1
SORRY! ÇARE HALK IKTIDARI Seçimler yaklaştıkça tahminler de çoğalıyor. AKP’nin belirli oranda gerilediği herkesin malumu. A.Gül dahil, muhalefetin daha güçlü olacağı sınırlanmış bir AKP iktidarı tahmin ediyor. Bunu da kötü bir sonuç olarak görmediğini konuşmasının devamındaki sözleriyle ifade etmiş oluyor. Rayından çıkmış, daha önemlisi artık çökmüş-eskimiş bir modeli temsil eden AKP rejiminin yeni bir hatta oturtulması yönünde pek çok kesimin beklentisi var. Erdoğan-AKP iktidarının dengelenmesi toplumsal muhalefet için de olumludur. Peki dengelenmiş, yeni bir hatta oturtulmuş AKP rejimi içinde halkın hangi sorunlarına çözüm bulunabilir. Elbette, bugüne göre daha iyi olabilecek şeylerin de olduğu söylenebilir. Bu durum ehven-i şer görülebilir. Bununla yetineceklerin varlığı da biliniyor. Solda zaten bir süredir yetmez ama evetçilik farklı dönümlerde, farklı gerekçelerle üretilen bir siyaset tarzı haline geldi. Peki ya bundan sonrası! Seçim vaatlerine bakarak da bir şeyler söylemek mümkün. Ama
2
düzeni değiştirmeye odaklayan güçlü bir siyasal özneye olan ihtiyaç her geçen gün daha da artıyor. Ekonomik ve siyasi olarak derinleşen kriz hakim sınıflar içinde de yeni bir ittifak-ayrışma-çatışma zeminini geliştiriyor. Uluslar arası sermayenin de ve emperyalist merkezlerin de içinde olduğu bu geçiş içerisinde, rejim yeni bir hatta oturtulmaya çalışıyor. Bunun içinde gündeme gelecek kimi değişiklikler de muhtemeldir. Ancak değişmeyecek olan gerçek artık demokrasinin ve emekçilerin haklarının kazanılmasının bugünkü düzen ve sistem içerisinde mümkün olmayacağıdır. Ülkemiz bugün de farklı sermaye fraksiyonlarının çelişkili ittifakı içinde yönetilmektedir. Oligarşik yapı, AKP döneminde yeni eklenen sermaye fraksiyonu ile birlikte güçlenmiş ve küreselleşme sürecinin sonucu olarak uluslar arası sermayenin belirleyici gücü artmıştır. Bunun yönetim biçimi de giderek demokratik karar alma ve halkın yönetime katılma kanallarını kapatarak gerçekleştirilmektedir. Böylesi bir sistem içerisinde demokrasinin ve özgürleşmenin gerçekleştirilmesi ancak düzenin köklü bir değişimi çerçevesinde mümkün olacaktır. Böylesi bir hareket, krizin uzun vadeli etkileri karşısında bugünden toplumsal-sınıfsal zeminler içerisinde edineceği güçle birlikte geçiş döasıl mesele halkın özgürlük ve ekmek talebinin popülist
nemine emekçilerin lehine yapılan stratejik bir hamledir.
biçimlerde içerilmesi, bir yanıyla halk muhalefetinin baskısının bir sonucudur. Ama aynı zamanda düzenin halk
Böyle bir mücadele kimi zaman rüzgarın aksi yönünde
muhalefeti karşısında aldığı bir önlemdir.
yürümeyi gereklı kılar. HAZİRAN, bu anlamda rüzgara karşı yürümektir. Şimdilerde herkesin oy ve seçim gün-
Bugün kulağa hoş gelen sözleri, kutlu doğum masala-
demi üzerinde konuşmaktan başka bir şey düşünmezken
rında getirilen nedametleri bir kenara bırakarak sandık
HAZİRAN’ın yürüyüşü, böyle bir mücadelenin taşlarını
düzleminde seçenek olarak görülebilen tüm siyasetlerin
dizmeye devam ediyor. Muhtemelen seçimden sonra biri-
gerçek bir umudu temsil etmediğini söylemek gerek.
leri yine mangalda kül bırakmayıp, HAZİRAN’a devrimcilik öğretmeye kalkacaktır, ondan da şüphemiz yok. Çünkü
Aması-fakatı olmadan HAZİRAN direnişinin devrimci de-
çağımızın bir özelliği olsa gerek herkes aynı anda bir kaç
mokratik değişim uğrağını izleyerek bir çözüm bulunacak
şey olabildiği, hem onu hem bunu savunabildiği tuhaf za-
ya da düzenin farklı versiyonları arasındaki sahte değişim
manlardayız.
umutları içinde halkın direnme potansiyeli ezilecek ya da etkisizleştirecek .
Şimdilik, herkesin seçim sonucu tahminleri falan yaptığı kendince çözüm önerilerini sıraladığı noktada biz de ken-
Böyle bir mücadelenin bugün mücadelesini rejim sınırları
di çözümüzümüzü söylemekle yetinelim.
içerisine sıkıştırılmış salt Başkanlık Sistemi ya da Erdoğan’ın ne olacağı üzerinden şekillendirmek eksik ve yanıl-
Tek çara birleşik direniş, tek çözüm halkın iktidarı!
tıcıdır. AKP’nin çözüldüğü ancak rejimin ana karakteririnin sorgulanmadığı bu düzlemin ötesinde, politik iddialasını
3
UMUT.. .HAYAL... ADALET... CESARET
GALEANO UMUTTAN ÖTE... EVİN DENİZ
Galeano’yu kaybettiğimiz haberini tam da kendisini Ankara’ya davet etme heyecanını yaşarken aldık. İçinde bulunduğumuz durumu onunla birlikte değerlendirmek istiyorduk, olmadı… Eduardo Galeano, Türkiye’de ne kadar tanınıyor bilemiyorum ama Latin Amerika ve İspanya’da çok özel bir yeri var. Di’li geçmiş zaman kullanamıyorum çünkü Galeano bizim için ışık olmaya devam ediyor ve hep de devam edecek. O, yazdıkları sınıflandırılamayan bir yazar. Yazdıkları kısa, yoğun ve basittir; o kadar basittir ki mükemmele yaklaşır. O’na göre “yalnızca sessizlikten daha iyi olan sözcükler yazılmayı hak ederler.” Sessizlik de bir dildir, hatta en güçlü ve en etkili dildir.
Politik eleştiri içeren yazıların ve kitapların sıkıcı olmalarını da eleştirir. Tarihi de çok insani bir dille anlatır bize Galeano, tıpkı “Günlerin Çocukları” kitabında insanlık tarihini, insanlığın günlüğünü tutarak anlattığı gibi... Yazdıklarının etiketlenememesinden ayrıca memnundur; “insanların alınlarında etiketlerle” dolaşmak durumunda bırakılmalarına katlanamaz. Bu etiketler sayesinde insanların çok kolay bir şekilde manipüle edildiklerini savunur. “Başarı”yı her şeyin üstünde tutan sistemi “insan düşmanı” olarak tanımlar. “Başarı hastalığına yakalandık hepimiz” der. O’na göre kazanmak için yaşamaya değmez, bilincimizi takip etmek için yaşamak gerekir. Latin Amerika yerlilerinden ne kadar etkilendiğini net bir şekilde görürüz kitaplarında. Onların hikayelerini, bilgeliklerini ve mücadelelerini de en güzel Galeano anlatır zaten. “Doğal kaynakların bugün bize iş ve aş veriyor olmasının ileride ne tür bir açlıkla karşılaşacağımızı ortaya koyduğunu” vurgular her seferinde. Galeano’nun “omzuna dokunan, beni yaz diyen” hikayelerinin önemli bir bölümü kadınlar üzerinedir. Kadınların “sandalyenin arkasındaki desteğe indirgendiği” bu dünyada Galeano feministtir, hem de en güzellerinden... Madrid’de Puerta del Sol Meydanı’nda Öfkeliler’in çadırları arasında dolaşırken yeniden coşkuyla dolduğunu söyler. “Sürekli iyimser değilim, öyle olanlara da inanmam.” diyen Galeano umutla dolmuş-
diler.” der. Ancak değişimin de zaman aldığını bilir. Gençlerin
tur Öfkeliler’in arasında. Hareketi de yine en iyi O tanımlar;
dünyayı olduğu gibi kabullenmeye zorlayan düzene karşı çık-
“Öfkeliler sebepleriyle duygularını birleştirdiler. Görünmezler
maları O’na umut verir.
kendilerini görünür kıldılar.” Birçok yazar umut verir bize yazdıklarıyla, Galeano sadece Mücadelelerin haklar üzerinden tanımlandığı bugünlerde bir
umut vermez, mücadele için araçlar sunar, her şeyden önem-
eksikliğe dikkat çeker. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde
lisi güç verir…
bile geçmeyen “hayal kurma hakkı”ndan söz eder. Öfkelilerin, Galeano’dan bu anlamda etkilendiklerini şu sloganlarından anlıyoruz: “Siz bizim hayal kurmamıza izin vermezseniz, biz de sizin uyumanıza izin vermeyiz!” Galeano adalet konusunda da dertlenir “yakıcı gerçeklerin” dünyasında. “Adaleti elimizden aldılar ve bize kanunları ver
6
AKP İKTİDARINDA GAZETECİLİK DAVALARDAKI SIYASET VE GERÇEK İzmir Karabağlar’da polis karakolunda Fevziye Cengiz’e uygulanan işkence ile ilgili haberiniz
KEMAL GÖKTAŞ Söyleşi Ekin Akyaz
üzerine size de dava açıldı. Öncelikle Fevziye Cengiz’in davasıyla başlayalım isterseniz. Nasıl bir dava süreci yaşandı? İzmir Karabağlar davası, 2011 yılında bir müzikholde çalışan kadının işkence görmesiyle ilgili bir dava. Hatırlanacağı üzere o dönemde Fevziye Cengiz, eşi ve damadı ile birlikte gezmeye gidiyor. Polis kimlik araması yapmaya girdiği sırada kimliği yanında olmadığı için eşi kimliği getirmeye gidiyor. Polisin sert tavırlarına karşı çıkıyor ve gözaltına alınıyor. Daha sonra karakolda ciddi bir işkence görüyor, doktorda bunu gizleyen bir rapor hazırlıyor. Daha sonra işkenceye uğradığına dair bir suç duyurusunda bulunuyor. Ben olaya o aşamada dahil oldum, diyebilirim. Soruşturmaya çok ilginç bir biçimde Karabağlar Polis Merkezi’nin içerisindeki görüntüler ortaya çıktı. O görüntüler vahim bir işkence görüntüsüydü. O dönem hemen herkes izlemiştir. Ama iddianamede sanki öyle bir işkence olmamış gibi polise basit yaralamadan, kadına da polise hakaret ve direnme suçlarından, ceza isteniyordu. Kadına istenen ceza 6,5 yıl, polise istenen ceza 1,5 yılla sınırlı kalıyordu. Türkiye’deki “İnsan Hakları İhlalleri”ndeki önemli suçlardan biri mağdurun fail haline getirilmesi, mağdurun suçlu çıkarılması meselesi. Bu o iddianamede de karşımıza çıktı. Ama Bilirkişi Raporu’nda şu fark edildi; polis bilirkişiler atanmış, emniyette incelenmiş görüntüler ve dayak olayından hiç bahsedilmemiş,
7
karşılıklı küçük bir arbedeymiş gibi rapor tutulmuş. Savcı
mında. Bu durum, mağdur açısından oldukça vahim. Çok
da bu rapora dayanarak görüntüleri izlemeden bir iddia-
zor günler yaşadı, hala yaşıyor. Yoksul bir kadın sonuçta.
name tanzim etmiş. Dolayısıyla o iddianame de bilirkişi
Polis sürekli konsomatris olduğuna vurgu yaptı ki öyle ol-
raporuna paralel olarak işkenceyi gizleyen bir iddianame
madığı halde. Zaten bunun bir önemi de yok. Çok ciddi
oldu. O bilirkişi raporunu yazdıktan sonra soruşturma açıl-
kişisel mağduriyetler yaşadı. Zaten hakaret suçundan ga-
dı bilirkişilere. Polis bilirkişiler mahkûm oldu. Her ne kadar
zetecilere bir sürü dava açılıyor. O en basit yöntem malum
ceza ertelenmiş olsa da bir işkence davasında bilirkişile-
bugünlerde Cumhurbaşkanına hakaret suçundan insanlar
rin haksız bulunması önemliydi. Çünkü birçok olayda bi-
tutuklanıyor. Bana da savcının iddianamesinde algı oluş-
lirkişiler kilit noktada durur. Örneğin, Ali İsmail Korkmaz
turmaya çalışma suçlaması yöneltildi. Gazeteciye yönelik
davasında da üniversiteden atanan bir öğretim görevlisi-
algı oluşturma suçlamasında bulunmak saçma. Çünkü
nin görüntüleri silmeye çalıştığını ortaya çıkarmıştık. İşte,
gazeteci bir algı oluşturmaya çalışır, ben de bir algı oluş-
Karabağlar davasında da bilirkişilerin raporunun yanlış ol-
turmaya çalıştım. Oluşturmaya çalıştığım algı, bunun bir
duğu ispatlandığı için dava, işkence davasına dönüşebildi
işkence suçu olduğuydu. Yargı kararları ya da karar süreçli
ve Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edildi. Polisler hakkın-
nihai karar verildikten sonra eleştirilecek, haberleştirilecek
da işkence suçundan bir yargılama başlamış oldu. Savcı
süreçler değildir. Bunun her aşaması kamuoyu ile pay-
geçen sene o iddianamenin de gerisine düşerek dedi ki;
laşılabilmelidir. Çünkü bu tür davaların her aşamasında
“Burada mağdur kadın, polise direnerek ve hakaret ederek
kamuoyunun da bir gözetimi gerekir. Savcılar, hakimler
polisi tahrik etmiştir. Burada haksız tahrik vardır. Polisler
dokunulamaz değildir, eleştirilmez değildir. İnsan Hakları
de bu olayın kızgınlığı ile mağdura basit yaralama fiilinde
İhlalleri söz konusu olduğunda yargı pratikleri mutlaka ka-
bulunmuşlardır.” Böyle olunca polisler için istenen ceza,
munun denetiminde olması gerekir. Bunu yapacak olan da
üst sınırı 1,5 yıl, kadın içinse üst sınırı 9 yılı geçen bir ceza
gazetecilerdir. O nedenle bu bir insana; “Sen niye sokakta
istenmesine dönüştürüldü. Üstelik bir haksızlık karşısında
yürüyorsun?” der gibi. Doktora; “Neden hastanı muayene
polise direnildiğinde karşısında ne kadar polis varsa o ka-
ediyorsun?” der gibi. Avukata; “Neden savunuyorsun?”
dar çok direnme suçu işlemiş oluyor. İşte, ben savcının bu
der gibi bir dava. Savcı neden böyle bir yola gitti? Haber-
mütalaasını skandal diye haberleştirip, eleştirel bir haber
de hakaret olabilecek bir ifade bulamadılar. İnsan Hakla-
yazdım. Bir kere işkence insanlık suçu kapsamına girer ve
rı’na yönelik haberleri bir algı oluşturmanın parçası olarak
Türk Ceza Kanunu’nda da zaman aşımına uğramayan bir
göstermek için bu yola gittiler. Zaten davanın aşamaları
suçtur. Türkiye’nin imza attığı uluslararası sözleşmelere
da tipik Türkiye’deki dava aşamaları gibi. Ben Ankara’da
göre, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmeleri’ne göre kesin
talimatla ifade vermeyi reddettim. Çünkü daha önce de bir
yasaklanmıştır. Hiç bir zaman işkence yasağı delinemez.
HSYK Başkan Vekili’yle ilgili yaptığım bir haberden ötürü
Savaş dönemlerinde dahi yasaktır. Bu basının takip etmesi
daha önce de yargılanmıştım. Bana cezayı veren hakim,
gereken, kamuoyuna duyurması gereken bir davaydı. Sav-
para cezasına çevirdi onu. Ama ertelemeyi reddetmişti,
cı buna soruşmaya açtı.
suç işlemeye eğilimli gördüğü için ertelemeyi reddettiğini yazmıştı kararına. Üstelik o zamana değin herhangi
Fevziye Cengiz’in davasının skandal aşamaları ortada. Peki,
bir sabıkam yoktu ve hakim beni görmemişti. Bu yüzden
sizin dava süreciniz nasıl başladı?
böyle önemli davalarda ben, beni yargılayacak olan haki-
O dönemde benim haberimi yayınlayan Radikal sitesine
min önünde ifade vermeyi tercih ediyorum. Ama maalesef
de bir yasaklama tedbirine başvurdular. Dava açıldı, sav-
İstanbul’a gittiğimizde o hakim izinliydi. Yine başka bir ha-
cı aslında benim hem yargılamayı etkilemeye teşebbüs
kim ifademi aldı. Bu da tabii olayın başka bir yönü.
ettiğimi hem de hakaret ettiğimi iddia ediyordu. İstanbul
8
Savcılığı yürütüyordu bu soruşturmayı şöyle bir yola gitti,
Gazetelerde son dönemlerde kadın cinayetlerine daha faz-
teşebbüs iddiasını yok etti. Ama hakaret suçundan dava
la yer veriliyor. Ama son derece trajik anlatılar olması gere-
açtı. Onun da üst sınırı iki yıl dört ayı buluyordu. Yani, or-
kiyormuş gibi bir kanı hakim. Bunu ve medyanın cinsiyetçi
taya çıkan manzara şu; bir işkence öyküsü var. O işkence
dilini nasıl değerlendiriyorsunuz?
öyküsünü ortaya çıkaran gazeteciye iki yıl dört ay, mağdu-
Çok geniş bir alanda gazetecilik yapmaya çalışıyoruz. O
ra dokuz yıl, polise ise bir yıl ceza isteniyor.
nedenle pek çok şeyi de atlayabiliyoruz. Ben kendimi in-
Bu Türkiye’nin özeti aslında. Hem polise verilen cüret
san hakları ve yargı muhabiri olarak tarif ediyorum. Yar-
hem yargının durumu hem de basına yönelik baskı anla-
gı muhabirliğini de insan hakları bakış açısıyla yapmaya
çalışıyorum. Kadın meselesi tabii burada en önemli unsur. Bir dönemdir medyada bu anlamda bir ilerleme var. En azından kadın cinayetlerinin bir tür 3.sayfa haberi olarak yayınlanmasında
ciddi
bir
azalma var. Bunda tabii ki baş aktör kadınlar. Kadınların verdiği mücadele medya içindeki insan hakları bakış açısıyla haber yapan gazetecilerin de bunda payı var. Medyada erkek bakış açısı hala egemen ama gerek kadın çalışanların bakış açısı gerek insan hakları eksenli haber yapan çalışanlarlar bu durumu bir nebzede olsa, iyileştirdiler. Ve tabi kadın meselesiyle ilgilenmek için gazetelerdeki erkek egemen bakış açısıyla çokça mücadele etmeniz gerekiyor. Ayrımcılık yapmadığını iddia eden eşitlikçi baktığını düşünen pek çok insan kadın meselesi söz konusu olduğunda çokça fire veriyor. Bu mesele sürekli bir bilinç ve içsel mücadele gerektiriyor. Sonuçta erkekler olarak bu meselede iktidar konumundayız. Bu iktidar konumunu terk etmek bununla hesaplaşmak ve o iktidar durumunu kullanmamak ciddi bir bilinç gerektiriyor. Çok azımız bunu yapabiliyoruz. Özellikle cinsel saldırı suçlarındaki yöntemimiz ne olmalı? Detay verilmeli mi verilmemeli mi? Vahameti anlatmak ama bir yanıyla pornografik bir anlatıma düşme kaygısı, aslında her alanda olduğu gibi kadın mücadelesi alanında da ge-
Dönüp baktığımızda çok ürkütücü bir dönemden geçtik. G azetecinin tutuklanma endişesi taşıdığı bir dönemdi bu. Arkadaşlarımızın tutuklandığı bir dönemdi bize fısıltı ile potansiyel tutuklu olduğumuzun söylediği bir dönemdi. Bu dönem atlatılmış gibi görülüyor. En azından kriminal açıdan, kumpasla karşılaşma olasılığımızın azaldığını düşünüyoruz. Ama hükümet, sermaye ve basın ilişkilerindeki ana eksen kaybolmuş değil. Sonuçta, biz ana akımda insan hakları ekseninde habercilik yapmaya çalışıyoruz. Bizim haberlerimizin gücü aslında gerçekliğin nesnel temsilinden geliyor. Bu ne demek? Evet, belki bir tarafız o tarafgirliğimizin bir sonucu olarak da tepki çekebiliyoruz. Ama bizi diğer yandaş habercilerden ayıran şey; o nesnellikten asla kopmadan bunu yapıyoruz.
lişmeler yaşandıkça dönüşümün olduğunu görebiliyoruz.
