SÜREÇ 3

Page 1

SÜREÇ Fanzin

K RO AYI B L!

Sayı: 3

O

N

U

1


Süreç Fanzin Editör Furkan ERKUL

Kapak Tasarım / Mizanpaj Yuşa ARIĞ

Yazılar / Yazanlar •

• •

(4-7) Küçük Suçlular / E. Gizem GÜNEŞ • (8-11) Gitti Canım Memeler / Yuşa ARIĞ • (12-17) Ölümün Rengi / Emre YAMAN (18-23) Pandemi, Saçma ve Felsefe / Berk ATANSAY (24-27) Olumlu Düşünceye Bir Adım / İrem CINDIR

SİZDEN GELENLER •

• (30-33) Toplumsal Yalıtım / Ayşin KAYA (34-37) Psikolojik Boyutta CoViD-19 / Psk. Mihriban ALEMDAR • (38-41) ¯\_(ツ)_/¯ / Ezgi Berfin GÖKALP • (42-45) İzole Yaratıcılık / Servan GÜMÜŞSOY • (46-51) İçimizdeki Karantina / Mert ONGUN • (52-55) Benim Adım Carla / Büşra AKGÜN • (56-57) / Deniz Yağmur Yaşrin

Bize Ulaşın surecfanzin@gmail.com /surecfanzin

2


Önsöz Bu sayıda sözün önü de arkası da yok. Ancak belirtilmesi gereken bir şey var, bu sayıda sizlerden yazılar aldık. İşinizi gücünüzü (!) bırakıp yazdınız. İyi de ettiniz tabi ama bunların hiçbirinden Süreç sorumlu değil ona göre. Beğendiklerimizi de ilerleyen sayfalarda zaten okuyacaksınız.

Fanzinimiz, yazılarımız hakkındaki yorumlarınız, dönütleriniz bizim için değerli(bu sayı için değil)dir. Çünkü ağırlıklı olarak yazıları siz okuyucalarımızdan aldık. Umarım bu vesileyle sizde güzel vakit geçirmişsinizdir.

Kapaktaki Yarışmaya dönelim: Kapakta bulunan CoViD-19 u bul ve bizi etiketleyerek (@surecfanzin) instagram hikayende paylaş. E tabi nerede olduğunu bize de göstereceksin. Doğru cevap verenler arasından 3 kişiye sürpriz hediyelerimiz olacak. :) hadi maskeyle dezenfektanla kolonyayla kalın sabun kokulu sevdicekler, okurlarımız <3

Yuşa ARIĞ

3


"Sakin olun, dedi doktor, bir salgın hastalık söz konusu olduğunda suçlu yoktur, herkes kurbandır." ‒Körlük, José Saramago

Küçük Suçlular

Büyük bir salgının ortasındayız. Öyle büyük bir salgın ki dünyaya bu kadar yayılmasından dolayı WHO(Dünya Sağlık Örgütü) "pandemi" olarak kabul etti. Covid-19 nereye baksak karşımızda artık. Bu salgına sebep olan, bizi evlerimizde kalmaya çağıran, tüm dünyayı esir eden şey bir virüs. AIDS, Ebola hemorajik ateş, enfeksiyöz hepatit ve herpes gibi diğer birçok ciddi, genellikle ölümcül hastalıklardan da virüsler sorumludur. Peki nasıl bu kadar sorun yaratabilirler? Bizi onlara karşı bu kadar savunmasız yapan nedir? Bu yazıda virüslerin dünyasına temel bir giriş yapacağız. Virüsler, dünyanın hemen her yerinde bulunan mikroskobik organizmalardır. İnsanları, hayvanları, bitkileri, mantarları ve hatta bakterileri enfekte edebilirler. Virüs parçacıkları yaklaşık 17 ila 300 nanometre uzunluğundadır. Virüsler bakterilerden yaklaşık bin kat daha küçüktür ve bakteriler çoğu insan hücresinden çok daha küçüktür. Bir virüs parçacığı veya virion aşağıdakilerden oluşur: •

genetik materyal, DNA veya RNA

genetik bilgiyi koruyan bir protein tabakası veya kapsid

virüs hücrenin dışındayken bazen protein tabakasının etrafında bir lipid zarf

4


Virüsler şekil ve karmaşıklık bakımından büyük farklılıklar gösterir. Bazıları yuvarlak patlamış mısır topları gibi görünürken diğerleri bir örümcek veya Apollo uzay aracına benzeyen karmaşık bir şekle sahiptir. Bir virüsün bir tür organizma üzerinde etkisi olabilir ancak başka bir organizma üzerinde daha farklı bir etkisi olabilir. Bu, bir kediyi etkileyen bir virüsün bir köpeği nasıl etkilemeyeceğini açıklar.

İnsan hücrelerinin veya bakterilerin aksine virüsler yaşam için kimyasal reaksiyonları gerçekleştirmede gerekli kimyasal makineleri (enzimleri) içermez. Bunun yerine virüsler, genetik talimatlarını çözen sadece bir veya iki enzim taşırlar. Bu nedenle, bir virüsün içinde yaşayacağı ve daha fazla virüs üreteceği bir konakçı hücreye (insan, bitki vb.) sahip olması gerekir. Konakçı hücrenin dışında virüsler çalışamaz. Bu nedenle virüsler, canlıları cansız şeylerden ayıran ince çizgidir. Çoğu bilim adamı, bir konakçı hücreye bulaştıklarında olanlardan dolayı virüslerin canlı olduğunu kabul eder. Virüsler her zaman çevremizde vardır ve sadece bir konakçı hücrenin gelmesini beklerler. Burun, ağız veya derideki boşluklardan girebilirler. İçeri girdikten sonra enfekte edecekleri bir konakçı hücre bulurlar. Örneğin, soğuk algınlığı ve grip virüsleri solunum veya sindirim kanalındaki hücrelere saldırırken AIDS'e neden olan HIV ise bağışıklık sistemindeki T hücrelere saldırır.

5


Konakçı hücrenin tipine bakılmaksızın tüm virüsler litik döngü adımlarını takip eder. Bir konakçı hücreye bağlanır, içindeki genetik maddeyi konakçıya aktarır, konakçı hücrenin enzimleri ile yeni virüs parçacıkları sonrasında yeni virüsler oluşturur ve yeni parçacıklar konakçı hücreden ayrılır. Bazı zarflı virüsler, hem virüs zarfı hem de hücre zarı lipidlerden yapıldığı için, konağın hücre zarından doğrudan çözünebilir. Hücreye girmeyen virüsler, konakçı hücrelere içeriklerini (genetik talimatlar, enzimler) enjekte etmelidir. Bir hücreye erişen virüsler, konakçı içinde bir kez içeriğini serbest bırakırlar. Her iki durumda da sonuçlar aynıdır. Konakçı hücreden kurtulduktan sonra, yeni virüsler diğer hücrelere saldırabilir. Bir virüs binlerce yeni virüs üretebildiğinden viral enfeksiyonlar vücutta hızla yayılabilir. Grip veya soğuk algınlığı ile karşılaştığınızda meydana gelen olaylar dizisi, bir virüsün nasıl çalıştığının iyi bir göstergesidir: 1.Enfekte bir kişi size (yakın mesafeden) hapşırır. 2.Virüs parçacığını solursunuz ve burnunuzdaki sinüsleri kaplayan hücrelere yapışır. 3.Virüs, sinüsleri kaplayan hücrelere saldırır ve hızla yeni virüsler üretir. 4.Konakçı hücrelerden ayrılır ve yeni virüsler kan dolaşımınıza ve ayrıca akciğerlerinize yayılır. Sinüslerinizi kaplayan hücreleri kaybettiğiniz için, sıvı burun kanallarınıza akabilir ve size burun akıntısı verebilir. 5.Boğazınıza damlayan sıvıdaki virüsler, boğazınızı kaplayan hücrelere saldırır ve size boğaz ağrısı verir. Kan dolaşımınızdaki virüsler kas hücrelerine saldırabilir ve kas ağrılarına neden olabilir.

6


Bağışıklık sisteminiz enfeksiyona cevap verir ve mücadele sürecinde vücut ısınızın artmasına neden olan kimyasallar (pirojen) üretir . Bu ateş aslında viral üreme hızını yavaşlatarak enfeksiyonla savaşmanıza yardımcı olur çünkü vücudunuzun kimyasal reaksiyonlarının çoğu 37 santigrat derece optimum sıcaklığa sahiptir. Sıcaklığınız bunun biraz üzerine çıkarsa reaksiyonlar yavaşlar. Bu bağışıklık yanıtı, virüsler vücudunuzdan yok edilene kadar devam eder. Ancak hapşırırsanız çevreye yeni koçakçısını arayan binlerce virüs yayabilirsiniz.

Bazı virüsler ise konakçı hücreler içinde yıllarca uykuda kalabilir. Örneğin, HIV ile enfekte olmuş bir kişi yıllarca asemptomatik yaşayabilir ama hala virüsü diğer insanlara bulaştırabilir. Popüler inanışın aksine, antibiyotiklerin virüs üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Çoğu antibiyotik, yeni genetik talimatların veya yeni hücre duvarlarının oluşturulmasını engelleyerek bakterilerin çoğalmasına müdahale eder. Virüsler kendi biyokimyasal reaksiyonlarını gerçekleştirmedikleri için antibiyotikler onları etkilemez. Viral enfeksiyonlarla savaşmak ve salgınları önlemek için sürekli yeni aşılar üretilmelidir. Birçok insanı ölü bırakan Ebola virüsü veya Batı Nil virüsü salgınlarını duymuş olabilirsiniz . İnfluenza, geçmişte (20. yüzyılın başlarında) birçok insanı öldürdü ve şimdi de Covid-19 dünyayı sarsmakta. Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmalı, kendimizi ve çevremizdeki insanları düşünerek hareket etmeliyiz. Hazır karantinadayken izlesek fena olmaz: "Blindness", "World War Z", "Twelve Monkeys"

KAYNAKÇA https://science.howstuffworks.com/life/cellular-microscopic/virushuman.htm E. Gizem GÜNEŞ

7


1

Gitti Canım Memeler Okuyor olduğunuz yazının bütün fikri ve içeriği aşağıdaki kısa söylemde içkindir: “İnsanın her arzusu kendinedir.”

Bu söylemin anlamını (elbet benim de ayrıca yüklediğim bir anlam boyutu var) tam anlamıyla aktarmanın imkansızlığı konusunda ne denli emin olsam da olabildiğince net bir aktarım gerçekleştirmek dileğiyle lafa başlamak isterim. Yaşanan her şeyin temeli insana dayalıdır ve biz ne yaparsak yapalım önce onu tanımak ile başlamalıyız bu şüphesiz. Onu anlamak için ise dönülmesi gereken yer elbet sudan ilk çıkışı hatta belki de suya ilk girişidir. Tabi burada ilk girişinden başlamak konusundaki yetersizliğim ve eksik okumalarım beni sudan çıkışından başlamaya zoraki yönlendirmiştir.

