tali görüldüğü, geldik. Önderliğimizin İmralı tecridinden bu durumu önemsenmediği, yaşamsal kılınmadığı bir mekanda görüp bizlere manevi direnişi hatırlatması tam da bu ne kadar Önderlikten bahsedilirse edilsin ciddi bir yüeksikliklerden arınmaya işaret ediyorzeysellik var demektir. Söylemin partiye ve Öndu. Tüm bunlar elbette dört dörtlük derliğe ait olması ancak eylemin ve yaşaaşılmadı ve şuan için eksiksiz bir mın sisteme göre gerçekleşmesi son Önderlik bir durumdan bahsetmek gerçekçi yıllarda özellikle Bakûr sahasındaki sistemdir, ideoloji olmaz, ancak ivmenin yönü çalışmalarda kendini gösteren ve yaşamdır, ete değişti. Partiye daha çok sorunlardan biridir. Parti ve Önkemiğe büründürülmüş yakınlaşmak bizi daha fazderlik tarihimiz göstermiştir ki, bir hakikattir. Önderliği la toplumsallaştırdı, basit Önderliğimizin ve partimizin kaygılardan arındırdı, örgirdiği, varolduğu her yerde sevmek, eğer tüm bunlarla gütlü kıldı, bencilliklerden müthiş bir örgütlülük, kurumtamamlanıyorsa anlamlıdır. Bir uzaklaştırdı, reflekslerilaşma, halkla bütünleşme ve poster, mizi, algılarımızı, kabul ayağa kalkış yaşanmıştır. O bir slogan değildir tek başına. ve ret ölçülerimizi daha halde neredeyse Önderliğin Önderliğin düşüncelerini nitelikli kıldı, edilgenlikağızdan düşülmediği, partiyaşamsallaştırabiliyorsak, ten, daha fazla mücadele likten bahsedildiği ve eskiye bunu başardığımız yerde insanı haline getirdi. Kuşgöre bunların daha serbest hale kusuz bunda en büyük pay geldiği bir yerde neden örgütlüÖnderlik vardır. mücadeleyi yeniden zirveye lük, halkla bütünleşme, militanca bir taşıyan Önderliğimize, şehitleyaşam ve kurumlaşma ortaya çıkmaz. rimize, sıcak mücadele sahasında Bir kandırmaca, samimiyetsizlik ve bu dekahramanca savaşan yoldaşlarımıza aittir. ğerlere sırtını dayayarak kendini yaşatma mı söz konusudur? Kuşkusuz tüm çalışanlar ve kadrolar için 10. Kongre ile netleşen süreç,1 Haziran 2010 ile bir- aynı şey söylenemez, bir genelleme yapmak yanlış likte 4.strateşik mücadele süreci olan devrimci halk olur. Ancak ortaya çıkan sonuç söyleme göre eylesavaşını yarattı. 4. Stratejik mücadele dönemi tüm sa- min gelişmediğidir. Alevilikte bu tezata dikkat çekmek halarda isminden de anlaşıldığı gibi devrimci tutumu için “Ağzı Ali söyler ama gözleri Muaviye bakar” denir. şart kılıyordu. Arada kısmi eylemsizlik süreçleri olsa Bizde yaşananı Muaviye olarak tanımlayıp bilinçli bir da 4. stratejik mücadele sürecinin ruhuna denk düşen karşıtlık olarak izah etmek gerçeği ifade etmez, ancak bir fedai çizgisi gerillada hakim oldu. Fedaice hedefle- ağızların APO söyleyip gözlerin ya da eylemin bununla rinin üzerine yürüyen yoldaşlarımızı sadece izlemek, uyuşmadığı da muhakkaktır. Yani bir sistemiçileşmeyükü tümden onların sırtında bırakmak olurdu ki bu den, ciddi bir sağ liberal anlayıştan ve savrulmadan hem devrimci duruşla, hem içerisine girilen mücadele bahsetmek mümkündür. Hal böyle olunca, sivil siyasedönemiyle hem de ahlaki ve vicdani bir duruşla bağ- tin ya da Bakûr sahasının 4. stratejik mücadele hattına daşmazdı. Bu dönemin başarıya ulaşabilmesi için ge- girmesi de kolay olmayacaktır. Sistemin özel savaşçırilla eylemliliklerinin güçlü serhildanlarla desteklenme- ları ağzıyla çokça söylenen “Halk savaştan yoruldu, si gerekiyordu. Kısacası mücadelenin tüm sahalarında ne olursa olsun barış istiyor, silahlı mücadele miadını devrimci duruma göre bir konumlama ve buna göre doldurdu” gibi söylemler halk gerçekliğinden ziyade pratikleşme gerekiyordu. 2009 14 Nisanıyla başlayan öncülük görevinden düşmüş kadro anlayışına tekave dalga dalga yayılan KCK operasyonlarıyla şehir ça- bül ediyordu. Öncülerin önemli oranda halkın gerisine

28


Özgür Halk düştüğü, ayrıksılaştığı, bürokratizmin ve elitizmin geliştiği bir döneme sözde devleti tehdit etmek maksadıyla “halkı zor tutuyoruz” söylemine sarılınıyordu. Sanki görevleri ayağa kalkacak halkı tutmakmış gibi. Maalesef tablo buydu ve gerillanın tüm fedaice çıkışına karşılık şehirlerden yanıt geliştirilemiyordu. Önderliğimizin üzerindeki süren tecride rağmen sivil saha beklenen rolünü oynamaktan uzaktı. Zindan sahasında ise geçmiş yanılgılar belli düzeylerde aşılmış ve “Açlık grevinden bir şey çıkmaz, yapılacak bir şey varsa dışarısı yapsın” anlayışından -ki bunu tüm zindan sahası için söylemek haksızlık olur- “Mutlaka sürece müdahale etmeliyiz, fedaice savaşan yoldaşlarımıza aynı fedailikle yol arkadaşı olmalıyız” talep ve arayışları artan oranda gelişiyordu. Zindanlar olarak beklide 1 Haziran 2010’da başlatılan 4. stratejik mücadele sürecine daha erken katılmalıydık. zindan yapımız içerisinde 2012’ye gelindiğinde çok istisna ve marjinal denilebilecek yaklaşımlar dışında SAG veya ölüm orucu gerekli midir, değil midir’den ziyade, neden daha erken bu sürece dahil olmadık yaklaşımı belirginleşmişti. Gerçekleştirme kararlılığına ulaştığımız SAG’ımızın, Önderliğimiz üzerindeki tecridin kaldırılarak özgürlüğünün, güvenliğinin ve sağlığının garanti altına alınması ve anadilde savunma hakkının tanınması gibi iki talebi olsa da daha geniş perspektiften bakıldığında yukarıda izah etmeye çalıştığımız geçmiş sürecin, yanılgıların, eksikliklerin pratikte gerçekleşen özeleştirisi niteliğinden de söz etmek gerekir. Gerek eylem an’ı ve süresi içinde, gerekse yarattığı etki ve sonuçları itibarıyla talepleri aşan bir etki yarattığını görmek mümkündür. Bunu biraz daha açacağız. Ancak özellikle eylemimizdeki radikalliğin gerekliliğine ilişkin bazı gerçeklere değinmek gerekiyor. Eylemimizin ilerleyen günlerinde “neden bedenler ortaya konuyor, daha farklı eylemliliklerle, kendine zarar vermeden de talepler ortaya konabilir, işte, siyasal temsilcileri var, parlamentoda dile getirebilirler vs.” türü itirazlar gelişti. Sanki gerçekten demokratik bir ülkede yaşıyoruz, hukuk ve haklar buna göre düzenlenmiş ve halkın taleplerine karşı son derece duyarlı bir hükümet varmış gibi konuşuluyordu. Oysa AKP gerçekliğinde kendinden önceki hükümetlerden farksızdı ve hatta bir yönüyle daha sinsi ve tehlikeliydi. Çokça söylendiği gibi kendine Müslüman, kendine demokrattı. Benzer itirazlar bugün Kobanê’ye destek eylemleri için de dillendirildi. Oysa tarih bilincimiz bize çok iyi gösteriyor ki, bedel ödemeyi ve ödetmeyi göze almadan, hakim devlet zihniyeti, seni bırakalım dikkate almayı, fırsatını bulursa sesini çıkartamaz hale getirir. SAG’ımızdan önce defalarca DAG (Dönüşümlü Açlık Grevi) yapmıştık, talepler, şikayetler, siyasal temsilciler aracılığıyla dile de getirilmişti. Ama devlet tın’mıyordu. Gerilla kendi cephesinden bu sesliği parçalamak için üzerine düşeni taciz eylemleri değil, alan tutarak, karakolların üzerine yürüyerek, kendini patlatarak fedaice yapıyordu. Serhildan ayağının eksik kalması en büyük handikaptı ve gerillanın yükünü daha da ağırlaştırıyordu. İşte bu ko-

29

Kasım 2014

şullarda vicdansız bir hükümete karşı vicdanları ayaklandırmak, sivil alandaki sessizliği yırtmak için güçlü bir ses olmak, gerilla fedailiğine fedaice yoldaş olmak amacıyla zindan yapısı net bir karalılığa ulaştı. Yüzlerce değil, binleri bulan ölüm orucu gönüllüsü ortaya çıktı. Ölüm orucu listeleri de, SAG listeleri de oluşturulurken bir hayli zorlanıldı. Çünkü listelerde yer almak için hemen her arkadaşın müthiş bir dayatması vardı. Ancak eylem taktiği olarak çok büyük listeler hazırlanmak yerine, azar azar ama gruplar şeklinde listeler netleştirildi ve eylem planlaması tüm arkadaş yapısıyla paylaşıldı. Böylesine büyük bir eylem 14 Temmuz 1982’nın ardından tam 30 yıl sonra ilk kez yaşanacaktı. O ruhun, geleneğin devamcılığının göstergesi anlamında 2012 SAG eyleminin de 14 Temmuzda başlatılması öngörülse de kimi iletişim problemleri, hazırlıkların tüm sahalara ulaştırılmasında yaşanan gecikmeden dolayı, zorunlu ertelemeler sonucu 12 Eylül 2012’de SAG’ın başlaması kararlaştırıldı ve eylemimiz büyük bir heyecan, coşku ve özgüvenle başladı. Kuşkusuz devlette kendi cephesinden eylemimizi değerlendiriyor, nereye kadar varabileceğini anlamaya çalışıyordu. Önce büyük bir sessizlikle görmemeye çalıştı. Muhtemelen 30 yıldan bu yana böylesine etkili bir Açlık Grevi yapmamamızdan yola çıkarak bu eylemimizin de bir süre sonra sona erebileceğini öngörüyordu. Bir süre sonra öğrendik ki, eylem planlamamız bazı tedbirsizlikler sonucu bir cezaevinde düşmanın eline geçmiş. Ardından ele geçen bu planlamanın fotokopisi başka bir cezaevinde düşmanın eline geçmiş. Ardından ele geçen bu planlamanın fotokopisi başka bir cezaevinin de savcılar tarafından arkadaşlarımıza gösterilerek “nereye kadar gideceğinizi, neyi planladığınızı biliyoruz” denmiş. Ele geçen bu planlamadan bakanlığın ve hükümetin anında haberdar edildiğinden kuşku yok. Eylem planlamasında belirtilen “eylemimiz uzun sürebilir, belli bir yere geldiğinde yeniden değerlendiririz, eylemci arkadaşları mutlaka korumaya özen gösterin” cümlesinden muhtemelen hükümetin çıkardığı bir noktadan öteye gidemeyeceğimizdir. Zaten dönemin hükümeti ve başbakanı Erdoğan’ın “Blöf yapıyorlar yarın öbür gün bırakırlar” demesi boşuna değildi. Ele geçen planlamamızdan haberdar olmuşlar ve zindan tarihimizi de kendilerince analiz edince çok ileri gitmeyeceğimizi öngörmüş olabilirler. Devlet olmanın gereği olarak yaşadıkları umursamazlığın, görmezden, duymazdan gelmenin yanında bu hususları da varsayarak uzun süre üç maymunları oynadılar. Bedel ödemeyi göze almadığımız yanılgısına yuvarlanmış, halkın da bu eylemselliğe güçlü bir destek vermeyeceğini düşünmüş olabilirler. Umursamaz tutumları bunun ifadesiydi. Ancak hükümet ortaya çıkan karanlıktan, yedekte bekleyen ölüm orucu listelerinden, SAG’cı eylemcilerinde de birer ölüm orucu eylemcisi karanlığında olduğunu yanılgılı okumalarından dolaylı algılamaktan uzaktılar. SAG ilerledikçe dayanışma ve destek eylemleri dışarıda yayılmaya başladı. Eylem giderek kritik bir aşamaya gelmesine


Özgür Halk rağmen hükümet tüm çağrılara kulağını tıkıyor, tahrik ediyor ve eylemi küçümsemeye çalışıyordu. Erdoğan SAG’ımızın taleplerinden yola çıkarak eylemlerimizin meşruluğuna gölge düşürmeye çalışıyordu. “Sorunları cezaevi ya da cezaevi koşulları değil, var mı cezaevi ile ilgili talepleri, yok! Niyetleri üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.” Diyerek öfkesini kusuyordu. Her iki talebimiz de siyasal taleplerdi. Cezaevleri ile ilgili yığınla sorun olsa da bunlar; uğruna ölümü göze alacak sorunlar değildi. Kaldı ki 14 Temmuz direnişinde son sözü söyleyen Hayri yoldaşın vasiyeti vardı. Onlar siyasi savunma için ölümü göze aldılar, gerisi için ölmeye gerek yok, dediler. Yani tutsak da olsalar, amansız koşullar altında da olsalar öncelikleri siyasal sorumluluklarıydı. Erdoğan, dile getirdiği demagoji ile bizleri cezaevi sınırlarına geri çağırıyor, oraya hapsetmek istiyordu. Oysaki gerçek halk savaşçılığı, tutsak olunsa da önceliğin halkın ve devrimin gündemiyle buluşturmak demektir. Bunu başardığı oranda tutsaklığı aşmış, duvarları parçalamış olur. Eylemcilerin durumu kritik aşamaya geldikçe dışarıdaki destek katlanarak büyüdü. Kürdistan önce Bakûr’da, sonra diğer parçaları ve diasporasıyla ayağa kalktı. Serhildana kalkan halk, fedaice savaşan gerillaya aynı şekilde yanıt olan evlatlarına aynı karanlıkta ses olmaya başladı. Hükümet ciddi manada tedirginlik duymaya başlasa da bunu yansıtmaya, eylem kararlığını, çökertmeye, küçümsemeye çalışıyordu. Devletin zindanlarda bile ortam dinlemesi yaptığını tahmin edebiliyorduk. Eylemimizin ellinci günlerinde yeni bir değerlendirme yapılarak hükümetin aymazlığına karşı daha üst bir eylemle yanıt verilmesinin zorunluluğu ortaya çıktı. Zaten eylemin başından itibaren öngörülen ölüm orucunun artık sırası gelmişti. Kararlılık konusunda asla bir sorun yoktu. Sayısı binleri bulan ve ısrarla kendini dayatan arkadaş yapımız söz konusuydu. Tıpkı 30 yıl önce de 14 Temmuz günü mahkemede açıklanan ve ardından “başardık, başardık, altı kişiyle başardık.” Sözleri ile örtüşecek şekilde 14 Temmuz direnişçilerinin öğrencileri olarak aynen o gün söylendiği gibi altı kişilik bir arkadaş gurubuyla SAG, ölüm orucuna dönüştürülecek, Kemallerin, Hayrilerin, Akif ve Alilerin sevinçle haykırdığı gibi “Başardık, başardık altı kişi ile başardık, yüzlercesi, binlercesi de sırada” denilecekti. Hazırlıklar başladı, arkadaşlarımız veda mektuplarını yazdı. Bu yeni kararlaşmadan da muhtemelen ortam dinlemesiyle hükümette haberdar oldu. Hükümetin panikle krizden çıkış arayışları, sokaktaki tepkiyi dindirme çabaları gizli diplomasiyle ağırlık kazandı. Ölüm orucu hazırlıkları bitmiş ve altı kişi ile başlanacakken konseyimiz ölüm orucunun yapılmamasını iletti. Hareket yönetimi; hükümet çevrelerinin ve yalaka takımının çokça söylediği gibi eylemi başlatan ve tırmandıran değil, bizzat ölüm orucu dayatmalarını zorlanarak da olsa frenlemeye çalışan pozisyondaydı. Ölüm orucunun yapılmaması iletilince tüm arkadaş yapımız SAG’a dahil oldu ve belki de dünya tarihinin

Kasım 2014

en kitlesel SAG tablosu ortaya çıktı. Sokakların ateşi her geçen gün artıyor, patlama noktasına geliyordu. Bir şehadetin bile yaşanması hükümeti geri dönülmez bir noktaya getirebilir, çok daha derin kırılmalar yaşanabilirdi. Enternasyonal dayanışmalar Türkiye ile sınırlı kalmamış, dünyanın pek çok duyarlı çevrelerine kadar yayılmıştı. Sanatçılar, aydınlar ve akademisyenler çok olumlu bir dayanışma örneği sergilediler. Hükümet için tek çıkar yol, geri dönülemez bir noktaya gelmeden SAG’ı sonlandırabilmekti. Önderliğimizin çağrısıyla 68. günde tarihe 3. Zindan Direnişi olarak geçen eylemimiz sonuçlandı. Anadilde savunmanın, yetersizde olsa önü açıldı. Gerillanı rolünü oynamasının yanında zindanların ve peşi sıra halk serhildanlarının da eksik bırakılan halkayı tamamlamasıyla önderlikle görüşmeler başladı. Tecrit tümden kırılmasa da çok güçlü siyasal meşruiyet sağlandı. Vekillerle periyodik görüşmelerin önü açıldı. SAG salt bir açlık grevi direnişi değildir, aynı zamanda yaşamsallaşma kararlılığı olan ideolojik bir direniştir SAG direnişi ile ortaya çıkan ideolojik ve iradi kararlığın hangi badireleri atlatarak, kendini hangi esaslar üzerinde ve nasıl toparlayarak geliştiğini ifade etmeye çalıştık. Dolayısıyla başarıyla gerçekleşen ve hareketimiz tarafından 3. Zindan Direnişi olarak tanımlanan bu süreci 12 Eylül 2012 ile başlayan ve 68. günün ardından sona eren bir eylemsellik olarak adlandırmak eksik olur. Fiili eylemin kendisi 68 gün ile sınırlı olabilir ancak eyleme ilişkin olan birçok olgu, 12 Eylül 2012’den önce başlayan ve SAG sonrasında da sürecek olan, sürmesi gereken bir gerçeklik olarak görülmek durumundadır. SAG kararlılığı, ideolojik netliğin, hareket gündemi ile buluşmanın, iradeleşmenin, örgütsel birlik ve kararlılığın, her türlü bencilliği geride bırakmanın, fedakarlıkta önce ben-rahatlıkta önce yoldaşım demenin; 14 Temmuz ruhuyla yeniden buluşmanın ve hepsinin toplamı olarak Önderlik etrafında kenetlenmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu iradeyi ortaya çıkaran girdileri göremezsek SAG başarısını da doğru tahlil edemeyiz. SAG bir anlamda sonuçtu. Onun öncesinde gerçekleşen ve ona hatlarıyla sıralamaya çalıştığımız erdemlerin, çizgi ile yeniden buluşmanın doğal sonucuydu. Bu değerlerle aramıza koyduğumuz mesafe, netsizlik bilerek ve ya bilmeyerek yapmış olalım, 2004 ve sonrasını takip eden birkaç yılda bizi hayli zorladı. İdeolojik ve moral değerlerimizle kendimizi besleyemiyorsak bileceğiz ki farklı ideolojiler ve “moral değerler” devrededir. İdeolojisiz insan olmayacağı için nötr bir durumdan da söz edilemez. O halde en büyük direniş ideolojik direniştir demek mümkündür. Böyle bir direnişi geliştirdikten sonra gerisi dönemin görev ve sorumluluklarını kavramaya ve ertelemek sizin uygulamaya kalır. Gün gelir dönem fedai karanlığında bir eylemselliği gerektirir, çünkü o gün tam da öne çıkarılması gereken budur. Ne dönüşümlü açlık grevi nede farklı protesto ve görüşmeler! Bunun gerekliliğinin farkına varmak ve gerekeni yapmak konusunda tereddütsüz olmak ideo-