9
Henüz gazeteleri elimize aldığımızda ciddi bir yansımasını
ya çalışıyoruz. Bizim haberlerimizin gücü aslında gerçek-
göremiyor olsak da ilerleme olduğunu söylemek mümkün.
liğin nesnel temsilinden geliyor. Bu ne demek? Evet, belki
Benim bu konuda bazı önerilerim var. Mesela bir kadın
bir tarafız o tarafgirliğimizin bir sonucu olarak da tepki
uzman olması gerekir, gazetenin her sayfasını kadın ba-
çekebiliyoruz. Ama bizi diğer yandaş habercilerden ayıran
kış açısıyla denetleyen, yazı işlerine resmen bu anlamda
şey; o nesnellikten asla kopmadan bunu yapıyoruz. Bunu
düzenleyecek birileri olmalı. Yine yönetsel anlamda çalı-
yaptığımız için de kimse bizim haberlerimize deyim yerin-
şan kadın sayısının artması gerekiyor. Tabi ki kadın olması
deyse çamur atamıyor. Ana akım içerisindeki varlığımızın
yetmiyor, kadın bakış açısına sahip olması gerekiyor. Ama
devam etmesi de bu gerçekliğe ilişkin sadakatimizden ve
yine de tecavüz haberinin doğrudan pornografik bir anla-
bu gerçeği ortaya çıkarmaktaki gayretimizden kaynaklanı-
tıya dönüştüğü dönemlere göre ana akım da bile bir ilerle-
yor. Çünkü kimsenin öyle değil demediği haberler, bu ha-
me olduğunu gösteriyor. Çünkü Kadın Hareketi’nin göster-
berler. İnsanın aklıyla dalga geçen manşetlerle çıkabiliyor.
diği refleksler, gazeteleri buna zorluyor.
Gazeteler bunu gerçeklikten kopararak, pespayeleşerek yapabiliyorlar. Dolayısıyla, ne kadar sermaye, hükümet ne
Peki, son dönemde gazetecilere yönelik artan baskı-sansür
kadar güç vehmederse vehmetsinler bu tür bir gazetecilik
ve bunun AKP döneminde aldığı biçim hakkında ne düşü-
karşısında çok zayıf ve aciz duruma düştüklerini düşünü-
nüyorsunuz?
yorum. Bunun da giderek yaygınlaştığını görmek, diğer
Ben hemen hemen çok önemsediğim her haberden son-
gazetecilerin de bu tarzla buluşarak gerçeği yayınlamakta
ra bir dava ile muhatabı oldum. Daha önce “Tele kulak
gazetecilik ısrarıyla sadakat içerisinde olması çok önemli.
Davası” vardı. Orada Gökçer Tahincioğlu ile yargılandık.
Hani çok beylik bir laf vardır; “Gerçekler devrimcidir.” Haki-
Ardından ben Hrant Dink kitabım nedeniyle “gizli belge
katen gerçeğin ısrarla vurgulanması toplum açısından yol
yayınlamak” suçuyla yargılandım. İzmir Karakol Davası’n-
açıcı bir şey. Ama hala çok kötü bir durum var basın açı-
da vs. Yani kayda değer haber yaptığınızda yargının bas-
sından. Alternatif ve muhalif medya üzerine düşünürken
kısını hissediyorsunuz. Dönüp baktığımızda çok ürkütücü
de ana akım üzerine düşünürken de gerçeklik ilkesinden
dönemlerden geçtik, her gazetecinin tutuklanma endişesi
kopmamak ve bizlerin yaptığı haberlerden yararlanıldığını
taşıdığı bir dönemdi bu. Arkadaşlarımızın tutuklandığı bir
unutmamak gerekiyor. Ana akım da yekpare alanlar değil.
dönemdi bize fısıltı ile potansiyel tutuklu olduğumuzun söylediği bir dönemdi. Bu dönem atlatılmış gibi görülüyor.
Şöyle bir talihsizlik de var. Türkiye’de “basın özgürlüğü”
En azından kriminal açıdan, kumpasla karşılaşma olasılığı-
sadece gazetecilerin bir sorunu gibi algılanıyor Toplum,
mızın azaldığını düşünüyoruz. Ama hükümet, sermaye ve
basın özgürlüğünün gerçekleşmesi için herhangi bir talebi
basın ilişkilerindeki ana eksen kaybolmuş değil. Sonuçta,
yükseltmiyor. Hatta “gazeteciler” toptancı bir bakış açısı
biz ana akımda insan hakları ekseninde habercilik yapma-
ile topluca nefret edilen bir meslek grubu olarak da algılanıyor. Gazetecilik, saygıdeğer bir meslek olarak görülmüyor ama bu manzara dönüp yine toplumun kendisini, toplumun bilgilenme hakkını vuruyor. Ben çok daha güçlü dayanışma ağlarının oluşturulmasını ve gazetecilere çok daha fazla sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yaptığımız işin doğal niteliğinden kaynaklı. Biz bir yerde bir basın toplantısı izliyorsak, onu haber yapıyorsak bunu kamu adına yapıyoruz. Bizim çalışma koşullarımızdaki her kötüleşme, her iktidar baskısı, her sansür doğrudan toplumun bir hakkını ihlal etmek oluyor. Ama herhangi bir gazetedeki toplu işten çıkarmalardan tutun da herhangi bir gazeteciye açılan dava, uygulanan baskı ya da sansür çok daha ciddi bir karşılık görmeli.
10
ILAHI SOL ! EMİR YILDIZ
Seçim dönemlerinin iyi yanı, herkesin gerçek fikrine rücu etmesi. Politik yönelimler reel siyaset, taktik adım türü laflar altına saklanmaya çalışılsa da özellikle de bu seçimlerde solda esaslı bir ideolojik-politik farklılaşma var. Sağ liberal savrulmanın parlamenterist sapma ve kimlikler siyasetine ilişkin yanlarına daha önceki yazılarda değinmiştik. Buna eşlik eden savrulma noktalarından birisi de İslami referanslarla kurulan bağ. Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz haftalarda buna ilişkin temel yaklaşımını ortaya koyarak, İslamileşme yönlü bir gelişmenin olmadığını iddia etmişti. Demirtaş, solun asıl mücadelesinin İslamileşmeye değil neoliberalizme karşı olması gerektiğini söylerken bir anlamda sol gösterip sağ vuruyordu. Ülkemizde dinci gericiliğin AKP iktidarı döneminde nasıl kurumsallaştırılarak toplumsal alana müdahale ettiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırız. Yine neoliberalizmle İslamcılık arasındaki bağı anlatmaya da fazla gerek olmamalı. Demirtaş’ın bu açıklaması, Kürt hareketinin ulusal niteliğine bağlı olarak İslami kesim ve akımlarla kurduğu ilişkinin bir gereği olarak görülebilir. Ancak solun İslamileşmeyi sorun etmemesi hatta onunla ilişkilenme çabasında olması bir başka tartışma konusudur.
11
***
Bir dönemde bunun azımsanmayacak bir etkisinin olduğu-
HDP listelerindeki İslamcı adayları da geçtim, solcu aday
nu söylemek mümkün. Ancak HAZİRAN direnişi bu ekseni
kontenjanından listeye girenler kutlu doğum kutlama ma-
kırdı. Ülkenin demokratikleştirilmesi ve özgürleşmesinin
salarına ip gibi dizilerek nedamet getiriyor! Bunu eleştir-
dini baskıya karşı mücadele içinde şekilleneceği bir poli-
mek de neredeyse günah kavlinden sayılıyor. CHP’nin de
tika ve mücadele alanı açıldı. Bu mücadele bir yönüyle de
bu konuda AKP ile yarıştığı malum.
neoliberalizmle bütünleşerek sınıfsal bir rol üstlenen –Korkut Boratav’ın tanımıyla- ideolojik İslamın kültürel Müslü-
Sadece oy almak için mi yapılıyor! Yani bir tür takiye mi söz
manlığı istismarına da karşı da bir mücadeledir. Sol, siyasal
konusu olan. Bu yönü de olabilir kuşkusuz ama ötesinde
İslama karşı mücadelesini bu anlamda dini referanslara da-
bir politik tercih de buna eşlik ediyor.
yanarak değil dinin kamusal alandaki etkinliğini ve toplum üzerindeki baskısını ortadan kaldırmaya yönelerek gerçek-
Soldaki kafa karışıklığının bir tezahürü olan bu adımlar,
leştirebilir.
AKP eliyle kurulan muhafazakar hegemonyanın çatlaklarını kapatma ve onun etkinliğini arttırma dışında bir anlam
Bu anlamda kutlu doğum haftası masalarına oturmakta
ifade etmiyor.
mahsur görmeyen ve onun ardına boncuk gibi dizilerek sol bir siyaset yürütebileceğini söyleyenlerle HAZİRAN’ın yolu
Son yıllarda ülkemizdeki temel saflaşma noktası, Kema-
arasında derin bir fark var.
lizmle özdeşleştirilen merkez-statüko ile AKP’nin sürükleyicisi olduğu liberal-muhafazakarlık arasında yaşandı.
*Ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte HAZİRAN direni-
Solun bir kesimi bu tartışma da rejimin bir dönem dışında
şinin ardından, Anti-Kapitalist Müslamanlar temelinde din
bıraktığı Kürt ve İslamcı kimlikler demokratikleşmenin te-
ve sol ilişkisine dair yapılan tartışmalar da dinle solun yeni
mel öznesi olarak görerek bu temeldeki bir ittifak içerisine
ilişkisinin referans noktalarından birisi haline getiriliyor.
girdi.
Gezi’de hayat bulan solun dinsel referanslara başvurmasının bir örneği değil, kendi iddiası ve diliyle kurduğu haya-
12
21.yüzyılın kimlik eksenli siyaset rüzgarına da dayanarak
tın içinde dinin de özgürce yaşanabileceğinin bir ifadesidir.
gelişen bu fikrin uzandığı noktalardan birisi de solun dinle
Dinin referanslarının neredeyse hiç bir şekilde yer bulma-
yeni bir bağ kurmasının gerekliliği üzerinden şekillendi. Bu
dığı b bu direniş sonrasında Anti-Kapitalist Müslümanların
görüş solun mücadele tarihini de bir biçimde eski rejimin
varlığına ilişkin yapılan abartılı ve yanlış değerlendirmeler
parçası haline getirmeye çalışarak, solun yeni siyaset ekse-
çerçevesinde solun bir kesiminin bir tür İlahileşmesinin hız-
nini bu düzleme doğru kaydırma çabasında oldu.
landığı da gördük.
POPÜLİST VE REALİST BİR SİYASALLIK ‘GÜÇLÜ ORDU’ ‘YENİ TÜRKİYE’ KANSU YILDIRIM
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ilk yıllarından bu yana hâkim söylemi, mağduriyet motifleri eşliğinde iki eksenin eleştirisi üzerinden yükseliyor; elitizm ve askeri vesayet. Elit eleştirisi, merkezinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) olduğu bir siyasal geleneğin ve Kemalizm’in anakronik yorumlanışına dayanıyor. Erken Cumhuriyet döneminden itibaren sabitlenmiş CHP kadroları ve parti zihniyeti olduğu varsayımıyla, toplumsal yaşamdaki kutuplaşmalar, çelişkiler ve ekonomik krizler için siyasi müsebbip olarak anılıyor ve bu da ikili bir kodlamayla yapılıyor: İdeoloji düzeyinde Kemalizm ve kurumsallık düzeyinde CHP, çoğulcu parlamenter demokratik sistemi sekteye uğrattığı için kötü özne olarak kabul ediliyor. AKP’nin liberal epistemoloji içinde devlet ve sivil toplum ayrımına dayandırdığı bu yaklaşımda CHP’nin devleti ve devlet aklını temsil eden blok bir yapı olduğu söylemi dolaşıma sokuluyor. Dikkat edersek AKP tarafından çoğu konuda tek parti iktidarı dönemindeki CHP ima edilerek yapılan eleştiriler bu yaklaşımın bir sonucudur. Elit eleştirisini, CHP’ye ve Kemalizm’e uyumlulaştıran AKP rejimi açısından, bu eleştirenin tamamlayıcı parçası askeri vesayettir. Şunu söylersek yanılmış olmayız; askeri vesayet olgusu, liberal ve sol-liberal argümanların özel bir çabasıyla, siyasi manipülasyon için araçsallaştırılmıştır. AKP de araçsallaştırmayı devam ettirmiş; temsili burjuva demokrasisinin payandası olarak askeri vesayet karşıtlığı söylemini partisinin hâkim söylemi içine yedirmiş, melez ve çok parçalı bir söylem ağı yaratmıştır. Elit eleştirisinde olduğu üzere, liberal paradigmanın
13
ceberut devlet moduna askeri vesayet üzerinden eşdeğer-
AKP’nin paradoksal ve varsayımsal siyasi tarih kavrayışın-
lilik kazandırmış ve kendisini buna göre konumlandırmıştır.
da hem Osmanlı’nın bakiyesine sahip çıkacak vizyon sa-
AKP’nin mağduriyet olarak resmettiği sürecin dinamosu
hibi oldukları hem de Menderes ve Özal gibi savunmasız
askeri vesayetin kalıntılarıyla uğraşan bir iktidar olmuş,
olmayacakları taahhütleri, kendi siyasi tasarımlarını meş-
darbecilerle hesaplaşma propagandası ile devam etmiş, 12
rulaştırmak için ideal kılıftır. AKP tasarımının teorize edil-
Eylül Referandumu ile sonuca bağlanmıştır.
diği Stratejik Derinlik eserinde Davutoğlu’nun ortaya attığı “ben-idraki” (self-perception) terimi bu bağlamda önem-
Askeri vesayetin AKP için önemi, siyasi kompozisyonda
lidir.
kendi alanını netleştirmesinde saklıdır. CHP ve Kemalizmin sürekliliği savıyla bağdaştırılan askeri vesayetin sürekliliği
Osmanlı İmparatorluğu’nun bir zamanlar hükümran ol-
savı, 1960-1971-1980-1997 “modern” ve “postmodern dar-
duğu toprakların Yeni Türkiye’nin aktif siyaset yürüteceği
be”ler kronolojisiyle pekiştirilmiştir. Çoğulcu parlamenter
mekânlar olduğu ilişkisini imleyen bu terime göre, birey-
sistemin tarihçesinde “milletin iradesi”nin hiçe sayıldığı ilk
sellikler ve kurumsal siyaset, İmparatorluğun tarihsel ba-
olay Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 1925’te kapatıl-
kiyesi referans alınarak inşa edilmelidir. Ben-idraki bu tarz
masından bu yana siyaset, siyasal elitlerin sınırlandırdığı
içerik kazandırılmış haliyle, Menderes ve Özal’ın savunma-
ve sadece onların dolaşımına açık bir alan olarak kabul
sız olduğu düşüncesinin aksi istikametine işaret eder. “De-
edilmiştir. Peşinden gelen çok partili yaşam denemesinde
mokrasi serüveninde iki büyük lider”e düzenlenen açık ve
Demokrat Parti’nin (DP) kapatılması ve 27 Mayıs Darbesi
kapalı komplolar-suikastlar, rejimin diplomatik ve reel cü-
yine asker ve sivil elitlerin “millet iradesini” hiçleştirmesi
retkâr imajını zedeleyerek Osmanlı bakiyesinde dolaşımına
olarak yorumlanmıştır. Rejimin tarihyazımında asker ve si-
mani olabilir. AKP’nin genel seçimler ve referandumlar za-
vil elitlerin CHP’den türeyen kişi ve kurumlar olarak kabul
manında “Menderes: Astınız, Özal: Zehirlediniz, Erdoğan:
edilmesinden ötürü 1960 Darbesi sonrası tüm müdahaleler
Yedirmeyiz” trilojisine başvurmasında, ideolojik ve siyasal
bu asker-sivil elit eleştirisi hattına oturtulmuştur.
vekâlet isteği bulunmaktadır. Kitleye Yeni Türkiye için liderlik sultası etrafında topaklanma ve sahip çıkma çağrısı
Ne var ki, demokrasiyi dinamitlediğini düşündüğü elitizmi
yapılmaktadır. Rejim, partisi ve lideri korunduğu müddetçe
ve askeri vesayeti eleştirirken AKP’nin benimsediği sürek-
İmparatorluğun tarihsel mirası için biricik namzet oldukla-
lilik, iki noktada kopuşla maluldür. Rejimin siyasal yaşam
rını ispatlama girişimindedir.
algısında ilk kopuş Cumhuriyet’in ilanıdır; ikincisinde ise iktidara geldikleri gündür. Kendi içinde detaylara sahip
Teritorya içinde ve dışında, siyasi ve ekonomik hegemonya
kopuş kabullerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel ve
kurma sürecinde, emperyal arzuların yeniden kurgulandığı
coğrafi bakiyesine Cumhuriyet sonrası kurulan hiçbir parti
bir dönemde AKP’nin hâkim söylemi de değişimden nasi-
sahip çıkamamıştır. Spekülatif yorumlardan kaçınmayarak
bini almaktadır. Menderes ve Özal’ı “mağdur” etmiş askeri
bir “belki” koyulmuş ve darbe olmasaydı DP’nin başarı-
vesayet, “millet iradesi” ve “sandık sonuçları” hâkimiyeti
lı olabileceği dillendirilmiştir. Hikâyeleştirilen söz konusu
sonucunda muktedirleşen bir rejim açısından artık tehlike
yazımda, DP’yi takip eden diğer bir aktör Turgut Özal’dır.
değil, iç ve dış siyasetin temerküzünde bir noktadır. Ne var ki, bölgede, diplomatik-ekonomik ilişkiler ve karşılıklı aske-
İngiltere’de Thatcherizm’in veya Amerika’da Reaganizm’in
ri anlaşmalarla sürdürülen Yeni Türkiye’nin tasarımı öngö-
Türkiye’deki muadili Turgut Özal’ın enformel yollardan
rülebilir olmaktan uzaklaşmıştır. Suriye, İran ve Mısır’la taç-
(zehirlenerek suikasta uğradığı iddiaları) siyasetten tasfiye
lanan “komşularla sıfır sorun” siyasetinin iflasından sonra
edildiği spekülasyonunu sürdüren AKP, DP-ANAP arasın-
diplomatik kapasitesini yitiren AKP, beka gerekçesiyle iç
daki makası kendi iktidarları döneminde kapatır. Her ne
siyasete yönelmiştir. İmparatorluk bakiyesine atıfla “güçlü
kadar Türkiye’deki sağ ideolojinin ve kadroların birikimi
devlet” geleneğini derinleştirme ve yaygınlaştırma girişim-
niteliğindeki AKP, kurmaylarını DP-ANAP dışında, Milli Gö-
lerinin teritorya dışında uygulanamazlığı görüldükçe rejim
rüş, Demirel’in temsil ettiği merkez sağ ve milliyetçi kad-
içeriye yönelmektedir.
rolardan oluştursa da, siyasetteki totemleri Menderes ve
14
Özal’dır. Çünkü ikisi de elitist-vesayetçi anlayışın ya doğru-
Ordu ve Türkiye ibarelerinin sıralaması nedeniyle tartışma-
dan (parti kapatma, askeri darbe) ya da dolaylı (bezdirme,
lara yol açmış “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganı, rejimin
suikast) müdahaleleri sonucu siyasi yaşamı terk etmiştir.
