RAPTİYE No: 46

NO.46 EYLÜL, 2018

2

MESAJ VAR

3

ATATÜRK KÖŞESİ

5

SERBEST BÖLGE

7

SAĞLIK

9

GEZİ

Atatürk’ün Trabzon Ziyareti Otomobiller

ABD’de Doğum Münih

11

TARİHE İZ BIRAKANLAR

13

UZAK DOĞU

15

TRENDING TOPIC

17

HAYVAN, İNSAN, SEVGİ

18

TEKNOLOJİ

19

2 NY / 1 MG

21

KÜLTÜR & SANAT

/raptiyedergi

Kraliçe II. Elizabeth

Çin’de Sofra Kültürü

Galaxy Note 9

raptiyedergi@gmail.com

. İCİNDEKİLER

QR KOD İLE RAPTİYE’YE O N L I N E U L A Ş I N

www.issuu.com/raptiyedergi

İCİNDEKİLER

MESAJ VAR! Merhaba Sevgili Raptiye Okurları, Birbirinden ilginç içerikler eşliğinde Eylül sayımız ile karşınızdayız!

Bildiğiniz gibi Ağustos ayı bizlere upuzun bir tatille güzel bir dinlenme fırsatı sundu ancak Fenerbahçe Leo Kulübü olarak bizler projelerimizi daha ileriye taşıyabilmek için tatil de olsa çalışmalarımıza devam ettik.

Peki öyleyse Ağustos ayında neler yaptık? Aylık toplantımızın hemen öncesinde 10 adayımızdan 8’inin katılımıyla Üyelik Direktörümüz Doruk başkanın önderliğinde keyifli bir buluşma gerçekleştirdik. Adaylarımızı daha da yakından tanıdığımız buluşmamızda bizler de onlara Lions ve Leo’yu daha yakından anlatma fırsatı bulduk. Bu güzel toplantı için Doruk başkan başta olmak üzere katılım sağlayan herkese çok teşekkür ederim.

Adaylar buluşmamızın ardından gerçekleştirdiğimiz aylık toplantımızın ise özel bir konuğu vardı: Kurtköy Patileri. Sn. Murat Cem Yetkin önderliğinde Kurtköy Patileri ekibinden çok kıymetli bilgiler öğrendik. Toplantımıza katılarak bizleri bilinçlendirip yol gösteren Kurtköy Patileri ile birlikte hayvan dostlarımızın daha iyi koşullarda yaşayabilmesi adına bu ay çalışmalara başlıyoruz!

15 Eylül’de hep beraber Kurtköy Orman Beslemesi’ndeyiz! Bunun yanı sıra, Maltepe’de bulunan 2 pastane vasıtasıyla Kurtköy Patileri’ne ekmek desteği sağladığımız bilgisini de sizlerle paylaşmak isterim.

Aylık toplantımız sonrasında ise Raptiye ekibiyle bir araya gelerek dergimizi daha nasıl farklılaştırıp geliştirebileceğimiz üzerine konuştuk. Bu toplantıda çok güzel fikirlerin ortaya çıktığı haberini ve Ekim sayımız itibariyle içeriği daha bol bir Raptiye ile karşınızda olacağımızın müjdesini verebilirim! Kulübümüzün yaptığı marka işlerden biri olan Raptiye için bu anlamlı toplantıya katılan, dergimizi daha iyi yerlere taşıyabilmek için fikir yürüten herkese ve aylık toplantımız ile birlikte bu toplantıya da ev sahipliği yapan Başkan Yardımcımız Emre’ye çok teşekkür ederim!

Bu önemli gelişmelerin dışında Ağustos ayındaki bir diğer önemli etkinliğimiz HİS Komitesi toplantısı oldu. Bu toplantı sonrasında tüm detayları kesinlik kazanan ve beni çok heyecanlandıran bir aktivite için de kolları sıvamış olduk: HİS Projesi Farkındalık Konferansı. Bu dönem özellikle HİS Projesi kapsamında etkinliklerimizi çeşitlendireceğimizden daha önce bahsetmiştim, o nedenle bu konferansı bir başlangıç olarak değerlendirebiliriz. Eğitmen Eymen Erdemli eşliğinde sokak hayvanlarının ihtiyaçlarından onların beden dilini doğru algılayabilmeye kadar birçok konuda bilgileneceğimiz konferansımızı en iyi şekilde gerçekleştirebilmek için tüm kulübün desteğine ihtiyacımız var. O halde, 3 Ekim’de Fenerbahçe Leo Kulübü olarak unutulmaz bir işe daha imza atmaya hazır mısınız? Eminim ki sizlerin de desteğiyle unutulmaz bir gün yaşayacağız. :) Bunların dışında Eylül ayında bizleri MD Konseyi (16 Eylül) ve Motivasyon Kampı (22-23 Eylül) gibi hem MD hem de LYÇ bazında keyifli ve önemli aktiviteler bekliyor! Bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da bu aktivitelere en kalabalık şekilde katılım göstereceğimizden hiç şüphem yok. Özellikle Ekim sayımızda Motivasyon Kampı’nda birlikte ne kadar güzel zaman geçirip ne çok eğlendiğimizi anlatmak için şimdiden sabırsızlanıyorum :)

Özlem ÖZKAN 2018-19 Çalışma Dönemi Başkanı Fenerbahçe Leo Kulübü

2

ATATÜRK KÖŞESİ

Atatürk’ün Trabzon Ziyareti Milli Mücadele’nin önemli kentlerinden biri olan Trabzon ve Karadeniz kıyıları Atatürk’ün çok sevdiği yerler arasındaydı. Trabzonluların Atatürk’e köşk yaptırdıkları ve onu bekledikleri haberi sebebiyle Ulu Önder, Ege Vapuruyla hemen Trabzon’a seyahate çıktı. Şehre vardıklarında tüm sahil şeridinde ve yollarda onu karşılamaya gelen binlerce Trabzonlu birikmişti. Onların çılgınca alkışları arasında köşke doğru gittiler. Köşkü gören ve gezen Atatürk burayı çok ama çok beğenmişti. İki gün iki gece burada misafir edildi. Atatürk’ün köşkü beğendiğini duyan Trabzonlular köşkü 1931 yılında Atatürk’e hediye ettiler.

3

ATATÜRK KÖŞESİ Artvin’den Hopa’dan Trabzon’a onu görmeye gelen vatandaşlarla uzun uzun söyleşiler yaptı. Onların dertlerini, sıkıntılarını dinleyip, ilgililere dinlediği sorunlarla ilgili gerekli notları aldırdı. Sevgiyle, aşkla, takdirle, güvenle, inançla bakılan bu büyük insan Atatürk de aynı sevgi, şefkat ve de güvenle köylüsüne, insanına bakıyordu.

İşte zaten ülkeyi karşılıklı bu sevgi, bu inanç ve bu güven kurtarmamış mıydı?

O günlerde cephede omuz omuza olduklarıyla, şimdi yan yana oturuyor ama bu sefer kurtardıkları bu toprakları nasıl yeşerteceklerini, hep birlikte vermeleri gereken “ekonomik savaşı” yine el ele beraberce nasıl kazanabileceklerini konuşuyorlardı.