30


Özgür Halk lojik netlik ile ilgili bir konudur. Ancak SAG direnişi ile ortaya çıkan kararlılık eylemden eyleme kendini gösteren, onun dışındaki görev ve sorumlulukları pas geçen bir konumlanışa dönüşürse hem sıkıntılar yaşanmaya başlar hem de ideolojik berraklıkta bir sorun olduğu anlamına gelir. Yukarıda sıraladığımız değerler etrafında kenetlenmek bizi seve seve ölümü göğüsleme karalığına getiriyor ama inşa kadrosu haline getiremiyorsa karşımıza çıkan Kürdün klasik trajedisidir. Böyle bir tarihsel eylemi gerçekleştirip büyük bir enerji ortaya çıkaracaksın ama bu enerjiyi örgütlülüğe, zihniyet gelişkinliğine, kadrosal büyümeye dönüştürmeyeceksin. Tablo elbette böyle şekillenmedi ama direnişin açığa çıkardığı enerjiye paralel bir örgütsel büyümede yaratılmadı. Fedailik tek boyutlu anlaşıldı. Sadece canını feda etmek fedailik değildir. Ben’i bencillikten arındıran, toplumsallık içerisinde, onunla birlikte bir değer haline getiren, bunu zamana-mekana bağlı kalmaksızın adanmışçasına yerine getirme de fedailiktir. Gün gelir Kobanê’de en ön saflarda, bazen de ölüm orucu mevzilerinde olmayı gerektirir. Ama “gün gelir” sözüne bile gerek kalmadan yaşamın her anının “gelen gün” olarak görüp zihniyetini, eylemini, emeğini ve geleceğini bu zemin özerinde işlevleştirir, buna göre yaşar. Her gün SAG ile geçmeyecekse SAG’ı ortaya çıkaran ruhun SAG’ın olmadığı süreçlerde de yaşatabilmektir asıl olan. Bu başarılabiliyorsa o ruh süreklileşmiş demektir. Hele hele dönemin inşa süreci olduğu gözetildiğinde, inşa edilmesi gereken zihniyeti kendimizde yaratmak, güçlü kılmak, bunu için gerekiyorsa kafa patlatmak, sorumluluk duygusunu bu anlayışla ayaklandırmak, doğru temsil düzeyine ulaşmak ve adım adım inşa görevini geliştirerek yaygınlaştırmak gerekiyor. Çokça dilendirildiği gibi hep eski PKK’lilerin arandığı son süreçlerde özlem duyulanın, görülmek istenenin ne olduğu tam da SAG sürecinde bizleri başarıya götüren ruhta gizlidir. Salt isim düzeyinde eski PKK’lilerin istenmediğini çok iyi biliyoruz. Ki eskiden olumlu intiba yaratan bazı kadroların yıllar sonra fazlasıyla değişmiş hallerini hayal kırkılığı yaratığını biliyoruz. Eski’likten kastedilip aranana 20 yaşındaki bir genç yoldaşımız pek ala bir yanıt olabilir. Sadece bir kültür, terbiye, ahlak sahibi olma, sözüne bağlı kalma, halktan biri gibi yaşama, cesur ve fedakar olma değil bunlarla birlikte dönemin zihniyetini de mutlaka kendinde oluşturma, kendini çoğaltma ve kurumsallaştırma çabaları da beklentiler arasındadır. Bugün zindandayız, belki yarın çıkarız, belki hiç çıkmayabiliriz, önemli olan yapılacak her şeyin dışarıya ait olduğu yanılgısından kendimizi kurtarmamızdır. Bugün zindandaysak burada bu koşullarda en olması gereken gibi yaşayabilir, üretebilir ve kendimizi duvarların çok ötesine taşırabiliriz. Ölmeyi göze alabiliyorsak, kendimizi büyütmeyi neden başaramayalım, inşa görevlerinin gereği olarak neden kurucu kadrolar haline getirmeyelim. SAG süresini ve onu var eden ruhu 68 günle sınırlayıp sınırla-

31

Kasım 2014

mamak her birimizin ondan sonraki pratikleşmesinde belli olacaktır. Unutulmaması gerekir ki PKK’nin ruhu olarak tanımlanan 14 Temmuz Direnişçiliği olması gerektiği yerde ölümün özerine kararlıca yürümek olduğu kadar, yeni ve alternatif yaşamı inşa etme becerisini ve karalılığını da göstermektir aynı zamanda. Gerçekleştirilen SAG ile birlikte geçen iki yılın ardından yaşananlara baktığımızda devlet cephesinden tutsakların bu eylemine verilen yanıtın yoğun sürgün ve hak gaspları olduğunu görürüz. Sürgünler SAG sürecinin hemen ardından ve giderek yoğunlaşan şekilde gelişti. Öyle ki Kürdistan’da hükümlü bırakılmadığı gibi mahkemeleri devam eden çok sayıda tutuklu da sürgüne tabii tutuldu. Sürgünler Kürdistan’la sınırlı kalmadı batıdaki cezaevlerinde de benzer sürgünler yaşandı. Tutsakların örgütlü yapısını dağıtmak, iletişim olanaklarını ortadan kaldırmak için hemen her şey yapıldı. Birçok tutsak azar azar değişik hapishanelere sürgün edildi. Normalde 30 cezaevine yetebilecek bileşimimiz 90 hapishaneye dağıtılarak ifadesizleştirilmeye çalışıldı. Hapishane sorunları havadan-sudan sebeplerle ağırlaştırılarak tutsakların enerjileri ve gündemleri bunlara hapsedilmek istendi. SAG eylemi ile zindan duvarlarını aşan tutsaklar tüm bu uygulamalarla eski mekanlarına çekilmeye zorlandı. Bugün Kobanê direnişini sahipsiz kılıp, sahiplenmeyenlerin de kişiliksiz kılıp, kendi değerleriyle çelişeceği bilinmesine rağmen, insanlar bu duruma düşürülmek istenerek “Kobane ile Amed’in, Hakkari’nin ne alakası var” denildi. Amed Hakkâri ve tüm Kürdistan’ın Kobanê ile nasıl bir bağı olduğunu, yeri yerinden oynatarak göstermek nasıl bir doğru tutum ise “hapishanenin dışarıdaki sorunlarla ne alakası var” demagojisi karşısında gerekirse hapishanede en radikal tutumu takınmanın benzer bir doğru olduğunu süreklileşen bir tarzda göstermek gerekmektedir. Devlet, tutsağı esir ettikten sonra devrimciliğin dışarıda kaldığı hissiyatını yaratmaya çalışır. Bırakalım zindan sınırlarına hapsetmeyi, bulunduğu hücrenin dışına taşmasını bile istemez, engellemeye çalışır. Bunun dönemsel olarak yapmaz, kimi dönem yenilse de bunda ısrar eder. Yengi ve yenilgi olup biten bir savaşın sonucu değil, devam etmekte olan savaşın mevzilerinden biri olarak görülür sadece. 2012 SAG’ın ardından yürürlüğe konulan tüm politikalar da devlet cephesinden yeni bir kapışmanın hazırlığı niteliğindedir. Bunun farkına varmak ve kazandıran SAG ruhunu her düzeyde yaşamsallaştırmak da bizlerin cephesinde gelişecek olan yeni kapışmaya hazır olmak anlamına gelecektir. Kapışmanın sonucu, SAG ruhunu an ve mekanla sınırlandırıp geçmişte kalan bir anı olarak mı göreceğiz? Yoksa o ruhu sıkıştırılmak istendiği an ve mekanda kurtarıp yaşamımıza yön verecek şekilde özgürleştirecek miyiz, sorusuna vereceğimiz yanıt belirleyecektir. Doğru yanıtı verir ve ona göre yaşayabilirsek düşmanın yöneliminin şiddeti ve kapsamı ne olursa olsun kazanan biz olacağız. En eşitsiz koşullarda mutlak bir zafer yaratan 14 Temmuz Direnişçiliği bunun kanıtı değil midir?


Özgür Halk

Kasım 2014

SAG Direnişine Katılan Tutsaklarla Yapılan Röportajlar

III. Zindan Direnişi olarak nitelenen bir eyleme Siirt cezaevinden katıldın. 68 günlük uzun soluklu bir eylemdi. Eyleme gireceğini öğrenmek sende ne gibi duygular uyandırdı? Emel Gültekin: Tarihsel önemi olan bir eyleme girmek bende inanılmaz heyecan ve coşku uyandırdı. Daha önce kısa süreli kimi eylemlere girmiştim. Toplumsal bir olgu için, dil için, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için Süresiz Açlık Grevi (SAG)’ne girmek, ahlaki ve politik her yönüyle büyük bir güç ve uyanışı sağladı. Kimin SAG’larda yer alacağı belirtileceği an kalp atışlarımda hızlanma oldu. Ne kadar ifade etsem de eksik kalır. İsmim söylenince yerimden fırlayıp çığlık attım. Daha açıklamanın bitmediğinin bile farkında değildim. Kendimi çok hafiflemiş hissettim. Maviliğin sonsuzluğunda, bilincin güzelliğiyle, sınırsız bir denize kulaç atıyormuşum gibi bir duygu kapladı içimi. Adeta yaşamın özü mavileşmiş ve SAG ile rengarenk olmuştu. Gökkuşağı gibi hissediyordum kendimi ve yoldaşlarımı! Yağmur durmuş, hafif bir güneş çıkmış ve bizler gökkuşağı gibi selamlamaya başlamıştık tüm evreni… Maneviyatın doruk noktasıydı, ölüme anlam biçmek, yanıt olmak, huzurlu olmak… Her yönüyle kanatlanıp uçacağımı hissettim. Bir sürü hayal kurmaya başladım. Hep Önder Apo’nun özgürleşeceğini düşünüyordum. Bedenimizi ölüme yatırarak buna katkı sağlayacağını düşünmek tarifsiz bir coşku ve heyecandı. İsmim açıklandıktan sonra yoldaşların bakışla-

rı, gözlerindeki ışıltı, moral olma boyutları çok özeldi. Adeta her bir arkadaşın bakışları anlam yüklüydü… Peki, I. ve II. Zindan Direnişini sizin de katıldığınız III. Zindan direnişiyle kıyaslayabilir miyiz? Kemal Pir, Hayri Durmuş yoldaşların direnişi efsanevi bir direniştir. Şu anda da 3. Zindan Direnişi olarak aynı kategoriye koyamıyorum. Onların ilkeleri, bağlılıkları, içinde bulundukları koşullar farklıydı. Ne yapsam da onların direnişine bağlılığına yanıt olabilir miyim kaygısı vardı. O dönemler de yaşasaydım aynı şekilde, o iddiayla varlıkları sürdürebilir miydim diye düşünüyordum. Dünya da benzeri olmayan bir direniştir. 80’li dönemlerde yaşanan direniş, ne yarın büyük psikolojik ve fiziki baskıları karşısında insanlık-dışı uygulamalara karşı cevap olabilmek beni hep bir sorgulamaya itti. SAG’da bir nebze de olsa bir şeyler yapmak inanılmaz, bir güç ve güven katıyordu. Bu temelde Amed zindanına cevap olmak zordu; çünkü yaşanılanı özgürleşmenin her yönlüyle canlı dünyasını insan özü ve hakikatiyle arınmasıydı. Dört yoldaş SAG‘daydık sonrasında 33. günümüzde iki arkadaş (Kewser Akçelik, Gülsüm Koç) daha bize katıldı. Yani eylem sunucu, sonuç koşulu ve koşulda bir daha eylemi doğurdu. Bununla beraber bize emek harcayan, maneviyatını hissettiren bütün yoldaşlar “ben”den ziyade “biz” olgusunu daha yoğun geliştir-

32


Özgür Halk di. Bütünlük sağlanmamış olsaydı cevap da o denli güçlü olmazdı. Kemal Pirlere bağlılık, Sema Yüce’nin şahsında kendimi yeniden küllerden yaratma uğraşısı gelişti. Yani sorgulama yetilerimizi kullanabildiğimiz ölçüde düz, mantıksal kaderci çizgiden kopuşu sağlayıp doğru arayışlara evriliyorduk. Bu noktada zindanın rolü büyük oldu. Önder Apo’nun; “Zindanda tahammül gücünün tek ilacı hakikat algısının geliştirilmesidir. Amaç, güneş kadar netse onun yol ve yöntemi geliştirilir” belirlemesi de içinde bulunduğumuz anı tamamlıyordu. 2006 “Güneşimizi Karartamazsın” eylem ve yıldızlaşmaları da bununla bağlantılıdır. Bir nevi ölümsüzlüğünü hissettiğimiz yoldaşlardı. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Ebubekir Yulu: Merhaba, ben.. Erzurum Cezaevinde kalıyorum. 1966 yılında Iğdır’ın Panik (Özdemir) köyünde dünyaya geldim. Toplam on kardeşiz; altı kız, dört erkek. Yurtsever bir aileden geliyorum. Doksanlı yıllarda ailem de birçok acıyla yüz yüze kaldı, sorgu süreçlerinden geçti. Benimle birlikte iki abim de zindana girdi. Biri üç yıl, diğeri de dokuz yıl yattı. Evliyim ve bir kızım var, zindana girdiğimde o da altı aylıktı. Zindanda “bir hırka bir lokma felsefesi nefs savaşı” dile getirilir. Bunu biraz açımlar mısınız? Zindanda yaşam demek birçok şeyden mahrum olmak demektir. Her şeyden önce bedensel özgürlükten yoksunsun, onun dışında kimi maddi yaşantılardan mahrumsun. Yine üretici olmaktan uzaksın, sürekli bir tüketici konumundasın. Şayet tüm yaşamını maddiyat üzerine kurarsan doyumun sonu gelmez. Hep istersin, isteklerinin sonu gelmez. “ihtiyaçlar sonsuz, imkanlar kıt’’ diye bir deyim var. Yani maddiyatçı ve tüketici pozisyondan kendini kurtaramazsan düşüncen ve duygun basit bir ihtiyaç giderme üzerine olur. Dolayısıyla bizde maddi yaşamdan ziyade maneviyat hep ön planda olagelmiştir. Zira bizler ‘feda’ kültüründen geliyoruz. Her zaman özveriyi esas almışız. Hareketimiz bize hep fedakarlığı ve ahlaki erdemlikleri öğretmiştir. Lüks ve konforu esas alan bir zihniyetten çok, halkın özgürlüğünü esas alan bir yaşam anlayışı ve zihniyet egemendir. Bizler, içinden geldiğimiz toplumun yaşam standartlarını hep ölçü bellemişiz. Zaten içinde bulunduğumuz hareketin yaşam felsefesi ve ideolojisi gereği komünal birlikteliğin esasların üzerinde yaşam felsefemizi hayata geçirmek için ruhta ve duyguda paylaşımcı yön belirleyici olmuştur. Esas aldığımız yön maneviyattır. Ama tabii ki maddi yaşam ve manevi hayat her zaman bir diyalektiğe sahiptir. Diyalektik her zaman hakikat ışığında ahlaki-politik toplumun tesisine araç olmalıdır. Bizler de komünal yaşamın esaslarına uygun, halkımızın doğru bir yaşama kavuşması için hakikati esas alan bir özveriden kaçınamayız. Özgür yaşamın yolunda ilerlemek için ruhsal, düşünsel ve

33

Kasım 2014

duygusal doygunluk her şeyin başında gelir. Zaten en önemli maneviyat ve güç ideolojik yaşamdır. Zindanda hiç unutmadığınız bir anınızı paylaşır mısınız? 21 yıllık zindan hayatımda birçok acı ve tatlı olayı iç içe yaşamışlığım olmuştur. 1994-95 yılında ilk ay hep işkence gördük. Bunun için verilen mücadele ve açlık grevi sonucunda son bulması, özgürlük mücadelesinin bizden istediği haklı davaya onurluca kavuşma, en unutulmaz anlardandır. Esprisi olarak; 1997 yılında 45 günlük açlık grevindeydik. Gazete açlık grevinin onuncu gününden sonra habire heyetin geleceğine dair haber yapıyordu. Kaç kez üst üste gazetede heyetin geleceğine dair haberler yapıyordu. Kaç kez gazete de heyetin geleciğini, idareyle görüşüp arabuluculuk yapacağını yazıyordu. 40’lı günlere gelmiştik. Zorlanacağımız anlar yaklaşmıştı. Gazete yine yazmıştı, heyet geliyor diye zorlanmanın vermiş olduğu ruh haliyle bir arkadaş “Ev heyeta kurrê kerê qey bi kere tê û nagiheje Erziromê’’ dedi. Hepimiz bu söze çok gülmüştük, o söz grevin esprisi olarak kalmıştı. Aile toplumun temelidir. Aile ile anlaşmazlıklar ve aileyi ahlaki-politik toplum temelinde örgütlemek için çabanız oldu mu? Bundan hareketle aileye yaklaşım nasıl olmalı? Elbette ki kendimizi bilinçlendirdiğimiz, eğittiğimiz zaman bu yansımasını aile ve çevrede de bulmuştur. Egemenler tarafından bilinçli bir politika olarak Kürt toplumu eğitimsiz ve bilinçsiz bırakılmak istenmiştir. Sistem tarafından geri bırakılmış ve insanlığından çıkarılmıştır. Böyle bir uygulamaya gitmedeki amaç, kendi egemenliklerini toplum üzerinde rahatlıkla tesis etmektir. Geri, köhnemiş feodal yaşam tarzı, basit sorunlarla uğraşılmış, kavga etmiş, olay çıkarılmış bu tür yaklaşımlar yüzünden siyasi gelecek üzerinde durulmamıştır. Aileyle ve çevreyle, toplumsallığın önemi, kolektif yaşamın vazgeçilmezliği üzerinde konuşmalarımız olmuştur. Ailenin toplumsallıktaki yeri, komünal yaşamın önemi, yardımlaşma ve dayanışmanın gelişmesi için çabam ve desteğim olmuştur ve çaba içerisinde olmuşumdur. Kadın erkek ilişkisinde de özgür ilişki esasları üzerinde gelişmesi için karşılıklı sevgiyi yaratmakla mümkün olacağı ve bunun da emek boyutunun gelişmesiyle sevgi ve saygı bağı güçlendirilecektir. Geleneksel ölçülerden ziyade özgür demokratik ilişkileri esas alınmalıdır. III. Zindan direnişine Siirt’ten katıldınız. Eyleme gireceğini öğrenmek sizde ne gibi duygular uyandırdı? Gulan Kılıçoğlu: Greve girdiğimiz süreç ve atmosferi önce açmam gerek –ki bende uyandırdığı duyguları daha net ortaya koyabileyim. 2 yıla yakın bir süredir Önderliğimizin üzerinde çok ağır bir tecrit politikası yürütülüyordu ve bizler hiçbir haber alamıyorduk. Öfkenin biriktirdiği ve çözümün kilitlendiği br şeyler yapma arayışının çok yoğun olduğu bir süreçti. Öyle ki