siyasal bilinçdışının “güçlü devlet” şeklinde dışavurumuy-
AKP’nin orduyu siyasal olarak daraltırken askeri-savaş kapasitesini genişletmesi ordu-devlet mantığının farklı bir şekilde ifadesidir. Bilhassa İmparatorluğun tarihsel bakiyesine sahip çıkmak için sürekli ve sabit zor aygıtının hazır edilmesi ve modernizasyonu rejimin yapılacaklar listesinde ilk sıralardadır.
du. Teamül olarak NATO’da görev almış veya Pentagon’da
çeğe dökmektedir. Milli Görüş’ün ağır sanayi hamlesinin
eğitim gören isimler genelkurmay başkanı olurken AKP
devamı olan askeri sanayi girişiminde çoğu kalem AKP
döneminde bu teamüller askıya alındı ve Orgeneral Nec-
döneminde hayata geçirilmiştir. Milli tank Altay, milli füze
det Özel getirildi. O günlerde üzerinde çok fazla durulma-
Cirit, milli savaş helikopteri Atak, milli havan topu Fırtına,
yan bu konu, AKP’nin Ortadoğu’da Amerika ile jeo-siya-
milli zırhlı taşıma aracı Kirpi, milli savaş gemisi Büyüka-
si ve jeo-stratejik ihtilafları çoğaldıkça önem kazanmaya
da, milli insansız hava aracı ve milli piyade tüfeği gibi bir
başladı. Şurası açıktır ki, egemen güçlerin güdümünde
dizi konvansiyonel savaş envanteri oluşturulmuş ve savaş
askeri darbe riskini yönetim kadrosu düzeyinde elemine
uçağı imalatına başlanması için altyapı hazırlıklarına baş-
eden AKP, işlevsel bir zor aygıtının tasarımına yedeklen-
lanmıştır. Askeri sanayi kompleksin geliştirilmesi seçim dö-
mesini kolaylaştırdı. Şah Fırat Operasyonundaki tartışma-
nemlerinde siyasetin militerize edildiği bir andır.
lar sonrasında “güçlü ordu” olgusunun sadece askeri değil, uluslararası diplomasi ve klientalizmle de desteklenmesi
Askeri kapasitenin yoğunlaşması eşzamanlı olarak “Güç-
gerektiğini anlayan AKP, bu olguyu iç siyasetin hem realist
lü Ordu Güçlü Türkiye” söyleminin alıcılarına yönelik bir
hem de popülist bir varyantı olarak kullanmaya yöneldi.
seslenmedir. Milliyetçi eğilimleri ve emperyal arzuları oy bazında cisimleştiren askeri sanayi kompleks, rejimin İm-
Popülist varyantta AKP, Milli Görüş’ün ve Necmettin Erba-
paratorluk namzetliğinde rüştünü ispatladığı popülist bir
kan’ın yarım kalmış askeri sanayi kompleks rüyasını ger-
uğraktır. Böylelikle AKP, İslamcı-mukaddesatçı tabanla ol-
15
Askerin siyasetteki tahribatı eleştirisi üzerinden kendi konumunu yeniden üreten rejim, —Erdoğan’ın müttefik arayışında ordunun siyaset içindeki etkinliğini arttırmasıyla— kısa vadeli hesapları için uzun vadede riskler almaktadır. İhtimaller arasında darbenin de olduğu bu riskler hesaplanabilir türden değildir. duğu kadar, milliyetçi-muhafazakâr tabanla da irtibat ku-
rumsallıklardan biri tanesi ordudur. Ordu, teknik, teçhizat,
rabilme imkânı yakalamaktadır.
istihkâm, güvenlik araçları, uzman personel bakımından ulus-devletlerdeki en örgütlü ve profesyonel kurumdur.
Popülist varyantla iç içe geçmiş realist varyantta AKP’nin
Gerek Anayasa’nın ilgili maddelerince gerekse siyaset kül-
iç siyaset için sarf malzemeleri bulunmaktadır. Aslında bu
türünde, Türkiye’de, kapitalist üretim ilişkilerini ve kapita-
varyant kendi içinde ikiliğe sahiptir; Cumhurbaşkanı Recep
list devletin icra organını koruyan en etkili zor aygıtı yine
Tayyip Erdoğan ve bir bütün olarak AKP projesi. Öncelikle
ordu olmuştur.
sarf malzemesinden kastımı açayım. AKP döneminde ordunun siyasi iktidarla kurduğu ilişki Kapitalist devlet aygıtını, Lenin, Nisan Tezleri’nde devleti
değişmeye başlamıştır. Daha önceki iktidarlar dönemi-
“yönetim aygıtı ve organı, her zamankilerdir: sürekli ordu,
ne nazaran ordunun siyasal alan içindeki hacmini daral-
polis, pratik olarak görevden alınamaz, ayrıcalıklı, halkın
tan AKP, diğer taraftan, askeri envanterin yenilenmesi ve
üstüne konmuş memurlar topluluğu” şeklinde tanımlar-
modernizasyonu için kamu ve özel sektörü işe koşmuştur.
ken, Engels’in Anti-Dühring’te çizdiği hattı takip eder.
2014 yılında dünya çapında 65 ülkenin savunma sanayi için
“Kamusal güç” niteliğine vurgu yapan bu anlayış, devletin
yaptığı ithalatın miktarı 64,4 milyar dolar iken, Türkiye 1,54
kurumsal dizilimden oluştuğuna, bir sınıfın diğerleri üze-
milyar dolarlık harcamasıyla “en fazla silah alan ülkeler”
rindeki sömürüsüne dayalı üretim tarzının ortaya çıkışıyla
arasında ilk 10 arasına girmiştir.
bağlantılı olarak resmi faillerin hareketlerine odaklanır. Söz
16
konusu faillerin büyük çoğunluğu zor pratikleri konusun-
Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü tarafından 2014
da uzmanlaşmıştır. Piyasa zoru, kolluk gücü zoru, hukuki
yılı için hazırlanan rapora göre Türkiye, Birleşik Arap Emir-
zor gibi kademelere sahip zor pratiklerinde en önemli ku-
likleri, Pakistan ve Avustralya’nın ardından yedinci sıra-
dadır ve toplam silah alımındaki payı %3 seviyesindedir.
devlet” durağı için “güçlü idare”, teokratik eğilimleri dış-
Savunma ve Havacılık Sanayi İhracatçıları Birliği’nin sektör
lamayan parlamenter sistemle örtüşmektedir. Erdoğan’ın
raporuna göreyse 2013 yılında yaklaşık 1,4 milyar dolarlık
kamuoyunda, Meclis’te ve AKP’de başkanlık konusunda
silah ihracatı yapıldı ve 2023 yılında 25 milyar dolar ihra-
beklediği desteği alamadığını görmesi, O’nu yeni müttefik
cat hedeflendiği belirtilmiştir. Bunda AKP’nin askeri sanayi
arayışına yöneltmiştir. Kabul edersiniz ki, rejimin meşrui-
kompleks için özel sektöre verdiği ekonomik teşviklerin
yet krizini tetikleyen Haziran’dan sonra Hizmet Hareketinin
önemli bir yer tuttuğunu belirtmek gerekir.
Erdoğan’ı yarı yolda bırakması, “sır küpüm” dediği Hakan Fidan’ın komutası dışında Davutoğlu ekibine yakınlaşması,
AKP’nin orduyu siyasal olarak daraltırken askeri-savaş ka-
Bülent Arınç’ın Erdoğan’ın “Türk tipi başkanlık” savına iti-
pasitesini genişletmesi ordu-devlet mantığının farklı bir
raz niteliğindeki “alafranga başkanlık” açıklamaları, Erdo-
şekilde ifadesidir. Bilhassa İmparatorluğun tarihsel bakiye-
ğan’ın muktedirliğine soğuk duş aldırmıştır. Erdoğan için
sine sahip çıkmak için sürekli ve sabit zor aygıtının hazır
sivil siyasetin parametrelerini ikircikli hale getiren olaylar
edilmesi ve modernizasyonu rejimin yapılacaklar listesinde
silsilesi, emir komuta zinciriyle işleyen orduyu cazip kılan
ilk sıralardadır. Ancak ordunun siyasal hacmine dair muta-
etkenlerin başında gelmektedir.
bakat olduğunu söylemek güçtür. Hem Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı makamına tanınan Çözüm sürecinin son sekansı olan, PKK’nin silah bırakması
başkomutanlık görevi hem de çözüm sürecinde Erdo-
için Abdullah Öcalan’ın kongre çağrısını içeren Dolmabah-
ğan’ın ordu gibi süreç dışında kaldığı görüşünü benim-
çe deklarasyonundan bu yana ordunun siyaset içindeki
semesi, Yeni Türkiye’de yeni bir tür kader ortaklığına yol
pozisyonu aktifleşmeye başlamıştır. AKP döneminde siya-
açmıştır. Erdoğan —Fredric Jameson’ın kavramsallaştırdığı
setin harici bir aparatı olarak yapılandırılan ordu, Öcalan’ın
türden— söylemsel mücadele ile rakiplerini itibarsızlaştı-
“Eşme ruhu” olarak tarif ettiği pozisyona itiraz etmiştir. 23
rırken, Kürt siyasi ve askeri hareketinin eleştirisi üzerinden
Mart 2015 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı sitesindeki
orduyla temas kuracağı noktaların sayısını arttırmaya ça-
açıklamada “…hiçbir zaman muhatabımız olmayan ve ol-
lışmaktadır. İmparatorluk bakiyesi üzerinden düşünürsek,
mayacak olan terörist başının ‘EŞME RUHU’ açıklamasına
zor aygıtı olarak ordunun özel mahiyeti Erdoğan açısından
atfen, Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun SURİYE toprakları
Saray’ın emrindeki Yeniçeri’lere karşılık gelmektedir. Bu da
içinde yer değiştirmesi ile ilgili olarak ‘TSK ile PYD/PKK’nın
klientalist bir ilişkinin hüküm sürdüğüne işarettir çünkü or-
işbirliği yaptığı’ yolundaki yayın ve haberler tamamen ger-
dunun söylem ve eylemleri —normal şartlar altında— statik
çek dışı…” ifadelerine yer verilmiştir. Esasen Türkiye siya-
ve öngörülebilir iken Erdoğan’ınki hesaplanamazlar kate-
sal yaşamında merkezi konumda bulunan ordunun çözüm
gorisindedir. Erdoğan riskin farkındadır ve kendi eleştirile-
sürecinde zor aparatı vasfıyla öne çıkması, süreç dışında
rini ordunun tepkileri ile örtüştürmektedir. Böylelikle kendi
tutulmasının rahatsızlığa yol açtığı ortadadır. Edilgen ko-
siyasallığını araçsallaştırma yoluna giderek, orduya siyaset
numlandırmadan duydukları rahatsızlığı yine aynı tarihli
içinde daha fazla alan açmaktadır.
açıklamada şu şekilde dile getirmişlerdir: “…defaatle vurguladığımız üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri, iç siyasi çekiş-
AKP içindeki bazı kesimleri rahatsız eden bu durum po-
melerin bir aktörü olmayacak”.
pülist milliyetçi reflekslerle geçiştirilebilir cinsten değildir. Yazının girişinde bahsettiğimiz askeri vesayet eleştirisi
Başkanlık sistemi tartışmalarından bu yana bir süredir de-
üzerinden AKP’de siyaset yapanlar ve çevresinde küme-
vam eden Erdoğan ve AKP arasındaki gerilim, Erdoğan’ın
lenmiş liberaller, söylem düzeyinde boşa düşmekte; rejim,
Saray’a çekildiği dönemden itibaren artmıştır. Bilhassa
varlık nedenlerinden birisini ıskartaya çıkarmaktadır. Aske-
Anayasa’nın 104. Maddesindeki Cumhurbaşkanının görev-
rin siyasetteki tahribatı eleştirisi üzerinden kendi konumu-
lerine atıfla Erdoğan’ın Davutoğlu’nu ve Kabineyi Saray’a
nu yeniden üreten rejim, —Erdoğan’ın müttefik arayışında
çağırması, basına yansıyan Erdoğan’a bağımlılık görüntü-
ordunun siyaset içindeki etkinliğini arttırmasıyla— kısa va-
leri, AKP içindeki gerilimlerin tırmanmasına neden olmuş-
deli hesapları için uzun vadede riskler almaktadır. İhtimal-
tur. Erdoğan’ın tasarımındaki “güçlü devlet” geleneği için
ler arasında darbenin de olduğu bu riskler hesaplanabilir
“güçlü idare” başkanlık monokrasisine tekabül ederken,
türden değildir.
bunu her konuşmasında “bu gömlek bu bedene dar geliyor” sözleriyle ifade etmiştir. AKP’nin tasarımındaki “güçlü
17
YABANCI SERMAYEYE GÖRE SEÇİMLER VE ERDOĞAN KONUSU DENİZ E. DOĞRU
Büyüme yavaşlıyor, tüketici/yatırımcı güveni azalıyor, resmi işsizlik yüzde 11,3 ile son beş yılın en yüksek seviyesinde, dolar 2.70’i aştı ve iki ay sonra seçimler var. “Sonuçları itibari ile tarihi önemde” bir seçim olacağı söyleniyor ki öyle ve yabancı sermaye de ne olacağını merak ve dolayısı ile memleket siyasetini de yakından takip ediyor. Yorumlar yapıyor. Yabancı bankaların, büyük yatırımcıların Türkiye’de yapılan anketlere güvenmedikleri, paralarını yanlış ata oynayıp berhava etmemek için kendi anketlerini yaptırdıkları söylenir. Erdoğan’ın siyasete ve ekonomiye müdahalesini, seçimle ilgili belirsizlikleri TL’nin diğer para birimlerine kıyasla daha fazla değer kaybetmesinin temel sebebi olarak gören sermaye basını ve yabancı banka çevreleri, seçimlerin sonuçlarından ve “Yeni Türkiye” hikâyesinin nereye gideceğinden bu kez emin değildir. Birkaç yabancı banka (Nomura, HSBC, JP Mordan, Standard Bank), seçimler ile ilgili değerlendirmelerini rapor haline getirip yatırımcılara, müşterilerine gönderdi. Yabancı yatırımcı-
18
lar, Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetlerinin
Yabancı bankaların gördüğü
yüzde 64’üne sahip, yabancıların elinde 50 milyar
Standard Bank’a göre 2011 ve 2014 seçimlerinden
dolarlık devlet iç borçlanma senedi var. Yabancıların
önce piyasanın tercih ettiği sonuç AKP iktidarının ve
Türkiye’deki toplam portföy büyüklüğü (mevduat,
statükonun devamıydı. Durum artık öyle değil, çün-
hisse senedi, tahvil/bono vs) 145 milyar dolar civa-
kü siyaset o zamandan bugüne oldukça karmaşık bir
rında. Hisse senetlerine yatırım yapan yabancı sayısı
hal aldı, diyor Banka’nın analisti Timothy Ash. Ekli-
10,000’den az. Bunların 4,000 kadarı kurumsal ya-
yor; “AKP içinde farklı güç odakları ortaya çıkıyor ve
tırımcı (fonlar, bankalar vs) ve yabancı yatırımcıların
bunlardan biri de Davutoğlu etrafında şekilleniyor”.
elindeki hisse senetlerinin neredeyse hepsine sahip.
Banka’ya göre “yatırımcıları” endişelendiren bir baş-
Bireysel yabancı yatırımcıların yabancı yatırımcıların
ka husus, gücün tek elde yoğunlaşması ve seçim-
sahip oldukları toplam Türk hisse senetlerinin için-
lerin ardından Erdoğan’a yakın “popülist” isimlerin
deki payı sadece yüzde 0,3. Elbette yabancı serma-
ekonomi yönetimine gelmesi ihtimali. Ash’inyüzde
yenin çıkarlarının somutlandığı tek şey portföy ya-
40 ihtimal ile gerçekleşmesini en olası gördüğü se-
tırımları değildir. Emperyalizmin uzun vadeli siyasi
çim senaryosu şu: AKP yüzde 40-45 alır, hüküme-
ve ekonomik çıkarı bunun ötesindedir ve dolayısı ile
ti kurar, HDP Meclis’e girer. Ama yüzde 40’a doğ-
sermaye-siyaset ilişkisi ve siyasetin akacağı yön on-
ru inen bir oy oranı AKP içinde bölünmeye neden
lar için de önemlidir. Tabii yaptıkları yorumlar pek
olabilir. Banka’nın yüzde 30 ihtimal verdiği senaryo
anlamlı, doğru, yerinde gelmeyebilir, ancak mevcut
ise AKP’nin yüzde 50 oy alması. Ash’a göre; piyasa,
durumun sermaye açısından nasıl okunduğuna dair
kısa vadede bu sonuçtan mutlu olur ama daha sonra
bir şeyler söylemesi açısından dikkate alınabilir.
Erdoğan’ın güçlenmesinin uzun vadede sonuçlarının
19
ne olabileceğini oturup düşünmeye başlar ve muhteme-
JP Morgan’ın görüştüğü yatırımcılardan bir tanesi “serma-
len de bundan endişeye kapılır. Yüzde 20 ihtimalli senaryo:
ye çekmesi için Türkiye’nin yeni bir “hikâyeye” ihtiyacı var
AKP yüzde 40’ın altında alır, koalisyon hükümeti kurulur.
artık” demiş.
Bu kısım ilginç. Standard Bank, piyasaların Türkiye’de koalisyon hükümetlerinden genelde pek hazzetmediğini ifade
15 Nisan tarihli Financial Times’da (FT) Abdullah Gül ile
ediyor ama şunu hatırlatıyor; “AKP’nin devralıp uygula-
ilgili bir haber çıktı. Büyük sermayenin sözcüsü FT’nin dü-
dığı “reformların” mimarı aslında bir koalisyon hükümeti
zenlediği bir toplantıda konuşan Gül, “Türkiye’nin son 2-3
idi”. Derviş’in ve Merkez Bankası eski başkanı Durmuş Yıl-
yılda ekonomik ivmeyi kaybettiğini, hukukun üstünlüğü ve
maz’ın görev alabileceği bir CHP-MHP koalisyonunun ga-
ifade özgürlüğü gibi konularda kaygılar olduğunu” söyle-
yet de “piyasa dostu” olabileceğini ve ekonomik “reform-
miş. Alaturka başkanlık sistemini eleştirmiş, kendisini al-
lara” yeniden ivme kazandırabileceğini söylüyor Standard
ternatif bir lider olarak sunmuş ve AKP’den kopabilecek
Bank.
isimlere mesaj göndermiş, ülkenin yeniden bir “sıçrama yapmaya ihtiyacı olduğunu” anlatmış. Gül ayrıca, Mısır ve
JP Morgan’dan bir ekip Nisan başında Türkiye’ye gelmiş,
İsrail ile ilişkilerin geliştirmesi, AB üyeliği sürecine yeniden
işadamı, bankacı, gazeteci ve hükümet yetkilileri ile gö-
yoğunlaşılması gerektiğini de söylemiş. Herhalde JP Mor-
rüşmüş, gezi notlarını rapor haline getirmiş. Genel kanaat:
gan toplantısına katılan yatırımcının bahsettiği “yeni hikâ-
AKP seçimi alır ama anayasa değişikliğini yapacak sayıya
ye” böyle bir şey.
ulaşamaz. JP Morgan’a göre de “en piyasa dostu” sonuç bu olacaktır. Bu banka da AKP’nin yüzde 40-45 civarı bir
Nomura da AKP’nin oylarının düşmesine rağmen seçimleri
oy alacağı fikrinde ama bunun 2011’deki yüzde 49,8’le kı-
kazanacağını fakat başkanlık sistemine geçmek için anaya-
yaslandığında pek de başarı sayılamayacağına işaret edi-
sayı tek başına değiştirecek çoğunluğu elde edemeyece-
yor. Memlekette doğru dürüst bir “kontrol ve denge me-
ği fikrinde. Banka’ya göre bu “piyasa” açısından en tercih
kanizması” olmadığı için, “piyasanın” başkanlık sistemine
edilir senaryo.HSBC’ye göre ise AKP muhtemelen 2014 ye-
geçilmesinden pek hazzetmeyeceğini söylüyor JP Morgan
rel seçimlerindeki kadar (yüzde 45,6) oy alacak ama ana-
da.
yasayı tek başına değiştirmeyecek. Ancak AKP, Erdoğan’ı başkan yapamasa bile Erdoğan her konuya müdahil olma-
AKP’nin yüzde 40’a doğru gerilemesinin koalisyon ihti-
yı sürdürecek, dolayısı ile siyasette belirsizlik seçimlerden
malini – ki düşük olasılıklı görülüyor- doğuracağı ve ko-
sonra da devam edecek.
alisyonun kısa vadede endişeye yol açmakla birlikte uzun
20
vadede ülke için olumlu bile olabileceği belirtiliyor, JP
Çare arıyorlar
Morgan’ın notunda. Ama banka, her halükarda siyasette
Kürt sorunundan, siyasetin/toplumun yeniden kurgulan-
gürültü patırtı seçimlerden sonra da devam edebilir diyor.
masına, sermaye birikimi rejimine kadar bir sürü konunun/
gerilimin ortaya saçılacağı -ve dolayısı ile sermaye fraksi-
ama netlik yok. Arınç’ın her çıkışını ya da Gül’ün beyanat-
yonları arasındaki kavganın yer yer daha da görünür oldu-
larını “kurtarıcı Mesih’in gelmekte olduğunun” işareti gibi
ğu- bir dönem olacak.
gören bir “yeter ki-Erdoğan-gitsin” kampı var. İyi de, arkasında bıraktığı memleket ne olacak?
