fin 4
Müdür: Semih Kâtipoğlu finfanzin@gmail.com Dördüncü Sayı Haziran 2014
4 10
Ah, Tanrım, ne Tanrı ama bu bizimki! J. D. Salinger
12
anam babam sana feda olsun ey mustafa amca şu çayı biraz aralıklı getirsen Semih Kâtipoğlu
14
bilge kağan, haber verdi, türkler yarınsızdır ve plan yapmazlar. Rüşdü Paşa
16 19 20 21 23 25 26
ver liriği ver liriği! Fatih Mutlu
ölülerimiz biz arkalarından konuşalım diye öldüler. Ufuk Akbal
formülden git –iyi insan olmaklık katsayısı Ali Süha Yalvaracaksın. Yusuf Sarıgöz biz de kupon yaptık bekliyoruz al bak Cihat Duman anne ölüm oranları artıyor doktor İlker Filiz osbirle idare ettim Faruk Gadamer izin ver yanağından bir bölük koparayım Ali Taşer
Hapworth 16, 1924* J. D. Salinger * “Hapworth 16, 1924” Salinger’ın hayattayken yayımladığı son öyküdür ve The New Yorker dergisinin 19 Haziran 1965 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Öykü yayımlandığında The New Yorker’ın o sayısının hemen hemen tamamını kaplamış, buna kızanlar olmuş; dahası hem o dönemde hem daha sonra eleştirmenler tarafından “okuması son derece zor” diye eleştirilmiştir. Hatta Salinger’ın yazmayı bu yüzden bıraktığı dedikodusu yayılmış, fakat Salinger daha sonra Hapworth’ü ‘en büyük edebi eseri’ olarak gördüğünü söylemiştir. Öykü aynı zamanda Glass ailesi hakkında yazılan dört önemli Salinger öyküsünün –”Franny”, “Zooey”, “Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar” ve “Seymour: Bir Giriş”– tamamlayıcısı niteliğindedir. Salinger’ın bu öyküsü bilhassa Glass ailesinin yegâne üyesi Seymour Glass’ın ağzından yazıldığı için de ayrıca önemlidir. Biz de bu öyküyü, fanzin yayımlandıkça peyderpey yayımlamayı düşündük. Üçüncü sayıda kaldığı yerden devam ediyor öykü... (müdürün notu)
IV 5
Bacağımı kötü ve gülünç bir şekilde sarıp, bir parça kendine hâkimiyeti olmayan birine kafayı çektirecek soğuk, işini bilmez bir muhabbete tuttuktan sonra Bayan Culgery, doktorun yaşamını sürdürdüğü ve itimat edilemeyecek vazifesini yaptığı kasaba olan Hapworth’ten gelmesini beklemem için gülünç bir koltuk değneğiyle kulübeme geri gönderdi beni. Doktor, iş işten geçtikten hemen sonra geldi ve bacağıma on bir (11) dikiş atmak için beni tekrar revire taşıdı. Lanet olsun ki, bu münasebetle nahoş bir sorun ortaya çıktı. Ufak bir anestezi teklif ettiler bana, kibarca geri çevirdim. Daha en başında, Bay Happy’nin lanet motorsikletiyle geri dönerken, bacaktan beyne acının iletimini kesip atmıştım ben, bütünüyle kendi rahatım için. Geçen yazki, alt çenem ve
dudaklarımı ilgilendiren küçük kazadan beri bu yöntemi kullanmamıştım. İnsan bazen pek duyulmamış herhangi bir şey öğrendiğinde onun birden fazla kez veya bir kez bile işe yarayacağı konusunda ümitsizliğe kapılıyor, fakat bir gün kesinlikle işe yarıyor, yalnızca biraz sabır; kesinlikle ziyan olacağını düşündüğüm karanfili buraya geldiğimizden beri yalnız iki durumda kullanmış da değilim! Anesteziyi kibarca geri çevirince doktor gösteriş yaptığımı sandı, yanında duran Bay Happy de bu çıldırtıcı görüşü paylaşıyordu. Aptal bir insan gibi, size temin ederim ki ben öyleyim, acının iletimini tümüyle kesip attığımı gösterdim aptallıkla. Kendimin veya ailedeki herhangi bir çocuğun eften püften nedenlerden ötürü bilincini yitirmesine