Özgür ÖzgürHalk Halk tecride karşı bedeni alev topuna dönüştüren yoldaşlarımız oluyordu ve tüm cezaevlerinde bir şeyler yapmak noktasında iyalektiksel bir etkileşimin ve birikimin olması bizleri kimi açlık grevi eylemlerine itti. 2 günlük toplu açlık grevi eylemlerimiz oldu, sonrasında 7’şer günlük, 20’şer günlük AG’ler ve açıklamalar yapıldıç Bunların hepsi çözüm olma arifesindeki uyarılardı. Bu uyarları devlet bilinçli bir politik öngörüyle karşılamadı ve süreci çözüm noktasında okumadı. Bu nedenle her bir yoldaşımızda olduğu gibi bende de çok yoğun bir eylemselleşme arayışı başladı. “Mutlaka bir şeyler yapmalıyım” diyor ve daha çok yazarak içimi durultuyordum. Tam da böylesi bir anda ölümü göze alacağımız süresiz dönüşümsüz açlık grevine girmek bende müthiş bir heyecan yaratıcı bir de SAG başlamadan önce yoğunlaşmalarımla ilgili resimle çiziyordum ve SAG’a gireceğime neredeyse emindim, sürekli eylemci olarak resmediyordum kendimi de. Açıklama yapılırken içimi tarifsiz bir enerji kapladı, tüm arkadaşlar da hemen bana sarılmaya başladılar. En zayıfları (kilo) olduğum için çok duygulanmışlardı; ama tabi açlık grevini sürdürmenin zayıf ya da şişman olmayla hiç alakası yoktur. İrade insana defalarca kendi gücünü aşmanın zeminini sunar. Bu kararlılıkla SAG boyunca bir planlama yaptım. Açıklamanın yapıldığı 11 Eylül gecesinden itibaren her gün günlük tuttum ve Önder Apo’ya ilk defa düzenli bir şekilde yazmaya başladım. Önderliğe yazmak beni sürece, açlığın felsefik boyutuna adapte ediyordu. Cezaevi her ne kadar dışarıdan statik görünse de SAG ile birlikte manevi yoğunluğu, devinimi, akış hızı Önderliğe doğruydu. Bu anlamla Önder Apo’nun özgürlüğü ve anadilimiz için bedenimizi açlığa yatırmak kutsal bir hafiflik hissi yaratıyordu. Peki, girdiğiniz SAG’da kadının sahiplenme boyutunu aktarabilir misiniz? Bu temelde kadının katılımı ve toplumda kadının öncü rolünü nasıl ele alıyorsunuz? 68 günlük açlık grevinde 14 kadın arkadaştık. 4 arkadaş Siirt alanındaydık ve kalan 10 arkadaşımız da Amed Cezaevinde. Doğrusu böylesi anlamlı taleplerin olduğu bir eylemi Amed Zindanları’nda Mazlum yoldaşların bedenlerinin değdiği yerde geçirmek oldukça büyük bir şanstır. Bizler 4 kadın yoldaş olarak Siirt alanında 14 Temmuz direnişiyle kuantimik buluşmayı yaşamaya çalışıp grevi sürdürüyorduk. Kadın olarak açlık grevi eylemleri denilince akla ilk olarak Heval Sakine Cansız gelmektedir. Amed Zindanı’nda 55. gününde talepleri kabul edildiği için açlık grevi eylemini bırakan Sakine Heval’in amaç uğruna bedenini düşmana siper etmesi hepimizin esas aldığı bir duruştu. Bu durumun

Kasım 2014

bağlantısını kurma ve Sakine Heval’in dilinden açlık grevini okuma SAG sonrası Sakine Hevaller’in Paris’te bir komployla katledilmesinden sonra gelişti. Bazen gerçekleştirilen bir eylem sonraki süreçteki yoğunlaşmalarla daha bir yerli yerine oturur. Heval Sakine’nin kadın kimliğiyle düşmanı dize getiren direnişi de bu anlamda sonradan anlamına kavuştuğum bir direnişti. Eylemsellik kadının doğasında vardır ve aç kalarak bu kararlılığı sergilemek en çok kadının vicdanına dokunur. Bu nedenle SAG için duyarlılık talebinde bulunan, gösteriler yapan kitlelerin en önünde anaları, genç-kadınları görmek mümkündü. Bu durum üretimsel anlamda da kadın yaratımlarına yansıyordu. Kadınlarda birbirini hissetme, birbirinin duygusunu okuma boyutu çok güçlüdür. Bu nedenle SAG’ın cinsiyetinin kadın özlü olduğunu belirtmek çok da yanlış olmaz diye düşünüyorum. Kendi bedenimden kısıp toplumsallığı yaratmak, manevi yoğunluğu ahlaki tutumun temel yapı taşı yapmak, aşkla bağlandığı toplumsal doğa için sürekli bir yaratım halinde olmak kazın özlü anacıl toplumun getirileridir. Bu nedenle SAG süreci kadınların içlerindeki kıvılcımı körükledi ve her yerde, her an kadın eylemsellikleri açığa çıktı. Kadınların hazırladıkları bildiriler, PAJK hareketinin SAG sürecini selamlayan açıklamaları ve kadın kimliği yoğunluklu görsel-yazınsal planlamalar gerçekten de çok yoğundu. Bu refleksin kitleselleşmesi geç oldu, buna sonraki sorularda değineceğim. Sakine Cansız, Sema Yüce’nin zindan direniş geleneğini biliyorsunuz. SAG sürecinde böylesi arkadaşlarla buluşma boyutu nasıldı? Cezaeviyle tanışınca Heval Sakineleri, Heval Semaları, Kurdê ve Rotinda arkadaşları okumak, onların gözüyle zindan olgusunu çözümlemek, duvarların arasındaki yaşamın nasıl sorgulandığını görmek bütün yoldaşların yaptığı ve yapması gereken bir şey. Böylesi değerli yoldaşların özelliği zindan da hakikat arayışını elden bırakmamaları ve Önder Apo’ya bağlılığıyla her anlarını örgütsel süzgeçten geçirmeleridir. Devletin en yoğun baskı kurduğu ya da iç tasfiyeci anlayışların en çok yaşandığı dönemde söylenecek sözleri, yakarak ateşleri, bedenlerini açlığa yatırarak iradeleri olmuştur. Kürt kadınının bin yıllarca kendini dinlettiren destansı direnişlerini sürdürmüşlerdir. H. Sakine’nin Amed Zindanı’ndaki duruşu tüm Kürt halkını etkilemiştir. Düşmanın işkencelerini boşa çıkararak, düşmanı yenilgiye uğratarak gözlerinin içindeki anlam yoğunluğu da kadının eylemdeki gücü ve yenilmezliğini göstermektedir. Saf duygunun saf maneviyatın kadın eylemselliğinde fedai ruhu açığa çıkartması da bununla bağlantılıdır.

34


Özgür Halk

Kasım 2014

Toplumsal İnşa Zihniyette Başlar - II Şiyar Koçgiri

Zihniyet devrimi çabalarımızın nedenle toplumsal sorunların temelinde zihniyet soesasını oluşturmaktadır runlarını aramak yerindedir. Bu nedenledir ki ZihniEgemen sistemi zihniyette çözmek tarih boyu tüm ha- yet Devrimi çabalarımızın esasını oluşturmaktadır. kikat arayışçılarının temel çabası olmuştur. Bu boşuna değildir ve çağlar boyu en anlamlı toplumsal uğraş Özgürlükçü teoriden beklenen hâkim olarak değerlendirilmiştir. Düşüncede çözme ve aşma zihniyetin değiştirilmesidir sağlanmadan hiyerarşik, devletçi, erkek egemenlikli Toplum akıl yasalarının, yaratıcı ve gelişimsel rollesistemin bitişini ilan etmek ve yeni bir toplumsallığın rinin en geniş ve hızlı olduğu olgudur. Fizik yasalakuruluşuna girişmek söz konusu bile olamaz. Bunun rıyla, bitkisel ve diğer hayvansal canlılar dünyasının sağlanması ise sistemin gerçek anlamda yenilgisi ola- yasalarıyla niteliksel farklılıklar içerir. Önemli olan, caktır. Tarih bunun bir kişi ve küçük bir grup şahsında toplumun dönüşüm yasalarının gücüne ve bilincine gerçekleşebilen bir olgu olduğunu göstermektedir. Bir ulaşmak, toplumun yeniden yapılanmasını bu oluşkişi bile güçlü bir arayış temelinde büyük anlam ve duy- muş bilim gücüyle yeniden yaratmaktır. Bu nedenle gu gücüne ulaşarak, zihniyette sistemin bilme sınırları- zihniyet devrimini yaşamın yeniden yaratılmasında, nı ve yöntemlerini aşıp hâkim sistemi yenilgiye uğrata- özgür-eşit ve adil bir biçimde üretilmesinde ve devam bilir. Bu, tarihteki büyük hakikat arayışçılarında, ettirilmesinde en belirleyici olgu olarak görpeygamberlik geleneğinde, büyük ahlak mek özgürlük öğretimizde en ayırt edici öncülerinde kanıtlanmıştır. Öndernoktalardan birini oluşturmaktadır. liğimiz bu kanıtlanmanın günümüzdeki temsilcisidir. KendiÖzgürlükçü teoriden en başKapitalist modernite sinde “Üçüncü doğuş” olarak ta beklenen topluma hâbilim ve bilme tanımladığı gerçekleşme kim zihniyeti değiştirmesi yöntemleriyle toplumu adeta esasında sistemin zihniveya farklılaştırmasıdır. yet ve yaşam sınırlarını Diğer deyişle yerleşik zihinsel bir cendere içine almıştır. aşmadır. Duygu, düşünzihniyet normlarını aşToplumsal zihniyet bütün tarihi ce, yaşam boyutunda tırması, yenilik ve farkboyunca sistem dışına çıkmadır. lılıkların yolunu açmailk defa bu kadar dumura uğratılmış, Halkımızın sahiplendiği sıdır. Böyle olmazsa ve ölümüne direnerek başka zihniyetlerin felç edilmiş; birey ve toplum öz kendi toplumsal gerçekgüdümünden ve onihtiyaçlarıve liği haline getirdiği, onun ların kurguladığı yaçıkarları doğrultusunda kendinde yarattığı sistem şamdan kurtulunamaz. dışı özgür toplumsallıktır. düşünemez ve eyleyemez Kapitalist modernite sürehale getirilmiştir. Kapitalist modernite bilim cinde iktidar karşıtı zihniyet ve bilme yöntemleriyle topyapılarının kalıcı başarılara lumu adeta zihinsel bir cendeerişememelerinin temel nedeni re içine almıştır. Toplumsal zihniyet yaşadıkları zihniyet yetersizliğidir. Kabütün tarihi boyunca ilk defa bu kadar pitalist modernitenin zihniyet yapılanmadumura uğratılmış, felç edilmiş; birey ve toplum öz sını aşmada en ileri ve iddialı pozisyonda bulunan ihtiyaçları ve çıkarları doğrultusunda düşünemez Marksizm için de bu husus geçerlidir. Marksizm ve eyleyemez hale getirilmiştir. Toplumsal sorunla- ortaya koyduğu görüşlerle kapitalist modernitenin rın devasa boyutlarda seyrediyor olması tam da bu zihniyet yapılanmasını aşamamıştır. Daha da olumdurumla ilgilidir dersek yanılmış olmayız. Zira toplu- suzu, ortaya koyduğu görüşlerle kapitalist modernimun oluşumu zihniyetin oluşumuyla, toplumun ge- teye en önemli hizmeti sunmuştur. Tıpkı Hristiyanlılişimi zihniyetin gelişimiyle mümkün olmuştur. Bu ğın karşıtı olarak doğduğu Roma imparatorluğuna

35


Özgür Halk bir süreçten sonra meşruiyet sağlaması gibi. Bunun nedeni Marksizmin zihniyet düzleminde sistemi aşacak yetkinliği ve sistematikliği sağlayamamasıdır. Dolayısıyla toplumsal kaos ve kriz süreçlerinde dönüşüm ve yenilenme çabalarının yetkin ve amaca uygun zihniyet çalışmalarıyla aydınlatılması ve yönlendirilmesi sağlanmadan, boşa çıkması ve tersi sonuçlara yol açması kaçınılmazdır. Tarihin bu tür dönemlerinde büyük düşünce yoğunluklarına tanık olmamız yaşanan gerçeğin bu özelliğinden ileri gelir. Toplumsal sistemlerin ortaya çıkışı, yeni sistemlerin oluşumu öncesi ve sonrasında büyük düşünce ve inanç ekollerine tanık olmamız da yine aynı nedenledir. Zihinlerde yeni toplumun meşruiyeti sağlanmadan yaşama şansı zordur.

Kasım 2014

nin istismarı ve sentezi temelinde yaşam bulmuştur. Devletçi zihniyet mitolojik özelliklerini din ve felsefenin yaratımlarıyla yenileyerek toplumu olgunlaşmış köleliğe ikna edebilmiştir. Bunun zihniyet yapılanmasını yaratmıştır. Yükselen imparatorluk gücü zayıf ve güçsüz çok tanrı yerine, evrensel gücü temsil eden en büyük tanrıya doğru bir evrim geçirmiştir. Maddi hayatta olup bitenler zihniyette de karşılığını bulmaktadır. Özenle işlenmiş bir yönetim ideolojisi Dinlerde çok tanrıcılığın yerini tek tanrıya bırakması bu süreçle ilgilidir. Köleci sistem önemli bir kriz sürecindedir. Binlerce yıllık devlet pratiğinde tanrı-kral kavramına meşruiyet sağlamaya dönük zihniyet yapısı aşınmıştır. Hıristiyanlık bu aşınmanın yol açtığı krizli dönemde Roma imparatorluğuna karşı süren zihniyet çabalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Rahip, ziggurat, Sümer… Hiçbir toplumsal yapı inandırılmadan uzun süre yönetilemez. Zorun yönetimdeki etkisi anlıktır. Kalıcı olmaİlk iddiası, imparatorun tanrı olamayacağına dösını sağlayan inançtır, zihniyet kalıplarının nüktür. İddia şudur, “Tanrı baba vardır. kabulüdür. Sümer örneği bu konuda Hz. İsa da onun oğludur” Bu cümçarpıcıdır. Sümer rahiplerinin balede Roma imparatorluk zihnişarılarının arkasında insan zihyeti reddedilmekte ve aşılninin esnekliğini ve yeniden maktadır. Görünüşteki dini yapılandırılabilirliğini görmesavaş özünde bir zihniyet Tarih boşuna leri yatar. Bunu yaratıcı bir savaşıdır. Başta havariSümer’den çabayla yeni bir zihniyet ler olmak üzere birçok başlatılmamaktadır. yapılanması kurgulayaaziz-azize ve rahibenin rak istismar etmişlerdir. büyük direnişiyle RoDinleri, edebiyat destanlarını, Mitolojik öykülemeler ma’nın zihniyet dünhukuku, demokrasiyi, temelinde yeni bir evyası aşılmakla kaldevleti Sümer yazılı tabletlerinden ren, yeni bir yaşam, mamış fethedilmiştir. yeni bir ilişki sistematiği Mitolojik varlıklar olaçözümlemek, belki de sosyal olarak tanrı ve kul sisterak başlayan tanrılar bilime çıkış yaptırabilecek matiğini yaratmışlardır. serüveni, her buyrutemel yollardan ğu kesin bir yasa olan Tarih boşuna Sümer’den Allah’ın varlığıyla sona biridir. başlatılmamaktadır. Dinermiştir. Hz. Muhamleri, edebiyat destanlarını, med’in geliştirdiği ‘son peyhukuku, demokrasiyi, devleti gamber’ kavramı bu temelSümer yazılı tabletlerinden çöde ele alındığında anlaşılabilir. zümlemek, belki de sosyal bilime çıkış yaptırabilecek temel yollardan biridir. Sümer mitolojisi dönemin zihniyetini oluşturmaya yetmemektedir. Yeni bir zihniyet Neolitik toplumda temsilini bulan demokratik uy- çalışmasına yeni bir metafiziğine ihtiyaç vardır. Bu garlığa karşı rahiplerin zigguratlarda başlattı- da ciddi zihniyet çalışmalarıyla geliştirilmiştir. Tanğı zihniyet dönüşümü önce sınıflaşmayı, giderek rının insan, insanın tanrı olamayacağı bütün büyük devletleşmeyi getirmiştir. Bu durum derinleşerek Ön- dinlerin ulaştığı bir sonuçtur. Doğayı izah da artık derliğimizin “Olgunlaşmış kölecilik” dediği feodal top- tanrısal kavramlarla değil, akıl kavramlarıyla gelişlum sistemine yol açmıştır. Bu temelde toplumun istis- tirilecektir. Dünyevi ve ahiretsel yaşam iyice ayrışmarına yönelen kesimlere büyük açılımlar sağlanmıştır. tırılacaktır. Fakat yine de insanın tüm hareketlerini kontrol eden, iyi ve kötü amellere karşılığını veren Mitolojinin ardından dinsel ve felsefi düşünce bi- bir tanrı anlayışı varlığını güçlü biçimde korumaktaçimi Olgunlaşmış kölelik sürecinde hâkim zihniyet dır. Daha da merkezileşen soyut devlet kurumu Tanhaline gelmiştir. Nasıl ki Sümer toplumu neolitik top- rı-Allah-Rab kavramlarıyla iç içe geçirilmiş; Sisteme lumun istismarı üzerinde gelişmişse, olgunlaşmış ilişkin temel kavram ve kurumlar yeniden oluşturulkölelik sistemi de hem eski sistemin hem de ezi- muştur. Klasik köleciliğin yerine daha derinleşmiş ve len sınıflarla direnen etnisitenin manevi değerleri- olgunlaşmış bir kölelik sistemi almıştır. Devletçi uygar-

36


Özgür Halk lık böylece daha derine nüfuz eder hale getirilmiştir. Rönesans’ın tanımı Hümanizm, bireysellik ve reformasyon insanı yaşamın merkezine koyarak büyük bir karşı koyuşu gerçekleştirmiştir. Bu anlamda Rönesans tarihteki temel zihniyet aşamalarından biridir. Fakat daha sonra kapitalist modernitenin zihniyetini hakîm kılması, Rönesans’ın kazanımlarını geri almıştır.

Kasım 2014

yürütülmesini gerektirmektedir. Sadece kararlılık ve niyet düzeyinde değil; bu sisteme karşı yürütülen mücadelenin kendisini çok zengin yol yöntem ve araçlarla üretebilme kabiliyetinde de olması gerekir. Bu basit ve sıradan bir bilinçle olabilecek bir mücadele değildir. Mücadelenin temel hedefi sistemi aşmak ve alternatifini yaratmak olduğundan dolayı yürütülen mücadelenin alabildiğine yoğun, sistem inşa edecek düzeyde ve derinlikte olması gerekir.

Önderliğimiz Rönesans’ı insanlık Önder Apo, demokratik modernitarihinin üçüncü büyük anlama teyi inşa edecek zihniyet düzegücü olarak değerlendirmekyini şöyle formüle etmektedir tedir. İlkini ise, M.Ö 4.000 “Sistemin bütün bilmelerini Sistemi yıllarında Zağros-Toros kendi bilmesinin ufkuna çözümlerken; sisteminin iç kavisinde sığdırma”. Formül budur. basit bir ekonomik sistem zirveye erişen neolitik Yani bizim zihniyet düzeolmadığı hatta basit bir zor, zihniyet aşaması olarak yimizin hem sistemi çötanımlamaktadır. Bu dözümleyen hem sistemin şiddet ve yalan sistemi olmasının neme damgasını vuran kaynaklandığı tarihsel çok ötesinde, tarihsel toplumsal ‘Tanrıça Dini’ni “Büyük temelleri çok iyi ortaya bir sistem gerçekliği bir zihniyet yücelmekoyan hem mevcut sisolduğu hiçbir zaman si’ olarak görmektedir. temin geldiği düzeyde yaşadığı kaosu bütün göz ardı İkinci büyük zihniyet döboyutlarıyla görebilen, çöedilmemelidir. nemini ise M.Ö 600-300 zümleyebilen hem de bu kayıllarına sabitlemektedir. Ege osun sonucunda kendi toplukıyılarında köleci mitolojiye karmumuzu yaratmanın plan proje şı felsefe ve bilime dayalı zihniyet ve eylem gücünü açığa çıkaran bu aralıkta büyük sıçrama yapmıştır. bir düzeyi yakalaması gerekmektedir. Burada devlet geleneğinin köklü olmayışı, doğal toplum kültürünün güçlü varlığı, üretken ve Sistemi çözümlerken; basit bir ekonomik sistem güzel coğrafya, bu yeni zihniyetin doğuşunda etkindir. olmadığı hatta basit bir zor, şiddet ve yalan sistemi 1500’lerde gerçekleşen Rönesans’ın temelinde bu iki olmasının çok ötesinde, tarihsel toplumsal bir sistem büyük Rönesans yatmaktadır. İlkinden başlamak üzere gerçekliği olduğu hiçbir zaman göz ardı edilmemelibirini anlamadan diğerleri anlaşılamaz. Tarihin bu yönlü dir. Karşısında mücadele edilen egemenlikli uygarlık zincirleme akışını anlamak büyük zihniyet devrimlerini, sistemin 5 bin yıllık tarihsel kökleri bulunmaktadır. dinleri ve toplumsal yapıları anlamak açısından şarttır. Günümüze kadar sürekliliğinden bir şey kaybetmeden kendisini bugüne kadar getirmiştir. Kurumları, Zihniyet devriminin özü sistem karşısında, sistem al- kendini yürütme aygıtları, kendisini topluma kabul ternatifi olma, yaratılan egemenlikli uygarlık sistemi ettirmenin çok güçlü mekanizmaları vardır ve bunkarşısında eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum yaratma ları her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. mücadelesidir. Sistemin dışındaki tüm zihniyet arayışlarını ve çıkışlarını sistemin yedeği haline getiren, sis- Bugüne kadar yapılan sistem çözümlemelerinin heptemiçileştiren, onları içine alan ve kendi güçlenmesine sinin temel yanılgısı, sistemin basit bir şiddet ve zor hizmete koşturan bir yetenek kazanmış olması, kapita- sistemi olduğu, buna karşı mücadelenin de, bu yol ve list modernite karşısında yürütülen zihniyet mücadele- yöntemlerle geliştirilebileceği noktasında olmuştur. sinin daha derinlikli, daha bütünlüklü ve tutarlılık içinde Sürecek…

37


Özgür Halk

Kasım 2014

Hilvan’da PKK Şafağı Diyarpir Delibaş

“Ne Zaman?” “Kim Vurmuş?” Kimin vurduğu belliydi Haki Arkadaşı hedefleyenler, O’nu katledenler, O’nun düşünce gücünü bilenlerdi; MİT’ti, Kontrgerillaydı... “Beşparçacılar” ya da “Sterka Sor” sadece paravandı. Başka bir ifadeyle MİT ve Kontrgerilla eliyle kurulan Beşparçacılar -veya diğer adıyla- Sterka Sor ajan-provakatör bir gruptu. Haki arkadaşı iyi tanıyorlardı; son derece bilinçli, planlı hedeflemişlerdi. Haki’nin katledilmesi ağır bir kayıptı. Önderlik bir değerlendirmesinde Haki arkadaş için “Benim gizli ruhum gibiydi” diyor. Kayıp o kadar ağır ve büyüktü. Bir yıl sonra, Hilvan’da 1978’in 18 Mayısında, MİT ve Kontrgerilla bu kez Polis ve Süleymanlar aşireti eşkıyaları adıyla sahneye çıktı. Haki Karer arkadaşın afişlemesinde bu kez Halil Çavgun arkadaşı katlettiler. Haki ile Halil’i vuran güç aynıydı. İki arkadaş da bilinçli ve planlı bir şekilde seçilmiş, hedeflenmişti. Bu, çok açık ve netti.

