Süreç Fanzin, SÜREÇ TOPLULUK Yayınıdır.
1
Süreç Fanzin
Yazılar / Yazanlar •
(4-9) Bir İllüzyon Olarak Özgür İrade / E. Gizem GÜNEŞ
• •
•
(10-11) Özgür İrade Üzerine / Berk ATANSAY
(12-13) Ne Güzel Yanılsamadır Özgürlük / Yuşa ARIĞ
(14-17) Nasreddin Hoca ve Charlie Chaplin / Emre YAMAN
•
(18-21) Öz’ünü Bilen Gür Sesli Özgürlük Savaşçısı: Malcolm X / Kadir KURT
•
(22-23) Yaşamımızdaki Süreklilikler ve Kırıklar / İrem CINDIR
Bize Ulaşın surecfanzin@gmail.com
Editör: Furkan ERKUL
/surectopluluk
Kapak Tasarım: Merfil
/surectopluluk
Mizanpaj: Yuşa ARIĞ 2
Önsöz Sevgili okuyucu,
Yazın getirdiği rehavetle verdiğimiz bir aylık aranın ardından tekrar seninleyiz. Ara verdiğimiz bir aylık dönemde biz bol bol gezdik ve eğlendik. Umarız sen de eğlenmişsindir.
Süreç Topluluk olarak gördüğün gibi Süreç Fanzin’e ayırdığımız vakti ve verdiğimiz emeği her geçen sayı biraz daha arttırıyoruz. İçeriğimizin dengesini bozmamak adına bazı net çizgileri de asla aşmıyoruz. Bu yolda keşfettiğin günden beri yanımızda olduğun için teşekkür ederiz. Tam 7 aydır sana ulaşmaktan büyük haz alıyoruz. Sen de ne zaman istersen bize ulaşabilirsin bunu asla unutma.
Kapağımızı hazırlayan Merfil’e, fikirlerini bizimle paylaşan yazarlarımıza ve dikkate alıp vakit ayırıp okuyan sana sonsuz teşekkürler.
Sevgiyle ve sağlıkla kalın... Yuşa ARIĞ 3
“Geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark inatçı bir illüzyondan ibarettir.” Albert Einstein
BİR İLLÜZYON OLARAK ÖZGÜR İRADE
Günde yüzlerce kez olur: Çalar saati sürekli erteleriz, dolaptan bir tişört alırız, buzdolabından yiyeceklere ulaşırız. Her durumda, kendimizi bedenlerimize bilinçli yollarla bilinçli bir şekilde rehberlik eden özgür ajanlar olarak düşünürüz. Hayatımızı şekillendiren önemli kararlar verir ve seçimler yaparız. Bu seçimleri yaparken aslında özgür müyüz, yoksa hepsi birer yanılsama mı? Psikolojideki ve felsefe gibi diğer alanlardaki en eski sorulardan biri, insanların özgür iradeye sahip olup olmadıklarıdır. Psikolojide gerçekten özgür iradeye sahip olup olmadığımız konusunda bir fikir birliği yoktur. Freud ve Skinner çok fazla anlaşamadılarsa da üzerinde anlaştıkları şey, insan davranışının kişinin içindeki veya dışındaki etkilerle belirlendiğiydi. Freud bilinçdışı çatışmalardan davranış nedeni olarak söz etti ve Skinner çevresel olasılıklardan bahsetti ancak her iki durumda da karar vermede özgür değildik.