izin vermemeyi tercih ettiğimi sabırlı olmayı beceremeyen yüzlerine karşı doğrudan söylemek daha aptalca ve oldukça rahatsız edici olacaktı; bu mesele hakkında daha fazla şey öğreninceye kadar insan bilinci benim için kuşkulu bir değer taşıyacaktır. Bay Happy ile birkaç dakika süren ateşli, berbat bir tartışmadan sonra doktorun yarayı bilincim hoş şekilde açıkken dikmesi için rızasını kopardım. Bu senin için saçma sapan acı veren bir mesele, sevgili Bessie, önceki deneyimden biliyorum, fakat sana yemin ederim ki benim için zaman zaman müthiş bir rahatlama bu, mizah yollu konuşuyorum, çarpık bir burun ve su kadar ince bir çene ile yalnızca annenin sevebileceği bir yüze sahip olmak. Adamakıllı yakışıklı bir çocuk olsaydım eğer, hoşa giden 6 yüz hatlarıyla, pekâlâ eminim ki bana anesteziyi uygularlardı. Bu kimsenin hatası değil, hiç şüphen olmasın; kişisel kanaatlere ve beyinlere sahip insanlar olarak elde edebildiğimiz güzelliğin her bir zerresi için hesap vereceğiz, ben şahsen bunun hesabını vermekten ümitsizim! Bacağıma dikiş atıldıktan sonra, Buddy’nin bunu izlemesine izin verilmedi, yanımda kalmasına da, çarçabuk kulübeye geri taşınıp ranzama yerleştirildim. İyi talihin bir dokunuşuyla revirdeki tüm yataklar doluydu, ateşi yüksek birkaç çocukla birlikte benim de yataklar boşalıncaya kadar kulübemde kalmama izin verdiler. Bu yatak meselesini tam bir talih kuşu olarak görüyorum. Trenden indiğimden beri son derece huzur dolu, sakin, tatmin edici ilk günümdü bu, durum
Buddy için de bütünüyle aynı, benim ihtiyaçlarıma koşmak üzere gün boyunca hiçbir toplanmaya katılmamak için Bay Happy’den izin alması. Kendisi neredeyse izin almayacaktı, fakat Bay Happy onunla yüz yüze sohbet etmek zorunda kalmaktansa, son tahlilde, izin vermeyi yeğledi, onun varlığında rahat etmekten büsbütün uzak olduğundan ötürü. Bu ikisi arasında büyükçe, hoş bir husumet var, kısmen pazartesi teftişinden kaynaklanıyor. Pazartesi teftişinde, ki ben bunu buradaki tüm çocuklar üzerinde mazur görülemez ve aşağılayıcı bir yük olarak görüyorum, Bay Happy, biz esas duruşta beklerken kulübeye gelip, yatağını kendisi askerken yaptığı şekilde yapmadığı için Buddy’ye bastı kalayı ve bize göre bütünüyle mucizevi şekilde tüm o lanet savaşı kaybetmemeyi başardı. Gözümün önünde Buddy’ye gereksiz birkaç hakaret savurdu. Kendi başının çaresine bakmakta, sizi temin ederim, son derece mahir oğlunuz Buddy’nin yüzünü izlerken bu hakaretamiz efelenmelere ilişmedim ya da araya girmedim. Bu delikanlının kendi başının çaresine bakma yeteneğine eksiksiz şekilde itimat ediyorum, bu sefer de değişen bir şey olmadı. Son derece soğukkanlı şekilde ve tam da Bay Happy onu kulübe komşularıyla kamp arkadaşlarının önünde azarlayıp utandırıyorken Buddy harika, ifade dolu gözleriyle o işi yaptı ve onları sevimli, siyah kaşlarına doğru kaydırdı, donuk, bembeyaz, onun bunu yaptığını daha önce hiç görmemiş herkes için oldukça ürkütücü. Bay Happy hayatında daha önce birinin bunu yaptığını hiç görmüş müdür, şüpheliyim. Endişeye
kapıldı ve rahatı kaçtı, en hafif deyimle, tekrar hızlı bir göz atıp onun yerine Midge Immingtun’ın yatağını kontrol etti ve ortadan büsbütün kayboldu, özgüven sahibi oğlunuza yeni uyarılarda bulunmayı bile unuttu! Ah, Tanrım, beş yaş için nasıl da becerikli ve eğlenceli bir delikanlı! Tüm gururunuzu bir araya toplayın, yalvarırım, ve hepsini bu ufak oğlanın üzerine boca edin! Bir dakikaya kalmaz buraya gelir, ve muhtemelen birkaç satır da kendinden eklemek için çok istekli olur. Bu arada, lütfen benden Bay Happy’ye daha hoşça yaklaşması veya hassasiyetle davranması için onun üzerine gitmemi istemeyin, hassasiyet meselesi değil bu; mesele, kendini ve bütün bir ömrünün eserlerini o anki hasımlardan korumak için pratik zekâsını