fin 1

Page 1

fin 1


Müdür: Semih Kâtipoğlu finfanzin@gmail.com Birinci Sayı Nisan 2013


4

“İçinizde ve kalbinizde bilmeniz gerekiyor ki, sizi cehennem gibi özledik.” J. D. Salinger 4

15

“endüstriyel şiirden dizeler savruluyor ağzımızdan burnumuzdan” Ali Süha

16 17 18 20

“AX” Cihat Duman

24

“Bir zamanlar hepimiz Ekşi Sözlük yazarıydık.” Semih Kâtipoğlu

27

“Başarısızlık kahredicidir ve ayırdedici.” Fatih Mutlu

“anamal ne güzel laf” Serhat Şık “Saflık, içeriğin saflığıdır –evrensellik.” Walter Benjamin “Tanrı, ahlakçılığı spor sayfalarından sonra yaratmış olmalı.” Ufuk Akbal

Yaptığı çevirilerle bizi bahtiyar eden Yusuf Sarıgöz’e ne kadar teşekkür etsek azdır. (Müdüriyet)


Hapworth 16, 1924* J. D. Salinger * “Hapworth 16, 1924” Salinger’ın hayattayken yayımladığı son öyküdür ve The New Yorker dergisinin 19 Haziran 1965 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Öykü yayımlandığında The New Yorker’ın o sayısının hemen hemen tamamını kaplamış, buna kızanlar olmuş; dahası hem o dönemde hem daha sonra eleştirmenler tarafından “okuması son derece zor” diye eleştirilmiştir. Hatta Salinger’ın yazmayı bu yüzden bıraktığı dedikodusu yayılmış, fakat Salinger daha sonra Hapworth’ü ‘en büyük edebi eseri’ olarak gördüğünü söylemiştir. Öykü aynı zamanda Glass ailesi hakkında yazılan dört önemli Salinger öyküsünün –”Franny”, “Zooey”, “Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar” ve “Seymour: Bir Giriş”– tamamlayıcısı niteliğindedir. Salinger’ın bu öyküsü bilhassa Glass ailesinin yegâne üyesi Seymour Glass’ın ağzından yazıldığı için de ayrıca önemlidir. Biz de bu öyküyü, fanzin yayımlandıkça peyderpey yayımlamayı düşündük. Ancak, metin epey hacimli olduğu için mecburen tefrika halinde yayımlamak zorunda kalıyoruz. (müdürün notu)


I 5

Önce birkaç söz, elimden geldiğince açık ve net: Birincisi, ismim Buddy Glass, yaşamımın çokça yılında –muhtemelen kırk altı yılın hepsinde– kendimi abim Seymour Glass’ın kısacık –kendisi öldü, intihar etti, yaşamaya devam etmemeyi seçti, 1948’de, otuz bir yaşındayken–, ağ gibi örülmüş hayatına biraz ışık tutmak amacıyla kurulmuş, özenle kabloları bağlanmış ve fişe takılmış gibi hissettim. Şimdi, muhtemelen bu aynı kâğıt parçasında, Seymour’un bir mektubunun tam bir kopyasını yazmaya girişmek niyetindeyim. Dört saat öncesine kadar hayatımda hiç okumamıştım bu mektubu, annem Bessie Glass taahhütlü postayla yeni gönderdi.

Bugün cuma. Geçen çarşamba gecesi, Bessie’ye telefonda, birkaç aydır uzunca bir hikâye için çalıştığımı söyleyiverdim, belli bir parti hakkında, pek çok sonuçları olan bir parti, 1926’da bir gece o, Seymour, babam ve ben hep birlikte gitmiştik. Bu son söylediğimin eldeki mektupla küçük ama, bana göre, oldukça garip bir ilgisi var. Hoş bir kelime değil bu, kabul ediyorum, bu “garip” kelimesi, fakat görünüşe göre uyuyor. Başka bir söz yok, şunu tekrar etmek dışında, mektubun tam bir kopyasını daktilo etmeyi kastediyorum, kelimesi kelimesine, virgülü virgülüne. Buradan itibaren. 28 Mayıs 1965


Simon Hapworth Kampı Hapworth Gölü Hapworth, Maine Hapworth 16, 1924 tanrıların kucağında!!

yoksun doğdum. Şu basit, karşı konamaz ve de gülünç bir gerçek ki, ele avuca sığmayan kardeşim ve kamp arkadaşımınkinin aksine benim bağımsızlığım öyle derine kök salmış değildir.

SEVGİLİ BESSIE, LES, BEATRICE, WALTER VE WAKER:

Sizi kaybedişimin, bugün kendini şiddetli şekilde hissettirdiğini ve son tahlilde, katlanmasının güç olduğunu akıldan çıkarmamakla beraber, bir yandan da bu müstesna fırsattan yararlanıyorum, yeni ve tamamıyla bayağı olan yazı kurgulama yeteneğim ve bir parça zenginleştirdiğim, kabul edilebilir düzeydeki cümle yapımı o küçük kitapta kullanıyorum, bazen çok kıymetli, bazen de katıksız bir saçmalık, bu yer için yola çıkışımızdan önceki o zor günler sırasında üzerinde dalıp dalıp gittiğimi görüyordunuz. Sevgili Bessie ve Les, bu sizin için müthiş can sıkıcı bir şey olsa da, benim gibi küçük bir aptal için cümlelerin mükemmel ya da hiç değilse makul yapıda olması müthiş ayartıcı bir önem taşır. Bu yıl sistemimi mübalağadan kurtarmak tam bir rahatlama olurdu. Yoksa genç bir şair, bağımsız bir aydın ve yapmacıksız bir kişi olarak muhtemel geleceğime zarar verme tehlikesi var. İkinize de yalvarıyorum ve belki Bayan Overman’a da, kütüphanede yanına uğrar ya da boş vaktinizde denk gelirseniz eğer, lütfen bundan sonra gelecekler üzerinde şöyle bir göz gezdirin ve temel kurguda, gramerde, noktalamada veya üslupta göze batan ya da basitçe dikkatimden kaçan hatalar bulursanız derhal bana bildirin. Eğer gerçekten Bayan Overman ile tamamen tesadüfen ya da önceden ayarlayarak bir araya gelirseniz lütfen ondan bu ufak meselede bana karşı merhametsiz ve ölümcül

İkimizin de yerine ben yazacağım, öyle görünüyor, çünkü Buddy belirsiz bir süre için başka yerlerde oyalanıyor. Zaten benim muhteşem, akıl sır erdirilemeyen, eğlenceli biraderim zamanın yüzde altmış-yüzde sekseninde başka yerlerde oyalanıyor, sonsuz zevk ve üzüntü duyuyorum bunun için. İçinizde ve kalbinizde bilmeniz gerekiyor ki, sizi cehennem gibi özledik. Ne yazık ki, durumun karşılıklı olmasını dilemekten uzak olduğumu söyleyemem. 6 Bu benim için biraz gülünç bir ümitsizlik meselesi, o kadar gülünç değilse de. Sürekli olarak kalbin ya da bedenin küçük eylemlerini yerine getirip sonra da bunlara karşılık beklemek tümüyle tiksindirici. Şuna tamamıyla ikna oldum ki, sokakta avare avare dolaşıyorken A’nın şapkası başından uçacak olursa onu yerden alıp A’nın yüzünü incelemeden ve de onda minnet ifadesi aramadan kendisine teslim etmek B’nin en birincil görevidir. Tanrım, sen bana, sevgili ailemi, karşılığında onların da beni özlemelerini arzu etmeden özlemeyi nasip et! Bu, sahip olduğumdan daha az zayıf bir karakteri gerektiriyor. Tanrım, fakat hesap defterinin öbür tarafında şu da saf bir gerçeklik ki, geçmişe şöyle bir baktığımda gözümün önüne gelen kişiler sizsiniz! Aranızdaki heyecanlı ve duygulu her bir yüzü nasıl da özledik! Ben sevdiklerimin sürekli yokluğunda, büyük bir destekten


olmasını isteyin, ona nezaketle temin edin ki, başka şeylerle birlikte, yazma ve konuşma sesimin arasındaki utanç verici farkların büyük uçurumundan ölesiye sıkıldım! İki sese sahip olmak iğrenç bir şey ve çok rahatsız edici. Ayrıca, kıymeti bilinmemiş o mültefit kadına ebedi sevgi ve saygılarımı da iletin lütfen. Allah’tan temennim, sevdiklerimin, onun geri kafalı biri olduğunu düşünmekten vazgeçmesidir. Geri kafalılıktan çok uzakta biri o. Cana yakın ve mütevazı karakterinde, son yüzyılların belki de en acıklı savaşları olan İç Savaş ve Kırım Savaşı’ndaki isimsiz bir kahramanın sadeliği ve metanetinden bolca bulunduruyor. Tanrım, biraz zahmet edin de bu kıymetli ve hiç evlenmemiş kadının bu devirde hâlâ rahat bir yuvası olmadığını hatırlayın! Bu yüzyıl onun için –ne yazık ki– başından beri adi bir sıkıntı! Kalbinin derinliklerinde, kalan yıllarını Elizabeth ve Jane Bennet’in sevimli, yakın bir komşusu olarak neşe içinde yaşamayı o da isterdi, Aşk ve Gurur’un ikisi de birbirinden hoş bu kahramanları akıl danışmak için sürekli ona gelirdi. Aslında bir kütüphaneci bile değil o. Neyse, her halükârda ona bu mektuptan –size fazla kişisel ya da uygunsuz gelmeyen– bolca örnek gösterin ve aynı zamanda onu, üslubum hakkında yorumda bulunurken sözünü yine hiç sakınmamaya ikna edin. İşin gerçeği, benim üslubum onun sabrını zorlamaya, gücünü tüketmeye ve gerçeklik duygusunu sarsmaya değmez. Ve doğrusu, büyüdükçe üslubum biraz daha iyileşip, bir kaçığın ifadelerine daha az benzeyecek de olsa, yine de büyük oranda ıslah olmaz. Kişisel tutarsızlıklarım ve aşırı duygusallığım, kalemin her dokunuşunda, hep bariz şekilde belli olacak, çok yazık.