Mustafa Kemal onlara çözüm yollarını ve izlenmesi gereken yolu yine aynı şevk ve heyecanla anlatıyordu.

Gündüzleri boş zamanlarında ise halkın yakınlarda oynadığı milli oyunları seyrederdi. Son gecesinde öğrencilerden kurulu ince saz takımının çaldığı şarkı ve türküleri memnuniyetle dinledi. Özellikle istediği “Köşküm Var Deryaya Karşı” şarkısında çokça eğlendi.

Atatürk bu son Trabzon seyahatinde çok tarihi bir kararını da açıklamıştır. Bir gün yanındakilere; “Şahsıma ait mal ve mülkler bana ağırlık vermeye başladı. Benim bunları artık milletime bağışlamam gerektiğine inanıyorum. Bundan dolayı da çok büyük memnuniyet duyacağım. Esasında milletime daha çok şeyler de vermek isterdim” demiş ve bu düşüncelerini kaleme alarak telgrafla Başbakan İsmet İnönü’ye bildirmiştir.

Sahip olduklarını Türk milletine bağışlama konusunda vermiş olduğu karar Türk milletince çok derin bir sevgi ve takdirle karşılanmıştır.

Son olarak, Trabzon şehrinin Atatürk için önemini anlamak adına Ulu Önder’in Trabzon ile ilgili söylediklerine bakmak yeterli olacaktır sanıyorum: “İlk defa Samsun’a ayak bastığım zaman, bana destek veren vatandaşlarımın ilk sırasında Trabzonluların bulunduğunu asla unutmayacağım. Sakarya Büyük Meydan Savaşı’nda, Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlatlarının savaş meydanında gösterdikleri özverilerin değerli anısı daima beynimde kalacaktır. Bu verimli halkı; zeki, çalışkan, girişken olan Trabzon’umuzu, az zamanda içeriye trenle bağlanmış, güzel rıhtım ve limanla donatılmış görmek idealimdir. Trabzon, Türk topluluğunda cumhuriyetin zengin, güçlü, duyarlı, pek önemli dayanak kaynaklarından biridir. Böyle bir cumhuriyet şehri gelecekte gerektirdiği bütün uygarlık ve ilerleme araçlarına sahip olacaktır.”

4

SERBEST BÖLGE / Alp Kaan Önder Merhaba herkese, Ben Alp Kaan Önder. Bu ay Serbest Bölge’de sizlere ünlü araba markalarının hikâyelerinden bahsedeceğim.

Artık yolda bir otomobil gördüğümüzde bırakın markasını, modelinin tüm özelliklerine kadar sayabiliyoruz.

Peki, hepimizin artık ezbere bildiği bu markalar nasıl bir geçmişe sahip?

Mercedes-Benz Lamborghini İlk olarak traktör üreticisi olan Lamborghini markası bir süre sonra çok başarılı satış rakamlarına ulaştı. Ürettiği traktörler ile başarılı olan Ferrucio Lamborghini daha sonra merakını farklı bir alana yöneltti: Spor arabalar.

Garajında döneminin en hızlı modellerini toplayan Ferrucio Lamborghini’yi spor otomobil üretimine yönelten ise Ferrari oldu.

Kullandığı Ferrari otomobilinde sorun yaşayan Ferrucio, sorun ile ilgili Enzo Ferrari ile görüşmek istedi.

Ferrucio Lamborghini, Enzo Ferrari ile olan görüşmesinde beklemediği bir tavırla karşılaştı. Enzo Ferrari, bir traktör üreticisinin süper spor otomobil üretiminden hiçbir şey anlamayacağını ve herkesin kendi işine bakması gerektiğini söyledi. Bu olaya sinirlenen Ferrucio Lamborghini ise Enzo Ferrari’ye süper bir spor otomobil üreterek cevap verdi ve markası, günümüzde spor otomobil denince akla gelen ilk markalardan biri haline geldi.

Lamborghini’nin ambleminde ki boğanın ise aslında çok derin bir anlamı yok: Ferruccio Lamborghini Boğa burcudur (28 Nisan 1916’da doğmuştu) ve Lamborghini modelleri isimlerini boğa isimlerinden alır.

5

“Karada, Suda, Havada” En çok bilinen markalardan olan Mercedes’in amblemini herkes bilir. Peki bu amblemin hikâyesi ne? Şirketin kurucusu Gottlieb Daimler, Deutz’da motor fabrikasındaki görevinin ilk yıllarında, Köln ve Deutz manzaralı evinin tepesine bir yıldız amblemi koymuş, eşine yazdığı mektuplarda bu yıldızın günün birinde başarıyı ve gücü temsil edeceğini ve fabrikasının üzerinde parlayacağını söylemişti. Yıldız, Daimler’in; motorlu araçların “karada, suda, havada” evrenselliğini simgelemektedir.

Dünyaca ünlü markanın isim hikayesi de şu şekilde: Ünlü Alman markası, Benz & Cieile ile Daimler Motoren Gesellschaft’ın birleşmesi sonucu kuruldu. İsimdeki Benz kısmı da Benz & Cie’den gelmekte. “Mercedes” kısmının hikayesi ise oldukça ilginç. Daimler Motoren’in kurucusu ve sahibi olan Gottlieb Daimler, Avusturyalı Nice işadamı ve aynı zamanda Daimler’in araçlarının hayranı olan Emil Jellinek’e bir otomobil satar. Jellinek de bu otomobil ile Fransa’da yarışlara katılmaya başlar ve herkesin dikkatini çeker. Daimler’in o dönem elde ettiği başarının mimari olan ve markanın tanınarak üne kavuşmasını sağlayan Jellinek, yarışlara katıldığı aracına ölen kızı Mercedes’in ismini koymuştur. Jellinek sayesinde ciddi bir başarı elde eden Daimler de o dönem en fazla satan araç modeline Mercedes adını verir. İki şirket birleşince Daimler bu isimden vazgeçmez ve böylelikle efsanevi Mercedes-Benz doğar.

SERBEST BÖLGE

Volkswagen Volkswagen AG, Almanya’da, 1937 yılında tek model halk tipi otomobil üretimi için Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi tarafından Alman Otomotiv Birliği’ne kurdurulan otomobil firması... Şirketin adı, Almanca’da “Halkın Arabası” anlamına gelmektedir. 1940’tan sonra Alman savaş gücünü arttırmak için harekete geçirilen Volkswagenwerk (Wolfsburg), kara ve hava taşıtlarının, özellikle uzun menzilli V1 ve V2 güdümlü füzelerin yapımı için sanayi gücünü ordunun emrine verdi. 1948’de Heinz Nordhoff (Berlin-Charlottenburg Politeknik okulu mühendisi) tarafından yeniden teşkilatlandırılan Volkswagenwerk, 1950’den sonra başlangıçtaki üretim kapasitesine ulaştı. 1953’te Batı Almanya’nın en çok otomobil üreten fabrikası haline geldi.

“Think Small” - En başarılı reklam kampanyaları söz konusu olduğunda görmezden gelinemeyecek bir kampanya olan “Think Small”, Amerikan yaşam tarzı ve Amerikan hayat felsefesine karşı bir fikirle hayat bulmuştu.

