Özgür Halk Sayı 3

Page 1

Editörden

Kobanê Kürdistandır Kobanê direnişinin üzerinden iki aya yakın bir zaman geçti. Büyük güç dengesizliğine rağmen ortaya konulan direniş, verilen savaş, sadece Kürdistan’da etkisini ortaya koymakla kalmadı. Yeryüzünde insanlığın vicdanını harekete geçirdi. İnsanlar daha önce dadını dahi duymadıkları, bilmedikleri Kobanê’yi tartışmaya, ne olacak sorularını sormaya başladılar. Kürdistan tarihinde bu ilktir. Kürdistan halkının mücadelesi tarihin hiçbir döneminde bu düzeyde yerkürenin her yerinde duyulmamış ve hissedilmemiştir. Bu direnişin büyüklüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Zira DAİŞ gibi karanlık bir gücün yarattığı korku dehşetine karşı Kobanê’deki Özgürlük Güçlerinin ortaya büyük bir direniş koymaları, onun dünyada yankı bulmasını kaçınılmaz kılmıştır. Dünya, DAİŞ vahşeti yayılıp egemen olması halinde, insanlık açısından yaratacağı tehlikeleri fark etmiştir. Onun karşısında direnen, savaşan YPG/YPJ güçlerinin duruşlarını ilgiyle izlemeye başlamış ve o direnişin ortaya konulmasına kaynaklık eden ideolojik, siyasal ve kültürel hakikatleri de öğrenme ihtiyacını duymuştur. Yine sosyalizmin bitirilmek istendiği, büyük bir itibar kaybına uğratıldığı koşullarda; Kobanê direnişi demokratik sosyalizmin bayrağını yükseltmiş, sosyalizm inancını yeniden harlamış ve insanlığın gündemine taşımıştır. Sosyalist hareketler, bu direnişin görkemliliği karşısında yaşadıkları çöküntüyü ve karamsarlıktan kendilerini kurtarmaya başlamış ve Kobanê etrafında birleşerek enternasyonalist dayanışmayı yükseltmişlerdir. Kobanê ile büyük bir dayanışma eylemliliğine yönelmişlerdir. Kobenê sosyalizm umudunu tazelemiş, bu anlamda sosyalizmin yeniden yükselişe geçişin adı olmuştur. 1 Kasım Dünya Kobanê gününde küresel çapta Kobanê ile dayanışma eylemleri gerçekleşmiştir. Özellikle de Afganistan’daki eylem anlamlıdır. DAİŞ benzeri karanlık güçlerin Afganistan da ortaya koydukları vahşetten kurtuluşun umudu, YPJ savaşçılarının direnişi olmuştur. Gerillanın başta Başûrê Kurdistan’da ortaya koyduğu savaş pratiği, ulusal birliğin gerçekleşmesinin altyapısını güçlendirmiş ve ulusal kongreye doğru gidilirken sorun çıkaran, farklı noktalarda durmaya çalışan çeşitli Kürt oluşumlarını ulusal birliğe yönlendirmiştir.

Ekim 2014

Bu anlamda ciddi uyarıcı olunmuş, sonuçta peşmerge Kobanê’deki birlik savaşına dahil olmuştur. Başını ABD’nin çektiği koalisyon güçleri, Kobanê ile dayanışmada bulunan hareketlerin baskısı sonucu DAİŞ mevzilerini havadan bombalamak zorunda kalmışlardır. Burada şu sonuç çıkarılamaz: “Özgürlük Hareketi emperyalizm ile işbirliği yaptı” söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. Mecbur kaldıkları için DAİŞ’i bombalamaya başladılar. O yüzden koalisyon güçleri, PYD, YPG/YPJ ile iş birliği yapmak zorunda kaldılar. Çünkü başka seçenekleri yoktu. İşbirliği yapan PYD değil koalisyon güçleridir. Buradaki durum, bu tarz ilişkilerin karşılıklı etkileme eğilimleri vardır. Dolayısıyla yapılması gereken, kapitalist modernist yaşama karşı ideolojik, siyasal ve kültürel bir mücadele aksatılmadan verilmek durumundadır. Bu anlamda Apocu ideoloji, PKK ve Özgürlük Hareketinin esaslarında yer etmiş, pratikte denenmiş, hep başarıya götürmüş ve götürecektir. 6-7 Ekim Kobanê serhildanı, Kurdistanı Kobanêleştirmiştir. Halkımız görkemli bir kalkışmayı gerçekleştirmiş, çok sayıda şehir ve yerleşim biriminde yönetime el koymuştur. Kürt halkı düşmanlarına şu mesajı vermiştir; “Kobenê Kurdistandır, Kobenê Ortadoğu’dur”. 3. Dünya savaşının özgünlükleri bağlamında Kobanê Stalingrad’tır. Direnişin başarısı, Ortadoğu halklarının özgürlük başarısı olacaktır ve yerküreyi etkileyecektir. Serhildan bunu çok çarpıcı ortaya koymuştur. Ancak, yeni görev ve sorumlulukları da büyüterek kadronun önüne koymuştur. Oda serhildanın örgütlendirilmesi, süreklileştirilmesi olmazsa olmaz bir koşuldur. Serhildan, bir yönüyle de demokratik özerkliği inşaya dönüştürmek için kapsamlı bir çalışmanın gerekliliğini açığa çıkartmış ve kadronun önüne görev olarak koymuştur. Kadro görevlerini yerine getirmek için çalışmayı kat be kat artırarak büyük bir özveriyle görev ve sorumluluklar üzerine yürümeli, doğru örgüt, kadro ve yönetim görevlerini layıkıyla yerine getirebilecek, ideolojik, kültürel ve yaşamsal bir doğrultuya girmek durumundadır. Başarı, coşkulu Apocu militanlıktan geçmektedir.

1


Özgür Halk

Kürdistan Kadını Önderlik Gerçeğine En Çok Bağlı Olan Kesimdir Abdullah Öcalan Her zaman şunu söyledim; bizim size verebileceğimiz en büyük ders, iyi bir tartışma özgürlüğünü sunmadır. Bu tartışma özgürlüğü her yerde yoktur, hatta hiç yok. Ben görmedim, herkes de bunun farkındadır. Her şeyden önce tartışma özgürlüğünü kendi kendinize kapatmışsınız. Ufuklarınız, bakış açılarınız bu ortamı kendi kendine kapatma biçiminde bir sonuca yol açıyor. Çok egemen bir ahlak var, çok egemen yaklaşım açıları var, nereye girerseniz girin kendinizi zincirlemiş, perdelemiş olarak giriyorsunuz. Bunu yıkmaya çalışıyoruz. İkincisi; ortamın kendisi mahkum edici, perdeleyicidir. Bunu da yıkmaya çalışıyoruz. Bu sizde yeni düşüncelere, tutkulara yol açabilir. Ben kimim, neyim, nereden geldim, nereye gitmeliyim? Neyi nasıl istemeliyim, hakkım nedir, hukukum nedir? En iyisini nasıl geliştirebilmeliyim gibi düşünceler ortaya çıkabilmelidir. Bu ortamı sunmaya çalışıyoruz. Bu önemlidir. Her zaman söylüyorum; aile koşullarında sizin diliniz kısaltılmıştır. Denildiği gibi “kadın eksiktir ve beyni eksilmiştir” şeklindeki bir anlayışı kabul edemeyiz. Bir önderlik gerçeği olarak bu konuda gerçek tercihimi özgürlükten yana yaptım. Kadının dilini, beynini eksiltmek, kısaltmak tutumuna girmedik. Bu önemlidir. Sizin bir türlü bu tutuma girememeniz, çok güçlü bir dile, çok güçlü bir düşünce yeteneğine kavuşmayışınız kesinlikle sınıfsal ve sömürgesel gerçeklikle oldukça bağlantılıdır. İşte bununla bağlantıyı ortaya koymaya çalışıyorum. Ben sorunları salt cinsel düzeyde ele almıyorum. Bunu fark ettim, hatta fark etmekten de öteye, cinselliğin tuzaklarını da gördüm. Birçok olay da var, bunları ucuz yol-yöntemlerle atlatmaya çalışırlar. Böyle olamaz. Olayın toplumsal, siyasal, ahlaki sahaya yayılışını; kişiyi dondurucu, baştan çıkarıcı, her türlü yeteneklerini örtbas edici, tıkatıcı yanlarını ortaya çıkarmaya çalıştık.

2

Aslında kadın-erkek çözümlemesi en az devlet ve sınıf çözümlemesi kadar değerli bir çözümlemedir. Aynı zamanda gerekli bir çözümlemedir. Marksizm bunu şimdiye kadar neden yapamadı? Bunu ciddi bir eksiklik olarak görmek gerekiyor. Bunu biraz gidermeye veya bu konu üzerinde biraz daha derinlemesine durmaya çalışıyoruz. İçine girdiğimiz yönelimi eleştirebilirsiniz. Bunu en az sömürgecilikle savaşmak kadar önemli görüyorum. Bu konuya cesur bir yaklaşım gereklidir. Kadınlardan daha fazla erkekleri de değişikliğe yöneltmek çok önemlidir. Erkeklik olgusunu sosyal, siyasal düzeyin ötesinde değerlendirmek, yine oldukça ezici bir kişilik olarak kendini hangi temelde dayattığını görmek büyük önem taşır. Sizlerde bu boyut veya bu boyutlara yaklaşım zayıftır. Görseniz de tavır koyma, geliştirme yönünüz çok zayıf; ya çok tepkisel ya da çok boyun eğmeci yaklaşırsınız. Bu yaklaşım bir özgürlük kadınına yakışmaz. Karşınızdakini ele almaya, dönüştürmeye hiç gelmiyorsunuz. Kendimi herhangi birinizin yerine koyduğumda dehşete kapılıyor ve ürküyorum. Bu da sizin özgürlük uğruna neleri yapmanız gerektiğini ortaya koyuyor. Kürdistan’da erkek oluşumu ve yaklaşımı büyük tehlikeler içerir. Zaten bizim bu konudaki derinleşmemiz, sömürgecilikle savaşımımız çok büyük tıkayıcı rol oynayan aileyi, kadını engel olmaktan çıkarmak içindir. Bu sorun benim için kendini çok net bir biçimde mücadeleye dayattı. Açıkça söyleyeyim, bu erkek oluşumlu özelliklerinizi kabul edemiyorum ve erkeklik pozisyonlarını tepkiyle karşılıyorum. Erkeğin kadınla temas, ilişki tarzı bir felakettir. Diyelim karşı taraf köle veya bir eşya konumunda, herhalde bir özgürlük savaşçısı da kendine bu ucuz yaklaşımı yediremez. Kadının kurtuluşuna ilişkin konumlarınız çok zayıf, çirkince ve bastırmacı, estetikten yoksun. Siyasi olarak kesinlikle ya

Ekim 2014


Özgür Halk feodal, ya burjuva ideolojisinin çok ağır etkisi altındadır. doğu toplumlarında çok geliştirilmiştir. Bu temelde siyasi Kürdistan söz konusu olduğunda da, bu durum çok daha ittifaklar kadın evlilikleri etrafında oluşmuştur. Bu konuda felakettir. En çok gelişen düzey, çok ucuz bir duygusallık- birçok örnek verebiliriz. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey yetmiş tan da öteye en değerli, uğruna çok şey yapılması gereken yaşındadır, Abbasi sultanının on yedi yaşındaki kızıyla evbir ilişki yerine en kölece ve en despotça tutumlara girme lenir. On iki aylık ömrü bile yoktur, ama evlilik tamamen cesaretini göstermeniz oluyor. Madem uğruna bu kadar siyasi amaçlıdır. Bu örnek, meşhur Abbasi-Selçuklu ilişkiduygulandığınız veya sizi meşgul eden bir sorundur, o leri döneminde ortaya çıkıyor. Evlilik ittifakı güçlendirmek halde devrimci çözüm gücü olacak ve PKK’nin bu konuda- içindir ve daha sonra Selçuklu devleti kurulur. ki gelişme yönünü göreceksiniz. PKK’nin devrimci militan Bunun yanında Osmanlı sultanlarının çok yaygın uygutipi, bu sorun karşısında kendini çözümlemiştir. Çözümlelamaları var. Bizim beylerin de çok yaygın uygulamaları me ve doğru tavra yönelmede ipuçları var. Erkeklik söz kovar. Bey ve aşiret reisleri, irtibatlarını tamamen evlilikler nusu olduğunda sizlere de sunabileceğimiz, böyle bir yakyoluyla geliştirirler. Araplarda da bu yaygınca böyledir. laşım olacaktır. Size yadırgatıcı gelebilir, ama erkeklerin de Buradaki ölçü, siyasi güçlendirmede kadını bir araç olarak bir günü var mı? Erkekler Günü... Böyle bir günü gerçekkullanmadır. Kadını yüceltme de bu amaçlıdır. O dönemleştirmeye çalışıyorlar. Bu konuda bizim çizdiğimiz kişilik de kadın oldukça düşürülmüş bir statüdedir. Kız çocukları oldukça dikkat çekici ve eleştiriseldir. Bu kişiliği ne taklit diri diri gömülmeyle karşı karşıyadır. Hz. Muhammet bunu edin, ne de şu veya bu nedenle görmezlikten gelin. Ben ortadan kaldırıyor, eşlerine oldukça değer veriyor. Bir Ayşe anlamayacak değilim, bu dünyada kendimi yaşatırken, özolayı var, Hatice olayı var. Kızlarına çok büyük bir değer bigürlük diye ayağa kalkarken ve amansız bir biçimde yaşaçiyor. Örneğin Hz. Fatma olayı var. Nitekim bilinmektedir, mımı bu işe adarken herhalde köhne geleneklerle ve gözü daha sonra hepinizin adı onlardan gelmedir. Bu yüceltmekara burjuva yargılarla kendimi yaralayacak, hastalayacak yi ifade ediyor. Fakat daha sonra, özellikle saltanat geliştikbirisi olamam. Gerçek bir özgürlük savaşçısının kençe yüceltme bir yana bırakılmış, kadının feodal di özgürlük anlayışının büyüklüğüne inanittifakların aracı olarak kullanılması ön plaması kadar, uğruna nasıl büyük bir çaba na çıkmıştır. Bildiğimiz harem kültürü sergilenmesi gerektiğini de bilirim ve de bu biçimde geliştirildi. bilmem gereklidir. Bu ortadadır, istediğiniz kadar eleştirebilir ve Tabii ki Osmanlı sultanlarının Aslında irdeleyebilirsiniz. uygulamaları çok daha dehşet vericidir. Biz daha çok Türk kadın-erkek Kadının dili oldukça kısaltılegemenlik sistemiyle ilgilemış. Biz sonuna kadar uzatın çözümlemesi niyoruz, halen de bu sistediyebiliyoruz. Bu bizim tutarmin uygulamaları şiddetlidir. lılığımızdır. Çok sayıda kadın en az devlet ve sınıf Türk egemenliğinde kadını yoldaşla aylarca süren bir hakorkunç düşürme ve erkeği çözümlemesi zırlık içinde bulunmanız itibade kadınlaştırma durumu söz rıyla karar ve irade gücünüzü konusudur. Birçoğunuz gözalkadar değerli bir ortaya çıkarmak için bundan tında poliste bunu gördünüz. daha iyi demokrasi olamaz, en çözümlemedir. Herkese aynı şekilde uygulanıp büyük demokratik eylem de buuygulanmaması önemli değil. Bu dur. Bunun için çocukluğumu bir bir siyasi uygulamadır, sadece bir tarafa bırakırsam, yirmi-otuz yıldır ahlaki olay değil. Bunu vurgulamaya ilkeler çizdim, mücadeleyi bu temelde çalışıyorum. Benim kendi deneyimim de biraz yükselttim. TC’nin tutsaklığından kenvar. Benim siyasallaşma ve bilinçlenme sürecindimi kurtarmaya çalışırken ailenin, kadının veya kade sık sık yaşadığım bazı olaylar var. Sizin gibi uygulamadın-erkek gerçekliği tuzağından kendini kurtarmayı kolay larla karşı karşıya gelmem. Kendimi çok iyi planladığım mı sanıyorsunuz? Bu olumsuz gerçekler bir insanı dünyaiçin böyle bir duruma düşmem zor. Fakat iktidar süreci bir nın en lanetli insanı durumuna getirir. Nitekim Kürt kadını, nevi erkekleşme, kadınlaşma sürecidir. Bazıları seni kadınbugün dünyada en ölü gerçeği yaşayandır. Kürt kızı kadar laştırmak isterse, buna erkekleşmeyle cevap verirsin. Zabiçare bir gerçeğin olabileceğini sanmıyorum. Ortaya çıten cinsellik olayında da bu var. Örneğin cinsellik olayında kardıklarımızı kolay gelişmeler mi sanıyorsunuz? Bana uygulama kesinlikle iktidarla bağlantılıdır. Erkeğin kadına göre bunları yaşama anlamında çıldırtıcıdır. Sonuçlarını cinsel yaklaşımında özgürlük değil, egemenlik hakimdir niye ciddiye almıyorsunuz? Neden bu gerçekleri ciddiye ve kesinlikle bizim toplumumuzda bu çok etkilidir. Kürt alıp da çok saygıdeğer bir önderlik veya militan tipi çizerkeğinin cinsel yaklaşımı, üzerinde denenen her türlü meyesiniz? Ben bunlara bir açıklık getirmeye çalıştım. Yine despotizmin egemenliğini kadın üzerinde uygulamaktan de bunları tartışmaya açığım. Biraz saygıyla çözümlemeler ibarettir. Sadece bir cinsel güdü değil, onda tatmin bulma, üzerinde yoğunlaşın. “bana bu kadar despotizm uygulanmıştır, ben de kadına Hz. Muhammet’in kadına yaklaşımında feodal egemenlik bu kadarını uygularım” şeklindedir. Cinsellik yarı yarıya bu belirtileri var, fakat tamamen böyle değildir. Çok açıktır, temelde sürdürülen bir olaydır. Bu kadını alçaltır, erkeği ise her aşiretin önde gelenlerinden bir tane kadın almak siyasi sahte bir egemen kılar. Kürt erkeğine bakın, normal kobir güçlenme ve siyasi ittifak aracıdır. Bu daha sonra Orta- nuşmalardan, tartışmadan uzaktır; kadına saygıdan uzak-

Ekim 2014

3


Özgür Halk tır. Neden? Düşürülmüş erkek, bastırılmış erkek, sürekli despotizmle sindirilmiş erkek, bu hıncını kimden çıkaracak? Kadından çıkaracak. Kürt erkeğinin kadına yaklaşımının ne olduğunun incelenmesi gerekir. Onun her cinsel ilişkiden anladığı, bir egemenlik ilişkisidir. Cinsel ilişki sürecinde kadın bitmiştir. Hâlbuki cinsellik buna yol açmamalıydı. Cinsellik doğal bir olaydır, fakat tam bir toplumsal, siyasal olaya dönüştürülmüştür. Bu da kadın aleyhine feci sonuçlar vermiştir. Psikolojik anlamda, moral açıdan erkeğe de sahte bir tatmin duygusu ve hakim olma duygusu vermiştir. Böylece toplumsal çelişkileri örtbas etmede, toplumsal çelişkileri sahte bir tarzda çözmede en çok başvurulan bir araç rolünü oynar. Erkekliğiniz bu temelde inşa edilmiştir. Kadınlar özellikle erkeği biçimlendirmede çok esaslı bir rol oynamalıydılar. Çünkü mevcut ilişki ortamında en çok kaybeden kadınlardır. Her zaman belirttiğim gibi, mevcut verili ilişkiler içinde erkek üste çıkar, hakim olur, en zayıf durumda olan kadın, bu ilişki düzeyinden müthiş zarar görür. Bunu önlemenin yolu iyi bir mücadele, iyi bir eğitim, iyi bir terbiye etmedir. Kadın kendisini de, karşısındakini de bunlara tabi tutmalı ve birbirinden güç almalıdır. Toplum bu konuda gerçekten çok ağır sorunlarla karşı karşıyadır. Hemen şunu belirteyim, kadının da bu özgürleşme adımına katılması, yaşadığı muazzam baskıdan dolayıdır. Kadın şu anda çok güçlü katılmak istiyor. Bu büyük demokratikleşme isteğinden, ihtiyacından ileri geliyor. Hiçbirisi artık “benim cinsel tutkularım” diye düşünmüyor. Son bir yılda birçoğu da şehit düştü. Onlar sorunu biraz daha değişik görüyorlar. Köylü kadınıdır, kızıdır, o statüyü parçalamak için ölüm de dahil her şeyi göze alıyorlar. Bundan çıkarılacak dersler vardır. Bugün serhildanlarda kadın öncülük ediyor. Bu, muazzam feodal baskıdan kurtulmak istemesinden ve PKK çizgisinde bulduğu fırsattan dolayıdır. Bunlar önemli gelişmelerdir. Daha dün birbiriyle konuşamayan kadın ve erkeği, biz yan yana yaşatabiliyoruz. Bu büyük bir adım, kesinlikle küçümsenmemeli, mücadelenin yarattığı bu değer gözden kaçırılmamalıdır. Bu her şeyi karşılamıyor, karşılayamaz da. Binlerce yıldır kaybettiklerini, hem de Kürt toplumu gibi bir toplumda tekrar kazanabilmeyi çok kısa süreli bir mücadelede nasıl gerçekleştirebilirim? Çocuk olmayalım, kendi tarihi ve güncel gerçeğimizi göz önüne getirelim. Duyguları, tutkuları kim yaratmıştır? Bu ilişkilerin çoğu televizyon dizilerinde, burjuva basınında faşizme yataklık edilmesi için yaratılmıştır. Her gün hepimize ideolojik bir saldırı vardır. Sizin duygularınız orada şekillenmiş duygulardır. Ortaçağ zihniyetiyle yaklaşın demiyorum, ama bir televizyon ve basın kültürüyle duyguların kamçılanması,

4

tutkuların aşırıya kaçması hiçbir çözüm getirmiyor, tam tersine düşürmeye götürüyor. Yine de devrimci siyasi yaklaşım esas alınmalıdır. Ondan sonra bunun giderek yaşama, sosyal bir ilişkiye indirgenmesi sağlanmalıdır. Bizde bunun başka bir çaresi yoktur.

En cesur yürüyüş kadın yürüyüşüdür Kürt toplumunda aşkın gelişmeyişinin çok somut nedenleri var. Bu konuları alın ve tartışın, hiç tabu değil. Bu konuda PKK saflarında muazzam bir tartışmacı olun. Ben kendimi bu kadar tartışmaya sürerken, bunu tabuları yıkmak için yapıyorum. Kürdistan’da tamamen yeni ilişkilerden bahsetmek gerekiyor, daha önce kadın ilişkisi yoktu. Bırakalı m aşkı, dili dahil hiçbir şeyi yoktu. Bu konuda normal bir düzeyi bile tutturalım dediğimizde kıyamet kopar. Karşımızdaki muhatap, en basit bir hareketini bile bir pazarlama unsuru olarak kullanmaya çalışır. Eğer tedbir alıp dikkat etmezsek, özellikle birçok yönüyle eğitim, ortak mücadele ve emek-değer ilişkisinin gelişmesi sonuç vermezse, geliştireceğimiz ilişkiler polisin işkencesinden daha fazla işkenceye yol açar. Zaten kendiniz de belirtiyorsunuz, “on yıl zindanda direnen çıktı, iki günde bir kadının eline teslim oldu” diyorsunuz. Bazı örneklerde görüldüğü gibi, on yıl işkencenin bitiremediğini böyle bir ilişki bitirebiliyor. Kendime işkence edeyim diye mi bu süreçleri yaşadım. Hayır, ama şunu gördüm; emeğe, çabaya dayanmayan, sadece bir özel ilişkiye dayanan, adına ne denilirse densin feodal ilişkidir, feodal ittifak ilişkisidir, “evlenmişsem iktidara ortak olurum” mantığıdır. Böyle bir ilişki benim için kesinlikle kabul edilemez ve siyasi amaçlarımdan da üstün olamaz. Duygularını ve her türlü güdülerini gerektiğinde siyasi amaçları doğrultusunda kontrol edebilecek kaç kişi vardır? Yaptığında da bunu güçlü bir biçimde yapacak kaç kişi var? Bundan vazgeçeniniz yok denecek kadar az. Değişik ve oldukça yeni duygular şekilleniyor. Ama bunun

Ekim 2014


Özgür Halk Bu konuda sorunum var diye bırak partiye yansıtmayı, tam tersine partiyi bin kat güçlü çıkarmak için muazzam bir mücadele verdim. Kesinlikle özel planla sorunu halletme biçiminde değil, halkın lehine ve kadın özgürlüğü lehine kullanmak için çok usta bir mücadele geliştirdim. Siz bunun farkında mısınız? “PKK’liyim” diyen birçok arkadaşımız var, acaba bu mücadeleyi bu tarzda nasıl geliştirdiğimizi biliyorlar mı? Hatta bilme şurada kalsın, kendine göre kuşku, kendine göre olumsuz sonuçlar çıkarma yanı fazla değil midir? Başka bir biçimde söyleyelim, hangi hareket kadını böyle dağa çıkarabilir veya sokaklarda bu kadar korkusuz yürütebilir? Bu durum Allah’ın sayesinde oluyor diyemezsiniz.

çok iyi kestirebilsin. Bir kızın saflarımızda güvensiz ilişkiler geliştirmesini değil, PKK’de ilişki ne anlama gelir, ilişkinin boyutu nedir, ilişkinin sonuçları nedir, bütün bunları bilip öyle yaklaşmasını istiyoruz. Bu konuda tarafları uyarmak, tarafları eğitmek ve ortamı oldukça özgür ilişkiye, iradeli ilişkiye, seçim ilişkisine uygun hale getirmek en büyük demokratik çalışmadır. Sanıyorum buna da ihtiyaç vardır. Bu uğraşa “gereksiz çabadır” diyebilir misiniz? Sanmıyorum, bu çabalar yeni yeni filizleniyor. Çok açık konuşuyorum, seçim kabiliyetinizi geliştirin. Sizi ezen bir erkek yerine, her bakımdan siyasi amaçlarınıza, sosyal yaşam anlayışınıza, beğeni duyularınıza cevap teşkil edebilecek bir ilişki sistemi geliştirmelisiniz. Bunu aramadan kiminle evleneceksiniz? Kiminle eş-dost olacaksınız, kime aşık olacaksınız? Mümkün değil. Sonuçta kaybeden siz olursunuz. Parti gerçekten savaşan militan ister, başına bela oldunuz mu sizi dıştalar. Elbette bir kadroya, bir yöneticiye takılarak yaşamak isterseniz bu, PKK’nin özgürlük anlayışı içinde yer bulamaz.

Cizre din duygularının en güçlü olduğu bir yerdir, Kürtan’da dinin merkezidir. Ve bu merkez beş yüz-altı yüz yıl rolünü oynamıştır. 1987’ye kadar bırakalım Cizre’de kadını, Cizreli tek bir erkeğin bile dinin etkisinden dolayı PKK’yle dostluğunun olmadığı biliniyor. Biz oraya bir bayan arkadaş yolladık. Bu bayan yanımıza geldiğinde, aslında ilkokul düzeyinde bir eğitimi bile Bütün bunlar son tahlilde demokratik yoktu. Sadece bacısının çocuklarına bir tercihe yol açma çabalarıdır. Buna hizmet etmek için Avrupa’ya götübağlı duygular, sevgiler gelişebilir. Kürt erkeğine rülmüş, orada partiyle tanışmış ve Kaldı ki en büyük aşklarınızın ne yanımıza gelmişti. Biz bir şeyler bakın, normal olması gerektiği bilinmektedir. vermeye çalıştık. Gitti ve çabakonuşmalardan, Bu büyük aşklarınızın gereğini ladı. Bilindiği gibi, Cizre’yi ilk yapmazsanız, diğer bireysel tartışmadan uzaktır; kadına etkileyen olay böyle gelişti. ve küçük aşklara fırsat bulasaygıdan uzaktır. Neden? Kadının bir şeyler vermesi, mazsınız. ardından çok feci bir biçimDüşürülmüş erkek, bastırılmış de hakarete uğraması, öldüÇok somut ve mütevazıca erkek, sürekli despotizmle rülmesi, cesedinin çırılçıplak belirteyim, bugün bu kadar sindirilmiş erkek, bu edilip halkın duygularına dakadın, bu kadar kız bize bağyatılması sonucunda derinden lı, hepsi ölüme de gidiyorlar; hıncını kimden bilinen o muazzam öfke patladı. son süreçte de en kahramanca çıkaracak? Kadından Ve Cizre kadınını bugün en önde eylemleri yapanlar onlardır. Son çıkaracak. yürüyen bir kadın durumuna getirolaydan bir gün önce hem Roza’yla di. Bu bizim yaklaşımımızla çok yakın(Fatma Zeyto), hem Berivan’la (Binevş dan bağlantılıdır. Cizre kadını beş yüz yıl Agal) telefonla konuşmuştum. Kesinlikle böyle yaşadı da, neden ‘88’den itibaren tariÖnderlik gerçeğine bağlılıkları temelinde ve hi bir hamleye kalktı? Bu olayla ilgili gelişmeler ve o düşmana teslim olmamak için bombayı kendileolayın düzenlenişi yıllarca süren bir çabaya dayanır. Şimdi rinde patlattılar. Ben bunu ister miydim? Hayır! Bana göre yüzlercesi dağa da çıkıyor ve en cesur yürüyüş kadın yü- daha değişik hareket edebilmeliydiler. Ama burada bir dirüyüşüdür. İçinden çok özgür kadınlar, hepinizin sevebile- renişçi anlayış var. Kürdistan kadını, Önderlik gerçeğine en ceği değerler çıkacaktır; bugün çıkmazsa yarın çıkacaktır. çok bağlı olan kesimdir ve Önderlik gerçeğini biraz büyüten kadındır. Bu örneği şunun için gösteriyorum; özgürlük olayının gelişmesi, çoğu arkadaşımızın kestiremediği kadar sahamız9 Mart 1992 da yürüttüğümüz çalışmalarla oldukça bağlantılıdır. Bu anlayışın kendi içinde yıllarca mücadeleyi yaşaması gibi bir gerçekle bağlantısı vardır. Örnekler çoğalıyor, giderek bir sosyal yaşam biçimine de dönüşebilir. O oluşmayan Kürt aşkları dediğiniz aşklar, büyük ihtimalle bu temelde ortaya çıkar, çıkabilir. Biz aşk konusunda gerçekçiyiz. Kadın istediği kadar beğeni gücünde ve seçme kabiliyetinde olmalıdır. Bu yaşantıyı böyle disipline etmemizin bir anlamı da sizi çok sıkmak ve zorlamak değil, bir kadında, bir kızda seçim gücünü geliştirebilmektir. Hem kendini, olayları, olguları tahlil edebilir, tavır alabilir kadar güçlü hissetsin hem de geliştirebileceği ilişkilerin sonuçlarını

Ekim 2014

5


Özgür Halk

Kobanê Direnişi, Özgürlük, Demokrasi ve Sosyalizm Mücadelesinde Yeni Bir Dönem Başlatmıştır Mustafa Karasu

Tarihte Ortadoğu’da kim hakim olmuşsa o dünya imparatorluğu olma yolunda ilerlemiştir. Tarihte Ortadoğu’ya hakim olunmadan ya da Ortadoğu’da belli düzeyde belli bir güce ulaşmadan dünya siyasetinde etkili olunmamıştır. Kuşkusuz dünyanın başka önemli bölgeleri vardır; ama Ortadoğu önemini her zaman korumuştur. Günümüzde de Ortadoğu’da hakimiyet savaşları sürmektedir. Son 20-30 yıl bile bu gerçeği ortaya koymaktadır. ABD büyük müdahalelerini Afganistan ve Irak’a yapmış, ama başarılı olamamıştır. Şu andaki Irak’ın durumu bile bu gerçeği ortaya koymaktadır. Ortadoğu’da halkların hem emperyalist güçleri, hem bölgenin despotik statükocu güçlerine karşı ayaklanması, doğru bir öncülük olmadığından alternatif bir hareket ortaya çıkaramamıştır. Bu durumdan hem kapitalist modernist güçler, hem de yaşanan otorite boşluğundan güç olmak isteyen İslam maskeli yeni iktidarcı devletçi güç odakları yararlanmak istemiştir. İki yüzyıllık kapitalist modernist sistemin kurduğu dengeler dağılırken, sorunları yaratan modernist güçlerin bölgede çözüm gücü olmaları mümkün değildir. İşbirlikçi İslam projesi de büyük oranda çökmüştür. İşbirlikçi ajan İslam da kabullenilmemektedir. İslam’ı yeni bir iktidar aracı olarak kullanmak isteyenler belli bir güç olmaya çalışsalar de onlar da esas olarak toplumlar tarafından kabul görmemektedirler. Zaten iktidar amacı peşinde koştuklarından her güç ta-

6

rafından kullanılmaya uygundurlar. Şu anda Ortadoğu’da eski statükocu güçler bir türlü hakimiyet ve istikrarlı bir siyasi durum yaratamıyorlar. Sorunları ağırlaştırmaktan başka bir rol oynayamıyorlar. İslami söylemle siyasi boşluklardan yararlanıp güç olmak isteyenler de ne halkların ne de dış güçlerin kabul edeceği bir konumdadırlar. IŞİD bunun en somut ifadesidir.

Kürtlere IŞİD’i esas saldırtanın Türkiye olduğu tartışmasızdır

IŞİD, kapitalist modernitenin gübreliğinde yetişmiştir. Kapitalist modernitenin iki yüzyıl içinde Ortadoğu’yu getirdiği durum ortadadır. Ortadoğu’da yaşanan kaos kapitalist modernitenin eseridir. Ortadoğu’nun siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik dengelerini bozmuştur. I. Dünya Savaşı sonrası çizilen sınırlar ulusların, halkların, toplumların ihtiyacına göre şekillenmemiştir. Milliyetçi, ulus-devlet şovenizmiyle kurulan devletler ulusların ihtiyacını bile karşılamamıştır. Ortadoğu’nun en kadim halkları olan Kürtlerin ve Arapların bölünmesi buna örnektir. Hem uluslar parçalanmış hem de birbirine düşman edilmiştir. Bugüne kadar da bu yapılanma üzerinden Ortadoğu’da hakimiyet kurulmuştur.

Ekim 2014


Özgür Halk 20. yüzyılın sonuna kadar üzerinde hakimiyet kurulan siyasal yapılanma, özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra kapitalist modernist sistemin de ihtiyaçlarını karşılamamıştır. Kapitalist sistemin sermayenin serbest ve güvenli dolaşımı ve tüketim toplumunun derinleştirilmesi konusunda farklı işbirlikçi model arayışları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Büyük Ortadoğu Projesiyle yeniden dizayn edilmek istenmiştir. Ancak yakın zamana kadarki tüm müdahaleler sonuçsuz kalmıştır. Suriye’de Baas rejimi yıkılmak istenmiş, ama alternatif yaratılamamıştır. Libya’da da durum kontrolden çıkmıştır. Irak’ta da bir türlü istikrar kurulamamıştır. Bunun üzerine IŞİD kullanılarak, IŞİD’in büyümesine göz yumularak Irak ve Suriye’de belli parçalara bölünme temelinde kontrol edilecek yeni dengeler oluşturulup hem bu ülkeler, hem de Ortadoğu daha kolay yönetilir hale getirilmek istenmiştir. Sistemin bu yeni politikası karşısında Suriye Baas rejimi de IŞİD tehdidini göstererek kendini ayakta tutmaya çalışmıştır. Türkiye IŞİD üzerinden Sünni bir eksen yaratıp bölgede etkili olmak istemiştir. KDP, IŞİD Rojava Devrimini yıksın, bunun üzerine ben oturayım diye düşünmüş, IŞİD’in Rojava Devrimi düşmanlığından hoşlanmış, hatta tercih etmiştir. Türkiye ve KDP Musul’un ele geçirilmesi sonrasına kadar IŞİD’i ortak düşman Maliki yönetimine karşı kullanmışlardır. Özcesi Kürt Halk Önderinin belirttiği gibi bölgesel ve uluslararası güçlerin ortak fahişesi olarak herkes tarafından kullanılmıştır. Ancak sonuçta herkesin kucağında büyüyen IŞİD, Türkiye dışında herkesin çıkarını tehdit eder duruma gelmiştir.

dernist, hem statükocu güçler, hem de İslam’ı yeni bir iktidar gücü olarak kullanmak isteyen IŞİD gibi güçlerin halk düşmanı politikaları karşısında duracak tek proje Kürt Özgürlük Hareketi’ne aittir. IŞİD bunu da görünce Özgürlük Hareketi düşmanı olan Türkiye ile birlikte Rojava Devrimini yıkmada ortaklaşmışlardır. Kobanê saldırısının konsolosluk rehinelerinin bırakılacağı günlere denk gelmesi de bununla ilgilidir.

Musul’dan sonra başta Şengal olmak üzere tüm Güney Kürdistan’a yönelmesi, Irak’ın birçok alanını ele geçirmesi, Suriye’de birçok yeri ardı sıra düşürmesi ardından Rojava Devrimi ve Kobanê’ye yönelmesi, IŞİD’in durdurulması gereken bir güç olduğu konusunda Türkiye dışında her güç fikir birliği içine girmiştir. IŞİD, Arap dünyasındaki büyük karamsarlık ve çözümsüzlük ortamında insan gücünü fazlasıyla bulmuş, Irak ve Suriye devletlerinin silahlarına da el koyarak kendisini İslam dünyasının halife devleti ilan etmiştir.

IŞİD’in arkasında kim olursa olsun, IŞİD; karşı devrimci, faşist bir örgüttür. Halk düşmanı ve sorunları daha da ağırlaştıran karakteriyle Ortadoğu’daki kaos durumunu tam bir devrimci durum haline getirmiştir. Hatta var olan devrimci durumu daha da derinleştirmiş; ancak devrimci hamlelerle sonuç alınacak bir toplumsal, siyasal, kültürel ve ulusal durum yaratmıştır. Bu karakteriyle devrimle karşı devrimin hesaplaşacağı bir kördüğüm haline gelmiştir. Ya bu karşı devrim Ortadoğu halklarına faşist karanlık bir dönem yaşatacaktır ya da yenilgiye uğratılarak Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi çağının yaratılmasının tahrik edici müsebbibi olacaktır. Kapitalist modernite gübreliğinde yetiştiği için bu karşı devrim gücünün tasfiye edilmesi, kapitalist modernite gübreliğinden temizlenmesi anlamına gelecektir.

Türkiye’nin IŞİD ile ittifakını açık ve dolaylı sürdürmesi, Kürt düşmanlığında birleşmeleri sonucudur. Türk devleti için tüm Kürt düşmanları Türkiye’nin ittifakıdır ya da Türkiye her Kürt düşmanı ile buluşmaktadır. Türk devletinin Kürt sorununu çözme politikası olmadığı müddetçe bu politikayı sürdürecektir. IŞİD karşısında Rojava Devrimini bulmuştur. Güney Kürdistan’a saldırdığında da yine karşısında Kürt Özgürlük Hareketi’ni bulmuştur. Şengal’e, Maxmur ve Hewler’e yöneldiğinde, Kerkük ve diğer alanlarda gerillaları karşısında bulmuştur. Öte yandan Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’da önüne çıkacak tek ideolojik ve siyasi projedir. Demokratik ulus projesiyle tüm halklar için çekim gücü haline gelmiştir. Ortadoğu kaosundan hem kapitalist mo-

Ekim 2014

IŞİD’i Kobanê’ye saldırtan güçlerin başında da Türkiye gelmektedir. Başka güçlerin de IŞİD’i buraya yönlendirmesi ihtimali vardır. Zaten IŞİD’i kullananlar, IŞİD’i frenlemek için de en dinamik gücün Kürtler olduğunun farkındadırlar. Ortadoğu’da her türlü çirkin politika ve oyunlar bilindiğinden bu da ihtimal dahilindedir. Ama Kürtlere IŞİD’i esas saldırtanın Türkiye olduğu tartışmasızdır. Türkiye hem Rojava Devrimini boğmak, hem de Kürt Özgürlük Hareketi’ni bu çatışma içinde yıpratmak ve bu temelde rahatlamak istemiştir. Bu açıdan IŞİD’in Türkiye adına bir vekalet savaşı yürüttüğü de kesindir. Rojava Devrimini yıkma hedefi olduğundan tabii ki bu saldırganlığa direnilecektir. Bu direnmeden birçok gücün de yararlanacağı ve yararlandığı kesindir. Irak, İran ve Suriye de bu güçlerin içindedir. Koalisyon güçleri zaten IŞİD’i hedeflediklerini açık ilan etmişlerdir.

IŞİD’e karşı savaşan yegane güç Kürt Özgürlük Hareketi’nin merkezinde olduğu Kürt güçleridir

IŞİD faşist karakteriyle II. Dünya Savaşı öncesi olduğu gibi kendi dışındaki tüm siyasi güçlerin düşmanı haline gelmiştir. Herkes için tehlikelidir. Ancak bu tehlikeyi bertaraf edecek, bu güce karşı savaşacak yegane güç de Kürt Özgürlük Hareketi’nin merkezinde olduğu Kürt güçleridir. Bu bakımdan Kürt Özgürlük Hareketi ve bir bütün olarak Kürtler, II. Dünya Savaşında faşizme karşı direnen ve faşizmin yenilgisinde belirleyici role sahip olan Sovyetlerin konumundadırlar. Bu bakımdan

7


Özgür Halk ABD ve Avrupa ülkeleri IŞİD’e karşı koalisyon kursalar da IŞİD’e karşı savaşın merkezinde Kürt Özgürlük Hareketi vardır. O güçleri etrafında toplanmaya mecbur eden Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişidir. Bu açıdan Kobanê Direnişine Stalingrad benzetmesi yapılması mevcut durumda daha da anlamlı ve isabetli olmaktadır. IŞİD’e karşı mücadele ederken bazı hususlara özellikle dikkat etmek gerekmektedir. IŞİD’e karşı savaşırken ne İslam’ın Sünni mezhebine ne de Araplara karşı bir tutum alınıyormuş ve bu nedenle mücadele veriliyormuş gibi bir izlenim yaratmamak, çeşitli güçlerin yaratacağı bu tür provokasyonlara gelmemek gerekiyor. Öte yandan IŞİD’e karşı mücadeleyi sadece silahlı anlamda değil, ideolojik, politik ve kültürel alanda da yürütmek gerekmektedir. Bunun için de İslam’ın demokratik ve kültürel özüne sahiplenmek, bu değerleri demokratik sosyalizmin değerleri haline getirmek çok önemlidir. Ancak böyle bir yaklaşım içinde olunduğunda IŞİD’e karşı doğru ve sonuç alıcı bir mücadele verilebilir.

