1
AÇSANIZ... Birhaftayı daha geride bıraktık. Günler hızla ve içindeki karanlığı üzerimize boca ederek akmaya devam ediyor. Umut da umutsuzluk da aynı günün içinde saklı. Hangisi büyürse o kazanacak. Umuttan başlayalım. BirGün gazetesi 12.yaşına girdi. Sol adına herkesin üzerine titremesi gereken bir deneyim. On binlerce insanın ortak emeğinin, katkısının sonucunda filizlenen BirGün, bugünlere gelebildi. Toplumun sesinin bastırılmaya çalışıldığı bu dönemde BirGün tüm ezilenlerin ve emekçilerinin sesi soluğu olmaya çalışıyor. Ama nedense solda, birbirini yeme hastalığı bir türlü ortadan kalkmıyor. 12.yılına girerken BirGün’ün bir yazarıyla yollarını ayırmış olması, çarpıtılmış nedenler üzerinden tartışmaya açıldı. Sosyal medya trollüğü deyip geçebiliriz elbette. Ama bu yapılan bir zihniyeti ve solun birbirine karşı nasıl bir acımasızlık içerisine olabileceğini gösteriyor. Ve en kötüsü tüm bunlar bir yalanın üzerine kurularak yapılıyor. Bu da bir gerçeğimiz. Bunu bir yana bırakıp BirGün’e aynı yolda, nice yıllar diliyoruz. Sayfalarımızda BirGün’den Barış İnce ve İbrahim Aydın’ın görüşleri de yer alıyor, onlar bugünü ve
2
tür bir değişimi mümkün kılabilir. Soma’nın ve tüm yaşatılan acıların hesabını sormak ancak böyle mümkün olabilecek. *** Bu hafta bilindigi gibi bir de seçim listeleri açıklandı. Bunun değerlendirmesi bir yana, solda son dönemde gelişen yıldız siyasetinin izlerini burada da görmek mümkün. Fikirden çok kişilerin o ya da bu özelliklerinin öne çıktığı ilginç bir siyaset algısı oluştu. Demirtaş da herhalde, buraya doğru ilerlediğini düşündüğünden olsa gerek, ben popstar değilim, diye açıklama yaptı. Herhalde herkes onun popstar olmadığını biliyordur. Ama bu açıklamayı yapma ihtiyacı, politikalara dikkat çekme çabasının sonucuydu. Bu tartışmalardan çıkartılması gereken sonuç herhalde şimdilerde çoğu kimsenin yanaşmadığı, burun kıvırdığı kolektif siyasettir. Bugün seçim ortamında, hani politikleşmenin en yoğunlaştığı denilen dönemde, tartışılanlara baktığımızda ne görülüyor ki. Aslında kampanya sloganları, yüzleri ve gürültü dışında hiçbir şey yok. Ülkenin ve halkın temel sorunlarından söz eden, bunlar üzerinden BirGün’ün önümüzdeki dönemini anlatıyor. *** Haftanın bir başka konusu da Soma Davası’ydı. AKP, Akhisar’da görülen davaya da binlerce polis göndererek müdahil oldu. Soma Davası, görülmeye başlıyor ama sonuçta kimsenin ne hukuk ne adalet beklentisi kalmış durumda. Mesele sadece ölenler de değil, binlerce insan nefes alsak da bizde ölüyüz, diyor. Dergimize konuşan işçiler böyle söylüyorlar. Açlık, yoksulluk, baskı katliamın ardından Soma’dan hiç eksik olmadı. Şirketi ya da hükümeti eleştirilenler işten çıkarıldı. Hacı-hocalarının doldurulduğu Soma’da herkesten yine de haline şükretmesi isteniyor. Bu acı gerçekle hesaplaşacak bir güç soldan da yaratılamadı. En kötüsü de bu. Sol içi rekabetçilik konu Soma olduğunda dahi devredeyse ne denilebilir ki başka. O yüzden belki de adına HAZİRAN dediğimiz, halkın çıkarlarını bireysel ve örgütsel çıkarların önüne koyduğumuz bir devrimci siyaset anlayışı ve ahlakının gelişmesi her şeyden önemli. Bir fikri ve kültürel değişime ihtiyaç var
belirlenen bir durum yok ortada. Yeni değil bu durum, her zaman böyle. Başka şeyler yapma arzusu, başka türlü bir siyaset üretme ve yürütme çabası tüm bunlar için önemli. *** Son söz, iktidar karşısında olan herkesi yemeye kararlı görünüyor. Kadınlar öldürülebilir hatta yenilebilir görülüyor! Herhalde biz de bir güzel afiyet olsun demeyeceğiz! Mesele tam da bu fotoğrafta saklı. Memlekette siyasetin ekseni bu doğrultuya kaymadığı sürece, onlar hepimizi yemeye devam edecek. Zenginlerin iktidarı sürüp giderken, solda artık birbirini yemeyi bırakıp hep birlikte zenginleri yemeyi denemeli. Çünkü unutulsa da mesele zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler meselidir hala! Ve bu düzen yıkılana kadar!
solda. Böyle bir siyaset her adımında bunu başararak, bu
3
BİR FİKİR BAŞARDI BARIŞ İNCE BirGün, 14 Nisan’da 12. yılına giriyor. İslami/mezhepçi bir faşizmin ülkeyi kuşattığı, basın özgürlüğünün yok sayıldığı bir dönemde BirGün, baskılara karşı cesur, enerjik, genç ve birleştirici duruşu ile halkın desteğini arkasına almayı başardı. Gazetemiz toplu taşıma araçlarında, sokaklarda, okullarda, elden ele adeta bir sivil itaasizlik eylemi gibi dolaştı. Bu süreçte sayfa tasarımını değiştirdi, dağıtım kanallarını artırdı, TV alanında da içerik üretmeye başladı. Eksiklerine rağmen tüm bunlar; bağımsız bir politik hat ile başarıldı. Bu sadece bizlerin çabası ile değil BirGün okuyan, dağıtan, sahiplenen herkesin dayanışması ile oldu. Özellikle gençlerimizin emeğini göz önünde bulundurmak zorundayız. Hepimizin yolu açık olsun.
BİRGÜN BİR MEVZİDİR İBRAHİM AYDIN Her şeyden önce 12 yılı tamamlamış olması ve bundan sonra da nice 12 yılları tamamlayacak olmasından ötürü çok sevinçliyiz. Yaklaşık 12 yıl önce Türkiye’de özellikle bu neo-liberal saldırıların en yoğun olduğu, en karanlık olduğu dönemde yaklaşık 3000 arkadaşla birlikte bu gazeteyi kurduk. Kurumumuzun temel amacı; Türkiye’de özelikle ezilen, sömürülen, yok sayılan emekçilerin, kamu çalışanlarının talepleri hiçbir şekilde var olan egemen medya içerisinde yer alamıyordu. Bunların eylemleri, haberleri hiçbir şekilde yer bulmuyordu. Dolayısıyla daha ağır çalışan işçilerin, emekçilerin bir araya gelerek kurdukları bir gazete bu. Yaklaşık bunun üzerinden 12 yıl geçti. Bu süre içerisinde tabii ki Türkiye’deki siyasal konjonktüre uygun, oldukça iyi şeyler de yaptı gazete. Özellikle AKP iktidarının kendini kurumsallaştırırken bu süre içerisinde daha doğrusu yeni bir rejim inşa ederken yapmış olduğu bütün iktidar verilerine karşı kamuoyunun he bir biçimde uyarmaya ve elinden geldiği kadarıyla kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştı. Oldukça başarılı da oldu. Bir dönem hatırlarsınız; özellikle Ergenekon Davası diye bir torba dava yaparak bütün muhalifleri onun içerisine tıkıp itibarsızlaştırıldıkları süresince bunun bir yanılsama olduğunu söyledi. Özellikle AKP’nin kurmak istediği rejime karşı çok ciddi bir muhalefetin sesi olmasını başardı. Özellikle Gezi Davası süresi içerisinde, Gezi’nin sesi oldu. AKP’ye karşı barikat oluşturan halkın yanında, o barikatların sesi oldu. Dolayısıyla gazete aynı zamanda çok ciddi bir tarzda bu süre içerisinde ivmelendi ve bugün ciddi bir satış rakamı da yakaladı. Bundan sonra da aynı çizgisini devam ettirecek. Aynı çizgisi derken şudur; özellikle bunun altını çizmekte yarar var; bugün bir yandan neo-liberal politikalar uygulanırken, diğer yandan da aynı zamanda faşist bir rejim inşa ediyor. Bu rejime karşı bir dönem sol içerisinde bir takım kişiler buna destek vermeye çalıştı. Türkiye’de demokratikleşme gerçekleşiyor diye destek vermeye çalıştı. İşte bu oyun bozuldu. Bunun bozulmasında BirGün gazetesinin önemli ölçüde katkısı olduğunu düşünüyoruz. Bugün Türkiye’de asıl olan ihtiyaç ezilen emekçilerin talepleri doğrultusunda farklı bir ses, farklı bir inisiyatif olma, farklı bir siyasal alan açılması ihtiyacıdır. Dolayısıyla BirGün gazetesi bu alanın açılmasında, bunun inşa edilmesinde elinden gelen her şeyi yapacaktır. Dolayısıyla bir mevzidir burası. Mevzinin gelişip güçleneceğinden hiçbir kuşkumuz yoktur. Çünkü Türkiye’deki emekçilerin de başka şansları da yoktur. BirGün gazetesi aynı zamanda en başından beri kuruluş felsefesine uygun olarak yürüyüşüne devam edecektir.
6
CB’nı Sinop’ta Nükleer santral yapılmasını içeren yasayı onayladı. 25 Nisan’da Sinop’ta buna karşı “Nükleere Hayır!” mitingi yapılıyor Miting öncesi Sinop Nükleer Karşıtı Platform (SNKP) Koordinatörü Zeki Karataş’la ile konuştuk.
SINOP NÜKLEER ISTEMIYOR 25 NISAN’DA MITING VAR
ZEKİ KARATAŞ Söyleşi Serpil Şahbaz
Sinop’ta yapılmak istenen Nükleer Santral nereye yapılmak isteniyor? Bu soruya cevap vermeden önce Sinop NKP’yikısaca anlatmak isterim. Sinop NKP’nin temeli 1996 yılına kadar gitmektedir. 1986 yılında yaşanan Çernobil felaketinden sonra Çernobil’in Karadeniz bölgesi üzerindeki olumsuz etkileri (Sağlık, yaşam alanları, insanların ve hayvanların beslenmesini sağlayan hayvansal ve bitkisel gıdalar) yoğun yaşanması üzerine –ki bu çalışmaları yürüten ODTÜ’lü bilim insanlarının çalışmaları bu yöndedir- Sinop’ta faaliyette olan Sendikalar, Siyasi Partiler, Dernekler ve yerelimizde bulunan Sinop, Erfelek, Ayancık Belediyelerin katılımıyla oluşan 32 örgütün birlikte hareket etmesiyle oluşan birlikteliğe dayanmaktadır. O süreçte bahsi geçen birliktelik “Çernobil felaketinin 10. Yılında Atom Santrali” isimli bir broşür hazırlayıp halka dağıtmış devamında Çernobil Felaketinin 10. yıl dönümüne gelen süreçte İstanbul EMO’nun da katılımıyla “ÖLÜLER ELEKTRİK KULLANMAZ” şiarıyla Nükleer karşıtı mücadeleyi başlatmıştır. Ben de bu tarihten bu yana bu sürecin içinde olan bir bireyim. 2006 yılında Sn. RTE “Sinop’u marka şehir yapacağım” diyerek açıkladığı nükleer sevdası üzerine Sinop NKP 54 STK, Siyasi Parti, Sendika ve derneklerin katılımıyla kurulmuştur. 2009 yılında RTE hükümeti SinopNükleer Santral Projesi’ni öteleyince NKP’ninadı Sinop Çevre Platformu’na dönüştürülmüştür. 2013 yılında Sinop NGS tekrar gündeme gelince Sinop NKP Ka-
7
dası gelişir. 1981 yılı itibariyle Sinop İnceburunYarımadası, Mersin ili Gülnar ilçesi Akkuyu beldesinden sonra ikinci santral yeri olarak seçilir ve çalışmalara başlanır. Bu amaçla Hora Sismik-1 araştırma gemisi ile ODTÜ’ye ait biliminsanları Sinop’a araştırmaya gelmişlerdir. Birara, 1986 yılında yaşanan Çernobil felaketinden sonra bu projeden vazgeçilir gibi yapılmışsa da 1996 yılında tekrar gündeme taşınır ve halen bu lanet proje sürdürülmektedir. Yapılmak istenen santrale karşı halkın tepkisi nasıl? Yapılmak istenen NGS’ne karşı Sinop halkı tepkilidir. 2006 yılında Sinop Kent Konseyi’nin yaptığı çok amaçlı anket sonucuna göre Sinop halkının % 80’i nükleer santrallerin yapılmasına karşıdır. Zaman zaman bu ivmede alçalma ve yükselme görülmektedir. sım 2013’de 60 STK’nın
katılımıyla
yeniden kurulmuş ve halen faaliyetlerini sürdürmektedir. Sorunuza şimdi gelmek istiyorum. Sinop’ta yapılması planlanan Nükleer Güç Santrali (NGS) Sinop İnceburunYarımadası’nda Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın Enerji ve Tabi KaynaklarBakanlığı (ETKB)’na tahsis edilen 10,5 km2lik alana Japon Mitsubishi ve Fransız GDF Suez firmaları konsorsiyumuna yaptırılmak istenmektedir. Sinop İnceburun Yarımadası’nayapılması düşünülen alana ATMEA-1 tipi 1100 MWe gücünde 4 adet reaktör tesis edilmesi planlanmaktadır. Bu reaktör tipi henüz dünyanın hiçbir yerinde tesis edilmediğindenFransız Güvenlik Kurumu ASN lisans vermemiştir. Böylece ATMEA-1 tipi santral yapılması halinde ilk kez Türkiye’de Sinopİnceburun Yarımadası’nda yapılacak olup, bu bölge kobay olarak kullanılmış olacaktır. Bu nedenledir ki; biz Sinop Nükleer Karşıtı Platform olarak ne Sinop’ta, ne Akkuyu’da ne de Türkiye’nin bir başka yerinde NGS yapılmasına izin vermeyeceğiz. Çünkü bize rağmen böyle bir santrali hiçbir siyasi idare yapamayacaktır. Sinop’ta Nükleer Santral süreci nasıl başladı? Sinop’ta NGS süreci 1981 yılında başlar.Aslında Türkiye Nükleer Santral sevdasıyla 1956 yıllarında tanışır. 1970’li
8
yılların petrol krizi esnasında da cici nükleer santral sev-
Ama 2010 yılında Akkuyu NGS için Greenpeace tarafından yapılan bir ankete göre de Sinop halkının %76’sının NGS kurulmasına karşı olmasına rağmen bölgemizde genç nüfus üzerinde yerel olarak yaptığımız çalışma da %80 seviyesinde NGS kurulmasına karşı oy kullanılmıştır. Bu nedenledir ki muhalif siyasiler zaman zaman referandum ifadesini kullanmaktadırlar. Ancak biz nükleer karşıtları böyle bir kumar oynanmasına izin vermeyeceğiz. Santrale karşı nasıl bir mücadele hattı çizilecek? Siyasi irade nasıl bir karar alırsa alsın biz Sinop NKP olarak yukarıda da söylediğimiz üzere Sinop’ta NGS yaptırmayacağız. Öncelikle Nükleer Santral savunucuları NGS’lini enerjide dışa bağımlılığı önlemek adına yapılması gerektiğini savunmaktadırlar. Sanki NGS’den elde edilecek enerji yerli bir enerji türüymüş gibi!!! AKKUYU NGS için Ruslarla yapılan sözleşmede “Akkuyu NGS bölgesi Rusya devletinin malıdır” ibaresi bulunmaktadır. Yani Türkiye sınırları içinde Türkiye’nin malı olmayan bir NGS yapılmak istenmektedir. Yine aynı şekilde Sinop İnceburun Yarımadası’nda da Japon ve Fransız Şirketleri’nin konsorsiyumunda yapılması planlanan bir NGS yapılmak istenmektedir. Biz “Sinop NKP” ve “NKP-Türkiye” olarak böyle bir projeye izin vermeyeceğiz. Bu mücadele hattı her zeminde hukuksal bir mücadele yöntemiyle olacaktır. Biz diyoruz ki bizim yerelimizde Sinop halkının onayı alınmadan hiçbir şekilde NGS yaptırmayacağız. “Türkiye de Enerji sorunu yoktur, Enerji yönetim surunu vardır.” diyoruz…
SOMA DAVASI BAŞLADI SADECE 301 KIŞI DEĞIL KALANLAR DA ÖLDÜ EREN FİDAL Maden İşçisi ERCAN ÇETİN YILMAZ Maden İşçisi
SOMA Davası, 13 Nisan Pazartesi günü Soma’da görülmeye başladı. AKP, davaya binlerce polis taşıyarak hazırlandı. Davanın görüleceği günün öncesinde dayanışma standı açan HAZİRAN çadırına polis müdahale etti. Gün boyu da madenci ailelerine karşı polisin tacizleri devam etti. Davada aileler ve avukatlar, suçlularının salona getirilerek yargılamanın gerçekleşmesini talep etti. Mahkeme bu talebe evet demek zorunda kaldı. Soma Davası, suçluların da katılımıyla 15 Nisan Çarşamba günü devam edecek. HAZİRAN Hareketi, 13 Nisan’da olduğu gibi 15 Nisan için de davaya çağrı yaptı. İşçi ailelerinin yalnız bırakmayan HAZİRAN, dayanışma çadırı kurarak alanda olacak. SOMA Davası ve katliamının ardından yaşananları katliamdan sonra şirkete ve hükümete karşı muhalif söylemleri gerekçe gösterilerek işlerinden çıkartılan- Eren Fidal ve Ercan Çetin Yılmaz ile konuştuk:
9
EREN FİDAL
Kınık bu olayın üzerinde duruyor. Yasayı takip olsun, avu-
Maden felaketinden sonra bölgede bir sene içerisinde ne-
katlarla görüşmeler olsun. Bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.
ler yaşandı?