Bu hafta, önce İTO başkanı, sonra Erdoğan, “eski sistemi temsil eden elit sermaye örgütü” TÜSİAD’a haddini bir
Aslında çok güllük gülistanlık olabilirdi büyük sermaye-ik-
kere daha bildirdi, ardından Yeni Şafak TÜSİAD’ın yeni
tidar ilişkileri; 12 yıllık AKP iktidarı boyunca, emekçilerin
başkanının “kötü sicilini” ifşa etti. Sermayenin bir fraksiyo-
altındaki zemin kaydırılırken, sermaye inanılmaz derecede
nunun “Yeni Türkiye’ye”, başka bir fraksiyonunun “yeni bir
korundu. Ama neticede farklı unsurlardan oluşan bir itti-
hikâyeye” ihtiyacı var. “Yeni bir hikâye” isteyen Tüsiad’ın
faktı ve bir fraksiyon kendine güveni arttıkça daha fazlasını
üyeleri, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 80’inini, özel
ve bunu “yeni bir toplumsal sistem dahilinde” istedi. Eski
sektör istihdamının yüzde 50’sini, sanayi üretiminin yüz-
denge yeni bir “barışla” kurulabilir mi? Ya da yeni denge
de 65’ini karşılıyor. Büyük bir güç ama Erdoğan’ın fırçaları
nasıl bir şey olacaktır? Sermaye “dengesini” bir biçimde
karşısında suskun.
bulsa da, sermaye ve burjuva siyaseti akıp yolunu bulsa da olan tabii ki bize olacak. Tüsiad’ı ya da Müsiad’ı ile serma-
Bir zamanlar “bir gazete ile ilanı” ile hükümet deviren Tü-
ye, 12 yıl boyunca emek karşısında elde ettiği kazanımların
siad, 12 yıldır servetin yavaş yavaş el değiştirmesini izledi
ne kadarını geri vermeye razı olacak?
ve sesini pek de çıkarmadı/çıkartamadı. Uludağ Ekonomi Zirvesi’ne katılan, daha önce Erdoğan’ın hışmına uğradığı
Korkut Boratav, bu yıl iktidarı sarsacak büyüklükte bir
belirtilen bir işadamı Financial Times’a verdiği beyanatta,
ekonomik bir kriz değil de daha ziyade ekonomik büyü-
“iktidar, büyük sermaye gruplarının kendi safında dizil-
me hızında bir gerileme olacağını ancak AKP’nin bütçe
mesini istiyor...Bu çevreleri istediği kadar kontrolü altına
kaynaklarını devreye sokarak kitlesini yine de elinde tuta-
alamaması Erdoğan’ı rahatsız ediyor”, diyordu (Financial
bileceğini edebileceğini söylüyor. Boratav’a göre seçimler
Times, 15 Nisan). Anlaşılan dünya kapitalizmi ile daha en-
sonrası “normal” bir parlamenter rejim işler ve başkanlık
tegre olan bu sermaye fraksiyonu hala direniyor.
sistemine geçilmez ise ekonomik ortam daha etkili, radikal bir sol muhalefetin yükselmesini kolaylaştıracak. Seçim-
Bir “sancı ve kıvranma” olduğu belli, sermayenin yeni itti-
ler AKP’nin geriletilmesi için önemlidir ama verilecek çok
faklarının nasıl kurulabileceği konusunda bir arayış olabilir
daha fazla mücadele olduğu da bellidir.
21
REJIM SORUNU VE SEÇIMLER ÜZERINE İLHAN KAMİL TURAN
Rejim değişimi-dönüşümü konusu, güncel planda AKP iktidarıyla belirginlik kazanmıştır. Ancak AKP iktidarında yaşanan değişim-dönüşümün, bu iktidardan önce başlamış olan neoliberal politikalarda kök bulduğu açıktır. Konu, 24 Ocak 1980 ekonomi kararlarına dek uzanmaktadır. 12 Eylül faşizmi ve Özal’lı yıllar bu konuda ön açıcı olmuştur. Bu belirlenimler altındaki sonraki bütün hükümetler ve en sonunda hükümet olma ötesinde bütün iktidarı kaplayan AKP iktidarı dönemi, rejim değişimi/dönüşümünün birbirlerini koşullayan uğrakları olmuştur. Özel olarak AKP iktidarı, bu sürecin Özal’dan sonraki en üst evresi, en uç hali olmuştur. Dünya geneline damgasını vuran kapitalizmin neoliberal döneminin uluslararası iktisadi-siyasi eklemlenme sürecinin özel gerekleri, iktisadi, sınıfsal, toplumsal düzlemde AKP tarafından eksiksiz olarak yerine getirilmiştir. Bu rejim değişimi/dönüşümü sürecindeki olgular kümesinin başlıca unsurları şunlardır: •Sermaye birikimi sürecinde yeni sömürü biçimlerinin devreye girmesi, yeni alanlar açılması. •Sermayenin içyapısı, bileşimi. •Sanayi, tarım, hizmet sektörleri. •Sermaye ile parlamento, sermaye ile devlet arasındaki ilişkiler. •Kamu idari yapısı ve devlet. •Bir bütün olarak emek rejimi. •Egemen ideoloji demeti içindeki baskın ideoloji, baskın ideolojik motifler. •Siyasi parti–hükümet–iktidar–devlet arası ilişkiler. •Yasama, yargı, yürütme güçlerinin gerek kendi içlerinde gerekse birbirleri arasındaki ilişkiler. •“Özerk” kurum veya kuruluşlar. •Silahlı güçler (ordu, polis) ve istihbarat kuruluşları. •Dinin rolü. •Ve nihayet ideolojik, kültürel, toplumsal belirlenimler. •Ve Erdoğan gibi özgül bir kişiliğin bu sürecin tepesine oturması. Özetle toplumsal formasyon iktisadi-siyasi nedensellikler etrafında adeta yeniden biçimlendirilmiştir. Erdoğan-AKP iktidarı, başlangıçtaki “(liberal) değişim”, “muhafazakâr demokrat” vb. imaj politikalarını bir tarafa bırakmıştır. Parlamentonun (yasamanın) işlevi, kendi amaç-
22
larına hizmet etme ile belirlenmiş, bu biçim dışında par-
denklemlerinde yer alması arzulanmaktadır. Erdoğan’sız
lamentarizm yadsınmıştır. Ayrıca bırakalım “yeni Osman-
bir AKP ile ve Erdoğan’ı zamanla sıkıştıracak uygun her-
lıcılığı”, pan-İslamizm belirgindir. İslamla bağdaşık bir tür
hangi bir siyasi dizilim ile düzeni ayakta tutma girişimleri
Bonapartizm, totalitarizm ve Türkiye siyasetinin ruhuna
için fırsat kollanmaktadır. Seçimlerin ve sonrasının düzen
sinmiş olan faşizm mevcuttur ve bunlar birbirleriyle kay-
açısından taşıdığı asıl anlam, bu içerikteki bir olasılıklar de-
naşmaktadır.
metini, biçimsel bir yenilenme fırsatını oluşturmasıdır.
Erdoğan’lı AKP iktidarının siyasal-toplumsal halk muha-
Erdoğan-AKP iktidarı, Gülen Cemaati ile ayrışmasından
lefetinin karşısında öngördüğü süreç, kutuplaşma, siyasal
sonra da kendi içinde yıkıcı olabilecek iç çelişkilerle ma-
kızışma, “iç savaş” yüklüdür. Türkiye, sınıflar mücadelesinin
luldür. Erdoğan ve AKP hizipleri arasında “ikili iktidar”
çok boyutluluğuna, birçok güncel bürünümüne, birçok bi-
öbeklerinin oluşma süreci başlamıştır. Bu durum ile CHP’li,
çimine açıktır. AKP iktidarı, belirtik bir rejim değişimi-dö-
MHP’li hatta HDP’li koalisyonlar olasılıklar dâhilindedir.
nüşümü sürecinin en ileri, en uç temsilcisi olmuştur. Bir re-
Bu noktada yapılması gereken, AKP iktidarının ve olası yeni
jim değişimi/dönüşümü yaşanmıştır ancak bu sürecin yeni
biçimlerinin alt edilmesinde rol oynayacak olan başlıca et-
tepe noktası, düzenin eski haline dönüş veya yenisinin ıs-
kenlerin; siyasi, iktisadi, ideolojik, kültürel, sınıfsal-toplum-
lahı yoluyla yeni bir yönde değişim/dönüşümüne kapalıdır.
sal çelişkilerin kızışma seyri içinde yer almaktır.
Çünkü düzenin ve dünya kapitalizminin iktisadi nedensellikleri ve ayrıca gücü ve olanakları buna elvermemektedir.
Eğer CHP ve HDP’nin seçimlerdeki olası göreli başarılarına ve bunun aldatıcılığına kanılmazsa, seçimlerin bir halk
Kapitalizmin neoliberal dönem uygulamaları, 1982 ana-
hareketinin oluşumu ve gelişmesi gereksinimini daha fazla
yasası sonrasında ve özellikle AKP iktidarında yapılan
duyumsatacağı açıktır. Bu noktada seçimlerin, 17–25 Aralık
anayasa ve mevzuat düzenlemeleriyle pekiştirilmiştir. Bu
operasyonları, 30 Mart yerel seçimleri, 10 Ağustos Cum-
düzenlemeler iktisadi, siyasi, ideolojik, kültürel, toplumsal
hurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi, Haziran isyanı ve
boyutlara sahiptir. Daha önemlisi, bu bütünlüğün bugün
onun ardından gelen tepki dalgalarını soğurmasına izin
için görülebilir herhangi bir seçim denklemi ile ciddi bir şe-
vermemek gerekir. Seçimlerin halk hareketi gerekliliğini
kilde değişmesi olanaklı değildir. Seçimler, yeni bir rejime
soğuracak ya da çelecek tarzda ele alınması devrimcilikle
kapı açmayacak ancak bu yönde hülyalarla aldatıcı “say-
hiçbir biçimde bağdaşmaz.
maca demokrasi” işlevini başarıyla üstlenecektir. Türkiye kapitalizminin ve dolayısıyla cumhuriyetin evrimi ile rejim
“AKP’nin geriletilmesi” söylemi pek modadır ve bu edim,
değişimi-dönüşümü arasındaki belirlenim ilişkileri, sürekli-
gerçekte 2013 Haziran isyanından beri yaşanmaktadır.
lik–yadsıma diyalektiği içindedir. Rejim değişiminin iktisadi
Ama Haziran isyanı üç ayrı seçim sayesinde soğurulmak-
ve siyasal planda sınıflar arası ilişki ve çelişkilere yansıması,
ta; emperyalizm ve diğer bütün düzen güçleri bu işleme
Erdoğan-AKP iktidarı ile şiddetli bir düzeye ulaşmıştır. Halk
bir şekilde dâhil olmaktadır. Dolayısıyla tedrici ve zaten
ayaklanması korkusu, başta Erdoğan olmak üzere bütün
yaşanmakta olana değil, onu yadsımaksızın, onu da içere-
düzen güçlerine sinmiş durumdadır. Düzenin iç evrimi ile
rek Erdoğan-AKP iktidarının geriletilmesinin ötesine, onun
çözülme dinamikleri çakışmaktadır.
alaşağı edilmesinin en etkin yol ve biçimlerine odaklanmak gerekir. Kısaca, bu iktidarın ilk meşruiyet dayanağı olan ne-
Erdoğan’ın düzenin nesnel olarak çözülüşü sürecine hiz-
oliberal felsefe, iktisat ve siyasetinin de kitleler nezdinde
met eder tarzdaki egemenlik biçimi, ABD ve AB’yi, Erdo-
yıkıma uğraması, yani düzenin sarsıntı geçirmesi ve halkın
ğan’sız ancak yine neoliberal bir çerçeve içinde kalacak
kendi iradesinin farkına varmasının yolları üzerinde yoğun-
seçenek/ler arayışına yöneltmiştir. İktidar değişimi açısın-
laşmak gerekir. Zira bunun koşulları vardır ve daha fazla
dan başarısız kalmış olsa da 17 Aralık operasyonu, 25 Aralık
oluşmaktadır. Böylesi bir yönelimi benimsemek, esasen
operasyon girişimi ve Ekmeleddin İslamoğlu’nun Cumhur-
seçimler sonrasını düşünmeyi gerektirir. Seçimler sonrası
başkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin ortak adayı oluşu,
hangi olasılık veya “senaryo” gerçekleşirse gerçekleşsin,
söz konusu seçenek arayışı girişimleri arasında yer almıştır.
Türkiye’yi, daha da kızışacak bir bunalım beklemektedir ve
ABD, AB, Gülen Cemaati, sömürü ve ranttan yeterince pay
ne yazık ki seçimlere fazlasıyla odaklanan sosyalistler bu
kapamayan büyük, orta, küçük sermaye güçleri, CHP, MHP
konuda sınıfta kalmaktadır.
ve farklı bir düzlemdeki HDP’nin, yeni iktidar–muhalefet
23
İŞSİZLİK EKSENİNDE SINIFA BAKIŞ ASLI AYDIN
Keynesçi akıma göre büyümede yetersizlik, neoliberal akla göre yüksek işgücü maliyetleri, rekabet… İşsizliğin nedenleri bugüne kadar birçok farklı görüş tarafından açıklanmaya çalışılsa da neoliberalizmin gerekçeleri içerisine sıkıştırılmış dogmalar çerçevesinde politikalar belirlendi. Oysa bugün bir yandan kapitalizmin-neoliberalizmin ideolojik hegemonyası sarsılırken, diğer bir yandan da güncel pratikler bu iki görüşü sadece bağlı bulunduğu ideolojiye göre değil yaşanan deneyimlere/pratiklere istinaden de çürütüyor. Neoliberalizme göre daha uzlaşmacı olan Keynesçi görüşe göre işsizlik, yatırımlardaki yavaşlama ve duraksama sonucu meydana gelmekte, lakin bu büyümede durgunlaşmanın temel nedeni de azalan tüketim talebi sonucu meydana gelmektedir. Yani en nihayetinde gelirin paylaşımında ücretli emeğin payı azaldıkça tüketim talebi gerilemekte, büyümeyi yavaşlatmakta bu da işsizlik üretmektedir. 1980 sonrası tüm dünyada egemen hale gelen neoliberalizmin mantığı ise işsizliği emeğin kazanımlarına, güvencesine, soysal ve ekonomik haklarının tümünün sistem açısından maliyetli olduğuna bağlamaktadır. Bu mantığa göre işsizlik, emekçilerin kazançlarının yani milli gelirden aldıkları payların ne kadar fazla olduğuyla doğru orantılıdır. Bugün de işsizli-
24
ğin hakim ideolojiye göre tartışıldığı zemin işsizlik oranının
genelinde 2014 yılı itibariyle genç işsizlik oranı yüzde 13’e
yüksek olduğu ülkelerdeki “sorunu” işten çıkarma maliyet-
yükseldi.
lerine, emek gücü piyasasının katılığına ve işçiyi-emekçiyi
Bugün dünyanın en zengin yüzde 10’u toplam gelirin yüz-
koruyan yasalarla açıklamaktadır.
de 40’ını elinde bulundururken, en yoksul yüzde 10’un ise yüzde 2’lik bir paya sahip olduğu belirtiliyor.
Neoliberalizm, bir nevi işsizlikten, düşük ücretten beslense de, kapitalist düzende sermaye birikiminin sürdürüle-
ILO; 1 yılın üzerinde iş arayanları uzun dönem sosyal dış-
bilirliğini sağlamak ekonomide yeterli tüketim talebinin
lanma riski altında bulunanlar olarak tabir ediyor. Bugün
oluşmasına, emek rezervinin bulunmasına, sermayenin kar
sosyal dışlanma kavramı her ne kadar IMF ve Dünya Ban-
oranları açısından bu ikisinin yönetilmesine bağlıdır. Kısaca
kası kapitalizmin yürütücü kurumları ve ILO gibi “hakka-
kapitalizmin mantığına göre işsizlik bu düzende hep ola-
niyetli” kolları tarafından kullanılan bir “parametre” olsa
caktır ama yönetilmelidir. Bu nedenle işsizlik bugün sadece
da, bireylerin ve içinde bulundukları toplumsal kesimlerin
işçi/emekçi sınıf açısından değil hakim ideoloji açısından
üretim, tüketim, siyaset ve sosyal açıdan toplumsal yaşa-
da “sorun” olarak ele alınmaktadır. Bugün gelinen nokta-
ma katılamamaları gibi toplumsal yaşam açısından ürettiği
nın da işaret ettiği gibi tanımı ve çözümü açısından işsizlik
önemli sonuçlar itibariyle göz önünde tutulmalıdır.
iki ayrı sorundur. İşsizliğin nedenlerinin yüksek emek gücü maliyetleriyle açıklanması ve buna ilişkin geliştirilen çö-
Kazanç istatistikleri ise emeğin her yıl daha az gelir elde
zümler, sınıf mücadelesi açısından bütünlüklü ele alınmalı,
ettiğini ortaya koyuyor. ILO’nun küresel ücret raporunda
üretimde söz, yetki ve karar sahibi olma talebi ekseninde
saat başına elde edilen kazanç ortalamasının içte birinden
insan onuruna yakışır çalışma hakkına sahip çıkılmalıdır.
az gelir elde edenler düşük kazançlılar olarak tanımlanıyor. 90’lı yılların sonlarına doğru dünya genelinde ortalama
Bununla birlikte dünyadaki gelir ve servet dağılımı adalet-
yüzde 17’lerde olan açlıkla burun buruna çalışanların ora-
sizliğinin büyümesiyle birlikte geliştirilen güncel iktisadi
nı 2011 yılında yüzde 20’nin üzerine çıkıyor. Kadınlarda bu
tezlere ilişkin de dikkatli olunması son derece önemli. Zira
oran yüzde 30’ların üzerinde.
örneğin Kapital’in ‘yeni versiyonu’nu yazdığı iddia edilerek bestseller hale getirilen Thomas Piketty’nin iddia et-
ILO’nun 2014’te yayımladığı ILO Dünya Sosyal Koruma Ra-
tiği gibi işsizlik, geliri olmayanların gelir elde edebilmesi
poru’na göre dünya nüfusunun sadece % 27’si kapsamlı bir
sorunu değil Marx’ın sınıf mücadelesi içinde ele alınması
sosyal güvenlik sistemi tarafından korunuyor. Dünya nü-
gereken bir durumdur. Emeğin yoksullaşması, istihdamın
fusunun % 39’unun herhangi bir sağlık sigortası yok. Batı
hem niteliksel hem de niceliksel değişim süreci ve eme-
Avrupa’da iş arayanların % 64’ü, Ortadoğu ve Afrika’da ise
ğin sosyal hak ve ekonomik kazanımlarının geriletilmesiyle
% 3’ü işsizlik destekleri kullanabiliyor.
birlikte ele alınmalıdır. Aşağıda güncel durumu analiz etme çabasında olan ince-
Dünya ekonomisi 2000-2007 arası dönemde yüzde 4,2
leme böylesi bir bakış açısıyla incelenmek üzere hazırlan-
büyüme hızına ulaşmış, daha sonrasında girdiği krizle bir-
mıştır.
likte küresel durgunluğun içine girerek 2012 yılında yüzde 3,2’ye 2013 yılında ise yüzde 3’e düşmüştür.