8


İnsan sudan çıkar ve -sudan çıkmış balık söylemine benzer şaşkınlıktayken- kendisiyle bir anlaşma yapılır. Bu anlaşmayı insan ağlayarak suyun sahibi ve diğerleri ise gülerek imzalar. Böylece ilk defa insan istemeyerek bir hapisten başka bir hapse nakledilir. Bu gönülsüz yer değişimine razı edilmek istenirmiş gibi ona ilk armağanı sunulur: “meme”. Tam da ağzına göre yapılmış, onu daha önce hiç bilmediği bir yolla muhteşem bir tatmine ulaştıran yumuşak bir şey. Onu bu tatmine götüren şey her yanından uzun bir süre asla ayrılmaz, dilediği her an baktığı yerdedir.(6 ay ve sonrasına özellikle bir atıf var.) Daha o zamandan tanışır insan, onun olan şey' in yalnız onun yanındayken ona verdiği muhteşem zevkle. Öyle ki asla paylaşmak istemez şey'ini. Ancak bu fanteziler kısa zamanda sona erer zira bir ortak (kardeş) çıkar karşısına. İnsan tehlikeyi sezer ve şey'i hiç olmadığı kadar hırçınca sahiplenir. (Sürekli emzirmek istemek, emiyorken bile ağzında memeyi tutmak davranışları buna örnektir.) Kendini hiç çekinmeden şey'in tek sahibi ilan eder. Tabii ki bu ilana sahibenin “Sana kardeş gelsin mi ?" “Sen abi/abla mı olacaksın?” soruları da zemin hazırlar. Ve insan ne kadar çabalasa da ilk travmasını yaşayacağı o sahneye itilir. Tam da kendine uygun olduğunu düşündüğü, yalnızca onun kalacağını beklediği o şey 'in başkasına da uygun olduğunu, bir başkasıyla paylaşacağını görür. (Meme emen kardeşi görmek.)

9


Bu hezeyan tarif edilemeyecek kalıcı bir nefret hissi yaratır. Ve bunu fırsat olursa eğer sonrasında da yazılarıma konu etmek istediğim çeşitli hezeyanlar takip eder. Ancak bu temada bu giriş yeterlidir ve bu girişin yeterli olmasının sebebi şu an yaşanılan evde kalma (özgürlüğün kısmen yahut tamamen iadesi) durumunun bizden memenin alınması durumuyla aynılığıdır. Zaten her ikisi için de ortak olan “şey” söylemini kullanacağız çünkü temelde özgürlüğün de memenin de işlevi aynıdır. Ve bu aynılık sadece ikisinin de alınmasıyla sınırlı değildir. Evde kalınması ve memenin alınması durumu daha birçok yönden aynılıklar barındırır. Özgürlük denen şey bize (günümüz dünyasında) yaşamaya razı gelmemiz için verilen memedir. Şimdi de bu şey' i bize verenler anlayamadığımız bir durumdan (annenin çocuğu hiç anlayamadığı nedenlerden dolayı memeden kesmesi) dolayı onu geri almak istemektedirler. (Yahut bir kısmını geri almak istemektedirler.) Akıllılarımız, bu şey' in zaten onlara ait olmadığını (Meme annenin bir uzvudur.) bildiği için hemen bu şey' den vazgeçerler. -Bu noktada memeden kolay kesilen çocukla iade edebilme yahut ödünç verebilme gücünün (Cinsel ilişki ona memeyi tekrar verecektir.) yüksek olduğu yetişkin arasındaki aynılık incelenebilir ve iddia bilimsel temele oturtulabilir.- Geri akıllı olanlar ise şey'den kopmak istemezler (yani memeden kesilme konusunda büyük sorunlar yaşarlar.)

10


2

Farklı yönlerini tanımladığımız bu iki tipin de arzusu kendinedir. Şey'den hemen vazgeçenler şey'in onlara ait olmadığını bilir ve geri isteyecekleri için sahibi kızdırmak istemezler, yahut az da olsa bu hakkı korumak en azından yavaş yavaş kaybetmek isterler. (Çocuğun memeden yavaş yavaş kesilmesi.) Şey'den kopamayan aklı geri olanlar da asıl sahibeyi kavrayamazlar ve onlar için şey'in devamı ona daha sıkı sarılmaktan geçer. (Memeden kesilmesi istenen çocuk memeyi normalinden daha çok arzular ancak bu noktada ona daha büyük tatmin sağlayacak başka nesnelerin verilmesi bu durumu elbet kolaylaştırır yahut hızlandırabilir.*) Açıklamaya çalıştığımız durumun bir handikapı daha vardır o da duygularımızdır. En aklı ileri, mantıklı insan dahi duygusuna yenik düşer -haset-** ve her ne olursa olsun ondan koparılan şey'in bir başkası tarafından aynen kullanılmasının devamını kaldıramaz. (Kardeşi emmeye başlayan çocuğun tekrar meme istemesi yahut ona zarar vermeye çalışması gibi.)

*Paranteze ek: Bu durumu evde kalma çağırısıyla verilen özgürlüğe alternatif ikame nesneler (Pornhub Premium üyeliğinin tüm İtalya’ya ücretsiz erişime açılması) ve onların başarısı kanıtlar niteliktedir. Ayrıca covid-19 ve Güney Kore önlemlerini ve hizmetleri inceleyiniz. ** bkz. Melanie Klein “Haset ve Şükran” ileri okuma yapmak için tavsiye ederim. 1: Oedipus and the Sphinx, after Ingres

Yuşa ARIĞ

2: Virgin Nursing the Child

11


Ölümün Rengi Tarih boyunca çeşitli olaylara sahne olan yeryüzünün üzerinde kara bulutlar, tekrar görünmeye başladığında takvimler 14.yüzyılın ortalarını göstermekteydi. Sosyolojik hayatın, ekonominin, sanatın büyük ölçüde etkileneceğinden, kısacası çağların açılıp kapanacağından habersiz insanlar, yaşamlarını sürdürmeye devam ediyordu. Bir gün uyandıklarında ise kendilerini yeni bir felaketin ortasında bulacak, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Karanlık sokakların sempatik kemirgenlerinden yayılıp insanlığı sarsacak korkunç bir salgın hissedilmeye başlamıştı. Dünyayı etkisi altına alacak olan büyük salgın ilk kez Çin ve Orta Asya’da kendisini göstererek olaylar zincirinin ilk halkasını oluşturur. Çin İmparatorluğu’nun başında Zhu Yuanzhang tarafından kurulan Ming Hanedanlığı, korkunç salgının ilk kurbanlarından olur. Kısa sürede Asya’ya doğru can kayıplarıyla birlikte ilerleyen veba salgını, yönünü Avrupa’ya çevirir. O sırada Avrupa’da savaşlar devam etmekte Moğollar ise Kırım’ı Cenevizliler’den almak istemekteydi. Ancak çetin geçen savaşta hedefinden vazgeçmeyen Moğol ordusu, akıllıca bir fikir bulma arayışına girer. O sırada dünya veba salgınıyla boğuşmakta her gün yüzlerce hatta binlerce insan cesetleri sokakları doldurmaktaydı. Böyle giderse savaşı kaybetmeyeceklerini düşünen Cenevizliler, surların arkasında siperlerine devam ederken birazdan hava kararacak ve gökten yağanların yağmur değil, insan cesetleri olduğunu farkedeceklerdi. Düşman kalelerini halt edemeyeceklerini anlayan Moğol komutanları, vebalı bedenleri mancınığa bağlayıp düşman kalelerinin içine yağmur gibi yağdırmaya karar verir. Böylece büyük salgın, kısa sürede bütün kaleye yayılıyor ve herkesi etkisi altına alıyordu. Savaşın sonunda girdiği her toprağı kasıp kavuran vebanın yanında bir zafer de Moğollar’ın olmuştu.

12


14.yüzyıl ortalarına kadar mavi sulara tehlikeli gözüyle bakılır, denizciler kıyıdan açıldıkça yön bulma korkusuna kapılırdı. O dönemlerde hakim olan "Dünya düz bir tepsidir." inancı denizcileri de etkilemekteydi. Ufuk çizgisinden sonra düşmekten korkuyorlardı ancak büyük salgının ölüm oranları, insanları kaçmaya teşvik ediyordu. Deniz yolculuklarıyla tanışan insanlık, mavilere teslim olup Avrupa’ya kaçarken sömürgeciliğin de yayılmasına yardımcı olmaktaydı. Zaman ilerlemeye devam ederken artık salgının hızına yetişemez olmuştu. Hanedanlıkların çöküşünden sömürgeciliğin yayılmasına, iklimlerin değişmesinden inanç sistemlerine kadar büyük etkileri olan veba, korkunç ünvanına kavuşmaktaydı. Dünya basınında manşetler artık tek bir şey yazmaya başlar : "Kara Ölüm hızla yayılıyor." Sadece veba değil, insanların çözüm arayışları da insanlığın nüfusunu azaltmaktaydı. Farklı inançlar doğrultusunda veba salgınını yaydığı düşünülen birçok teori ortaya atıldı ve psikolojisi bozulan insanlarda başka çözümlerin salgını geçireceği düşüncesi hakim olmuştu. Kirli havanın salgını yaydığını düşünen insanlar, derileri hava almazsa hastalığa yakalanmayacaklarına inanır, uzun süre yıkanmazlar ve bir yandan bazı insanlar vebayı yaydığı gerekçesiyle suçlanırdı. Bu süre zarfında Yahudiler, günahsız kadın ve erkekler, dilenciler hem canından hem de yurtlarından olmaktaydı. Büyücülük adı altında yüzyıllar boyu şeytan ve kötülüğün simgesi olarak görülen kedileri de öldüren insanlar, farelerin sayısını artırarak salgını daha çok yaydıklarını sonradan farkedeceklerdi. Alt kesimden insanların ölümlerinin yanında tarihe, vebaya yenik düşen tanınmış şahıslar da kaydedilir. Aragon Kralı 4.Pedro ve eşi Leanor ile İngiltere Kralı 3.Edward’ın kızı Jon, kara ölümün kurbanlarından olur.

13


Hayatın belirsizliğinde insanlar, gelecek planları kurmaktan vazgeçip son günlerini mutlu ve huzurlu geçirmeye karar verir. Büyük salgın, yaşanan felaketler, duygular, ilişkiler ise sanat için geniş konu başlıkları olur. Tarihteki eserlere bakıldığında Dünya edebiyatının ilk hikayecisi olarak sayılan Giovanni Boccaccio, "Decameron"u yazarken kara ölümün Floransa’yı etkileyişini eserinde şöyle tasvir eder: " Şehrimizin bu ıstırap ve sefilliğinde beşeri ve ilahi hukukun otoritesi neredeyse ortadan kayboldu. Tıpkı diğer insanlar gibi bakanlar ve hukuk adamlarının hepsi ya öldü ya da hasta oldu ya da hasta aile üyeleri ile uğraşmaktan ses çıkaramadı. Bu yüzden yerine getirilmesi gereken hiçbir kamu görevi yerine getirilemedi." " Babalar oğullarını, anneler bebeklerini terk ediyor, hizmetçiler hanımlarından kaçıyor, noterler ölülerin son arzularını kaydetmekten vazgeçiyor, doktorlar, rahipler ve rahibeler hastaları ziyarete gitmiyorlardı. Kimse hristiyan usullerine göre gömülemiyordu, evler birer mezarlığa dönüşmüştü. Öğle yemeğini arkadaşlarıyla yiyen biri akşam yemeğinde ataları ile cennette buluşuyordu.” Bir diğer eserde İtalyan bir vakanüvis olan Agnolo Di Tura ise salgından şöyle bahseder: “Yüzer yüzer öldüler, hem sabah hem de akşam ve hepsi hendeklere atıldı ve toprakla örtüldü üzerleri. Kısa sürede hendekler dolduğu gibi, daha fazla hendek kazıldı. Ben, agnolo di tura… 5 çocuğumu ve karımı kendi ellerimle gömdüm… ve çok daha fazlası öldü ve herkes inandı ki, dünyanın sonu gelmişti.” Ülkemize "Decameron"u tam çevirisiyle kazandıran değerli yazarımız, "İlahi Komedya"yı da ülkemize çeviren Rekin Teksoy’dur. 1665’de Londra’da yaşanan veba salgınını kaleme alan Daniel Defoe’nin eseri ise, günümüze ‘’Veba Yılı Günlüğü’’ adıyla Hasan Âli Yücel tarafından çevrilmiştir. Fransa’da Ölme Sanatı (Ars Moriendi) ile ilgili metinlere bakıldığında, hasta yatağının etrafında hasta yakınları, azizler ve ölüye eşlik edeceğine inanılan iyi ya da kötü ruhların bulunduğundan söz edilir.

