Redhaber2

Page 1

1


KARANLIĞIN IÇINDEN bizde sizi seviyoruz...

RedHaber ilk sayısının ardında sizlerden gelen güzel tepkiler, böyle bir çabaya ihtiyaç olduğu kanaatimizi güçlendirdi. İlk sayılarımızın pek çok eksiği de oluyor kuşkusuz. Her adımda bu eksikliklerimizi gidererek, daha etkin bir yayın hazırlama çalışacağız. RedHaber ikinci sayı bir günlük bir gecikme ile yayınlanabiliyor. Bunun nedenlerinden birisi bizimle ilgili. Redaksiyon Dergi’nin 12.sayısını hazırlama telaşı içinde, RedHaber’de 1 günlük bir gecikme yaşadık. İkinci neden ise malum kedi! Gün boyu ülke karanlığa boğuldu, elektrikler kesildi. Seçimlerde elektrik kesildiğinde Enerji Bakanı Taner Yıldız, ciddi ciddi ‘trafoya kedi’ girdi demişti. Anlaşılan kediler yine iş başında. Taner Yıldız bugün de TV’lerin karşısına geçip bir çok şey anlattı ama anlattıkları toplasak kedi açıklaması kadar dahi anlamlı bir cümle ortaya çıkmadı. Siber saldırı...Terör de olabilir... İşletim sistemi sorunu üzerine de düşünülüyor...Araştırılıyor... Hızla toplanılacak...Kriz masası kuruluyor...Derken gün boyu Türkiye’de elektrik yoktu.

2


pukluğu ve kısa süre sonra konulan yayın yasağının altında yaşamla ölüm arasındaki tercih bir kez daha yapıldı. AKP, tercihini beklendiği gibi ölümden yana kullandı. DHKC militanı Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, gün boyu sosyal medya aracılığıyla kurdukları iletişimde taleplerini duyurdular. Talepleri, Berkin Elvan’ın katillerinin açıklanmasıydı. Gün boyu bu konuda müzakereler yürütüldüğü haberleri geldi. AKP yetkilileri de zaman zaman açıklamalar yaparak müzakerelerin sürdüğünü söylediler. Ancak sonunda katillerin açıklanması talebi AKP tarafından kabul edilmediği noktada devreye operasyon girdi. Sonuçta DHKC militanı iki genç ve savcı öldürüldü. Operasyon sonrasında medya karşısına geçen ölüm mangalarının başları, devlete başkaldıran eller kırılır türü zırvalarla güç gösterisi yaptılar. Romanya’dan dönen RTE’de eksik kalır mı, ‘polisleri başarılarından ötürü’ tebrik etti! Olay yayın yasağının kalkmasıyla birlikte, hızla taleplerinden ve devletin zalimliğinden ayrıştırılarak tartışılmaya başlandı. AKP, iç güvenlik yasasından Avukatlara yönelik önlemlere kadar yaşananları kendi baskıcı politikalarının Üzerimize çöken bu karanlık ülke gerçeğinin bir özetiydi aslında. Piyasalaştırma, özelleştirmenin sonuçlarını atlamamak gerek kuşkusuz. Ancak bu kadar değil. AKP iktidarında ülkede artık hiçbir sistem neredeyse işlemez hale geldi. En kötüsü de bu arızalı durum kendi gerçekliği içinde anlaşılamıyor. Tam anlamıyla bir kontrolden çıkma durumu yaşanıyor. Elektrik kesintisinin sonucunun savaş çağrısına varabilme ihtimalinin gün boyu gündemde olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. O yüzden bu aklını ve kontrolünü kaybetmiş iktidarın yönetimi altında olup bitenin ardında ne olduğundan daha çok, ülkenin bu çıldırmışlık içerisinde nereye doğru sürüklendiği daha önemli. *** Nereye sürüklendiğimizi de bu karanlık günün içinde bulmak mümkün. 31 Mart Salı 12.36’da İstanbul’da Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Elvan’ın dosyasına bakan Savcının DHKC militanları tarafından esir alındığı, duyuruldu. Bu saatten başlayarak akşam saatine kadar, iletişim ko-

aracı kılmaya çalışılıyor. Tüm bunlar önümüzdeki günlerde belli ki daha çok konuşulacak. Ama bugün asıl önemli olan şey, AKP’nin kendi savcısıyla birlikte 2 gencin ölümündeki sorumluluğudur. Bir yargısız infaz yaşandı ve yıllardır tekrarlana gelen ezber cümlelerle üzeri kapatılıyor. Bazıları bu yaşananları 90’lara benzeterek faili meçhuller, yargısız infazlar geri geldi diye yorumluyor. Oysa hiç eksilmemişti ki geri gelsin. AKP, devletin tüm kirli yapısını kendi kontrolü altına alarak, iktidarına bağlı hale getirdi. Baskılar, yasaklar, katliamlar medya gücüne de dayanılarak kabul ettirilmeye, her şey AKP penceresinden gösterilmeye çalışılıyor. AKP’nin ülkemizi sürüklediği bu cendereden kurtaracak örgütlü bir halk muhalefetinin geliştirilmesi mücadelesi giderek daha büyük önem kazanıyor. Faşizmin mezhepçi temelde yerleşiklik kazandığı bugünkü sömürü düzeniyle hesaplaşmak ancak böyle mümkün olabilir. Bugünkü karanlık bunun ne denli gerekli ve zorunlu olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu kararlılıkla, gidenleri biz de onların selamıyla uğurluyoruz...Biz de sizi seviyoruz...

3


İÇİNDEKİLER Karanlığın İçinde Bodrum HAZİRAN RES’e Değil Yerine Karşıyız Ortadoğu’da YEMEN’e Savaş Hayri Kozanoğlu YEMEN’de İran-ABD Çatışması Mustafa Kemal Erdemol Burjuva Siyasetinin Büyüsü ve HAZİRAN Emir Yıldız Çemberin Dışına Çıkmak Murat Nergis SandığaSığmayan HAREKET Mehmet Yeşiltepe Seçimler ve Müzakereci Solculuk Redaksiyon Tartışma Kolektifi Parsel Parsel Ekonomi Nasıl İşler Aslı Aydın Syriza Üzerine Nevin Yıldırım Beklenen Davarış ve Ceza Redaksiyon Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi Haydi Kızlar Evlere Zeynep Dedi Dayanışma Üzerine Çeviri Üniversitelerde Neler Oluyor RedAnaliz Göksu Cengizi


6 7 9 11 16 18 19 24 28 32 35 43 44 47


* 12.SAYI ÇIKIYOR

6


BODRUM RANTA KARŞI DIRENIYOR RES’E DEĞIL RANTA KARŞIYIZ Mehmet Çilsal Söyleşi Serpil Şahbaz

Haziran Hareketi’nin de destek verdiği RES’e değim, yerine karşıyız, Forum ve Eylemi gerçekleştirdiniz. RES’le ilgili mücadeleniz ve önümüzdeki döneme ilişkin neler söyleyebilirsiniz? Aslında. Bodrum’daki RES yatırım süreci 2012’de başladı “Rüzgar Elektrik Üretim Limited Şirketi” adındaki bir firma 1 Şubat 2012 tarihinde Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’ndan Bodrum Yalıkavak-Akyarlar bölgesinde yatırım yapmak için lisans almış. Geçmişte arkeolojik, doğal-kültürel SİT kararlarıyla koruma altına alınmış olan bu bölge tam 14 milyon metre karedir. Kolları sıvayan firma bürokratik kulvarlardaki evrak-rapor işlemlerinin çoğunu bir solukta bitirmiş. Ancak, bölge halkının rızasını da alması gerektiğinden “Geriş” köyüne geldi ve başta muhtar ve köylülerle tanışıp onlardan on-on beşini, “Sizi bu yatırımın ortağı yapacağız.” diye ikna etmiş. Sonra da ellerindeki “paydaş” sözleşmesine imza attırmışlar. Ardından da “Geriş” bölgesine 13, Akyarlar’a 15 adet rüzgar türbini için Muğla Valiliği’nden ‘ÇED gerekli değildir’ kararı almışlar. Böylece tüm yarımada için RES süreci başlamış olur. Firmanın attığı adımları öğrenen diğer yöre ahalisi, ilçedeki oda ve dernekler, çevreciler vb. arasında hareketlilik başladı. Yukarıdaki diğer yöre ahalisinden kastım; bölgedeki köylülerden başka, hemen 150 m. arkalarına dikilecek RES’lerden direkt etkilenecek olan 11 adet villa sahipleri ile endirekt etkilenecek olan Yalıkavak-Gümüşlük sakinleridir. Askıya çıkarılan vali-

7


lik kararına itiraz süresi kaçırılmasın diye oda-dernek-yurt-

RES’in bölgeye nasıl zararları olacak?

taşlar arasında hızlı bir iletişim, bilgi paylaşımı başladı.

RES’ler, Bodrum Yarımadası’nın batısında, Yalıkavak Ge-

Mimarlar odası ve bazı dernekler arasında yapılan toplan-

riş-Sandıma-Dağbelen-Gümüşlük-Akyarlar

tıların ardından ÇED aleyhine itiraz yapılar, ardından da

kurulmak isteniyor. Bilindiği üzere, RES’ler de GES, HES

2014’ün ilk aylarında davalar açıldı. Biz, Haziran Hareketi,

vb. gibi temiz enerji türüdür. Ancak, doğal yaşam alanla-

Eğitim-Sen, Ödp, Kent Konseyi Sürdürülebilir Kentleşme

rına zarar verecek şekilde, bölge halkının itirazına rağmen

Birimi vb. olarak davaların açılma aşamasından sonra sü-

kurulmak istenen RES’leri (rüzgar enerjisi), tıpkı HES va-

rece katıldık. Az önce değindiğim 11 villa sakininden biri-

kıalarında yaşandığı gibi, temiz bir enerji türü diye savun-

nin öncülüğünde bir Çevre Platformu kuruldu. Platformun

mak mümkün değildir. Her şeyden önce bu tür yatırımların

sözcülüğünü de köylülerden biri üstlendi. Böylece, tanesi

gerçekleştirme biçimleri ülkemizde bozuk biçimde cere-

iki milyon Euro olan villa sahipleri ile köylüler arasında ka-

yan etmektedir. İşin garibi de, balığın baştan kokmasıdır.

der ve dava birlikteliği oluştu. Kendi öz yaşam alanlarını

Yine biliyorsunuz, sosyal huzursuzluk yaratmayan HES va-

savunmak adına bu platform, basını, bazı resmi zevatı ve

kıası nerdeyse yok gibidir.

bölgesinde

kamuoyunu da arkasına alarak harekete geçti. Kendi yargı sürecini başlattı. Ciddi biçimde de kesenin ağzı açıp har-

Neyse, bu konuya girmeyelim… Başta yaşadığımız kent

cama yaptılar. Görsel duyuru objeleri, dava harçları, mah-

olan Bodrum ve tüm ülkemizin bir an evvel karbon-fosil

keme masrafları, vekalet ücretleri, misafir ağırlamalar vb…

kökenli, bağımsız olmayan enerji türlerinden kurtulmasını

Biz, platforma ilk katılan ve destek verenlerdeniz. Köyde,

istiyoruz bir defa. Temiz enerji türlerine geçiş ve inşa sü-

biri basına açık iki toplantı yaptık. “Yalıkavak” merkezde

reci, takdir edersiniz ki kendi içinde birtakım evrensel-bi-

yapılan bir konferans ile “Bodrum” merkezde geçen ya-

limsel-bölgesel-ekolojik vb kriterlere uymayı gerektirmek-

pılan ve “Bodrum” dışından çağrılan Türkiye Şehir Plancı-

tedir. Öte yandan, dünya genelinde yaşanmış deneyimler

ları Odası Başkanı gibi konuşmacıların da katıldığı panele

muhakkak dikkate alınmalıdır ve bazı yan etkileri veya

katıldık. Haziran Hareketi olarak pankartlarımızı da astık.

zararları varsa bile bunların minimum düzeyde olmasına

Zaten sürece dahil olduğumuz andan itibaren sosyal med-

özen gösterilmelidir. Her şeyden önce de bu tür yatırım-

ya üzerinden sürekli duyurular yapmaktayız. Süreç devam

larda bölge halkının hassasiyetleri bilhassa göz önünde

ediyor biliyorsunuz…

bulundurulmalıdır. İşte bu bağlamda Yalıkavak-Akyarlar mevkiinde kurulmak istenen RES’lere, temiz enerji türü ol-

8


masına rağmen, yanlış yer seçimi nedeniyle itiraz etmekteyiz.

lar, toplantılar vb yapılır; raporlar vs. yazılır. İşte bunlardan

Bölgemize yapılmak istenen RES’lerin zararları saymakla bit-

bazıları da mimarlar ve plancılarla yaptığımız toplantılardır.

mez. Bu zararlar itiraz ve dava dilekçelerinde belirtilmiştir

Uzmanların hazırladığı sonuç raporlarında şöyle bir gerçek

zaten.

belirtilmiştir: Yüzölçümü 557 km. kare olan Bodrum Yarımadası’nın bir taşıma kapasitesi vardır ve ranta dayalı yoğun

Ben yine de değineyim: Sandıma-Dağbelen-Geriş’in sahip

yapılaşma nedeniyle bu kapasite artık dolmuştur. 2010’lar

olduğu taş evlerden dolayı kentsel SİT alanına girdiği; tür-

itibarıyla da yatırım yapılabilecek toplam alan miktarı topu

binlerin köylere olan 200-300m’lik mesafesinin 3-5 km’lik

topu 5 km. karedir. Şimdi, söz konusu bu RES’lerin on dört

uluslararası kriterlere uymadığı; bu yüzden de bölgedeki in-

milyon metrekarelik alanda yapılacağını tekrar hatırlayalım.

san dahil tüm canlıların sağırlık ve çıldırma biçiminde tıbben

Nasıl oluyor bu? Buna izin verenler bu gerçeği bilmiyor mu?

kanıtlanmış “res sendromu”na maruz kalacağı; bölgedeki

Yatırım yapmak için Bodrum’da sadece orman, arkeolojik-ta-

coğrafi-doğal silueti de bozacak olan RES’lerin gündoğumu

rihi vb. eserlerin bulunduğu SİT alanları, tarım arazileri vb.

ve batımı esnasında devasa gölgeleriyle rahatsızlık düzeyin-

niteliğindeki alanlar kalmış geriye yani. Bu koruma, serma-

de algılanacağı; bölgede Leleg kalıntılarının, Osmanlı’dan

yenin canını sıkıyor tabii. Sonra da kendine yakışanı yapıyor

kalma türbe ve yatırların bulunduğu; okul, sağlık tesisi, tu-

adamlar; evrak sahtekarlığı, rüşvet, dalavere şu bu… Bodrum

ristik oteller, ibadet yeri, vb. hassas yerleşimlerin varlığı;

Belediyesi (geriye doğru 11 adetti) rant uğruna coğrafi cina-

boyları 80m’yi bulan türbinlerin montajı aşamasında baş-

yetlerin işlendiği bir belediyedir.

ta ağaç kesimleri çevrede tam bir doğa katliamına girişileceği; hafriyat, dolgu, stabilizasyon çalışmaları, püskürtme

Kısaca, şunu demek istiyorum; elde korumalı alanlarımızın

beton işlemleri vb. yollarla kabul edilemeyecek derecede

dışında yatırım alanları kalmamıştır. Taşıma kapasitemiz yeni

tahribat oluşacağı; toz, duman, gürültüler yüzünden gün-

yatırımlara, betonlaşmalara vb. müsait değildir. Bunu bilen

lük hayatın mahvolacağı; erozyon, kayma, kaya düşmeleri

sermaye ise Ankara üzerinden ve yerel işbirlikçi-ortaklar da

vb sonuçlarla alt kodlardaki yerleşim alanlarında can-mal

bularak bu koruma alanlarımıza göz dikmiştir. Amansız ve

kaybına uğranacağı; kuşların, hayvanların, endemik bitki

vahşi biçimde de katliama girişmiştir. Söz konusu RES ya-

türlerinin daha başlangıç aşamasında etkileneceği, yani do-

tırımı da bu katliam planlarından biridir. “Enerji bahane; rant

ğal habitatın bozulacağı şeklinde sıralayabiliriz bu zararları.

şahane” durumu yani. Mevzuatta on beş-yirmi sene şeklinde yazıyor olsa da, türbin ömürlerinin beş-altı senede bitmesi(-

HAZİRAN bu mücadelede nasıl bir yol izleyecek?

bitirilmesi) ve yerine büyük kazançlar getirecek başka yatı-

Her şeyden önce, bu RES’lerin Bodrum-Yalıkavak-Akyarlar

rımların yapılması nerdeyse kesin gibi. Oysa yarımadanın bu

mevkiine yapılmaması gerekiyor. Biliyoruz ki, firma da lobi

bölgesi yerine rüzgarları çok müsait hinterlandı da var; firma

faaliyetleri yapıyor bir yandan. Temiz enerji söylemine dayan-

niye gidip o ucuz bölgeleri tercih etmez ki? Komik rakamlar-

maları sempatik olmalarına yetmiyor ama. Biz de temiz ener-

daki kamulaştırmalar, 49 yıllığına kiralamalar, köylüler arsın-

ji diyoruz çünkü. Öte yandan, bir güneş cenneti olan Bod-

dan beş-on göstermelik paydaş yapmalar başka nasıl açık-

rum’da ille de RES kurulmak istenmesinin arkasında enerji

lanır ki? Dava dosyalarında tarihe geçecek derecede komik

saikinin yatmadığını düşünüyoruz. Biliyorsunuz, Bodrum

bir şey var mesela; hazine arazisi kamulaştırmasına gitmişler!

aynı zamanda bir rant cennetidir. Kar-rant saikiyle davranan

Burada gülmeniz gerekiyor; zira kamulaştırma özel mülklere

her şirket gibi bu şirketin asıl emeli de aynıdır; üreteceklerini

uygulanır sadece!

söyledikleri enerjiyi sisteme satıp para kazanacaklar. Ama bir sermayedar aklıyla düşünülürse, bu üretilecek enerji miktarı

Evet, karşı cephedeki manzara bu… Hükümet, belediye, ser-

ve kazanılacak para ile yatırıma dökülecek meblağ arasında

maye elele; talan vurgun şahane! “Yırca köylüleri mi; Çeşme-

tuhaf bir orantısızlık bulunduğu kolayca görülecektir. Uzman-

liler mi; Bodrum mu; halk mı? Canları cehenneme!” durumu

ların söylediğine göre; üretilecek enerjinin miktarı ancak üç-

yani…

dört otelin ihtiyacını karşılayacak kadar. Gördüğünüz gibi, Hukukun bittiği yerde halk hareketleri mecOn milyon dolar diye konuşulan bu yatırım bedeli nerde, üç-

buren başlıyor. Bodrum’da da olacağı bu. HAZİRAN burada

dört otelin ödediği elektrik faturası nerde, değil mi? Buna

devreye giriyor işte.

değer mi peki? Bu tuhaflığı şöyle açıklayayım size; yirmi-otuz senedir ilçemizde hemen her konuda çeşitli sempozyum-