Hilvan, Urfa’nın küçük bir ilçesidir. 1970’li yıllarda topraklarına, yönetimine bir kaç aşiret ve ağa hâkimdi. Halkın tamamına yakını işçi ve emekçi, gençliği de emekten yana, sol düşüncelere sahipti. İlçede herkes, özellikle de gençlik birbirini çok iyi tanır; kimin hangi sol guruba dâhil olduğu çok iyi bilinirdi. Bu bağlamda farklı bir-iki küçük grup olsa da bir bütün olarak “Hilvan’da gençlik örgütlü” denilebilirdi. Hilvan’da en kalabalık ve en güçlü grubun başında Halil Çavgun vardı. Gençlik kendisine “Halil Çavuş” derdi. Doğal bir öncüydü. Herkes Halil Çavuş’un en doğruyu söyleyeceğine, en doğru kararı vereceğine ve gerektiğinde düşmana karşı en önde kavgaya tutuşacağına inanırdı. Halil arkadaş yaşamdaki duruşuyla; tutum ve davranışlarıyla bu güveni kazanmıştı. 1977’nin 18 Mayısında, “Kara haber tez ulaşır “ misali, Hilvan’a bir kara haber geldi: “Antep’te Haki Karer arkadaşı vurmuşlar!” denildi. Kahvede oturan grup arasında bir dalgalanma oldu. Ardından sorular geldi:

Abbas arkadaş, “Haki arkadaş genel örgüt için neyi ifade ediyordu ise, Halil Çavgun arkadaş da Hilvan için aynı konumdaydı.” diyor. Doğru bir tespit. Hilvan’da resmi bir örgüt, veya resmi bir yönetim yoktu. Ama Halil Çavgun arkadaşın şahsında doğal bir grup, doğal bir yönetim oluşmuştu. Tüm gençlik kendisine “Halil Çavuş” diyordu. Bu, sevgi ve güvenin bir ifadesiydi. Halil arkadaş kararlar alıyor, görevlendirmeler yapıyordu. İtiraz eden yoktu. Kendisine olan güven sonsuzdu. Gençlik için “Halil Çavuş” tüm sorunların çözüm anahtarını taşıyordu. Hilvan’da böyle doğal bir gençlik örgütü oluşmuştu. Birbirlerine müthiş bağlılık vardı. Kendi aralarında toplu eğitim yapıyor, tartışmalar yürütüyorlardı. Diğer ilçelerde, kasabalarda gençlik kendi içinde kutuplaşmalar, iç çatışmalar yaşarken, parçalara bölünürken, Hilvan Gençliğinde bunun zerresi yoktu. Bunda Halil arkadaşın belirleyici rolü vardı. İşleri yetkiyle, resmiyetle değil; bilinciyle, emeğiyle, yoğunlaşmasıyla, daha fazla çalışmasıyla yapıyor, doğal öncülük rolünü layıkıyla yerine getiriyordu. Bu nedenle hedeflenmişti. Önderlik: “Nasıl ki Haki arkadaşın katledilmesi

38


Özgür Halk Kürdistan’a girişi engellemeye dönük bir saldırıysa, Halil arkadaşın katledilmesi de yerelde kökleşmeyi engellemeye dönük bir saldırıdır.” diyor. Kayıplar büyük ve ağırdı; katliamdı Bu katliamlara dur demek gerekiyordu. Bu katliamları yanıtsız bırakmak, daha ağır kayıplara yol vermek ve belki de grubun tümden imhası demekti. Bu nedenle, Haki ve Halil’in intikamı için mutlaka silahlı savunma yapmak; silahlı direnişe geçmek gerekiyordu. Bunun birkaç tabanca ile olmayacağı da açıktı. MİT’in, Kontrgerillanın hizmetinde ve denetiminde Halil arkadaşı katleden Süleymanların eşkıya çetelerinin elinde uzun namlulu, modern silahlar vardı. Onlara karşı savaşmak, mücadeleyi geliştirip ilerletmek ancak büyük silahlarla mümkündü; acil olarak büyük silahlara ihtiyaç vardı. Bu temelde arayışlar sürerken Mehmet Karasungur, Kemal Pir gibi arkadaşlar da Hilvan’a geldiler. Halil arkadaşı katleden eşkıya çeteleri hiçbir şey olmamış gibi, çok sıradan bir iş yapmışlar gibi, gündüz ortasında ellerini-kollarını sallayarak uzun namlulu silahlarla gelip kahvelerde oturuyor; jandarma ve polislere hiç aldırış etmeden konuşup kahkahalar atıyor, söz ve davranışlarıyla etrafa terör estiriyorlardı.

Kasım 2014

Artık her şey hazırdı; her an her şey olabilirdi. Derken beklenen istihbarat geldi: “Halil Çavuş’u katleden Eşkıya çetebaşı ve iki kardeşi beyaz Toros marka bir taksiyle Siverek’e taraf gidecekler!” İstihbarat sağlam ve güvenilirdi.Üç militan çoktan ayağa kalkmış, son bir kez silahlarını gözden geçiriyorlardı. Çok geçmeden, Hilvan ilçe merkezinden Siverek’e giden yolda beyaz Toros göründü. Beklenen an gelmişti. Bir militan direksiyonda beklerken, iki militan hızla yola fırladı. Halil Çavuş’un katilleri karşılarındaydı, camdan net olarak görünüyorlardı. Peşpeşe tetiği çektiler. Arabanın camları parçalandı. Araba sağa sola savrularak ara yoldan kaybolunca, ateş eden iki militan da yeşil taksiye binerek hızla uzaklaştılar.

İnsanlar merakla sokaklara, pencerelere, damlara çıkÖnderlik: tı. Gelen silah seslerinin nedenini öğrenmeye ça“Nasıl ki Haki arkadaşın lışıyorlardı. Olayı gökatledilmesi Kürdistan’a girişi renler heyecanla anengellemeye dönük bir saldırıysa, latıyordu: iki kişiydiler. Halil arkadaşın katledilmesi de Uzun namlulu silahlarla Süleymanların arabayerelde kökleşmeyi sını taradılar. Arabada engellemeye üç kişi vardı. Camları dönük bir saldırıdır.” paramparça oldu. Aradiyor. Bu olup bitenleri gören ba Seylan yoluna girip Hilvan halkı korkup singözden kayboldu. Gözmişti. Silahsız, parasız, den kayboluncaya kadar yoksul birkaç gencin bu feoarkasından ateş ettiler. dal eşkıyalara güç getirmesinin Sonra da sokaktan yola çıolanaksız olduğunu düşünüyor, kan yeşil bir taksiye binip kay“Talebe” dedikleri gençlere içten içe boldular” diyorlar, ateş edenleüzülüyorlardı. Onların arkasında devlet varrin eşkâllerini abartarak tarif ediyorlardı. dı, Ankara vardı, ordu vardı. Ya gençlerin neyi, kimi, nesi vardı? Bu soru ve değerlendirmeler her gün daha Bir süre sonra haber netleşti: da genişletilerek, dramatize edilerek anlatılıyordu. “Süleymanların taksisini tarayanlar Talebelerdi. Halk bu değerlendirme ve yorumlarla meşgulken, arkadaşlar düşmana fark ettirmeden keşifler yapıyor; çete- “Halil Çavuş’u öldüren kardeşlerden biri ölmüş, ikisi lerin yol güzergahları, nasıl hareket ettikleri konusunda ağır yaralanmıştı. bilgi topluyor; buna göre farklı eylem planları yapıyordu. Bunun üzerine esnaflar korkudan hemen kepenkleri Sonuçta olanaklar zorlanarak hazırlıklar tamamlandı. kapattı. Üç uzun namlulu silah ve bir taksi hazırdı.

Halk sevincini gizleyerek korku ve kaygıyla evlerine çekildi.

Üç kişilik grup tetikte bekliyordu, biri taksiyi kullanacaktı.

39

Süleymanlar Aşiretinin reisinin bir oğlu öldürülmüş, iki oğlu da ağır yaralanmıştı. Çok geçmeden


Özgür Halk Süleymanlar şehri basacak ve kan gövdeyi götürecekti. Bu korkuyla şehir derin bir sessizliğe gömüldü Gece saat 11’de korkulan oldu: önce şehir elektrikleri kesildi. Ardından yüze yakın eşkıya çetesi uzun namlulu silahlarla ilçeyi bastı. Bağırışlar, küfürler, naralar eşliğinde bildik Talebeler’in evlerini, sokaklarını rast gele taramaya başladılar. Onlarca silahın aynı anda patlaması ortalığı bir anda savaş alanına çevirdi. Fakat Gençlik gerekli tedbirleri almıştı, tek bir kayıp verilmedi. Dahası o kargaşada birbirlerini vurmuşlardı. Çeteler yaralılarını sırtlarına alarak gitmek durumunda kaldılar. Gece boyu korku ve kaygıyla evlerine kapanan halk, sabah olayı öğrenince korku ve kaygı yerini sevince bıraktı. Baskın tam netleşince de eşkıya çetelerini alaya aldı; çünkü sıkılan o kadar mermiye ve koparılan o kadar gürültüye rağmen sadece bir atı ve bir tazıyı vurmuşlardı. Yorumlar, değerlendirmeler değişmişti.

Kasım 2014

Tüm sokak ve caddelerde silahlı nöbet tutulmaya başlandı. Ajanlaşmış, muhbir-işbirlikçi ve her türden yozlaşmış kişiliklere karşı mücadele daha da yoğunlaştırıldı. Altı ay sonra belediye başkanı, belediye hoparlöründen tüm halka hitaben bir konuşma yapmak durumunda kaldı. Konuşmasında “Beni belediye başkanı olarak seçtiniz. Size layık olamadım; karanlık güçlerin maşası oldum; Hilvan halkı beni affetsin” diyerek istifa etti. Ardından yaklaşık 10 kişilik bir çete hariç tüm Süleymanlar Harekete teslim oldu. Bir süre sonra yapılan seçimle belediye başkanlığına Nadir arkadaş seçildi. Üç kadın arkadaş da belediye encümen üyesi oldu. Bu, Kürdistan tarihinde bir ilkti. Tüm alanlarda komisyonlar örgütlendi.

“Bu Talebeler boş değil”di. Bir süre sonra Hilvan’da bomba gibi bir haber daha patladı. Halil Çavuş yaralı olarak yerde yatarken, üzerine gidip tabancayla sol gözüne kurşun sıkan, bu nedenle de tayiniSuruç’a çıkarılan Polis de Suruç’ta öldürülmüştü. Talebeler önce uzun namlulu silahlarla polisi vurmuş, yere düşünce de üzerine gidip “Halil’in gözüne kurşun sıktın değil mi? Al sana!” diyerek sol gözüne tabancayla bir kurşun sıkmışlardı.

Mahalle komisyonları,

Yorumlar, değerlendirmeler değişmişti:

Adalet komisyonları,

“Evet, bu Talebeler boş değil”di.

İşçi komisyonları... vb.

Bu zaman dilimi içinde Haki arkadaşı katleden Beşparçacılar/Sterka Sor ajan provokatör grubun elebaşlarından Alaattin Kapan’ın da İskenderun’da “Talebeler” tarafından cezalandırılması güveni daha da pekiştirdi. Tüm bunlardan sonra halk artık sevincini gizlemiyor, olaylara ilişkin yorumlara kendi yorumlarını da ekleyerek Talebeleri efsaneleştiriyordu.

Böylece, Demokratik toplum, demokratik ulus örgütlenmesinin ilk temelleri Hilvan’da atılmış oldu. Yönetim tamamen arkadaşların elindeydi Devletin tüm kurum ve kuruluşları kelimenin gerçek anlamıyla işlevsiz kaldı. Buna Jandarma ve Polis karakolları da dâhildi.

Talebeler her yerdeydi. Talebeler için gece gündüz yoktu.

Köy Komisyonları, Eğitim komisyonları, Halkla ilişkiler komisyonları, Maliye komisyonları,

Önderliğin yoğun emeği sonucu yaşanan bu gelişmeler gösterdi ki, Haki arkadaşın katledilmesi Kürdistan’a girişi; Halil arkadaşın katledilmesi de yerelde kökleşmeyi engelleyemedi. Gladyonun tüm hesap ve planları boşa çıkarıldı.

Talebe kızların saç örgüleri topuklarına değiyordu. (...) Talebelere Hilvan’daki tüm Kapılar sonuna kadar açıldı. Halk her şeyiyle Talebelerin yanındaydı. Bu olanaklar değerlendirildi; askeri gruplar oluşturuldu.

Görkemli Hilvan Direnişinin etkisi Hilvan ile sınırlı kalmadı. Mardin ve ilçelerinde; Urfa ve ilçelerinde; Diyarbakır ve ilçelerinde; Batman’da, özetle, yurt içinde ve yurt dışında önemli/ciddi etkileri oldu; güven ve cesaret verdi. Geniş bir sempatizan kitlesi oluştu. Hareket kitleselleşerek Halk Hareketine dönüştü. Farklı olanaklara ve büyük silahlara ulaşmayı sağladı. Silahlı mücadelede önemli tecrübeler kazandırdı. Kazanılan bu tecrübeyle farklı köy, il ve ilçelere katkılar sundu.

40


Özgür Halk Kenan Evren’in anılarında: “1978 yazında Hilvan üzerinden helikopterle geçtik, darbe yapmaya karar verdik” demesi tesadüf veya anlık bir değerlendirme değildi. Abbas arkadaş, Önderliğin Hilvan Direnişine ilişkin “Genel halk hareketi haline geldik” dediğini yine, “İşte Hilvan ortada, artık bir gençlik hareketi, bir kadro grubu değiliz. Her yerde toplumun değişik kesimleri, kadınları, çocukları, yaşlıları hepsi katılıyor. Bir halk hareketi durumuna geldik. Grubu şimdiye kadar bir kişi olarak yönettim. Ama böyle bir halk hareketi olmuş, bu kadar silahlı grubu olmuş, bu kadar kan dökülmüş, şehit vermişiz, insan vurmuşuz. Bunları artık bir insan yönetemez. Böyle bir halk direnişini ancak bir parti yönetebilir. O nedenle daha ileri gidebilmek için örgütlenmeliyiz, parti olmalıyız” tespitinde bulunduğunu belirtiyor. Hilvan Mücadelesi ile yaşanan genel gelişmeler, kazanılan mevziler, katılımların yoğunluğu vb. artık amatör grup ilişkileri yerine sistemli ilişkiler ağı olan Parti ilişkilerini gerektiriyordu. Bilindiği gibi, 1978’in 27 Kasımında parti kurulmasına; parti programı olmasına ve parti programı üzerinde toplu eğitim yapılmasına rağmen parti kuruluşu ilan edilmemişti; Parti ilişkiler ağı resmileştirilmemişti. Önderliğin istediği, bunun ilan edilerek artık resmileştirilmesi, görev ve sorumlulukların o temelde yerine getirilmesi gerektiğiydi. 30 Temmuz 1979 günü Mehmet Karasungur arkadaş Hilvan’a geldi. Silahlı grubu topladı. Kısa bir açıklama yaptı. Hedef Kırbaşı Köyü’ydü. Oraya misafirliğe gelen ve aynı zamanda Adalet Partisi milletvekili olan M. Celal Bucak kaçırılacak; halk adına yargılanıp cezalandırılacak; eylemi PKK üstlenecek; Parti Kuruluş Bildirisi halka dağıtılacak; böylece tüm Türkiye ve Dünya kamuoyu PKK’nin, PartiyaKarkerén Kürdistan’ın Kuruluşunu öğrenecekti. Bu amaçla iki taksi Urfa’ya doğru yola çıktı. Ön takside Mehmet Karasungur, Salih Kandal ile üç arkadaş; arka takside ise Cuma Tak ile dört arkadaş vardı. Toplam 10 kişiydiler. Asfalt bomboştu. Taksiler yaklaşık 12 km gittikten sonra köy odasının yanında, şarampole iyice yanaşarak durdu. M. Celal Bucak, adamları ve 20’ye yakın köylü içerideydi.

sırada merdivenin üzerinde olan Salih arkadaş vurulup yere düştü. Sürünerek park halindeki beyaz mercedesin altına girdi. Aynı anda beton sekide, pencerelerin önüne iki arkadaş da vuruldu. Karşılık verildi. Uzun namlulu silahlar alev kusuyordu. Etraf kan ve barut kokuyordu. Çatışma bir buçuk saat kadar sürdü Sonunda M.Celal Bucak ve bir-iki adamı dışında odadakilerin tümü teslim oldu. Hepsi Odanın önünde yere yatırıldı. İstenseydi tümü kurşuna dizilebilirdi. Ancak kısa bir konuşmayla yetinildi; kendilerine zarar verilmedi. Salih arkadaş şah damarından vurulmuştu. Orada şehit düştü. Karşı taraftan ise M. Celal Bucak hafif yaralı kurtulurken, biri çocuk iki kişi öldü Salih arabaya alındı. İki araçla Hilvan’a hareket edildi. Ertesi gün Hürriyet gazetesi : “Kürt İsyanı Başladı.” manşetini attı. Diğer gazeteler ise “Mehmet Celal Bucak’ı PKK vurdu”, “PKK, milletvekiline kurşun sıkmış, kurşun devlete sıkılmıştır…” gibi manşetleri atmıştı. Televizyon ve Radyolar da aynı haberleri veriyordu. Diğer taraftan Parti Kuruluş Bildirisi dağıtılıyordu. İnsanlar bildiriyi okuyor, Partiya Karkerên Kürdistan’ın nasıl telaffuz edilmesi gerektiğini öğrenmeye, öğretmeye çalışıyordu. Hiç kuşkusuz ki, eylem askeri açıdan başarısızdı. Ancak siyasi açıdan amacına ulaşmıştı. Ortadoğu vampiri M. Celal Bucak’a kurşun sıkılmış, Parti Kuruluşu ilan edilmişti. Bu güç ve cesaret işiydi. MİT’e, Kontrgerillaya, ajanlaşmış, işbirlikçi feodal kompradorlara; dolayısıyla devlete karşı meydan okumaydı. İsyandı! Hilvan’ın tümü bu isyana katıldı; PKK’li oldu. Aradan tam 35 yıl geçti; 35 Kuruluş Yılı! 36.Kuruluş Yılı Kutlu Olsun! Bijî PKK!

