SÜREÇ 7

Page 1

Süreç Fanzin, SÜREÇ TOPLULUK Yayınıdır.


Yazanlar ve Çevirenler Ayşenur Taş Ayşegül Sığırcı Deniz Taştan Ferah Dayı Ela Gürbüz Emre Yaman Esra Gizem Güneş İrem Cındır Kadir Kurt Saliha Tekin Yaren Irgıt Yuşa Arığ Zeynep Yetimoğlulları

Çizenler Ela Gürbüz Fatih Ersoy Merfil Musa Cansoy Pingallery / DeviantArt Joe Roberts / DeviantArt

SÜREÇ Fanzin

Eylül

İletişim

surecfanzin@gmail.com

Sosyal Medya

Twitter.com/surectopluluk Instagram.com/surectopluluk

Editör

Yuşa ARIĞ

Redaktör Ayşenur Taş

Kapak Tasarım

Merfil


Önsöz Bu sayı bize sizlerle geçen 8 ayı kazandırdı. Sizlere de bizlerle geçen 8 ayı. İlk başladığımız günlerde şaka gibi gelen birkaç sayı devam edebilme fikri, şimdilerde esprisini kaçırdı ve bizi ilk sayıdan çok daha heyecanla üreten ve çalışan bir ekip haline getirdi.

Uzunca bir süredir emeklerin sayfalara siyah lekelerle akması, bizdeki rahatlığı aldı götürdü. SÜREÇ olarak adlandırdığımız bu oluşum şimdi başlarken ki fikirlerinden daha büyük bir yerde. Bu da bizi, SÜREÇ’i üreten değil SÜREÇ’e tabi olan konumuna sürüklüyor.

İşte bizdeki bu kendi yarattığı SÜREÇ’in içinde kaybolma hissi, 8. sayısının temasını korku olarak belirletti. Tabii ki ne bu kadar ilerlemeyi ne bilmem kaç ayı arkada bırakmayı biz seçtik. Hayatın diğer birçok noktasında olduğu gibi, biz yine yalnızca ilk kıvılcımı çaktık ve ormanda sizlerle beraber yanıyoruz.

Anlatımdan bu muhteşem oluşumdan tat almadığımız ya da yorulduğumuz, sıkıldığımız anlaşılmasın. Aksine çok sık bizim de kafamızı kurcalayan “Kişi kendinden büyük bir işi yapabilir mi?” sorusuna “Yapabilir.” cevabını vermenin gururunu yaşıyor; ancak bundaki payımızın çok az olduğunu biliyoruz. Bunu sizler yaptınız ve bu yüzden tüm ekip adına sizlere sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sizlere duyduğumuz muhteşem şükranı ilettiğimize göre, artık “Bu ay neler yaptık?” kısmına geçebiliriz.

Bu ay sizler için, bizim için de yeni bir deneyim olan çeviri işine girdik. İlerleyen sayfalarda sizlerin de görebileceği üzere çeviri metinlerimiz hazır. Daha akademik düzlemde çeviriler için ise sizlerden zaman istiyoruz. Onun dışında ise tasarımla hayli uğraştığımızı umarım fark etmişsinizdir. Bu iki büyük yeniliğin dışında ise yazanlarımızın metinleri her ay olduğu gibi yine beğenilerinize sunuldu. Eleştirilerinizin çok kıymetli olduğunu ve heyecanla dönüşlerinizi beklediğimizi tekrar iletmek isteriz.

Kapağa değinmek gerekirse, o da aynı mizandaki değişim gibi denemek istediklerimizden biriydi. Bu kapaktaki her figürün SÜREÇ için anlamı büyük. Bunun başında masadaki ilk birkaç sayımız, ‘Atölyeler’ yazan bir sayfa ve çok büyük emekler verdiği halde çeşitli zorunluluklardan dolayı SÜREÇ’e veda edenlere ithafen kurukafa. Bir çizimle bunca bizim adımıza anlatan bu muhteşem kapak için Merfil’e sonsuz sevgilerle.

Yuşa ARIĞ


Korkuya Nörolojik Yolculuk “...korkmak utanç verici bir şey diye düşündü.” Fedailerin Kalesi Alamut, Vladimir Bartol

Belirsizliklerden, henüz yapmadığım hatalardan ve kana bulanmış insanlardan korkuyorum; peki sen nelerden korkuyorsun sevgili okur? Ya da neden korkuların var? İlgini çektiyse korkunun nörobilimine dalmaya hazırız demektir. Dünyadaki yaşam kadar eski olan korku; organizmaları, bütünlüklerine veya varoluşlarına yönelik algılanan tehdide karşı korumak için biyoloji tarihi boyunca gelişen temel, derinlemesine bağlı bir reaksiyondur. Korku, dokunulan bir salyangozdaki bir antenin çarpması kadar basit veya bir insandaki varoluşsal kaygı kadar karmaşık, örümcek fobisi (araknofobi) gibi yaygın veya düğme korkusu (kumpunofobi) gibi sıra dışı olabilir. Peki bu korkular neden var? Beynimizin hangi kısmı korkudan sorumludur? Korkunun Kalbi Korku reaksiyonu beyinde başlar ve en iyi savunma veya kaçış reaksiyonu için ayarlamalar yapılmak üzere vücuda yayılır. Korku tepkisi beynin amigdala adı verilen bölgesinde başlar. Beynin temporal lobundaki bu badem şeklindeki çekirdek kümesi, uyaranların duygusal öneminden de sorumludur. Örneğin, duygu yüklü bir insan yüzü gördüğümüzde amigdala harekete geçer. Bu tepki daha çok öfkeli ve korkulu yüzlerde kendini gösterir. Bir yırtıcıyı görmek gibi bir tehdit uyarıcısı, amigdalada bir korku tepkisini tetikler ve bu da savaşma veya kaçma ile ilgili motor işlevlere hazırlıkla ilgili alanları harekete geçirir. Beynin hipokampus olarak adlandırılan bölümü amigdala ile yakından ilişkilidir. Hipokampus ve prefron-

tal korteks, beyinin algılanan tehdidi yorumlamasına yardımcı olur. Bir kişinin, algılanan bir tehdidin gerçek olup olmadığını bilmesine yardımcı olan daha üst düzey bir bağlam verisine dahil olurlar.


Mesela, vahşi doğada bir aslan görmek güçlü bir

Korku aynı zamanda yönlendirme yoluyla da oluşabilir.

korku uyandırabilir; ancak aynı aslan bir hayvanat bahçe-

Mesela akreplerin ne kadar tehlikeli olduğuna dair bir

sinde görüldüğünde daha çok, merak edilebilir veya asla-

yazı okudunuz ve akreplere karşı bir fobiniz oluştu. Hatta

nın sevimli olduğu düşünülebilir. Bunun nedeni, hipo-

bu korkular genetik miras bile olabilir. Mesela, atalarınız-

kampus ve frontal korteksin bağlamsal bilgiyi işlemesi ve

dan herhangi biri düğmelerden korktuysa, küçük bir ihti-

inhibitör (engelleyici) yolların amigdalanın korku tepkisi-

malle onlardan da korkabilirsiniz.

ni ve bunun motor sonuçlarını azaltmasıdır. Temel olarak,

beynin "düşünme" devresi, "duygusal" alanlarımıza aslın-

Korkunun Üstesinden Gelmek Korku, koşup saklanmanıza neden olabilir, hare-

da iyi olduğumuza dair güvence verir.

kete geçmeniz için sizi motive edebilir veya sizi olduğu-

Neden Korkarız?

nuz yerde dondurabilir. Korkuların pekişmesine ve sürek-

Belirli bir nesne, eylem veya fikirden korkmanın

lilik göstermesine neden olan faktörün kaçınma, kaçma

çeşitli yolları vardır. Örneğin, fareler belirli ses ve kokula-

olduğu bilinmektedir. Korktuğunuz şeyden kaçmak kısa

ra maruz kaldıklarında onlara şok verilerek fobileri tetik-

süreliğine sizde bir rahatlama hissi yaratacaktır. Fakat

lenebilir. Bu, onların uyarıcıyı ağrı ile ilişkilendirmeye

uzun vadede bu kaçma davranışları utanmaya, güvensizli-

başlamasına ve böylece fobinin gelişmesine neden olur.

ğe ve korkunun artmasına yol açacaktır. Bu da bir çeşit

Buna "doğrudan ilişkilendirme" denir.

kısır döngüye neden olacaktır. Bu döngüyü kırmak ve

İnsanlarda ise korku, çoğunlukla iki ana yoldan olur: Dolaylı çağrışım ve korku aktarımı.

korkunun üstesinden gelmek ise korktuğunuz şeyle/ şeylerle yüzleşmekle gerçekleşir. Aslında bu yüzleşmeyi, korkuyu fark ettiğiniz ilk anda yapmanız sizin için çok daha basit olacaktır. Yenmek istediğiniz korkunuz uzun

Dolaylı çağrışımda,

süredir devam ediyorsa yine onun üstesinden gelebilirsi-

insanların bir şeyden kork-

niz fakat bu diğerlerine göre daha uzun süre ve sabır ge-

masının sebebi bir zamanlar

rektiren bir süreç demektir.

o nesne veya canlı ile etkileşime girerken olumsuz bir deneyim yaşamaları. Bu fenomen, yeşil renk fobisi olan bir kişiyi örnek veren psikolog Ric Ferraro tarafından iyi açıklanmıştır.

Korkularınızdan kurtulmak için yapmanız gereken en önemli şey, korktuğunuz şeyle yavaş yavaş kendi-

“Çocukken düşmüş olabilirlerdi, kıyafetlerine yeşil çimen bulaşmış olabilirdi ve ebeveynleri onlara bağırabilirdi, bu yüzden şimdi korkuyu yeşil renkle ilişkilendiriyorlar." Korku aktarımında ise insanlar korkularını gözlem yoluyla başkalarından alırlar. Mesela bir arkadaşını-

nizi karşı karşıya bırakmak... Böylece, çok fazla korkmadan ve gerilmeden bu korkunuzu yenebilirsiniz, tabii siz de isterseniz. Onun dışında, yeni bir fobi oluşmasının da çok kolay olduğunun bilincindesiniz. Savaşmak, kaçmak, donup kalmak, korkmaya devam etmemek… Hepsi sizin elinizde!

zın böceklerden ölümüne korktuğunu ve sürekli kaçtığını gördünüz, bu anlara defalarca şahit oldunuz. Bu, sizde de o korkunun oluşmasına sebep olabilir.

Kaynakça

https://www.psych.ox.ac.uk https://theconversation.com https://www.scienceabc.com

Yazan: E. Gizem Güneş Çizen: Ela Gürbüz


Korkular, Fobiler Phobos ve Deimos

Hayatımızda bir durumdan ya da bir olaydan korktuğumuz için davranışlarımızı kısıtlama ihtiyacı duyduğumuz veya duygularımızı yoğun bir şekilde yaşadığımız anlar olmuştur. Yükseklikten korktuğumuz için uçağa binmek istemeyebiliriz, bir örümcekten korktuğumuz için onun bize yaklaşmasına izin vermeyebilir ya da bulunduğu ortamdan uzaklaşabiliriz. Aynı şekilde kapalı ya da karanlık yerler bizi korkutuyorsa bu yerlerde bulunmak istemeyebiliriz. Bu ve benzeri durumlar veya birtakım nesneler, insanda tehlike algısının ortaya çıkmasına sebep olur. Korku, algılanan bu fiziksel, duygusal tehlikeli veya tehdit edici durumlar karşısında bir nesneye, kişiye veya

Nedir Bu Phobos ve Deimos ? Tanrıların Kralı Zeus ve Zeus’un hem kardeşi hem de karısı olan Hera’nın oğlu Savaş Tanrısı Ares, insanlar tarafından savaşı temsil etmesinden dolayı kötü bir

varlık, şiddet olarak düşünülür ve Ares’i sevmezler. Ares aşk ve güzellik tanrıçası olan Aphrodite’in kalbini kazanır ve ikisinin birlikteliğinden Phobos ve Deimos doğar. Günümüz korku ve fobi kelimelerinden fobi, Yunan mitolojisinde korku anlamına gelen ‘phobos’dan gelmektedir. Deimos ise terör ve dehşet anlamına gelir. Ares aynı zamanda Roma mitolojisinde Mars anlamına gelir.

olaylara karşı insanların verdiği tepkidir. Yaşaması gereken en temel ve en ilkel duygularından biridir. Korku ve tehlike algısı duruma ya da kişilere göre değişebilir. Her-

hangi bir stresörle karşılaşan kişiler, yoğun stres altında fiziksel veya psikolojik tepkiler verebilirler. Vücut kendini bu duruma hazırlar ve algılanan tehdit ve tehlike sonucunda vücutta sempatik sinir sistemi devreye girer. Kalp atışları artar, nabız yükselir, göz bebekleri büyüyebilir veya kişi terleyebilir. Böylelikle vücut kendini, savaş veya kaç mekanizmasına bağlı kendini hazır eden bir tepkinin içinde bulmuş olur. Geçmişten günümüze insanlar savaşla, açlıkla, hastalıklarla ve doğa olaylarıyla karşı karşıyadır. Korkunun en ilkel duygu olduğunu ve insanla-

ra hayatta kalma mücadelesinde güç verdiğini kanıtlar niteliktedir. Savaş veya kaç tepkisini keşfeden Water Bradford Cannon, bu durumu şu şekilde dile getirmiştir:“Savaş veya kaç tepkisinin acı ve korku, öfke gibi temel duygular sırasında adrenalin, epinefrin vb. gibi hormonların salgılanmasının aslında hayatta kalmak için evrimsel bir uyum olduğunu varsaydı” (Hall vd. 2012, s.1). Klasik Antik Yunan mitolojisine baktığımızda tanrıların birçoğunun nitelendirildiği isimleri, yaşantılarının bize aktarılan bir kısmıdır. Gökyüzü tanrısı, denizlerin

tanrısı, yer altı tanrısı vb.. İnsanlar korkuyla mücadele edecekleri olaylarla karşılaştıklarında, Tanrıların onları koruyabileceklerini ve korkularını azaltabileceklerini düşünüyorlardı.