önlemesi tüm dünyanın dikkatini çekmiş ve sempatiyle karşılanmıştır. Sadece Êzıdi Kürtlere değil, Şii Türkmenlere sahip çıkması, Şengal Êzıdilerinin olduğu kadar, Tel Affer Türkmenlerinin ve Ninova Asurilerinin de demokratik özerkliğini savunması Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasi zihniyeti ve demokratik karakterini ortaya koymuştur. Şengal’de gösterilen tutumla böyle bir tanınma sonrası büyük Kobanê Direnişi de gelişince Kürt Özgürlük Hareketi’nin YPG şahsında siyasi kimliği ve karakterinin daha fazla tartışılması ve dünya halklarının sevgi ve coşkuyla sahiplendiği bir hareket haline gelmesi durumu yaşanmıştır.

IŞİD’in tüm gücü Kobanê barikatlarına çarpmış ve kırılmıştır

Kobanê’nin kısa sürede düşmesi hedeflenmişti. Öyle ki KDP’nin yayın organları Kobanê’nin kısa sürede düşmesinin peşmergelerin IŞİD karşısında kaçışının yarattığı Şengal utancını hafifleteceğini düşünüyorlardı. Kobanê’de direnip yaralanan komutanın bile kaçtığını söyleyerek niyet ve beklentilerini ortaya Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokrakoyuyorlardı. Böylece PKK ve Kürt Öztik ulus modeli Rojava Devriminde gürlük Hareketi’nin kazandığı itibar somutlaşarak Ortadoğu kaoyıkılacak, kendilerinin Kürdistan KDP, IŞİD Rojava sundan çıkışta en çözümleyici toplumunda zayıflayan imajlarDevrimini yıksın, bunun model olarak etkisini ortaya ları Kobanê yenilgisi üzerinden üzerine ben oturayım diye koymuştur. Bu açıdan tüm düzeltilecekti. Böyle bencil, farklı inanç ve etnik topdar ve basit çıkarcı yakladüşünmüş, IŞİD’in Rojava Devrimi lulukların eşitlik, özgürlük şımlar gösterildi. Türkiye ise düşmanlığından hoşlanmış, hatta ve demokrasi içinde yaKobanê’nin düşürülmesi ve tercih etmiştir. Türkiye ve KDP şamasını sağlayacak bu Rojava Devriminin dağıtılMusul’un ele geçirilmesi sonrasına model IŞİD’in saldırılarınması için IŞİD’i saldırtmıştı. dan sonra daha da önemli Nitekim Tayyip Erdoğan “Kokadar IŞİD’i ortak düşman hale gelmiştir. Bu yönüyle banê düştü, düşecek” diyerek Maliki yönetimine karşı IŞİD’e karşı mücadele, aynı neredeyse zil takıp oynuyorkullanmışlardır. zamanda bu model etrafında du. Koalisyon güçleri de planlahalkların direnişini ve birliğini de malarını kısa sürede Kobanê’nin getirecek bir sonuç verecektir. düşmesi üzerine kumuşlardı. Ancak Kobanê’nin kahramanları tüm bu beklenEğer bugün Kobanê Direnişi tüm dünya tileri, hesapları ve planları altüst etti. Özellikle halklarının gündemine oturmuşsa, başta Türkiye halk- Türkiye’yi hayal kırıklığına uğrattı. Kobanê’nin düşeceları olmak üzere bölgenin demokrasi güçlerinde heye- ği üzerine politikalarını belirleyen ve hesaplarını buna can yaratmışsa, bunu IŞİD’e karşı gösterdiği askeri di- göre yapan Türkiye tam bir boşluğa düştü. Amiyane renişle açıklamak yetersiz kalır. Kuşkusuz Kobanê’de deyimle tam bir eşekten düşmüşe döndü. Müttefiki ve gösterilen askeri direniş kahramancadır, fedaicedir; koalisyon ortaklarıyla karşı karşıya geldi. hiçbir gücün gerçekleştiremeyeceği bir direniş gösterilmektedir. Bu da halkları IŞİD faşizmine ve her türlü Hesaplarını Kobanê kısa sürede düşsün, IŞİD güçgerici ve baskıcı güçlere karşı cesaretlendirmekte- lensin ve herkes bana muhtaç olsun üzerine yapan dir. Ancak şu anda Kürt Özgürlük Hareketi’nin dünya Türkiye, koalisyon güçlerinin politikalarını da boşa çıhalklarını etkilemesi ve gündemi belirlemesinin önemli karmaya çalışmıştır. Kürt karşıtlığı nedeniyle IŞİD’in nedeni siyasi düşüncesi ve farklı inanç, kültür ve kim- kazanmasını istemesi, bunun üzerinden koalisyon liklere demokratik ve özgürlükçü yaklaşmasıdır. güçlerine şantaj yapan ve politikalarını boşa çıkarma tutumunun görülmesi Türkiye’ye karşı uluslararası Kürt Özgürlük Hareketi’nin Şengal’de büyük bir kahra- alanda tepkileri de arttırmıştır. Neredeyse Türkiye’ye manlıkla Êzıdilerin imdadına yetişmesi ve bir soykırımı yönelik bir tepki patlaması ortaya çıkmıştır. Bunu en

8

Ekim 2014


Özgür Halk somut olarak Batı basınında görmek mümkündür. Kobanê Direnişi uzun sürdükçe Türkiye kendi kurduğu tuzağa düşmüş, battıkça batmıştır. IŞİD ise büyük darbeler yiyerek siyasi etkisini ve gücünü yitirmiştir. Bu öfkeyle Suriye’deki tüm gücünü Kobanê üzerine sürmüştür. IŞİD’in tüm gücü Kobanê barikatlarına çarpmış ve kırılmıştır. Daha şimdiden Kobanê kazanmış ve IŞİD yenilmiştir. IŞİD bunu görmenin çıldırışıyla hala her gün her yerden topladığı gücünü getirip Kobanê barikatlarının üzerine sürmektedir.

Türkiye’de Kobanê etrafında demokrasi güçlerinin birliği gerçekleşmiştir

Bu direniş Türkiye’deki devrimcileri, demokratları, kadınları, gençleri, emekçileri, aydınları, yazarları, tüm farklı inanç ve ezilen etnik toplulukları da Kobanê etrafında birleştirmiştir. Türkiye’de Kobanê etrafında demokrasi güçlerinin birliği gerçekleşmiştir. Ulusalcı, milliyetçi, bazı sol ya da sosyal faşistler dışında tüm sol demokratik güçler Kobanê Direnişine destek vermek için büyük çaba göstermişlerdir. Türkiye halkı ve demokrasi güçleri bu tutumlarıyla Kobanê Direnişine büyük bir moral destek olmuşlardır. Suruç sınırına gelmeleri, Kobanê’ye kadar gitmeleri, Türkiye’nin her yerinde Kobanê Direnişine destek gösterileri yapmaları çok önemlidir. Türkiye’de şimdiye kadar derin devlet, özel harp merkezi, JİTEM ve Kürt’ü soykırıma uğratmak isteyen tüm güçler Türkiye’nin demokrasi güçleriyle Kürt Özgürlük Hareketi arasında baraj kurmak istemişlerdi. Bunu da özellikle son otuz yılda önemli düzeyde başarmışlardı. Türkiye bugün hala özgür ve demokratik bir ülke haline gelmemişse, bunun en önemli nedeni, Türkiye demokrasi güçleriyle Kürt Özgürlük Hareketi arasında kurulan barikatlardır. Kuşkusuz bu durum, Kürt sorununun çözümünü de olumsuz etkilemiştir. Zaten bu baraj ve barikatlar Kürt sorununun çözümünü engellemek için kurulmuştur. İşte Kobanê Direnişi

Ekim 2014

bu barikatı önemli oranda kırmıştır, aşmıştır. Bunun Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde mutlaka olumlu sonuçları olacaktır. Kobanê Direnişinin Türkiye halklarıyla, demokrasi güçleriyle Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin buluşturması; özgür ve demokratik ortamda birlikte yaşamasını sağlamada büyük bir rolü olacaktır. Bunun çimentosu da Kobanê Direnişinde şehit düşen Suphi Nejat Ağırnaslı olacaktır. Suphi Nejat yoldaş da Türkiye halkıyla Kürt halkının mücadele birliğinin ortak vatanda, eşit, özgür ve demokratik yaşam iradesini Haki Karer ve Kemal Pir gibi güçlendirmiştir. Bu mücadele birliği, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yükseltmesini daha fazla sağlayarak sadece Türkiye halklarının değil, Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşam birliğinin gerekçesi ve sembolü olacaktır. Kobanê Direnişi sadece Türkiye’nin sol ve demokrasi güçlerini değil, dünyanın tüm sol güçlerini de harekete geçirmiştir. Sadece sol demokratlar değil, tüm demokrasi güçleri, kadınlar, gençler, emekçiler ve aydınlar da Kobanê etrafında bir demokrasi cephesi kurmuşlardır. II. Dünya Savaşında yaratılan demokrasi cephesi, Kobanê Direnişi etrafında kurulmuştur. Kobanê Direnişi, Önder Apo’nun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin ideolojik, teorik ve siyasi düşüncelerinin öğrenilmesine hizmet ettiği gibi, demokrasi güçlerinin mücadele potansiyelini açığa çıkarıp harekete geçirmiştir. Dünyada halkların, demokrasi güçlerinin ve aydınların Kobanê Direnişine destek olması bu direnişin direncini daha da arttırmıştır. Bu destekler ve Kobanê Direnişi etrafında halkların kalbinin atması kuşkusuz her türlü silah ve maddi destekten daha değerlidir. Halkların ve demokrasi güçlerinin bu desteği olmazsa silahı kullanacak yüksek moralli militanlık ve direniş gösterilemez. Kuşkusuz bu direniş ruhu Önder Apo çizgisindeki PKK militanlığında vardır. PKK direniş ruhu fedailiktir, en zor koşullarda direnme iradesidir. PKK zaten koşullar ne kadar zor olursa olsun, direnme, mücadele etme ve kazanmanın adıdır. PKK’nin mücadele tarzı ve felsefesi, hatta en önemli güç kaynağı “koşullar ne olursa olsun direnip başarma ruhudur”. En temel gücü budur. Bu olmadığında en güçlü silahları, parası ve her şeyi de olsa kaybeder. Çünkü Kürdistan’da başarmanın kanunu, zor koşullarda direnip başarmanın tarzı ve ruhudur. Bu, Kürdistan devriminin başarı ve kazanma kanunudur.

9


Özgür Halk Ancak bölge ve dünya halklarının, sosyalistlerinin, devrimcilerinin, demokratlarının, aydınlarının desteği bu ruhu ve iradeyi daha da güçlendirmektedir. Nitekim Kobanê Direnişinin kahramanca sürmesinde bu desteğin payı da inkar edilemez büyüklükte olmuştur. Kürdistan Özgürlük Hareketi bunları unutmayacak, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm çizgisini bu moral güce dayanarak koruyacak, geliştirecek ve daha fazla güçlendirecektir.

Sınırlar anlamsızlaşmış ve Kürdistan birleşmiştir

Kobanê Direnişinin tüm dünya sosyalistlerini, demokrasi güçlerini duyarlı hale getirmesi, Özgürlük Hareketi’nin sosyalist güçlerle ve demokrasi güçleriyle ilişki geliştirme ve ortak mücadele etme imkanlarını arttırmıştır. Kobanê Direnişinin yarattığı zemin üzerinden bu ilişkileri geliştirmek ve birbirine güç veren ilişki, birlik ve dayanışmayı geliştirmek mümkün hale gelmiştir. Halklar ve devrimci güçler arası yeni ilişki ve birlikler bu zemin üzerinden kurulabilir. Bu nedenle bu ilişkileri geliştirmek ve süreklileştirmek de Kobanê’de şehit düşen devrimcilerin anısına bağlılığın gereği ve sorumluluğu olacaktır. Kobanê Direnişinin Özgürlük Hareketi’nin kırk yıllık mücadelesinin ve halkımızın yüz yıllık özlemi olan ulusal birlik ve ortak mücadele hedefini somut etkilemiş ve görünür hale getirmiştir. Kürdistan’ın dört parçası uluslararası komplodan sonra ilk defa bu düzeyde ayağa kalkmıştır. Komplonun yarattığı ortak ruh Kobanê direnişiyle yeni bir sıçrama yapmıştır. Kürt halkı Kobanê Direnişi etrafında yeni bir ruh, kimlik ve değerler manzumesi kazanmıştır. Kürt halkı kimliğini yeni değerlerle güçlendirmiş ve zenginleştirmiştir. Kürt ulusal karakterinde yeni bir gelişme yaşanmıştır. Kobanê Direnişi bu açıdan da anlamlı ve tarihsel değerdedir. Doğu Kürdistan halkının 1980’li yılların başındaki ayağa kalkıştan sonra ilk defa bu düzeyde ayağa kalkması, Kürt ulusal duygularının, ulusal birliğin ve demokratik ulus değerlerinin ne düzeye geldiğini de ortaya koymuştur. Kürt’ün dört parçada dirilişinin kanıtlanması olmuştur. Kürt’ün dört parçada özgür ve demokratik yaşamdaki ısrarlılığının kararlılığı herkes tarafından görülmüştür. Bu durum tüm Kürt düşmanlarını ürkütmüştür. En fazla da kültürel soykırımcı Türk sömürgeciliğini ürkütmüştür. Artık dört parçada bütündür. Sınırlar anlamsızlaşmış ve Kürdistan birleşmiştir. Kürtler bundan sonra sınırları sorun yapmadan her konuda birlik tutumlarını ortaya koyacaklardır. Yüz yıl önce dört parçaya bölünmelerinin yarattığı ruh hali ve düşünme tarzı Kobanê Direnişiyle yıkılmıştır. Bunun da en büyük kazanım olduğu açıktır. Güney Kürdistan’da var olan ilkel milliyetçi, sadece bir iki

10

şehirde hegemonya kurup ailesel, aşiretsel yaşamayı esas alan, petrol gelirleriyle bunu işbirlikçi burjuva yaşam biçimiyle sürdürmeyi düşünen yaklaşım ve politikalar da Güney Kürdistan halkının tutumuyla giderek aşılmaktadır. Bu yönüyle Güney Kürdistan’da da yeni bir ulusal demokratik ruh şekillenmektedir. Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişinde başta Avrupa’da olmak üzere yurtdışındaki Kürtler de önemli rol oynamışlardır. Hem süreklileşen gösterileriyle, hem yürüttükleri diplomasiyle Kobanê Direnişine önemli bir güç katmışlardır. Avrupa’daki halkımız 1990’lı yılların başında Türk devletinin yürüttüğü kirli savaşa karşı mücadeleye benzer düzeyde bir mücadeleyi de bu defa Kobanê Direnişine sahiplenerek göstermiştir. Avrupa’daki Kürt halkının, Kürdistan halkının Özgürlük Mücadelesi açısından ne kadar değerli olduğu, Kobanê Direnişine karşı duyarlılığı ve desteğiyle bir daha görülmüştür. Önder Apo’nun 5. Savunmasında Avrupa ve Rojava halklarını özel olarak anması ve selamlaması bugün daha anlamlı ve anlaşılır hale gelmiştir. Bakûrê Kürdistan ve Türkiye metropollerinde Kürdistan halkının ve Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ayağa kalkışı, Kürdistan özgürlük tarihinin en büyük özgürlük serhildanını gerçekleştirmesi, Kobanê Direnişi etrafında gelişen mücadelenin zirvesi olmuştur. Kürt halkı 7’den 70’e kadın-erkek ayağa kalkarak Kobanê’deki direnişi sahiplenmiştir. Kobanê-Suruç sınırında başlayan direniş tüm Kürdistan ve Türkiye’ye yayılarak tam bir ulusal ve demokratik ayaklanmaya dönüşmüştür. Serihldan gerçek anlamda tüm Bakûrê Kürdistan ve Türkiye’de boydan boya gelişmiştir. Kürt halkının gücü, özgür ve demokratik yaşamdaki ısrarı bir daha görülmüştür. Kürdistan’ın birçok şehri ve kasabası özgür Kürt’ün denetimine girmiştir. Halk şehirleri, kasabaları kontrolü altına almıştır. Kürt halkının özgürlük gücünün ne düzeyde, ne kuvvette olduğunu dost düşman herkes görmüştür. Kürt’ün yeni değerlerle güçlenmesi ve kendini daha üst düzeyde yeniden şekillendirmesi en fazla da Kuzey Kürdistan’da gerçekleşmiştir. 6-7 Ekim serhildanları Kürt halkının Kürt sorununun çözümünde ne kadar ısrarlı ve kararlı olduğunu, Kürtlerin artık eski statüde tutulamayacağını başta Türkiye olmak üzere her siyasi güce göstermiştir. Kırk yıllık mücadelenin nasıl bir özgürlüğüne aşık Kürt halk gerçekliği yarattığını gözler önüne sermiştir. Serhildanlar bu tutum ve gücüyle Önder Apo’nun demokratik siyasi çözüm çabalarına en büyük desteği sunmuştur. Demokratik çözüm çabalarını istismar eden, oyalama ve aldatma oyunu haline getiren AKP hükümetine de ciddi bir uyarı olmuştur. AKP’ye bu oyundan, bu politikadan vazgeç, bunun sonu yoktur, bu politikada ısrar edersen çok büyük kaybedersin mesajı verilmiştir. Kuşkusuz serhildan pratiğinin diğer boyutları konusun-

Ekim 2014


Özgür Halk da ayrıca değerlendirmeler yapılabilir. Ancak sonuçlarının ve etkisinin muazzam olduğu tartışmasızdır. Bundan sonraki siyasal gelişmeleri fazlasıyla etkileyecektir. Serhildanların ortaya çıkardığı ortam iyi değerlendirilir, örgütlendirilir ve süreklileşen etkili bir direniş çizgisi ortaya konulursa her alandaki kazanım ve gelişmeler de katlanarak artar. Bu serhildanların Kobanê Direnişine verdiği büyük destek tartışmasızdır.

Kobanê Direnişi II. Dünya Savaşında olduğu gibi faşizme karşı mücadelede herkesi etrafında toplamıştır Kobanê Direnişinin Türkiye ve dünyadaki etkileri, tüm Kürdistan halklarını birleştirmesi koalisyon güçlerinin Kobanê’de IŞİD hedeflerine saldırılar yapılmasını sağlatmıştır. IŞİD’e karşı kurulduğu söylenen koalisyon ya teşhir olacaktı ya da Kobanê etrafında açık olan IŞİD hedeflerine saldıracaktı. Koalisyon saldırmak zorunda Kobanê Direnişi, Bakûrê Kürdistan ve Türkiye’deki kalmıştır. 20-25 gün boyunca hiç saldırmamıştır, ya serhildanlar Alevileri de derinden etkilemiştir. Kobanê da bu dönemde yaptıkları hava saldırıları hiç etkili olDirenişi Alevileri de Özgürlük Hareketi etrafında top- mamıştır. Hatta IŞİD’i daha saldırgan kılmıştır. Ancak lamıştır. Alevilerin CHP ve devletten uzaklaşarak Kürt direniş uzayıp dünya kamuoyuna oturunca koalisyon halkı ve Özgürlük Hareketiyle yakınlaşma süreci başuçakları daha etkili vuruşlar yapmaya başlamıştır. Her lamıştır. Alevileri Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzak gücün bir hafta on günde Kobanê’nin düşeceğini bektutma, hatta karşıt hale getirme çabaları iflas ettirilmiştir. Bu da Aleviler açısından çok önemli gelişmeler lediği dikkate alındığında uçaklar verilen düşme tarihi ortaya çıkaracaktır. Hem kendi kafaları ve ayakların- içinde hiçbir etkili vurup yapmamışlardır. Kobanê Direnişi, tüm dünyanın demokrasi güçlerinin ve vicdanlı daki prangaları parçalayacak, hem daha doğru kamuoyunun gündemi haline gelince artık ABD politika ve örgütlenme içine girmelerini de bu kamuoyundan kopmamak için Kobanê sağlayacak, hem de demokrasi mücadelesinde daha etkin çevresinde IŞİD’e saldırmıştır. Kobanê olmalarını getirecektir. Bu Direnişi II. Dünya Savaşında olduğu gerçeğin de görülerek Alegibi faşizme karşı mücadelede herSuphi Nejat vilerle ilgili politikaların kesi etrafında toplamıştır. Bu direyoldaş da Türkiye daha da geliştirilmesi, niş etrafında daha görünür hale Alevi kurumlarıyla ilişhalkıyla Kürt halkının gelen cepheye görüşleri farklı kilerin süreklileşmesi olanların katılmaları, faşizme mücadele birliğinin önemlidir. Alevi topkarşı ortak tutumun sonucu olalumunda var olan özortak vatanda,eşit, özgür ve rak görülmelidir. Yoksa ortada gürlük ve demokrasi ne siyasi, ne ideolojik, ne amaç demokratik yaşam iradesini Haki potansiyeli Kobanê Dibirliği vardır. Tek ortak yan, ya Karer ve Kemal Pir renişinden sonra daha da ortak amaç IŞİD’le ortak müfazla açığa çıkacaktır. cadelede birleşmektir. Var olan gibi güçlendirmiştir. Bu nedenle Kürt Özgüraynı hedefe karşı mücadelede aynı lük Hareketi ve demokrasi safta olmaktır. güçlerinin Alevilerle ilişkilerini daha sürekli, kalıcı ve organik Bazı çevreler ortaya çıkan somut durumu bağhale getirmesi gerekir. Kuşkusuz kenlamından koparıp PYD, YPG, HPG, PKK ABD ile di özgünlüklerinde örgütlenmelidirler. Ancak deaynı safta buluştu diyerek kafa bulandırmaya çalışmakmokrasi ve özgürlük mücadelesinde ise ortaklaşılacak tadırlar. Bazı samimi kaygıları olanlar bulunsa da bu tür ve ortak mücadele verilecektir. Çünkü Alevilerin var- söylemleri dillendirenler esasta Kürt düşmanlığı yapan lığının, kimliğinin, inancının ve kültürünün güvencesi çevrelerdir. Kürt Özgürlük Hareketi düşmanlığı yapan de demokratikleşmedir. Gerçek bir demokratikleşme çevrelerdir. Bunlar PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni teşise Kürt sorununun çözümünden geçmektedir. Ancak hir edip sol güçlerden, demokrasi güçlerinden koparmayı bu düzeyde bir demokratikleşme Alevilerin varlığını, düşünüyorlar. Bu tür söylemlerin arkasında derin devlet güçleri vardır. Kobanê etrafında ortaya çıkan objektif dukimliğini, inancını ve kültürünü güvenceye alabilir. Öte rumun ortak bir ideolojik ve siyasi duruşu yoktur. Farklı yandan Aleviler Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik ideolojik duruş ve siyasetlerin faşist IŞİD gibi özgün bir ulus, demokratik konfederalizm, demokratik komünadurumda savaş cephesinde aynı tutum içinde olmaları lizm, demokratik özerklik ve demokratik sosyalizmin durumu yaşanmaktadır. Bunu farklı biçimde yorumlamak çizgisinin en temel ve doğal tabanı ve bileşenidirler. zorlama ve maksatlıdır. Kobanê Direnişi bu gerçeği daha somut ve görünür kılmayı sağlayacaktır. Kuşkusuz ABD, Avrupa kapitalist modernist güçler PKK ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle de Rojava Devriminin ideolojik ve siyasi duruşunda gevşeme ve sap-

Ekim 2014

11


Özgür Halk ma yaratmak isteyeceklerdir. Böyle hesaplar olacaktır. Özellikle ideolojik ve politik olarak zayıf olan kimi halk

kesimleri ve halktan gelen yöneticileri etkilemeye çalışacaklardır. Halk Meclisi Yöneticilerinin bazılarının çok fazla çağrı yapan ve dışarıdan destek isteyen söylemlerinden yararlanmak isteyeceklerdir. Dolayısıyla bu güçlerle Özgürlük Hareketi’nin güçleri ve bileşenleri arasında bir ideolojik ve siyasi mücadele olacaktır. Ancak hiç kimse bu hareketin Önderinin Kürt Halk Önderi olduğunu unutmamalıdır. Bu hareketin ruhunu ve kimliğini Hakiler, Kemal Pirler, Mazlumlar ve Hayriler vermiştir. Kobanê Direnişinde şehit düşen Suphi Nejat Ağırnaslıların ruhu ve mirası vardır. Sosyalizme inanan binlerce şehit verilmiştir. Demokratik sosyalizmin özü, mayası ve güvencesi olan bir kadın özgürlük çizgisi ve hareketi vardır. Kırk yıllık PKK tarihi vardır. Bu hareketin Önderinin ciltler dolusu kitapları (Savunmaları) ve çözümlemeleri vardır. Bu açıdan hiçbir güç bu hareketin ideolojisini ve siyasi kimliğini başkalaşıma uğratamaz. Her zaman bireyler etkilenebilir, ama kimlik ve ruh başkalaşıma uğratılamaz. Bu örgüt önderine bağlıdır. Önderliğine yapılan komplo ve bunun örgüt içindeki uzantılarına yönelik verdiği mücadele de önemli bir bilinç ve deneyim kazanmıştır. Bu açıdan başta Önder Apo’ya karşı bir komplo olacak olan böyle bir başkalaşımı hiç kimse, hiçbir güç bu harekete dayatamaz. ABD de, koalisyon güçleri de, KDP de, bazı Kürt çevreleri de IŞİD faşizmine karşı ortak

12

davranmadan yola çıkarak başta Rojava Devriminde olmak üzere Kürt Özgürlük Hareketi’nin ideolojik ve siyasi çizgisinde saptırma yaratmak isteyebilirler. Bu, onların niyetidir. Ancak PKK de kırk yıllık deneyimi olan bir harekettir. Demokratik sosyalist bir önderliği ve ideolojik çizgisi vardır. Ortadoğu kültürü ve kimliğini kendinde somutlaştıran bir Önderliği vardır. Bu Önderlik kendi çizgisini bu hareketin mayası yapmıştır. Bu açıdan koalisyonun Kobanê’yi vurması üzerinden bazı spekülasyonlar yapmak ne iyi niyetlidir, ne de doğrudur. Kaldı ki PKK yeni ideolojik ve politik mücadele vermiyor ki! Bundan sonra da ideolojik ve politik çizgi mücadelesi vermeye devam edecektir. Diğer bir konu da Kürt Özgürlük Hareketi’nin, PYD’nin, YPG’nin kazandığı prestiji ve etkiyi sürdürüp sürdüremeyeceğidir. Sovyetlerin II. Dünya Savaşında kazandığı prestijin kısa sürede son bulması, hatta özgürlük, demokrasi ve sosyalist güçlerin Sovyetlere bakışının değişmesi ve kuşkulu hale gelmesi durumu yaşanmıştır. Bu tabii ki önemli bir deneyimdir. Sovyetlerin prestij kaybetmesinin önemli bir nedeni, demokrasi cephesinin merkezinde olmasına rağmen kendisini demokratik bir yapılandırmaya kavuşturmamasıdır. Demokratik karaktere kavuşmayınca demokrasi cephesinde kazandığı prestiji kısa sürede kaybetmiştir. Demokrasi, dolayısıyla sosyalizm değerlerinden daha fazla kopmaya başlamıştır. Hatta II. Dünya Savaşındaki zafer yanlışlıklarda ısrarı beraberinde getirmiştir.

Ekim 2014


Özgür Halk Ancak Kürt Özgürlük Hareketi ve PYD’nin böyle bir duruma düşmesi söz konusu değildir. Çünkü demokratikleşme ve demokrasi konusunda çok ileri bir teorik ve pratik düzeye kavuşmuştur. Demokrasi ve demokratikleşmede bırakalım geri kalması, koalisyon güçleri ve Batı demokrasisinden daha ileri bir demokrasi ve özgürlükçü karakteri vardır. Zaten bu nedenle Ortadoğu’da çözüm gücü olacak tek seçenek ve model Rojava Devriminin demokratik karakteridir. Bu açıdan Özgürlük Hareketi’nin etkisi bundan sonra daha da fazlalaşacaktır. Ortadoğu halklarını ve dünyayı daha fazla etkileyecek duruma gelecektir.

Perşmergenin Kobanê’ye geçmesinin gündeme gelmesi Duhok toplantısının sonucu değildir; bir aydır yürütülen koridor açma çabasının ve mücadelenin sonucu bu durum gündeme gelmiştir. Türk devleti Rojava Kantonlarında ve Bakûrê Kürdistan’dan geçişleri kabul etmediğinden üzerindeki koridor baskısını iyi ilişkiler içinde olduğu KDP üzerinden kaldırmayı hedeflemiştir. Mecbur kaldığı için böyle bir formülü ileri sürmüştür. PYD ve YPG de karşı çıkmadığından böyle bir gündem oluşmuştur. Nasıl pratikleşeceği kısa sürede belli olur. Tabii ki oraya güç giderse bu güçlerin kantonun halk yönetimi ve YPG ile uyumlu çalışması gerekir. Mantıklı, doğru ve olması gereken budur.

Kobanê direnişi, tüm dünyada gelişen serhildanlar, Serhildanlar karşısında AKP hükümeti inisiyatifi dünyadaki demokratik kamuoyunun Rojava Devrimi kaybetmiştir ve Kobanê Direnişi konusundaki pozitif tutumu ve Bu süreçte gündeme oturan diğer bir konu da çözüm destekleri, koalisyon güçlerinin Kobanê etrafında IŞİD süreci denilen Önder Apo ile İmralı’da yapılan görüşgüçlerini vurması, Türkiye ile Batı ilişkilerinin bozul- melerdir. Önder Apo, bu görüşmelerden sonuç çıkmaması, Türkiye-KDP ilişkilerinin eski düzeyin gerisine dığını görünce 15 Ekim tarihini vermişti. Böylece Türk devletinin tutumunu netleştirmek istemişti. Zaten düşmesi Rojava’da KDP’ye bağlı partiler ve Kürt Özgürlük Hareketi İmralı görüşmeleKDP’nin Rojava Devrimi ve Kobanê Dirinden bir sonuç çıkmayıp bir oyalamarenişine karşı tutumunu değiştirmeya dönüşünce artık çatışmasızlığın sine yol açmıştır. Rojava Devrimi anlamı kalmadığını ve ortada bir ve PYD’nin kabul gördüğü ve 6-7 Ekim çözüm süreci olmadığını dekmeşruiyet kazandığı görülserhildanları Kürt halkının Kürt lere etmiştir. Bundan sonraki düğünden Rojava Devrimci tutumunu ve mücadelesini güçleriyle yeniden ortaksorununun çözümünde ne kadar koşullara göre belirleyecelaşma ihtiyacı duymuşlarısrarlı ve kararlı olduğunu, ğini ilan etmiştir. Bu, tabii ki dır. Önceden yürüttükleri yeni bir tutum ortaya koyma Rojava Devrimini uluslaKürtlerin artık eski statüde ve mücadeleyle Kürt sorunurarası alandan tecrit etme, tutulamayacağını başta Türkiye nun çözümünü sağlama tutuCenevre görüşmelerinde olmak üzere her siyasi güce mudur. Kürt halkı demokratik olduğu gibi dışlama politiözerklik inşasını ve kendi kukalarının çöktüğünü, artık göstermiştir. rumlarını örgütlü gücüyle kurabu politikanın tutmayacağıcak ve buna saldırıldığında da dinı görünce Duhok’ta PYD ve renişe geçecektir. Özgürlük Hareketi Tev-Dem’le bir araya gelmişlerbu konudaki kararlılığını açıkça ortaya dir. Kürt Özgürlük Hareketi, PKK ve koymuştur. Bu tutum, Türk devletini zorlamış, KCK’nin de desteğiyle Duhok toplantısı hükümetin Akbabası Yalçın Akdoğan’ı onun deyimiyle gerçekleştirilmiş ve ortak kararlar alınmıştır. Bu toplantının gerçekleşmesini sağlayan Rojava Devrimi, “panik atağa” sokmuştur. Çünkü Kürt Özgürlük HareKobanê Direnişi, bunun yarattığı sonuçlar ve Kürt Öz- keti Kürt sorununun çözümünün olmadığı koşullarda gürlük Hareketi’nin teşvikidir. KDP de bu ortamda bu AKP’nin yeni bir seçim sürecine rahat girmesini katoplantıya ev sahipliği yapmıştır. Eğer samimi olunur, bul etmeyeceğini ve mücadeleyi geliştireceğini açıkça dar hesaplar yapılmazsa Rojava’daki siyasi güçlerin ortaya koymuştur. Bundan sonra söze değil, pratiğe bir araya gelmesi ve ortak kararlar alması önemli siya- bakacağını, ciddi adımlar atılmadığı takdirde bir oyalasi sonuçlar doğuracaktır. Tüm parçalardaki Kürt par- maya bir daha izin vermeyeceğini vurgulamıştır. tilerini ve şahsiyetlerini bir araya getirip başta diplomasi ve ortak savunma olmak üzere ulusal politika ve Kobanê Direnişi karşısında AKP’nin politikaları Kürt kararları belirleyerek ulusal kongrenin de 2015 yılının Özgürlük Hareketi’nin bu tutumunun ne kadar doğbaşında gerçekleşmesini sağlayabilir. Tüm Kürt örgüt- ru ve yerinde olduğunu göstermiştir. Kürt Özgürlük leri sorumlu davranırsa böyle bir gelişme yaratılır. Bu Hareketi’nin bu tutumu AKP’nin 2015 için planladığı da Kobanê Direnişinin sağladığı büyük ulusal duruş ve oyunları da bozmuştur. AKP’nin bir taraftan Kürt Özgürlük Hareketi’nin tutumu karşısında paniğe girmesi, yaklaşım olarak tarihe geçer.

Ekim 2014

13


Özgür Halk diğer taraftan AKP hükümetinin hem bölgede hem de uluslararası alanda herkesle kavgalı duruma düşmesi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadele ettiği takdirde sonuç alacağı siyasi bir ortamın var olduğunu göstermiştir. İşte bu ortamda mücadele tarihinin en büyük serhildanları gerçekleşmiştir. AKP tümden iktidarını kaybedebilecek bir direnişle karşı karşıya kalmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tutumu karşısında yaşadığı panik daha da artmış, ne yapacağını bilemez hale gelmiştir. Serhildanlar karşısında AKP hükümeti inisiyatifi kaybetmiştir. Halk, birçok yerde gerçek bir yönetim ve denetim gücü haline gelmiştir. Kürt halkının nasıl dipten gelen bir dalgayla AKP hükümetini götüreceği bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim bunun sonucu Önder Apo’nun yanına gitmişler, HDP’ye başvurmuşlar, bu durumu atlatırsak önemli gelişmeler olabilir, adımlar atılabilir, demişlerdir. Hatta “Bu geceyi rahat atlatalım biz de kısa sürede bazı şeyler yaparız” demişlerdir. Önder Apo, AKP hükümetinin Kürtlerin özgürlükteki ısrarını gördüğünü ve Türkiye etrafındaki tehlikeleri fark ettiğini düşünerek ortamı yumuşatıp AKP’ye adım attırmak istemiştir. Bu serhildanlar gerçekten de Önder Apo’nun demokratik siyasal çözüm çabalarına şimdiye kadar gösterilmemiş en büyük destek olmuştur. Önder Apo’nun bu serhildanlardan sonra AKP hükümetine kısa sürede radikal adımları karşılıklı atmalıyız demesi de bu gerçeği ifade etmektedir. Hükümet bu süreçte yine gayriciddi yaklaşımlar içine girmiştir. Asayiş tümden sağlansın, asayişi bozacak etkenler ortadan kaldırılsın, ondan sonra adım atarız gibi sıradan insanların bile söylemeyeceği bir tutum göstermiştir. Asayiş sağlamak için de polise daha fazla gözaltı ve tutuklama yetkisi veren yasalar çıkar-

14

ma yaklaşımını ortaya koymuştur. Önder Apo “Baskı yasaları çıkarmayla bir yere varılamaz, bu büyük bir yanılgıdır” demiş, hükümeti paralel adımlar atmaya çağırmıştır. Çözümde yöntemin çok önemli olduğunu vurgulamıştır. AKP’nin yöntemi ise sömürgeci egemenlik kompleksi ve lütuf yaklaşımıdır. Önder Apo bunun kabul edilmeyeceğini söylediği gibi, Kürt Özgürlük Hareketi bu tür yaklaşımları gayriciddi bulmuştur. Bu nedenle heyete verilen yarım sayfalık ve birkaç maddelik taslağın da ne Yol Haritası ne de çözüm projesi olduğunu, bunun bir teslimiyet dayatmasından başka anlama geldiğini söyleyerek Kürt sorununu çözmede somut ve ciddi adım görmeden yeni bir çatışmasızlığın var olmayacağını ve tutumunu değiştirmeyeceğini bir daha hatırlatmıştır. Hükümetin son zamanlardaki tutumu bir çözüm zihniyeti ve projesi olmadığını ortaya koymaktadır. Kobanê Direnişine sahiplenme eylemlerinde onlarca yurtsever devletin polis ve askerinin gözetiminde katledildiği halde, sürekli HDP’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Önderliğini suçlaması, AKP’nin özel savaşta ve psikolojik harekatta ısrar ettiğini gözler önüne sermiştir. Öyle ki, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı farklı güçleri kullanacağını bu serhildanlar sırasında açıkça ortaya koymuştur. Hüda-Par’lıların, faşistlerin, Büyük Birlik Partisinin güdümlü faşist çetelerinin, IŞİD yanlılarının, korucuların halka saldırması bunu göstermektedir. Öyle ki, öldürenler değil de öldürülenler suçlanmaktadır. Daha önceki polis ve asker tarafından yüzlerce insanın öldürülmesi faili meçhul kalırken, Kobanê serhildanlarındaki onlarca ölüm de bu faili meçhullere eklenmek istenmektedir. Bunun yanında Kürt Özgürlük Hareketi’ni saldırgan, Hüda-Par’ı da mağdur göstererek bu güçle-

Ekim 2014


Özgür Halk rin saldırılarını meşrulaştırma çabası da yürütülmek- mayanlar, Bingöl’de polislerin öldürülmesini ağızlarına tedir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Hüda-Par’a yönelik sakız yaparken bu polislerin kanı yerde kalmadı dedirtbir saldırı politikasına olmamasına rağmen önceden mek için olayla ilgisi olmayan insanların öldürülmesine olduğu gibi yine yurtseverlere saldırılıp katledilmesi, sessiz kalınması da Türkiye’deki yönetim zihniyetinin bu güçlerin halka karşı planlı bir saldırganlık içinde ol- ne olduğunu ortaya koymaktadır. Şu ortaya çıkmıştır ki, duklarını ortaya koymuştur. Zaten yayın organları sü- Türk hükümeti ve devleti kültürel soykırımcı, egemenrekli Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı saldırgan bir dil likçi büyüklük kompleksini bırakmadığı müddetçe Kürt kullanarak yapısını bu tür saldırılara hazırlarken, diğer sorununun çözümünde adım atmak zordur. Bu açıdan yandan yayınlarıyla yurtsever Kürtleri tahrik edip geri- Önderlik sürekli AKP’nin yöntem ve üslubunu eleştirlim ve çatışma zeminini canlı tutmuşlardır. Son serhil- mekte, AKP’yi gayriciddi bulmaktadır. Hatta AKP’nin danlarda çatışmaların yaşanmasında bu yaklaşım ve 2013 Newroz’unda başlayan süreci kısa sürede bitirdiüslubun da önemli rolü olmuştur. Kuşkusuz halka sal- ğini vurgulayarak bu anlayış değişmezse hiçbir şeyin dırılınca gençler de buldukları silahlarla bu çevrelere ilerletilemeyeceğini açıkça belirtmiştir. Bu açıdan önükarşı kendilerini savunmuşlardır. Bunun sonucu onlar- müzdeki dönemdeki siyasal durumun nereye evrilecedan da 6-7 ölüm yaşanmıştır. Onlarca ölüm görülmez- ği esas olarak da AKP’nin tutumuna bağlı olacaktır. ken hep bu ölümlerin gündemde tutulması, sadece bu Ancak AKP’nin tutumundan vazgeçeceğini gösteren güçlerin tutumu olmamış, derin güçlerin bunları Öz- bir emare de bulunmamaktadır. Kobanê’ye yaklaşım çok hassas bir durumken, bu konuda da sorumsuz gürlük Hareketi’ne saldırtma politikasının parçası yaklaşmaktadır. En son “Kobanê’nin ismi olarak bugünlere kadar sürdürülmüşAyn Al Arap’tır” diyerek nasıl bir zihtür. Öte yandan İstanbul’da yapılan niyete sahip olduğunu ve IŞİD’le IŞİD’in yürüttüğü savaşı onaysuç ortaklığını bir daha ortaya layan ve destekleyen bir topİslam’a doğru koymuştur. Tabii ki böyle bir lantıda bir Hüda-Par’ın da yaklaşımla kültürel hükümet zihniyetinin Kürt olması, bu güçlerin hala sorununda adım atması derin güçler tarafından ve demokratik yanı ahlakive kalıcı bir çözümün kullanılmaya yatkın olpolitik toplum ve demokratik ortaya çıkması çok duğunu gözler önüne zordur. sermiştir. Kuşkusuz sosyalizm değerleri haline Son serhildanlar, Kürt bu güçlerle çatıştoplumunun daha örmanın hiç kimseye getirilirse o zaman bu tür sapkın gütlü, daha planlı yararı yoktur. 1990’lı güçler daha çabuk etkisizleştirilir, olması gerektiğini oryıllarda olduğu gibi taya koymuştur. Büderin güçlerin Kürt Ortadoğu halkları bunlara karşı yük direniş gücünün Özgürlük Hareketi’ne çıkmayı kültürel ve demokratik örgütlülüğe kavuşturulkarşı kullanılması durumasının önemli artmışmu ortaya çıkmıştır. Bu İslam’ın gereği olarak tır. Bunun da doğru örgüt, açıdan bunları bu durumyönetim ve kadro anlayışıyla dan çıkarmak, bu yönlü pogörür. gerçekleşeceği açıktır. Zaten litika izlemek doğrusu olurken, yakın dönemde gerçekleşen PKK ama çeşitli güçlerin her zaman kışMerkez Komitesi Toplantısı da bunlara kırtacağı düşünülerek de tedbirlerinin vurgu yapmıştır. geliştirilmesi gerekmektedir. Hükümet son zamanlarda serhildanlar karşısında sarsılmasının etkilerini Kürt demokratik hareketine, Özgürlük Hareketi’ne ve Önderliğe saldırarak gidermeye çalışmaktadır. Amiyane deyimle mezarlık yanından geçenin korkusunu gidermek için çaldığı ıslığa benzemektedir. Öte yandan “Ben her türlü baskıyı ve öldürmeyi yaparım, ama sen hiçbir tepki gösterme” biçiminde şaşkın ve haddini bilmez tutumlar göstermektedirler. Kağızman’da üç gerillanın öldürülmesini sessiz karşılayanlar, üç askerin ölümünde yine eski şovenist egemenlikçi tutumu göstermişlerdir. Serhildanlarda onlarca ölüm konusunda tutum ortaya koy-

Ekim 2014

Kürt Özgürlük Hareketi’nin çok yönlü örgütlenmesine, demokratik toplum yapılanmasına ve buna dayalı demokratik özerkliğin inşasına ihtiyaç vardır. kuşkusuz her türlü örgütlenmeyi savunacak bir özsavunma olmadan da bu yapılanmaların geliştirilmesi ve korunması mümkün değildir. Demokratik siyasal mücadelenin en önemli bileşenlerinden biri de HDP şahsında somutlaşan demokratik siyasettir. Tüm Türkiye’ye yönelik demokratik siyasetin daha örgütlü ve Türkiye’yi kapsayan bir karaktere kavuşması gerekmektedir. Kuşkusuz Akademi, komün,

15


Özgür Halk meclis, kooperatif örgütlenmeleri başka kurumların sorumluluk alanına girmektedir. Ancak demokratik siyasetin de Kürdistan ve Türkiye’de il, ilçe yönetimlerini kurmaları, etkili propaganda yapacak örgütlenmelere gitmeleri önemlidir. Mevcut haliyle etkili propaganda yapacak ne il ve ilçe yönetimlerine sahipler ne de propagandayı örgütlü kılacak örgütlenmeler ve kurumlara kavuşmuşlardır. Özellikle yeni bir seçime gidilen bu süreçte bu durum önemli bir zafiyeti oluşturmaktadır. Bunun da kısa sürede aşılması gerektiği açıktır. Bu dönemde en hassas olması gereken konulardan biri de tutuklamalardır. Tutuklamalar KCK operasyonları mantığıyla yapılmaktadır. Tümden halkın örgütlenmesini dağıtıp iradesini kırmaya yönelik tutuklamalar-

16

dır. Bu tutuklamalara başta demokratik siyaset olmak üzere herkesin karşı çıkması ve her tutuklamayı bir serhildan nedeni yapması gerekir. Demokratik siyasetin bu konuda sessizliği ve tutum ortaya koymaması büyük bir zafiyeti ifade etmektedir. Kendi örgütlü yapısına yönelik bu saldırılara sahip çıkmayan bir örgütün etkili bir mücadele vermesi ve halka sahip çıkması da mümkün değildir. Bu açıdan siyasi soykırım operasyonları tüm demokrasi güçleri tarafından sorun olarak görülmeli, bunun etrafında bir demokratik duruş ve mücadele ortaya çıkarılmalıdır.