Grup arabalardan inerek, hızla odaya yöneldi. Karasungur kapıdan içeri girmişti ki, İçeriden ateş açıldı. O

41

Kasım 2014

Bijî Önder APO!


Özgür Halk

Kasım 2014

Kürdistan Tarihi -IVRıza Altun

Sümerler Sümerlerin oluşum şekline kısaca değinecek olursak; ilk oluşlarında merkezi bir statüleri yoktur. Daha çok şehir örgütlenmeleri temelinde bir örgütlenmeleri vardır. Mesela Uruk bunlardan bir tanesidir. Sümerler ilk önce şehir devletleri şeklinde örgütlendiler. Daha sonra Sümerlerin Akad kolu olan Sargon döneminde bu şehirlerin birliğinden bir şehir devleti oluşturuluyor. Ondan öncesi şehir devletleri biçimindedir ve birbirinden ayrıdırlar. Gılgamış Destanı aynı zamanda Uruk destanıdır. Bu, o dönemin ürünüdür. Önderlik, Kürdistan üzerindeki mücadele üzerinde bunu değerlendiriyor. Aşağı Mezopotamya’da kurulan Sümer devletlerinin duyduğu ihtiyaçlar, onların sürekli daha çok zenginliğin olduğu ya da ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri alanlara ilgi duymalarına neden oluyor. Tarıma dayalı medeniyet olarak ortaya çıkışı, elbette ki daha ileri bir duruma tekabül ediyor. Ama şehirleşmenin ve şehirleşme ile devletleşmenin ihtiyaçları açısından bakıldığında, madenlere, keresteye ve birçok şeye ihtiyaç duyuyorlar. İhtiyaç olgusu ama aynı zamanda da sınıflaşma ve devletleşmenin fethetme özelliği, bunların yönü-

nü ister istemez özgür etnisitenin yaşadığı topraklara çeviriyor, buraları fethetme arzusu içerisine itiyor. Sümerlerin, şehir devletlerinin kuruluşundan beri, Yukarı Mezopotamya’ya ilgileri olmuştur. Özellikle o alandaki madenler ve ağaca duyduğu ihtiyaçtan dolayı buraya yönelik sürekli sefer içinde olmuşlardır. Gılgamış Destanı bir yanı ile Sümerlerin Kürdistan üzerindeki eğilimlerini ifade ettiği kadar aynı zamanda da işbirlikçiliğin ilk defa Enkidu şahsında nasıl ortaya çıktığını ortaya koyan bir eserdir. Bu mücadele öyle küçük bir mücadele değildir. Gılgamış destanında kapı yapmak için Sedir ağaçlarına duyulan ihtiyaçtan dolayı Uruk’tan, Lübnan dağlarına gidilmiştir. Eğer Lübnan’a kadar gidilmişse, demek ki, Yukarı Mezopotamya aynı özelliklere, bu özelliklerin daha da gelişmişine sahiptir. Bu yüzden Yukarı Mezopotamya ile nasıl bir çatışma süreci yaşadıkları buradan rahatlıkla çıkarılabilir. Aynı dönemde Hurrilerin de Sümerlere karşı kendisini koruma hem de Aşağı Mezopotamya’da medeniyetin ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanma, değerlerden yararlanma gibi özlemleri

42


Özgür Halk de var. O zaman aşiretsel düzeyde de olsa, Hurrilerin’de Sümerlere karşı, benzeri bir tutum içerisinde oldukları görülüyor. Bunun bir benzerini daha sonra Asur’un Ninova şehrinin yıkılmasında da göreceğiz. Kürdistan tarihinde aşiret gerçeği Aşiretleri ve aşiretler konfederasyonunu basite almamak gerekiyor. Onları yerleşik yaşam ile ifade etmek, tarım ile ifade etmek yeterli değildir. Demek ki, biz ikinci dönemin başlangıcı olarak Sümerlerin ortaya çıkmasını ele alabiliriz. Sümerlerin ortaya çıkışı, aynı zamanda neolitik sürecin aşıldığı anlamına geliyor. Sınıfların ortaya çıkması anlamına geliyor. Şehirleşmenin olduğu anlamına geliyor. Devletin ortaya çıktığı anlamına geliyor. Birinci doğal yerleşim mücadelesinden sonra, gerçek anlamda savaş ve çatışmaların da başlangıcı oluyor.

Kasım 2014

güdüsüyle ilgilidir. Sümerler, dışarıdan gelişen barbar akınlarını durdurmak ya da Hurrilerin çatışmasında bir savunma sistemi olarak şehir surları kuruyorlar. Bütün şehirleri sur içerisine alıyorlar. Gılgamış destanındaki surlar, -meşhur surlar- bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Tüm Uruk şehirlerinin surlar içerisinde, kendilerini savunmayı esas almaları, temel olarak bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bunun yararları da oluyor. Eğer o şehirler kurulmasaydı, surlar ile savunulmasaydı, onların yüzyıllarca dayanma şansı olmazdı. Çok erkenden yıkılırlardı. Geliştirilen şehir sistemi ile sur sistemi, Sümerlerin uzun yıllar ayakta kalmasının temeli oluyor.

Hurriler için de benzeri doğal bir durum söz konusudur. Sümerler, Aşağı Mezopotamya’da dışarıdan gelişecek saldırılar karşısında kendilerini sur ve devlet sitemi ile korumaya alırken, Hurilerin yaşamış oldukları Sümeler ile Hurriler, bin yıllık bir süalanlar, doğal kale gibi dağlık alanlardır. reç boyunca çatışmışlardır. M.Ö. Hurriler dağlık arazilerine dayanarak 2000 yıllarında dışarıdan hem kendilerini bu akınlardan koruyaSümerlere karşı hem de bilmişlerdir. Önderlik, bu tarihMedler, Hurrilere karşı akınlar olten başlayarak Kürtlerin diBabilliler ile maya başlıyor. Değişik renişi esas almasının dağın yerlerdeki şekillenmebu kale olma özelliği ile de yapmış olduğu ittifakla ler, bu iki temele yönebağlantılı olduğunu söylüM.Ö. 612’de Asur devletini lik akınlar geliştirmeye yor. Savunmayı kolaylaşyıkıyorlar.. başlıyorlar. Sümerler tıran, buna dayalı olarak en gelişmiş bir uygarda kendi varlığını sürdürAsurluların merkezi, lık. Medeniyeti elinde me imkânı sağlayan bir yani bugünkü Musul, Kürtlerin tutan bir uygarlık. Hurdurumdur. Demek ki Kürataları olan riler de neolitik dönedistan üzerinde gerçekMedler tarafından min aşiretsel yapısının ten de sınıflı toplumların yerleşik düzenini yaşıortaya çıktığı ilkçağlarda, baskın düzenlenerek yorlar. Her ikisinin belli Kürdistan topraklarında çok yerle bir bir uygarlıksal düzeyi var. ciddi bir mücadele olmuştur. edilir. Birisi neolitikten kalma uyÖnce Sümerler ile Hurriler aragarlık, diğeri neolitik üzerinden sında, ardında da dışarıdan gelen ortaya çıkan Sümer uygarlığına İranilerin, İskitlerin, bugünkü Aratekabül ediyor. Ama onun dışında, bistan’dan gelen kabilelerin burası üzebarbarlık düzeyinde yaşanan durumlar rine geliştirdiği akınlara karşı kendini savunvar. Anadolu’da var, Kafkasya’da var, İskitler var, Pers madan kaynaklı Hurri ve Asuri çatışmaları olmuştur. kabileleri var. İki bin yıllarında bunlar devreye giriyor. Özellikle İran ve Kafkasya’da İrani kabilelerin sürek- İnsan soyu tarihte ilk defa planlayarak başkasının yali Asurlar ve Huriler üzerine akınları yaşanıyor. Yine şam alanını ele geçirme, başkasını ele geçirme gibi daha doğularında İskitler var. Bu akınlar, aynı döne- bir durum içerisine girmiştir. Bunu askeri bir oluşum min ikinci bir dalgası olarak gelişiyor. Bunlar uygar- ile askeri zor ile yaptığı bir sürece Mezopotamya’da lık merkezlerine yönelik dışarıdan gelişen akınlardır. girmiştir. O zaman bunu neolitik dönemden kesinlikle ayırmak gerekiyor. M.Ö. 2000 yıllarında ilk sefer bunMezopotamya‘da savaş olgusu lar olurken, M.Ö. 1000 yıllarında bu çatışmalara farklı Mezopotamya’yı bir bütün olarak Kürdistan’ın da için- öğeler katılıyor. M.Ö. 1000 yıllarında Anadolu’da Hide olduğu bir alan olarak ele alırsak, demek ki, yer- titler, bu yeni çatışma sürecine katılıyor. Daha sonra leşik yaşama geçiş ile yaşanan mücadeleler, aynı Hitit devletleri kuruluyor. Bu dönemde Kürdistan’da zamanda Sümerler ile Huriler arasında başlayan ça- Hurriler ve Mitaniler var. Bu seferler Hurriler ve Mitışmalar daha sonra Arabistan’da yaşayan kabileler, taniler üzerine gelişiyor. O zaman Hurriler, Mitaniler İran’daki kabileler, onda sonra da İskitlerin dışarıdan ve İskitler; Hurriler, Mitaniler ile Hititler; yine İskit ve saldırıları ile çok geniş anlamda savaş sahası haline Hititlerin Sümeler ile çatışması, M.Ö. 1000 yılarında geliyor bu topraklar. Şehir devletlerinin oluşması bi- bu bölgeyi çok yaygın bir savaş alanına dönüştürüraz da bu dış saldırılardan kaynaklanan bir savunma yor. Dört tarafı ile kuşatılmış bir Mezopotamya’dan

43


Özgür Halk söz edebiliriz. Anadolu’da Hititler, Arabistan tarafında Arap kabileleri, Doğuda İran kabileri, Kafkasya yönlerinden ise İskitler ile tam bir kuşatma altındadır. Mezopotamya’da yaşayan Sümerler, Huriler ve Mitaniler böyle bir çatışma sürecini başlatıyorlar. Aynı bu dönemlerde, Babil ve Asur’un ortaya çıktığı dönemlerdir. Hatta Sümerlerin yavaş yavaş tasfiye olmaya başladığı, onun yerine Babil ve Asurluların devreye girdikleri bir dönemdir. Babil ile Asurlular arasında belli bir çelişki var. Nivova ile Babil arasındaki bir çelişkidir. Babil’in yenilgisi ile egemenlik tümden Asur’un eline geçiyor. Demek ki, ilkçağlarda Kürdistan yoğun savaşların, çatışmaların olduğu bir alan oluyor.

Kasım 2014

yanı ile Torosları diğer yanı ile Mısır’a yapılan seferleri esas alırsak, öbür taraftan da Filistin’e, Akdeniz’e uzanan hattı esas alırsak, o zaman İran’ın büyük bir bölümü, Mezopotamya’nın hemen hemen tümü, Toroslara varan uzantının hepsi ve Mısır alanı üzerinde Asurluların ciddi bir egemenliği vardır. O dönemde, orada var olan Hititler, Asurlar tarafından yok ediliyorlar. Onun için Hititler merkezi yapılarını dağıtarak, bunun yerine Toroslarda küçük, merkezi devletçikler biçiminde örgütleniyorlar. Bu yüzden bu süreçte etkili olma rollerini kaybediyorlar. Bu durum Asur’u oldukça güçlendiriyor.

İmparatorluk yıkan halk Tekrar Kürdistan’a dönersek, bu dönemde, M.Ö. 1200’lerde Botan’da kurulan Nairi Aşiretler konfeM.Ö. 2000 ile 1000 yılları arasında, Mezopotamya derasyonu var. Nairiler, Savunmalarımızda Kürtlerin üzerinde yeni mücadeleler, yeni savaşlar gündeme ataları olarak tespit ediliyor. Bu dönemde bir aşiret geliyor. Var olanlara ek olarak Anadolu’da Hikonfederasyonları biçiminde örgütlenmeleri söz titlerin oluşması ve özellikle de İskitlerin konusudur. Hemen bunun ardında, M.Ö. devreye girmesi, savaşların Kürdis875 yıllarında, Van’da Urartular kutan’da daha da yoğunlaşmasına ruluyor. Bu oluşum da Kürtlerin neden oluyor. Bu dönemde ataları olarak kabul ediliyor. Kürtlerin atası olan Hurriler Nairiler ve Urartular Kürtve Mitaniler oldukça zor lerin ataları olarak tabir Medlerin durumdadır. Eski Süediliyorlar. Daha sonra mer, Babil ve Asur’a ek M.Ö. 715 ile 550 yıllahemen hemen olarak bu sefer de Hirında, İran’da Medler Perslere eşit bir düzeyde titler devreye girmiştir. ortaya çıkıyor. Medler, ortak katılımları var. Bu çok Özellikle barbar kökenUrartulara benziyor ve önemlidir. Çünkü bundan sonra li İskitlerin bitmeyen, onlardan etkilenerek tükenmeyen akınları belli bir oluşum yaratıPerslere dayalı kurulacak birçok ile karşı karşıyadırlar. yorlar. Belki Urartular devlette Kürtler, Kıstırılmış bir durumdüzeyine varmamıştır, hemen hemen devlete dadırlar. Hititlerin, Süama aşiret konfederasortaktırlar merler ile Asurlular ile de yonlarına tekabül eden sorunları var ama ikisinin bir siyasi oluşum içerisinortasında Kürtlerin ataları dedirler. Medler daha çok oldukça zor durumdadır. Ono dönemin hakim gücü olan lar için stratejik bir döneme tekaAsurlulara karşı belli oranda güç bül ediyor. Ya bu baskılar karşısında biriktirme ve kendini oraganize etme direnmeyi esas alacaklar, ya da teslim sürecini yaşıyor. Model olarak Urartularolup, tasfiye durumu ile karşı karşıya kalacaklar. Bu dan almış olduğu güç ama aynı zamanda Asur’un işanlamda oldukça stratejik bir durumu ifade ediyorlar. galine karşı ya da Asur’un barbarcı karakterine karşı İranlı veya başka kesimler ile belli bir ittifak geliştireM.Ö 1000 ile 330’larda Mezopotamya merkezli uy- rek, Asurlulara karşı belli bir mücadele geliştirmeye garlıklar, en son ve en büyük aşamasına ulaşıyor. Bu çalışıyorlar. Medler, Babilliler ile yapmış olduğu ittidönemde daha çok öne çıkan Babil ve Asur’dur. Asur- fakla M.Ö. 612’de Asur devletini yıkıyorlar.. Asurluların lular oldukça barbar ve baskıcı bir karaktere sahiptir- merkezi, yani bugünkü Musul, Kürtlerin ataları olan ler. Yayılma perspektifleri var. Yayılmalarında oldukça Medler tarafından baskın düzenlenerek yerle bir edilir. katliamcı bir özelliğe sahipler. O dönemde insan kellelerinden kuleler yapmak, insan kafalarından surlar Asur’un hakimiyetine son vermek, Medlere oldukça oluşturmak, yine insan kafasını yanında gezdirmek bir önemli bir avantaj sağlıyor. Dönemin en büyük impaunvan biçimidir. Yiğitliğin, mertliğin sembolüdür. Bar- ratorluğunu yıkmak, büyük bir gelişmenin önünü açtığı barlık bu aşamadadır. Ama aynı zamanda Ninova ile gibi, Medlerin çevre güçler karşısında çok daha fazla yani Asurluların merkezi ile Babil sürekli bir çekişme ha- avantajlı bir konuma geçmesini sağlıyor. Medler büyük lini yaşamaktadır. Asurluların Toroslara kadar, kesin bir avantajlar yakalamalarına rağmen, aşiret yapısını çok hakimiyetleri vardır. Yine Mısır’a yönelik seferleri vardır. fazla aşamıyorlar. Mezopotamya’da büyük bir savaş Mezopotamya’yı da aşan bir yayılma içindedirler. Bir gücü olan Asurluların yıkılmasına rağmen Medler,

44


Özgür Halk aşiret konfederasyonunu aşan bir konuma gelemiyorlar. Bunun en büyük nedeni ise; İskitlerdir. İskitler savaşçı özelliklere sahiptir. Bunların akınları, Cermenlerin Romalılar karşısındaki durumuna benziyor. Cermen aşiretleri nasıl ki Roma İmparatorluğunun yıkılmasında önemli bir rol oynadıysa; İskitler’de Babilin, Sümerin, Medlerin ve çeşitli güçlerin yıkılmasında önemli bir rol oynuyorlar. Kürtlerin tarihinde ilk ihanet Medya içerisindeki aşiret konfederasyonlarına dayalı sistem üzerindeki etkinlik ve denetim Harpagos’un ihaneti ile birlikte Perslere geçer. Persler ile akrabalık bağları olan Medler, perslerin etkinlik kurdukları yeni oluşumda ikincil planda yer almaya başlarlar. Medlerden sonra yetkiler Perslere geçiyor; Medya’yı temsil eden Kürtler, ikinci duruma geçiyor. İranlıları temsil eden Persler öne geçiyorlar. Bu durum Medlerin sonu oluyor. Daha sonra Pers İmparatorluğu kuruluyor. Perslerin Helenlere kadar, Mısır’a kadar yayılma durumları sözkonusu. Persler yaklaşık olarak iki yüz yıl gibi bir süre yaşıyorlar. Yaşadıkları dönemde de tam bir hakimiyetleri söz konusudur. Medlerin hemen hemen Perslere eşit bir düzeyde ortak katılımları var. Bu çok önemlidir. Çünkü bundan sonra Perslere dayalı kurulacak birçok devlette Kürtler, hemen hemen devlete ortaktırlar. Birinci düzeyde devletin sahibi değildir, ama kurulan dev-

45

Kasım 2014

let içerisinde ayrıcalıklı yerleri vardır. Özellikle Kürt aristokrasinin bunun içerisinde yer aldığını görmekteyiz. Takriben 530-330 yılları arasında Pers İmparatorluğunun hakimiyet dönemi Kürdistan üzerindeki savaşlar dönemi oluyor. Bu, büyük bir savaş dönemi oluyor. Kürdistan’ın tümünü, Anadolu’nun tümünü, hatta bügünkü Yunanistan’a kadar uzanan hattı içine alıyor. Persler buralara kadar uzanıyor. Birinci, ikinci ve üçüncü Dariuslar eli ile buralara kadar ulaşıyor. Öbür taraftan Mısır’a kadar uzanıyor. O zaman Mısır’dan Yunanistan’a kadar uzanan alanın tümünü kendi hakimiyeti içine alıyor. Dikkat edilirse, Kürdistan bu yayılma alanlarının merkezi konumundadır. M.Ö. 330’lardan sonra Helenlerin hakimiyet dönemi başlıyor. Büyük İskender dönemi başlıyor. Helenlerin daha önce de Mezopotamya üzerinde eğilimleri, istemleri vardır. Hem medeniyetlerin, zenginliklerin ortaya çıkması itibarı ile hem de ortaya çıkan medeniyetlerin biriktirdiği maddi zenginliklerin talanı itibarı ile burası Helenler için büyük bir çekim merkezi olmaktadır. Daha sonra çeşitli nedenler ile Helenlerin Anadolu’ya, Mezopotamya’ya akınları vardır. Bunlar içerisinde en önemli ve en kayda değeri Makedonyalı İskender’in çıkışıdır. M.Ö. 330’lar Helenler kadar, İskender ile ifade edilmesi gereken bir tarihtir.


