Yazanlar Ayşegül Sığırcı Duygu Üzülmez Emre Yaman Nisa Yanar Nur Akkese Saliha Tekin Yuşa Arığ Yaren Irgıt
Çizenler Duygu Üzülmez Gülfem Özer Merfil Yaren Kavlak
SÜREÇ
Ekim
İletişim
surecfanzin@gmail.com
Sosyal Medya
twitter.com/surectopluluk instagram.com/surectopluluk youtube.com/c/SÜREÇ
Editörler
Yuşa ARIĞ Ayşenur Taş
Kapak Tasarım
Merfil
Önsöz Sevgili okur,
Öncelikle, şimdiye dek bizi takibinden dolayı sana teşekkürlerimizi sunuyor ve SÜREÇ’i daha okunabilir, ulaşılabilir kılmak için hız kesmeden çalıştığımızı bilmeni istiyoruz. SÜREÇ ailesinin buluşmasına sekizinci kez olanak sağlayan bu sayımızda, hazzı ele aldık. Siz severek okumaya devam edin diye tasarım konusunda yine elimizden geldiğince çaba gösterdik. Beğeneceğini düşündüğümüz bu sayımızda birbirinden güzel metinler seni bekliyor. Kaleme alınan ve SÜREÇ’te yazılan her yazının eleştiriye açık ve aç olduğunu lütfen unutma. Sizlerden gelecek dönüşleri sabırsızlıkla bekliyoruz. Eğer sen de SÜREÇ’in macerasına bir yazan ya da çizen olarak katılmak istersen, yapman gereken şey çok basit. Yeni sayımızın duyurusunda belirlenen kıstaslara uyan bir metin yazman ve onu bize iletmen yeterli. Şimdilik bize gelen her metnin okunmasına aracılık edemesek de elimize geçen her metne uzunlar zamanlar ayırdığımızı ve metinleri yayınlayıp yayınlamama konusunda SÜREÇ mutfak ekibi olarak tartıştığımızı bil. Emeğine saygı duymak ve onu duyurmakla görevliyiz. Son olarak, büyük bir mutlulukla yakın zamanda açılacak topluluk sayfamızın ilk duyurusunu, bu yola çıkmamıza öncülük eden SÜREÇ Fanzin ile yapmak istiyoruz. Bir, bilemedin iki aya sitemimizi açıyoruz. Orada hem diğer Süreçlilerle bir araya gelebiliyorsunuz, yazıyorsunuz ve çiziyorsunuz hem de etkinlik önerebiliyorsunuz. Biz de fikirlerinizi hayata geçiriyoruz. Bunların gerçekleşmesi için yalnızca bir iki aya ihtiyacımız var. Sizlere verdiğimiz değer kadar sizlerin de bize değer vermesi, bütün motivasyonumuza kaynaklık ediyor. Bu üretim yolunda olan birlikteliğimiz bizi ateşliyor. Duyacak kulaklar olmasaydı sözün ne anlamı kalırdı?
Yuşa ARIĞ
H
AZZIN ODAĞINDA BİR HAYAT
Bu bağlamda id, ruhsal yapıda meydana gelen gerilimi azaltarak fazla miktardaki enerji birikimini boşaltma eğilimindedir. Dolayısıyla gerilim yaratan acıdan en kısa süre
“...hazzın verilmesi ve alınması bir gereksinim ve bir vecddir.” Halil Cibran
içinde kaçınarak hazza ulaşmayı ister. Ancak karşılanmak istenen doyumlar dış dünyadan bağımsız şekilde elde edilemeyeceği için kişi, gerek haz nesnesine ulaşmak gerekse istediği doyumu uygun koşullar altında elde edebilmek adına nesnel gerçekliğe
Dünyada yalnızca insana özgü olmayan haz alma duyumu, birçok türün özünde yüzyıllardır varlığını korumaya devam etmektedir. “Sürdürülmesi istenen ve doygunluk hissi veren coşku, zevk” olarak tanımlanan bu duyumun görünümü, her canlının sahip olduğu fizyolojik ve psikolojik yapıya göre farklılık gösterir. Özellikle insan psikolojisinde oldukça önemli bir yer edinen haz duygusu, tarih boyunca gerek mitlerin gerekse felsefi akımların ve psikoloji kuramlarının merkezinde konumlanmıştır. Bu doğrultuda ilk olarak Yunan düşünür Aristippos tarafından geliştirilen hedonizm kavramı ile “hayatın en önemli değerinin haz (zevk) almak olduğu ve ideal yaşa-
ihtiyaç duyar. Dolayısıyla, gerçeklik ilkesinin güdümünde olan ve düşünsel süreçler aracılığıyla çalışan ego sayesinde dış dünyayla uyumlu
şekilde
ihtiyaçlar
giderilir/
ertelenir.
Burada,
sağlıklı bir ego gelişimi oldukça önem kazan-
maktadır. 20.yüzyıla kadar özel-
ma ancak bu şekilde ulaşılacağı” ileri sürülerek bedensel
likle cinsellikle ilişkilendirilerek
haz üzerinde durulurken; Epiküros ise Aristippos’tan fark-
utanç ve günahın kaynağı olarak betimle-
lı olarak tinsel haz duyumuna odaklanmıştır. O dönemin
nen haz duygusuna ilişkin yaygın bakış açı-
felsefesinde gittikçe önemli bir tartışma konusu haline
sı, günümüzde değişim göstermiştir. Cinsellik
gelen haz duygusu Aristoteles, Platon ve Spinoza tarafın-
olağan bir ihtiyaç halini almış ve cinsel do-
dan da ele alınarak çeşitli boyutlar kazanmıştır. Bu bağ-
yum da yalnızca bir haz türü olarak betimlen-
lamda özellikle Herbert Spencer en kapsamlı çalışmayı
miştir. Bu nedenle haz duyumu, başta arzu
yaparak haz ilkesine evrimsel ve toplum-bilimsel açıdan
olmak üzere çeşitli duygular aracılığıyla
yaklaşmıştır. İlerleyen yıllarda psikoloji alanında da araş-
gündelik yaşamdaki çoğu eylemimizin
tırılmaya başlanan haz ilkesine ilişkin ilk çalışma, Sig-
temelini oluşturmakta ve farklı görü-
mund Freud tarafından yapılarak ruhsal yaşamın en ka-
nümler kazanmaktadır. Konu
ranlık ve girilemez alanı olarak betimlenmiştir. Hazzı,
içeriğinin oldukça geniş
kişiliğin yapısal modeli çerçevesinde inceleyen Freud,
olması nedeniyle bu
doğuştan var olan id (altbenlik)’ in zihinsel aygıtın bir
yazının odağı, gü-
parçası olarak haz ilkesine göre bilinçdışı şekilde işlerlik
nümüz bireyinin hem kişisel hem de kişilerarası düzeyde
gösterdiğini öne sürmüştür. Diğer bir ifadeyle altbenlik,
haz duygusunu nasıl deneyimlediğiyle sınırlandırılmıştır.
kendiliğin çocuksu yönü olarak engellenmeye tabi olmak-
Kimi zaman arzu ve hazzın parıltılı çekiciliğine kapılan
sızın “tüm doyumları –birbirleriyle çelişseler dahi- hemen
insan, tıpkı Barbery (2014)’ nin de belirttiği gibi ihtiyaç-
şimdi elde etmek ister.”.
larının ötesine geçerek yavaşça kendini yitirmeye başlar.
Bu kendini yitirme ve dolayısıyla kendinden vazgeçme
Diğer taraftan, sözde haz yaşantısı deneyimleyen birey,
hali; varoluşun odak noktasının fizyolojik düzeyde hayatı-
bu duygulara ait gerilimden kurtulmak adına arzu nesne-
nı sürdürmek ve varlığının anlamına erişmek için gerekli
siyle sahici şekilde temas kurduğunu zanneder. Ancak
ihtiyaçları karşılamaktan, yaşadığı doyumların neticesinde
buradaki durum, kişinin temelde sahip olduğu intikam
tatmin eşiğini yükseltme veya arzu nesnelerini peşi sıra
veya öfke gibi duyguların gerçekçi yollardan ifade edile-
değiştirme isteğine doğru kaymasından kaynaklanır. So-
memesi nedeniyle -haz yaşantısı aracılığıyla - öteki üze-
nuçta haz duygusunun dayanılmaz baş döndürücülüğü
rinden yaşanması veya haz duymaktan öte diğerinin varlı-
karşında birey, var olan ihtiyaçlarını adlandırmak ve
ğına saldırı ile onun “yıkılmak” istenmesidir. Dolayısıyla,
onları gerçekçi sınırlar içerisinde karşılamaktan an be
ötekiyle kurulan ilişki sahicilikten yoksundur, aldatıcıdır
an uzaklaşarak gerek kendinden beklediği gerekse
ve çoğunlukla bilinçli düzeyde fark edilemez. Kişilerarası
toplum tarafından dayatılan taleplere uyum
ilişkilerde yaşanan haz deneyiminin bir diğer görünümü,
sağlamaya çalışır. Bu bağlamda, gelişen
diğer(ler)inin yaşadığı acı duygusundan haz duyma şek-
teknolojiyle birlikte günümüz tüketim
linde de ortaya çıkabilir. Almanca “schadenfreude” olarak
toplumlarında yaşayan yetişkinler, bit-
adlandırılan bu kavram, psikolojinin birçok alt alanında
mek bilmez bir enerjiyle arzuladıkları
ele alınmaktadır. İlgili literatür incelendiğinde, bu duru-
nesne veya kişilerle kısa sürede te-
mun kıskançlık, kin ve empati yoksunluğu gibi değişken-
mas kurmayı ister, hazzı uygun or-
lerle ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir. Belirtilen her
tam ve olasılıklar içerisinde gerçek-
iki durumda da haz duygusunun sağlıklı yetişkin tarafla
çi şekilde karşılamayı beceremez
deneyimlenmediği gözlenirken; haz duyumunun, Cib-
veya
“İstersen
yapabilirsin/
ran’ın da ifade ettiği gibi karşılıklılık temelinde, sahici
başarabilirsin, bütün güç senin elinde. Ne-
şekilde ve zarar görülmeksizin denge içinde yaşanması
den senin de olmasın?” gibi onu hayatın gerçekliğinden uzakta tutarak kendini gerçekleştirmesini destekleyen sözde kişisel gelişim söylemleri doğrultusunda sürekli “sahip olma” amacıyla yaşarlar.