nasıl kullanacağını, onlara ciddi bir zarar vermenin kolay yolunu bilme meselesi. Birkaç günlük veya saatlik kısa bir ara için hoşçakalın! Size yazmayı bitirecek kadar insafım ve nezaketim olacak; sizi temin ederim ki, hem ebeveynlerim hem de çocuklar, hepiniz sizi böylesine tüketen bir çocuğa sahip olmak için fazla iyi ve de kıymetlisiniz, fakat başka türlüsü elimden gelmiyor. Sizi kelimelerin ifade edebileceğinden çok daha fazla özlüyoruz, Orada insan dili için zahmete değer sayılı fırsatlardan birine sahipsiniz. Bessie, lütfen daha önce üzerinde durduğumuz o ufak meseleyle ilgilen. Ayrıca, lütfen, yoldayken gösteriler arasında daha uzun süre soluklan; öbür sebeplerin yanında, ki bunları şu anda tam bir serbestlikle tartışmaya hakkım yok, senin sahneyi
bırakmayı en yakıcı şekilde özlediğin zamanlar, hiç dinlenmeyip çok yorulduğun zamanlar. Acele etmemen için sana yalvarıyorum. Daha önceki bir tarihte konuştuğumuz meselede demiri ancak ve ancak tavında dövmen için yalvarıyorum. Aksi takdirde, dikkate değer bir kariyeri 28 gibi gencecik bir yaşta bırakırsan eğer, geçmişinde kaç şanlı şerefli yıl geçirmiş olursan ol, kaderle vakitsizce oynamış olacaksın. Vakti geldiğinde, elbette, kadere sersemletici darbeler vurulabilir, ancak vakitsiz zamanda, ne yazık ki, hatalar oldukça yaygındır ve de pahalıya patlar. Yeni, güzel ocağın geldiği günkü aklıbaşında, samimi konuşmamızı hatırla, şöyleydi: Gösteri için sahneye çıkman ve bahsettiğim zaman diliminde oldukça zorlu meselelerle meşgul olman dışında, lütfen, yalnızca sol burun deliğinden nefes 7 alıp vermeye büyük özen göster, diğer zamanlarda hızlıca sağ burun deliğine geri dönersin. Nefesini doğru burun deliğinde başlatıp başlatmadığını ufaktan kontrol etmek için, yumruğunu ters taraftaki koltukaltında tatlılıkla sıkıştır ve dostça bir baskıyla orada kilitle, ya da vücudunun, hedeflediğin burun deliğinin tersinde kalan yanı üzerinde birkaç dakika uzan yalnızca. Bütün bunları pek keskin bir tiksintiyle yapmamanı sağlamanın bir yolu yok, ama yine de, tiksintinin çok arttığı zamanlarda, Tanrı’ya şapka çıkarmaya çalış, zihinsel olarak elbette, insan vücudunun müthiş karmaşık yapısı için. Bu sırrına akıl ermez sanatçıya küçük, sıcacık bir selam göndermenin böylesine zor olmasına gerek var mı? Gizemli şekillerde olduğu kadar kusursuz
bir açıklıkla hareket etmeye özgür birine şapka çıkarmak son derece kışkırtıcı değil mi? Ah, Tanrım, ne Tanrı ama bu bizimki! Yeni mutfak aletinde ilk zevkimizi yaşıyorken bahsettiğim gibi, bu burun deliği işi, insan nefes alıp verme, görme, duyma ve öteki çıldırtıcı işlevlerle ilişkili olarak Tanrı’ya mutlak ve tam bir bağlılık duymaya başladığı anda bir çırpıda bırakılabilir; fakat hepimiz basit şekilde insanız, günün ümit-var saatlerinde bu tür bir bağlanmayı, lanet olsun ki, bütünüyle savsaklıyoruz. Bu ihmalkârlığı telafi etmek için, züppece olduğu kadar pek de dokunaklı bir şey, Tanrı’ya mutlak şekilde bağlanmak için, son çare olarak kendi utanç verici duyu araçlarımıza başvuruyoruz, fakat onlar bize ait değil, bu da meselenin eğlenceli, harikulade 8 yanlarından biri, o utanç verici duyu araçları da O’nun! Bu yalnızca benim bu meseledeki küstahça görüşüm, fakat tahrik edici olmaktan da çok uzak. Mektubun geri kalanı biraz fazla soğuk ve de gayri şahsi görünürse eğer, lütfen bağışlayın, mektubun geri kalanını sözcük ekonomisi ve anlatım üslubuna ayıracağım, tam da metin kurmadaki en zayıf noktam benim. Yazdıklarım soğuk ve uzak gelirse bunun, kendim için bir alıştırma olduğunu hatırlayın, ve de benim, sizin sözkonusu olduğunuz yerde, ebeveynlerim ve çocuklar, soğuk ve uzak hissetmeyeceğimi, alakası bile olamaz! Mektubun kısa sürecek devamında aklımdan çıkarsa diye önünde gerçekten de diz çöküp, Bessie, Les ile “Bambalina”