Ekim 2014


Özgür Halk

İnsanlık Devriminin Zirvesi: Apocu Kültür - I Fidan Nurhaq

Kürdistan halkı adıyla, kültürüyle, tekmil varoluşuyla yok hükmünde olan bir hakikat iken, kendi bağrından çıkan ve bu tanrı hükmünü değiştiren, uygarlığın ulus devlet tanrılarının bu kutsal emrini yok sayan ve yok eden Önder Apo’yu kendi hakikati bildi. Tanrı ölmüştü. İnsan da ölmüştü. Kahramanların, kahramanlık gerçeğinin öldürüldüğü çağda Önder Apo, Kürdistan’ın dirilişine dair bir düş kurdu. Ölüm anında ölümü görmek ve o an’da yaşamı yaratma kararı vermek, zaten tanrılara şirk koşmaktır. Ve Abdullah Öcalan uygarlık tanrılarını reddettiği kadar onlara şirk koşmanın da eylemcisi oldu. Bunun en sade açıklaması Apoculuk deyiminin ortaya çıkmasıdır. Ortadoğulu toplumlar, İseviler, Muhammediler, Fatimîler ya da Caferiler şeklinde örneklerini sıralayabileceğimiz adlandırmaları kimlik edinirler. Görüşleri ve yaşam anlayışını doğru buldukları ve örnek aldıkları kişinin adını kendilerine ad yaparlar. Apoculuk deyimi de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tüm yaşam görüşlerini, duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini kendilerine örnek alan, tek yaşam biçimi sayan ve tüm yaşam formlarını buna göre düzenlemek isteyen topluluğun tercih ettiği yeni kimliğin adı oldu. Apocu olmak,

Ekim 2014

Öcalan adına bakarken Öcalan somutunda kendisi olabilen, bunun eylemine karar veren ve özgür geleceğe yürüyen toplumu ve o toplum içinde kendini görme iddiası oldu. Duygunun, düşüncenin, hayalin, eylemin ve öldürücü olan mevcut akışı durdurarak küçük de olsa kendi akışını yaratan bir tarih-toplum yaratmanın tüm çabaları kendisi olmanın örnekleri olma anlamında bir kültür yarattı. Apocu kültür diyebileceğimiz bu kültür her kültür gibi ona ihtiyaç duyulan tüm alanlarda, başta Kürdistan olmak üzere, dünyanın birçok yerinde kendini duyurdu ve Kürt toplumunun kendiliğini en özgür ifade ettiği kültür haline geldi. Kendi özünü aramak her zaman geçmişe giderek olmaz. Kimi zaman mevcut olandan koparak ve yaşamanın kesinlikle başka türlü olacağı yönünde karar vererek mümkün olabilir. Apocular, mevcut toplumsallığın insan özüne uygun olmadığını, toplumun özgür olması gerektiğini, bu anlamda mevcut olandan kopmanın şart olduğunu yüksek sesle söyledi. Ve Kürt toplumuna dayatılan yaşam kılıfı giydirilmiş ölümün reddedilmesiyle yola koyuldular. Aslında koyulacak bir yol da yoktu. Türkiye sosyalist mücadelesinde yaşanan karmaşaya rağmen verdiği ilham ve Kürt isyanlarının belli belirsiz izleri sayılmazsa yola dair hiçbir şeyin varlığından söz edilemezdi.

17


Özgür Halk Yola girmek ve toplumu yola çağırmak için önce yol yaratılmalıydı. Apocular önce yürünecek yolu yarattılar. Bu anlamda yol arkadaşlığı sadece aynı yolda yürümenin değil, yolu birlikte yaratmanın da arkadaşlığını yaşama anlamında Kürdistani hafızada yer etti. İnsanlık tarihinde toplumlar, kısa zaman süresinde kültür yaratamazlar. Kültür, bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkar ve kendini insanlarda somutlaştırdıkça varolma olanağı bulur. Apocu kültür ise bu anlamda bir farklılık gösterir. Önder Apo’nun özgürlük sosyolojisi dediği zaman diliminde, kısaların kısası zaman dilimi içinde yaratılan değerler, Apocu kültürün en anlamlı alanlarını oluşturmaktadır. Yaratım-varolma anı da diyebileceğimiz bu anlar, özgür yaşamaya karar verme anları olduğundan özgürlük sosyolojisi kapsamına girmektedir. Anı yaşamanın gerçek anlamı bu olmaktadır. An böyle yaşanmazsa insan olma farkımız da kalmaz. Zaman konusunun esnekliği değildir sadece söz konusu olan. Söz konusu olan zamana yerleşen anlamın değerinin başka kültür yaratımlarında esas alınan uzun sürelerin evren nazarındaki değerini karşılamasıdır. Apocu kültürün yaradılış anlarına örnek olarak verilebilecek çok fazla örnek vardır. Zeynep Kınacı arkadaşın mektupları Apocu kültürün açımlanmasıdır. Bundan dolayı “Zilan bir manifestodur” dedi Önderlik. Bir ilk ve son eylemdir dedi. Zilan arkadaşta bu gerçekliğin oluşması eylem yapmaya karar verdiği an ile ilgiliydi. Tabi ki anlar kendinden menkul değildir. Tarihsel toplum birikiminin süzülerek yansıdığı an’lar ancak varoluş anı olmaya aday olabilirler. O anda verilen kararlar, ulaşılan zihniyet düzeyleri Apocu kültürün yaratılmasının en büyük adımlarını atmışlardır. Zilan arkadaşın eylemine karar vermeyle yaşadığı an, binlerce özgürlük aşığı gencin bu kültüre göre yaşama kararlılığını oluşturacak güçtedir. Ve yaratıldığı an, Zilan arkadaşın eylem kararlılığı oluşturduğu andır. Apocu kültürde Zilan gerçeğinin önemi, an’da kendini ve kendisiyle birlikte bir kültür yaratmasından kaynaklanmaktadır. Zilan arkadaşın yarattığı fedai kültür eylem gücü olduğu kadar yaşamda Zilanca duruşu yaratmanın icra gücüdür. Bunun örnekleri yüzlercedir, binlercedir. Önderlik “Herkes içinde gömülü insanı bende bulur, ‘bende bir parçayı sen temsil ediyorsun, onun dışa vuran kişiliği sensin’ der.” sözleriyle Önderlik gerçeğinin Kürdistanî bellekte yer edinmesine dikkat çekmektedir. Bu belirleme Apocu kültürün yayılım haritasını da ortaya koymaktadır. Önderlik esareti yaşandığında bunun sayısız örnekleri kendini gösterdi. Apocu hareket içinde olan ya da olmayan insanların, yüreklerinde gömülü olan insanın esareti karşısında

18

sessiz kalmayışları, yaratılan kültürün yayılım düzeyini göstermektedir. Bu yayılım düzeylerini nicelikleştirmeden Apocu kültürü oluşturan öğeleri ele almaya çalışacağız. Her kültür, onu yaşayan toplumlarla anılırken, o toplumdaki bireylerde somut ifade bulur. Apocu kültür de bireylerde ifade bulduğu kadar toplum olgusunda kendini gerçekleştirir. Bunu ayrıştırmak ya da parçalamak zordur. Aslında tehlikelidir de. İnsan zihnini parçalamak gibidir. Kiminde tek başına bir bireyde açığa çıkmayan, hatta yok denilen özellikler bambaşka bir zaman eşiğinde ortaya çıkar. Zamanın, mekânın ve birlikte olunan insanların ivme kazandırdığı davranış ya da düşünüşler de denebilir. Ama insan olgusu, insan zihni ne mutlu bizlere ki henüz tümden çözülmemiştir. İnsan zihni somutluklarla hareket ettiği kadar sınırlarının, hatta sınırsızlığının bilinmediği mecralara da yönelebilir. İnsan zekâsının esnekliği bunu mümkün kılmaktadır. Parçaların toplamının bütünü oluşturmadığı gerçeği en güzel toplum olgusunda kendini görünürleştirir. Her insan bir evren öğesidir. İnsanlar bir araya gelerek toplumu oluşturduklarında, ortaya çıkan toplum o parçaların özelliklerinin, güçlerinin ya da zayıflıklarının bütünüyle alakalıdır. Bütünde gerçekleşen, enerjinin sinerjiye dönüşmesi de denebilir. Bütünde gerçekleşen, parçalardaki enerjinin nicel toplamı değil, birbirleriyle ilişkilerinden ortaya çıkan yeni bir nitel durumdur. Kimi zaman kişisel olarak başarılı olanların bir araya getirildikleri grupların başarısız sonuçlar alması bununla ilgilidir. İnsanların biraradalığı nicelik toplanması demek değildir. Aslolan oluştaki bileşenlerin durumudur. Zaman ve mekân, insan olgusu ile birlikteyse kültür olma şansına kavuşmaktadır. Kürdistanlı ozanların oluşumu “zaman, mekân ve yârân” üçlüsüyle anlatmalarının sebebi budur. Yârân, insanları anlatmaktadır. Ve insanlar zamanın ve mekânın bağrına yerleşerek yaşamı oluşturmaktadır. Oluşan yaşam kendi kültür öğeleriyle birlikte akışa katılmaktadır.

Apocu kültür gücünü evrensel gerçekliklerden alır

Apocu kültür işte bu akışın kendisidir. Kimi zaman milyonlarda ifade bulmuş, kiminde bir çocuğun minicik parmaklarında. Kiminde yüzlerce savaşçının namlusunda patlayan varolma savaşının zirvesi olmuş, kiminde de baharda patlayan bir tomurcuğun izlerinin takipçisi… Önderliğimizin evrendeki anlam arayışı ve bu arayışı bulduğu, dile getirdiği mecralar bunu anlatmaktadır. Apocu kültür gücünü evrensel gerçekliklerden almaktadır. Toplumun yok edilmeye çalışıldığı, bireylerinin ise yok sayılmakla birlikte köle tarzı yaşamlara mahkûm edildiği bir ülke gerçekliğinden yola çıkılmıştır. Buradaki ironi insanların hem yok sayılması hem de

Ekim 2014


Özgür Halk yok sayılan insanların varlaştırılarak köleleştirilmesidir. Apocu kültür ise en zayıf kılınmış, aslında zihniyet olarak yok edilmiş, anlamını yitirmiş cesetlerin bırakıldığı Kürt kişiliklerinin toplamından devrime yürüyen bir halk yaratma gücünü ortaya çıkarmıştır. Baldırı çıplak denilen, geri görülen, insandan dahi sayılmayan topluluğun insanlarından (ki kuyruklu addedilerek bu insan zihninde kanunlaştırılmaktadır) onları yok sayan tanrılara başkaldıran bir gerçeklik yaratmıştır Apoculuk. Bu durum, gelişen devrimsel durum ve bunun incelenmesinin ötesinde sosyal bilim açısından da ayrıca incelenmeyi gerektirir. Çünkü Apocu kültür, toplumu salt insanların toplanmasından ibaret görmez. Bu evrensel bir değerdir. Zaten öyle olmasaydı hayvanların da toplumu olurdu. Toplum sadece toplanmak değildir. Anlamlı toplanmalardır toplumu oluşturan. Apocu kültür, toplumu var eden dinamiklerin potansiyel olduğunu ve bu dinamikler bir araya geldiğinde bu potansiyelin kinetik enerjiye dönüştüğü gerçeğiyle yaşamını örgütler. İnsan ile hayvan arası bir duruma getirilen Kürt bireylerinin kendi durumlarından çıkmaları mevcut durumdaki lanetliliği görmekle mümkün olacaktır. Ki kutsallık da lanetin karşıt ucudur. “Bu lanetli geleneğe düşmüş olmam, en azından en iyisini yoldaşlık adına istemiş olmama rağmen, bu geleneğin gücünü hesaplamış olmamam gerçek bir özeleştirim olarak kalacaktır.”1 Ve Apoculuk laneti kırmış, kutsallığı yaratmıştır. Kutsal olan, tanrısal olan ya da cennet yaşamlara götürecek olan da özgür toplumu yaratmak ve o toplumda yaşamını sürdürecek özgür bireyler olabilmekle mümkündür. Bundandır ki “Allah kimseyi Ömer’in oğlu gibi yapmasın! Kimse ona kız vermeyecek!” diye söyleyen Amaralılar çocuklarını Ömer’in oğlu gibi yapmayı, Ömer’in oğlundaki gerçeğin zerresine dokunmayı ve kimse kız vermez demelerine rağmen kızlarını Ömer’in oğlunun öncülüğüne vermeyi onurlu yaşamın şartı saydılar. Sadece Amaralılar değil tüm Kürdistanlılar Ömer’in oğlunu kendi kutsalı bilip onun gibi olmanın, onun yarattığı kültürü yaşamanın mücadelesini veriyorlar bugün. On binlercesi peşinden kutsal topraklara giderek Ondan eğitim aldı, yüz binlercesi onun sesini dinledi, milyonlarcası onun için ağladı, üzüldü, on binlercesi onun eğitiminden geçti. Onun yüreğine milyonlar nasıl sığdı? Onun yüreğine milyonlar, her birinin kendinde Ona dair bir parçayı temsil etmesiyle sığdı. Her birinin kendindeki bir parçayı Onun temsiliyle bütünleştirmesi yürek toplaşmasını yarattı. Ve her birey Apocu kültürü yaşamayı, onurlu yaşamın tek koşulu bildi.

Apocu kültürde nasıl yaşamalı sorusunu sormak, temel yaşam ilkesidir

Her bireyde Apocu kültür nasıl somutlaşmalıdır?

Ekim 2014

Kürdistan halkının karar verdiği yeni toplumsallığı yaşamanın, süreklileştirmenin ve ileriye taşımanın koşulu Apocu kültürü tek tek bireylerde ve kendi yaşam alanlarımızdaki toplumsallıklarımızda gerçek kılmaktır. Onun tarihe, topluma, insana, yaşama ve yaşamın tüm ayrıntılarına bakış tarzını yaratmak ve yaşatmaktır. Bu da kendine sürekli sorular sormakla mümkündür. İnsanın toplumsallaşmak gibi tekrarlanamaz bir devrim yaratması sorular sormasıyla ve farklı olanın mümkün olduğunu sezgisel olarak bilmesiyle gerçekleşti. Bizler de hakikate dair kimi soruları sürekli kendimize sorarak başlamalı, her günü her anı bir başlangıç anı, bir yaratım anı, kuantum anı ya da özgürlük anı yapabilmeliyiz. Toplumsallık insan varlığının kaçınılmazıdır. Güçlü toplumsallık yaratmak, güçlü kişilikler yaratmakla mümkündür. Çabuk bağlanmak, çabuk vazgeçmek, çabuk sevinip çabuk üzülmek, gözyaşları içindeyken anında gülebilmek kendi toplumsallığını güçlü yaratamayan insanların yaşayacağı durumlardır. Kendiliği güçlü yaratabilecek olan da Apocu kültürü kendimizde somutlaştırmak kadar bunu Kürdistan yeni toplumsallığı olarak yaşamsal kılmaktır. Bunun sorumluluğunu bilmek, sorumluluğun belirlediği görevleri yerine getirebilecek militan düzeye ulaşmak ve buna denk bir ciddiyet yaratmak, her arkadaş için varlık koşulu olacak niteliktedir. Özgürlük hareketinde olmak demek, Apocu harekette yer almak demek budur. Başka türlüsü kendisi olamamaktır ki, Apoculuk Kürdistan toplumunun özgür etnisitesini yaratmanın tek gücüdür. Nasıl yaşamalı sorusunu sürekli kendisine sormayan devrimci olamaz. Nasıl yaşamalı sorusu, mevcut olanı sorgulatan, düşünceyi derinleştirerek yanlış olanı işaret eden, yanlış olanı görmekle birlikte onun yanlışlığı karşısında kabullenmeme cesaretini ortaya koyan ve bu kabullenmemeyle birlikte kabul edilebilir olanın nasıl olduğunun arayışına yönelten bir sorudur. Yaratıcı bir sorudur. Yaratmak eyleminden dolayı, yıkıcı ve yapıcıdır. Yanlış olanı yıkarak yeni ve anlamlı olanı yapmanın, yaratmanın şifresi gibidir. İnsanın esnek zekâsına, sürekli bir yenilenme ve kendini yaratma eylemi içinde olacağına inancı gösterdiğinden kutsallık değerinde bir sorudur. Apocu kültür nasıl yaşamalı sorusunu sormayı bir yaşam ilkesi olarak bilmektir. Nasıl yaşamalı sorusunu sormak, yönünü Önderliğin nasıl yaşadığına dönmektir. Önderliğin çocukluğu temel hayat dersleriyle doludur. Önderliğin çocukluğu kendisi olamayan bir baba ve tanrıça artığı durumuna gelmiş bir ana arasındaki çekişmenin yarattığı ruhsal atmosfer içinde geçmiş, köy yaşamı da kendi tekilliğini karşılaştırabileceği benzer tekiller örneği su-

19


Özgür Halk narak Önderliği yeni bir arayışa yöneltmiştir. Aslolan özgür yaşamak, kendisi olarak yaşamak, varolmak ve var olduğunun bilincinde olmaktır. Henüz küçük yaşta yaşanan retler, kaçışlar ya da kavgalar mevcut olanı beğenmemektendir. Beğenmemek insandaki temel bir özelliktir. Hakim sistemler her zaman yetinmeyi telkin ettiklerinden beğenmeme duygusu çoğu insanda unutulmuş olsa da temel bir insan özelliğidir. Ve yaratımın kökeninde beğenmemek yatar. Aslında beğenmemek değil de yetinmemek demek daha doğrudur. Mevcut olanın daha iyisinin olabileceğini düşünmektir beğenmemek. Düşünsel bir derinlik gerektirir. Önderliğimizin sezgisel çocukluk yıllarındaki bu düşüncelerin öylesine olduğu söylenemez. Kendisi olma çabası yüksek, yaratmak istiyor. Yaşamı ezberlemek istemiyor. Yaşam ezberlenmez, tekrarlanmaz, anlamak ve yaşamak istiyor. Ona sunulacak bir yaşam yoktur. Çocuk yüreğinin temizliği, saflığı kadar kendini anlamlı bir evren parçası olarak görme ve ona verilenleri sorgulama vardır.

İnsana güven Apocu kültürün temel bir özelliğidir

Önderliğin bu refleksler karşısında gösterdiği tavır ilk başlarda gücü yettiğinde kavga etmek şeklindedir. Ama bu süreçlerin ortaya çıkaracağı en önemli hakikat şu olacaktır: Yaşamak istiyorsan, kendi toplumsallığını kuracaksın. Yaşam, birlikteliklerle mümkündür. Bunun çabasını çocuk yıllarında verdiğini bilmekteyiz. Meyve toplamalar, kuş avlayarak çocuklara vermeler ya da onlara dua okuma, namaz kıldırma örnekleri Önderliğimizin kendi toplumsallığını kurma çabalarıdır. Bu çabaların en öğretici olanlarından biri de Hasan Bindal ile arkadaşlığıdır. Yalnız bırakılmayı ve mevcut toplum ölçüleri içinde “namussuz” addedilmeyi göğüsleyebilecek cesarettedir. Yalnızlığı farklı ve yaşanabilir olanı araması olurken cesareti de bu eylemi namussuzluk olarak görmeyen özgür ve temiz yüreğinden kaynaklanır. Zaten Önderlik, arılık anlamındaki saflığını çocukluk yıllarında neyse aynı o düzeyde yaşamının Genelde önder kişiliklerin çocuktüm safhalarında sürdürdü. lukları bulundukları ortamın Komplo sürecinde yaşanan en iyisi, en akıllı, uslusu insana güvenin bir dogma Apocular, mevcut olarak anlatılır. Ama Öndüzeyinde olmasından derlikte bu veri de tersine toplumsallığın insan başka bir şey değildir. Akdöner. En akıllısı olmaz. lına komployu ve dostözüne uygun olmadığını, Toplumun ölçülerine luğa ihanet edilebileceği göre akıllı olmak ahıra ihtimalini getirmeme, toplumun özgür olması kapatılarak tövbe gettüm kuşkuculuğuna irmek ve bu tövbeden rağmen insana olan gerektiğini, bu anlamda mevcut dönmemektir. Üveyş güven, bedeli ne olurananın, Fatma’nın olandan kopmanın şart sa olsun korunmaktadır. ve İmralı cellatlarının Bu, Apocu kültürün de bir olduğunu yüksek sesle tövbe ettirme girişimleri özelliğidir. İnsana güven, sonuç almıyor. Önderlik Önderlikten özünü alarak söyledi. bunu yapmıyor. Zorluklar, PKK’nin bir insanlık hareketi yokluklar içinde geçen Önolarak kendini adlandırmasıderlik yaşamının en güzel yanı na kadar sürmüştür. Önderliğimiz köy toplumu içinde kendini oluşturbunu kapitalist modernite sınırlarınmasıdır. Emek olgusu kadar evrenin da büyüyememe olarak adlandırmıştır. çeşitliliğini, renkliliğini ve kendini yaratma düzeyini görme anlamında köy yaşamının öğreticiliği Yine Hasan’ın amcasının kızı olan Elif’le yaşananlar burada da bir kez daha kendini göstermektedir. da sosyal bilim konusu olacak derinliktedir. Toplumun sözde büyükleri çocuk yaştaki kızların dedeleri Bu anlamıyla dinê çolê, aslında mevcut yaşam yaşındaki adamlarla evliliğini gerçekleştirirken, koşullarını beğenmeyip yüreğini dağlara vuran küçücük bir çocuğun bunu kabullenmemesi, yüreğine bunu kabul ettirememesi ve aradan yıllar geçse de bir çocuğa, kendi lanetli koşullarında yaşama ısbunun anısına, kızların küçük yaşta evlendirilmemerarından çıkamayan büyüklerin verdiği isimdir. Onsinin savaşını vermesi incelenmek zorunluluğu olan ların yaşamını beğenmeyen, bunun kavgasını ver- bir konudur. Aslında İsa’nın bir sözünü hatırlamamak en bir çocuğa, büyüklerin(!) gösterdiği bir tepkidir. elde değil. “Birincileriniz en sonunculardır” diyor İsa. Eskiyen değerlerin ve lanetin tepkisidir. Değersi- Büyüklerin küçük olması da burada yaşanmaktadır. zleşmişliğin hatırlatılmasına tepkidir. Bir reflekstir. Bu Gerçek büyüklük ise küçük olan çocuk şahsında yaşanlamıyla sorgulayan zihniyetler karşısında yaygın anmaktadır. Mevcut büyümeler insanları kirletmektedir. olan düşüncelerin gösterdiği tepkilerden farksızdır. Kız kardeşin yaşadıklarını, birkaç kilo bulgur karşılığında satılmasını çocuk yüreğine kabullendiremez.

20

Ekim 2014


Özgür Halk Bu, Önderlik gerçeğinde temel bir ilkeye dönüşür. Kürdistan özgürlük mücadelesinin temeline yerleşen kadının mülkleştirilemeyeceği ilkesinin ilk nüveleri Önderliğin çocukluk yıllarındadır. Çocukluk arkadaşları, annesi, kız kardeşi, komşusu Xezo’nun kendisine uygulanan tüm şiddete rağmen onu aşmaya yönelik direnişi, onu evin önündeki direğe bağladıkları kalın halatı parçalayarak kaçıp kendini kurtarmaya çalışması karşısında verdiği anlam, Önderlik gerçeğinde kadın duyarlılığını derin acılarla örerek yaratmıştır. Ulaşılan ilke keskindir: Kadın meta değildir. İnsan mülkleştirilemez. Ve bu ilke Önderliğin yaşadığı paradigmal dönüşümde yeni paradigmanın üç boyutundan biri olarak sosyal bilimlerde yerini alacaktır. Apocu kültürün temel bir özelliği erkeği öldürmektir. Toplumsal cinsiyetçiliğin aşılması, cinsiyet özgürlüğünün sağlanması bu ilkeye bağlıdır. Aslında Önderliğimizin belirttiği bu seferki 3.cinsel kırılmanın erkek aleyhine olma süreci başlamıştır. PKK ile başlayan süreç kadının sesinin giderek yükselmesiyle bu süreci başlatmıştır. Zilan arkadaşın sesi bu sesin zirvesi olabilir. “Yaşam tarzı, sevgi ve saygı gibi moral ve estetik ilkeye yer verdiğimi belirtmeliyim. ‘Yaşam ya özgür olacak, ya hiç olmayacak’ ilkesine bağlılığım doğuştan ölüme veya sonsuzluğa kadardır. Sevgi ve saygı, estetik ve özgür ahlakla mümkündür. Özgürlük eylemiyle doğan özgür kadının ve etrafında gelişen yaşamın en güzelce ve dostça olacağından kuşku duymadım. Komplekse düşmedim. Erkek egemenlikli din ve toplum yerine, kadının en azından eşitliğini gözeten tanrıça ağırlıklı din ve toplum anlayışına büyük anlam verdim. Bunun oluşması için büyük bir kadın özgürlüğü ve aşkının işçiliğini yürüttüm. Hiçbir kadına, dolayısıyla insana mülk gözüyle bakmadım, baktırmadım. Bu yolumda da doğruluğundan, ahlaki ve estetik değerinden hiç taviz vermeden sonsuza kadar yürümem, karakter oluşumumun doğal bir sonucudur.”2 Herkesin uygarlık ihanetine bulaştığı bir toplumda ihanete bulaşmamayı çocukluk hayallerine ihanet etmemekle başarmıştır Önderlik. Biyolojik olarak bitkilerin ya da hayvanların yaşamına en güçlü anlamı vermek, onları sezinlemek kadar insan olarak yaşanılası farkın olmayışını kesinlikle kabul etmemekle başladı Önderliğin yaşam serüveni. Önderliğin yaşamı, özellikle çocukluğu incelenmesi, sosyal bilim konusu yapılması gereken anılarla doludur. Bu bir örgüdür. Özgür yaşamın yaratılma örgüsüdür. Bunu anlamadan, Kürdistan’da gelişen özgür yaşam arayışını görmek mümkün değildir. Apocu kültürü yaşamak isteyenlerin de salt anılar olarak bakamayacakları, kendi sosyal bilimlerinin temeli olarak bakarak kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir yaşamdır. Bu arayışların kendi toplumundan kaçışın modernize olmuş biçimlerine dönüştüğü ve kendi toplumundan kaçışın ancak anlamlı geri dönüşlerle

Ekim 2014

tarihselleşebileceği gerçeği, Önderlikte somutlaşmaktadır. İlkokuldan üniversite yıllarındaki sosyalizm mücadelesiyle tanışana kadar gerçekleşen süreci, akışa bir mecra bulma arayışı olarak da değerlendirebiliriz. Ondan sonraki süreç kendi toplumunu yaratmanın salt içsel değil teorik ve pratik adımlarıyla ateşten bir tarihin sayfalarını oluşturmaktadır.

Ne söylediler, nasıl yaşadılar?

Apocu kültürü yaratan gençler için söylenen temel söz, ne söylediklerinden çok nasıl yaşadıklarına bakılmasıdır. Söyleyenler o zaman vardır. Ama en anlamlı, radikal sözleri Apocular söylemiştir. Ve söyledikleri kadar yaptıklarıyla da toplumun yüreğinde yer edinirler. Öyle ki toplumda bir oturuş tarzının Apoculara has olduğu, ilişkilenme, bir yemek yeme, birbirine hitap etme üslubunun Apoculara has olduğu şeklinde ilk kültürel şekillenmeler ortaya çıkmıştır. Apocu kültürde öğrenilen şeyin hayata geçmesi, bilincin eyleme dönüşmesi ilkeseldir. Sadece eyleme değil, davranış değişikliğine, yeni yaşamı yaratacak olan toplum bireyinin yaratılması eylemine dönüşmelidir. Bu nedenle Apocu gençlerin davranış biçimleri hızla kendi toplumuyla buluşmakta ve yeni bir kültür yaratmaktadır. Apocu kültür, Kürdistan’daki tüm toplumsal değerleri yeniden yaratmanın adıdır. Toplum bireylerinin ilişkilerine baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Çocukların büyüklerle değil ilişkilenmesi konuşmasının dahi kimi zaman ayıp sayıldığı bir toplumsal durumdan şimdi çocukları toplumun temel geleceği olarak gören, çocuk yaştakilerle, toplumda dede ya da nine sayılacak yaştakilerin aynı eylemde buluşması bir devrimdir. Yine kadın erkek ilişkileri bunun en belirgin örneğidir. Neolitik etkilerin oldukça azaldığı, yok olmaya yüz tuttuğu, ataerkil kültürün yoğunca etkisini gösterdiği bir toplum biçiminden sıyrılmak Apocu kültürün oluşması anlamında önemli bir göstergedir. Özellikle geçen kısa zaman içinde bunun gerçekleşmesi devrimsel niteliğini göstermektedir. İlk kadın katılımları olmasına rağmen bunun toplumsallaşması 90’lı yıllara denk gelmektedir. 90’lı yıllar Kürdistan’daki kadın erkek ilişkilerinin değiştiği, Kürt kadınının toplum içinde konuşmaya başladığı, sesini yükselttiği ve kendi toplumunun temel bir öğesi olarak toplumda kendini var etmeye başladığı bir süreci işaret eder.

Yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığımızdır

Kürdistan tarihinin ihanet ve işbirlikçilikle örülü olması, Kürt kültürel ve komünal değerlerinde müthiş bir deformasyonu yaratırken Apocu kültür bu anlamda yeni bir toplumsallığı yarattığı oranda yeni bir komünalite anlayışı da ortaya çıkarmıştır. Yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığımızdır. Yoldaşların birbirl-

21


Özgür Halk eriyle ilişkileri, Kürt toplumsal yaşamında ölmeye yüz tutan komünal değerlerin yeniden ruh kazanması kadar özgürlükçü yeni değerlerin yaşamsallaştırılması temelindedir. Yiğitlik ölçüleri yeniden yaratılmıştır. Arkadaşlık ölçüleri, kardeşlik ölçüleri, dostluk ölçüleri ve diğer tüm toplumsal ilişki biçimlerine getirilen ölçüler yeniden oluşturulmuştur. PKK ile dar, ahbap çavuş, bölgeci, soycu ya da dostluk adı altında gelişen ilişkilerin toplumsallaşma anlamında bir değer ifade etmediği görülmüştür. Yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığın ölçülerini ortaya koyarken PKK kadroları kadar Apocu kültürden etkilenen tüm kesimlerde yeni bir hitap, yeni bir dil yaratmıştır. Bugün halkımızın büyük çoğunluğu birbirine Heval diye hitap etmektedir. Bacı, kardeş, anne teyze, amca vs. ünvanların da bir anlamı vardır ama Heval kelimesinin anlamı, Apocu kültürü kendinde toplayan bir devrimsel karakter taşımasından ve toplum bireylerinin yaşayacağı özgür ilişkileri anlatmasından kaynaklı olarak bambaşkadır.

Apocu kültür bir yoldaşlık kültürüdür

Yoldaşlar birbirine güvenir, birbirini sever. Güven ve sevginin soyut kavramlar olmadığını, emekle, kendini ve birbirini yaratarak gerçekleşeceğine olan inancı gösterir. İnanıp güvendiği kadar destek verir. Yoldaşlık bir tamamlanma ilişkisidir. Kendindeki eksikliği almasını bilmenin mütevazılığı kadar fazlalığı vermesini bilmenin vericiliğini yaşamaktır. Apocu kültür bir yoldaşlık kültürüdür. Önderliğimiz buna hakikat yoldaşlığı dedi, insan-ı kâmil dedi. Kendisini, tüm benliğiyle, ruhuyla ve bedeniyle, yoldaşıyla birlikte hissetme durumunun ortaya çıkması, yeni toplumsallık kararının keskinliğiyle bağlantılıdır. Klan toplumunda nasıl ki klanın dışına çıkmak ölümle eşdeğerse, tabu denen ahlaki yasaları uygulamamak yok olmakla eşdeğerse aynı şekilde yoldaşlarıyla olmamak ve yoldaşlarıyla birlikte yaşamanın özsel kurallarına göre yaşamamak da yok olmakla eşdeğer algılandığından yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığın temeline yerleştirilmiştir. Apocu kültürün temelinde yeni toplumsallığın yoldaşlığı vardır. Her şeyin en iyisini yoldaşı için isteme, görevlerin en zorunu kendisi üstlenerek yoldaşlığı yüceltme, fedakârlık olgusunun yeni anlamını da ortaya koymaktadır. Yaratılacak yenide, kendisinin yaratacağı değerlerin olması, her bireyin katacağı emekle yaratılan yenide kendini bulması ve bu yolla kendini yaratması gerçeği vardır. Yoldaşlık gerçeğinde birbirine destek olma, birbirini tamamlama vardır. Birbirine acıma, zavallı görme ya da benzer nesneleştiren ikilemlerin tuzağına düşmek yoktur. Eksik, zayıf ve yanlış olanı ret, yeniyi yaratmanın temeline yerleşir. Çünkü yanlış olan düzeltilmezse yeni yapılamaz. Önderliğin zayıf insandan nefreti, zayıflık durumun insana yakıştır-

22

mamasından kaynağını almaktadır. Bizde kimi zaman açığa çıkan ise acıma duygusudur. Apocular zavallı olamayacağı gibi yol arkadaşını da zavallı göremez. Bir insana acımak, bir devrimcinin devrimciliğinin bitmesidir. Devrimci kişi, zayıf olanı reddedemiyor ve yardıma ihtiyacı olana destek olamıyor, onu tamamlayamıyorsa, birlikte yan yana yürünecek bir yol arkadaşlığı yaratamıyorsa zaten devrimciliği bitmiştir. Bir insana acımak ile bir topluma acımak aynı şeydir. Şimdi bizi en çok öfkelendiren bir durum da sömürge halkların ya da devletlerin Kürdistan halkına acıması değil midir? Eğer bir topluma acınması kabullenilmezse bir bireye acımak da kabullenemez. Acımak, statik ve geri bir duygudur. Değişmez, değiştirmez. Yeniyi yaratmaya yönelmez. Ne oluştuğu ne de yöneldiği kişide bir akış, yenilenme ya da yaratım başlatabilir. Sadece hâkim sistemin sahte vicdan söylemlerini tatmin edebilir ki bu da devrimciler için kabullenilmezdir. Yine yoldaşının yanlışına öfke duyabilmek de Apocu kültürle birlikte gelişen bir ölçüdür. Düşmandaki yanlışlıklara öfke duymak düşmana yönelim getirebilir, onu değiştirmeye ya da alt etmeye yöneltir. Yoldaşın yanlışına öfke duymak ise yoldaşın yanlışını ortadan kaldırmaya, yanlışın yerine ise doğru olanı koymaya yönelimi getirir. Bu anlamda yoldaşının yanlışına öfke duymayanın, geri, eski ölçülerle korumacılık adında kayırma yaklaşımlarının yoldaşlar topluluğunu büyütmeyeceği, kesinlikle düşman anlayışların yaşamasına müsamaha göstermek olacağını bilmek gerekir. Apocu kültürü oluşturan temel bir özellik de adanma gerçeğidir. Bu salt kendinden vazgeçiş anlamındaki bir çilecilik değildir. Adanma, kendini var etmek için sistemin dışına çıkma kararlılığını verme, bunun bedellerini göze alma ve kendini yeniyi yaratmaya adama olarak algılamalıdır. Bir lokma bir hırka felsefeci de salt çilecilik olarak algılandığından yeni toplumsal kültürümüz bazında üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Ortaçağlardaki bilgelere atfedilen bu ilke ve çağımız itibariyle kişinin kendisinden uzaklaştırdığı, kaçındığı bir konu olmaktadır. Oysa bu düşüncenin kökeninde salt çilecilik yoktur. İnsan ve madde ilişkisini doğru ortaya koymak vardır. İnsanın kendisi dışındaki her şeyle ilişkisi aslında insanın yaşam anlayışını oluşturur. İnsan dinledikleri, duydukları, giydikleri, düşündükleri, düşledikleri, duyumsadıkları, gördükleri, dokundukları ve kokladıklarıyla, yedikleri ve içtikleriyle kendini oluşturmaktadır. Bir lokma bir hırka felsefesinin kökeninde bilgelerin, kendilerini oluşturan gerçeğin içinden maddenin oranını en aza indirme çabası vardır. İnsanı insan yapan olguların maddeye oranının daha fazla olması, insanlaşma düzeyinin yüceliğiyle ilgilidir. Ayrıca insan emeğiyle üretilen maddeye doğru yaklaşım geliştirmek

Ekim 2014


Özgür Halk de bir amaç olmaktadır. Güncel anlamda dile getirirsek kapitalist modernitenin tüketim kültüründen kopmak anlamında bir ilkeye işaret etmektir. Çağın insanı düşürdüğü durum, insan madde ilişkisinde maddeyi özneleştirerek insanı nesneleştirerek, metalaştırarak insanı maddeden ibaret bir yığın haline getirmekle sonuçlanmıştır. Kapitalist modernitenin bugün ulaştığı düzey, metanın tanrılaşmasıdır. Reklamlar kutsal bir dine çağırır gibi insanları meta kulluğuna çağırır. Marks’ın dile getirdiği “Her şeyi eritip yok eden, aslında eritip kendine katan” kapitalist sistemden kopmak, maddelere de bir evren değeri olduğu anlayışıyla yaklaşmaktır. Kapitalizm hastalığı olan obezite bunun çarpıcı örneğidir. Maddeyle ilişkisinde maddeyi insanların, düşüncelerin, düşlerin ve diğer insanı insanlaştıran her şeyin önüne koymak, insanı maddeleştirir, bir madde yığınına çevirir. Apocu kültür, insan yaşamına böyle bir şeyi layık görmez. İnsanın bir değer olması, yarattıklarıyla ve kendinde yarattıklarıyladır.