9


ORTADOĞU’YA ABD MÜDAHALESİ YEMEN’E SUUD SALDIRISI Hayri Kozanoğlu

Öncelikle Suudi Arabistan’ın Amerika güdümünde bir ülke olduğu çok açık. Bu müdahalenin birinci nedeni Yemen’de konuşlanmış olan CIA kökenli Amerikan Özel Güçleri denen birliklerin Yemen’deki Hutisler tarafından atılmış olmasıdır. Amerika hem Ortadoğu’daki genel lojistik faaliyetlerini sürdürmek için hem de Hürmüz Boğazı’nın kontrol etmek için burayı çok önemli bir üs olarak görüyordu. Hutisler tarafından hatta büyük ölçüde dosyalarını, gizli bilgilerini Yemen’de bırakarak apar topar kaçmak zorunda olmaları bu müdahaleyi tetikledi. Aslında bu Irak’ta başlayan Libya ve Suriye’den Ortadoğu’ya müdahale sürecinin tek tek ülkeleri nasıl iç savaşa ve kaosa sürüklediğinden ders alınmadığının aynı senaryonun Yemen’de uygulandığının çok açık bir göstergesidir. Aşağı yukarı bütün Ortadoğu’yu Şii-Sünni ekseninde mezhep çatışmaları temelinde bölen, halkları birbirine kırdıran anlayışın en son Yemen’de vücut bulması bu yapılan. Şİİ-SUNNİ EKSENİ Öncelikle Yemen’de de Hutislerin İran destekli bir güç olduğu söyleniyor. Doğrudur. Sonunda Şii kökenli bir tabana sahip oldukları için İran’la daha sıcak ilişkileri var. Ama diğer taraftan da Amerikan’ın kuklası olarak görülen meşruu yönetim olarak ifade ettikleri Başkan Hadi doğrudan doğruya Amerika’dan, Suudi Arabistan’dan ve

10


diğer körfez ülkelerinden hem silah, mühimmat hem

aslında istenen ve muteber bir ülkesi değil. Çünkü

de para desteği alıyor. Bir de meşruu hükümet diye

bilindiği gibi Mısır rejimiyle ve Suudi Arabistan’la

ifade ediyorlar. Burada müdahale eden Yemen’e

da ilişkileri iyi değil. Yani burası tarafından da iste-

bombalayan Suudi Arabistan’ın kendisi bir kere se-

nen bir ülke değil. Zaten bölgedeki Şii-Alevi güçler

çilmiş meşru bir yönetime sahip değil. Kendi meşru-

tarafından Türkiye hiçbir şekilde meşru kabul edil-

iyeti son derece tartışmalı bir ülke. Başka bir ülkenin

meyen veya hiçbir şekilde dostça görülmeyen bir

rejiminin meşru olduğunu, gayrimeşru güçler tara-

ülke haline geldi. Bölgenin en yalnız, dışlanmış bir

fından yönetimi ele geçirdiğini iddia etmesi sadece

anlamda Katar’la birlikte sürekli yanlış atlara oyna-

komik bulunabilinir. Diğer taraftan Suriye’ye baktığı-

yan bir gücü haline geldi. Zaten bakılırsa Ortadoğu

mız zaman Suriye’de de seçilmiş, meşru denebilecek

coğrafyasının farklı noktalarında farklı ittifaklar gün-

bir yönetim var. Buna dışarıdan müdahale etmeyi,

deme geliyor. Yani Amerika kendi yarattığı canavarı

neredeyse yetmiş düvelle birlikte oradaki yönetimi

olan IŞİD’e karşı Irak’ta Şii güçleriyle işbirliği halinde

müdahale etmeyi bir taraftan mazur ve meşru gö-

görünüyor. Libya’da Mısır ve Suudi Arabistan daha

rüyorlar. Bir taraftan da meşru dedikleri bir yöne-

batıcı, seküler güçlerden yana tavır alırken Türkiye

time karşı isyan etmeyi bir yana bırakın doğrudan

ve Katar cihatçı güçleri destekler pozisyonda. Tür-

doğruya kendi ülkenin iç dinamikleriyle yönetimi ele

kiye’nin zaten bölgenin değişik noktalarında aldı-

alan bir gücü tamamen gayrimeşru ilan ediyorlar. Bu

ğı pozisyonların kendisi de hiçbiri meşru ve tutarlı

tabii ki büyük bir çelişkidir. Ama aslında şunu ön-

değil. O yüzden Yemen aslında AKP rejiminin yanlış

göremediler; Ortadoğu bölgesini mezhep tadında

dış politika anlayışının bitmek tükenmek bilmeyen

böldüğünüz zaman ister istemez bir Şii- Alevi hattı

hatalarının son halkası gibi görünüyor.

doğdu. İran’dan Irak, Suriye üzerinden Lübnan Hizbullah’ına kadar uzanan bir hat doğdu. Bu da Ame-

TÜRKİYE DAVETSİZ MİSAFİR

rika’nın istediği bir şey değildi. O nedenle bu cihat-

İran burada aslında dolaylı olarak Huni güçlerini

çı güçleri desteklemeleri, IŞİD fenomeninin ortaya

desteklese de çok daha meşru bir konumda. Doğru-

çıkması aslında Şii hilaline karşı olan rahatsızlığa

dan doğruya Yemen’e bir müdahalesi yok. Dış mü-

bir müdahale etme, içine bir kama sokma çabasın-

dahale yapan güçleri bölgeden elini çekmeye çağırı-

dan oldu. Ama her müdahaleleri bölgeyi daha fazla

yor. Bu bakımdan İran’ın konumu Uluslararası Hukuk

acıya, ateşe, mutsuzluğa gömdü. Yemen’in de bir

tarafından çok daha anlaşılabilir meşru bir konum.

dönem ulus devleti olduğunu hem de Marksist bir

Türkiye ise kendiliğinden önce müdahale güçlerinin

yönetimin bulunduğunu hatırlarsak özellikle Ameri-

muhtemelen bir sonra gelecek olan işgal güçlerinin

ka destekli Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn

bir parçası oldu. Halbuki Türkiye bölgede tarafsız,

gibi gerici rejimlerin bölgenin yaşanılan acılanırın-

barış isteyen, ateşkes isteyen, sorunların barış, diya-

da ne kadar sorumluluk sahibi olduklarını görürüz.

log yoluyla çözülmesini talep eden bir ülke kimliğiy-

Yani Ortadoğu neresinden bakarsanız sorunlu bir

le çok daha inandırıcı bir pozisyonda olabilirdi. Ne

coğrafya haline gelmiş duramda. Ama emperyalist

yazık ki Türkiye kendisine bir davet olmadan doğ-

güçler elini çekmeksizin bölge halklarının rahat et-

rudan doğruya Yemen coğrafyasıyla komşuluk bağı

mesi mümkün değil. En kötesi bundan iyi olur. Ben

olmaksızın saldırgan güçlerin bir parçası oldu. Bura-

eminim ki; Amerika başta olmak üzere emperyalist

ya bir davette olmadı çünkü Suudi Arabistan’ın açık-

güçler ellerini çekerlerse Ortadoğu halkları kendi

ladığı on kişilik ittifak güçleri arasında Türkiye’nin

aralarında barışı sağlamakta her şeye rağmen daha

adı sayılmamıştı. Türkiye davetsiz misafir olarak da

başarılı olur. Türkiye’nin de hemen Sünni eksenine

bu çatışmada da haksız, saldırgan cephesinde yeri-

cumburlop atlaması dış politikadaki büyük hatala-

ni alacak gibi görünüyor. Açıkçası Türkiye çok davet

rın son halkasını oluşturdu. Türkiye bu eksenin de

eden de yok. 11


YEMEN’DE ABD-İRAN ÇATIŞMASI Mustafa Kemal Erdemol

Dünyadaki savaşların artık petrol yüzünden yapılmadığı, bunun yerini küresel güçlerin stratejik köşe kapma savaşlarının aldığı görüşüne verilecek en iyi örnek herhalde Yemen olur. Çünkü, Suudi Arabistan gericiliği liderliğinde ABD ile Arap dostlarının stratejik güç kazanma amacıyla üzerine çullandıkları Yemen bulunduğu bölgenin petrol açısından en fakir ülkesi. Yani, emperyal saldırganların paylaşmak için kapıştıkları bir petrol ülkesi değil. Ancak ülke öylesine önemli bir yerdeki, orada güç sahibi olanın, deyim yerindeyse,

12

sırtı yere gelmez. En yakın komşusu Suudi Arabistan bir petrol devi. Kontrol ettiği,


kargaşanın da, işgal amaçlı saldırının da temel nedeni budur. Ülkeye, bu stratejik avantajı nedeniyle göz koyan sadece kimi devletler değil. İslamcı terör de bu avantajı kendisi için kullanma amacıyla Yemen’e üs kurmuş durumda, hem de uzun zamandır. El Kaide’nin en başarılı “acentası” olan Arap Yarımadası El Kaidesi (AYEK) bu ülkede faaliyette. Paris’teki Charlie Hebdo baskınını yapan da bu örgüt militanlarıydı. Yemen’in bir “terör üssü” olmaması için ülkenin yönetimine baskılar yapan ABD’yi burada kök salmış İslamcı gruplar karşısında başarısız kalmasından ötürü “sorunun” çözümü için ülkedeki Sünni topluluklarla ilişkiye geçmeye itti. El Kaide karşıtı Sünni kesimler ABD desteğiyle sağladıkları avantajı Sünniliğe en yakın ritüellere sahip Şii bir topluluk olarak bilinen Husilere karşı da kullanmaya başladılar. Ülkenin tarihinde aslında mezhep savaşlarına pek rastlanmıyor. Kabileler arası savaşlar daha yaygın. Vahhabi gericiliğin etkisindeki Sünni kesimler son yıllarda kabileler arası çatışmaları mezhep savaşına döndürmeye çalışıyor. Çünkü Husiler Arap Baharı adı verilen süreçle birlikte yönetimde bir değişiklik olmadığı, süreç sonunda da eski yönetimin kalıntılarının hala varlığını sürdürmeye devam ettiğini belirterek buna karşı çıkmışlardı. Afrika ile Asya’yı birbirinden ayıran Bab’ül Mendep boğazı sayesinde stratejik bir üstünlüğe de sahip. Bu boğazın genişliği 32 kilometre. Kızıldeniz’in Hint okyanusuyla buluşması bu boğaz sayesinde mümkün. Bu buluşma, mesafeleri o kadar kısaltıyor ki deniz ticaretinin buradan yapılması hem kolay hem de çok karlı. Dünya petrol ihtiyacının yüzde 30’unun güzergahı burası. Yılda ortalama olarak 40’a yakın gemi geçiyor. Basra Körfezi’ne yakın olmak gibi müthiş de bir avantajı var. Böyle bir ülkede ABD ile bölgedeki, başta Suudi Arabistan olmak üzere, işbirlikçisi gerici Arap yönetimlerinin çıkarlarını tehlikeye sokacak bir gelişmeye emperyaller izin verir mi? Yemen’in içinde bulunduğu

Husiler bu konudaki çalışmalarını Ensarullah Hareketi adını verdikleri oluşumla sürdürüyorlar. Batı basını, kendilerinden “Allah’ın Askerleri” diye söz eden Husileri “Tanrının Partizanları” gibi Hıristiyan mesianik içerik taşıyan bir isimle anıyor sürekli. Yemen’deki diğer İslamcı oluşumların Husilere “islamdışı” topluluk olarak bakmasına yol açabilecek bilinçli bir söylem bu. 1992’de Hüseyin Bedir Husi tarafından kurulan Husi hareketi ile Yemen ordusu arasındaki çatışma, liderin 2004’de öldürülmesi üzerine başladı. Ensarullah Hareketi, dış destek alma konusunda kendilerinden çok daha avantajlı olan Sünnilerin aksine sadece bir ülkeden destek görüyorlar: İran. Husiler Şiiliğin Zeydiye koluna mensup, Hanefiliğe de yakın bir topluluk. Sanıldığı gibi, her ne kadar sıkı işbirliği


içinde olsalar da, İran tarafından yönetiliyor değiller.

ve ülkenin birliğini savunuyorlar. Çünkü 6 federasyon

Sadece destekleniyorlar. Bu destek elbette salt mez-

ülkede her federasyonun mezhepler ve etnik toplu-

hebi nedenlere dayanmıyor. Bunu da kapsamakla be-

lukların üssü olması sonucunu doğuracak. Yemen’de

raber asıl neden İran’ın OPEC’in Suudi Arabistan’ın

çıkarları olan devletlerin istediklerini kolay yaptırma-

telkiniyle günlük petrol üretimini düşürme kararın-

larına yol açacak bir plan bu ve Husiler buna karşı çı-

dan büyük zarar görmesi. Yemen’de de Suudi etkili

karak ülke birliği için hükümete başkaldırdılar. Sünni

bir yönetim Babül Mendep Boğazı’nda İran’a zorluk

yönetimin baskılarına, yok etme politikalarına karşı

çıkarabilir. Husilerin bu nedenle desteklenmesi ge-

on yıldır savaşan Husilerin 6 Şubat 2015 günü parla-

rekmekte. İran’ın da yaptığı budur.

mentoyu feshederek 551 üyeli Geçici Ulusal Konsey oluşturmalarına bakıp, ülkenin parçalanmasına yol

HUSİLER AYRI DEVLET İSTİYOR YALANI

açtıklarını iddia etmek bu nedenle ciddi bir yanılgı

Ülke Afganistanlaşır da parçalanırsa Husiler kendi

olur. Ayrıca Sosyalist Güney Yemen’in Kuzey Ye-

devletlerini kurmak isteyebilirler elbette ama şu anda

men’le birleşmesinden sonra birçok kabile Kuzey’in

Yemen’de birliği en ısrarla savunun kesimi Husiler

kendilerini yok saydığını ileri sürerek hoşnutsuzluk-

oluşturuyor. Ayrı bir devlet kurmak isteyen Ensarul-

larını dile getirdi sık sık. Bu ülkenin bölünmesine yol

lah gibi son derece güçlü bir hareket hakim olduğu

açacak en ciddi krizdi. Ülkenin federasyonlara bölün-

kuzeyden ülkenin merkezine doğru neden saldırıya

mesi bu krizi arttıracak bir öneme sahip.

geçsin? Kuzey’de özerklik ilanı daha kolay olmaz mıydı? Oysa gerçekte Husilerin ülkeyi bölme niyetle-

RİYAD- İRAN DEĞİL ABD – İRAN ÇATIŞMASI

ri yok. Aksine ABD ve Suudi kuklası Devlet Başkanı

Suudi saldırısı Riyad’ın İran’a meydan okuması gibi

Abdül Rabbi Mansur Hadi’nin, ülkeyi 6 federasyona

anlaşılabilir ama Suudi Arabistan aynı zamanda ABD

bölmeyi içeren planına “Yemen’i parçalayacağı kay-

demek. Bölgede İran’la yine çoğu mezhepsel olan

gısıyla” karşı çıkanlar Husiler. Hadi, ülkeyi federas-

sorunlar yaşayan Arap ülkelerinin Yemen’de İran’la

yonlara bölerek “zayıf merkez”, “güçlü kırsal yöne-

kapışmaları ABD’nin son dönem “soruna uzaktan

tim” oluşturmayı, böylelikle hem büyük kabilelere

müdahale” tutumuna çok uygun. ABD yok gibi ama

kısmi serbestlik vermek hem de “teröre karşı” ye-

aslında var. Suudilerin ABD’nin “her türlü desteği” ile

rinde engelleme yapabilmeyi hedefliyor. Bu ABD’nin

ülkeye çullandığı bir gerçek.

tüm gücüyle desteklediği bir plan.

Eğer Husiler direnemezse Yemen Afganistanlaşacak demektir. Bölge ikinci bir Afganistan’ı kaldıracak ka-

Ülkedeki muhalif Husiler işte bu plana karşı çıkıyor 14

dar güçlü değil. Ateş tüm Ortadoğu’yu sarabilir.


BURJUVA SİYASETİN BÜYÜSÜ VE HAZİRAN HAREKETİ Birleşik HAZİRAN Hareketi, ülke siyasetinde yeni bir soluk. Meclislerle örgütlenerek, düzenin saldırılara birleşik bir halk muhalefetiyle karşı koymaya çalışıyor. Yerel Meclisler üzerinden örgütlenme deneyimi, uzun yıllardır sola çok da tanıdık değil. Ne zaman solun krizinden söz edilse, toplumsal-sınıfsal zeminlerde ilişkilerinin zayıflığı gündeme gelir. Ancak buna karşı etkin bir müdahale geliştirilemedi. Haziran isyanı bunun gerekli ve mümkün olduğunun ilk işaretiydi. HAZİRAN hareketi, bu izler üzerinden örgütlü bir halk muhalefeti yaratma mücadelesini sürdürüyor. Meclisler, tam da bu noktada giderek yerel sorunlara etkin müdahaleler çerçevesinde geliştiği oranda, yeni bir siyaset imkanını da açığa çıkarıyor. HAZİRAN Meclisleri, geçtiğimiz hafta içinde Bodrum’da, Göcek’te doğanın talanına karşı yürüdü. Fındıklı’da eğitimdeki gericileşmenin parçası olan okul kitaplarındaki gerici müfredata karşı mücadele başlattı. Aydın’da yine doğa talanına karşı yürüyüş gerçekleştirildi. Pek çok Mecliste yerel Forumlar yaparak, mücadelesini büyütüyor. Öte yandan yeni meclis kurma çalışmaları da sürüyor. Datça ve Sincan, Haziran’a eklenen yeni Meclisler oldu. Böyle bir hareketin niteliği ve gelişimi ülkemizin kaderini değiştirme potansiyeline sahip. RedHaber, HAZİRAN hareketinin eylemleriyle birlikte, gelişimi ve tartışmalaranı her hafta sayfalarına taşımaya çalışacak. Özellikle de seçimler süreci içerisinde HAZİRAN hareketinin politik yönelimleri üzerinde tartışmalarımızı sürdüreceğiz.

15


BURJUVA SİYASETİN BÜYÜSÜ VE...

Emir Yıldız

Seçim tartışmaları sol içinde taktik farklılaşmanın ötesini işaret eden bir saflaşmaya sahne oluyor. Sonuçta bir oy tutumundan ibaret olan bu uğrakların çok önemsenmemesi gerektiğini düşünenler olabilir. Kuşkusuz ki bir yönüyle öyle. Ancak yaşanan tartışmalara bakıldığında, oy tutumunu neredeyse tüm sorunların çözüm anahtarı olarak gören sorunlu yaklaşımlar, başka bir tartışmayı da gerekli hale getiriyor. *** Seçimleri ve oy tutumunu gereğinden fazla öne çıkaran yaklaşımlar, seçimlere tüm gayri meşru ve anti-demokratik yapılanmasının üzerini örtecek şekilde bir anlamla yaklaşıyor. Bu şekilde Erdoğan’ın ‘bekleme odasında’ dediği Parlamento gerçek yapısının uzağında tüm sorunların çözüm merkezi olarak gösterilebiliyor. Seçimlerin ülkemizdeki faşizme doğru gidişin önlenmesinin son durağı olarak gösterilmesi, tümüyle Saray tarafından kapatılmış, fiili ve hukuki sınırlamalar içerisinde işlevsizleştirilmiş olan parlamentoya yüklediği anlam çerçevesinde -bir yanıyla pragmatist hesapların da rol oynadığıparlamenterist bir sapma olarak gelişiyor. Seçimler mevcut güç dengesini görece etkileyebilecek bir durak. Ancak, toplumun tüm beklentisini 7 Haziran’ın sonuçlarına odaklandırarak yürütülen bu siyaset, yaratacağı hayal kırıklığının ötesinde düzenin krizine soldan sunulan bir hayat nefesi niteliği de taşıyor. Ülkemizde faşizm AKP’nin şu ya da bu biçim alması ya da düzenin farklı seçeneklerinin inisiyatif

16

alması ile ortadan kaldırılacak ya da geriletilecek bir mesele değil. Rejim bir yanıyla, sermayenin


küresel politikalarına bağlı olarak hızlı karar alacak şekilde

Bu konulardaki her tür itiraz ise, Kürt halkının taleplerine sa-

biçimsel demokrasi alanının daha da daraltıldığı bir biçim

hip çıkmamak olarak gösterilmek isteniyor. Bu şekilde, sol

aldı. AKP, İslami bir doğrultuda geliştirdiği rejim, bugün

yönelik mesnetsiz saldırılar eşliğinde Kürt hareketi içindeki

pek çok öğesi ile yerleşiklik hale geldi. Devlete bağlı olarak

kendi pozisyonunu güçlendirme çalışıyor. Bu temelde bir iliş-

gelişen faşizmin, devlet mekanizmaları dışında demokratik

ki içinde özne konumu, özgünlüğü ve bağımsız politika yapa-

mücadele alanın kapatan araçlarla birlikte, baskı gücü de yo-

bilme iddiası ortadan kalkan çokça yapı var. Bu tür bir siyaset

ğunlaştırıldı.