gerektiği dikkat çekmektedir. Aktarıldığı üzere haz duygusu, insanlık tarihi boyunca çeşitli bilimsel alanlarda farklı yaklaşımlarla ele alınmıştır. Genel anlamda bireyin acı, hoşnutsuzluk gibi rahatsız edici durumlardan kaçınarak hazza yaklaşmak
Öte yandan haz duygusu, intikam, öfke,
istediği ifade edilmiştir. Ancak burada kritik olan nokta,
nefret ve acı verme/hissetme temelli de yaşana-
psikolojik işleyişte haz kadar sıkıntı verici duyguların da
bilir. Özellikle kişilerarası ilişkilerde görülen
oldukça önem arz etmesidir. Ayrıca kişinin yalnızca haz
bu durum, ilk bakışta haz duyumu
duygusunun güdümünde olması, onun gerçek dünya ko-
olarak ifade edilme-
şullarıyla yüzleşmesini engelleyerek çocuksu bir zihin
sine
karşın;
düzeyinde yaşamını sürdürmesine ve gelişim dönemine
yaşananların
uygun becerileri yeterince geliştirememesine sebep olabi-
ötekinde
bı-
lir. Dolayısıyla, klasik hazcılık anlayışından uzaklaşılma-
raktığı izlenim ile duygusal/bedensel deneyimler, altta
sına karşın hedonizmin günümüzde farklı görünümlerde
yatan duyguya ilişkin gerçekçi durumları betimler.
ortaya çıkması, gerçeklik ve farkındalık temelinde yaşamdan zevk almanın önemine işaret etmektedir.
Yazan: Nur Akkese Çizen: Yaren Kavlak
Aşk aslen kişide varsayılan ideallere yönelik gerçekle-
T
şir, tamamen öznenin kendisini kapsadığını söylemek mümkün değildir. Ana nokta şudur ki, var olan eksiklikle-
utku, Juisans ve Aşk
(Passion, Jouissance, Love) Haz… Uzun zamandır okunması arzulanan bir kitabın sayfalarında gözlerin akışı satırlar boyunca, tarafınca kabul görülen bir kişinin dizlerine koyulan başın okşanması şefkatli parmaklarla, beklenmedik bir sağanağa yakalanmak belki de bir akşamüzeri; nasıl kuruyacağı endişesine kapılmadan öylece izin vermek ona sırılsıklam olmak için… İşte böylesine sabırsızca bekleyerek hayali kurulan ancak bazen de hiç beklenmedik bir anda gelerek varlığıyla her şeyi aşan bir tattır haz. Ve elbette en güçlü hazlar, derin bir tutkunun ürünüdür. Ancak burada sorulması gereken soru şudur; ‘Tutkunun varlığı bir bütün müdür?’’ ve ‘Tutku her zaman olumlu bir yönde mi gelişir?’ Bu sorulara yanıt bulabilmek için öncelikle Lakanyen açıdan tutkuyu tanımlıyor ve çözümlüyor olabil-
mek gerekli. Juisans kavramı, Jacques Lacan tarafından oluşturulan ve en az psikanalize kazandırdığı dil bağlamı kadar önem verdiği, İngilizce dahil hiçbir dile tam anlamıyla çevrilemeyen Fransızca bir kriptodur. Çevirilerde juisans: ‘zevk’, ‘acıyla karışık haz’,’acıdaki keyif’ olarak geçmektedir. Jouissance, zevk almak – orgazm olmak – boşalmak anlamına gelen ‘’jouir’’ fiilinden türetilmiş ve bu kavram ile birlikte ‘Acıdaki Haz’ anlamının vurgulandığı belirtilmiştir. Aslında kavramın kökünü oluşturan, ‘cinsel olarak doyuma erişmek’ anlamını taşıyan ‘jouir’ fiiline zıt bir biçimde Lacan, ‘’zevk’’i tam da ‘’doyuma
rin tamamlanmasının idealize edildiği bir ilişkidense, eksikliklerin varlığının kabul gördüğü bir ilişki sağlıklı olarak gelişebilecektir. b) Nefret, Aşk içinde her zaman farklı ihtimalleri de barındırıyor olması sebebiyle yalnızca pozitif duygulardan ibaret kalamayarak içerisinde şüphe de barındırır. Dolayısıyla kendisini şüphelerden alıkoyamayan kişi, belirsizlik içerisinde kalmaya devam edemeyerek, ‘nefret’ geliştirir. De-
neyimlenmesi en zor durumların yaşandığının farz edilmesi dahi, şüpheyle kalarak belirsizliğe tahammül etmekten daha kolay olarak kabul edilir. Aşk ya da öfke gibi yoğun duygular tarafından beslenen ‘tutku’ , tam da bu sebeple yüzyıllar evvel inançları sebebiyle işkence görerek öldürülen din şehitlerinin acılarını betimlemek için kullanılırdı. Günümüzde pek yer verilmiyor olsa da tutku, Latincede ‘ahlaki bir acı’ anlamıyla da kullanılırdı. c) Cehalet, aşk (aktarım) negatif yönde geliştiğinde üçüncü durum olan ‘cehalet’ meydana gelir. Burada kişi,
‘’Bana ne olduğunu bilmiyorum.’’, ‘’Her şey nasıl bu noktaya vardı?..’’, ‘’Ben bunları yapacak bir kişi değilim.’’ Gibi düşüncelere kapılarak gelişmelere yabancılaşır. Cehalet diyalektif bir kuramdır. Akıl yürüterek çelişkili ve belirsiz bir durumun içerisinden çıkarak doğrulara ulaşma çabasını gerektirir. Eğer özne kendisinin ne olduğu ve ne olmadığını sorularını kendisine yöneltemezse, iç görüden söz etmek mümkün olamaz dolayısıyla psikanaliz süreci başlayamaz. Lacan’a göre aşk ve arzu nesnesi birleşiminde bir
ulaşamayan’’ olarak kullanmıştır. Kuramsal açıdan temas
cinsel ilişkiden söz etmek mümkün değildir; ‘’Cinsel İliş-
ettiği bir nokta olmamasına karşın, Lacan’ın bu kavram
ki Yoktur.’’. Öznelerin bedensel olarak birleşebilmelerine
aracılığıyla ifade ettikleri, Spinoza’nın Etika’da detaylı bir
karşın, ’ilişkisiz’ olduklarını savunmak, öncelikle bir so-
biçimde irdelediği ‘arzu’ kavramından alınan ilham ile
ğuk duş etkisi yaratıp ardından doğru olmayan yorumla-
şekillendirilmiş olabileceği hissini veriyor.
maları beraberinde getiriyor olsa da, oldukça anlamlı bir
a) Aşk (Aktarım), Kişilerin varlığına ihtiyaç duyulur. Ancak buradaki varlık, aynı zamanda eksik olan bir varlıktır ve bununla ilgili olarak karşımıza üç yol çıkacaktır; 1) ‘’Ben eksiğim, bendeki eksikliği sen tamamla.’’
2) ‘’Hiçbir eksiğim yok = sana ihtiyacım yok.’’ 3) ‘’İhtiyacım varsa risk altındayım çünkü inisiyatifi karşı tarafa bırakmış olurum.’’ Burada eksiklik aciziyet olarak görülebilir ve kendisindeki eksikliği belirten taraf kendisini iyi hissetmeyebilir.
açıklaması vardır. Heteroseksüel bir çift üzerinden düşündüğümüzde, eril ve dişil özne doğrudan birbiriyle değil, çeşitli fantezileri ve semptomları aracılığıyla simge formundaki nesnelerle ilişkiye girerler (imgesel biçimin simgesel forma taşınması). Bir başka deyişle, hazzı mümkün
kılan tek vücut oluş anı, hazzın deneyimlenişini öyle bireyselleştirir ki; kadın ve erkek birleşmiş oldukları evrende, birbirlerinin yörüngesine girmeksizin süzülen iki gök cismi edasıyla, şahsi haz merkezlerine doğru çekilirler.