Phobos(üstte) Deimos (altta)


Ayrıca Phobos ve Deimos, Amerikan astronom

Bunların dışında decidophobia, karar verme kor-

Asaph Hall tarafından 1877’de Mars gezegeninin keşfedi-

kusudur. İnsan, seçim yaparken sonucunu düşünerek karar

len iki uydusundan biridir. Hall, keşfettiği bu iki uyduya

vermeye çalışır. Sonucun kendisine olan etkisini veya

Ares’in oğullarının adını vermiştir. Korku ve fobinin bağ-

seçim yaptıktan sonra kendisini neler bekleyeceğini tah-

lantısını bu iki gezegenin görüntüsünden metafor kullana-

min etmeye çalışır. Fakat korku, risk algısını arttırır ve

rak anlatabiliriz. Phobos, Deimos’dan daha büyüktür ve

karar verme sürecini olumsuz etkiler. Çünkü karar ver-

Mars ile aralarındaki mesafe daha azdır; fakat birbirlerini

mekten korktuğumuz durumun bizi neye veya nereye gö-

takip ederler. “Fobi, anksiyete bozukluklarından biridir.

türeceğini bilmediğimizden dolayı belirsizlik içindeki

Belli bir olaya, nesneye, duruma karşı gösterilen belirgin,

korku, aldığımız kararın faydasını da etkileyecek ve düşü-

yoğun ve anlamsız bir korku ya da kaygının ortaya çıkar-

recektir. Bu durumda sadece bireyi değil toplumu etkile-

dığı ve kişinin bu durumlardan,

yen bir korkudan da söz edebili-

nesnelerden kaçınma davranışı

riz. “Korku, nedeni veya nesnesi

gösterdiği bir tepkidir.” Aslında

bilinmediğinde, dehşet; aslında,

Phobos’un

görüntüsüne

nedenini veya nesnesini bilme-

baktığımızda fobiyi temsil ettiği-

den korku duyan biri, ilk başta,

ni düşünebiliriz çünkü görünen,

korkusunun nedenini bilir; ama,

daha çok fobilerdir. Özgül fobile-

daha sonra, herkes yekdiğerinin

rin ortaya çıkmasına sebep olan,

bildiğini varsaydığı için, bu

çeşitli fobileri içinde barındıran

unutulup gider ve geriye dehşet

birçok durum ve nesne vardır. Bu

kalır. Bundan ötürü, bu duygu,

fobiler DSM-5’te (The Diagnos-

tek bir insanda değil, bir insan

tic and Statistical Manual of

topluluğunda

Mental Disorders), Ruhsal Bo-

kar” (Hobbes, 2005).

uydu

zuklukların Tanısal ve Sayımsal

çı-

Fakat belirgin olan bir

kitabında, hayvan, doğal çevre,

şey vardır: Korku gerçektir ve

kan, enjeksiyon, yara ve durum-

güçlüdür. “Bir alev beni yaktıgı-

sal olarak kendi aralarında ayrı-

tıda, ateşin gerçekliginden hiç-

lırlar. Yaygın olan ve bilinen

bir kuşku duymam. Oysa ateş,

fobilerin isimlerini ve anlamları-

fizik doğası sonuçta bize yaban-

nı kaynağıyla birlikte aşağıya bırakıyorum (Milosevic ve McCabe, 2015).

ortaya

cı kalan nesnel bir olgunun ruh-

2

sal imgesidir; hayalete duydugum korku da düşünsel bir olgu-

Agorafobi (Agoraphobia) : Kişinin kendini güvende hissetmediği alan-

nun ruhsal bir imgesidir ve ateş

lardan korkma, panik benzeri durumlar açık alanlar, kalabalık ortamlar

kadar gerçektir çünkü duyduğum korku ateşin yarattığı

vb. gibi Aklufobi (Achluphobia) : Karanlıktan, karanlık yerlerden korkma

acı kadar gerçektir.” demiştir Carl Gustav Jung. Bizler de

Akrofobi (Acrophobia) : Yükseklikten korkma

hayatımız boyunca bizi korkutan durumlarla karşılaşaca-

Aviafobi (Aviaphobia) : Uçuş korkusu

ğımızı fakat korkunun var olması gereken ve yaşamamız

Dentofobi (Dentophobia) : Dişçiden korkma

gereken bir duygu olduğunu da unutmayalım.

Klostrofobi (Claustrophobia) : Kapalı yerlerde kalma korkusu Sinofobi (Cynphobia): Köpeklerden korkma Emetofobi (Emetephobia) : Kusmaktan korkma Entomofobi (Entomophobia) : Böceklerden korkma

KAYNAKÇA

Eritrofobi (Erythrophobia ) :Yüzün kızarmasından korkma

1. Torun, H. (2018). Görsel korkuda yönelim ve popüler kültür. Yıldız Journal of Art and

Iatrophobia: Doktor korkusu

Design. 5(1) 63-84.

Musofobi (Musophobia) : Farelerden korkma

2. Milosevic I., McCabe R.E. (2015). Phobias: The psychology of irrational fear. Greenwood;

Nosofobi (Nosophobia) : Hasta olmaktan korkma

Illustrated Edition. 3. American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disor-

Ofidiyofobi (Ophidiophobia) : Yılanlardan korkma

ders (5th ed.). Washington, DC: Author.

Ornitofobi (Ornithophobia) : Kuşlardan korkma

4. Hobbes, T. (2005). Leviathan. Çev. Semih Lim, İstanbul :Yapı Kredi Yayınevi.

Tanatofobi (Thanatophobia) : Ölümden korkma

5. Jung, C.G. (2004). İnsan Ruhuna Yöneliş. Çev. Engin Büyük Ünal, İstanbul: Say Yayınevi

Triskaidekafobi (Triskaidekaphobia ) : 13 sayısından korkma

Yazan:Ayşegül Sığırcı Çizen: Ela Gürbüz


Hayatı Kaçırma Korkusu: F.O.M.O.

Fear Of Missing Out

Bütün haliyle hayatı kaçırma korkusu diyebileceğimiz bu halin varyasyonlarını bir şekilde deneyimliyoruz. Kimi zaman bu durum, kariyer fırsatlarını kaçırmak olurken kimi zaman da yapabileceğimiz eğlenceli faaliyetleri kaçırmak olarak karşımıza çıkabiliyor. Hayatı kaçırma korkusu geçmişte de fazlaca gündeme gelmiş ve zaman içinde kavramsallaşmıştır. İngilizcede “FOMO” şeklinde kısaltılan bu kavramın açılımı “Fear Of Missing Out” şeklinde. Sosyal Psikoloji’nin günde-

Birçok olayın ve kavramın var olan akış içinde sürekli değiştiği bir dönemde yaşıyoruz. Olaylar ve kavramlar yeniden oluşturulurken kendi içinde çeşitliliğe ayrılıyor ve bu durum, farklı seçimlerin ve fırsatların önümüze çıkmasına sebep olabiliyor. Bundan önceki dönemlerde de aslında bu durum böyleydi. Çünkü yaşamın devam ettiği her yerde akıştan söz etmek mümkün. Günü-

minde olan bu kavramla ilgili yapılan birçok çalışma var. Örneğin, 2018 yılında araştırmacılar “FOMO nedir, dina-

mikleri nelerdir, insanda nelere yol açıyor ve kişiler günlerinin ne kadarlık bir kısmında bunu hissediyorlar?” gibi sorularla iki aşamalı bir çalışma gerçekleştirmişler. İlk aşamada baktıkları konular: •

müzde ise bu çeşitliliğe tanıklık edebileceğimiz platformların sayısı oldukça fazla ve bunların büyük bir kısmı ula-

yoğun hissetmekteler? •

şılabilir. Bu ulaşılabilirliğin pek çok kolaylaştırıcılığının yanında doğan bu çeşitlilik içinde ilgi duyduğumuz ya da ihtiyacımız olan fırsatlarla ilgili karar vermek güçleşebili-

yor. Öyle ki bazen karşımıza birçok seçenek çıkar, birini

İnsanlar günün hangi saatlerinde FOMO’ yu daha FOMO kişilerin üstünden nasıl bir duygudurumu oluşturuyor?

FOMO’nun kişiler üstünde fizyolojik etkileri var mı?

FOMO’nun mizaçla bir ilişkisi var mı?

seçtiğimizde aklımız diğerlerinde kalabilir ve biz akıştay-

Sonuçları genel olarak özetlersek; bir gün içeri-

ken hayatı kaçıyormuş hissine kapılıp bundan korkabili-

sinde FOMO’nun hep hissedildiği, sadece günün bitimine

riz.

doğru daha fazla hissedildiği, aynı zamanda haftanın son Somutlaştırmak gerekirse, yakın zamanda kendi-

mizi içinde bulduğumuz pandemi sürecinde birçok platformda evde “verimli” vakit geçirmek için çeşitli paylaşımlar yapıldı. Evimize uzak olduğu için gidemediğimiz veya kendi meşguliyetimizden dolayı yetişemeyeceğimiz ama dinlemek istediğimiz seminerler ve okumak istediği-

miz birçok kitabın PDF’i bir tık uzağımıza kadar geldi. Böyle bir süreç yaşamasaydık belki de bu durumun sadece hayalini kurabilirdik, geldiğimiz noktada ise güzel bir deneyim olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunlara rağmen, bu eylemlerin hepsinin aynı anda yapılamayacak oluşu, sürekli bir diğerini kaçırıyormuşuz korkusunu tetiklemeye

günlerine doğru daha fazla arttığı tespit ediliyor. Bunun yanı sıra, kişinin yapmayı mecbur hissettiği görevleri yerine getirdiği zamanlarda da FOMO seviyesinin arttığı görülmüş. Burada mecburi görevler ile iş yerinde olmak, ders çalışmak gibi görevlerden bahsediliyor. İlginç olarak FOMO’nun mizaçla ya da cinsiyetle anlamlı bir ilişkisi

bulunamamıştır. Kişiler üzerinde stres, yorgunluk, korku ve tedirginlik gibi duygudurumlarına yol açtığı görülmüştür. Fizyolojik olarak ise bu duygudurumundaki değişikliklerin yoğunluğuna bağlı olarak bazı psikosomatik etkilere rastlanmıştır. Çalışmanın ikinci ayağında ise FOMO’nun sosyal medya ile olan ilişkisine bakılmıştır. FOMO’yu, önü-

başladı. En temelde “sürekli bir şeyleri kaçırıyormuşuz gibi hissetmek” cümlesi üzerinde durmak ya da örnek verecek olursak, arkadaşlarla bir buluşma planlandığında bizim onlara katılamadığımız an (o an kendimize iyi gelen bir şey yapıyor olsak bile) akla gelen “ gitse miydim acaba?” veya “neleri kaçırdım?” hissiyatından bahsetmek istiyorum.

müze çıkan alternatifler arasından seçim yaptıktan sonra aklımızın öteki alternatifte kalması ve bundan kaynaklı yaşadığımız tedirginlik şeklinde tanımlarsak; sosyal med-

ya buna hizmet etmek için oldukça elverişli bir ortam. Bu nedenle çalışmanın ikinci ayağında FOMO’nun birebir sosyal medya ile ilişkili olup olmadığına bakılmıştır.