Bessie! Les! Sevgili çocuklar! Yüce tanrım, bu hoş, dingin sabah vakti sizi nasıl da özledim! Solgun güneş ışığı müthiş kirli bir pencereden geçerek yatağın üzerine güçlükle düşüyor burada. Heyecanlı, güzel ve güleç yüzleriniz, size temin ederim ki, tavandan latif tellerle sarkıtılıyormuşçasına gözümün önünde duruyor. İkimizin de sağlığı gayet yerinde, sevgili Bessie. Buddy, yemekler midenin alacağı cinsten olduğunda oldukça iyi yiyor. Yemeklerin kendisi çok kötü değilse de, sevgi veya ilhamın zerresi olmadan pişiriliyorlar, her ayşekadın fasulye ya da sade havuç, kampçının tabağına ince, sebze ruhundan tamamen soyulmuş olarak geliyor. Bay ve Bayan Nelson –aşçılar, koca ve karısı, tanıdık görüntülerden cehennem gibi bir evlilik– yemek salonlarına gelen her bir çocuğu, kimin rahminden doğup bu surete geldiğine bakmaksızın kendi sevgili oğullarıymış gibi hayal etmeye bir cesaret ediverseler, yemeklerin durumu bir anda değişebilir. Fakat bu iki insanla birkaç dakikalığına azap verici bir sohbete tutuşacak olursanız, bunun imkânsızı istemek olduğunu çabucak bilirsiniz. O zaman ikisinin üzerine bir uyuşukluk çöküyor, onu akıl almaz bir öfke krizi takip ediyor ve övgüye değer, sevgiyle pişirilmiş bir yemek hazırlamak, hatta masaların üstünde duran, eğri büğrü olmuş çatal-kaşıkları lekesiz ve tertemiz tutmak istek veya arzusunu üzerlerinden soyup atıyor. Çokluk, çatalların görünüşü Buddy’yi ifrit etmeye yetiyor. Bu gidiş için çabalıyor ama iğrenç bir çatala yapacak bir şey yok. Bu arada, önemli ve dokunaklı bir noktayı atlamayalım, bu muhteşem delikanlının öfkelerine el sürme özgürlüğünün oldukça uzağındayım, yaşını

7


ve hayattaki müstesna işlevini göz önünde bulunduruyorum. Tekrar düşündüm, lütfen Bayan Overman’a üslubum hakkında bir şey söylemeyin. Bozuk üslubum üzerinde dilediğince düşünüp kafa yorması günlük ve saatlik vazifesi için daha uygun. O iyi kadına anlatılamayacak derecede borçluyum. Eğitim kurulu özenle yetiştirmiş onu. Ne yazık ki, benim bozuk üslubum, geç saatlere kalmayı sevmem meselesiyle birlikte, çoğu zaman tümüyle rahat ve tanıdık hissettiği tek tartışma sebepleri. Fakat bu konuda onu nerede başarısızlığa uğrattığımı da bilmiyorum. Sanırım, basitçe önüme ne gelirse okuyan biri olduğumdan, daha küçükken beni çok ciddi bir çocuk olarak düşünmesine izin vererek ikimiz için kötü bir başlangıç yapmış oldum. Farkında 8 olmayarak, hayatımın yüzde doksan sekizinin, Allah’a şükür, karmaşık bilgilerin peşinde koşmakla ilgisinin olmadığına dair hiçbir kanı uyandırmamışım onda. Bazen onun masasında ya da kartoteğe doğru yürürken lakırdı ediyoruz, fakat çok manasız lakırdılar bunlar, adamakıllı hissiyattan yoksun. Sürekli olarak hissiyattan ve insana özgü aptallıklardan yoksun konuşmalar yapmayı ikimiz de yüksünüyoruz, kütüphanede oturan herkesin, derilerinin altında safra kesesi ya da diğer başka hisli organlarının olduğunu –pek latif ve heyecan verici buluyorum bunu– biliyoruz çünkü. Sorgulanması gereken çok daha fazla şey var fakat bunun peşine düşmem bugün fayda getirmiyor. Korkarım, bugün duygularım feci şekilde ham. Öte yandan, siz değerli beş insan, bu yerin haddi hesabı olmayan kilometrelerce uzağındasınız ve ben, yararsız ayrılıklara ne

kadar da az dayanabildiğimi her seferinde çok kolay unutuveriyorum. Burası çokluk ufuk açıcı ve dokunaklı bir yer olmakla birlikte, kişisel kanaatim, şahane oğlunuz Buddy ve ben gibi bu dünyadaki belli çocukların, bu ayrıcalıktan yalnızca çok acil durumlarda veya ailelerinin yaşamında şiddetli geçimsizlik gördüklerinde yararlanmaları kendileri için en iyi olandır. Fakat şimdi daha genel konulara geçmeme izin verin. Tanrım, hiç acele etmeden yapılan bu konuşmalardan çok keyif alıyorum! Buradaki küçük kampçıların çoğunluğu, bilmekten memnuniyet duyacaksınız, muhtemelen günden güne daha memnun edici ya da daha yürek parçalayıcı olmayacaktır, özellikle de ün ve müphem bir itibar garanti eden küçük gruplaşmalar içinde kuşku çekici bir neşeyle serpilmediklerinde. Lanet kafadarlarından uzakta biraz muhabbet edebildiğinde, burada karşılaştığımız çocukların, göğsümün içinde çarpan tüm kalbimle Tanrı’ya şükürler olsun ki, yalnızca çok azı iyi ve dürüst insan değiller. Ne yazık ki, bu dokunaklı gezegenin başka yerlerinde olduğu gibi burada da geçer akçe taklit ve itibar en yüksek ihtiras. Genel durum için hayıflanmak bana düşmez, fakat çelikten yapılmış da değilim. Bu ihtişamlı, sağlıklı, kimi zaman dikkat çekici şekilde yakışıklı çocuklardan ancak bir iki tanesi olgunlaşacak. Çoğunluğu, yürekleri burkan kendi görüşümü söylüyorum size, zar zor yaşlanacak. İnsanın kalbinde onaylayabileceği bir manzara mı bu? Tam aksine, insanın kalbini paramparça edecek bir manzara. Rehberler desen, onların da yalnız ismi rehber. Öyle görünüyor ki,


birçoğu doğumdan solgun ölüme kadar bütün bir yaşamını evrendeki ve ötesindeki her şeye karşı kıymeti olmayan, güdük yaklaşımlarla geçirecek. Sert ve zalimce bir ifade bu, elbette. Yeterince sert olamıyor ne yazık! Aslında benim nazik bir dost olduğumu düşünüyorsunuz, öyle değil mi? Tanrı başıma taş yağdırsın ki değilim! Tek bir gün bile geçmiyor ki, rehberlerin ağzından çıkan ruhsuz umursamazlıkları ve aptallıkları, bir iki suçlunun kafasına harika bir kürek veya kalınca bir sopayla indirerek durumu düzeltmeyi içimden geçirerek dinlemeyeyim! Küçük kampçılar kendi doğalarında böylesine yürek parçalayıcı ve kaygı verici olmasalardı, öyle umuyorum ki, ben de daha az kalpsiz olurdum. Saçma sapan sesimin yettiği belki de en yürek parçalayıcı çocuk Griffith Hammersmith. Ah, ne yürek parçalayıcı çocuktur o! Duygularım üzerinde adamakıllı kontrol sağlayamadığımda, gözlerimin önünden onun ismi akıp duruyor. Buradayken bu duygusal eğilimle ilgili her gün çabalıyorum, fakat pek beceremiyorum. Tanrı’dan temennim, sevgili annebabaların, küçük çocuklarına onların hayattaki sıkıntılarını hiç de hafifletmeyecek Griffith veya onun gibi başka bir isim vermeden önce, belli bir yaşa gelinceye kadar bekleyip çocuklarını görmeleridir. Benim ilk adım Seymour da devasa, masum bir yanlışlık, çünkü ‘Chuck’, hatta ‘Tip’ ya da ‘Connie’ gibi sevimli küçültme isimleri, yetişkinlerin ve öğretmenlerin günlük konuşmalarda bana hitap etmeleri için daha uygun olurdu, dolayısıyla bu ufak soruna bir parça aşinalığım var. Küçük Griffith Hammersmith, o da yedi yaşında, fakat gelip geçiverecek ehemmiyetsiz bir üç hafta ile büyüğüm ondan. Bedeninin