Süreç, Kınık için iyi gidiyor. Ama Soma’da öyle olduğunu
Maden olayından sonra ben işten ayrıldım. Ben olay olan
söyleyemeyeceğim. Bu durumun üzerinde duranlar kadar,
maden de değil de Soma Holding’in diğer ocağı Işıklar İş-
durmayanlar da var. Biz her zaman sokaktaydık ama ka-
letmesi’ndeydim Hepimiz mağduruz. Benim beş-altı bin
tılmayan birçok insan vardı. Ne zamanki iki ay maaşlarını
liralık tazminatım var ve alamadım. On üç-on dört yıldır
alamadılar. O zaman onlar da bize katıldı.
çalışan arkadaşlarım var onların otuz-kırk bin liralık tazminatları var ve onlar da alamamış durumda. Arkadaşların hepsi mağdur şu an. Bu tür sıkıntılar var. Değişen hiçbir şey
Ercan Çetin Yılmaz
yok. Her şey aynı şekilde devam ediyor.
Maden faciasından beri Soma’da neler yaşanıyor? Ben 301 arkadaşımın öldüğü ocakta çalışıyordum. Bu olay
Dava süreci nasıl ilerliyor?
üzerine birçok yere gittim ve gittiğim yerlerde hep şunu
Soma’da toplantılar oluyor. Avukatlar gelip dava ile ilgili
söyledim; “Burada başta hükümet, sendika ve işveren. Üçü
bilgilendirmeler yapıyor. Mahkemeye veren herkesle ilgile-
de suçludur. Ama işçi olarak bizde de suç var. Bizdeki suç
nen avukatı var. Şimdilik her şey iyi gidiyor. Pazartesi Ak-
da şudur; biz hiçbir zaman birlik olamadık. Biz birlik olsay-
hisar’dalar. Ona da gideceğiz. Dava süreci iyi gidiyor ama
dık şu an 301 arkadaşımız aramızda olacaktı. Çünkü 13 Ma-
Türkiye’de adaletin sadece isim olarak kaldığı göz önünde.
yıs’tan aylar önce ocak normal durumundan çıkıp anormal
Bizi bu düşündürüyor. Biz elimizden geleni yapacağız ama
durumuna geçti. Bunun a’dan z’ye herkes farkındaydı. Fa-
adaleti herkes istediği gibi çeviriyor. Umarım her şey iyi
kat sermayenin ve patronun para hırsı insanların canların-
sonuçlara bağlanır. Bu şekilde kalmaz. Ama dediğim gibi
dan bir adım öndeydi. İnsanların burada bir değeri yoktu.
değişen bir şey yok. Madende çalışan bir insanın ayda iki,
Onlar için mal çıksın yeter. İnsanlar ölmüş, ölmemiş sakat
üç gün mazeret izni kullanma hakkı var. Bu olaydan sonra
kalsın hiç umurlarında değildi. Böyle bir süreç yaşadık.
benim arkadaşım bir gün işe gitmiyor ve bir gün işe gitmediği için direk çıkış veriyorlar. Adamlar işi gitgide daha kö-
Peki, böyle bir facianın arkasından çalışma koşullarında
tüye götürdüler. Bundan ne devletin ne de kimsenin haberi
iyileştirmeler yapıldı mı?
var. İşten çıkarılan insanlar mağdur durumda. Ölen insanlar
Kesinlikle yapılmadı. 13 Mayıs’tan sonra burada iki arkada-
öldü ama geride kalanlar da öldü. Geride kalanlar da hiçbir
şımızı daha kaybettik biz. Biz meclise de gittik hem dosya
şey yapamıyor, iş yok.
verelim, hem de taleplerimizi sözlü bir şekilde dile getirelim diye. Tüm siyasi partinin başkanlarıyla görüştük. En son
10
Peki, yöredeki halk neler yapıyor, bu mücadeleye sahip
Cemil Çiçek’le görüştük. Cemil Çiçek’e şöyle bir şey dedim.
çıkıyorlar mı?
O zaman şimdiki cumhurbaşkanı, başbakandı. “Başbakan
bize yalan söylüyor.” Cemil Çiçek de bana: “Hakaret ediyorsun,
dan kırk gün önce geliyor, denetleme yapıyor ve her şeyin çok
farkında mısın?” dedi. Niye olduğunu sorduğumda; “Başbakan’a
düzgün olduğunu ve Türkiye’nin en güvenilir ocağı olduğunu
yalancı diyorsun.” dedi. Ben gerekirse özür dileyip, sözümü geri
söylüyor ve bu şekilde rapor yazıyorlar. Yaklaşık kırk gün sonra
alabileceğimiz söyledim. Fakat bana şunun cevabını verin de-
da 301 arkadaşımızı kaybediyoruz. Ben bunların hesap verme-
dim. “Başbakan 13 Mayıs’tan sonra çıktı televizyonlarda, gaze-
sini istiyorum. TKİ müdürünün, sendikanın.” Savcı da; “Doğru
telerde ivedi bir şekilde iç güvenliği yasalarının çıkaracağını ve
söylüyorsun ama bunda bizim yapacak bir şeyimiz yok.” dedi.
madenlerimizin Avrupa standartlarına çıkacağını söyledi. İşçilerin güvenliği bir şekilde çalışması için ellerinden geleni yapaca-
Mücadelenizden vazgeçmeniz için size baskı yapılıyor mu?
ğını söyledi. Peki, şu ana kadar hangi yasayı çıkarttınız? Bir tane
Yaşanan olaydan sonra şirketin muhasebecisi ve patronun sağ
örnek verebilir misiniz?” Cevabını da veremedi. Yani, olay şudur.
kolu sayılabilecek biri ölen arkadaşlarımızın ailelerine gidip da-
Neredeyse bir yıla yaklaşıyor. Bir yıldan beri iş güvenliği üzerine
valarını geri çekmelerini istemiş. Fakat çok da itibar görmemiş.
çalışma yapılmış olsaydı, dönemin başbakanı şimdiki cumhur-
Bizler fişleniyoruz. Şu anda diğer işletmelere gittiğimiz zaman
başkanı verdiği sözleri tutsaydı, işverenlere ciddi yaptırımlar
işe alınmıyoruz. Gerekçe olarak da bizlerin ön safhalarda olma-
uygulayıp iş güvenliği üzerine ciddi uygulamalar olsaydı iddia
sı, şirket ve hükümet aleyhine konuşmamız. Böyle bir sorun da
ediyorum şu anda Avrupa standartlarında bir maden oluşurdu.
var Soma’da. Hakkımızı aramak da suç. Türkiye’de adalet kağıt
Fakat ne yaptılar? İşveren hükümete top attı, hükümet işverene.
üzerinde var ama uygulamada yok. Çünkü olayın üstünden on
İşçiyi hep kullandılar ve halen de kullanmaya devam ediyorlar.
bir ay geçmiş. Daha sanıklar anca yargı önüne çıkıp hesap verecek. Amaçları süreci soğutup daha az ceza almalarını sağlamak.
Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Biz de buna müsaade etmeyeceğiz. İnsanlar Cumhurbaşkanı’na
Ölen arkadaşların aileleriyle toplantı yapıyoruz. Sürecin na-
“Hırsız” dedikleri için hemen tutuklanırken burada da ölen in-
sıl işlediği, bizim neler yapmamız gerektiği hakkında avu-
sanlar belli, bu insanları öldürenler belli yine de ceza almıyor. Bu
kat arkadaşlar bilgi veriyorlar. Bu davanın Türkiye günde-
durumu İnsan Hakları İzleme Komitesine de anlattık. Bu ülkede
minde gerilere atılıp unutturulmaya çalışıldığını söylüyorlar.
baklava çalan çocuklara sekiz-on yıl ceza verilirken, bakanlarıyla
Ne kadar çok gidersek bu duruşmaya ve ne kadar arkasında
birlikte ülkeyi hortumlayanlar hiçbir ceza almadıkları gibi bir de
durursak kamuoyuna davamızın ne kadar arkasında oldu-
kayırılıyorlar. Türkiye’de işimiz gerçekten çok zor bunun için hep
ğumuzu göstermiş olacağız. Bunun gibi bilgilendirmeler ya-
birlikte olmamız lazım. Artık dil, din, ırk, siyasi görüş ayırmaksı-
pılıyor. Ölen arkadaşların aileleri de bunu olumlu karşılıyor.
zın hep birlikte omuz omuza sermayeye karşı birlikte olmamız
Şu an için Soma gündemden düşmüş durumda. Hükümette bi-
gerek. Çünkü hepimizin hakkı gasp ediliyor. Bizim burada birlik-
raz onur, biraz vicdan olmuş olsaydı. Zaten bu olay olduğunda
te olmamız lazım.
hepsinin istifa etmesi gerekirdi. Bunu yapmadıkları gibi gerçek sorumluları da kamuoyundan saklıyorlar. Bununbakanlara belki cumhurbaşkanına kadar dokunacağını bildikleri için bunu saklıyorlar. Ben bu olay üzerine Kınık Savcılığı’na ifade vermiştim. Savcıya yaşanan süreci size anlattığım gibi anlattım. Bu insanların göz göre göre öldüğünü söyledim. Savcıya; “Şu an içeride sekiz tane tutuklu var. Bu davada 45 kişi yargılanıyor. Hepsine bakıyoruz; şirketin elemanları, teknik müdürleri, mühendisleri vs. Fakat asıl suçlular burada yok.” Savcı; “Kim onlar?” diye sordu. Ben ise; “Çalışma Bakanı, Enerji Bakanı ve özellikle Çalışma Bakanlığı Müfettişleri. Oysa Çalışma Bakanlığı Müfettişleri olay-
11
SÖZ MECLİSLERDE Birleşik HAZİRAN Hareketi, Meclislerde birleşmeye çağrı yapıyor. Biz de sözü Meclislere bırakıyoruz. HAZİRAN Meclisleri’nden yaptığımız görüşmelerle, HAZİRAN Hareketi ve Meclis yapısıyla sürdürülen siyaset üzerine sohbet etti. Meclislerin sözünü taşımaya önümüzdeki sayılarda da devam edeceğiz. Bu hafta Eskişehir Haziran Meclisi’nden Nida Tokgöz ve Barış Erdinç Bilecen’in değerlendirmeleri yer alıyor. Haftaya, Antalya Meclisi’nden Zeynel Abidin Ergen ve Ankara’dan Pelin Pektaş’ın değerlendirmeleri yer alacak. Tartışmaya katılmak için redaksiyondergi@gmail.com edresine mail atabilirsiniz.
MECLİSLER KATILIMCILIKTIR NİDA TOKGÖZ Eskişehir Haziran Meclisi En temel özelliği; katılımcılık. Kararların, görüşlerin beraber alınması ve yukarıdan aşağı değil de tabandan yukarı doğru çıkarak şekillenmesi ve fikir çeşitliliği. Çeşitli 12
fikirlerin bir yerde buluşması, ortak bir görüşte birleşmesi. Benim için bunları ifade
ediyor. Çeşitli ve farklı, eski örgütlü, örgütsüz arkadaşlar
lerle tasarlanıyor. Mezhepçilik politikalarıyla emperya-
bir araya geliyor. Öyle olduğu için ilk başta klasik grup-
lizmin bölgemizi kana bulamasına ortak oluyor. Bu ve
laşmalar yaşandı gibi oldu daha sonra iş “Kim ne söylü-
benzeri genel başlıklar üzerinden, yerel gündemlerden
yor, ne anlatıyor?”a döndü. O yönden olumlu bir gelişme
yola çıkarak örgütlü, örgütsüz bileşenler olarak herke-
oldu. İlk başta gruplar yine kendi söyledikleri etrafında
sin kendini var ederek, kendinden bir şey koparmadan
toplanmaya çalıştı, birbirlerini savunmaya çalıştılar ama
hep beraber, ortak söyleyeceği sözleri o alanda beraber
daha sonra bu kırıldı. Meclisler ileriye dönük güzel şey-
söylüyoruz. 2013 Haziran’ından aldığımız güçle gelece-
ler vaat ediyor. Çünkü ben 45 yaşındayım. Bir yalnız-
ği hep birlikte haziranlaştıracağız.
lık duygusu vardı bizde. Bunu kırdı. Haziran Meclisleri çoğalma ve birlikte bir mücadele örmeyi vaat ediyor.
Eskişehir Meclisi Türkiye’den bağımsız, azade bir şekilde ilerlemiyor. İlk olarak bundan 5-6 ay önce ilk fo-
Ben çalışma grubundayım, iş meclisindeyim. Onunla il-
rumunu gerçekleştirdi. Bu forumu yaklaşık 500 kişiyle
gili en son bildiri dağıtma etkinliğimiz oldu. Özel sektör
gerçekleştirdik. Bu katılımcı 500 kişi Eskişehir Meclisi’ni
çalışanıyım. Beyaz yakayım. Beyaz yakalıların sendika
oluşturuyor ve her geçen gün daha da büyüyerek yolu-
kurmaları yasak. Sendika kuramıyoruz, örgütlenmemiz
na devam ediyor. Bu meclis önüne koyduğu gündem-
yasak. Bunu kırma adına diğer iş kollarıyla bir araya ge-
ler üzerinden toplanıyor. Bu toplanmalarda önüne bir
liyoruz ve bununla ilgili fiili eylemler ortaya koymaya
yol haritası çiziyor. Dediğim gibi hem Eskişehir’in yerel
çalışıyoruz.
sorunlarını hem de ülke genelinde HAZİRAN’ın çizmiş olduğu genel kampanyaları da hayata geçirerek ka-
HAZİRAN BAŞKA BİR YOL AÇTI BARIŞ ERDİNÇ BİLECEN Eskişehir Haziran Meclisi
rarlar alıyor. Şimdi önümüzde 1 Mayıs süreci var. Geçtiğimiz seçim kararından sonra önümüzde 1 Mayıs ve Laik, Bilimsel Eğitim İçin Bir Adım Daha Atıyoruz süreci var. Bunları değerlendireceğimiz ve bunun üzerine ek-
Haziran Hareketi Türkiye soluna yeni bir ufuk açtı. Özel-
leyebileceklerimizi konuşacağımız bir meclis toplantısı
likle 80 Askeri Cuntası’ndan sonra halkın bir arada
daha yapacağız. Meclis toplantısı geniş katılımla oluyor.
sözünü söyleyip, gerçekleştirdiği yeni bir mecraya yol
Kararları hep beraber alıyoruz. Bunun içinde dediğim
açtı. Bunun en önemli örneği yaklaşık yüz meclisinde
gibi hem örgütlü hem örgütsüz bireyler var. Bu katılımcı
on binin üzerinde insanla seçim stratejisini belirledi.
arkadaşlarla beraber 1 Mayıs’ta neler yapabileceğimizi
Hep beraber kendi sözünü söylediği, beraber eğlediği
konuşacağız.
bir kanal açtı. Esasen Eskişehir Haziran Meclisi’nin önündeki en önemli Bundan sonra da aynı Haziran 2013’te Türkiye’nin tüm
hedef mahallelere yayılmaktır. Şöyledir ki; Eskişehir’de
sokaklarında görüldüğü gibi AKP faşizmine karşı bari-
şuan bir şehir meclisi var onun dışında kamu çalışanları
katın ardında birlikte söylediğimiz, söylediklerimizi de
düzenli toplanıyor. Bir de Yenikent Mahallesi’nde HAZİ-
birlikte hayata geçirdiğimiz halkın birleşik mücadele
RAN toplanmaları mevcut. Ama bu Eskişehir için yeterli
zeminlerini oluşturacağız. Bu noktada Haziran Meclis-
değil. Tabanı, mahalleri, sokakları adım adım örmeyi
leri hareketin direniş ve dayanışma komiteleri işlevini
önüne koyan Eskişehir Haziran Meclisi, bu doğrultuda
görecek. Bugün AKP faşizmi ve Tayyip Erdoğan Türki-
önce dört, beş mahallede daha meclisler oluşturacak.
ye’yi karanlık bir geleceğe sürüklüyor. Buna da “Yeni
Daha sonra o mahallenin sorunlarından yola çıkarak
Türkiye” diyorlar. AKP iktidarı 13 yıllık karanlık sürecin-
daha sonra şehirdeki her alana nüfus eden ve emekçi
de insanlara mezhepçi, gerici faşizm doğrultusunda
halkın sorunlarına çözüm üreten, halkın sözünü söyledi-
baskı uygulayarak, insanların yaşam alanlarını ve doğa-
ği ve buradan da harekete geçtiği AKP faşizmine karşı
yı tahrip ediyor. Kamusal alanlar ve eğitim dinsel öğe-
direnişi ve dayanışmayı örgütlediği alanları açacağız.
AKP KRIZ IÇERISINDE AMA SONUCU HALK MUHALEFETININ BAĞIMSIZ GELIŞIMI BELIRLEYECEK KORKUT BORATAV
AKP, dış politikadan ekonomiye kadar pek çok alanda bir krizle yüz yüze kalmış durumda. Aynı zamanda AKP’nin iç çelişkilerinin de yoğunlaştığı gözlemleniyor. Rejim ve AKP’nin güncel durumunu, Erdoğan’ın özel konumu ile birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP ciddi anlamda üç kriz ile karşılaştı. Birincisi, 2008-2009’un on iki ayını etkileyen ekonomik krizdir. AKP Mart 2009’da yerel seçimlerde ciddi oy kaybına uğradı; ama, yılın ikinci yarısında canlanan sermaye hareketleri krizin derinleşmesini frenledi. İkinci kriz, 2013 ortasında patlak veren Haziran kalkışmasıdır. Başbakan yurt dışındayken AKP kurmayları uzlaşmacı bir yaklaşımla kalkışmanın enerjisini dağıtma eğilimi gösterdiler; Erdoğan ise, ülkeye döner dönmez tam tersine ödünsüz bir mücadele cephesi açtı ve halk muhalefetinin örgütlenememesinden yararlanarak inisiyatifi devraldı. Üçüncü kriz, 17-25 Aralık belgeleriyle (ve örtülü olarak doğruluğu da itiraf edilen) devâsâ yolsuzluk rezaletinin ortaya çıkmasıdır. Bu sonuncu krizin kriminal niteliği veboyutları, Erdoğan için her ne pahasına olursa olsun iktidarı korumayı kesin bir zorunluluk haline getirdi. Böylece, Türkiye’yi adım adım faşizme sürükleyen bir program başlatıldı. Parlamenter muhalefetin zayıflığı, hataları; parlamento-dışı halk muhalefetinin ise örgütlenememesi, son iki
14
krizin seçim sandıklarına anlamlı boyutlarda yansımasını frenledi; AKP’nin işini kolaylaştırdı.