14


Ürkütücü sahneler, senaryolarla beyaz perde de kendisine yer bulmaktaydı. 1971 Almanyası’nda Kara Ölüm’ün sinemada erotik ve güldürü filmine ilham olduğunu görürüz. İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini, Giovanni Boccaccio’nun ünlü eseri "Decameron"u sinemaya uyarlar. Bu filmi yönetmekle kalmaz, başrollerden Giotto Di Bondone’yi de oynayarak Berlin’de Altın Ayı ödülünü kazanır. Bir yandan vebanın çaresini eski pagan inanışlarında arayan insanlar, çeşitli eserlere, sembollere konu olmaya devam etmekteydi. Rönesans teriminin ilk kez kullanıldığı ‘’Vite’’ eserinin yazarı İtalyan sanatçı Giorgio Vasari, salgından ilham alarak gri bulutlar arasından Tanrının yeryüzüne atmak üzere elinde tuttuğu okları tuvaline resmeder. Tanrı’nın Okları, vebayı simgeleyen ilk ve en yaygın sembol olarak tarihte yerini alır. Bilinmeyen hastalıklarda, tanrının attığı okların vücutta yaralar açtığına inanan halk, kendilerine koruyucu bir aziz bulmak ister. O dönemde ise romalı bir asker olan St. Sebastian, hristiyanlığı seçtiği için İmparator Diocletian tarafından ölüme mahkum edilir. Gördüğü işkencelerle öldü sanılarak terk edilse de hayatta kalmayı başarır. Halk aradığını romalı askerde bulur ve Saint Sebastian’ı veba hastalarının koruyucu azizi olarak ilan eder. Sanat eserlerinde kendine sıkça yer bulan veba, ‘’Ölümün Büyük Dansı’’ adıyla tasvir edilmeye başlanır. İlk ölüm dansı betimlemesini 1424 Parisi’nde bir mezarlık duvarında görürüz. Bir başka eser ise İsviçre Dominican mezarlığında ölülerin dansı resminden etkilenerek kendi kitabında yayınlayan rönesans sanatçısı, 16.yüzyılın en büyük portrecilerinden olan Hans Holbein tarafından kaydedilir. Rönesans döneminin tablolarına baktığımızda, soyadından ‘’h’’ harfini silerek eserlerini imzalayan zamanın sert ressamlarından Pieter Brueghel’in eseriyle karşılaşırız. Olup biteni tüm çıplaklığıyla sergilediği ünlü tablosunu "Ölüm’ün Zaferi" adıyla ahşap üzerine resmeder. Tarih sahnesinde sayabileceğimiz daha nice eser sahiplerinin kabul ettiği ortak sonuç, görüldüğü üzere zaferi elde edenin kara ölüm olduğu idi.

15


Bilim dünyasında ise tek gündem veba olmuştu ve kara ölümün çaresi tıp alanında da aranmaktaydı. Salgın kurbanlarını tedavi etsin diye veba doktorları, halk tarafından kiralanıp kasabalara getirilir ancak bazı kişiler, kurnazlığı fırsat bilip daha fazla gelir elde etmek için hastalara özel tedavi vaadi veya yanlış ilaç vermekteydi. Literatürde verdiği tıbbi tavsiyeler ile vebanın tedavisine öncü olan ilk doktor, Fransız hekim Nostradamus olarak bilinir. Doktorların sağlığı için ise salgının kirli havadan bulaştığı inancıyla özel kostümler tasarlanırdı. Tarihe "Karga Burunlu Maske" olarak geçen kostümlerin tasarımcısı, XIII. Louis’in başhekimi olarak bilinen Charles de Lorme’dir. Öyle ki gagaya benzeyen maskenin içine hoş kokulu otlar konur, eldivenlere özel karışımlar sürülür, kostümün geri kalanı ise kirli havanın bulaşmasını önlediğine inanılan kokular ile donatılırdı. Hastalara temas etmemek için kullandıkları bastonlar da veba hekimlerini unutulmaz kılan bir simge haline gelmişti. Doktoru tepeden tırnağa örten kostüm ve maskeler o kadar hafızalarda yer edinir ki, İtalyan’nın ünlü "Commedia Dell’arte" tiyatro formunun kostüm odasında popüler seçenek olur. Bugün bile karnavallarda insanların tercih ettiği kostüm olmaya devam eder.

16


Bütün olup bitenlere bakıldığı zaman sanatın, toplumun aynası olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak kabul gördü. İnsanlığın her halini yansıtan eserler tarihe kazandırıldı. Avrupa’yı gezen büyük salgın, insanoğlunu hayatı anlama arayışına ve yaşamın değerini tekrar sorgulamaya yöneltti. Hümanizm akımının yükselmesi, siyasi rejimlerin değişmesi, kiliseye olan saygınlığın azalması, karanlık dönemlerde insanın öneminin farkına varılması gibi birçok kalıcı sarsıntılar, günümüz dünyasının temellerinin atılmasını sağladı.

“Yeryüzünde karanlık bir dönem kapanırken tekrar kirlenmek üzere beyaz bir sayfa açıldı.”

KAYNAKÇA 1) https://www.academia.edu ‘’Veba-Hümanizm-Ölüm’’ ,Tülay Baybağ 2) https://www.tufeyli.com ‘’Avrupa değiştiren hastalık-veba’’ ,Mustafa Arif 3) https://www.milliyet.com.tr ‘’Avrupa'yı yerle bir eden hastalık: Veba’’ ,Selçuk Bulut 4) https://www.bbc.com ‘’Tarihin akışını değiştiren beş salgın’’ 5) https://www.tarihiolaylar.com ‘’Büyük veba salgını’’ 6) https://tr.wikipedia.org

Emre Yaman

17


“Almanya ile savaş çıkabilir bir de, ama acı denen illet, zaten çoktan musallat olmuştu insanlara.” -Fernando Pessoa (Pessoa, s. 19)

Pandemi, Saçma ve Felsefe

Corona Virüsü ve Saçma Merhabalar. Bir süredir kulaklarımızda aynı söylevler tekrarlanıyor gibi: evden dışarı çıkmayın, korona virüsü bu gün de can aldı gibi gibi… Günümüz insanı televizyonu, akıllı telefonunu kapattığında kendisinden kilometrelerce uzaktaki açlıktan, depremden, savaştan, falandan filandan ölen insanlar için duyduğu kaygı sona erer ve kişi tekrar kendi konfor alanına geri döner. Virüsün yayılması Çin’de İtalya’da artış göstermesi de Türkiye’de yaşayan insanlar için bir simülasyon derecesindeydi; ta ki virüs insanların günlük sıradan hayatlarını etkileyene dek: uçuşların durdurulması, okulların tatil edilmesi, daha sonra Türkiye’ye virüsün giriş yapması sonu tedbirlerin artması: işten çıkarmalar, kafelerin kapanması. Bu noktadan sonra pandemi kişilerin hayatının bir parçası oluverdi ve kaygı artış sağlamaya başladı. Kişiler, kendileri, arkadaşları, sevdikleri için gerçekçi bir şekilde kaygılanmaya başladılar. Çünkü sözkonusu olan o, bu, şu, öteki veya beriki değildi; söz konusu olan bizzat “Bendi”. Artık kişiler bu simülasyonun bir paçası ve simülark oluvermişlerdi. Artık kişiler her an bir virüs yüzünden hayatlarını kaybedebilir haldedirler ve bu risk günden güne artmakta.

Corona virüsü şu ana kadar dünya genelinde toplam 11 binden fazla can kaybına sebep oldu. Gerçekçi olmak gerekirse dünya tarihine bakıldığında henüz çok da büyük bir rakam değil. 20.yy’da 2.dünya savaşı nedeniyle yaralılar hariç sadece yaşamını yitiren insan sayısı 60 milyondu. Sadece 14.yy’da kara veba olarak adlandırılan veba salgını ise dünya genelinde 100 milyon kişinin hayatını yitirmesine sebep olmuş ve 17. 18.yy’lara kadar bu rakam artarak devam etmişti. Dünya, nüfusunun büyük bir kısmını kaybetmişti. Peki neden?

18


Sebep insanların bağışıklığının zayıf olması mıydı ya da tıbbın yeterince gelişmemesi miydi? Hem de Rönesans döneminde, bilimin tam da doğayı kontrol ettiği ileri sürüldüğü dönemlerde. Ya dünya savaşında sıradan köylülerin kurşuna dizilmesinin sebebi neydi? Bu sorulara yüzlerce farklı cevap verilebilir. Kimisi tanrının cezası der, kimisi bundan insanları sorumlu tutar, kimisi bilime bağlar, tarih boyunca da böyle olmuştur, hala da bu şekilde devam etmektedir. Bu gün de Corona virüsü için aynı söylemler ortaya atılmaktadır: kimisi Wuhan kenti ve Çin Halk Cumhuriyeti’ yurttaşlarına küfür etmektedir, kimisi suçu kapitalizme atmaktadır, kimisi insanların tanrıya ibadet etmediklerini ortaya atmaktadır, kimileri komplo teorileri üretmektedir. Tüm bu suçlamaların hiçbiri, ne can kaybını azaltmaktadır ne de bir çözüm yolu sunmaktadır, deli saçması şeyler… Bu tartışmalar uzayıp gitse de bu olayların bize gösterdiği bir gerçek vardır ki o da insan hayatının aslında o kadar da değerli olmadığıdır. Bir insan yanlışlıkla ve kasten bir adımıyla birçok karıncayı ezebilir, hatta bunun da ötesinde bir hareketiyle binlerce bakteriyi de öldürebilir fakat bundan o kadar da kaygılanmaz, sorumluluk hissetmez. Fakat bir köpeği, ineği öldürdüğüne bu daha fazla etki yaratabilir hele ki bir insanı öldürdüğünde bu daha da fazla kaygı yaratabilir. Sanırım bunun sebebi tür ayrımıdır, canlı kendi türüne en yakın olandan daha fazla kaygılanabilmekte. Doğa da aynı şeyi yapabilir bir deprem, tsunami, kasırga, hastalık ile binlerce insanı canından edebilir. Geriye ne kalır? Sevdiklerini kaybeden, uzuvlarını yitiren gözleri yaşlı canlılar. Hiç de bir suç yokken ölüm, pekala insanı bir anda bulabilir. Doğanın bir kuralıdır bu. Belki de canlıların hayatını değersizliğin içinde bir değer yaratımı olarak görülebilir. İnsan için en büyük felaket olan “acı” neden aramaksızın çöküverir. Bir insanın günlerce ağlamasına sebep olan şey insanın hiçbir suçu, etkisi olmamasına ve olamamasına rağmen onu bulabilir. Doğanın tüm bu devinimlerini insanda ve düşüncede “saçma” hissini meydana getirmekte, insanı trajik olaylara ve nihilizme sürüklemektedir.