4
Özgür İrade ve Koşullar Özgür irade üç koşulla tanımlanabilir: Birincisi “aksini yapma yeteneği” dir. Bu sezgisel bir kavramdır. Özgür olmak için, aralarından seçim yapılabilecek en az iki alternatifin veya eylem yolunun olması gerekir. Örneğin, kişinin istemsiz bir ağız spazmı varsa kişinin ağzını büküp bükmeyeceğini seçme pozisyonunda değildir. İkinci koşul “kişinin seçimleri üzerindeki kontrol” dür. Hareket eden kişi, ne yapacağına karar veren kişi ile aynı olmalıdır. Özgür iradenin tanınabilmesi için, insanların ve erişiminin dışındaki mekanizmaların müdahalesi olmadan, seçimlerinin yazarı olmalıdır. Biz buna acente diyoruz yani kişinin kararlarının ve eylemlerinin “sahibi” gibi olması ve hissetmesi. Üçüncü koşul “nedenlere yanıt verme” dir. Rastgele bir seçimin etkisi buysa karar özgür olamaz, seçim rasyonel olarak motive edilmelidir. Kiminle evleneceğine karar vermek için bir zar atarsam serbestçe “yapmam” demeyi seçmeme rağmen seçimimin özgür olduğu söylenemez. Böylece tanımlanmış, özgür irade, bütün insanlara varsayılan bir koşul olarak atfetmek istediğimiz bir tür özgürlüktür. “Başka türlü yapabilme yeteneği”, “kontrol” ve “nedenlere cevap verme” koşullarının bir anda çok nadiren iş başında olduğu genel olarak deneyimlidir. Dahası, daha fazla tartışmaya ihtiyaç duyacaklardır, çünkü bu koşulların tanımı ve kapsamı konusunda geniş bir anlaşmazlık vardır. Yüzyıllar boyunca, kavramsal ilerlemesine rağmen, felsefe bu ikilemi çözemedi. 30 yıldan biraz daha uzun bir süre önce sinirbilim ve ampirik psikoloji devreye girdi. Biyolojik süreçler, gözlemlenebilir beyin işleyiş seviyesi (sinir sinyali iletimi) üzerinde kesinlikle belirleyici olarak kabul edilemese de beynin giderek daha kesin bir şekilde araştırılması için yeni yöntemler, serebral bazın gerekli bir davranış koşulu ve hatta zihinsel bir durum olduğunu ortaya koymuştur. Bu kazanımlara dayanarak sinirbilim, özgür irade üzerine tartışmaya deneysel katkılar sağlamaya başladı. 5
Özgür İradenin Ölümü, Bereitschaftspotential ve Libet Özgür iradenin ölümü binlerce parmak dokunuşu ile başladı. 1964'te iki Alman bilim adamı Hans Helmut Kornhuber ve Lüder Deecke, bir düzine insanın beyninin elektriksel aktivitesini izledi. Birkaç ay boyunca her gün gönüllüler, duş başlığına benzer bir mekanizma yükünden telleri kafa derisine sabitlemek için Freiburg Üniversitesi'ndeki bilim laboratuvarına geldi. Katılımcılar, bir sandalyeye oturdular ve yapmaları gereken tek bir görev vardı: İstedikleri bir aralıkta sağ ellerindeki bir parmağı bükmek, bir ziyarette 500 defaya kadar.
Hazırlık Potansiyeli
Hareket
Deneyin sonuçları, değişen beyin dalgalarının bir temsili, dalgalı, noktalı çizgilerle geldi. Fiziksel eylemden önce motor kortekste istemli kas devimine götüren etkinliği ya da süreci saptadılar. Bilim adamlarının Bereitschaftspotential veya hazır olma potansiyeli olarak adlandırdığı bu nöronal aktivite telaşı, sonsuz zaman yolculuğunun armağanı gibiydi. İlk kez beynin gönüllü bir hareket yaratmaya hazır olduğunu görebiliyorlardı. 6
Bu hazırlık potansiyeli, bir hazırlık olduğuna göre kas eyleminden önce gelmelidir ve bunda tuhaf bir şey yoktur. Ve bütün deneyin sürecinde niyet ediminin hazırlık potansiyelini öncelemesi gerekir. Ama Libet deneylerinde tuhaf bir durumla karşılaştı ve niyetin eylemden sonra geldiğini buldu. İradeyi önceleyen BP bilinçsiz nörolojik süreçlerin bir belirtisidir ve bilinçsiz uyarının kaynağı fizyolojiktir. Libet, çalışmalarını Kornhuber ve Deecke’nin bereitschaftpotential’i keşfetmesine dayandırdı. Benjamin Libet’in deneylerinden çıktığı ileri sürülen sonuca göre, “istençli eylem istenç eylemde bulunmaya karar vermeden önce yer alır.” Eylemin karardan “yarım saniye” önce yerine getirildiğini saptayan bu enteresan “deneyi” doğrulamanın yolu fiziksel nedenselliği tinsel alana genişletmek ve tinseli fiziksele indirgeyerek insanı doğanın bir parçası yapmaktır. Buna göre Benjamin Libet “irade” (aslında tüm insan tinselliği) özdeksel bir yapıdır ve genler, fizyolojik süreçler, moleküller vb. yoluyla belirlenir. Başka bir deyişle özgürlük bir hokus pokustur.