Dünya işsizlik ve eşitsizlik yükseliyor Kapitalizmin küresel durgunluk süreci, artık eskiye dönü-
Kapitalizmin küresel iş bölümü kapsamında tüm dünyada
şüm mümkün olmadığı bir düşük büyüme sürence adım
güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmada bir artış gözlenirken
atarken 2019 yılı itibariyle bugün sayıları 201 milyonu bu-
Türkiye gibi dışa bağımlı, taşeronlaştırılmış üretim yapısına
lan işsizler alemine 11 milyon insanın daha katılacağı belirti-
sahip ülkelerde istihdamın hem niceliksel hem de nitelik-
liyor (ILO- World Employment and Social Outlook ).
sel boyutları tek bir gerçeğe ışık tutuyor: emek maliyetleri üzerinden rekabetçilik ve büyüme çabası.
2008 yılından bu yana ILO’nun resmi verilerden derlediği rapora göre 61 milyon kişi işini kaybetti.
Türkiye: Küresel Pazarın ucuz ve güvencesiz emek deposu Türkiye’de özellikle AKP döneminde küresel neoliberal
15-24 yaş arası genç emekçilerde işsizlik oranı krizin derin-
düzene eklemlenme biçimi işgücü maliyetleri ve çalışma
leştiği Avrupa gibi bölgelerde %30’lara dayanırken dünya
standartlarının düşürülmesi üzerine kurgulanmış, AKP dö-
25
neminde Türkiye küresel pazarın ucuz ve güvencesiz emek
ken, geçtiğimiz senenin aynı dönemine göre 454 bin kişi
deposuna dönüştürülmüştür.
işsizler ordusuna eklendi, toplam işsiz sayısı 3 milyon 259 bine yükseldi.
Bu nedenle küresel konjonktürün de etkisiyle hızlı bir büyüme ivmesi yakalanan 2002-2008 arası dönemde milli
TÜİK’in bizlere sunduğu işsizlik rakamlarında “son dört
gelirde reel olarak %26’lık artışa rağmen işsizlik oranı 2000
hafta” içerisinde iş arama kanallarından en az birini kul-
yılında yüzde 6,5 olan seviyesinden 2007’de %10,3’e 2008
lanan ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan
yılında da yüzde 11’e sıçramıştır. Özetle AKP’li yıllarda Tür-
kişiler “işsiz” olarak ele alınıyor. Yani bir ay önce iş baş-
kiye ekonomisi hızlı büyüdüğü dönemlerde dahi işsizlik
vurusunda bulunup hala iş bulamayanlar işsiz sayılmıyor,
üretmiş, ekonominin istihdam yaratabilme kabiliyeti geri-
hesaplamaya dahil edilmiyor. TÜİK; uzun olarak iddia ettiği
letilmiştir.
bu süre zarfında iş bulamayan bu kesimi “umutsuz” veya “çaresiz” olarak nitelendiriyor. İş bulamamalarının suçunu
Artan işsizlik, AKP modelinde hem geliri olmayanların
bireylerin üzerine yıkıyor; bireylerin kendine uygun mes-
sayısındaki artış hem üretim ve tüketimden dışlanan ke-
lek dalında, vasıflarına uygun olan, güvenceli, arzu ettiği
simlerin genişleyen nicel boyutu, hem de büyüyen işsizli-
işleri bulamamalarının bedelini istatiksel olarak dışlamay-
ğin daha güçlü bir tehdide dönüştürülerek güvencesiz ve
la bu kesime ödetiyor, bu sayede tüm işçilere emekçilere
vasıfsız çalışma biçimlerinin bir ikna aracı haline gelmesi
“güvenceli-güvencesiz, düşük-uygun ücretli iş seçmeyin,
yönlerinin tümüyle incelenmelidir. Aksi halde resmi istatis-
bulduğunuz işe yerleşin” mesajını veriyor. TÜİK’in yüzde
tik kurumu TÜİK aracılığıyla yapılmak istenildiği gibi salt
11,3 olarak açıkladığı hesaplamaya 4 haftadan uzun süreli
rakamlara indirgenmiş, siyaset ve ekonomi politikalarıyla
iş arayanlar eklendiğinde işsizlik oranı 18,5’a, işsiz sayısı da
dışsal birer parametre olarak toplumsal yaşama yabancı
5 milyonun üzerine çıkıyor. İşinden memnun olmayan ya
kalmaya devam edecektir.
da daha fazla çalışmak istediği halde düzgün işler bulamadığı için çaresiz kısa süreli işler yapanlar (eksik ve yetersiz
26
Resmi istatistiklere göre 2015 Ocak dönemi işsizlik oranı
istihdam edilenler) ilave edildiğinde ise işsizlerin sayısı 6
%11,3 olarak gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı %13,4 olur-
milyon 885 bin kişiye ulaşıyor (DİSK-AR)
İstihdamın Niteliği Tarımdaki gerilemeyle birlikte kentlere göç etmeye zorlanan
TÜİK sadece kayıtlı çalışanları veri aldığı için, lise altı, lise
kadın ve erkek, vasıfsız, yarı-vasıflı genç emek kitlesi, inşaat,
veya teknik lise mezunlarının birçoğunun işgücüne bile da-
turizm, hizmetler, giyim, tekstil, gıda gibi emek-yoğun sek-
hil olmadığını, uzun süreli iş arayanlar listesiyle veri bile sa-
törlerde ücretli emek olmayı sürdürüyor. 2015 Ocak dönemi
yılmadığını burada not düşmek gerekiyor. Diğer bir taraftan
itibariyle istihdam edilenlerin yüzde 53’ü hizmetler sektörün-
ülkede kayıt dışı çalışanların sayısının 9 milyonu aştığı tahmin
de yer almakta, sanayi ve tarımın istihdamdaki ağırlığı sıra-
ediliyor. Nitekim yükseköğretim mezunlarının son 10 yılda
sıyla yüzde 21 ve yüzde 19 olarak izlenmektedir.
giderek daha vasıfsız işlere yönlendirildikleri burada ortaya çıkmaktadır.
Geçmiş 10 yılın bilançosuna baktığımızda ise iktisadi faaliyet-
2014 yılının verileriyle yükseköğretim mezunlarının, mezun
lere göre yaratılan yeni işlerin çoğunlukla inşaat ve hizmet-
oldukları alana göre işsizlik durumları incelendiğinde çıkan
ler alanında olduğu görülmektedir. 10 yılda istihdam içindeki
sonuç ise şöyle; %29 işsizlik oranıyla Gazetecilik ve enformas-
payı hızla artış gösteren hizmetler sektörünün yanında inşaa-
yon bölümü mezunları birinci sırada, Öğretmen eğitimi ve
tın istihdam içindeki payı yüzde 1,8 artış göstermiştir. Sanayi
eğitim bilimleri bölümü mezunları ise %16,3 işsizlik oranıyla
istihdamı gerilemeye başlamış, tarımda ise hızlı bir çöküş ha-
ikinci sırada yer almaktadır. “Güvenlik hizmetleri” alanından
lini resmedercesine istihdam yüzde 7,7’lik gerilemeye sahne
mezunlarda ise işsizlik oranının %2,5 olması dikkat çekicidir.
olmuştur.
Uzun mesai, güvencesiz iş, yoksullaşan hayatlar .
AKP dönemi verileri incelendiğinde sanayiyi ve tarımı ge-
Türkiye’de bugün işsizliğin giderek artması, bir yanıyla iktidar
rilettiği ölçüde rant ve hizmetler sektörünü öne çıkaran bir
tarafından hedeflenen düşük maliyetli emek gücünün oluştu-
politikaya rastlıyoruz.
rulmasına da aracılık ediyor.
2004-2012 yılları arası dönemde Türkiye genelinde istihdam
TÜİK uzun süreli iş arayanları işsiz kategorisine bile dahil et-
artışının sağlandığı yer açık ara ile “Nitelik gerektirmeyen iş-
mezken, Türkiye’de gerek piyasalaşmayla paralel artan hayat
ler” olarak öne çıkıyor. Bu dönemde vasıfsız işlerde çalışan
pahalılığı gerekse de işsiz kalanların sosyal koruma altında
erkek işgücü %44 artış gösterirken kadınlarda %101 yani iki
olmaması işlerde ücret ve vasıflara uygun seçime de yer bı-
katından fazla bir artış kaydetmektedir. Çoğunlukla vasıfsız
rakmamaktadır. Bu, “ne iş bulursan çalış” dönemine uygun
işlere yönlendirilen işgücünün eğitim durumuna baktığımız-
olarak emek gücüne güvencesiz ve düşük ücretli enformel,
da ise 2004-2014 yılları arasında yüksek öğretim mezunları
kısa süreli, niteliksiz işlerde çalışmayı dayatmaktadır.
göze çarpıyor. Bu dayatmanın bir sonucu olarak özel sektördeki her 4 işçiden biri kayıt dışı; dolayısıyla iş güvencesinden yoksun çalışmaktadır. 2002 yılında 358 bin olan taşeron işçi sayısı son yıllarda 2 milyonu aşmış durumdadır. Türkiye’de tam zamanlı çalışan ücretlilerin yüzde 19’u haftada ortalama 55 saat, yüzde 21.4’ü haftada ortalama 65 saat, yüzde 8.8’i ise haftada
ortalama
75
saat çalışmaktadır.
27
BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ’NDEN ÇAĞRI 1 MAYIS’TA TAKSİM’DA VE HERYERDE Birleşik HAZİRAN Hareketi, 1 MAYIS’ta HAZİRAN’da buluşmaya çağrı yaptı. Zorbalar Kalmaz Gider, Günışığı, Ekmek ve Yaşam İçin 1 MAYIS’ta HAZİRAN başlığıyla yapılan çağrıda TAKSİM ve tüm Türkiye’de Haziran’ın sokakta olacağı vurgulandı. HAZİRAN Hareketi’nin çağrısı şöyle, Gökyüzü kap karanlık. Hepimizi nefessiz bırakmaya yeminli zorbalık her yerde kol geziyor. Sopayla, Tomayla, tehdit ve şantajla Saray’ın saltanatı baki kılınmaya çalışılıyor. Ancak bu böyle gitmez! Haziran Türkiye’sini büyük direnişiyle bunu gösterdi. Şimdi bu büyük direnişinin izinde bir ülke kurma sorumluluğumuz var. Biliyoruz ki biz birlikte yürüyünce, Zorbalar kalmaz gider! Bu topraklar nice zalimler, zorbalar gördü. Ama halk hiçbirine teslim olmadı. Erdoğan’a mı teslim olacak? Onu da hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne göndermek, HAZİRAN Türkiye’sini kurmak için adımlarımızı ve safları sıklaştıralım.
28
1 Mayıs’ta HAZİRAN’da buluşalım.
Bunun için HAZİRAN’da birlikte yürüyoruz! Birlikte yürüyüşümüzü çoğaltmaya çağırıyoruz.
Onların Türkiyesi’nde işçiler gün ışığı görmeden ölümle yaşam arasında kölece çalıştırılıyor. Soma’da…Ermenek’te…
Onların sopası, Toması, polisi, yasaları varsa halkın da bir-
Zenginlerin Rezidans inşaatlarında öldürülüyor…
leşik gücü var. Bunu hep birlikte göstermek Haziran Türkiye’sini kurma yürüyüşümüzü büyütmek için
Haziran Türkiye’sinde emekçiler yaşamak güzel şey be kardeşim diyecek. Emekçiler 8 saat çalışacak, 8 saat dinlene-
1 MAYIS’ta HAZİRAN’da Buluşalım.”
cek, 8 saat canı ne isterse onu yapacak. HAZİRAN AFİŞLERİ Onların Türkiyesi’nde emekçiler güvencesizliğe mahkum ediliyor. Yoksul halkın eğitimden sağlığa insanca yaşaya-
HAZİRAN hareketinin 1 Mayıs çağrı afişleri de oldukça dik-
bilme imkanları elinden alınıyor.
kat çekici. Retro olarak bilinen afişlere ilişkin, görsel tasarım ekibi 70’ler vurgusunun bugün neşesini ve umudunu
Haziran Türkiyesi’nde herkes insanca yaşayacak, emekçiler
kaybeden, masumiyeti yok edilmiş toplum gerçekliği kar-
hakkını alacak, eğitim ve sağlık parasız olacak, hiçbir ço-
şısında bir nostalji olmanın ötesinde bugüne ve geleceğe
cuk aç uyumayacak.
ilişkin bir umudu temsil ediyor. Bu ayrıca HAZİRAN’ın neşeli ve kurucu dilinin de bir parçası olarak görülebilir. Her
Onların Türkiyesi’nde halkın, kadınların, gençlerin hiçbir
yer zaten karanlık ve insanlar aslında hayatta kalabilmek
söz hakkı yok. Ülkenin kaderi diktatörün iki dudağı arasın-
için dişlerini sıkıyor. Böyle bir topluma sürekli aynı sözle
da.
seslenmek, bir yönüyle o karanlığı daha da derinleştiriyor. Böylesi bir renk kaybolmaya yüz tutsuda hafızamızda bir
Haziran Türkiyesi’nde kendi Meclislerinde örgütlenen halk
yerle saklı duran sıcaklığı ve gücü yeniden hatırlatmaya da
yönetecek. Söz de karar da iktidar da halkın olacak.
vesile oluyor.
Haziran Türkiyesi emekçiler için gün ışığının, emeğin ve yaşamın ülkesi olacak.
29
HAZIRAN ÖZNELEŞME ÇAĞRISIDIR Tüm direnme odaklarının ve mücadele dinamiklerinin ortak iç içe direnme zeminini inşaa etme çabası Haziran Meclisleri’nde hayat buluyor. Haziran Meclisleri’nde iç içe giren, bütünleşen, hemhal olan hayatlar mücadeleyi de ortaklaştırıyor. AKP-Erdoğan İktidarı’nın meşru olmadığını, halkın kendi iradesi ve inisiyatifiyle doğrudan karar alma mekanizmalarının kurulmasıyla başka bir hayatı örgütleyebilmenin olanaklarını Haziran Meclisleri ifade ediyor. Edilgen değil etkin, nesne değil özne olma hali Haziran Meclisleri’nin bütün katılımcılarının pozisyonudur. Sözümüzü özneleştirdiğimiz, eylemimizi etkinleştirebildiğimiz mecraların kendisi Haziran Meclisleri’dir. Haziran Meclisleri, bugün kendi kaderiyle-hayatıyla ilgili söz söyleyebilme kolektif kararlar alabilme ve bunları hayata geçirebilme çabasını, umudunu, direnişçi ve kurucu bir mücadeleyi örgütlüyor. Kaçak saray iktidarının saldırılarına karşı hayatın her alanında, Haziran Halk Meclisleri’nde halkın dayanışması ile kula kulluk düzenini, AKP iktidarını yıkmak için “Haziran Meclisleri’nde Mücadeleye” çağrısı büyütülüyor. Bugün bu çağrı; eşitliğin, özgürlüğün, dayanışmanın, barışın çağrısıdır. 27-28 Aralık’ta Türkiye Haziran Meclisi buluşmasını gerçekleştirdik. Bu buluşmanın arifesinde 19. eğitim şurası gerçekleştirildi. HAZİRAN ilk barikatını, “Laik, Bilimsel Eğitim İçin Ayaktayız” faaliyetiyle örme kararı aldı. Laik, bilimsel eğitim için ilk olarak bir uyarı boykotu örgütledik. Belirlenen okulların önünden başlayan yürüyüş kollarıyla Nazım Hikmet Kültür Evi’nde öğrencilere verilen bilimsel eğitim dersleriyle başarılı bir boykot örgütledik. Laik, bilimsel eğitim için uyarı boykotuna Batıkent’ten çok sayıda öğrenci, veli, öğretmen katıldı. Batıkent’te yaşayan pek çok kişi de boykota destek verdi. Bunu açık bir biçimde gözlemledik. Fatsa’da siyanür mücadelesi veren teyzenin, Laik, bilimsel eğitim için Fatsa Ordu Meclisi’yle beraber boykotta olması aslında bir başarı adımının ve halkın birleşik iç içe mücadele zeminlerinin yaratılabileceğinin bir göstergesi. Şimdi de Bilimsel ve laik eğitim için bir adım daha atıyoruz. Zorunlu din derslerinin kaldırılması ve okullarımızın İmam Hatip’lere dönüştürülmemesi için örgütlediğimiz uyarı boykotundan sonra bir adım daha atıyoruz. Laik, Bilimsel eğitim için 10 talep ekseninde okullarımızdaki
PELİN BEKTAŞ Ankara Batıkent Meclisi
gerici uygulamaları deşifre eden, zorunlu din derslerine ve okullarımızın İmam Hatip’lere dönüştürülmesine karşı imza toplayan bunları İl, İlçe MEB Müdürlükleri’ne tüm imzacılarla birlikte götüren eylemlilikler gerçekleştireceğiz. Okul-Aile Birlikleri’nde olan velilerin ve öğretmen arkadaşlarımızın yoğun katılım sağlayacağı Haziran Meclis toplantıları yapma kararı aldık. “Laik Bilimsel Eğitim İçin Bir Adım Daha Atıyoruz” kampanyasını örgütleyeceğiz. Aynı mahallede bulunduğumuz HAZİRAN’cılarla kendi mahallemizde bulunan okulları gözlemleyip veli, öğretmen, öğrencilerle birlikte gerici uygulamalara karşı deşifre çalışmaları yapacağız. Ve bugünlerde 1 Mayıs’ta HAZİRAN çağrısını büyütüyoruz.
30
BIRLIKTE KARAR ALMA HAZIRANLAŞMADIR Haziran Meclisleri’ni üç boyutlu ele almak lazım. Bir tanesi; en geniş katılımı sağlamayı amaçlıyor. Yani; halkın en geniş katılımını sağlamayı hedeflemek gerekiyor. Bu anlamıyla da herkesin kendini ifade edebileceği bir zemin yaratılması lazım. Bir başkası; temsili demokrasi yerine doğrudan bir demokrasinin işletilmesi amaçlanıyor. Bu Haziran Meclisi açısından çok önemlidir. Üçüncüsü de Haziran Meclisleri yerellerde yerel alternatif olma, iktidar nüveleri olması çok önemlidir. Aslında yapmaya çalıştığımız Haziran Meclisleri’nde bu. Dolayısıyla yerele ilişkin öznel mücadele alanları yaratılıyor. Haziran Meclisi herhangi bir siyasi parti meclisinden öteye toplumsal mutabakatlar üzerine gelişen bir meclis. Antalya’da böyle karşılık buluyor. Vaat ettiğimiz şey; birlikte karar almamız. Herkes birlikte oturup, önerilerini mecliste tartışıyor ve bir karar ortaya çıkıyor. Bu anlamıyla bir aidiyet duygusunu vaat ediyor. Bu önemli. Bir de sorunların çözümünde ortaklaşma yaratabiliyoruz ve nasıl iş yapacağımıza, ne yapacağımıza birlikte karar veriyoruz. Dolayısıyla insanların kendilerinin karar verdiği bir organizasyona dönüşüyor. Bu anlamıyla olumlu. Üçüncüsü de Haziran Meclisi’ne dahil olmayan kişilerin de buraya katılmalarını sağlama çabaları yer alıyor. Kitlesel bir boyut da kazanıyor. Bugün (12.04.2015) burada bir Haziran Forumu var. Bugün ağırlıklı olarak Antalya’daki ekoloji sorunu ile ilgili bir sunum yapılıyor. “Konyaaltı ve Boğaçayı Sahil Projesi” adlı belediyenin dayattığı bir proje var. Oraların özelleştirip peşkeş çekileceği bir durum yaratılmaya çalışılıyor. Bununla ilgili bizim arkadaşlarımızın hazırladığı –mimar, öğretim üyeleri, avukatların oluşturmuş olduğu bir komisyon- bir proje var. Bugün onu tartışıyoruz. Önümüzde 1 Mayıs var. Bunun için çalışmalar yapılacak. Bilimsel ve Laik Eğitim İçin Bir Adım Daha Atıyoruz için imza kampanyası çalışmaları yapılmaya devam ediliyor. Bir de bölgesel bir forumun örgütlenmesi amaçlanıyor. Daha kısa periyodlarla hareket ediyoruz. Şu anda bizim önümüzde “Konyaaltı Sahil Projesi” dediğimiz çok uzun vadeli, kalıcı ve sahici bir sorun var. Bununla ilgili bir mücadele önümüzdeki günlerde oldukça sıcak olacaktır. 1 MAYIS’ta HAZİRAN bayrağını alanlara taşıyacağız. 1 Mayıs’ta HAZİRAN çağrısıyla yürümek, günışığı, ekmek ve yaşam mücadelesini daha fazla noktada yürütmek,
ZEYNEL ERGEN Antalya Meclisi
Meclislerimizi bu doğrultuda çoğaltarak sokaklara çıkacağız. HAZİRAN’ın sokak çağrısı bu anlamda salt bir eylem olarak görülmemeli. İnsanları bulundukları yerlerde bir araya getiren, birlikte mücadele kanallarını oluşturmaya çalışan bir toplumsal mücadelenin parçası olarak sokak ve eylemi işaret ediyoruz. 1 Mayıs bu anlamda önemli bir durak olacak.