Çalışma bunu anlayabilmek amacıyla tasarlanıyor

Aslında biraz daha açarsam, önümüze çıkan alternatifler

ve ulaştıkları sonucu kısacak özetlersek; sosyal medyanın

kadar mizaçlarımız, haz aldığımız şeyler, hedeflerimiz

yalnızca bizzat kendisinin etkili olmadığı, alternatiflerin

çeşit çeşit. Birkaç alternatif önümüze çıktığında ve biz

varlığı kişiler aracılığıyla öğrenilse de bunun bireylerde

birini tercih ettiğimizde aslında bu tercihi imkânlarımıza,

FOMO’ya sebep olduğu kanısına varılmıştır.

sınırlarımıza ve bundan alacağımız haza karşılık seçmiş

Bunun yanı sıra bu çalışmada, kişilerin haz aldıkları bir etkinliği sürdürürken bile başka bir etkinlikten haberdar olduklarında FOMO seviyelerinin arttığı gözlemlenmiştir. Bu sonuçları önemli buluyorum çünkü tüm bunların hepsi günlük hayatımızda FOMO’nun bir yer kapladığını ve bazen farkında olmasak da duygu durumumuzda agresyona ya da

üzüntüye yol açabildiğini, ayrıca kendi seçimlerimizden emin olamamamızın uzun vadede hayat tatminsizliğine sebep olabildiğini gösteriyor. Tüm bunlar sonucunda, popüler kültür FOMO’ya karşılık JOMO’yu ortaya çıkarıyor. “Joy Of Missing Out” şeklinde açılan bu kavram bir şeyleri kaçırma keyfi olarak tanımlanıyor. Aslında temeli, içinde bulunan andan keyif alma, anı yakalama gibi hepimizin sıklıkla duyduğu ve aşina olduğu söylemlere dayanmakta. Bu söylemler tabi ki

oluyoruz. Eğer kendi imkânlarımızı, sınırlarımızı ve neyden ne şekilde haz aldığımızı iyi bilirsek, önümüze çıkan fırsatlar konusunda yaşayacağımız kararsızlığın azalacağı ve bir seçim yaptıktan sonra bunun sorumluluğunu daha fazla üsteleneceğimiz fikrindeyim. Bu noktada bahsettiğim haz her zaman pozitif durumlar sonucunda ortaya çıkmayabilir. Bazen zorlu bir görevin içinde aldığımız sorumluluklar da bize haz verebilir. Bu nedenle kişiliğimizi ve kendimizi iyi tanımak, nelerden haz aldığımız noktasında bize yol gösterici olacaktır. Aynı şekilde alternatiflerin bir lütuf olarak görülmediği, aksine korku ve kaygıya sebep olan unsurlar olarak görüldüğü bir çağın içine doğduğumuzun kabul edilmesinin başlangıç olarak anlamlı bir çıkış noktası olacağı kanaatindeyim.

FOMO’yu azaltmakta etkili olabilir. Benim üzerine söyleye-

ceğim ise belki çok eskilerden beri öğütlenen “elindekiyle yetinme” nin insana iyi gelebileceği. Burada elindekiyle yetinmek derken, kaderci bir anlayışla daha fazlası için ça-

KAYNAKÇA Milyavskaya, M., Saffran, M., Hope, N. et al. Fear of missing out: prevalence, dynamics, and consequences of experiencing FOMO. Motiv Emot 42, 725–737 (2018). https://doi.org/10.1007/s11031-018-9683-5

balamadan önündekine razı olmaktan çok; kendini tanıma, sınırlarını çizme ve ne ile haz aldığının bilincinde olmayı kastediyorum.

Zeynep Yetimoğulları


Korku, Birey ve Toplum Farklı Bir Bakış

Kendi grubunun kişiye güven vermesi, “diğerlerinden” daha üstün ve özel olduğunu düşünmesinin yanında diğer grupların tehlikeli olabileceği, onların birbirleriyle benzer özellikler taşıdığı algısı da olağandır. “Diğerlerinin” tehlikeli olabileceği düşüncesi, bireylerde korkuyu tetikler. Bu durum insanlarda hem

Duygularımız, anılarımız, koşullanmalarımız,

“diğerlerine” karşı şüphe, kaygı, korku gibi hislerin oluş-

davranışlarımız, zihinsel süreçlerimiz hepsi insan olmanın

masına hem de tehdit olarak algılanan şeylerden kaçma

ve hayatta kalmanın bir parçasıdır. Diğer olumlu ve olum-

gibi davranışların oluşmasına neden olabilir. Bu durumun

suz duygular gibi canlılarda bazı davranışsal, otomatik ve

birçok süreçte olduğu gibi olumlu ve olumsuz sonuçları

hormonal bileşenlere sahip olan korku benim için en il-

olduğunu düşünüyorum. Olumsuzlar için yeni oluşum ve

ginç ve merak edilesi duygudur. Korkarız çünkü zihni-

kişilerden kaçınma, eleştirel düşünmede azalma, korku

mizdeki olayların gerçekleşmesinden, başa çıkamamaktan

dolayısıyla oluşan stresin bağışıklık sistemini baskılama-

korkarız. Korkarız çünkü konfor alanımızdan çıkma ihti-

sı; olumlular için yaşamsal tehditleri daha çabuk algılama

malinden, benliğimize zarar verilmesinden korkarız. Kor-

ve önlem alma, daha güvenli bir ortamda bulunma ihtima-

karız çünkü… Olmamış ve belki hiçbir zaman olmayacak

li, grup içi aktiviteyi arttırıp grup kalitesini arttırmak olası

bir şeyden korkmak, zararı olmayacağını bildiğin halde

sonuçlar arasında yer alabilir. Korku duygusunun hem

korkmak, alay konusu olacağını bildiğin halde korkmak;

bireysel anlamda hem de grup bazında koruma ve güveni

korkutucu şeylerden çekinmek ama bir o kadar da merak

arttırma motivasyonu ile yaratıcılığı tetikleme yönünden

etmek, bazen başkalarının korkularına bazen de kendi

de bahsetmek istiyorum. Buna hem eğlenceli hem de ol-

korkularına şaşırmak, korkuya hizmet eden öğretiler…

dukça basit bir örnek Şirinler çizgi filmidir. Bir tehdit,

Romanlarla, hikayelerle, filmlerle, resimlerle ve daha birçok sanat eseriyle insanda var olan bu derin duygu, değişik yollarla tasvir edilmeye ve anlaşılmaya çalışılmıştır. Tecrübe edilen andan sonra uzun bir süre bireylerde rahatsız edici bir şekilde hem davranışlarda hem de zihinsel süreçlerde korkunun etkisinin görülmesi, beynin amigdala bölgesi tarafından kontrol edilen korkunun hem yoğun bir duygu olduğunu hem de hayatımızda oldukça etkili bir yeri olduğunu gösteriyor. Etkisini bireysel anlamda yoğun yaşadığımız bu olumsuz duyguyu hissettik-

ten sonra kötü bir şey olmayacağını bildiğimiz, benim bir nevi simülasyona benzettiğim korku filmleri içerikleri de bireyleri ve toplumları daha fazla etkileyebilmek adına dönemsel ve kültürel farklılıklar taşır. Kültürün ve içinde bulunulan çağın etkisiyle bireylerde ve toplumlarda korku uyandıran figürler birçok açıdan farklılaşır. Bireydeki etkisinden bahsettiğimiz bu yoğun duygunun toplumdaki etkileri nasıldır, biraz da bundan bahsetmek istiyorum. Toplumsal yaşam, özellikle grup içi ve grup dışı süreçler korkunun ve korkuya yol açan etmenlerin etkisini

inceleyebileceğimiz süreçler ve yapılardır. Aynı grupta (aile, sınıf, etnik köken vs.) yer almak bireyleri hem güvence altına alan hem de kendi grupları ve “diğerleri” hakkında bazı önyargılara, kalıp yargılara ve korkulara sahip olmalarını sağlayan bir unsurdur.

yani Gargamel karakteri tüm Şirinler köyüne korku salar. Bu yüzden Şirinler’ in bazı tedbirler alması gerekir. Tehdit ortaya çıktığında duyurulur, Gargamel’ in köyü bulmaması için gizli yollar yapılır. Şirin baba, yani güvenilir otorite herhangi bir tehlikeye karşı özel iksirler hazırlar. Grup içinde her bireyin özel bir yeteneği vardır ve bunlar yeri geldiğinde grubun korunması için kullanılır. Korkunun, bu örnekte olduğu gibi yaratıcılığı arttırma gibi bir yönü varken bir yandan da güvenliği sağlama motivasyonu vardır. Fakat bunların yanı sıra üretme, farklı şeylere odaklanma gibi işlevlere engel olabilen kaçma, çekinme

gibi davranışlara da yol açtığını söyleyebiliriz. Bir roman karakteri düşünelim, bir şeylerden korkuyor ve nedeni ile kendi bile yüzleşmiyor olsun. Kitapta olay akışı bir yerde ya durur ya da karakterin iç dünyasındaki mücadele odak noktası haline gelir. Buna bir örnek olarak, Stefan Zweig’ın Kızıl isimli kitabında genç bir tıp öğrencisi olan Bertold Berger, ailesinden uzakta başka bir şehre eğitim için gider.


Fakat şehirde farklı insanlarla yaşadığı zor durumlar ne-

bağlı olmanın, karakterleri güvende tuttuğu ve kötü

deniyle bazı korkulara maruz kalır ve bu korkular onun

karakterlerden koruduğunu görebiliyoruz. Öte yandan,

tekrar insanlar arasına karışmasına, tıp eğitimine devam

mitler ve distopyalarda otorite baskısı, oluşturduğu korku,

etmesine engel olacak boyuta kadar ulaşır. Bu bölümden

korku temelinde kısıtlamalar bir boyutta insanın doğasının

sonra uzun bir süre Bertold’ un içsel süreçlerine tanık

bozulmasını hayal etmemizi sağlıyor.

oluruz. Yazılanlar artık çoğunlukla içsel süreçleri anlatır. Çünkü korkuları, kaygıları başka şeylere engel olmaktadır.

Geçmişten günümüze insanın sahip olduğu korkular döneme, içinde bulunulan şartlara göre değişse de benzer başlıklar altında toplanan korkular vardır. Bunlara örnek

Temelinde korkunun baskın bir şekilde yer aldığı etnik sınıf, aile, arkadaş grubu ya da içinde bulunduğumuz herhangi bir grup içinde var olan otoriteye saygı duymak, bağlı olmaya önem vermek, itaat, itaat etmeyene ceza gibi durumların da olumlu ve olumsuz sonuçları vardır. İnsanın doğasını anlatmada başarılı olan bazı masal ve öğretilere baktığımızda otoriteye itaat etmenin, gruba

olarak mikrop korkusu, ölüm korkusu, gelecek korkusu, kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, hayvan korkusu ya da çeşitli nesnelere duyulan korkuları örnek verebiliriz.

Bu örnekleri daha da çoğaltabileceğimiz gibi insanın henüz yaşamamış olduğu ve gelecekte yaşarsa, oluşabilecek olumsuz his ve durumlar için bir korku, endişe hissetmesi gerçeği de farkında olmamız gereken bir durumdur. Bu konu ile alakalı olarak ünlü yazar Milan Kundera’nın bir sözü ile yazımı bitirmek istiyorum:

"Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur."

Yazan: Saliha Tekin Çizen: Ela Gürbüz


Küçük Albert Deneyi Yoksa Korkmayı Öğrendik mi? Psikolojiyle alanında en bilinen ve en eleştirilen

Sonrasında Albert bir odaya alınır ve bu odada

deneylerin başında gelen Küçük Albert Deneyi, John

sadece Albert’in üzerinde olduğu beyaz bir yatak bulun-

Watson ve asistanı Rayner tarafından yapılmıştır.

maktadır. Watson ve Rayner, Albert’i odada tek bırakarak

Deneyin Amacı: John Watson bu deneyle, korkunun doğuştan var olan bir duygu mu yoksa sonradan öğrenilen bir duygu

bir fareyi de aynı odaya koyarlar. Albert fareyi gördüğün-

de ne korkar ne de ağlar, hatta tam tersine onunla oynamaya çalışıp sever ve Albert’in fareye güldüğü gözlemlenir.

mu olduğunu anlayabilmeyi amaçlamıştır.