yaparken kendi hayâsız sesinle şarkı söylemen için yalvarıyorum sana! Yalvarırım, güvenli ve geleneksel yolu seçip, sahnenin ortasında, lanet bir salıncakta oturuyormuş da tepende hoş bir güneş şemsiyesi varmış gibi ses çıkarma; bu, Julia Sanderson –hoş bir oyuncu– gibi birinde pek nazik ve doğal durur elbette, fakat sen özünde, pek sevilesi ve dokunaklı kabalığının derin büklümleri ve de çekici tutkunla, iç gıdıklayıcı, kışkırtıcı birisin. Les, yine oralardaysan eğer, sana da bir konuda yalvarıyorum. Lütfen, kayıt yaptığın bir sonraki seferde yapmanı istediğim şeyi yapmak için çok gayret et. “Try” veya “my” veya “by” ile rahatça kafiye oluşturan herhangi bir sözcük ya da uzun nota bu durumda çok zorlu ve de tehlikeli! Keskin resifler var sonrasında! Topluluk önünde şarkı söylediğin ve aile içinde hararetli, öfkeli bir tartışmaya giriştiğin zamanlar haricinde aksanın, seni temin ederim ki, artık anlaşılmaz oluyor, tabii ki muhtemelen, ben, Buddy, Boo Boo veya acımasız kulakların lanetine uğramış birileri dışında herkes için. Lütfen bu sözleri yanlış anlama. Kendi adıma ben senin aksanına ümitsizce bağlandım, son derece dokunaklı da. Fakat, aksanının, önyargısız dinlemeye zamanı veya niyeti olmayan pek çok insana nasıl geldiği meselesi bu; seyirciler genellikle Fransız, İrlandalı, İskoç, Güneyli, İsveç, Yidiş aksanlarıyla birlikte diğer birkaç aksanı daha kendi içlerinde rahatlıkla eğlendirici ve sevilesi buluyorlar, fakat saf, gizlenmemiş bir Avustralya aksanı sıcak bir bakış uyandırmak için pek de
elverişli görünmüyor, kendi payına hoşa gitmemek ve eğlendirici olmamak için kusursuzca tasarlanmış âdeta. Üzücü bir gidişat bu, temelinde genel aptallık ve züppelik var, fakat kayıt zamanında yüzleşilmesi gerekiyor! Mutsuz olmadan, fazla gerilmeden veya çocukluğunun o saygın, hoş Avustralyalı insanlarını hakir gördüğün ya da onları rencide ettiğin duygusuna kapılmadan yapabileceksen bunu eğer, biz, akrabaların, ondan
bütünüyle hoşlanıyorsak da, lütfen aksanını kayıt zamanları dışına sakla! Bana kızıyor musun? Lütfen kızma bana. Aslına bakarsan, benim bu kasvetli meseleyle tek bencil alakam, final niteliğinde listebaşı bir şarkı için duyduğun senin kendi derin, yakıcı arzun. Vakti gelen özrümü dileyip, haddini aşan bu konudan minnetle uzaklaşıyorum; seni seviyorum, koca adam. İngilizceden Çeviren: Yusuf Sarıgöz
9
Ufuk Akbal Uyuşturucu Faktörü Çekildiğinde Hâlâ “eve katlanamayan ama evi terk edemeyenin sıkıntısı” – Nurdan Gürbilek 10
sakallarım uzuyor yine ama çimenler gibi değil, yavru ceylanlar gibi değil, kalp kalbe karşı değil çaydanlık sesinin referansı kime? belli ki bana değil. kalk mekânda dört dönelim hadi; ama pavese gibi değil. “acı rastlantıların gölgesinde”sini dinliyorsun, ertuğrul oğuz fırat’ın, op.33, yıl 1968, /eksi 16 yaşındasın, o sıra/ ama şimdi gecenin 3’ü, odanın ortasına koku ve ışık yayan bir mumun var bitki çayı, ıhlamur ve yeşil çay salık vermelerinin arasında bunca stilize hallerin var. hallenmelerin var. iğne yok, plak yok, çıplak mekân, kesif kahve yok arı yok, kan yok, delici-kesici aletlerle yaralanma yok ama akdenizliliğin altın tepsi içinde ikramıdır; şu ânın dünyanın kırılma ânı olduğuna dair duyduğun bu delisaçması inanç.