ülkemizde devrimci bir halk muhalefetinin gelişmesine katkı sunmak bir yana, kendilerini anlamlandırdıkları Kürt halkının

Bu durumun değiştirilmesi seçimle oluşabilecek her hangi

mücadelesine de gerçek bir katkı sunması da mümkün de-

bir tablonun sonucu olmayacaktır. Bugün seçimlerde aldığı

ğildir.

tutumu bu tür bir politika ile açıklayan yaklaşımlar, faşizmi çıkartılan bir kaç yasadan ibaret gören sığ bir yaklaşımla

***

birlikte sorunların çözümünü tümüyle parlamentoya havale eden bir sağ çizgiyi temsil ediyor.

Seçimler, bu iki nokta ile kısaca tartışmaya başladığımız, pek çok politik tutumunu da içinde barındıran bir saflaşma nok-

Burada mesele oy tavrı değildir. Oy tutumunu bu tür bir po-

tasından birisi haline geldi. Mesele o yüzden basitçe seçim

litik temelde açıklama çabasıdır.

matematiği, taktik farklılık olarak görülmenin ötesinde anlamlar taşıyor.

*** Buna özetle burjuva siyasetinin büyüsü diyebiliriz. HAZİRAN Bu yaklaşım Kürt hareketi ile ilişkilenme çerçevesi içinde so-

işte tam da burada burjuva siyasetinin büyüsünü bozan Ha-

mutlaşıyor. Sol politikayı, Kürt hareketinin, ulusal demokratik

rekettir. Bugün Kızıldere’nin çağrısına sahip çıkmak, Haziran

talepler etrafında sürdürdüğü mücadele ve müzakere sını-

2013’de ülkenin dört bir yanında gelişen devrimci halk eyle-

rında ele alan kesimlerin yeni tür bir yetmez ama evetçiliği

minin potansiyel ve imkanlarını küçük hesaplar içinde düzen

temsil ettiklerini söylemek çok da abartılı olmaz.

siyasetine eklemeye yönelen politikalara karşı mücadele etmektir. O yüzden bugün de yapılması gereken halkın öz gü-

Kürt halkının demokratik taleplerinin yanında olmak başka

cüne dayanan, kendi iddiaları temelinde örgütlenen bir dev-

bir şeydir, solun sınırını buradan belirlemek başka bir şey.

rimci siyaseti gelişip güçlendirmekten başka bir şey değil.

Ancak bu fark silikleştirildiği gibi, Kürt hareketinin tezleri tefsircilikle çağımızın sosyalizmi olarak sunulmaya çalışılıyor.

17


ÇEMBERIN DIŞINDA KALMAK MURAT NERGIS Siyasetin pek çok ‘yapılış’ şekli olabilir. Son tahlilde siyaset olgusunun kendisi bir nevi yönetim ve idare işi olup döneme, zemine göre çok farklı söylem ve icraatlar benzeri politik gerekçelerle savunulabilir. Ancak siyaseti soldan yapmak istiyorsanız iş bu kadar basit değil, olmamalı. Sol’a değil ama sol’da siyaset yapmak öncelikle bir iddia ve duruş meselesi. Kendine ait bir kimliği olmayan sol da sol değil zaten. Yoksa düzen içerisinde sınırsız sayıda alternatif mevcutken mevcudu aşma iradesi göstermeyen solun kimliği ve dahası gerekliliği tartışılır. Öncelikle bu basit gerçeği akılda tutarak tartışma yapmakta fayda var. Ayağı ülke toprağına basan bir siyaset üretme arayışımız varsa meselenin görmezden gelinemeyecek bir noktası daha var: Türkiye gibi siyasetin son derece kaygan bir zeminde aktığı, politik aktörlerin bir kısmının sürekli yeni saflaşmalar içine girdiği bir yerde şayet seçenek yaratmak gibi hedefimiz var ise o zaman izleyeceğimiz siyaset bu saflardan biri içinde kendine ufak tefek bir yer açmak değil, gerektiğinde o safların dizili olduğu mevcut zeminin dışında yer almayı da göze almayı gerektiriyor. Meseleyi dolandırmadan söyleyecek olursak: Mayıs Haziran 2013’de ortaya çıkan geniş halk direnişinin anlamı ve özelliği kitlelerin kuvvetli bir şekilde bu çemberin dışına çıkma arayışında yatıyor. Düzen içi muhalefet odaklarının hiç biri bu arayışa karşılık gelemediği için de sokaklara çıkan milyonlarca yurttaş mevcuda prim vermedi. Alt tarafı bir buçuk iki yıl kadar önce ortaya çıkan büyük halk direnişine rağmen direnişçi milyonların son iki seçimde muhalefet partilerinin -adını da koyacak olursak en çok öne çıkanlar: CHP ve HDP- bu direnişçi ruhtan anlamlı bir destek alamamış olmasındaki mesaj yeterince açık değil mi? Elde böyle net bir veri varken, üstelik yaklaşan seçimler öncesi hem CHP hem de HDP merkezlerinin ulusal ve bölgesel planlar dahilinde açık savrulmalar yaşadıkları bir dönemde bu tabloyu görmeden, buradaki açı farkını hesaplamadan kendi kimliğine sahip çıkmak mümkün olamaz. İnandırıcı da olunamaz. Aslen, Birleşik Haziran Hareketi seçim sürecinde kendi sözünü Haziran’ca söylemeyi başardı. Nasıl mı? Haziran aldığı kararla meclis içi muhalefetin iki önemli, ancak bir o kadar da farklı, unsuru olan CHP ve HDP ‘aklı’ ile bir seçim ortaklığı kurmadı ama kendi tarzında bir siyasi bağ kurdu. Bu uzun süredir sınıf siyasetini ve kendi siyasal aklını da tabiri caizse rehin bırakmış olanlar için de uyarıcı. Üstelik söz konusu bağ iki muhalefet odağının arasında bile mevcut değilken Haziran bu tavrıyla ‘siyasetsiz’ kalındı feveranına aldırmadan muhatabı olduğu bu iki hareketin tabanlarıyla da bir çeşit dayanışma biçimi geliştirdi. Boykot veya bağımsız aday seçenekleri gibi oradaki tabanla ruhen ve fiziken bağlarını koparabilecek bir hamle yapmayarak da kendini fildişi bir kuleye çekmedi, tersine doğrudan bağımsız bir siyaset aktörü olduğunu ispat etti. Esas meseleye gelecek olursak; Birleşik Haziran Hareketi sadece ülkeye değil direnen bütün güçlere, hem bir umudu hem de bir mesajı taşıyor. Bu mesajın özü ezilenlerin, emekçilerin kısaca tüm direnenlerin mücadelesini yükseltmek için bağımsız ve gerçekçi bir mücadele hattının yaratılmasıdır. Milyonlarca insanın direniş günlerinde ortaya attığı talepler halen karşımızda duruyor. Bu taleplerin muhatabı olan tek güç de Birleşik Haziran Hareketi’nden başkası değil.

18


SANDIĞI GEREKSİZLEŞTİRECEK SANDIĞA SIĞMAYAN HAREKET Mehmet Yeşiltepe

Birleşik Haziran Hareketi, olumlu/coşkulu tepkilerin yanında, olumsuz tepkilerle, eleştirel yaklaşımlarla da karşılandı. Konumuz bağlamında söylersek, cumhuriyet-laiklik gibi vurgular, ulusalcı-Kemalist bir yaklaşım olarak değerlendirildi. Bir analizden çok, bir yakıştırma olarak gündem gelen eleştirilerin kaynağında, psikolojik etmenlerin yanında, asgari program bilincinin oluşmaması veya azami-asgari program ilişkisinin kurulamaması yatıyor. Gerçekte bugüne dek birliklerin/ittifakların başarılamamasında da bu programatik kavrayış eksiğinin önemli bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarihsel örnek olarak hatırlanacak olursa, Devrimci Yol, direniş komitelerinde kendini (azami programını) dayatmadı; farklı kesimleri, uygulanabilir asgari bir program etrafında bir araya getiren bir model geliştirdi. Bu nedenle, hem kendini savunma hem de toplumsal yaşamı alternatif ölçeklerle yeniden üretme perspektifli komitelere, burjuva parti tabanından insanlar da katıldı. Bugün hemen her yapının ilgisini çeken hareketler olarak İspanya’da Podemos’un veya Yunanistan’da SYRIZA’nın programlarına bakıldığında, Birleşik Haziran Hareketi’nin programından çok daha dar ve geri olduğu görülür. Örneğin Podemos, oylamayla belirlediği programında “Kamu sağlığı ve eğitiminin artırılması, yolsuzlukla 19


mücadele, konut hakkı ve borçların yeniden düzen-

1917 dâhil dünyada başarıya ulaşmış tüm devrimler,

lenmesi” meselelerini öne çıkarıyor.

en geniş bağlamda halk katılımı ile gerçekleşmiştir; bunun programatik ifadesi, bir avuç zorba dışında

Sanıldığının aksine, demokrasi sosyalizmin, asgari

tüm toplumsal kesimleri ittifak bileşeni olarak gör-

program azami programın reddi değil hazırlayıcısı-

mektir.

dır. Demokratik devrim, bir tercih değil, ülkenin sosyo-ekonomik koşulları bağlamında bir zorunluluktur.

Ortaklaşmış amaçlar etrafında yan yana gelmek, ide-

İttifakların genişliği ve çeşitliliği, demokratik devrimi

olojik bütünleşme/katılım anlamına gelmiyor. Müca-

koşullar. Bu gerçekliği yadsıyıp müttefikleri ve prog-

dele biçimleri ve mücadele alanları gibi mücadele

ram hedeflerini başlangıçtan itibaren sosyalist dev-

araçları da çeşitlidir; parti, dernek, sendika gibi ey-

rime göre belirlemek, devrimi ve onu hazırlayacak

lem birlikleri, cephesel örgütlenmeler vb. de gerek-

başarıları imkânsız kılar.

lidir. Bunların karşı karşıya getirilmesi, parti yapılanması ile cephesel yapılanmanın aynı kefeye konması,

Marksistlerin, tarihsel süreç içinde işlevine bağlı ola-

ilkeler-değerler adına yapılıyor olsa da sonuçta ilke

rak gerektiğinde cumhuriyete övgü yaptığı, gerek-

ve değerlerin de somutlanmasının, yaşama taşınarak

tiğinde de “Birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi

gerçek kılınmasının önündeki engellerden biridir.

temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek, sadece parlamenter meşruti

Laikliğin olmadığı koşullarda laikliği anmamak, var

monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuri-

olan ve milyonlarca insanı ilgilendiren bir soruna göz

yetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü

yummaktır; hâlbuki devrimcilere düşen görev, doğru

budur.” (Lenin, Devlet ve Devrim) dediği bilinir.

bir laiklik tanımıyla, milyonlarca insani ilgilendiren bir soruna ufuk açıcı bir perspektifle müdahale etmektir.

20

Devrimcileri, müttefiklerinin nitelikleri üzerinden ta-

Engels, devletin tüm inanç kesimlerine aynı mesa-

nımlamak veya müttefiklik kıstasında azami benzer-

fede durması gerektiğine dikkat çeker. Demokratik

likler aramak, devrim programı ve gereklilikleri bağ-

laiklik, inanç özgürlüğünün yanında inanmayanların

lamında bir yanılgıya işarettir; Gezi sürecinde sokakta

da haklarını gözetmeyi gerektirir; bu tanıma özgürlük

yaşanan fiili buluşmanın şifrelerini okuyamamaktır.

ve eşitlik de içerilmiştir. Devrimcilerin bu konuda yol


gösterici rol alması, halkın sorunlarına yanlış yerde çözüm aramasının ve istismar çabalarının etkili olmasının önüne geçer. Haziran Hareketi, azami programlar çizip halkın güncel sorunlarına uzak durmak değil; inanç grupları dâhil toplumun pek çok kesimi arasında iktidar eliyle yaratılan yapay kutuplaşmaları teşhir etmek, önüne geçmek ve en geniş bağlamda ezilenlerin birliğinin sağlanmasında rol almaktır; halka irade dayatmak yerine halkın irade olmasını, kaderini eline

HAZİRAN GÖCEK’E SAHİP ÇIKTI

almasını sağlamaktır. Göcek Çevre, Kültür ve Turizm Derneği öncülüğünde,

Haziran Hareketi, yeni bir ülke, yeni bir cumhuriyet tanımı yapmakta; ezenlerin sınıf egemenliği ve sömürü üzerine bina etmiş olduğu sisteme alternatif ilişkileri bugünden yaşamanın araçlarını geliştirmekte, kültürünü ve zeminini oluşturmaktadır. Bu

Göcek Belediye İskelesi’nde toplanan yaklaşık 500 kişilik grup, düdük çalıp, ıslıklarla protesto de bulunup, ‘Bereket Ormanları’ndan önce mevcut doğayı ve ormanları koruyalım’, ‘Acımızı ortaktır. Talana hayır’, ‘Kisebükü, Adalıyalı, İztuzu, Göcek. Talana Hayır’, ‘Usuluk örnek. Ne Gökova ne Göcek. Talana koy yok’ yazılı pankart ve dövizler taşıdı.

bağlamda seçme, seçilme, temsil vb. olguları burjuva hâkimiyet biçimlerine göre şekillenmiş tanım

Eyleme, Dalaman Çevre Platformu,TEMA Vakfı Fethiye

ve içeriklerden arındırarak alternatif bir zeminde

Temsilciği, Birleşik Haziran Hareketi Muğla, Datça, Fet-

doğrudan demokrasi ufkuyla geliştirmektedir. Hazi-

hiye, Marmaris, Bodrum, Muğla Meclisleri, CHP Ankara

ran Halk Meclisi’nde yapılan “Yüksek seçilme barajı, antidemokratik seçim/parti yasaları, tek parti diktatörlüğünün sandık hileleri, ülkemizde seçme-se-

Milletvekili Gökhan Günaydın, ÖDP Eş Başkanı Alper Taş katıldı. Jandarmanın geniş güvenlik önlemi aldığı eylemde grup,

çilme hakkını hukuken ve fiilen ortadan kaldırmıştır.

Göcek Sokakları’nda yaklaşık 2 kilometre boyunca ‘Göcek

TBMM, tek parti ve tek adam diktatörlüğünün ira-

uyuma limanına, koylarına sahip çık’ sloganı atarak Göcek

desini onaylayan bir mekanizma işlevi görmektedir,”

Kültür Merkezi’ne kadar yürüdü. Burada konuşan esnaf

değerlendirmesi ve alınan “Harekete bağlı tüm yerel

ve tekne sahibi Necdet Sarı, Göcek’te beş özel marina,

meclisler, faaliyet gösterdikleri yer ve konular üze-

bir de belediye iskele ve rıhtımı olduğuna dikkati çekip,

rinde halkın kolektif karar ve uygulama organları olarak çalışacaklardır,” kararı bunun ifadesidir.

“Biz bu rıhtımda faaliyet gösteriyoruz. Burası da marina dönüştürülürse buraya tekne bağlama bedellerini bizler ödeyemeyiz. Şayet bu yapılırsa, bizleri denizden kopartmış olacaklar. Ekmeğimiz elimizden alınmaya çalışılıyor.

Bu adımlar, genel anlamda cumhuriyet olgusundan

Bugün burada başlayan bu sıkıntı diğer liman ve rıhtım-

seçim ve meclis anlayışına kadar sistemin bütünüyle

larda aynı sorunu gündeme getirecektir” dedi.

reddi, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” değerlerinin sınıfsız-sömürüsüz bir ufukla yeniden tanımıdır. Haziran

ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş da Birleşik Haziran Hareketi’nin

Hareketi, tam da bu nedenle sandığa sığmayan, ge-

Marmaris ve Datça’daki forumlarına katılmak için Muğ-

liştirdiği alternatif ilişkilerle giderek sandığı gereksiz kılacak olan bir harekettir.

la’ya geldiklerini belirtip, “Ancak Datça’daki etkinliği iptal edip Göcek halkına desteğe geldik. Burada yapılanlar kesinlikle politiktir. Toplumsal çıkarı düşünmemektedir. Biz Göcek ve Dalaman halkının sonuna kadar yanındayız” dedi

21


SEÇİMLER VE MÜZAKERECİ SOLCULUK Redaksiyon Tartışma Kolektifi

Haziran ayında yapılacak seçimler konusunda dağınık bir şekilde süren tartışmaları bazıları seçim taktiği olarak sunularken, ardındaki politika gizleniyor. Oysa bu seçimler özellikle de solun büyük bir kısmının hiç olmadığı kadar sandık ve parlomentoya yöneldiği bir seçim olarak gerçekleşiyor. Mesele basitçe AKP’nin geriletilmesini temel alan bir matematikle oy kullanma tutumunun ötesinde, politik yönleriyle tartışılmaya muhtaç. Buradaki tercihler asıl olarak solu düzen içi sınırlar içerisine hapsetmeye, Haziran direnişinin devrimci potansiyelini buraya yönlendireye yönelen bir politika olması nedeniyle üzerinde durulmalı. Çünkü esas mesele de tartışma da kime oy verileceğinin ötesinde. I Seçim-Sandık ve Parlamento Bugün soldan da destekle öyle bir atmosfer oluşturuldu ki seçimlerin özündeki anti-demokratik yönler tartışılma dışı bırakıldı. HDP’yle özdeş biçimde yüzde 10 barajı seçimlere ilişkin tek anti-demokratik yön olarak öne çıkarılıyor. Bu şekilde 12 Eylül yasalarıyla belirlenmiş ve AKP’nin hile ve hırsızlıklara dayanarak gerçekleştirdiği seçimler, adeta tümüyle meşru ve demokratik görülüyor. Seçim sistemindeki adaletsizlikler ve eşitsizliklerden kimse söz etmiyor. Yine, AKP ile birlikte parlamentonun ne denli anlamsızlaştığı, Erdoğan’ın tek adamlığının kontrolü altında işlev gördüğü de tartışma dışı bırakıldı. Sanki, seçimlerde bugünkü durumu birazcık olsun bozan bir sonuç alındığında tüm sorunlar çözülecekmişçesini, abartılı yaklaşımlar içerisinde seçim-sandık ve parlamento bizzat sol tarafından meşrulaştırılıyor. Kuşkusuz boykotun örgütlenme koşullarının olmadığı ve kitlelerin seçime ilişkin beklentilerinin bu denli yüksek olduğu bir ortamda, seçimlerin tümüyle önemsiz görünmesi anlamlı değil. Ancak, solda sandığa olduğundan fazla anlam yükleyen yaklaşımlar, sonuçta tüm toplumu 7 Haziran’a odaklayarak aynı zamanda bir hayal kırıklığı ve umutsuzluğun da tohumlarını şimdiden ekiyor. Ülkemizin içinde sürüklendiği İslami faşizm karşısında ancak görece etkisi olabilecek bir uğrağı, bir dönüm noktası ve son çıkış olarak geren yaklaşımlar eşliğinde toplumsal muhalefeti düzen içine büken bir yaklaşım, sonuçta bir Partiye oy vermekten ibaret tutumunu siyaset ve devrimci taktik (!) olarak sunmaya çalışıyor. Bazı kesimler, Haziran 2013’de bir araya geldik şimdi de Haziran 2015’te bir araya geliyoruz türünden söylemlerle Gezi direnişinin devrimci potansiyelini sandığa sıkıştırmaya yönelen bir politikayla burjuva siyasetinin tüm çirkinliğini sol zemine taşıyor. Bu alabildiğine düzen içi siyaseti sokağı sandığa taşımak, sokakla sandığı birleştirmek türünden laflarla üzerine örtebilmek de mümkün değil.