Juan David Nasio bu önermeyi şu şekilde açıklar: Psika-
Tam tersine, cinsel ilişkinin mümkün olmayışı, aşka yöne-
naliz, “Jouissance” ın bilgisine tam olarak asla ulaşamaz
lik ihtiyacımızı mecburi kılar. Cinselliğin mümkün olma-
ve onu kavramsal netlikle buluşturamaz. Çünkü haz, bi-
yışının yarattığı eksiklik, aşk ile onarılmaya çalışılır. Cin-
linçdışında yapılanır ve gösteren’den yoksundur. Kişinin
selliğin aslında simgesel boyutta yaşanır gibi görünmesine
karşı cins ile münasebete girdiği psikolojik düzey yalnız-
karşın imgesel boyutta gerçekleştiğini vurgulamıştık; Aşk
ca, temsiller ve fantaziler bağlamındadır. Jouissance’ın
ile birlikte, eril öznenin dişil özne ile kurabileceği ilişki
psişede yer alan enerjisi öylesine kapalıdır ki dil’de bütün-
formu dilde de olanaklı kılındığı için simgesel boyutta da
sel bir icrayı imkansız kılar. Bununla yetinmeyerek iki
mümkün bir hale gelir. Bu düşünce Lacan’ı, “Öznenin
öznenin ilişkisizliğine yol açar.
aşkta ‘ötekinin varlığı’na erişmeye çabaladığını düşünme-
“Cinsel ilişki yoktur” önermesine daha
ye itmiştir. Aşkta özne kendinden öteye, özseverliğin ötesine geçer” Badiou
gündelik bir dilden yaklaşan Alain
haklı olarak aşk-
Badiou, “Aşka Övgü” adlı kitabında:
taki karşılaşma-
“Jaques Lacan bize cinsellikte as-
nın tastamam
lında herkesin, hani denebilirse,
bu olduğunu
kendi işine baktığını anımsatır.
söyler;
Elbette ötekinin bedeninin
“Ötekini ol-
aracılığı söz konusudur, ama
duğu haliyle
sonuçta zevk yalnız sizin
sizinle birlikte var
zevkiniz olacaktır. Cinsellik
etmek için, ona
birleştirmez, ayırır. Çıp-
doğru atı-
lak olmanız, öteki-
lırsınız.
nin bedenine
Aşkın
yapışmanız bir
cinsel-
imgedir, düşsel bir
lik
tasarımdır. Gerçek-
gerçeği
teyse, zevk sizi öte-
üstünde
kinden uzaklara, çok
düşsel bir
uzaklara götürür.
resim oldu-
Gerçek özseverdir,
ğu yönünde-
aradaki bağ düşseldir.
ki, bütünüyle
Dolayı-
bayağı anlayış-
sıyla, cinsel ilişki
tan çok daha de-
yoktur.” Yeri gelmiş-
rin bir anlayıştır
ken, Badiou okumakla bir-
bu.”
likte Lacan’da daha fazla dikkat çekebilecek olan bir soruyu paylaşmak gerek; “Cinsel ilişkide bir ilişkisizlik olduğu doğruysa, insan bu eksikliği nasıl karşılar? Badiou,
Kaynakça:
Badiour Alain, Aşka Övgü.
Lacan okumaları ışığında şöyle yanıtlanabileceğini ileri
Öğütcen Özgür, Lacan’da Aşk VIII. Seminer Aktarım Üzerine Bir İnceleme.
sürer; Aşk ile. Lacan asla aşkı cinsel ilişkinin kılık değiş-
J. Lacan Book XX Encore 1972-1973:The Seminar of Jacques Lacan, “On Feminine Sexuality,
tirmiş hali olarak ele alıp indirgemez.
‘The Subversionof the Subject and the Dialectic of Desire’, Écrits, p. 699.
Nasio Juan David, Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders. The limits of Love and Knowledge” London, 1999. Zizek Slovaj, Lacan Üzerine. Zupancic Alenka, Cinsellik Nedir?. https://seyler.eksisozluk.com/jacques-lacanin-teorisine-gore-asla-ulasilamayan-arzu-nesnesi-objet -petit-a
Duygu Üzülmez
Deney sonucunda çocukların çoğunun tek seferde hızlı bir şekilde isteklerini karşıladıkları görülmüş ve bu konu-
Y
da çeşitli açıklamalar getirilmiştir. Öz-kontrol ve dürtüsel-
AŞAM BOYU VE FARKLI BAĞLAMLARDA
lik kavramları ile ilgili olan bu çalışmanın sonucu için yaygın nöral bağlamdaki açıklama ise çocukların henüz olgunlaşmamış prefrontal kortekse sahip olmalarıdır 2010).
HEDONİZM
(Bar,
Bu nedenle dürtüleri kontrol edecek, gelecek odaklı
düşünmeyi düzenleyecek mekanizmaları gelişmemiştir. Tahmin edebileceğiniz gibi insanı ele alıyor ve inceliyorsak haz ilkesinin, isteklerin karşılanmasının ve hedonik doyum sağlamanın da birçok boyutu vardır. Yemek ye-
Eski
Yunancada
“zevk”
anlamına
gelen
“hazcılık” hakkında psikolojik ve motivasyonel hazcılık; “zevk” ve “acı” nın insanı motive ettiğini belirtir. Jeremy Bentham’ın yazmış olduğu “An Introduction to the Principles of Morals and Legislation” isimli kitabının ilk cümleleri şu şekildedir: “Doğa, insanlığı iki egemen efendinin acı ve zevkin yönetimi altına aldı. Ne yapmamız gerektiğine işaret etmek ve ne yapacağımızı belirlemek yalnızca onlar içindir.” Her ne kadar tartışmaya açık bir söz olsa da Jeremy Bentham bu sözleriyle hazzın, zevkin ve
acının; insan davranışlarının, tercihlerinin önemli bir yerinde bulunduğunu belirtmiştir.
mek gibi insanın temel ihtiyacını karşılamasını sağlayan ve aynı zamanda hazza hizmet eden bir davranış da bilimsel yöntemlerle birçok çalışmada incelenmiştir. Yapılan bir çalışmaya göre, yemek yemek ya da sevdiği bir işle uğraşmak gibi davranışlar sonucunda ortaya çıkan ödülün bir parçası olan hedonik faydanın olumlu gibi görünse de olumsuz yönleri de vardır. Fast-food gibi içerdiği kimyasal maddeler dolayısıyla sağlığa zararlı olduğu bilinen yemeklerin, sebze yemekleri gibi yemeklere kıyasla insanda daha fazla hedonik fayda sağladığı tespit edilmiştir. Ayrıca ödülün “isteme” ve “beğenme” kısımları birbirinden bağımsız olmamakla beraber hedonik “sevmek” ödül tüketiminin normal veya aşırı olmasını sağlayabilecek
Dünyaya gelişimizden itibaren bazı şeylere gereksinim
niteliktedir
duymaya başlarız ve bunlar karşılanmadığı takdirde olum-
madığında
suz hisler yerini almaya başlar. En temel ihtiyaç ve istek-
“tüketilmesi”, ödül hissini daha fazla deneyimlemek için
lerimiz yemek yemek, su içmek, barınma, güven, sevme-
tüketmeyi de arttırabilmektedir. Ayrıca “Social Dilemma”
sevilme, özgürlük; daha üst basamaklardaki isteklerimiz
isimli belgeselde sosyal medya mekanizmalarının işleme
başarılı olmak, zengin olmak, saygın biri olmak, dünyayı
süreçleri anlatılırken beğeni, takip gibi popüler konuların
gezmek ve daha çok bilmeyi örnek verebiliriz. İstekleri-
insanların dopamin üretimini etkilediğini ve hedonik etki-
mizin, ihtiyaçlarımızın ve dürtülerimizin farkına varmak,
sinden dolayı insanların teknolojiye bağımlı kalabildikle-
anlamlandırmak, onları karşılamak, gidermek ve bunun
rinden bahsediliyor. İnsanın sahip olduğu herhangi bir şey
sonucunda bir doyum ve haz elde etmek yaşamımızın
diğerleri tarafından beğenildiğinde oluşan haz, bu aktivite-
önemli bir yerinde bulunmakla beraber burada Freud’un
yi (burada fotoğraf paylaşmak vb.) arttırmaya ve daha çok
Psikanalitik Kişilik Teorisi’nden bahsetmeden geçemeyiz.
ödül elde etmeye hizmet edebiliyor. Berridge
Bu teoriye göre, pleasure principle (haz ilkesi) ihtiyaçla-
“istemek” ve “hoşlanma” nın ödül sisteminin önemli iki
rın, isteklerin ve dürtülerin kısa zamanda karşılanmasını
parçası
sağlamaya çalışan bir güçtür. Bu ihtiyaçların, isteklerin
“istemek” kavramının duygusal bir zevk olmadığı için bir
karşılanmaması sonucunda ise gerginlik ve endişe gibi
aldatmaca olarak görüldüğünü, basitçe tetiklenmiş bir
bireylerin hoşlanmadığı duygu ve hisler ortaya çıkar. Bu-
duygusal durum olan hedonik “beğenme” nin de ödül için
rada istek ve dürtü kontrolünden de söz edebiliriz. Kişinin
yeterli olmadığını, “istemek “ ve “hoşlanmak” bir araya
olumsuz hislere karşı dayanması da diyebiliriz. Walter
geldiğinde normal bir ödül hissinin meydana geldiğini
Michel ve çalışma arkadaşları 1960’ların sonunda 4 ya-
iddia eder. Beyin görüntüleme cihazları ile çalışmalar yü-
şındaki çocuklara bir deney düzeneği hazırladılar. Düze-
rüten kişiler, hedonik “beğenme” nin opioid etkisinden
neğe göre; tek seferde hızlı bir şekilde arzulanan şeyi elde
sorumlu bölgeleri hakkında araştırma yürütmüşler ve so-
etme ve gelecek odaklı düşünüp arzulanan şeyden daha
rumlu beyin bölgelerinin “nucleus accumbens” ve “ventral
fazla elde etme seçenekleri var.
pallidum” olduğunu bulmuşlardır (Penica, Smith ve Berridge, 2006).