31
TÜRKIYE’NIN NÜKLEER INADI NEDİM BÜLENT DAMAR EMO Enerji Çalışma Grubu Başkanı
1970’li yıllardan beri Türkiye’yi yöneten tüm hükümetler nükleer santral yapmak için büyük gayret gösterdi. Kimi ihale yaptı iptal etti, kimi görüşmelerle yüklenici ayarlamaya çalıştı, kimi ülkelerarası anlaşmalar denedi ama olmadı. Sonunda AKP hükümeti bir ilke imza atarak dünyanın ilk Yap-Sahip ol-İşlet (veya İngilizce BOO) nükleer güç santralını Rus Devlet şirketi ROSATOM ile yapma kararı aldı, birtakım yasalar çıkararak alt yapısını hazırladı ve Ruslarla sözleşmeyi imzaladı. Yetmedi, aynı yöntemle Sinop’ta bu sefer Japon-Fransız-Türk (Devlet) ortaklığı bir şirketle Nükleer güç santralı kurmak için yasa çıkardı. Dünyadaki ikinci BOO nükleer santralına imzasını attı. Ve Hükümet yetkilileri son günlerde üçüncü nükleer güç santralını seslendirmeye başladılar. Üçüncüsü de Kırklareli İğneada’da yapılacakmış. Bu üç yer 1960’larda seçilmişti. Hükümetler ve bürokrasi inatla bu üç mahalde nükleer güç santralı kurmak için direndi ve ikisinde sonuç aldı, üçüncüsü için de çalışıyor. Bu üç mahal de 1960’ların teknolojik bilgileri ile seçilmişti. O günden bugüne teknoloji gelişti, nükleer santrallar değişti, ama ‘zahmete ne gerek var’ denerek 50 yıl önce seçilen yapım sahalarına, günün teknolojisi ile kontrolü bile yapılmadan, santral yapma gayretleri devam ediyor. Türkiye’de nükleer santral yapımı için bu gayretler devam ederken dünyada bu konuda iki ayrı görüş yaşanıyor gibi görünüyor. Aşağıda verilen TABLO:1’de dünyanın nükleer santrallara ilişkin dünü, bugünü ve eğer vazgeçilmez ise önümüzdeki 10-15 yıllık geleceğini görmek mümkün olmaktadır.
32
Tablo:1’den açıkça görüleceği üzere;
Yani önümüzdeki yıllarda dünyada yapılması planlanan
-Gelişmiş ülkeler (Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, Kanada,
560 adet reaktörün 331inin (%59’unun) bu üç ülkede ya-
Japonya ve Tayvan) kapatılan nükleer santralları dolayısı
pılması öngörülüyor.
ile kaybettikleri elektrik üretim potansiyelini yeni nükleer santrallarla geri kazanmak istemiyor.
Türkiye nükleer enerjiden elektrik elde edilmesi yönünde
-Gelişmekte olan ülkeler elektrik üretimlerini arttırmak için
bu şekilde bir manzara gösteren dünyada nükleer sant-
nükleer santralları önemli bir kaynak olarak görüyor, bu
ralların yapılmasını öngören ülkeler arasında yer alıyor.
santrallara büyük yatırım yapıyorlar.
Nükleer santrallardan elektrik elde edilmesi teknolojisini
-Önümüzdeki yıllarda yapılması düşünülen (inşa halinde
terk eden gelişmiş ülkelerle beraber değil, bu teknolojiden
olan, planlanan, öngörülen)
medet uman gelişmekte olan ülkelerle beraber hareket
560 adet NGS’nin 471 adedi (%84’ü) gelişmekte olan ülke-
ediyor. Yani batı ülkeleri dediğimiz gelişmiş ülkelerde 50
lerde yer alıyor.
yıl önce moda olmuş ve bugün bırakılmakta olan bir teknolojiyi alarak batı ülkelerini 50 yıl geriden takip ediyor.
Yani, ekonomik olarak gelişmiş ülkeler nükleer santrallar-
Gelişmelerden ders almıyor ve belki de 50 yıldan önce
dan açıkça vazgeçiyor, gelecekteki elektrik enerjisi ihtiyaç-
terk etmek zorunda kalacağı bu yöntemle elektrik üretil-
ları için başka kaynaklara yöneliyorlar. Fakat gelişmekte
mesinde ısrar ediyor. Buna rağmen en yetkili siyasi ağızlar
olan ülkeler elektrik ihtiyaçlarını karşılamak için nükleer
‘nükleer santral yaparak medeni ülkeler çağına geçeceğiz’
enerjide büyük oranda ısrar ediyor.
diyor. Herhalde ABD, Almanya ve benzeri batı ülkelerini medeni olarak kabul etmiyor.
Bugünlerde nükleer santral reaktörlerinin güçleri 1000MWe ila 1200MWe arasında standartlaşmış şekilde üretilmekte-
Gelişmiş ülkelerin nükleer santrallardan vazgeçmesinin te-
dir. Tüm dünyada ülke ayrımı olmaksızın aynı güçte sant-
mel nedenleri bir kaç başlıkta toplanabilir. Kısaca özetle-
rallar yapılmaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki açıklamalar
mek gerekirse:
daha kolay anlaşılabilmesi için teknik güç terimleri yerine santral sayısı üzerinden yapılmıştır.
1-Kaza anında meydana gelebilecek yaşamsal ve maddi etkenler: Nükleer santrallarda tüm uğraşlara karşın kaza riski
Nükleer santral yapımından uzak duran gelişmiş batı ülke-
önlenememiştir. Bu gerçek tüm uzmanlar ve siyasiler tara-
lerine karşın, Çin, Hindistan ve Rusya öteki tüm ülkelerin
fından kabul edilmektedir. Meydana gelen iki büyük kaza
önünde çok sayıda nükleer santral yapımını gerçekleştir-
sonucunda oluşan sosyal ve maddi hasar hiçbir ülke tara-
meye çalışmaktadır.
fından karşılanamayacak kadar büyük olmuştur. Böyle bir riskin alınıp alınmaması konusunda bu ülkeler tercihlerini
Aşağıdaki TABLO:2’de bu ülkelerin nükleer santral (reaktör
nükleer santralları azaltma yönünde kullanmışlardır.
sayısı) açısından durumu gösterilmektedir.
33
2-Maddi ve finansal sorunlar: Meydana gelen nükleer ka-
dır. Bu atıklar depolanmalı ve çeşitli işlemlerden geçirile-
zalar sonunda güvenlik önlemlerinin arttırılması gerekli-
rek orta düzey atık durumuna getirilmelidir. Bu işlemlerde
liği anlaşılmış, bu yönde çalışmalar yapılmış ve arttırılan
elde edilen ve nükleer silah yapımında da kullanılabilecek
güvenlik önlemleri sonucunda nükleer santralların yapım
platonyum maddesinin de yönetimi yapılmalıdır. Dünyada
maliyetleri çok fazla artarak alternatif elektrik üretim kay-
nükleer yakıt artıklarını işleyebilen 8 ülke vardır ve bu ül-
nakları ile yapılacak santralların kat ve kat üzerine çık-
keler de nükleer silahlanmanın önlenmesi anlaşmaları ile
mıştır. 1970’li yıllarda 500 $ civarında olan 1 KW için ya-
sıkı denetim altındadırlar. Dolayısı ile nükleer atıkların bu
tırım maliyeti günümüzde 5000$ ila 8000$ arasında bir
ülkelere gönderilerek imhası da bugüne kadar çözülmüş
rakama yükselmiştir. Bu durum, gelişmiş ülkeleri elektrik
bir konu değildir.
üretimi için başka kaynaklara yöneltmiştir. Ayrıca kabul edilen kaza riski nedeniyle hiçbir sigorta şirketinin nükleer
ABD, Almanya ve İngiltere’de nükleer atık depolanma-
santralları sigorta etmemesi, yatırım maliyetlerini daha da
sı için yapılan çalışmalar bugüne kadar olumlu bir sonuç
arttırdığı gibi, birçok ülkede bu santrallara devlet ortaklığı-
vermemiştir. Atık meselesi, bugün için dünyanın önünde
nı zorunlu kılmıştır. Bu durum nükleer santral yatırımlarına
çözülmemiş büyük bir sorun olarak durmaktadır.
yaklaşımı maliyet yönünden de olumsuz etkilemiştir. 5-Teknik ömrü dolan nükleer santralların söküm sorunu: 3-Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretiminde teknoloji-
Nükleer santralların teknik ömürleri dolduğu zaman dur-
nin gelişmesi ve ucuzlaması: Son 20 yılda elektrik enerjisi
durulmaları ve üzerinde kurulu oldukları büyük alanları
üretimi için yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilme-
kullanabilmek için sökülmelidirler. Ancak bu santral alanla-
sinde büyük gelişmeler olmuş ve bu kaynaklardan elektrik
rı radyasyon nedeni ile çok fazla kirlenmiş ve insan hayatı
elde edilmesi için gerekli yatırım miktarları hızla düşmüş-
için tehlikeli olduğundan, bu işlem büyük bir maliyet ge-
tür. Hem kaynağın bedelsiz veya çok ucuz olması, hem de
rektirmekte ve ayrıca sökülen ve kaldırılan malzemelerin
çevre zararlarının bu kaynaklarda en düşük olması gerçeği
nerede depolanacağı büyük sorunlar yaratmaktadır. Dün-
batı ülkelerini nükleer enerjiyi yenilenebilir kaynaklar ile
yada henüz daha tam anlamıyla sökülen, sökülen malze-
ikame etmeye yöneltmiştir. Özellikle Avrupa’da Almanya
meleri taşınan ve bulunduğu alanı tekrar kullanıma açılan
ve İspanya tarafından gerçekleştirilen başarılı yenilenebi-
bir nükleer santral yoktur. Dolayısı ile bu konu da büyük
lir kaynak uygulamaları, batı ülkelerinin nükleer enerjiyi
bir sorun olarak dünyanın önünde çözüm beklemektedir.
azaltma kararlarında etkili olmuştur.
Yapılan hesaplara göre bir nükleer santralın sökümü o santralı yapmak için yapılan yatırımın 1.5 katı bir harcama
4-Nükleer Santralların atık sorunları: Nükleer santrallardan
gerektirecektir. Bu nedenlerle en son örneği İngiltere’de
yüksek düzeyde radyasyon yayan atıklar ortaya çıkmakta-
görüldüğü gibi, durdurulan nükleer santrallar olduğu gibi bırakılmakta ve bulundukları alana hiçbir giriş çıkış yapılamamaktadır. Yani deyim yerindeyse, durduruldukları alan zorunlu mezarlıkları olmaktadır. 6-Çevresel etkenler: Tüm alınan önlemlere karşın nükleer santrallardan çevrenin ve soğutma suyu alınan yerin radyasyon kirliliğine uğraması önlenememektedir. Özellikle soğutma suyunun alındığı deniz veya göllerde meydana gelen kirlilik ve sudaki yaşamın yok olması önemli sosyal sorunlara neden olmaktadır. Bu durumun önlenmesi mümkün olmamakta ve
34
toplumsal etkileşim tüm toplumu rahatsız etmektedir.
rallara ihtiyaç yoktur. Peki, nükleer santrallardan elde edilecek elektrik enerjisi acaba ucuz olduğu için mi AKP hü-
Görüldüğü üzere nükleer programlarını azaltmaya karar
kümeti tarafından yukarıda sayılan riskler göz ardı edilerek
vermiş olan batılı toplumların gerekçelerinin tamamı ras-
nükleer santral yapımında ısrar ediliyor sorusunun cevabı
yonel ve geçerli gerekçelerdir. Tüm devletlerin nükleer
da net bir hayırdır.
santral konusuna bu perspektiften yaklaşmaları gerekmektedir. Nükleer santralların ilk yapılmaya başlandığı sı-
Akkuyu nükleer santralından elektrik enerjisi 12,35 Dolar
rada bilinmeyen, ancak zaman içerisinde öğrenilen ve tes-
cent/kwh bedelle ve Sinop nükleer santralından elektrik
pit edilen bu olumsuz unsurları dolayısı ile gelişmiş ülkeler
enerjisi ise 10,80 Dolar cent/kwh artı yakıt bedeli ile satın
nükleer santrallarını azaltmaya karar vererek, uygulamaya
alınacaktır. Akkuyu NGS’nin üretiminin %50’sine 15 yıl alım
başlamışlardır.
garantisi verilmiştir. Sinop NGS’ye ise üreteceği enerjinin tamamına 20 yıl alım garantisi verilmiştir. Sinop NGS’den
Ancak nedense Türkiye’deki hükümetler ve özellikle AKP
alınacak enerjinin birim fiyatına yakıt bedeli de eklendiğin-
hükümeti nükleer santral yapılması konusunda çok ısrarlı
de her iki santraldan alınacak elektriğin birim fiyatı yakla-
davranmış ve yasalar vasıtası ile sözleşmeler imzalayarak
şık aynı olmaktadır. Bu birim fiyatlar devletin bugüne ka-
bir anlamda Türkiye’yi nükleer enerjiye mahkûm etmiştir.
dar aldığı en yüksek fiyattan %25 civarında daha fazladır.
Türkiye’nin nükleer enerjiden vazgeçmesi belki de çok
Dolayısı ile tüccar mantığı ile de nükleer santralları yapmak
yüksek tazminatlar ödenmesini beraberinde gerektire-
mantıki görünmemektedir.
bilecektir. Acaba AKP neden böyle yapmaktadır? Bunu AKP’nin tüm davranışlarına hâkim olan tüccar mantığı ile
Ayrıca nükleer santralların nükleer yakıt ile çalıştığı ve Tür-
açıklamaya çalışsak bile geçerli bir gerekçe bulmak müm-
kiye’de nükleer yakıt imal tesisi olmadığına göre, nükleer
kün görünmemektedir.
yakıt dışarıdan gelecek ve nükleer santrallar Türkiye’nin enerji açısından dışa bağımlılığını net olarak arttıracaktır.
Şöyle ki; acaba Türkiye’nin başka kaynağı ve imkânı yoktur
Sonuç olarak ülkeye hiç bir yararı olmayan ve büyük riskler
ve o nedenle mi nükleer santral kurulmasında bu şekilde
içeren nükleer santralların yapılması Türkiye için gerekli ve
ısrarlı olunmaktadır?
yararlı değildir. Aksine, enerji fazlası oluşacağından yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesine mani ola-
Aşağıdaki TABLO:3’de TEİAŞ’ın 5 ve 10 yıllık elektrik üre-
cak, dışa bağımlılığı arttıracak, devletin ortalama elektrik
tim projeksiyon kitapları ile yeni santral yapımına izin ve
alım fiyatını arttıracak ve böylece büyük zararlara neden
lisans veren EPDK’nın resmi web sitesinden alınan verilere
olacaktır. Görüldüğü gibi kaza meydana gelme riski göz
yer verilmiştir.
ardı edilse bile ekonomik olarak herhangi bir avantajı bulunmamaktadır.
TABLO:3’den de açıkça anlaşılacağı gibi Akkuyu ve Sinop nükleer santrallarının devreye girmesi öngörülen 2023 yılında elektrik enerjisi ihtiyacı bakımından nükleer sant-
35
NÜKLEERE KARŞI SINOP MITINGINE ÇAĞRI SİNOP HAZİRAN MECLİSİ
Türkiye’nin kendi sınırları içinde nükleer enerji santrali olmamasına rağmen Çernobil nükleer faciasından ciddi bir şekilde etkilenen bir ülkedir. Yine Fukushima felaketinde yayılan radyasyonun yıllar geçmesine rağmen Kanada sahillerine kadar ulaştığı da son günlerde insanlığın yüzüne vurmuş bir gerçektir. Nükleer felaketleri bir yana bıraksak bile nükleer santraller doğada binlerce yıl tahribat ve zararlı etki bırakan atıklar üretir, ki bu sorunu dünyada hiç bir ülke çözememiştir. Çernobil felaketinden sonra hastalık ve özellikle kansere yakalanma oranlarının ciddi bir şekilde artması dehşet vericidir. Fukushima Nükleer Enerji Santralinin elektrik kesintisi nedeniyle soğutma yapamadığı için patlamış olması Türkiye için felaket çanlarının çalması demek. Öyle ki tüm Türkiye çapında saatler süren elektrik kesintilerinin sebebini bulamayan bir devlet, Çernobil ve Fukushima felaketlerinin faili olan şirketlerle yaptığı anlaşmalarla halkın yaşam alanlarını ve geleceğini yok etmek istemektedir. Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santralin soğutma suyu denizden alınacak olup, bu şekilde tüm kıyı şeridinin deniz suyu sıcaklığının 5 derece artmasına neden olacak olup, bu da o bölgedeki balık larvalarının haşlanıp Türkiye balık üretimnin %12’sine sahip olan Sinop’taki deniz yaşamını yok edeceği kesindir. Bunun dışında santralin yapılacağı alanda bir milyon ağaç kesilmeye başlanmıştır. Bu da orada yaşayan çok sayıda endemik bitki ve hayvan türünün katledilmesine sebep olacaktır. Para uğruna doğayı lime lime eden, doğal yaşamı hiçe sayan, öldürmekte usta olanlara ve işbirlikçilerine karşı durmak bir insanlık görevidir. Tam da bu noktada Haziran SİNOP, yaşam alanlarını savunuyor, Sinop’a sahip çıkıyor. Halkımızı da kentini savunmaya, kentine sahip çıkmaya çağırıyor. İlke ve amaçları arasında; piyasacı talan ekonomisi veözelleştirme yağmasına karşı kamucu-halkçı bir ekonomiyi savunmak olan Haziran Hareketi, doğanın tahribine, kentlerimizin ve yaşam alanlarımızın kâr amacıyla yok edilmesine karşı mücadelede Sinop halkını 25 Nisan ‘’Nükleer’e Hayır’’ mitinginde Gezi direnişi ruhuyla harekete çağırıyor. Vatana düşman olanların; ‘’milli’’lik kisvesi altında,istihdam ve enerjide dışa bağımlılığı yoketme’ ’vb. yalanlarının altında yatan gerçeğin, emperyalizme göbekten bağlı işbirlikçi AKP devletinin parsel parsel sattıklarına Sinop’u da dahil etmek olduğunu biliyoruz. AKP iktidarı, emperyalizmin bölge politikalarının uygulayıcılığını baskı ve hileyle, anayasayı ve hukuku hiçe sayarak yapıyor. Haklı olmanın yetmeyeceği, güçlü olmanın yollarını aramamız gerektiği gerçeğinden yola çıkarak; Sinop’un bugününe ve geleceğine sahip çıkmak yani direnmek ve halkın birleşik örgütlü mücadelesini var etmek adına, emeğin ve onurun yüceliğine inananları 25 Nisan mitingine ve devam eden süreçte herkesin sözünü söyleyebileceği Haziran Meclislerine çağırıyoruz.