Bu krizlerin öncesinde, arasında, sonrasında başka gerilimler de gerçekleşti: AKP’nin kapatılma davası, Cumhuriyet Mitingleri, Genelkurmay muhtırası, Orta Doğu siyasetinin iflası, 2015 başında ekonominin durgunlaşmadan küçülmeye geçiş olasılıklar gibi… Hepsi kriz potansiyeli taşıyan, ancak AKP iktidarı tarafından atlatılan, geçiştirilmekte olan gerilimler… Sermaye politikaları ile AKP’nin derin bir çelişkisinden söz edilebilir mi? Özellikle de TÜSİAD eksenli çelişki kimi zaman güncel olarak da görünüyor. Sermaye fraksiyonları arasındaki bir çatışmadan söz etmek ne kadar mümkün? Erdoğan’ın kendi kitle desteğine dönük bir mesajı var: “Türkiye benden sorulur; tam yetki alırsam ülkeyi daha da güzel yönetirim; beni önlemek isteyen imansız, Allah’sız, zındıklara, Yahudi sermayesine, Türkiye’nin düşmanlarına kulak asmayın…” Bu mesaj, Erdoğan’ın çekirdek tabanına hitap eden bir dil, söylem ve terminoloji içinde oluşuyor;
ması ekonomide
öyle iletiliyor.
kriz
dinamiklerinin
çoğaldığı bir dönemi de beEkonomi ve dış dünya ile ilişkiler söz konusu olduğunda,
raberinde getiriyor. Önümüzdeki
bu mesajın ilkel, kaba biçimi, TÜSİAD’ın da ötesine taşan
dönem ekonominin siyaset üzerindeki ola-
büyük sermaye gruplarını da tedirgin ediyor. Bu çevreler,
sı etkilerini nasıl değerlendirmek mümkün?
Erdoğan’ın aşırılıklarından soyutlanmış, (örneğin Abdullah
2015’in ilk yarısında, sert bir krizden ziyade, ekonomik
Gül, Ali Babacan ve Kemal Derviş tarafından temsil edilen)
durgunlaşmanın küçülmeye dönüşmesi söz konusudur.
makul, normal bir sermaye iktidarını yeğliyorlar; ancak,
Bu, işsizlikte artış eğiliminin süregelmesi ve AKP iktidarı-
bunu hayata geçirmek için yapacakları etkili bir yöntemleri
nın ihsan dağıtma kaynaklarının aşınması anlamına gelir.
yok.
Ne var ki, seçim arifesinde merkezi bütçenin ve AKP’li belediyelerin harcamalarını pompalayabilecek araçlar tü-
Okur-yazar çevrelerde ise Erdoğan’ın söylemi, dili, tutar-
kenmemiştir.
sızlıkları mizah konusu oluyor; “ruh sağlığı” iddialarına dahi yol açıyor. Bana göre hafife alınmaması gerekir. Bu-
Bu nedenlerle, iktidarı sarsacak boyutta ekonomik şok-
rada “Türkiye usulü İslâmî bir faşizm” dili söz konusudur.
lar gündemde görünmüyor. Haziran 2015 sonrasında ise,
Mussolini ve Hitler’in konuşmalarını, nutuklarını, yazdıkla-
“normal” parlamenter rejim işlerse ve tek başına anaya-
rını, dönemin İtalyan ve Alman toplumlarının entelektüel
sayı değiştirmeyecek bir AKP iktidarı söz konusu olursa,
düzeyleriyle, birikimleriyle karşılaştırınız. Erdoğan ile Tür-
ekonomik ortam, etkili, radikal, sol muhalefetin yüksel-
kiye toplumunun paralel bir düzeyi arasındaki makastan
mesini kolaylaştırıcı özellikler kazanacaktır. Her şey, bu
çok farklı değildir. Erdoğan tam yetkili bir Başkan (ve kalı-
doğrultuda bir halk muhalefetinin gelişmesine; bağımsız
cı) olarak iktidara yerleşir ve Türkiye usulü İslâmî faşizme
olarak veya parlamento içinde örgütlenmesine bağlı ola-
geçişi gerçekleştirirse, üslubunu ve programını sermaye-
caktır.
nin genel talepleri doğrultusunda revizyondan geçirebilir. Burjuvazinin kozmopolit ve İslamcı; büyük ve orta halli
Seçimler içinden geçtiğimiz ve sizin İslami faşizm olarak
fraksiyonları da bu yeni Erdoğan’ı sineye çekerler; birlikte
tanımladığınız süreç açısından nasıl bir uğrak olacak?
çalışarak Türkiye ekonomisini yönetirler.
Seçimlerde AKP karşısındaki ilerici güçlerin konumu tartışılıyor. Tartışmanın öznelerinden birisi de Haziran Hare-
AKP 2001 krizi sonrasında kriz koşullarını ve küresel bü-
keti. Bildiğiniz gibi Haziran Hareketi, sandık düzleminde
yüme olanaklarını kullanarak iktidara gelmiş bir partiydi.
ilerici güçlerle dayanışma içinde olacağını açıklarken, se-
Şimdi küresel konjonktüre ekonomik açıdan ayak uydura
çimle sınırlı olmayan bir mücadeleye ihtiyaç olduğunun
15
Haziran Hareketi’nin seçimlerle ilgili tavrını ve seçimlerle sınırlı olmaya bir mücadele vurgulamasını da destekliyorum. Bu vurgulamaya, “her yerde ilerici, demokrat, sosyalist adayların desteklenmesi” çağrısı da eklendi.
altını çizerek Haziran Meclis’lerine çağrı yaptı. Siz nasıl
leri, parti ve aday destekleri dışında, seçimlerin güvenilir-
değerlendirdiniz bu tutumu?
liğini sağlayacak bir kitle çizgisi etrafında birleşebilirler.
Seçimlerin İslâmî faşizme geçişteki önemine yukarıda
“Oy hırsızlığını önleyeceğiz” sloganı etrafında toplanan ve
değindim. Haziran Hareketi’nin seçimlerle ilgili tavrını ve
örgütlenen bir Haziran Muhalefeti büyük önem taşıyabilir.
seçimlerle sınırlı olmaya bir mücadele vurgulamasını da
Örneğin, bugünden Yüksek Seçim Kurulu’nu muhatap alan
destekliyorum. Bu vurgulamaya, “her yerde ilerici, demok-
“parmak mürekkebi uygulaması” lehine bir imza kampan-
rat, sosyalist adayların desteklenmesi” çağrısı da eklendi.
yası başlatılabilir.
Yalnız, bu platforma bir eklenti yapılabileceğini düşünüyorum. Seçimler, Türkiye halkı için önem taşıyan; siyase-
Seçim kampanyalarındaki tekil ve sistematik ihlaller izlenip
te ilginin yoğunlaştığı dönemlerdir. Bu seçimlerin, AKP ve
gerekli tepkiler gösterilir. Sandıklardan başlayan, il, ilçe ve
Erdoğan için de ayrı bir önem taşıdığı; sonuçların, faşizme
yüksek seçim kurullarına kadar uzanan bir denetleme ağı
geçişte bir basmak olarak kullanılabileceği de ortadadır.
oluşturulabilir. Böylece de seçim ortamında kendiliğinden
Bütün belirtiler, seçim kampanyaları boyunca, seçimlerde
oluşan toplumsal enerjinin anlamlı bir mecraya yönelme-
ve sonuçların belirlenmesinde, ilanında seçim güvencesi-
sine; seçim hileleri yoluyla faşizme geçiş senaryolarının
nin ihlal edileceğini gösteriyor.
önlenmesine katkı yapılır; hatta seçim sonrasındaki mücadelelerin de ilk adımı atılmış olur.
Bu ortamda, Haziran Hareketi ve Türkiye’nin tüm ileri güç-
16
KÜRT SORUNU ÜZERİNE İLHAN KAMİL TURAN
Kürt emekçi halkı, Türkiye devriminin hem asli bir bileşeni hem de temel müttefikidir. Kimileri asli bileşen ve müttefikliğin ayrı şeyler olduğunu düşünebilir. Zorlanırsa, içerik olarak öyledir diyebiliriz. Ancak Türkiye devriminin ölçeğinin mevcut sınırlar dâhilinde düşünülmesi gerekliliği ve Kürt sorununun çok boyutluluğu, ezilen Kürt halkının Türkiye devriminin hem asli bir bileşeni hem de temel müttefiki olarak içsel ve esnek bir yaklaşıma dâhil edilmesini engellemez. Nihayetinde ileride gerçekleşecek olan fiili hareket, fiili durum belirleyici olacaktır. Kürt siyasi hareketi, sosyalist ve laik kökenlidir, ancak sosyalist ülkelerin çözülüşü ve dünya konjoktürünün değişimiyle birlikte tamamen ulusal bir kulvara geçmiştir. Bundan ötürü olağanın ötesinde bir çelişkili birlik yapısındadır. Kürt sorunu o denli ulusal ve ona endeksli siyasal bir bağlama angaje edilmiştir ki, çocukları ve Türkiye halklarının bütününü ekonomik, siyasal, ideolojik, kültürel boyutlarıyla ilgilendiren 4+4+4 “eğitim” konusu gündeme ilk geldiği zaman Murat Karayılan “bizi ilgilendirmiyor” diyebilmiştir. Abdullah Öcalan’ın ulus devlet ölçeğini, yani ulusal-siyasal-sınıfsal özgül devrimci ölçeği salt düşünsel bir hamle ile aşarak “ümmet birliğine” vurgu yapan açıklaması ile Selahattin Demirtaş’ın AKP’yi İslami belirlenimlerinden arındıran yaklaşımı da ayrıca anımsanabilir. Düzenin belirlenimleri ve AKP iktidarının genelde seçimlere endekslenen oyalayıcılığı bir yana, Kürt sorununun “çözüm” görünümü sunumu altındaki mevcut yönelimin Kürt ulusuna bir şeyler verdiği ve yine nispi/kısmi şeyler verebileceği açıktır ama Kürt emekçilerine sınırlı bir “kimlik özgürlüğü” dışında ne vereceği de açıktır: Her tür sömürü ve siyasal istismara açıklık. Tarihsel–ulusal nedensellikler ile iç içe olan sınıfsal nedensellikleri ve dolayısıyla birleşik olarak ele alınması gereken ulusal–toplumsal kurtuluş (siyasal-toplumsal devrim) gereklerini birbirinden ayrıştıran yaklaşım, bugün hem Kürt siyasi hareketinde hem de düzen aktörlerinde birbirinden ayrı nedenselliklere dayalı olarak egemen durumdadır. Kürt sorununda salt ulusal veya siyasal değil, sınıfsal toplumsal temellere, temel haklar bağlamı ile nihai çözüm arasındaki ilişkiye dair çözümleme (analiz, tahlil) ve gerçek çözüm önermelerinin artık bir geçerlilik kazanması gerekiyor. Bunun için sosyalist, devrimci, gerçek demokratik perspektifin devreye girmesi gerekiyor. Kürt sorununun aynı zamanda ulusal, siyasal, bölgesel, “küresel” vb. bir sorun olması onun sınıfsal-siyasal bir emekçi sorunu olduğu gerçeğini değiştiremez. Aksi yaklaşımda tarih, Kürt halkı ve Türkiye bütünü açısından yine yavaş ve bir dizi yanılsamalarla işlemeye devam edecektir. Kürt sorununun ulusal-siyasal bağlam yanı sıra emekçi dinamiği potansiyeli üzerinden bütünsel bir siyasal, toplumsal kurtuluş sistematiği üzerine oturtulması gerekiyor. Kürt insanının etnik siyasal gereksinim ve duyarlılıklarını, nesnel konum olan emekçi halk boyutuyla ayrıştırma yönünde zorlamalara girmeyen, Türk, Kürt ve etnik panoramadaki diğer bütün kimlikleri içerecek bütünleşik bir emekçi üst kimliği ve bir arada yaşam mücadelesinin başat kılınması gerekiyor. Türkiye sosyalist hareketi, önümüzdeki yeni süreçte ayırıcı sosyo psikolojik ve siyasal faktörleri bertaraf etmeye özel gayretler sarf ederek sorunu halkların kardeşliği, emekçi üst kimliği, emek ve devrim sorunu bağlamına oturtma yönünde çaba sarf etmelidir. Bu nokta atlanarak herhangi bir “toplumsal kurtuluş” perspektifi oluşturulamaz. Ah, Kürt siyasi hareketi ile Türkiye sosyalist hareketi arasındaki eşitsizlikleri sabitleyenler; sınıf mücadelesini silen “radikal demokrasi” yaklaşımına pirim verenler; ah, seçimlerde HDP’yi desteklemek için ÖDP ve Birleşik Haziran Hareketi’ne olmadık laflar eden eksen, omurga, yöntem yoksunları, bu ve benzeri temel gerekliliklere eğilip Kürt halkının gerçek, samimi dostları olabilseler, etle tırnak gibi iç içe geçmişliğin hakkını verebilseler.
17
SEÇIMLERE GIDERKEN SIYASET VE TROLLER KÜRT SORUNU, KIMLIKLER VE SOL EMİR YILDIZ
Seçimlerde özellikle solun politik tutumu üzerine tartışmalarımızı göründüğü kadarıyla uzun zaman daha yapmaya devam edeceğiz. Ne de olsa şenlik sürüyor! Geçtiğimiz hafta, partilerin aday listeleri ilan edildi. CHP için malum merak konusu, sağa yönelimin nerede duracağı oldu. AKP listelerinde parti içi ağırlıkların yansımasına bakıldı. HDP listelerinin merak konusu ise soldan katılanların listedeki sıralaması oldu. Bunlar üzerinde çok durulacak meseleler değil. Zaten gazetelerde günlerce listeler, oy potansiyeli ve dengelerin dağılımı üzerine yorumlar ayrıntılarıyla yapıldı. Ancak sol siyaset açısından üzerinden atlanmaması gereken noktalardan birisi, solun ekseninin kimlikler düzleminde anlamlandırma eğilimleridir. Tuhaf bir şekilde bu akımın dışında kalanlar, kimlikleri reddetmekle hatta sınırsız bir akılsızlıkla, milliyetçilikle suçlanmaya çalışılıyor. Şimdi, -herhalde biraz da listede yer bulabilmek için- solcu kimliğinin başına bir kimlik aidatı
18
koyan bir akıla ne denir doğrusu çok da bilmiyoruz.
de sürdürülen etnik-dini temelli boğazlaşma ve ayrışmaları körükleyen sonuçları da üretiyor.
*** *** Esas meseleye gelirsek. Kürt hareketi de özellikle 2000’li yıllarla birlikte, Kürt soKimlik temelli siyaset, 21.yüzyılda sınıfsal-toplumsal mü-
rununun çözümünü ayrı bir devlet kurma anlayışından
cadelelerinin geri çekilmesiyle birlikte öne çıktı. Toplumu,
demokratikleşme çerçevesi içinde, birlikte yaşama teme-
etnik-dinsel-kültürel aidiyetleri temelinde tanımlayan ve
linde geliştirmeye yöneldi. Kuşkusuz, burjuva demokratik
toplumsal mücadeleyi de buna indirgeyen yaklaşımlar es-
devrimin tamamlanmamış olması nedeniyle çözülmemiş
tirilen bu küresel rüzgarların etkisiyle sol içinde güçlendi.
ulusal sorunun 21.yüzyılda çözümü noktasında kimlikler ekseni bir çözüm yolunu da içeriyor. Kültürel haklar teme-
Farklılıkları öne çıkaran, mikro alanlara odaklanan bu
liyle mevcut düzen içerisinde liberal demokrasi sınırların-
yaklaşımlar giderek toplumun ortaklaştırıcı-bütünlüklü
da mümkün olan çözümünün talep edilmesi kuşkusuz ki
mücadele dinamiklerini de törpülemeye başladı. Bunun
olumsuz bir şey değildir
üzerinden geliştirilen ortaklaşma eksenleri kimliklerin birliği olarak tanımlanmaya başlandı. Bu eksende demokrasi
Ancak, meselenin giderek demokratik ulus/demokratik
ve özgürlükler de, kimliklerin varlığının keşfedilmesini de
modernite tezleri etrafında, yeni sol ve sosyalizm olarak
teşvik edecek şekilde, kimliklerin özgürleşmesinden ibaret
tanımlanma çabası oldukça sorunludur. Bu tezler özünde
görüldü.
etnik-dini kimlik farklılıklarına dayanan, mevcut baskıcı devlet sistemi karşısında demokrasi mücadelesini bununla
20.yüzyılda kapitalizmin ulus devlet formunda örgütlen-
sınırlayan özünde liberal-postmodern yeni dünya akımları-
mesinin parçası olarak geliştirilen ulusçuluğun baskıcı yan-
nın –başına radikal de koysak- bir parçasıdır.