ABD, vatandaşlarına “Büyük düşün” diyerek büyük Amerikan arabalarını tercih ettiriyordu. Küçük Alman arabaları ABD pazarında tercih edilmiyordu.

1960 yılında DDB tarafından hazırlanan Volkswagen kampanyasında Volkswagen Beetle’ın küçüklüğü çarpıcı bir şekilde vurgulanıyordu. Kendini olduğu gibi gösteren ve daha fazlasını vadetmeyen reklam ile Volkswagen bir anda önemli derecede dikkat çekti. Volkswagen’in o dönemki satışları %25 gibi ciddi bir oranda arttı ve yapılan bu kampanya yıllarca kullanıldı. Bernbach, bu kampanyayla birlikte yaratıcılık devrimini başlattı ve Volkswagen Beetle barışın, hippiliğin, özgürlüğün ikonu haline geldi. Başarılı ve yaratıcı reklamları ile Volkswagen günümüzde hâlâ en çok tercih edilen markalar arasında yer alıyor.

6

SAĞLIK / Burak Kılıç

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NDE DOĞUM Herkese Merhabalar, Ben Burak Kılıç, Eylül ayı itibariyle Diş Hekimliği 3. sınıf öğrencisi olacağım. Bundan böyle okuduğum bölümle alakalı olarak sizlerle Raptiye’nin sağlık köşesinde zaman zaman beraber olacağız. İlk yazımda ise gün geçtikçe popülerleşen “Amerika Birleşik Devletleri’nde doğum” konusuna değinmek istedim.

Amerika Birleşik Devletleri bir çocuk doğurmak için dünya üzerindeki en pahalı ülke. Uluslararası Sağlık Planlamaları Federasyonu’na göre (IFHP), Amerika Birleşik Devletleri’nde normal doğum ve sezaryen doğum İsviçre’ye kıyasla sırasıyla %40 ve %60 daha pahalı. Eyaletten eyalete ise aslında bu hizmetlerin ücretleri büyük farklılıklar göstermekte.

Aile Sağlık İzni Yasası çoğu çalışan anneye 12 haftalık ücretli izni garanti etse de tatil günlerini ödemeyi garanti etmiyor. Eğer bir anne hakkı olan tüm izni kullanırsa yıllık maaşının yaklaşık %25’ini kaybediyor. 2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre ise orta gelirli bir aile, yeni doğan bir çocuğun ilk senesinde çocuğun beslenme ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarının dışında 12.000 $ daha harcıyor. Bu harcama çocuğun 2. senesinde ise 500$ daha artıyor.

Muhtemelen ebeveynlerin en çok para harcadığı şey çocuk bakımı. Care.com’un verilerine göre bir kreşin bir senelik maliyeti 6.000 $ ile 20.000 $ arasında değişkenlik göstererek ortalama 10.468 $ ediyor. Çocuğa bir bakıcı tutmanın yıllık maliyeti ise 28.905 $ olarak karşımıza çıkıyor. Yani ortalama bir kreş ücretinin 3 katından biraz daha fazla...

Aslında Amerika Birleşik Devletleri’nde bir çocuk sahibi olmak gördüğümüz gibi hiç de ucuz değil ama anne-baba olmanın mutluluğu onlar için paha biçilemez olsa gerek... İçinde yaşadığımız dünyada bebek bekleyen annelerin şiddetli tek bir arzuları var: Bebeklerine olabilecek en iyi başlangıcı yaşatmak. Bu, bazı kadınlar için bebeklerini Amerika Birleşik Devletleri’nde doğurmak adına seyahat planları yapmak demek oluyor. Peki neden?

2 sebebi var: 1) Amerika Birleşik Devletleri’nde doğum yapmış olmak çocuğun ABD vatandaşlığı almasında kolaylık sunmakta.

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, 14. madde değişikliği kapsamında ülke içinde doğmuş olan her bebeğe vatandaşlık garantisini verir. Birçok kadın Amerika Birleşik Devletleri tarafından çocuklarına verilecek olan vatandaşlığın, normalde çocuklarının elde edemeyecekleri fırsatları elde etmelerini sağlayacağının farkında.

2) Amerika Birleşik Devletleri diğer ülkelere kıyasla bir

bebeğin doğumu için daha iyi ortam şartları sunmakta.

Amerika Birleşik Devletleri’nin modern medikal ortamı ve teknolojisi kadınları, çocuklarını Amerika’da doğurmaları için teşvik ediyor.

7

Şu ana kadar çoğunlukla işin maddi boyutunun büyüklüğünden ve bu yükü kaldırabileceğiniz sürece olanakların ne kadar güzel olduğundan kısaca bahsettim ama gelin bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım.

Amerika Birleşik Devletleri, %1,3 doğum oranı ile dünya ortalamasının 0,5 puan altında ama birçok gelişmiş ülkenin doğum hızından daha yüksek bir doğum hızına sahip. 2013 yılı verilerine göre ilk çocuğu dünyaya getirme yaşı ortalama 26 ve bunların %40,6’sı evlenmemiş kadınlara ait. Peki ya çocuklar doğduktan sonra neler oluyor?

SAĞLIK Bebek Ölüm Oranları - En yüksek oranlara sahip OECD ülkeleri 2012 yılında 1000 canlı doğumda görülen ölüm sayısı

Meksika *Şili Türkiye **ABD Slovakya Yeni Zelanda Macaristan *Kanada Polonya Birleşik Krallık *2011 verisi

0

3

6

9

12

15

**2011 verisi ve tahminleri

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün verilerine göre, bu tabloda doğumdan sonra bebek ölümlerinin oranını görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, eğer dikkatinizi çektiyse bunca imkâna rağmen 3 adet “gelişmiş ülke olmayan” ülkeden sonra ancak 4. sırada geliyor. Acaba bunun sebebi gelir dağılımına göre sağlanan sağlık hizmetinin kalitesindeki farklılıklar olabilir mi? Çünkü gördüğümüz üzere Amerika Birleşik Devletleri’nde bebek sahibi olmak ve sonrasında bebeğin ihtiyaçlarını karşılayabilmek ebeveynler için ekonomik olarak büyük bir yük. Bu yükü kaldıramayan ailelerin aldığı sağlık hizmetinin kalitesi de karşılayabilenlere oranla maalesef daha düşük. Bu durum da üzücü sonuçlara yol açabiliyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Harvard Tıp Fakültesi hocalarından Prof. William Haseltine’e göre ise, işveren ve çalışanlara sosyal sağlık sigortası katkıları kapsamıyla evrensel bir sağlık güvencesini en iyi şekilde sağlayabilen ülke Fransa. Prof. Haseltine Fransa ile ilgili olarak, “Oluşturulan politikalar dahilinde standart ve yüksek kalite tıbbi hizmet ülkenin her yerinde herkes tarafından ulaşılabilir. Böylece parası olan ile olmayan arasında hiçbir farkın oluşturulmasına fırsat verilmiyor.” diyor.