Felsefi bir soru olarak, insanların kendi eylemleri üzerinde kontrol sahibi olup olmadıkları, Libet'in bir laboratuara girmesinden yüzyıllar önce savaşmıştı. Fakat Libet, özgür iradeye karşı gerçek bir nörolojik argüman getirdi. Bulguları bilim ve felsefe çevrelerinde yeni bir tartışma dalgası başlattı.
7
Libet’ten Sonrası Libet’in kuşkulu deneyinden sonra 2007’de Berlin’de Bernstein 2007’de Center for Computational Neuroscience’da (BCCN-Berlin) Haynes fMRI kullanarak daha önce Libet tarafından yapılan deneyden daha duyarlı bir deney yaptı. Sonuçlar daha duyarsız çıktı ve Libet’in 550 ms olan hazırlık potansiyeli süresini Haynes 7 saniye olarak saptadı. Karar edimsel olarak verilmeden yedi saniye önce veriliyordu. Başka bir deyişle, kararı biyokimyasal süreçler veriyor ve insan yalnızca karar verdiğini sanıyordu. Haynes’in deneyi 2008’de Leipzig’de Max Planck Institute for Human Cognitive and Brain Sciences’deki bilimciler tarafından yapılan deneylerde bir kez daha yinelendi ve parmak devimi için alınan kararın bilincin kararı almasından yedi saniye önce verildiği doğrulandı. Her ne kadar özgür irade konusunda fikir ayrılıkları olsa da başladığımız yerin bir tık (belki bir tıktan da fazla) ilerisindeyiz. Siz özgür iradenin olduğuna inanırken başka biri bu fikri doğru bulmayabilir. Benim düşüncem ise özgür iradenin olmadığı çünkü irademizin geçmişten şimdiden ve gelecekten bir şekilde etkilendiği ve etkilediği yönünde.
8
Bu yazımı iki sene önce kaybettiğimiz Stephen Hawking’in özgür irade ile ilgili söyledikleriyle bitirmek istiyorum:
‘‘Ben evrendeki her şey gibi maddeden oluşan beynin doğanın kanunlarını takip etmesi gerektiğini düşünüyorum. Kafamızda özel bir şeyler yok. Makinede bir hayalet yok. Yani biz insanlar evrenin bir parçası olarak belirli bir yolda ilerliyoruz. Özgür irade olarak düşündüğümüz şey illüzyondan ibaret.’’
KAYNAKÇA https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4887467/ https://blogs.scientificamerican.com/mind-guest-blog/what-neuroscience-says-about-free-will/ https://www.theatlantic.com/health/archive/2019/09/free-will-bereitschaftspotential/597736/
9
E. Gizem GÜNEŞ
Özgür İrade Üzerine
“Özgürlük” belki de hakkında en çok tartışma yapılan, en fazla anlamı ifade eden kelimelerden birisidir. Özgür irade, siyasi özgürlük, vs. bugün “özgürlük” kelimesinin üzerindeki karmaşıklıklardan çok, bir konuya yoğunlaşmayı tercih ettim: Özgür irade.
Çok basitçe söylemek gerekirse aslında yaşamamızın hiçbir yerinde, hiçbir anında özgür olmadığımızı söyleyebilirim sanırım. Tabii ki böyle olduğu da matematik bir kesinlik taşımıyor, öte yandan deterministik (belirlenimci) argümanın karşısında da birçok görüş yer almakta. Çok basitçe belirlenimciliği anlatmak istersek yine basit bir örnekten ilerleyebiliriz: Farz edelim ki bir misketle diğer bir misketi vurdunuz. Bu diğer misket de diğer miskete vursun, diğer misketler de diğerlerine. Aslında bu denklemde hangi misketin hangi miskete ne zaman vuracağı daha siz ilk misketi attığınızda belirlenmiştir. Eğer fizik olarak probleme yaklaşırsak böyle bir neticeyle karşılaşırız; gerisi kuvvet, ivme hesaplamasına kalır.