ları karşısında onun anti-tezi olarak geliştirilen kimlikler siyaseti de son kertede kapitalizmin 21.yüzyılda sermayenin
Kürt ulusal hareketinin, müzakere süreci çerçevesinde de
yerellerle doğrudan ilişkisine dayanan sınırsız hareketiyle
güçlendirdiği, kendi çözüm yolu ve yönelimi budur. Son
uyumlu bir biçimde geliştirildi. Bu farklılıklara dayanan ta-
dönemde, özellikle HDP içirisine soldan katılan kesimler
nımlama, ulusçuluk karşısında demokratik görünse de bu-
bu tezleri 21.yüzyılın sol ve sosyalizmi olarak sunma çaba-
gün Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın pek çok yerin-
sında. Bunun da ötesinde, tüm sol hareketi bu eksene sı-
Sol siyaset açısından üzerinden atlanmaması gereken noktalardan birisi, solun ekseninin kimlikler düzleminde anlamlandırma eğilimleridir. Tuhaf bir şekilde bu akımın dışında kalanlar, kimlikleri reddetmekle hatta sınırsız bir akılsızlıkla, milliyetçilikle suçlanmaya çalışılıyor. Şimdi, -herhalde biraz da listede yer bulabilmek için- solcu kimliğinin başına bir kimlik aidatı koyan bir akıla ne denir doğrusu çok da bilmiyoruz. 19
kıştırarak bir anlamda solu bu genel çizginin parçası kılarak,
mümkün. Biraz da küstahça ve saygısızca gerçekleşen bu
kendi köklerinden ve bağımsız politika yapma iddiasından
saldırılar, -HDP ile devrimci-sosyalist çevreler arasında- bir
uzaklaştırmaya yönelik farklı biçimlerde rüzgarlar estirildiği
tür siyaset trollüğü olarak görülebilir. Can Kozanoğlu’nun,
görülüyor. Biriliri de kendi vazgeçmişliklerini saklamak için
bu kesimlerin sosyal medyadaki durumuna ilişkin aşağıdaki
sosyalist-devrimci yapıların kendilerini feshetmeleri gerekti-
tespiti, o alanla sınırlı olmayan siyaset yapma biçiminin iyi
ğini -ciddi ciddi- söyleyebiliyor! Hoş doğrusu!
bir özetidir:
Kürt hareketi ile devrimci-sosyalist hareketin ilişkisini belir-
“Şu anda Türkiye’de siyasal olarak en rahatsız olduğunuz
leyen de bu politik farklılıktır. Bu farklılıklar bir yana bıra-
insanlar kim derseniz, AK troll denen insanlardan daha faz-
kılacak olsa elbette ayrı ayrı olmaya gerek yok! Devrimci
la rahatsız olduğum, HDP’nin sosyal medyadaki aşırı sal-
siyaset, bugün HAZİRAN devrimci direnişinin büyük potan-
dırgan genç Türklerini söylerim. Sosyal ortamda böyle bir
siyeline sahip çıkarak, onu bir kurucu iradeye dönüştürme
tip var. HDP’nin çok saldırgan, küstah, genç bir Türk kesi-
mücadelesini üstlenebildiği oranda Kürt sorunuyla birlikte
mi var. Kendilerini bir yerlere kabul ettirmek için bu hale
emekçilerin ve ezilenlerin tüm sorunlarının çözümüne ger-
geliyorlar belki. Saldırganlıkları, küstahlıkları, bir yerlere
çekçi ve anlamlı bir katkı sunabilecektir. Kürt ulusal hare-
eklemlenmeye çalışırken gösterdikleri acımasızlıkları ve
ketinin içinden geçtiği müzakere sürecinde ve sonrasında
pek çoğunun temelsizliği. Yön bulamayıp da yönleri var-
yaşanan gelişmeler karşısında, içinde taşıdığı demokratik
mış gibi yapmaları. Onlardan ciddi rahatsızlık duyuyorum.”
mücadele potansiyelinin sol bir eksende güçlenmesi de ancak böyle bağımsız bir hareketin güç kazanmasının da etke-
Evet, hayata ve mücadeleye ilişkin zerre sorumluluk yüklen-
siyle mümkün olabilir.
meden sosyal medyadan büyük laflar eşliğinde devrimcilere saldıranların durumu bundan başka bir şey değil.
Ötesinde bugün yetmez ama evetçilerden İslamcılara uzanan ve solun bir kesiminin de renklendirdiği HDP’yi solun neden politik bir seçenek olarak işaret etmediği tartışmaları tüm bunlara bakılarak anlaşılabilir.
*** Güncel tartışmaların*, Kürt sorununun çözümüne yönelik farklı politikalarla ilgili olmaktan çok solun bağımsız duruşuna yönelik bir husumetten kaynaklandığını görmek
20
*Bunların kimine tartışma demenin bile doğru olmayacağını söylemek mümkün. Mesele, Politika interten sitesinde Sinan Dervişoğlu, ‘Türkiye Solunda Kürt Düşmanlığının Kökleri Kibir ve Küstahlık’ başlıklı bir yazısı var. Başlıktan da yazının içeriğini anlamak mümkün. Bu başlığa bakmayın, yazının içerisinde ‘teorik tespitler’ eşliğinde aslında neden bugün Kürt hareketinin desteklenmesi gerektiğini temellendiriyor yazar! Bunu da özellikle Devrimci Yol hareketi açısından Mahir Çayan’a dayandırıyor. Öcalan’ın Mahir Çayan atfı yapmasından esinlenmiş olmalı ki, bir dolu tefsirci gibi, o da başlıyor tefsire. Ama tefsircilikte kalmıyor, mesela Devrimci Yol’un aslında ne savunduğunu, bir güzel anlatıyor. Ne de olsa Devrimci Yolcular ne savundukları hatırlamıyor olabilir! Ama yazar incelikten de ödün vermeyip, -tüm yazısı boyunca tek doğrusunu yaparak- HDP’ye eklemlenen eski Devrimci Yolcuları parantez içine almayı unutmuyor. Parantez dışında kalanlara PKK’yi neden desteklemek gerektiğini ideolojik kökleriyle birlikte anlatıyor. İşte inciler, “DY marksizmi benimsiyordu, PKK de öyle. • DY Kürt halkının kaderini tayin hakkını hep savundu. PKK de bunun için mücadele ediyor. • DY “silahlı mücadele” konseptini neredeyse ayırt edici nokta, bir “alamet-i farika” haline getirmişti. PKK de bugün, dostun ve düşmanın kabul ettiği bir başarıyla, devlete karşı silahlı mücadele vermektedir.• DY Mahir Çayan’ın “öncü savaş” konseptini savundu.” Herhalde kimse bunlara tek tek yanıt vermemizi beklemiyordur. Birincisi zaten anladığını sandığı her şeyi yanlış anlamış, bu da yetmeyip anlamadıklarını sapla saman gibi birbirine karıştırmış. Ama yazarın asıl söylemek istediği, kim ne savunduysa, savunuyor ve savunacaksa hepsini zaten Kürt hareketi savunuyor ve yapıyor. O zaman bundan başka bir şeye neden gerek olsun ki! Kendileri öyle yapmış, herkesin de öyle yapmasını bekliyor. Bu yazıya burada atıf yapmamızın nedeni, aslında bugün teorik tartışma adı altında sola yönelik yürütülen tartışmanın seviyesinin iyi bir örneği olmasıdır. Ortalıkta sayfalarca yazılıp çizilen şeyler bundan daha ileri değil. Bir kısmı bu şekilde her şeyi çarpıtarak, sola ait olmayan fikirlere ona atfedilerek yürütülen tartışmalarla Kürt hareketi içindeki konumunu güçlendirmeye yönelen bir zavallılık aldı başını yürüdü. Solun hali bir yanıyla böyle.
DÜNYADA VE TÜRKIYE’DE BIR TÜKENIŞ ÖYKÜSÜ - 1
FED, ayda yaklaşık 85 milyar doları bulan tahvil alımını bi-
ASLI AYDIN
ABD neden faiz artırıyor sorusuna, verilecek yanıtlardan
tirdi ve kuvvetle muhtemel yıl bitmeden gerçekleştireceği faiz artırımına doğru hızlı adımlarla ilerliyor. Tahvil alımlarının sonlandığı tarihten bu yana dünya genelinde yaklaşık yüzde 20 dolayında pahalanan dolar, Türkiye başta olmak üzere Rusya, Brezilya, Meksika gibi ülkelerin para birimlerini son 12 yılın en düşük değerine getirdi.
biri kuşkusuz kapitalizmin bugünkü durgunluk evresinde potansiyel büyüme oranlarındaki düşüşün sürdürülebilir bir sistemi işaret etmemesidir. 2008 öncesi düşmeye başlayan merkez ülkelerin potansiyel büyüme hızları 2008 yılında dip noktasına ulaşmış, 2013 yılından sonra toparlanma eğilimi gösterse de 2008 öncesine göre düşük seviyesinde kalmıştır. Potansiyel büyüme hızındaki düşüş ise artık bundan böyle ülkelerin, tüm kaynaklarını ve tam kapasiteli işgücünü kullanmaları halinde bile 2008 öncesi büyüme kapasitelerine ulaşamayacaklarını ifade etmektedir. IMF kaynaklı yapılan araştırmaya göre, 2008 sonrasında kapitalizmin merkez ve çevre ülkelerinde potansiyel bü-
21
yüme daralmıştır. Daha önceki finansal krizler gibi potan-
nın bol olmayacağı bu dönemde hasara da aynı oranda
siyel üretimdeki daralma sadece düzeysel olarak gerçek-
açık olacaklardır. Bugünlerde Türkiye’ye vereceği derece-
leşmemiş, uzun vadeli büyüme oranlarında düşüşe neden
lendirme notu AKP’nin korkuyla beklediği küresel derece-
olmuştur. 2008 sonrasında önceki döneme göre görece
lendirme kuruluşu Moody’s’in raporunda da işaret ettiği
sanayisi gelişmiş ülkelerde büyüme yüzde 0,5 oranında
gibi Türkiye en kırılgan ülke konumunda yer alıyor.
azalmış, sanayisi dışa bağımlı-gelişmekte olan ülkelerde ise daralmanın boyutları yüzde 2 olarak gözlenmiştir.
Şili, Brezilya, Güney Afrika, Endonezya ve Meksika gibi benzer yapıya sahip ülkeler arasında Türkiye, bugüne
Gelecekte ise merkez ülkelerde 2008-2014 arasında po-
kadar-büyük çapta AKP döneminde- inşa edilen ekono-
tansiyel büyümenin yüzde 1,3 ortalama düzeyinden 2015-
mik yapısıyla dışa en bağımlı, küresel sermaye girişlerine
2020 döneminde yüzde 1,6’ya yavaş bir geçiş yapması
en muhtaç hale gelen ülke olarak göze çarpıyor. Türkiye
tahmin edilirken, 2008 öncesi 2,25 düzeylerine artık geri
ekonomisinin AKP eliyle getirilen son durumu itibariyle
dönüş yapma imkanlarının kalmadığı belirtilmektedir. Ge-
açıklanan 2014 yılı büyüme verisi, inşa edilen yapının en
lişmekte olan ülkelerde ise durum daha vahim bir süre-
net sonuçlarını ortaya koyuyor. Bugüne kadar bol para dö-
ci öne koyuyor; 2008-2014 arası ortalama yüzde 6,5’luk
neminde üzeri sıvayla örtülen çarpıklıklar, kaynak talanı,
potansiyel büyüme oranının 2015-2020 döneminde yüzde
üretim tahribatı, işgücü üzerindeki hasar, para bolluğu-
5,2’ye inmesi bekleniyor. Bu düşüş potansiyel büyümeye
nun bitmesi itibariyle gün yüzüne çıkıyor. 2002 sonrası
ilişkin, yani küresel çarklarda bir sorun oluşmadığı koşul-
AKP’nin ekonomik büyüme “öyküsü” büyük çapta üretici
larda tam kapasiteli büyüme imkanını varsaymaktadır. Ve
kesimlerin-tarım ve sanayi- dış dünyadan borçlanmasına
veriler, sistemin artık imkanlarının tükendiğini ortaya koy-
bağlı olarak gerçekleşti. Bu nedenle dış kaynak girişlerinin
maktadır.
durmasından en fazla bu kesimler etkilenmektedir.
Bugün ise dünya ekonomisi yeni bir sürece adım atmakta-
Milli gelir içinde yüzde 33’lük bir paya sahip sanayi sektö-
dır. Küresel piyasalarda ucuz para dönemini resmen sona
rünün 2014 yılı sonu itibariyle ortaya çıkan verileri 2015 yılı
erdirecek ve faizleri yukarı yönlü harekete geçirecek olan
ilk çeyrek görünüm ile karşılaştırıldığında sanayide önü-
ABD’den kısa vadede gelecek olan faiz artırımı, uzunca bir
müzdeki aylarda çarkların duracağı kaygısı artmaktadır.
süredir reel ekonomiyi finansal sistemin spekülatif çarkla-
Sanayideki gerilemenin nedenlerine bakıldığında, AKP’nin
rına bağlamış ve tüm ekonomik kararları parasal politika-
bugüne kadar uyguladığı “sanayisizleşme” politikaları da netleşmektedir.
TÜRKİYE NASIL BU HALE GELDİ AKP’nin iktidara geldiği dönemden bu yana iç talebe ve dış tasarruflara dayalı bir model izledi. Dış tasarruflara odaklı, dış kaynağın ülkeye faiz ve rant yoluyla çekilmesi sayesinde oluşan kredi bolluğu inşaat gibi döviz geliri yaratmayan yatırımlara dönüştü. İnşaat, sanayinin bir alt dalı olarak sanayideki büyümenin ana motoru haline getirilirken, imalat sanayi ihracat ve iç talebe dayalı olarak dönemler itibariyle değişkenlik gösterdi. lara indirgemiş küresel kapitalizmde yeni bir dönemi de beraberinde getirecektir.
Gerek sanayinin gerekse de sermaye birikiminin lokomotifi olarak AKP tarafından dizayn edilen inşaat-odaklı büyüme
22
Bu yeni dönem hangi ülkelere nasıl yansıyacak?
ve bu yapı içinde üretimin gerçekleştirildiği imalat sana-
Kuşkusuz ülkeler dışa bağımlılık derecelerine göre, para-
yiinde de dışa bağımlı yapı, Türkiye’de reel sektörü de dış
gelişmelere karşı oldukça kırılgan bir hale getirmiştir. 2008 krizinden sonra ekonominin en şiddetli daralma gösterdiği 2009 yılına bakıldığında, 2007’de yüzde 5,6’lık bir büyüme hızına sahip imalat sanayiinin 2009 yılında yüzde -7,2 oranında küçüldüğü, inşaatın ise zirve noktasını yaşa-
PARSEL PARSEL YAĞMA
dığı 2006 yılındaki yüzde 18,5’luk büyüme hızında yüzde -16’ya çakıldığı görülecektir.
Türkiye’ye 2010 yılından itibaren gelen toplam dış kaynağın yüzde 75’i portföy yatırım adı altında finansal piyasala-
Yıllar itibariyle seyri izlendiğinde, ortaya çıkan sonuç şu-
ra yönelmiştir. Geri kalan yüzde 25’i ise doğrudan yabancı
dur; üretimin gerçekleştiği reel sektörün kimyası AKP dö-
yatırımlar kalemi altında yer almıştır. Sözde bu dönem,
neminde gitgide bozulmuş, tahrip edilmiştir. Üretim alanı
finansal karların reel sanayi karlarının çok üzerine çıktığı
inşaata odaklı, gelir kazandırmayan, toplumsal refaha kat-
ve dünya genelinde 2008 krizine yol açan bu sorunun de-
kısı bir yana doğa ve yaşam alanlarının tahribatıyla bir yı-
netim altına alınmasının sistem açısından zorunlu bir ihti-
kımı getiren bir yapıya dönüştürülmüştür.
yaç olduğu dönemdi. Ancak Türkiye’de gelen dış kaynağın büyük bir kısmı yine finansal karlara, kalanı ise doğrudan
Geride kalan imalat sanayi, ithalata dayalı ara malı, ham-
yatırım olsa da borç yaratıcı alanlara yöneldi. 2010 yılın-
madde ve teknoloji ve enerjide dışa bağımlı yapısıyla
dan itibaren bakıldığında doğrudan yabancı yatırımların
taşeron üretimden öteye gidememiş, yaklaşık 8 milyon
hizmet ve inşaat alanında yoğunlaştığı, büyük bir farkla en
emekçiyi barındıran sektörde işsizlik riski her daim artmış-
fazla finansa ve sigorta faaliyetlerini tercih ettikleri veri-
tır. 2010 yılı itibariyle ABD’den küresel dünyaya enjekte
lerden görülecektir. Kısaca ülke içinde tasarruf oranı AKP
edilen trilyonlarca dolar, kapitalizmin içinde bulundu krizi
döneminde giderek eriyen Türkiye, küresel bazda yaratılan
aşmaya yönelik bir formüldü. Sermaye birikiminin yeniden
bol paralı dönemi ülke içindeki rant fırsatlarını çoğaltarak
sağlanmasına yönelik ABD’nin küresel likitideyi yüksekte
değerlendirmiştir. Küresel sermayeyi dünya ortalaması-
tutmasıyla faizlerin düşürülmesi ve bu sayede yatırımların
na göre yüksek finansal karlar ve rantlar sunarak ülkeye
finansal rantlara değil sistemi tekrar hayata döndürecek
çeken AKP iktidarı politikaları sayesinde gelen yatırımlar
ve talebi yeniden canlandıracak, istihdam yaratacak reel
teknoloji geliştiren, istihdam yaratan, döviz kazandıran ya-
yatırımlara dönüşmesi tasarlanmıştı. Ancak Türkiye’de de
tırımlar değil, özelleştirmeler ve kamusal varlıkların “parsel
gözlendiği gibi faizlerin görece bu dönem düşmesi bile
parsel” satışına gelen yatırımlar niteliğinde kalmıştır.
sermayenin üretken alanlara dönüşünü sağlayamadı.
23
2014 yılı büyüme verilerini ve ardımızda bıraktığımız 2015 yılı ilk çeyreğinin tahmin edilebilir ahvalini masaya yatırdığımızda, ortaya çıkan tablo önümüzdeki ayların epey sıkıntılı geçeceğini gösteriyor.