Sizlere bu yazıyı yazarken kullandığım kaynakların bir kısmını aşağıda bırakıyorum, dilerseniz siz benim burada kısaca bahsettiğim konular üzerine daha detaylı bir okuma yapabilirsiniz. Zaten “Birth In America” başlığı altında arama yaptığınız zaman burada değinemediğim başka birçok konuya da erişmeniz mümkün. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle…

Referanslar: Wikipedia theretreat.care bbc.com OECD

8

GEZİ / Dilara Hadroviç

MÜNİH

Modern ve gelenekselin birleştiği, Bavyera’nın başkenti Münih... İlk akla getirdiği şeyler Oktoberfest, keyifli “Bier Garten”lar ve FC Bayern München olsa da bu şehirde çok daha fazlası var! Öncelikle Münih, zenginlik ve yaşam kalitesi anlamında Avrupa’nın “şampiyonlar ligi”ndeki üç şehrinden biri.

Tabii bu öğrenciler için belki de buradaki yaşamı karşılamayı zorlaştırsa da Avrupa’nın en köklü üniversitelerinin de bu şehirde bulunmasıyla 115.000 öğrenci burada yaşamakta. Tuz ticareti yapabilmek için kurulmuş olan bu şehir şu an Almanya’nın en güçlü üretim gücüne ve Berlin’den sonraki en gelişmiş şehri unvanına sahip.

Sanayileşme ile birlikte artık Münih sadece bir şehir olmaktan çıkıp “Münih Metropoliten Bölgesi” adı altında anılmaya başlanmış. Yani, hem kendi ve hem de çevresindeki şehirlerle çalışan bir sistem. Viyana, Budapeşte, Prag veya Venedik gibi Avrupa metropollerinin de buraya birkaç saatlik uzaklıkta olması Münih’i Avrupa ulaşım ağının düğüm noktalarından biri yapıyor. Şehir toplamda 8 bölgeden oluşuyor. Bunlardan en popüler olanları: - Üniversite, yaşam ve kültür merkezi olan Maxvorstadt, - Eski şehir merkezini kapsayan Altstadt-Lehel, - Sanat ve eğlence merkezleri olan Schwabing ile Isarvorstadt.

9

GEZİ

Altstadt’da, Avrupa’daki en güzel kiliseler arasında da yer alan ve benim kişisel olarak da çok beğendiğim Almanya’daki en önemli Rönesans kilisesi Michaelskirche kesinlikle görülmesi gereken bir nokta. İçeri girdiğinizde diğer kiliselerden farklı olarak bembeyaz bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. Bu beyaz kilise her yerin aynı renk olmasının sıkıcılığını ise ince ince işlenmiş olan süslemeleriyle kırıyor.

Kilisenin içindeki el işçiliği ve detayları incelediğinizde neden Avrupa’nın en güzel kiliseleri arasında yer aldığını çok daha iyi anlıyorsunuz.

Biraz daha şehir dışında kalmalarına rağmen görülmeden geçilmemesi gereken birkaç yer var. Bunlardan birincisi Olympia Park. Eski havalimanının yerine yapılan Olimpiyat alanında bulunan parktaki tepeler 2. Dünya Savaşı’nın kalıntılarından oluşturulmuş.

Parkın içinde ve çevresinde küçük bir gölet, çeşitli sporlar için salonlar ve Olimpiyat Konser Salonu bulunmakta. Olimpiyat alanından çıktığınızda ise ilginç mimarisiyle BMW genel merkezinin ve müzesinin bulunduğu BMW Welt ile karşılaşıyorsunuz.

Şehrin diğer kesimlerine ilerlediğimizde Englischer Garten (İngiliz Bahçesi) şehrin tam göbeğinde yaklaşık 427 hektarlık bir alanı kaplıyor. Bahçenin içinde Çin çay bahçesi dâhil olmak üzere birçok küçük yapının yanı sıra Isar nehrinin bir noktada debisinin aşırı artması sebebiyle oluşan ve sörf yapılabilecek bir kısım da bulunuyor.

Şehrin bütün bu güzelliklerinin yanı sıra çok yüklü de bir tarihi var. Nazi partisinin ilk kurulduğu, Adolf Hitler’in bu partiye katılıp, başa geçtikten sonra en büyük rallilerini düzenlediği şehir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra toparlanmaya çalışan Almanya’da Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nin esintileri vardı.

Adolf Hitler tam da bu sıralarda partiye girmiş ve hızla yükselmişti. Söylemleri yüzünden girdiği hapisten çıktıktan sonra tam da Münih’in kalbinde “Beer Hall Putsch” olarak anılan yerde bir isyan çıkardı.

Bu olaydan sonra Münih, Nazilerin kalbi haline geldi ve ilk toplama kampını da yine Münih’e çok yakın olan Dachau’da kurdular. II. Dünya Savaşı’ndan sonra şehrin %70’inin yok olmasına ve yaklaşık 300.000 kişinin vefat etmesine rağmen Münih resmen sıfırdan tekrar inşa edilmiş ve günümüzde hâlâ bu ülke için bulunduğu güçlü konumu koruyor.

Maxvorstadt bölgesinde bulunan birçok müzeden en önemlisi sanırım Alte Pinakothek (Eski Resim Galerisi).

Avrupa’nın en eski galerilerinden biri ve en geniş koleksiyonlardan birine ev sahipliği yapıyor. Bu koleksiyon, 1500’lerde Münih’in kurucu ailelerinden sayılan Wittelsbachların özel koleksiyonuna dayanıyor ve Rönesans’tan Rococo dönemine kadar Alman ve Hollandalı ressam ve heykeltıraşlarının eserlerini bünyesinde barındırıyor. Bu yapının karşısında ise içinde neoklasik, empresyonist, romantik, art nouveau eserlerle karşılaşacağınız Neue Pinakothek’i göreceksiniz.

10

TARİHE İZ BIRAKANLAR / Adnan Ayvaz

KRALİÇE II. ELİZABETH Merhabalar herkese! Bir yandan derginin tasarımını yaparken, bir yandan da “Başkan bile o kadar yoğunluğuna rağmen derginin hem editörlüğünü yapıyor, hem de köşesini yazacak vakit bulabiliyorsa ben de bu oyunun içerisinde olmalıyım!” diye düşünüp yeni bir köşe ile tarihte iz bırakan kişilerin ilginç hayat öyküleri ve bilmediğiniz özelliklerini sizlerle paylaşacağım.

Dergimizin bu ayki misafiri İngiltere’nin en uzun süre tahta kalan insanı Kraliçe Elizabeth.

Asıl doğum tarihi 21 Nisan olan Kraliçe Elizabeth geleneksel olarak Haziran ayında 91.yaş gününü kutladı. 1952 yılında taç giyen Kraliçe Elizabeth, York Dükü Albert ile York Düşesi Lady Elizabeth BowesLyon’un ilk çocuklarıydı. Kraliçenin asıl adı ise Elizabeth Alexandra Mary Windsor.

2. Dünya Savaşında Tamirciliği Yaptı

20 Kasım 1947’de üçüncü dereceden kuzeni olan Yunanlı Prens Philip ile evlendi. İlk çocukları Charles 1948’de dünyaya geldi. 1950’de ise kızı Anne doğdu.

Elizabeth ve Philip çocuklarıyla Londra’da Clarence House’da yaşıyordu. Ancak babası akciğer kanserine yakalanmıştı ve durumu ağırdı.