19


Kısaca Felsefe Tarihinde Saçmanın Yeri

İ

Amon Leoplold Göth, sabahları Płaszów toplama kampında keyfi olarak insanları öldürerek atış talimi yaparken çekilmiş bir fotoğraf.

Bu “saçma” hissinin –veya düşüncesinin, ideasının- en belirgin şekilde patlak verdiği nokta 20.yy’dır. Albert Camus, hayatın yaşanmaya değer bir şey olup olmadığına ve bunun da ötesine geçerek öldürmenin haklı bir eylem olup olmadığına cevap aramaktadır. Ona göre hayat tüm bu saçmalığa rağmen yaşanmalı hatta haz alarak yaşanmalıdır. Camus, Dünya savaşının yol açtığı yıkımı ve cinayetlerin haklılığını sorgular, ona göre belki mutlak bir nihilizmden(hiççilik) sonra tüm eylemler suçluluğunu yitirebilir fakat Camus’un vardığı cevap uğruna ölünecek birçok şey varken, uğruna öldürecek hiçbir şeyin olmadığıdır). Günümüze ışık tutan Veba romanında da bu konuyu işler Camus. Bahsi geçen Kara Veba’nın en şiddetli şekilde hissedildiği yer olan Floransa’da yaşayan Boccacio’nun, Decameron’u da benzer bir konuyu ele almaktadır. Veba salgını karşısında bir grup Floransalı asil, bir eve kapanıp birbirlerine hikayeler anlatmaya, eğlenmeye başlarlar. Aslında Boccacio’nun bu kurgusu saçma karşısında hayatın hazlarını olumlamayı içermektedir.

20


Kierkegaard’da aynı şekilde saçma ya cevap aramıştır fakat Kierkegaard’ın yaptıpğı bir “sıçrama” veya “felsefi intihardır”.Kierkegaard’da her ne kadar saçmayı kabul etse de saçmanın ancak tanrısız bir dünyada olabileceğini söyler ve saçmadan kurtuluşu tanrıda bulur. Ona göre tanrının emirlerine koşulsuz olarak boyun eğmek saçma hissini ortadan kaldırır. Bu boyun eğiş ile iyi ve kötü de ortadan kalkar ve onun yerini tanrı alıverir . Aslında bu bir nevi tanrı nezdinde nihilizme varmaktır artık burdan sonra cinayet de tanrı sebebiyle meşru hatta gerekli hale gelir. Aslen bir ilahiyatçı olan Kierkegaard, bu düşüncesini İbrahim’in İshak’ı(İslam’da İsmail olarak geçer) kurban etmesi üzerinden kurar. Kierkegaard’ın yaptığı bir diğer şey ise öte dünyayı bir umut olarak görmesi ve tekrar saçmayı bu şekilde ortadan kaldırmasıdır. Kierkegaard’ın kuramı bir çok açıdan tutarsızdır. Tanrıdan yola çıkıp tekrar tanrıya varır.

Belki de adını anmamız gereken bir diğer önemli düşünür de Schopenauer’dir. Kendi düşünceleri daha sonra edebiyatta da çokça yankı bulacak olan düşünür hayatı bir yanılsama olarak görür, hazzın neredeyse imkansız olduğunu, hayatın sürekli bir acı çekme olduğunu ortaya atar fakat intihar bir çözüm yolu da oluşturmaz. En iyisi hiç doğmamış olmaktır, bu durum mümkün olamayacağından Schopenauer, yaşamdan el etek çekmeyi salık verir. Hayat yaşanmaya değer bir şey değildir fakat intihar etmeye de değmez. İnsan hayat karşısında hapsolmuş vaziyettedir.

21


ii

Nicolas-André Monsiau- Alexandre et Diogène

Antik Yunan’da ise Diogenes, Epiküros ve Aristippos saçma söz konusu olduğunda değinebileceğimiz isimlerdir. Sinoplu Diogenes’in Atina’da hayatın hazlarından el etek çektiği ve köpeklerle birlikte yaşadığı bilinmektedir bu sebepten ona ve öğrencilerine Kinikler(yani köpekçiler) denmektedir. Diogenes’in bu tavrı aslında tartışmalı bir konu olsa da bir açıdan hazzı değil konforu reddetmektir. Bu reddin sebebi ise hayattan daha fazla keyif alabilmektir. Sürekli olarak acı veren şeylere yöneltmek, kişinin acıya daha dayanıklı hale gelmesine ve hayattan daha fazla haz alabilmesine olanak sağlayacağını düşünmektedir. Diognes’in yaptığı bir nevi saçmaya meydan okumaktır. Aynı durumu Epiküros’da da görmek mümkündür, kişinin kıt kaynaklar ile geçinmesi hayattan daha fazla keyif alabilmesine sebep olacağı düşüncesi onda da mevcuttur. Kişinin beslenmesinde ve yaşamında orta ölçülülük ve ruh dinginliği (eudaimonia) esas alınmaktadır.

22


Gösterişli yaşayışı ile tanınan Aristippos’un kurduğu okul olan Kirene okulu ise Hazcılığın (Hedonizm) felsefe tarihindeki ilk temsilcisidir. Bu okula göre de hayat hazlarla dolu olmakta ve haz insan için en iyi şey olmaktadır. Bu sebepten insan durmadan hazzın peşinden koşmaktadır. Platon’un görüşüne karşı olarak bilgi de haz ile ilintili olduğu sürece değer taşımaktadır. Aristipos’un hayatının Camus’un ortaya sürdüğü Don Juancılık’ın bir benzeri olduğunu söylemek mümkündür.

KAYNAKÇA Pessoa, F. (2018). Huzursuzluğun Kitabı (20. b.). (S. Özen, Çev.) İstanbul: Can Sanat Yayınları

İ

Amon Leopold Göth, alman ss subayı. Płaszów Toplama Kampı komutanı olan Amon sabahları kampta keyfi bir şekilde tüfeğiyle insanları vurmasıyla nam salmıştır. Schindler’s List, (1993) filminde de işlenen bu detay insan hayatının değerini sorgulatmaktadır. ii Resimde İskender hayran olduğu Diogenes’e kendisinden ne istediğini sormakta Diogenes ise sadece gölge etmemesini istemektedir. Ressamın çiziminde Diogenes’in İskender’e karşı elini kapalı şekilde, İskender’in ise Diogenes’e açık şekilde tutmasını da bunu gösterir. Diogenes eskimiş, İskender’in ise gösterişli kıyafetleri ise ikisinin yaşam tarzını betimlemekte ve Diogenes’in felsfesine de gönderme yapmaktadır.

Berk ATANSAY

23


Olumlu düşünceye bir adım

Bu günlerde birçoğumuz evden çıkmamaya özen gösteriyor. Normal şartlarda birçok insanın su ve internetim olsun evden çıkmam tarzı söylemlerde bulunduğunu duymuşsunuzdur. Fakat şu an zorunluluğun getirdiği tatlı bir iç gıcıklaması içimizdeki dışarı çıkma dürtüsünü harekete geçiriyor ve hiç dışarıya çıkmak istemeyen insanlar bile bir sahil havası almak istiyor. Şu an birçok insanın hayali hafif esintili sıcak bir günde sahil kenarında keyifli bir yürüyüş yapmak olduğuna dair iddiaya bile girebilirim. Ne garip ki önceden bunun çok sıradan ve son derece sıkıcı olduğunu düşünürdüm, şimdiyse özlemle o anları bekliyorum. Daha da içinizi karartmadan bugün siz değerli okuyucumuzla biraz gündemden uzaklaşmak ve içimize birer bardak serin limonata ısmarlamak istiyorum. Lütfen önyargınızı kapı eşiğinde bırakın ve sizin için hazırladığım yazıya kulak kesilin. Şu satıra kadar gelip de devamına tahammül edemiyorsanız hemen sayfayı çevirmenizi tavsiye ediyorum, çünkü hazır olun! Başlıyoruz! (Yazar notu: Korkmayın Metin Hara değilim ;)

24


Öncelikle kaygılarınız için, daha doğrusu her duygu kontrol ihtiyacı hissettiğiniz anda, kullanabileceğiniz ufak bir nefes egzersizi ile başlıyoruz. Haberler açıksa kapatın, biri hoşunuza gitmeyen bir şeyler söylüyorsa bir dakikalığına kulak ardı edin ve zihninizi boşaltın. Dimdik durun, omuzlar ve başınız dik, göğüs dışarı. Hafif bir bel oyuntusu tam istediğimiz kıvam. Diyafram nefesi almayı bilmiyorsanız sorun değil çünkü bu sayımızda onu da öğretiyoruz. 4 saniye içinde karnınız şişecek şekilde burundan derin bir nefes alın. İsterseniz denemek için elinizi karnınıza koyabilirsiniz. Şimdi sırada herkesin tahmin edebileceği gibi bir yaşam gereksinimi olarak nefesi geri vermek var. Ortalama olarak 8 saniye içerisinde nefesinizi yavaşça verin. Bu işlemi yaparken gözünüzü kapatabilirsiniz bu size kalmış. Hemen hemen yapılan 5 tekrarda artık o kadar da gergin olmadığınızı hissetmeniz muhtemel. Bu arada alakasız bir ek bilgi daha vereyim gülümsemek uzmanlarca kabul edilen en basit ve en ucuz terapi. Kendi kendinize duruyorken bile gülümseyebilirsiniz bir süre sonra beyniniz daha iyi olduğunuza inanacaktır.

25


Şimdi gün içinde yapılacak birkaç düzenlemeden bahsetmek istiyorum. Evde olduğumuz bu günlerde her şeyi ayarsız yaşıyoruz. Oysaki belirli rutinlerimizi aksatmamız her şey normale döndüğünde birer birer indiğimiz basamaklarda birden boşluğa düşmüş gibi hissettirir. Mesela uyku düzenimizin kaybolması, aşırı yemek yemek, hareketsizlik, temizlik rutinleri... Bunun için günlük yatma kalkma vakitlerinin kafada kabaca belirlenmesi gerekir en başta. Normal şartlarda bu kadar evde vakit geçiremiyoruz o yüzden aslında hep yapmak istediğimiz ama kendimize zaman ayıramadığımız basit şeyleri yapabiliriz. Örnek verecek olursak hep canımızın çektiği ama yapmaya üşendiğimiz yemekleri yapabiliriz. Mutlaka gün içinde evde basitçe yapılabilecek istediğimiz bir egzersiz videosunu açıp uygulayabiliriz. Sırf evde kalmamız için ücretsiz açılan programlara, etkinliklere, konuşmalara katılabiliriz. Online oynanacak bir sürü oyun ve teknolojinin getirdiği birçok sohbet ağı var. Bunlarda keyifli vakitler geçirebiliriz. Düzenli olarak duş almak ruh sağlığını olumlu etkiler o yüzden biliyorum bazılarınız evdeyiz diye bunu biraz sarkıtmış olabilir ama yapabilirsiniz. Sadece kafanızda belli rutinler olsun onları nasıl sıralayacağınız size kalmış. Buradaki temel amaç biraz da olsa güvende olduğunuz ortamda stresinizi azaltmak.