EN KÖTÜSÜ HENÜZ GELMEDI
2014 yılı büyüme verilerinden anladığımız kısaca şu; özel tüketim harcamalarındaki daralmaya bağlı gerileyen bir iç
Yaratılan %2,9’luk büyümenin kaynağına bakıldığında
talep, durma noktasına doğru sürüklenen yatırım ve gide-
kamu tüketimi harcamaları ve ihracattan başka bir faktör
rek gerileyen tasarruflar, bunun yanında mevcut bu düşük
göze çarpmıyor. Seçim dönemi sonrasında şayet 63. Hü-
büyümeye kaynaklık eden sanayideki durgunluk ve döviz
kümet ekonomide yapısal bir değişimi önüne koymazsa,
kurundaki yükselişle birlikte AKP için çare olmaktan gide-
2014 yılı pompalanmış kamu harcamalarını-IMF çizgisine
rek uzaklaşan inşaat.
ve mali disipline sadık kalarak-yılın son iki çeyreğinde frenlemek zorunda kalacaktır. Diğer taraftan 2015 yılı büyümesi için eldeki en güçlü silah gibi gözüken ihracattaki 2015 yılı ilk çeyrek verileri de bu silahın artık etkisini yitireceğini kanıtlıyor. Zira Türkiye İhracatçılar Meclisi verileri, Mart’ta ihracatın geçen yılın aynı ayına göre yüzde 13,4 gerilediğini ortaya koyuyor. Kısaca 2015 yılının geleceği kör bir noktaya doğru ilerliyor. 2001 yılından itibaren düşen tasarruf oranları ve son dönemlerde ciddi bir daralma yaşayan iç talep sonucu tüketim ve yatırımlarda oluşan açığı telafi etme arayışı, ekonominin dış tasarruflara giderek daha da bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. AKP iktidara geldiğinden bu yana zaten dış tasarruflara dayalı bir model izlese de, gelecek dönem ekonomi bu modelde kalırsa iç talebin daha da eridiği, bu nedenle hem
2015 yılının geleceği kör bir noktaya doğru ilerliyor. 2001 yılından itibaren düşen tasarruf oranları ve son dönemlerde ciddi bir daralma yaşayan iç talep sonucu tüketim ve yatırımlarda oluşan açığı telafi etme arayışı, ekonominin dış tasarruflara giderek daha da bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. AKP iktidara geldiğinden bu yana zaten dış tasarruflara dayalı bir model izlese de, gelecek dönem ekonomi bu modelde kalırsa iç talebin daha da eridiği, bu nedenle hem tasarruf hem de talep bakımından daha dışa bağımlı bir yapıya mahkum olan bir ekonomi karşımıza çıkacaktır. 24
tasarruf hem de talep bakımından daha dışa bağımlı bir yapıya mahkum olan bir ekonomi karşımıza çıkacaktır. Karşımıza çıkacak bu yapı, Türkiye’ye dış tasarrufları çekmek adına emek gücünü daha az maliyetli hale dönüştürmede agresifleşecektir. Küresel sermayeye yönelik Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın sunduğu raporlarda öne çıkarılan “en rekabetçi alanların” işgücü üzerinde yoğunlaşması, en yüksek çalışma saatlerinin ve en maliyetsiz işe alma-çıkarma süreçlerinin Türkiye’de yer alacağına dönük yapılan yasal çalışmaların siyasi bir propaganda eşliğinde sunulması bu agresifliğin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
‘YENI TÜRKIYE’NIN YARGISI SAVUNMANIN DIRENIŞI Av.Hayati Küçük
Çağlayan Adliyesi’nde savcının rehin alınması olayının ardından avukatlara yönelik kısıtlama ve itibarsızlaştırma çabaları, hakim ve savcıları da içerisine alarak genişliyor. İç güvenlik paketinin Meclisten geçirilmesiyle eş zamanlı olarak yargının önemli bir gücü olan ve savunmayı temsil eden avukatlara yönelik saldırılar, iktidarın genel olarak muhalefete yönelik sindirme ve bastırma politikalarının yeni bir adımını oluşturuyor. Muhalif kesimlerin her türlü baskı yöntemiyle susturulmaya, sindirilmeye çalışılmasının arkasında, AKP iktidarının toplumsal dönüşüm için gereken son hamlenin atılabilmesi için uygun ortamın sağlanması yatıyor. 2010 Anayasa Referandumu’nun ardından, Anayasa’da yapılan değişikliklerle, siyasi iktidar anayasal kurumların yapısını ve işleyişini değiştirme olanağına sahip oldu. Üst yargı organları yeniden dizayn edildi ve yeni üyeler görevlendirildi. “Yeni Türkiye” olarak adlandırdıkları düzenin kurulması yolunda, anayasal kurum ve kurallar, Anayasa’ya rağmen değişmiş durumda. Anayasa bir metin olarak, siyasi iktidar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Artık Cumhurbaşkanı’ndan AKP’nin her türden temsilcisine kadar ağız birliği halinde Anayasa’yı tanımadıklarını ilan eden bir yapı söz konusu. Tarih, Türkiye’nin içerisinden geçtiği süreci muhtemeldir ki Anayasa’nın rafa kaldırıldığı dönem olarak adlandıracak.“Yeni Türkiye” Anayasası
25
Altı boşaltılmış bir Anayasa’nın tamamen değiştirilerek ku-
müzdeki seçimlerde değişmesi de beklenmiyor. Tayyip Er-
rum ve kuralların yeniden belirlenebilmesi, ülkedeki güç-
doğan bile 400 milletvekili söylemini revize etmiş durumda.
ler dengesinin egemenler lehine değişmesini ve toplumun
Özellikle 2010 Referandumu sonrasında, kurum ve kurallarıy-
“ikna” edilmesi sürecinin tamamlanmasını gerektiriyor. Bu-
la bütün bir hukuk sisteminin alt üst edilmesi süreci, toplum-
gün AKP iktidarı tarafından istenilen boyutta bir Anayasa de-
sal tepkilerin en sert bir şekilde bastırılmasını gerektirmişti.
ğişikliğinin toplumsal uzlaşma ile ortaya çıkartılması olanağı
Egemen güçler, Anayasa’yı başkanlık sistemini de içerecek
bulunmuyor. Nitekim tarihte de anayasaların yapılması ya da
şekilde değiştirebilmek için, muhalefeti daha da derinleşen
köklü değişikliklere uğratılması ya olağanüstü süreçlerin so-
baskı yöntemleriyle susturma, savunmasız bırakma; yargı
nunda gerçekleşmiş ya anayasayı kendi çıkarlarına göre di-
yollarını kapatma ve giderek devletin kurumsal işleyişinde
lediği gibi yapmak isteyen egemen güçlerin, diğer kesimleri
kaos yaratacak adımlar atma çabası içerisindedir. Özellikle
susturduğu, sindirdiği koşullarda zor yöntemleriyle olmuştur.
yargı alanında yaratılacak bir kaos ile diğer partilerin ve top-
Bu değişikliklerin halka onaylatılması süreçleri de -12 Eylül
lumun Anayasa değişikliğine zorlanması, “ikna edilmesi” ge-
döneminde olduğu gibi- zorlama ortamının devamı şeklinde
rekecek. Yürürlükte olan Anayasa’ya, hukukun genel kural ve
gerçekleşmiş ya da -2010 yılında olduğu gibi- algı yönetimiy-
ilkelerine, uluslar arası sözleşmelerle güvence altına alınmış
le toplumun desteği sağlanmıştır.
insan haklarına aykırı iç güvenlik düzenlemesi “Yeni Türkiye”nin kuruluş sürecinin tamamlanmasında önemli bir kilometre
Bugün, Anayasa’nın gerektirdiği kurum ve kuralları, Anaya-
taşı olarak görülmelidir.
sa’da belirlenmiş anlam ve içeriğin dışında yeniden tanımlamış olan iktidar güçleri, Anayasa’nın bir metin olarak de-
Avukatlara yönelik saldırılar da toplumun en diri güçlerin-
ğiştirilmesine yönelik gücü tam olarak elde edebilmiş değil.
den birini oluşturan savunmanın dağıtılması, baroların par-
Anayasal kurum ve kuralların iktidar eliyle değiştirildiği ancak
çalanması, toplumsal muhalefetin hukuki koruma zırhının
Anayasa’nın değiştirilemediği bir denge söz konusu.
zayıflatması amacını taşıyor. Önümüzdeki süreç, iktidarın bu saldırılarına karşı, hukukçuların ve diğer tüm ezilen güçlerin
Bu dengeyi iktidar lehine bozacak Meclis aritmetiğinin, önü-
26
yükselen mücadelesiyle şekillenecektir.
MUTFAKTA BİRİ Mİ VAR? Redaksiyon Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi
“Türkiye’deki ev işçileri artık sendika kurabilecek ve sendikaya üye olabilecek.” Bu cümleyi geçen hafta haberlerde okuduk. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2011 yılında 150 bin kişinin ev işçisi olarak çalıştığı -ki gerçek sayının daha fazla olduğu ihtimalinin yüksek olduğu- bilindiği halde bu cümleyi yeni okuduk. Elbette bu bir mücadelenin sonucu: Ev işçilerinin sendikalaşma mücadelesi. 2009 yılında bir grup ev işçisinin toplantıları ile başlayan, dernek girişimi olarak süren örgütlenme 2012 yılında sendika kurulmasına karar verdi. Ev İşçileri Dayanışma Sendikası (EVİDSEN) bu kararın ışığında 2011 yılında resmi olarak kuruldu; fakat daha sonra mahkeme kararı ile kapatıldı. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de ev işçilerinin sendika kuramayacağına dair karar vermişti. Şimdi Yargıtay bu kararından dönerek 9 Nisan 2015 tarihinde ev içilerinin sendika kurabileceğne dair karar aldı. ILO’nun 2013 rporuna göre dünyada 52 milyon ev işçisi varken; Türkiye’deki ev işçilerinin sayısı yukarıda da yazan sayıları aşıyor. Dünyadaki ev işçilerinin sadece %10’u güvence kapsamındayken Türkiye’deki 150 bin ev işçisinin de %97’si kayıtdışı, güvencesiz çalışıyor… Ve ev işçilerinin %90’ından fazlasını kadınlar oluşturuyor. 4857 sayılı İş Kanunu “kısmi süreli” çalışmaları yasal olarak düzenliyor. Bu kanuna göre gündelik olarak çalışan bir ev işçisinin de sigortasının yapılması yasa gereği idi. Sayılar ortada, henüz kaç kadının ev işçisi olarak çalışığına dair bilgiye bile sahip değilken ve bildiklerimizin sadece %3’ü güvenceli iken bu konuda yasal düzenlemelerin getiriliyor oluşunun ya da denetimlerin yapılıyor oluşunun yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Bu konuda kapsamlı bir çalışma yapılmaması, sosyal güvenlik sisteminin bugüne kadar ev işçileri için uygulanmamış olması, ev işçilerinin örgütlenmesi önündeki engeller ve bununla birlikte ev işçilerinin haklarından, iş verenlerin yükümlülüklerinden haberdar olmamaları ve sigortalama prosedürünün hem işçi hem işveren için zor olması bu duruma sebep…
27
Fakat şimdi daha da geri bir durumla karşı karşıya ev işçileri! 1 Nisan’da yürürlüğe giren Torba yasa bu konuda hukuki düzenlemeler içeriyor. İmece Ev İşçileri Sendikası, torba yasanın ev işçilerinin durumlarını daha geri bir noktaya çektiğine dair açıklamasında, ev işçilerinin 5510 sayılı iş kanununa tabi olmak istediklerini belirtirlirkenken yasada geçen 10 günden az ve 10 günden fazla çalışan ev işçileri arasındaki ayrımın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ifade ediyor. Buna göre bir ev işçisi aynı işverende bir ay içinde 10 günden az çalışıyorsa, ücretlerinin yüzde 2’si meslek hastalığı ve iş güvenliği primi olarak kesilecek. İşverenlerse 10 günden az süreliğine çalıştırdıkları ev işçilerini Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirmeden ve sigorta yapmadan çalıştırabilecek. Kısacası 10 günden az çalışan ev emekçilerinin sigorta hakları ellerinden alınıyor. 10 günden fazla
EVİD-SEN’ni verilerine göre 2012 yılında 51 ev işçisi kadın “iş cinayeti”nde hayatını kaybetmiş, 400 ev işçisi kadın taciz ve tecavüze uğramış, 3 bin ev işçisi kadın iş kazası geçirmiş… Ev işinde meydana gelebilecek güvenlik ve sağlık risklerine ve meslek hastalıklarına karşı ev işçilerini koruyacak herhangi bir düzenleme söz konusu değil.
çalışan ev işçisi ise sağlık sigortası ve malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları, analık primi gibi haklardan yararlanıyor. İşveren, ev işçisinin maaşına ek olarak yüzde 14’lük sigorta primi yatırıyor. Kayıtdışılık ve güvencesizlik en temel sorunken bu sorunun yol açtıklarına da bakmak gerek. İş güvenliği ve sağlığından mahrum olma… Kayıtdışı çalışan işçinin zaten sosyal güvenlik kapsamı dışında olmasını ve sağlık sigortasından
şiddete, tacize, tecavüze uğrayan ev işçilerinin buna diren-
mahrum olmasını getiriken ev işinde sağlık ve güvenlik
me mekanizmaları çalışma koşulları sebebiyle ile bir kez
risklerine karşı da korunmasız kalıyor ev işçileri. EVİD-
daha kapanıyor demek yanlış bir yorum olmayacaktır.
SEN’ni verilerine göre 2012 yılında 51 ev işçisi kadın “iş cinayeti”nde hayatını kaybetmiş, 400 ev işçisi kadın taciz ve
Elbette güvencesizliğin, esnek ve eğreti istihdam deni-
tecavüze uğramış, 3 bin ev işçisi kadın iş kazası geçirmiş…
len istihdam biçimlerinin somut bir örenği olan ev işçiliği
Ev işinde meydana gelebilecek güvenlik ve sağlık riskle-
eğreti istihdamın getirdiği 5 ögeyi de taşımakta: Gelecek
rine ve meslek hastalıklarına karşı ev işçilerini koruyacak
kaygısı ve belirsizliğin devamı, sağlıksız çalışma koşulları,
herhangi bir düzenleme söz konusu değil. Bu kazalar ve
alternatifsizlik, yoksulluğun devamı ve örgütlenmeye im-
risklerin ne oldığu, bunlara dair alınacak önlemler, işçinin
kan vermeme… Gelecek kaygısı ve belirsizliğin devamı ise
ve iş verenin eğitimi gibi uygulamalar söz konusu değil…
çok açık: Gündelik çalışan ev işçilerinin sadece işverenin
Dolayısıyla bu noktada meydana gelen sorunlar karşısında
ihtiyacı olduğunda çalışma şansı bulabilirken çocuk bakımı
ev işçisinin herhangi bir tazminat hakkı da yok… Meslek
için çalışan kadınların çocuk kreşe ya da okula başlayana
hastalıklarına dair tanım, önlem ya da kayıpların tazmin
kadar; yaşlı/hasta bakımı için çalışanların yaşlı/hasta haya-
edilmesi genel olarak bir sorun iken ev işçilerinin meslek
tını kaybedene kadar işleri olabiliyor. Ve elbette bu alan-
hastalıkların tanımlanması, önlenmesi imkansızlaşıyor…
da sıklıkla göçmen kadın emeğinden faydalanılması da ayrı bir sorun başlığı… Göçmen kadınların izinsiz ikamet
28
Neler olabilir bu hastalıklar? Bel-boyun fıtığı, astım, kas
ve çalışma durumları sınırdışı edilme riski ile birlikte daha
yırtılmaları, alerji, strese bağlı hastalıklar… EVİD-SEN veri-
da ağırlaşıyor ve bu noktada ajanslara, bulundukları evlere
lerinde 2012 yılında 400 ev işçisi kadının iş yerinde taciz ve
bağımlı kalmaları, beslenme, barınma koşullarının yeter-
tecavüze uğradığı ortaya koyuluyor. Bu sayıların gerçeğin
sizliği, iş yüklerinin ağırlaşması, ücretlerinin düşük olma-
çok altında olduğu ortada. Türkiye’de tacize, tecavüze, şid-
sı, psikolojk ve cinsel tacize uğrama ihtimallerinin artması
dete direnirken başvuracakları mekanizmalar devlet tara-
göçmen ev işçileri meselesini ayrıca tartışmayı gerektiri-
fından sağlanmamış ve yok edilmişken, yargı da toplum da
yor.Ev işçileri örgütlenmeye imkan vermeyen çalışma ko-
tecavüzcüyü değil kadını yargılarken; iş vereni tarafından
şullarına rağmen br araya geliyor, örgütleniyorlar.