Kendiliği çalınmış bir toplumun bireyleri kendine göre olamaz Apocu kültür yeni toplumsallığa katılmaktır. İnsanın insanlığı toplumsallığıyladır. Toplumsal olmak ahlaki olmakla mümkün olan ve bu sayede, tüm zamanlarda geçerliliğini koruyan bir gerçektir. Ahlak yaşamda ortaya çıktığı, pratikleştiği oranda toplumu yaratan bir olgu olabilir. Tabi önkoşul da yüksek bir bilinçle bunun zihniyetini yaratmaktır. Bilinç ve pratik, ahlakın temeline yerleşen olgulardır. Ortak bilinç, ortak pratikleşmeyi de getirir. Ortaklıklar aynılık değildir. Bu anlamda kimi zaman ortaya çıkan bazı tartışmalar anlamlı olmamaktadır. PKK’ye katılmakla, Apocu

Ekim 2014

kültürü tercih etmekle kendi farkını koyan insanların parti içinde farklılık adına bireyciliklerini yaşatmaya çalışmaları anlamlı değildir. Kendine görelik eleştirisinin son süreçlerde çok fazla dile gelmesi bu yanılgının yaygınlaştığını da gösteriyor. Kendine görelik aslında özgür bir kendilik varsa anlamlıdır. Kendiliği elinden alınarak parçalanmış, yok hükmünde sayılmış ve hâkim sistemin her türlü saldırısına uğramış olan Kürt bireylerinin xwebûn olma sorunları henüz aşılmış değildir. Bunun belli oranda bilincine varılmış ve aşma anlamında adımlar atılmış olsa da henüz soykırım kıskacından kurtulmuş değiliz. Bu anlamda yaşayabileceğimiz ve ona göre olabileceğimiz bir kendiliğimiz, bir etnisitemiz yoktur. Kendine görelik eleştirisinin sisteme göre olmak şeklinde anlaşılmalıdır. Eğer militan özgür olarak kendini gerçekleştirmişse kendine göre olabilir. Ama bu yoksa kendine göre olmak eleştirisi erkek egemenlikli, doğa karşıtı, demokrasi karşıtı özgürlükler karşıtı bir sisteme göre olmak demektir ki bu Apocu kültürde kabullenilemez. Bizim konumumuzda olan toplum ya da mücadeleciler için refleks birliğinin, özgür ortaklaşmanın ve ruhsal bütünlüğün olmaması parçalayıcı bir rol oynamaktadır. Bizler de sistem etkilerini aştığımız oranda ruhsal bütünlüğü gerçekleştireceğimiz bilinciyle, ortaklaşmanın bütünleştiriciliğinin bizleri Apocu kültür etrafında toplayacağı ve özgürleştireceğinin çabasında olmalıyız. Kaynaklar 1-Sümer Rahip Devletinden Halk Demokrasisine Doğru 2.Cilt 2-Sümer Rahip Devletinden Halk Demokrasisine Doğru 2.Cilt

23


Özgür Halk

Sanat ve Edebiyatı Devrimci Temelde Yeniden Ele Almak Gerekli Duran Kalkan Sanat ve edebiyat, toplumla bağlı olan, ondan kopmayan, toplumsallaşma düzeyinde kendi bireyselliğini aşabilen, bu işe tutku ile bağlanan bir grup insanın son derece cesur, özverili, örgütlü çabasıyla başarılabilecek bir durumdur. Böyle bir topluluğa sanatçı deniliyor; eskiden ozan deniliyordu, siyaset dilinde ise devrimci militan deniliyor. Sanat ve edebiyat çalışması toplumsal şekillenmenin, değişim ve dönüşümün de öncülüğüdür. İçinde bulunduğumuz süreçte birey ve toplum şekillenmesi nasıl olacak? Yaşam, değer yargıları, ölçüleri, psikoloji, karakter nasıl şekillenecek, nelerden oluşacak? Bunların belirlenmesi ve bir de topluma özümsetilmesi işidir. Aslında devrimcilik denen şey bunun ideolojik, siyasi çalışmasını yürütmektir. Gerilla askeri açıdan aynı şeyi yürütüyor. Siyaset bunu bir çerçeveye, ölçüye kazandırıyor. Edebiyat ve sanat alanı ise esas toplumsallık temelinde bireysel şekillenmeyi ifade ediyor. Toplumsal ilerleyişte işlevleri aynıdır. Yöntemleri farklı, hitap ettikleri alanlar farklı, dolayısıyla örgütlenme ve çalışma düzenleri farklı, ama amaçları bir, toplumda oynadıkları rol birdir. Gerilla toplumda yaşanması gereken temel değer yargılarını ortaya çıkarmaya çalışıyor, siyasi-ideolojik mücadele yine içinde bulunulan dönemde yaşanılması gereken değer yargılarını ortaya çıkarıyor. Edebiyat ve sanat da öyle; doğru-yanlış, ret-kabul ayrışmasını sağlıyor. Yani kişilik nasıl olmalı? Nasıl yaşamalı? Soru aslında budur. Bireyin ruh, duygu, düşünce ve davranış dünyasının şekillenmesi; kişilik şekillenmesi ya da kişilik devrimi. Buna kültür devrimi de diyebiliriz. Günümüzde sanat ve edebiyat alanı insanları, toplumu amaca ve özgür yaşam hakikatine bağlama alanı değil de göz boyama, egolara hitap etme, güdülere hitap etme, bireyin fiziki zayıflıklarını tatmin edecek duyulara hitap etme ve böylece bir tür yanıltma, aldatma, saptırma alanı olarak kullanılmaktadır. Bu işin sapkınlık ifade eden yanları oluyor. Biz bir yandan bir amaca bağlı olarak edebiyat ve sanatı geliştirmekle yükümlü olduğumuz kadar, diğer yandan bu tür saptırıcı yaklaşımlarla mücadele etmekle de yükümlüyüz. Peki bu dönemde sanat ve edebiyat faaliyetlerimizin gerçekleştirmekle yükümlü olduğu temel görevler nelerdir? Amaç sadece ürün açığa çıkarma, adımızı duyurma, bireysel heveslerimizi giderme ya da maddi imkan elde etme değil de aslında ciddi bir toplumsal devrimin, demokratik devrimin özünde var olan kişilik devrimini, kültür devrimini gerçekleştirecek bir öncü çalışma yürütme, bunun arayışı ve tutumu içinde olmaktır. Tarzda da yaratıcılık, düşüncede de yaratıcılık çok önemli. Somut durumu görebilmek çok önemli. Görememek, ezbere kalmak, soyut kalmak, başka yerlerde olanlar gibi değerlendirmek insanı devrimci olacağım derken karşı devrimci olmaya, yurtsever olacağım derken hain olmaya götürüyor. Böyle olunca da insanı sanat yapmak ve toplumun duygusu olmak isterken aslında toplumsal çürümeyi övmeye de götürebilir.

rincisi, siyaseten bu faşist-sömürgeci sistem hala çözülmedi. Kapatıyor, izin vermiyor. Açık olarak bunu yapma imkanı bırakmıyor. Ama ikincisi ve daha önemlisi yaratıcı düşünce yok. Yani PKK mücadelesi ile 40 yıla yakın süredir yaşananları doğru anlama ve anlamlandırmada zayıflık var. Ondan dolayı insanlar ne yapacağını bilemiyor. Çünkü olup bitenleri anlayabilecek, somuta yaratıcı yaklaşan bir düşence sistemleri yok. Onun için yeterince teori üretilemiyor, siyasi-askeri gelişmeler yeterli olmuyor, onun için edebiyat ve sanat geliştirilemiyor. Geliştirmek isteyenler yaşanan gerçeklik ile kendilerini yüz yüze buluyor, çarpılıyor. Ondan sonra genel geçer ölçülere göre siyaset yapmak isteyenler nasıl çarpıldılar ve Önder Apo’yu, PKK’yi düşman görerek, suçu oraya yükleyerek kendi durumlarını izah etmeye, kendi çıkmazlarından kurtulmaya çalışıyorlarsa sanat-edebiyat alanında da benzer bir durum yaşanıyor. Başka yerlerdeki ölçüyü almak isteyen edebiyatçı, sanatçı Kürdistan gerçeği ile karşı karşıya geliyor, çatışıyor. Böyle olunca şüphe duyuyorlar. PKK’ye karşı mesafeli duruş, kuşkulu duruş buradan kaynaklıdır. Duygu, düşünce üretememe, dolayısıyla etkinlik geliştirememe yaşanıyor ve karşıt oluyorlar. Genel geçer özgürlükçü, demokratik ölçülerle Kürdistan’da gerçekleşen özgür ve demokratik yaşam ölçüleri, gelişim noktası ve ulaştığı düzey bakımından bir ve aynı değil; çelişkilidir, farklıdır. Bunları bir ve aynı sanır, dolayısıyla somuta bakmak yerine dışarıda olanları anlamaya, biraz onları taklit etmeye, ona göre üretim

Mevcut durumda Türkiye’de, Kürdistan’da birey ve toplumun yeniden şekillenmesini gerçekleştirecek sanat ve edebiyat niye gelişmiyor? Bunun iki nedeni var; bi-

24

Ekim 2014


Özgür Halk yapmaya çalışırsak bu Kürdistan gerçeği ile uyumlu olmaz. Ne toplum çözümlemesi verir, ne yeni toplumu ne de özgür yaşamı ifade eder. Orada çelişki ortaya çıkar. Bir yanda bütün saldırılara karşı yıkılmayan, ayakta kalan, toplumu harekete geçiren bir hareket, ama diğer tarafta o hareketle bütünleşmeyen bir duygu ve düşünce duruşu. Bu var mı, var. Mesela “Kürt Aydını,” diyorlar, ama PKK’yi aydın saymazlar, PKK dışında aydın arıyorlar ve bu aydınlar PKK’ye karşıt; aslında sömürgecilikten daha çok karşıtlar, güçleri yetse yıkacaklar. Bu ne biçim aydınlık! Yaşam ise PKK’yi doğruladı. O halde Kürdistan’a göre doğru düşünce Önder Apo’nun düşünceleridir. Bazı sözde Kürt aydınları 1970’lerin sonunda diyordu; “APO çocuklarınızı kandırıyor, dikkat edin!” Kenan Evren’den önce Kürt ailelerine çağrıyı onlar yaptı. Çünkü kendi düşünce sistemleri, mantıkları kabul etmiyor. Niye? Kürdistan ve Kürt gerçeğine yabancılar. Neden? Özümsenmişler. İşte kültürel soykırımın yarattığı sonuç bu. Bu durum kültürel soykırım rejiminin özümsediği zihniyet. Önder Apo buna, “Kendi çıkarını tanımayan, kendini tanımayan, kendine gelecek çizemeyen, başkaları için düşünen, başkaları için duyan, başkaları için kendini feda eden, yaşayan insan duruşunun duygu, ruh, düşünce, beyin ve anlayış olarak ortaya çıkarılmasıdır,” dedi. Kültürel soykırım rejiminin esas özü bu, tahribatı buradadır. Asimilasyonun en tehlikeli biçimi buradaki asimilasyondur. Mevcut özümsenmiş beyin istediği kadar Kürtlükten, devrimcilikten, sosyalist olmaktan söz etsin. O bir defa mantık olarak kültürel soykırım rejimi tarafından özümsenmiş, kazanılmıştır. Solculuğu da, Müslümanlığı da, sağcılığı da, milliyetçiliği de oraya göredir. Dolayısıyla Kürt milliyetçiliği de tutarlı değil özümsenmiş bir milliyetçiliktir. Kürt milliyetçiliği diğer toplumlarda olduğu gibi kendine sahip çıkma, yabancı saldırıya karşı durma, kendi varlığı ve özgürlüğünü ön görme duygusu ve düşüncesi değildir. Kürt milliyetçiliği aslında Kürdistan’ı bölüp parçalayan, Kürt toplumuna soykırımı dayatan sistemin Kürtler tarafından kabul edilmesini sağlatan, yumuşatan bir duygu ve düşünce halidir. Sanat ve edebiyat yapmak, duygu ve ruh üretmek, toplumla bağlantılıdır, toprakla bağlantılıdır, özgürlük ve irade ile bağlantılıdır. Böyle temel değerleri gözetmeden söylenen her söz düşünce değildir, her ağlama duygu değildir. Timsahın da neye gözyaşı döktüğünü biliyoruz. Kürdistan’da bağımsız ve özgür olmak isteyeceksek öncelikle bunun duygu ve düşünce durumu olduğunu bilmemiz lazım. Bağımsızlık ve özgürlük siyasi bir durum değildir. Siyasi bağımsızlık yok; belki Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin varlığı temelinde ve ona dayanarak “ulusal bağımsızlıklar olabilir mi?” diye 20. yüzyılda mücadeleler edildi, büyük savaşlar da verildi, fakat ulusal bağımsızlık en iyi durumda olanlar da bile üç beş yıl sürmedi. Zaten buna temel olan Sovyet sisteminin de böyle olmadığı açığa çıktı. Sovyet sistemi ile bağlı da kalmadılar, hemen dönüp ABD öncülüğü ile Kapitalist emperyalist sistemle uzlaştılar. Çoğu için insan dönüp bakınca şaşırıyor; madem böyle sonuçlanacaktı niye bu kadar kan döküldü! Bu mücadele tümden boşa gitmedi tabi. Kendilerini biraz tanıdılar, biraz irade kazandılar. Bu bir gerçek, ama ödenen bedel elde edilen kazanımlara denk olmadı. Şimdi özellikle Sovyetler Birliği’nin yok olduğu bir ortamda, ABD’nin ‘Yeni Dünya Düzeni’ adı altında bir hegemonya geliştirmeye çalıştığı bir ortamda devlet ba-

Ekim 2014

ğımsızlığı, siyaset bağımsızlığı yoktur. Devletsel duruşla bağımsız ve özgür olunmaz; ne ekonomide, ne siyasette, ne de askerlikte bağımsız olabilirsin. Hiçbir devlet bağımsız değildi. Şimdi devletler bağımsızlık peşinden koşan yok. Hepsi bir bağımlılık ilişkisi içerisinde kendi çıkarını etkili kılma arayışı içerisinde. Kürdistan’da da yurtseverliğin önemli bir ölçüsü bağımsız ve özgür olmaktır, ama şimdi milliyetçilik bunu saptırıyor ve çarpıtmaya çalışıyor. Kürdistan’da toplumun bağımsızlık ve özgürlük sorunu ABD ve İsrail milliyetçilik eliyle PKK’nin doğruya çektiği anlayışı saptıracak bir anlayış geliştirmek istiyor. Ruhta, düşüncede, iradede, yaşamda bağımsız olmayanın bağımsız siyasi sistem kurması ve kendini yürütmesi mümkün değildir. Bağımsızlığı temsil eden bir güç dünyanın ve bölgenin gericiliğinden, faşizmden, İran’dan, ABD’de den, AKP’den medet bekler mi? Sömürgeciliğin, kültüler soykırımcılığın en tehlikelisi düşünce düzeyinde soykırım, asimilasyondur. Dolayısıyla bağımsız ve özgür olmanın yaratıldığı yerde düşüncede bağımsız ve özgür olmaktır. Bağımsız ve özgür olmanın bir toplum olmayla yakından bağı vardır. Bu bir düşünce durumu olduğu kadar bir ruh ve duygu durumudur. Bunun edebiyat ve sanatla bağı var. Kişilik özellikleriyle, karakterler, toplumun özelliklerini belirleyen kişilik özellikleri ile bağı var. Sanat ve edebiyat yapılacaksa bağımsızlık ve özgürlük gibi temel değerlere dayanmak şarttır. Bunu dayanacaksak bu değerleri doğru anlamamız da şart. En işbirlikçi, hatta hain yaklaşımı “ben bağımsızlığı ve özgürlüğü temsil ediyorum,” diyor diye öyle sanırsak oradan edebiyat çıkmaz, sanat çıkmaz, duygu çıkmaz, davranış zenginliği çıkmaz, güzellik ve iyilik çıkmaz. Yani edebiyat ve sanat o temelde kesinlikle olmaz. Önderlik gerçeği anlaşılmadan, Önder Apo’nun yaşama bakışı ve yaşam ölçüleri anlaşılmadan, yine Önder Apo’nun düşünce gerçeği ve mücadele tarzı, örgüt ve eylem çizgisi anlaşılmadan Kürdistan’da yurtseverlik, demokratlık yapılamaz, özgürlükçü olunamaz, bu değerleri yücelten ve topluma taşıyan edebiyat ve sanat yapılamaz. Başka türlü edebiyatçı ve sanatçı olunamaz. Olunamadığı ortadadır. Siyasi olarak edebiyat ve sanatın önündeki engeller kalkmış değil, fakat edebiyat ve sanatın gelişmesi önündeki birinci ve tek engel bu değil. Nasıl ki siyaset, ideoloji, örgüt, askerlik sistem dışında sisteme karşı gelişebildiyse edebiyat ve sanatta gelişebilir. Ama edebiyat ve sanat fazla gelişemiyorsa bunun ikinci ve daha önemli bir nedeni var demektir. Bizi Kürdistan’da edebiyat ve sanat üretecek konuma getirecek bir duygu ve düşünce düzeyinden yoksunluk, uzaklık var. Bize bunu yaptırtacak realiteyi doğru anlamada zayıflık var. İşte bu zayıflık giderilmeden biz bu işi yapamayız. Bu zayıflığı da ancak araştırarak, tartışarak, okuyarak, kendimizi eğiterek giderebiliriz. Garzan’da şehit düşen Maria arkadaşın günlüğünde okumuştum; “bunu okuyanlar anlamalı ve beni yargılayacaksa buna göre yargılamalı. Bundan sonra doğru diyorsa da desin, yanlış diyorsa da desin.” Evet, devrimi ve devrime kalkan toplumun duruşunu yargılayacaksak kendi çizgisi temelinde yargılayalım, düşman gerçeği temelinde yargılamayalım. Onu karşıtı temelinde yargılarsak o düşmanı ifade eder. Eğer sanat ve edebiyat özgür yaşam çizgisinde bireyin ve toplumun duygu, ruh, düşünce ve davranış dünyasının yargılanmasıysa, o zaman bu yargılamayı hangi çizgide ve anlayışta yapacağımızı bilmemiz lazım. Başkalarının özgürlüğünü getirip Kürde ölçü olarak dayatmak istersen bu kürdü temsil etmez, bunun içine iste-

25


Özgür Halk diğin kadar Kürtlük koy, istediğin kadar kendine milliyetçi de, yurtsever de o işbirlikçilik olur, ihanet olur. Dolayısıyla orada Kürt özgürlüğü, Kürt yurtseverliği canlanmaz.

kopuştan geliyordu. ‘Sistemden kopmak’ demek sistemi karşıya almak ve onun ruhuyla, düşüncesiyle, siyasetiyle, ideolojisiyle, ekonomisiyle, her şeyiyle çatışmak demekti.

Önderlik ve PKK hangi koşullarda çıkış yaptı? Hangi koşullarda mücadele etti? Bu mücadele hangi aşamalardan geçti? Her aşamada imkanlar, zorluklar ne kadardı? Maddi-manevi gerçek durum neydi? Ne kazandırdı, başarı elde ettirdi, ne kaybettirdi? Kürdistan’da özgür yaşam nedir? Özgür yaşam nasıl yaratıldı? Özgür yaşamın değer yargıları nelerdir? Kim özgür yaşamı temsil ediyor? Bunların hepsinin cevabını bilebilmemiz, anlayabilmemiz gerekli. Bunları bilmeyenler edebiyat ve sanat yapamazlar, çünkü Kürdistan’da özgürlük değerlerini temsil edemezler, yüceltemezler. Onlara dayanarak gerici, kölece, işbirlikçi olana vuramazlar.

Kürtlere yok etme hükmü uygulanıyordu. Devletçi sistemle ve onu en son ortaya çıkan yapısı olan kapitalist modernite sistemi Kürde yok olma, ölme fermanı biçmişti. Yok etmek, idam etmek bir fermandır, dolayısıyla bir yargılamadır. Bu fermana karşı var olma, özgür olma arayışı ve direnişi karşısından bir yargılamayı ifade ediyor. Dolayısıyla PKK’nin, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin de bir tarihsel yargılama olayı olduğunu bilmemiz lazım. PKK neyi yargıladı? Kürde biçilmiş ölüm fermanını yargıladı. PKK’nin ideolojik, politik, askeri, örgütsel duruşu ve eylemi hepsi bir yargılamadır. Önder Apo, “Tarihsel yargılama hakkımızı kullanıyoruz,” dedi. Bunu anlayarak ve bilerek yaptı. Buna açıktan “yargılama” dedi. Önderlik, “Kürde ölüm fermanı çıkarılmış. Bizde özgür yaşamı yaratmak için bizi yok etmek isteyenlerin ne olup olmadığını yargılayacağız,” dedi. En son savunmalarda da böyle büyük bir tarihsel yargılamanın teorik temellerini ortaya koydu.

PKK ve Önderlik gerçeğinden kaçılarak sanat ve edebiyat yapılamaz, sanatçı olunamaz. Önderlik Yaşar Kemal için, “Eşkiyanın romanı mı olur?” dedi. Şimdi ağanın edebiyatı, sanatı mı olur? Satılandan edebiyat ve sanat olmaz. Ağalık duygusunun, ruhunun, yaşamının sanatı mı olur, edebiyatı mı olur, romanı mı olur, şiiri mi olur, destanı mı olur? Tarihte var; Osmanlı padişah sisteminin bir etkisi olsa gerek, bazı aşiret ağalarının, beylerinin kendilerini övdürmek için methiyeler dizdirmişler. En korkak olanlar kendilerini cesur göstermeye çalışmışlar. Uydurulmuş şeyler güzel olabilir, ama gerçeği temsil etmezler. Uydurulmuş olanla uğraşacağımıza gerçekle uğraşalım. Bu kadar inkarcı, gerçeği ret edici olabilir miyiz? Böyle olan öncülük edemez, çünkü toplumu etkileyemez. Toplum kendisine inanmaz. Toplum niye PKK’ye inandı? Çünkü hilesi hurdası yoktu. Yoksa daha çok yazan çizen oldu, daha fazla güce ve imkana sahip olanlar da vardı. Ama bütün bunlara rağmen toplum neden onlara inanmıyor? Son olarak Şengal’de yaşananları gördük. Toplumun önemli bir kolu olan Êzidîlerin nasıl öfke kustuğunu gördük. PKK niye farklı? İşte burada ideolojik-politik çizginin, yaşam felsefesinin, zihniyetin etkisini görmek gerekiyor. Bağımsızlıkçı, özgürlükçü, yurtsever demokrat düşüncenin hangisinin olup olmadığını görelim. Apocu çizgi kesinlikle böyledir, diğerlerinde bu yoktur. Dolayısıyla o düşüncelerden sadece bireysel çıkar ürüyor. PKK düşüncesinde bireysel çıkar yoktur. Ülke çıkarı, ulus çıkarı, toplum çıkarı, halkın çıkarı, ezilenlerin çıkarı, kadının çıkarı var. Toplumsallık ve özgür yaşamın çıkarı var. Bunun için sözü, davranışı, yaşamı bütünlük arz ediyor ve bu toplum nezdinde sonuna kadar inandırıcı oluyor. O nedenle toplum PKK’yi benimsedi, benimsiyor. Yoksa ne parası, ne gücü, ne silahı, ne aşireti vardı. Başlangıçta PKK’liler için “ipini koparanlar topluluğu,” deniliyordu. Bu tanımlama anlamlıydı; biz bunu önce hakaret olarak algılıyorduk, ama bu düzenden kopmayı ifade ediyordu. İpi kültürel soykırım düzeni, kapitalist modernite düzeni alacaksak PKK oradan kopuşu ifade etti. Kopamayan PKK’li olamıyordu. Diğerlerinin duruşu Kürt ulusal duruşu değildi, Kürdistan’ı bölüp parçalayan sistemin karşıtı değil, ucuydu. Onlar sistemin yarattığı güçlerdi. Dolayısıyla sistemden kopuşu ifade etmiyorlardı. PKK ayrı bir yaşam sistemini ifade etti. Önderlik; “Babamın en son vasiyeti olarak, duydum ki, Kürtçülük yapıyormuşsun. Bundan vazgeç! Eskiden komünistlik yapıyordun, komünistlik yapman senin için daha hayırlıdır’ dedi,” diyordu. Gerçekten anlamına uygun bir Kürt özgürlüğünün çok tehlikeli olduğunu görüyor, hissediyordu. Tehlike ise sistemden

26

Buradan ele aldığımızda Kürt özgürlüğü, Kürde kültürel soykırımı rejimi dayatan ve ölüm fermanını biçen sistemin yargılanmasını ifade ediyor. Bu özgürlüğü elde etmenin her alanı buna göre oluşması, hükmünü buna göre icra etmesi lazım. İdeolojisi böyle, teorisi böyle, sosyal bilimi böyle, askerliği böyle, siyaseti böyle; tabi edebiyat ve sanatı da böyle olmalı. Böyle bir toplumun ve onun özgürlük mücadelesinin edebiyat ve sanatının da Kürt toplumuna ölüm fermanı veren bir sistemin yargılamayı ifade ettiğini bilmemiz gerekiyor. Bunu gerçekleştirdiği, başardığı ölçüde özgürlük çizgisini esas alacak. Böyle olmayan istediği kadar estetikle yüklenmeye çalışılsın bir anlam ifade etmez, toplum onu benimsemez. Toplum PKK’yi sözü ile davranışı bir olduğu için, yani toplumun özgürlüğünü yaşadığı için benimsedi. Edebiyat ve sanat da bunu yaptığı ölçüde benimsenir. Bunu yaparsa özgür insan ve toplumu ortaya çıkarır, devrimci rol oynar, kültür devrimi yaptırır. Bunu yapmazsa topluma kültürel soykırım rejimini dayatır, bu rejimin aleti ve uzantısı olur. Edebiyat ve sanat mücadelesiz olmaz, yargılamasız olmaz, devrimci yaşam ölçülerine dayanmadan olmaz, tarafsız olmaz. Taraf olacak! “Biz ne PKK’den yana oluruz, ne de TC’den yana!” Var mı böyle bir yaşam? Kürdistan’da otlar bile böyle değil, herkes bir taraftır. Bu kadar keskin bir mücadele yaşanıyor, yargılama yapılıyor. Ortada ölüm fermanları var ortada, sen nasıl tarafsız olursun! Hem de sanat ve edebiyat alanı olarak toplumun ruhuna, duygusuna, düşüncesine hitap edeceksin, insanı ve toplumu belirleyeceksin hem de bu toplumda tarafsız olacaksın. Bunlar saptırma kavramlardır ve bunu tartışmak bile abes. Öyle bir sanat edebiyat ve sanat olamaz, nitekim olamıyor da. Olmadığı gibi nasıl ki ideolojik-siyasi mücadelede gelişmeye sağlamayanlar bundan PKK’yi sorumlu tutuyorlarsa edebiyat ve sanat alanında da aynı şeyi yapıyorlar. Onlar da PKK’yi suçluyorlar. Niye? Toplumu kandıracaklar, aldatacaklar, bir ajan olarak kültürel soykırım rejimine, inkar ve imha sistemine hizmet edecekler, ama PKK buna izin vermiyor, maskelerini düşürüyor; onun için de karşı çıkıyorlar. PKK’nin en önemli kazanımı, Önder Apo’nun Kürt toplumuna verdiği en büyük kazanç bu durumu alt üst etmesidir. Artık kimse toplumu eski düzene çekemez. O halde sanat ve edebiyatta da gerçekleşen bu yeni olgu-

Ekim 2014


Özgür Halk yu ele almalıyız. Bu işi bir devrim ve mücadele olayı ola- yarattığı sistem çöktü, Önder Apo’nun yarattığı sistem rak görmek lazım. Tarihe, toplumsal gelişme gerçekliğine bu çöküntüye rağmen ayakta kalıyor, gelişiyor. Geçen bakalım; bu hareketler devrimcidir, yani birey ve toplumu gün bir Alman gazetesi yazmıştı: “Apo’nun projesi Barzaözgür yaşamda gerileten her türlü saldırıya karşı diren- ni’ninkini çökertti.” diye. Rojava ile Başur’u karşılaştırıyor, meyi ve özgür yaşamı savunmayı ifade ediyor. Bütün IŞİD saldırmadan Barzani’nin sistemi çöktü, ama 15 aytarih boyunca sanat hareketleri mücadele gücüdürler; dır Apocu sistem Rojava gibi küçük bir alanda direniyor. taraftırlar, tarafsız değillerdir. Baskı ve sömürü düzenine, devlet ve iktidar düzenine karşı duruşu ifade ediyorlar. “Emek değerini, iş gücünü satan bir güç özgür topluma Bir düşünce, örgüt ve eylem gücüdürler. Edebiyatçı ve öncü olamaz, o özgürlük değil köleliktir,” Önderlik böyle sanatçının tarihsel tanımı da bu. Böyle olmayan sanat- tanımladı. Bu yeni ve önemli bir tanımdır. Kürdistan’da çı ve edebiyatçı son birkaç yüzyılda kapitalist modernite gelişme yaratan, değer yaratan bir tanımdır. Eğer emek düzeni içerisinde ortaya çıktı. Ondan önce sadece im- gücü için doğru olan buysa tabiki düşünce gücü için, paratorların, padişahların saraylarında vardı ve ona da onun duygu, ruh dünyasını ifade eden sanat gücü için kimse sanat ve edebiyat demedi. Bu konu incelenirken bu durum hayli hayli geçerlidir. Burada paranın yeri olbile ayrı ele alınıyor; birincisi, saray edebiyatı dedikleri, maz. Bu alana para girdi mi, bitmiş demektir. Paradan diğeri ise halkın edebiyatı. Aslında öbürü soytarılıktı. Za- kastım ise alım ve satımdır, pazarlamadır. Böyle olan bir ten sarayda olana sanatçı değil Saray Soytarısı deniliyor- alanda topluma hizmet, özgür yaşam ölçülerini korumak du, halk öncülerine de Ozan deniliyordu. Bu ayrım kapi- değil daha fazla para kazanmanın yollarını bulmak ortalist modernite sistemi ile bozuldu. Neden? Ulus-devlet taya çıkar. O zamanda nasıl satacaksan öyle yaparsın. sistemi önceki sistemden çok farklıydı. Devleti toplum- Bunu tartışmadan bile korkuluyor olması kötü ve tehlikeli sallaştırıyor, toplumu devletleştiriyor. Bir toplum kırım uy- bir durumdur. Nasıl böyle olur? İnsan düşüncesini nasıl guluyor. Bunun da temelinde ruh kırımı var, duygu kırımı satar? Kafa işçiliği ve kol işçiliği diye tanımlamalar üretildi. “bütün işçilikler kutsal,” aslında bu düşünce satımı var, düşünce kırımı var. Duygu ve düşünce asimibu kavramdan ortaya çıktı. Kol işçiliği, emek lasyonunu gerçekleştirilmeden özgür insan gücü satmak en kutsal değerdi, işçilik yok edilemiyor, toplum yok edilemiyor. böyle oluyordu. Kol işçiliğini satamaBuraya saldırabilmesi için öncelikle yan kendine bir işçilik bulmalıydı topluma öncülük eden sanat ve ki, onunda bu kutsallıkta yeri edebiyat hareketinin yok etmesi olsun, “ha bende kafamı satılazım, sonrasında ise topluBen sanat ve yorum,” dedi ve düşüncenin, mun duygu ve düşüncesine yazımın, sanatın satım alanı saldıran bir sözde sanat ve edebiyat işleriyle uğraşmak haline gelmesi böyle oldu. edebiyat alanı yaratması Sanatın alım satım haline gerekiyor. Bunu yarattıistiyorum, diyenler en az getirilmesi gerçekleşti. lar da. Bunu yaratmayı parti yönetimi, gerilla komutanı Herkes kendini pazara çıulus-devlet sisteminin, kardı. İşçilik olarak pazarkapitalist modernitenin olacak kadar kendilerini parti larsın, işveren olarak patemel özelliği gördüler. zarlanırsın mesele değil. düşüncesiyle, Önderlik çizgisiyle, Tarihte hangi düşünür Kapitalizm hırsızlık dedüşündüğünü, icat ettiğimekti ve hırsızlığı kabul mücadele gerçeğiyle ni para karşılığı sattı? Var eden ruh ve duygu ölçüsü, mı böyle bir örnek? Yoktur. insanların duygu ve düşünce eğitmeliler. Hangi Ozan değerini pazarda kırımını da kabul etmiş oldu. İnsattı, para kazandı ve zengin san erdemi hırsızlığı kabul etmeoldu? Bunun bir örneği yoktur. mekti, hırsıza karşı çıkmaktı. HırÖyle satılacak bir şey üretmediler, sızlık ustalık haline geldi, meşrulaştı, tersine kendilerini koruyamayanlar dayiğitlik oldu. Yani ölçü değiştirdi, çünkü rağacına çekildiler, derileri yüzüldü. Niye? sermaye düzenin özünde bu vardı. Özgürlük Çünkü onlar mücadele ürettiler. Sanat ve edebiyat dedüşüncelerin hiçbirisi sermaye biriktirmeyi kabul etmedi. Dinler kabul etmedi, felsefe kabul etmedi, bilim kabul mek özgürlüğü, toplumsallığı savunmak, baskıya, söetmedi. Bütün devrimsel çıkışlar aslında sermayeyi kabul mürüye ve egemenliğe karşı çıkmaktı. Şimdi parayla etmeme çıkışıydı ve bunu hep denetim altında tuttular. satılan baskı ve sömürüyü onu kutsuyor, onu esas alıyor, Kapitalist saldırı bu denetimi kırdı. Böylece toplumla- çünkü para orada oluyor. Ona sanat mı denilir, edebiyat rı bir kırımla yüz yüze getirdi. İnsan erdemi yok edildi. mı denilir! Kültürel soykırım rejiminin sanatı, edebiyatı mı olur? İnsanlık suçunun sanatı, edebiyatı mı olur? Önderlik kapitalizmi tanımlarken, “komutan para” dedi. Paranın komutan olduğu, her şeye hükmettiği sisteme Egemen sistem tarih bilincini de saptırıyor. “Dünya kapitalizm deniliyor. Kapitalizm her şeyi olduğu gibi sa- böyle gelmiş böyle gidecek,” diyor. Oysa böyle gelmenat ve edebiyatı da metalaştırdı. İnsanlar kapitalizmde miştir. Tarihin derinliklerinde toplumsallık olgusu farklı düşüncelerini, ruhlarını, duygularını satar hale geldi. Ön- olduğu gibi sanat ve edebiyat gerçeğinin rolleri de farkder Apo bırakalım duygu ve düşünce satmayı emek satı- lıdır. Şimdi ortaya çıkarılmış olanı anlama ve yargılamını en kötü kölelik olarak tanımladı. Bunlar Marksizm’de mak durumundayız. Yargılamaya tabi tutmadan, “sanat yüce değerlerken, Apoculukta bir sapmadır. Kürdistan’ın ve edebiyat buymuş,” diyerek verili olanı icra edemeyiz. özgürlük düşüncesi bu kadar gelişti, değişti. Marksizm’in

Ekim 2014

27


Özgür Halk Bu düzenden kopuşu sağlamak, düzene karşı mücadeleyi doğru, derinlikli ve tam anlamak gereklidir. Siyaset diline, sosyal bilime dayanan, onunla sınırlı kalan bakış açısı genel ölçüleri ve kaba tanımları veriyor, dolayısıyla toplumun derinliklerini çözmüyor. PKK devriminin toplumda ve bireyde yarattığı değişimi inceleyemiyor. Devrimci pratik onu çok aşmış durumda. O siyaset ve sosyal bilimin tanımlamalar bunun karşısında yüzeysel kalıyor. Onu derinleştirecek bir gelişme için edebiyat ve sanat belirleyici rol oynayacak bir noktaya gelmiş durumda. O nedenle bu dönemde edebiyat ve sanat daha çok rol oynayacaktır. Kürdistan’da edebiyat ve sanatla uğraşacaksak PKK’nin ortaya çıkardığı realiteyi esas alarak yapacağız. Edebiyat ve sanatın zeminini yaratan PKK’nin devrimidir. Bunun dışında sanat ve edebiyata konu olacak bir şey yok. Bu da düzenden kopmayı, her şeyi ile düzen ölçülerinden kopmayı ifade ediyor. Bunu anlamayan ifade de edemez. Özgürlükçü, devrimci, yurtsever olanı açığa çıkaramaz. Bu kavramlar adına kültürel soykırım rejimini meşrulaştıran duygu, düşünce, davranış üretmeye kalkar ki, bu özgür insanı yaratmaz, tersine insanlığı ve toplumsallığı katleder. Şimdi sanat ve edebiyat böyle bir katliam aracı olarak kullanılmaya çalışılıyor. Demek ki, gerçek edebiyat ve sanat ise buna karşı gelişmek, mücadele etmek, özgür insanı temsil etmek zorunda. Onun içinde kendine göre ölçüler yaratmak, kavramlar geliştirmek zorunda, yani var olanla olmaz. Var olan sisteme göre sanatı geliştirmek ve bunun Kürt yurtseverliğini, demokratlığını temsil edeceği, PKK devrimini işleyeceğini sanılmak büyük bir yanılgı olacaktır, boşa çalışmaktır. Öyle yapmaya kalkan, PKK’ye karşı kültürel soykırım rejimini temsil ediyor, demektir; o bir ajan faaliyetidir. O biçimde yapılan her şey özgür ve demokratik yaşama saldırıdır. Kürdistan’da büyük özgürlük değerleri ortaya çıkarıldı; zor başarıldı. Müthiş bir edebiyat ve sanat malzemesi ortaya çıkartıldı. Şimdi işler kolaylaşmıştır. Edebiyat ve sanatın rolü ise ortaya çıkarılmış bu devrimci değerleri çeşitli dallarda işlemek ve topluma taşımaktır. Bunu resimle, sinemayla, müzikle, tiyatroyla, yani sanatların bütün alanlarında yapmak gerekir. Estetiği kullanarak ortaya çıkarılmış devrimci değerleri yeniden şekillendirip insan ve toplum yaşamının güzel özellikleri haline getirip topluma sunmak. Yapılması gereken görevin özü budur. Şimdi yapılması gereken 40 yıllık devrimci pratiğin ortaya çıkardığı toplumcu değerlerin, birikimin yeniden ifade edilip topluma taşımaktır. Bunu yapabilmek için toplumu anlamak lazım; gelişen özgürlük değerlerini, toplumun yaşadığı devrimci değişimi anlamak ve özümsemek gerekiyor. Öyle anlamadan, özümsemeden, benimsemeden, bunları doğru görmeden olmaz. Sahte bir anlayış geliştirerek de olmaz, özüne vakıf olmak gerekir. Ondan sonra geriye kalan bu birikimi estetik değerlerle bütünleşmesini sağlamak ve toplumu daha kolay, daha etkili kabul edilebilir bazı değerleri de kendinden katıp, topluma sunmaktır. Burada esas zor olan bu değerleri anlamak ve özümsemektir. Bu gerçekleşirse onları yeniden yaratmak, estetikle yoğurup birleştirmek ve topluma sunmak çok zor değil. Çünkü şimdi teknik imkanlar çok. Bu gerçekten de eskiden zormuş. İnsanlar ürünlerini paylaşmak için diyar diyar dolaşıyorlarmış; aç, susuz! Toplumun öncüleri, devrimcileri ozanlarıydı aslında. Sırtlarında saz ülke ülke, kıta kıta dolaşıyorlarmış, insanlara bir şeyler verebilmek,

28

onlara ölçü kazandırmak için. Sanatçılığın tanımını, anlamını, sanatçı çalışmasının özelliklerini burada görelim. Şimdi kapitalist modernite sisteminin toplum kırımı gerçekleştirmek için yedirip içirip, parayla yoğurduktan sonra topluma sunduğu insanlarla gerçek ozanların, sanatçıların ne alakası var; hiçbir benzerlikleri yoktur. Önderlik, “var olan imkanların yüzde birini bile değerlendiremiyorsunuz,” dedi. Bu sadece siyaset ve askerlik için geçerli değil, edebiyat ve sanat alanı için daha fazla geçerlidir. Burada 40 yıllık mücadeleden çıkan bir PKK dersini daha verebiliriz: hiçbir gelişme imkan fazlalılığı ve rahat ortamda olmadı. Tersine imkan ne kadar fazla oldu, rahat ne kadar çok oldu ise orada üretim az, sorunlar çok oldu. Tabi bu iyi bir durum değil; bizim insan olarak zayıflığımızı gösteriyor. Demek ki yeterince eğitimli değiliz. Zorluklar bizim öğretmenimiz oluyor, ama realitemiz bu. Böyle bir duruşu değiştirmeliyiz. Edebiyat ve sanat alanın da bu dersten ciddi biçimde yararlanması mümkün. Bu alanın doğasına daha uygun. Zorluklar buradaki üretimin ebesidir. Zorluklar bizim devrimimizin kamçısı gibi. Zorluklar bir şeyler yaratmamızı engellemiyor, tersine zemin sunuyor. Savaşta böyle oldu; deneyim bu. Kaldı ki, o kadar maddi imkan yoksunu da değiliz. Ulusal Diriliş Devrimi önemli bir maddi zemin de sundu. Hem büyük devrimci birikimle birlikte imkanlara sahibiz, hem de ciddi biçimde zorlayıcılık var. Burada şu soruyu sormalıyız: Buna rağmen neden sanat ve edebiyatı yeterince geliştiremedik? Neden devrimimiz daha derinlik bir kültür devrimi haline gelmedi? Onu yaratacak edebiyat ve sanatı ortaya çıkaramadık? Bu sorular üzerinde durulması ve cevap aranması gereken sorulardır. Toptan var olanı küçümseyen, görmeyen bir inkarcı yaklaşım içinde olmamak da lazım. Özellikle ‘90 başından bu yana amatör bir ruhla yaratılmış gelişmeler var. Fakat bunlar parçalı, dar, birbirinden kopuk ve yüzeyseldir. “Hiçbir şey olmuyor,” değil de, Kürt sorunun siyasi-askeri çözümüne hizmet edecek büyük bir kültür devrimini gerçekleştirme düzeyinde değil. Gerillanın yarattıkları var, serhildanın yarattıkları ve onları anlatan eserler vardır. Sanat ve edebiyat alanında üretim zayıflığının bizden kaynaklı olduğu sonucuna ulaşmak zor değildir. Toplumda zayıflık yok, toplumsal alanda bir sınırlılık da yok. Bu tür çalışmaları geliştirmek için ilgi, fedakarlık, yaratıcılık var. Epeyce böyle bir çalışma için istekli insan kütlesi de vardır; dört parça Kürdistan’da da, yurtdışında da bu durum söz konusudur. Fakat onları yönlendirecek, bütün sanat alanlarında devrim yaptıracak düzeyde çalışmaları derinleştirecek bir yönlendirmede, ön açıcılıkta ve ifade etmede zayıflık var. İfade gücünü kendimizden geliştirmek yerine dışarıdan bekler durumdayız. Bu çalışmayı yürütecek insan, kadro gücünü geliştirmek, çoğaltmak, eğitimini derinleştirmek gerekiyor. Şimdiye kadar bunun yapılmamış olması büyük bir eksikliktir. Bu konuda ciddi yanlış anlayış ve yangılarda vardır. “Sanat alanı ideolojiden uzak alandır”, “sanat alanı partiden uzak alandır”, “PKK’li sanatçı olamaz, bir PKK’li sanatçı olamaz” gibi yanılgılı anlayışlar var. Bu kesinlikle Önderlik