dış görünüşü olarak kampın en ufağı o, insan hayret ediyor ve üzülüyor, iki yıllık büyük yaş farkına rağmen muhteşem oğlunuz Buddy’den bile ufak. Dünyada bu görünüşte olmasından duyduğu yük sersemletici. Bu mükemmel, pek tuhaf, duygusal delikanlının dayanmak zorunda olduğu şu dertleri bir düşünün lütfen. Kalbinizin yerinden sökülüp atılmasına da yakınmadan boyun eğin. a) Ciddi bir kekemelik sorunu var. Sevimli bir pelteklikten çok daha fazlası, konuşmanın başında bütün vücudu sarsılıyor, bu yüzden de rehberler ve öteki yetişkinler onunla ilgilenmekten pek hoşnut olmuyorlar. b) Bu küçük çocuk malum sebeplerden dolayı yatağında bir naylonla uyumak zorunda, bizim sevgili Waker’imiz gibi, fakat son tahlilde oldukça farklı. Küçük Hammersmith’in idrar kesesi ilgi ve alaka görmekten bütün ümidini kesmiş. c) Kamp açıldığından bu yana tam dokuz (9) diş fırçası değiştirdi. Onları gömüyor ya da ormana saklıyor, üç dört yaşında bir ufaklık gibi veya yaprakların altına da ya da kulübesinin aşağısındaki öbür çöp yığınının içine gizliyor. Komiklik olsun veya intikam ya da zevk almak için yapmıyor bunu. İçinde bir intikam unsuru elbette var, fakat intikamının tadını çıkaracak ya da ondan tümüyle tatmin olacak durumda da değil, ruhunu boğup bütünüyle mahvetmiş akrabaları. Durum berbat ve de içinden çıkılması çok zor, emin olun. Bu küçük Griffith Hammersmith sürekli olarak en büyük iki oğlunuzun peşinde

9


dolanıyor, çokluk nereye adımımızı atsak arkamızdan geliyor. Paçasını geçmişinden ve bugününden kurtardığında harika, duygusal ve zeki bir arkadaş oluyor. Geleceği ise, bunu söylemek ölesiye keyfimi kaçırıyor, felaket görünüyor. Yetim olsaydı eğer, kamp bittiğinde bizimle birlikte eve getirirdim onu, tam bir güven, zevk ve de coşkuyla. Fakat annesi var, zarif ve havalı bir yüzü olan genç bir dul; kibir, kendini beğenmişlik ve hayattaki kimi aptalca hayal kırıklıkları bir parça yıpratmış, onun aptallıkları değil ama, bundan emin olabiliriz. İnsan kalbi ve saf duyguları ona hemen ısınıyor, biz öyle düşünüyoruz, bir anne ve bir kadın olarak böyle çıldırtıcı, böyle berbat bir iş yapıyorsa da. Geçen Pazar öğleden sonra, nefis bir gün, tek bir bulut yok, yanımıza uğrayıp kendisi ve Griffith’e katılmaya, 10 gösterişli ve lük Pierce-Arrow’larında bir tur attıktan sonra dönüşte de Elms’de bir şeyler atıştırmaya davet etti. Daveti üzülerek geri çevirdik. Tanrım, buz gibi bir davetti! Hayatımda müthiş soğuk davetler almışımdır fakat beterin de beteri varmış! Pek tuhaf, dostane yüz ifadesinden senin bir parça hoşnut olacağını ümit ediyorum, Bessie, fakat emin değilim bundan; o kadar da yaşlı değilsin tatlım! Bayan Hammersmith’in içi dışı bir, bir parça hoşa da giden kalbinin öyle gizli saklı bir yerinde olmayarak, Griffith’in kamptaki en iyi arkadaşlarının bizim olmamız fena halde hayal kırıklığına uğrattı onu, aklı ve hayran olunası çabukluktaki gözü Richard Mace ve Donald Wiegmuller’i derhal seçip aldı, Griffith’in kendi kulübesinin iki sakini ve annesinin de daha hoşuna gidecek cinsten. Sebepler çok bariz, fakat insanın ailesine yazdığı sıradan, eğlenceli bir mektupta

bunlara girmeyeceğim. Zaman geçtikçe bu meseleye daha çok alışıyorum; ve oğlunuz Buddy, bilmeniz için pek çok sebep var, görünürdeki davetkâr ve hassas yaşına rağmen kimsenin oyununa gelmiyor. Öte yandan, gösterişli ve soylu yüz hatlarının, büyük bir maddi refahın, sınırsız kazancın ve bu tür bir toplumsal hayal kırıklığını oğlunun tüm görünüşünde işaret edecek mücevherlerle süslü parmakların tüm imkânlarına sahip, genç, alımlı, acılı ve yalnız bir anne için, nevrozlu ve yalnız bir idrar kesesince lanetlenmiş toy bir çocukta hiç ümit yoktur ve bu mazur görülemez. Ümitsiz kelimesi fazla geniş, ama bu tarz, içinden çıkılması güç, lanet olası meseleler için ufukta bir çözüm göremiyorum. Bunun üzerinde çalışıyorum, fakat yaşça küçüklüğümün ve bu tezahürdeki pek sınırlı tecrübemin göz önünde tutulma zorunluluğu da orada duruyor. Başlangıçta, sizin de bildiğiniz gibi, ahmaklıklarından bizi ayrı kulübelere koymuşlardı, kardeşleri ve aynı ailenin çeşitli fertlerini ayırmanın pek akıllıca ve rahatlatıcı olduğu varsayımından hareket ediyorlardı. Fakat eşsiz oğlunuz Buddy’nin öylesine ortaya attığı ve benim de kalpten onayladığım eğlenceli bir fikirle hareket ederek, saçma günlerin üçüncü veya dördüncüsünde Bayan Happy ile lanet güzel bir konuşma yaptık ve ona, Buddy’nin absürt bir yetişme çağında olduğunu ne de kolay büsbütün unuttukları ile bir sohbete ve şimşek gibi bir hazırcevaplığa olan pek insanca ihtiyaçtan bahsettik, bunun neşelendiren sonucu olarak Buddy, teftişi takip eden cumartesi günü narin, sıska ve eğlenceli bedeniyle birlikte şahsi eşyalarıyla buraya


taşınmak için izin kopardı. Meselelerin bu yönlü gitmesinde ikimiz de ferahlık, keyif ve adalet bulmaya devam ediyoruz. Buraya gelmenin fırsatını yakaladığınızda ya da kendiniz ayarlamayı başarırsanız eğer sizi Bayan Happy ile tanıştırmayı felaket çok istiyorum. Zihninizde çok ince bir mizah duygusuyla cıvıl cıvıl şakıyan, göz kamaştırıcı güzellikte esmer bir kadın canlandırın. Zevk işi fraklarından birinin içinde, çimlerde gezinirken onu kollarına alıp sarılmamak için insanın tüm gücünü sarf etmesi gerekiyor. Oğlunuz Buddy’ye olan beğeni ve içten olan sevgisi ise benim için cömert bir armağan, hiç beklemediğim bir anda gözlerimde yaşlar tomurcuklandırıyor. Varlığımın pek çok büyük heyecanlarından biri de, genç, göz kamaştırıcı bir kız ya da kadının, kurumaya yüz tutmuş sevimli bir derenin kenarındaki bir çeyrek saatlik sıradan bir konuşmayla bu delikanlıdaki cevheri tanıması. Tanrım, insan gözlerini açık tuttuğunda hayat yüce heyecanlardan kendi payına düşeni sunuyor! O, Bayan Happy, sizin de büyük bir hayranınız, Bessie ve Les, sizi Gotham’da yer ışıklarının önünde çok defalar görmüş, genellikle Riverside’da, evlerinin yakınlarında. Farkında olmayarak seninle, Bessie, dokunaklı bir mirası da paylaşıyor, pek mükemmel bacaklar, bilekler, güzel göğüsler, diri, zarif kalçalar ve pek biçimli minik parmaklarla dikkat çekici küçük ayaklar. Fevkalade ya da yalnızca düzgün görünüşlü ayak parmaklarına sahip, artık tümüyle büyüyüp serpilmiş bir yetişkine rastlamanın son tahlilde nasıl da beklenmedik bir armağan olduğunu siz de bilirsiniz; takdir edersiniz ki, sevgili bir çocuğun bedenini terk ettikten sonra genellikle felaket şeyler