26


Hatırlatmalıyım ki hayatta istenmeyen durumlar karşımıza sıklıkla çıkıyor. Yapmamız gereken; durumun ne kadar kötü olduğunu düşünüp strese boyun eğmek değil, oluşan yeni koşullara uyum sağlamak. Elimizden gelenin en iyisini yaparak ihtimalleri düşürebiliriz. Şu an gündemde kim olduğunu bilirsin sen virüsü var. Bu arada coronavirus adını çekindiğim için ya da yüzleşmekten korktuğum için değil artık cidden adını duymaktan bıktığım için söylemedim. Belki de olabildiğince evde kalıp doğanın biraz toparlanmasına izin vermeliyiz. Havanın daha temiz olması, insanların düzenli el yıkadığı bir dünyadayız şu an. Açıkçası Venedik kanallarında suyun dibindeki balıkların görünmesi ve yunusların ziyareti çokça hoşuma gitti, biraz avunmamı sağladı. Bu söylemlerimden kesinlikle bir Polyanna olduğum ya da ölen insanları ve virüsü önemsemiyormuşum gibi bir izlenime kapılmanızı kesinlikle istemem. Sadece her yerde felaket haberleri var ve sırasıyla gelmeye devam etmekte. Sizin de içinizin şiştiğini tahmin edebiliyorum o yüzden biraz da olsa objektiften olumluya kayan bir bakış açısıyla koronaya karşı psikolojik savaşınızı kazanmanızda ufak bir etkim olsun istedim. Çünkü koronadan ölüm bu sene çıktı, ama stres dolayısıyla çıkan bir sürü rahatsızlıksa hep var. Ayrıca altın bilgi: stres bağışıklık sistemimizi de kötü etkiler. Sabırlı okuyucularımız; buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Sağlıklı ve mutlu günler. Bu süreçte ve bu Süreç’te destek olabildiysem ne mutlu bana.

İrem CINDIR

27


@surecfanzin şöyle dedi:

Biz kıyamadık ne kadar alabilirsek aldık :) 28


@xmerveyazarr şöyle dedi: “Karantina, benim yıllar önce almış olduğum kararın resmileşmis hali. Dışarıda ne olursa olsun "günün sonunda kendini dinlemekten korkmayacaksın, maskelerini indireceksin ve gerçekten ne hissettiğini kelimelere dökeceksin" derdim. Şimdi kendinden kaçan insanlar, dört duvar arasında sıkışmış olmaktan bahsediyor. Bense şunu diyorum: "Bu zamana kadar herkesi ve her şeyi dinledin, ihtiyacın olmasa bile. Bu sefer dur ve kendini dinle. Yıllardır kulaklarını tıkadığın yanının eminim sana söyleyecekleri vardır."

@keremnadirozcan şöyle dedi: “Bir Ortaçağ ressamıyım, kapatıldığım bu mahzenden çıkabilmem için çağın kapanması gerek.”

@frknngnss şöyle dedi: “Anne baba terörü”

@nzrdmr137 şöyle dedi: “Ülkeme ve insanlarına kızmağa başladım: Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. Doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı. Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu. Belki bu zavallılığın, bu yarım yamalaklığın, bu gülünç durumun bile bir aslı, gerçek bir biçimi vardı. Korkuyu beklerken Oğuz Atay (karantina bana kitaptan uzak anlamsız bir hayat yaşadığımızı hatırlattı:)”

@nnilkilisli şöyle dedi: “dar bir yolda devam ediyorum(ev) yolun dışına çıkmadığım ters yöne dönmediğim sürece özgürce hareket edebiliyorum”

29


SİZDEN GELEN

Toplumsal Yalıtım

Karantina uygulaması, biz toplumsal varlıklara sağlık sebebiyle toplumsallıktan biraz uzaklaşmamıza sebep oluyor.

Bilinen tarihe baktığımızda ilk karantina uygulamasıyla 1127 yılında Venedik'te cüzzam(lepra) hastalığı yüzünden karşılaşıyoruz.Yaklaşık üç yüz yıl sonra İngiltere'de veba salgınını durdurmak için karantina uygulanmıştır ve bilinen tarihte en yaygın uygulanmış karantina örneklerindendir.Yunan hekim Hipokrat ile Antik Roma'nın önde gelen hekimlerinden Bergamalı Galen'in veba gibi hastalıklar için en önemli önlemin "derhal uzaklaşma" olduğu yönünde çalışmalar yapmışlardır. 1300'lü yıllarda kara veba Asya'ya,Avrupa'ya ve Afrika'nın bazı kesimlerine yayılıyorken tıbbın verebileceği en iyi öğüt buydu.

30


SİZDEN GELEN

İçinde bulunduğumuz yüzyıla bakarsak; büyük ölçekli karantina uygulamalarıyla, 2003 yılında Yaygın Akut Solunum Yetmezliği tablosuna yol açan SARS virüsü salgını ve 2014 yılında Batı Afrika'yı etkisi altına alan ve köyleri karantina altına aldıran Ebola virüsü salgını sırasında karşılaşıyoruz. Hâlâ pandemik olan Koronavirüs salgını(Koronavirüs Hastalığı, COVİD-19) için dünyada pek çok ülkede geniş kapsamlı karantina uygulamasıyla karşı karşıyayız.

Kitlesel bulaşıcı hastalıklar konusunda karantina etkili bir önlem kabul edilmektedir ve uygulanmaktadır. Toplum yararına olan karantina uygulamalarında toplumu oluşturan bireylerin bazı hak ve özgürlükleri kısıtlanmaktadır.Bu nedenle yeterli ve tutarlı gerekçelerle, mümkün olan en kısa süre için,özenle uygulanmalıdır.Karantinanın adil bir biçimde uygulanmasının toplumsal barış ve ruh sağlığı üzerinde mutlaka önemli bir yeri olmuştur,olacaktır.

31


SİZDEN GELEN

SİZDEN

Karantinada bulunmak hiç kimse için kolay değildir. Can sıkıntısı, sevilen insanlarlardan ayrı kalmak, bağımsızlığını yitirmek ve bunu yoğun hissetmek, kontrolü yitiriyormuş gibi hissetmek bir yana gerçekten somut anlamda kontrolü yitirmek , dışardan zorla dayatılan bir şeye riayet etmek yanında kişinin kendisinin ve çevresindekilerin hastalık durumuyla ilgili belirsizlik dramatik etkiler yaratabilir. Zamanında Hipokrat ve Galen'in de önerdiği gibi, karantinanın olası yararlarından bahsederken ve kendimizce değerlendirirken ortaya çıkabilecek veyahut çıkmış olan olumsuz ruhsal sonuçları da hesaba katmak gerekir. Karantina döneminde olumsuz psikolojik etkiler gelişebildiğini tahmin etmek ve bilmek bir yana, bu olumsuz etkilerin karantinanın bitiminden aylar hatta yıllar sonra da sürebildiği bilinmektedir. Koruyucu halk sağlığı önlemi olan karantinanın başarılı bir şekilde uygulanması ancak olumsuz ruhsal sonuçların en aza indirilmesiyle mümkün olabilir. Sağlık politikalarını belirleyen kişilerin ise topluma rehberlik edebilmek adına; koronavirüsün bulaşma yolları, etkin korunma yolları ve hastalığın fiziksel-ruhsal etkileriyle ilgili acil kanıtların üretilmesine ihtiyacı vardır.

32


GELEN

SİZDEN GELEN

Bu amaçla: Lancet’te 14 Mart 2020’de yayınlanan salgın hastalıklarda karantinanın ruhsal etkilerine dair yapılan çalışmaların bulguları gözden geçirilmiş, en yaygın ruhsal yakınmalar ve hastalıklar,risk etmenleri ve risk grupları mevcut pandemi sırasında yeniden değerlendirilmiştir.* SARS virüsü bulaşmış kişiyle temas ettiği için karantina altına alınan kişilerde, korku, sinirlilik,üzüntü ve suçluluk hissinin karantina süreci boyunca sık görülen olumsuz duygular olduğu bildirilmiştir.*

Karantinaya alınmanın uzun dönem etkileri arasında kalabalıktan kaçınma ve aşırı dikkatli bir biçimde el yıkama gibi davranış değişikliklerinin yer aldığı ve kişilerin bir kısmının aylarca normal yaşama dönemediği görülmüştür. İster karantina uygulamasında olalım ister olmayalım, kişi özünde olumluyu da olumsuzu da benimseyip uzlaşmayı öğrenmeli ve bu öze dönme, uzlaşma sürecine adapte olmalıdır.

*The psychological impact of quarantine and how to reduce it: rapid review of the evidence, Samantha K Brooks, Rebecca K Webster, Louise E Smith, Lisa Woodland, Simon Wessely, Neil Greenberg, Gideon James Rubin, www.thelancet.com Vol 395 March 14, 2020

Ayşin KAYA

33


SİZDEN GELEN

SİZDEN

Psikolojik Boyutta CoViD-19

Şu an dünyada ve ülkemiz genelinde gündem olan Koronavirüs, ülkemizdeki vaka sayılarının artışı ile bizlerin de kaygısını artırdı. Aslında kaygı; makul bir seviyede olduğunda bizi motive eden, hayatta kalmamızı sağlayan bir duygu iken şu an bazı bireylerde işlevselliği bozan ve günlük rutinleri aksatmaya sebep olan bir düzeye çıkmaya başladı. Koronavirüsün yeni ve öngöremediğimiz bir durum olması kaygımızı artırmakta ve belirsizlik algısını pekiştirmektedir. Ancak insanoğlunun doğası belirsizliği tolere etmeyi istememekte ve kabul etmemektedir. Bu nedenle, bu süreçte fiziksel sağlığımızı korumak hepimiz için çok önemli olsa da ruhsal sağlığımızı korumak da bir o kadar önemlidir.

34


GELEN

SİZDEN GELEN

Bu süreçte ruh sağlığınızı korumak için: Rahatlamak için nefes ve gevşeme egzersizleri yapın. Anda kalmak bu süreçte çok önemlidir. “Şimdi ve burada”ya odaklanın. 5 duyu organınızı aktive ederek içinde bulunduğunuz alanın detaylarına odaklanın ve etrafta bulunan beş nesneyi kendinize anlatın. İçerisinde bulunduğumuz bu sürece “karantina”, “ev hapsi” gibi olumsuz etiketler atfetmek yerine kendinizi dinleyeceğiniz, üretkenliğe dönüştüreceğiniz bir süreç olarak adlandırın. Hissettiğiniz bütün duyguları kabul edin ve nasıl hissettiğinizi sevdiklerinizle paylaşın. En önemlisi de bilgi kirliliğinden uzak kalmaya çalışın. Aksi takdirde asılsız bilgiler kaygıyı besleyecektir. Bütün bu bilgilere ek olarak çocuklar, süreci yönetebilmek için ebeveynlerinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Çocuklar, biz yetişkinler kadar olayları anlamlandırma ve algılama yetisine sahip değildir. Bu nedenle ebeveynlerin, çocuklarının yaşadıkları durumlara açıklık getirmesi ve onların bu durumları anlamlandırmasına yardımcı olması büyük önem taşımaktadır.

35


SİZDEN GELEN

SİZDEN

Bütün bu bilgilere ek olarak çocuklar, süreci yönetebilmek için ebeveynlerinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Çocuklar, biz yetişkinler kadar olayları anlamlandırma ve algılama yetisine sahip değildir. Bu nedenle ebeveynlerin, çocuklarının yaşadıkları durumlara açıklık getirmesi ve onların bu durumları anlamlandırmasına yardımcı olması büyük önem taşımaktadır. Şu an içerisinde bulunduğumuz dönemde, bu durumların başında “Koronavirüs” gelmektedir. Virüs, çocukların aklında çeşitli soru işaretleri bırakırken ebeveynler ise çocuklarına neyi ne kadar açıklaması gerektiği konusunda kaygı yaşamaktadır.