ama yine de sen kendine kalıyorsan. sen kendine kaldığında şunu bil; ortamızda kocaman bir kanlı insan ciğeri, ortamızda zeytinyağı şişelerinin şekline karar verilen şu moda tasarım atölyeleri, briç cemaatleri, theolonius monk cemaatleri, kanyak cemaatleri, giacometti’nin tedavülden kalkmış afişleri bunlar aramızdan çıktığında, sen yine şunu bil: ölülerimiz biz arkalarından konuşalım diye öldüler. rahat konuşabilirsin, çekti gitti giacometti. sabah oldu; çay bitti –böylece uyuşma da bitti.
11
Semih Kâtipoğlu Dem Bu Demdir Dem Bu Dem “aaa, kazandı!” mustafa amca jean’s’teki paso çay dayayan hasan dayıya… 12
beyoğlu’nda bir kont var diyorlar, danışman geçidi’nde bu kont entellerin çaycısı mustafa amca’dır amca dendiğine bakmayın üst düzey hampacıdır. selam verene çay verir, selam alana çay verir. kade-i ahirede çay verir, sağa döner çay verir, sola döner çay verir. bazen sıfatını görmemek içün suriye pasajı’na kaçarım heyhat, çay olmuş 2 lira manita desen yok, hep bıyıklılar.
ona demek isterim ki anam babam sana feda olsun ey mustafa amca şu çayı biraz aralıklı getirsen yani getirdiğin çay bardakta da soğusa içimi çöle çevirmesen bana vakfede duran adam gözleriyle bakar der ki, olmaz evlat, olmaz korkuya kapılırım bu sözüyle. berber misin mustafa amca? niye bana yaslıyorsun, derim ihtiyaç evlat, der, müşkülat… ihramı çıkaracak zannederim üzerinden bir dakika daha oturup, 6 çay içip az güzel az entel kızları az daha kesip bilim için malzeme toplarım bilim için, biyoloji için ah mustafa ah az entelleri şimdi anlıyorum kitap parasını çaya yatıran az entelleri anlıyorum ve hızlıca mephisto’ya seğirtiyorum.
13
sevgili türkler, iki savaş arasında türkler ve çırpınmalı amerikalılar Rüşdü Paşa 14
“sözün yanıldığı yerde hiçbir şey olmaz.” – gallimard “böylesine yamuk ve eğri büğrü köşegenli bir topluluk’ta, yirminci yüzyılın sonlarında bile çözülmemiş bu aşirette ‘marjinallik’ denilince benim aklıma hemen alev alev yanan bir çember gelir. ateşten!” – ece ayhan
abd ve türkiya, iki ayrı devlet varsayalım, ortak bir özellikleri var, masa başında kuruldular. masa başında kuruldu demek, devlet kurmak yeteneğinde/gücünde olanlar olmalı ve bir masa. masa, karşılıklı müzakere, demek oluyor.
bir eylemdir, savaş öncesinde ve küçük kaynarca ile savaş sonrasında yapıldı. türklerde savaş tarihi yazılmadı. bilmiyoruz.
kısa not. müzakere, türklerde olmayan
yarın görüşürüz / seni ararım!
bir şey var. türkler, sözleşmesiz. mukavelesiz.
bilge kağan, haber verdi, türkler yarınsızdır ve plan yapmazlar. yalnızca savaş ve savaş hilelerinin savaşta değil barışta kural olduğu bir biçim.
ölçek iktisadı, tarihsizlik ve rüya. çırpınmalılık var. parça, göçten gelen parça, kendi durumunu normal görür ve bütünle irtibat talep eder.
sermaye birikiminin sağlanmamasında ve hukuksuzlukta belirleyici olan kültür.
eyalet ve azınlık. birey ve amerikalı olmak.
amerika, parçalardan oluşur. amerika’yı amerika yapan parçalı oluşu değildir, parçalılığın kendiliğindenliğidir.
bir harvard mezunu, harvard’ta konuştu, amerikalı olmak zihinsel bir durumdur, tıpkı evli olmak gibi, dedi. bir dua türü olmalı. en kişisel yaşam öyküsü kolektiftir.
amerika, göç alıcıdır. amerikan inkişafının gerçekleştiği 19. yüzyıl bir göç tarihidir. her bir parça kendini koruyarak bütün olanla ilişkiye geçti. piyasa ya da şemsiye.