TOPLUMSAL ŞIDDET VE FUTBOL ŞIDDETI BAŞKA BIR FUTBOL MÜMKÜN VAMOS BİEN
6222, Passolig, e-bilet methiyeleri düzüle dururken, 4 Nisan 2015 akşamı Fenerbahçe takım otobüsü maç sonrası Rize’den Trabzon’daki hava alanına giderken silahlı saldırıya uğradı. Saldırının bir viyadükte gerçekleşmesi ve sadece şoför Ufuk Kıran hedef alınarak ateş edilmesi, bunun ufak çaplı bir katliam ya da bir öldürme girişimi olduğunun kayda değer bir göstergesi aslında. Esasında bu memlekette uzun süredir sıkı fıkı bir hısım-akraba ilişkimiz var öl(dürül) mekle aramızda. Azınlıktık, öldük; muhaliftik, öldük; kadındık, öldük; eşcinseldik, öldük; şarkı söyledik, sürgünde öldük; göçmendik, karakolda dayaktan öldük; işçiydik, madende öldük; ekmek almaya giderken öldük; “arkadaşlarımız” dövdü, öldük. Muhtemelen bu kadar çok ölme ve öldürme Hemingway’e bile illallah dedirtirdi de biz daha bitiremedik ölmeyi; şimdi bir de taraftarken ölüyoruz. Belirtmekte yarar var: Fenerbahçe’ye sıkılan her kurşunda, biz kulübün üyesiyiz diyenler değil; biz Fenerbahçe’yiz diyenler ölür. Sözün doğrusu, ilk olarak, diyoruz ki futbolda şiddetin varlığı, toplumsal şiddetin varoluşunun bir yansımasıdır, ve toplumsal şiddetten bağımsız olarak futbol/spor özelinde tek ideali “şiddet saçan” taraftarı kontrol altında tutmak olan güvenlikçi ya-
29
formayı imzalamayan adam ve onun üyeleri mi Fenerbahçe’ye edilen ateşin karşısında duracaktır? Son olarak, her otoriter-faşist-güvenlikçi uygulamanın temel bir karakteristiği ola geldiği üzere, şiddeti sadece şiddetin özneleri yaratır anlayışı, bu sorun içinde işaret edilmesi gereken bir nokta. Sahada, soyunma odasında birbirine küfreden, birbirini döven sporcular, teknik direktörler; mafyatik başkanların, yöneticilerin yaptığı nefret söylemi dolu açıklamalar, aynı doğrultudaki seviyesiz dil; tribünde yaşanan şiddet ile ilgisini bile bırakalım, şiddet muamelesi bile görmezken; her fırsatta taraftarın, tribünden olanların ritüellerini zapt etme çabaları saların ve Passolig’in dayatılması otoriter kafaların bir ürü-
karşımıza bir şiddet önleme yöntemi olarak sunuluyor.
nüdür. Son yaşanan olayın da gösterdiği üzere, spora dair
Taraftarlar şiddetin sebebi değildir, ama onları tepeden
şiddetin sadece stadyum ve çevresinde değil; hayatın her
inmeci bir anlayışla şiddetin kaynağı olarak yargılayan ku-
alanında karşımıza çıkabilir olmasının, aynı güruha “yasa-
lüplerin, medyanın, sporcuların, teknik direktörlerin şidde-
ların daha çok güçlendirilmesi” dersini vermesine de şa-
tin yaratıcıları olmaları kuvvetle muhtemeldir. Fenerbahçe
şırmamak gerek. Üstüne bir de bu kafaların ellerinde pat-
otobüsüne edilen ateş herhangi bir Trabzonspor taraftarı
layan “güvenlik” sevdasının peşi sıra gelen “taştır o, taş”
ya da herhangi bir taraftar tarafından değil; “Kurtlar Va-
veyahut “arkadaşları dövdü” söylemleri, hem izansızlığın
disi” aklıyla kulüp yönettiğini varsayan şahıslar tarafından
ete kemiğe bürünmüş hâli hem de bizim şiddetin kayna-
edilmiştir.
ğına dair inancımızın ne kadar haklı olduğunun bir kanıtı aslında.
Sonuç niyetine, önce kendimize: Taraftarlık kavramının içerisindeki hızla değişen “kulüp” tanımı ve artık içinde
İkincisi, şunu da sormak gerek: tribünde yaşanan şiddet,
barındırdığı kurumsallaşma, reklam, pazarlama olgular
örneğin kadınların maruz bırakıldığı şiddetin yanında hem
arasında, tribünden olanların öznel kararlar alabilen, ku-
istatistikî hem de manevî anlamda bir hiçken, neden tribün
lüplerden bağımsız ve örgütlü taraftar kültürünü yerleştir-
şiddeti bu denli göz önünde tutulmaktadır? Sorunun ceva-
mek için çalışması gerekmektedir.
bını hepimiz biliyoruz aslında: futbolun endüstriyel anlamda piyasanın bir nesnesi olarak algılanması ve buna bağlı
Kulüplere, TFF’ye, medyaya, devlete: Şiddeti taraftar ya-
olarak yaratılmaya çalışılan seyirci-müşteri profili. Bu seyir-
ratmaz. 6222, Passolig, e-bilet gibi güvenlikçi uygulama-
ci-müşteriden, stadyumun otoparkını kullanmaları, belirgin
lar, endüstriyel futbola bir omuz verme olarak tribünden
bir “müşteri çekme” yöntemi olarak her sezon farklı dene-
olanların uzaklaştırılması çabasından başka bir şey değil-
melerle ve çeşitlerle üretilen lisanlı formaları ve kulübün
dir. Fenerbahçe’ye sıkılan kurşunda gördük ki bu yasaların,
diğer ürünlerini satın almaları, kulübün gsm hattını kullan-
uygulamaların herhangi bir selameti yok. Kısaca, sahada-
maları, stadyumda isimlerine kaydedilmiş koltuklara otur-
ki, protokoldeki, soyunma odasındaki, medyanın dilindeki
maları, meşale yakmamaları, sahaya konfeti atmamaları vs.
şiddeti bitirmeye meyil ettiğinizde, şiddet dediğiniz şeyin
istenmektedir. Bir anlamda kulübünüz için yalnızca lisanslı
yok olduğunu ve şu an onun, sizin var oluşunuzun bir par-
ürün tükettiğiniz ve ondan size bir hizmet olarak yıldız fut-
çası olduğunu anlayacaksınız.
bolcu, şampiyonluk vs. sunmasını beklediğiniz sürece siz bir taraftarsınız. Bu noktada, Fenerbahçe’nin maruz kaldığı
Muhtemelen biz bunları pek çok kez daha söyleyeceğiz,
silahlı saldırı, hem “müşterileştirme” çalıştırmaları hem de
anlatacağız, bağıracağız ama birileri hiç duymayacak. Ol-
Passolig gibi yöntemlerle, tribün ve Fenerbahçe kültürünü
sun, biz gene de söylemeye devam edelim ki başka bir fut-
yaşamaya/yaşatmaya çalışan taraftarın uzaklaştırılması-
bolun da, başka bir dünyanın da imkânı her daim içimizde
nın, onun yerine “üye” kavramının monte edilmesinin bir
bir yerlerde canlı kalabilsin.
sonucudur. Sormak gerek: üzerinde Fenerbahçe formasıyla sokakta top koşturan çocuk mu, yoksa “çakma” diye o
30
31
BETON MEZERLAR İDEM ERMAN
Bir delikanlının mezarı, beton dökülerek koruma altına alındı. Ailesi döktü betonu. Zaten daha bir hafta kadar önce oğullarının kurşunlarla delik deşik olmuş cesedini almışlar, köylerine getirmişler ve izansızlar, ahlaksızlar ve vicdansızlar köyün mezarlığına gömmelerine izin vermedikleri için evlerinin bahçesine gömmüşlerdi. Evleri kurşunlandı, resmi sivil faşistlerin tehditleri havalarda uçuştu. Şimdi de, ancak gözü dönmüş manyaklar diye tanımlayabildiğim yaratıklar, ölü bir çocuğun bedenini yattığı yerden çıkarıp paralamasınlar, bir yerlere atmasınlar, sokaklarda sürüklemesinler diye beton döktüler mezarına, leş yiyicilere teslim etmediler. Aynı olayda ölen diğer delikanlının ailesi, büyük şehirde olduğundan, bir mezarlığa gömülebildi. Oğullarını, arkadaşlarına, yoldaşlarına emanet edilebildiler… Şafak ile Bahtiyar’dan söz ediyorum… Şafak ile Bahtiyar’ın eylemlerini beğenirsiniz beğenmezsiniz, faydalı bulursunuz bulmazsınız, –ki bu konuda biraz kafanız açılsın istiyorsanız sevgili arkadaşım, Ayşe Düzkan’ın sendika org.da 9 Nisan 2015’ günü yayımlanan “mesele çağlayan değil, gayet iyi anladın…” başlıklı yazısını okumanızı hararetle öneririm, o bağlamda onun sözünün üstüne ekleyebileceğim tek bir söz bile yok- ama şöyle bir yanı var; hepimizin istediğine hiç kuşku duymadığım bir şeyi, farklı bir yöntemle istediler. “Berkin’in katillerini teslim edin” dediler. Berkin, polislerce gaz fişeğiyle kafasından vurulalı iki yıla yaklaşıyor, aylarca ko-
32
mada kalıp 16 kiloya düşüp ölmesinin üzerinden bir yıldan
Hoş, düşünüyorum da, hani bütün o ilerlemeler sağlan-
fazla zaman geçti. Hepiniz biliyorsunuz. Çünkü ölüm yıl-
mış, katiller mahkemeye çıkarılmış olsaydı ne olacaktı ki?
dönümünde sosyal medya hesaplarınızdan bol bol anma
Gözümüzün önünde vurulan Ethem’in katiline, öldüresiyle
mesajı attınız. Kiminiz Okmeydanı’na, mezarlığa anma tö-
dövülürken kameraların kaydettiği görüntülerini defalarca
renine gitti, çoğunuzun ise her zamanki gibi gayet makul
izleyip, kim olduklarını istisnasız herkesin çok iyi bildiği Ali
mazeretleri vardı, ama anmadan da geçmek istemediniz,
İsmail’in katillerine ne olduysa o olacaktı büyük ihtimalle.
özenle yazıp mesajlarınızı, attınız.
İşte Abdocan’ın duruşmaları ortada, Ahmet Atakan’ın bir dosyası var mı onu bile bilmiyoruz. Ayvalıtaş ailesi her du-
Siz de biliyorsunuz ki, Berkin’in öldüren gaz tüfeğinin te-
ruşmada şiddete, hakarete uğruyor. Hasan Ferit Gedik’in
tiğini çekenlerin kim olduklarını biliyorlar. Emniyet zaten
katilleri arkalarına devletin polisini, savcısını, hakimini fa-
biliyor, rehin alınan savcı da biliyordu, ondan öncekiler de.
lan alıp herkese utanmadan küfür kafir ayar veriyorlar. Her
Her ne kadar titrek sesleriyle televizyonlarda “şehit sav-
duruşmada gaz, dayak, şiddet, rezillik…
cımız bu dosyada en fazla ilerlemeyi kaydetmiş kişiydi” deseler de birileri, olayı “karanlık güç odaklarının ilerleme
Berkin’e gelince;
kaydeden savcıyı ortadan kaldırmak için kurdukları komp-
Sosyal medyacılardan başlayarak sorayım; Hiç düşündü-
lo” olarak tanımlamakta ısrar etseler de öyle olmadığını da
nüz mü, gazeteci Elif Ilgaz’ın Berkin’in ölümünden beri bı-
biliyoruz. Çünkü BirGün’den Ayça Söylemez, “acaba ger-
kıp usanmadan, yılmadan her gün attığı –“Berkin vurulalı
çekten öyle mi?” diye merak edip avukatlarla konuştu, bir
…. gün oldu, katilleri hala yakalanmadı”- tweetini her gün
arpa boyu yol gidilmediğini böylece öğrenmiş olduk. Çün-
topluca, binlerce retweet etseydiniz ya da, her gün belli
kü gün boyu kimseye bir şey olmasın diye uğraşıp didinen
bir saatte hashtag’li bir kampanyaya dönüştürseydiniz ve
Sami Elvan’ın ağzından da böyle bir cümle hiç dökülme-
bundan hiç sıkılmasaydınız, bıkmasaydınız, yılmasaydınız
mişti zaten. Sonra Gülsüm ve Sami Elvan’ın herkese ama
acaba bir şeyler değişir miydi?
istisnasız herkese “artık sesinizi kesin” dedikleri o kurşun gibi ağır yazıda da söz edilmedi bundan. Ortada ilerleme
Acaba Berkin için yapılan onca eyleme gerçekten katılsay-
sağlamakta olan bir savcı yoktu zira, dosyada “dostlar
dınız, bir şeyler değişir miydi? Acaba binler, on binler olup
alışverişte görsün” kabilinden ufak tefek hareketler vardı
Adliye’nin, Emniyet müdürlüğünün önüne yığılsaydınız ve
sadece…
Berkin’in katillerini isteseydiniz, bir şeyler değişir miydi? Bilmiyoruz, çünkü bunların hiç birini denemedik, denemediniz.. Ama, Şafak ile Bahtiyar bir şey denediler. Onaylarsınız onaylamazsınız, beğenirsiniz beğenmezsiniz, bir şey denediler. En dar, en sisteme yontar anlamıyla bile adaletin “a”sının yanından geçmediği bir adalet sistemini, her gün bıkıp usanmadan yakındığımız o rezil, aşağılık, iler tutar yanı kalmamış, sıkıyönetim dönemlerinin bile fersah fersah gerisine düşmüş, hiçbir inandırıcılığı, saygınlığı kalmamış, bir sistemi bir de “böyle” teşhir etmeyi denediler. Berkin’in dosyasına bakan avukatların o savcının kapısını aşındırdıklarına hiç kuşkum yok. Ailenin çabası, uğraşı, verdiği mücadele hepimizin gözünün önünde yaşanıyor. Gezi’de ölen çocukların ailelerinin verdiği mücadelenin tanıklarıyız. Ama gerçekten hepimizin içini soğutan, “işte bakın, oh be, bu da oldu” dedirten bir sonuçla karşılaştınız mı?
33
Görüntülerde o kapıdan içeri girdikten sonra buluşan iki
ğunu zaten hepiniz biliyorsunuz.
delikanlıya bakıyorum, müthiş sakin, sohbet ede ede ilerliyorlar. Oysa ikisi de muhtemelen o geceden sağ çıkmaya-
Bir şey daha söyleyeyim size, bu ülkede yeni doğan ço-
caklarını, ertesi günün sabahını göremeyeceklerini biliyor-
cukların isimlerine dikkat ediyor musunuz? Geçenlerde bir
lar. Bu bilme hali, ölüme müthiş bir sükunetle ilerleyen o iki
Berkin doğdu, bir Ali doğdu, bir Ethem doğdu… Emin olun,
çocuğun kararlılığı dokunuyor bana en çok. Bu çocuklar,
Şafak ile Bahtiyar da doğacak… türküler onlar için de yakı-
ertesi gün, -bir iki muhalif dışında- tekmil medya ve tekmil
lacak inanın.Çünkü onlar, “kör bir terör eylemi” yapmadılar.
erkan tarafından “terörist” ilan edileceklerini de biliyorlardı
Çünkü onlar insanın insan olduğu günden beri peşinde
muhtemelen. Edildiler de zaten.
olduğu bir şeyi istediler, Yalnızca adalet istediler ve bunun için canlarını feda ettiler. Bunu hiç unutmayanlar mutlaka
Şafak ile Bahtiyar Annesinin sözleriyle henüz 13,5 yaşın-
çıkacak, size söyleyeyim!
dayken hedef gözetilerek kafasından vurulan ve komadayken 14 yaşını doldurup 15’ine bastıktan kısa bir süre
NOT: Bana sorarsanız eğer; rehin alınarak yapılmış bir
sonra ölen bir çocuğun katillerinden başka bir şey isteme-
eylemin olumlu sonuç vereceğine inanmıyorum. Tarih,
diler. Bu ülkede başkaldırmışlara, ezilen kim varsa herkese
genellikle tersine sonuç verdiğini gösterdi çünkü. Bütün
hiç nasip olmamış bir şeyi, “adaletin tecellisi”ni istediler.
canlıların hayatlarının kutsallığına, yaşama hakkına yü-
Arkasında ne ararsanız arayın. Bundan daha meşru bir ta-
rekten inanıyorum. Yığınların mücadelesinin geçerliliğine
lep yoktur. Bundan daha haklı bir talep yoktur ve belki de
içtenlikle inanıyorum. Ancak ilk gençliğimden beri gelecek
uğruna bundan daha ölünesi bir amaç da yoktur.
hayalim sorulduğunda verdiğim tek bir cevap oldu: “Savaş bittiğinde bir şafak vakti, kir pas içinde, yorgun argın,
34
Şimdi aynı oportünist tavırla “Az daha sabredilseydi Ber-
ama artık tek bir çocuğun bile aç uyumayacağını bilmenin
kin’in katilleri bulunacaktı, şimdi hiç çıkmayacak ortaya”
huzuru içinde bir kamyonun kasasında yoldaşlarımla bir-
diyorsunuz ya, doğruyu söylemiyorsunuz. Çıkacak gibi
likte Boğaz Köprüsünden geçerken denizin kokusunu içi-
olsaydı eğer, o savcıdan çoktan alınırdı o dosya ve siz de
me çekmek…tüfeğimin namlusundaki kır çiçekleriyle…” Bu
gazetelerde küçük bir haber olarak okurdunuz belki. Twit-
yüzden adalet peşinde rehin aldıkları Savcı Selim Kiraz ile
ter’dan, Facebook’tan
öğrenir, hayıflanır, söylenirdiniz.
birlikte devlet tarafından 180 mermi ile delik deşik edilmiş
“Ya hiç öyle olur mu, muazzam bir miting düzenler, kapıya
o iki çocuğun dik duruşları karşısında ancak saygı ve mu-
dayanır, alırdık Berkin’in katillerini” diyebiliyor musunuz?
habbetle eğiliyorum…
Diyemiyorsunuz… Üstelik Berkin’in asıl katilinin kim oldu-
GENÇLIK VE EMEK HAREKETI OSMAN ÇAĞRI ŞAHIN Türkiye’de gençlik üzerine yapılan değerlendirmelerin başlangıcı genellikle 1968’lere dayanır. Değerlendirmelerin dayanak noktasının 68 kuşağı Türkiye’de gençlik üzerine yapılan değerlendirmelerin başlangıcı genellikle 1968’lere dayanır. Değerlendirmelerin dayanak noktasının 68 kuşağı olması çok doğaldır. Söz konusu dönem, sadece kitlesel gençlik hareketlerini ortaya çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda da ilerici, devrimci değişim talepleriyle güçlü bir biçimde uzun yıllar gündemin belirleyicisi olmuştur. Kısacası 68 kuşağı, bugünün politik dilini, kültürünü oluşturmada başlıca etken olmuştur. Bugün toplumsal muhalefet alanlarına dönük değerlendirmelerde gençlik üzerine söylenen sözler hep o yıllara atıflarla doludur. Bilinen bir şey vardır ki, gençlik, politika ve muhalefet alanlarının ilişkisi ülke siyasetinin gidişatında her dönem önem teşkil etmiştir.Gençlik toplumun başka kesimlerine nazaran mevcut toplumsal düzen karşısında hızlıca eleştirel bir pozisyon alabilmektedir. Gençliğin son örneğini Haziran direnişinde gördüğümüz heyecan, yenilik,dinamizm,ilericilik,özgürlükçülük,isyankârlık, inatçılık,kararlılık,ataklık gibi özellikleri vardır. Gençlik bu özellikleri ile toplumsal muhalefetin her alanına 68’den Haziran’a tazeleştirici,yenileyici, ilerletici,devrimci bir rol üstlenerek katkı yapar.Yalnız şunu belirtmekte fayda var ki gençlik üzerine yapılan değerlendirmelerin, yazı-çizilerin çoğunluğu öğrenci hareketlerine dönük olmuştur. Değerlendirmelerin bu yöne yoğunlaşmasında geçmişten bugüne önemli bedeller ödenilerek yürütülen öğrenci-gençlik mücadelesinin payı büyüktür. Lakin bugün gençlik mücadelesini salt öğrenci muhalefetiyle sınırlayan, onunla yetinen bir bakış açısına sahip olamayız.