(Pecina, Smith ve Bridge, 2006)
insana
olduğu
haz
. Denge bir şekilde kurula-
veren
belirtiliyor.
herhangi
“Hoşlanmak”
bir
şeyin
(2009)
olmadan
Sadece yemek ve içmek gibi temel ihtiyaçlarda değil, hayatımızın büyük bir bölümünde anlık veya uzun süreli haz arayışı vardır. Hatta neoklasik ekonomistler, Jeremy Bentham’a benzer şekilde tercih veya hedonik faydanın insan davranışını belirlediğini söyler. Hedonik etkinin davranışları ve tercihleri etkilediğini tahmin edebiliyoruz. Fakat Ariely ve Norton (2008) yaptıkları araştırmalarla neoklasik ekonomistlerin görüşünün aksine bilişsel çelişkinin (cognitive dissonance) kişilerde tercih değişikliğine neden olabildiğini, insanların sadece tercih-
lerini yansıtmadığını, aynı zamanda bilişsel süreçler nedeniyle yeniden tercihlerin oluşabileceğini bulmuşlardır. Bu çalışmaya ek olarak, Keise Izuma ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalar sonucunda ise seçimlerin bireysel hazzı gerçekten değiştirebileceği ve neoklasik ekonomik görüşte öngörülen hazza faydalılık ve davranış ilişkisinin sanıldığından daha karmaşık olduğunu bulmuşlardır (Izuma ve ark., 2010). Yapılan bilimsel araştırmalar ile tercih, hedonik fayda ve davranışlar arasındaki ilişkilerin o kadar basit olmadığı ve insanın sahip olduğu bilişsel
süreçlerin de dikkate alınması gerektiği gösteriliyor.
Yazımı Kirene okulunun kurucusu olarak da bilinen Sokrates’in öğrencisi Yunan düşünür Aristippos’un bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Zevke esir olan değil, hakim olan mesuttur.”
,Referanslar Ariely, D. ve Norton, M. I. (2008). How actions create–not just reveal– preferences. Trends
in
Cognitive
Sciences, 12(1),
13-16.
doi:10.1016/
j.tics.2007.10.008 Bar, M. (2010). Wait for the second marshmallow? Future-oriented thinking and delayed reward discounting in the brain. Neuron, 66(1), 4–5. doi:10.1016/ j.neuron.2010.04.001 Berridge, K.C. (2009). “Liking and “wanting” food rewards: Brain substrates and roles in eating disorders. Physiology & Behavior, 97(5), 537-550. Doi:10.1016/ j.physbeh.2009.02.044 Izuma, K., Matsumoto, M., Murayama, K., Samejima, K., Sadato, N. ve Matsumoto, K. (2010). Neural correlates of cognitive dissonance and choice-induced
preference change. Proceedings of the National Academy of Sciences, 107(51), 22014-22019. doi:10.1073/pnas.1011879108 Peciña, S., Smith, K. S. ve Berridge, K. C. (2006). Hedonic hot spots in the brain. The Neuroscientist, 12(6), 500-511. Doi:10.1177/1073858406293154 https://www.verywellmind.com/what-is-the-pleasure-principle-2795472
Yazan: Saliha Tekin
şey, edat Ben mesela, “Ona, onun kadar yakınım.” diyenlerdenim; ama bunu kendinden, kendimden başkası bilemez.
Fakat varsayalım, klasik anlatının dışında gelişsin işler ve mecnun içten içe sarıldığı ama görünürde kaçtığı rolünden leylasına kavuşarak sıyrılsın. Konumundan elde ettiği haz, her sözünün konusu olsun artık ve leylasıyla arasına ikisini de ısıtan bir alev gibi girsin. Anlatının bu noktasına dek hazzın yaşamasından
Haz, yani alınan, kısmet olunan ya da nasibinde olunan.*
yaşatılmasından ve yer değiştirmesinden söz ettik. Şimdi, nesneyle birliktelik nasıl olur da hazzı kaçırır noktaya gelir biraz buna bakmaya çalışalım. Arada bulunan ve
Keyiften ve zevkten ayrı olarak haz, nasip ve
alev gibi ısıtan haz; Mecnunu leylasına, Leylayı mecnu-
kısmet kelimesiyle etimolojik çerçevede büyük ortaklıkla-
nuna yaklaştırır ama yine bu yaklaşma yüzünden haz ara-
ra sahiptir. Zira haz, kendinden anlamlı değil ötekinden
da sıkışır ve tıkışır. Büzülmeye başlar haz. Böylece hem
anlamlandırılmış üzerine kuruludur. Hatta kabaca söylenirse paya düşendir, düşürülendir kimi vakit. O yüzden her zaman bir ötekine muhtaçtır, kısıtlandırılmalıdır, çerçevelendirilmelidir ve hayatta tutmak için kimi zaman az kimi zaman çok verilmelidir. Ne yaşamın ne de insanın özünde hazza dair hiçbir şey yoktur. O, ona bahşedilmiş ve sınırların arasını
doldurmak amacıyla var edilmiştir. İnsanın yapabileceği de onu keşfetmek ve devam ettirmektir; ancak bu yalnızca o hazzın öznesinin görevi değildir. Çünkü haz, insan için ötekiyle iliştiği kadar ona nasip edildiği, pay edildiği kadar vardır. Bir çekişmenin ve uğruna can verişin ürünüdür sıklıkla. O yüzden insanın avcuna verildiğinde delirir durur; o yüzden insan avucuna aldığında delirir durur ve yine o yüzden insan bir başkasının kölesi olur. Böylece bir başkasının kölesi olmak onun için bir şereftir artık. Hazzın nesnesiyle birliktelik, rüyayla eş değerdir. En keyifli an, her zaman sonla bağlanır. Bu birliktelik yaklaştıkça yanmaya, yandıkça
Mecnun hem Leyla öyle bir noktaya gelir ki birbirlerine
yaklaşmaya benzer; ancak sonu sıklıkla hazzın kaçıngan
müebbet ilan ederler. Aşkları onlar için bir hapistir artık.
bir edasıyla son bulur. Şiirlerdeki gibi kül etmez ne nesne-
İkisinin de kendinden gayrı kimsesi kalmaz; seçenekleri
sini ne öznesini; ancak kendini görünmez eder. Firar et-
kalmaz, seçme yetileri kalmaz, birbirlerini seçmek için bir
miştir artık haz, doğasına aykırı davranan acemilere adeta
seçenek olamazlar artık. Bu yüzden kendilerinden başka
bir ders verir ve kaçar oradan. Ne olur da insan bunu kaçı-
hiçbir ihtimalleri kalmaz. Mecnun, ölümü uğruna leylasını
rır, bunu görmek bir örnek ister. Bir genci düşünelim o
seçemez artık. Haz doğasından ötürü yok olmaya başlar
vakit, iddiası mecnun olmak olsun. Şüphesiz büyük bir
böylece. Çünkü o bir nasiptir ve ona onu nasip eden öteki-
haz vardır onun kendine biçtiği rolde; ancak o, bu role
ne ihtiyaç duyar. Tadını korumak için seçilmek zorunda-
sıkıca tutunduğunu reddedercesine bu rolden kaçanı oy-
dır ve sürekli bir dikenin ucunda olmalıdır; ancak bu ha-
nar. Sevdalısına kavuşmayı, ona tutunmak isteyeni oynar.
pis onu olması gerekenin çok dışına, bir düzlüğe indirir.
Bu, mecnun olmanın hazzını daim edendir, koruyandır ve nasibini yüceltendir.
Tanrısal düzlemde de bunu ele almaya çalışırsak
Bu durum bizim için de aynı derecede önemli tabii ki.
şüphesiz tanrının da hazzın bu doğasından konumu gereği
Başkayı seçme ihtimali olmadan, başkasına tercih edilme
haberdar olduğunu varsayarak başlamalıyız. O bu bilgiyi
ihtimali olmadan haz nasıl var olabilir? Ona dediğimiz
incelikle kullanır ve Kuluyla arasına haz alanını ona bir
gibi elbette bir alan gereklidir.
beden iliştirerek, ona bunu giydirerek açar. Artık beden basit bir beden olmaktan; etten, kemikten ve deriden sıyrılır. O yoldur, istenildiğinde tanrıya istenildiğinde diğer kullarına açılan. Böylece yaşam çekilebilir hale gelir; kendine değil ama bedenine dönen keyiflidir. Kim bilir belki de semptom denen de böylece var olur, buna sanıyorum hocalarım karar verebilir.