Prenses Elizabeth 1952’nin Ocak ayında Kenya’yı ziyaret ederken babasının öldüğünü öğrendi. Prenses olarak gittiği Kenya’dan Kraliçe olarak döndü.

Kuğular Sadece Ona Ait

91 yaşında olan ve 150 başkan gören Kraliçe Elizabeth’in aynı zamanda birçok değişik alışkanlığı var. 1990 yılından beri saçı düzenli olarak boyanan Kraliçe Elizabeth artık saçlarını boyatmıyor. Kraliçe Elizabeth’in 8 torunu ve 5 torun çocuğu var. Vaftiz büyükannesi oldukları da eklendiğinde torunlarının sayısı 30’a çıkıyor.

Amcası Kral 2’nci Edward’ın çıkardığı bir kanun sayesinde özel mülkiyete ait olmayan İngiltere sularında görülen bütün balıkların sahibi oldu. Kendisi İngiltere’deki bütün özgür kuğuların da sahibi.

BİLİNMEYEN YÖNLERİ

Devlet Sırrını Nasıl Saklıyor?

Kraliçe, özel masasında yazı yazdığı kağıdın altında özel bir siyah kağıt kullanarak, “kopya” alınmasını ve böylece devlet sırlarının sızmasını önler. Magenta (morumsu kırmızı) renginden nefret eden Kraliçe’nin İtalya’da sadece ayakkabıları için oda kiraladığı biliniyor.

11

Kraliçe

Oto

Akıcı bir biçimde Fransızca konuşan Kraliçe 2. Elizabeth, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda orduya katılıp tamirci olarak görev yaptı.

Thames Nehri’ndeki kuğularının tamamı, Orta Çağ’dan kalma bir gelenek ile Kraliçe’nin özel mülkü sayılır.

Yasalara göre, kuğu eti yeme hakkına da sadece o sahip. Kraliçe’nin en farklı özelliklerinden biri de banyoda, çocuklar gibi plastik ördek yavrusu yüzdürmeyi sevmesi.

Balıklar da Onun

Öldüklerinde Resmi Kod Adları Var

Kraliyet ailesinin cenaze törenleri için şimdiden resmi kod adları saptanmıştır. Ana Kraliçe için Tay Köprüsü, Prens Philip için Forth Köprüsü, Kraliçe için ise Londra Köprüsü kod adları kullanılır. En sevdiği devlet başkanı Nelson Mandela’dır. Mandela’nın Londra ziyareti sırasında Phil Collins konserini izlerken, konuk devlet başkanı Mandela ayağa kalkıp müzikle dans etmeye başlayınca, inanılmaz biçimde o da kalkıp Mandela’yı taklit etmeye çalışmıştır.

TARİHE İZ BIRAKANLAR

Peki Kraliçe Elizabeth Öldüğünde Neler Olacak?

Tahta oğlu Galler Prensi Charles geçecek.

12 gün yas ilan edilecek, bayraklar yarıya inecek.

Öldüğü tarih Ulusal Tatil ilan edilecek.

Portresi paradan kalkacak.

Prince William Galler Prensi olacak.

Meclis toplanıp yemin edilecek.

Halk son kez saygı sunacak.

Kraliyet Ailesindeki Kurallar Kraliçeden bahsetmişken Kraliyet ailsesindeki farklı kurallardan bahsetmeden geçmek olmaz.

Umarım keyif alarak okuduğunuz bir yazı olmuştur. Ekim ayında görüşmek üzere.

• Genç prensler daima şort giyer, • Oy kullanmıyorlar, • Yas olmadıkça siyah giyemezler, • Kabuklu deniz hayvanlarını tüketemezler, • Varisler birlikte seyahat edemez, • Kimseye imza vermezler, • Kürk giyemezler, • Kraliçe her zaman parlak ve dikkat cekici renklerde giyinmeli, çünkü onun kalabalık içinde herkesten ayırt edilebilir görünmesi gerekiyor.

12

UZAK DOĞU / Cansu Gümüşçü

ÇİN’DE SOFRA KÜLTÜRÜ 中国的饮食文化 Uzak Doğu köşesine hoş geldiniz! Hayatının bir dönemini Çin’de yaşayarak geçirmiş ve Uzak Doğu kültürüne yoğun ilgi duyan biri olarak, bu köşeyi seve seve sahiplendiğimi belirtmek isterim. Şimdiden itibaren ele alacağım; hem yeme içme, hem tarih, kimi zaman eğlence, kimi zaman yaşam kültürü hatta batıl inançlara kadar uzanan konularda yazacaklarımı ben zevkle kaleme alacağıma eminim.

Umarım her okuyucuyu en az kendim kadar bu köşeyi takip etmekten zevk alır hale getirebilirim!

bir masa düşünün. Masanın tam ortasında, çapı masadan daha küçük, tepsiye benzeyen cam bir kısım var. Bu cam tepsi, altındaki mekanizma sayesinde dönebiliyor.

Sevgili Raptiye okurları için köşemin ilk yazısına Çin’deki hatta kapsamlı bir söyleyiş biçimi ile Uzak Doğu’daki sofra kültürünü ele alarak başlamak istedim. Malum ki Çin, Batı kültürüne kıyasla son derece “marjinal” diye nitelendirebileceğimiz bir yeme-içme kültürüne sahip. Dönen yuvarlak masalarından tutun da yeme gereci olarak çubukları tercih etmelerinden, hatta paylaşarak yemek yeme alışkanlarından oluşan bir kültür bütününden bahsediyoruz. Sadece ufak bir kısmını ele almış olduğum derya deniz Çin sofra kültürünün kalan bölümüne önümüzdeki yazılarımda devam ediyor olacağım. Umarım hem bilgilendirici, hem ilginç, hem okuması eğlenceli bir yazı olmuştur. Keyifi okumalar!

Tepsiler; tahta, plastik veya cam gibi birçok farklı malzemeden yapılabilir. En sık görüleni ise cam olanlardır. Bu tepsilerin, otomatik olarak dönenleri dahi vardır.

Çin ve Sofra

Yemekler, genellikle görece küçük dörtgen masalarda yense de Çin’de yaygın olarak karşılaşabileceğiniz bir de yuvarlak masa geleneği vardır. Birçok kişi, bu masalardan “dönen masa” diye bahseder. Masayı “dönüyor” diye anlatmak bize bir kolaylık sağlasa da aslında masa değil, masanın üst kısmı dönüyor. Sistemi tam olarak anlatmak gerekirse: Yuvarlak

13

Dönen kısım, sofraya gelen envaiçeşit yemeğin konacağı yer; masanın sabit kısmı ise, herkesin kendi tabağını, çubuğunu ve bardağını koyduğu yerdir. Yani kişiler, masa etrafında yerlerinde otururken dönen tepsi sayesinde tüm yemeklere ulaşabilmektedir.