Deney:

Albert’in fareden korkmadığına tam olarak emin Bu deneyin uygulanması için henüz bir yaşına

basmamış ( 8 aylık ) Albert bebek seçilir. İlk başta Albert’e ilk kez karşılaşabileceği nesneler gösterilir. Amaç, Albert’in bunlara koşulsuz tepkisinin olup olmadığını anlayabilmektir. Bu nesneler fare, tavşan, maske, yanan kağıt parçaları ve peluş oyuncaklardır. Albert oyuncaklara karşı gülümser ve Albert’in bu oyuncaklara karşı bir korkusu olmadığı anlaşılır.

olunduktan sonra bir sonraki aşamaya geçilir. Bu kısımda Albert fareye her dokunduğunda çekiçle metal bir boruya vurularak yüksek ses çıkartılır. Albert bu sesten korkar ve

ağlamaya başlar. Ortam sessizleşince tekrar fareye dokunan Albert, yine aynı sesi duyar ve tekrardan korkup ağlamaya başlar. Deneyin bu kısmı birkaç gün tekrarlanır ve bir süre sonra Albert fareye dokunmaktan korkmaya başlar..


Ayrıca, sadece dokunmaktan korkmakla kalmaz ve fareyi her gördüğünde ses gelmese dahi ağlamaya başlar. Watson ve Rayner deneyi ileriye taşıyıp odaya bir tavşan ile beyaz ve tüylü olan başka nesneler de koyarlar. Albert’in tepkisi değişmez ve bu nesneleri gördüğünde ses duymasa dahi ağlar. Deney Sonucu: Deneyde, klasik koşullandırmayla

korku

oluşturulabileceği sonucu

Bu deney sonu-

ortaya çıkar. Bu deneyle

cunda aklımıza “Acaba

koşullu korku, bilim dün-

korkularımız

yasına kanıtlanmış olur.

var mı yoksa biz korkutucu gördüğümüz sürece

Diğer duyguları-

mi gerçekler?” sorusunu

mız gibi korku da hayatta kalmamız

ve

gerçekten

getiriyor. Annesi köpek-

tehlikeyi

ten korkan bir çocuğun

önceden sezip önlem ala-

da köpekten korkması

bilmemiz için hayati bir

tesadüf mü yoksa buna

duygudur. Korku duygu-

sebep olan anne mi? Bu

sunu hayatımız boyunca

deneye göre cevap belli,

sosyal öğrenme, koşullan-

anne. Bizler, etrafımız-

ma, bireysel deneyim ya

daki insanları görerek

da önceden uyarılma ile

veya

birçok duruma karşı edi-

duyarak

sosyal

öğrenme yoluyla da kor-

niriz.

kular oluşturabiliyoruz.

ses

Albert

yüksek

karşısında

korkup

ağlıyordu fakat öncesinde korkmadığı fare, tavşan gibi hayvanlardan koşullu öğrenme gerçekleştikten ve şartlı uyaranı (yüksek ses) aldıktan sonra korkmaya başlaması, bu korkunun doğuştan gelmediğini ve sonradan öğrenildiğini gösteren bir durumdu. Küçük Albert Deneyi etik açıdan tartışmaya çok açık bir deney olmasına rağmen bilim dünyasına kattıkları açısından da bir o kadar önemlidir.

Deniz Taştan


GÜNLÜK

Ev1 : Alelacele giyindi. Bol kot giymek daha doğru diye geçirdi içinden çünkü geçen gün siyah elbisesi ile iltifat

KORKUNÇ-

adı altında bir sürü tacize maruz kalmıştı. Üniversite yılları geldi aklına. Hayaller ve hayatlar diye aklından geçirirken buruk bir gülümseme oluştu suratında son kez makya-

LUKLAR

jını düzeltmek için aynaya bakarken… Ev 2: Aynaya bakarken…

Evler

-Bu nasıl bir gömlek lan, ibne mi olacaksın başıma? En sevdiği çiçekli gömleğinin 3. düğmesini açarken aynada gördüğü gögüs ortasının hemen az sağındaki yanık izinden sonra vazgeçti. 2 düğme yeter diye düşün-

ZAR ZOR SUSTURDU(LAR) SAATİN SESİNİ. Yİ-

dü. Gözlerinin önünde şimdi yanık izi değil, babasının

NE UYANMAK İSTEMEDİĞİ SABAHLARDAN

3.bıçak darbesi ile yere yığılışı vardı. Daire kapısını kapa-

HERHANGİ BİRİ İDİ.

tıp aşağı her zaman olduğu gibi merdivenleri çifter çifter

Ev 1: Telefonun ekranına baktı. Saat 6. Bu kadar erken kalkmak zorunda mıydı? Ceylan gibi iş yerine yakın bir yerde oturuyor olsa 7’de kalkar mis gibi giderdi işe. Ama o 6’da kalkmak zorundaydı. İşin trafiği bilmem nesi, oooff. Kalk kızım söylenme Oya dedi kendi kendine, kalk

yoksa işe geç kalacaksın zaten patron değişik bir adam. Pandemi dönemi doğru dürüst iş yokken bir de işsiz kalmanın hiç sırası değil diye düşündü. Ev 2: Çocukluğundan beri erken kalkmaktan nefret ederdi. Okula gitmek için değil, tarlalarda ve sanayide çalışmak için erken kalkmak zorunda kalmıştı küçük yaşlardan beri. Gözlerini tekrar kapadı , annesi fısıldıyordu : “Çabuk kalk, bak baban gelirse seni döve döve kaldırır.”

hışımla inerken alt katta evinden çıkmaya hazırlanan Oya’ya korku saldığının farkında bile değildi. Kamyonetinin başına geçti, cezaevinden çıktıktan sonra sürekli yaptığı rutinine devam etti. Kontağı çevirdi. Daha dün nerdeyse ipsiz sapsızın teki yüzünden yine sabıka yiyecekti, bakalım bugün neler gelecek başıma diye düşünerek kendi öyküsünün yükünü hafifletmek için başka yükleri taşımaya gitti. - Oyaaa, oyaaa! Patron seni çağırıyor. - Allah alllah niye çağırıyor ki bu adam şimdi beni? Yüzü birdenbire kızaran Oya, ellerinin titrediğini hissetti. Patronun o şımarık tacizkar oğlu da orada mıydı acaba? Kalp atışları hızlanmıştı. Elleri ile oturduğu san-

Birkaç dakika geçmeden babası hışımla 6 karde-

dalyenin iki yanını tutarak zorla ayağı kalktı. İşlerini hız-

şin yerde yattığı odaya girmiş yorganı tekmelemeye baş-

lıca gözden geçirdi, İletişim Fakültesi mezunu olmasına

lamıştı.

rağmen son 1 yılda gayet güzel muhasebe öğrenmişti. Aç

-Ne biçim kadınsın hala kaldıramadın bu piçlerini? Ulann ben bu evde erken kalkılacak diyorsam erken kalkılacak! Annesinin ve kardeşlerinin ağlama seslerine daha fazla dayanamadı açtı gözlerini, en sinkaflı küfürlerini savurarak doğruldu yataktan, doğruca banyoya gitti. Her

sabah

uyanınca

aynada

kendi

(g)

örüntüsünden ürküp, yüzüne itina ile iyi maskesi takıyor-

du. Hiç ama hiç yakışmadığını için için bilerek. Aman nasıl olsa -mış gibi yapmayı yasaklayan bir kanun yoktu. Ona kim engel olabilirdi ki? Hem kendi vicdanını susturalı epey olmuştu.

kalmaktan, yersiz yurtsuz kalmaktan iyidir dedi içinden. Patronun odasına bir dakikalık mesafedeyken yol uzadı; fikirler değişti, gelişti, yol bitmek bilmedi. Avuçları terledi, göz bebekleri büyüdü…


-Niyazi abiii, tamamdır sen bas gaza. Bu çocuk insanı

- Oyaa oyaaa!

hayattan soğutur, diye düşündü içinden. O kulakta patla-

- Efendim Mücella teyze?

yan tiz sesi tıpkı cezaevindeki gardiyan İsmail’in sesi

- Gel kızım buraya, o hapishane kaçkını geçsin çıksın

gibiydi. Tiz, tırmalayıcı; rahatsız edici kötü ses emaresi ne

yukarı, biz sonra çıkarız.

varsa Ömer hepsine sahipti. Her konuştuğunda tüyleri diken diken oluyordu. İsmail, herkes uyansın diye sabahları copuyla koğuşun demir parmaklıklarına vururdu. Copun sesi çirkin, İsmail’in sesi iğrençti tek kelimeyle. Ya Yusuf? Yusuf onun yerine cezaevine girseydi kim bilir o ne kadar korkacaktı? Bir gün Yusuf evin arka tarafında arkadaşlarıyla oyuyordu, babası kahveden gelirken Yu-

Bu adam gerçekten hapisten kaçmış mıydı? Belki tahliye olmuştur. Neden girmişti acaba içeriye? Ya gerçekten diğer teyzelerin de anlattığı gibi 3 cinayet işlemişse? Ya kadın cinayetiyse hepsi? Karısını doğramış demişlerdi, aman yarabbi! 36 parçaya ayırmış.

suf’un hala dışarda olduğunu görmüştü. Niyazi de işten

Küt küt küt. Kalbinin hızı kontrolden çıkmış

geliyordu her zamanki gibi. Babasının Yusuf’a doğru

gibiydi. Adam onlara doğru yaklaşıyordu. Ellerimi nasıl

koştuğunu gördü. Sonrası hep alışıldık gürültü kıyamet.

saklasam diye düşündü. Trençkotunun içinde kaplumbağa

Yetişti en sonunda yetişmesine ama bu işte bir gariplik

misali kayboldu, kafasını içeri çekti iyice. Adam git gide

vardı bu sefer. Yusuf’un 12 yaşındaki kardeşi babasına

yaklaşıyordu. Mücella teyzenin arkasına geçsem? Yaşlı

vuruyordu, babası 3.darbede birdenbire sakinleşmiş ve

kadına bir şey yapmazdı herhalde. Yüzü alev alev yanı-

üstüne doğru çökmüştü. Kafasını kaldırdığında donmuş

yordu, boğazı kurudu, bayılacak gibiydi. Mahalleye 9 ay

gibi korkuyla bakan Yusuf’un, eli ve elindeki bıçak kan

önce taşınmıştı ve o zamandan beri bu adam hakkında o

içindeydi…

kadar çok şey dinlemişti ki bu 3 cinayet işlemiş gencecik

Offff, ne uzun gündü yahu bitmek bilmedi! Pat-

ronun mobbingi, oğlunun yılmak bilmeyen flört teklifi. Yılmaz’a söylesem mi? Aman aman gerek yok. Modern erkek arkadaşım bir anda feodal bir örüntü ile kükreyecek, “Ayrıl diyorum sana o şirketten! Çalışma ihtiyacın mı var?” diye tutturacaktı. “İyi diyorsun da Yılmaz, iş evliliğe gelince de maddi sorunları bahane ediyorsun ve ailemle bile tanışmaya gelmedin…” diye cevap verdi için-

adamın neden dışarıda olduğunu düşünemedi bile. Her

gün yeni bir cinayet haberi çıkıyordu. Oya’nın, adamın yaklaşıp bir elini ona doğru uzattığında “Bacım yükün ağırsa yardım edeyim mi?” dediğini bile duymadan bir hışımla “İMMDDAATT!” diye bağırarak poşetleri ile yere yığılması bir olmuştu. Ertesi sabah aynaya baktı Niyazi. “Ulen bu iyi maskesi senin neyine…”

den. Hep içinden cevap veriyordu zaten Yılmaz’a, onu kaybetmekten korktuğu için. Annesi “Baban duyarsa vallahi billahi karışmam, o Yılmaz denen çocuğu kendin

gelir paşa paşa açıklarsın.” demişti. Nasıl anlatacağım babama? Ne annem ne Yılmaz arkamda. Köşeyi dönerken havanın iyice karardığını fark etti. Kış geliyordu, doğal gaz faturası coşar şimdi. Gel de işten ayrıl Yılmaz, söylemesi kolay…

Ferah Dayı


Kendi Kendine Nazire

Aynadaki Ben Değilim Aynadaki ben’in ilk keşfi.

ellerime bakıyorum. derin derin odaklandığımda fark ediyorum bana olan uzaklıklarını ve kendimi arayışım başlıyor. kollarımla nispeten daha yakınımda olduğunu düşündüğüm koca gövdeme ilişiyor gözlerim. ani bir kırpıntı içimde. kendime yaklaşıyor oluşum ne kadar farklı, ne kadar etkileyici bir deneyime dönüşüyor birden. hemen aklıma birkaç eski ilişkilerim geliyor. güzel kadınlara yaklaşırken ki hislerim. ben daha güzelim ki heyecanım şu an çok daha fazla ve sert. kendime heyecanlıyım, bütün taşkınlıklarım bana. aynı zamanda kızgınlığım. kaçışıma veremediğim anlamı arayışıma veriyorum. neyse ki sakin limanlar da var ufak bir sigara molası gibi. yanışına odaklanmayı nasıl da seviyorum. sanki yok oluyor. belki de bizi ona bağlayan şey de bizde uyandırdığı bu ilahi yok edebilme yetisidir. mola bitiyor ve kendime yakınlaşmam artan heyecanımla devam ediyor. o da ne? daha yakınıma bakamıyorum. gözlerim hemen telefonumu arıyor ama hayır bu çok da gerçek değil. görüntü onlarca kez bo-

zuluyor belki de ve yeniden yapılıyor. bu bana hiçbir şeyi göstermez. aynaya koşuyorum. çok sakin bir an. zaferimi kutlamak istiyor içim ancak beynim buna izin vermiyor. aynadaki ben değilim.