22


II

tumun gelişmesine de neden olabilir. O yüzden seçimi

Seçim Son Seçenek Mi?

Başkanlık oylamasından ibaret görmek doğru değildir.

Seçimlere ilişkin, anketlerin de yönlendirdiği, pek çok seçenek gündeme geliyor. HDP’nin baraja geçmesiyle

IV

AKP’nin görece gerileyebileceği seçenek de bunlar-

Müzakereci Solculuk

dan birisi. AKP’nin Gezi direnişinin ardından kaybettiği

Kürt hareketi bir süredir Kürt sorunun demokratik çö-

meşruiyetle birlikte giderek yönetme krizinin derinleş-

zümü için AKP ile müzakere süreci içerisinde. Savaşın

tiği, bunun parçası olarak da kısmi bir gerileme içinde

sona erdirilmesi ve Kürt halkının kimlik haklarının gü-

olduğu söylenebilir. Bu seçim sonuçlara da bu belli bir

vence altına alınması noktasında bir müzakere süreci

oranda yansımaya devam edecek. Sonuçta başta da

yürütmesi doğaldır. Doğal olmayan ise solun ufkunun

söylediğimiz gibi AKP’nin görece gerilediği bir sonuç,

giderek müzakere başlıkları ile sınırlanmasıdır. Solun bir

olabilecek sonuçlar içerisinde iyi olarak görülebilir. An-

kesimi rejimle müzakere edilecek konular etrafında bir

cak, bunun etrafında kopartılan fırtınanın pek bir anlamı

muhalefet yürütmekle kendisini sınırlamaktadır. Bunun

yok. 7 Haziran seçimlerinin başka seçimlere benzeme-

son örneklerinden birisi de HDP’ye oy çağrısı olarak or-

diği, çok özel bir süreçten geçtiğimiz, oyunu bozmak

taya çıkanların politik eğilimlerinde görülebilir. HDP’den

için mutlaka bir Partiye destek vermek dışındaki tüm

bağımsız bir seçim çalışmasından söz eden bu kesim-

seçeneklerin siyasetsizlik olduğu yüksek perdeden söy-

lerin, altına imza topladıkları metne bakıldığında HDP

leniyor.

Mesele buraya sıkıştırıldığında 7 Haziran’da

programı altına imza atarak yalnızca kulaklarını tersten

AKP gerilemiş olsa da hatta iktidarı kaybetmiş olsa

gösterdiklerini görüyoruz. Bu tutum AKP’nin sandıkta

dahi, köklü bir heseplaşma için halkın uzun sürecek bir

gerilemesi için HDP’ye oy atalım türünden bir basitlik-

mücadelesinin gerektiğidir. 7 Haziran’da seçim sonucu

te olsa üzerinde durmaz, yalnızca son dönemde moda

ile kurulacak ya da yıkılabilecek bir rejimden söz etmi-

haline gelen kendi oy tutumunu fazla önemseyen bir

yoruz. Bugün–pek çok öğesi ile yerleşik hale gelmiş- İs-

yaklaşım deyip geçerdik. Ancak –bir kısmını aşağıda

lami faşizm doğrultusunda geliştirilen bir rejimle hesap-

tartışacağımız- politik çerçeveye baktığımızda müzake-

laşmak ya da ondan kurtulmak seçimle olmayacak.

reci solculuğun, başka bir deyimle rejim sorunları etrafında şekillenmiş bir politikanın yeni bir versiyonundan

III

ibarettir.

Başkanlık Sistemi ve Seçimler Erdoğan’ın 400 milletvekili verin çağrıları ile birlikte,

V

seçimin temel gündemi Başkanlık Sistemi tartışmaları

Tüm Yollar Meclise Mi?

oldu. Soldan da Erdoğan’ın başkanlığı durdurmak için

Seçimi fena halde önemseyenler, tüm sorunların çözü-

oy kullanmak temel argümanlardan birisi oldu. Oysa bu

münü de Meclis düzlemindeki aritmatiğin değişiminde

argüman hem mevcut durumu görmezden gelen hem

arıyor. Bu tür düşünenlere, Haziran direnişini ve halk

de muhalefeti yanlış yere kurulmasına neden olacak

Meclislerini fikrini hatırlatmanın gereksiz olduğunun

–kulağa hoş gelen- ama özünde yanlış bir politikadır.

farkındayız. Ancak, HDP’yi desteklemek için ortaya koy-

Bugünkü durum zaten fiilen öyledir. Başkanlık sistemi-

dukları başlıklara ve çözüm yoluna yakından bakarak

nin anayasal bir sistem haline getirilmesine karşı çıkmak

bazı hatırlatmalar yapmak mümkün.

kuşkusuz ki önemli ancak görülüyor ki Erdoğan’ın tek

Anayasal Çözümler

başına tüm iktidarı elinde toplamasına karşı AKP içinde de önemli bir tepki var. Asıl önemlisi Başkanlık sistemi-

HDP’yi destekleme imzasındaki pek çok madde, anaya-

ne odaklanmak, AKP’nin belirlediği ve içinde Başkanlık

sal bir çözüme vurgu yapıyor. Bu anlamda, seçim sonu-

Sisteminin olmadığı –ya da en azından Erdoğan’ın iste-

cu ne olursa olsun AKP’nin belirleyeceği bir anayasaya

diği tipte olmadığı- bir anaya karşısında hayırhah bir tu-

karşı bir tutum almak bir yana yeni anayasayı bir çözüm 23


yolu göstermek bırakın 7 Haziran tutumunu, asıl olarak

nın en geniş konsensusla yapılmasını gerçekleştirmek.

sonrasına yönelik pek çok sorunlu yanı içinde barındı-

Sonuna kadar bunu takip edeceğiz. Fakat, dört parti

rıyor.

başaramıyorsa farklı alternatifler düşünülebilir. Buna da kapalı değiliz. (...)Sonuçta, 2 parti de anayasa yaptığın-

Yeni rejim kurucu olarak AKP’nin yeni anayasa istemi

da, partilerin değil Türkiye’nin anayasasını yapacaklar.

malum. Öcalan ve HDP’nin vatandaşlığın yeniden ta-

Bu perspektifle yaklaşılması halinde tabi ki bütün seçe-

nımlandığı bir anayasa istediği ve İmralı görüşmelerin-

nekleri tartışırız, kapalı değiliz. (...)Bizim de fikirlerimiz

de bu sorunun görüşüldüğü de kimse için sır değildir.

var, AKP’nin de doğru önerileri var. Bu doğruları birleş-

Türkiye’nin gericilik tarafından çepe çevre sarıldığı ve

tirebilirsek daha iyi bir anayasa yapabiliriz. Ama dedi-

iç güvenlik yasası ile bütün ülkenin teslim alınmaya ça-

ğim gibi, en geniş konsensusu yakalamak her zaman

lışıldığı bir dönemde AKP’nin yeni bir anyasa ve rejim

önceliğimiz.. Aslında biz ‘her halükarda referandum’

isteğini anlamak mümkün. Ancak bu süreçe emekçile-

olmalı diyoruz. 550 oyla çıksa bile biz yeni anayasanın

rin, ezilenlerin haklarının ve özgürlükleririnin meclisteki

referanduma gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. (...)Ya-

milletvekili sayısı artırılarak genişleyeceğini düşünmek

kın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor ancak ya-

en basit deyimi ile sadece saflıktır. Çünkü AKP kendi su-

kınlaştığımız parti AKP’dir.’( )

retinde bir Türkiye yaratmak istiyor. Selahattin Demirtaş böyle söylüyor. Bu konular hakkın-

24

Denilebilir ki işte bu nedenle yani bunu engellemek için

da ne söylediğine özellikle bakmamız gereken ikinci kişi

müdahil olunmalıdır. Ama bu yaklaşım bir yanılsama ve

ise Abdullah Öcalan’dır Öcalan; ’Muhafazakâr demok-

AKP’nin torba yasaları kullandığı tuzağa benzeyen bir

ratlığa destek verdim. Ama hegemonik bir yapı kurma-

tuzaktır! Bu konuda HDP Eş Genel Başkanı Selahattin

larına da karşıyım. Türkiye’de liberal demokratlar da var,

Demirtaşın bu söylediklerine bir göz atalım; “Bizim ar-

tarihin her döneminde olmuşlar. Bir de radikal demok-

zumuz, dört partinin uzlaşma komisyonunda, anayasa-

ratlar var. Asıl değişimi, dönüşümü gerçekleştirebilecek


güç radikal demokratlardır. Radikal demokratlar bu gü-

ya HDP’nin desteklenmesinin nedenlerinden biri de bu)

cünü iyi kavramalıdır. Demokratikleşmeye öncülük yap-

bunları değiştirebilmek için meclis çoğunluğu gerektir-

malıdır. Bu üç grup demokrasi prensipleri çerçevesinde

diğini unutmuş olamazlar. HDP’nin bu seçimlerde böyle

bir araya gelebilirler.

bir çoğunluğu elde edemeyeceğini, bunu yapması içim kendi dışındaki güçlerle hareket etmek zorunda oldu-

…Türkiye’de İslâmî demokratlar var, liberal demokratlar

ğunu gözönünde bulundurursak AKP’nin kendi çıkart-

var, ancak gerçekten çözüm için mücadele edip sonuç

tığı baskıcı yasalar yerine daha özgürlükçü yasalar çı-

alacak olan radikal demokratlardır. Onların bu iradeyi ve

karmayı kabul etmesi gerekir. Bunun da gercekçi bir

örgütlülüğü açığa çıkarması gerekiyor. Onlara “Demok-

beklenti olmadığını söylemeye gerek yoktur!

ratik Anayasa Bloğu”, “Demokratik Anayasa Kurucular Bloğu” diyorum.( )

Varsayımsal olarak çoğunluk olabilmek için AKP+HDP/ AKP+MHP/ AKP+CHP+MHP ya daHDP+CHP HDP+-

Yeni rejim, yeni anayasa; Öcalan ve HDP’nin sürece

CHP+MHP koalisyonları mümkündür ama varolan so-

bakışı bu. Devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların,

mut siyasal saflaşmalar nedeni ile bu olasılıklardan hiç

ilericilerin AKP’nin merkezinde olduğu yeni bir anaya-

biri gerçekçi değildir. Bugünkü koşullarda mecliste olu-

sanın, özgürlükçü, ilerici, emekten ezilenden yana bir

şacak herhangi bir hükümetin demokrasi ve özgürlükler

anayasa olup olamayacağı sorusuna yanıt vermeden

anlamında ülkenin önünü açacak bir bütünlüklü inandı-

bir seçim tartışması yapması mümkün değildir. Bunun

rıcı ve ikna edici bir programa sahip olmaması nedeni

yanıtı aslında açıktır; 12 Eylül’cülerin topluma giydirdiği

ile meclis üzerine inşaa edilen beklentiler sahici değildir.

deli gömleğini başka bir gömlekle değiştirmenin ilerici

Bu nedenle; TBMM’de karar altına alınan faşizm yasa-

hiç bir yönü olamaz. Bazı görece ’iyileştirmeler’ yapılsa

larını ilga etmek ya da yasalarla tahrip edilen hak ve

bile bunun sadece acı ilacı yutturmak için gerekli olan

hukuk yollarını yeniden tesis etmek için HDP’ye oy iste-

tatlandırmalardan ibaret olacağından kimse şüphe duy-

yenlerin bu söylemlerinin sadece ajitatif bir ifade oldu-

mamalıdır.

ğunu söylemek mümkündür.

Bu nedenle (HDP’nin eşit yurttaşlık için de haklı olarak

Laiklik Mücadelesini Yükseltmek !

dillendirdiği) yeni anayasa ne yazık ki zamandan ve me-

HDP ye aktif destek çagrısı yapanların maddelerinden

kandan bağımsız olarak tartışılamaz. Ve bu koşullarda

birtanesinin bu olması HDP’nin, Demirtaş ve Öcalan’ın

yapılacak Anayasa konusunda partilerin alacağı tavır

meseleyi bu yazıyı kaleme alanlar gibi baktığı anlamı-

büyük öneme sahiptir. Bu nedenle ajitatif söylemlerin

na gelmiyor. Demirtaş bu konuda şöyle düşündüğünü

büyüsüne kapılmak yerine somut durumun analizi üze-

söylüyor; Ben yıllardır şunu söylüyorum ve söylemeye

rine bir siyaset inşaa edilmelidir. Bu dönemde yapılacak

de devam edeceğim: AKP’yi İslami bir parti olarak ta-

bir anayasa Kürt sorunu ve müzakare süreci hakkında

nımlamak yanlıştır. Bildiğimiz kapitalist, sağ, neoliberal

ne yaparsa yapsın gerici/faşist özelliğinden hiç birşey

bir partidir o. İslam bunun maskesi olarak kullanılıyor

kaybetmeyecektir. Evet bu ülkede Kürt sorunu çözül-

sadece. Türkiye’de İslami hareketler var, yok değil. Ama

meden bir demokratikleşme olmayacağı kesindir, ama

hiçbir zaman iktidara gelmediler. “AKP İslamı”, dini

Kürt sorunun öyle ya da böyle çözümü bir demokratik-

özünden saptırmış, hırsızlık ve rant yolunda bir örtü ola-

leşme anlamına gelmesini koşullamaz.

rak kullanmıştır. Yoksa bunlarda gerçekten İslam ahlakı olsaydı, tek bir kuruş hırsızlık yapandan hesabı öyle bir

Faşist Yasaları İlga ve Hak ve Hukuku Tesis Etmek

sormalıydılar ki, toplumun vicdanı öyle bir rahatlama-

Sözü edilen hak ve hukuk yolları AKP tarafından yasa-

lıydı ki, insanlar “gerçekten de İslam’ın adaleti rahatlatı-

larla ve kararnamelerde tahrip edilmiştir. Bu konuyu bir

cıymış” demelilerdi...

meclis işi olarak gören ve oraya havala edenler (Öyle 25


...Evet, tam tersi oldu. Çünkü ortada bir “İslamileştirme”

tifi olarak, kendini anlamlandırmak ve sürekli bir kurum-

hareketi falan yok. Bizde bildiğimiz klasik kapitalist soy-

sallaşmaya tabi kılmak durumundadır. ( )

gun ve talan düzeni, buna bağlı postmodern bir kültür dayatması gündeme geldi. Burada da, Suudi Arabis-

… Bir halkı tanımamak, inkâr etmek, yok etmeye ça-

tan’da ve başka ülkelerde de yaşanan bu: Kapitalizmin

lışmak nerede vardır, bu durum kardeşliğe de sığmaz,

en bayağı, en ucuz, en vahşi hali. Ve özellikle Kemalist

İslâm dininde de yoktur. İslâm’da halkların birbirine üs-

laiklerin AKP’ye bu kadar İslamcı bir kimlik vehmetle-

tünlüğü yoktur. Hz. Muhammed de, “Arabın Acemden

ri bir hatadır. Buradan bir muhalefet yapılması da bir

üstünlüğü yoktur” demiştir.( ) … Türkiye’de İslâmî de-

hatadır. Soldan muhalefet yapılması lazım, emek teo-

mokratlar var, liberal demokratlar var, ancak gerçekten

risi üzerinden, antikapitalist teori üzerinden muhalefet

çözüm için mücadele edip sonuç alacak olan radikal

yapılması lazım. Antiislamcı tez üzerinden değil. Çünkü

demokratlardır. Onların bu iradeyi ve örgütlülüğü açığa

bunlar İslamcı değil. Olsalardı en azından “dinde zorla-

çıkarması gerekiyor. Onlara “Demokratik Anayasa Blo-

ma yoktur” ilkesi uygulanırdı ...’ ( )

ğu”, “Demokratik Anayasa Kurucular Bloğu” diyorum.