Özgür Halk

Kasım 2014

Ölümden Dönmenin Sevinci Dr. Ahmet Çimen

1997 yılında Geliyê Zap alanındaydım. Haziran ayında Çukurca alayının üstünde konumlanan tepeye yaptığımız bir eylemde birkaç arkadaşımız yaralanmıştı. Geri çekilme yaptıktan sonra bütün arkadaşlar çok yorulmuştuk. Bu yorgunluğu atmak için kalacağımız yerde bir iki gün dinlenmemiz gerekiyordu. Bu dinlenmenin gerçekleşmesi içinde lojistik malzemelerinin olması gerekiyordu. Bu lojistik ihtiyacını karşılamak içinde yönetimdeki arkadaşlar bir plan ve görevlendirme yaptılar. Benim de içinde olduğum bir grup arkadaşı sınırı aşarak Güney’den erzak getirmek için gönderdiler. Yanımıza beş katır alarak yola çıktık. Yolumuz üçdört saat kadardı. Dönüşü de bir o kadar zaman alırdı. Araba yolunda yürümeye devam ettiğimiz sırada Türk ordu güçleri de operasyona çıkmış meğer. Bölüğümüzün tepecileri yolda bize doğru gelen konvoyu hemen fark ederek noktaya, bölük yönetimine haber vermiş, yönetimimiz de bize sürekli çağrı yaparak ulaşma-

ya çalışmış, ancak elimizdeki telsiz biraz sorunlu olduğundan ne bizden uzakta olan tepecilerin, ne de yönetimdeki arkadaşların telsiz çağrılarını alamamışız. Bu nedenle her şeyden habersiz araba yolundan yürümeye devam ederek Marufa üçgenine ulaştık. Ertuş alanı için operasyona çıkan konvoy da arkamızdan geliyormuş. Vadide bazı gürültüler duysak da bir şey anlayamadık. Çünkü biz hiç bir şey görmüyorduk. Üçgeni on dakika kadar geçtikten sonra gürültü daha fazla gelmeye başladı. Daha önce üstümüzde bir helikopter geçtiği için gelen sesleri ayırt edemedik. Biraz daha yürümeye devam ettik. Sonra baktık ki sesler gittikçe yakınlaşıyor. Arkadaşlara “hele ardımıza bir bakalım ne oluyor” dedim. Ardımıza baktık ama öylesine virajlı bir yol ki insan ne ardını, ne de önünü görebiliyor. Bir ara bir arkadaş dikkatlice yola bakarak “Heval konvoy, konvoy” dedi. Fakat biz o an inanamadık ve yarı şakayla, “ne konvoyu, güpe gündüz konvoy mu

46


Özgür Halk olur” dedik. Onu şakaya aldık. Bir daha heyecanla söyleyince ciddiye alıp arkamıza baktık ve asker arabalarının bizi on metre geriden takip ettiğini gördük. Bizi gündüz ortasında o yolda öyle görünce şoke olan askerler arabalarını durdurmuş bize bakıp bizi anlamaya çalışıyorlardı. Onları fark etmemiz de bizi kısmen şok etmişti. Çünkü arazi bizim denetimimizde olduğu için defalarca gelip gittiğimiz bu yolda, böylesi bir durumla karşılaşacağımızı hiç düşünememiştik.

Kasım 2014

durumunu merak ediyorduk. “Şehit mi, yaralı mı, ele mi geçti yoksa kendisini kurtardı mı” bilemiyorduk. Katırlarımızın öldürüldüklerini biliyorduk ama Sami arkadaşa ne olmuştu? Tam beş saat kaygı, endişe, merak, korku gibi karışık duyguları yaşayarak öylece bekledik.

İnsanın böylesi hallerde savaşacak durumda olamaması çok kötü. Bütün yaşantın bir film gibi gözlerinin önünden gelip geçiyor. Nerede yanlış yaptığını buruklukla daha iyi anlıyorsun. O sıcakta ve o gergin Askerlerin bizi izlediğini görür görmez katırlardan at- atmosferde, grubumuzda bulunan Rojhilatlı genç bir lamaya başladık. Askerlerde tam bu sırada, bizi ta- arkadaşın hep uykusu geliyor, her defasında uyumak ramaya başladılar. Kendimizi yolun aşağısındaki istediğini söylüyordu. Bizde olabilecek ani durumlar dereye attık. Dere ağaçlık ve sığdı. Bu da bizi görme- karşısında onu uyutmamaya çalışıyorduk. Arkadalerini ve ne yöne kaçtığımızı anlamalarını engelliyor- şın durumunun bir yandan bizde yarattığı mizah etkisi du. Bir süre daha kaçıp askerin denetiminden çıkma- yaşadığımız sıkıntıyı hafifletiyor, bir yandan da gözya çalıştık ve sonrada birbirimizi aramaya başladık. lerimizi asker hareketliliğine yöneltmiş caddeyi gözlüyorduk. Yani bir Türk askerini görsek, orada Birbirimizi bulduk bulmasına ama bir çatışacak sonradan bir yolunu bulursak arkadaşımız eksikti. Kime sorduyoradan kurtulmayı deneyecektik. sam arkadaşlar ismi Sami olan Fırsat bulamazsak da son mermiarkadaşın önden gittiğini söymize kadar çatışarak askerlelediler. Bunun üzerine ilerrin eline geçmemek için son lemeye devam edip, onu kurşunumuzu kendimize kanımıza yolda bulabileceğimizi sıkacaktık. Ama içimizdoymak bilmeyen, düşündük. Derenin bir o den en az bir arkadaşın kimyasal gaz kullanmaktan tarafına, bir bu tarafına arkadaşlara yetişmesi geçerek ilerliyor, onu gerekiyordu. Bu, olmatutalım en vahşi uygulamaları arıyorduk. Ama ne ayak sı gereken bir şeydi ve uygulamaktan kaçınmayan bu ne de kan izini gördük. biz de buna göre bir devlet ve onun ordusu Yıkılmış evlerin yanına plan yapmıştık. Sağ insanlığın hiçbir ahlak kuralına, baktık orada da değildi. tarafımız kayalık, sol O yıkıntıları da aşıp Matarafımız ise ormanlıktı. hiçbir rukê’nin yakınındaki araAma bu ormanlık, bulunhukuk ve savaş kuralına zide, kendimizi bir dereye duğumuz yerden iki yüz uymuyordu. bırakıp, dereden ilerlemeye metre uzaklıktaydı. Bizim devam ettik. Bir yere kadar oraya ulaşmamız başlı bailerledikten sonra önümüze bir şına bir sorundu. Asker sağ uçurum çıktı. Bu nedenle ilerleyetarafımızı havan toplarıyla vurumedik. Orada çakılı kalırken, tamda yordu. Ormanı da hem bombalıyor, askerlerin karşısına düşmüştük. Mecbuhem ateşe verip yakıyordu. Her taraftan ren orada bir kayalıkta saklandık. Bir yanlışlık olmaduman yükseliyor ve askerlerin bağırışları geliyordu. sın diye her ihtimale karşı yanımızda bulunan iki genç Bir ara asker sesleri çok yakından gelmeye başladı. O arkadaştan bombalarını aldık. Çünkü her hangi bir sıcakta öfkeyle her yerde bizi arıyorlar, bulamadıkları heyecan durumu bizim için ciddi tehlike oluşturabilirdi. içinde çılgına dönüyorlardı. Çok yorulmaları da ekleSilahlarımızın emniyetlerini açıp ellerimiz tetikte, san- nince bize pis pis küfür edip arıyorlardı. Neyse ki bizi ki hayatımızın son dakikalarını yaşıyor gibi her şeye bulamadan geçip gittiler. Gözlerini kan bürümüş böyhazır halde beklemeye başladık. Daha önce silah ses- lesi zalim ve faşist zihniyete sahip bir ordunun eline leri duyan bölükteki arkadaşlar telsizle bizi kesintisiz “ölü ya da diri” geçmemiz halinde, bize neler yapacakaramışlar. Ancak cihazımızın hem bozuk olmasından, larını tahmin edebiliyorduk. Tabi vahşeti kendine gehem de arkadaşların bize dönük bu çağrılarını askerin lenek haline getirmiş Türk devlet ve iktidar güçlerinin dinliyor olması nedeniyle cevap veremiyorduk. Böyle eline düşme düşüncesi bile gerçekten çok korkunçtu. olunca da arkadaşlar bizim çatışmada şehit düştüğü- Çünkü kanımıza doymak bilmeyen, kimyasal gaz kulmüzü sanıyorlar. Asker de bu sessizliği fark edince lanmaktan tutalım en vahşi uygulamaları uygulamakaraziye çıkmıştı. Etrafımızda bulunan bazı tepeleri tu- tan kaçınmayan bu devlet ve onun ordusu insanlığın tarak dereyi arıyor ve rastgele tarıyordu. Bizde saklan- hiçbir ahlak kuralına, hiçbir hukuk ve savaş kuralına dığımız yerde, askerin silahlarının sesine göre kendi- uymuyordu. Saklandığımız o yerde, akşam saat altımizi ayarlıyor, o an bizimle olmayan Sami arkadaşın ya kadar öylece bekledik. Askerler geri çekildi ama

47


Özgür Halk karşımızda on iki kişilik suikastçı bir özel tim birimi hala yerlerinde duruyordu. Saklandığımız yer çok açık bir kayalık olduğundan bu özel tim birimi orada olabileceğimizi tahmin edemediği için dikkatini başka yerlere veriyordu. Dürbünle keşif yapıp sonrada keşif yaptıkları yerlere ateş ediyorlardı. En sonunda onlarda karşımızdaki caddeye inerek geri çekildiler. Fakat dikkatimizi çeken şey çekilmenin Çukurca’ya olmasıydı. Türk ordusunun bu çekilmesini görünce şöyle düşündük; “Demek ki, bizim bu yola böyle rahat çıktığımızı gördüler, ilerde onlara pusu atmış olabileceğimizi düşündüler. Korkudan operasyon yapmaktan vazgeçtiler.”

Kasım 2014

Noktaya yaklaştığımız sırada yolun üstünde nöbetçi olan bir arkadaş “siz kimsiniz” deyip hemen silahının mekanizmasını çekti. Bizde hemen cevap vererek “biz arkadaşız” dedik. Bu defa da “hangi arkadaşlarsınız” diye sordu. Bizi tanıması için nöbetçi arkadaşa ismimizi söyledik ama arkadaş biz olduğumuza yine inanmadı. Bizi, ya şehit düşmüş ya da teslim olmuş korucularla noktayı basmaya gelmiş olarak düşünmüş olmalı ki bir taşın arkasına yaslanıp silahını bize doğrulttu ve “gelirseniz vururum” diye bağırdı. Yanımdaki arkadaş işi biraz şakaya vurarak “biz arkadaşız, sen bizi nasıl vurursun” dedi ve nöbetçi arkadaşı ismiyle çağırdı. Bu çağırmadan sonra arkadaş, bizim olduğumuza ikna oldu ve sevincinden bağırmaya başladı. Bizde arkadaşlara ulaştığımız için çok sevindik. Bu arada hemen Sami arkadaşı sorduk “bize ulaşmadı” dedi. O zaman bütün o andaki sevincimiz üzüntüye dönüştü. Çünkü bu arkadaşlardan ayrılırken beş kişiyle ayrılmış ve dört kişiyle dönmüştük.

Bütün seslerin kesildiğinden emin olduktan sonra yerimizden çıktık. Yavaş yavaş kendimizi yukarı yerlere verdik. Yine de tedbiri elden bırakmadık. Üstümüzdeki kayalıklara çıktık. “Şayet kayalıkta askerler varsa bile, bari hepimize bir şey olmasın” diye düşündük. Gün boyu hiçbir şey yememiş, içmemiştik. Yanımızda yiyecek Kurulduğu hiçbir şey de yoktu. Üstelik Çoktan sökmüş olan şafakla günden beri başta yorgunduk ve uykumuz ortalık iyice aydınlanmışgeliyordu. Sonra bir suya tı. Arkadaşların nerede Kürt halkı olmak üzere vardık. Aç karınla bolca olduğunu sorup onların tüm halklara uyguladığı bu su içtik. Su içince bu yerlerine yürüdüm. O vahşetin bedelini Önderlik ve defa da karnımız şişti. zaman yanımızda buşehitler gerçeğine daha çok Yürüyüşümüz daha da lunan ve alan köylerinağırlaştı. Yine de kenden olan milislerimiz bağlanarak, onun yaptıklarına dimizi zorlayarak arkavardı. Onların kaldığı bakıp ona benzeşerek değil, daşlardan ayrıldığımız yere baktım uyumamışÖnderliğimizin ahlaki, felsefi ve yere ulaştık. Fakat noklar. Sabaha kadar bizi askeri anlayışıyla mücadele tada kimseyi bulamadık. merak edip gece boyunAteş yerlerine baktık, köz ca bizlere neler olduğunu ederek falan da yoktu. Etrafı dolaştartışmışlar. Yaklaştım bizim ödetecektik. tık, olmayınca sesler çıkardık. şehit düştüğümüze inandıklaKimseden bir cevap alamadık. rından moralleri bozuk bir halde Meğer arkadaşlar bizim şehit düşhala bizden bahsediyorlardı. Bir ara tüğümüzü düşünerek kendi tedbirlerini birisi başını kaldırınca bizi gördü. Ama almışlar. Bu nedenle noktayı bırakmışlar. Bu bir işaret yaparak konuşmamasını istedim. durumda nereye gidebileceklerini düşündük ve ihtimal Milisler bir süre daha sohbetlerine devam ettiler. Sonra verdiğimiz “domuzlar” noktası dediğimiz bir başka bizi fark ettiler. Sevinç ve çığlıklarla birbirimize sarıldık. noktaya gittik. Orada da kimseyi bulamadık. Türk or- Onlar sağ olarak döndüğümüze çok sevindiler. Ancak dusu güçlerinin araziye çıkmış olabileceğini, arkadaş- biz her ne kadar arkadaşlarımıza ulaştığımız için seviların bu yüzden saklanmış olabileceğini nedense hiç niyor olsak da bu sevincimiz buruktu. Çünkü bir yoldadüşünememiştik. Bu yüzden rahat hareket ediyorduk. şımızı kaybetmiştik ve bundan henüz kimsenin haberi Yakında bulunan başka bir noktaya daha baktık, yine yoktu. Sonra arkadaşlar, geldiğimize dair yönetime yoktular. O zaman jetonumuz düştü ve birbirimize, haber verdiler. Sabah olmuştu, rojbaş çekilerek içtima “arkadaşlar saklanmış olabilirler” dedik. Sorunlu ciha- alındı. Bütün tabur gücü içtima ya gelirken hepsi moralzımızla çağrı yaptık bu defa yine bir cevap alamadık. siz, geldiğimizden habersiz kendi aralarında sessizce Çok yorulmuş ve ağırlaşmıştık. Gece yarısı olmuştu bizlerden bahsediyorlardı. O anda milis ve arkadaşların ve biz hala dolaşıyorduk. Arkadaşların saklanabilece- yanında resmen kendi ölümümüzü ve ölüm ardından ği bir yer vardı, bir buçuk saat çekiyordu. “Birde ora- hakkımızda nasıl konuşulduğunu gördük ve yaşadık. ya bakalım” dedik. Yürüdükçe üzerimize daha fazla Sonra arkadaşların yanına gittik onlarla kucaklaştık. ağırlık çöktü ve uykumuz gelmeye başladı. Bir yerde, “beş dakika dinlenelim” dedik. Dinlenirken on dakika- O zaman bu çıktığımız görev öncesi eylemde yada fazladan uyuyakaldık. Uykum ağır olduğundan bir ralanan ve sonradan 1998 de Botan da şehit düşen arkadaş beni zor bela uyandırdı ve yola devam ettik. Hekim adında çok fedakâr, dürüst ve şakacı olan

48


Özgür Halk Rojhilatlı bir arkadaşımız vardı. Ben onun tedavisini yaparken, kan kaybetmesin diye su içmesine izin vermiyordum. Bu göreve çıkmadan önce bana “sen bana su içirtmiyorsun, inşallah bu göreve gidip de gelmezsin” diye takılmıştı. Yolda çatışma çıktığını duyunca arkadaşlara bu söylediklerine çok üzüldüğünü keşke ben o sözü söylemeseydim diyerek pişmanlığını belirtmişti. Ben onun yanına tekrar gidince bu defa şakadan “lanet olsun, sen yine mi geldin, bırakmıyorsun su içeyim” diyerek sevincini bu cümlelerle dile getirdi. Sonra yönetime verdiğimiz bilgiler ve tarif üzerine arkadaşlar Sami arkadaşı aramaya gittiler. Askerle ilk temasın olduğu yerin aşağısına ve yukarısına bakıyorlar fakat bulamıyorlar. Yukarıya doğru bir saat kadar ilerlemeye devam ediyorlar. Talısa köyünde Sami arkadaşın cenazesini buluyorlar. İlk temasta askerlerin açtığı ateşten yaralanmış olmalı ki bir saat kadar yürümüş ve o yerde düşmüştü. Sanıyorum düştüğü yerde kendini saklamıştı. Ancak askerler onun kan izlerini takip etmiş ve onu bulup şehit düşürmüştüler.

49

Kasım 2014

Sonrasında da üzerine yakıcı maddeler döküp cenazesini yakmıştı. Ki bu Türk devleti için ilk ve tek olan bir vahşet biçimi değildi. Saklandığımız o kayalıkta, yanımızda bize küfür ederek geçen Türk ordusunun eline, ölü veya diri geçmemiz halinde, bize yapacaklarını düşündüğümüz şeyi yani beynimizde canlandırdığımız o vahşeti, Sami yoldaşımıza uygulamıştı. Onun yoldaşları olarak bizler de bundan kendi payımızı almıştık. Ancak, gerek kendi ulusal ve toplumsal kurtuluşumuz adına, gerekse bu mücadele somutunda, tüm ezilen halkların özgürlüğü için karşısında savaştığımız Türk devletine, bizimde her zaman için söyleyecek sözümüz vardı. Kurulduğu günden beri başta Kürt halkı olmak üzere tüm halklara uyguladığı bu vahşetin bedelini Önderlik ve şehitler gerçeğine daha çok bağlanarak, onun yaptıklarına bakıp ona benzeşerek değil, Önderliğimizin ahlaki, felsefi ve askeri anlayışıyla mücadele ederek ödetecektik. Aslen Afrin’li olan Sami yoldaşımızı da bu ahlaki, felsefi ve askeri anlayış çerçevesinde vereceğimiz mücadelemiz içinde unutmadan, unutturmadan yaşayacak ve yaşatacaktık.