Dali

Birkaç yıl önce yazılan aynı metin.


Kendi Kendine Nazire

Aynadaki Ben Değilim Hala

Birkaç yıl aradan sonra “Kendi Kendine Nazire”

Ellerime bakıyorum. Artık benimle hiçbir bağları kalmamış gibi. Ne ben onların kontrolündeyim ne onlar benim kontrolümde. Ne de çok şey yapıyorlar benden habersiz. Onları başkalarına kiralıyorum bazen aylık, bazen günlük ücretlere. Bazen hiçbir karşılık almadan ya da aldığım karşılığı bilmeden. Sanıyorum bu yüzdendir gözlerim artık daha yakınımda gördüğüm koca gövdeme iliş-

Aynaya gelecek olursak. Ara ara bakıyorum artık

mek istemiyor. Ben olmayışımın korkusuyla yaşıyorum.

kendimi bulmayı ummadan. Öylesine temiz ki bu his,

Ben, yalnızca ben olmadığımı bilecek kadar benim. İçim-

varlığın getirdiği zorunlu yokluktan keyifle bahsediyo-

de çevremde olan her şeyin izi. Sağdan soldan toplanmı-

rum. Yaşıyorum öleceğimi bildiğim için kendimi bir yan-

şım.

dan ölü varsayarak. Bu yüzden de aynayla pek derdim Aklıma gelen birkaç eski ilişkim hala var. Güzel

ya da güzel olduğunu düşündüğüm kadınlarla değil sadece insanlarla. Onlara yaklaşırken ki hislerdense hiçbir haberim yok. Heyecanlı değilim artık eskisi kadar kendime. Taşkınlıklarımdansa söz etmeye gerek bile yok. Daha yakınıma bakmak için kendime bakmıyo-

rum artık. Çünkü ben biliyorum ki ötekinde saklıyım, öteki de bende saklı hoş. Aklıma ötekilerden kurtulmak da geliyor elbet. Ötekilerden kurtulursam ne olur emin değilim ama şimdilik yalnız kalmak istemediğim için bundan kaçıyorum. Kaçtığım o kadar şey var ki. Nerede yakalanacağım onlara kim bilir.

kalmadı. Ama Dali’ye hala bayılırım. Adını dahi bilmediğim ve kendim isimlendirdiğim -ki umuyorum bana kızmıyordur- tabloları hala bana kendini açtırır. Hoş gidip hiçbir zaman yerinde görmedim. Tablolarına benzer uyumu sağlayabilen piksellere baktım. Onlar da hoştu zaten. Ama onu anlayabilmek için yeterli olamayacağı aşikar. O yüzden onun üstünden kendimi anlıyorum, anlamaya çalı-

şıyorum. Aradan geçen birkaç sene bende çok da şey değiştirmemiş gibi. Aynadakinin ben olmadığını biliyorum ve bu artık bana muazzam bir keyif sağlıyor.

Yuşa Arığ


Ne Kadar Vahşet, O Kadar Reyting :

Medya Korkularımızdan mı Besleniyor?

Haber programlarında belli bir strateji uygulanır: “Ne kadar vahşet, o kadar reyting”. Korkuyla temellendirilmiş haber programlarının iki amacı vardır. İlki, izleyicinin dikkatini çekmektir. Haber medyasında buna “ön gösterim” denir. İkinci amaç ise seyirciyi, belirlenen korkuyu azaltmanın yollarını izlediği haberde bulabileceğine inandırmaktır. Mesela ön gösterim

Temelinde Korku Yatan Medya Anlayışını Özümsemek

“Musluk suyunuzla alakalı BİLMENİZ GEREKENLER!!” dediğinde, izleyici bu konuda en güncel içerikten haberdar olmak ve güvende olduğuna emin olmak için

yüksek ihtimalle o haberi izleyecektir. Korku temelli haberlerin başarısı; bilimsel kanıtların yerine dramatik anekdotların sunulmasına, münferit Depresyonla baş edebilmek için medyaya ne kadar maruz

olayların yeni akımlar olarak gelişmesine destek verilme-

kaldığımızı gözden geçirmeliyiz.

sine, insan kategorilerinin tehlikeli olarak tasvir edilmesine ve iyimserliğin yerini kaderci düşüncenin almasına dayanır. Medya mantığını kullanarak bunu başarmak isteyen haber şirketleri, haber öykülerinin içeriğini geliştir-

Habercilik her zaman gerçekleri olduğu gibi aktarma amacı gütmeyen ve para kazandıran bir endüstri olagelmiştir. Buna bağlı olarak, yerel konular hakkında doğrudan bilgi almak, memleketi ilgilendiren olaylardan olanca doğruluğuyla haberdar olmak için haberlere kulak kesilme zamanları artık geride kaldı. Doğrusunu isterseniz, haberleri takip etmek psikolojik olarak riskli bir uğraşı bile olabilir. Bu durum, siz farkında olmasanız bile zihinsel ve fiziksel sağlığınıza zarar verebilir. Özünde korku yatan haberler, hali hazırda sahip olduğumuz kaygılarımızı kullanarak bizleri esiri altına

alır. Gözleri ayırmadan televizyon izlemek, gazete okumak veya internette gezinmek pazar payını artırdığı gibi depresyonun nüksetme olasılığını da artırır.

mek için küçük hamleler yaparlar. Haber öykülerinin kafiyesini, dil bilgisini ve sunum formatını değiştirerek büyük

bir etki elde ederler. Bazı haber merkezlerinin önceden yazılmış, bakış açısı çekim yöntemiyle ana hatları çizilen ve uzmanların da hazır bulunduğu korkuya dayalı konuları sunan danışmanlarla çalıştığını biliyor muydunuz? Bu yöntem, dikkat çekici reklam yapmak veya su katılmış habercilik olarak da bilinir. Genellikle bu yöntemler, izleyiciye yanıltıcı bilgiler sunar ve izleyicinin kaygısını artırır. Haber bültenlerindeki diğer bir durum ise son dakika haberlerinin yüzeysel olmaktan öteye geçememesidir. Reyting kaygısı, çoğunlukla habercilerin, haber öyküsünün içeriğinin doğruluğunu kapsamlı bir şekilde kontrol etmeyi atlamalarına sebep olur. İlk haber öyküsünün içeri-

Geçtiğimiz seneler boyunca haberciliğin görevi,

ği, haber geliştikçe haberci tarafından eksiklikleri ve hata-

olan biteni esaslı ve adil bir şekilde ve olanca doğruluğuy-

larının düzeltilmesinde öncü olur. Doğruyu bulma süreci-

la aktarmaktı. Ne var ki habercilikle ilişkili kapitalist gü-

nin sürekli değiştiği gibi haber öykülerinin içeriği de sü-

düler, günümüz televizyon haberlerinin çoğunu olağanüs-

rekli değişir.

tü, heyecan verici ve çekişmeli haber öyküleri olarak lanse etti. Artık bir haberi ilk kez duyurmak veya haberi, gerçeklerinin ışığında doğru bir şekilde sunmak bir yarış

olarak algılanmıyor. Bunun yerine, reklamcılara ulaşabilmek için iyi reytingler elde etmeye ihtiyaç duyuluyor, böylece kârın hızla artacağı düşünülüyor.

Habercilerin yoğun duygularla veya sansasyonel bir haber yapma hevesiyle sundukları şeyler artık kesin

doğru olarak kabul görülmüyor. İzleyicide gerçeğin kırıntısını bulabilme arzusu oluşuyor. Bu da umutsuzluk, savunmasızlık ve çaresizlik gibi depresyonun kötüye gitmesine neden olan tecrübelerin hatırlanmasını tetikliyor.


Anksiyete ve depresyonu artıran diğer bir ek

Haber medyasının artık uygunluk, vicdan ve en

teknik ise haber kanallarında, kalın puntolarla yazılmış

önemlisi doğruyu söyleme anlayışına dönmesi gerekiyor.

“son dakika haberi” başlık şeridinin yavaş yavaş televiz-

Bunlar gerçekleşene kadar aşağıdaki yöntemleri takip

yonun altından kaydığının görülmesidir. Haber bazlı bazlı

ederek kendinizi bunalmışlık hissine karşı koruyabilirsi-

program izleyenler muhtemelen bu ağır ağır kayan şeridi

niz:

ekranın birçok yerinde göreceklerdir. Aynı anda hem haber yayınını takip etmek hem de yavaşça kayan son daki-

alın. Kendinize biraz zaman verin, günde bir veya iki

ka şeridini takip etmek bazı izleyicilere kolay gelse de

kere yerel ve dünya çapında yaşanan gelişmeleri

bazı izleyiciler fazla uyarılmış hissettiklerini bildiriyor. Bu

Medyaya maruz kalma sürenizi sınırlandırmayı ele

kontrol edin.

tür

bilgilerin yayınlan-

masını yarıda kes-

medyayı

mek

haber

yazılı medyadan bilgi alma-

kolaylıkla

yı deneyin. Bu, duygusal

için

kanalı

Bilgi almak için görsel kullanmaktansa

değiştirilebilir;

olarak yüklendiğiniz şeylere

ancak bu noktada

maruz kalma ihtimalinizi

son dakika haberle-

azaltabilir. İnternetteki ana

rinin sadece haber

sayfalar, saat başı yenilenen

kanallarında yayın-

haber kanallarındaki başlık-

landığını söylemek

lar gibi size genel olarak

pek doğru olmaz.

neler olup bittiği bilgisini

Önceki

verebilir.

yılların

aksine, son dakika

haberleri günümüz-

ma, bir internet sitesini ka-

hale geldi. Genel-

patma veya radyo kanalını

likle eğlence prog-

değiştirme gibi bir gücünüz

ramları sırasında ve çoğunlukla gelecek haftanın haftalık

olduğunu unutmayın. Medyanın sizi bunalttığını his-

magazin haberleri ya da gece haber bültenlerinin reklam-

settiğinizde kendinizi pasifleştirmeyin.

ları olarak gösteriliyorlar. Son dakika haberleri genelde, •

Eğer birisi sizin rahatlığınızla alakalı fazla tepki gös-

Korku temelli medyanın popüler kültürün teme-

teriyorsa, oradan uzaklaşın veya sıkıntınızı dile geti-

lini oluşturduğu söyleniyor. Bu noktada çıkan üzücü so-

rin.

nuç ise medyaya maruz kalan çocukların ve yetişkinlerin; mahallelerinin ve çevrelerinin güvensiz olduğunu hissetme,

Başkalarının medya hikayelerine ve onların detaylarına farklı toleranslar gösterebileceğinin farkında olun.

korku odaklı materyaller içerir.

kumandayla

tek tuşla televizyonu kapat-

de daha belirgin bir

henüz bir şeyden şüphelenmemiş geniş kitleyi hedef alan

Uzaktan

Elektroniksiz bir gün deneyimleyin ve bırakın duygularınız hayattaki daha basit şeyleri keşfetsin.

Referanslar:

suç oranlarının gittikçe arttığına inanma,

Altheide, D. (2002). Creating fear: News and the construction of crisis. New York: Walter de Gruyter.

mağdur olma olasılıklarını gereğinden fazla gözde büyütüp abartma,

Gerbner, G., Morgan, M., & Signorielli, N. (1999). Profiling television violence. In K. Nordenstreng & M. Griffin (Eds.), International media monitoring (pp. 335-365). Hillsdale, NJ: Hampton Press.

Glassner, B. (1999). The culture of fear: Why Americans are afraid of the wrong things. New York: Basic Books.

dünyanın tehlikeli bir yer olacağını düşünme

Kovach, B., & Rosenthal, T. (2001). The elements of journalism: What news-people should know, and the public should expect. New York: Three Rivers Press.

olasılıklarının diğerlerinden daha fazla olmasıdır.

Serani, D. (2008). If it bleeds, it leads. The clinical implications of fear-based programming in news media. Psychotherapy and Psychoanalysis, 24(4), 240-250.