Bir diğer önceliği ise şüphesiz araya bir şey koymakta. Yani hazza alan açmakta. Bunu yapabilmenin yolu ise hazla değiş tokuşu atletik yapabilecek bir nesne bulmaktan geçiyor. Yanlış anlaşılmasın, bu kesinlikle içinin boş olduğu bir aralık değil. İçi boş olana fikir dolar. Fikir
zehirlidir; çünkü o bir kanserdir. Aranın iki yanına da sarılır ve onlardan da kitleler alarak büyür. Araya fikrin kaçtığı birlikteliklerin hepsinde taraflar kayıpla birbirinden uzaklaşır. Bu yüzden araya bir şey gereklidir. Şey, yani her an her şey olabilecek bir şey. Bu şey bir başka şeyle birleştiğinde anlam kazanan ama tek başına oldukça anlamsız bir şey olmalıdır. Mesela grameristik anlamda bu şey bir edat olabilir. “Ona kadar yakınım.” denebilir. “Ona için yakınım.” denebilir. Böylece araya ne bir fikir sızar ne başka
bir zehir. Haz geldiğinde her seferinde yer bulur kendine. Böylece kolaylıkla “Ona kendim kadar yakınım.” “Ona varlığı için yakınım.” denebilir.
Ben mesela, “Ona, onun kadar yakınım.” diyenlerdenim; ama bunu kendinden, kendimden başkası bilemez.
Biz üzerimize düşeni yapalım, hazzın doğasına bir yolculuğa çıkmaya çalışalım ve buraya varalım. Ona borcumuzu ödeyelim. Son olarak da bu düşünüşten neler öğrenebiliriz ona bakalım. Öncelikle belirtmeliyim ki hazzın doğasına yapılmış bir yolculuk olduğunu iddia eden bu fikir yazısı
Notlar * Ar ḥaẓẓ #[ ّحظḥẓẓ msd.] pay, kısmet, nasip.
bizlere onu korumak için yapmamız gerekenleri, yapılması gerekenleri de gösteriyor. Hazzın varlığının önceliği, onu yaşatmak için seçenekleri korumakta ve haz ortağımıza her zaman seçim yapabilme şansını vermekte saklıdır.
Yazan:Yuşa Arığ Çizen: Gülfem Özer
D
ORİAN GRAY’İN PORTRESİ: Bir Güzelliğin Çöküşü
Bu dileğinde, kendisinin yerine Basil’in çizdiği portrenin yaşlanmasını istediğini en içten duygularıyla dile getirir. Bu dileği kabul olur. Ebediyen genç kalmak için ruhunu şeytana satmıştır. Bu durum bir nevi Dorian’ın hayatının dönüm noktasıdır. Bu dilek, onun sonunu getiren en önemli nedendir. Yıllar geçtikçe Dorian genç kalırken portresi yaşlanmaktadır. Dorian’ın işlediği her günah portredeki sura-
Dorian Gray’in Portresi Oscar Wilde’ın tek romanıdır. İlk olarak bir dergide yayımlanmış ve çok fazla eleştiri almıştır. Bu eleştirilerin odak noktası kitapta eş-
cinsellikten açıkça bahsedilmesiydi. Wilde, sanatın esasında ahlak dışı olduğunu savunuyordu. Bu eleştirilerden ve baskılardan sonra Oscar Wilde tarafından kitap kısaltılmış, eşcinsellikle ilgili cümlelerden arındırılmış ve kitap olarak basılmıştır. O dönemde Oscar Wilde’a aşırı derecede baskı kurulmuş ve hatta Wilde hapse atılmıştır. 1900 yılında sefalet içinde bir otel odasında ölmüştür. Bazı kaynaklara göre ölüm sebebi menenjit, bazı kaynaklara
tına yansımaktadır. Dorian portresini saklayarak çöküşünü, yaşlanışını ve çirkinleşmesini herkesten gizlemeye çalışmaktadır. Dorian Gray, gitgide kötü bir insana dönüş-
mektedir ve ne kadar kötü olursa olsun bu durum sadece portresine yansımakta, Dorian’ın güzelliğinden hiçbir şey götürmemektedir. Dorian, zaman geçtikçe sapkın biri haline gelmektedir. Dorian'ın yıkıcı eylemlerinin sonucu olarak portrede garip dönüşümlerini gözlemlenmektedir. Portredeki bu dönüşümler aslında id, ego ve süperego arasındaki dengesizlik nedeniyle onun ciddi psikolojik sağlık sorunları olduğunu göstermektedir .
göre ise intihardır. Oscar Wilde’a göre; Basil Hallward,
Oscar Wilde’in bu romanı, Freud’un psikanaliz
kendi olduğunu sandığı kişidir; Lord Henry dünyanın
teorisi ile analiz edilebilmektedir. Freud’a göre insan zih-
Oscar Wilde sandığı kişidir; Dorian ise Oscar’ın kendisi-
ni id, ego ve süperegoyu içerir. İd, ilkel benlik olarak ta-
nin olmak istediği kişidir.
nımlanabilir. Freud herkesin kendi id’i ile doğduğu görü-
Oscar Wilde, The Picture of Dorian Gray kitabında
şünü savunur. İd’in tek istediği hazdır. Yani haz ilkesine
psikolojik ögeleri edebi kavramlarla birleştirmiştir. Kita-
göre çalışmaktadır da denebilir. Anında memnuniyet ister.
bın başkahramanı Dorian Gray’dir. Dorian Gray o kadar
İd eğer bir şey istiyorsa bu hemen yerine getirilmelidir.
güzel bir yüze sahiptir ki onu bir kez gören ona hayran
Ego, id’in istekleri zamana ve mekâna uymazsa id’e mü-
olmaktadır. Dorian Gray ve Basil Hallward iki yakın ar-
dahalede bulunur. Yani id’in bu isteklerini gerçeklik ilkesi
kadaştır. Hallward ressamdır ve Dorian Gray’in bir port-
ile yüzleştirir. Ego bir anlamda da dengedir. Superego ise
resini çizmektedir. Hallward, Gray’a hayran bir kişiliktir.
vicdandır. Süperego ve id ile sürekli çatışma halindedir,
O kadar hayrandır ki bu hayranlık, kitabın sansürlü basıl-
masına neden olmuştur. Oscar Wilde’in kitaptan çıkardığı kısımlar Basil’in Dorian’a olan aşkının anlatıldığı kısım-
İd’den gelen ve toplum tarafından hoş karşılanmayacak
içgüdüsel dürtüleri bastırır. Ego ise süperego ve id arasındaki çatışmaları dengeler.
lardır.
Dorian Gray’in hikâyesinde, Basil süperego göreBir gün Dorian, Basil’in evinde Lord Henry Wot-
vindedir denilebilir. Basil, Dorian’ın ruhunu temiz ve saf
ton ile tanışır. Lord Henry dış güzelliğe çok önem veren
bir şekilde tutmaya çalışmaktadır. Lord Henry karakteri
biridir. Haz ve eğlence için yaşar. Kişinin içinden ne geçiyorsa onu yapması gerektiğini düşünür. Basil, Dorian’ın portresini bitirdikten sonra Dorian bu portreye her baktı-
ise id olarak düşünülebilir. Sadece dış güzelliğe önem vermesi, eğlence ve haz için yaşaması buna örnek olarak gösterilebilir, ona göre hayattaki her şey bir zevk aracıdır.
ğında çok değişik duygular hisseder. Kendisinin zamanla
Lord Henry, kitabın bir kısmında kendisini şu şekilde
yaşlanıp güzelliğini kaybedeceğini, portresinin ise ilk
ifade etmiştir: “Size asla taahhüt etme cesaretiniz olma-
günkü güzelliği ile kalacağını düşünür. Bir nevi portresini
yan tüm günahları temsil ediyorum.” Bu cümleden de id’i
kıskanır. Aslında onu bu düşünceye iten kişi de Lord
temsil ettiğini anlayabiliriz. Dorian karakteri bir anlamda,
Henry’dir. Dorian, güzelliğini yitireceğini fark eder ve bir
id ve ego arasındaki savaşın ortasında kalmıştır. Lord
dilek diler.
Henry,
Dorian’ı kötü bir şekilde etkileyip yoldan çıkarmaya çalışır-
Savunma mekanizması, bu gibi tehlikeli dürtüleri farklı
ken güzellik ile ilgili konuşmalarından hemen etkilenir. Ba-
bir nesneye yönlendirmek olarak açıklanabilir. Dorian,
sil en başından beri Henry’nin Dorian’ı kötü etkileyeceğini
kendi yozlaşmış benliğini ve id’ini ortadan kaldıramaya-
bildiği için tanışmalarını bile istemez, her zaman Dorian’ı
cağı için ahlaki yol göstericisi konumuna gelmeye çalışan
Henry’den korumaya çalışmıştır. Basil, Dorian’a gerçekten
arkadaşını yok ederek kolay yolu seçer. Portrenin gitgide
yürekten bağlıydı. Her zaman Dorian’ın ruhunu saf ve temiz
çirkinleşmesinin sebebini Basil olarak görür, çok öfkele-
tutmaya çalışmıştı.
nir ve sonunda saldırganlık içgüdüsü yüzünden Basil’i
Dorian’ın zihninde baskın olan id’dir. Lord Henry,
öldürür.
Dorian’ın ahlakını oluşturan kişi olarak adlandırılabilir.