olur ayak parmaklarına. Tanrı bu göz kamaştırıcı çocuğu kutsasın! Bazen bu capcanlı, akıldan hiç çıkmayan güzelliğin benim on beş (15) yaş büyüğüm olduğuna inanmak imkânsız oluyor. Çocukların bundan haberdar olmasını, Bessie ve Les, sizin ince düşünülmüş ve sevgili kararınıza bırakıyorum, fakat seven insanlardaki kusursuz açıksözlülük, ebeveyn ve çocuk arasında mektupla da aynı serbestlikle geçerli olacaksa eğer, hayatım boyunca giderek bir parça artan başarıyla uğrunda çabalayıp durduğum ilişki de budur, o zaman, bu sevimli, büyüleyici kızın, Bayan Happy’nin, farkında olmayarak bende sonsuz duygular uyandırdığını tam bir şenlik ile itiraf etmeliyim. Saçma sapan yaşımı düşününce, olayın eğlenceli bir tarafı var elbette, fakat yalnızca geriye dönüp şöyle bir bakınca, üzülerek söylemek durumundayım. Havuz saatinden sonra 11 ana kulübeye uğrayıp kakao ya da soğuk bir içecek içmek için nazik davetini kabul ettiğim ve şimdi aklımdan hiç çıkmayan üç veya dört seferde, kapıyı, hiç farkında olmayarak, anadan doğma çırılçıplak olduğu halde açma ihtimalini, artan bir zevkle, yutkunarak bekledim durdum. Bu, eğlenceli bir duygu karmaşası olmamakla birlikte devam ediyor, fakat tekrardan, yalnızca geriye dönüp şöyle bir bakınca. Duyguları benimkiyle aynı hassas ve pek vakitsiz bir yaşta çiçeklenmeye başlayan Buddy’yle bu nezaketsiz durum hakkında henüz konuşmadım, fakat o, bu sevimli yaratığın, benim duygusal esaretim altında olduğunu tahmin etti ve birkaç eğlenceli yorumda bulundu. Ah, Tanrım, dikkatleri çeken bu genç delikanlıyla, gerçeği gizlemek için çevirdiğim katakullilere kanmayan bu gizli dâhiyle akraba olmak


bir şeref ve ayrıcalık! Yazın sonuna yaklaştığımızda Bayan Happy problemi unutulmaya yüz tutmuş olacak, fakat büyük, duygulu alt dudağının altındaki, şehveti açığa vuran çıkıntı dahil, bizim senin duygusal mirasını paylaştığımızı fark edersen, sevgili Les, gerçek bir lütuf olacak, tıpkı bizim kendi harikulade, genç kardeşimiz muhteşem Walter F. Glass, küçük Beatrice ve Waker Glass, sözkonusu çıkıntıdan görece kurtulmuş o halis şahsiyetlerin de aynı mirası paylaşması gibi. Genel olarak aynı fikirde olacağınızı sanıyorum, ben insanların yüzündeki izlere bakıp hüküm vermeyi tam bir serbestlikle ayaklarımın altında çiğner geçerim, çünkü onlar katiyen güvenilmezdir veya zamanla silinmiş ya da değişmiş olabilir, fakat alt dudağın altındaki çıkıntıya asla saygısızlık etmem, genellikle dudağın geri 12 kalanından daha koyu kırmızı bir gölgedir. Karma konusunu dilime dolamayacağım, bu konuya yoğun ve kazara olan ilgimi küçümsediğinizi biliyor ve saygı da duyuyorum, fakat şerefim üzerine söylüyorum ki, sözkonusu çıkıntı karmik bir sorumluluktan biraz daha fazlası; ona denk gelirsin, onu elde edersin veya elde edemiyorsan onunla onurlu bir mücadeleye girişirsin, çalışır çabalar, aman vermezsin. Bu tezahürde, bana tanınan sayılı, keyif dolu yılların her Allah’ın günü, bedenin davetkâr arzularıyla baştan çıkarılmaya bilhassa can atmıyorum. Bu tezahürde yapılacak devasa işler var, kısmen gizli doğanın ve ben, önemli anlarda hoş görünüşlü bir etin göz kamaştırıcı, davetkâr pürüzsüzlükleri ve yuvarlak hatlarınca aklımın çelinmesindense rezil bir köpüğün ölümüyle ölmeyi sevinçle tercih ederim. Zamanım çok kısıtlı, büyük zevk ve üzüntü

duyuyorum bunun için. Bu duygusal sorun için hiç durmadan çabalamaya, elbette, niyetlenmiş olmakla birlikte, sen de, sevgili Les, benim sevgili babam ve candan arkadaşım olarak, bizim yaşlarımızdayken sahip olduğun duygularının baskısı hakkında hiç utanmasız, tam bir açık kitap olsan, hiç umulmadık bir hazine olurdu. Duygulara ilişkin bir veya iki kitap okuma fırsatım oldu, fakat onlar ya kışkırtıcıydılar ya da zalimce yazılmışlardı ve düşünce için çok az meyve veriyorlardı. Bizim yaşlarımızdayken hangi duygusal edimleri yerine getirdiğini sormuyorum, daha fena bir şey soruyorum, hangi duygusal edimlerin hayalini kurmanın zihninde hoşa giden, ifadesi güç zevkler uyandırdığını bilmek istiyorum. Zihin olmadan, duyguların onu çağırmak için pek öyle organları yok. Tüm gayretimle seni bu meselede utanmasız olmaya davet ediyorum. Biz de insanız ve seni daha az seviyor veya daha az saygı duyuyor olmayacağız, tam aksine, ilk ve en fena duygularını tüm çıplaklığıyla önümüze serersen eğer, eminim ki onları çok dokunaklı ve etkileyici bulacağız. Münasip bir tam açıksözlülük ölçütünün genç bir insana daima muhteşem faydaları vardır. İlaveten, insanoğlunun sevimli, var olabilecek hiçbir tarafı hakkında en ufak bir şaşkınlık ya da iğrenme duymak oğlunuz Buddy veya ben veya Walter’in doğasında yoktur. Gerçekten de, insanların delilik ve çılgınlıklarının her türlüsü göğsümüzün içinde pek hoş bir tele dokunuyor! Aman Tanrım! Yoğun kamp yaşamında insanın ailesiyle konuşmaya biraz vaktinin olması nasıl da tatmin edici bir mutluluk! Bugün kalbimin ve zihnimin ihtiyaçlarına ayıracak ne çok kıymetli zamanımın


olduğunu kolayca anlayabilirsiniz. Ayrıntılı açıklama hemen geliyor. Bayan Happy’nin tasvirine, kendine güvenmiş ve pek cüretkâr, devam ediyorum, öğrenince onu seveceğinizi ya da merhamet edeceğinizi biliyorum, kendisi tümüyle berbat evlilik yaşamının, çocuk sahibi olmanın mutluluğunu ve tatlı telaşını mahvetmesine engel olmak için didinip duruyor. Şu anda hamile, fakat çok fena olacağını anladığı olayın gerçekleşmesine henüz en az altı ya da yedi ay var. Başından sonuna kadar çetin bir mücadele olacak onun için. Ufacık, şişkence karnıyla büsbütün zavallı bir çocuk o ve kafası da kargaşaların, aynı popüler, dar ufukları paylaşan doktorların yazdığı delirtici kitapların ve sevdiği bir arkadaşının verdiği bilgilerin yol açtığı duygusal zırvalarla dolu, üniversitedeyken oda arkadaşıymış onunla, anladığım kadarıyla, harika briç oynuyor, ismi Virginia. Ne yazık ki, bu kamp hep yürek parçalayıcı berbat evliliklerle dolu, fakat benim bildiğim, etraftaki tek hamile o, Bayan Happy. Böylece, yukarıdaki Virginia’nın yokluğunda Bayan Happy hoşsohbet biri olarak benim hizmetimi kabul etti, yedi yaşında bir çocuğun hizmeti oluyor bu, unutmayın! Bu bana sonsuz kaygı veriyor, bazen de ufak tefek bir zevk, söylemeye utanıyorum ama, hiç çekinmeden benim yaşımda bir çocuğu kendine dinleyici yapacak kadar aklını yitirmiş durumda, fakat utangaç, feci çok konuşan birisi, bu üzücü teferruatı, içini bana dökmüyor olsaydı eğer, elbette, içini yanına gelen başka bir duygulu yüze dökerdi. İnsan, onun söylediği her şeye büyük bir ihtiyatla yaklaşmak zorunda. Sevimli biri fakat konuşmanın dürüstlük ilkesine de tümüyle yabancı. Kendisinin çok

müşfik biri olduğuna fakat Bay Happy’nin hiç müşfik olmadığına inanıyor. Kafasında böyle kurmuş, katıksız bir saçmalık ne yazık ki. Tanrı şahidim olsun, Bay Happy dört dörtlük biri değildir fakat pekâlâ da müşfik biridir. Tam aksine, ne yazık ki, Bayan Happy çok alıngan, hiç müşfik olmayan biri. Gizliden gizliye güzelliğini süzmüyorsa eğer, insan onun kuruntularına sabır gösteremiyor! Bir kez olsun oğlunuz Buddy gibi, annesinden ve diğer sevdiklerinden uzakta, bir çocuğu alıp da ona etraftaki ormanda yankılanacak hoş bir öpücük vermesini bile bilmiyor! Şu koca ve cimri dünyada bir öpücüğe duyulan korkunç ihtiyaçtan hiç haberi yok! Şöyle bir yanıp sönen sevimli bir gülümseyiş çok yetersiz. Beş yaşında bir çocuğun sözkonusu olduğu yerde, iyi düşünülmüş bir kremayla süslenmiş bir fincan leziz kakao, hoş bir öpücüğün ya da candan bir sarılışın yerini 13 tutar mı hiç? Başı sandığından daha büyük belada, kolaylıkla tahmin ediyorum bunu. Yaz bitinceye kadar hoşsohbet biri olarak ona faydamın dokunmasından aciz olsam eğer, bu sevimli güzelliğin ileride edepsizlik etme tehlikesi var, kur yapıp durmasından ve kadınsı konuşmalarından zor fark edilen bir çöküş ve tepeüstü gidiş öngürülebiliyor. Müşfik ve cömert olmayışıyla, çekici bir yabancıya çılgınca duygularla âşık olmaya doğru ilerliyor, aşırı gururundan ve kendini beğenmişliğinden, sahici bir yakınlaşmayla sayısız cazibesini paylaşıp başını belaya sokacak. Tetikteyim. Ne yazık ki, konuşma krizleri sırasında durumum çok fena, güzel, mantıklı, acımasızca tavsiyeler vermek ile ona çırılçıplakken kapıyı açtırmak gibi ayırtıcı bir arzunun arasında, iki arada bir derede kalıyorum. Zamanınız olursa eğer, Les ve Bessie ve küçük çocuklar, siz de, bu