Peki Abdullah Öcalan bu meseleye nasıl bakıyor, onda

( ) … İslam kirletildi, bugün Türkiye’de hat safhadadır,

bir göz atalım; Fakat orijinal kültür olarak, tarih olarak

İslam’ın özü adalet, hukuk ve tasavvuftur (Altan Tan’a

İslam hem farklı hem önemlidir. Bu gerçeklikteki İslam’ı

dönerek) kirlenmeyi önleyin. Sizi nasıl markaja aldılar

çözümlemeden Ortadoğu kültürünü çözümlemek, ay-

biliyorsun. Kürtler dindardır. İlk dönemlerde namaz kı-

rıştırmak ve bazı çözümlere konu teşkil edici kılmak

lıyordum, 33 sure ezberlemiştim. Köyün imamı Müslüm

mümkün değildir. Görev olarak çözümlemeyi bekleyen

hoca ‘Sen böyle gidersen uçarsın’ diyordu. Kimse ku-

muazzam bir kültür deryasıdır. Özellikle başta Hz. Mu-

sura bakmasın, ben İslam’a sol jargonla bakmam. Kürt

hammed olmak üzere, doğuşundan günümüze demok-

halkının da dini inancı kuvvetlidir. 1969’da Kısakürek’in

ratik öğe olarak İslam’la iktidarcı öğe olarak İslam’ı ay-

gizli bir toplantısına gittim. … Kürtlerin yaşadığı gizli bir

rıştıran bir tarih, bu temelde halkların, yerel ve bölgesel

İslam var. ( )

varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Toplumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesinin günümüzü ay-

HDP’nin post modern kimlikçi anlayışının bir sonucu

dınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. ( )

olarak ’islam’ ya da islami hareketlere bakış açısı böyle iken birilerin laiklik mücadelesini HDP’nin önüne koy-

… Son 200 yıllık tarih bir nevi İslamın mekanlarında ve

ması hele hele bunu HDP’nin oylarını arttırmak için

halklarında İslamın bütün değerlerini neredeyse onul-

islamcı/sağcı çevrelere açılma stratejisi izlediği günü-

maz bir biçimde tahrip etmiştir. … İslam gerçekten din

müzde yapıyor olması sadece siyasetten bir haber ol-

adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmek-

duklarının göstermektedir.

tedi … Daha somut olarak genelde tüm canlılara özelde insana özgü topluluklara islam evrenselliğinin özünde

OY Ver Kurtul

yatan adil ve özgürce yaklaşımları uygulamalıyız. .. İs-

HDP çağrıcılarının gerçeklerinden birisi de kentsel yı-

lami diyarların genellinde olduğu gibi, Kürdistan’da

kımı, HES’lerle doğanın tahribini önlemek. Kentsel yı-

sürekli yeni bir İslami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç

kım adı altında şehirlerin, mahallelerin tarihini ve sosyal

vardır. Küresel kapitalizmin türevleri olmaktan öteye

dokusunu parçalayarak talana açan AKP, HES projeleri

gidemeyen, sulta kökenli Şia, Selefi ve İhvan’i kökenli

ile de bütün ülkeyi bir doğal afet merkezi haline getir-

cemaatleri aşmak, yeni kurumsallaşma için gereklidir.

miştir. AKP’nin bu saldırılarına mahelle sokak/köylede

Çare elbette resmi Diyanet İslam’ı değildir ( )

ortaya çıkan direnişlerden başka ciddi yanıt üreten olmamıştır. Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP

… Adil, özgür ve demokratik İslam bu gerçeğin alterna26

bu saldırılarını rahatça karar altına almış, belediyeler


üzerinden de rant ve talanın bütünlüklü bir siyaset olarak örülmesini sağlamıştır. Bir çok yerde gelişen direnişler yerel halkın kendi sorununa sokakta sahip çıkmasına yol açmış bu da AKP’nin siyaset sokakta değil mecliste yapılır, bu demokrasinin gereğidir demesine neden olmuştur. HDP için aktif dayanışma örgütlemek için yola çıkanlar bu birikimin de ’parlementer zemine’ taşınmasını istiyor olmalılar ki bunun için adresin HDP aracın ise oy olduğu propagandasını yapıyorlar. Ancak yapılması gereken şey bu dinamikleri meclise ya da oy’a havale etmek değil yerel direniş odaklarını çoğaltılırken bu mücadelenin merkezi bütünlüklü bir mücadelenin parçası haline getirilmesi ve halkın kendi karaını aldığı, uyguladığı bir sürece dönüşmesi için çaba harcamak olmalıdır. Benzer bir çağrı işsizlik, güvencesizlik, taşeronluk gibi emeğin tüm saldırı gündemlerinin çözüm yolu olarak öne sürülüyor. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak saldırı altında olan işçiler/emekçiler 12 Eylül artığı yasalarında bir sonucu olarak örgütsüz, dağınık ve güvencesizdir. AKP sendikal alanı yeniden tahkim etmiş ve ortalığı hü-

Redaksiyon Dergi, bünyesinde hazırlanan RedPolitik iki

kümetin bir yan kuruluşu olarak görev yapan sendika-

aylık politik analiz dergisi. İlk sayısı geçtiğiz Ay içerisinde

larla doldurmuştur. Emek hareketinin çıkarlarını savu-

yayınlandı.

nan ve kendisini ’sol’da konumlandıran sendikal yapılar ise yasal zorlukların ve kendi yapısal sorumlarından dolayı ciddi bir güç haline gelememiştir. Sınıf hareketinin tümü ile dibe vurduğu günümüzde işçi ölümleri, güvencesizlik yaşamın bir parçası olmuş ve AKP tarafından bu durum ’bir fitrat’ olarak değerlendirilmiştir. Bunlar

Derginin ilk sayısında, direniş hareketleri dosyası yer alıyor. Türkiye’de toplumsal muhalefetin gelişimi ve Avrupa’da yükselen sol dalganın dosya olarak işlendiği dergide, ayrıca PODEMOS’a ilişkin bir çeviri dosyası da yer alıyor. Dergiye, Redaksiyon Dergi’den ulaşabilirsiniz.

herkesin bildiği ve genel kabul gören olgular. Yeni olan ise seçim süreci nedeni ile buradaki mücadelenin ge-

RedPolitik

liştirilmesi için HDP’ye oy istenmesidir. Tam bir burjuva

2 Aylık Politik Analiz Dergisi

partisi edası ile bütün sorunların anahtarlarından -ama

122 Sayfa

en önemlilerinden -biri olarak seçimler ve HDP’ye oy

10 TL

verilmesi öne çıkartılmaktadır. Bakın herşey aslında ne kadar basitmiş: oy verip kurtulabiliriz!

27


PARSEL PARSEL EKONOMİ NASIL İŞLİYOR ASLI AYDIN Kentsel dönüşüm süreciyle birlikte yağma, gasp ve talana dayalı rantsal yıkım süreci, kentleri sosyal, politik ve ekonomik anlamda yeniden biçimlendirerek egemen sınıf ideolojisine de denk düşecek bir yapılanmayla birlikte AKP tarafından sürdürülmektedir. Tüm bu gasp/el koyma- yıkım ve dönüştürme süreçlerinin altında arsa ve arazi rantını tek ekonomik hedef haline getiren politikalar yatmaktadır. Bu hedefi öne çıkaran ise; reel üretimin artmadığı, taşeronlaştırılan sanayi üretiminin dış gelişmeler boyunduruğunda sallandığı, ihracata yönlendirilen mevcut kaynakların tükenmeye doğru yüz tuttuğu, iç talepte vatandaşın alım gücünün giderek eridiği bir düzende elde inşaat veya müteahhitlik işlerinin kalmasıdır. Bu AKP tarafından yönetilen bilinçli bir süreçtir. AKP, sermaye birikiminin sürdürülmesinde üretimciliği değil, var olan üzerinden al-sat’ı cazip kılmıştır. Piyasalaşan kamusal hizmetler yeni kar kapıları olarak öne çıkarılırken, artık neredeyse özelleştirilecek KİT’in kalmamasıyla birlikte ibreler arazileriyle, otoyolları, köprüleri ve yaşam alanlarıyla kent rantlarını göstermiştir. Başta devlet kurumlarının bu rant birikim sürecine uyumlu yapılandırılmasıyla alt yapısı tamamlanan süreç, öncelikli olarak Baş Müteahhit/Rant Bakanlığı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı tayin etmiş, bir holding gibi işletilecek Bakanlığın iştirakleri olarak da TOKİ ve Emlak Konut’u atamıştır. Bu yapılar, sermayenin rant alanlarında birikiminin sürdürebilirliğini sağlayacak sistemin “kolaylaştırıcıları” olarak da görülebilir. Kurgulanan sistem ise basittir, dövizin fiyatının ülkede ucuz tutulması, vatandaşın gerileyen alım gücüyle birlikte tıkanan iç talebin konut, bina vb yapılar üzerinden canlandıracak bir konut pazarının (piyasasının) yaratılması, yaratılan bu pazarın canlı tutulmasıyla rant payının büyütülmesi, büyüyen rantın iktidar ve organik sermayesi tarafından bölüşülmesi, hem ekonomik hem siyasi kazancın eşanlı kazanımı. Dahası oluşan bu ekonomik ve siyasi rantın/kazancın, toplumsal bir kazançmış gibi kitlelere sunulması, iktidar ve çevresinin kendi büyüyen zenginliğini bir “gelişmişlik” öyküsü haline getirerek ve siyasi propaganda malzemesi olarak kullanarak “siyasi istikrarını” garanti altına alması.

1

denetime kapalı- olan TOKİ, elindeki bir araziyi olağanüstü yetkileriyle ihale usulü veya doğ-

RANT İÇİN KONUT ÜRETİMİ

rudan devir ile müteahhit şirkete teslim ediyor olsun… (II) TOKİ’nin bu satış ihalesine konu olan projenin 100 konutluk bir site projesi olduğunu düşünelim. Ortalama bir konutun alanı 120 metre-

(I)Örneğin Kentsel Dönüşüm adı altında AKP

kareden toplamda 12 bin metrekarelik bir alan

yılda 500 bin civarı konut üretimini hedefliyor.

olsun. Projede metrekare başına maliyeti 1000,

Kamusal alanlar, araziler üzerinde geniş yetki-

yine metrekare başına satış fiyatı 4000 olsun.

lerle donatılmış, doğrudan Başbakanlığa bağlıTOKİ’nin bu arazi satışından yaklaşık elde ettiği

28


gelir 17 milyon 280 bin ve satışlara binaen kazanacaklarıdır.

zaman içinde bir üst gruba yönelik konut üretiminin arttırıldığı, alt gelir grubunun payının azaltıldığı görülmektedir.

Bu örnek, hasıla oranı aynı tutulmak üzere rakamları değiş-

Bu durum, TOKİ’nin kendi faaliyet raporu üzerinden hede-

tirilmiş haliyle Ufuk Üniversite’nin Ankara-Armada Alışve-

finin açık beyanı olarak kabul edilebilinir.

riş Merkezi’nin karşısında bulunan arazisinin satış ihalesini yansıtmaktadır. Örnekte olduğu gibi bu üniversite arazisi

Gerçek yaşamda TOKİ’nin yoksul kesimin barınma sorunu-

satışında TOKİ satış hasılasından %36 pay almış, 106,2 mil-

nun çözümünde rol oynamak gibi bir hedefinin olmadığı

yon liraya ulaşan satış gelirinden yaklaşık 32 milyon lira

açıktır. Aksine gerçekleştirdiği faaliyetlerin tümünün kent

kazanç sağlamıştır. TOKİ’nin bu geliri bu satıştan kazandığı

merkezlerinde mülkiyetin el değiştirmesi (Kentsel Dönü-

nihai gelir de değildir, projenin satışının tamamlanmasıyla

şüm) ve arazi satışları yoluyla rant birikimine yeni konut

artan oranda kazanç sağlayacaktır.

alanları açmaya yönelik olduğu ortadadır.

Bu satışa konu olan arazi- bir kez daha altını çimek gerekirse- Üniversite arazisidir. 2010 yılında satış işlemi tamamlanan proje sonrasında ileriki dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına getirilecek dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın şu sözleri gayet açıklayıcıdır; “Biz işte böyle para kazanıyoruz. Para kazanmak için her türlü fırsatı değerlendiriyoruz” Bu gelirin TOKİ tarafından nasıl ve kimler arasında paylaştırıldığı bilinmiyor. Zira TOKİ’yi sadece Başbakanlık Yüksek Denetim Kurulu denetleyebiliyor, yani Sayıştay denetimine kapalı tutuluyor. TOKİ’nin faaliyet raporu incelendiğinde kendi kavramlarıyla 2003-2013 yılları arasında 654.421 konut toplamı rakamına ulaşıldığı açıklanmaktadır. TOKİ bu konutların yüzde 85’ini “sosyal konut” üretiminde kullandığını belirtmektedir. Daha da açtığımızda, bu yüzde 85’in yüzde 41’ini “Dar ve Orta Gelir Grubu”nun oluşturduğu, yüzde 23’ünü “Alt-Yoksul Gelir Grubu”nun oluşturduğu görülmektedir. Faaliyet raporunda kullandığı kavramlarla bir “sosyal ko-

Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan haliyle bugün Türki-

nut üreticisi” olarak kendini sunan TOKİ’nin bu kavramları

ye’de 5 milyon işçi 949 TL net asgari ücret ile geçinmek-

nasıl bir “makyajlama” olarak kullandığı, raporlaştırılmayan

tedir. Kadınların çalışma yaşamına katılımlarının yüzde 29

ihalelerinden, projelerinden, gerçek yaşamda üstlendiği

ile sınırlı olduğu bir yapıda milyonlarca hanenin 949 TL

rolden anlaşılmaktadır.

net gelir ile bir ayını geçirmeye çalıştığı ortaya çıkmaktadır. TOKİ sosyal olduğunu iddia ettiği konut üretiminde

Öncelikle ilk bakışta yoksul kitlesi her geçen gün büyü-

‘alt-yoksul’ gelir grubu için belirtilen koşulları “aylık hane

yen, yaklaşık 22 milyon kişinin sadece 527 TL ile yaşamaya

halkı geliri en fazla net 2.600 TL, İstanbul ilinde ise 3.100

çalıştığı (TÜİK) bir ülkede toplam ‘sosyal’ konut üretimi-

TL” olarak belirtmiştir. Yani asgari ücretin 3 katını aşan bir

nin yarısının hedef kitlesi “Dar ve Orta Gelir Grubu”dur.

koşulla konutları bu kesime sunmaktadır. Kaldı ki bu koşul-

“Alt-Yoksul Gelir Grubu” için ‘sosyal’ konut üretiminden

lar haricinde bile “maliyetine” olarak ifade edilen satışların

yalnızca yüzde 23’lük bir pay yeterli görülmektedir. Zaman

aylık taksitlerin minimum tutarları bile asgari ücretin en az

içindeki değişimi de aynı paraleldedir. 2013’de “Dar ve

yarısına denk gelmektedir.

Orta Gelir Grubu”na ayrılan pay yüzde 39.71 iken, “Alt-Yoksul Gelir Grubu”na ayrılan pay yüzde 25.40’tır. İlerleyen

29


2

AVUÇ DOLUSU RANT Bugün Türkiye’de yapılan yatırımların %40-

tirilecek KİT’in kalmamasıyla birlikte arazi-

%45 aralığındaki payı tek başına inşaat

lerle, otoyollar, köprüler ve kent rantları ile

sektörüne ait. ‘Rant’ın kavramsal anlamını

sürdürülmektedir. Tüm doğayı kontrolsüzce

hatırlayacak olursak,

dar anlamda hiçbir

metalaştıran bu süreç, aynı zamanda söz

emek harcanmadan doğa üzerinde mülkiyet

konusu bu “avanta”nın büyütülmesi için

sahibi olanların kazancı, geniş anlamda ise

kendisine etkin bir piyasa inşa etmektedir.

“Devletin çeşitli uygulamalarla bireysel, en-

Parasal politikalarla oluşturulan finansal

düstriyel, veya sektörel olarak özel teşebbüs

rantların cazibesiyle ülkeye çekilen küresel

lehine herhangi bir çıkar avantajı yaratması;

sermayeye vergi teşvikleri, arazi hediyeleri

bu avantajın realizasyonu ve paylaşımıdır”

vb imtiyazlar sağlanmaktadır. Sermayenin

(Korkut Boratav).

tatmin edici rantlara ulaşması için ise iktidar tarafından gerek kredi olanaklarıyla, gerek-

Kısaca kentler ve üzerinde bulunan varlıklar

se de kentsel dönüşüm gibi zorlayıcı meka-

üzerinden iktidarın kendi ve sermaye çev-

nizmalarla talep imkanı yaratılmaktadır. Bu

resi için avanta yaratması, (I) Bu alanların

süreç, iç talep ve dış tasarruflarla büyüme

ranta açılması (II) Bu alanlara inşa edilen

modeli üzerine oturtulmuş Türkiye ekono-

binaların ticari bir kara dönüşmesine olanak

misinin de ihtiyaç duyduğu iç talebe katkıyı

tanıyacak bir piyasa ile mümkündür. Alan-

sağlamakta, her bir vatandaş bu piyasanın

ların ranta açılması, devletleşen AKP’nin

müşterisi olarak konumlandırılmaktadır. Bu

hukuki tüm süreçleri bünyesinde yönetebil-

konumlandırmada en büyük sorumluluğu

diği, toplumsal katılıma kapalı-muhalefete

TOKİ üstlenmekte, “sosyal konut projeleri”

yasaklı karar süreçleriyle tüm yetkiyi ken-

altında yoksul vatandaşların mülkiyetine el

disinde toplayabildiği bir işleyişle sağlan-

koyarak borçlandırdığı orta gelirliyi piyasa-

maktadır. Özelleştirme sürecinde KİT’lerle

nın talep unsuru haline getirmektedir.

başlayan süreç, bugün neredeyse özelleş30


SYRİZA ÜZERİNE 2008’DEN BUGÜNE İSYANIN İZLERİ Leonidas Karakatsanis Alekos Lamprou Efi N. Söyleşi- Hande Gazey

31


DOĞAN TILIÇ İLE GÜNDEM ÜZERİNE

Bizim ilgimiz ilk Alexis’le başlamıştı. Bizim o zamanki der-

çok önemli bir nokta özellikle bu mesele için. Ama aynı za-

gi; Refleks’ti. Onu kapak yaptık. Oradan başlamıştı. Bugüne

manda o zamanda Syriza bir sorumluluk aldı. Çünkü genel

gelen Syriza’nın iktidarıyla Alexis arasındaki bağla başlaya-

olarak bu olay çıktı ve kimse neden olduğunu bilmiyordu,

lım.

kimse anlamıyordu; nasıl çıktı bu olay Yunanistan’da. Onun

LK:2008’te ortaya çıktı. Ama aslında medyada, televizyon-

için Syriza’nın da hem de ne olduğunu anlamak için hem

da bulamayacağınız bir sürü bağ vardı Atina’da. Taşrada

de o kadar büyük bir olaydan dışarıya kalmamak için bir

bilmiyorum. Kriz bir şekilde ortaya çıkmıştı ve bir radikal-

bağ kurmaya çalıştı. Parlamentodaki tüm diğer partiler is-

leşme de vardı benim bildiğim kadarıyla.

yana karşı çıkıyordu. O zamanda hem de o çok önemli bir

Başka bir konuşmacı: O okulda da önemli (Alexis’in okulu).

şey oldu. Solun ve daha anti-otoriter gruplarıyla bir bağ-

O okuldaki bu nesil şimdi oy veriyor. Bu çok önemli.

lantı olmaya başladı. O ilk defa oldu Yunanistan’da. Bu ne demek? O radikal solun mahalle politikasıyla özellikle Ati-

Okul lise mi?

na’da Selanik’te yapmaya başladılar. Çünkü tamamen uzun

Evet lise. Öldürülen çocuk liseli. Biliyorsunuz, hatırlıyorsu-

yıllar bu gibi sol, mahallelerde yoktu. Bu gibi bir politika

nuz ne olduğunu. Okuldan çıkıyorlardı, taşlarla polis kara-

yoktu. Sanıyorum 30 yıldır Yunan solunun bu kültüründen

koluna gidiyorlardı. Tamamen bildiğimiz çocuklar. Bir de

tamamen uzak oldu.

uç bir örnek; Alexis’in yanında beraber olan arkadaşı -lise arkadaşı- şimdi hapiste. Yarı intikam almak, yarı ideolojik

2008’teki isyan katılımcıları o zaman radikal solun kendi

nedenlerden dolayı fark etmez, çocuk büyük bir kriz ya-

üyeleri ve çevresiyle mi sınırlıydı yoksa Pasok seçmenleri

şadı. Arkadaşı kucağında öldürüldü. Ondan sonra kendine

vs. mi? Bunlar örgütlü solla ilişkili insanlar mı? Yani Gezi Di-

bir kaleşnikof alıp bir bankaya girdi arkadaşlarıyla beraber

renişi’ndeki gibi sıradan insanlar mı?

soygun yaparak o parayla devrim yapmak için.

LK: Gençler de bağımsızlar da vardı. Çünkü çok büyük ve şiddetli bir direnişti. Bütün anarşistler- oradaydı. Ama ra-

A.L: Evet bu noktadan sonra bir radikalleşme başladı ve

32

kam olarak bakıldığında en yoğun katılımcılar gençlerdi.