Freud’a göre iki temel içgüdü vardır. Cinsel içgüdü
Henry, Dorian’ın zihnini önemli ölçüde etkilemiştir. Ba-
ve ölüm içgüdüsü. Cinsel içgüdü; diğer adlarıyla eros ya
sil’in, Dorian’ın zihnini etkileyememesinin sebebi ise onun
da libido, zevk almaya yönelik bütün davranışları kapsar.
daha çok görünüşüne odaklanması ile açıklanabilir. Dorian,
Ölüm içgüdüsü; diğer adıyla thanatos ise ölüm ve saldır-
Henry’nin bu dominant
ganlık
etkisi yüzünden onunla
Ölüm içgüdüsü bütün
birlikte hazza dayalı bir
canlıların sahip olduğu
hayat yaşamayı seçer.
bir güçtür. Saldırganlık
Henry’nin Dorian üze-
içgüdüsü ile arkadaşını
rinde bu denli etki bı-
öldüren Dorian, öldür-
rakmasının birden fazla
dükten
nedeni vardır. Bunlar-
umursamaz gibi soğuk-
dan biri, Dorian’ın ego
kanlı dursa da daha son-
gelişimini tam olarak
ra vicdanı onu rahatsız
tamamlayamamış olma-
etmeye başlar. Sürekli
sı ile açıklanabilir. Ta-
olayı düşünmeye başlar.
mamlanamamış ego, id
Uyuduğunda bile rüya-
ve superego arasındaki
larında Basil’i ve onu
çatışmada en çok zarar
öldürdüğü anları görür.
görendir. Zayıf egoya
Freud’un
bu
durumu
sahip olmak id’den ko-
açıklayan
bir
görüşü
layca etkilenmek için
vardır. Eğer düşünceler,
bir nedendir.
tozların halı altına süpü-
Dorian’ın
içgüdüsüdür.
sonra
başta
rüldüğü gibi bilinçdışına
tabiri
atılırsa, rüyalar aracılı-
caizse çöküşünün asıl
ğıyla bilince çıkabilir.
nedeni Henry’dir. Ama tek neden olarak Henry’i göstermek doğru değildir, Basil de Henry kadar olmasa da etkilemiştir.
Sonunda Dorian, tüm bu sorunlarından kurtulmak
Çünkü Basil gerçek Dorian’a değil, kendi çizmiş olduğu
için portresini yok etmeye karar verir. Bu hale gelmesinin
portredeki Dorian’a odaklanmıştır. Basil, çizmiş olduğu
suçlusu olarak Basil’i görür ve resmi yok etmeye karar
portrede Dorian’ın gençliğini, güzelliğini ve masumiyetini
verir. Romanın başkarakterinin iyi yönde değişimi müm-
betimlemiştir. Freud’un teorisine göre, Basil’in çizmiş oldu-
kün olmadığından dolayı, Dorian’ın ölümü belki de tek
ğu bu portre, süperegonun ego için kural çizmeye çalıştığı-
çözümdü. Id’in hüküm sürdüğü ve sorunları olan zihinde-
nın göstergesidir. Bu portre için, Basil’in Dorian’a vermeye
ki tükenmek bilmeyen zevk arayışı, yıkım ile sona ermek-
çalıştığı bir yol gösterici konumundadır denilebilir.
tedir.
Bir gece, Dorian herkesten sakladığı iyice çirkinleşmiş olan portresini Basil’e gösterir. Her şeyin suçlusu olarak Basil’i görmektedir ve o gece Dorian, Basil’i öldürür. Ego, bazı dürtüleri kabul etmemektedir ki bu dürtüler bazen tehlikeli de olabilir.
Kaynakça Bilgili, C. (2011). Dorian Gray’in Portresi: Kişilik Kuramları Açısından İnceleme. Eğitişim Dergisi. http://www.egitisim.gen.tr/tr/index.php/arsiv/sayi-31-40/sayi-31-temmuz-2011/782dorian-gray-in-portresi-kisilik-kuramlari-acisindan-inceleme Ellmann, R. (1987). Oscar Wilde. London: Hamish Hamilton. Inanç, B., Yerlikaya, E. (2008). Kişilik Kuramları. Ankara: Pegem Akademi. Soysekerci, S. (2019). Oscar Wilde’ın Ölümü: Hastalık mı İntihar mı? Idil Sanat ve Dil Dergisi. 58(1) 463-472.
Yaren Irgıt
H
AZZIN ÖTESİNE
BİR BAKIŞ “Yaşamın en yüksek amacı kişinin
Bizim için her şey çok yenidir. Bir de ihtiyaçlarımız, is-
kendi hazzıdır ve yaşamdaki diğer her şey bu
teklerimiz vardır. Bunları karşılamasını istediğimiz kişiler
anlayışa hizmet ettiği ölçüde iyi ve değerlidir.”
de vardır aynı şekilde. Bu istekler ve ihtiyaçlar karşılandığı anda doyma hissinin ve dürtülerin tamamlanmış olması bizi mutlu eder.
“Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk.” Haz kelimesi birçok anlamı içinde barındırır ve hayatın içindeki etkisi de anlamları kadar büyüktür. Baktığımızda, bize nelerden haz aldığımız sorulduğunda; cevabımız bizi mutlu eden veya bize iyi gelen, iyi hissettiren şeylerin sıralaması olacaktır. “Bunu yapmayı çok seviyorum, çünkü bana haz veriyor” ya da “Evet, haz aldığım için yapmaya devam ediyorum.” dediğimiz anlar olmuştur mutlaka. Bizi iyi hissettiren durumlarda aldığımız haz, biz iyi hissettikçe artmaya devam edecektir öyleyse. Fakat haz tek başına
bir duygu değildir, ötesi vardır. O zaman aklımıza “Haz veren şeyler iyi midir, iyi olan her şey haz verir mi?” sorusu gelebilir. Antik Yunan filozofu Sokrates, bu duruma şöyle bir açıklama getirir. Aslında haz bize göre iyidir; fakat bir yandan her şeyin zıttı olduğu gibi, iyinin de kötüsü vardır ve acı hissetmek ise kötüdür. Hazza yaklaşırız, acıdan kaçmaya çalışırız. Hazzın anlık etkisine odaklanan Sokrates, aslında hazzın bizim için o an-anlık iyi olduğunu; fakat doğurduğu eylemlerin sonuçlarına bakmadığımızı düşünmüştür. Çünkü bize o an iyi gelen şeyler, sonra-
sında olumsuz ve bize acı veren sonuçlar doğuracak olsa bile yapmaya devam ederiz. Çünkü bize haz verdiği düşüncesi, yapmakta olduğumuz davranışı devam ettirecek ve haz duygusunu o an yaşatma ve devam ettirme isteği, sonraki eylemleri veya eylemlerin sonuçlarını düşünmemize engel olacaktır. Sokrates bu durumu şöyle özetler: “O halde hazzı iyi bir şey saydığın için elde etmeye, acıyı
İçgüdüsel dürtülerin doyurulma isteği de hissettiğimiz hazdır. Sigmund Freud’un topografik modelinde bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı olmak üzere kişiliği oluşturan 3 etken vardır. Yapısal modelini ise id, ego ve süperego oluşturur. Bu noktada tamamen bilinçdışı olan id, dürtüleri erteleme duygusundan yoksundur. Libidinal dürtüleri hemen doyurma isteği hazdır ve id’in içinde var olan haz ilkesini ele alır. Ego (benlik), id’in erteleyemediği dürtüleri geçici olarak ertelemeyi ve zamanında doyurmasını sağlayacak gerçeklik ilkesini oluşturur. Dış dünyanın etkisi ruhun içinde de kendisini gösterir ve kendi içimizde çıktığımız yolculuk, davranışlarımıza yansır. Bu yüzden, bedende var olduğumuz kadar ruhun emrinde de olduğumuzu dile getiren Hollandalı filozof Benedictus (Baruch) Spinoza, bunu rüyalarla anlatmaya çalışır. Rüyalara yansıyan günün hareketidir, bize hatırlatılmak istenendir veya bizim kendi içimizde başkalarından sakladıklarımızdır. Rüyalara yansıttığımız görüntü dışsal gerçekliğin içte var olmasıdır. Spinoza, yok olmanın varlığında bir dış gerçekliğin var olmasından söz eder. Aslında birini kendi varlığıyla ele almanın mümkün olmaması gibi dışsal nedenlerden bağımsız olduğunu da düşünemeyiz. Ona göre “Hiçbir şey dış nedenden başka bir şeyle yok edilemez.” (Spinoza, 2011). İçsel süreçler eylemlerin bir parçasıdır. İçinde bulunduğumuz ruh halinde haz, duyguların ve eylemlerin karşılıklı olarak işleyişini sağlar.
da kötü bir şey saydığın için ondan kaçınmaya çalışıyorsun değil mi? Demek ki acıya kötü, hazza iyi bir şey diye bakıyorsunuz. Çünkü haz bile sizi daha büyük hazlardan
alıkoyunca veya doğurduğu hazdan daha büyük acılara sürükleyince, sizce kötü bir şey oluyor.” (Sönmez, 2014). Doğduğumuz andan itibaren dünyayı keşfetmeye başlarız. Meraklı bakışlarla çevremizde olan bitene anlam vermeye çalışırız.