bir fark var. amerika seçer. coğrafyadan ve tarihten. bulur. birleştirir. türkiya, göç ve dinamiklere maruz kalır.
avrupa’da doğal olarak/normalde bir bütünsellik vardır. avrupalıda parça hissi yoktur.
türklerde türklerin yeni’yi ne yapacağını bilememesi ve yeni merakı, bilge kağan 15 teorisidir, gelenek oluşmasını engeller.
amerikalı parça hissine sahiptir ve bütün konusunda fikir sahibi olmak durumundadır. abd’yi kuran müzakere olayının dinamiği bu fikir. bütün yoktur ve bütün olmalıdır. bütün olmalı, çünkü, siyaset, dünyaya meydan okuma,
dili bozmak gerekir. bir bütün olan dilin içinden bir başka dil ile kaçış mümkün. orada oldu. burada da olur. aynı dünya. heterojen parçalar bütünü olan dünya. eğer orası amerika burası türkiya dersen; bilim, düşünce ve şiir imkânsızdır.
Fatih Mutlu Mübareze Dersleri
16
“Çocuk gibi itina ediyorum. Her akşam, üstünü örtüyorum, altını değiştiriyorum.” Oğuz Atay
işte bu, ellerin yahya ile düğümüdür ellerin cesetlerini tarihe gömen coğrafyaya sıkışmış coğrafyayla sıkışmış her nedense hep birlikte anılan ölürken bile acele eden yani biz orospu çocuklarının gözyaşını ve çocuklarını atlete silen yani atlet giyen orospu çocuklarının yani yardım eli olarak kullanılması mümkün olmayan büyüklerin arasında karşıdevrim otobüsün ardından bakan yolculuğun ardından bakan yolun ardından bakan arka beşli, tekerlek üstü, benzin kokusu -ve’li geçmiş zamanda yaşayan ellerin
oysa bağdat’a inen uçak benim göğsümden havalanmıştır yani saçlarımdan su damlamıyorsa yağmura yaslanmadığımdan of isa of kaygılı dostum bir kusurun varsa eğer nüfusu artırman içmediğini bildiğimden sana sigara tutmuyorum yoksa ben kaç kişiyi bu kadar seviyorum. ikna bana odalardan bahset, geniş odalardan. gecenin üstüne binen gecenin üstünden inen odalardan hani bir el ışığa dokunmuştu da aydınlatmıştı gövdemizi -ver liriği ver liriği! gövdem yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı. yer yer sağanak yağışlar gözlenen. - üff tamam be salak! gözleriz. işte avına yaklaşan bir hayvan. işte doğuluyum demenin bir başka biçimi. işte... hiç beni zaten geç. zaten geç. zaten banttayım geçer giderim. yabancılaşma. zaten bant yayını. zaten alamadığım diploma. zaten tekim. 16 hamle daha! hayır! işte 17 atlar. gömleği yırtmanın atları, boynunu vurmanın atları bir elmanın. olmayın. artık ben bir filmde kuruyemiş tartan adam olmak istiyorum. azar azar ekleyen, usul usul ekleyen fazlasını geri almayan, hayırlı günler dileyen para üstü bekleyenlere yine bekleriz diyen adam
işte âdem gömleğimi çıkarıyorum. kendimi öldüremiyorum. kendimi öldürtemiyorum. yalnız ben mi suçsuzum ey trafik. hayır! ama bir ağacın gövdesi olarak üstlendiğim görevler. ama böceklenerek, ama kireçlenerek, ama tekrar böceklenerek. ama düşkün. burda dur! çünkü ben dururum. durmak iş, eylem, oluş bildirir. hayır! biz burada kupaya elden çakanlar, bir amaca matuf dernekleşip lokal açanlar, tatil günlerinde yolculuğa çıkanlar allah’ın batısına şüphesiz allah. bir ölme isteği için allah. bir bela okuma biçimi olarak. tam dünyaya meydan okurken ağrıyan karın. ve tuvaletin kapısı. yok bak burada sünnet fotoğraflarım, kardan adamlı kazağım. bak bunlar yanıma almadığım eşyalar. bak burada dişlerim gözüküyor. - sen beni istanbul’a gelirken uğurlamaya geldin. ben askere giderken kimse beni uğurlamaya gelmedi. sen mutlu musun dediğimde elini gösterdin. ben seni mutlu edebileceğimi elimle gösterdim. sen, ben, sen, ben, sen, ben, ^^ bu ne demek?
18
bu bağdat’tan uçağın dönmesi demek. derine daha derine daha derine. elbet petrol çıkacak. yoksa ne anlamı var yüzyıllardır ölmemizin. benden izin. artık beni de tarihe göm.