36


GELEN

SİZDEN GELEN

Bu dönemde ebeveyn olarak: Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün paylaştığı hijyen kuralları ve fiziksel sağlık için uyulması gereken tedbirleri çocuğunuzla birlikte uygulayın. Çocuklarınızın sorduğu soruları cevaplarken öfkelenmeyin. Sabırla ve kaygı oluşturmadan soru işaretlerini ortadan kaldırmaya çalışın. Çocuklarınızı gereksiz ve yanlış bilgiden uzak tutun. Çocuğunuzun öfke, üzüntü, kaygı gibi duygularını paylaşmasına izin verin ve duygularına atıf yapın. Üretkenliğini ve yaratıcılığını geliştirmek için çocuğunuzu yazmaya, çizmeye ve okumaya teşvik edin. Birlikte yapmak istediğiniz ama yapmaya fırsat bulamadığınız etkinlikleri listeleyin ve yapmaya başlayın. Cep telefonunuzu bir süreliğine kenara bırakın ve bu sürecin yeniden aile olabilmeniz için iyi bir fırsat olduğunu unutmayın.

Psk. Mihriban ALEMDAR

37


SİZDEN GELEN

SİZDEN

¯\_(ツ)_/¯ Bugün çok tehlikeli bir şey yaptım. Tıpkı mağaradaki ailesini doyurmaya kararlı bir mağara adamı gibi mızrağımı (yani kredi kartımı) ve koruyucu giysilerimi (yani maske olarak kullandığım şalımı) kuşandım. Sonra da dışarı çıktım. Zaten bilgisayar ve akıllı telefonlar çocukların büyük bir kısmını kendilerine ayırmışken kalan sokak çocuklarını da virüs eve kapatmıştı, in cin top oynuyordu. Her yer bomboş ve sessizdi. Sokak aynı sokak, mahalle yirmi küsur yıldır aynı mahalle olsa da hissiyatı farklıydı artık. Hakikaten insanlar gitmiş gibi gözüküyordu fakat biz naçizane konutlarımızda saklanırken bambaşka bir şey gelmişti.

Bahar. Hem de çoğumuz hiç fark etmeden.

38


GELEN

SİZDEN GELEN

Kapımızın önündeki kiraz ağaçları tomurcuklanmış, üstelik dibinde de yeni filizler büyümüş. Her yer yaban çiçekleriyle dolu. Yazın kuruyup ot olacak yabani çiçekler renk renk çiçek açmış. Narin gelincikler kızıl kızıl, meltemle dans ediyor. Karahindibalar sarı sarı, yakında üfleyip dilek tutsun çocuklar diye topçuk topçuk olacaklar. Pembesi, beyazı, yenileni, kökü kopartılanları çeşit çeşit ot, dokununca canının yandığı pembe dikenli eşek dikeni, kuzukulağı, yoncalar… Ben bunları neden anlatıyorum peki? Sırf en sevdiğim mevsim bahar olduğu veya çiçek sevdiğim için değil. Biz farkına bile varamasak dahi şu dünyada güzel şeyler olmaya devam ediyor diyebilmek için. Ben farkında olmasam da en kötü şeyleri yaşasam da penceremin dışında bir yerde hayatın devam ettiğini bilmek beni hep umut doldurmuştur. “Bak elalem ne halde! Otur şükret!” demekten daha iyi bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Evet, biraz klasik ve belki de siz okuyucuya bayat gelebilecek bir cümle ama kimi zaman avunmak için klasik cümlelere ihtiyaç duyarız, onlar da tam bu işe yarar zaten.

39


SİZDEN GELEN

SİZDEN

Hepimiz zor bir süreçten geçiyoruz, her birimiz bununla farklı başa çıkmaya çalışıyoruz. Yuvalarımızda uçamayan yavru kuşlar gibi yaşamaya çalışırken kimimiz kendini kültür zehirlenmesi geçirene kadar okumaya adadı, kimimiz mutfağa girişti, kimimiz bütün gün tembellik yapıyor, kimimiz evini mini spor salonuna çevirdi. Dışarıdan kendimizi o kadar koparmak zorunda kaldık ki ah çekmemek için kimimiz dışarıda bir şeyler olduğunu bile bile unutuyor. Hayır, dışarıda bir Hollywood senaryosu dönmüyor. Hayatın kendisi bir şekilde devam ediyor işte. Bu şekil artık daha farklı olsa da… Yaşadığım bu çok tehlikeli macera sonucunda dışarıda kıyametin kopmadığını ve doğanın bizi hiç takmadan döngüsüne devam ettiğini bilmek hiç değilse bir kısmınızı da mutlu eder diye düşünüyorum. Hepimizin kapı dışarı adım atarken iki kez düşünmesine gerek kalmayacağı o güzel günlere özlemle, sevgiyle…

40


GELEN

SİZDEN GELEN

“Ezgi Berfin Gökalp, memleketten yazan bir üniversite öğrencisi. Hala büyüyor. O da bu süreci yazarak atlatmaya çalışan karantina çıkışlı bir yazar (Kendisi gibi olanlara böyle demeye karar verdi). Şimdilik hepinize el sallıyor.”

Ezgi Berfin Gökalp

41


SİZDEN GELEN

İzole Yaratıcılık

Covid-19’un hayatımıza bir anda dahil olmasıyla evde kaldığımız şu sürelerde hepimiz çok farklı tepkiler verdik. Ben normal şartlarda kalemimin zayıf olduğu düşüncesiyle yazı yazmaktan mümkün oldukça imtina ederim fakat malum-u aliniz içinde bulunduğumuz durum çok ani bir şekilde neredeyse tüm günlük rutinlerimizi bozdu. İş hayatımızı, okul hayatımızı ve sosyal ilişkilerimizi değiştirdi. Kendimizle çok fazla baş başa kaldığımız için her şeyi düşünüyor ve düşündükçe kendimizi keşfe çıkıyoruz ya da sıkıntıdan bir şeyler yapma gayreti içinde bulunuyoruz. Benim durumum da tam olarak bu ikinci duruma örnek teşkil ediyor. Yazılar gündemimiz olan Covid-19 kadar bulaşıcı olduğu için bu yazının da sizlere bulaşmasını temenni ediyorum. Tamamen kitlesel iletişim araçları ve sosyal medya sayesinde sosyalleştiğimiz şu süreçte kendimi bir şeyler üretmek gayesi içinde buldum ve fanzinimizin bu ayki konusu olan Covid-19 hakkında kendi ilgi alanlarımla ne gibi katkılar sunabilirim diye düşünürken aslında tam da içinde bulunduğum bu durumun araştırmasını yapıp evimizde geçirdiğimiz bu sürenin kıymetini bilip nasıl kaliteli ve yaratıcı işler yapabileceğimizi sizlere anlatmaya karar verdim. Bu yüzden karantina dönemlerinde ortaya çıkan birkaç eser ve buluştan biraz bahsetmek gerekir diye düşünüyorum.

42


SİZDEN GELEN

İzole hayatta yaratıcılık. İnsanlık tarihi boyunca belli dönemlerde çok ciddi salgın hastalıklar baş göstermiş ve bu süreçlerde insanlar karantinada kalmışlardır. Böyle durumların kitlesel anlamda tahribatı yüksek olduğu kadar yaratıcılığı da tetikleyen bir tarafı olduğunu gösteren örnekler mevcut. Bunların en başında Isaac Newton geliyor. Hepimiz Newton’un yerçekimini keşfettiğini düşündüğümüz elma hikayesini biliyoruz. Newton Cambridge’de üniversite okuduğu yıllarda ortaya çıkan Büyük Londra Vebası (1665-1667) nedeniyle Cambridge kapatılıyor ve Newton 1667 Mart'a kadar Woolsthorpe'taki çiftlik evinde kalıyor .İşte böyle bir dönemde kafasına elma düşüyor ve yerçekimi üzerine düşünmeye başlıyor. Toplumdan uzaklaştığı bu dönemde insanlık tarihinin en önemli bilimsel çalışmalarını bizlere sunuyor. Tabi herkes kafasına elma düşecek kadar şanslı olamayabiliyor(!)

43


SİZDEN GELEN

Bir diğer örneğim William Shakespeare. Shakespeare 1592’de veba salgınından dolayı tiyatroların kapalı olmasına aldırış etmeden İngiltere tarihini konu alarak, VI. Henry’nin hükümdarlık dönemini işleyen "VI. Henry" oyununu kaleme almıştır. Ayrıca Shakespeare kadın çilesini konu alan "Venüs ile Adonis" ve "Lükres" gibi iki önemli erotik şiirlerini de veba döneminde yazmıştır. Yine bu dönemde "III. Edward"ın bir bölümünü yazmaya başlamıştır. William Shakespeare hayatının belli dönemlerini hep evden çıkma yasağıyla geçirmek zorunda kalmıştır. 1595 yılında yine bir evden çıkma yasağıyla karşı karşıya kalmış ama bu sefer salgın hastalıktan değil ekonominin kötüleşmesi sebebiyle halkın ayaklanması sarayı ürkütmüş ve evden çıkma yasağı ilan edilmiş, Shakespeare yine fırsatı kaçırmamış ve herkes tarafından bilinen en önemi trajedilerinden biri "Romeo&Juliet" ve yine en önemli komedilerinden biri olan "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nı yazmıştır. William Shakespeare bu karantina dönemlerini gerçekten fazlasıyla etkili kullanmış.

44


SİZDEN GELEN

Tarihte bunun gibi nice örnekler mevcut. Hepsini buraya yazıp doldurmak yerine önemli bir iki örnek vermek istedim. Aslında mesele neler yapıldığından ziyade bizlerin neler yapabileceğine değinmekti.

Sözün özü bizler insanlık tarihinin en etkili salgınlarından biri olan Covid-19 ile karşı karşıyayız. Bu dönem tüm insanlık adına çok zor bir dönem. Bu durumun ne kadar süreceğini dahi öngöremiyoruz. Ortada çözümsüz bir hastalık var ama mücadele devam ediyor. Bu mücadelelerden biri de bizlerin evden çıkmayıp kişisel izolasyonumuzu sağlamamız. Evet bir çoğumuz günlerdir evinden dışarı adım atamıyor, böyle nereye kadar dayanabiliriz bilemiyorum ama lütfen evinizde kalmak için çabalayınız. Covid-19 ortadan kalktıktan sonra geçmişteki nice örnekler gibi ortaya izole hayatın yeni ürünleri çıkacaktır. Bu yüzden evlerimizde kaldığımız bu dönemi kendimizi sadece sosyal medyanın kollarına bırakarak değil de kişisel gelişimimizi sağlayarak, keşifler yaparak, üreterek ve bolca öğrenerek geçirmeniz dileğiyle.

Sağlıcakla kalın. Sevgilerimle.