saçma ve çıldırtıcı çölden şerefimle çıkmam için dua edin. Vaktiniz oldukça çok dua edin, kendi güzel, hoş sözlerinizi kullanın fakat aklı başında, harika tavsiyelerle bedenin ve cinsel organların –çok küçük de olsalar– bayağı arzuları arasında kaldığımda soğukkanlılığımı koruyamadığımı özellikle vurgulayın. Lütfen dualarınızın benim için heba olmayacağına güvenin, yalnızca onları sözlerinizle dile getirin ve onlar, geçen yıl size yemekte bahsettiğim gibi çok hoş bir şekilde yerini bulacaktır. Tanrı beni bu meselede aracı görmeyi seçtiyse eğer, bu güzel, hisli çocuğa sonsuz yardımım dokunabilir. Bay ve Bayan Happy’nin şahsi fenalıklarının kaynağı, kusursuz bir tek beden olmaktaki başarısızlıkları. Gözüpeklikle ve olması gereken doğru yöntemin özenli bir açıklamasını yaparak, derhal ve bir çırpıda başarılabilir bu. 14 Désirée Green burada olsaydı kolayca bir örneğini gösterebilirdim, sekiz yaşında küçük bir kız için istisnai şekilde gözüpek ve zihni açık biridir o, fakat bir örnek olmadan da pekâlâ becerebilirim. Bu hassas meselede benim için dua etmeyi ihmal etmeyin! Waker, babalık, özellikle de senin heyecan verici, masum dua güçlerine sesleniyorum! Yalnızca yedi yaşında bir çocuğum diye kendimi sorumluluktan

muaf tutma özgürlüğümün olmadığını unutmayın. Kendimi böyle berbat, sudan sebeplerle muaf tutarsam eğer, bir yalancı veya korkak bir sahtekâr ve ucuz, bayağı bahaneler uyduran biri olurum o zaman. Ne yazık ki Bay Happy’ye, kocasına, bu meselede yaklaşamıyorum. Bu veya aklınıza gelecek başka herhangi bir meselede yanına kolay yaklaşılabilecek biri değil. Yanına yaklaşmak için doğru zaman geldiğinde de, tüm dikkatini vermesi için onu uygun bir sandalyeye kayışla bağlamak zorunda kalacağım âdeta. Dünyaya önceki gelişinde halat yaparmış, ama pek öyle iyi değil, Türkiye ya da Yunanistan’da bir yerde, fakat hangisi bilmiyorum. Kimi etkili dağcıların ölümüne sebep olan kusurlu bir halat yaptığı için idam edilmiş, fakat meselenin altında, ihmalle birlikte, gerçekten inanılmaz bir dikkafalılık ve kibir var. Ayrılmadan size söylediğim gibi, hoş, olağan bir yaz için buradayken, görüşmelerimi azaltmak için fena halde çaba gösteriyorum. On seferin dokuzunda, bir şekilde zihnimden serbestçe geçip gitmelerine izin vermek tam bir zaman kaybı oluyor, sözkonusu kişi mesele hakkında açık bir tartışmayı faydalı, tuhaf veya açıkça nahoş bulsun ya da bulmasın, fark etmiyor.

İngilizceden Çeviren: Yusuf Sarıgöz


Ali Süha

Tanrısını Iskalayan Dualar iyi günlerimden arttırdığım bir lokmacık allah’a duayla fersahlarca uzağında nietzsche’ci sidik yarıştırmalardan muzdarip aklımın (o değil de fersah güzel kelime) kendime dururadım yaklaşabilmeyi mümkünüyorum sümkürürüm ha! tehditleri altında pek varoluşsal kaygılar -siktir lan!yokoluşçuluğu vaaz ediyorum yorganın altından altından kulağıma endüstriyel şiirden dizeler savruluyor ağzımızdan burnumuzdan 15 peyniraltı suyu tozu doğayla özdeş aroma glikoz renklendirici oksidoredüktaz medyatör reaksiyonu sanayi inkılabını yapan o Orospu Çocuğu geçti mi burdan?

hangi dağda kurt ölse (benim içimde) bir it peydah olup titrüşüyor gözyaşının PH’ı ve Pi ve bir damlanın yarıçapı ve birim zamanda damlattığımız gözyaşı çarpınca çektiğimiz acının miktarını veriyor bize yangın merdiveni korkusundan kalpkrizenleri anahaberde bulamamışsan televizyonla balyoz aynı kişinin götünden çıkmıştır ve dipnot ve kefillik mefhumu özdeş melanetlerimiz melanet ki pek fena devlet eli değmiş gibi çok kuru bok diyor bukowski çok kuru bok nietzsche part-time bir evliliği yeğliyor endüstriyel şiir devrinde bizi ancak freelance ilişkiler kurtarır (diyorum bense) allah’ım sen beynimizi tutkalla, sonra dağılmasın –amin–


Cihat Duman Atilla Çapraz Duvarları Harfe Buluyordu 16

Biz vurmaktayız hocam. Siz pembesiniz. Ne kadar da renksiniz. Biz kullanıcı adımızı ve şifremizi giriyoruz. Siz dışarıdasınız. Biz gelecek zaman eklerini vadesiz satıyoruz. Biz geceleri bilgisayar başında şiir yazıyoruz. Siz, bilgisayar başına gelebilecek en kötü şeysiniz. Biz vurmaktayız hocam. Tuştan başka şey bulamadık Sizin kulaklarınız bir nehirde boğulmadan yüzme bilir miydi. Biz soruları açık sorarız. Biz bir gülün peşinde kaçıyoruz. Siz en yakın gülü takip edemiyorsunuz. Siz embiryosunuz. Siz mal mal konuşma lan. Mal mal konuşup benim asabımı bozma. Siz sigortası yoksunuz biz sigorta yok. Siz yoksunuz biz ertesi sabah haplarıyla intihar ediyoruz. Biz yatak odasında onun baktığı aynaya bakmaktan vazgeçiyoruz Bu indirgemeci politika bu Deleuzyen yasa bu Ortodoks yanak alışkanlıkları bu sizli bizli yüksek söylemler bu diskur. Beşir Fuad ile Benjamin’i kardeş eyleyen kan. Ama. Ece Ayhan’ın kurtulduğu bir dünyanın ne kadar dünya olduğu sorunsalı. Biz vurmaktayız hocam. Ben yatar. Ben nefes almakla birlikte, yer yatağında, öğrencilik yıllarından kalma bir görgü ile yatar


Serhat Şık

Avuçviz’den de Sonra Şiir adnan şenses’e. avuçviz’den sonra da şiir yazıyorum işte var mı diyeceğin? içime giren deli derrida’yı hiç çıkaramadım allah’ım o nasıl gittiyse ben de öyle gideceğim. hayat bunların şaka olduğunu öğretti bize acı acı bizden çıkardı -anamalın bedelini. anamal ne güzel laf öztürkçe bazen güzel de sıçırganlaşabiliyor. her şekilde mehmet altan’ın demokrasi havarisi olduğunu düşünen badem bıyıklı fethullahçı bir saftiriği bu dünyada kullanabilecek bir irade vardır. o irade şalgam rakı nedir bilir? geceleri mersin’de sabahları karataş’ta ve akşamüstleri samandağı’nda elinde fener adam arayabilir. aşk, şurup, aşk öksürüğü kanlıdır: kanlı. avuçviz’den sonra sadece şiir yazılabilir anlam değil.

17


Fragmanlar Walter Benjamin 18

AHLAKIN TEMELİ

ÖLÜM

Kişinin en yüksek ahlaki değeri, kendine anonim kalmaktır. Baudelaire’de, “Seigneur, donnez-moi la force et la courage/ De contempler mon coeur et mon corps sans dégoût!”1 buna karşılık gelir. Bu dilek, yalnızca kişi kendine anonim kaldığında gerçekleşebilirdir. Eylemlerinin en iyisinde, kendiyle tanışıklık kurmaktan kaçınır. En kötüsünde, kendisiyle tanışır –derinlemesine. Öyleyse ahlaki kişinin anonimliği iki şarta dayanır. Birincisi: Her şeyi kendimden beklerim, her şeye muktedir olduğuma güvenirim. İkincisi: Her şeye muktedir olduğuma güvenirim, evet, fakat kendime hiçbir şeyi kanıtlayamam.