Deborah Serani Psy.D Çeviren: Ayşenur Taş


Sonsuz Bekleyiş Clytie ve Apollon

Bekleyiş kimileri için en sancılı süreçtir. Elinizden bir şey gelmez, sadece sonucun iyi olmasını umar insan. Kötü düşüncelerden kendini korumaya çalışır. Sonucunun ne denli kötü olduğunu hissetse bile kendini kandırmaya devam eder. Çünkü üzülmekten korkar, sonuçlarından korkar. İşte bu sayıda size anlatacağım hikaye yandaki tabloda gördüğünüz Frederic Leighton’a ait Clytie tasvirinin hikayesidir Clytie, mavi gözleri, bembeyaz teni ve kızılımsı saçlarıyla insanları ve tabii Güneş’in, sanatın, şiirin tanrısı Apollon’u güzelliğinin etkisi altına almış bir kadın. Apollon, Clytie’i suyun kenarında görür ve görür görmez gözlerini ondan alamaz. Bir faninin bu denli güzel olması onu çok şaşırtır. Apollon hemen Clytie’nin yanına iner ve ona

aşkını itiraf eder. Clytie’nin çekingen davranışına karşılık Apollon, Clytie’den sonsuza kadar onun yanında kalmasını ister. Clytie, Apollon’un güzel sözlerinden çok etkilenir. Kim bir tanrının bu denli hoş sözlerine karşı gelebilir ki? Clytie de Apollon’nun bu teklifini hasta babasını iyileştirmesi koşuluyla sonunda kabul eder. Çünkü Clytie gittikten sonra babasına bakacak kimsesi yoktur. Apollon çok sevinir, hemen şartını yerine getirir ve Clytie’i alıp göğe çıkar. . Başlarda ikisi de birbirine çok aşık oldukları için ömürlerinin en mutlu zamanlarını geçirirler. Clytie’nin aşkı git gide büyümeye başlar. Öyle ki uğruna babasını bıraktığı Apollon için pişmanlık bile hissedemez. Çünkü Apollon yeryüzünde de gökyüzünde de bu evrende onun gözünde en değerli kişi haline gelmiştir. Kendinden bile öncedir Apollon onun için. Ama gel gelelim ki Apollon’un tarafından işler hiç de öyle ilerlememektedir. Apollon, Clytie’nin güzelliğine alışır, verdiği mutluluğa alışır ve ondan sıkılmaya başlar. Clytie’nin zaten bir fani olduğunu, bir tanrı olarak daha iyisini hak ettiği düşünceleri aklında kol gezer. Gel zaman git zaman Apollon, Clytie’den iyice uzaklaşmıştır. Bir gün Apollon, Clytie’ye

babasını özleyip özlemediğini sorar. Clytie, elbette geride bıraktığı babasını çok özlemiştir. Apollon, onu babasının yanına götürmeyi ve bir süre orada kalıp hasret gidermesini teklif eder.

Clytie / Frederick Leighton

Clytie, her şeyden habersiz sevinçle bunu kabul eder ve o

gece Apollon, Clytie’yi ilk gördüğü su kenarına bırakır. Clytie, Apollon’a sevgiyle veda edip hemen babasının yanına koşar. Babasının yanında bir gün geçirir, iki gün geçirir, üç gün geçirir… Ama sevgilisi Apollon’dan bir haber alamaz. Bir hafta sonra artık Apollon’un özlemine dayanamayan Clytie su kenarına gider ve beklemeye başlar. . Apollon’a seslenir, gelmesini söyler. Onu ne kadar çok özlediğini dile getirir ama aldığı tek cevap koskocaman bir sessizlik olur. Clytie, yemeden içmeden her gün güneşin doğuşundan batışına kadar su kenarında beklemeye başlar. Onun bu halini görüp de üzülen su perilerinden bir tanesi Clytie’ye Apollon’un geri gelmeyeceğini, hayatına devam etmesi gerektiğini söyler. Clytie uzun süredir kaçtığı bu gerçek karşısında gözyaşlarına boğulur ama yine de kabul etmek istemez.


Bir süre sonra Clytie’i merak eden Apollon, su

Tüm gün boyunca ellerini semaya açarak yalvarmaya başlar ama yine karşılığında kocaman bir sessizlikle karşı-

kenarının oradan geçerken Clytie’nin ölü bedenini görür

laşır. Hayatının aşkı, canından çok sevdiği biricik Apol-

ve şaşkınlıkla birlikte müthiş bir üzüntüyle baş başa kalır.

lon’u onu terk etmiştir ve bir daha da asla geri dönmeye-

Zeus’a bir şeyler yapması için yalvarır. Zeus yalvarmala-

cektir. Bu acı gerçeğin altında kalbi ezilen Clytie, güneşe

rına dayanamaz ve Clytie’nin bedenini her gün güneşe

karşı bekleyişini asla bırakmaz ve yemeden içmeden sür-

dönen bir çiçeğe dönüştürerek Clytie’nin bedenine can

dürdüğü bu bekleyiş bir haftanın sonunda ölümüyle son

verir. Günebakan çiçeğine… Böylelikle Clytie’nin güneşe

bulur.

karşı bekleyişi ve aşkı sonsuza kadar devam eder… Bu hikayeyi ilk okuduğum zaman uzun uzun

tabloyu incelediğimi hatırlıyorum. Clytie’nin yarım görünen yüzündeki ifade, ellerini açış şekli, dizlerinin üstüne çökmüş olması bana tam da ölmeden önceki son haliymiş gibi geliyor. Bir insanın ölmeden önce diğerlerinin hafızasında kalan son görüntüsü akıllardan çıkmaz. Belki de bu yüzden bu tablo beni bu kadar etkilemiştir, bilmiyorum. Yine de yadsınamaz bir gerçek olarak sevgisinin, sadakatinin gücünü temsil ediyor bence. Bitkin düşmüş, kendini kaybetmek üzere ama yine de Apollon’un gelmesini umuyor. Bu umut öyle büyük bir güce sahip ki Clytie’i yerinde tutmaya yetmiş, yaşamsal içgüdülerinin bile önüne geçmiş. Öte yandan Clytie’nin ayçiçeğine dönüştürülmesini bir nevi haksızlık olarak görüyorum. Sonsuza kadar Apollon’u bekleyişi devam edecek demek bu. Bu düşünce bana bencillik gibi geliyor. Apollon’un kendini avutabilmesi, suçlu hissetmemesi için yapılmış gibi. Yine de bilemiyorum, daha iyi anlamak için bir de Apollon’un gözünden bakmak lazım. Ne büyük bir acı olmalı birinin ölümünden sorumlu olmak. Ama ne olursa olsun sonuç, de-

ğişmeyecek bir gerçekle bizi baş başa bırakıyor. Apollon gitti, Clytie bekledi. Apollon gelmedi, Clytie öldü. Üstüne söyleyebilecek çok da bir şey bırakmıyor bu durum . Son olarak, ne zaman bu tabloya baksam Anathema’nın Untouchable Part 1 şarkısı gelir aklıma. Bütün bir şarkıyı dinlemenizi tavsiye etmekle beraber izninizle şarkıdan şöyle bir alıntı yapmak isterim; “I had to let you go To the setting sun. I had to let you go Find a way back home”

İrem Cındır Clytie / Evelyn De Morgan


Korkunun Sosyolojisi “Korku en bulaşıcı hastalıktır.” Sir Arthur Conan Doyle

Sürekli korku, insanı uşaklığa dönüştürür. Bugün, hepimiz çeşitli korkularla kuşatılmış durumdayız. Özellikle toplumsal yapımızda sorunlar varsa, diğer bir değişle, iç-dış, günlük, uzun erimli sorunlarımız varsa.. Korku vardır ya da üretiliyor demektir. Korku varsa korkutma da vardır. Ülkemizde bu duruma Şerif Mardin’in deyimiyle ‘mahalle baskısı’ da diyebiliriz. Korku psişik bir olgudur. İnsan durup dururken korkmaz. İnsan korkar, çünkü korkutulur. “Korkusu olan insan, bütün bir insandır. Onun yalnız korkusu yoktur, aynı zamanda çalışmaktadır ve düşünmektedir de; ve o, bütün bunları tamamen belirli toplumsal ilişkiler içinde yapmaktadır. Korku, onun varoluşunun sadece bir yanıdır.” Ya da çalışmamaktadır, beslenememektedir, çiftleşememektedir. Korku yalandan, iknadan sonra gelir. Korku üretenler, korkuyu yaratırlar. Korku üretenler, korkuyorlardır da… Korkularını, korkutarak gidermek zorundalar. Korku, yalanla iç içedir ve açık, kapalı şiddetle Korku, süren bir şeyin sürmesi için korkutularak yaratılır. Korku ve korkan insan, en çok toplumsal sorunlarla boğuşan toplumlarda olur. “Toplumlar hastalara benzer; hasta önce sağa, sonra sola, sonra geriye yatar. Bir türlü rahat edemez hastalık geçinceye kadar.” Döner durur ve korkar.

İşsizlikten korkar, Açlıktan korkar, Ölümden korkar


Öldürülmekten korkar Satın alamamaktan korkar Ödeyememekten korkar, Evsizlikten korkar. Evlenmekten korkar Eşinden korkar Babasından korkar Dinden korkar Allahtan korkar Hocadan korkar Üniversiteyi kazanamamaktan korkar Üniversiteye harç ödeyememekten korkar Zayıf nottan korkar Devletten korkar Polisten korkar

Jandarmadan korkar İşkenceden korkar Yürümekten korkar Virüsten korkar Çünkü, toplum bireyleri bunlarla korkutulur duruma getirilir. Korku üretilir ve önlem almanın anlamsız olacağını düşünür. Korku bu kadar sarmıştır etrafımızı. İnsanların çoğu, toplumun büyük bir bölümü, yüzme bilmeyenlerin denize düşüşüne benzer, yılana sarılmaya hazırdır… Korku, bilinci köreltmiştir. Şaşkındır, ümitsizdir, çaresizdir; korku, dağları aşmıştır. Ne dayatılsa kabul etmeye hazırdır. Yoksa,

insanlara

boyun

eğdirme

gönüllü

olarak

sağlanamaz.

Korku giderek vazgeçişe ve kabullenmeye dönüşür Güzel evden, iyi bir eğitimden, tatilden, barıştan, mutluluktan vazgeçiş. Burada boşluk doğar. Bu boşluğu başka korkular doldurur. Kılık değiştirmiştir korku; her şeye şükretmek, daha kötüye bakıp mutlu olmak ve sürekli bir tevekkül ve ahiret...

Bunlar da olmasa, insan çıldırır. Dünya deliye döner. Ama, biliyoruz ki KORKU KÖLELİKTİR ve korkular BİLİNÇLE yok edilir.

Yazan: Kadir Kurt Çizen: Fatih Ersoy


Duygusal Bir Sadistle mi Birliktesiniz?

Paulhus ve arkadaşları, bazı araştırmacıların “hissiz istismarcılar çerçevesinde” ki kapsayıcılığın geniş-

letilmesine yönelik önerilerine dikkat çekmiştir. Önerilen çeşitli kategoriler arasında; muhaliflerin, statü güdümlü risk alanların ve ahlaki bakımdan kopuk olanların sadistik kişiliğe sahip insanlar tarafından en fazla desteği aldığını belirtilmişlerdir.

Sadist kişiliğin tehlike çanlarını tespit etmek.