Ekim 2014


Özgür Halk tutumuna terstir. Sanatçılar eğitim görmezler, mümkün olduğu kadar ideolojiden, partiden, eğitimden uzak durmalılar ve ondan sonra da devrimi yansıtmalılar, toplumun ruhunu, duygusunu belirlemeliler! Bunu neye göre yapacaklar? Devrim eğitmezse düzen eğitiyor; düzenden aldıklarıyla mı devrimi yansıtacaklar? Bu mümkün mü? PKK’den, devrimden uzak dur, ama Kürt özgürlüğünün sanatını yap! Bu mümkün mü? Büyük bir sanat ve edebiyat hareketi gelişmemesinde bu yanlış anlayışın da büyük etkisi vardır. Nazım Hikmet’in cezaevinde yazdığı şiirler dışarıda sevdalanır düzeyde beğeniliyor, ama dışarıda da büyük bir anti-komünizm yayılıyor. Bir taraftan Nazım taraftarlığı, diğer taraftan komünizm düşmanlığı! Buna karşı Nazım Hikmet’in tepkisi, “Sevdalınız komünisttir,” diye. Bizde de şimdi öyle bir durum var. Edebiyat ve sanatı PKK devrimi üzerinden yapmak zorundasın, ama diğer taraftan PKK’den, ideolojisinden, eğitiminden, gerçeğini öğrenmekten uzak duracaksın. Peki, sanat ve edebiyatı neyle yapacaksın? Bu köklü bir çelişkidir. Parti alanı ideolojik alandır. İdeolojik alanında özünde edebiyat ve sanat vardır. Sanat ve edebiyat alanı psikolojik mücadele, ruhsal-duygusal mücadele alanıdır. İdeolojinin de özünde hitap etmeye çalıştığı alanda buralardır. O nedenle “sanat ve edebiyat ideolojiden kopuktur,” tanımı tam bir ulus-devlet uydurmasıdır. O zihniyet burjuva liberal zihniyettir. Kendisi sanat ve edebiyat alanını yüzde yüz ideolojik mücadele alanı yapıyor, ama karşısında gelişmesin diye de sanki ilişkisizmiş gibi gösteriyor. Bu büyük bir aldatmacadır. O açıdan da partileşme, parti mücadelesi, ideolojik mücadele, ideolojik eğitim, parti gerçeğini kavramada en çok esas almamız gereken alanlar kapsamındadır. Böyle bir düzeltme olmalıdır. “Ben sanat ve edebiyat işleriyle uğraşmak istiyorum,” diyenler en az parti yönetimi, gerilla komutanı olacak kadar kendilerini parti düşüncesiyle, Önderlik çizgisiyle, mücadele gerçeğiyle eğitmeliler. Hatta o düzey bile yeterli değildir. Askeri ifade, siyasi söylem çok düz ve basittir, ama edebi ve sanatsal söylem ve ifade çok karmaşık ve derinliklidir. Siyasi ve askeri alanda bireysel tutum, bireycilik, bireyin kendine göre bir tutumu olabilir, ama sanat ve edebiyat alanında olmaz. Buraya geldin mi, bireyciliğin bitmiştir. Ruhunu, duygularını toplumsallaştırırsan karşındakini inandırırsın. Böyle yapamazsan yaptığın bir taklittir, taklidin de sanat ve edebiyatla bir alakası yoktur. Bu alan bireyin her şeyiyle toplumsallaştığı alandır, tüm bireyciliği aşarak toplumsallıkta eridiği bir alandır. Hem kendini yaşamak hem de edebiyat ve sanat ile topluma öncülük etmek mümkün değildir. Gerçekten sanatla uğraşacaksan, sanatçı olacaksak, bu işin zor olduğunu da bilmek lazım. Bir fedai militan fedakarlığı ister, hatta ondan çok daha ötedir. O canını ortaya koyuyor. Can vermekle bireyciliği aşmak aynı şey değildir. Can vermek daha kolaydır! Edebiyat ve san-

Ekim 2014

at yapacaksan ancak o düzeyde açıklık, tahlil, değerlendirme geliştirebilirsen bir çözüm ortaya çıkar, bireyin psikolojisini, toplumun sosyolojisini çözebilir, ifade edebilirsin. Bu yönlü kendimizi eğitmemiz, böyle bir hareket geliştirmemiz gerekiyor. Kendini aşan, yaşam tecrübelerini topluma sunmaktan vazgeçmeyen bir noktaya gelmeliyiz. Önderlikte gizli saklı hiçbir şey yoktur. Birçok şeyi birbirine benzeterek anlattı ki, eğitim olsun, insanlara tecrübe olsun diye. Bu kadar eğitim gücü, eğitim materyali ortaya çıkarabilmek için doğuşundan bugüne kadar ne duydu, ne gördü, ne yaşadıysa 40 yönden ele alıp tekrar tekrar ifade etti. “Aman bu böyledir burayı saklayayım, şu şöyledir şurayı saklayayım, burası bana aittir, şurası özeldir,” demedi. Her şeyi ortada; sanatçı budur. İnsan çözümlemesi böyle oluyor. Onu edebiyat ve sanatla yapmadı, ama insan çözümlemesi yaptı. Böylece edebiyat ve sanatın önünü açtığı gibi bir edebiyatçı ve sanatçının nasıl olması gerektiğini gösterdi. Bu konularda üretim yapacaksak ancak Önderliğin yaptığı gibi yaparak gerçekleştirebiliriz. Kendimizi çözerek, kendimizi anlatarak bunu yapabiliriz. Olumlu olanları anlatıp, olumsuz olanları anlatmak yarım bırakır. Böyle yapması zordur. İnsanlar açısından en zor olan budur. Yaşamını ortaya koymak, savaşın ortasına girmek öyle zor değil, büyük zorluk buradadır. Güçlü bir edebiyat ve sanat hareketinin gelişmemesinin bir nedeni de bu olabilir. Sanatçı eğitiminin merkezine bireyciliği aşabilmeyi koymak gerekiyor. Kişi kendini çözebiliyor mu, çözemiyor mu? Kendini açabiliyor mu, açamıyor mu? Kendini anlatabiliyor mu, anlatamıyor mu? Kendini topluma ne kadar açabiliyor? Kapalı bir kutu gibi midir, yoksa kendini ve yaşamı sonsuz çözümleyerek, onu bir de güzelce tanımlayıp, sistemleştirip topluma sunabiliyor mu? Bunlar yapılabiliyorsa oradan edebiyatçı doğar, sanatçı doğar. İnsan açısından ‘zor’ olan da budur. Basit, yüzeysel ifadeler, taklitler kolay geliyor ama işin özüyle ilgili olmak kolay değildir. Zor bir alandır, ama yapılamaz bir alan kesinlikle değildir. İsteğe ve kişinin çabasına bağlı, kendini ele almasına ve ortaya koymasına, cesaret ve fedakarlık göstermesine bağlı. Bunlar olmadan, “ben edebiyatçı ve sanatçı olacağım, ama kendimi hiç zorlamayacağım, açık davranmayacağım, çözmeyeceğim,” diyerek edebiyatçı ve sanatçı olmak mümkün değildir. Sen ancak kendinden yaratarak anlatabilirsin. Bir duygu, ruh yaratacaksan, insanlığa yararlı bir düşünce üreteceksen bunu kendinden üreteceksin. Diğeri hikaye gibi olur. Edebiyat tarih anlatımı değil, anı anlatımı değil, hikaye değildir. Edebiyat, kişilik çözümlenmesi, birey ve toplum çözümlenmesi alanıdır. Esas edebiyat dalları bunu gerçekleştiren dallardır. Kişilik devrimi, kültür devrimi de böyle bir çözümlemeyle gerçekleşir; var olanı çözümleyip yeniyi inşa etmekle, yaratmakla olur; eskiyi aşıp yerine yenisi konularak sağlanır.

29


Özgür Halk

Kobanê Direnişi: Kürt Kadınının Celladına Karşı İntikam Direnişidir Jineoloji Akademesi

Çok kritik bir süreçten geçmekteyiz. Çünkü devrimci halk savaşını yaşamaktayız. Devrim gerçekleşmekte, demokratik yaşam için bedeller verilmektedir. Amacımız büyüktür. Demokratik modernite sistemi içerisinde demokratik ulusun inşa çalışmalarında her türlü sorumluluk yerine getirilirken, beraberinde de anti-demokratik güçlerin saldırılarına cevap verilmektedir. Devrimci halk savaşında şehit düşen, kendini sonuna kadar adayan, irade sınırlarının çok çok üzerinde bir katılımla mücadeleyi yükselten tüm yoldaşların, halkımızın önünde saygı ile eğiliyoruz.

Bütün değerlerimize karşı işgal savaşı sürdürülmektedir

İşgal edilmek istenen ülkemizi savunma, kendi onurumuzu, şerefimizi savunma, halkımızı, çocuklarımızı, savunma savaşı vermekteyiz. Bu savaşın en güzel, en atik, en dinamik, en anılmaya değer kesimi direnen kadınlar, kızlar, YJA-STAR, YPJ güçleri olmaktadır. Bütün değerlerimize karşı işgal savaşı sürdürülmektedir. Her saat, her dakika sürecin yönü değişebiliyor, lehte ve aleyhte gelişmeler yaşanıyor. Böylesi süreçleri çokça yaşadık. Tarihin tüm karanlık sayfalarında olaylar zincirini parçalarken, faşizan saldırı ve iktidarcı hegemon yapıların plan-proje sahipleri, her zaman

30

saldırı, katliam ve kırımlarla cevap vermişlerdir. Bu nedenle her zaman Ortadoğu halkları için, Kürtler için, kadınlar için süreç hassas, nazik ve önemli olmuştur. Bir tek yersiz hareket ve söz gelişmelerin yönünü değiştirebilmektedir. Bu nedenle herkes ateşle oynarken nasıl hassas oluyorsa, bu süreçte de öyle bir hassasiyet yaşanmaktadır. Söylenen söz, yapılan hareket, girişilen eylem, bakış açısı, saldırılara karşı gelişen direniş ruhu ve kendisini, toplumunu, ülkesini savunma refleksi ve bilinci süreci ileriye doğru götürüyor. Her sürece yönelik halkın kendi düşünce ve ruhunu ifade eden eylemsellikler gelişmektedir. Yaşadığımız bu süreçte bazı eylem ve duruşlar yetersiz olmaktadır. Çünkü süreci karşılayacak olan ruh, sokakta sadece slogan söyleyerek saldırıları kınamak değildir. Olabilir ki herkes bunu söylemiştir. Fakat hala devrimci halk savaşının gereklilikleri olan saldırı ruhu ve en ön saflarda yer almak, her alana yayılmamıştır. Bazı gösteriler sanki normal bir kararı ya da kötü bir konuşmayı kınama temelinde yapılıyormuş havasındadır. Bunlar bu süreçte asla ve asla yeterli olmamaktadır. Şimdi bir durum değerlendirmesi ile var olan mevcut gerçekliği gözler önüne serelim. Önderliğimiz savunmalarında çözüm sürecine ilişkin ve Güney güçlerinin

Ekim 2014


Özgür Halk durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Dolayısıyla belli bir süredir Kuzey Kürdistan’da yaşanan çatışmasızlık süreci, hegemonik zihniyetin başlattığı operasyonlarla sonlandırılmak istenmektedir. Gerilla güçlerine karşı yapılan bu saldırılarla birlikte halk üzerindeki baskı ve demokratik kitlesel eylemsellikleri engelleme, halkın iradesini kırma amaçlanmaktadır. Önderliğimiz avukatları ile görüştürülmüyor. Siyasi tutsaklar bırakılmıyor. Gözler önündeki düşman güçlerine karşı halkın direnişi engelleniyor. Halk sınırlarda bedenlerini siper ederken, TC’nin namluları halka çevriliyor. Gözler önündeki düşmanın işgal saldırıları nerede ise TC ordu güçleri tarafından alkışlanıyor. Her halkın en doğal kanuni hakkı ve insani hakkı olan ana dilinde eğitimine tahammül edilmiyor. İlk defa açılan çok küçük çapta bir okul beş defa mühürlenme yüreksizliğine maruz kalıyor. Bir anıtın dikilmesine parçalanmış ve hegemonik zihniyetlerin çıkarına uymadığı için halk kırımına kadar varabilen operasyonlarla karşılık veriliyor ve tahrip ediliyor.

Barzani Rojava’yı IŞİD’den kurtarmak istemiyor, sizden, hareketten kurtarmak istiyor!

Bunu herkes bilir ki her savaşın bir barışı vardır. Güney güçleri ile böyle bir ortaklaşmaya çağıran Önderliğimiz, Mesut Barzani için şunları belirtmekte ve herkesi uyarmaktadır: “Barzani Rojava’yı IŞİD’den kurtarmak istemiyor, sizden, hareketten kurtarmak istiyor. ‘Sizi temizliyeceğim’ diyor. Zaten Barzani IŞİD’le anlaşmalıdır. Oradaki direniş kırılırsa Rojava’ya girecek, faşizan bir şekilde, orda El Parti var, onu hâkim kılacak. Barzani’yi tanıyorum. Çok insafsızdır, faşizm estirir, katliamlar yapar. Ortak orduya karşı değilim fakat bunun farkında olmak gerekir… 120-150 yıl önce Barzani ailesi İsrail’den gelmiş, Nakşibendi tarikatına yerleşmiştir… Zaten IŞİD saldırıları İsrail’le bağlantılıdır… Fakat zavallı peşmergeler bunları bilmez”

Zaten Barzani IŞİD’le anlaşmalıdır. Oradaki direniş kırılırsa Rojava’ya girecek, faşizan bir şekilde, orda El Parti var, onu hâkim kılacak. Barzani’yi tanıyorum. Çok insafsızdır, faşizm estirir, katliamlar yapar.

Irak’ta da durum aynı şekildedir. Evini barkını terk eden, yollara dökülüp ve herhangi bir direniş gücünü gösteremeyen halk, Güney güçlerinin ardından bir diyalog ve görüşme ayarlamak için aylarca yol kenarlarında, bozuk inşaatlarda beklemektedir. Bu bekleyiş kışın soğuklarına karşı nasıl bir hassasiyet yaratıyorsa, düşmanın işgal, esir alma ve katliamına karşı daha fazla bir hassasiyeti yaratmaktadır. Fakat maddi ve iktidarsal çıkarlar dışında, Güney yerel güçlerinin bu konuda herhangi bir cevabı olmamıştır.

Güney güçlerinin de Kürt Özgürlük Hareketi için farklı bir tarihi geçmişi vardır. Bilindiği gibi dış güçlerin, Kürdistan halkının birliğini, refahını, demokratik yaşam, Özgür düşünce sistemini ve birliğini kabullenemeyen, hazmedemeyen düşman zihniyetli güçler, Güneyli güçleri yanlarına alarak ve bu güçlere kapitalist sistemin çarklarından birini sunarak sürekli bizim hareketimizle çatıştırdı. Bu da kendi başına Ortadoğu ve Kürdistan için hassas süreçler olmuştur. Bu güçler birkaç dolar ve birkaç

Ekim 2014

yatırım karşılığında sürekli başkalarının elinde özgür iradeye karşı bir hortlak olmuştur. Kürt halkının özgürlük inancı ve iradesinden yoksun bu Kürt önde gelenleri zamanında bu oyunlara gelmiş ve yıllarca bizimle sıcak çatışma içinde olmuştur. Günümüzde birçok yerde yapılan sohbetlerde peşmergeler, eskiden yapılan çatışmalarda kendi kayıplarını içleri burkula burkula söylemektedir. Birçok peşmerge o süreçlerde ne uğruna olduğunu bilmeden sadece savaş hiyerarşisinin çizdiği doğrultuda özgür iradeli, örgütlü, demokratik bilinçli Kürde karşı savaştırılmıştır. Bu korkunç anıların günümüzdeki temsili ortak mevzide karanlık zihniyetlere karşı savaşmak, mücadele etmek olmuştur.

Açıkça ifade edildiği gibi Barzani ve Güney’in durumunda düşman güçlerle yapılan işbirliği açıkça görülmektedir. Kobani’ye yapılan saldırılara karşı Özgürlük Hareketimizin çağrısına karşılık, Barzani coğrafi koşullar el vermediğinden askeri ortaklaşmayı oluşturamayacağını açıklamıştı. Dışardan işgalci bir güç gelip bölgeyi işgal edebiliyor ama elli yıllık geçmişi olan yerel peşmerge gücü, coğrafi koşulları gerekçe gösterebiliyor. Bu Önderliğimizin açıklamalarının doğruluğunu ifade ediyor. Çünkü bu işgal harekâtının ortağı konumundadır. Kobani direnişi bir ayını doldururken, Musul bir gecede tek mermi patlatılmadan karanlık zihniyete hediye edildi. Bu Kürt parçalanmışlığının ko-

31


Özgür Halk rkunçluğunu ifade etmektedir. Bilindiği gibi Önder Apo, tam bir yıl boyunca Kürdistan Konferansının yapılması için Barzani’ye mesajlar ve selamlar iletti. Aynı zaman da Eşbaşkanlık sistemi için kadın kotasını ifade etti. Buna karşılık Barzani kendi yöneticilik geleneklerinde böyle bir işleyişin olmadığını belirtmişti. Eşbaşkanlıkta bir kadının da Barzani ile birlikte yürütmede yer alması ve demokratik yaşamın ölçülerini, çalışma sistemini uygulayacak bir gelenekleri yoktur. Fakat ülkenin, dünyanın, tarihin en değerli mirası Musul’u bir günde satabiliyor. Bu da gelenekten kalma Barzani usulüdür.

kamı kadından, kadının yaşamından alınmaktadır. Önder Apo’nun özgürlük öğretisi ile direnişin her alanında yer alan kadın yoldaşlar, kadınların bu mağduriyetinin intikamını almaktadır. Öfke büyük, hırs büyük, amaç büyüktür. Kadının, cinsi, özürlüğü, ülkesi ve tüm halkları için kendini feda etmenin destanları yazılmaktadır. Bu nedenle kadını, erkeği, yaşlısı ve genci ile herkes bu direniş ve savunma ruhunun ortaklaşması ve iradi duruşunu sergileyerek hiç kimsenin tahmin edemediği ve etmeyeceği aktif mücadeleyi göstermektedir. IŞİD caniliği, terörizmi ve kuyrukçusu olduğu devletçi zihniyet, Kürdün yaşadığı hiçbir yerde amacına ulaşamayacaktır.

Kürt kadını, öz savunma bilinci ile hem kendisini hem de halkı ve ülkesini savunmaktadır

Tarihten günümüze kadar Kürt kızı ve kadınının onuruna, halkına ve ülkesine bağlılığı ve fedailiği bilinmektedir. Bu hassas sürecin kayıp ve kazanımları her zam- Düşman saldırıları karşısında kendini savunamayan kadın an haklıdan ve demokrasiden yana olacaktır. Çünkü ve kızlar kendilerini sulara bırakmış, ateşlerde yakmış, kayhak insana dair olandır. Ve insan, olan ben hakkımı alardan atmış, güzel canına kıymıştır. Fakat günümüzde, talep ediyorum diyen her kesim, kendi özgürlük meşalesi etrafında aydınlanan Kürt iradi duruşu ve yüksek katılımı ile kadını öz savunma bilinci ile hem kendisini bu hakkın sonucunu alacakhem de halkı ve ülkesini savunmaktadır. tır. Kürt halkı ve Kürt kadını Eğitimli ve örgütlü kadın, farklı kültür bunu çoktan hak etmiştir. ve etnik yapıdan tüm kadınlara da Tarihten öncülük etmekte, onur savaşının Suriye’nin ve Rojava’nın günümüze yürekliliğini her kadına kendi 3 yıldır devam eden mücadelesi ile göstermektekaos ortamı her zamkadar Kürt kızı ve dir. Her birey kendisinde bir an Kürt halkının, Orkahramanlığı temsil etmekadınının tadoğu halklarımızın ktedir. Aynı zamanda her kazanımı ile doğrulonuruna, halkına birey kendisini topluluğutuya kavuşmuştur. na ve örgütüne katarak Ezive ülkesine bağlılığıve di kadınına, Soran kadınına, Rojava’da ilk günden fedailiği Alevi kadınına, Asuri-Süryani itibaren direnen, kadınına, Ermeni kadınına, Arap Özgür, demokratik ve bilinmektedir. kadınına, Şebek kadınına öncülük kardeşçe yaşamı esas etmektedir. Bu Kürt kadınının ulusal alan ruh ve mücadele ruhu ve mücadelesi, ulusal davasıdır. azmi üstün gelmiştir. Tüm dış Bir taraftan KJK(Komalên Jinên Kürdisgüçlerin yapmak isteyip yapamtan)’nin bünyesinde her tarafta kadının toplumsal adığı işgal saldırısını IŞİD denilen karanlık ruhlu, insanlıktan çıkarılmış güçlerin eli ile öz savunma eylemlilikleri, tüm kadın girişimlerinin rol yapmaktadırlar. Siyasete oyuncak yapılmış dini duy- oynadığı bir süreç yaşanırken, bir taraftan da Kürt kadıngularla, ganimet hevesi ile hayvani güdülerle, savaş larının askeri örgütlenmesi olan YJA-STAR ve YPJ’nin tekniği ile amade edilmiş bu güçler, kendi aralarında kahramanlık destanları devrimci halk savaşının kadın yaşadıkları anlaşmazlık ve boşa çıkarmalarla her tarafta blokunu tamamlamaktadır. Kürt kadınının ve savaş kendi işgalci emellerine ulaşmanın savaşını vermekte- gücü YJA-STAR ve YPJ’nin direnişi tüm dünya kadınına dir. Ortadoğu ve Kürdistan’a işgal emelleri temelinde mücadele ruhu vermiştir. Bu mücadele de şehit düşen saldıran hiçbir güç ve hiçbir devletçi zihniyet amacına tüm yoldaşlarımızı minnet ve saygı ile anıyor, takipçileri ulaşamaz. Çünkü burada bilinçli yaşam tarzı ve direniş olarak tüm gerekenleri yapacağımızın sözünü veriyoruz. ruhu hâkimdir. Direniş bir yaşam tarzıdır. Savaşta en ön Düşmanın sınırlarının bir tarafında Kürt kızları fedai rucephede yer alan Kürdistan’ın yürekli kızları ve oğulları, ne hla savaşırken, diğer tarafta kendi anneleri, kardeşleri yaptıklarını ve neden savaştıklarını bilerek mücadelede ve onurlu Kürdün zılgıtı ve alkışı ile selamlanmaktadır. yer aldıkları için yenilmiyorlar. Bu direniş ruhunun ve Hangi halk devrimi ve dünya mücadelelerinde böyle özgür yaşam anlayışının yazılı ifadesi onu yetersiz bırakır. bir ortak yüreklilik ve direniş görülmüştür? Bu ortaklaşBilindiği gibi tüm dünyada kadın eril zihniyet tarafından mayı ifade edecek söz yoktur, bunun eylemi vardır. Bu yaşam mağduru durumundadır. Tüm saldırıların inti- açıdan bu süreçte kadın sözün eylemini gerçekleştiri-

32

Ekim 2014


Özgür Halk yor. Binlerce kadın ve genç kız, pazarlarda satılırken ve onurlarına el uzatılırken, bilinçli kadın bunun intikamını eylemi ile almaktadır. Ortadoğu kadınına ve kızına yakışan bu yiğitlik ve yürekliliktir. Fakat şu da bir gerçektir ki, daha ulaşamadığımız ve örgüt bilincinden yoksun binlerce kadın ve genç vardır. Bu kesimlerin de hiç zaman kaybetmeden ve geri geleneksel sorunlara takılmadan kendilerini eğitmeleri gerekmektedir. Çünkü saldırı anında kendi irademiz, bilincimiz ve cinsimiz dışında hiç kimse bizi savunamaz ve kurtaramaz. Son süreçte, Marie Clair dergisi YPJ’deki yoldaşları gündemine alarak, “Dünyanın en muhteşem kadınları” olarak değerlendirmiştir. YPJ, YJA-STAR kızları Önder Apo’nun kızlarıdır, bu muhteşem kadınlık ruhu ve güzelliği Önderliğimizin yüreğinden akarak kadına yansımıştır. YPJ, YJA-STAR kızları muhteşem olmayacak da kim olacak? Adından da anlaşılacağı gibi “Kürt Özgürlük Hareketi” Özgürlük inancı ile donatılmış ve yılların birikim ve bilinci ile günümüzün tüm gelişmelerinde yerini almış bir Harekettir. Cins, ırk, etnik yapı, farklılıkların ortaklaştığı ve yaşam alanı bulduğu Özgürlük Hareketimiz, bölgenin temel gücü olmaktadır. Tüm parçalanmış zihniyetlerin kendilerini çıkarcı planları ile gündeme koydukları süreçlerde hareketimiz yok sayılmış, ‘terörist’ ilan edilmiştir. Fakat cani ruhlu çetelerin saldırıları karşısında direnen halkımız ve Hareketimizi, bugün dünya hegemon güçleri büyük bir ilgi ve merak ile izlemekte, yaşanan gelişmeleri kendi çıkarları için bile olsa olumlu bulmaktadır. Hani derler ya bir halkın kahramanı, düşmanının ‘teröristi’ olmaktadır. Özgürlük Hareketimiz ne kimsenin kahramanı, ne de kimsenin ‘teröristidir’. Özgürlük Hareketinde direniş

Ekim 2014

geleneği sergilenmektedir. Bu herkesin anlayabileceği ve takdir edeceği bir gelenek değildir. Bu nedenle saldırıların çok daha fazla olabileceği gibi hazırlıklı olmaktayız, her an Önderliğimizin belirleyeceği sürecin akışına göre gereken tutumların sahibi de olacağız. Doğrultumuz bellidir, demokratik ulusun inşasıdır. Savaşımız bellidir, onur ve direniş savaşıdır. Savaşçılarımız da bellidir, HPG, YJA-STAR, YPG, YPJ’dir. Düşmanlarımız çok fazladır fakat onlar da bellidir. Bilindiği gibi İsrail-Filistin sorunu çok uzun zamanların sorunudur. Ortadoğu’nun kangreni olan bir sorundur. Bizler yaşamımızın bu kangrene dönüşmesini engelleyen aktif ve örgütlü güçleriz. Bu nedenle Ortadoğu’da en stratejik güç ve özgürlük projesinin uygulayıcıları olmaktayız. Önümüzdeki dönemde de saldırı ve düşmanlık kimin tarafından gelirse gelsin Özgürlük Hareketimiz kendi doğrultusunu bilerek, gereken yerde tutumunu belirleyecektir. Eskiden düşman güçlere yönelik yaptığımız eylemlerde yer alacak arkadaşların yerleri ve grupları düzenlenirdi. Genelde eylem grupları; saldırı, saldırı savunma, takviye güçler, genel savunma, koordine, lojistik, sağlık vb. ekipler şeklinde düzenlenirdi. Noktada grupları bekleyip eylemlere katılmayan arkadaşlar çok daralırlardı. Şimdi ülkemizin her tarafı eylem halindedir. Ortadoğu’nun her tarafı tehdit altındadır ve onur savaşı verilmektedir. Bu nedenle bulunduğumuz her alanda yapılan her türlü aktif katılım ve bilinçli eylem biçimi sürece katkı sağlayacaktır. Bu temelde sürece aktif katılım ve girişimde bulunan herkesin duygu, düşünce ve emeğinin kutsal olduğunu bir kere daha belirtiyor, başarılar diliyoruz.

33


Özgür Halk

Gençlik,9 Boyutta Demokratik Konfederalizme Dayalı Demokratik Özerkliğin İnşasının da Öncü Gücüdür Mustafa Karasu

Gençlik örgütlenmeye güçlü katılmadan demokratik toplumun inşası gerçekleşemez Gençlik hareketi Kürt Özgürlük Hareketi açısından farklı bir öneme sahiptir. Kürt Özgürlük Hareketi gençlik ve kadını devrimin en temel öncü gücü olarak değerlendirmektedir. Bu açıdan da gençlik ve kadın devrimci mücadelede, yine demokratik toplumun inşasında belirleyici öneme sahiptir. Önderliğin kadın özgürlükçü demokratik ekolojik toplum paradigmasında gençlik aynı zamanda demokratik toplumun inşasında da belirleyici bir role sahiptir. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi bir gençlik hareketi olarak mücadeleyi geliştirmiştir. Önder Apo “Genç başladık, genç başaracağız” diyerek gençliğin bu mücadeledeki önemine vurgu yapmaktadır. Zaten her türlü devrimin ve toplumsal hareketin sonucunu gençliğin mücadelesi, örgütlenmesi belirlemektedir. Bir devrimci harekette, bir toplumsal harekette gençlik rolünü oynamadan, gençlik etkili bir biçimde mücadeleye ve toplumsal inşaya katılmadan sonuç almak mümkün değildir. Kaldı ki Kürt halkının çoğunluğu gençtir. Kürt halkı genç bir halktır. Bu bakımdan da Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi, Kürt halkının demokratik toplum hareketi, demokratik topluma dayalı akademi, komün, meclis, kooperatif örgütlenmesi demek, esas olarak da gençliğin bu tür örgütlenmelerde aktif olması, öncülük yapması demektir. Gençlik örgütlenmeye güçlü katılmadan, demokratik toplumun inşasının gerçekleşmesinden söz etmek

34

mümkün değildir. Kürdistan’daki gençlik hareketi dünyadaki herhangi bir gençlik hareketi gibi olamaz. Bir partinin gençlik kolu ya da esas olarak bir ülkedeki gençlik sorunlarıyla ilgilenen bir gençlik hareketi olarak ele alınamaz. Kürdistan gibi özgür ve demokratik yaşam sorunu olan, kültürel soykırım altındaki bir halk açısından gençlik tüm mücadeleden, tüm örgütlenmeden, özgür yaşamı inşadan sorumludur. Eğer bir yerde bir yetersizlikten söz edilecekse bunda en başta da gençliğin çalışmalardaki yetersizliğinden söz edilebilir; gençliğin örgütlenme ve mücadeleye katılma eksikliğinden söz edilebilir. Kürdistan’daki herhangi bir yetersizlikten, eksikten başka bir gücü sorumlu tutmak, Kürdistan’daki gençliğin rolünü doğru anlamamak olur. Ya da Kürdistan gençliğini herhangi bir ülkenin gençliği gibi görmek olur. Bu bir sapmayı ifade eder. Kürdistan gençliği bir Arjantin’deki gençlik hareketi, bir İtalya’daki, Yunanistan’daki gençlik hareketi, Türkiye’deki gençlik hareketi gibi kendine bakamaz. Böyle baktığı takdirde yanlış bir bakış olur; kendisine yanlış bir rol vermiş olur. Eğer serhildan yetersizse bunun sorumlusu gençliktir; bir yerde herhangi bir demokratik örgütlenme eksikliği varsa bunun sorumlusu gençliktir. Bir kere bunun altını çizmek gerekiyor. Kürt halkı gençlik halkıysa herhalde bu mücadeleyi, demokratik örgütlenmeyi, serhildanı esas olarak orta yaşlılar ya da yaşlılar yapacak değildir. Zaten gerilla bir gençlik ordusudur. Gençliğin en büyük ve en

Ekim 2014


Özgür Halk önemli örgütlenmesi gerilla örgütlenmesidir. Bu gerçeklik de Kürdistan’da gençliğin kendisine nasıl rol vermesi gerektiği, olaylara nasıl yaklaşması gerektiğini ortaya koyar. Bu bakımdan eğer biz demokratik toplumun, demokratik konfederalizmin ve demokratik özerkliğin inşasından söz ediyorsak esas olarak da gençliğin bunları yaratmış olmasından söz ediyoruz. Kuşkusuz kadınlar da bu işin içinde olacaktır, emekçiler de bu işin içinde olacaktır. Ama Kürt kadınının çoğu da gençtir, emekçilerin çoğu da gençtir. Bu açıdan kadın örgütlenmesi, emekçilerin örgütlenmesinden söz ettiğimizde de yine gençlik örgütlenmesinden, gençliğin rolünden söz etmiş oluyoruz. Bu yönüyle de Kürdistan’daki tüm sorunlarda, sorunların çözümünde esas olarak gençliği ele almak, gençliğin durumunu irdelemek, gençliğin öncü konumunu gündeme getirmek gerekiyor. Herkesin de böyle bakması gerekiyor, gençliğin de böyle bakması gerekiyor. Tabii ki gençliğin böyle bir rolü varsa, böyle bir önemi varsa bütün örgütlenmeler de gençliğe bu çerçevede yaklaşacaktır. Herhangi bir örgütlenmede gençliğe yeterince önem verilmiyorsa, herhangi bir örgütlenmede gençliğin aktif rol alması için çaba gösterilmiyorsa, ya da her türlü örgütlenme, her türlü faaliyet, her türlü çabada gençliğin bu rolü görülüp ona göre yaklaşılmıyorsa, gençlik ona göre katılmıyorsa, gençliğin katılımı için her türlü ön açıcı yaklaşım, teşvik edici yaklaşım olmuyorsa burada da ciddi bir sorun vardır. Dolayısıyla tüm ister siyasal ister, toplumsal alan, ister kültür alanı, ister ekonomik alan, ister komün, meclis, kooperatif örgütlenmeleri olsun bu çalışmalarda, bu çalışmaların planlanmasında, örgütlenmesinde, pratikleştirilmesinde kesinlikle gençliğe özel bir yer verilmesi gerekir. Gençliğin de bütün bu çalışmalarda kendisinin rolünün en önde olduğunu görerek bu sorumlulukla yaklaşması gerekir. İlk önce bu yaklaşımı, bu perspektifi ortaya koymak gerekiyor. Gençlik, Önder Apo çizgisinde özgür ve demokratik yaşam anlayışına, amacına sahiptir En yakın zamanda Kobanê Direnişini desteklemek için Bakûrê Kürdistan başta olmak üzere Kürdistan’ın bütün parçalarında ve yurtdışında Kürt halkı ayağa kalktı, görkemli serhildanlar geliştirdi. Bu serhildanlardaki esas güç de gençlikti. Gençlik etkin katıldığı için serhildanlar bu kadar etkili olmuştur, etkili hale gelmiştir. Bu gerçeklik, Kürt gençliğinin dinamik bir güç olduğunu, canlı olduğunu, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi karşısında büyük bir duyarlılığa sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Özgürlük Hareketi’nin kırk yıllık mücadelesi kuşkusuz gençlikte büyük bir değişim dönüşüm yaratmıştır. Artık gençlik on yıllar öncesinin gençliği değildir. Sömürgeci ideolojik hakimiyetin olduğu, sömürgeci politikaların gençliği istediği gibi yönlendirdiği, kendi hizmetine soktuğu bir durum söz konusu değildir. Gençlik artık Kürdistan’da büyük oranda sistem dışıdır. Sistem gençlik üzerinde eğitim yoluyla, psikolojik savaş yoluyla, başka yol ve yöntemlerle büyük oyunlar oynayarak gençliği mücadeleden alıkoymak, gençliği basit duygular, amaçlar peşinde koşmasını sağlamak için tüm imkanlarını seferber etse de, Özgürlük Mücadelesi gençlik üzerindeki kültürel soykırımcı sistemin ideolojik ve siyasi hegemonyasını önemli oranda kırmıştır. Zaten mücadele kırk yıldır bir süreklileşme sağlamışsa, kesintisiz bir mücadele sürüyorsa, bunun nedeni gençliğin Özgürlük Mücadelesinde aktif yer almasıdır. Gençliğin özgür ve demokratik yaşamda

Ekim 2014

ısrarıdır. Gençliğin Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadele sonucu ortaya çıkardığı değerlere sahip çıkan bir düzey kazanmasıdır. Böyle olmasaydı, gençlik böyle bir konuma getirilmeseydi Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi’ni şimdiye kadar yüz kere boğardı. Mücadelenin süreklileşmesi, gerilla mücadelesinin bugüne kadar kesintisiz sürmesi, serhildanların Kürdistan’da tüm toplumu değiştirmesi gençliğin, tabii ki kadının Özgürlük Mücadelesi etrafında mücadeleye seferber olmasının sonucudur. Özgürlük Mücadelesi’nin etkisinde büyük bir gençlik hareketinin var olmasıdır. Kuşkusuz gençlik hareketi bu dinamik ve serhildanlara katılan gençliğin tümüne ulaşmış ve örgütlemiş değildir. Hala önemli düzeyde gençlik örgütsüzdür. Üniversite gençliği de, lise gençliği de, işçi gençlik de, işsiz gençlik de, köylü gençlik de tümüyle örgütlenmiş değildir. Bu konuda gençlik hareketinin yetersizlikleri ve örgütlenme sorunları vardır. Ama bu Kürdistanlı gençlerin mücadeleye ilgi duymadığı, gençliğin Özgürlük Hareketi etkisinde olmadığı anlamına gelmiyor. Gençlik, Önder Apo çizgisinde özgür ve demokratik yaşam anlayışına, amacına sahiptir. Özgürlük Mücadelesi’ne ilgisi yüksektir. Her fırsatta Özgürlük Mücadelesi’nin aktif dinamik gücü olduğunu ortaya koymaktadır. Zaten sürekli gerillaya katılımlar olmaktadır. Gerillaya katılımlar şimdiye kadar hiçbir zaman eksilmemiştir. Hatta son yıllarda katılımlar daha da artmıştır. Bu gerçeklik, gençliğin örgütlendirildiğinde, örgütlü mücadeleye sokulduğunda Önder Apo’nun sürekli vurguladığı 8-9 boyutta inşa sürecine katıldığında büyük bir örgütlü güce, bu örgütlü güç temelinde de bugünkünden daha büyük bir mücadele gücüne kavuşacağı açıktır. Eğer bugün serhildanlara çok etkili katılan gençliğin enerjisi hala daha büyük sonuç alıcı mücadeleler içine sokulamıyorsa bunun nedeni örgütsüzlüğüdür. Yoksa gençlik ilgi duymuyor, gençlik duyarsız gibi bir değerlendirme yapılamaz. Kim bu değerlendirmeyi yapıyorsa yanlış yapıyordur. Bu değerlendirmeyi yapanlar en başta da kendini sorgulamalıdır. Bu ister siyasal parti, ister sosyal alan çalışmaları, ister kültür çalışması, ister basın çalışması, ister kadın çalışması, ister demokratik siyasal alan çalışması, ister köy, sokak, mahalledeki örgütlü çalışmalar olsun kendini sorumlu görmelidir. Eğer bu alanlar kendi çalışmalarında gençliği etkin örgütleyip harekete geçiremiyorsa bunun nedeni gençliğin ya da kadının mücadeleye ilgisizliği değildir. Gençliğin örgütlenmesine yeterince öncülük yapılamaması ve önem verilmemesidir. Gençliğin eğitilerek, kadrolaştırılarak, örgütlenme içine çekerek gereken düzeyde bir mücadele gücü haline getirilememesidir. Bu açıdan siyasal mücadelenin tüm alanları, toplumsal mücadelenin tüm alanları bu gerçekliği görmelidir ve gençliğin eğitilmesine, gençliğin örgütlendirilmesine, gençliğin siyasal, toplumsal tüm mücadeleler içine daha fazla çekilmesini sağlayacak çalışma göstermelerine ihtiyaç vardır. Gençlik her fırsatta her türlü mücadele içine girebileceğini ortaya koymaktadır. Hatta herkese “Yeter ki bizi örgütleyin, harekete geçirin, mücadelenin her türlü gücü olmaya, bu mücadeleyi özgür ve demokratik yaşamla taçlandırmaya hazırız” demektedir. Kobanê direnişine destek serhildanlarında ortaya çıkan en temel gerçeklik budur. Kuşkusuz Türk devleti de bu gerçekliği görüyor. Kürt gençliğinin dinamik halini, Özgürlük Mücadelesi’ne

35


Özgür Halk karşı ilgisini, Özgürlük Mücadelesi’nin her türlü eylemine, örgütlenmesine aktif katılma eğilimini biliyor. Bu nedenle zaten büyük bir özel savaş yürütüyor, psikolojik savaş yürütüyor; gençliği politikadan ve örgütlenmeden uzaklaştırmak, duyarsız kılmak için bütün imkanlarını seferber ediyor. Yine dinamik olan gençliği yozlaştırmak, çürütmek, ilgisini başka alanlara kaydırmak için planlı, örgütlü bir savaş yürütüyor. Bu yönüyle gençliğin üzerinde büyük bir savaş sürdürülmektedir. Gençlik örgütlenmesi, gençlik mücadelesi derken, gençliğin sosyal ve siyasal mücadele içine çekilmesi derken bu gerçekliğin de görülmesi gerekir. Bu açıdan tüm siyasal ve sosyal örgütlenmelerin, gençlik örgütlenmelerinin, kadın örgütlenmelerinin devletin gençlik üzerinde böyle bir oyun oynadığını bilerek kendileri de gençliğe yönelik büyük bir bilinçlendirme, büyük bir ideolojik mücadele yürütmeleri gerekiyor. Gençliğin eğitilmesi için büyük bir seferberlik içine girmeleri gerekiyor. Böyle bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

dileri için özgür bir yaşam, demokratik bir yaşam, özgür bir ülke yaratmak için büyük çaba gösterdiğinin farkındadırlar. Bu açıdan gençlik Önder Apo’ya çok bağlıdır. En başta da genç kadınlar Önder Apo’ya ölümüne bağlıdırlar. Bunu genç kadının mücadelede her zaman fedaice kendisini katmasında görmekteyiz. Bu, uluslararası komplo döneminde de kendisini ortaya koydu, gerilla direnişinde de kendisini ortaya koydu, yine en son Kobanê Direnişinde de ortaya koydu. Arîn Mirkan’ın fedai eylemi de bu gerçekliğin ifadesidir. Kürt gençliğinin ülkesini özgürleştirmek için herkesten daha fazla fedakarlık gösterdiğini, göstereceğini kanıtlamıştır.