35
ması ve genç kadroların geri planda bırakılması. İkincisi ise kendisini tekrar eden muhteva ve eylem tarzıyla fikri yaşlanma. Bu yaşlanma halinin sendikal alana yansıması örgütsel mekanizmalarındaki hantallıktan tutunda, dar grupçu,toplumsal hareketlerden izole,kısa vadeli politika belirleme faydacılığına kadar gidip,siyaset indirgemeci bir hal alıyor. Alanın yeni ihtiyaçlarına dair politika üretmekten uzak bir KESK yapısı var. Oysa ki gençler kamudaki istihdam biçimlerinin değişimiyle önümüzdeki dönemde sendikaların edinmesi gereken yeni bir misyon olması gerektiğinin,dolayısıyla yakın zamanda sadece kamu emekçilerinin örgütü olarak kalmanın mümkün olmayacağının farkında. Bu farkındalığı arayışlarıyla göstermeye çalışıyorlar. Sanayi devrimiyle birlikte makineleşmenin artmasıyla gençler;18 yaşında fabrika ve şirketlerde işçi olarak, kent-
Giriş kısmında uzun sayılabilecek bir gençlik analizi yap-
leşmenin ve lisans eğitimin yaygınlaşmasıyla 23-24 yaş-
mamın sebebi,gençliğe atfedilen
larında değişen statülerle (4 A/B/C- kadrolu,sözleşme-
68’den sonra yeniden Haziran direnişiyle yeşermesidir.
li,ücretli,taşeron -vb.) kamu ya da özel şirketlerin hizmet
Aynı zamanda gençliğin toplumsal mücadelesinin öğrenci
sektörlerinde hayata tutunmaya çalışmaktadır. (Çocuk işçi-
muhalefetinin dışında da var olmasının işaretleri belirmek-
lerde cabası.)Bunların hiçbirine erişemeyen işsiz gençlerin
tedir. Genç emeğinin örgütlü yapılar içerisine taşınması-
sayısı ise gün geçtikçe artmaktadır. Bugün için şöyle bir
nın bugün için önemi büyüktür. KESK’i ve diğer örgütleri
tespitte bulunmak yanlış olmaz sanırım. Türkiye’de emek
düştüğü çukurdan ancak genç kuşağın heyecanı,kararlılığı,
alanında demografinin bir parçası olarak 20’li yaşlar ile
cesareti, inatçılığı ve dinamizmi omuz vererek çıkarabilir.
30’lu yaşların sonlarına doğru gelmiş “güvenceli!”,güven-
KESK ve KESK’e bağlı örgütler ya bu somut durumu gör-
cesiz, işsiz ama dinamik genç bir kuşak yaşamaktadır.
mezden gelmeyi bırakıp, bu alana dair politikalar belirler
olumlu özelliklerin
ya da tıpkı Haziran direnişinde ve sonrasında olduğu gibi Geçmişten bugüne emek alanı neo-liberal politikalar ara-
Haziran dinamizminin arkasından yetişmek için baston-
cılığıyla gittikçe karmaşıklaşarak esnek hale gelirken bu
larıyla topallamaya devam ederler. Emek hareketinin ve
durumdan en fazla etkilenecek olan da yine bu 20 ile 30
bileşenlerinin dolayısıyla da KESK’in bir döneminin kapan-
yaşlardaki genç kuşak olacaktır. Yukarıda bahsini ettiğim
dığı kanaatinin yaygınlaştığı günümüzde KESK içerisinde-
yaş aralığındaki gençlerin gittikçe esnekleşen üretim ve
ki örgütlü sendikal anlayışların emek hareketine yeni bir
hizmet süreçlerine dahil olması ya da olamaması hak ara-
ivme kazanmak için, hızlı bir şekilde konuları tartışmaya
ma mücadelesine yeni yollar açmaktadır. Gençler üretebil-
açmaları gerekmektedir. Topyekün emek hareketini örgüt-
dikleri ölçüde yeni örgütsel formlar oluşturmaya (Bkz:A-
leyebilecek bir modeli bugünden konuşmak,konuşurken
taması Yapılmayan Öğretmenler Platformu,İnşaat İşçileri
de gençleri özne kılmak temel amaç olmalıdır.
Dernegi,Güvenlik-Sen vb…) ya da emek alanında var olan örgütler içerisinde yer edinmeye çalışmaktadır. Ülkemiz-
68’den Haziran’a toplumsal muhalefetin, her alanda genç-
deki sendikalara baktığımızda ise kimisi Haziran direnişi-
liğin ilerici, devrimci müdahalesine ihtiyacı olduğu açık.
nin öncesine, kimisi sonrasına dayanan bu yeni arayışları
Gençlerin emek hareketini kaderine teslim etmek gibi de
anlamlandırmakta ya da organik bir bağ kurmakta zorlan-
bir niyeti yok. Eskinin değişim ve yenilenme karşısındaki
dıklarını görüyoruz. Üyesi olduğum, emek hareketine su-
bütün direnme eğilimine karşı var olduğumuz bütün ze-
nacağı yaklaşımlarla yön vermesini murad ettiğim KESK’te
minlerde “Gezi” nin açtığı yolda ve tabii ki Haziran Meclis-
bu sendikalardan biri. Gittikçe yaşlanan bir KESK’ten bah-
lerinde mücadeleye devam edeceğiz.
sedebiliriz. Yaşlanmanın iki boyutu var. Bunlardan ilki reel
36
anlamıyla üye profilinin emeklilik sınırına doğru yaklaş-
Kartacalı komutan Hannibal’in dediği gibi: “Ya bir yol bula-
ması, yürütme mekanizmalarının fazla merkeziyetçi kal-
cağız, ya da bir yol yapacağız.”
AKILLI TELEFON TOPLUMU
NICOLE ASCHOFF Çeviri ÖZGÜN DEDE
Otomobil, birçok açıdan yirminci yüzyılı tanımlayan metaydı. Önemi teknolojik beceriden ya da montaj bandının gelişmişliğinden ziyade, topluma şekil verme gücünden kaynaklanıyordu. Otomobilleri üretme, tüketme, kullanma ve düzenleme biçimlerimiz yirminci yüzyıl kapitalizminin kendisine açılan, toplum, siyaset ve ekonominin nasıl birbiriyle kesiştiğini, çarpıştığını görebildiğimiz bir pencereydi. Finansallaşma ve küreselleşmeyle nitelediğimiz, “bilgi”nin kral olduğu günümüz zamanlarında bir çağı tanımlayan metalardan bahsetmek tuhaf kaçabilir. Ancak metalar bugün önem kaybetmiş değildir, insanların metalarla kurdukları ilişkiler toplumu anlamak adına hâlâ esastır. Otomobil geçen yüzyılı kavramak için temel bir unsursa, bizim çağımızı tanımlayan meta da akıllı telefondur. İnsanlar artık telefonlarında çok vakit geçiriyorlar. Gün boyunca sürekli telefonlarını kontrol ediyor, vücutlarından ayırmıyorlar. Telefonlarıyla uyuyor, banyoya gidiyor; yürürken, yerken, ders çalışırken, çalışırken, beklerken, araba sürerken telefonlarına bakıyorlar. Genç yetişkinlerin yüzde yirmisi seks yaparken bile telefonlarını kontrol ettiklerini kabul ediyor.
37
İnsanların bütün gün boyunca gittikleri her yere telefonla-
Kapitalizmin aynı anda hem yaratıcı hem yıkıcı eğilimleri,
rını ellerinde ya da ceplerinde taşıması ne anlama geliyor?
küresel üretim ağlarında ve bu ağların içinde de yeni şirket
Bu kolektif telefon bağımlılığı diyebileceğimiz şeyi anla-
ve devlet gücü biçimlenimlerinde sürekli olarak değişim-
mak için Harry Braverman’ın tavsiyelerine uyup “bir yanda
lere neden oluyor. Eskiden, otomobil ya da çelik üreticileri
makineyi, öbür yanda da toplumsal ilişkileri ve de bu ikisi-
örneklerinde olduğu gibi üreticiye dayalı tedarik zincirleri
nin toplumda nasıl bir araya geldiğini incelemeliyiz.”
yaygındı. Lee Iacocca ve Boeing efsanesi Bill Allen gibi insanlar neyi nerede yapacaklarına ve bunu kaç paraya sata-
El Makineleri
caklarına karar verirdiler.
Apple içerisindekiler FoxConn’un montaj şehri Shenzhen’e
38
Mordor diyorlar, J. R. R. Tolkien’in Orta Dünya’daki cehen-
Ancak savaş sonrası piyasalardaki yükselmenin ekono-
nem çukuru yani. 2010 yılındaki seri intiharlar trajik bir
mik ve siyasi çelişkileri 1960 ve 1970’lerde artarken, Kü-
şekilde bu lakabın, genç Çinli işçilerin iPhone’ları montaj-
resel Güney’deki birçok ülke büyüme hedeflerini yerine
ladığı fabrikaların hafif bir abartısı olduğunu ortaya çıkar-
getirebilmek için ihracata dayalı stratejiler edindiler. Üre-
dı. Apple’ın tedarik zinciri, yazılım mühendisi kolonileriyle
ticilerden ziyade perakendecilerin dizginleri eline aldığı
Kuzey Amerika, Avrupa ve Doğu Asya’daki yüzlerce parça
(özellikle giyim, oyuncak ve elektronik eşyalar gibi hafif
tedarikçisini birbirine bağlıyor. Kentucky’de Gorilla Glass,
sanayilerde) yeni bir tedarik zinciri ortaya çıktı. Bu müş-
Hollanda’dan hareket ekişlemcileri, Tayvan’dan kamera
teri esaslı modellerde Nike, Liz Claiborne ve Walmart gibi
çipleri, Kosta Rika’dan iletim modülleri Çin’deki onlarca
firmalar mallarını tasarlayıp üreticilere fiyatlarını verdikten
montaj fabrikasına akıyor.
sonra üretim sürecine nadiren daha fazla müdahil olurlar.
rın makineler kullanıp telefon ürettikleri süreçten, makine olarak telefonların kendilerini kullandığı sürece dönmemiz gerekiyor. Telefonu bir makine olarak düşünmek, bazı açılardan sezgiseldir. Aslında cep telefonu için Çincede kullanıla kelime, shouji yani “el makinesi”dir. İnsanlar genellikle özellikle işyerlerinde başka aletleri kullandıkları gibi el makinelerini kullanır. Esnek, mobil, ağ tabanlı neoliberal işçi talebi cep telefonlarını zaruri kılar. Akıllı telefonları iş yerini zamanda ve mekânda genişletir. E-mailler kahvaltıda yanıtlanabilir, eve giderken trende işler kontrol edilir, ertesi günkü toplantılar ışıklar kapanmadan önce teyit edilir. Ofislerin olası çalışma yerleri haritasında tek bir nokta olduğunu düşünürsek internet çalışma yeri haline gelir. Çalışma saatlerinin akıllı telefonlar yoluyla uzaması o kadar yaygın ve tehlikeli bir noktaya ulaştı ki sendikalar bununla savaşmaya başladı. Fransa’da Nisan 2014’te sendikalar ve teknoloji şirketleri arasında 250.000 teknoloji çalışanının mesai sonrasında “bağlantıyı kesme hakkı”nı tanıyan bir anlaşma imzalandı. Almanya da şu an mesai saatleri sonrasında e-mail ve telefon görüşmelerini yasaklayan bir yasa tasarısı hazırlamakta. Alman Çalışma Bakanı Andrea Nahles bir Alman gazetesine verdiği demeçte “sürekli hazır bulunmak ile psikolojik hastalıklar arasında bir bağlantının varlığının su götürmez” olduğunu söylemişti. Akıllı telefon zincirinde güç ve yönetim çeşitli noktalara dağılmış durumdadır. Üretimle tasarım küresel ölçekte
Akıllı telefonlar aynı zamanda yeni çalışma tarzları ve işçi
entegre edilmiştir. Ancak yeni güç biçimlenimleri var olan
pazarına yeni ulaşma biçimlerinin ortaya çıkmasını da ko-
sermaye hiyerarşilerini pekiştirmektedir: Fakir ya da orta
laylaştırdı. “Ufak işler pazarı”nda TaskRabbit ve Postmates
gelirli ülkeler, can havliyle altyapı geliştirmeyle ticaret an-
gibi firmalar, akıllı telefonlar üzerinden “dağıtılmış işgü-
laşmaları yoluyla daha kârlı boğumlara geçmeye çalışıyor,
cü”nden faydalanarak iş modellerini oluşturdular.
üretimin küresel doğası ise çalışma şartları ve ücretlerini iyileştirme amaçlı işçi mücadelelerini çok zor hale getiriyor.
TaskRabbit, kendi ev işlerinin angaryasından kurtulmak
Kongolu koltan madencileri ile Nokia yöneticilerinin ara-
isteyen insanlarla para kazanmak için parça başı ufak te-
sında okyanustan daha fazlası var. Tarih ve siyaset ile, ülke-
fek işlerde çalışmak zorunda olan insanları buluşturuyor.
lerinin finansla olan ilişkisi ile, çoğu sömürgecilikten kalma
Çamaşır yıkama ya da çocuklarının doğum günü partisinin
on yıllardır süregelen büyüme bariyerleriyle ayrılmış du-
ardından yapılacak temizlik gibi işleri yaptırmak isteyenleri
rumdadırlar.
TaskRabbit’in mobil uygulamasını kullanarak “görevciler” ile iletişime geçiriyor.
Akıllı telefon değer zinciri, küresel sömürü, ticaret politikaları, dengesiz büyüme ve lojistik üstünlüğün yararlı bir
Görevciler olası işler için (önce yanıtlayan işi alıyor) sürekli
haritası, ancak telefonların ehemmiyeti başka bir yerde
telefonlarını takip etmek zorundalar; tüketiciler iş sırasında
yatıyor. Akıllı telefonların gösterdiği ve kolaylaştırdığı biri-
sipariş verebilir ya da iptal edebiliyor; işin başarılı bir şekil-
kimdeki ince dönüşümleri anlamak için yüzümüzü insanla-
de bitirilmesiyle de ücret doğrudan telefonla ödenebiliyor.
39
Postmates ise iş dünyasının geleceği parlak yatırımların-
fman’ın
ilgisini
dan, özellikle de Spark Capital sene başında 16 milyon do-
çeken,
ları bu işe akıttıktan sonra. Postmates, Boston, San Fran-
performanslarımızı
cisco ve New York gibi şehirlerde “kuryelerini” ev yapımı
mükemmel hale ge-
tako’larla şekersiz vanilyalı latte’leri evlere ya da ofislere
tirmek için ne kadar
götürürken iPhone’larındaki bir mobil uygulama aracılığıy-
çok
la takip ediyor. Yeni bir iş geldiğinde, uygulama en yakın
ancak bir o kadar
kuryeyi buluyor. Kuryeci de buna hemen yanıt verip işi bir
da bunda başarısız
saat içinde bitirmeye çalışıyor.
olduğumuzdu.
Postmates’in çalışanları olarak kabul edilmeyen bu kurye-
Akıllı telefonlar ha-
ler Spark kadar hevesli değil. Teslimat başına 3,75 dolar
yatın
artı bahşiş alıyorlar. Serbest üstleniciler olarak kabul edil-
yanları
diklerinden asgari ücret yasalarının dışında kalıyorlar.
hızır gibi yetişmiş-
Böylece el makinelerimiz modern iş dünyasına sorunsuzca
tir
oturuyor. Akıllı telefonlar, daha geleneksel istihdam ilişkile-
Başkaları
rinin sabit giderleri ve duygusal yatırımı olmadan işçilerle
de bıraktığımız iz-
kapitalistleri birbirine bağlayarak güvencesiz istihdam mo-
lenimleri
delleriyle sömürüyü kolaylaştırmakta.
hastası
ön
bölge
uğraştığımız,
dramaturjik açısından imdadımıza. üzerinkontrol titizliğiyle
yönetmemizi sağlıAncak akıllı telefonlar bundan ibaret değil. Aynı zamanda
yorlar.
Birbirimizle
kimliklerimizin bir parçası oldular. Arkadaşlarımıza, sevgili-
konuşmak
lerimize mesaj atmak için, Facebook’ta yorum yazmak için
esprilerimizi, kaçın-
ya da Twitter sayfasında aşağı doğru kaymak için telefon-
ma
larımızı kullanıyoruz; rahatlıyoruz, eğleniyoruz ve yaratıyo-
önceden planlayıp
ruz. Ancak, kolektif olarak bu küçük eylemlerle, eşsiz ve
mesaj atabiliyoruz.
değerli bir şey üretiyoruz: benliklerimiz.