Birey ölür, yani bir savrulma olur; birey, bölünemeyen fakat kapatılamayan bir bütündür, ölüm, bireyselliğin alanında yalnızca bir harekettir (istemli hareket). Tarihsel olarak yaşam daima bir yerlerde süregider, tümüyle ölümsüzdür. Görünüşte tam (kapalı) olan bireye ulaşamaz. Ruh göçünün asıl doğru anlamı budur.

1 “Siter Adasına Seyahat” şiirinden: “Tanrım, güç ve cesaret ver bana/ Kalbime ve gövdeme iğrenmeden bakmak için!” (ç.n.)

Kişi, fosilleşir. Yunanlılık. Kişi, sadık kalır. İnsan, özgürleşir. Beden, geçip gider, manometre olarak parçalanır, en yüksek gerilim anında kopar ve bağın kopmasıyla güçten düşüp fuzulileşir.


ALGI, OKUMAKTIR

GÜZELLİK İDESİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

Algıda, yararlı (iyi) olan, doğrudur. Pragmatizm. Delilik, toplumun farklı algılanışlarından biridir. Bilimdeki büyük reformistlere karşı deliliğin ilişkisi/ilişkililiği. Kalabalığın, bilgi ile algı arasında ayrım yapmaktaki yetersizliği. Algı, sembole ilişkindir. Deliliğin erken tedavisi.

Her form güzel değildir. Form, güzellikten (belki) daha erken, daima daha geçtir.

Kavramlar, kendilerini bütün olarak düşündürmezler –yalnızca yargıları. Yani, yargılar, düşünce ürünleridir. Fakat insan ampirik öz olarak bütünlüklü düşünebilir mi? Akıl da bütünlüklü düşünmek, çivi çakmak, dikiş dikmek gibi bir etkinlik midir, yoksa, bir şey üzerinde bir etkinlik değil de, ampirik olana gitmek gibi, duyularüstü bir oluş mudur? Bugün, mektuplaşma küçümseniyor, çünkü eser ve yazarlık kavramlarıyla ilişkilendiriliyor, oysaki onlar, kişiyle ilişkisi anlamsız olan “tanıklık” dairesine aittir, tıpkı herhangi bir pragmatik-tarihi yazma’nın müellifiyle olan ilişkisi gibi. Tanıklıklar, bir insanın hayatta kalmasının tarihine aittir, hayatta kalması, yaşamında kendi tarihiyle birlikte nasıl dışarıdan gözlemleniyorsa, mektuplaşmalarda da kendini öyle okutur. (Yapıtlarda durum böyle değildir, yaşamak ve hayatta kalmak birbirine karışmaz, yapıtlar su çatı gibidir.) Arkadan gelenler için mektuplaşma aslında yoğunlaşıyor (oysa, yazarıyla ilişkili tek bir mektup hayatı elden kaçırabilir): Mektuplar, en kısa aralıklarla birbiri ardına okunduklarında, kendi hayatından nesnel olarak farklılaşır. Onlar, alıcının yaşadığı zamandakinden başka bir tempoda yaşar, yoksa farklılaşırlar.

Güzelliğin tam zamanı, mitosun düşüşe geçişinden yok oluncaya kadarki zamanla belirlenir. Böyle bir şey, ilk kez Kavimler Göçü zamanında gerçekleşti. Yok oluşundan sonra olduğu gibi düşüşe geçişinden önceki mitos da güzelliğe yabancıdır. Güzellik, önkoşul olarak mitosun saklı gücüne sahiptir. Bir şiirin güzelliği, kendini, mitolojik öğelerin görülmesine rağmen devam ettirir. Fakat bu öğeler olmadan da güzel olmazdı. Hristiyanlıkla birlikte mitos dünyasına (Kavimler göçü zamanında yok edilen) yeni bir çerçeve eklendi. Bu, gotiği güçlendirdi, mitosun iğneli bir çerçeveye eklenmesi 19 gibi: Kendi tarafından yok edilen mitos dünyasını birlikte tutan çerçeve olarak güzellik. Bununla birlikte gotik, barok vb. ile çöküşteki mitlerin kendini yeniden meydana getirdiği Grek zamanı’ndan söz edilir oldu. Mitolojik motifler nasıl güzel hale gelir? Homer şiirinin problemi bununla ilgilidir. Saflık ve katılık, yapıta dair kategorilerdir. Güzellik ve anlamsızlık ise sanat için böyledir. Saflık, içeriğin saflığıdır –evrensellik. Katılık, biçimin katılığıdır –kapalılık. Güzellik, algılananların güzelliğidir – bütünlük. Anlamsızlık, sembollerin anlamsızlığıdır –tekçilik.

Almancadan Çeviren: Yusuf Sarıgöz


Haftasonu Bedenlerimizle Başbaşa

Ufuk Akbal

Türkiye’nin Susan Sontag’ı olmadığına eminiz lakin bazen hakikat çığırıcımız sürünün en güzel kuşu olmayabiliyor. Şenay Düdek’ten bahsediyorum. Hızlı doksanların sonu ve aynı hıza eklemlenmiş 20 ikibinlerin başı, onun ve zihniyetinin ördüğü haftasonu dergileri ile geçiyordu. Biz o zamanın ergenleri her haftasonu, tıkabasa kadın bedeniyle doyurulabilmenin yolunu gözlüyorduk. Özenli fotoğrafçıların, özenli dekorlarıyla, özenle sentetize edilmiş kadınlar, kusursuz bedenleri ile yattığımız bekâr çekyatlarına doğru, yani bize doğru sesleniyorlardı. Bunu yaparken, bize de, kendilerine seslenmemizi salık veriyorlar, bunu yapmadığımızda karşılıklı ve coşkulu ilişkimizin eksik kalacağına hükmediyorlardı. Biz hükümsüz erkek bedeni ile kuşe kâğıda basılmış kadın bedeni arasında, kendimizi, Türkiye’yi; hem kendimizin hem Türkiye’nin bedenini keşfediyorduk. Kadınlar aslında, sonuna kadar Türktüler. Ya memeleri ya da kalçalarının orantısızlıkları şehveti refere edercesine, öne çıkartılmıştı. Bütüncül bir kadın seksüalitesinden çok –o estetiğin

alanına giriyordu, bir yanı öne çıkartılmış, bir fetih ideolojisine davetiye çıkartmış kadın bedeni ile müşerref oluyorduk. Spinoza, bir bedeni anlama yolunu anlatırken, onun refere ettiği şeyleri de çıkınımıza katmamızı önerir. Bunun içinde başka bedenlerle gireceğimiz deneyimler, temaslar ve karşılaşmalar da vardır. Bize bahşedilen bedenler, bizi bizdeki sentetiğe düşkünlüğün yol kenarlarına çıkarıyordu belki de. Orada papatyalar yolup, ahlakçılık adasına geri dönüyorduk. Gadamer, “ufukların kaynaşması” kavramıyla, konuşma halindeki iki öznenin zamanla oluşturdukları şeyi kasteder. Farklı iki yorumun, bir metnin birer ucundan tutup, onu silkelemeleri ve ondan doğurgan yorumlar damıtmaları. Fakat, ne Türkiye bu kadar doğurtucu bir yer ne de beden, kendine yaklaşanın ahlakçılığını tarihsel olarak tetiklemeyen, “tabula rasa” bir alan. Nitekim, Şenay Düdek, “Biz erkeklere mastürbasyon malzemesi hazırlamıyoruz,” derken, siz erkeklere mastürbasyon malzemesi hazırlıyorsunuz, diyen bir


içsesin ufku ile çarpışıyor ve oradan bir ufuk kaynaşması, bir doğurgan metin çıkartamadan yerine oturuyordu. Erkekler, hüzünle karışık mastürbasyonlarından içine giremedikleri, beden denen metnin kekre tadı ile ülke denen metnin kekre tadına dönüyorlardı. Doksanları düşünmek istiyorum; kadın bedeninin bunca hunharca devir-daime sokulmasının geçmişi eski olabilir lakin gözle görülebilir bir hız kazanmıştı, doksanlar Türkiyesinde. Çok daha oyuncu olmak istiyorum; haftasonunu dört gözle bekleyen erkek seçmenlerle dolu bir ülke hayal ediyorum. Bu iki ufkun kaynaşmasındaki imkânsızlığa götürüyor bu düşünce beni. Kadın bedeninin ve dolayısıyla ülkenin üzerinde iktidar tesis etmenin bir aracı olan haftasonu dergiciliğinin işaret ettiği kadın bedeni, gazetelerin arka sayfalarında bir daha üretildi. Aynı hale, bu kez kendini, kapsülize olmuş şekilde gösteriyordu. Modern gazeteciliğin lügatini tam ortasından kıralım. Tanrı önce spor sayfalarını yaratmış oluyor. Demli bir çay önümüze geldiğinde, “ılık bir sabah

duş”una benzettiğimiz gazetemizin iştah açıcı spor sayfalarına yöneliyoruz. O esnada elimizin değdiği arka sayfada kozmetik, moda, estetik cerrahi sektörlerinin mahir dokunuşlarınca cazip hale getirilmiş kadın bedeni bize sesleniyor. Neyse ki bu kez ahlakçı değiliz. Çayı müteakip ferahlama geliyor. Mastürbasyonu 21 teşvik eden haftasonu dergiciliği, bu kez biriken ve içedoğru patlayan erkeklik gururunun taşıyıcısı oluyor. Kapsülize aslında enkapsülize. Sen ve o fotoğraf arasında, sembolizmi kendinden menkul bir ilişki baş gösteriyor. Kadın bedeninden gazete sayfasına, oradan erkeğe bir devir daimin acıtıcı hikâyesi bu. Tanrı, ahlakçılığı spor sayfalarından sonra yaratmış olmalı. Ufuklar işte burada kaynaşıyor. Ahlakçılık, mastürbasyonun bittiği yerde başlar, çünkü. İlkinde mastürbasyonun bir şeyleri bitirdiği farz ediliyor, ikincisinde ise başlamaması ya da kendisine yaklaşanı intihara sürüklemesi teşvik ediliyor. Sonra, şunu da soralım: Kim, Şenay Düdek’i yeterince Foucaultcu olmamakla suçlayabilir ki?