Çinliler Sofraya Yalnız Oturmayı Sevmez

Bu tür dönen yuvarlak masalar, genellikle büyük restoranlarda bulunur. Hatta Çin restoranlarında görülen adetlerden biri de oda ayırtmak, ayrı bölmelerde yemek yemektir. Birçok restoranda, küçük odalar bulunur ve bu odalarda da yuvarlak masalar yer alır. Buraya gelen bir aile, diğer masalara kıyasla daha fazla bir ücreti gözden çıkartarak evindeymiş gibi dilediğince yemek yiyebilir veya önemli konukların ağırlandığı iş yemekleri, restorandaki diğer müşterilerden ayrı olarak, bu odalarda yenebilir. Çinliler, dışarıda ve kalabalık halde yemek yemeyi severler.

Bunun için illa bayram ve önemli günler gibi gerekçelere ihtiyaçları yoktur. Sıradan bir günde, birlikte yemeğe çıkan ofis arkadaşları, bunu bir ziyafet gibi yaşayabilirler.

UZAK DOĞU Yuvarlak Masa Çin Kültürünü Yansıtıyor

Akla gelen sorulardan bir tanesi de eminim ki “Peki neden yuvarlak?” sorusu olmuştur. Bunun en basit açıklaması, yuvarlak masanın, sofradakilerin eşitliğini simgelemesidir. Bildiğiniz üzere artık çoğu iş yerinde toplantı masaları bile belli bir hiyerarşiyi ifade ettiği için kare veya dikdörtgen olarak asla tercih edilmiyor.

Yuvarlak masa, aynı zamanda kalabalık bir sofradayken, bir yemek çeşidinden istediğinizde, ayağa kalkmanıza ya da sofradaki herkesi ayaklandırmanıza da engel olur.

Bunun yerine, oturduğunuz yerden, dönen tepsiyi elinizle çevirmeniz yeterli oluyor.

Batılılar, genelde yemeklerini yalnız yemeyi tercih eder, Asyalılara göre daha bireysel bir anlayış hâkimdir.

Yemek birlikte yense de herkes yiyeceğini kendi tabağına alır. Çinliler ise yemeği paylaşmaktan yanadır. Yemekler, yuvarlak masalarda olmasa dahi, genellikle ortaya söylenir. Herkesin aynı tabaktan yemek paylaşması ile masadaki insanların arasındaki muhabbetin de artacağına inanılır. İlk kez Çin’e gittiğimde bu alışkanlığı fazlaca yadırgamış ve hijyenik anlamda hiç sağlıklı bulmamış biri olarak; şu an artık bu durumun muhabbeti arttırdığı fikrini nispeten doğru bulduğumu ve en azından sofraya beraber oturmak için bir bahane yarattığı görüşünü savunduğumu açıkça söyleyebilirim.

Yuvarlak Masada “İletişim” Hiç Kopmaz

Yuvarlak masanın bir özelliği de, eğer masada gözünüze kestirdiğiniz bir yemeği kendi önünüze getirmek istiyorsanız, bu sırada, masadaki diğer kişileri de kontrol etme şansı yakalamanızdır. Masada oturanlar arasındaki iletişim böylelikle hiç kopmaz. Çinliler, misafirlerinin her yemeği tatmalarını isterler. Çoğu zaman, bu yemeklerden tatmamak kabalık olarak görülür. Aslında bu durum çoğumuza sevdiklerine yemek yedirmekle kendini mutlu hisseden geleneksel babaannelerimizin, anneannelerimizin tavırlarını hatırlatmıyor mu?

Yemeğe başlama önceliği sırasında da bizim geleneksel kültürümüz Çinlilerle uyum sağlıyor. Sofrada rütbece üstte olan kişi ya da ailedeki saygın kişinin yemeğe öncelikli başlama hakkı bulunmaktadır. Hatta bizimkilere göre işi biraz daha abartıp, söz konusu kişilerin yuvarlak masayı döndürerek kimin ne yiyeceğine karar verme hakkı bile olabiliyor.

Ekim sayısında Uzak Doğu’nun farklı bilinmezlikleri ile karşınızda olacağım, görüşmek üzere!

14

TRENDING TOPIC / Özlem Özkan

TRENDING TOPIC Merhaba herkese!

Yepyeni bir köşeyle karşınızda olmaktan aşırı mutluyum!

Umarım sizler de köşemi beğenir ilgiyle takip edersiniz.

Peki, bu köşede ne mi yapacağız? Bu köşede kendi yorumlarım eşliğinde sizlere aslında sosyal medya gündemini, sosyal medyada şu sıralar beni nelerin neşelendirdiğini ve insanların daha çok üzerinde durduğu konuları ileteceğim.

Haydi o zaman, turumuz başlasın!

Tabii ki ilk gündemimiz yükselen döviz kurları… Bakalım konuyla ilgili en yaratıcı yorumlar kimlerden gelmiş?

(Not: Ben köşemi hazırlarken Dolar 6,54 idi; siz bu yazıyı okurken kaç olacak bakalım?)

Peki, sizce Çin Seddi nerede? Evet, Kim Milyoner Olmak İster’de yarışan hanımefendiden bahsediyorum…

Yorumları görelim!

Kızımızın durumu elbet beni de etkilemişti...

Fakat bu durumun fenomen olmama yetmedi elbet…

Durum komik olmaktan öte, soruya seyircilerin yalnızca %51’inin doğru cevap verebilmesi nedeniyle oldukça da kritik aslında…

15

TRENDING TOPIC Avrupa Yakası Rises! Türk dizilerinin birbirini tekrar eden senaryoları ve kalitesizleşen içerikleri bizlere sanıyorum geçmişte yapılmış kaliteli işleri özletti. Avrupa Yakası ise tabii ki bu kaliteli işlerin başında geliyor. Son günlerde sosyal medyada her derde deva repliklerine sıklıkla rastladığımız dizi için şimdi bir Twitter hesabı da mevcut…

Ve son olarak bir konu başlığı olmaksızın şu sıralar en çok güldüğüm popüler tweetleri şöööyle bırakıyorum!

İlk yazının günahı olmaz diyerek yeni köşemi beğendiğinizi umuyorum. Gelecek sayılarda çok daha farklı ve eğlenceli gündemlerle karşınızda olmayı diliyorum, kendinize iyi bakın!

16

H.İ.S / Caner Battaloğlu

Hayvan, İnsan, Sevgi Son zamanlarda hepimizin gözlemleyebildiği üzere ne yazık ki hayvanlara uygulanan şiddet günbegün artmakta. Hatta çoğunlukla uygulanan fiziksel şiddetin ötesinde hayvanlara karşı cinsel istismar haberleri de sıklıkla karşımıza çıkar oldu. Peki, hayvanlara uygulanan şiddet ve cinsel istismar neden bu kadar yüksek seviyelerde? Bu mide bulandırıcı kötülükleri yapanlar kendilerini savunabilecek cüreti nasıl kendilerinde bulabiliyorlar? Bunun sebebi hayvanlara şiddet yasasındaki açıklar ve eksiklikler mi? Yoksa cezaların caydırıcı olmaması mi? Bence, bunları tartışmak yerine bu sorunun en temeline inmeliyiz. Sizce toplumumuzda genel olarak hayvan sevgisi var mı?

Var ise de ne kadar yaygın?

Yapılan araştırmalara göre, çocuklara küçük yaşta aşılanan hayvan sevgisi çocukların duygusal ve sosyal gelişiminde çok önemli bir rol oynuyor.