KAYNAKÇA 1-Çankaya, A. (2017). Aristoteles’in etik’inde haz ve iyi arasındaki ilişki. Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları. 34. 505-517. 2-Sönmez, A. (2014). Platon’un Protagoras’ında haz anlayışı üzerine bir inceleme. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 54 (1) 1-20. 3-Spinoza, B. (2011) Etika. Ankara: Dost Kitabevi. 4- https://www.nedirnedemek.com
Ayşegül Sığırcı
S
AHNE TOZU Bu kavuk, Türk tiyatro oyunculuğu mirasını temsil eder. Bu hayatta bir filmin en heyecanlı sahnesini
Kökü 1920’li yıllara dayanmakla birlikte devir töreni de
izlemekten, bir albümdeki en sevdiğim parçayı dinle-
çok sık yapılmamaktadır. Nedenini ise büyük usta Mü-
mekten, bir resimdeki canlılığa bakmaktan daha çok
nir Özkul, TRT’de 1982 yılında yayınlanan “İşte Haya-
heyecan vermiştir bana bir tiyatro oyununu izlemek.
tınız” adlı programda şöyle anlatır:
Tekrarı yok, o an, o sahne…Sahnelenen her bir oyunun insan düşüncesine ve toplum bilincine yeni pencereler kazandırıyor oluşu, o pencerelerin de daha aydınlık günlere açılmak gibi bir büyüsünün olması bana hep yeni heyecanlar ve haz duygusu vermiştir. Bunu neden söylemek istediğimi şöyle açıklayayım. Pandemi boyunca tiyatro ve sanat etkinliklerinden uzaklaşmak zorunda kaldığımız zamanlarda bazı gerçekleri unutur olduk ve tiyatro oyunlarınun beslediği bazı duygularımız da haliyle körelmişti. Ülkemizde uzun süre kapalı olan tiyatro perdelerinin açılmaya başlamasıyla bu hissiyatlarım, tiyatro geleneğimiz için büyük manevi de-
"Bu İsmail Ağabey’in bana verdiği, eskilerin el vermek tabiriyle tabir ettikleri, bir sanatın devamı demek. Bu 600 yıllık bir kültürün, temaşa sanatının, tuluatın sembolü olmuş, kutsal bir emanettir ve ben bu kutsal emaneti devam ettireceğim, elimden geldiği kadar tuluat tiyatrosunda çalışacağım, gençler yetiştireceğim ve ben de en yetenekli bulduğuma bunu devredeceğim. Kavuk için bir çeşit yetki ve kültür köprüsü diyebiliriz.” 1989’da kavuğu Ferhan Şensoy’a devrederken ise “Kavuğu vereceğin kişi Türk tiyatrosunu ileri götüre-
cek biri olmalı. ” der Münir Özkul.
ğeri olan bir tören vesilesiyle tekrardan alevlendi. Ge-
Peki tiyatro ne hissettirir, sanatın belki de en
çen hafta, Türk tiyatrosunda nadir gerçekleşen bir tören
güç ve bir o kadar da yücesi olan tiyatro için büyük
yapıldı. ‘’Kavuk Devir Teslim Töreni.’’ Böylesine
ustalar neler demiş?
değerli ve nadir gerçekleşen törene 20’li yaşlarımda, tiyatroya olan hayranlığım doruklardayken katılabilen şanslı kişilerden biriydim. Orada hissettiğim tarifsiz duygularımla tiyatro sanatının neden bütün dünya üzerinde sevgi ve umudun şifresi olduğunu bir kez daha anlamaya çalışıyordum ki bu önemli etkinlikten de
ilham alarak tiyatronun derinliğini sizlerle paylaşmaya karar verdim. Başlamadan evvel kısaca bu sembolik nişanenin öneminin altını çizmek gerek diye düşünüyorum.
laşmayı bir amaç haline getirebilmektir. Güzel günlere atacağımız sevgi adımlarının en büyük destekçisidir bana göre. Yaşlanan dünyamızda ve ne zaman biteceği belli olmayan hayatlarımızda özlemini his-
settiğimiz geçmişi, geleceği ve duyguları bize yaşatır, yaşatmaya da devam eder. Sanatsal etkiden tutun, toplumdaki farkındalığı, kenetlenmeyi, sorumluluk bilincini bize aşılar.
Türk tiyatrosundaki kavuk geleneği; Kel Hasan Efendi’nin güldürü tuluatının devamını sağlayacak olan öğrencisi İsmail Dümbüllü’ye sembolik bir nişane olarak kavuğunu teslim etmesiyle başlar. Kel Hasan Efendi'den gelen yaklaşık 100 yıllık bir simge olan “Kavuk”, Türk tiyatro oyuncuları arasında geleneksel
bir törenle devredilmekte. Kel Hasan Efendi’den Dümbüllü’ye, Dümbüllü’den Münir Özkul’a, ilerleyen yıllarda Ferhan Şensoy’a ve Rasim Öztekin’e, daha sonra da geçtiğimiz günlerde Şevket Çoruh’a teslim edildi kavuk.
Öncelikle tiyatro, paylaşmak demektir. Pay-
Her şeyin canlı oluşuyla da insanın estetik algı yeteneğini geliştirir ve haz duygusunu besler. Bir oyunda edineceğiniz estetik algısı zamanla gelişim gösterir ve iyiye, güzele karşı bakış açınız değişmeye başlar. Prof. Dr. Özdemir Nutku
“Sahne, özvarlığımızı fark etmemize yarayan şeylerin; mutlulukların, acıların, ağlama ve gülmelerin, sevgilerimizin, nefretlerimizin, üstünlüklerimizin ve zaaflarımızın büyülü aynasıdır.” sözüyle çok güzel bir tanım kazandırır tiyatroya.
Romantik dönem yazarı Novalis ise tiyatroyu
Atatürk’ün “Sanattan mahrum bir milletin hayat
“insanoğlunun canlı yansısı” olarak tanımlar. Yani
damarlarından biri kopmuş demektir.’’ sözünün yeri de
her oyun aslında bize yaşamın içinden yeni anekdotlar
tam burası olsa gerek. Son olarak, “Tiyatro; insanı, insa-
sunmaktadır. Tiyatronun kazandırdığı bu gibi güzel-
na insanla insanca anlatma sanatıdır.” der Turgut Özak-
likler sayesinde insanlık olarak da sıradanlıktan uzak-
man. Bana göre tiyatronun amacı belki de kelimelerle
laşabiliriz. Hayata karşı yeni perspektiflerden bakma-
ancak bu kadar güzel resmedilebilirdi.
yı öğrenebiliriz. İnsanlığın içinde bizim de bir yerimizin olduğunu fark ederiz. Sonrasında, yeniliklere açık hale geldiğimiz gibi hem fiziksel hem zihinsel bir arınma yaşatır bize sahne tozu. Buna
güzel
örnek
bir
olarak
“Tiyatro, sürekli devrim demektir.” der İngiliz tiyatrocu Brook.
Peter Gerçek
medeniyetin, edebiyat ve sanattan doğduğunu
ve
tiyatrosuz
tarihin,
Böylesine derin bir sanat nasıl iyi ve güzelin yanındaysa, korku ve tehlikelerin de hep karşısında olmuştur ve karşısında durmaya da devam edecektir. Velhasıl
tiyatroya
tiyatrodan
gidin,
vazgeçme-
yin, tiyatro her zaman
yaşayacaktır.
Dünya, kendi tiyat-
rosunu binbir zorlukla her
açanlar türlü
ile
engele
rağmen bu yeryüzüne eserler bırakmaya
çalışanların
hatrına
dönmeye
devam edecektir...
yük-
selmiş bir millet gösteremeyeceğini dile getirir Muhsin Ertuğrul.
Emre Yaman
F
ISILTI
Kulağıma gelen fısıltılar var. Yapmam gereken
Bedenime ve seçimlerime çok uzaklardan tanık-
tüm o şeyler kesik kesik ve hızlı bir şekilde kulağıma fı-
lık ediyorum. Su altında sesleri belli belirsiz duymak gibi
sıldanıyor. Köşeyi dön, ellerindekileri yere bırak, gökyü-
eylemlerimi takip etmeye çalışıyorum. Buna izin vermeli
züne bak, gülümse, ağla, hıçkırarak ağla ve şimdi mutlu-
miyim? Seçimlerimin bir amaca hizmet etmesini istiyor-
sun...Tenimde olanca gerçekliğiyle hissettiğim bu fısıltıla-
sam bu fısıltıyla savaşmam gerekir. Yumruklarını sık ve
rın sahibi kim? Zaman zaman karşı koyabildiğim bu ses,
düşün. Dünyaya gelmiş olmanın senin için ne anlam ifade
kimi zamanlar sinsice geliyor ve tüm bilincimi sarıyor,
ettiğini düşün. Mutluluğunun kaynağı ne? Haz nedir?
öyle bir yayılıyor ki her yer kapkaranlık oluyor. Karşı
Toplum tarafından belirlenen bedensel yoğun mutluluklar
koyamadığım bu fısıltılar arasında çığlık atıp debelenme-
senin haz tanımın mı ? Hayır, bununla sınırlı değil. Güne-
ye çalışıyorum. Fısıltının bana sunduğu birtakım ödüller
şe bakarken hepimizin hissettikleri aynı değildir. Duygu-
var; belli belirsiz hoşnutluk kırıntıları ve birçok zaman
ların ve gerçeklerin zihnimizdeki tanımları da aynı değil-
karşı koyulamayan haz duygusu. Eylemlerimizin seçimle-
dir.
rinin tamamen bize ait olduğuna inanabiliriz. Benim seçimlerim bana ait değil. Fısıltılar bir öğle üzeri yavaş ya-
vaş bedenimi sardığında bilincimin kör kuyularında kayboluyorum.
Fısıltılarımı anlamak isteyişim onlardan kurtulmam gerektiği anlamına gelmemeli. Mutluluğu bulmamda
bana yardımcı olan sesler de var.