Servan GÜMÜŞSOY

45


SİZDEN GELEN

İçimizdeki Karantina

Şu günlerde malum son yaşanılan olaylarla kimimiz sevdiğimiz ya da sevmediğimiz işlere, insanlara, aktivitelere ara vermek durumunda kaldık. Hayatımızı bir miktar yavaşlatmayı sağlığımız için tercih ettik. Kimimiz hayatını tercih ettiği ya da yapmak zorunda hissettiği yöntemleriyle idame ettirebilmek için dışarıda… Sevdiğim biri bana "İnsan zıtlıklarıyla yaşar." demişti. Hayatımızın yavaşlaması, evlere girmemiz, fiziksel anlamdaki alanların, uyaranların mecburi kısıtlanması iç dünyamızın kapılarını bizlere aralamak için eşsiz bir fırsat sundu. Tabii ki söz konusu biz insanlarsa bu iç dünyanın kapılarının aralanması hepimiz için farklı bir anlam ve o anlamla eşlediğimiz duyguya denk düşecektir. Yani kimimizin kapısı gıcırdayacak, kimimizin kapısı davul zurna ile karşılayacak, kimimizin kapısı sanki içeride bir fırtına kopuyormuşçasına sonuna kadar çarpacak, kimisi ise harika bir melodiyle davetkar bir şekilde bizi içeriye çağıracak. Biz evde oturup karantinadayken kim bilir kaç zamandır içimizde sosyalliklerle, meşguliyetlerle, aktivitelerle etrafına duvarlar çektiğimiz farkındalıklar, yüzleşmeler artık daha bir serbest ve artık daha rahat değerlendirilebilecek. Elbette bunlar olmasın demiyorum, bize maddi manevi birçok fayda sağlayan bu unsurlar dozajını ayarlamadığımız zaman bir süreden sonra bize zarar verebiliyor ve kendi içselliğimizden uzaklaştırabiliyor. Bunun yanı sıra hayatın sindirerek yaşanmasının daha faydalı olacağına inanıyorum.

46


SİZDEN GELEN

"İnsan aslında karmaşık bir varlık değil. Çoğunluğu zamanın büyük bir bölümünü yaşamak için kullanıyor, geriye kalanı ise özgür oldukları küçük zaman diliminden öyle korkuyor ki ondan kurtulmanın her türlü yolunu deni-

yor." (Genç Verther’in Acıları)

47


SİZDEN GELEN

İhtiyaçların eylemleri oluşturduğu, kararların verildiği, eylemlerin sonuçları oluşturduğu, sonuçların farklı birçok nedeni doğurduğu ve tüm bu süreçlerde de zihnin durmadan değerlendirme yaptığı, geçmişle şimdiyi muhakeme ettiği, geleceği yordadığı, korkuları ve arzuları tarttığı, umutlarımızın, öğrenilmiş çaresizliklerimizin bize eşlik ettiği, kısaca insana dair her şeyi yaşadığımız süreçlerimiz ve döngülerimiz var. Hayatımız üzerine düşünmeden yaşadıkça kendi tercihlerimizin sonuçlarını değil, dünyaya geldiğimiz ilk günden itibaren zihnimize girmiş, yerleştirilmiş gizli çıkarsamalarımızı, düşünce kalıplarımızı, duygularımızı somutlaştırıp hayatımızda yaşıyoruz. İnandığımız şeye dönüşüyoruz. Halbuki biz verdiğimiz kararlarda özgür olduğumuzu, istediğimizi seçip, istediğimizi yapıp buna göre hareket edebileceğimizi düşünürken özgürlüğümüzü kendi içimizde kısıtlayabilen zihinsel süreçleri göz ardı ediyoruz. Özgürce verdiğimizi zannettiğimiz kararlara kılıflar uydurmak için paşa zihnimizi kullanıyoruz. Aslında koca bir "mış" yapıyoruz. Sanki biz tercih etmişiz gibi… Birçok kararımızın altında henüz o kararlar verilmeden çok daha önce bizi yönlendiren, üst satırlarda bahsettiğim süreçler oluyor. Maalesef ki biz hayatta neyi niçin yaptığımızı mümkün olan en geniş ve anlamlı çerçevede değerlendirmediğimiz sürece kontrol edemediğimiz duyguları yaşayacağımız, " Neden hep benim başıma bu geliyor?", "Neden hep böyleleri beni buluyor?" diyeceğimiz birçok olay yaşayacağız. Bu süreçler hayatımızda verdiğimiz küçük veya büyük tüm kararlarda etkili olmaya devam ediyor, hatta "Ben bu hayatı niçin yaşıyorum?’’ diye sorup hayat amacımız olarak belirlediğimiz yerlerde de…

48


SİZDEN GELEN

Hepimiz hayata dair bir amaç üretiyoruz. Zaman zaman bu amaçlarımız ortak olsa da ( mutlu olmak, sağlıklı olmak, başarılı olmak, kendimizi tanımak, hayatımızın bir amacının olması gibi ) bu kavramların içini farklı dolduruyoruz. Hepimiz birer Abidin olarak mutluluğun resmini hayat kanvasımıza kendi tarzımızla çiziyoruz. Şunu kendime ve size hatırlatmamda fayda var, mutluluk paletimizdeki renklerden sadece biri. Her duygu en az mutluluk kadar yüce, değerli ve işlevsel. Hepimizin amacı neyse yaptığımız şeylerin bizi bu özgün amaca doğru yönlendirmesi için neyi niçin yaptığımızın, neyi niçin istediğimizin farkında olmaya başlamamız bizim için önemli. Bu dünyada kendimize yabancı olarak yalnızlık duygusuyla yaşamaktan değil, tek başınalığımızla zengin iç dünyamızın ardına kadar açılan kapılarından girip serüvenimizi doyasıya yaşamaktan bahsediyorum. Üzerine düşünerek ve sorgulanarak zaman zaman kürekleri elimize aldığımız ve akmak istediğimiz yöne doğru aktığımız, zaman zaman ise eşsiz manzaramızın tadını çıkararak çektiğimiz küreklerin bizi varmak istediğimiz noktaya götürdüğünü, sürecin sonuç kadar kıymetli olduğunu ifade etmek istiyorum. Sürekli dışarıda aradıklarımızın, aslında iç dünyamızın dehlizlerinde cevaplarının bulunduğunu, niçinlerimizin orada bizi beklediğini düşünüyorum.

49


SİZDEN GELEN

İşte bildiğimiz ve farkında olduğumuz ölçüde özgürüz. Tercihlerimizin sonuçlarının bizi ve içinde bulunduğumuz sistemi nasıl etkileyeceğini bildiğimiz ölçüde sorumluluk sahibiyiz. Tüm bunların fitilini ise kendimize yönelttiğimiz sorular ve bu soruları hangi yaklaşımla sormamız yakıyor. Kızgın bir anlayışla kendimize hesap sorduğumuz nasıl sorusu ile değişmek için, anlamak anlamlandırmak için sorduğumuz nasıl sorusu içimizde farklı yankı buluyor ve farklı cevaplara ulaştırıyor bizi. Aynı soru, farklı yaklaşımlar… Bu cevaplara ulaştığımızda hayatımızdaki yaşanan tüm olayların ( paletteki tüm renklerin) sonunda bize bir şey kazandırdığını, bizi özgün amacımıza götürecek becerilerle donattığını, biz bilinçli olarak farkında olmasak da kendi kendimizi yeterli gördüğümüz seviyeye getirmek için, çözümlemek için hayatımızdaki olayları kendi elimizle oluşturduğumuzu anlıyoruz. Epiktetus’un da dediği gibi bizi etkileyen olaylar, kişiler değil onları nasıl algıladığımız oluyor. Bu algılamalarla, yaptığımız çıkarsamalarla eylemlerimizi ve kendi serüvenimizi çiziyoruz. Gerçek özgürlük de bizim içsel dünyamıza adımımızı atıp karar verme sürecimizin her adımına dair akıl yürütme, bilinçli bir farkındalık geliştirmeyle oluşuyor. Biz bunu yaptıkça hayatımızın dümenini gerçekten kavrıyor ve gitmek istediğimiz rotayı ,"mış" gibi yaparak değil, gerçekten seçiyor ve oraya varmak için tüm benliğimizle çabalıyoruz.

50


SİZDEN GELEN

Özetle özgürlüğümüzün sadece istediğimizi yapabilmek değil, niçin onu istediğimizi ve tüm bunların ardındaki zihinsel süreçleri de fark etmek olduğuna; bunlara dair farkındalıkların da içsel dünyamıza adım atarak, şefkatli bir yaklaşımla kendimize sorular sorarak açığa çıkacağını düşünüyorum. Tüm bu karantina sürecini de gerçek özgürlüğümüz için içsel dünyamıza atım atmak, kendimize dair farkındalıklar edinmek, sorular sormak, içsel dünyamızı keşfetmek, anlamak ve anlamlandırmak için bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Belki de ilk defa tüm dünya aynı anda yavaşlıyor, koşup yakalayıp yetişmemiz gereken bir şey yok. İhtiyacımız olan tek şey kendimizle verimli vakit geçirebilmek... Bu süreçlerin ardından hedeflerimizle, dinginliğimizle, bilinçli farkındalığımızla, dinlenmiş ve içsel olarak da bir bütün olarak bu karantina sürecinden çıkacağımızı düşünüyorum. Elbette birçok şey değişecek. Umuyorum ki sistemde işlevselliğini yitiren bütün özellikler yerini daha doğal ve ekolojik, bizlerin gerçek benliğimizle ve içinde yaşadığımız dünyayla gerçekten temas kurabileceği fırsatları oluşturacak özelliklere bırakır.

Mert ONGUN

51


SİZDEN GELEN

Benim Adım Carla

Sanırım dünyaya veda ediyorum. Oysa taptaze heveslerim, hayata dair özlemlerim vardı, hayallerimde ki gelecek bana tebessümle sayısız güzellikler armağan ediyordu… Henüz ne olduğunu anlayamadan kasabamız bir hayalete dönüşüverdi. Ara sokaklarda karşımıza çıkan savrulmuş cesetler ve kuşu andıran kostümleriyle, çok ender rastladığımız hekimler haricinde sokaklar bomboştu. Tüm bu kara günlerin evvelindeki yaşantıma güzel denilemezdi belki ama böylesine kötü günlerde, kendini hasretle anımsatmaya başlamıştı. Ben Lombardiler için çalışan, hatta adeta yaşamlarını onlara adayan bir ailede dünyaya geldim. Lombardiler kasabamızın aristokratlarındandır; onların iyi kalpli insanlar olduklarını söyleyebilirim, Bayan Lombardi, eğer o gün keyfi yerindeyse bana şehirde olup biteni dahi anlatır, Bay Lombardi ise bazen kızları için satın aldığı şekerlemelerden bana da ayırırdı. Lombardilerin bir de komşuları vardı: Russolar… Russolardan çocukluğumdan bu yana hep korkmuşumdur, oldukça bencil ve hizmetlilerine karşı kaba insanlardır. Bayan Russo, Bayan Lombardi’ye konuk olarak geldiğinde onlara hizmet etmekte olan annemi kaprisleriyle daima yıldırmıştır. Şimdi anlatacak olduklarımı zihnimde canlandırırken dahi, kalbimi en derinden acıtan, gözlerimin dolmasına sebep olan acı bir anım var Russolarla… Bay Russo’ nun benim tatlı köpeğim Gio ‘ya yaptıkları, korkarım ölene dek aklımdan çıkmayacak.