Hiçbir örgütle bağlantılı olmayan gençler mi?

yavaş yavaş bu mantıkla başka yerler, böyle küçük şeyler

LK: Hatta bazı yürüyüşlerde senelerdir sokakta olan insan-

oldu. Ama onlar arasındaki bağlantı o kadar büyük olma-

lar; “Aaa ne kadar güzel. Çünkü genel olarak en fazla iki

dı. Ama krizden sonra ben onu bağlantı olarak yorumlu-

bin-beş bin kişi olurduk. Bilmediğimiz yüzler, gençler var.

yorum. Kriz olduktan sonra ve Syriza daha güçlü olmaya

On bin-yirmi bin olduk.” Özel bir olay aklıma geldi. 2009’a

başladıktan sonra bunun gibi mahalle örgütlenmeleri, kü-

girilen yılbaşı gecesinde -31 Aralık’ta- bir etkinlik organize

çük organizasyonlar birden patladı. Çünkü bir kök vardı.

edildi. Hem Syriza’nın hem anarşistlerin büyük bir kısmı katıldı. Atina’daki büyük hapishane protesto edildi. Çünkü

Girit’e ne oldu?

bir takım insanlar tutuklandı o zaman. Onlar serbest olsun

EN: Açıkçası ben çok yaşamadım orada. Bu olaylarda

ya da genel olarak onlara bir destek olsun diye. Bir arka-

yurtdışındaydım. Çok fazla bu olayları yaşamadım. Gi-

daşımı gördüm orada. Zaten bu adam 78’de Türkiye’ye

rit’ten de çok küçük bir yerden geliyorum. Her şey Ati-

Dev-Yol davası için gelenlerden birisi Yanopulos. Karşılaş-

na’daydı daha çok. Hem kriz hem de krize karşı faaliyet-

tık ve şöyle dedi: “Ne oldu Yunanistan’a ve ne olacak? Ne

ler. Yani örgütlenmeler büyük şehirde daha çok oluyordu.

olacağını bilmiyorum, bir şey değişmeyecek ve daha kötü şeylerle gelecekler.”

LK: Sanıyorum o zaman da hem Atina’daki, hem de

AL: Doğru söylüyor Altın Şafak görüldü.Ama bu nesilden

Selanik’teki

merkezi

şeyler

daha

sembolik-

ti. O zaman da küçük şeyler vardı küçük kasabalarda.

büyük şeyler bekleyeceğiz. Bu nesil politize oldu. Ondan sonra bir değişim geldi.

AL: Ben Girit’teydim o zaman. Yüz-iki yüz kişi ki küçük taşra bir yer için dev bir rakam. Aniden iki saat içerisinde

Mahalle politikası dediniz ya radikal solun mahalle politikası

topluyordu. Bir partiden değil bir sürü yerlerden farklı par-

yoktu isyandan sonra mahalle politikası oldu. Nasıl bir ma-

tilerden, facebooktan falan o inanılmaz bir şeydi.. Atina’da

halle politikası, ne yapmaya başladılar?

ne oluyorsa, aşağı yukarı aynısının küçük bir resmi.

LK: Mesela benim Atina’da gördüğüm şey belki diğer yer-

Başka bir konuşmacı: Taşra şehirlerinde bile küçük gruplar;

lerde de vardı bilmiyorum. Daha çok büyüdü daha kap-

sadece bir partiden gelenler değil de daha kapsayıcı bir

sayıcı oldu. Sadece radikal solla kendini tanıyan insanlar

şeydi. Yani biz bir partili olarak katılıyoruz değil de amaca

değil de biraz daha kalabalık oldu.

yönelik bir şeyi beraber yapıyoruz otoparka karşı diye.

Ne yapıyorlar peki?

LK: Bence o zaman bağımsız bir sol kimliği; hem anar-

LK: Benim oturduğum semtte çevreyle ilgili şeyler yapı-

şistlere hem de solculara açık bir ortam oluşturdu. O çok

yorlar. Mesela bir dağ var orman gibi yeşillik bir yer var.

önemli bir noktaydı. Peki, o ara dönem? İsyan bitti, bir kı-

Mesela oraya büyük bir yol yapmak istiyorlar. Oraya gidip

sım mahallelerde küçük hareketler var ama merkezi politi-

engellemeye çalışıyorlar. Bunlar ufak tefek şeyler belki de

ka, Altın Şafak dediğiniz genel tablo değişmedi. Yani hiçbir

ama daha önce hiçbir şey yoktu. Onların yapabildikleri ey-

şey değişmemiş gibi oldu. Daha da kötü gitti.En önemli

lem değil de faaliyetti. Bir sinema gösterimi falandı. İşte

öğe o ve onun bu merkez politikalarından çok daha büyük

bir kahvede oturup yirmi kişi falan izliyorlardı daha sonra

bir etkisi var.

biraz daha kalabalık oldu. Syriza’nın da dahil oldu. Syriza direnişe, isyana biraz daha Peki, o mahalle örgütlenmeleri arasında herhangi bir bağ

içeriden mi dahil oldu?

var mıydı? Birbirleriyle iletişim halinde miydi?

AL:Büyük bir eleştiri merkezden geldi. Özelikle o za-

LK: Yok, böyle bir şey yoktu. İlk olarak küçüktü Atina’da

man bütün merkez politika sistemi Syriza’ya kar-

özellikle. Çünkü sembolik olarak başladı; park politikası. Bu

şı

politika çevrecileri, anarşistleri, Syriza’ya yakın insanları bir

rist

araya getirdi. Bu kimliği taşıyan insanlar geldiler. Bu kimlik

mesele oldu. O zaman da Syriza için çok zor bir noktaydı.

çıktı.

“Siz

örgütüyle

anarşistlerle arkadaşsınız.”

silahlanıyorsunuz. diye

çok

Terö-

büyük

bir

gerçekten Atina’da ilk defa duyuldu -bu nesilde ilk defa duyuldu. 2008’ten sonra yavaş yavaş çıkmaya başladı. Me-

LK: Orada çok önemli bir şey vardı. O zaman Syriza %5’ti.

sela bir park otopark olacaktı. “Otoparka karşı park olsun.”

Ama garip bir şekilde direnişte, yolda, gösteride ne varsa,

gibi bir hareket başladı. İşgal ettiler, kendileri park yaptılar.

polise taş atılırsa falan iktidardaki bütün partiler -sosyal

33


2008’in ruhuyla bunu böyle görebiliriz. Sonra kriz geliyor. Biraz da onu konuşalım.Hemen oldu, ortada bir seçim olmadı ki biz şeyi görelim. 2008’deki direnişten dolayı Syriza’nın daha fazla bir şeyi oldu mu onu göremiyoruz. Çünkü direk kriz çıktı. EN: Köyden biraz konuşabilirim. Ocakta Yunanistan’a gittim. O zaman seçim komitesindeydim ve bütün köyü gördüm. Anneannemden başlayayım. Anneannem çok tipik biri yani gündemi takip ediyor, ilgileniyor, bilgili bir insan. Ama şu an bütün zamanını televizyonun önünde geçiriyor. Bu demektir ki öğrendiği şeyler büyük kanallardan öğrendiği şeyler. Aynı zamanda yani Syriza karşı, sola karşı bir propaganda idi. Yeni Demokrasi ve Pasok’u destekleyen kanallar. Sadece anneannem değil, Girit de. Özellikle Girit eskiden hepsi Pasok’a oy verdiler. Böyle bir gelenek vardı Girit’te. Pasok inanılmazdı. O da çok enteresan bir şey. Heraklion Girit’in en büyük şehri. Genel seçim değil, yerel seçimde Pasok’un adayı %90 falan almıştı. Sizin Melih gibi yıllardır iktidardı yerel seçimde. Artık değil. Bir de Girit’te genel olarak gördüğüm Girit’te Pasok’çular Syriza’ya oy veriyorlar artık. Tabii ki birden Yunanlılar demokratlar, sağcılar- her şeyden Syriza’yı sorumlu tutu-

solcu olmadılar. Ama benim köyden bir örnek vereceğim.

yordu. Küçük bir parti yani. Bir de gerçekten oradaki katı-

Köyümde Pasok ya da Yeni Demokrasi’ye oy veriyorlardı.

lımcılar genç insanlardı, çocuklardı yani. Eğer ki ortaokul,

Biraz da Komünist Partisi vardı genel olarak. Bu arada be-

lisedeki binlerce kişi Syriza’ya oy verseydi %5 değildi. Bunu

nim köyde Altın Şafak da çok oy alıyor. Yani şimdi artık

hiç anlamadım neden böyle bir söylem yarattılar.

Pasok’çular Syriza ile örgütlenmeye başladılar. Pasok Ofisi vardı şimdi Syriza Ofisi oldu. Babam da Syriza’ya yakın

LK : Yok anlaşılırdı. Çünkü tekti. Meclistekiler arasında siya-

bir insan. O da bir ara ofise gitmiş. Onlara; “Siz iktidara

sal parti olarak; bu duruma destek veren, katılımcı olan ya

gelecek diye kendilerinizi sokmaya çalışıyorsunuz. Çok şey

da onları anlamaya çalışan sadece Syriza’ydı. Bunun için

beklemeyin aynı şey olmayacak.” demiş. Onlar da; “Biz ar-

merkezde böyle bir düşünce vardı. Onlarda böyle bir çaba

tık bir şey beklemiyoruz. Sadece en azından artık cebimiz-

olmadı bu öfkeyi anlamak için. Sadece Alevanos çıktı, –O

den para çıkmasın diye umut ediyoruz.” Yani bilmiyorum

zaman Alevanos idi. Tsipras’tan bir önceki başkanımız- şey

genel olarak nasıl. Yani kayırmacı gibi Köy çok küçük bir

söyledi: “Ne yapabiliriz? Bu bir isyan ve biz onu anlamaya

örnek.. Tabii biraz erken daha nasıl olacak bilmiyoruz. Belki

çalışıyoruz. Onun dışında ya da karşısında kalmamız müm-

Syriza da sistemin bir partisine çevrilir.

kün değil.” Gerçekten güzel bir davranıştı bence o zaman. Tsipras’ın imajı etkili oluyor mu? Çok genç bir lider. Peki, Syriza’da direnişten sonra örgütsel, politik bir değiş-

EN: Bence bilmiyorum. Siz ne dersiniz. Bence aksine Tsip-

me var mı?

ras’a çok güvenmiyorlar.

AN : Önemli değişim sanıyorum yok. O zaman parti içinde o kadar büyük bir değişim Tsipras olabilir:-

LK:

yeni nesil. Çünkü yeni nesil politika özüne sahip çıktı.

de

Güvenmiyorlardı. %81.

Syriza’ya

değil

Ama

son

Tsipras’a

anketlergüveniyorlar.

AL: Az çok böyle oluyor ama. Ama %81 hiçbir zaman olma-

34

Syriza’da yeni bir nesil mi hakim olmaya başladı?

dı.Şimdi sosyal bilimci şapkasını takarsam. En büyük soru

LK : Evet. Çünkü Tsipras o zaman başka bir partinin baş-

ve çok güzel bir gazeteci grubu var: İos. Onlar biraz bakı-

kanıydı. Görece daha genç biri. Daha genç ve sanıyorum

yorlar Gerçekten bir ay önceye kadar Syriza’ya öfkeli bir


şekilde karşı çıkanlar şimdi onu destekliyorlar. Çok ilginç.

Meşruluk, meşruiyet bunun üzerinden mi kuruldu? Müza-

Nedeni; Avrupa’da ilk olarak oraya “Biz buradayız ve bir

kere yapabilen bir hükümet meşruiyet kaynağı bu mu oldu

müzakereye giriyoruz.” gibi bir davranış gösterdiler. Kendi

Yunanistan’da esasen?

pozisyonunu savunarak, kendilerini bir politika gücü olarak

EN: Evet. Bu yüzden de mültecilerle ilgili Syriza’nın vaat et-

gösterdiler.

tikleri ve yapacaklarıyla ilgili ona destek verenler arasında bir çatışma alanı olabilir. Çünkü %35 Yunan toplumundan

LK: Tamam bu bir tanesi. Ama iki tane şey daha var. İkti-

bahsediyoruz. Yabancı seven bir toplumdan bahsetmiyo

dar medyaları var. Onlar seçimden önce çamur atıyorlardı.

ruz.

Seçimden sonra ya da seçimin Tsipras ve Syriza tarafından kazanılacağı ortaya çıktığından beri Syriza’nın medyaları

LK: Bakalım. Çünkü başka çok büyük, önemli bir değişim

çıktı. Bu birinci neden. İkincisi; sizin dediğiniz neden; mil-

var. Şimdiye kadar Altın Şafak’ın büyütmesi bunun bir se-

liyetçilik.

bebiydi. Yunan toplumu politikacılara karşıydı.Politikacılar her şey için suçlanan kategorideydi krizden sonra. Öfke.

AN:Bir şey var ama bence. Birinciye biraz bağlı ama bu et-

Bütün politikacıların halka ya da özellikle yüksek orta sınıfa

kinin mantığını biraz anlayabiliriz. Özellikle antikomünist-

karşı bir sorumluluğu vardı. Sadece hükümetteki politika-

lere karşı bir söylem kullanıldığı için kimler çok etkilendi?

cılara karşı değildi öfke bütün politikacılara karşı. Bunun

Sağcılar, muhafazakârlar yaşlılar çok etkilendi. Sağ parti-

için Altın Şafak’ın o kadar büyümesi normal. Çünkü onlar

nin yandaşları. Bunun için onlar ne bekliyorlardı?

nasıl çıktı sahneye; “Biz politikacı değiliz.” Bizim zaten onu kabul etmemiz gerekiyor. Ama onu kullanarak çıktılar. Sy-

Gerçekten çok korkuyorlardı. İnsanlar o kadar büyük korku

riza hükümete geldikten sonra o da çok değişti. Bir şeyler

propagandasının altında yaşadıkları için birden bire normal

değişiyor insanlar bakıyorlar. Bildiğimiz politikacı gibi dav-

bir hükümet olarak gördüklerinde bu tam tersi bir etki oldu.

ranmıyorlar. Birkaç önemli sembolik şey yapmaya başla-

Hem normal bir hükümet hem de müzakereye gidiyorlar.

dılar. Bir şeyleri satmaya başladılar; o çok lüks arabaları

Bundan dolayı o kadar büyük bir değişim oldu. Başpisko-

-hükümet tarafından kullanılan arabaları-. Bunun bir etkisi

poslar, papazlar, dinsizler yanımızda. Şimdi destekliyorlar.

var ve bu etki çok güçlü bence.

35


‘BEKLENENİ’ YAPMAYAN KADIN ve ERKEK ADALETİ Redaksiyon Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi

Nevin Yıldırım, müebbet hapse mahkum edildi. Isparta’nın Yalvaç ilçesinde kendisine silah zoruyla tecavüz eden adamı öldürdüğü için… Sondan başa doğru gidecek olursak… Kocaeli ve İstanbul’da Nevin’e destek eylemleri yapıldı. Kadınlar “Erkek adalet değil, gerçek adalet için” diyerek sokağa çıktılar. Nevin ‘in davasını başından itibaren izleyen İstanbul Feminist Kolektif bir açıklama yaparak Nevin’lerin değil tecavüzcülerin yargılanması gerektiğini, kadın katili erkeklerin “cinsel ilişki sırasında isteksiz davranmak, erkeğin istediğinden daha çok sevişmek istemek, cilveli saat sormak, beyaz tayt giymek, sık banyo yapmak, yataktan itmek, izinsiz alışverişe gitmek, televizyon programına katılmak, erkek arkadaş edinmek, yabancı uyruklu kadın olup Türkiye’de yaşamak, barışma isteğini kabul etmemek, barda eğlenmek, sürekli makarna pişirmek, tuzluğu uzatmamak, evden izinsiz çıkmak, tecavüze uğramak, ‘bana karışamazsın’ demek, işten eve geç gelmek, boşanmak istemek…” gibi “savunmaları”nı yeterli görüp haksız tahrik indirimi uygulayan erkek yargı, neden bir kadının tecavüze uğramasını, şiddet ve tehdit altında rızası olmayan bir “ilişkiye” zorlanmasını, haksız tahrik indirimi için neden yeterli bir koşul saymaz diye sordu. Kocaeli Kadın Platformu ise bir basın açıklaması yaparak “Kadınlara değil tecavüzcülere müebbet istiyoruz. Bizler bu kentte ve her yerde kadına yönelik tacize, tecavüze, şiddete karşı sokaklarda olmaya devam edeceğiz” dedi ve “AKP’den hesabı kadınların soracak, Erkek adalet değil, gerçek adalet” sloganları ile basın açıklamasını sonlandırdı. Nar Kadın Dayanışma Ağı da yaptığı açıklamada “ Nevin Yıldırım, müebbet hapse mahkum oldu. Davayı izleyen, Nevin’e destek veren kadınlara polis saldırdı, darp etti, adliyeden çıkarttı. Başsavcı “burası benim adliyem” diyerek bu emri verdiğini söyledi. Evet, başsavcı doğru söylemişti, orası onun adliyesiydi. Erkeklerin adaleti, erkeklerin adliyesinde hükümler veriyordu. Kendisine defalarca, silah zoruyla tecavüz eden adamı öldürdüğü için Nevin’e müebbet hapis cezası veriyordu. Karısını öldürüp, mahkemeye takım elbiseler ve pişmanlık sözcükleriyle gelen adama iyi hal indirimi veriyordu.” diyerek adaletin erkeklerin adaleti olduğunu belirtirken “Hükümet kadınla erkeği eşit görmeyen, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemleri ve politikalarıyla tecavüze ortak oldu. Erkek şiddetine direnen kadınların hukuki ve toplumsal mekanizmaları yok edildi aksine hukuken ve toplumsal olarak tecavüzcü değil kadın yargılanıyor, tecavüzü engelleyecek ve tecavüzcüyü yargılayacak mekanizmalar işletilmiyor.

36


Yaratılan siyasi ve toplumsal ortamda erkek kadınla eşit

olan, silah zoruyla, tehditle tecavüz eden bu erkeği öldür-

değil, erkek şiddeti meşru, tecavüz meşru ve şiddette di-

mekten başka çarem kalmamıştı.” Nevin bunları yaşarken

renmenin yolları tıkalı. Şimdi kimin hapishanede olması

bunu bilip susani göz yuman ve ötesinde Nevin’i suçlayan,

gerekiyor?” diye sordu.

onu adeta “öldüren” toplum…

Peki ondan önce ne oldu?