Paulhus ve arkadaşları, Karanlık Üçlü’yü yaratmak için belirtisi olmayan sadizmin dahil edilmesinin teorik olarak iki önemli şekilde gerekçelendirileceğine dikkat çeker. İlk olarak sadizm, duygusuzluk veya bozulan empati kriterini karşılar. İkincisi ise daha da endişe vericidir. Sadizmin, Karanlık Üçlü kişilik özelliklerinin

İlişkilerdeki istenmeyen davranışların, dış çevre-

diğer insan kategorilerine dahil olmayan bir bileşen içer-

den kaynaklı olanlardan klinik olanlara kadar birçok ne-

diğini belirtiyorlar : Başkalarına zarar vermekten içten içe

deni vardır. Bununla birlikte, bir ilişkiye yeni başlıyorsa-

zevk alma.

nız, ilişkiye pembe gözlüklerinizle bakmak tehlike çanlarını görmenizi filtreleyebilir. Sonuç olarak, partnerin

Sosyal Sadizmi Ayırt Edebilme

olumsuz davranışlarına karşı tutumunuz sorunları mazur

Sadist kişilikler ilişki kurarken, muhtemelen

görme veya örtbas etme eğilimine neden olabilir. Duruma

olumlu özelliklerini sergilerken ellerinden gelenin en iyi-

göre her insanın benmerkezcilik, duyarsızlık ve bencillik

sini yapmayı denerler. Ancak araştırmalar gösteriyor ki,

gibi kötü davranışlar sergilediği doğrudur. Fakat araştır-

onları daha iyi tanıdıkça sadist eğilimlerini sezdirecek

malar gösteriyor ki bu davranışlardan zevk alan karanlık

tehlikeli işaretleri/davranışlarını gösterirler.

bir kişilik türü var ; sadistik. Sadistik kişilik yapısıyla Paulhus ve arkadaşları “sıradan sadizm”i öngöre-

tanışalım.

bilmek için; internette trolleme veya zorbalık, siber taciz, şiddet içeren video oyunlarından zevk alma, silah hayranSadizmin Kötücül Unsuru

lığı, hastalıklı liderlik ve intikam alma gibi alışılagelmiş kriterler olduğundan bahsediyor. Sadizmin “ayırt edici

Sadizmi düşündüğünüzde aklınıza kötü ünüyle

bileşeni”ni bir ödüllendirme değeri olarak zulme katılarak

bilinen Marquis de Sade ya da cinsel zulmü savunmakla

veya sadece izleyerek tatmin olmak şeklinde tanımlıyor-

ünlü benzer karakterler veyahut zihninizde onun adını

lar.

hatırlatacak olan cezalandırıcı davranış biçimi gelebilir.

Ancak sadizm fiziksel olarak zarar vermekten daha fazla-

Sadistlerin psikopatlardan nasıl farklılaşırlar?

sıdır. Sadizm, başkalarının herhangi bir şekilde incitilme-

Paulhus ve arkadaşları, bunu psikopatların başkalarının

sinden duyulan hazdır. Bu durumu açıklayan bazı araştır-

acılarına kayıtsız kaldığı durumlarda, sadistlerin bunu

malar vardır. Örneğin Delroy L. Paulhus ve diğerleri

gerçekten çekici bulması olarak açıklıyor. Örnek olarak,

(2020) , sadizmin Karanlık Üçlü’nün (Dark Triad) kişilik

psikopatlar bir amaç için araç olarak zulümden faydala-

dinamikleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunun veya ör-

nırken, sadistlerin aslında o zulmün kendisinden zevk

tüştüğünün incelemesini yapmıştır. Karanlık Üçlü’yü,

aldıkları belirtiliyor.

Psikopati, Narsisizm ve Makyavelizm’e atıfta bulunarak

Pratik anlamda, başkalarının sıkıntısına veya

“sosyal olarak saldırgan kişilik değişkenleri” şekilde açık-

acısına duygusal olarak olumlu bir tepki göstermek, ilişki

lamıştır. Her biri güncel klinik şartlarla paralellik göster-

içinde büyük bir ayırt edici kriter olmalıdır. Yine de çoğu

mesine rağmen, klinik olmayan örneklerde de azımsan-

zaman tam olarak böyle mantıkdışı bir tepkiyi anlamak

mayacak ölçüde önemli farklılıklar ortaya çıkardığını ve

zor olduğu için, insanlar bu durumu görmezden gelmeye

sergilediğini belirtmişlerdir.

veya örtbas etmeye kalkışırlar. Eğer durum böyleyse, araştırmalara göre birden fazla tehlike çanı çalıyor olabilir.


Sadistik Eğilimler ve Şiddetli Uyaranlar

Janko Mededovic (2017), sadizmi şiddetli uyaranlara verilen duygusal tepki merceğinden inceledi. Psikopati ve sadizmin kişilik özelliklerinin hem duygusal eksiklikleri hem de şiddete yönelik bir eğilimi paylaştığına dikkat çekerek, sadizmin duygulanım açısından ek sapmalara öncülük ettiğini belirtiyor. “Başkalarını incitmeye veya başkaları acı çekerken tanık olmaya karşı keyifli duygusal tepkiler vermek.”

Konu analiz edildiğinde; deneklerin hem şiddet içeren hem de barışçıl görüntüleri izlerken verdikleri duygusal tepkiler, sadizmin şiddetli uyaranlarla ilişkili artan olumlu duygular ve barışçıl uyaranların yol açtığı olumsuz duygular olarak öngörüldü. Međedović, psikopatinin değişkenlerini kontrol ederken bile durumun böyle olduğunu gördü. İkinci bir çalışmada, sadizmin şiddetli uyaranlarla daha düşük miktarda olumsuz çağrışımla ve duygusuz duygulanımla birlikte psikopatik bir özellik olarak yordandığını buldu.

Tanısız istenmeyen : Yola devam etmek

Açıkçası, kişiler arası fikir ayrılığından keyif aldıkları ya da şiddet içeren filmleri seviyor gözüktükleri için insanlara sadist olarak tanı koyamayız. Ancak gerçekte herhangi bir olumsuz özellik, tehlike işareti olarak sinyal algılanmalıdır ve toksik davranışın kendisi, onu klinik olarak sınıflandırma kapasitemiz ne olursa olsun, ilişkisel bir uyarı işaretidir. Kendimizi olumsuz ilişkilerden bir an önce kurtarıp er ya da geç başkalarını mutlu etmekten hoşlanan iyi insanlarla tanışmaya zaman ayırmalıyız.

Wendy L. Patrick, JD, Ph.D.

Çeviren: Ela Gürbüz


FARE YÜREĞİ “Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”

İşte asıl görmemiz gereken bu, vurguyu anladığımızda daha bilinçli ve korkuyu daha kontrollü yaşayabiliriz. Sahip olduğumuz düşüncelerimiz ve bilgilerimiz, korkunun ne derece tetikleneceğini bize gösterebilir. Korktuğumuz durumların aslında ne olduğunu ve neler barındırdığını iyi çözümleyebildiğimiz takdirde korkularımızı yenmek daha da kolay bir hal alacaktır. Aynı zamanda

Hint masalına göre, kedi korkusu yüzünden de-

kendimizi ne kadar iyi ve doğru geliştirdiğimiz ve tanıdı-

vamlı endişe içinde yaşayan bir fare varmış. Bir şekilde

ğımızla alakalı bir durum olduğunu düşünüyorum ki öğ-

büyücüye gitmiş ve ben cesur olmak istiyorum demiş.

rendiğimiz bilgilerin birikimi ve farklı bakış açıları, korku

Büyücünün biri, fareye acımış ve onu bir kediye dönüş-

duyduğumuz durumu çözümlememize yardımcı olmakta.

türmeye karar vermiş. Fare, kedi olmaktan son derece

Bana sorarsanız, korkunun temelinde bilgisizliğin önemli

mutlu olmuş ve kendine gelmiş; ancak bu sefer de köpek-

yer tuttuğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

ten korkmaya başlamış. Büyücü düşünmüş ve bu kez onu bir kaplana dönüştürmüş. Kaplan olan fare, sevineceği yerde bu kez avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü bakmış, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmesine imkan yok. Onu tekrar eski haline döndürmüş. Ve demiş ki:

Bir diğer öneri olarak söylenen “Korkuların üzerine gidilmeli” tavsiyesine baktığımda yine düşünce yapısının önemini fark ediyorum. Çünkü sizi kararlı hale getirecek ve korkularınıza karşı atacağınız adımın tetikleyicisi de sizden başkası olamaz. Geçmişten beri çok sık sorulan şu soruyu da

“Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir fare-

bilmeyen yoktur: “Hayatta kaybetmekten korktuğun en

nin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”

büyük şey?”. Verilen yanıtlar tabii ki kişiden kişiye farklılık gösterir ki göstermelidir de. Herkesin fikirleri ve bakış açısı farklı olduğu için zaten kimsenin korkuları da

Korku duygusu üzerine düşüncelere daldığım zamanlar hep bu masalı hatırlarım. Korkuyu hangi konuda veya olayda olursa olsun irdelemeden bütünüyle kabullenmek yerine onu hiç değilse en az seviyeye nasıl indirgeye-

bileceğimizi bu masal çok güzel anlatır aslında. Toplumda genel kabul görmüş şu teoriyi eminim hepimiz biliyoruzdur: İnsanların gerçek veya ruhani durumlar karşısındaki korku duygusunu o kişinin fiziki duruşuna bakarak yorumlarız çoğu zaman. Baktığımızda bu adam iri cüsseli, hiçbir şeyden korkmaz; bu kadın bence çok korkusuz, bundan korkulur mu, yaşından başından utan veya bu hayvan çok güçlü, korku duygusu yoktur gibi. Kısacası, bir olay esnasında herhangi bir varlığın hissedeceği korku seviyesinin onun dış görünüşüyle alakalı olmadığı sonucunu da bu masaldan çıkarabiliriz. “Aslında fiziki değişimin bir hükmü yok, düşünce hala bir fareye ait.”

aynı veya eşit düzeyde değil.


Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor : “İnsanların çoğu, Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği ve ölümden sonrası hakkında fikri olmadığı için.” Gerçekten Shakespeare, bu durumu güzel ve doğru özetlemiş. Buna katılmakla beraber, bu sözlerin bütününe baktığımızda aslında hepsinin birleştiği ortak bir nokta var gibi. O da insanın kendisi diye düşünüyorum. Bana sorarsanız insan, en çok kendini kaybetmekten korkmalı. Bilgisi veya herhangi bir fikri olmayan insanla-

rın, kendilerinin farkında olduklarını da pek sanmıyorum. Bence vakti gelince ölmek, yaşarken ölü olmaktan daha iyi ve hayırlı olsa gerek.. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.” diyen Uğur Mumcu’ya da selam olsun. Son olarak cümlelerimi, bu yazıma ilham kaynağı olan Jozi Zalma’nın, namı diğer “Geveze”nin sorusuyla bitirmek istiyorum. Sizde bir farenin yüreği mi var yoksa kaplanın

yüreği mi? Yanıtını lütfen dürüst bir şekilde sadece kendinize verin.

Kaynakça https://www.ntv.com.tr/yasam/bir-hint-masali,cT5640wsA0Gf1ZHUqiOBg - Tülay Bilin

Jozi Zalma - Geveze Show

Emre Yaman


Korkular ve Fobiler Nereden Geliyor? Genlerimizi mi yoksa yaşam deneyimlerinizi mi suçlamalı mıyız?

Milyonlarca kişi, en yaygın anksiyete bozukluğu olan fobilerle birlikte, güçten düşürücü bir düzeyde anksiyete yaşar. Fobilerin alt kate-

Bu toplanan verilerin özetine göre, bireyler arasındaki genetik farklılıkların fobilerin gelişimi üzerinde büyük etkisi oldu. Örne-

gorileri şunları içerir: •

ğin, genetik çeşitlilik, hayvan

Hayvanlar, en yaygın olanları örümcekler Doğal

bireysel

farklılıkların

%45'ini

ve

ve yılanlar •

korkularındaki

kan-enjeksiyonyaralanma korku-

ortam-

larındaki farklı-

lar, yükseklik

lıkların %41'ini

veya gök gü-

oluşturuyordu.

rültülü fırtıBu

na •

Kan,

rakamlar

en-

jeksiyon

önemli olmak-

ve

la

yara-

lanmalar,

korku ve fobi-

aşı

lerdeki farklı-

olmak,

kan

lıkların çoğunu

almak

genetik olmayan

veya kan gör-

etkilerin açıkladığı

mek •

birlikte,

Diğer

da ortaya çıkmıştır.

durumlar,

Özellikle araştırmacılar,

uçakta uçmak veya asan-

bireysel deneyimlerin korku-

söre binmek Korkularımız için neyi suçlamalıyız? Bize atalarımızdan miras kalan genlere dayanan korkularımız ve fobilerimiz mi var yoksa yaşadığımız deneyimlerimizi mi suçlamalıyız? Yakın bir zamanda bir inceleme yapıldı, bu alandaki tüm araştırmaları belirlemek için 4000’den fazla çalışma tarandı ve ortaya toplamda 10 makale çıktı.

ların ve fobilerin en güçlü belirleyicisi olduğunu buldular. Örneğin bir köpek tarafından ısırılmak veya tehlikeli bir fırtınaya yakalanmak gibi şeyler. Bu verilere dayanarak, hem "doğanın" (nature)

hem de "yetiştirmenin" (nurture) rol oynadığı ve yetiştirmenin daha önemli bir faktör olduğu sonucuna varabiliriz.


Edvard Munch

Bununla birlikte yazarlar, hikayenin muhtemelen

Ancak biz bu deneyimin, kişinin bu tür bir deneyimden

neden daha karmaşık olduğunu ve "nature vs nurture"

sonra korku geliştirme eğilimi tarafından sağlamlaştırıldı-

ikileminin neden fazla basitleştirme olduğunu açıklıyor.