Ali Süha İlişki Değil Çekişki Asenfonisi yakmayan yıkan ve yıktığının nereye devrileceği hesabından mümteni dişlerimin sıçrayıp ağzımdan fırlayacakçasılığını sevipdir midemin içinde bir tanrı rüzgârıyor –ki midenin ruha tıpkılığı hiç mi gömretmemelidir (seni) ruh gastriti psikiyatr beslemesi seni kitleselleşmekten küfre sığınlıysan –sinkafsinkafsinkafsin– yalnızlığı intiharıp yerlere şeker serp –karınca geliyo formülden git –iyi insan olmaklık katsayısı cesedimizin kaç gün sonra bulunduğu / ölümümüze kaç kişinin ağladığı oranına koreledir kendimi geçmiş acıları tekrar ederken bulasıya ısrarkeş oluyorum bir yerde çekişki var, koşuyorum –o halde polis, 4mına koyim– bozgunculuğa içkin doğurganlığa karınsahipliğim emredince the kid gloves are off –çok ah be çok– et mon coeur fuites du sang et mes dents me démangent, mais pourquoi? de rire?
19
Yalvaracaksın Yusuf Sarıgöz İki bacağından tutup taşlı bir yolda sürükleyeceğiz seni. Başın taşlardan sektikçe tıkıtıkıtıkıtıktıktık tıkırdayacak. Her bir tıkırtı, şerefsizce edilmiş bir sözün olarak yankılanacak kafanın 20 içinde. Başında açılan delikler çoğaldığında o yankıları biz de duymaya başlayacağız. Daha çok öfkeleneceğiz. Yüzüne tüküreceğiz. Gözçukurlarını ve yüzündeki Tanrı laneti buruşukları dolduran tükürükler yola akıp kanına karışacak. Kanından kendi payını alan taşları biz hiç yıkamayacağız. Silmeyeceğiz. Yüzünden akan tükürükler taşlardaki kanlarını alıp tüm yola yayacak. (Kanlı yol diyeceğiz ona. Bir daha kalp yükünden kurtulmaya heveslenen olursa, o yolda yoldaşın olacak.) Öfkemizden korkan arkadaşların kendi canlarını kurtarmak için gelip bizimle birlikte yüzüne tükürecek. Çürük kokusundan tanıyacaksın onları. Kahrolacaksın. Gözün yukarı kayacak. Atıp tutmayı
çok sevdiğin yükseklere. Şimdi ne kadar da aşağısındasın. Göğün ağırlığı altında ezileceksin. Hücrelerinin birbirine yapışıp kemiklerinin preslendiğini hissedeceksin. Tıkırtılara kemik şıngırtıları karışacak. Ölüm hiç de kolay olmayacak senin için. Önce bir kâğıt kadar inceldiğini bileceksin vücudunun. Bunu bilmekle beynin eriyecek. Zaten çok ısındı kafanın sürtünmesinden. Çok da kan kaybettin. Daha başında altına kaçırmıştın zaten. Erimiş beyin, kan, tükürük ve kendi bokunun içinde bulacak Azrail seni. Tiksinip almayacak canını. Yalvaracaksın. Almayacak. Yalvaracaksın. Almayacak. Yalvaracaksın. Biz seni her hatırladığımızda oraya gelip bir daha tüküreceğiz yüzüne. Yalvaracaksın. Tüküreceğiz. Yalvaracaksın. Tüküreceğiz. Yalvaracaksın. Azrail senin canını hiç almayacak. Yalvaracaksın. Almayacak. Yalvaracaksın.