Faruk Peker, Milli György Lukacs’tır. Ufuk Akbal Ben azılı bir anti-sinemistim. Ancak, Faruk Peker nezdinde, Türk sinemasına da – tüm yerli çağrışım ve unsurlarına, 22 selam sarkıtmak her defasında tazeleyici ve güçlü bir dil oluşturmamıza sebebiyet veriyor. Aristo, bilginin temeline tekrarı koyuyor. Biz bunu metodolojimiz yapıyoruz. Dolayısıyla her akşam yatmadan hatırlanan bilgi sarmalı gibi, kendini bize uysalca sunuveren bu bilgiyi tekrarlıyor ve tazeliyoruz. Sonda, düğümlerken söyleyeceğimizi, şimdi en başından söyleyelim: Cihangirûndan olmayan entelektüellerin sözcüsü, estetik-etik terazimizi yeniden anlamlandıran Faruk Peker’in son günlerin meşhur dizisi “İffet’le alevlenen” tartışmalarına odaklanacağız. İddia 1. Faruk Peker, Türklerin György Lukacs’ı oluyor. Tarih, kendiliğinden bu cevabıyla Faruk Peker’i bu noktaya konumlandırıyor. Faruk Peker, İffet’in fragmantasyonu, bütünü aşmış sahnesi için, sanıldığı gibi tecavüz değil, fantezidir – diyor.

İddia 2. Seksoloji ve aile sosyolojisi repertuarı, ilk anda gelen ve yanıltıcı olan bilgiye işaretle bu “sahneyi” etiğin ihlali olarak mühürlüyor. Oysaki, bu olsa olsa, “mutluluğa götürmeyen” bir fantezi yorumu olabilir. İddia 3. Cihangirûn, kendisi için reva görmediği etik-estetik dengeyi, “volk”a reva görüyor. Kendisi için handiyse aşkın diye damgaladığı bir perspektifi, bir “ongoing relation”ı, halkın kabaran namus isyanına – etik değil, aslanların önüne yem atarmışçasına atıyor. İddia 4. Faruk Peker, bir perspektif sunuyor. Bu perspektif, takside gerçekleşen ve tecavüz olarak vaftiz edilen sahnenin, aslında bir fantezi olduğu yönünde, İffet hayalleri yıkılan bir kız olabilir. Ama bu bütün hayatını etkileyecek bir olay değil. İlk seksüel deneyimine böyle hazırlanmadığını söylüyor. Dolayısıyla, Cemil bir sonunda mutluluk getirmeyen hareketin başlatıcısı değil, bitiricisi oluyor.


İddia 5. Walter Benjamin, “Yaşamak, izler bırakmaktır,” diyor. İffet bunu başarmıştır. Ancak bunu averaj namus kabarmalarıyla değil, “gri” alandaki sert dokunuşları ile yapmıştır. Beyazı arzulayan ama siyaha meyilli, bir ilişkinin adıdır. Bu iddialar ışığında, etiğin ve estetiğin birbirilerinin üzerlerine gölge düşüren değil, ayrıca dengede kalmak zorunda olan da

değil, birbirlerini gözeten unsurlar olarak, sanatın oluşuna katkıda bulundukları gibi, çok ortalama bir gerçeği bize haykırıyor Faruk Peker. Ancak Türkiye’de gerçek algısı, ortalamanın altında olduğu için, Faruk Peker’in tarihsel itirazı, bir sahicilik ada’sı gibi parlıyor ve sinemist algının saptığı yanlışı, tarihsel orijinalitesine iade ediyor.

23

Faruk Peker ile György Lukacs’ın aralarında geçtiği rivayet edilen muazzam bir diyalogdan... G.L. - Bir gün beni anlayacaklarını biliyordum. F.P. - Hmmm... İlginç. G.L. - Kafka meselesinde haksız olduğumu düşünenler şimdi ne diyecek? F.P. - Ben ne bileyim yaprağıım... G.L. - Beni bir sen anladın, sen de yanlış anlamışsın Mr. Peker? F.P. - Siz yönetmen olan Lukas’sınız sanmıştım. G.L. - Gerçekçi sanatın en nadide örneği bu sahne. F.P. - Öyle mi, hiç farkında değilim.

G.L. - Bence de tecavüz değil fantezi. F.P. - Mutabık kaldığımıza sevindim bro. G.L. - Tecavüz yoz bir hayatın yoz bir estetiğini yansıtıyor, burada bu yok. F.P. - Ağzımdan aldınız. G.L. - Faruk’un tespitleri muazzam. F.P. - Gördün mü ki ebemkuşağı? G.L. - Bir siz, bir Hegel, Mr. Peker, favorimsiniz. F.P. - Tişkürler. G.L. - Tarih ve Sınıf Bilinci’ni sizle tanışsaydım, başka şekilde yazardım. F.P. - Yapmadığım bir gang bang vardı. Onu da denersem, tam olacak.


Ağır Ergenler: Ekşi Sözlük Taifesi Semih Kâtipoğlu Önce Biraz Atom Fiziği 24

Maddenin yarılanma ömrü maddenin miktarından bağımsızdır. Yarılanma süresi doğrudan hızla bağlantılıdır. Her şeyin bir yarılanma ömrü var. Ekşi Sözlük çağımızın fenomeni olabilir mi halen? İlk çıktığı zamanlarda ilginç gelmişti. Zaten kısa sürede de sivrilmesi bundan. Bir çeşit STK. İlk bakışta heyecanlı gibi. Ama sadece ‘gibi’. O vakitler, Ekşi Sözlük’ün kendini yavaş yavaş var etmeye başladığını düşündüğümüzde, hepimize böyle bir ortamın cazip gelmesi çok doğaldı. Ekşi, bir durumun başlatıcısı oldu. Hemen ardından benzer sözlükler açıldı. Hatta zaman zaman sonradan açılanların Ekşi’yi silkelediği durumlar da oldu. (Burada kastettiğim İnci saçmalığı değil elbet.) İlk açıldığı dönemi, yani 1999-2002 yılları

arasını naif buluyorum ve takdir ediyorum. Kibir daha azdı, keşfetme heyecanı vardı. Bugün sözlük tayfası diye bir şey var -aslında o bile yok olmaya başladı artık. Şimdi yavaş yavaş Twitter’a, Instagram’a filan kaydılar. Artık kimsenin sözlüğe ihtiyacı yok. Twitter var. Orda sahip olduğu örneğin 1000 takipçi ile müthiş bir kibrin içine düşebiliyor. Ama Chrome’un bir sekmesinde halen Ekşi’yi takip edip yorum yetiştirmeye çalışanlar çoğunlukta. Bokyedibaşılık sözlüklerle başladı, artık Twitter’la kurumsallaşıyor. ‘Gogıllamak’ ile (İngilizcesi, googling) elde edilen saf ve güzel bilgi hepimizi madunlaştırıyor. Sahip olduğumuz bir şey değil bilgi. Sadece gözümüze/kulağımıza çarpıp geçiyor. Çarpmadan geriye kalanlar, etkileri ve o kırıntılar bizim kültürümüz haline geldi. İşte bu yüzden Ekşiciler ağır ergen. Daha az önce deneyimlediği gündelik hayata


dair herhangi bir şeyi koşa koşa Ekşi’ye yazmak en hafif tabirle bir hastalık göstergesi. Ordan bir an ayrılsa bütün sistem çökecekmiş çünkü. Onsuz bir sözlük düşünülemediği gibi iş bunun tam tersine doğru evriliyor. Telefonunu klozete düşürenlerin sayısı artıyor. Beni bilhassa rahatsız edense, geniş zaman kipiyle kullanılan anonim bir dil oluşturma çabasıydı. Bir espriye denk düşebilirdi on yıl önce. Akademik kaynaklı tanımlayıcı geniş zaman kipi, kavramı genel geçer şekilde açıklamanın bir yöntemi; ilk dönem Ekşicilerin bu dille yazması bir çeşit sarakaya alma durumuydu. (Bu gözle bakıldığında Ekşi Sözlük’ün ilk döneminin Türk postmodernizminin kurulmasına yardımcı olduğu hepimizin malumudur.) Dil, öznel yargıyı nesnel bir bilgiyi verir gibi verirse kendini de

reddetmeye meyleder, iyi olabi‘lir’. Ama 25 abartmamak kaydıyla. Yoksa kendisi de bir çeşit parodiye dönüşüp çoluğun çocuğun elinde kalacak‘tır’. İş buraya varınca ergenlik sürgit hale gelecektir. Ergenlik de içinde çok fazla konaklanmadan, hızla yaşanıp bitirilmesi gereken bir durum değil midir? Bir zamanlar hepimiz Ekşi Sözlük yazarıydık. Aldığımız nick’lerle akşama kadar bilgisayar başında daha nasıl ilginç bir başlık açabilirim, daha nasıl komik ve zekice bir yorum yazabilirim diye götümüz çatlayana kadar yırtınırdık. Tam bu dönemlerde, hepimizin yüzünde dolaşan ukalalık izleri bir yerden sonra dilimize de sirayet ederdi: ‘Ben de Ekşi’de yazıyorum!’ Memleketin gençlerinin yarısı Ekşi’de yazıyor, kalan yarısı da porno izliyordu zaten.