36
AYDINLIĞIZ...RÜZGARLIYIZ...DELIYIZ... MERVE BENZER
İktidar kadının yaşamına girme uğraşını sürdürüyor. Gittikçe muhafazakârlaşan toplum yapısı gün geçtikçe meydana çıkıyor. Kadının bedeni, yaşam alanı denetim altına alınmaya çalışılırken muhafazakârlaşan bir ilerleyiş söz konusu. Biz kadınlar AKP şiddetini yaşadığımız her alanda yaşıyoruz. Kaç çocuk doğuracağımızdan, kahkahamıza, hamileliğimize, yaşam biçimimize karşı bir savaş açılmış durumda. Ülkemizde son on yılda kadın cinayetleri yüzde 1500 arttı. Katillere her türlü cezai indirimi uygulayanlar; koruma talebinde bulunan kadınları bürokrasiye boğup, şiddet uygulayan kocalarla uzlaşma yoluna gitmiş, tecavüzcüsüyle evlendirme yollarına sürüklemeye çalışmıştır. Geçtiğimiz ay Nevin Yıldırım tecavüz eden erkeği öldürdüğü için müebbet cezasına çarptırılırken, kravat takan tecavüzcülere katillere iyi hal indirimi uygulanıyor. Hal böyleyken biz kadınlar ve LGBTi bireyler olarak korkunç bir şekilde artan kadın, nefret ve trans cinayetlerine karşı yasam hakkımızı elimizden almaya çalışan, sokakları meydanları bizlere dar etmeye çalışanlara inat “Yaşamak İçin Pedal Çeviriyoruz” etkinliğini gerçekleştirdik. Etkinliğimiz şehir turuyla başladı. Bisikletlerimizle Özgecan Aslan’a, Nevin Yıldırım’a, trans bireylere selam gönderdik. Sloganlarla çevirdiğimiz pedallarımızın geçtiği her yerde kadınlara selam gönderdi. Özellikle kadınlardan büyük bir destek aldık. Kadınlar; biz genç kadınları daha çok alanlarda görmek istediklerini desteklerini belirttiler. Bizim için sevinç verici bir durumdu bu. Kadınlarla birlikte olmak heyecanlı ve umut verici bir durum. Güvensizlikle yaşadığımız bu toplumda kadınlarla olmak nefes aldırıyor. Başlangıç yerimiz özellikle genç nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı üniversite caddesinden oldu. Bu bölgede artan tacize ve şiddete dikkat çekmiş olduk. Sonrasında şehrin belli noktalarından devam ederek etkinliği sürdürdük. Etkinlik sonlandığında kadınlarla bir arada olmanın kadınların sokaklarda meydanlarda olmasının ve birlikte yürümenin, birlikte mücadele etmenin önemi bizim için çok anlamlı. RedSista’da bir röportajda okuduğum bir cümle var; “Sokağa çıkan kadınlar bir daha geri girmezler”...İstediğimiz tam olarak bu.
37
DOĞAN TILIÇ İLE
#BANA NİYE BAKIYORSUN Redaksiyon Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi bünyesinde Kadın Dayanışma Ağı oluşturma fikriyle yola çıkan NAR, bir süredir çeşitli Forumlarla kadın dayanışma ağı fikrini geliştirme ve neler yapılabileceğini birlikte oluşturmak için buluşmalar gerçekleştiriyor. Bu buluşmalardan birinde kamusal alanda cinsel tacize dair farkındalık yaratmak için soruyorlar: #BanaNiyeBakıyorsun Nar Kadın Dayanışma Ağı’nın açıklaması şöyle: Bize kendinize sorun diyorlar soruları, kendinizi kolaçan edin, giysilerinizi çekiştirin, bu saatte yalnız sokağa çıkmasa mıydım acaba deyin, tedirgin olun, yan gözle vitrindeki yansımanıza bakın acaba ne var bende diye, hatta mümkünse bunu kamusal alana çıkmadan yapın diyorlar. Sen, öyle elini kolunu sallayarak yürüyen kadın, çabuk kafanı yere eğ ve sakın kaldırma… Noldu, bir şey yok di mi, görmezden gel, duymazdan gel, hissetmezden gel! Olmamış gibi yapabilirsin, zaten senin hatan bu saatte dışarıda olduğun için, biraz da davetkarsın sanki... Normal değil mi? Sen hala alışmadın mı? Acaba o etek çok kısa olduğu için mi? Belki de çok kıvırtıyordun… Bu çok sık olan bir şey değil mi, alışılabilir, sen de kendini ona göre ayarla, rahatsız oluyorsan, ona göre davran. Zaten hakikaten ne işin var sokakta… Evet, aynen böyle diyorlar! Soruyoruz, en temelden soruyoruz: #BanaNiyeBakıyorsun, beni niye taciz ediyorsun! Kıyafetlerim, sokakta olmam, sokağa çıkmayı tercih ettiğim saat, makyajım, yürüyüşüm, yalnız oluşum, sarhoş oluşum, kahkaham, kadın olmam… Senin beni taciz etmen için hangi sebep meşru olabilir! Bu sefer ben olanca açıklığı ile soruyorum, asla kaçamayacakları bir biçimde soruyorum, gözlerinin içine baka baka soruyorum, evet tersine döndü durum. Kimseye değil, kendime söylemek için soruyorum, ortada bir kurban yok, yaptığım herhangi bir yanlışın kurbanı değilim, kendimi sürekli suçlu hissetmek ya da kollamak zorunda değilim, kendine soru sorması gereken ben değilim! Farkındayım! Sahi, #BanaNiyeBakıyorsun?
38
KEÇIÖRENDE KADINLAR NAR IÇIN BULUŞTU GERICILIĞE KARŞI SAVAŞ AÇTI Geçtiğimiz hafta Keçiören’de kadınlar NAR için buluştu. Redaksiyon Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi bünyesinde Kadın Dayanışma Ağı oluşturma fikriyle yola çıkan NAR, bir süredir çeşitli forumlarla kadın dayanışma ağı fikrini geliştirme ve neler yapılabileceğini birlikte oluşturmak için buluşmalar gerçekleştiriyor. Bu buluşmalardan birisi de Keçiören Kadın Dayanışma Atölyesi’nde gerçekleşti. NAR’a ilişkin paylaşımların yapıldığı tartışmada, pratik çalışmalara ilişkin de öneriler oluşturuldu. Keçiörenli kadınlar, forumda aldıkları kararlardan birisi ile yola koyulmaya başladı bile. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair eğitimin küçük yaşlardan itibaren alınması gerektiğini tartışan kadınlar, Türkiye’nin de imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nde ilkokuldan itibaren eğitim müfredatında toplumsal cinsiyet eğitimi olması gerektiğini belirtirken; değil bu eğitimin verilmesi şu an mevcut ders kitaplarında yaygın olarak cinsiyetçi ifadelerin olduğunu vurguladılar. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair derslerin eğitim müfredatına eklenmesi için talepler oluşturacaklarını ve bunu bir kampanyaya dönüştüreceklerini belirten kadınlar öncelikle bunun bir ayağı olarak mevcut ilk ve orta öğretim kitaplarını inceleyecek, cinsiyetçi ögeleri/ifadeleri tespit edecek ve bunları bir rapor halinde teşhir edecek. Keçiören Nar Kadın Dayanışma Ağı forumunda aldıkları karar doğrultusunda “Kadınlar Ders Kitaplarını İnceliyor, Cinsiyetçiliği Teşhir Ediyor” çağrısı ile Keçiören Kadın Dayanışma Atölyesi’nde bir araya gelecek olan kadınlar, ders kitaplarını inceleyecekler. Nar Kadın Dayanışma Ağı’nın gerçekleşecek bütün forumlarına bu çalışmayı yaymak istediklerini söyleyen Keçiörenli kadınlar, Nar Kadın Dayanışma Ağı ile toplumsal cinsiyet eşitliği eğitiminin müfredata girmesi için çalışmaların çeşitli ayaklarının örüleceğini belirttiler.
39
ÖRGÜTLÜ TOPLUM ÜZERINE
PAUL STREET Çeviri İDEM ERMAN
“Toplumun nasıl örgütleneceğine dair görüşlerimiz çok farklı.” Amerika Birleşik Devletleri başkanı Barack Obama, Küba başkanı Raul Castro ile Panama’daki Amerika Zirvesi’ndeki toplantının ardından böyle söyledi. “[Castro’ya] açıkça söyledim,” diye ekledi Obama, “Demokrasi, insan hakları, toplantı-gösteri özgürlüğü ve basın özgürlüğü gibi meseleler hakkında konuşmaktan vazgeçmeyeceğiz.” Oligarşi Obama’nın toplumun örgütlenmesi hakkındaki görüşlerini bir yana bırakalım ve Noam Chomsky’nin hicivli bir ifadeyle “Really existing capitalist democracy (gerçekten var olan kapitalist demokrasi) , kısaltması RECD, ama “wrecked” (enkaz) diye okunur” dediği Amerikan toplumunun örgütlenme şekline şöyle bir bakalım: “Halkın kendini yönetmesi mi? Demokrasinin ana vatanı ve karargahı nüfusun yüzde 1’inin yüzde 90’ından ve muhtemelen halkın “demokratik bir şekilde” seçtiği yöneticilerin önemli bir kısmından daha zengin olduğu çok daha şeffaf plütokrasi.” En zengin 400 Amerikalı, halkın yarısının toplam gelirini aralarında paylaşıyorlar. Wal-Mart’ın varislerinden altısının serveti, halkın yüzde 42’sinin gelirine eşit. Para güç olduğu için de,
40
Aristoteles’den beri bütün batılı düşünürlerin çoktan anla-
le açıklıyor: “Onlarca yıldır yapılmakta olan siyaset bilimi
mış oldukları gibi, bugün Amerika’da halkın çoğunluğunun
araştırmalarının size anlattıklarının tersine, Amerika’da
görüşü teknik olarak geçeli değil. Dünyanın zengin ve sa-
sıradan vatandaşların hükümetlerinin yapıp ettikleri üze-
nayileşmiş ülkelerinin açık ara en eşitsizi olan Amerika’da
rinde hiçbir etkileri yoktur. Ekonomi seçkinleri ve özellikle
sözüm ona kendi kendini yöneten halk modeline egemen
iş çevrelerini temsil eden çıkar gruplarının ise çok büyük
olan ( Edward S. Herman ve David Peterson’un mükemmel
oranda etkileri bulunmaktadır.”
tanımlarıyla) “paranın seçilmemiş diktatörlüğü”dür. Mesele, “serbest piyasaya” karşı “güçlü hükümet” meselesi Amerika’da kendi kendini yöneten halkın veya demokrasi-
değil. Mesele kimin yönettiği ve halka hizmet ettiği: varlıklı
nin tek bir yerde toplanmış ekonomik güç tarafından fena
şirketler ve bir avuç finans seçkininin muazzam derecede
halde ezilmiş olduğunu söylemek için Marksist, solcu anar-
bencil, biriktirmeye bağımlı gündemi ile emekçi sınıf ço-
şist veya diğer “tehlikeli şekilde radikal” görüşlere sahip
ğunluğu ile ortak çıkarlar arasında.
olmanız gerekmiyor. Geçen Nisan’da çıkmış ve Perspective on Politics dergisinde yayınlanacak olan araştırmada, önde
Toplum mu? Birçok para ustasına göre, sağcı İngiliz Baş-
gelen ana akım siyaset bilimcilerinden Martin Gilens (Prin-
başbakanı Margaret Thatcher çok doğru söylemişti. Demir
ceton) ve Benjamin Page (Northwestern) Amerika’da artık
Leydi, “Toplum diye bir şey yoktur. Kadın ve erkek bireyler
demokrasinin var olmadığını bildiriyorlar. Giles ve Page,
vardır, bir de aileler… İnsanlar önce kendilerine bakmak zo-
geçtiğimiz son birkaç on yılda, Amerika’nın “bir oligarşi”-
rundalar. Kendimize bakmak görevimizdir… İnsanlar hiçbir
ye dönüştüğünü, zengin seçkinlerin ve şirketlerin iktidarda
görev üstlenmeden hak sahibi olmak istiyorlar. Eğer bir gö-
olduğunu, ulusal siyaset üzerinde müthiş bir orantısız güç
rev üstlenmemişsen, hak diye bir şey yoktur.” demişti. Bu
kullandıklarını belirtiyorlar. 1981-2012 arasında çeşitli siyasi
sözler, şişko kedilere değil, yoksullara ve emekçi sınıflara
inisiyatiflerden elde ettikleri 1800 veriyi inceledikten sonra,
söylenmiştir. Devletin verdiği haklara kendilerini korumak
zengin ve iyi bağlantılara sahip seçkinlerin Amerikalıların
ceplerini doldurmak için göz diken varlıklı azınlık dışarıda
çoğunluğunun iradelerini hiç dikkate almadan hatta bazen
bırakılmıştı (Bu konuya bu makalede tekrar döneceğim)
bu iradeye karşı gelerek ülkenin dümenini ellerinde tuttuk-
hatta mali disiplin ve kişisel sorumluluk adına, yoksulların
larını ileri sürüyorlar. Giles ve Page “Araştırmamızda ortaya
ve emekçi sınıfların yararına yardımların ve koruma tedbir-
çıkan en önemli nokta, ekonomi seçkinlerinin ve iş dün-
lerinin kaldırılmasında ısrarlı olmuşlardı.
yasının çıkarlarını temsil eden örgütlü grupların Amerikan hükümetinin politikalarına büyük ölçüde etki ettikleridir”
Kırk metrelik hatlar içinde çatışmak
diye yazıyorlar, “Kitle bazlı çıkar grupları ve sıradan vatan-
Obama, RECD’in soğuk otoriter gerçeğine çok iyi uyum
daşların bağımsız etkisi ya çok azdır ya da hiç yoktur” di-
sağladı. Politikası daima seçkin şirketlerin ve finans çev-
yorlar. (M. Gilens ve B. Page, “Amerikan siyaset kuramlarını
relerinin çıkarlarına hizmet ediyor. Aralık 2013’de, The Wall
sınama: Seçkinler, Çıkar Grupları ve Sıradan vatandaşlar”,
Street Journal CEO Council denilen bir etkinlikte önde
9 Nisan 2014)
gelen Amerikalı kapitalistlerin önünde bazı düşüncelerini açıkladı. “Başka ülkelere gittiğinizde, siyasi bölünmelerin
Radikal bir solcu olması pek mümkün olmayan Amerikan
çok daha sert ve geniş olduğunu görüyorsunuz. Ameri-
Yüksek Mahkeme yargıçlarından Louis Brandies’in 1941’de
ka’da ise, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler 40 metrelik bir
“Bir seçim yapmak zorundayız. Ya bir demokrasi olacağız
hat içinde çatışıyorlar… Bana bazen sosyalist diyorlar. Ama
ya da servet bir azınlığın elinde toplanacak, ikisi birden
hayır, gerçek sosyalistlerle tanışmanız lazım (kahkahalar)
olmaz.” demiş olması kimseyi şaşırtmamalı. Benim de iç-
Şirket vergi oranlarını düşürmekten söz ediyorum. Sağlık
lerinden biri olduğum “sıradan vatandaşların” dediği gibi
reformum özel piyasaya dayanıyor. Borsa son baktığımda
“para konuşunca palavra biter”.
gayet iyi durumdaydı.” Sola gelince, sosyalist yazar Danny Klatch şöyle yorumladı aslında, “Yönetici sınıflar adına
Geçen Nisan’da Gilens ve Page’in araştırmaları hakkında
dokunaklı bir andı. Kongredeki sert partizan savaşa ve iş
internet dergisi Talking Points Memo (TPM)’de çıkan bir
dünyasından yöneticilerin sık sık çamur dövüşüne tutuş-
haber ilginç bir başlık taşıyordu. “Princeton araştırması:
malarına rağmen, bir avuç CEO başkanlarıyla birlikte otur-
Amerika artık gerçek bir demokrasi değil.” Yazıda verilen
dular ve aslında aralarında hiçbir fark olmadığını gördüler.
linki verilen kendisiyle yapılmış bir röportajda Gilens şöy-
Obama ile Amerikan şirketlerinin ayrı ayrı saflarda olduğu-
41
nu sanan sıradan Amerikalılara hep birlikte güldüler.”
Sayısız önemli meselenin “40 metrelik hatta” hareket eden Demokrat Parti’nin solunda durduğuna dair çoğunluk gö-
Mesele Obama’nın başkanlığının ilk başlarına ve daha
rüşü Amerikan siyasetinde teknik olarak geçersizdir. Büyük
öncesine kadar gidiyor. Obama popüler ve ilerlemeci bir
Amerikalı düşünür John Dewey’in 1931’de gayet akıllıca
umut dalgasının üzerine bindi. Beyaz Saray’ın, önde ge-
dile getirdiği gibi “İş çevrelerinin gölgesi toplumun üze-
len dev ve baş parazit finansal kurumların yol açtığı Büyük
rindedir.” 84 yıl sonra bakıldığında Dewey’in bu nitelemesi
Resesyon sırasında herkese sağlık sözü vermesi önemliydi.
gayet ılımlı kalıyor: şirket ve finans çevrelerinin gücü Ame-
Demokratlar hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da
rikan siyasetinin, kültürünün ve toplumunun gözeneklerine
çoğunluktaydılar ve Amerikan emekçi sınıfları ülkenin zen-
sinmiş öldürücü bir buhar gibidir. Hatta bireylerin yaşadık-
gin seçkinlerine derin bir öfke duyuyorlardı çünkü yüzde 1
larını ve bilincini de zehirlemektedir. Chomsky 2011 yazın-
neredeyse halkın tamamından daha zengindi. Peki, Obama
da seçkinler eliyle çıkarılmış borç tavanı krizinin ardından
ve Kongredeki Demokrat arkadaşları ne sağladılar? Saygın
şöyle söyledi: “Dewey’in gölgesi, 1970’lerden beri toplumu
sol liberal yorumcu William Grader, 2009 Mart’ında Was-
ve siyaseti saran kara bir bulut haline geldi. Artık büyük öl-
hington Post’daki “Obama bize konuşun diyor ama acaba
çüde finans kapital haline gelmiş olan şirketlerin gücü, öyle
dinliyor mu?” başlıklı makalesinde durumu gayet iyi açıkla-
bir noktaya vardı ki geleneksel siyasi partilerle hiçbir ben-
dı. “Herkes iktidarın, gücün kimde olup kimde olmadığına
zerliği kalmamış olan her iki siyasi örgüt, tartışma konusu
dair çok sert bir ders aldı. Washington’un felakete yol açan
olan önemli meselelerde toplumun çok sağında kaldılar.”
finans çevrelerini kurtarmak için nasıl koştuğunu izledi.
Amerikan halkının görüşlerini temsil edenlerin büyük bir
Doğru insanlar istediğinde, devletin saçacak epey parası
kısmı servet dağılımı konusunda –toplumun nasıl örgüt-
olduğunu gördüler.” Ama biz yanlış insanlara, çok geç-
leneceği de daha az önemli bir sorun olarak görmeyerek
meden yüzde 99 denecek olanlara verecek para çok az, o
-her iki egemen partiden çok daha eşitlikçi ve çok daha
zaman sormak lazım, “Benim kurtarma paketim nerede?”
sosyal demokrattır. Ekonomi profesörü Michael Norton ile
“İlerlemecilik”le tavlananlar aptalca “hayal kırıklığına” uğ-
psikolog Dan Airely’nin gösterdiği üzere, birçok Amerikalı
radılar. (Bu yazar da dahil) Soldan eleştirenler ve bizzat
servetin yüzde 30 ila 40’ının en tepedeki yüzde 20, yüzde
Obama “umut” ve “değişim”in (ki bunlar korporatist Bill
25 ila 30’unun da en alttaki yüzde 40 arasında paylaştırıl-
Clinton’un 1992 seçim kampanyasının anahtar kelimeleriy-
masını ideal dağılım olarak görüyorlar. Ülkenin yüzde 1’inin
di) ağzından bal dökülen savunucularının, sahte ilerlemeci
sahip olduğu medya, siyaset ve eğitim sistemleri sayesin-
kılığına bürünmüş emperyal-neoliberal Demokratlardan
de en tepedeki yüzde 50’nin Amerika’nın servetinin nere-
başka bir şey olmadıkları konusunda bol bol uyarıda bu-
deyse tamamını, alttaki yüzde ellinin ise neredeyse hiçbir
lunmuşlardı. Obama, Bill Clinton’un “Büyük hükümetler
şeye sahip olmadığı gerçeğinden habersizler.