Varlığımın bana sunduğu bu hediyeyi elimin tersiyle itmi-
Tüm her şey ruhuma hizmet ediyor. Ben bir düalistim, ruh
yorum. Yalnızca nedenini arıyorum. Zihnimde hazzın
ve zihin ayrımına inanıyorum ve bedenim ruhuma hizmet
temsilini bulmak istiyorum ancak o zaman fısıltılarla ya-
ediyor. Fısıltılarım gecenin karanlığında tekrar beynime
şamayı öğrenebilirim. Tüm hazlar, psikolojik bir role hiz-
üşüşüyor. İçimi tatlı bir heyecan kaplıyor, dudaklarıma
met eder ve davranışları pekiştirir. Güdülenme haz üreten
geniş bir gülümseme yerleşiyor. Artık fısıltılarıma hakim
teşvik ediciye doğru yönlendirilir. Fısıltılar aslında güdü-
olabilirim. Nasıl mutlu bir insan olabileceğimin tüm ihti-
lenmedir. Kendimi tanımamın işte bu noktada büyük bir
malleri şimdiden sonra elimde.
önemi var. İtici gücümün farkına varırsam mutluluğa ulaşmam ve fısıltılarımı yönlendirmem kolaylaşacaktır.
Yaşam ve haz birbirlerini tamamlıyor. Yaşamın gerekliliği, hazzı içinde barındırıyor. Eylemlerimizi yön-
Bir gece yarısı derin uykumdan uyanıyorum ve
lendirebilmek için kendi varlığımızın farkına varmamız
cevabı buluyorum. Ruhumla ve tinsel olan tüm olgularla
ve isteklerimizi tanımlamamız, gereken en önemli şeydir.
ilişkili olan mutluluk anlarının bedensel hazlardan daha
Sonrasında hedonist olmamız için geriye hiçbir engel kal-
mutluluk getirdiğini anlıyorum. Doyurmam gerekenin
mıyor.
bedenim değil de ruhum olması gerektiğini artık biliyo-
rum. Güdüm bu! Fısıltım bu! Bir çocuk tebessümü, uçan kuş, yüzen balık, varlığım, gözlemlerim, duygularım…
Yazan: Nisa Yanar Çizen: Yaren Kavlak
M
ARSHMALLOW
DENEYİ Deney 1970’lerin başında Walter Mischel tarafından yapılmış ve 4-6 yaş grubu anaokulu dönemindeki çocuklara uygulanmıştır.
Deney: Deneyde çocuklar bir masa ve sandalyesi olan odaya götürülür ve masanın üstüne marshmallow konu-
Hazzını erteleyebilen, yani bekleyebilen çocukların sınavlarında daha yüksek notlar aldığı,
lur. Araştırmacı çocuğa bir işi çıktığını ve 15
daha iyi okullar kazandığı; daha azının
dakika sonra geleceğini söyler. Eğer çocuk
madde bağımlısı ve obez olduğu,
onun gelmesini bekler ve önündeki
ayrıca suç işleme oranlarının da
marshmallowu yemezse, çocuğun bir
düşük olduğu bulunmuştur.
tane daha marshmallow olacağını çocuğa anlatır. Sonrasında odadan çıkar ve çocuklar izlenmeye başlanır. Bazı
çocuklar daha araştırmacı odadan
TARTIŞMA
çıkmadan önlerindeki marshmallowu bitirmiş, bazılarıysa bekleme-
Çocuklardaki bu farkın
ye başlamıştır. 15 dakika geçtikten
nedenleri arasında mizaç
sonra araştırmacı odaya girer ve
özellikleri, aile tutumları
bekleyen çocuklara bir marshmal-
ve ilişkileri, çocuğun için-
low daha verir, böylece deney son-
de bulunduğu çevre etkilidir. Küçük yaştan itibaren her
lanır.
dediği anında yapılmış bir çocuğun, bu deneydeki gibi bir ortamda
Deneyin Amacı: Çocukların
sabretmesi zor olacaktır. Mesele bu çocuk bü-
kendilerini
yüdüğünde,
kontrol etme ve hazzını
kafeye oturduğunda
erteleyebilme becerisini test eden deney, küçük yaştaki bu erteleme becerisinin ilerleyen yaşta nasıl bir etkisi olduğu üzerine de araştırmalarını devam ettirmiştir.
bir
büyük ihtimalle içeceğinin gecikmesine de tahammül edemeyecektir. Bu çocuklar, ders çalışması gerektiği zamanda arkadaşının ısrarları üzerine ders çalışmayı bırakıp gezmeye gidebilecek çocuklardır. Anlık davranışlarda bulunmak ve erteleyeme-
Deney Sonucu:
mek bu çocukların başarısız olma riskini artırmıştır. Öz denetim artırılmalıdır. Bunun için ise öncelikle çocuğun
Deney bittikten sonra hangi çocukların bekleyip hangileri-
istediği her şeyi anında vermemek gerekmektedir. Çocuk-
nin bekleyemedikleri not edilir. Çocuklar büyüdükten
la oyunlar oynanmalı, çocuk sıra ona gelene kadar bekle-
sonra bu iki grubun arasında bir fark oluşup oluşmadığına
meyi öğrenmelidir. Haz odaklı anlık hareketlerde bulun-
bakılır ve sonuçlar şaşırtıcıdır.
mak hepimizin kolayına gelse de kendimizi kontrol etmeyi öğrenmeliyiz.
Yazan: Deniz Taştan Çizen: Yaren Kavlak
M
ODERN
DÜNYANIN DEHASI GENIUS OF THE MODERN WORLD Psikanaliz ve bilinçdışı gibi kavramları bizlerle tanıştıran İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batı dünyasının
Freud’un özne, benlik, biliş, gerçeklik gibi kavramlarla
ahlaki ve etik değerleri sarsılmıştır. İkinci Dünya Sava-
beraber aklın niteliğine yönelik tartışmaları zamanında
şı’na kadar süregelen aydınlanma ilkelerini temel alan
birçok eleştiriye neden olsa da aynı zamanda birçok deği-
modern düşünce ve pratikleri birçok düşünür tarafından
şikliğe de öncü olmuştur.
eleştirilir ve post-modern düşünce ve pratikleri baş göstermeye başlar. Aydınlanma ilkelerinin modernleşmeyi sağlayamadığı görüşü Marx, Nietzsche ve Freud gibi düşünürler tarafından da eleştirilmeye başlanınca, modernizmin sorunsallaşmaya ve post-modernizme doğru yolculuğu başlar.
BBC(British Broadcasting Corporation) ve Open University’nin 2016 yılı ortak yapımı ve Bettany Hughes isimli tarihçinin sunuculuğunu yaptığı 3 bölümden oluşan Modern Dünyanın Dehası(Genius of the Modern World) belgeselinde Marx, Nietzsche ve Freud’un hayatları, yaptıkları yenilikler, çalışmaları, savundukları görüşler, ne tür
Marx, bu gelişmeler sırasında aydınlanmanın
eleştirilere tutuldukları anlatılıyor. Hatta bu düşünürlerin
olumlu yanlarını (bilimsel gelişmeler, gelişme, ilerleme)
günümüze etkileri oldukça profesyonel bir şekilde, izleyi-
görmezden gelme-
ciyi sıkmadan ve ger-
miş ve olumlu ta-
çek
raflarının destekçisi
(Freud’un seans odası
olmuştur.
gibi)
Fakat
mekanlar gezdirilerek
özel mülkiyet, eşit-
gözler önüne serili-
lik, özgürlük gibi
yor. Zamanında radi-
kavramların aydın-
kal
lanma kavramı ile
öncülük etmiş olan bu
zıt düştüğünü de
düşünürlerin hayatla-
ortaya
koymuştur.
rının birçok açıdan
Sosyalizmi savuna-
anlatılmasını izlemek
rak hümanizm ve
ve günümüzdeki etki-
özgürlüğü öne sür-
lerini düşünmek ol-
müştür.
dukça zihin açıcı bir Nietzsche ise modernleşmenin temel ilkelerine
değişikliklere
etkinliğe dönüşebiliyor.
“İlerleme yalnızca modern bir düşüncedir; fakat yanlış bir
Bu ayki Süreç Fanzin’in temasıyla alakalı olarak,
düşünce.” diyerek karşı bir duruş sergilemiştir. İlerleme,
özellikle belgeselin 3. bölümünde Freud’un ilk defa bi-
özgürlük ve hakikat gibi kavramları sorunsallaştırmış ve
linçdışı, psikanaliz, ölüm dürtüsü, şiddet isteği, haz ilkesi
eleştirmiştir. Modernizmden post-modernizme geçişte bu
gibi kavramları açıklarken maruz kaldığı eleştirileri, ço-
eleştiriler oldukça etkili olmuştur.
cukluk dönemi ve aile hayatını, Martha ile mektuplaşma-
Bu yazının odak noktası olan ve haz ilkesinin (pleasure principle) temellerini atan Sigmund Freud da modern düşüncenin sınırlarına varılmasına öncülük eden bir isimdir.
larını, Jung ile arkadaşlıklarını, danışanları ile psikanaliz yöntemleri geliştirmesini, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra travma sonrası stres bozukluğu ile ilgili çığır açan çalışmalarını ve daha nicesini keyifli bir anlatımla dinlemek isteyenlere Süreç ekibinden güzel bir belgesel tavsiyesi bırakmış olalım.
Saliha Tekin
S
üreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden ba-
ğımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir. Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler. Süreç Fanzin’de bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Süreç’in sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır. Süreç Fanzin, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir yayın organı ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.
surectopluluk