Araştırmalar gösteriyor ki evcil bir hayvan besleyenler daha sosyal bir çevreye sahipler. Evcil hayvan sahipleri evcil hayvan beslemeyenlere nazaran daha disiplinli çalışabilirken aynı zamanda da olumsuz duygularla daha iyi başa çıkabiliyorlar. Bunun yanı sıra, genel çerçevede evcil hayvan besleyenler fiziksel olarak daha sağlıklı ve fit vücutlara sahip oluyorlar.

Evinde hayvan besleyen aileler, mutlaka ve mutlaka hayvanın bakımı için yapılan görev dağılımında çocuklarına yaşlarına uygun görevler vermelidir. Bu görevler çocuklarının özgüvenini arttırarak kendi benliğine saygı duymalarını sağlayacaktır. Özellikle çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde evcil hayvanı olan çocukların yaş itibariyle hayvanın bakımı ile ilgili konularda daha fazla sorumluluk

17

H.İ.S alması onların özerklik kazanımını desteklemektedir. Öte yandan, evinde hayvan beslenen çocuklarda çıkar gözetmeksizin empati kurmayı öğrendikleri görülüyor.

Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden (DBE) Uzman Psikolog Ayşen Kayahan, “Hayvanlarla sağlıklı bir ilişki, öncelikle çocuğun kendisi dışında bir varlığın, üstelik kendisine benzemeyen bir canlının varlığını kabullenmesi sonucunu doğurur. Eğer hayvanla ilişki, bir hükmetme ve nesneleştirme temeli üzerine kurulmazsa, çocuk hayvanı kendi varlığını bütünleyen bir başka canlı olarak görecektir. Ancak modern hayatta hayvanla kurulan ilişki, maalesef bir nesneleştirme ilişkisine dönüşmektedir” diyor. “Hayvanlarla ilişki; çocuğa, insanın nasıl doğanın bir parçası olduğunu da anlatır. İnsanlar gibi olmasa da, hayvanın da acı çekebildiğini, üzülebildiğini, sevinebildiğini, sevgi ve bağlılık hissedebildiğini, hastalanabildiğini, insanlar gibi bir vücut çalışma sistemi olduğunu, hatta benzer organları olduğunu öğrenen çocuk, onu artık tamamen yabancı, dolayısıyla korkulacak bir varlık gibi algılamaz” diyen Kayahan ayrıca; hayvan beslemek, onu sevmek, ona zarar vermemek, onun iyiliğini düşünmek gibi davranışların çocuklarda sadece hayvanlara karşı hissedilen olumlu duyguları beslemekle kalmadığını, ayrıca kendisinden başka diğer varlıklara da değer vererek benmerkezci olmalarının önüne geçildiğini belirtiyor.

Hayvana şiddet ve cinsel istismar sorununun benim fikrimde temelden çözümü yalnızca çocuklarımıza ve çevremize hayvan sevgisini aşılamaktan geçiyor. Ne zaman ki diğer varlıkların toplumumuzdaki varlığını ve onların da toplumun bir parçası olduğu fikrini benimser ve diğer insanların da bu durumun farkında olmasını sağlarsak işte o zaman gündemimizde bulunan bu sorunun önüne kesin olarak geçebiliriz. Yasalarda değişiklik, cezaların caydırıcı olması vs. kalıcı çözümler olmaktan çok öte ancak birkaç seneyi kurtarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Hayvanları sevin, sevdirin. Çocuklarımıza hayvan sevgisini tattıralım ve bu müthiş bilinci nesilden nesile aktaralım.

18

TEKNOLOJİ / Kerem Sağlam

GALAXY NOTE 9 GELİYOR!

Samsung’un sevilen serisi Note, yeni ürünüyle piyasaya çıkıyor. Hatta birtakım söylentilere göre bu ürünle serinin sonlanacağı söyleniyor. Bu telefondan beklentiler oldukça büyük. Acaba seleflerinden farkı ne olacak?

Kısaca kesinleşmiş özelliklerinden bahsetmek gerekirse söz konusu telefon; 6,4 inç boyutunda, 2960×1440 piksel Super Amoled bir ekran, 6 GB / 8 GB RAM ve 128 GB / 256 GB / 512 GB depolama seçenekleri ile geliyor. İşlemcisinin ise Exynos 9810 ya da Snapdragon 845 olacağı söyleniyor.

Arkasında ise Galaxy S9+ gibi çift lensli 12 megapiksel bir kamera sistemi yer alacak. Bu şekilde kullanıcıya bir geniş, bir de zoom lens imkanı sunuluyor. Kamera performasının oldukça arttığı iddia edilen telefonun ön kamerası ise 8 megapiksel çözünürlükte, F1.7 diyaframa ve 1/3.6 inç sensöre sahip. 3.5mm kulaklık girişini de bünyesinde barındıran cihaz, 4.000 mAh pil taşıyor. Şimdiye kadar birçok sızıntı haber ve söylenti, Samsung Galaxy Note 9’un beraberinde birçok yenilik getiren bir S Pen ile geleceği yönündeydi. Samsung, her yeni Note telefonu ile S Pen’i de güncelliyor ancak dokuzuncu nesil S Pen’in Bluetooth bağlantısına sahip olacağı yönündeki söylentiler beklentileri farklı bir seviyeye yükseltti...

19

Selefi olan Note 8’in kalemine göre daha keskin hatlara sahip olduğu göze çarpan dokuzuncu nesil S Pen’in en önemli özelliği ise, ilk kez iki farklı renk tonunu bir arada taşıyacak bir versiyona sahip olması. Ürünün “Coral Blue” (Mercan Mavisi) versiyonu Note 9’un gövdesinin tam zıttı olan sarı renkte. Kalemin üst kısmı ise telefonun çerçevesi ile uyum sağlaması adına mavi renkte imal edilmiş.

Dokuzuncu nesil S Pen’in Bluetooth desteğine sahip olması demek daha önceki hiçbir S Pen’de görülmemiş özelliklerin yeni nesilde karşımıza çıkabileceği anlamına geliyor. Örneğin, yeni S Pen müzik ve video gibi medya oynatıcı kontrollerini uzaktan kumanda edebilir, bir selfie çekme butonu görevi görebilir ve hatta bir oyun kumandası rolünü üstlenerek mobil oyun deneyimine farklı bir boyut getirebilir. Buna ek olarak dijital asistan Bixby’e hızlı erişim sunacağı söylenen yeni S-Pen, telefondan metrelerce uzakta dahi bu görevleri yerine getirebilecek deniyor.

Bakalım bu merakla beklenen telefonda bizi daha başka ne gibi sürprizler bekliyor...

Ekim sayısında görüşmek üzere, keyifli okumalar!

Neler Yaptık 2 3 12 12 16 27

Ağustos

118Y LYÇ Ağustos Ayı Konsey Toplantısı Ağustos

KİKA: Uluslararası Bira Günü Ağustos

Fenerbahçe Leo Kulübü Ağustos Ayı Toplantısı Ağustos

Raptiye Komitesi Toplantısı Ağustos

HİS Komitesi Toplantısı Ağustos

YK Toplantısı

Neler Yapacağız 9 10 15 16 18 22 23

29 3

✓

2 NY / 1 MG

?