çağı bitmiştir” açıklamasını çok iyi anlamıştı, buna sadece Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun “devletin sol eli”
Vahşi Eşitsizlikler, Zayıf Toplum
dediği kavramı yerleştirdi –geçmişin popüler zaferlerini
Eğer bu şirket ve finans oligarşisinin yönetiminde herkes
temsil eden hükümet ve yoksullarla geniş halk kitlelerini
iyi beslense, giyinse ve bakılsa belki durum farklı olurdu.
yoksulluğa, güvencesizliğe ve baskıya karşı korumaktır bu.
Ne yazık ki, 16 milyon Amerikalı çocuk –utanç verici bir
“Devletin sağ eli” ise- serveti ve iktidarı yukarı doğru da-
şekilde çocukların yüzde 20’si -federal hükümetin yanlış-
ğıtan, yurt dışında savaşan ve yoksullarla emekçi sınıfları
lığıyla ün salmış yoksulluk düzeyinin altında yaşamaktalar.
hapsedip cezalandıran- gayet iyi beslendi.
Amerikan vatandaşlarının yedide biri temel beslenme için gıda bankalarına muhtaçlar (Bu insanların yarısının işi var).
Raul Castro’nun Panama’da Obama’ya “hayranlık” duydu-
Amerikan vatandaşlarının çevresinde açlık, evsizlik ve ağır
ğunu ve başkanı “mütevazı kökenlere sahip olduğu için”
yoksulluk açıkça görünür durumda. Korkunç yoksulluk
“dürüst bir adam” olarak gördüğünü açıkladığını duymak
oranları Siyahlarda yüzde 36, Yerli Amerikalılarda yüzde
ne kadar üzücü (Castro aslında böylece Obama’dan Ame-
35, Latin çocuklarda yüzde 31 iken, ülkenin “liderleri” ta-
rikan emperyalizminin Latin Amerika’da ve Karayipler’deki
rafından “toplumun nasıl örgütleneceğine dair” dünyanın
tarihine atıfta bulunduğu için özür dilemiş oluyor). Bu iyiye
en eşitlikçi modeli olarak sunulması, eski senatör Kay Bai-
işaret değil.
ley Hutchinson’un bir zamanlar (George W. Bush’un petrol zengini Irak’ı isterse işgal edebileceğine dair Kongre izni
Gölgeden, Kara Buluta doğru
42
verilirken yaptığı konuşmada) söylediği gibi “Dünyaya ha-
yatın nasıl yaşanacağını gösteren ışık” olarak tanımlanması
bağımlılık, ruh hastalıkları, intihar, cinayet, obezite, kalp
büyük bir rezilliktir. Obama’nın herkesi yanıltarak epeydir
hastalığı, bağımlılıklar, okuryazarlık ve diğer önemli ölçüler
“memleketim” dediği Chicago’da (Başkan aslında Hono-
bakımından zengin uluslararasında sürekli ya en altta ya da
lulu’ludur) nüfusun yüzde 11’i “derin bir yoksulluk” için-
en alta yakın bir yerde çıkıyor.
de, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu tehlikeli bir şekilde yoksul nüfusun üçte biri çocuktur. Beyaz hane
Bizim Serbest Piyasa sistemimiz
servetinin Siyah hane servetinden 22 kat fazla olduğu bir
Şurası doğru; Obama, bu makalenin başında sözü edilen
toplumda bunların yarısının Siyah olması şaşırtıcı değil-
2008 ve 2012 kampanyalarında aşırı ekonomik eşitsizlik-
dir. Amerika, “ilk siyah başkanı” seçmiş olmaktan dolayı
lere vurgu yapmıştır. İkinci kez seçilmek için yaptığı kam-
ırkçılığa karşı güya büyük bir zafer kazandığı için kendini
panyada ekonomik eşitsizliğin ülkenin en birinci sorunu
kutlamasına rağmen şiddetli ırkçılık devam etmekte ve de-
olduğunu birden fazla kez söylemiştir. Tamam da, sonuç
rinleşmektedir. Teknik olarak Siyah başkan ise, Amerikan
ne oldu? Eşitsizlikle ilgiliymiş gibi görünmek, şirket dostu
ırkçılığını ciddi bir şekilde tartışmaktan kaçınmakta ve sü-
Wall Street kölesi Demokrat Partili politikacıların on yıl-
rekli olarak Siyah Amerikalıların o sarp Amerikan sosyo-e-
lardır yaptıkları bir şey, bir zamanların solcusu Christop-
konomik piramidinin dibindeki süre giden konumlarında
her Hitchens’in fazlasıyla doğru ve veciz “Amerikan poli-
kendi kişisel ve kültürel sorumluluklarının payı hakkında
tikasının özü”, “ halkçılığın seçkinler tarafından manipüle
sürekli nutuk çekmektedir.
edilmesidir” tanımıyla tutarlı. Büyük iş çevrelerinin dostu baş neoliberal (baş regresif, emek ve çevre karşıtı Kuzey
Yoksulluk, “toplumumuzun örgütlenme biçimi”nin kara yü-
Amerika Serbest Ticaret Anlaşması ile önde gelen arsız fi-
reğinde yatmakta olan vahşi eşitsizliğin sonucu olan bir-
nansal kurumların deregüle edilmesinin savunucusu) Bill
çok sorundan sadece biri. Amerika gibi radikal bir şekilde
Clinton, aynı şeyi 1992 ve 1996’da yapmıştı. İflah olmaz do-
eşitsiz ülkelerde insanların (hatta ayrıcalıklı kişilerin bile)
lar demokratı Hillary Clinton da 2007 ve 2008’de olduğu
yaşadıkları yabancılaşma ve hastalıklar (hem fiziksel hem
gibi aynı şeyi yapacak. İki gün önce internette yayınlanan
de ruhsal) üzerine adam akıllı bir sağlık ve sosyal bilimler
(bu satırları 14 Nisan 2015 Salı günü yazıyorum) kaypak
literatürü bulunmakta. İngiliz sağlık araştırmacıları Richard
ve güya ilerlemeci videoda, Bayan Clinton 2016 başkanlık
Wilkinson ve Kate Pickett, çığır açan kitapları Spirit Level:
seçiminde neden aday olduğunu şöyle açıklıyor: “Kağıtlar
Why Greater Equality Makes Societies Stronger (2009)
hala en tepedekilerin çıkarına dağıtılıyor. Amerikalılar her
(Ruh Düzeyi: Neden Eşitlik Toplumları Güçlü Kılar) adlı
gün kendilerini koruyacak birine ihtiyaç duyuyorlar. O kişi
çığır açan kitaplarında insanların refahının ve (ve tersine)
ben olmak istiyorum.”
insani işlev bozukluklarının –yaşam süresi, ruh hastalıkları, sağlıklı vücut ağırlığı, hastalık oranları, dostluklar, toplum-
Obama’nın “iktidarla ilgili aldığı sert ders” sadece böyle
sal birlik, güven düzeyi, eğitim performansı, okuryazarlık,
bir retoriği ciddiye alan aptalları kandırır. Ne Clintonlar ne
ırksal ve etnik çatışmalar, çocuk suiistimali, konum peşinde
de (Raul Castro’ya göre) “dürüst” Obama, partinin emekçi
koşma, ruhsuz tüketim, vatandaşlık bağı, ergen hamileli-
sınıflardan oluşan tabanının oyunu alabilmek için dudakla-
ği, ev içi şiddet, hapislik, çevresel tahrip- sağlıklı toplumu,
rından dökülen o kahramanca halkçı ve ilerlemeci sözlerin
eşitsiz topluma göre daha az etkilediğini saptadılar. Zengin
bir tanesini bile sindirmiş değiller. “Dünyaya nasıl olması
ile yoksul arasında daha büyük bir boşluk olan toplumlar
gerektiğini gösteren ışık” 2016 seçimlerinde ilk beş milyar
bu gibi ölçüleri ve özellikleri daha eşit toplumlara nazaran
dolarına ulaşmakta. “Hillary A.Ş” önden öylesine dev bir
çok daha az taşıyorlar. İçlerinde yaşayan herkes için, hat-
para makinesi oluşturdu ki, daha önceki kampanya fonu
ta daha iyi durumda olanlar için bile berbat durumdalar.
rekorlarını ezecek ve ön seçimlerdeki rakiplerinin ciddi bir
Daha eşit toplumlar kıyaslama “zengin ülkeler” ile -örne-
muhalefet yapmasını engelleyecek. “Daha önce gördüğü-
ğin eşitlikçi Norveç ile hiyerarşik Amerika- “yoksul ülkeler”
nüz hiçbir şeyle alakası yok” diyor önde gelen Demokrat
-eşitlikçi Küba ile hiyerarşik Brezilya- arasında dahi yapılsa,
bağışçılardan biri The Hill’e, “Rakamlar muazzam olacak.”
daha eşitlikçi olanlar, eşitlikçi olmayanlara göre daha sağ-
Rakamlar hükümetin “sıradan Amerikalılara” hizmet etme-
lıklı ve mutlu insanlar yaratıyorlar. Wilkinson ile Pickett’in
sinden hiçbir çıkarı olmayan -aslında tam tersini isteyen-
ölçülerinde, Amerika tekrar tekrar yanlış ve sağlıksız ta-
ve Hillary’nin onlar adına aday olduğu süper varlıklı ba-
rafta çıkıyor, iş insan ömrü, bebek ölümleri, çocuk sağlığı,
ğışçıların yaptığı dev katkılarla oluşmakta. Black Agenda
depresyon, mutluluk, sosyal sermaye, yalıtılmışlık, güven,
Reports’un genel müdürü Glen Ford, olup biten hakkında
43
akılları başa getirecek bir yorum yapıyor.
yete dayanır, kar için rekabet koşulları altında çalışır: genel olarak servetin konsantrasyonuna eğilimlidir ve sonraki
[Amerika] 300 milyon insanın yaşadığı bir ülke, siyaset
evresinde büyük şirketlere dönüşür, yönetim üzerindeki
yegane mal haline gelmiş ve zenginlerin egemenliğinde.
kontrolü artar vs.” diye tanımlıyor.
Zenginler bir süre önce Hillary Clinton’un Demokrat Parti’nin rakipsiz başkan adayı olması gerektiğine karar ver-
Webster’ın da anlatmaya çalıştığı gibi kapitalizmin “ser-
diler. Amerikalıların yüzde 48’i, henüz Clinton’u seçmemiş
best piyasa” ile bir işi yoktur. Amerika’nın en tepedeki
olan Demokrat Parti ile sıhriyet bağı kuruyorlar. Hiçbir eya-
finans kurumlarından en alttaki şirketlerine kadar hepsi
lette bir ön seçim yapılmadı. Ama bunun bir önemi yok,
devlet yardımlarına ve hükümet tarafından verilen diğer
çünkü seçim süreci, toplantı odalarında, malikanelerde,
“hak” ve koruma önlemlerine bütünüyle bağımlıdırlar.
özel kulüplerde ve zenginlerin kaçamak yaptıkları yerlerde
Şirket ve Wall Street kurtarıcısı Obama, başkanlığının ilk
yapılıyor. Hillary Clinton ile kocası Bill, yetişkin ömürlerinin
döneminde, ülkenin gelirinin yüzde 95’ini en tepedeki
tamamını milyonerlerin kampanya çevrelerinde, zenginle-
yüzde1’e aktarmaya fazlasıyla hevesliydi. Bunu benim gibi
rin yaptıkları ön seçimlerde geçirdiler. Zenginleri memnun
radikal anti-kapitalistler söylemiyor. Chomsky, Uluslararası
etme sürecinde, kendileri de zengin oldular. Hillary 2016
Para Fonu’nun 2013 yılında yaptığı bir araştırmadan şunları
kampanyasında çoğu zenginlere ait olan iki buçuk milyar
not ediyor: “Büyük bankaların karlarının neredeyse tama-
dolar harcamayı umuyor. Zenginler Cumhuriyetçi adayı da
mı hükümetin örtülü sigorta politikasından kaynaklanıyor
bu cömertlikten yoksun bırakmayacaklardır. Seçim günü-
(batamayacak kadar büyük olanlar) sadece herkesin bil-
nün sonucu zaten kesin: Zenginlerin adayı kesinlikle kaza-
diği kurtarma planları da değil, ucuz krediye ulaşım, dev-
nacak, halk kaybedecek –çünkü her iki partide de adayları
let garantisi nedeniyle lehte ratingler ve çok daha fazlası.
yok.”
Yine aynı şey” diye ekliyor Chomsky, “üretken ekonomi. Son dönemde itici güç olan bilişim devrimi, büyük ölçüde
Obama’nın rahatsız olmak gerektiğini dile getirdiği derin
devlet bazlı teşviklere, hizmet alımlarına ve diğer araçlara
sosyo-ekonomik uçurum, Amerika’nın istisnai büyüklüğü-
muhtaç. Modelin izi İngiliz sanayileşmesinin ilk günlerine
nün ve “eşi olmayan refahının” kaynağı olarak sunduğu
kadar gider.”
kapitalist kar sisteminin doğrudan sonucudur. 2006 Kampanya kitabında “Umudun Cesareti” dediği şeyin sonucu-
Liberal Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin ünlü Kapital
dur. “En büyük değerimiz… Sosyal örgütlenme sistemimiz,
kitabından 21. Yüzyıl için alınacak tartışmasız bir olgu varsa
bu sistem kuşaklardır bitmeyen bir yenilenmeyi, birey ini-
o da, kapitalist ekonomilerde, kendi araçlarıyla baş başa
siyatifini ve kaynakların verimli kullanımını teşvik etmiştir…
kalan servetin önü alınamaz bir şekilde yoğunlaşmasıdır.
Bu bizim serbest piyasa sistemimizdir.”
Bu tezi kanıtlamak için iki yüzyıllık veriyi inceleyen ve toparlayan Piketty “Serbest piyasa kapitalizminin içinde bu
44
Burada yine, bu süslü retoriğin altındaki karanlık gerçekliği
eğilimi engelleyen bir şey yok, eninde sonunda geri dönü-
görmek için Marksist veya Antikapitalist olmak gerekmi-
yor. Burjuva sisteminde eşitsizliği azaltan tek şey, büyük
yor. MIT’in liberal ekonomistlerinden Lester Thorow’un 19
bunalım ve bir önceki yüz yıldaki iki dünya savaşlarında
yıl önce belirttiği gibi, “Demokrasi ve kapitalizm, iktidarın
ortaya çıkan olağan üstü krizler ve buna bağlı olarak da-
düzgün dağılımı bakımından çok farklı inançlar. Biri siyasi
ğılımı aşağı doğru çeken siyasi müdahaleler olmuş. Zengin
iktidarın tamamen eşit dağılımına inanır, bir kişi bir oydur.
ülkeler son dönemde eşitsizlik bakımından “18. ve 19. yüz-
Diğeri ise, ekonomik olarak uygun olanın, uygunsuzu dışla-
yıllarda görülen düzeylere” yaklaşmış durumdalar.” diyor.
ması ve yok etmesi gerektiğine inanır. Kapitalist verimlilik
Piketty, “Açıkçası, servet [sermaye] yine gelişiyor” diye
“En uygunun hayatta kalması” ve iktidarın dağılımındaki
gözlemliyor. “Geçmişi temizleyen ve kapitalizmin yapısal
eşitsizlik demektir. Zengin olmak için bireysel kar ve şir-
olarak dönüştüğü yanılmasını yaratan yirminci yüzyılın
ketin verimli olması gerekmektedir. En sert şekliyle söy-
savaşlarıydı” diyor (21. Yüzyılda Kapital, sf. 118). “Modern
leyecek olursak, kapitalizm rahatlıkla köleliğe dönüşebilir.
ekonomik büyüme ve bilginin yayılması,” diyor Piketty,
Demokrasi dönüşmez.” (The Future of Capitalism, [NY,
“Sermayenin yapısının derinliğini ve eşitsizliği değiştirmedi
1996], 242). Benim vatanseverliği ile meşhur Websters
veya hiçbir şekilde 2. Dünya Savaşını izleyen iyimser on yıl-
New Twentieth Century sözlüğüm kapitalizmi “bütünüyle
larda tahayyül edildiği kadar çok değiştirmedi.” Büyük Bu-
üretime ve dağıtıma dayalı ekonomik sistem. Özel mülki-
nalımı ve felaket boyutlarındaki iki dünya savaşını izleyen
yıllarda Batı kapitalizmi o meşhur altın çağını (1945-1970)
-her ülkede kişi başına tüketilen enerji ve kaynaklar- Her iki
-dünya kapitalist sistemindeki çekirdek (zengin) ulusların
alanda da geçer not alan ülke sadece Küba oldu. Bu önem-
serveti önemli ölçüde aşağı verdikleri ve geliri dağıttıkları
li başarı, fosil yakıtlara bağımlı kapitalizmin yol açtığı, haş-
bir dönemdi bu- yaşadı. Bu kapitalizm tarihinin gerçek bir
metli Amerika’nın başını çektiği çevresel felaketler çağında
anormalliğiydi. Servetin ve gelirin son kırk yıldır hiper kapi-
azımsanacak bir şey değil. Bir tesadüf de değil. Yakıtın ve
talist neoliberalizm tarafından yeniden toplanıyor olması,
paranın kısıtlı olmasının ötesinde, kullanımda olan önemli
sistemin normaline geri dönüşü oldu.
eko-sosyalist yenilikleri ve alternatif yakıt kaynaklarının, teknolojilerin kullanımını, Küba devletinin uygulamalarını
Devlet sosyalisti Küba, bütün zaaflarına ve sorunlarına rağ-
gösteriyor.
men (ki bunların çoğu Amerikan saldırganlığı ve ambargosuna bağlıdır) Amerika’da gayet belirgin olan vahşi ve
Panama’da Barack Obama ile Raul Castro arasında ne
aşırı eşitsizliklerden kaçabildi. Sonuç çok daha sağlıklı ve
geçmiş olursa olsun, bir şey açık: Birincinin, ikinciye (ya da
mutlu bir toplum oldu. Ayrıca çevre bakımından çok daha
herhangi bir başkasına) “toplum nasıl örgütlenmeli” konu-
sürdürülebilir bir toplum kuruldu. Amerika ise, toplam kar-
sunda söyleyebileceği tek bir kelime bile yok.
bon salınımında dünya lideri, ayrıca gezegende kişi başına en fazla karbon izi düşen ülke. Birleşmiş Milletler’in insan
Paul Street (paul.street99@gmail.com) Iowa, Iowa City’de
gelişimi endeksi ise Küba’nın dünyada, küresel anlamda
yaşayan bir yazar ve siyasi yorumcu.
sürdürülebilir karbon iziyle birlikte yaşam kalitesini “ileri insan gelişimiyle” tutarlı hale getirmiş tek ülke olduğunu
Daha fazla ayrıntı için lütfen, Paul Street’in They Rule: The
gösteriyor. Dünya Doğal Hayat Vakfı tarafından yayınlanan
1% v. Democracy (Paradigm, 2014) “How They Rule: The
bir rapor, dünyadaki ulusları iki özellikte incelediği bir gra-
Many Modes of Moneyed Class Power.” Başlıklı 5. Bölümü-
fik de içeriyor: İnsan gelişim endeksi (insan ömrü, yoksul-
ne bakınız.
luk, okuryazarlık, sağlık ve benzeri ölçütler) ve “ekolojik iz”
45
46