Nevin, başka çarem kalmamıştı, derken haksız mı? Yargı da toplum da tecavüzcüyü değil kadını yargılarken; ka-

Nevin Yıldırım’ın davası geçen hafta görülürken davayı iz-

dınların şiddete direnirken başvuracakları mekanizmalar

leyen, Nevin Yıldırım’a destek olan kadınlara polis saldırdı,

devlet tarafından sağlanmamış ve yok edilmişken… Nevin

darp etti ve adliyeden çıkarttı. Yalvaç başsavcısı Mustafa

yaşadıklarını gizleseydi de onu öldüreceklerdi, kocası ya

Manga ise “burası benim adliyem” diyerek bu emri kendi-

da kendisine tecavüz eden adam… O zaman muhtemelen

sinin verdiğini söyledi. Başsavcı polislere “dağıtın” talimatı

yargı bazı hafifletici sebepler bulacaktı. Ya da ifadesinde

verdi, polis şiddeti 4 kadını yaraladı. Erkek adalet mahke-

defalarca intihar etmeyi denediği söyleyen Nevin sonun-

me salonunda Nevin’i müebbete mahkum ederken adliye

da çareyi yine kendi ölümünde bulacaktı. Ama Nevin ses-

bahçesinde kadınlara şiddet uyguluyordu.

sizce öldürülmeyi beklemedi, öyle olsa köylüler de yargı da, beklenenin olduğunu bilecek, “tahrik indirimleri” bol

Bazı gazeteleri ise bu haberi “kesik baş cinayeti” olarak

keseden dağıtılacaktı, ama bir kadın buna dur dedi, erkek

verdi. Medya cinsiyetçi dili ile zaten Nevin’i mahkum et-

şiddetine direndi.

mişti. Bu onlara göre “kesik baş cinayet”i idi. Nevin’e uygulanan şiddet, silahla tehdit edilerek tecavüze uğraması,

Tecavüze susarak, izleyerek, Nevin’i suçlayarak ortak olan

tecavüzcüyü değil kadını yargılayan toplum, bunların hiç-

sadece köy halkı değildi elbette. Hükümet kadınla erkeği

biri haber değeri taşımıyordu.

eşit görmeyen, erkek şiddetinin münferit olduğunu ifade eden, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemleri ve

Evet, Nevin müebbet hapse mahkum oldu. “Bu adliye be-

politikalarıyla tecavüze ortak oldu. Eski Sağlık Bakanı Re-

nim” diyerek kadınları adliyeden attıran erkek adalet, Ne-

cep Akdağ “tecavüze uğrayan çocuğu doğursun gerekirse

vin’e en ağır cezayı verdi. Aynı erkek adaletin başka karar-

devlet bakar” diyerek tecavüze ortak oldu. Yaratılan siyasi

ları da var: “Karısını öldürüp, mahkemeye takım elbiseler

ve toplumsal ortamda erkek kadınla eşit değil, erkek şid-

ve pişmanlık sözcükleriyle gelen adama iyi hal indirimi, 15

deti meşru, tecavüz meşru ve şiddette direnmenin yolları

yaşındaki çocuğa tecavüz eden adamlara “ilişkide rıza var”

tıkalı.

diyerek tahliye, “çantasında doğum kontrol hapı gördüm” diyerek karısını öldüren adama “haksız tahrik indirimi”…

Sona dönelim tekrardan, şimdi Nevin hapishanede, erkek

Adalet(!) tecavüzcüyü değil kadını yargılıyor; adalet(!) er-

şiddetine karşı kendini korudu, tecavüze ortak olan köy

keği değil kadını yargılıyor, Nevin için de bu böyle oldu.

halkının, toplumun, hükümetin kendisinden beklediği “boyun eğerek ölümünü bekleme”yi reddetti ve mahkeme Ne-

Nevin kendisine silah zoruyla defalarca tecavüz eden ada-

vin’e müebbet hapis cezası verdi.

mı öldürdü. Başını kesti ve köy meydanına attı, işte namusum dedi.

“Erkek adalet değil, gerçek adalet” isyanı işte tüm bu yaşananlara karşı isyan: Erkek şiddetine karşı kendini savun-

Nevin kendisine tecavüz eden adamdan hamile kaldı. Kür-

mak meşru müdafaadır diyor. Kadınların öldürülmesine,

taj yaptırmasına izin verilmeyerek istemediği halde teca-

öldürülmeyenlerin ise erkek adalet tarafından en ağır şe-

vüz sonucu gerçekleşen bir gebelik yaşadı ve doğurmak

kilde cezalandırılarak hayatlarının çalınmasına karşı isyan,

zorunda bırakıldı.

yaşamak için isyan!

Peki Nevin bunları yaşarken bütün bir köy ne yaptı? Nevin’in ifadeleri şöyle: “Nurettin beni devamlı rahatsız etti, tecavüze uğradım, köylüler onu engellemeyerek bana yapılan şiddete göz yumdular. Dedikodu yaparak beni ölmeden mezara gömmüşlerdi, yaşamak için bana musallat

37


KIZ ÇOCUKLARINA ‘HAYDI EVE’ DENILIYOR Zeynep Dede

Avrupa Kpmisyonu’nun Kasım 2014 “Avrupa’da Eğitimi Erken Terk Durumu Raporu”na göre Türkiye’de kız çocuklarının yüzde 40’ının eğitimlerini yarına bırakıyor. Geçen hafta Türkiye’de eğitimde dinselleşmenin ortaya çıkardıklarını 3 lisede öğretmenlerin kız öğrencilere yaptığı konuşmalarla birlikte tartışmıştık. Elbette bunlar münferit olaylar değil eğitim politikalarının ortaya çıkarttığı durumlardı. Kız çocuklarının %40’ının eğitimlerini yarıda bıraktığının açıklanması ise eğitim politikalarının eğitimde cinsiyet eşitsizliğini git gide derinleştirdiği ortaya koyuyor. Eğitimsen 2 Nol’lu Şube Kadın Komisyonu’ndan Zeynep Dede bize 4+4+4’ten 19. Eğitim Şura’sına ve ders kitaplarındaki ifadelere ortaya çıkan raporu, Türkiye’de eğitimde cinsiyet eşitsizliğini değerlendirdi: Eğitimde cinsiyet eşitsizliği uçurumu yıldan yıla artış gösteriyor. Avrupa Komisyonu’nun “Avrupa’da Eğitimi Erken Terk Durumu Raporu”nun ortaya koyduğu üzere Türkiye’de kız çocuklarının yüzde 40’ının ortaöğretime başlamadan eğitimlerini yarıda bırakmasına ilişkin sonuç eğitim sistemine yönelik cinsiyetçi politikalara ve uygulamalara bakıldığında hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. 4+4+4 eğitim modeline geçildikten sonra kız çocuklarının okullaşma oranı her düzeyde olduğu gibi özellikle ortaöğretimde her geçen yıl düşmeye devam etmektedir. İktidar eğitim alanındaki dönüşüm politikalarını diğer sosyal alanlardaki politika ve yasal düzenlemeleriyle aynı zamanda toplumsal algıyı değiştirmeye yönelik muhafazakar söylemlerle de besleyerek cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştiren uygulamalarını gün be gün devreye sokmaktadır. Kız çocuklarının okul terklerinde büyük önem taşıyan bu politika ve uygulamaları kısaca hatırlamakta fayda var:

38


1

KIZ ÇOCUKLAR DAHA AZ OKULA GİDİYOR Aslında bu uygulamayla kız çocuklarına “haydi kızlar eve!” denilmiştir. Bu modelle hükümet çocuklara ya eve kapanmayı ya da işçileşmeyi dayatmaktadır. AKP hükümetinin 2012 yılında uygulamaya koyduğu 4+4+4 modeli sonucunda özellikle kız çocukları eğitimin tamamen dışına itilmiştir Bu uygulamanın cinsiyet eşitsizliğini nasıl derinleştirdiğini görmek için son iki yıllık MEB verilerine bakmak yeterlidir. 2013’te okul öncesi eğitimde kız çocuklarının okullaşma oranları %26 düşmüştür. İlkokula devam eden kız çocuklarının %6`sı ise açık ortaokullar dahil olmak üzere hiçbir

OECD ülkesinden biridir. Liselerde kız çocuklarının okullaşması değerlendirildiğinde ise OECD ülkeleri sıralamasında sonunculuğu korumaktadır. Türkiye`de her 100 erkek lise öğrencisine karşılık sadece 85 kız öğrenci bulunmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi lise düzeyinde okullaşma, devam ve tamamlama oranları bir ülkedeki kız çocuklarının eğitime katılımlarını gösteren önemli bir veridir. Kısacası kademeli eğitim her yıl onlarca kız çocuğunun eğitimlerini

2

yarım bırakmasına neden olmaktadır.

ÇOCUK EVLİLİKLER TEŞVİK EDİLİYOR

eğitim kurumuna devam etmemektedir. Okullaşma oranlarındaki en büyük düşüş liselerdedir. 2011/2012 eğitim öğretim yılında 8. sınıftan mezun olan 599.125 kız öğrenciden

Eğitim sisteminden kopan, okulu terk eden çocukların bü-

2012/2013 eğitim öğretim döneminde 66.067`si hiçbir

yük bölümü çalışmaktadır. Bugün sayıları TÜİK verilerine

eğitim öğretim kurumuna kayıt yaptırmamıştır. Bu dönem-

900 bini bulan bu çocukların önemli bir bölümünü kız ço-

de açık liselere kayıt yaptıran kız öğrenci sayısı 115.784`dir.

cukları oluşturmaktadır. Kız çocukları ücretsiz tarım işçili-

Yani; ortaöğretim çağındaki 181.851 kız çocuğu sosyal ge-

ğinden, mevsimlik işçiliğe, ev içi çalıştırılmaya kadar pek

lişimleri için son derece önemli olan okullara kayıt yaptır-

çok alanda emek sömürüsüne maruz kalmaktadır.

mamıştır. 2. Lise yönetmeliği çocuk evliliklerini teşvik edecek şekilde 2014 yılı MEB verilerine göre, kız çocuklarının en az okul-

değiştirilmiştir.

laştığı, devamsızlık ve okul terklerinin en fazla olduğu bölgeler aynı zamanda ekonomik olarak en alt seviyede bulu-

2013 yılı eylül ayı başında değiştirilen “Ortaöğretim Ku-

nan yerlerdir. Daha da önemlisi bu bölgelerde Kürt nüfusu

rumları Yönetmeliği “ ile liselerde okuyan çocukların ev-

yoğun olarak ikamet etmektedir. Kürt nüfusunun yoğun

lenmeleri halinde Açık Liseye kayıt yaptırmak suretiyle

olarak yaşadığı bölgelerde; erkek çocuklar kız çocuklara

öğrenimlerine devam etmelerinin önü açılarak erken yaşta

göre daha fazla okula gitmektedir. Bölgeler arasında var

evlilikler AKP hükümetince resmen teşvik edilir hale gel-

olan eşitsizlik tüm Türkiye`de kademeler arası geçişte

miştir. Çocuk evlilikleri denilen şey aslında kız çocuklarının

yaşanan eşitsizlikle birlikte değerlendirilmelidir. Türkiye

erken yaşta evlendirilmesidir. Aile ve Sosyal Politikalar Ba-

ortaöğretim çağında okullaşma oranının en az olduğu üç

kanlığı`nın verilerine göre ülkemizde son üç yılda çocuk

39


gelin sayısı 130 bine ulaşmıştır. AKP hükümetinin çocukları

Kız ve erkek çocuklarının birlikte sosyalleşebilecekleri tüm

ve kız çocuklarının korunmasına ilişkin üzerine düşen so-

alanların yok edilmesi yönünde atılan adımlar hızlanmış,

rumluluğu yerine getirmediği açıktır. Tam tersine muhafa-

müdür yardımcılarından Cumhurbaşakanına kadar tüm

zakâr politikalarla kız çocuklarını eve kapatma, onu anne

yetkililer eğitimde cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren açık-

ve eş rollüyle sınırlama gibi bir yaklaşım içerisindedir

lamalar yapmıştır. Tüm politikalar kadınların bedenlerini

Erken evliliğin yasal düzenlemelerle teşvik edilmesinin ya-

hedef alarak hayata geçirilmiş, eşitsizlik arttırılmıştır.

nında 2014`te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadın öğrencilere ‘Evlilik olayını geri atmayın. Nasibinizi bulunca kararınızı

Karma eğitim, tekleştirmenin bir aracı ve muhafazakâr-

veriniz. Çok seçici de olmayın. O zaman gülistandan boş

lığın yansıması olarak pek çok saldırıya uğramıştır. Farklı

çıkarsınız` çağrısıyla, MEB’in öğrencilere dağıttığı sözlük-

zamanlar ve farklı konumlardaki kişiler tarafından günde-

te geçen cinsiyetçi ifadelerle nasıl yaygınlaştırıldığı görül-

me getirilen karma eğitim tartışmaları 2013`te ve 2014’te

mektedir.

sıkça gündeme getirilmiştir. Kız çocuklarının okul terk etmesinde en önemli etkenlerden birisi de karma eğitime

Sözlükteki cinsiyetçi yaklaşımlara bir kaç örnek şöyle:

yönelik yapılan bu tür saldırılar, muhafazakar politikalarla

“On beşindeki kız ya erde gerek ya yerde: Kız on beş ya-

toplumun gericileştirilmesi ve kızların okuldan koparılması,

şına ulaştı mı evlendirilmelidir. Evlenmezse aileyi güç du-

eve kapatılması olmuştur.

rumda bırakabilir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir” “Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını: Davranışlarını içinde bulunduğun koşullara uydur. Kocan nasıl istiyorsa öyle giyin, kuşan. Gelirin nasıl yaşamanı gerektiriyorsa harcaman da o sınırı aşmasın.” “Erkeğin şeytanı kadın: Erkekleri kadınlar yoldan çıkarır-

3 lar.”

KARMA EĞİTİMİ KALDIRMA ADIMLARI Özellikle 2013’ten bu yana gündemde tutulan, geçen sene fiili olarak birçok okulda uygulamaya konulmak istenen tek cinsiyetli eğitim, bu yıl AKP ve onun yandaş sendikası tarafından 2014`te başta 19. Milli Eğitim Şurası olmak üzere her alanda karma eğitimi tartışmaya açmıştır.

40


POLİTİK BİR EYLEM OLARAK DAYANIŞMA ÜZERİNE G.M Tamas Çeviri Özgün Dede

Dayanışma fikrinin kökeni işçi hareketlerinin tarihinden gelir ancak dayanışma genellikle insan çabası hikâyelerinin dışında bırakıldığından nadiren anlaşılır. Çok sayıda muhafazakâr yazar dayanışma fikri üzerine epey çok yazı yazmıştır. Özgürlük ve eşitlik fikirlerinin aksine, ‘kardeşlik’ gibi çok hassas ve müphem kabul edilir, ulusal tatillerle vakur törenler üzerine yazılan önde gelen makalelerin konusu olmuştur. Sanki bir kavram değilmiş gibi. Ama öyle. Jeremy Waldron bilindik bir çalışmasında, evrensel insanlık onuru fikrinin, tarihsel olarak çok da evrensel olmayan, feodal, ‘zümre’ fikrinden, statüye bağlı olarak elde edilen onurdan ortaya çıktığını göstermiştir. Dayanışma fikrinin kökeni işçi hareketlerinin tarihinden gelir ancak dayanışma genellikle insan çabası hikâyelerinin dışında bırakıldığından nadiren anlaşılır. ‘Dayanışma’, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl işçi hareketleri için ne anlama gelmekteydi? Dışarıdan baktığımızda, işçi hareketleri, refahını arttırmaya çalışan, sömürülen, ezilen, siyasi olarak temsil edilmeyen bir sınıftan oluşan, bu sınıf için çalışan bir dizi örgüttü. Özellikle de yasal olarak siyasetin yasaklandığı bir alana siyaseti sokma girişimiydi. Modern, yani burjuva toplumu bir dizi ayrımlar üzerine kurulmuştur. En önemli ayrımlardan biri, kamusal ve özel alanın ayırt edilmesidir. Toplumsal denge bu ayrıma bağlıdır. Kamusal alan, devlet işleriyle tanımlanır, modern toplumlarda yasal baskının kabul edildiği, otoriteye itaat ve riayet etmenin zorunlu olduğu tek alandır. Özel alan, yani ‘sivil toplum’ ise sözleşmeye bağlanmıştır, yani hür ve iradi eylemler kuralları belirler (vatandaşların, diğer vatandaşları itaat etmeye zorlama hakkı yoktur.) Resmi doktrine göre, iş sözleşmeleri için de, genellikle de yasal ve hukuki olarak sözleşmenin tarafları olan işveren ve işçi arasında gerçekleşen, sözleşme, teamül, teknoloji ve benzerlerinin öngördüğü, iradi olarak üstlenilen görevlerin yapılması karşılığında paranın işverenden işçiye doğru genellikle el değiştirdiği özel bir iş olarak görülen emek için de durum böyledir. Kanunlar ise yalnızca vaat edilen çalışmaların yapıldığını, üzerinde anlaşılan ücretin de dürüstçe ödendiğini temin etmek için vardır. Ancak iş sözleşmesinin asıl ve maddi içeriği, hiçbir “üçüncü taraf’ın karışmasına izin verilmeyen özel bir mesele olarak kalır. Aksi durumda, medeni toplumun, yani ticari toplumun en temel önkoşulların-

41


kazanma isteği dışında, greve giden işçiler neden var olan özgürlükler sisteminin iç barışı için elzem olan temel, belki de anayasal düzenlemenin koşullarını değiştirme hakkını kendilerinde gördü? Çünkü, seküler burjuva toplumlarında, özel hayatı, özel işleri ve bunların çerçevesi sivil toplumu siyasi otoriteye yani devlete karşı dokunulmaz

kıldığından,

ayrımlar sisteminin bireysel otonominin sürdürülmesi için gerekli olduğu inkar edilemez. İşçi örgütleri neden zor kullanmanın, bazen de işverenleri (daha genel bir ifadeyle iktidardaki sınıfı) başka temel bir hak olan mülkiyet hakkı ile koruma altına alınmış ayrıcalık ve çıkarlarının bir kısmından vazgeçirmek için fiziksel şiddete başvurmanın ahlaki olarak kabul edilebilir olduğuna inanmaktaydı? dan biri olan sözleşmenin bağımsızlığı zarar görecektir. Bir zamanlar grevlerin tam da sözleşmeyi bozdukları için yasadışı sayıldığını hatırlamakta fayda vardır. Dahası, işçiler makineleri ya da öbür teknolojik aletlerin faaliyetlerini durdurarak sözleşme taraflarından işvereni mali zarar tehdidiyle daha önce üzerinde anlaşmaya varılan sözleşmenin koşullarını değiştirmeye zorlamak için şiddete başvururlar. Bu elbette ki, insanların hukuka tabi olarak uyması gereken sözlerin sadakatsize, vefasızca bozulmasıdır. Ekonomik ve sosyal durumlarını iyileştirme, yani ücretlerini arttırma, çalışma saatlerini azaltma, iş koşullarını iyileştirme, işsizlik tazminatı, emekli maaşı, ücretli izinler, sosyal konutlandırma, ücretsiz sağlık hizmetleri gibi bazı sosyal hakları

42

(Sosyalizm bu yüzden özgürlük düşmanı ya da siyaseti, yani devleti mutlak kılma, sivil toplumu ve bireyin otonomisini yok etmeye kararlı bir hale getirme eğilimi olarak görülmekteydi ve bazen hâlâ görülmekte. Açık ve kabaca ifade edecek olursak, kendilerini bazı bakımlardan aleyhtarlarından ahlaki olarak üstün görmekteydiler. Bu da baskıcı, bazen şiddet içeren ama her halükarda anayasal düzeni, hatta bu düzenin temellerinden biri olan kamu ile özel, başka bir deyişle siyaset ve ekonomi (ve de ‘toplumsal’ olan) arasındaki teamülden ayrımı sorgulayan yasadışı taktikleri meşrulaştırmaktaydı. Ahlaki Üstünlük


Marksizme elbette yabancı olan, ancak Proudhon, Lassal-

olmadığına inanmıyorlardı. (Bu anti-kapitalizmin her versi-

le ve Bakunin’in takipçilerini etkilemiş, birçok açıdan on

yonun sezgisel temelini oluşturmaktadır, bugün bile.) Yani,

dokuzuncu yüzyılın pratik hareketlerinde Marx’tan daha

daha yüksek ücretler, daha kısa çalışma saatleri ve haftala-

etkili olmuş, 1914’ten sonra savaş karşıtı hareketler sırasın-

rı için verilen kavganın, önceleri üst sınıfları koruyan, dev-

da, Ekim 1917’de Rus devriminde, sömürgecilik karşıtı ya

rimlere set çeken siyaset onuru vardı.

da “ulusal bağımsızlık’ hareketlerinde yeniden canlanmış ve Marksizmin Bolşevik versiyonuna yaklaşık bir yüzyıl bo-

İkincisi, doğal haklar doğrultusunda, zenginliği kamusal

yunca renk vermiş ahlaki üstünlük fikrini inceleyelim.

yararın arttırılması için bir zorunluluk kaynağı olarak gördükleri ve bu yüzden de bunu daha iyi bir toplum arayışı

Görünüşte sıkıcı ve sıradan hedefler için verilen kavga, ah-

gibi daha üstün bir iddiaya tabi kıldıkları için, özel mülki-

laki üstünlüğü olumlayan günahkâr diyebileceğimiz gurur

yetin mutlakıyet ya da seçkinliğini tanımadılar. (Ekolojik

için oldukça zayıf bir sebep gibi görünebilir.

hareketlerin iddiası da bu yöndedir.)