Eylül Fenerbahçe Leo Kulübü Eylül Ayı Toplantısı Eylül 118Y LYÇ Eylül Ayı Konsey Toplantısı

Eylül HİS: Orman Beslemesi

Eylül 1. MD Konseyi, İstanbul

Eylül Fenerbahçe Lions Kulübü Eylül Ayı Toplantısı Eylül 118Y LYÇ Motivasyon Kampı, Şile

Eylül Ev Sohbet Ekim HİS Projesi Farkındalık Konferansı

20

KÜLTÜR & SANAT /Ayşe Doğa Ülgen

.

SERGI

Yer : Anna Laudel Contemporary Tarih : 13 Eylül – 26 Ekim 2018

Her türlü estetik kaygının dışında, yirminci yüzyılda sürrealizmin en güzel örneklerini veren Miró’nun 300’ü aşkın orijinal eserinin dünyada ilk kez bir arada bulunduğu sergi; sürrealizm, çocukluğun rolü, özgürlük, renkler, sanatçının eli, sadelik ve İspanya temalarında kurgulandı. Miró’nun sulu boyalar, baskı resimler, çizimler, kolajlar, mektuplardan oluşan litografi ve gravür ağırlıklı en büyük grafik sanatı koleksiyonu olarak nitelendirilen sergide aynı zamanda JeanChristophe Hubert’in özel çabasıyla Miró’nun yakın arkadaşı Picasso’nun da 20 eseri bulunuyor. Miró’nun eserlerini ürettiği litografi makinesi ve Palma de Mallorca’daki atölyesinin de bulunduğu sergideki 40 eser ise çocukların göz hizasında sergilenerek çocukların sanata olan algısını geliştiriyor.

SERGI

Anna Laudel Contemporary, Daniele Sigalot’un “İmparatorluklar Öncesi” isimli kişisel sergisini 13 Eylül’de sanatseverlerle buluşturuyor. Sergide büyük ölçekli enstalasyonları ve alışılmadık mozaikleriyle tanınan İtalyan sanatçının son zaman çalışmalarının yanında bu sergi için özel olarak ürettiği yeni işleri de bulunuyor.

JOAN MIRÓ LİTOGRAFI VE GRAVÜR

.

İMPARATORLUKLAR ÖNCESİ

Yer : Uniq Expo Tarih : 30 Mayıs – 2 Aralık 2018

TAC’IN NÖBETÇİLERİ

Yer : Toy İstanbul Tarih : 26 Eylül , 20:30

21

Nikolay Gogol’un en sevilen öykülerinden olan Bir Delinin Hatıra Defteri 1965 yılında sahneye uyarlanmış ve ülkemizde ilk tek kişilik oyun olarak Genco Erkal tarafından Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oynanmıştı.

Yıllar boyunca sanatçı aynı eseri üç kez, üç değişik yorumla sahneledi. Şimdiki yapım ise oyunun 50. yıl kutlaması olarak gündeme geliyor. Gogol’un toplumsal kara mizah başyapıtı bir kez daha güldürürken içimizi acıtacak.

11 Eylül, 20:30 - Trump Kültür ve Gösteri Merkezi 13 Eylül, 20:30 – Kadıköy Halk Eğitim Merkezi

MÜZİKAL

“Dillere destan hikâyesi ve eşsiz mimarisiyle dünyanın yedi harikasından biri olmuş, aşkın ve cennetin tasviri görkemli yapı Tac Mahal’in doğumuna saatler var. Günün ilk ışıklarında görülmeyi beklemekte. Meraklı gözlerden uzak tutulması için on altı yıl bir duvarın arkasına gizlenmiş, kimsenin neye benzediğini bilmediği bir güzellik. O duvarın önündeyse uçan peronlar, taşınabilir delikler ve kuş sürüleri var. Bir de Hümayun ve Babür.”

Birçok ödüle layık görülen bu oyun, temelinde güzellik kavramını tartışırken inanç ve kanunların onu nasıl yok edebileceğini inceliyor. Tac’ın Nöbetçileri kurallar ve özgürlük arasına sıkışmış bizleri yeni bir masala çağırıyor...

BIR DELİNİN HATIRA DEFTERİ

KÜLTÜR & SANAT

TRANSİT

KÜÇÜK BİR RİCA

Alman yazar Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan son filmi, günümüzün göçmen krizine Avrupa’nın geçmişinden doğru bakıyor. Anna Seghers’in 1942 tarihli romanından uyarlanan filmde Nazi işgalinden kaçan Georg adında bir adam, elinde evrakları bulunan, ölmüş bir yazarın kimliğini üstlenir.

Georg, Marsilya’dan gemiye binebilmek için beklerken kendi gibi birçok mülteciyle tanışır ancak gizemli Marie ile tanıştığında planları değişir. Christian Petzold, tarihten ödünç aldığı bir hikâyeyi günümüz Marsilya’sında çekerek hem 75 yılda çok az şeyin değiştiğini vurguluyor hem göçmenlik ve arada kalmışlığa dair sinemasal bir tartışma alanı açıyor. Film 7 Eylül’de izleyici ile buluşacak.

Küçük bir kasabada yaşayan fakat çektiği günlük videolarla internette ün kazanmış olan ev kadını Stephanie Ward’un hayatı, en yakın arkadaşı Emily Nelson’ın en ufak bir iz dahi bırakmadan kaybolmasıyla alt üst olur.

Tüm vaktini Emily’nin izini aramaya adayan Stephanie’ye Emily’nin kocası Sean da yardımcı olmaya çalışacak, bazı sırlar ortaya çıktıkça öyküye dâhil olan herkesin hayatı değişecektir. Gizem dolu bu film 14 Eylül’de vizyonda olacak.

GARANTİ CAZ YEŞİLİ: WARHAUS

VEGA

Belçikalı Indie Rock grubu Balthazar’ın sesi ve yüzü Maarten Devoldere’nin solo projesi Warhaus, İstanbul’da! İlk tekliyi “The Good Lie”ı kız arkadaşı ve Soldier’s Heart’ın da vokalisti olan Sylvie Kreusch ile tamamladı. 2016 tarihli ilk albüm “We F*cked a Flame into Being”in başlığı D.H. Lawrence romanı “Lady Chatterley’in Sevgilisi”nden bir alıntıydı. Bu albümün karanlık hâletiruhiyesiyle Leonard Cohen, Serge Gainsbourg ve Tom Waits’e benzetilen Warhaus’u dinlemek için siz de bizim kadar heyecanlı mısınız?

Müzik kariyerlerinde verdikleri 12 yıllık aradan sonra geçtiğimiz yıl “Delinin Yıldızı” adlı albümleri ile geri dönüş yapan Türk Rock müziğinin sevilen grubu hayranları ile bir araya gelmeye devam ediyor. Çok özlediğin ve 12 yıllık aranın ardından çıkarttıkları albüme dört elle sarıldığın Vega’nın canlı performansını izlemeye hazır mısın?

Yer : IF Performance Hall, Beşiktaş Tarih : 21 Eylül, 20:00

Yer : Salon İKSV Tarih :15 Eylül, 22:30

22

“YURTTA SULH, .

CIHANDA SULH.” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

dünya

. . 21 eylül .