Özgür Halk

Kasım 2014

Şehit Mazlum Tekman (Sezai Karakuş) Yoldaşın Mektubu

Kod adı: Mazlum Tekman Adı soyadı: Sezai Karakuş Doğum tarihi-yeri: 1978 / Tekman-Erzurum Anne-baba adı: Muhsine - Ahmet Katılım tarihi: 1999/Erzurum Şahadet tarihi: Kasım Ayında/Tekirdağ Cezaevi Tüm yoldaşlara Yaşadıklarımızı bütün gerçekliği ve nedenselliğiyle öğrenmek istediğinizde dönüp bakacağımız yer kuşkusuz tarihin kendisi olacaktır. Dün neydik? Bugün neyiz? Yarın ne olacağız? Sorularına en doğru ve en tutarlı cevabı yine tarihin kendisi verecektir bizlere. Tarihle doğru ve canlı bir iletişim kurmayı başardığımızda yaptıklarımıza, yapacaklarımıza ve yapabileceklerimize daha doğru ve derinlikli bir yaklaşım elde etmiş oluruz. Bunu başardığımız oranda tarihle buluşuruz. Böylesi bir buluşma geleceğimizle buluşma anlamı taşıyacaktır bizler açısından. Dünün ve bugünün

sağlıklı bilinmesi bizleri yarının sağlıklı temellerde inşasına götürecektir. Dünyanın diğer halkları gibi tarihle canlı ve doğru ilişkilenmemiz olmadı. Bunun bedelini sürgün, katliam, esaret olarak ödedik, ödüyoruz. Herkese muallimlik eden tarih bizlere yaşamın elifbasını öğretmede çok cömertçe davranmıyordu nedense… Suçlu kimdi? Tarihin kendisi mi yoksa onun büyüleyici, öğretici, diriltici gücünü bilen egemenler miydi? Ezilenler açısından tarihi bilinci edinmek yasak meyveye el uzatmak anlamına mı geliyordu? Egemen olanlar bunu bildikleri için mi ısrarla bizleri tarih bilincinden yoksun bırakıyorlardı? Parçalanmışlığımızın, yenilgilerimizin, esaretimizin temelinde derinlikli tarihi bilinçten yoksunluk yatmıyor muydu? Ve dahası egemenler bunu bildiklerinden bu uçurumu daha da derinleştirmiyorlar mıydı? Toplumlar bir temel üzerinde büyür, şekillenir. Tarih toplumların temeli, büyüme, şekillenme zeminidir. Toplumlar bu zemine dayanarak gelişirler. Bir toplumun kimlik bilinci kazanması yine dayandığı tarihi arka planı zemininin varlığıyla mümkündür. Toplumlar açısından olduğu kadar bireyler açısından da durum böyledir. Bir bireyin kimlik, kişilik kazanması, onun dayanabileceği bir tarihi zemini varsa sağlıklı bir biçimde gerçekleşir ve birey gerçekleşen tarihle güncel tarihi buluşturmayı başarır. Kendisini de yaşanan tarihin bir parçası görür, koşulların gerektirdiği tutumu takınır, sorumluluklarını yerine getirirse; o birey kimlikli kişilik kazanmada önemli bir mesafe kat etmiştir. Böylesi bir birey eylemi, kimliği ve kişiliğiyle tarihe mal olmuş demektir. Önemli olan tarihi bilinci edinmenin yanı sıra bu bilinçle tarihe mal olmasını becerebilmektir. Edinilmiş bilinci içinde bulunulan koşullar ne olursa olsun amacın doğrultusu ve yüceliğinde yeni bir eylem ve çıkışla buluşturabilmektir. Bu bilinçten de öte bir sorumluluk anlayışıdır. Tarihin öğreticiliğine inanıyorsak, ona karşı sorumluluklarımızın da olduğuna inanmalı, bu bilinçle hareket etmeliyiz. Tarihi sorumluluğunu görmezden gelen birey, yaşama, geleceğe ve inandıklarına karşı sorumluluklarını görmezden gelen bireydir. Zira her şeyimizi, tüm inandıklarımızı tarihin bir mirası olarak aldığımızı unutmamalıyız. Burada önemli olan şey, tarihe sadece bize bırakılmış bir miras olarak değil, ona kendimizin de bir şeyler katmak zorunda olduğumuz bir emanet olarak bakabilme anlayışına ulaşabilmektir. Tarihe karşı sorumluluk bilincine, anlayışına erişmek eşrefi mahlukat olan insana, topluma, canlıya, doğaya, geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluk bilincine erişme anlamına gelmektedir. Her şeyden önce bireyin

50


Özgür Halk kendi kendisine karşı sorumluluk bilincine erişmesi anlamına gelmektedir. Kendisini insanlık, özgürlük, barış, kardeşlik gibi yüce ülkülere adadığını iddia eden biz devrimciler herkesten daha çok tarihle olan bağımızı güçlendirmek zorundayız. Bizden beklenen ve bize yaraşan da budur. Tarihle bağlarını güçlendirmeyen ister toplum olsun, ister birey olsun son tahlilde savrulmaktan, başkalaşıma uğramaktan kendini kurtaramaz. Çünkü tüm savrulmaların, başkalaşıma uğramaların temelinde köksüzlük yatmaktadır. Güçlü fırtınalar karşısında fideler kırılıyorsa, çınarlar sapasağlam ayakta duruyorsa, bunun tek nedeni birinin köklerinin derinde olması, diğerininkinin ise yüzeyde kalmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda tarih yaşam damarı olduğu kadar, fırtınalar karşısında tutunduğumuz tek sağlam dayanaktır. Değerli yoldaşlar, halk olarak son çeyrek yüzyılı aşkın bir dönemdir zorlu bir mücadele içerisindeyiz. PKK önderliğinde gelişen ve her günü kahramanlık örnekleriyle dolu olan destansı mücadelemiz Türkiye ve bölge ülkeleri dengelerini sarstı, sarsmaya devam ediyor. Özgürlük mücadelemizle değişen sadece dengeler değil, Kürdün geleneksel yaşam ve bakış açısı oldu aynı zamanda. Özgürlük mücadelemizle birlikte Kürt insanı yaşam özgürlük, kimlik yaşam, kimlik özgürlük, kimlik kişilik, kişilik özgürlük, yaşam mücadele, mücadele savaş, savaş yaşam, yaşam savaş barış ilişkisini daha farklı bir biçimde sorguladı, sorguluyor. Artık Kürdün her şeyi kimlik, özgürlük, mücadele ekseninde anlama kavuşuyor. Bu değişim elbette ki, her onurlu Kürt tarafından anlaşılmalıydı. Bu da ancak Önderliğimizin, şahâdete ulaşmış önder kadrolarımızın anlaşılmasıyla mümkündür. Çünkü niteliksel sonuçların anlaşılması onu yaratan bakış açısının, karakterin anlaşılmasıyla ancak gerçekleşir. Özgürlüğün kendisi de bir karakter olduğundan dolayı o da kendisine tutku düzeyinde bağlı olanların karakterinde anlaşılır. Bahsedilen özgürlük tutkusu Önderliğimizin, şahadete ulaşmış önder yoldaşlarımızın karakterinde, yaşamında kendisini ispatlamıştır, ispatlıyor. Bu da görkemli halk hareketimiz PKK’nin yaşam anlayışı ve kimliği olarak tarihe Kürdün renginde bir izdüşüm bırakmıştır. PKK bir mücadele örgütü olduğu kadar, Kürtlere nasıl yaşanması gerektiğini öğreten bilge bir öğretmendir. Bir anlamda PKK Kürdün boy aynasıdır. Her Kürt ve mücadele içerisinde olan her birey bu aynanın karşısına geçip kendini çok rahat bir biçimde görebilir. Çünkü bu aynada Önderlik gerçeği ve kendini tarihe ispatlamış binlerce fedai yoldaşın sureti vardır. Bu aynanın karşısına geçer kendimizi tüm yönleriyle gözden geçirirsek nasıl yaşamalı, nasıl tavır takınmalı sorularına çok özlü cevapları geliştirmede zorlanmayız. Doğru bir yön tespiti için geldiğimiz yönün neresi olduğunu bilmek gerekir. Ne olduğumuzu her yönüyle ortaya koyabilmek için neye dayandığımızı bilmek gerekir. Atacağımız adımı nereye atacağımızı, nasıl atacağımızı, belirlemek için yolun bu aşamasına kadar kimlerin hangi adımı attığını, hangi menzili hedeflediğini bilmek ve bu emek kahramanlarını anmak, anlamak gerekir.

51

Kasım 2014

Bütün bu sorgulamalardan sonra bu olup bitenlerle bireysel anlamda bağını kurmak ve kendini nereye koyacağını tespit etmek gerekir. Temelinde Başkan APO’nun özgürlük felsefesi olan Haki Karer’de emeğe, Kemal Pir’de inanca, coşkuya, Mazlum Doğan’da bilince, iradeye, Hayri Durmuş’ta mütevazılığa, fedakarlığa, Dörtler’de çelikten iradeye, Agit’te özgürlük savaşına, Zilan’da fedailiğin kadınca rengine, ismini bilmediğim ve hatırlayamadığım binlerce şehit yoldaşta özgür yaşam perspektifine dönüşen, halkımızın güncel tarihine savaş, eylem ve yaşam tarzıyla damgasını vuran görkemli PKK mirasına dayanıyoruz. Böylesi kahramanlar yetiştiren hareketin mensubu olmak elbette ki insana büyük sorumluluklar yüklemektedir. Çünkü nihayetinde siyasal varlığımızı bir kökene dayandırıyorsak bu varlığın bir dalı, bir parçası olarak kökenimizin renginde çiçeğe durmak hem bir gereklilik, hem de insani ve devrimci bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır. Nasıl yaşamalı sorusunu sorarken bir de onlar; yani şehitler nasıl yaşadı sorusunu sorarsak (ki vicdan varsa) binlerce cilt kitabın verebileceğinden, öğretebileceğinden daha çok şey öğrenmiş ve bunun karşısında kendimizi nereye koyabileceğimizi belirlemiş oluruz. Değerli yoldaşlar; 1978 yılında doğup büyüdüğüm Erzurum’un Tekman ilçesi geleneksel Kürtlük özelliklerini koruyan bir yerdir. Ama yörede bilinçli bir temeldeki yurtseverlik anlayışı çok fazla gelişmemiştir. Yörenin dağlık Doğu’nun en ücra köşesinde olması, dışarıyla bağlantısının olmaması, okur-yazar oranının düşük olması gibi sebeplerden dolayı yeni olan birçok şeye açılması hep gecikmeli olmuştur. Bu özellikleri yörenin kendi içinde kapalı kalmasını doğurmuştur. Burada gerçekleşen yurtseverlik bilinci genel olmayıp tek tek kişilerle, ailelerle sınırlı kalmıştır. Böylesi bir yerde etnik ve siyasi kimlik bilincini edinme koşulları yok denecek kadar azdır. Kişiliğe ağırlıklı olarak geleneksel değer yargıları damgasını vurur. Erzurum gibi çokça bilinen bir yerde siyasal etnik kimlik bilincini edinmenin subjektif koşulları çok sınırlıdır. Diğer tarafta Erzurum’da bazı şeylerin uçta seyretmesi, dolaylı da olsa etnik sorgulamayı yaratıyordu. Faşizmin kalesi olarak tanınması, milliyetçiliğin zirvede olması, dolaysıyla hiç farkında olmadan bizi potansiyel muhatap durumuna getiriyordu. Nihayetinde orijinimiz Kürttü ve Kürtler benimsenmeyen kesimi teşkil ediyordu. İlk siyasal bilincimizi uçlaşmış görüşlerin kalesi Erzurum’un sağ görüşlü ahalisinde dolaylı da olsa edindiğimizi söylersek abartı olmaz. Ailenin öteden beri Kürtlük özünü koruması, yurtseverlik nüvelerini taşıması beni PKK’nin eylemsellik alanda zirvede olduğu liseyi okuduğum 92-93’lü yılların ruhsal atmosferiyle buluşturdu. 1994’te üniversiteyi kazanmam benim için dönüm noktasını teşkil etmiştir. Burada edinilen kısmi bilinç çapında ve hızında hiçbir şey kaybetmeyen yurtsever duygular severek inanarak benimsediğim örgüt ortamına taşıdı. 1997’den 2004 Eylül ayının sonlarını kapsayan bu süreci kendi açımdan PKK’yi tanımaya çalışma süreci olarak değerlendiriyorum. Gerillacılık sürecini de


Özgür Halk

Kasım 2014

kapsayan bu dönemde PKK’deki yaşam ve mücadele oranda şerefli bir aile reisi olarak tanınır, tanımlanır. Bir anlayışındaki keskinlik, doğrularına sonuna kadar sa- özgürlük savaşçısı da kendi adaletini her şeyden önce dakat göstermesi beni en çok bağlayan yönlerin ba- kendine uyarladığında gerçek özüne, adilliğine kavuşında gelmiştir. Bunu yaşamında ve eyleminde temsil şur. Zira adaletini kendisine uygulayamayanın başkaeden şehit yoldaşlar bende hem ilgi, hem de ilgiden de sına uygulaması beklenemez, beklenmemelidir. Geröte hayranlık uyandırmıştır. Bu yoldaşlar özgürlüğün çekleştireceğim eylem bir eylemlilikten öte yaşam ve militanlığın abideleri olarak beni hep etkilemiştir. karşısındaki duruş, bir özgür yaşam tercihi olarak algıDeğerli yoldaşlar, düşmanın eline fiziki anlamda esir lanmalıdır. Yaşama hakkını vererek özgür bir temelde düştüğüm, üzerimde bazı spekülasyonların gelişme- yaşamak hem canlı bir varlık olarak yaşama saygının, sinden bu yana PKK’deki yaşam ve eylem anlayışının hem de bir devrimci olarak kendimizi adadığımız yaneresine kendimi koyabilirim sorgulaması beni yeni bir şam anlayışımızın bir gereği ve sorumluluğudur. Yaşaçıkış yapmam gerekliliği sonucuna götürmüştür. Bura- ma saygı duymak, ona hakkını vererek yaşamak onurda hedeflenen ben değilim elbette. Düşmanın söylem- lu bir insan olmanın gereğidir. Yaşamı özgür bir leri düzmece de olsa bunun karşısında benim de ya- temelde yaşamak; yaşamayı istemek devrimci ve pacağım bir şeyler olmalıydı. Sorun düşmanın bununla onurlu bir insan olmanın gereğidir. Yaşam eğer elimizneyi hedeflediğini bilince çıkarma sorunu değildir. deki bir tuval ise buraya özgürlükten daha güzel nakÖnemli olan vicdanın rahat olmasıdır. Ama öyle anlar şedilecek bir şey olmasa gerek. Değerli yoldaşlar, iraolur ki, sadece vicdanın rahat olması da yetmez demiz dışında kendimizi yaşamın içerisinde ki zaten vicdanım bu konuda oldukça rabulduk. Ama irademizle kendimizi yaşahattır da. Ama tertemiz bir geçmişin ma yansıtmak elimizde olan bir dugözlerimin önünde kirletilmeye rumdur. Burada yapacağımız terçalışılmasına da sessiz kalacihler önem arz etmektedir. mazdım herhalde. bir şeyler Zira bir kişinin yaşama sayToplumlar söylemeliydim. Bazen öyle gısı, yaşam kalitesi yaptığı anlar vardır ki, sözün antercihten hareketle anlaşıbir temel üzerinde lamı yiter. İşte sözdeki bu lır. Tercihler bireyin yabüyür, şekillenir. Tarih kutsallık başka biçimde şamdaki istikametinin toplumların temeli, büyüme, dile getirilmeliydi. Ben göstergesidir. Tercihleşekillenme zeminidir. bir özgürlük savaşçısıyrimiz yaşam anlayışımıToplumlar bu zemine dayanarak dım. Gerçek bir özgürzın dışındaki hiçbir şey lük savaşçısının sözü değildir. Özgürlüğün gelişirler. Bir toplumun eylemdir anlayışı özgürkendisi de bir tercih olkimlik bilinci kazanması yine lük tarihimizde bize bıraduğundan yaşamı buradayandığı tarihi arka kılmış bir mirastır. Özgürya yöneltmek, arayışı bu planı zemininin varlığıyla lük mücadelemizin temelde aramak insani görkemli mirası beni sovasıfları taşımanın, devrimmümkündür. rumluluklarımla yüz yüze geci kişilik olmanın en doğru ve tirmiştir. Söz söyleme sırası yegane tutumudur. Helen ve bana gelmişti ve ben bunu haykırRoma dönemi Anadolu’sunda Hint malıydım. İnandığım, bağlı olduğum, Avrupa kökenli halklardan Keltlerin dostluğunu, yoldaşlığını yaşadığım, her yaşadığını tarih tespitler. Helenler Kelt, şeyine onurluca sahip çıktığım geçmişim adına hayRomalılar Galler olarak adlandırılır. Anadolu’da ayrıkırmalıydım. Demokratik özgürlük mücadelemize iha- lan bir kolları da Galatlar olarak anılır. Keltler savaşçı netin, tasfiyeciliğin, teslimiyetin dayatıldığı, Önderliği- bir halktır, onuruna bağlıdırlar. Diğer uygarlıklar gibi mizin ağırlaştırılmış tecrit koşullarına tabii tutulduğu kültür sanat alanında belki tarihe fazla miras bırakauluslararası komplonun içeride ve dışarıda rengini de- mamışlardır. Zaten göçebe ve savaşçı olmalarından ğiştirecek, bizi nihai bir biçimde bitirmek istediği, böl- dolayı böylesi bir imkanları da fazla olmamıştır. Ama genin ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yoldaşlarımızın tarihe miras bırakmak sadece kültür sanat alanıyla sıpaketlenip çıkarlar karşısında Türkiye oligarşisine tes- nırlı değildir elbette. Doğru bir yaşam ve özgürlük anlim edildiği böylesi kritik bir dönemde ömrünün en ve- layışını oturtmak tarihe bırakılacak mirasların en derimli çağında halkı ve davası için çok değerli hizmetle- ğerlisidir. Hint Avrupa kökenli Kelt halkı bunu belki de ri verebilecek durumda iken bir özgürlük savaşçısının herkesten daha iyi becermişlerdir. Bu anlamda coğrafdüşmanın eline geçmesi kabullenilmemesi gereken bir yamızdaki her soylu özgürlük arayışında, eyleminde, durumdur. Bütün bunlar bir eylem gerekçesidir. Olup yaşam karşısındaki her soylu tavırda Keltlerin de renbitenler doğru anlaşılmalıydı ki, anlamak adaletse bir gini aramak, onları anmak tarihe bağlı, saygılı bir insan özgürlük savaşçısı kendi adaletini kendi yasalarıyla olmanın gereğidir. Keltler yaşama üst düzeyde değer uygulamalıydı. Roma hukukunda devlet paterya famil- verir saygı gösterir. Onlarda yaşam kutsal bir olgu olayasıdır denilir. Devlet tanımlanırken adaleti uyguladığı rak algılanır. Bir Keltli sakatlandığında kendini vurur.

52


Özgür Halk Çünkü sakat olmayı saygı gösterdikleri kutsal yaşamla bağdaştıramazlar. Her haliyle yaşanılır, yaşanmalıdır anlayışı Keltlerde aşılmıştır. Yaşandı mı hakkını vererek, içeriğini doldurarak yaşamalısın anlayışı bir gelenek olarak yer edinmiştir. Yine bir Keltli savaş meydanında yaralandı mı kılıcını kendine saplar öldürür. Bu savaşçı bir halkın yaşam yasalarıdır. Savaşçının düşmanın eline düşmesi kendisi açısından kabullenilmeyecek bir şeydir. Bu hem bir savaşçılık ilkesi, hem de soylu bir yaşam örneğidir. Doğada da benzer soyluluk özelliklerini taşıyan canlılar vardır. Soylu kartal türleri bunların en çok bilinenidir. Bazı soylu dağ kartalları avını vuramadığında, ya da kafese kapatıldıklarında kendini vurur öldürürler. Bu konuda tarih dünyanın halklarından da sayısızca örnekleri bizlere vermektedir. Gıdasıyla beslendiğimiz görkemli özgürlük tarihimizin savaş sayfaları böylesi yüzlerce örnekle doludur. Savaş ortamında son mermisini kendisine saklayan onurlu savaşçıları bu coğrafya çok duydu tanıdı. Ama adına medeniyet, şehir denilen uygarlığın son canavarı, en kritik anda bir özgürlük savaşçısının kendi özgürlük yasalarını kendisine uyarlayabileceği bütün araçlardan mahrum bıraktığında, koşulların ve zorunluluğun bir sonucu olarak gelecekteki ilk fırsatı beklemekle yetineceksin. En az doğadaki soylu bir canlı kadar özgürlüğüne tutkun olmak, soylu bir Kelt savaşçısı kadar yaşama saygı göstermek, onu içeriğini doldurarak özgür bir temelde yaşamak, çatışma içerisinde son mermisini kendisine saklayan yoldaşlarım gibi yaşamla sözleşmek elbette ki benim de hakkımdır. Diğer taraftan son dönemlerde ihanet çetesi tarafından hareketimize iç ihanet dayatılmaktadır. ABD’nin kucağına ilkesizce oturan, sahte düşkün bir yaşamı gerçek bir yaşam ve özgürlük olarak yansıtmaya çalışan bu güruh, özünde çizgimize saldırmakta, Önderliğimizi hedeflemektedir. İlkel milliyetçiliğin gıdasıyla beslenen işbirlikçiliği kendine siyaset olarak seçen bu çeteci anlayış uluslar arası komplonun değişen yeni yüzünü temsil etmektedir. Hedeflenen Önderliğin kendisidir. Çok dikkatli olmak zorundayız. Özünde yapılmak istenen emperyalizmin çokça dillendirdiği gibi Başkan APO’suz bir çözümü bu güruhun eliyle pratikleştirme istemleridir. Mevcut ihanet Hareketimizin yaşam anlayışına saldırmakta, sahte yaşamı, teslimiyeti özgürlük ve demokrasi diye lanse etmektedir. Bilindiği gibi bizi biz eden temel ögelerin başında yaşam anlayışımız gelmektedir. Özgür yaşam anlayışında ısrar Hareketimizin temel felsefesidir. Bu anlamda bizi parçalamak, yok etmek isteyen her hain söz birliği etmişçesine ilk saldırılarını bura üzeri gerçekleştirmektedir. Bu tesadüfi bir yaklaşım değildir. Elbette ki, bu ve benzeri yaklaşımlara karşı PKK’nin tavrı Önderlik çizgisinde yaşam anlayışında ısrar olmuştur, olacaktır. Önderliğimizin de belirttiği gibi “Yaşam olacaksa ya özgür bir temelde olacak, ya da olmayacak” anlayışı bizim yaşam doktrinimiz olarak her zaman geçerliliğini koruyacaktır. Aslında uluslararası komplonun yeni yüzü olan bu güruha karşı tarih bizleri bir anlamda mi-