Böyle bir duygu nasıl sürdürülebilirdi? Burjuva toplumu, eski zaman proleter devrimleri tarafından bir bencillik rejimi olarak görülüyordu. Nihayetinde, liberal kapitalizm, özellikle de ilk zamanlarında, öz-temsil rejimi olarak kurulmuştu. İradeler, çıkarlar çarpışması olarak inşa edilmiş, çıkar çatışmalarının barışçıl bir şekilde yürütülmesini teminat altına alan, herkesin haklarına saygı gösterilen ancak başka durumlarda (barışçıl) savaş alanın herkese açık olduğu seçimler ve mahkemelerle karar alan kapsayıcı bir anayasal düzen ile düzenlenmiş, kıvamlandırılmış ve yumuşatılmıştır. Varlıklıların, iyi eğitimlilerin ve nüfuzu geniş olanların geleneksel avantajlarından çok ayrı olarak, kişisel çıkarla yönetildiği ve baskıyla karar verildiği için, ki her ikisi de Hristiyan ahlakına aykırıdır, proleterler, hile veya dolandırıcılık olmasa dâhi, bu durumumun oldukça alçakça olduğuna

Üçüncüsü, genç Marx’ın fikirleri doğrultusunda, işçi sınıfı-

inanıyordu. Peki, fark neredeydi? İşçiler de, tıpkı burjuva

nın bütün sınıfların çözülüşünün habercisi olduğuna, bu-

gibi, kendi çıkarları için savaşmıyor muydu?

nun, bazılarının kişisel çıkarının bütün parçalı çıkarların sonu olduğuna, böylelikle de insan ırkının kurtuluşu an-

Ancak, sosyalist, komünist ya da bir anarşist olarak anıl-

lamına gelen insan halinin bir veçhesi olarak tanımlanan

makla eşdeğer bir kimlik olan proleterler, sınıf mücade-

sınıfsız toplumun özü olduğuna inanıyorlardı. Mülkiyet ve

lesini bir tarafın kazandığı, bir tarafın kaybettiği bir oyun

iktidara karşı çıkarak, bunların kendi ellerinde toplanma-

olarak ya da yalnızca benzer ekonomik ve sosyal durumlar

sını değil, aksine sonsuza dek her açıdan yok olmalarını

etrafında birleşmiş bir grup insanın mütevazı maddi gelişi-

istiyorlardı. Böyle bir şeyin sivil topluma yapılan siyasi bir

mi için bir istek olarak görmüyordu. Yalnızca kendilerini ve

müdahaleye indirgenmemesi gerekiyordu, aksine, bu du-

kendi çıkarlarını temsil ettiklerine inanmıyorlardı. Onların

rum sınıf/devlet baskısına ve yasalarına son vererek sivil

özgün isteklerini öbürkülerinkilerden ayıran ilke dayanış-

toplum/devlet ikiliğinin yok olması anlamına geliyordu.

maydı. Bu yüzden, bu öz-temsil değil (fikirlerden her zaman sakıDayanışma

nan mevcut tarih yazımından aşina olunan bir şekilde eski

Birçok farklı yanı vardı. İlk olarak, iş sözleşmesinin baskısız

sosyal demokrasinin yanlış bir yorumlaması olurdu), insan-

ve gönüllü olduğunu kabul etmediler, çünkü sözleşmenin

lık adına verilen bir savaştı.

alternatifi imzayı atmadığın sürece açlığa mahkûm olmaktı. Bu yüzden, emeğin özel alanda olduğuna ve de politik

Bu savaş, zayıfın güçlüye karşı savaşı olarak, her zaman

43


özverili, cömert ve cesur olarak anlaşıldığı için, onunla birlikte gelen erdemler de benzer şekilde cömert ve ce-

Burjuva toplumunun temel araçlarından biri, o zaman ol-

surdu: esasında fedakârlık erdemleriydi bunlar. Grevler ve

duğu gibi bugün de, işçi hareketlerinin temel ahlaki rakibi

isyanlar sırasında ve sonrasında, işçiler işten çıkarılıp hap-

olan ulusun sınıflar arası dayanışmasıdır. Ulusal çıkarların

sedilmişti. Bu bir onur nişanı, en üst düzey ahlaki gururun

(burjuva bakış açısı), ‘bencil’ ve maddi sınıf çıkarlarının

işaretiydi, her zaman iktidar uşaklarının yani jandarma-

(proleter duruşun burjuva yorumu) yerine geçtiği, özellikle

lar, gardiyanlar, askerler, ajanlar, grev kırıcılar, muhbirler,

de bu durumun savaş sırasında talep edilen ve beklenen

savcılar, hâkimler, rahipler, burjuva siyasetçileri, krallar ve

bir şey olduğu varsayılır. Proletarya, genelde unutulan üç

gazetecilerin ellerinde soylu bir amaç uğruna acı çekmek

doğal hak tipi ilke yoluyla bu iddianın meşruiyetinden şüp-

olarak anlamlandırılmıştır. Soylu bir amaç uğruna gönüllü

he etme küstahlığını göstermiştir (ya da göstermiş olma-

olarak acı çekmenin kökeni doğal olarak Hristiyanlık’a da-

lıydı):

yanır; şehitlik fikrinin seküler versiyonudur. Yine Hıristiyan ahlak teolojine benzer olarak, soylu amacın adaletinin bir

uluslararası eşitlik,

kanıtıydı bu.

halklar arası dostluk,

dünya barışı.

En önemli kanıt ise diğer işçilerle dayanışmaydı, özellikle de enternasyonal bir biçim alan dayanışma.

44

Bu açıdan, işçi hareketi hem Genelkurmay hem de evvela


sal ve bölgesel anayasalardaki değişikliklerden bahseder. Evrensel ve eşit onurun kabul edilmesinin önceleri bilinmeyen bir rolü olduğu görülmektedir. Bunu tam olarak bu şekilde dile getirmemiştir, ancak şurası apaçık ortadadır ki, bu gelişme, Nazilere karşı kazanılan zaferin ertesinde kısa bir süreliğine kabul gören uluslararası meşruiyet sırasında sosyalizmin etkisiyle gerçekleşmiştir. En azından Avrupa’da barışı sağlayacağı hayal edilen kurumlardan biri Avrupa Birliği ya da kısaca ‘Avrupa’ idi. Bu barış elbette ‘ulusların eşitliği’ ve ‘halkların dostluğu’ ilkelerinden bağımsız olarak düşünülemez. Yunanistan’daki SYRIZA hükümetinin sebep olmadığı, ancak görünür kıldığı son Avrupa krizinin, kuram ve pratik, ilkeler ve çıkarlar arasındaki farklılığın banal bir örneğinden ziyade daha derin ve endişe verici bir arızayı ortaya koyduğunu fark etmek için dahi olmaya gerek yok: bir zamanlar dayanışma fikrinin olağanüstü tarihsel bir anda enjekte edildiği uluslararası düzeyde, eşitlikçi ilkelerden vazgeçildiği görünüyor. Şimdi ise, dayanışmanın geri çekilmesi uluslararası ya da bu durumda Avrupa barışışının sonunun habercisidir. Yugoslavya ve şimdi de eski Sovyetler Birliği’nde (Ukrayna/Rusya) zaten bozulmuş olan bu barış, artık Avrupa Birliği’nin dar sınırları içinde de kavramsal ve ahlaki sonuna doğru yaklaşıyor. Sosyalizmin ve onunla birlikte yalnızca 1 Mayıs konuşmalarının boş duygusal bir ifadesi olmaktan çok bir ilke olarak kabul gören dayanışmanın siyaset sahnesinden çekilmesi Carl Schmitt olmaz üzere çoğu siyaset kuramcısı tarafından bir ‘idealist’ olarak hor görülen, şimdilerin kötü adamlarının hayran olduğu Immanuel Kant’ın asıl mirasçılarıdır. Kant’ın ‘kamusallık’ı kalıcı barışa vesile olacak bir uluslararası hukukun tek güvencesi olarak varsayması, sosyalistlerin emek ve mülkiyet ile ilgili olarak ‘kamusallık’ talebi ile paralellik göstermektedir. ‘Misafirperverlik’ (Kant hayırseverlik değil, hak der) yoluyla kalıcı dünya barışı, demokratik siyasetin daha önce def edildiği bir alana uzanması anlamına gelmektedir. Tam olarak aynı şekilde sosyalizm de siyaseti sivil topluma doğru genişletir. Barışın sonu Avrupa Birliği krizi ile ilgili yazdığı kitabında Jürgen Habermas, 1945 sonrası hukukun evrensel üstünlüğü resmi uluslararası doktrinindeki, yani Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, BM Sözleşmesi, 1989’da kabul edilip yürürlüğe giren Saksonya eyaletininki başta olmak üzere birçok ulu-

bir devrin kapandığını göstermektedir. Avrupa tarihinde ilk kez kapitalizm yalnız kalmıştır, ne sosyalizm ne de Hıristiyanlık direnci kalmıştır. Emperyalizm ve sömürgecilik karşıtlığı ile açığa çıkan uluslararası dayanışma da tükenmiş görünmekte. Proletaryanın sahip olduğu dayanışmanın ahlaki üstünlüğüne duyulan gururlu inancın da hükmünü yitirdiği ortada. Burjuva refah devleti sayesinde hayatta kalan günümüzün anti-kapitalist protestocuları, orta sınıfın, aydınların ya da işçi sınıfı ‘geçmiş’i olanların köksüz bohemlerinin çocukları, öz-temsili savunup hayata geçirmiyor; başka insanların adına isyan ediyorlar. Ama o insanlar ilginç bir şekilde sessiz. Dayanışma, her zaman politik olmaya çalışan toplumsal bir idealdir. İhtimaller ise zayıf.

45


ÜNİVERSİTELERDE FAŞİST SALDIRI VE MÜCADELE RedHaber

Üniversiteler, iktidarın her zaman hedefinde oldu. 12 Eylül faşist darbesinin ardından üniversiteler özel olarak kontrol altında tutulması gereken yerler olarak görüldü. Bunun için YÖK ile birlikte polis baskısı yıllardır üniversitelerin üzerinden eksilmedi. AKP döneminde de üniversiteler YÖK üzerinden tümüyle iktidar denetimi altına sokulmaya çalışılırken, her tür muhalif unsurun bastırılması noktasında özel bir gayret gösterildi. Son yıllarda İstanbul merkezli olarak cihadist çetecilerin üniversitelere satırlı-sopalı saldırısının sistemli bir hale geliyor. Son günlerde ise üniversitelere yönelik, özellikle de Ankara merkezli olarak yoğun

46

bir faşist saldırı yaşanıyor. Ege Üniversite’sinde MHP’li faşist grubun


üniversiteye saldırısı sonrasında Ülkü Ocakları başkanı Fı-

Üniversitelerdeki bu saldırı dalgası, polisin koruculuğu al-

rat Yılmaz Çakıroğlu hayatını kaybetmişti. Bu olayın ardın-

tında şekillenirken AKP iktidarının payını mutlaka hesaba

dan MHP’li faşist gruplar İzmir başta olmak üzere pek çok

katmak gerekiyor. Erdoğan-AKP iktidarı seçimlere kendi

üniversitede saldırı gerçekleştirdi. Ankara DTCF’de yapılan

iç çatlaklarının su yüzüne çıktığı, oy oranlarında belirli bir

saldırıda silah kullanılarak bir güvenlik görevlisi yaralan-

erimenin görünür olduğu bir konjonktürde gidiyor. Erdo-

mıştı. Günlerdir de Newroz bahanesiyle Ankara merkezli

ğan, bunun karşısında Kürt sorunu yoktur cümlesiyle baş-

olarak yeni bir saldırı dalgası başlatıldı. Cebeci Kampü-

layarak hızla milliyetçi tabanı kendi ekseninde konsolide

sü’ne Gazi’li faşistlerin saldırısı, Hacettepe Üniversitesi’n-

etmeye yönelen bir politik çizgi geliştirmeye çalışıyor. İç

de benzer şekilde tekrarlandı. Hacettepe’de bir gün sonra

güvenlik yasası ile birlikte faşist saldırı politikalarını yoğun-

okul çıkışına pusu kuran faşist çeteler, 7 kadın öğrenciye

laştıracağını ortaya koyan AKP, toplumsal muhalefeti bas-

satırlarla saldırı gerçekleştirdi.

tırmak için bir süredir sokak çetelerini de devreye sokuyor.

Saldırının Ardında Ne Var

Üniversitelere yönelik saldırı bir yönüyle AKP’nin dolaylı

Üniversiteler kimi zaman faşist saldırılardan söz edilebilir.

olarak desteklediği, sonuçlarından faydalanmaya çalışıldı-

Ancak, İzmir’den başlayarak geliştirilen saldırıyla polis ara-

ğı bir durumu da içeriyor. Newroz bahane edilerek yapılan

sında görünen ve görünmeyen bağ, saldırının faşistlerin

saldırılar Kürt-Türk karşıtlığı içerisine oturtularak üniversite

müstakil bir planı olmadığına ilişkin pek çok veri sunuyor.

muhalefeti, bu karşıtlık içerisine yerleştirilmeye çalışılıyor.

Fırat Yılmaz’ın ölümüne ilişkin polis bilgisinin dışında farklı iddialar da gündeme geldi. Kürt gençliği, Fırat Yılmaz’ın

Bu anlamda üniversiteleri savunmak, faşist güçlere karşı

kendi arkadaşları tarafından bıçaklandığını iddia ederek,

direnişi bu politikaların boşa çıkartılmasını temel alan bir

görüntülerin yayınlanmasını istemişti. Bu konuya ilişkin

çizgide geliştirilmesinin gerekliliğini de ortaya koyuyor.

açıklayıcı bir bilgi ya da görüntü ortaya çıkmadı. Ancak

Üniversitenin tüm özgürlükçü, ilerici, devrimci birikiminin

bu olay üzerine MHP’li gençler hareketlendirilerek pek çok

bütünlüğü içinde bu oyunu boşa çıkartacak bir direncin

üniversite saldırı yaşandı. Bu saldırılar sırasında silah kul-

geliştirilmesi önümüzdeki dönem açısından oldukça önem

lanıldı.

kazanmış durumda.

47


ÜNİVERSİTELERDE NELER OLUYOR? GÖKSU CENGİZ AKP iktidara geldiğinden bu yana her alanda gelişen muhalefeti bastırmak adına belirgin olarak karşısına aldığı dinamiği önce baskı ve medya aracılığıyla dolaşıma soktuğu yalanlarla itibarsızlaştırmaya ardından da bu alanda kendine ait gücü örgütleyerek ilerlemeye çalışıyor. Ancak gençlik ve özellikle üniversiteler AKP’nin iki saldırı hattına da maruz kalmasına rağmen ne bir “kindar, dindar” nesil profili yaratılması ne de polis ve diğer baskı yöntemleriyle AKP kontrolüne bir türlü sokulamıyor. Gençlik açıkca AKP rejimiyle uzlaşmıyor ve bu anlamda en geniş muhalefet dinamiğini de içinde barındırıyor. Bu anlamda nasıl örgütlendiğinden bağımsız olmamakla birlikte dönem başından bu yana üniversitelerde artan faşist saldırılar kendi iç krizi dolayısıyla ülkeyi yönetmekte zorlanan bir AKP karşısında gelişme potansiyeli taşıyan birleşik ve güçlü bir gençlik mücadelesinin oluşmasını engellemeye yönelik girişimler olarak değerlendirilebilir. Bir yandan kavganın zeminini silikleştirilerek AKP rejiminin kodları (gericilik ve talan) karşısında gelişecek bir birlikteliğin önü kesilmeye çalışılırken bir yandan da polis ögb ve soruşturmalar üniversitelerde kalıcı bir unsur olarak konumlandırılmaya, normalleştirilmeye çalışılıyor. Ege Üniversitesi’nden Ankara üniversitelerine sıçrayan faşist provakasyon ve saldırı süreci içeriden kontrol edilemeyen üniversitelerin dışarıdan bir manipülasyon aracılığıyla AKP karşısında güçlü bir muhalefetin hareketli kılınma kabiliyeti zayıflatılıyor. Diğer bir deyişle faşist çeteler üniversitelerde yaratmaya çalıştıkları iç savaş ortamıyla AKP’nin değirmenine su taşıyor. Yine aynı şekilde AKP’nin yaratmaya çalıştığı dindar kindar nesil profili de bu süreçte üniversitelerde kendini örgütleme çaba içerisinde. Üniversitenin özgürük ve bilim ortamıyla taban tabana zıt bu dinci gerici zihniyet üniversite gençliği içerisinde güçlü bir karşılık bulamıyor; ancak elinde topladığı yandaş medya aracılığıyla AKP karşısında konumlanan gençliği itibarsızlaştırmaya çalışıyor. AKP’nin toplumda yaratmaya çalıştığı tek mezhepe dayalı ayrışma ortamı ODTÜ ve Boğaziçi gibi muhalefet geleneği güçlü, akademisyeninden öğrencisine tüm bileşenleriyle AKP karşısında kendini konumlandıran üniversiteler üzerinden bir kez daha tazelenmeye çalışılıyor. Ne AKP’nin oyuncağı haline gelmiş faşist çeteler ne de dinci gerici, mezhepçi faşist çeteler üniversitelerin özgürlük ve bilim ortamında barınabilir. Üniversitelerin mücadele geleneği bu saldırıları geri püskürtecek ve AKP rejimi karşısındaki mücadele hattını belirginleştirecek güçtedir. Bugün ihtiyaç olansa ideolojik kavgasını AKP rejiminin mezhepçi gericilik ve talan düzeni karşısında konumlandıracak birleşik bir gençlik hareketinin örgütlenebilmesi ihtiyacıdır. Saflaşma çok açıktır ya Kabataş yalanının tarafındayız ya da Haziran direnişini. Üniversite tarafını Haziran’a giden süreçte seçmiştir. Ne Tayyip Erdoğan, ne AKP üniversite gençliği Hazirancıdır.

48


REDAKSİYON KADIN VE TOPLUMSAL CİNSİYET ATÖLYE DERGİSİ REDSİSTA

49


50


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.