Demokratik toplumun, demokratik özerkliğin inşasında da gençlik tabii ki etkili rol alacaktır, etkili rol almalıdır. Gençlik hem dinamiktir, hem de emek gücüne sahiptir. Toplumun ekonomik inşasında en fazla rol alacak olan yine gençliktir. Gençlik emek müfrezeleri kurarak her yerde ekonomik ve sosyal yaşamın örgütlenmesini rahatlıkla gerçekleştirebilir. Bir zamanlar Sovyetler Birliğinde gençler emek müfrezeleri kurarak Gençlik demokratik özerkliğin inşasında etkili rol Sovyetler Birliğinin ekonomik, sosyal, kültürel yaşamıalmalıdır nın inşasında çok önemli rol oynamışlardır. Önder Apo uluslararası komplo gerKomünler diyoruz, kooperatifler diyoruz, çekleştirildiğinde yaptığı değerlenbunu en başta da gençlik oluşturadirmede “Aslında ben dağlara caktır. Gençlik emeğiyle, beyin da gidecektim, bir seçenek gücüyle, yaratıcılığıyla Önder Mücadelenin de oydu, ama ben gençliğin Apo’nun demokratik konfedeeğitime ihtiyacı olduğunu ralizme dayalı demokratik süreklileşmesi, gerilla görerek bu imkanları buözerkliğinde demokratik labileceğim başka tercih komünal ekonomiyi, komücadelesinin bugüne kadar yaptım. Dağ yerine Avrumünal demokratik ekopa’ya çıkarak, herhangi nomiyi kurmada birinci kesintisiz sürmesi, serhildanların bir ülkede çalışma imderecede rolünü oynaKürdistan’da tüm toplumu kanı bularak gençliğe yacaktır. Gençlik emek yönelik çalışmalarımı müfrezeleri kurduğundeğiştirmesi gençliğin, tabii ki daha etkili yapma fırda her yerde toplumun satını yakalamak isteekonomik ihtiyaçlarını kadının Özgürlük Mücadelesi dim” demektedir. Önder karşılar. Her türlü ekoApo gençliğe karşı her lojik ekonomik birimler etrafında mücadeleye seferber zaman büyük bir sorumve işletmeler kurulabilir. luluk duymuştur. Bugün olmasının bile yoğunlaşması, mücaEkonomi ne demektir? Ekosonucudur. delesi en fazla da gençliğin nomi demek, örgütlü toplum eğitimini sağlamak, gençliğin demektir. Örgütlü toplum gerçeörgütlenmesini sağlamak, gençğinin harekete geçirilmesi dışında liğin örgütlenmesine uygun zeminler yaratmak için büyük çabalar göstermekbir ekonomik alan yoktur. Gençlik kendini tedir. Kadın özgürlük çizgisini geliştirirken de örgütlerse ve emek gücünü ortaya koyarsa üstekuşkusuz tüm kadınlara yönelik bir yaklaşım içindedir. sinden gelemeyeceği hiçbir ekonomik faaliyet yoktur. Tüm kadınları özgür ve demokratik yaşama çekmek istemektedir. Nitekim en fazla da Kürt anaları, Kürt Bunu rahatlıkla gerçekleştirebilir. Komünal ekonomiyaşlı kadınları Önderliğe çok bağlıdır. Bu açıdan Ön- den bahsediyoruz. Eğer toplumun çoğunluğu gençse, der Apo tüm kadınlara seslenmektedir, ama en fazla gençler komünal ekonomi kurmayı hedeflerlerse önleda genç kadınlara seslenmektedir. Onların özgürlük rinde hiçbir engel duramaz. Ekonomik yaşamı oluşturuhunu Kürt halkının ve gençliğin özgürlük ruhu hali- ran sermaye değildir. Sermayeyi oluşturan insanların ne getirmeye çalışmaktadır. Çünkü genç denildiğinde de yarısı genç kadın olmaktadır. Bu yönüyle Önder emeğidir. Bu, iki kere iki dört eder gibi bir kanundur. Apo kadın özgürlük çizgisindeki özgür ve demokra- Bu açıdan eğer bir ekonomik model kurulacak, bir tik yaşamın derinleşmesini hedeflerken yine bunun komünal ekonomi kurulacaksa gençlik bunu örgütlü gençliği eğitmekten, gençliği örgütlemekten, gençli- gücüyle gerçekleştirebilir. Örgütlü toplum demek koği harekete geçirmekten geçtiğini çok iyi bilmektedir. münal toplum demektir. Bu örgütlülük ekonomik çalışGençlik de genç kadın da Önderliğin bu çabalarını de- maya yöneldiğinde de ortaya komünal ekonomi çıkar. rinden hissetmektedir. Önderliğin esas olarak da ken-

36

Ekim 2014


Özgür Halk Bu açıdan demokratik konfederalizm temelinde demokratik sosyalizmin, demokratik özerkliğin gerçekleşmesi derken en başta da örgütlü toplumu yaratmak, örgütlü toplumda da gençleri emek müfrezeleri biçiminde örgütlemek ve her yerde komünal ekonominin inşasına seferber etmek demektir. Gençlik hareketi bunu rahatlıkla yapabilir. Sadece serhildanlarda yer almak, sadece serhildanlarda direnişe geçmek yetmez. Kuşkusuz her zaman serhildanlarda aktif yer alacaktır, özsavunmayı gerçekleştirecektir. Saldırılara karşı toplumu ve kendini savunacaktır. Ama pozitif görevler dediğimiz, pozitif eylemler diye tanımladığımız inşa sorunlarını da yine gençlik üstlenmelidir. Ekonomik alanda bunu rahatlıkla yapabilir. Gençliğin şimdiye kadar en az üzerinde durduğu konulardan biri de ekonomik çalışmaya yeterli ilgi göstermemesidir. Kendisini örgütlü genç emek müfrezeleri haline rahatlıkla getirebilir. Bu emeğini köyden ve kasabadan başlayarak birçok komünal ekonomi yaratmada değerlendirebilir. Köyden başlatabilir, tarımdan başlatabilir. Daha sonra toplumun ihtiyacı olan ekolojik endüstri alanlarına yönelebilir. Bunlar olmaz denilemez. Sermaye olmaz, para olmazsa ekonomi olmaz gibi düşünceler tamamen kapitalist modernizmin ideolojik hegemonyasıyla ilgilidir. Ekonominin eşittir sermaye olarak anlaşılması tamamen bir safsatadır. Kapitalist sistem, patronlar ekonomiyi biz yaratırız biçiminde bir algı yaratmışlardır. Bu bir yanılgıdır. Bu bir ideolojik hakimiyettir. Gerçekliği ifade etmiyor. Sanal bir durumu ifade ediyor. Gençlik örgütlenerek patronların, kapitalistlerin “Bizsiz ekonomi olmaz” safsatasını yerle bir edebilir. Gerçekten de komünal ekonomik çalışmayı önemli görmek, bunun örneklerini ortaya çıkararak toplumdaki yanlış ekonomi anlayışını yerle bir etmek gerekiyor. Bizim paradigmamız, bizim devrim anlayışımız, özgür demokratik yaşamı kurma anlayışımız geçmiş devrim anlayışlardan farklıdır. Kuşkusuz gericiliğe karşı, sömürgeciliğe karşı, kültürel soykırımın baskısına ve zulmüne karşı direnilecektir. Ama devleti yıkacağız, ondan sonra devrim olabilir yaklaşımı yanlıştır. Artık devrimi sadece devleti yıktıktan sonra bazı inşa sorunlarını gerçekleştirebiliriz gibi ele alma yaklaşımımız yoktur. Kürt Özgürlük Hareketi bu yaklaşımı bırakmıştır. Bu açıdan bugünden toplumsal yaşamın ekonomik, sosyal, kültürel, ekolojik her türlü faaliyet alanı pratikleştirilebilir. Geleceğe bırakmadan gerçekleştirebilir. Zaten böyle yaptığı takdirde Önder Apo’nun kadın özgürlükçü demokratik ekolojik paradigmasına, devleti yıkmadan da devrimi gerçekleştirme çizgisine sahip çıkabilir ve bunu pratikleştirebilir. Bu durum gerçekten de gençliğin üzerinde önemle durması gereken bir konudur. Bu konuda yaratıcı olunması gerekiyor. Gençlik hareketinin böyle bir çalışma içinde olması gerekiyor. Örgütlenme modelinin bir boyutunun da böyle ele alınması gerekiyor.

Ekim 2014

Tabii ki bu bir yerde halkın bir işini yapmayla ilgili değildir. Gençler emeğiyle halkın yanında halkın bazı ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Ama bu sadece bir iyileştirme olur. Eğer bir sistem kuracaksak, bir sisteme dayalı özgür ve demokratik yaşamı kuracaksak, o zaman ekonomik yaşamın örgütlenmesinin de planlı bir biçimde ele alınması, bu konuda emek müfrezelerinin kurulması, belirli bir planlama ve proje etrafında gençliğin emeğinin, düşüncesinin, her türlü yeteneğinin örgütlendirilerek bizzat komünal ekonomi pratiğinin içine sokulması gerekir. Gençliğin enerjisini etkili ve doğru kullanmak bir yönüyle de böyle olur. Gençlik şimdi serhildanlara yüz binlerle katılıyor, ama örgütlü kılınamadığı için bu yüz binlerin enerjisi, dinamizmi, emeği kurucu güç, inşa gücü haline getirilemiyor. Burada bir eksiklik vardır. Önderliğin paradigmasına, Önderliğin çizgisine, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadeleyi bütünlüklü ele alma yaklaşımına uygun olmayan dar, kendisini sadece belirli görevlerle sınırlayan bir yaklaşım söz konusudur. Bu, gerçekten yüzeysel ve dar bir yaklaşımdır, sığ bir yaklaşımdır. Gençliğin enerjisi, büyük heyecanı, büyük gücü, büyük coşkusu, Özgürlük Hareketi’ne ve Önderliğe büyük bağlılığı böyle yetersiz ele alınabilir mi? Bu açıdan tüm kurumlaşmaların, özellikle de gençlik örgütlenmelerinin gençliği kurucu olmaya katacak, kurucu olmada enerjisini kullanacak bir çalışma, bir örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Bu artık acil bir hale gelmiştir. Gençlik her yerde var. Köyde var, kasabada var, mahallede var, şehirde var. Bu da bir gerçeklikse o zaman eğer köylerde komün oluşmuyorsa, mahallelerde meclis oluşmuyorsa, gençlik ekonomik faaliyete katılıp komünal ekonomi yaratarak değer üretmiyorsa, her köyde, her mahallede bir kültür evi kuramıyorsa bunda en başta da gençliğin örgütlendirilerek harekete geçirilmemesinin payı vardır. Gençlik harekete geçirilirse, gençlik hareketi her yerde kendini örgütlerse komün de kurar, mahalle meclisi de kurar, toplumun sorunlarını tartıştırır, kararlaştırır ve çözer. Gençlik örgütlenmesi etrafında toplumun da örgütlenmesine dayalı olarak her türlü komünü, meclisi, kooperatifi, ekonomik birimi örgütleyebilir. Her köyde ve mahallede toplumsal yaşamın kültür-sanatla iç içe olduğu kültür evlerini kurar. Bunun önünde engel nedir? Engel, örgütleme çabası ve örgütlemeye öncülük etmedeki yetersizliktir. Gençlik hareketi kendini bu yönlü görevler yükleyerek gençliği harekete geçirirse önündeki engelleri aşar. Dolayısıyla gençliğin temel bir görevi, toplumun kendi işlerini kendi yapar hale getirmektir. Köyde komün kurmak nedir? Köy toplumunun bütün işlerini örgütlü olarak yapması anlamına gelmektedir. Ekonomik alanda da, kültürel alanda da, sosyal alanda da bir araya gelip işleri ortaklaşa yapmalarıdır. Kürt toplumunun on yıllardır mücadelesi, edindiği

37


Özgür Halk bilinç, demokratik karakter çok önemlidir. Örgütlü olmak demokratik karakterle güç kazanır. Demokratik bilincinin, özgürlük bilincinin, toplum bilincinin olduğu yerde rahatlıkla örgütlenme yaratılır. Toplum örgütlendirilir, köyde kendi işini yapar, mahallede kendi işini yapar. Toplumun kendi kendini yönettiği, kendi işlerini yaptığı özerk yapılanmalar böyle ortaya çıkar. Devletin, şununbunun özerkliği tanıyıp tanımadığına bakmadan, örgütlü toplum olursa, işlerini örgütlü toplumla birlikte yaparsa toplum kendi kendini yönetmiş, kendi işini kendisi yapmış olur. Bu da onun özerkliğini ifade eder. Özerkliği esas olarak da toplumun kendini örgütlemesi, kendi işini yapması, kendi kendi kendini yönetmesi olarak anlamak gerekiyor. Demokratik özerklik denen budur. Demokratik karakteri nedir? Onun örgütlenmesindedir, bir araya gelmesindedir, işleri tartışıp karar alarak kendisinin yapmasındadır. Bunu yaptığı an zaten özerklik kendiliğinden oluşmuş olur. Önder Apo demokratik özerklik derken esas olarak da bunu vurgulamaktadır. Ama bu yeterince anlaşılmadığı için nasıl olacak, nasıl yapılacak gibi işi karmaşıklaştıran, ya da olmaz, nasıl olacak gibi olmazın teorisini yapan tutumlar ortaya çıkmaktadır. Halbuki örgütlü gençlik, kendini örgütlemiş gençlik “Ben örgütlü toplumla iş yapacağım” derse, kendisini akademi, komün, meclis, kooperatif ve ekolojik ekonomik birim olarak örgütlerse, bu zaten demokratik özerkliğe adım atılmış anlamına gelir. İlk adım örgütlenmedir, sonra da bu örgütlenmeye dayanarak kendi işini kendi yapmadır. Şimdi buna girilmesi gerekiyor. Tabii bunlar örgüt ister, disiplinli çalışma ister, çalışmanın süreklileşmesini ister. Bunlar yapılırsa Önder Apo’nun 9 boyutta ifade ettiği demokratik özerkliğin gerçekleşmesi kendiliğinden oluşur. Kadın Özgürlük Hareketi önemli bir düzeye gelmiştir. Toplumda yaşlı analarımız dahil kadınlar Önder Apo’nun çizgisine bağlıdır. Bu kadın bilinci ve örgütlenmesi gençlik hareketiyle birleştiğinde her türlü komünü de, meclisi de, kooperatifi de, ekoekonomik üniteleri de kurabilir, yaşamını da kendisi örgütler. Mesela toplumun sorunları mı oldu, mahkemeye gitmeden, şuraya-buraya gitmeden komünü ve meclisiyle çözer, kooperatifiyle çözer. Zaten mahkemeler nedir? Mahkemeler esas olarak toplumun adalet sistemini toplumun elinden alınmasını ifade ediyor. Halbuki toplumun bunu yapması gerekiyor. Devlet denen aygıt bu alanları tekeline alarak toplumun üzerinde hakimiyet kuruyor. Devletin toplum üzerindeki hakimiyeti nasıl kırılacaktır? Toplum köyden, mahalleden, kasabadan başlayarak tüm şehirlerde ve ülkede örgütlenecektir; komününü, meclisini kuracaktır, kendi işlerini kendisi kararlaştırıp pratiğe geçirecektir. Mahkemeye de gitmeyecektir, ekonomik ihtiyacını da kendisi karşılayacaktır, sosyal ihtiyacını da kendisi karşılayacaktır. Su ihtiyacını da, toprağın işlenme ihtiyacını da kendisi karşılayacaktır. Bunu yapabilir. Toplumun gücünden daha büyük bir güç yoktur. Her iş

38

toplumun örgütlenmesine dayalı olarak yapılmaktadır. Mısır firavunları, Sümer kralları o büyük eserleri nasıl yapmışlar? Hepsi toplumu bir araya getirip, örgütleyip hizmete koşmuşlardır. Çünkü güç budur. Toplumun örgütlü gücünün başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Geçen aylarda bir Kürt televizyonunda program yapılıyor. Bir köye gitmiş, köyün su sorunu varmış. demokratik özerkliği, demokratik konfederalizmi, demokratik komünalizmi esas alması gereken, ona göre yayıncılık yapması gereken bir Kürt televizyonunda bir programcı, köylü suyumuz yok dediğinde, devlete niye başvurmadınız diyor. İşte sakat anlayış budur. O köylü toplumu örgütlense, gençlerin emeğini ve kendi imkanlarını seferber etseler su sorununu çözemezler mi? Rahatlıkla çözerler. Devlet nasıl çözecek? Devlet de gidip işçi bulacak, bu işten anlayan bir mühendis bulacak, böyle yapılacak diyecek. Bunu toplum da örgütleyebilir. Toplum da kooperatifini kurabilir, komününü kurabilir, gerekli imkanların tümünü karşılayamıyorsa bile çoğunluğunu karşılar, bir kısmını da mevcut sistem içinde belirli bir karşılık vererek karşılar, çalışarak rahatlıkla suyunu getirir. Ama sanki her şeyi devlet yapıyormuş gibi bir zihniyet, bir ideolojik hegemonya olduğu için niye devlete başvurmadınız deniyor. Devlet nedir? Toplumu egemenlik altına alıp çalıştırmaktır! Kendi hizmetine koşturuyor. Ağaların, zenginlerin, patronların hizmetine koşturuyor. Ağalık, zenginlik, patronluk nasıl ortaya çıkıyor? Toplumu kontrol etme ve çalıştırma sonucu ortaya çıkıyor. Bu yönüyle gençliğin, toplumun “Ben örgütlü olursam, örgütlü toplum her şeyi yapar” derse her türlü inşaya yönelebilir ve gerçekleştirebilir. Özellikle gençlik ve kadın kendisini örgütlerse bunu rahatlıkla yapar. Çünkü gençlik ve kadın örgütlülüğü toplumun diğer kesimlerin örgütlülüğü demektir. Gençlik de kadın da toplumdan kopuk değildir. Toplumuyla birlikte bu işleri yürütebilir. Bu kadar dinamik gençlik olduktan sonra artık başka yerden bir şeyler yapılmasını beklemek, ekonomik ve sosyal yaşamı toplumun dışındaki güçlerden beklemek yanlıştır. Şunun kadar kötü bir şey olamaz: birileri gelsin fabrika yapsın, biz de gidip işçi olarak, köle olarak çalışalım! Bu bir ideolojik hakimiyettir. Kapitalist zihniyetin, kapitalist modernitenin toplum üzerinde ideolojik hegemonya kurmasıdır. Bu, kölelik sistemidir. Birileri fabrika kuracak, diğerleri de çalışacak! Bunun Mısır’daki Firavunlardan, Sümerlerdeki kölelik sisteminden ne farkı var? Aynı şeydir. Kölelik kabul ediliyor, ama kendini örgütleyerek, gençliği örgütleyerek kendi işini, ekonomik-kültürel-sosyal işini kendi yapmasını, kendi ekonomik-sosyal-kültürel ihtiyaçlarını özgür toplum ve özgür birey olarak karşılamaya yanaşmıyor. Çünkü beyni yıkanmış, iradesi kırılmış. Ekonomi deyince akla, birileri fabrika kuracak, birileri de köle gibi oralarda çalışacak! Bu bir sapmayı ifade ediyor.

Ekim 2014


Özgür Halk Toplumun temel yaşam alanı, toplumun en demokratik alanı toplumun elinden alınıyor, toplum köle yapılıyor. İşte gençlik kendini örgütleyerek buna karşı çıkmalıdır. Birileri fabrika kuracak, birileri işyeri kuracak, diğerleri gidip çalışacak yargısı bir şehir hikayesidir. Gençlik bu bir ideolojik hakimiyettir, bir yalandır, safsatadır deyip, kendini örgütlü kılıp sosyal, kültürel, ekonomik, sağlık, eğitim başta olmak üzere toplumun bütün işlerini kendi yapacaktır.

ait diyor. Bunu ideolojik hakimiyetle normalleştiriyorlar. Dolayısıyla en başta da bu ideolojik hakimiyetin kırılması, bunların topluma ait olduğu bilincinin geliştirilmesi, bu temelde de toplumun örgütlendirilmesi, toprağına, suyuna, enerjisine sahip çıkması gerekiyor.

Toprağını birleştirmesi gerekiyor, imkanlarını birleştirmesi gerekiyor. Topraklarını, imkanlarını birleştirirse tarımda ortak üretim tek tek bireylerin üretiminden on kat, yüz kat daha fazla verim verir. Bunun için şimdi Suyumuzu, toprağımızı, enerjimizi komünleşti- dünyada da toprağı tarım şirketleri el koymuş. Devlet relim, özgür ve demokratik yaşamı inşa edelim ve para gücüyle toprakları kendi hakimiyetine almış. Önder Apo açık çağrı yaptı. “Suyumuzu, toprağımızı, Büyük çiftlikler ve tarım işletmeleri kurmuş. Aynı şeyi enerjimizi komünleştirelim, özgür ve demokratik yaşa- toplum toprağı komünleştirerek daha etkili biçimde mı inşa edelim” dedi. Bu çağrı en başta da gençliğe yapabilir. Şirketler yapıyor da toplum yapamaz mı? çağrıdır. Suyumuzu, toprağımızı, enerjimizi komünleş- Şirketler tarım işletmeleri kuruyorlar, tarım sistemi tireceğiz. Suyumuzu, toprağımızı, enerjimizi kimseye kuruyorlar, tarım toprağı üzerinde hegemonya kuruvermeyeceğiz. Kültürel soykırımcı sömürgecilik şimdi yorlar, üretim yapıyorlar, herkesi iliklerine kadar söKürdistan’ın suyunu, enerjisini, her şeyini alıyor, on- mürüyorlar, zengin oluyorlar. Toplum kendi toprağını dan sonra getirip topluma satıyor. En son Mardin’de birleştirerek komünal üretimi sağlayarak aynı sonucu toplum elektrik parasını vermeyince hemen enerjisini alamaz mı? Niye, toplum aptal mıdır? Toplum emeğikestiler. Neymiş? Kaçak elektrik kullanılıyormuş! Ne ni, enerjisini, her şeyini birleştirerek, parçalı olan topdemek kaçaktır? Bu, toplumun elektriğidir. Bir kaçır- rağını komünleştirerek, ortaklaştırarak mevcut üretimden on kat fazlasını yapabilir. Ne gariptir ki bunu ma varsa bu devlete ve şirketlere aittir. toplum yapmıyor, belirli şirketler yapıyor. Topluma ait olması gereken suya Toprağı ve topraktaki tarım alanlarına el koyuyorsun, toprağından el koyarak toprakları alıyor, birleşpetrol çıkarıyorsun. Su da tiriyor, onun üzerinden her türlü toprak da enerji de topluÖnder Apo üretimi yapıyor, zenginleşiyor. ma aittir, devlete değil. tüm kadınlara Aynı şeyi toplum da yapmaBu açıdan toplum su lıdır. Su, toprak ve enerji bana aittir diyecek, seslenmektedir, ama en komünleştirilirse çalışma bunun hareketini fazla da genç kadınlara ortaklaştırılır, ortak üretim gerçekleştirecekyapılır, daha etkili sonuç tir. Her yerde devseslenmektedir. alınır. Onun için Önder letin Kürdistan’daki Onların özgürlük ruhunu Apo toprağımızı birleştiakarsular üzerinrelim ve komünleştirelim de, nehirler üzerinKürt halkının çağrısı yapıyor. Köylerde deki, dereler üzeve gençliğin özgürlük zaten eskiden birçok alan rindeki tasarrufuna ortak kulanım alanı değil dur diyecek; buna ruhu haline getirmeye miydi? Suyu bütün köylüler karşı bir mücadele geçalışmaktadır. ortak kullanmaz mıydı? Bireliştirecek, su bana aittir ye ait su var mıydı? Köyde böyle diyecektir. Toprak bana olabiliyorsa bütün bir şehirde de, büaittir diyecek, enerji bana aittün bir ülkede de bu gerçekleştirilebilir. tir diyecektir. Bu değerlerine sahip çıkmak için örgütlenecek, devleti Kapitalizmle birlikte topluma ait suyun devlet eline ya da başka güçleri yanaştırmayacaktır. Suyunu kendisi kullanacak, toprağını ve enerjisini ken- geçmesi, şirketlerin eline geçmesi durumu ortaya çıkdisi kullanacaktır. Su, toprak, enerji komünal olmak tı. Toplumun elinden aldılar, istedikleri gibi kullandılar. zorundadır. Su patronların, devletin olamaz. Toprak Bu bir gasptır, ahlaki ve toplumsal meşruiyeti yoktur. ağaların, beylerin, şu bu patronun olamaz. Enerji dev- O zaman bu suların, nehirlerin devletin ya da şirketletin, şu şirketin, bu şirketin olamaz. Ortada bir gasp lerin elinden alınması gerekiyor. Şirket gelip baraj yavardır, bu gaspa dur demek lazım. Toplumun “bunlar pıyor, yapamaz, yaptırılmamalıdır. Zaten Fırat nehri bana aittir” demesi lazım. Ama şimdi bir ideolojik ha- üzerinde yapılan dört büyük baraj Kürdistan’da kullakimiyet kurulmuş, devlet bana ait diyor, şirketler bana nılan enerjinin yüz katı enerji üretmektedir. Ekstra ola-

Ekim 2014

39


Özgür Halk rak Kürdistan’dan çıkan petrolü de götürüyorlar. Türk devleti bütün elektrik enerjisini buradan alıyor, petrolü buradan alıyor, ondan sonra da getiriyor Kürt halkına yeniden satıyor. Bu bir adaletsizlikten öte ahlaksızca bir gasptır. Dolayısıyla Gençliğin Önder Apo’nun bu sloganına derhal sahip çıkması gerekiyor. Gençlik Önder Apo’ya bağlıysa, Önder Apo’nun “Suyumuzu, enerjimizi ve toprağımızı komünleştirelim, özgür ve demokratik yaşamı kuralım” sloganına hemen komünleşerek cevap vermelidir. Tabii kendi etrafında halkı da örgütleyerek, topraklar bize ait, sular bize ait, enerjiler bize aittir demelidir. Bunu bir örgütlü mücadeleye dönüştürmelidir. Kendi toprağına ve suyuna sahip çıkmak için her kavgayı ve mücadeleyi de vermelidir. Gençliğin bu süreçte daha aktif hale gelmeye ihtiyacı var Kadının toplumsal sorunları var. Kadın hareketi, genç kadınlar örgütlenerek kadınların tüm sorunlarını kendi örgütlenmeleri içinde çözebilirler. Kadınların toplumsal yaşamda, ekonomik ve kültürel yaşamda etkin katılmasını sağlayabilirler. Kadın emeğini de örgütlerler. Gençlik emek müfrezeleri örgütlerse kapitalist sistem içinde bile sistem çöker. İşçi bulamazsa ne yapacak? Emek müfrezeleri genç erkek-kadın örgütlü olduğunda hem kendi işlerini yapabilir, hem de sistem içinde bile sistemi zorlayabilir. Kuşkusuz biz inşadan söz ederken sistemi zorlamaktan, sistem içi bir iyileştirmeden söz etmiyoruz, bizzat alternatif bir sistem kurmaktan söz ediyoruz. Esas olması gereken budur. Kuşkusuz şu anda çalışan kadınlar var, erkekler var, gençler var. Gençlik hareketi bunları örgütlerse bu alanda da etkisini arttırabilir. Sadece bir sendikal mücadele vermez. Emekçi gençlik örgütlendirildiğinde alternatif ekonomik alanlara yönelebilirler. Bunlar yapılabilir. Ama bu tabii eğitim, örgütlenme, mücadele, planlama ve pratiğe geçmeyle mümkün olur. Sadece ideolojik ve teorik olarak söylemekle olmaz. Bizzat pratiğine yönelnmesi gerekiyor. Gençliğin kuruculuğundan söz ederken, gençliğin her şeyin içine girmesinden söz ediyoruz. Amiyane deyimle gençliğin kollarını sıvaması gerekiyor. Sadece tepkisel olmaması gerekiyor. Tabii ki baskılara karşı tepki gösterilecek, direnilecektir. Ama bu yetmez. Bunun yanında en az bunun kadar da inşa sorunlarına ilgi gösterilmesi gerekiyor. Gençliğin bu süreçte daha aktif hale gelmeye ihtiyacı var. Serhildanlarda nasıl ki en önde mücadele ediyorsa, gerillaya en yoğun biçimde katılıyorsa, mücadeleyi bugüne kadar sürüklemişse, bu mücadelenin sonucunda artık özgürlük sistemini kurmada da gereken performansı göstermesi gerekiyor. Mücadelenin yarattığı sonuçları toparlaması gerekiyor. Mücadele edip devlet karşısında gücünü ortaya koyuyorsa, bu gücünü de

40

şimdiye kadar süreklileştirmişse artık bunun toplumsal inşada da sonuçlarının olması gerekiyor. Direnişin bile süreklileşmesi ve sonuç alması için örgütlü olması gerekiyor. Örgütlü toplum, aynı zamanda direnişin süreklileştiği toplumdur. Şimdi mücadelede zaman zaman kesintiler ortaya çıkıyor, belirli bir mücadele dalgası ortaya çıkıyor, önemli siyasal sonuçlar yaratıyor, ama bu siyasal sonuçlar toplumsal inşaya, toplum örgütlülüğe dönüşmüyor; örgütlülüğe dönüşmediği için de mücadele de kesintili oluyor. Örgütlülüğe dönüşse de yetersiz kalıyor. Bu, mücadeleye yetersiz yaklaşımdan ileri geliyor. Mücadelenin sadece direniş yanını esas alma, ama sıra toplumsal inşaya geldi mi, bu konuda sorumluluğu yeterince duymama, daha örgütlü, daha planlı bir çaba içine girmeme, mücadele verilen emeğin de yetersiz sonuçlar doğurmasına yol açıyor. Bu bir çelişkili durumu ifade ediyor. Kırk yıllık bir mücadele var, büyük değerler var. Toplumun özgür ve demokratik yaşam isteği yükselmiş durumdadır. Bilinç düzeyi gerçekten de Ortadoğu’da, hatta dünyada en yüksek toplum Kürt toplumudur. Ama sıra sonuçlara geldiğinde bunun etkili bir sistem haline gelmediğini, örgütlülüğün zayıf kaldığını görüyoruz. Büyük bir mücadele verilip, fedakarlık gösterilip bunun örgütlülüğe çevrilmemesi, mücadelenin amaçlarına ulaşmada, mücadeleyi bir hedefe kilitlemede yetersiz bir yaklaşım durumunu ortaya çıkarıyor. Bunun aşılması gerekiyor. Kaldı ki örgütlülük ve toplumsal alanların inşası geliştirilmeden mücadele de daha üst seviyeye çıkarılamıyor. Önderlik sürekli inşadan söz ediyor, toplumun örgütsüz bırakıldığını söylüyor. Bu açıdan mücadele perspektifini örgütlü toplumla, inşayla bütünleştirmesi gerekiyor. Her mücadelenin, her eyleminin inşayla sonuçlanması gerekir. Her serhildanın inşayı gerçekleştiren, demokratik kurumlaşmayı ortaya çıkaran bir sonuç yaratması gerekiyor. Her serhildanın özsavunma gücünü de açığa çıkarması gerekiyor. Serhildanların hem kurucu hem koruyucu olması gerekiyor. Serhildanlar sadece bir tepki ya da belirli talepleri dile getiren durumdan çıkıp bizzat toplumun özgür ve demokratik yaşamını kuran, kurduktan sonra da onu koruyan bir kurumlaşmaya kavuşması gerekiyor. Bu açıdan mücadelenin hem kurumlaşmasında, hem de bu kurumları savunacak bir özsavunmaya kavuşmasında bir yetersizlik yaşanıyor. Bunun da artık aşılması gerekiyor. Serhildanların tepki ve talep eden durumdan çıkarıp kurucu ve koruyucu hale getirilmesi gerekiyor. Bunda da en temel sorumluluk gençliğe aittir. Her serhildan ortamı aynı zamanda kurumlaşmanın zeminini ortaya çıkarır. Her serhildanda toplum dinamiktir. Serhildan ortamında eğer örgütlenme geliştirilmiyorsa bu serhildana da yanlış yaklaşımdır. Her serhildanın siyasal mücadele ve örgütsel kurumlaşmaya

Ekim 2014


Özgür Halk bir zemin ve fırsat olarak değerlendirilmesi gerekir. Serhildana girmede de bir ufuk eksikliği ve planlama eksikliği söz konusu oluyor. Halbuki her serhildan bir kurumlaşmayı hedeflemeli. Serhildan içinde örgütlenme yaygınlaştırılmalı ve kurumlaştırılmalıdır. Şimdiye kadar bu eksik kalmıştır. Serhildan yapılıyor, bir süre sonra da geri çekiliniyor. Ya da serhildan örgütlenmeye, inşaya kavuşmuyor. Bunun da aşılması gerekiyor. Bu serhildan anlayışının daha nitelikli bir serhildan anlayışına, kurumlaşmaya giden, kurumlaşmaya gittikten sonra da kendisini koruyan bir serhildan anlayışına kavuşturulması gerekiyor. Gençliğin bu konuda öncülük yapması gerekiyor. Gençlik dinamiktir. Eğer biraz kendisini eğitirse, bilinçlendirirse rahatlıkla örgütlenme yeteneğini de, inşa yeteneğini de geliştirir. Örgütlenme yeteneğini geliştirdikçe her türlü soruna çözüm bulacak kurumlaşmaları da ortaya çıkarır. Örneğin, son Kobanê ile ilgili serhıldanda birçok alanda toplum mahalleleri, kasabaları, şehirleri kontrol etti. Ama bu kontrol yetmez. Bu kontrol aynı zamanda örgütlenmeye dönüştürülmelidir. Bu kontrol zamanında her türlü örgütlenme yapılabilir, her gence görev verilebilir, birimler oluşturulabilir. Ama buna kafa yorulmadığı için o andaki direniş, o kontrol da toplumsal örgütlenmeye ve güce dayanmadığı için etkisini de giderek kaybediyor. Gençlik kırk yıllık mücadeleyi zafere taşıyan güç olmalıdır Yine serhildanlar yapılarken hemen derhal onun örgütlenmesine, denetimine ihtiyaç var. Böyle olmayınca mücadele oluyor, tepki oluyor, devletle çatışılıyor, ama bu çatışmalar bile örgütsüz yürütülüyor. Örgütsüz tepkilere dönüşüyor. Hatta belirli güçlerin provokasyon yapmasına da zemin sunuyor. Bu yönüyle inşa, kurumlaşma aynı zamanda her türlü provokasyona

kapıyı kapatmak anlamına geliyor. Bunun için bundan sonraki serhildanlarda gençlik hemen kendisini örgütleyebilmeli, bütün gençleri örgütleyebilmeli. Onların örgütlü hareket edebilmesini sağlayabilmeli. Şu açıktır, her serhildan doğal gençlik önderlerini ortaya çıkarır. Kimin örgüt yeteneğine sahip, kimin eylemci yeteneklere sahip olduğu ortaya çıkar. Ama serhildan sadece bir tepki serhildanı, sadece polise ve askere karşı direnme serhildanı olarak kalırsa bu, direnişi de sürekli kılmıyor. Pratik bu tür eksiklikleri ve yetersizlikleri de ortaya çıkardı. Kaldı ki on yıllardır serhildan var, mücadele var, mücadeleye yatkınlık var, fedakarlık gösteriyor, yaşamını veriyor, hapse giriyor, sakat kalıyor. Bunlar gerekli. Bu tür bedeller ödenmeden zaten mücadele gelişmez. Ama bunları bir örgütlenme hedefiyle, bir inşa hedefiyle, bir kurumlaşma hedefiyle yapmak gerekiyor. Bedellerin böyle sonuçları olması gerekiyor. Öte yandan sadece gençlik kendini örgütleme ve kurumlaşmayla da sınırlı bırakmamalı. Topluma daha fazla ulaşmalı. Toplumla daha ilişki kuran olmalı. Her serhildanı toplumla buluşma ve kendi etrafında toplumu örgütleme fırsatı olarak da değerlendirmesi gerekiyor. Çünkü inşadan söz ederken, tabii ki gençlik inşada öncülük etmeli, inşanın omurgası, iskeleti, dinamik gücü olmalı, ama toplumun tüm kesimlerini de içine çekebilmelidir. Kürt halkı gençlik halkıdır, Kürt halkının çoğu gençtir dedik. Toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsa, toplumun en dinamik gücüyse, bizzat toplumun kendisiyse, o zaman kendisinin merkezinde olduğu her türlü toplumsal örgütlenmeye öncülük yapabilir, bunu başarabilir. Gençliğin buna gücü vardır. Önder Apo şunu söylemiştir, bir mücadelenin sonucunu eninde sonunda gençliğin dinamizmi, mücadeleye katılımı belirler. Burada mücadeleye katılımı belirler derken sadece direnmeden söz etmiyor; mücadelenin her türlü örgütlenmesine ve her türlü alanına karşı sorumluluk duyması, bütün sorunları kendi sorunları olarak görmesi gerekiyor. Eğer Kürdistan’da gençliğin rolü, misyonu dünyadaki herhangi bir ülkedeki gençliğin rolü ve misyonu gibi olmuyorsa, olmayacaksa, sadece gençlik sorunlarıyla ilgilenen bir gençlik hareketi değilse, o zaman bütün sorunlara el atma konusunda da kendisini sorumlu görmeli ve el atmalıdır. Gençlik bunu yapabilir. Gençlik yapamaz, gençlik bilmez, cahildir gibi yaklaşımlar kesinlikle doğru yaklaşımlar değildir. Özellikle kırk yıllık mücadelenin sonunda Kürt gençliği

Ekim 2014

41


Özgür Halk bilinçsiz bir gençlik değildir; büyük bir tecrübeye sa- gençliği bilmez, gençliği cahil gibi gören ve tümüyle hiptir. Bizzat PKK bir gençlik hareketi olarak başladı. gençliğin dinamizmini değerlendirme değil de, onu Kürt Özgürlük Hareketi’nin birikimi, deneyimi, tecrü- kontrol etmeye çalışan, hatta gençliğin dinamizmini besi aynı zamanda gençliğin deney ve tecrübesidir. pasifize etmeye çalışan, sistem içileştirmeye çalışan, Çünkü gençlik kırk yıldır mücadelenin her boyutunun gençliğin mücadelesinin daha da gelişmesinin önünü içinde oldu. Ama örgütlü olmayınca, her alandaki ör- açan değil de, geriye çeken yaklaşımlar olmaktadır. gütsel sorunlara el atıp, sorumluluk duyup örgütlen- Tabii ki bunlar kabul edilemez. Ama gençliğin diğer melerini geliştirmeyince bir deney, tecrübe birikimi tüm çalışmaları, tüm kazanımları, tüm örgütlenmeleri de ortaya çıkmıyor. Ya da eski deney ve tecrübeler de dikkate alması, onları etkili kılması, onları tamamlaüzerinden yeni kurumlaşmalara gidilemiyor. Ya da var ması, beslemesi gerekiyor. Bu yönüyle de bir sorumluolan kurumlaşmaları daha nitelikli, daha içerikli, daha luk duyması gerekiyor. yaratıcı, daha zengin hale getiremiyor. Bu yönüyle gençlik aynı zamanda kırk yıllık mücadeleyi zafere ta- Kürdistan’da gençlik hareketinin bir kapsamı, bir deşıyan bir güç olmalıdır. Gerilla bile bir gençlik ordusu- rinliği vardır. Olgundur. Çünkü yeni bir hareket değildir. Bu açıdan da daha bilinçli, daha örgütlü hareket dur. Gerilla bir gençlik ordusuyken gençlik etmesi gerekiyor. Hatta olgunluğuyla, biözsavunmada tecrübesiz olabilir linçliliğiyle diğer toplumsal örgütlenmi? Toplumun özsavunmasını meleri, çalışmaları da nitelikli hale yapmada rolünü yerine gegetirebilir. Eğer karşılıklı anlayış tirmemezlik edebilir mi? olursa, gençlik bu devrimin Edemez. Toplumun her Gençlik temel sorumluluğu bendealandaki özsavunmadir derse, diğer kurumlar sını başka kimseye Önder Apo’ya da “gençlik bu toplumun bırakmadan, yabağlıysa, Önder Apo’nun büyük çoğunluğudur, ratıcılıkla bizzat esasıdır; bununla bütünkendisi yapabilir. “Suyumuzu, enerjimizi ve leşmeden hiçbir çabanın Büyük bir gerilla toprağımızı komünleştirelim, başarıya ulaşması, hiçbir savaşını kırk yılsonuç alınması mümkün dır sürdürüyorsa, özgür ve demokratik yaşamı değildir” yaklaşımıyla komutanı da bu hareket ederse, karşılıkgençler içinden kuralım” sloganına lı birbirini anlama olursa, çıkıyorsa o zaman hemen komünleşerek zaman zaman gençlik ve özsavunmayı da diğer toplumsal örgütlenmerahatlıkla gerçekleşcevap vermelidir. ler arasında çıkan uyumsuzluk tirebilir. Ama bununun da giderilebilir. nasıl gerçekleştirebileceğinin, güvenli bir özsavunTabii gençlik özellikle kadın harekemanın nasıl olacağının yaratıcı tiyle daha bir dayanışma, daha çok birbibir biçimde üzerinde yoğunlaşılmarini tamamlayan bir duruş içinde olabilir. Çünkü sı ve gerçekleştirilmesi gerekiyor. devrimin öncüleri kadın ve gençlik diyoruz. Kadın ve Kuşkusuz gençlik bunları yaparken diğer toplumsal gençlik diyorsak öncüler birbirini tamamlayacak; önörgütlerden kopuk olamaz. Bütün toplumsal örgütle- cüler birbirinden uzak olmayacak. Özgün örgütlenrin parçası ve birbirini tamamlayanı olacaktır. Birbirini meler bizim sistemimizde birbirini tamamlayan örgütgüçlendirecektir, birbirini dikkate alacaktır. Bütün top- lenmelerdir, birbirinden kopuk örgütlenmeler değildir. lumsal örgütlenmeler gençliği dikkate alırken, gençlik Özgünlükler bütünün güçlenmesi için vardır. Kadın de onlarla iyi bir paylaşım, dayanışma ve bütünlük hareketinin özgün örgütlenmesi, bütünü ancak böyle içinde işlerin içinde olacaktır. Ben kendim yapıyorum, bir örgütlenmeyle güçlendireceği için özgün örgütlediğer toplumsal örgütlenmeleri, diğer çalışmaları dik- niyor. Yoksa özgün örgütlenmesiyle gençlikten uzak kate almam, ben kendi bildiğimi yaparım demek de ol- duracak, diğer çalışmalardan uzak duracak gibi bir maz. Gençlik toplumun esas gücüyse, çoğunluğuysa, yaklaşım olamaz. Gençlik için söylediğimiz şeyler kahatta kendisiyse o zaman diğer toplumsal sorunlara il- dın hareketi için de geçerlidir. Kürdistan’daki kadın özgisiz kalamaz, hatta onları en fazla tamamlama çabası gürlük çizgisi dünyanın herhangi bir ülkesindeki kadın içine gençliğin girmesi gerekiyor. Zaman zaman genç- hareketi değildir. Sadece kadın sorunlarıyla ilgilenen lik bizi dikkate almıyor, gençlik kendi başına hareket hareket değildir. Aksine bütün toplumu değiştiren, büediyor gibi yaklaşımlar var. Kuşkusuz bazı anlayışların tün topluma kendi rengini vermesi gereken, bütün ça-

42

Ekim 2014


Özgür Halk lışmalardan kendisini sorumlu kılan bir yaklaşım içinde olması gerekir. Gençlik için de bu geçerlidir, kadın için de bu geçerlidir. Çünkü kadın hareketi bu mücadelenin öncüsüdür. Bu yönüyle ben kadın hareketiyim, sadece kendi örgütlenmem beni ilgilendirir diyemez. Aksine bütün örgütlerde sorumluluk alması gerekiyor. Bütün toplumsal örgütlenmeler, bütün sosyal ve kültürel örgütlenmelerde benim etkim ve rengim olursa, o zaman kadın özgün örgütlenmesi anlamlı olur, amacına ulaşır yaklaşımı içinde olmalıdır. Tabii ki kadın hareketiyle gençlik hareketinin kendi rollerini bilerek birbirlerini tamamlaması, toplumsal inşanın gerçek anlamda gerçekleşmesi ve kurulması için önemli bir zemin ortaya çıkaracaktır. Çünkü eğer toplumsal inşada bir yetersizlik varsa, Önder Apo’nun bütün çağrılarına rağmen bu eksiklik sürüyorsa, toplumun ekonomik, sosyal, eğitim, sağlık, toplumsal adalet konularında da kendilerini sorumlu göreceklerdir. Kürdistan’daki her türlü örgütlenmedeki eksiklikten gençlik ve kadın kendisini sorumlu görmelidir. Niye şunlar eksik yapıyor, bunlar eksik yapıyor dememelidir. Eğer siyasal alanda bir eksiklik varsa, toplumsal alanda bir eksiklik varsa, demokratik siyasal alanda bir eksiklik varsa, ekonomik alanda bir eksiklik varsa, kültürel örgütlenmelerde bir eksiklik varsa, basın çalışmalarında bir eksiklik varsa, niye eksiklik yapılıyor, bunlar niye eksiktir denilmemelidir. Bu alanlarda eksiklik varsa gençlik ve kadın en başta da kendisini sorumlu görecektir. Kendisi bu çalışmalar içinde aktif olarak onların etkili hale gelmesi, örgütlenmesi sorumluluğuyla hareket edecektir. Böyle yaklaşılırsa Önder Apo’nun ortaya koyduğu 8-9 boyuttaki inşayı gerçekleştirmek mümkün hale gelir. Mücadele inşayı, inşa mücadeleyi güçlendirir Burada bunları belirtirken sadece inşa deyip siyasal mücadeleye girmemek, siyasal mücadelenin örgütlenmesinde, serhildanların örgütlenmesinde, gerillanın büyütülmesinden uzak kalmak olamaz. Çünkü inşa ancak özsavunmayla gerçekleşebilir. İnşa ancak Türk devletinin kültürel soykırımcı sömürgecilik anlayışına karşı mücadeleyle gerçekleşebilir. Bu açıdan inşa ve mücadele Kürdistan’da iç içedir. Sadece birini esas almak yetmez. Sadece biri üzerinde yoğunlaşmak yetmez. İnşa ve mücadele bütünlüklü yürütülürse o zaman hem inşa hem de mücadele gerçekleşir. Mücadele inşayı, inşa mücadeleyi güçlendirir. Bunlar diyalektik bir bütündür. Özellikle Kürdistan’da bu iki konuya bütünlüklü bakılmadan ne mücadele gelişebilir, süreklileşebilir, ne de inşa gerçekleşebilir. Gençlik özellikle böyle bir perspektifle daha örgütlü, daha planlı, daha disiplinli hareket ederse şu andaki toplumun özgür ve demokratik yaşam iradesi, isteği, mücadele gücü kesinlikle inşayı her boyutta gerçekleştirmeyi de sağlar.