Cihat Duman Arabamız Olmadığı İçin Saçım sandalyeler için çiğdem’e başlık için ertuğrul’a bazı dizeler için arda’ya 21
dedem yıllar önce, şehrin dışında bir arsa almış şimdi orası şehir oldu, değerlendi sonra bizimkilere hac çıkmış bizimkiler yani elif lam ve mim o arsayı satıp sana kış olacak bir hırka alacaktım onlar hacca gidecekler alamam biz de kupon yaptık bekliyoruz al bak bu melek beni zayıf gösteriyor şarkısı çıkıyor onu dinlemek zorunda kalıyoruz aynı anda ağlamaya gösterdiğimiz özeni balık bırakmaya gösterseydik paylaşılmazdı doğuştan çiçek kokladıkça çoğalır ameliyat esnasında vücudumda unutulan insan gülüşünü satardı
benim bir terliğim olacaktı şimdi orda bu benim ağaç çıkılmayacak bir ağaçtı ben en son pasaport kuyruğunda sarılmıştım kendime bütün renkli sandalyeler kırmızı başka renkli sandalye olamaz çünkü bütün renkli sandalyeler var günlerdir çekilmemiş bir sifonu çekerek başladım anlatmaya kediler terk edilmiş bir sebze gördüklerinde birbirlerini paylaşır bu kısımları minareden atlayarak yazmak isterdim gel gör ki çocuk öldü on altı kilo öldü çocuk on altı kilo biz bir daha görüşemedik farklı yerlerde aynı maça yatmışız bu da böyle bir anımdır
22
İlker Filiz
Mendil Delen Grip aşım çok ağrıyor doktor yıllardır hep kahvaltı ne mene şeydir ki içtiğim su burnumdan akıyor toplasan elli amele çıkar benden doktor adam gibi ağlayamıyorum gülemiyorum da kadın gibi kadın demişken doktor üzüldüğümü hatırlıyorum her acıktığımda gitarlar Türkçe ağlıyor, yor, yor tellerin hepsi Ayşe, şe, şe ve her öğünümüz yine kahvaltı bizler branç kralları yani, evet doktor, mutlu şair toktur ve sohbet edecek ekmek yok anne ölüm oranları artıyor doktor bizi şimdi kim sevecek üstelik bir kadını öperken dilim sürçebiliyor misal, bir anne uyurken ne kadar horlayabilir misal, kendi uyurken yavrularını yedi anlarsınız işte, benim annem farklıdır namaz kılarken tek bir kadını izlemeyi severim doktor
23
o sen misin doktor ölümüne sola bakan yaya ne dersen de, kan, kırmızıda durur peki, sesleri hiç koklar mısın, yani düşmek şeklinde hissediyorum delirmeden derken şiir yazarak derinden hissettiğim hoşluğa doluyor her şey nasılsa ve ben… bir inşaat amelesiyim doktor fakat kuru pasta yemek kadar yorucu bir şey yok aman doktor sakın alınma sözüm meclisten… şut ve taç! kısacası, şimdi biraz nezleyim umarım bana geçmez
24
arkadaşlarım üniversitede saçlarını uzattı ben saçlarımı döktüm arkadaşlarım üniversitede cigara sardı, içki içti, zina etti ben osbirle idare ettim arkadaşlarım şimdi hep iş eş maaş sahibi ben osbire devam ediyorum kim kandırdı bizi, kim oyaladı, önümüzde yaşanacaklara mani oldu kim sakındı bizi, kim korudu, madalya taktı, avuçla para serdi önümüze kim avuttu bizi, âşık olmadan olmaz diyenlerleydim de onlar şimdi nerde isyan varsa, alan vardır, heykel vardır, marşlar ve sloganlar vardır isyan varsa, gurur vardır, mintan delikse bile çaktırmamak vardır isyan varsa, ölmek için yaşadığın bir sebep vardır özetle™ “yaşayın amk yaşamadan bilemezsiniz hayat kitaptan öğrenilmez”
Faruk Gadamer
hayat güncelleme, sürüm 0.8, DC karabükücü
25
Ali Taşer Abla’ya Mektup
26
çeksen diyorum ciğerimde menfezleniyorum ay ciğerim kabuklu çıtkırıldım oluyor ay çıkayım diyorum da canım az karışıyor ben size maniden de hikmetler öğretmiştim çorapların çorap olup saklandığı dollarda dollar ki dolap gibi bir güler bir bükülür dollar ki ayağından hâlâ bak hayıf hayıf insan ki nefis acır masumsa kucağından yuvarlak ışığına zalimse top atardır insandan nefretine hatıralar da kalır titrer kalkar uyanır uyanmazsa ağlarım tutarım dizlerime ay düşüm ay dudağım çarşafla kavuşurum altında ne nasipse keser kesip kokarım kendi organlarımdan yok canım merhametin ercüyle mercü daha nükseden komedisi kısmetse şahanedir değilse dilan bilir oynamıyorum abla oynamıyorum abla
izin ver yanağından bir bölük koparayım kanarsa senin olsun fark etmeden kardeşin üstünkörü ölmezsin atlarsa kuşağından çok olsa yüzden düşer ağzım kapalı ranza izin ver yanağından kötülükler yapayım bir köprü kurdurayım ağzıma dişlerinden seni de yastığında boğdukça kurtarayım karşılarda durayım boşluklara bakarız boşluklara dalarız ciğerlerim çatlarsa af buyurmayayım affet buralarında susma sen susma sen sus da diyemem dilan duyuyor abla
27
fin 2 tl