Anlamışsınızdır ki bu saatten sonra kastettiğim şey artık Ekşi Sözlük değil yalnız. Ekşi üzerinden bütün sözlük güruhuna çakıyorum ve Ekşicileri eleştirirken bütün sözlük tayfasına gidiyor lafım. Çünkü ‘an itibariyle’ Ekşi ile diğer sözlüklerin birbirlerinden hiçbir farkı yok.

Birkaç Ergenlik Örneği Bütün bu laf kalabalığını somutlaştırmak için aşağıda size üç adet entry örneği alıntılıyorum. Bunlar, yukarıda anlattıklarımı gerekçelendirmek dışında hiçbir kem amaç gütmeden tamamen rastgele seçtiğim entry’lerdir. İmlaya dokunmadım.

26

ateist sadece bilimsel açıklanmış gerçekleri tanıyan, görmediği hissetmediği şeylere inanmayan insan modeli. (merlin, 18.04.2000, 22.07)

stalker sinema tarihinin eli öpülesi yönetmenlerinden birinin elinden çıkma her anı ayrı bir görsel-felsefi şölen olan defalarca izlemeye doyulamayan film. (naranimo, 19.12.2001, 03.24 ~ 03.27)

ekşi sözlük internetin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı, google’nin olmadığı dönemlerde yahoo’dan ya da benzeri bir arama motorundan gerçekleştirdiğimiz çoğu arama sonucunda çıkan, kanta kuzen ile ilk keşfettiğimizde “amma küfürlü içerik var bize göre değil burası, cık cık ayıp şeyler” söylemleriyle uzaklaştığımız, yıllar sonra yeniden keşfettiğimizde - daha doğrusu kendimizden bir şeyler katabilme olgunluğuna eriştiğimizi hissettiğimizde - o günleri yad ettiren güzide internet sitesi. (tnz, 12.06.2008, 22.17 ~ 22.21)

sürekli çıktı alan ofis çalışanı işsiz işçidir. her ofiste bulunur bundan. bazıları da avuçlarındaki ya da parmaklarındaki kağıt kesiğinden tanınır. (black smoke, 28.02.2013, 10.47) Ekşi Sözlük, bir Benjamin Button hikâyesinin tekrar ediyor, dönüşüyor usul usul. En olgun çağında doğduydu, şimdi ergenliğe doğru seyirtiyor. Hem de ağır ergenliğe.


Sultanahmet Notları Fatih Mutlu 1. Sulanahmet’te akşam ezanı. Muhteşem. Sultanahmet, İstanbul Diyanetinin vitrini. İmamı en iyi imam, müezzini en iyi müezzin. Hemen dibinde Firuzağa Camii var, küçük. Firuzağa Camii müezzini ezana otuz saniye kadar geç başladı fakat bir buçuk dakika kadar geç bitirdi. Uzun ve tüm mahreçlere azami dikkat ederek. Yüksek sesle ve tam tecvidle ve “Kuyumcu bağırmaz”ı haklı çıkararak. Çünkü Firuzağa Camii müezzini kıskançtır. Çünkü onun gelebildiği yer en fazla Sultanahmet Camii’nin dibindeki küçük camiidir. Firuzağa Camii’nin imamı ya da müezzini olmak iki ayrı tanım gerektirmez, sadece imam denilebilir ve öyle denilecek.

Komplekslidir. O hep “Sultanahmet Camii’nin yanında küçük bir camii var ya, orada görevli” olarak hatırlanacaktır. Eşi kocasının görev yerini bu sözlerle anlatacak, bazılar “Ayasofya’da mı?” diye soracak, bazıları –eminim ki– tarif edilen yeri bilmeyip, bilir gibi davranacaktır. Ama yüzlerindeki “bilmeyip de bilir gibi yapma” ifadesi, eşinin gözünden kaçsa da Firuzağa Camii’nin imamının gözünden kaçmayacaktır. Başarısızlık kahredicidir ve ayırdedici. Görev süresi boyunca bir kez de olsa, Firuzağa Camii imamına Sultanahmet’te ezan okuma ve namaz kıldırma görevi

27


verilmelidir. Bu rahatlatıcıdır. Toprakta yürüme etkisi yaratacaktır. Firuzağa Camii imamı belki de Sultanahmet’in minaresindeki mikrofondan “I’m here!” diye bağırmak isteyecektir. Ama kuvvetle muhtemel İngilizce bilmediği için bağıramayacaktır. Firuzağa Camii’nin imamı sahte okeydir. Bir şey var gibi ama yok. Kendi dışında başkası olamamış, o yolda kendisi olma şansını da kaybetmiş… Bu dünyada ona biçilen rol en fazla budur: Cemil Özeren olmak. Firuzağa Camii’nin imamı “Eksik bir şey mi var?”ın ‘bir şey’idir; bizim eksikliğimiz. Eksik olan her şeye Firuzağa Camii imamı diyebiliriz. Yerleşiklik kazanılması istenen bir tanım için çok uzundur. FACİ denilmeli ve öyle denilecek. 28 FACİ belki de evinde sessiz sessiz

ağlıyordur, ağlamıyorsa ağlamalı. Ağlarken yanına gelip “Neyin var?” diye soran eşine “yok bir şey” dememelidir. Gerçeği anlatmalıdır. Gerçek seslendirildiği andan itibaren gerçekliğini kaybetmeye başlar, bu bir. Gerçeğin onu küçük düşürmesine müsaade etmelidir. Gerçek üzerine taşak geçilmedikçe tam bir gerçek değildir, yazabilirim. Bir gerçek sınırlarının belirlenmesine ihtiyaç duyar. İstihza/ şaka onun sınırlarını belirler. Üzerine şaka yapılmayan gerçek sahih değildir. 2. Dikilitaş, Sultanahmet meydanında. İnsanın göğe erme isteğinin dışa vurumu. Turistin “Oh God, Perfect” deyip hayranlıkla izlediği. Üç delikanlı taşa doğru yürüyor, delikanlılar yerli. Yerli ve turist değil.

“İstanbul’lu” da değil. Resmi olarak mevcut, gerçekte mevcut da değil. “El vücut, bila mevcut” üç delikanlı. Arkada kalan ikisinden biri önden gidene seslenmektedir “Hepsini alabilicen mi?”, diğeri gülerek eşlik etmektedir. Dikilitaş’ta onların gördüğü uzunluktur. Onların cenazeleri Firuzağa Camii’nden kalkacaktır. FACİ için de üç delikanlı için de uzunluk önemlidir. Ara sonuç yazılabilir, üç delikanlı bizim eksikliğimizdir. Uzun ve eksik. Kıyametin akşam kopacağı yazıldı; ezanı kısa ve farzı öncedir. FACİ, cemaatini kıyametle akşam namazını kılmamış bir şekilde karşı karşıya bırakacaktır, kuvvetle muhtemel. FACİ ve üç gencin hazmedemediği; uzunluk hiçbir şey, aslolan “karar”dır. FACİ kararsızdır. 3. Meseleye başka bir açıdan da bakmak mümündür: Freudyen açı. Freudyen açı her zaman 180°’dir. Yani erkin ve erkekliğin göstergesi, Dikilitaş’ın dik ve uzun olması. Freud, FACİ ve bizim üç delikanlımız aynı yere düşmektedir: Uzunluk tarihsel olarak önemli ve Freud’un önerdiği dikine bir örgütlenme. Batı’nın ‘Yatay Örgütlenme’yi bulması tesadüf değil ve Freud Batı içinde bir Doğulu. Batı’nın tarifi Doğu’nun olmadığı ve Doğu için tam tersi. Her Batı biraz Doğu ve her Doğu biraz Batı. Doğu ve Batı kararsızdır. Şeytan ve Tanrı’nın sürekli yer değiştiği bir din gibi. Sürekli reddeden ve sahiplenen. Kararsızlık tarihseldir. Tarihsel olan kararsız. Kararsız ve sürekli...


Vidom vidom.deviantart.com

29 On A Monday Morning

Omiya-ku


Orion Bound

30

Knowledge Coils



fin 2 tl


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.