Ekim 2014

Gençliğin önümüzdeki dönemde böyle bir sorumluluğu vardır. Şunu söyleyebiliriz, geçen dönemde hamleci, devrimci yaklaşımda zayıflıklar ortaya çıktı. Çözümü devletten bekleme yaklaşımları ortaya çıktı. İmralı’da görüşmeler oluyor, sanki hemen sorun çözülecekmiş gibi pasif bir yaklaşım ortaya çıktı. Bu, Önder Apo’nun demokratik siyasal çözüm çabalarını da zayıflattı. Bunun görülmesi gerekiyor. Önder Apo’ya en büyük kötülük ya da Önder Apo’nun çabalarına en sorumsuzca yaklaşım, en zayıf yaklaşım örgütsüz ve mücadelesiz bir biçimde Önder Apo’nun görüşmelerinden ne çıkacak gibi bir beklentili yaklaşımdır. Gençliğin de kadının da, bütün toplumsal ve siyasal örgütlenmelerin de bu yaklaşımı bırakması gerekiyor. Özellikle Ortadoğu’da dengelerin altüst olduğu, mücadelenin keskinleştiği bugünkü dönemde kesinlikle örgütlü, radikal bir yaklaşım içinde olmadan, mücadeleci bir yaklaşım içinde olmadan hiçbir sonuç alınamaz. Ne inşa gerçekleşebilir, ne siyasal mücadeleden sonuç alınabilir. Bu açıdan bu dönem devrimci, hamleci mücadelede ısrarın olması gereken bir dönemdir. Önder Apo’nun diyalog, siyasal mücadele çalışmalarına da en büyük güç böyle verilir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Önder Apo’nun yıllardır yürüttüğü demokratik siyasal çözüm mücadelesine belki de en büyük destek, Kobanê Direnişine sahip çıkma sürecinde ortaya çıkan Serhildanlar olmuştur. Bu serhildanlar, Önder Apo’nun çabalarına en büyük desteği vermiştir. Zaten AKP hükümeti bundan dolayı paniğe girmiştir, bundan dolayı telaşa düşmüştür. Çünkü o Önder Apo’yla yürüttüğü diyalogu oyalama, zaman kazanma biçiminde yürütüyordu, sürdürüyordu. Ama serhildanlar bu oyunu bozmuştur, çözümü dayatmıştır. Ya devlet ve hükümet çözüm için adım atacaktır ya da Önder Apo’nun dediği gibi, Kürt halkının kendi demokratik özerk sistemini kendi inşa edeceği ve savunacağı ikinci çözüm seçeneği etkili biçimde devreye girecektir. Önder Apo bu iki seçeneği ortaya koymuştur. Ya çözüm ya da mücadele olacaktır. Şimdiye kadar oyalama ve aldatma vardı. Çözüm için hükümet adım atmıyordu. Niye? Karşısında güçlü bir mücadele görmüyordu. Toplumu beklenti içinde tutup zaman kazanıyordu. İşte Kobanê Direnişine destek serhildanları bu oyunu bitirmiştir, bu oyuna son vermiştir. Önder Apo’nun elini bu serhildanlar güçlendirmiştir. Bazılarının apolitik, saf, mücadeleden anlamaz yaklaşımlarıyla işte bu mücadele bizi zorladı, süreci zorladı gibi yaklaşımlar kesinlikle yanlıştır. Bu tür yaklaşımlar süreçten de bir şey anlamamaktır, serhildanlardan de bir şey anlamamaktır, Önderlikten de bir şey anlamamaktır. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Gençler de, kadınlar da, herkes de bu gerçeği böyle bilmelidir.

43


Özgür Halk Psikolojik savaşın etkisiyle devletin panik halinde bu serhildanların yarattığı sonucu farklı gösterme çabaları aslında oyunları bozulduğu içindir, AKP’nin oyunu bozulduğu içindir. Bu gerçekliğin herkes tarafından görülmesi gerekiyor. Ama tabii ki bu serhildanlar daha etkili olabilirdi, daha sürekli hale gelebilirdi. Ama örgütsüz ve denetimsiz olunca daha etkili sonuçlar elde etmemizi de engelledi. Ya da örgütsüz ve denetimsiz olduğu için daha etkili sonuçlar elde edemedik. Gençlik hareketi önümüzdeki dönemde mücadeleci duruşunu sürdürmeli, kesinlikle pasif, beklentili ve mücadelesiz bir duruş içinde olmamalıdır. İnşayla mücadelenin iç içe olacağını, mücadele olmadan inşanın da olmayacağını, kurumlaşma ve inşa olmadan da mücadelenin süreklileşmeyeceğini bilerek, bu iki yönü de doğru ele alarak önümüzdeki dönem mücadelesini daha fazla geliştirmelidir. Gençlik, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sadece Bakûrê Kürdistan’da değil, Rojava’da, Güney’de, Doğu’da, bir bütün olarak Ortadoğu’da yaşanan kaos ortamında, Önder Apo’nun paradigması temelindeki çizginin alternatif olması için gereken ağırlığını, gücünü ortaya koymalıdır.

44

Bugün Ortadoğu’da halklar için tek seçenek, Önder Apo’nun demokratik konfederalizme dayanan, demokratik ulusa dayanan demokratik özerklik ve demokratik sosyalizm çizgisidir. Bunun için de kaos ortamında mücadelenin geliştirilmesi gerekir. Mücadele geliştirilmeden bu çizgi alternatif olma gücünü ortaya koyamaz; kendiliğinden alternatif olamaz. Özellikle Ortadoğu’da alternatif çizgi haline gelmek, bütün halkların umudu haline gelmek, sadece Kürdistan’ı ve Türkiye’yi değil, bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirme mücadelesinden geçer. Gün mücadele günüdür. Bu çizgi Ortadoğu’da tek alternatif çizgidir. O zaman bunun mücadelesinin verilmesi gerekir. Bütün diğer siyasal mücadeleler karşısında tek seçenek olduğunu örgütlü gücüyle, siyasi gücüyle ortaya koymalı, başta Kürt halkı olmak üzere bütün Ortadoğu halklarını bu çizginin etrafında toplayarak demokratik Türkiye, demokratik Suriye, demokratik Irak ve demokratik İran’ı gerçekleştirme temelinde tüm Ortadoğu’yu demokratikleştirecek öncü güç ve tek güç olduğunu gösterebilmelidir.

Ekim 2014


Özgür Halk

Toplumsal İnşa Zihniyette Başlar - I Şiyar Koçgirî İnsan zihniyeti kadar insandır

Toplum doğadaki zekanın en yoğunlaştığı, en sistematize olduğu, kompleks bir yapıya ulaşarak işlevsellik kazandığı bir olgudur. İnsan sürüden ve sürü yaşamından farklı olarak, ilk toplumsal form olan klanı oluşturduğunda yeni bir zihniyet formunu oluşturmuş demektir. İnsanın zekâ düzeyi toplumsallığını belirlemiştir. Toplumsallığı da bu zekâ düzeyini zihniyet halinde çalışmaya ve gelişmeye zorlamıştır. İnsan paylaşarak, dayanışma içine girerek, birbirini tamamlayarak, bu anlamıyla kendini büyüterek bu yeni yaşam formu içinde yepyeni bir canlıya dönüşmüştür. O artık doğadaki herhangi bir canlı gibi değildir. Toplumsallığa adım atmıştır. Toplumsallığı yaratmıştır. Ait olduğu hayvanlar âleminden toplumsallığıyla farklılaşmıştır. Toplum olarak yaşamanın, yaratmanın, korunmanın büyük geliştiriciliğini an be an yaşamaya başlamış ve buna kutsallık derecesinde değer vermiştir. Analitik ve duygusal zekânın uyumlu birlikteliğinin oluşturduğu zihniyet yapılanması yol açtığı gelişmelerle yaşamda devrimsel adımlar ortaya çıkarmıştır. Bu anlamda diyebiliriz ki neolitiğin insanı toplumsal aklını doğru işletmesiyle, bunun sonucunda ulaştığı üretkenlik ve yaratıcılıkla, adalet ve hakkaniyetle, oluşturduğu ahlaki ve politik ilkelerle yani açığa çıkardığı komünal zihniyet ile daha fazla insandır. Çünkü zekâsını toplumsallaşarak büyüten ve farkını esasta buradan aldığı güçle ortaya koyan insan, zekâsını oluşturma, işletme ve geliştirme tarzıyla yaşam biçimini de oluşturmaktadır. Çünkü yaşama rengini veren toplumsal akıl yani zihniyettir. Toplumsal aklın oluşturulması, işletilmesi ve geliştirilmesi -ki buna zihniyet diyoruz- tüm gelişmeleri belirlemekte, toplumsal esenliğin, güvenliğin, üretkenliğin, yaratıcılığın düzeyini ortaya koymaktadır. Toplumsallık, belli kuralları, bunlarla uyumlu davranışları ve yaşam tarzlarını gerektirir. Bunları belirleyen topluma hakîm olan zihniyet yapısıdır. Bu toplum yararına olabileceği gibi, toplum karşıtı da olabilir. İnsan zekâsı akışkanlığı toplumsallığı, sürekli devinim içinde olması nedeniyle esnek ve yeniden yapılandırılabilir özelliktedir. Dolayısıyla toplumdaki davranışlar, sınırlar, yasalar, teşvikler ve yasakları belirleyen zihniyet kalıpları yeniden oluşturulabilir. Toplumdaki ret-kabul,

Ekim 2014

iyilik-kötülük, tarih-şimdi, özgürlük-kölelik, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi ölçü ve kurallar yeniden yapılandırılabilir. Yaşama yön veren yasalar, kutsallar, ilkeler ve yöntemler değiştirilebilir.

Toplumsal zihniyet yeniden kurulabilir

Çünkü ‘toplum, zihniyet düzeyi gelişkin ve esnek bir yapıdır’. İnsanın sahip olduğu içgüdüler toplumsaldır; korunma, barınma, üreme, çevreyle uyum vb. tek başına karşılanamazlar. İnsan varlığını sürdürmek için toplumsal yaşamak zorundadır. Bu nedenle toplumsal zihniyet, toplumu oluşturan bireylerin tek tek zihinsel yeteneklerinin toplamından daha fazla bir şeydir. Toplumun zihniyeti canlı bir organizma gibidir. Analitik ve duygusal zekaya dayanır. Kimi zaman ve konularda biri öne çıksa ve diğerine baskın gelse de ikisi iç içe toplumsal zihniyetin bileşenlerini oluştururlar. Toplumun zihniyeti günübirlik değişmez ancak durağan da değildir. En önemlisi de toplumun zihniyeti, kuralları ve esaslarıyla bireysel ve toplumsal tutumların, yaklaşımların, davranışların kaynağını oluşturur. Bireysel ve toplumsal her davranış, özünde kabule ulaşmış veya bir biçimde ulaştırılmış toplumsal zihniyetin ürünü olarak şekillenir. İnsan evrenin bir parçasıdır ve bu evren içinde oluşmuştur. O halde sezgisellik, seçim yapma, farklılaşma ve özgürlük eğilimi evrende olduğu gibi insanda da vardır ve bu farklılaşma her zaman iyiden ve güzelden yana işlememektedir. İşte bu nedenledir ki insan aklı zamanın bir yerinde evrensel akıldan kopmuş, evren aklını ve yasalarını hiçe sayan, çiğneyen bir yola girmiştir. Bunu Önder Apo, “sapma” kavramıyla değerlendirmekte ve toplumsal problemlerin temel nedeni olarak ele almaktadır. Bu sapma temelinde evrenin aklı hiçe sayılmış ve sapkın bir zihniyet yaratılarak toplumun zihniyeti sakatlanmış, ele geçirilmiş ve tahrip edilmiştir. Bu sapkın zihniyet yapısı tarih içinde geçirdiği dönüşümlerle doğayı, toplumu ve bireyi çelişkiler ve çatışmalara boğmuştur. Sorunlara çözüm olmak bir yana, yaşamı cehenneme çevirerek insanlığı uçurumun kenarına getirmiştir. Şüphesiz insanın gelişiminde, zihin kapasitesinin yük-

45


Özgür Halk sekliği, esnekliği ve kendini yenileme gücü önemli bir gelişme aşamasıdır. Ancak unutulmamalıdır ki insan zihninin bu esnekliği, sınır tanımayan hareket potansiyeli ve kendini yenileme gücü toplumsallıktan kopulduğunda ya da baskının ve duyguların istismarının yoğun olarak yaşandığı anlarda sapmaya da alabildiğine açıktır. İnsan (özellikle erkek insan) neolitik dönemin sonlarına doğru artan bilinç gücünü toplumsallaşmayı güçlendirme, yaşamı zenginleştirme ve güzelleştirme amacından koparmıştır. Kendini önce kadından giderek tüm canlı-cansız varlıklardan üstün görerek bilincini onları nesneleştirmenin aracı olarak kullanmıştır. Erkek egemenlikli bir zihniyet geliştirmiştir. Bu zihniyet yapılanması toplumsal sistem inşasının kadın-erkek, hayvan-insan, özne-nesne, canlı-cansız, akıl-duygu, metafizik-diyalektik vb. ikilemler üzerinden gelişmesine zemin yaratmış; hiyerarşik ilişkilere, oradan iktidara ve onun kurumlaşmış biçimi olarak devlete ulaşmak zor olmamıştır.

gücü ve kudretinden koparılmasına yol açmıştır. İktidar ve kurumlaşmış hali olarak devlet, devletin temel eylemi olarak gasp ve haraç, zor ve yalan, sömürü ve her türlü istismar almış başını yürümüştür. Günümüzde zihniyetin toplumsal sorunlarla bağları konusunda değişik yaklaşımlar söz konusudur. Sistemin geliştirdiği parçalılık en popüler yaklaşımdır. Önder Apo’nun da dikkat çektiği gibi neredeyse her topluma, coğrafyaya, dine, felsefeye, ulusa, etnisiteye, cinse ait zihniyet yapıları olduğu iddia edilmektedir. Oysaki insanlığımız özünde iki temel zihniyet yapılanması tanımıştır. Birincisi; Demokratik komünal toplum zihniyeti. İkincisi; Devletli, sınıflı, hiyerarşik toplum zihniyeti. Diğer tüm adlandırma ve zihniyet yapıları bu iki zihniyet yapısı içerisinde kendini ifade etmektedir. Bilimcilik böyle yaparak hakikatin kaybedilmesini ve insanlığın kendi gerçeğinden uzaklaşmasını hedeflemektedir. Zira toplum üzerindeki hegemonya başka türlü sürdürülemez.

Zira doğayla ilişkide yabancılaşma başlamış, kadın darbelenmiş ve yaşamda geri plana itilmiştir. Toplumsal ilişİnsanlığımız Sümer rahiplerinin kilerde eşitlikçi ve dayanışmacı Devletçi geliştirdiği bu devletçi zihniyezihniyetin yerini köleci zihniyet te elbette ki kolay teslim olalmıştır. “Her şey ve herkes uygarlık mamış, kolay kanmamışlartanrılar, krallar, sultanlar zihniyeti kırılmadan ve dır. Daha en başından buna için” anlayışına göre yenikarşı büyük bir direniş ve den düzenlenmiştir. Topaşılmadan insanın karşı koyuş tutumu içine lum pratikte tanrılar-kullar, girilmiştir. Demokratik uyerkekler-kadınlar, zenginkendisiyle ve garlık güçleri kendi temsiller-fakirler gibi ayrımlara doğasıyla uyumlu cilerini, dilini, söylemini, tarz ve sınıflandırmalara uğrave yöntemlerini geliştirerek tılmadan önce, doğal toplubirlikteliği mümkün Demokratik komünal toplum mun eşitlikçi, sömürü tanımadeğildir zihniyetini sürdürmüşlerdir. Bu yan, yalan bilmeyen zihniyeti anlamıyla tarih bu alanda da iki köleciliğe doğru değişime uğrakanaldan yürümüştür. tılmıştır. Özelliklerini eşitlik ve dayanışmacılık temelinde oluşturan neolitik toplumun önce zihniyeti bozulmuştur. Toplumsal zihniyet tapınaklarda sömürüye, egemenliğe, iktidara, eşitsizliğe, baskı ve zora onay verecek şekilde yeniden düzenlenmiştir. Toplumun zihniyetinin, esnek ve yeniden yapılandırılabilir olma özelliği ilk ve en büyük istismar olarak gerçekleştirilmiş; bu daha sonraki tüm istismarların kaynağı olmuştur. Toplumsal zihniyetin, toplumun ortak aklının bütünlüğünden koparılması, parçalanması, toplumsal yararın bir kenara atılması bütün felaketlerin zincirlerinden boşalması anlamına gelmektedir. Çünkü zihniyet gücünün kötüye kullanılması toplumun iradesinden, ahlaki ve politik özelliklerinden, özgürlük ve eşitliğinden,

46

Toplumsal zihniyeti kim belirliyorsa, toplumsal yaşamı o belirler

Kadının ve etnisitenin direnişi, emekçilerin mücadeleleri, peygamberlik geleneği, sayısız tarikat ve mezhep biçimindeki örgütlenmeler yine Rönesans’ın yaratıcıları, ütopik sosyalistler, reel sosyalistler ve ulusal kurtuluş hareketleri: anarşizm, feminizm, ekolojik hareketler, savaş karşıtları, anti modernistler toplumsal zihniyetin toplum için olmasını ve çelişkilere boğulan toplumun doğasıyla birlikte yeniden inşa edilmesini isteyen eğilimler ve akımları oluşturmaktadırlar. Bu direnişler tarihin motor gücünü oluşturmaktadır. Özgürlük için sonsuz ve sınırsız direnilmiştir. Ancak bu direniş hiyerarşik, devletçi, erkek egemenlikli uygarlık zihniyetinin hegemonyasını kıramamıştır. Alternatifini onu aşacak güçte geliştirememiştir. Yürütülen tüm kahra-

Ekim 2014


Özgür Halk manca çabalara, sınırsız feda ve adanmışlığa rağmen bu zihniyetin hegemonik zihniyet olmaktan çıkarılması sağlanamamıştır. Birçok etnik direniş, yine sınıfsal direniş askeri, siyasi başarıya ulaştığı ve devlet-iktidar aygıtlarını ele geçirdiği halde yenilmekten ve benzeşmekten kurtulamamışlardır. Hiyerarşik, devletçi ve eril uygarlık zihniyetini aşamamış, demokratik uygarlığın sistemli, bütünlüklü, tutarlı zihniyet yapısını oluşturamamışlardır. Bu yüzden devletçi uygarlığın bir versiyonu, bir türevi olmaktan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla devletçi zihniyetin yol açtığı toplumsal sorunları da giderememişlerdir.

İnsan seçmesini bilen bir varlık olduğu için insandır Bu anlamda kendisinde zihniyet devrimini gerçekleştiren birey hiyerarşik, devletçi ve erkek egemen zihniyetten tümüyle sıyrılmak zorundadır. Hiyerarşik, devletçi ve erkek egemen zihniyetten kopuş demek aynı zamanda bu zihniyetin yol açtığı ilişki ve yaşam tarzından da kopuş demektir. Bu olmaksızın egemen zihniyetten kopuş iddiasında bulunulamaz. İkisinin birlikte gerçekleştirilmiş olması ise özgür bireyi ortaya çıkarır. Bunu gerçekleştirme çabasını en kutsal çaba olarak tanımlayan Önder Apo, hiyerarşik, devletçi, erkek egemenlikli uygarlıktan kopuşu en büyük özeBuradan da anlıyoruz ki toplumsal zihniyeti kim belir- leştiri olarak değerlendirmektedir. Bizim için zihniyet liyorsa, toplumsal yaşamı da o belirlemektedir. Dola- devrimi böyle bir anlamı ifade etmektedir. Her gün kuyısıyla tarihi bir de bu gözle okumamız gerekir. Yoksa sarcasına kendini hiyerarşik, devletçi ve erkek egeyaşanan direnişlerin anılarına sahip çıkamayacağımız menlikçi uygarlık zihniyetinden, özelde de kapitalist gibi alınan yenilgilerin de nedenlerini ortaya koyamaz, uygarlık zihniyetinden ve oluşturduğu duygu, düşünce ve davranış kalıplarından kurtarmak; fikir, zikir, fiil yeni bir yenilgi sürecinden kurtulamayız. birliği içinde bunu gerçekleştirmek zihniyet devToplum, tıpkı canlı bir organizma gibidir. Nasıl ki rimine doğru bir giriş yapmak anlamına her canlı kendini yaşatmak için tüm zekâ gelmektedir. Özgür birey olarak yeni potansiyelini kullanıyorsa toplum da bir doğuş yapmak, komünal var öyledir. Ancak geri dönüp baktıBuradan da oluş ilkelerinden uzaklaştırılan ğımızda insan toplumsallığının anlıyoruz ki toplumsal insanlık için elzem olan bir dobir noktadan sonra kendini zihniyeti kim belirliyorsa, ğuşu gerçekleştirmektir. Bukorumakta zorlandığını, gitoplumsal yaşamı da o nun temeli ise, genel olarak derek bu yeteneğini önemli devlet odaklı, özelde kapiölçüde kaybettiği görürüz. belirlemektedir. Dolayısıyla tarihi bir talist modernizmin zihniyet İnsanlığın günümüzdeki de bu gözle okumamız gerekir. Yoksa ve yaşamından kopuştur. gidişatını bir grup atın bir yaşanan direnişlerin anılarına sahip Böylesi bir kopuş, insansal uçuruma doğru koşmaçıkamayacağımız gibi var oluşa dönüş anlamını sına benzetebiliriz. İnsan alınan yenilgilerin de nedenlerini taşır. doğası ve toplumuyla en ortaya koyamaz, yeni bir derin çelişkileri yaşamakİnsan seçmesini bilen bir tadır. Toplumsal akıl bundan yenilgi sürecinden varlık olduğu için insandır. İyi daha kötüye kullanılamaz. kurtulamayız. ile kötü, güzel ile çirkin, doğru Toplumsal zihniyet devletçi uyile yanlış gibi şeyler bizi bir tercihgarlık tarafından paramparça edilte bulunmaya zorlayan gerçekliklerdir. miştir. Devletçi uygarlık zihniyeti kırılSeçimimizi bunlara bakarak yaparız. İnsan madan ve aşılmadan insanın kendisiyle ve olmanın anlamı budur. Ancak seçim yapmak o kadar doğasıyla uyumlu birlikteliği mümkün değildir. Gelinen aşamada doğrulanan, devletçi zihniyetin kolay değildir. Anlam ve duygu gücü yani zihniyet deparçalayan, özne-nesne ayrımına tabi tutarak ege- rinliği sağlanmadan, iyi ve kötünün birbirinden ayırt menliği meşrulaştıran zihniyeti değil; ahlaki ve politik edilmesi güçtür. Devletçi uygarlığın insanın zihniyetintoplumun birbirini tamamlayan, doğayı canlı gören ko- de yarattığı yıkım oldukça büyüktür. Esas sorun da bu münal zihniyeti olmuştur. Bu yönüyle Önder Apo’nun noktadadır. Bu yıkım her geçen gün derinleştirilmekbelirttiği gibi “Geçmiş daha gerçektir” ve kaybedildiği tedir. Bunun önüne geçilmedikçe, bu zihniyet çözülüp yerde yeniden bulunması gerekmektedir. Bu zihniyet aşılmadıkça insanın kendini, zekâsını, doğasını inkârıdevriminin ilk adımıdır. Nasıl ki zekânın gelişimi ve nın önüne geçmek olanaksızdır. duygusal-analitik boyutlarının dengeli birliği insanlığın Sürecek… gelişiminde devrimsel gelişmelere yol açtıysa, analitik ve duygusal zekânın bütünlüğünün yeniden sağlanması da yeni bir zihinsel yapılanmaya yol açacak ve sonuçları devrim niteliğinde olacaktır.

Ekim 2014

47


Özgür Halk

Demokratik Uluslar, Akıl Düzeyinde Bir Bilinçlilik İçerecek Zihniyet ve Düşünce Birliğini İfade Ederler Duran Kalkan Zihniyet darlığı, sığlığı ya da farklılığı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Aslında bütün pratik yetersizliklerin altında bu durum var. Yetersizlikleri her ne kadar tarzla, başkalarıyla veya farklı nedenlerle izah etmeye çalışsak da, esas kaynak dayandığı zihniyettir.

İnsan olmanın gereği bunu öngörüyor. İnsan olarak gelişmişlik, böyle bir yaşama ulaşmak olarak ifade ediliyor.

Halkın beklentileri, çizginin gereklilikleri, Önderliğin eleştirileri ve pratiğimizin açığa çıkardığı sonuçlar net; bizden özeleştiri isteniyor. Bu gerçek en hafif deyimle yetersiz kalmayı, tam başarılı olmamayı ifade ediyor. Neredeyse “en iyi olan bu durumdur” diyeceğiz. Bırakalım çok yetersiz de olsa bir şeyler katmayı; zarar veren, tersine götüren, çıkmaza sokan; Örgüte, Partiye yük yükleyen sonuçlar da hiç az değil.

Yaşama karşı sorumluluk duymak, yaşamın kendi elimizle yaratıldığını bilmek ve onun yaratıcısı olmaya karar kılmak, güç getirmek önemlidir. Başkalarının üzerinden, onların desteği ile var olan imkânlar dâhilinde yaşamak anlamlı değildir. Bu, en iyi boyutuyla kadercilik oluyor; var olana teslim olmayı ifade ediyor. Öyle bir zihniyetin ve anlayışın da yenilik yaratma, yaşam zenginliğine ulaşma; dolayısıyla iz bırakma imkânı yoktur. Aslında yaşam denmeyecek bir pratik olarak geçip gidiyor. Böyle olmaması ve özellikle de mücadelede gösterilen bu kadar cesaret ve fedakârlıkların yeterince anlam bulması için, zihniyet yapılanmamızı en azından yaşadığımız dönemin sorunlarına cevap olacak derinliğe ve kapsama ulaştırmamız gerekiyor. Yani yaşam gerçeğini, yaşam sorunlarını, onların çözüm yollarını anlamamız gerekiyor. Yaşam sorunlarını çözen güç olabilmek için; çözümün tarzını, üslubunu, temposunu yakalayabilmek için; pratikte başarıyla iş yapan ve yaşayan kişilik haline gelebilmek için öncelikle böyle bir zihniyet yapılanmasına ihtiyacımız var. Bu nedenle zihniyet tartışmalarını devrimimizin en temel çalışması olarak ele alıyoruz. Mücadelemizin başından itibaren de bu böyle oldu.

Bütün bu sorunları ortadan kaldırmanın birinci yolu nedir diye sorulduğunda, Önder APO en son talimatta ifade etti; “zihniyet devrimidir.” Yani zihniyet sorunlarının çözümü; zihniyet darlığının, farklılığının, yüzeyselliğinin, parçalılığının, karmaşıklığının giderilmesidir. Derinlikli bir zihniyet devrimiyle yaşadığımız ortamı tam anlayan ve ona göre yaşama gücünü gösteren bir noktaya gelebiliriz. Önder APO, kendisinin yaptığının da bu olduğunu ifade ediyor. İçinde bulunduğumuz dünya koşullarında yaşamaya çalışıyor. “Savunmalarının da böyle bir yaşam mücadelesinin gereği olduğunu, bir parçası olduğunu, yaşaması için gerekli mücadelenin araçları olarak hazırlandığını” ifade ediyor. Savunmalarla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve küresel düzeyde insanlık mücadelesi ile arasında böyle bir bağ kuruyor.

PKK bir zihniyet devrimi olarak ortaya çıktı. Kürtler için bir aydınlanma hareketi, yeni bir zihniyet oluşumu olarak doğdu, gelişti. PKK’nin birinci anlamı ve tanımı budur. Kültürel soykırımı yürüten güçler de bunu böyle tanımlıyorlar ve söylüyorlar. Bir Psikolojik savaş belgesi son 8-10 yılda Kürdistan’da Türkiye Cumhuriyeti adına izlenen politikaları özetliyor. Temeline şunu koyuyor; “zaten Kürtlerin bir kısmını kazanamamıştık, bir kısmını da PKK değiştirdi; dolayısıyla kazanamadıklarımız ve kendisinin değiştirdiklerinden karşı bir toplum oluşturma sürecine girdi, o halde bütün mücadelemiz bu karşı toplum olmayı ortadan kaldırmaya yönelmeli.” Özel savaş kapsamında yürüttükleri Ekonomik, sosyal, kültürel, askeri bütün faaliyetlerini bu amaca yöneltiyorlar. Burada geçen “Karşı bir toplum olma” tespiti önemlidir.

Her şeyden önce bizlerin olaya böyle bakması gerekiyor. Bizim de doğru yaşam sorunlarımız var. Bu yaşamda iz bırakmak hem hakkımız, hem görevimizdir. Yaşamımızın böyle bir anlamı ve değeri olmalı. Yoksa “Bu sorunlar sadece birilerine aittir, birilerinin omuzlarına yüklenmiştir, diğer insanlar bundan muaftır, onlar için böyle sorunlar yoktur” diyemeyiz. Kürdistan’da, bölgede ve Dünyada yaşayan her insan, Önderlik gibi yaşamı bilerek ve anlayarak, hakkını vererek yaşamak zorunda.

Bu anlamda savunmaların bizim zihniyet duruşumuza karşı bir savaş olduğu iyi anlaşılmalıdır. Savunmaları okurken, değerlendirirken farklı bir biçimde ele alınmamalı; bunun esas olarak bizim düşünce kalıplarına, zihniyet durumlarına dönük bir savaş yürütmek olduğu, en derin ideolojik mücadeleyi içerdiği görülmelidir. Önderlik, bu çalışmaları Partiyi kendi zihniyeti üzerinde örgütlü hale getirmek, kadroları kendilerine göre değil, Parti çizgisinin ve zihniyetinin gereklerine uygun hale getirebilmek için yürütüyor;

Her uygulamanın altında bir zihniyet yatar. O zihniyetin ne olduğunu da uygulamanın kendisi veriyor. Uygulamalar, Önderlik çizgisi ve Parti kararlarının dışında kalıyor ve çelişiyorsa, demek ki zihniyetimiz farklıdır. Farklı demek, kuşkusuz bütün olarak “karşıt demek” anlamına gelmiyor. Yani eksik, muğlak, dar, sistemsizdir ya da karmakarışıktır. Fakat bunlar da uygulamada gerekli olan başarılı sonuçları almayı engeller. Nitekim bu kadar emeğe ve çabaya rağmen, bu kadar cesaret ve fedakârlığa rağmen pratik sonuçlar ortada.

48

Ekim 2014


Özgür Halk Ne anlama geliyor? Kuşkusuz farklı bir zihniyet kazanmak anlamına geliyor. Ayrı bir paradigma yedirme; yaşam ölçüleri, kültür ve kimlik kazanmayı ifade ediyor. Önder APO Savunmalarda toplum olmayı, ulus olmayı en başta zihniyet oluşumu olarak tanımladı. Marksizm’in, Liberalizmin çeşitli ekollerinin ulus teorilerini eleştirirken, en temel husus olarak zihniyet- düşünce durumunu öne çıkardı. Aslında onlar da ruh ve duygu birliğinden bahsediyorlardı. Duygu ve ruh birliği ileri düzeyde bir zihniyet birliğini ifade eder, onsuz oluşmaz. Fakat bunlar akıl düzeyinde bir bilinçlilik anlamına gelmiyor. Oysa Önder APO, “Demokratik uluslar akıl düzeyinde bir bilinçlilik içerecek zihniyet, düşünce birliğini ifade ederler, ondan oluşurlar” dedi ve kırk yıllık mücadele ile de yeni bir zihniyet ve bu zihniyet etrafında toplanmış yaşayan bir yeni toplum oluşturmaya çalıştı. Dikkat edilirse PKK’nin gelişimi böyledir ve bu boyutuyla sistemden kopuyor, ayrı bir yapı ve topluluk olarak ortaya çıkıyor. PKK topluluğunu diğer topluluklardan ayıran temel etken zihniyet etkenidir. Yaşam ölçüleri, ret-kabul ölçülerindeki farklılıktır. PKK’yi bir arada tutan, bir toplum haline getiren kendine ait zihniyeti oluyor. Diğer toplumlardan ve düzenden ayıran da bu zihniyet farklılığı oluyor. Demek ki zihniyet oluşumu çok önemlidir, birinci sırada geliyor. Biz pratikten, örgüt ve eylemden bahsedeceksek, bu konuda başarı ve zaferler hedefleyeceksek, bilmeliyiz ki, öncelikle bunun zihniyetini oluşturmamız gerekiyor. Kapsam derinlik, sistem bakımından böyle bir zihniyet gücü yaratılmazsa, pratikte zafer ve başarı hayalden öteye, sözden öteye bir değer ifade etmez; sonuç ise kesinlikle vermez. Her şeyden önce pratik zaferin zihniyette kazanılması gerekir. Zihniyet temelinin oluşturulması, zaferin zihniyetle aydınlatılması gerekiyor. Pratik başarılar, bu temelde yürütülmesi gereken işler zihniyet ve düşünce gücüyle aydınlatıldığı oranda PKK mücadelesi gelişiyor, başarı kazanıyor. Önderliksel düzey bakımından başarının ölçütü kesinlikle budur. Bizler açısından durum biraz daha farklı; aydınlatılanı kavradığımız, anladığımız, benimsediğimiz ölçüde başarı kazanıyoruz. Kendimizin zaten çok aydınlatıcılığı olmuyor, ama hiç olmazsa aydınlatılanı, ortaya çıkartılanı kavrama ve anlama gücünü göstermeliyiz. Bu konuda kavrama ve anlama, benimseme, özümseme gerçekleştiği; yeni bir zihniyeti gerçekten edindiğimiz oranda, “örgütlenmiş ve eyleme geçmiş hakikat” denen kadro haline geliyoruz, militanlaşıyoruz. Böyle pratikleşiyoruz. Öncülük yapan, başarılı pratikler yürüten, PKK devriminin köşe taşları olan, onun pratikte gelişimini ve başarısını yaratan kişilikler kesinlikle böyle ortaya çıkıyorlar ve bu gerçekliği ifade ediyorlar. Başka türlü durumun izahı, ifadesi mümkün değil.

Ekim 2014

Bu noktada önemli bir problemimiz de yeni bir zihniyet edinmeyi nasıl sağlayabileceğimizdir. Aslında bunu en başından itibaren ne kadar problem edindiğimiz tartışmalıdır, edinip edinmediğimiz çok belli değil. Fakat bir taraftan Önderlik eleştirileri, diğer taraftan pratik mücadelenin gelişiminin yarattığı sorunlar, ağırlaşan görevler, istesek de istemesek de bizleri, içine girmiş olduğumuz pratik ortamı daha derin anlamaya, anlayarak katılmaya zorluyor. Zorunluluktan dolayı böyle bir istek uyanıyor. Eğitim arayışı ve isteğinin gelişmesi; bu yönlü gerçekten samimi yaklaşım ve çaba göstermenin çok önemli bir nedeni bu oluyor. Başkaları için düşünen, başkaları gibi düşünen, başkalarının çıkarlarını kendi çıkarları sanan birey ve toplum ile hiçbir şey yapılamaz. Çünkü kendisi olmaktan çıkmıştır. Önderlik “Köleliğin en ağırını, en derinini, sömürgeciliğin en tehlikelisini, zihniyet boyutunda olan sömürgecilik” olarak tanımladı. Kırk yıllık PKK mücadelesi, aslında böyle bir zihniyet sömürgeciliğini, zihniyet kırımını ortadan kaldırmak, yeni bir zihniyet ortaya çıkartmak ve bunu özümseyen kadrolar, militanlar, yurtseverler ve giderek demokratik toplum-ulus dediğimiz topluluğu yaratmak içindir. Bu nedenle de zihniyet ve vicdan devrimini tüm kadro ve sempatizanların önüne birinci ve temel görev olarak koydu. Önderlik “Zihniyet ve vicdan devrimi olmadan, değil başaran bir kadro haline gelmek, dürüst bir insan olmak bile mümkün değil” dedi. Bu kadar net belirleme yaptı. Mevcut savunmalar aslında Önderlik zihniyetine ulaşmayan ve anlamayan; dolayısıyla kapitalist modernite sisteminin, soykırım rejiminin, devletçi uygarlık yapısının yarattığı zihniyet sistemini kıramayan ve aşamayan kişilikte zihniyet devrimi yaptırtmak içindir. Savunmalar kapitalist modernite sisteminin; bundan hareketle Fransız devrimiyle ortaya çıkan modern düşünce ve akımlar olarak tanımlanan bütün düşünce sistemlerinin, dikkatli ve ölçülü, ama kapsamlı ve derinlikli eleştirisini ifade ediyor. Aynı zamanda bütün uygarlık tarihinin zihniyet gerçeğini de sorguluyor, zamanına göre anlamlandırmaya ve günümüz için onlardan ders çıkarmaya çalışıyor. Bütün bunları değerlendirerek 21. yy.ın başında olması gereken özgürlükçü düşünce çerçevesini kapsamlı, derinlikli ve sistemiyle ortaya çıkartıyor. Bu temelde hem kadrolar, hem de toplum olarak bizlerin, zihniyet üzerinde etkisi bulunan bütün düşünce yapılarını değerlendirmesi ve eleştirmesi; bunlardan alınacakların alınması, atılacakların sökülüp atılması, mahkûm edilmesi ve aşılması gerektiğini ifade ediyor. Bu, büyük bir aydınlatmayı içeriyor. Yeni bir bakış açısı, düşünce sistemi ortaya çıkarıyor. Elimizde mevcut zihniyet duruşumuzu tarihsel bir perspektifle, ama bugün var olan bütün boyutlarıyla temelinde analiz eden ve eleştiren bir düşünce gücü var.