52


SİZDEN GELEN

Gio bir gün Russoların bahçesine girmiş ve ağaçlarını sulamak için kullandıkları su haznesinden su içmişti. Ben olup bitenden habersiz bir şekilde ev işleri ile meşguldüm. Bay Russo’nun bağırışlarına karışan Gio’nun havlamasını duyunca çitlere doğru koştum. Gördüklerim karşısında dehşete düşmüştüm. Bay Russo köpeğimi öldürmeye çalışıyordu. Gürültüyü duyan Lombardiler de, Russoların bahçesine koşmuştu. Onları görünce yüreğime adeta su serpilmişti. Lombardiler buna asla müsaade etmez diye geçirdim içimden. Ama işler hiç de umduğum gibi ilerlemedi. Lombardiler sessizce olup biteni izlemeye koyuldu. Dayanamayıp Bay Lombardi’ye yalvarmaya başladım: “ Efendim, ne olursunuz Bay Russo’ya bir şeyler söyleyin, Gio ölmesin." Bay Lombardi ise elimden bir şey gelmez dercesine ellerini iki yana açıp dudağını bükmekle yetindi. Ben ise bu yüz ifadesi karşısında oldukça şaşkındım. Yalvarışlarımı duyan bay Russo bana dönerek: “Ağlamayı kes! Bu suya ihtiyacımız var ve senin pis köpeğin bunu bitiriyor. İtlafa son seçenek olarak başvurdum. Can çekişmemesi içinse bıçağımı en doğru yere salladım, birkaç dakikaya ölecektir.” dedi ve kanlı elleriyle evine doğru ilerledi. Dakikalar bile sürmemiş, Gio çırpınmayı bırakmıştı. Hayret dolu gözlerle Lombardilere bakakalmıştım. Bay Lombardi üzülme dercesine bir hareketle başımı bir kere okşayıp işinin başına geri döndü. O gün anlamıştım, Lombardiler bay Russo’nun elinden bıçağı alacak cesarete veya Bay Russo’ya dur diye haykıracak güçteki bir kalbe sahip değillerdi. Onların kalbi kendi keyiflerini kaçırmak söz konusu olduğunda, ritmi yavaşlayan oldukça cılız kalplerdi. Ve biliyor musunuz, Bay Russo bir katildi ve öldürdüğü tek canlı benim tatlı köpeğim Gio değil, bir kişi daha var: Eski çalışanı Abraham.

53


SİZDEN GELEN

Abraham bir Yahudiydi ve bu yüzden kimse ona iş vermek istememişti. Bay Russo ise durumdan istifade ederek diğer işçilere verdiği paranın yarısını teklif etmiş, zavallı ise çaresizce kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak Abraham hasta eşine ve çocuklarına yetecek parayı kazanamıyor ve ailesi açlık içerisinde kıvranmaya devam ediyordu. Bir gün evine ekmek götürecek bir florini dahi olmadığı için sonunda Russoların ahırında intihar etmişti. Evet söylediğim gibi Abraham’ı Bay Russo öldürdü. Bıçağıyla değil belki ama gözünü bürüyen para hırsıyla, cimriliğiyle, ırkçılığıyla… Bu saydıklarım yalnızca Russo’nun günahı değil, Russo’nun yaptıklarına alkış tutan, konforu için buna sessiz kalan bütün kasabalının günahıydı. Peki ya diğerleri? … Sırf o toprak üzerinde yaşadığı için, sırf o ırktan, sırf o dinden olduğu için öldürülen çocuklar, kadınlar, masum tüm insanlar… Anne ve babası öldürülüp yetim kalan Floransalı bir çocuğun kilisede yaptığı duayı işittiğimde başımıza bu kara günlerin geleceğini tahmin etmeliydim. Yüce İsa’dan tüm bu kötülüklerin hesabının yargı gününe dek bekletilmemesini diliyordu. İsa bu sesi duymuş olmalı ki tüm dünyadaki insanların içleri dışına çevrildi adeta. Hastalıklı ruhlarımız, kötülüklerimiz tenimize yansıdı, “kara veba” denen illet birçoğumuzu vurdu. Aristokratlar, köylünün itaatsizliği yüzünden başımıza bu salgının geldiğini söylese de kilise günah işleyen insanlar yüzünden cezalandırıldığımızı iddia ediyordu. Ben her ikisine de katılmıyorum. Bence suçlu olan, tüm Lombardiler. Yani iyi olsa dahi cılız kalpliler, etkisizce etrafını izleyip yalnızca üzgün bir surat ifadesi takınanlar. Çünkü dünyaya her zaman bir Russo gelecek. Benim köpeğimi öldüren Russo, gelecekte kuraklık korkusuyla binlerce hayvanı katledecek, Abraham’ı işe almayan bir başka Russo ise gelecekte vücudundaki bir engelden dolayı İbrahim’i işe almayacak.

54


SİZDEN GELEN

Ve en kötüsü de o gün Floransa’da yüce İsa’ ya seslenen çocuğun, başka bir coğrafyada yetim kalıp ölmeden önce “Sizi Allah ‘a şikayet edeceğim.“ demesinin ardından, hepimize bulaşan Yersinia Pestis bakterisi, gelecekte farklı bir isimle, farklı bir kimlikle o çocuğun duasının karşılığı olacak. Russo’ya bir şey olmadı biliyor musunuz? İnsanlardan uzaktaki dağ evini tütsületip ailesiyle oraya yerleşti. Russo veba salgınına yakalansaydı bile, bunun ne Gio’nun ne de Abraham’ın canının bedeli olduğunu düşünecek, ne benim ne de Abraham’ın ailesinin ahı olduğuna inanacaktı. Bu bağlantıyı hissedebilecek olanlar yalnızca iyi kalplerdir. Yaşananları değiştirebilecek olanlarsa güçlü kalpler... Söylediklerimi işittiğinde, anlayabilenlerin omuzlarında büyük bir yükü olmalı. Var oluşumuzun anlamı, yalnızca kendimize ve ailemize hizmet ettiği takdirde, bu dünyanın hüküm sahipleri yalnızca Russolar olacak. Benim adım Carla ve ben diyorum ki daha önce hiç gitmediğimiz bir yerdeki, hiç tanışmadığımız bir canın acısıyla kendimize “Ne yapabilirim?” sorusunu sormadığımız müddetçe bu dünya üzerindeki kara bulutlar hiçbir zaman dağılmayacak.

Büşra AKGÜN

55


SİZDEN GELEN

Bu Yazının Başlığı Yoktur.

"Mutluluk Kapının Ardındaydı" adlı tiyatro oyunundan bahsederek stresin nelere yol açabileceğini açıklamak istiyorum sizlere: Vasya adında ayda 300 ruble- bazen 700 olan -kazanan bir adam ve arkadaşı Arkaşa aynı evde birlikte çalışıyorlar. Günün birinde Vasya aşık olduğu kadınla nişanlanır ve bu durumu Arkaşa'ya açıklar. Burada dikkati çekmek istediğim nokta şu ki Vasya aşırı mutludur. Aşkın beraberinde getirdiği o durduramadığımız kelebekler; bilimsel adıyla hormonlar, düşler ,hatıralar iş başındadır ki Vasya Arkaşa'nın hatırlatması üzerine fazladan para getirecek işlerini yapmayı unutmuştur ve sadece üç gece iki günü vardır. Bu durumda olan bir kişinin delirmesi içinse mutluluğunu sadece oradan gelecek paranın kurmasını düşünmek olurdu. Ve baammm. Arkaşa, Vasya'nın çalışmayan mantığı olup ona işlerini bitirip zamanında vermezse işini kaybedip sevdiği kadınla evlenemeyeceğini hatırlatır. Sadece hatırlatır evet çünkü Vasya bunun hep farkındaydı zaten yani geçmişte yaşamını devam ettirebilmek için zaten o görevlerin hep en iyi şekilde üstesinden geliyordu. Şu an durum farkındalık yönüyle farklı oldu sanırım yani Arkaşa'nın, "Bu görevler para getirir, para sevdiğin kadınla saadet getirir." denklemini kurması Vasya'nın zihninde sadece tek bir denklem varmış havası yaratır. Bu tiyatro oyununda da hepimizin karantina günlerinde farklı nedenlerden dolayı yaşadığı stresi görebiliriz, yani çok tanıdık bir duygu. (Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Durumlar, zamanlar, mekanlar ne kadar farklı olursa olsun mevcut duygular hep aynı şiddetleri veya birlikte kombine olup geldikleri diğer duygular ne olursa olsun.)

56


SİZDEN GELEN

Karantina günleri; dergilerde , televizyonda her ne kadar "Kendinizi geliştirmek için bir fırsat" ,"Kendiniz için bunu güzel kullanın." cümleleri geçse de durum her zaman aynı olmuyor. Gelecek kaygısı, sevdiklerimize ne zaman ulaşacağız endişesi,ekonomik durumumuzu hesaplayamamamız ... bizde korku yaratıyor. Bir de bunun korkudan çıkıp reelde karşılık bulduğu hayatlar var. Mesela çalışmak zorunda olduğu halde karantina dolayısıyla çalışamayan ve ek hiçbir güvencesi olmayan insanlar var ve bu insanlar evde ne yiyor ? Ya da öfke kontrol problemi yaşayan babası ile aynı evde yaşayan çocuk şu an ne yapıyor ? Endişeleriyle başa çıkamayan annesi olan çocuk şu an ne yapıyor ? Bu süreç aslında pek çok sorunu da maalesef yanında getiriyor her sürecin de getirdiği gibi.Geçen hafta annem ve ben yürüyüşe çıkmıştık. (Karantina var ne işin var dışarıda diyenleri duyuyorum. Bizim evimiz biraz şehir dışında yani kalabalık gruplar yok ve evde patlamamak için bazen kısa yürüyüşler yapıyoruz önlemimizi alarak.) Bir adam alabildiğine bağırıyordu. Sonra bir çocuk sesi duyar gibi oldum, çığlık attı çocuk. Sonra adam cama yaklaşıp telefonla konuştu. Bu bana işiyle ilgili bir problemde enerjisini atamadığı için çocuktan yani kendinden daha güçsüz birinden çıkarmış olabileceği düşüncesini getirdi.(Ben olduğum yerde ağlayacaktım çünkü çok korunmasız hissettim.)Dün de bir yazı okudum, haber yazısıydı. Almanya' da ailelerin bur tür aile içi şiddet olaylarının görünmesi nedeniyle yetkililerin sürekli internetten sosyal medya aracılığıyla evlere ulaşmaya çalıştığıyla ilgili bir haber yazısıydı. Bizde de bazı sivil toplum kuruluşları valilikle ortaklaşa yaşlıları arayıp onların duygu durumlarını (psikolog aracılığyla) anlayıp yardımcı olmaya çalışıyorlarmış. (Arkadaşım görevlendirilmiş - kendisi psikolog- ondan duydum.)Bu beni biraz rahatlattı, tabi hala bazı durumlar ciddiyetini koruyor. Şu şekilde cümlelerimi kısaca toplamak isterim. İnsanı en çok duygularını tanımaması ve ona direnç göstermesi yoruyor. Yani Vasya, mutluluğunu aşık olduğu kadınla emek vererek, zaman zaman düşebileceklerini kabul ederek elde edeceğini bi' bilse... Hatta burada Freud'dan bir alıntı yapalım: "İnsan mutlu olmak ister o yüzden berbat haldedir." Yani şunu söyleyebiliriz buna istinaden: Mutlu olmayı esas almadan da mutlu olabiliriz. Sonuçta mutluluk da diğer duygular gibi bir duygu ve arada sırada bize uğruyor.Diğer noktada ise empati ve anlayış güzel davranışlar. Deniz Yağmur YAŞRİN

57


Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir.

Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler.

Süreç’te bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Bu fanzinin sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır.

Süreç, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir fanzin ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.

surecfanzin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.