ğını fark edemeyebiliriz. Yazarlar, bu eğilimin en azından

İnsanların korkunç olaylara tepkilerinin farklı olduğunu,

kısmen genlerimiz tarafından belirlendiğini belirtiyorlar.

bazılarımızın güçlü bir korku geliştirdiğini ve bazılarının ise olaydan görece rahatsız olmadığını belirtiyorlar.

İyi haber, fobilerin nedeni ne olursa olsun, kişilerin doğru tür tedaviye şaşırtıcı bir şekilde iyi yanıt verme-

Ebeveynler bu farklılıkları, ortalama olarak ge-

leridir. Ortalama uzunluktaki 2 saate yakın tek bir maruz

netik bilgilerinin %50'sini paylaşan tek yumurta ikizleri

bırakma terapisi seansı; fobilerin büyük çoğunluğunu,

olmayan çocukları arasında bile görüyorlar. Örneğin, bir

insanların %90'ını ortalama 4 yıl sonra "çok iyileşmiş

çocuk bir kez düştükten sonra sandalyeye tırmanmaktan

veya tamamen iyileşmiştir" şekilde hafifletebilir. Tedavi,

korkarken, diğer kardeşi kaç kez düşerse düşsün eşyaya

nispeten kontrollü bir ortamda kişinin korkularıyla kade-

tırmanmaya devam edebilir (ebeveynlerinin üzüntüsüne

meli olarak yüz yüze gelmesini içerir.

göre).

Hayatınızı yaşamanıza engel olan bir fobiniz Bu nedenle, bir kişinin korkusu için "bariz" ta-

nımlamalar bile doğru olmayabilir veya en azından tam

varsa, bu tür bir tedavide uzmanlaşmış bir terapist aramaya değer.

olmayabilir. Bunu, bir kişinin su korkusunun çocukken yaşadığı korkutucu bir deneyime dayanmasıyla açıklayabiliriz.

Seth J. Gillihan Ph.D. Çeviren: Yaren Irgıt


SÜREÇ Tavsiye PSYCHO -ALFRED HITCHCOCK Kuşkusuz Hitchcock keskin zekası, filmlerinde

Filmde konu olarak, patronunun bir miktar para-

uzun uzun konuşulması gereken anlamlar barındırması ve

sını çalan Marion’ın sevgilisine doğru kaçarken yolda

izleyiciyi düşündürmesiyle kariyeri başarılarla dolu bir

konaklamak için kaldığı otelde öldürülmesinden sonra

yönetmen. Öyle ki kendisine master of suspense

gün yüzüne çıkan, Norman’ın başrolünde olduğu gizemli

(gerilimin efendisi) bile denmiştir. Bunun yanında, başya-

olaylar silsilesi işleniyor. Bu noktada Psycho filmi, disso-

pıtı denince herkesin aklına gelen filmler farklı olacaktır.

siyatif kimlik bozukluğuna da değiniyor. Kuzuların Ses-

Bana sorarsanız, zamanının çok ötesinde bir film olan

sizliği’ndeki Hannibal için Ed Gein’den esinlenilmesi

Psycho bir zaman başyapıtıdır. Gerilim filmlerinin temel

gibi, Norman karakterinin de 1957 yılında tutuklanan Ed

taşlarından biri olarak kabul edilen ve sinemayla ilgile-

Gein’den esinlenerek oluşturulduğu söyleniyor. Katil ol-

nenlerin en azından bir kez duyduğu/gördüğü ünlü duş

manın rol icabı da olsa ağır bir yük olduğunu söyleyen

sahnesiyle Psycho, yarım asırdır Hitchcock’un en çok

Hitchcock, Norman karakterini canlandırması için Ant-

konuşulan ve en meşhur filmi olmayı başarmış, kurduğu

hony Perkins ile anlaşmıştır. Film yayınlandıktan uzun yıllar sonra bile Perkins, Norman karakteri hakkında ko-

nuşmayı reddetmiştir. Çünkü insanlar film karakteri ile Perkins arasında bir bağ kurmaya çalışmışlardır. Bunun yanında film, Robert Bloch’un aynı isimli kitabından uyarlanmıştır. Hitchcock, sonunu kimsenin bilmemesi için kitabın telif hakkını ve piyasadaki tüm kopyalarını satın almakla kalmayıp çekimlerin ilk günü sette bütün oyunculara hikaye hakkında konuşmayacaklarına dair sağ ellerini kaldırtarak yemin ettirmiştir. Ayrıca film o zamadoğaüstü gerçeklik ikilemiyle korku-gerilim sinemasının

nın şartlarında renkli çekilebilecekken bile isteye siyah-

sınıf atlama basamağı olmuştur. Aynı zamanda Hitch-

beyaz çekilmiştir. Bunun nedenleri arasında, filmde fazla

cock’a finansal olarak en çok kazandıran filmdir. Filmde-

kan sahnesi olduğu için sansür uygulanabileceği, siyah-

ki meşhur duş şahnesi 78 ayrı kamera açısından çekilmek-

beyaz film çekmenin daha az maliyetli olması ve gişede

le birlikte, sinema tarihinin en başarılı sahnelerinden birisi

iyi sonuçlar elde edilmesi yer alıyor. Küvet sahnesinde

olarak karşımıza çıkıyor. Hatta yönetmeninin minik bir

kan yerine çikolata sosu kullanıldığı ve filmdeki bıçak

Gogol benzetmesi yaparak “Hepimiz Hitchcock’un palto-

seslerinin aslında bir bıçağın kavuna saplanma sesi oldu-

sundan çıktık!” dediği Netflix’teki 78/52: Hitchcock’s

ğu da söylenenler arasında. Hatta yönetmenin, istediği ses

Shower Scene (Hitchcock’un Duş Perdesi) belgeseli,

için birçok kavun türü denediği söylenir. Çektiği çoğu

Psycho’nun efsanevi duş sahnesini konu alır.Öte yandan,

filmde kendisi de birkaç saniye de olsa görünen Alfred

Psycho ilklerin filmidir desek yanlış olmaz. Norman’ın

Hitchcock, Psycho filminde Marion’ın ofis sahnesinde

monoloğu (kendi iş sesiyle konuşması) ve Amerika’da

görünmektedir. Filmin çoğu sahnesinde karakterlerin yü-

uygun olmayan sahnelerin yasaklandığı Hays Yasası’na

zünün sadece bir yanını aydınlatılması, karakterin iyi ve

karşı gelerek çekilen ilk film olması yönüyle sinema dün-

kötü yanını temsil ediyor. Yanlış seçim yapan karakterler

yasının katı kurallardan arınmasına öncülük eden devrim

genellikle karanlık tarafa doğru eylemlerini gerçekleştiri-

niteliğinde bir eserdir. Psycho, Türkçe’de “sapık” anlamı-

yor; kalkıyor, yürüyor vs. Öte yandan, 5 kez en iyi yönet-

na gelmesine karşın, burada “psychoanalysis” in kısaltma-

men dalında Oscar’a aday gösterilen Hitchcock’un bunca

sı olarak karşımıza çıkıyor.

başarısına rağmen hiç Oscar ödülü bulunmuyor.


Buradan

Sonrası

“Spoiler!”

Too Afraid To Love You - The Black Keys

İçerebilir:

Hitchcock sinemasının, kullanılan psikanalitik göstergelerle ne kadar ayrıntılı ve anlamlı olduğuna değinmemiz gerekirse, filmden bazı örnekler verebiliriz. Örneğin, film boyunca Marion’ı iki kez iç çamaşırıyla görüyoruz. İlk olarak, parayı çalmadan önce sevgilisiyle görüştüğü otelde beyaz renkli iç çamaşır ile; ikincisi, parayı çaldıktan sonra siyah renkli bir iç çamaşırı ile görüyoruz. Burada renklerin farklı olması, kadının önceden saf ve temiz olduğunu ama parayı çaldıktan sonra masumluğunu kaybe-

Albümün belki de en hüzünlü şarkısı... Şarkıda bahsi geçen kişi, diğeri olmadan çok yalnız hissediyor ama ona aşık olup karşısındakinin onu yaralamasından korkuyor. Çünkü eğer ona aşık olursa bu gücü ona kendisinin vereceğini hissediyor. Korkularını unutamayacağını düşünüp git gide bir yalnızlığın içine sürükleniyor. Sıkışıp kalmış ve bir çıkış yolu bulamıyor. -Yaren Irgıt

dip bir hırsıza dönüştüğü anlamını taşıyor. Buna ek olarak, Hitchcock’un gerilimlerinin olmazsa olmaz teknikle-

rinden, işlerin yolunda gitmediğinin sinyallerini vererek gerilimi tırmandıran o meşhur artarak çalan müzikler bu filmde de karşımıza çıkıyor. Filmlerindeki hemen hemen her sahnenin farklı öneme sahip olduğu belirtmekle birlikte, nadir rastlanan ve 40.dakikada filmin başrolünün (Marion) öldürüldüğü sahnede Hitchcock’un -istediğine ulaşarak- seyirciyi dumura uğrattığını düşünüyorum. Biraz da Norman karakterinden bahsedelim. Annesi Nor-

Die Another Day - Madonna Kişinin kendi içindeki çatışmasını anlatan bir şarkı. Kendi çıkmazlarının, korkularının farkına varmış ve bunları çözmek isteyen kişi, en sonunda kendini bu kısır döngüden kurtarıyor. -Ela Gürbüz

man’ı çok kıskanmaktadır ve Norman da annesini çok sevdiği için kıskandığını annesine göstermek ister. Öyle

ki Norman’ın annesine duyduğu sevgi artık Oidipus Kompleksi düzeyindedir ve annesini üvey babasıyla paylaşamayıp üvey babasıyla annesini öldürür. Hatta meşhur duş sahnesindeki olayların müsebbibi de Norman’ın annesi gibi gözükmesine rağmen, Norman’dır. Çünkü Norman, annesinin kılığına girerek kendi hoşlandığı kadını öldürmüştür. Bunun altında yatan ise Norman’ın annesini çok kıskandığı gibi kendisinin de annesi tarafından kıskanılmasını ve annesinin onu kimseyle paylaşamamasını istemesidir. Norman her ne kadar yakalanmamak için

annesinin kendi bedenine can verdiğini inkar etmeye çalışsa da bir çift karakterlilik örneğidir. Filmin sonlarında seyirciyi sarsan olay ise Norman’ın, daha önce Marion

Levla’nın Hikayesi -Model Bu albümde, korku temalı 7.sayımızda insanın sahip olduğu bir korku çeşidi olan kaybetme korkusunu da düşünerek bu korku ortaya çıktığında insan doğasında nasıl bir süreç işliyor? Aşamaları nasıldır? İnsanlar baş etmek için kendilerine nasıl telkinlerde bulunurlar? gibi soruların yanıtlarını dinleyebiliriz. Her insanda yas süreçlerinin İnkar, Öfke, Pazarlık, Depresyon ve Kabullenme evrelerini yansıtma biçimleri, evrelerin süreleri, bireylerde bıraktıkları izler birbirinden farklı olsa da bu albümde sanatın birleştiriciliğini görüyoruz. -Saliha Tekin

gibi otele konaklamak için gelen hoşlandığı kadınları öldürmüş olmasıdır. Aslında Norman, annesine yaptıklarının cezasını çekmek için bilinçdışına hoşlandığı kızlardan özenle uzak durmayı yerleştirmiştir. Son olarak, Slavoj Zizek, filmdeki evin katlarının bodrum katı: id, giriş kat:ego(Norman burada rutin hayatını yaşar) ve 1.kat: süper ego(memnuniyeti imkansız olan ve istekleri bitmeyen, annesi de burada yaşar) olarak sembolize edildiğini söyler. Filmde Norman, annesini 1. kattan (süper ego) bodrum katına (id) taşırken annesi uygunsuz şeyler söylemeye başlar ve toplumsal kanunları unutur.

Ayşenur Taş

Fear Of The Water -SYML Bu şarkıda su, duygularımızı sembolize ediyor. Şarkıda ayrılık sonrası kaybetme ve kabullenememenin getirdiği o çıkmazlar ve sorgulamalarla birlikte korku duygusu anlatılıyor. Bize, su derin olduğunda ve su bizi bir yerlere sürüklediğinde karşımıza beklenmedik şeylerin gelebileceği hissettirilirken; kişi artık kendi duygusunun karşılığını bulamadığı birine aşık olmayı bir intihara veya derin bir suya dalma korkusuna benzetiyor. -Ayşenur Taş


S

üreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden ba-

ğımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir. Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler. Süreç Fanzin’de bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Süreç’in sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır. Süreç Fanzin, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir yayın organı ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.

surecfanzin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.