53

Kasım 2014

litani sorumluluğa davet etmektedir. Büyük şehidimiz Erdal Yoldaşın “Militan militanlığın gereklerini yerine getirmelidir” belirlemesi tam da bu döneme denk gelmektedir. Özgür yaşam tercihi temelindeki gelişebilecek bir eylem işbirlikçi ihanete özgür yaşam anlayışını bir kez daha hatırlatacaktır. Mücadele içerisinde bazı dönemeçler, bazı süreçler yaşanır. Kritik süreçler, kes kin dönemeçler bahsedilen dönemlerin başında gelir. Bu dönemler militanlığımızın sınandığı dönemlerdir. Kendimizi adadığımız, inandığımız Hareketin mensubu olarak ya bu süreçleri doğru okur militani sorumluluğumuza sahip çıkarız, yada bu fırsatı kaybederiz. Bütün göstergeler tarihi sorumluluklarımıza sahip çıkmaya çağırıyor. Eğer sorumluluklarımız yakıcı bir biçimde kendini dayatıyorsa bize düşen devrimci onurumuzla buna sahip çıkmak, ertelememektir. Başkan APO’nun özgürlük felsefesi bu gücü her zaman militanına vermiştir. Çünkü bu güç adaletin, özgürlüğün, barışın, halkın, şehitlerin gücüdür. Çünkü bu güç özgür insanın gücüdür ve bu ses bizi özgürlüğe çağırıyor. Değerli yoldaşlar, Böylesi tarihi bir dönemde eylemlilik kararlılığına giderken gururluyum. Davama, halkıma ve şehit yoldaşlarıma karşı küçük de olsa bir sorumluluğu yerine getirmenin sevincini yaşıyorum. Kendi açımdan böylesi bir özgür yaşam tercihini olmazsa olmaz kabilindeki bir gereklilik olarak görüyorum. Elbette ki halkımız, mücadelemiz daha büyük fedakarlıklara, güzelliklere layıktır. Önder yoldaşımız Hayri Durmuş’un da belirttiği gibi “Biz bu halka her zaman borçluyuz” anlayışı temel yaşamsal ilkemizdir. Bu anlamda bizim yaptığımız borcunu ödeme değil, gücümüz oranında hizmet etmedir. Söz konusu olan borcun ödenmesi ise, bunu hiçbir zaman ödeyemeyiz. Bizimkisi olsa olsa bayrak yarışında koşabildiğimiz yere kadar koşmadır. Özgürlüğe, barışa, kardeşliğe gönül veren kişiler bizden daha iyisini yapacak, bu bayrağı onurlu bir barışla maratonun sonunda halklara devredecektir. Bu inancımı her zaman koruyorum. Kürt Halk Önderliğine Başkanım, Geliştirmiş olduğunuz Demokratik Ekolojik Toplum felsefesiyle ezilen insanların yeni sesi soluğu oldunuz. Bakış açınızla kördüğüm haline gelmiş çevre, toplum, siyasal sorunların birçoğu çözüm mantığına, perspektifine kavuştu. Buna rağmen hiç de hak edilmedik uygulamalara maruz bırakılıyorsunuz. Sizin gibi insanlık. Özgürlük ve onur emekçisi birinin böylesi uygulamalara maruz bırakılması, İmralı tabutluğunda tutulması, kendine uygarım diyen 21. yüzyılın bir utancıdır. Egemenliğin, hiyerarşinin tarihi göz önüne getirildiğinde size yönelik uygulamaların nedenini anlamak zor değildir. Burada sorun sadece anlamakla bitmez. Sorun anlamaksa, dönemin Roma generalleri, Atina köleci sisteminin yöneticileri İsa’yı, Sokrates’i belki de herkesten daha çok anlamışlardı, ama bunların anlama mantığı çarmıha, baldıran ağusuna giden yola yasa taşlarını döşeyerek kendisini göstermiştir. Bizim anlamamız bir Roma generalinkinden, bir


Özgür Halk köleci Atina yöneticisininkinden, ahalisinden elbette ki daha farklı olmak zorundadır. Ki, anlamak adaletse gücümüz ve bilincimiz oranında bu adalete katılmak ancak tarih karşısında affettirilebilir. Size yönelik bu uygulamalardan aslında insanlık büyüklüğünüzü, yakıcılığınızı görüyor, anlıyor. İmralı aslında bir arenadır. Çatışma zemini olduğu kadar, bir doğuş beşiği ve zeminidir aynı zamanda. Tarihte süzüle süzüle gelen 21. yüzyılın bilim ve tekniğiyle kendine çelikten zırh ören egemen görüş, düşünüş ve anlayışlarla özgür insan bakış açısı, düşünüşü, duyumsayışı arasındaki çatışmadır bu arenada gerçekleşen. Burası geleceğin özgür toplumu ve insanının doğuşuna beşiklik edecektir. Başkanım, Aslında bizden öncekilerin ve bizlerin işlediği günahların kefaretini siz ödüyorsunuz. Bizim işlediğimiz günahlar sizde temize çekiliyor. Bizim yanma gücümüz olmadığı için hepimiz yerine siz yanıyorsunuz. Bizim belki de en güçsüz yanımız tarih karşısında kendi günahlarımızın kefaretini ödeme gücünden yoksun olmamız, bunu size yüklememizdir. Tarihin her döneminde hemen hemen böyle olmuştur. Gerçek özgürlüğe beynini ve yüreğini açamayanların bedelini bir özgürlük fedaisi çıkıp ödemiştir. Ancak o zaman beyinler ve yürekler biraz açılmıştır. Bizim de en büyük günahımız beynini ve yüreğini özgür insanın beyni ve yüreğiyle buluşturmayışımızdır. Bu anlamda yetersiz kalışımızdır. Sizin en büyük talihsizliğiniz ise bizim gibi yetersiz yoldaşlarla aynı yolu yürümek zorunda kalışınızdır. Başkanım, Bu süreçte gerekli gördüğüm gerçekleştireceğim özgür yaşam çizgisi temelindeki eylemlilik bir anlamda yetersiz yoldaşlığın da bir özeleştirisidir. Gerekçelerini mektubumda uzun uzun koyduğum eylemi büyüklüğünüze, affınıza sığınarak gerçekleştiriyorum. Felsefik anlayışınızda tüm canlıya, doğaya üst düzeyde yaşam anlayışını benimseyen görüşlerin sahibisiniz. Bundan dolayı bir insanın fiziki anlamda kendini yük etmesini uygun göremezsiniz. Bunu biliyorum. Buna rağmen özgür yaşam tercihi olan bu eylemliliğin gerekçelerini kabul edeceğinizi umuyor, üst düzeyde sevgi, saygı, bağlılıklarımı sunuyorum. Yurtsever halkımıza Maddiyatın ve çıkarın yaşamın rengini ve yönünü belirlediği 21. yüzyıl dünyasının kirine pasına bulaşmadan ilk insanın özündeki Özgür yaşam tutkusuna inançla sarılmanız ezilen tüm kesimlere umut ve moral vermektedir. Ulusal demokratik mücadelenizin çıkışından günümüze kadar yegane sahiplenici gücü oldunuz. En değerli varlığınız canınızın parçası oğullarınızı ve kızlarınızı halkınızın özgürlüğü için seve seve verdiniz, veriyorsunuz. Elbette ki tarih bunu insanlığın onur abidesi olarak gelecek kuşaklara aktaracaktır. Mücadelemizin en kritik dönemlerinde değerlerimize sahip çıktınız. Şahsi menfaatleri peşinde koşanlara imkan vermediniz. Bu kesimlerin heveslerini kursaklarında bıraktınız. Hareketimize işbirlikçi ihanetçi saldırıların yöneldiği uluslararası komplonun içeride, bölgede ve dışarıda rengini değiştirerek devam ettiği bu dönemde müca-

Kasım 2014

delemiz her zamankinden daha çok sahiplenmenize ihtiyaç duymaktadır. Özgürlük çizgimiz tehdit altındadır. Tüm değerlerimizin toplamını temsil eden özgürlük çizgimiz Önderliğimize yönelik saldırılardır bunlar. İşbirlikçi kesim bölge ve uluslararası gericiliğin de gücünü arkasına alarak çizgisel saldırılarını sürdürmektedir. Daha önceki saldırılarda olduğu gibi yine halkımız başa çıkacaktır. Buna inancımız sonsuzdur. Sizin varlığınız, davaya bağlılığınız her zaman bizler için onur kaynağıdır. Böylesi kahraman özgürlük sevdalısı bir halkın evladı olmak, onun mücadelesinde yer almak gurur vericidir. Geliştireceğim eylemlilikle sizlerle buluşmaya geliyorum. Elbette ki size olan minnet borcumuzu ödemenin imkanı yoktur. Birey olarak tek varlığımız olan gençliğimizi ve canımızı size, özgürlük çizginize adıyorum. Bu onurlu yaşam kavgasında zafer demokrasiye, barışa, özgürlüğe gönül vermiş halkımızın olacaktır. Yurtsever aileme Değerli ailem; Yeni bir yaşam tercihine giderken belki de en çok sizler üzüleceksiniz. Kanınızdan, canınızdan olan birini kaybetmek sizleri zorlayabilir. Acınızı anlıyorum. Sizin de benim özgür yaşam tercihimi anlamanızı istiyorum. Bir oğul olarak sizlere evlat acısını yaşatma hakkım belki yoktu, olmamalıydı. Ama sizin bir devrimci oğlunuz olarak mensubu olduğum Özgürlük Hareketimize bir saldırı anında militanca tavır koyma hakkını sanırım bana verirsiniz. Buna yapmasaydım durup şüphe etmeniz lazımdı. Kendi kanınızdan olan birinin yaşamasını elbette istersiniz. Bu sizin hakkınız. Ama önemli olan yaşamak değildir elbette. Bizim için önemli olan ne kadar yaşamamız gerektiğidir. Biz onurlu bir mücadele için hayatımızı ortaya koyduk. Bu yoldaki her zorluğa sizin de hazır olmanız gerekir. Binlerce yoldaşımız bu mücadelede şehit düştü. Bedel verme sırası gelenler elbette ki bedelini ödemelidir. Bu konuda sıra bana gelmiştir. Elbette ki ben de görev ve sorumluluklarıma sahip çıkacağım. Halkımıza, Hareketimizin itibarına yönelik bir saldırı varsa bunun karşısında düşmanımıza bizim de bir sözümüz olmalıdır. Üzülmemenizi, yasımı tutmamanızı istiyorum. Her dağdaki yoldaşımda beni görün. Her zindandaki yoldaşta beni görün. Böyle yaklaşırsanız acınız hafifler. Sizlerle her zaman gurur duydum. Gerek sivil yaşamda, gerekse devrimci yaşamımda sizlere layık bir evlat olmaya çalıştım. Bu konuda başım dik, vicdanım rahattır. Anam ağlamasın. Kız kardeşlerime iyi bakın. Her zaman onların iyi bir kardeşi, yoldaşı olmaya çabalayacağım. Kadın Özgürlük Hareketindeki tüm yoldaşlara Değerli yoldaşlar; Kadının cinsel bir metaya dönüştürüldüğü, cinsiyetçi toplum anlayışının egemen olduğu günümüz dünyasında, özgürlük dağlarında yitirilmiş kadının özünü arıyorsunuz. Kadın yitirdiği dünyasına sizin özgürlük adımlarınızla ulaşmaya çabalıyor. Özgürlük için kadın hareketimizin gösterdiği fedakarlık ve dirayetçi duruş dünya kadınının mücadele azmi olacaktır. Kazanmanız sadece ezilen bir cinsin kazan-

54


Özgür Halk

Kasım 2014

ması değil, aynı zamanda bir toplumun da kazanması kekçe yorumlama anlayışı, beraberinde doğru anlama anlamına gelmektedir. Kadının tarihi aslında mini bir gücünden bizleri uzaklaştırıyordu. Ezilen sınıfı, cinsi, Ortadoğu, mini bir ezilenlerin tarihidir. Tarihteki ezilen toplumu anlamak için her şeyden önce egemen tarisınıf ve cins sömürüsündeki paralellik bunun göster- hin genlerimize ve bilincimize işlediği egemen erkek gesidir. Toplumsal tarihimizin, bölgesel tarihimizin bir anlayışlarından, bakış açısından boşanmak gerekir. sonucu olarak bizler sistemin bize yüklediği mantığı Bunu tam başarmış değiliz. Böyle olduğu sürece özpek erken kıramadık. Egemenliğin genleri şu ya da bu gürlük savaşçılığımızın bir yanı hep eksik kalacaktır. düzeyde her Kürt erkeğine, Ortadoğu erkeğine bulaştı. Ama şunu da büyük bir gururla söyleyebilirim ki, bu Bunu PKK önderliğiyle biraz kırmaya başladık. Özgür- mantıktan bakış açısından boşanmak için büyük bir lüğe eşitlikten gidilir, özgürlüğü eşit olanların beyni ve kararlılığım ve inancım olmuştur. Bu sonuca sadece yüreği yaratır anlayışını yeni yeni anlamaya çalışıyo- devrimci olduğum için değil, insan olmanın bir gereği ruz. Bundan dolayıdır ki, özgürlüğü temel bir ihtiyaç olarak vardığımı belirtmeliyim. Zira doğrulara ve güolarak algılıyoruz. Özgürlüğe en çok ihtiyacı olan, onu zelliklere yönelmek devrimci kimliği taşımanın gerekherkesten daha çok aramalıdır. Bu anlamda biz Kürt liliği olduğu kadar, insani kimliği taşımanın gerekliliği halkının oğulları ve kızları olarak herkesten daha çok olarak da anlaşılmalı ve bu doğrular uygulanmalıdır. özgürlüğün arayışçısı olmalıyız. Zira özgürlüğünü yi- Yaşamda özgürlüğe mutlak sınırlar çizemeyiz. Onu katiren ister toplum olsun, ister birey olsun son tahlilde lıplarla ifade etmek fazla gerçekçi değildir. Mutlak sıinsan olma vasfının en önemli özelliğini yitirmeknırlar çizmek böyle bir olguyu gerçekleşebilir ten kendini kurtaramaz. Değerli yoldaşpozisyonuna sokmak onu bir anlamda, lar; Özgürlüğümüz üzerindeki tehdit bir yerde nokta koyarak bitirmek kalkmış değildir. Her zamankinden olacaktır. Bir şeyi bitirmek de daha ince ve sinsi yöntemlerle felsefik olarak yok etme anbu tehdit devam etmektedir. lamına gelir. Bu anlamda Bunlar karşısında bizden özgürlük anlayışına kesin Yaşamda beklenen beyin ve yürek sınırlar koyamayız. Çüngücümüzü açmak, tavizsiz kü özgürlüğün kendisi her şeyin bir bedeli bir özgürlük savaşçısı olyakalanılan değil, yavardır. Özgürlüğün de bir maktır. Özgürlük uğruna şanılan bir olgudur. bedeli vardır. Bu bedeli göze her şeyini adayanların, O yakalanmaz ancak alacak yürek, beyin ve duygu kazandığı, elde ettiği bir yaşanılır. Özgürlük hazinedir. Biz de eğer aslında bir doğrultu gücünü yakaladığımızda onu tutku düzeyinde arve çizgi olayıdır. Bu özgürlüğe bir adım zularsak onunla buluşan doğrultuya, bu çizgidaha yaklaşmış bizler oluruz. Yaşamda her ye girdiğimiz oranda oluruz. şeyin bir bedeli vardır. Özözgürlüğü parça parça gürlüğün de bir bedeli vardır. solumuş oluruz. Bu nokBu bedeli göze alacak yürek, tada elbette çizgimiz ve beyin ve duygu gücünü yakaladoğrultumuz özgürlük şehitledığımızda özgürlüğe bir adım daha rimizin çizgisidir, doğrultusudur. yaklaşmış oluruz. Önemli olan istemek Bu anlamda Şehit Beritan Yoldaş ve sıradanlığı aşmaktır. Sıradanlık aşıldı mı bu doğrultuyu özgür kadın rengiyle bir duyguda yücelme, düşüncede büyüme, kişilikte ve daha işlemiş, özgür yaşam çizgisini kendisinde arayışta yücelme peşi sıra gelecektir. Sıradan bir insa- somutlaştırmıştır. Bir erkek olarak Şehit Beritan çizgina bile nasıl bir yaşam diye sorulduğunda, onurluca bir sinde yürümeyi, o çizginin emireri, hizmetçisi olmayı yaşam diyecektir. Onur da ancak özgürlükte olur. Zira kendi açımdan bir onur olarak görüyorum. Bunu kenözgürlüğünü yitirenin onurundan bahsetmek büyük di açımdan kadınla doğru bir dostluğun ve yoldaşlığın bir yanlış olacaktır. Değerli yoldaşlar; Özgürlüğün bir mütevazi bir tavrı olarak değerlendiriyorum. Bu çizgiye diğer ölçütü de, egemen yanlarımızdan sıyrılma çaba- layık olursam ne mutlu bana. Sonuç olarak yeni bir çımızda kendini göstermelidir. Egemenlik anlayışını ve kışın arefesine gelmiş bulunmaktayız. Fiziksel ve teközgürlük olgusunu doğru yorumladığımızda, egemen niki obezitenin temel sorun haline geldiği, maneviyayanlarımıza savaş açtığımızda doğrultunun önemli bir tın aşındığı, kimi zaman insanın adeta fazlalık olarak kısmını elde etmişiz demektir. Ama bu konuda deza- görüldüğü bir yüzyıl gerçeğini görüyoruz. Bir özgürlük vantajımız, eksik kalan yönlerimiz vardır. her şeyden savaşçısı olarak yaşam olgusunu doğal olarak insanın önce anlama devrimini tam gerçekleştirmiş değiliz. özündeki özgürlük anlayışıyla yorumlamak, anlamak Kadını doğru anlama, tanıma noktasında da yetersiz ve bunu yaşamaya çalışmak temel görev olarak önükalan yönlerimiz vardır. Zira anlamak için yüksek ka- müzde durmaktadır. Ne olursa olsun yaşamalıyım anlitede beyin ve yürek gücü gereklidir. Egemen tarih layışından ziyade, ne kadar yaşamam gerekirse o kaanlayışının karakterimize işlediği yaşam ve olguyu er- dar yaşamalıyım anlayışını özümsemek, doğal insanın

55


Özgür Halk özündeki özgürlükçü, eşitlikçi yaşam anlayışına bizleri bir adım daha yakınlaştıracak insani kimliğimizi pekiştirecektir. Değerli yoldaşlar; İnsan yaşadıkları, inandıkları kadar insandır. İnsan hayalleri, gerçekliği kadar insandır. İnsan inandığına kendini bilinçli olarak kattığı, adadığı kadar insandır. Benim yapmaya çalıştığım bu insan olma kimliğine, devrimci insan olma kimliğine layık olma çabasıdır. Ne olursa olsun bu konuda tavizsiz yürümedir. Sorunu bireysel olarak ele almıyorum. Burada mensubu olduğum Özgürlük Hareketini, halkımızı rencide etme söz konusudur. Düşmanımızın öteden

Kasım 2014

beri benzeri karalamaları çokça kullandığını biliyoruz. Sorun bir birey olarak benim karalanmamsa bir yere kadar önemlidir. Ama Özgürlük çizgimize, halkımıza hakaret vardır. Bir devrimci olarak bu hakarete gereken cevabı vermek başta benim görevimdir diye düşünüyorum. Bu davranış bir özgür yaşam tercihi olduğu kadar, bir meşru savunma refleksidir de aynı zamanda. Kendi savunmasını yapamayan birinin, insani kimliğini, özgürlüğünü elde etmesi olası bir şey değildir. Bu eylem çizgisinde başarılı olursam ne mutlu bana…

56


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.