Kusursuz
yerine,
stratejilerimizi
zevkle-
rimizi
Pinterest’te,
Satılık benlikler
üstün
ebeveynlik
Önemli sosyologlardan Amerikalı Erving Goffman benlik
becerilerimizi CafeMom’da, gelişmekte olan sanatsal ye-
konusuna, bireylerin sosyal etkileşim ile nasıl benliklerini
teneklerimizi Instagram’da, hem de gerçek zamanlı olarak
üretip sergilediklerine ilgi duymuştur. Kendisinin de kabul
sergileyebiliriz.
ettiği üzere, Goffman’da biraz Şekspir havası vardı, onun için “bütün dünya bir sahneden ibaretti.” Sosyal etkileşim-
New York dergisi geçenlerde OKCupid’e göre belirlenmiş
lerin performans olarak düşünülebileceğini, insanların per-
New York City’nin en arzu edilen dört insanıyla ilgili bir
formanslarının da seyircilere göre değişiklik gösterdiğini
makale yayımladı. Bu bireyler o kadar çekici tanışma pro-
savunmuştur.
filleri yaratmışlar ki aşırı ilgi odağı olmuşlardı, telefonları
“Ön bölge” performanslarını tanıdıklarımız, iş arkadaşla-
hiç durmadan olası aşklardan gelen mesajlarla doluyordu.
rımız ya da yargılayıcı akrabalarımız gibi etkilemek iste-
Seçilen dört kişiden biri olan Tom, düzenli olarak profilini
diğimiz insanlar için sahneleriz. Ön bölge performansları,
kurcalıyor, yeni fotoğraflar ekliyor ve tanıtım yazısını tek-
eylemlerimizin “belli standartları tutturduğu ve bünyesin-
rar tekrar yazıyor. Hatta OKCupid’in profil iyileştirme hiz-
de topladığı” izlenimini verir. Seyirciyi, olduğumuzu söyle-
metini bile kullanmış.
diğimiz gibi olduğumuza inandırır: sorumlu, zeki ve ahlaklı bir insan.
Tom, yaptığı her şeyin şu an var olan “beğeniler kültürü” için gerekli olduğunu söylüyor. OKCupid profilinin “kendi-
Ancak ön bölge performansları sallantıda olabilir, sıklık-
sinin bir uzantısı” olduğunu düşünüyor. “İyi, temiz görün-
la da hatalardan dolayı zayıflar. İnsanlar pot kırar, sosyal
mesini istiyorum, mekik falan çekiyorum.”
işaretleri yanlış okurlar ya da yalanları ortaya çıkar. Gof-
40
Sosyal
medyanın
lerinin %89’u reklamlardan gelmiş, bu reklamların da yarısı
erişim
mobil reklamlardan sağlanılmıştı. Bütün kuruluşu benlikle-
hızı, insanların da
rin, satılmalarına olanak sağlayan bir platform üzerinden
benliklerini
mobil olarak üretilmesini yönetmek üzere tasarlanmıştır.
inanılmaz
sahnelemek
üretip için
Bu yüzden “gerçek isimler” politikalarını oluşturmuşlardır:
bunları aynı hızla
“herhangi bir şeyin ya da birisinin yerine geçmek yasaktır.”
benimsemeleri, tek-
Facebook’un, kullanıcılarının yasal isimlerini kullanmala-
noloji ortamlı yeni
rına ihtiyacı vardır, böylece maddi benliklerle dijital ben-
etkileşelim ritüelle-
likleri kolayca eşleştirebilecektir. Çünkü gerçek bir insana
rinin ortaya çıkma-
bağlı ve gerçek insanların ürettiği bilgiden daha çok kâr
sına neden oluyor.
edilebilir.
Akıllı telefonlar artık “üretim, idame,
Buluşma sitesi OKCupid’in kullanıcıları benzer bir değiş
tamir,
yenileme,
tokuşta karar kılmış: “buluşma için bilgi.” Üçüncü taraf şir-
tartışma ve direniş”
ketler sitenin arka planında oturmuş, kullanıcıların fotoğ-
yollarımızın merke-
raflarına, siyasi ve dini görüşlerine, hatta sevdiklerini söyle-
zinde bulunuyor.
dikleri David Foster Wallace romanlarına bile ulaşabiliyor. Sonra da bu bilgiler, hedefli, kişiselleştirilmiş reklamlar ya-
Mesajlaşma ritüelle-
pan reklamcılara satılıyor.
rini düşünün mesela, bütün o karma-
OKCupid’in verilerine erişebilen insan havuzu olduk-
şık yazılı olmayan
ça geniş. Match ile Tinder gibi diğer şirketlerin yanı sıra
kurallarıyla birlikte
OKCupid’in de sahibi, dünya üzerindeki en büyük altıncı
artık çoğu genç ye-
çevrimiçi ağ olan IAC/InterActiveCorp’tur. OKCupid’te bir
tişkinin ilişki dina-
benlik yaratmak aşk getirir mi bilinmez ama şirket kârları
miklerinde
getirdiği kesin.
önemli
bir rol oynuyor. Yeni teknoloji ortamlı ri-
Dijital benliklerimizin artık metalara dönüştüğüne dair
tüellerin eski adet-
farkındalık büyüyor. New School profesörlerinden Laurel
lerin yerini aldığını ya da bunları radikal bir biçimde değiş-
Ptak, geçenlerde “Facebook için ücret” adında bir mani-
tirdiğini kabul etmek için öyle derin nostaljilere dalmaya
festo yayımladı. 2014 Mart ayında ise Paul Budnitz ile Todd
gerek yok.
Berger Ello adında kısa süreliğine popüler olan Facebook’a alternatif bir ağ yarattılar.
Dijital ortamda akıllı telefonlar üzerinde ilişkileri devam et-
Ello şöyle diyor: Sosyal medyanın bir güçlenme aracı ola-
tirmek, üretmek ya da bu ilişkiler için çaba sarf etmek bir
bileceğine inanıyoruz. Kandırmak, baskılamak ya da ma-
şekilde telefonları iş ile ilgili görevleri yerine getirmek için
nipüle etmek için kullanılan bir araç değil; bağlanmak,
kullanmaktan farklı. İnsanlar Tinder profillerinden, hafta
yaratmak ve hayattan zevk almak için bir mekân. Ürün de-
sonu maceralarının fotoğraflarını Snapchat’e yüklemek-
ğilsiniz.” Ello verilerinizi üçüncü taraf reklamcılara satma-
ten para kazanmıyor, ancak ürettikleri benlikler ve ritüeller
yacağına dair söz veriyor, en azından şimdilik. Gelecekte
kesinlikle satılık. Niyet ne olursa olsun, bir kişi akıllı tele-
bunu yapma hakkını saklı tutuyor.
fonunu insanlarla ve hayali dijital cemaatlerle bağlantıya
Ancak, dijital benliklerin gri borsa veri şirketleriyle Silikon
geçmek için kullandığında, gönüllü olarak emek verdikleri
vadisi devleri tarafından kapı kapı dolaşıp satılması hak-
işlerden çıkan ürünlerin bir meta olarak satılma ihtimali gi-
kındaki tartışma, giderek daha da çok sömürüye açılan
derek artıyor.
çalışma koşulları ya da yeni yeni ortaya çıkan güvencesiz, onur kırıcı iş piyasası ile ilgili konuşmalardan genellikle ayrı
Facebook gibi şirketler dijital benliklerin toplanması ve
tutuluyor. Ancak bunlar ayrı olgular değiller, modern kapi-
satışında öncü olmuştur. 2013’te Facebook’un 945 milyon
talizm yapbozunun parçaları olarak çapraşık bir biçimde
kullanıcısı siteye akıllı telefonlarından ulaşmış. O yılki gelir-
birbirlerine bağlılar.
41
iMetalaştırma
değişti. Geçici, proje tabanlı istihdam modelleri hızla çoğa-
Sermaye, zaman ve mekânda kendisini yeniden üretip kâr
lıyor. İşverenlerden artık iş güvencesi ya da düzenli çalışma
için yeni kaynaklar yaratmak zorundadır. Daima ücretli iş-
saatleri sağlaması beklenmiyor, işçiler de artık böyle şeyler
çilerle sermaye sahipleri arasındaki ayrımı üretip güçlen-
beklemiyor.
dirmek, işçilerden elde ettiği artı değeri arttırmak ve meta üretmek için sosyal hayatın yeni alanlarını sömürmek zo-
Ancak çalışma koşullarının kötüleşmesi tanrı vergisi değil.
rundadır. Sistem ve sistemi oluşturan ilişkiler sürekli hare-
Artan sömürü ve yoksullaştırma eğilimdir, kapitalizmin
ket halindedir.
kurallarının buyurduğu değişmez sonuçlar değil. İşçilerin kaybettiği, kapitalistlerin kazandığı savaşların sonuçlarıdır.
Sermayenin günlük hayatta yayılması ve yeniden üretil-
İş gününü uzatmak ve adi iş pazarını büyütmek için akıllı
mesi ile sosyal hayatın yeni alanlarının sömürülmesi her
telefonların her an kullanılması hem işçilerin hem de işçi
zaman kendini belli etmiyor. Akıllı telefonlar hakkında dü-
sınıfı hareketlerinin zayıflığının sonuçlarıdır. Artan sayıda
şünmek bizlere parçaları birleştirme imkânı veriyor çünkü
işçinin işverenleriyle telefonları üzerinden iletişime geç-
cihazın kendisi yeni birikim modellerini kolaylaştırıp alttan
mek zorunda olmaları ya da bunda gönüllü olmaları, akıllı
alta destekliyor.
telefonların bir sömürü aracı olarak kullanılmasını normalleştirip meşrulaştırmakta, her an hazır olma durumunun
Son otuz yılda çalışmanın geçirmiş olduğu evrim, birçok
para kazanmanın bir gerekliliği olarak pekiştirmektedir.
eğilimle nitelenebilir: çalışma gününün ve saatinin uzaması, gerçek ücretlerin azalması, emekli aylıkları ya da sağlık
Büyük Durgunluk dönemi hariç, şirketlerin kâr oranları
ve güvenlik mevzuatları gibi piyasadan korunma yöntem-
seksenlerin sonundan itibaren sürekli artış göstermiştir.
lerinin azaltılması ya da kaldırılması, yarı zamanlı işlerin
Bunun nedeni ise yalnızca sermayenin (ve devletin) işçi
çoğalması, sendikaların düşüşe geçmesi.
hareketlerinin kazanımlarını geri alması değildi. Küresel piyasaların erişimi genişleyip derinleşti, yeni metalar süratle
Aynı zamanda, çalışmanın örgütlenişiyle ilgili normlarda
42
gelişti.
Sermayenin genişlemesi ve yeniden üretimi yeni metaların
dalık yaratmaya yardımcı olabilir.
ortaya çıkmasına bağlıdır. Bu metaların çoğu sermayenin durmaksızın sosyal hayatın yeni alanlarını kâr amacıyla çev-
Dijital benlikler aracılığıyla kurulan ortak bir bağ içsel me-
relemesinden ya da siyasal iktisatçı Massimo De Angelis’in
kanizmaları bireyleri tecrit edip susturmak olan mevcut güç
dediği gibi “bu alanları sermayenin öncelikleri ve amaçları
hiyerarşilerine karşı direnci de destekleyebilir. Ferguson ve
için kullanmasından” ortaya çıkar.
polis şiddetinin harekete geçirdiği eylemleri akıllı telefonlar ve sosyal medya olmadan hayal etmek imkânsızdır. En niha-
Akıllı telefonlar bu sürecin merkezindedir. Dijital benliklerimi-
yetinde de çoğu insan çalışmak için akıllı telefon kullanmak,
zi sürekli erişime açan fiziksel bir mekanizmaya olanak verip
benliklerini teknoloji ile sergilemek zorunda değil henüz. Bir
neredeyse hiç bilinmeyen bir metalaşma cephesini açmıştır.
sürü insan, istediği takdirde yarın telefonlarını denize atabilir.
İnsanlar dijital benlikler yaratarak para kazanmaz, ancak ritü-
Ama atmazlar. İnsanlar el makinelerini seviyorlar. Özellikle
ellere katılmaktan ve sosyal etkileşimler üzerinde elde ettik-
akıllı telefonlar üzerinden kurulan iletişim hızla bir norm hali-
leri denetimden tatmin olurlar. Bir yandan insanları üretken
ni alıyor. Her geçen gün daha fazla ritüel teknoloji aracılığıyla
varlıklar olarak ayrı tutarken, bir yandan da birlikteliği hayal
yapılır hale geliyor. Sanal gerçeklik dediğimiz ağlara, bilgiye
etmelerine yardım eden el makineleri sosyal bağlara aracı-
sürekli olarak bağlı olmak kimliklerin önemli bir unsuru olu-
lık ederken bile, engin sanal bağlantısallık içerisinde yüzme
yor. Bunun neden gerçekleştiği ise karmaşık bir spekülasyon-
duygusu elde ederler. Bu yeni ritüellerin gönüllü doğası onları
dan ibaret.
sermaye için daha önemiz ya da daha az kazançlı kılmaz. Medya ve teknoloji uzmanı Ken Hillis’in dediği gibi yalnızca Braverman, “kapitalistler, sermayelerinin genişlemesi için ge-
“var olmanın boşluğundan ve anlamsızlığından kurtulma”nın
rekli kaynakları insan emeğinin son derece uysal karakterinde
başka bir yolu mu? Yoksa roman yazarı ve Profesör Roxane
bulur,” demiştir. Son otuz yılın yenilikleri bu ifadenin doğru-
Gay’in düşündüğü gibi, dijital avatarlarımızı manipüle ede-
luğunu göstermiştir. Telefon, insan emeğinin uysallığını ha-
bilme yeteneğimiz, adaletsizlik ve nefret karşısındaki derin
rekete geçirme, bu uysallığa ulaşma ve onu yönlendirmenin
zayıflık hissimize bir çare mi oluyor?
temel mekanizmalarında biri haline gelmiştir. Akıllı telefonlar çalışma vakitleriyle boş vakitler arasındaki sınır silmektedir.
Ya da teknoloji gurusu Amber Case’in dile getirdiği gibi, hepi-
İşverenler artık çalışanlarına neredeyse sınırsız bir erişime sa-
miz birer sayborga mı dönüşüyoruz?Muhtemelen hayır, ama
hiptir. Gün geçtikçe de, düşük ücretli, güvencesiz bir iş sahi-
sayborgu nasıl tanımladığınıza göre değişir. Eğer sayborg,
bi olmak bile her an müsait olmaya, çalışmaya hazır olmaya
kaybettiği işlevleri geri getirmek ya da kapasitesini, bilgisini
bağlıdır. Aynı zamanda, akıllı telefonlar insanlara daimi olarak
arttırmak için bir teknoloji ya da makine kullanan bir insansa,
dijital çevrelerle onların puslu bağlantısallık etosuna erişim
insanlar uzun bir süredir sayborg zaten. Akıllı telefon kullan-
imkânı vermektedir, ama ancak dijital benlikleri karşılığında.
mak da protez bacak kullanmak, araba sürmek ya da montaj
Akıllı telefonlar, üretim ile tüketim, sosyal olanla ekonomik
hattında çalışmaktan farklı değil.
olan, kapitalizm öncesi ve kapitalim arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıp, telefon ister iş, ister eğlence için kullanılsın sonu-
Eğer sayborg toplumunu, insan ilişkilerine teknolojinin aracı-
cun aynı kalmasını sağlar: kapitalist kâr.
lık ettiği, bu ilişkileri değiştirdiği bir toplum olarak tanımlarsak, toplumumuz bu kıstası zaten karşılıyor. Telefonlarımız da
Akıllı telefonların gelişi, Debord’u düşünürsek metanın “sos-
başrol oyuncusu olarak oynuyor. Ancak, ilişkilerimiz ve ritüel-
yal hayatı kolonileştirme”sini tamamladığı ana geldiğimize
lerimiz çoktandır teknoloji aracılığıyla gerçekleşiyor. Bağlan-
mi işaret ediyor? Metalarla kuruduğumuz ilişkiler belli ancak,
tısallık ve yeniliklerin göbeği devasa şehir merkezlerinin yük-
“metaların artık görebileceğimiz tek şey” olduğu doğru mu?
selişi, demiryolları ya da arabalar olmadan mümkün olmazdı.
Biraz sert bir ifade olabilir bu. Sosyal ağlara ve dijital bağlan-
Makineler, teknoloji, ağlar ve bilgi, toplumu yönlendirmez,
tısallığa cep telefonları üzerinden erişmenin şüphesiz özgür-
düzenlemez, ama insanlar bunları yapar. Var olan sosyal, eko-
leştirici yanları da var. Akıllı telefonlar, insanların bir yandan
nomik ve politik ilişkilerle güç dengesi ağına göre bir şeyler
gerçek ilişkiler kurmasını ve sürdürmesini kolaylaştırırken bir
yapar veya kullanırız.
yandan da anomiye karşı mücadele etmeye, çevresel farkın-
43
Eduardo Galeano’na Sevgi ve Saygıyla CHE ÜZERİNE Çağımızın bu kahramanın yaşam ve ölümünü, böylesine sürükleyici ve gizemli bir yaşam ve ölümü, sayısız efsane kuşatmıştır. Bunlardan birkaçı akbabalar gibi ölü Che’nin anısına saldıran kimi alçakların taşkın karalama eğilimlerinin ürünüdür; büyük çoğunlukta olan diğerlerini ise halkın şehit düşenin ölümsüzlüğünü Latin Amerika’nın sayısız, görünmez mihraplarında kutlayan büyük düş gücü yaratmıştır. O kendine devrimin ilk ateş hattında bir yer seçti ve bu yeri kendine kararsızlığa düşme fırsatı ve geri dönme hakkı tanımaksızın sonuna dek seçti. Bu, bir yenisinde başı çekmek için daha önce bir avuç çılgınla birlikte gerçekleştirilmiş olduğu bir devrimi terk eden bir adamın akıl almaz olgusudur. O zafer için değil, mücadele için, hiç sonu gelmeyen bir savaş için yaşıyordu. O ardında yaktığı köprülerin görkemli ateşini izlemek için geri dönüp bakma sevincini bile kendinden esirgiyordu: Che’nin boşa harcanacak zamanı yoktu. E.Galeano
44