49


Özgür Halk böyle bir mücadeleyi sürdürüyor. Savunmalar aslında böyle büyük bir zihniyet- düşünce mücadelesini yürütmenin araçları oluyorlar. Önderlik zihniyet-düşünce çalışmasını geçmişte de yapıyordu; PKK için, Önderlik çalışmaları için yeni değil. Bu tarz mücadele Kürdistan üzerindeki kültürel soykırım rejiminden, egemenlikten kaynaklanıyor. Bu çerçevede PKK devriminin özü ve esası, bir vicdan ve zihniyet devrimi oluyor. Buna kişilik devrimi de dendi. Şimdi kırk yıllık bu mücadele süreci, Kürdistan ve Ortadoğu da büyük bir devrim dalgası ortaya çıkardı. Bu dalga, Dünyayı da etkiliyor. Mevcut Savunmalarla, bu temelde gelişen mücadelenin sonuçlarıyla bütün insanlığa ve dünyanın değişik alanlarına giderek yansıyan hale geliyor. Bunlar önemli gelişmelerdir. Bizleri de etkileyen, böyle bir arayışa iten birinci etken budur. Peki, arayışın tek sebebi bu mudur? Tabi ki değil. Yaşam ve mücadele içerisindeyiz. Anlasak da anlamasak da, gereklerini yerine tam getirsek de getirmesek de fiili olarak bir ortamda bulunuyoruz; bulunduğumuz ortamın üzerimize yüklediği görev ve sorumluluklar var. Bizi yapmakla yükümlü kıldığı işler var. Bu işlerin giderek derinleşmesi, karmaşıklaşması, büyümesi de bizleri arayışlara itiyor. Bu işleri başarabilmek ya da en azından yaşayabilmek için olsa bile arayış zorunlu hale geliyor. Dikkat edelim; değişen dünya koşulları, Kürdistan da ortaya çıkan durum, Ortadoğu’daki savaş, Güney deki gelişmeler, Rojava Devrimi, Kuzeyde Kürt sorunu üzerinden yaşanan mücadele, Kürt sorununu çözmenin ve özgür yaşama ulaşmanın zorlukları ve sorunları; bu ortamda kalmak, bu cephede ve alanda olmak isteyenler için bir şeyleri anlamayı gerektiriyor, zorunlu kılıyor. Böyle olmazsa, bırakalım yeni gelişmeler yaratmayı, yaşamak bile mümkün olmaz. Kısaca belirtirsek; biraz insanca yaşam yaratmak ve yaşamak için, hele ki bir devrimci, demokratik militan kadro olarak var olabilmek, yaşayabilmek için bir şeyleri anlamamız ve yapmamız gerekiyor. Bu kadar eğitim isteğinin, düşünce yoğunlaşmasının, arayışının altında yatan gerçek budur. Bu önemli iki etken birleşerek bizi arayışlara itiyor. Öncelikle bu gerçeği kabul etmemiz lazım. Yani bunun ne demek olduğunu bilmeli ve kendimizi kandırmamalıyız. Bu durum çok kötü değil, ama olması gereken de değil. Olması gereken, zorlamalarla değil, kendi yaşam bilinci ve yaşama değer verme gücüyle bir arayışa girmekti. Bu olmuyor ve bizim bir eksikliğimiz. Tabi ki, böyle bir durumun olumsuz yönleri var. Öncellikle zorlama etkenlerle kendini şekillendirmeye götürüyor. Özgürce bir arayışa, düşünce gelişimi ve tartışmaya yol açmıyor. Sanki bir memur gibi var olanı kavramayla sınırlı kılıyor. Fakat bununla birlikte cevap olma gereğini de ortaya çıkartıyor. Zorunluluklar sonucu olsa bile böyle bir arayışa girmek kötü değil. Elbette Önderliği de bu düzeyde düşünce arayışına iten pratik etkenler vardı. Kapitalist emperyalizmin Kürdistan ve Dünyada yürüttüğü saldırılar söz konusuydu. Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejiminin etkileri vardı. Önderlik savunmalarda Kürt sorunuyla, özgürlük sorunuyla, Sosyalizmle nasıl tanıştığını; kendisi açısından bu sorunların ne anlama geldiğini ve nerede nasıl ortaya çıktığını ifade ediyor. Somut olarak yaşadıklarını dikkate alıyor, göz önüne getiriyor; oradan anlam çıkartmaya, düşünce gücü ve zihniyet duruşu oluşturmaya çalışıyor. Bunlar çok somut durumlardır. Demek ki, yaşamın cevap verilmesi gereken gerçekleri böyle

50

bir zihniyet oluşumuna itiyor. Bizde yaşanan daha farklı; yaşam gerçeklerinin ötesinde, mücadelenin ihtiyaçları ve Önderliğin düşünce gücü olarak geliştirdiği bu temelde bize yönelttiği- mücadele buraya götürüyor. Bu nokta da dikkate almamız gereken iki temel husus öne çıkıyor. Birincisi Önderlik düşüncesidir. Bizleri böyle yeni düşünce arayışına iten bir düşünce gücü var; onu dikkate almamız, görmemiz, anlamamız gerekiyor. O halde öyle bir düşünceyi anlamak özümsemek ile yükümlüyüz. Tartışırken, düşünce oluşturmaya çalışırken keyfimize göre, rastgele ve darmadağınık değil, bizi buraya yönelten gerçeği dikkate alarak yaklaşmalıyız. o da Önderlik zihniyetidir, ideolojik mücadele kapsamında Önderliğin bize yönelttikleridir. Bizim de buna göre bir zihniyet-düşünce durumu oluşturmamız gerekir. Yani dikkate almamız ve anlamamız gereken etkenler var. Öyle kendi başımıza bu işi yapmıyoruz. Önderlik düşünce gücü, bizden kendisini anlamamızı, ona göre hareket etmemizi istiyor. Özce bizi yönlendiriyor, bunu görmemiz lazım. İkincisi, yaşadığımız mücadele gerçekleri ve taşıdığımız tarihsel sorumlulukların dayattıklarıdır. Özgürlük devriminin pratik sorunları, örgüt ve eylem gerçeği bizden başarı ve zafer istiyor, bu mücadeleyi zafer çizgisinde başarıyla yürüten olmamızı istiyor. O halde bizim de bunlara cevap verecek bir zihniyet oluşturmamız gerekir. Düşünce ve zihniyet tartışmalarımız, eğitim çalışmalarımız bu iki ana hedefi gerçekleştirirse, sonuç vermiş olur. Zaten iki konu birbiriyle bağlantılıdır. Önderlik zihniyetinin özümsenmesi demek, içinde bulunduğumuz koşullarda özgürlük devriminin görev ve sorumluluklarını başarıyla yerine getirecek bir düşünce gücüne ulaşmak demektir. Bunun dışında bir Önderlik zihniyeti yok. Eğitimle Önderlik zihniyetini özümseyebilir, düşünce gücümüz haline getirebiliriz. İçinde bulunduğumuz koşullarda hem savunmaları inceleyerek teorik olarak doğrulara ulaşma imkânımız var, hem de yaşanan devrimin pratik gerçekliğine bakarak öğrenme imkânımız var. Özgürlük devrimimizin geldiği düzey gerçekten de hiçbir dönemde elde edilemeyecek kadar bir eğitim gücünü, eğiticiliği ifade ediyor. İnsanın her şeyine hitap ediyor; duygusuna, ruhuna, düşünce gerçeğine, davranışlarına, vicdanına, beynine; yani bütün duyularına hitap ediyor. İnsan olarak duyarlı oldukça, o duyarlılığı içeren bütün ögelerine hitap ediyor. Özgürlük devrimi düzeyimiz bu kadar zengin, derin, kapsamlı bir gelişmeyi ifade ediyor. Dolayısıyla eğitme ve değiştirme gücü çoktur. Yeter ki insan bu gücü kullanabilsin, kendini buna açsın, biraz bu konuda çaba harcayabilsin; çok rahatlıkla asgari bir kavrayış düzeyine ulaşabilir, asgari düzeyde bir devrimci ve demokratik zihniyet oluşumunu ortaya çıkarabilir. Bu zihniyet düzeyini yakalamış bir kadro, bir militan örgütsel ve eylemsel görevlerin başarısını sağlar. Tabi daha fazla, daha derin kavranması durumunda devrimin sürükleyicisi öncü militan haline gelemeye de götürür. Bu düzeyi de hedeflemek gerekir. Kırk yıllık mücadele tarihimiz, bu tür kişilikleri yarattı ve mücadele bu öncü militan kişiliklerle bugünlere kadar geldi. Bundan sonra da yaratabilir. İçinde bulunduğumuz koşullar öncü militanların güçlü bir biçimde gelişebilmesi için her türlü imkânı sunan koşullardır. Tutarlı, dürüst, istekli bir yönelimle de başarılı olunacağına kesinlikle inanmak gerekir.

Ekim 2014


Özgür Halk

Kürdistan Tarihi - III Rıza Altun Osmanlı Kürt ilişkileri Osmanlı devleti ile Kürtler arasındaki ilişki dikkate değerdir. Özellikle Yavuz dönemi önemlidir. Zira Osmanlı devleti ile Kürtler arasındaki ilişkilerin esası bu dönemde belirlenmiştir. Osmanlı’nın kuruluş sürecinde Kürdistan ve Kürtler üzerinde herhangi bir işgal, istila, baskı söz konusu değildir. Kürdistan belli bir rahatlığı yaşamaktadır. Kürtler ile Osmanlı devletinin ilişkilenmesi Osmanlı devletinin yayılma dönemlerine denk gelmektedir. Osmanlı devleti, İstanbul’un fethinden (1453) sonra özellikle Karadeniz tarafına Trabzon’a doğru belli bir açılım yapmakla birlikte, stratejik açılımını 1500’lerde Ortadoğu’ya yapmıştır. Kürdistan’a, İran-Safevi devletine ve giderek Mısır’a bir açılım yapmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra bu stratejiyi uygulayan Yavuz Sultan Selim’dir. Kürdistan’da kısmen Safevi Devletinin hâkimiyeti vardır. Osmanlının İran-Safevi devletini yenmeden Doğuya açılması mümkün değildir. 1514 yılında Kürtler ile yapmış olduğu ittifak temelinde Safevileri Çaldıran’da yenilgiye uğratmıştır. Kürtlerin yardımı ile Safevi Devletini yenmiştir. Kürt beylerine, Kürt aşiretlerinin otonom yapılarını koruma güvencesini, Osmanlı Devletinin ekonomik yardımını ve büyük desteğini sunan bir antlaşma ile giden Osmanlı devleti, Kürtlerin stratejik desteğini alarak Sefavi Devletini yenmiştir. Ardından 1516–17 yıllarında Mısır’a yönelik seferini düzenlemiştir. Demek ki Osmanlılar önce Kürtler ile anlaşarak Doğuya doğru açılmış, arkasından Mısır’daki Memlük Devletine hâkim olmuşlardır. Devamında yine Kürtler ile belli bir anlaşma temelinde bu sefer Batıya yönelmişlerdir. Ancak Doğuyu sağlama alıp, sırtını Doğuya verdikten sonra Batıya yönelmişlerdir. Bu dönemlerde Kürtlerin durumu kötü değildir. Osmanlılar ile İran arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639) ile Kürdistan ikiye bölünüyor. Yani Osmanlı sınırı en Doğuya kaydırılıyor, bu arada Kürdistan ikiye bölünüyor. Bir kısmı Osmanlı’nın elinde kalıyor, diğer kısmı İran’ın egemenliğinde kalıyor. Osmanlı’nın egemenliğinde kalan Kürdistan parçasındaki Kürtler daha çok devlet ile ilişki içerisinde, ittifak içerisinde kendi otonom yapılarını koruyarak varlıklarını sürdürüyorlar. İran tarafında ise Kürtlerin daha çok Şia dininin etkisi altında kalması söz konusu

Ekim 2014

oluyor. Bu durum 19. yüzyıla kadar devam ediyor. 19. yüzyılda Osmanlı devletinin gerileme ve çöküş dönemine girmesi ile birlikte belli değişikler ortaya çıkıyor. 19. yy. Batıda kapitalizmin geliştiği, sömürgeciliğin geliştiği, meta üretiminin her tarafa girdiği bir dönemdir. Yine bununla bağlantılı olarak hiçbir değişim göstermemiş Osmanlı’nın ise, içten çürüdüğü, ayakta durabilmek için sürekli dıştan borçlandığı, ağır borçlar altında olduğu bir dönemdir. Gerek dışarıdan batılı güçlerin baskısı, gerek içerideki çürümüşlüğün yaratmış olduğu israf ve borçlanma altındaki Osmanlı 19. yüzyılda devletin varlığını ve savunmasını güçlendirmek için asker ve verginin çoğaltılmasına ihtiyaç duyuyor. Böyle olunca ilk defa Kürtlerden asker ve Kürt beylerinden vergi alma durumu ortaya çıkıyor. Halbuki o zamana kadar Osmanlı, ilişki ve ittifak içinde bulunduğu bu beylikleri ekonomik olarak finanse destekleyen bir konumdadır. Bu anlamda onlarla stratejik bir ortaklık içindedir. Bu desteklerinin karşılığında askeri ve siyasi desteklerini sağlayabiliyor. Ama 19.yy.’dan itibaren hem asker alma hem de vergilerin ağırlaştırılması ile birlikte işler değişmeye başlıyor. Kürt beylikleri yavaş yavaş isyanlara kalkıyorlar. 19.yy. isyanlar yüzyılı oluyor. Onlarca isyan ortaya çıkıyor. Çünkü artık Kürtlerin otonom yapıları bozulmuştur. Batıda karşısında yaşadığı gerilemeyi Doğuya yüklenerek, telafi etmeye çalışan Osmanlı Devletinin bu otonom yapıyı ortadan kaldırmak için seferleri gelişmektedir. Bu dönemdeki ayaklanmaların karakteri daha çok, Kürt beyliklerinin zedelenen çıkarlarını korumaya dönüktür. Osmanlı’nın Kürdistan’ı işgal girişimi gerileme sürecine girmesinden kaynaklanıyor. Asker ve para ihtiyacından kaynaklanıyor. Beylikler ise sarsılan çıkarları temelinde bir ayaklanma içerisine giriyorlar. Bu ayaklanmalar hangi özellikleri gösteriyor? Ulusal mıdır? Toplumsal gelişmeye ne kadar katkıda bulunmuştur? Bunlar ayrı konular. Ama 19. yüzyıl sonrasını Kürtler için baş aşağı gidişin başlangıcı olarak kabul etmek gerekir. Osmanlı’nın gerilemesine paralel, sürekli gelgitleri yaşamışlar ama cumhuriyetin kurulması sürecinde görüleceği gibi, giderek silikleşen ve cumhuriyetten sonra da inkâr noktasına gelen bir gerile-

me sürecini yaşamışlardır.

51


Özgür Halk 19. yüzyıldaki isyanlar bastırıldıktan sonra, Kürdistan’da otonom denebilecek bir yapı kalmamıştır. Kürtlerin kendi sosyal yaşamlarını, kendi kültür ve geleceklerini koruma temelinde sarılabilecekleri en ufak bir dayanakları yoktur. Bu dayanaklar ortadan kalkıyor. Eskiden sahip oldukları otonom yapı, bir şeyi ifade ediyordu. Bunun da ortadan kalkması ile birlikte, Kürtlerin dayanacakları hiçbir şey kalmamıştır. Kendi tarihsel avantajları temelinde varlıklarını koruma dışında hiçbir seçenekleri kalmamıştır. Ancak bu temeldeki isyanların yanlış zeminde yürümesi ve gerçek anlamda bir direniş karakteri taşımaması, onların yenilgiye uğramasına neden olduğu kadar, Kürt toplumunda da büyük bir çöküşün yolunu açmıştır. Özellikle 1848’lerde başlayan Osmanlılardaki yenilenme arayışları, istenen sonucu vermedi. 1900’lerde yenilenme arayışları temelindeki iktidar çatışmaları zirveye çıktı. Bir yanda Abdülhamit tarzı ile Osmanlı’nın korunması istenirken, diğer tarafta İttihatçılar tarafından, Jön Türkler tarafından Meşrutiyetin İlanı bir dayatma temelinde gündeme geldi. 1908’lerde 2. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte padişahlık büyük ölçüde yenilgiye uğradı. Jön Türkler dediğimiz İttihat-Terakki ise Meşrutiyeti ilan etti. Ardından da 1. Dünya Savaşı çıktı. Bu savaşta, Osmanlı Devletinin Almanlara dayalı olarak geliştirmek istediği politika yenilgiye uğrayınca 1918’lerde Osmanlı dağıldı. Abdülhamit döneminde elde tutulmak istenen Kürtler ya da kısmen örgütlü olan Kürtler, 1918’lerde dünyanın paylaşımında da kendilerini yeterince ifade edemediklerinden, Cumhuriyetin kurulmasında tamamen bir tutarsızlık ve örgütsüzlük içerisinde girdiler. Osmanlı’nın çöküşünden hemen sonra Kürtler ortada kaldılar. Yeni kurulan cumhuriyet içerisine girerken çok ciddi bir ikilem yaşadılar. Adeta saltanatın savunucuları olarak Cumhuriyete girdiler. Kısmen Kemalizm ile ittifak, kısmen Kemalizm’e karşı isyan içerisinde Cumhuriyet sürecine girdiler. 1950’lerden sonra ise, Kürtlerin inkârı cumhuriyetin hâkim politikası oldu.

Tarih boyunca Kürdistan üzerinde yürütülen mücadele ve savaşlar

Kürdistan üzerinde yürütülen mücadele ve savaşları, diğer konularda olduğu gibi neolitik dönemden başlatmak durumunda kalıyoruz. Mezopotamya’ya, mezolitik dönem dediğimiz dönemlerde Mezopotamya’da daha çok klanlar ve kabilelerde gezginci bir yaşam söz konusudur. Bunlar en fazla yirmi, otuz kişiden oluşuyordu. Bunun üst bir örgütlenmesi yoktur. Daha çok Arabistan’dan, Kuzey Afrika’dan, İran’dan ve Kuzey Kafkasya’dan göçler ile burada bir nüfus yoğunlaşması ortaya çıkıyor. Eğer klanlar ve kabileler mezolitik dönemden başlayarak, yirmi beş, otuz kişilik gezginci bir tarzda yaşıyorlarsa, bunların neolitiğin bir gereği

52

olarak mutlaka yerleşik yaşama geçmeleri gerekiyor. Her klanın yerleşik yaşama geçmesi, giderek aşiretlerin ortaya çıkması, aynı zamanda topraklar üzerinden bir mücadelenin başlaması anlamına geliyor. Klanlar kabileye dönüştü, kabileler de aşirete dönüştü. Bunlar aynı zamanda yerleşik bir toprak üzerinde belli bir üretime de geçtiler. Özellikle 9000 yılı temel bir yıl olarak ele alınıyor. Hem yerleşik yaşamın gelişmesi hem de fiziki yayılmanın olduğu bir dönemdir. Aynı zamanda klanların yavaş yavaş yerleşik düzene geçtiği bir dönemdir. Bir yanı ile kültürel ve fiziki yayılmalar gerçekleşirken, diğer taraftan da klan temelinde yerleşik yaşama geçiş başlıyor. Klanlar yerleşik yaşama geçerken hem birbirilerinden farklılaşma süreci, hem birbirileri ile ilişkilenme süreci hem de birbirileri ile mücadele sürecini iç içe yaşıyorlar. Şöyle bir soru sorulabilir: Peki, klanlar birbirileri ile nasıl ilişkileniyorlardı? Klanların aralarında savaş var mıdır? Klanlar, aşiretler biçiminde nasıl bir üst örgütlenme içerisine giriyor? Bu aynı zamanda neolitiğe geçişteki şekillenmedir. Ondan sonraki bütün uygarlıkların çıkışı, günümüze kadar da gelmenin ifadesi oluyor. Belli bir tarihsel takibe göre klanlar, kabileler, aşiretlere; aşiretler millete, halka; onlar da ulusa dönüşerek günümüze kadar geldiler. Hep böyle bir sistem izlediler. Farklı görüşler olabilir. Klanların yerleşik yaşama geçmesi ile birlikte birbirileri ile ilişkilenmeleri zorunlu hale geliyor. Her klanın dışındaki klanlar ile bir ilişkilenme sistemi var. Bu zorunludur. İkincisi ise, birbirileri ile bir mücadele gerçeği var. Bu klanların yaşam sınırlarının belirlenmesi temelinde birbirileri ile olan ilişkileri yer yer çatışma ve mücadeleye de dönüşüyor. Yani yaşam ihtiyaçlarını karşılama zorunluluğundan kaynaklanan bir mücadele süreci vardır. Demek ki bu ikisi iç içe yaşanıyor. Bir yönü ile normal ilişkilenme, bir de mücadele var. Sınırların belirlenmesi, alanların belirlenmesi var. Eğer 9000 yıllarında fiziki göçlerin olduğunu söylüyorsak demek ki, burası artık yavaş yavaş artan nüfusa dar gelme sorunu ile karşılaşıyor. Fiziki yayılma, özel bir istekten kaynaklanmıyor, zorunluluktan kaynaklanıyor. Alandaki nüfus yoğunlaşması, insanların maddi yaşamını zorlaştırdığı için, belli bir fiziksel yayılma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Fiziksel yayılma ile insanlar dışarıya doğru akın ediyorsa, o zaman Mezopotamya’da yerleşik düzene geçmiş olan klanlar ve kabileler yaşam alanlarını belirlemede, yaşam alanlarının sınırlarını çizmede, birbirileri ile mücadele sürecine gitmeleri gibi bir zorunluluk ile karşı karşıyadırlar. O zaman ilk mücadeleyi buradan başlatabiliriz. Bir yanı ile yerleşik yaşama geçilen alanı tespit etme, onun sınırlarını belirleme mücadelesini verirken, diğer tarafta yerleşik yaşam içerisinde doğal, sosyal açıdan bir ilişkilenme ihtiyacı doğuyor. O za-

Ekim 2014


Özgür Halk man mücadele yönü demek ki, klan, kabile ve aşiretlerde güçlüdür. Bunu reddedemeyiz. Ama herhangi bir çıkara dayalı değildir. Yerleşim ihtiyacının bir zorunluluğu olarak ortaya çıkıyor. Sınıflaşmaya, köleleşmeye tekabül etmiyor. Bu süreci M.Ö. 9000’lerden alırsak, hemen hemen kendisini 5000 yıllarına kadar, aşiretler sürecine kadar taşıyor. Aşiretlerin oluşum mantığı nedir? Klanların yerleşik düzene gidip ayrışması sonrasında, tekrar klanların birleşmesi temelinde ortaya çıkan bir formdur. Bu, bir çelişki gibi görünse de gerçektir. Önce klanlar şeklinde bir oluşum söz konusudur. Daha sonra bu klan ve kabileler yerleşik yaşama geçişle birlikte giderek belli bir alanda, daha üst bir kimlik altında toplanma ihtiyacı duyuyorlar. Bu ihtiyaçtan kaynaklanan bir oluşumdur aşiret. Aşiret, klan ve kabilelerin birleşmesinden oluşan bir üst örgütlenmedir. Bu, birçok ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Savunma ihtiyacı, üretimin yetersizliği, doğal afetler vb. etkenlerden kaynaklanıyor. Aşiret bir üst örgütlenmedir. Klanlar soy olgusunda bir başlangıç rolü oynamazlar. Soy olgusu daha çok aşiretlere dayanır. Etnisite denen olay, klan ve kabilelerin aşılması ile aşiretlerin ortaya çıkması ile birlikte ortaya çıkan bir olgudur. O zaman biz klanların yerleşik yaşama geçmesi ile başlayan süreci, aşiretler ile de daha da büyümüş bir durum olarak ifade edebiliriz. Mücadele ve ilişki olguları aşiretler için geçerlidir. Klan ve kabilenin yerleşik düzeni ve gerçekleştirdiği mücadele içerisinde herkes klan ve kabiledir. Daha sonra aşiretleşmede farklılaşma ortaya çıkıyor. Aşiretleşme ile birlikte artık devlet örgütlenmesi ile aşiret örgütlenmesi iç içe geçebiliyor. Bunun temel ayrım noktasını M.Ö. 5000 yıllarından başlayarak özellikle Orta Kürdistan diyebileceğimiz, Irak sahası Kürdistan’ı diyebileceğimiz bu alanlar üzerinde daha çok Aşağı Mezopotamya ile Yukarı Mezopotamya’nın kesiştiği noktada görebiliriz. Bu alanda Aryen kültürü ve dili bir biçim almaya başlıyor. Klan, kabile toplulukları, bu esas üzerinden bir aşiretleşmeye gidiyorlar. Klanlarda ortaya çıkan bu etnisitenin belirtileri, Aryen kültürü aşiretlerde bir soy kültürü haline dönüşüyor.

Ekim 2014

Kürdistan üzerine yürütülen mücadeleler tarihine baktığımız zaman, bu biraz daha net olarak karşımıza çıkıyor. Klan ve kabileler, aşiretleri oluşturuyor. Klan ve kabilelerde soy belirtileri ortaya çıkıyor, ama aşiretlerde soy temsili, belirleyici bir etken haline geliyor. Çünkü aşiretlerin belirleyici öğesi, soy birliğidir, akraba birliğidir. Farklı klanlardan birleşik olarak ortaya çıkan bir soy birliğidir. Çatışmaların sınıfsal bir nitelik kazanmasının tarihi bundan sonradır. Klan, kabile ve aşiretlerin oluşum süreci mücadeleler süreci olduğu kadar bir ayrışma sürecidir de. Bu ayrışım M.Ö. 3000–2330 dönemi yani Aşağı Mezopotamya’da Sümerlerin ortaya çıkış döneminden sonradır. Bundan sonra ayrı bir süreç başlamış oluyor. Bu, ikinci bir süreçtir. Kürdistan üzerinde gelişecek mücadelelerde yeni bir başlangıç oluyor. Sümerler M.Ö. 3000 yıllarında Aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkıyor. Sümer şehir devletlerinin ve yavaş yavaş da tanrı-kral devletlerinin ortaya çıkmasının başlangıcıdır. Yukarı Mezopotamya’da da, belirttiğimiz gibi daha çok aşirete esasına dayalı Hurri örgütlenmeleri vardır. Başlangıç olarak bu iki gücün Kürdistan üzerinde mücadeleleri söz konusudur. O zaman birinci dönem, doğal mücadeleler dönemi iken; ikinci dönem, artık doğal olmaktan çıkıyor. Sınıfların ortaya çıktığı, sınıflara dayalı oluşumların ortaya çıktığı, şehirlerin oluştuğu, şehirlere dayalı devletlerin oluştuğu bir Aşağı Mezopotamya çıkışı var, ama bir de yukarıda aşiret örgütlenmelerine dayalı neolitik dönemin izlerini ağırlıklı olarak taşıyan aşiretsel bir yapı vardır. Bu iki güç arasındaki çatışma ilk defa çıkara dayalı bir çatışma, ilk defa planlı bir çatışma, askeri olarak organize olmuş bir çatışmanın başlangıcıdır. Sümerlerin ki öyledir. O zaman şunu söyleyebiliriz: Eğer Hurrileri Kürtlerin ataları olarak kabul ediyorsak, Sümerleri de Aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkmış bir devlet gücü, aynı zamanda da Yukarı Mezopotamya’yı fethetmek isteyen bir güç olarak düşünüyorsak, o zaman Kürdistan üzerindeki mücadele hem dış kaynaklı olarak Sümerlerde başlayan ama hem de içte dış egemenliğe karşı Hurriler şahsında direnme olarak karşımıza çıkan bir süreç oluyor.

53


Özgür Halk

Herekol’dan Zagros’a Bir Uzun Yürüyüştü Rojbin Dilzar Dîlok

Kod Adı: Rojbin Herekol Adı ve soyadı: Celila Xelo Doğum yılı ve yeri: 1982/Dırbesiye Katılım yılı ve yeri: 1999 Dırbesiye Ana ve baba adı: Fatma/Sabri Şahadet tarihi ve yeri: 19 Temmuz 2010 /Çukurca Kalbi küt küt atıyordu. Annesi güneşin ilk ışıklarının tanıklığında saçlarını tarıyor, her ışının toprağa ulaştığı anı O’nun saçlarına yerleştiriyordu. Annesi neden bu sabah bu kadar aceleciydi ki. Giysilerinin kırışıklarını düzeltmiş, kahvaltı hazırlamış, saçlarını taramış ve hepsi de yetmezmiş gibi saçlarını tararken O’na yumuşak ezgili şarkılar söylüyordu. O şaşkındı. Şaşkınlığı her şeye dimdik düşüyor ve her şeyin gölgesine yerleşip gölgenin içinde koyu bir gölge oluşturuyordu. Şaşkınlığı yaşadığı anın olağanüstülüğündendi. Yine de o anın ölümsüzlüğünü kalbinin acemiliğine soruyor, sorarken de özlemle o anı yaşıyordu. İçine çekiyordu o zaman parçasının yılların özlemlerine sığınan heyecanlarını. Heyecanı giderek arttı. Kalbinin küt küt atışı gitmiş davulların ortak titreşimi gelmişti yerine. Bu titreyişler nasıl sığabilirdi ki onun ince uzun bedenine. Bu soruların ağır etkisi kalbinin hızlı atışını soğuk terleyişlere bırakmıştı.

54

Birden uyandı. Elini kalbinin üstüne koydu. Kalbi yerinden fırlayacak sandı. Tutmak istiyordu kalbini kaçıp gitmesin diye. Ter içinde kalmıştı. Yüzüne dökülen perçemleri sırılsıklam yüzüne yapışmıştı. Bu rüya ne zamandır bırakmıyordu peşini. Hep aynı rüya demek istemiyordu. Hep aynı rüya demek, kâbus mu demekti, yoksa bir hayalin uyku anlarında tekrarlanışı mı? Her seferinde annesinin üzerindeki şalın rengi değişiyordu. Aynı model örgü pelerinler her seferinde başka bir renge bürünüyordu. Ya da O öyle sanıyordu. Öyle sanmakla kendini kâbusların esiri olmaktan kurtarıyor, renklerin akışına kaptırıyor ve rüyaların geçiciliğiyle avutuyordu. Yine öyle yaptı. Uzanıp biraz daha uyumak istediyse de kızıllaşan ufuklar ve dili çözülen geveze kuşlar, sabahı haber veriyordu. Saatine baktı. Az sonra son nöbetçi gelip rojbaş çekecek ve günü başlatacaktır. Başını çantasına dayayıp gözlerini kapadı. Birkaç dakika geçmişti ki beklediği oldu. -Rojbaş heval! Heval Rojbin rojbaş! Rojbin yılların verdiği çeviklikle hemen cevap verdi, paranlamıştı. Annesinin O’nu bırakma gerekçelerini,

Ekim 2014


Özgür Halk O’nu bıraktıran toplumsal zorunlulukları anlamaya, bilince çıkarmaya başlamıştı. Kadın yoğunlaşmalarına paralel olarak yakaladığı bilinç düzeyi, O’nda annesinin gerekçelerini de anlamaya yakınlaştırmıştı. Belki de en büyük istemi, annesini bir kez olsun görmek, O’nu tanımak, nasıl bir kadın olduğunu bir anlık da olsa gözlerinin önüne getirmek ve ona bir kerecik sımsıkı sarılmaktı. Rüyalarını gerçekleştirme olasılığına bir küçük an dahi olsa kavuşma istemi, O’nun yüreğindeki nefreti yumuşatmış ve eritip atmıştı. Belki de Şehit Bêritan Akademisi’nin O’na kazandırdığı en büyük şey buydu. Eğitim sonrası Zagros alanına düzenlendiğini öğrenince istemsizliğini yansıttıysa da, farklı bir tutuma girmedi. Pratik bir alan olduğundan ve herhangi bir istemsizlik yansıtmasını oportünizm olarak yorumladığından, pratikten kaçma eğilimi olarak yorumlanacağını düşünerek, bu kaygılarla düzenlendiği alana gitti. Sonrası süreçte alandan gelen arkadaşlardan durumunu sorduğumda durumunun iyi olduğunu, öncekine benzer ufak çaplı zorlanmalar yaşasa da, pratikçiliği ve katılımcılığıyla telafi ettiği şeklinde yorumlar aldım. İki yıl sonra da aynı alana gidince onunla karargâhta birkaç gün kaldım. Tartışmalarımız oldu. Durumu oldukça iyiydi. Zaten ardından kısa bir süre sonra benim gittiğim tabura geldi. Buna ikimiz de çok sevinmiştik ama ne yazık ki pek fazla bir arada kalamadık. Bir pratik boyunca birbirimizi gördüğümüz olduysa da çok fazla tartışacak, paylaşacak ya da görüşecek zaman-imkân olmadı. Sonrası yine araya acılı ayrılıklar, ayrılıklı zamanlar ve hüzünle dolu hayat kesitleri girdi. En son 2010 yılının ilk aylarında O’nu gördüm. Mazlum Doğan Kadro okulunda eğitim görmüştü ve eğitim sonrası Xakurke alanına düzenlemesi olmuştu. Biraz tartıştık, şehit arkadaşlardan, onlarla paylaştığımız son anlardan, onların son sözlerinden, son ezgilerinden söz ettik. Sonra yeni katılmış bir akrabasıyla tanıştığını, onunla tartıştığını söyledi. Oldukça sevinmişti. Ve bu sevincini paylaşarak çoğaltmaya çalışıyordu. Evde tek kardeş olması, teyze-amca çocuklarının olmaması O’nda bir yalnızlık duygusu yaratıyor olmalıydı ki, o akrabasından söz ederken bu yalnızlığı az da olsa yıktığını duyumsuyordum. Bu duyumsamayla O’nun sevincine ortak olmaya çalıştım titrek bir buruklukla. Sonraki gün ayrıldık ve bir daha görüşemedik. Ayrılırken gariptir ki, Rojbin’in hala o rüyayı gördüğünü düşündüm. Hala o minicik, şefkatli bir anne özlemiyle yaşayan küçük kız çocuğu. Her ne kadar onun fiziksel görünümüyle tezat oluştursa da, O’nun yüreğinde

Ekim 2014

minicik bir çocuğun seslerini duyar gibi olmuştum yine. O tüm yıktığı yalnızlık ve nefret kalelerine rağmen, O’nu yıllar boyu kendisine bağlayan rüyasından ayrılamamış gibiydi. Artık yalnız değildi. Şehit düşerken de yalnız olmamıştı. Yalnızlığın bulaşıcılığından öyle bir kurtarmıştı ki kendini, hiç kimsenin yalnız kalmasına da dayanamıyordu yüreği. Yaralı yoldaşını kurtarmak için canını siper etti Rojbin. Tüm yetersizliklerine, yanılgılarına ve tamamlanmamışlıklarına rağmen kahramanca çıkışıyla tamamlamak istedi kendini. Ömrünü yaralı bir gerillayı kurtarmaya adamaktan daha büyük bir tamamlanış olabilir miydi? Yaşamının tüm anlarını toplayıp bir anda, o anı da yol arkadaşının yarasına akıtmaktan daha kutsal, daha sevilesi, hayran olunası, can verilesi ne olabilirdi ki… Rojbin bunu yapmıştı işte. Yüreğindeki kalabalıklar çekmişti O’nu. Yalnız yaşanabilirliklere inat, kalabalıkların varlığına feda etmişti ömrünü. Bir arkadaşıyla birlikte yaralı bir arkadaşını kurtarmaya gittiğinde şehit düşmüşlerdi. O’nun şahadetini duyduğumda inanamamaktan öte, o selvi boyuyla hangi toprak parçasının O’nu kucaklayabileceğine olan anlamazlıkla doldum. Rojbin’li yaşantılar birer birer gelip durdular yüreğimin tam ortasında. Hele şahadetinin yaralı bir arkadaşı kurtarmak için olduğunu duyduğumda, O’na yakışanın da ancak böyle olacağını hatırladım. Her şeye rağmen, bizleri var eden yoldaşlık gerçeğine yüreğinin tam orta yerinde sağlam bir yer yaratmıştı. PKK militanlığındaki yoldaşı için canını verme olgusunun capcanlı bir gerçek olduğunu kendi eylemiyle bir kez daha kanıtlamıştı. Rojbin bu eylemiyle, soyadını aldığı Herekol dağı kadar görkemli bir yer edindi yüreğimizde. O an tüm bunları bir bir getirdim aklıma. Ve o anda, o hiç görmediği, hiç sıcacık elini tutmadığı annesini anımsadım. Duymuş mudur Rojbin’in şahadetini diye meraklandım. Tüm bunlar içinde merak etmediğim tek bir şey var, o da Rojbin’in artık o rüyayı görmediğidir. Artık saçlarını tarayan, giysilerinin kırışıklarını düzelten ya da ona kahvaltı hazırlayan bir anayı konuk etmiyordu rüyalarına. O tüm rüyalarını, ömrünü yaralı yoldaşına adadığı anda gerçekleştirmişti. Bundan dolayı yıllardır gördüğü rüyayı görmüyordu artık. Artık rüyalarını yaşamın gerçeğiyle birleştirmişti ve Kürt kadınlarının kahramanları arasında yerini alarak, rüyalara konu olacak şekilde tamamlamıştı kendini.

55


Özgür Halk paranlamıştı. Annesinin O’nu bırakma gerekçelerini, O’nu bıraktıran toplumsal zorunlulukları anlamaya, bilince çıkarmaya başlamıştı. Kadın yoğunlaşmalarına paralel olarak yakaladığı bilinç düzeyi, O’nda annesinin gerekçelerini de anlamaya yakınlaştırmıştı. Belki de en büyük istemi, annesini bir kez olsun görmek, O’nu tanımak, nasıl bir kadın olduğunu bir anlık da olsa gözlerinin önüne getirmek ve ona bir kerecik sımsıkı sarılmaktı. Rüyalarını gerçekleştirme olasılığına bir küçük an dahi olsa kavuşma istemi, O’nun yüreğindeki nefreti yumuşatmış ve eritip atmıştı. Belki de Şehit Bêritan Akademisi’nin O’na kazandırdığı en büyük şey buydu. Eğitim sonrası Zagros alanına düzenlendiğini öğrenince istemsizliğini yansıttıysa da, farklı bir tutuma girmedi. Pratik bir alan olduğundan ve herhangi bir istemsizlik yansıtmasını oportünizm olarak yorumladığından, pratikten kaçma eğilimi olarak yorumlanacağını düşünerek, bu kaygılarla düzenlendiği alana gitti. Sonrası süreçte alandan gelen arkadaşlardan durumunu sorduğumda durumunun iyi olduğunu, öncekine benzer ufak çaplı zorlanmalar yaşasa da, pratikçiliği ve katılımcılığıyla telafi ettiği şeklinde yorumlar aldım. İki yıl sonra da aynı alana gidince onunla karargâhta birkaç gün kaldım. Tartışmalarımız oldu. Durumu oldukça iyiydi. Zaten ardından kısa bir süre sonra benim gittiğim tabura geldi. Buna ikimiz de çok sevinmiştik ama ne yazık ki pek fazla bir arada kalamadık. Bir pratik boyunca birbirimizi gördüğümüz olduysa da çok fazla tartışacak, paylaşacak ya da görüşecek zaman-imkân olmadı. Sonrası yine araya acılı ayrılıklar, ayrılıklı zamanlar ve hüzünle dolu hayat kesitleri girdi. En son 2010 yılının ilk aylarında O’nu gördüm. Mazlum Doğan Kadro okulunda eğitim görmüştü ve eğitim sonrası Xakurke alanına düzenlemesi olmuştu. Biraz tartıştık, şehit arkadaşlardan, onlarla paylaştığımız son anlardan, onların son sözlerinden, son ezgilerinden söz ettik. Sonra yeni katılmış bir akrabasıyla tanıştığını, onunla tartıştığını söyledi. Oldukça sevinmişti. Ve bu sevincini paylaşarak çoğaltmaya çalışıyordu. Evde tek kardeş olması, teyze-amca çocuklarının olmaması O’nda bir yalnızlık duygusu yaratıyor olmalıydı ki, o akrabasından söz ederken bu yalnızlığı az da olsa yıktığını duyumsuyordum. Bu duyumsamayla O’nun sevincine ortak olmaya çalıştım titrek bir buruklukla. Sonraki gün ayrıldık ve bir daha görüşemedik. Ayrılırken gariptir ki, Rojbin’in hala o rüyayı gördüğünü düşündüm. Hala o minicik, şefkatli bir anne özlemiyle yaşayan küçük kız çocuğu. Her ne kadar onun fiziksel

56

görünümüyle tezat oluştursa da, O’nun yüreğinde minicik bir çocuğun seslerini duyar gibi olmuştum yine. O tüm yıktığı yalnızlık ve nefret kalelerine rağmen, O’nu yıllar boyu kendisine bağlayan rüyasından ayrılamamış gibiydi. Artık yalnız değildi. Şehit düşerken de yalnız olmamıştı. Yalnızlığın bulaşıcılığından öyle bir kurtarmıştı ki kendini, hiç kimsenin yalnız kalmasına da dayanamıyordu yüreği. Yaralı yoldaşını kurtarmak için canını siper etti Rojbin. Tüm yetersizliklerine, yanılgılarına ve tamamlanmamışlıklarına rağmen kahramanca çıkışıyla tamamlamak istedi kendini. Ömrünü yaralı bir gerillayı kurtarmaya adamaktan daha büyük bir tamamlanış olabilir miydi? Yaşamının tüm anlarını toplayıp bir anda, o anı da yol arkadaşının yarasına akıtmaktan daha kutsal, daha sevilesi, hayran olunası, can verilesi ne olabilirdi ki… Rojbin bunu yapmıştı işte. Yüreğindeki kalabalıklar çekmişti O’nu. Yalnız yaşanabilirliklere inat, kalabalıkların varlığına feda etmişti ömrünü. Bir arkadaşıyla birlikte yaralı bir arkadaşını kurtarmaya gittiğinde şehit düşmüşlerdi. O’nun şahadetini duyduğumda inanamamaktan öte, o selvi boyuyla hangi toprak parçasının O’nu kucaklayabileceğine olan anlamazlıkla doldum. Rojbin’li yaşantılar birer birer gelip durdular yüreğimin tam ortasında. Hele şahadetinin yaralı bir arkadaşı kurtarmak için olduğunu duyduğumda, O’na yakışanın da ancak böyle olacağını hatırladım. Her şeye rağmen, bizleri var eden yoldaşlık gerçeğine yüreğinin tam orta yerinde sağlam bir yer yaratmıştı. PKK militanlığındaki yoldaşı için canını verme olgusunun capcanlı bir gerçek olduğunu kendi eylemiyle bir kez daha kanıtlamıştı. Rojbin bu eylemiyle, soyadını aldığı Herekol dağı kadar görkemli bir yer edindi yüreğimizde. O an tüm bunları bir bir getirdim aklıma. Ve o anda, o hiç görmediği, hiç sıcacık elini tutmadığı annesini anımsadım. Duymuş mudur Rojbin’in şahadetini diye meraklandım. Tüm bunlar içinde merak etmediğim tek bir şey var, o da Rojbin’in artık o rüyayı görmediğidir. Artık saçlarını tarayan, giysilerinin kırışıklarını düzelten ya da ona kahvaltı hazırlayan bir anayı konuk etmiyordu rüyalarına. O tüm rüyalarını, ömrünü yaralı yoldaşına adadığı anda gerçekleştirmişti. Bundan dolayı yıllardır gördüğü rüyayı görmüyordu artık. Artık rüyalarını yaşamın gerçeğiyle birleştirmişti ve Kürt kadınlarının kahramanları arasında yerini alarak, rüyalara konu olacak şekilde tamamlamıştı kendini.

Ekim 2014


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.