10
Hadi biraz daha karmaşıklaştıralım işi. Peki bu misketi biz elimizle atmadan önce bizim için de böylesine bir belirlenim ve ettirgen kuvvet söz konusuysa? Misketlerle oynayan küçük bir çocuğun misketi vurması oyundan aldığı mutluluğa bağlıdır. Oyundan aldığı mutluluk ise onun doğasına, ruhuna. Onun doğası ise beynindeki bölgelere, semptomlara, falanlara filanlara bağlıdır diyebilir miyiz? Ya da öte yandan misketi atmadan önce, oyun oynamak için evden çıkmıştır, evden çıkmadan önce annesi işi olduğu için vermiştir, annesinin yemek yapması gerektiği için meşguldür vs. vs. Peki ya bu nedenleri en başa götürürsek? İlk misketi atan ya da ilk nedeni, insana ortaya atan kimdir diye bir soru sorabilir miyiz? İşte burada karşımıza çıkan da ilk neden problemi ya da misket örneğinden ilerlersek misketi kimin attığı problemi ortaya çıkıyor, yani aslında biz, insanlar da nedensellik problemi söz konusu olduğunda misket kadar basit varlıklarız. Her ne kadar bu düşünceler kulağa saçma gelse de şüphesiz özgür irade problemi yüzyılladır muallak bir problem. Kuantum, her ne kadar bir paradigma gibi lanse edilse de, kesin bir cevaptan bahsedemeyiz.
11
Berk ATANSAY
NE GÜZEL YANILSAMADIR ÖZGÜRLÜK
Bir varlık düşünün. Tamamen toplama olup orijinallikten bahseden. Fırlatılan ve salınırken fırlatılmayı seçmişçesine iddialı, salındığını inkar eden. Ne de çok acısı vardır onun, fırlatılmasıyla yakasına yapışan ve yok olana dek peşini asla bırakmayan. Ne beyhude çabaları vardır ki boşlukta süzülürken onu yüzdüğüne inandıran. Söyleyin, var mı bir yaprak gibi savrulduğuna inanmak isteyen. Var mı işlemediği bir suçtan dolayı bu hapiste yattığını kabul eden? Asla! Zira insan böyledir işte. Doğar ve doğumuyla beraber delik kesesine dizmeye başlar altınları. Sağdan soldan ne alırsa odur ancak asla ben sağdan soldan aldığım kadarım demez. Ona sorsan o güçlüdür, yücedir, içinde küçük bir tanrı barındırır. Onların da içinde bir bir grup vardır ki iddiaları hepsinden büyüktür. Onlar fırlatıldığını reddeder. Doğumu verilen büyük bir hediye zanneder, yaşamı onca acıyla ıstırapla ve felaketle doluyken. İşte insan kendini böyle kandırır.
12
Olanları o oldurdu zanneder insan. Düşüncelerini kendi düşündü, kendi sevdi, kendi aldı, kendi verdi zanneder. Oysa düşüncelerinin her şeyden önce diline hapsolduğunu bilmez. Bilir belki de bilmezden gelir. Her zaman iki arada bir derede kalır. Sonra bir yanı tercih eder oradan ilerler. Ancak ne dereyi seçen, ne arayı seçen, ne yanı seçen odur. İnsan yalnızca ona sunulanlar arasından birini tercih eder. Tercihlerinin hepsi de ötekinin zehrine bulanmıştır. Farklı seçenekleri önüne kendi getirmediği gibi önüne gelen seçeneklerden birini de kendi seçmez. Çünkü düşüncesinin her anında öteki ona saldırır. O ötekinden başka hiçbir şey değildir. Bir özden bahseder çok sık, özünün varlığından. Sonra bu özün ya hür olduğunu ya da gür olduğunu iddia eder. Oysa özü zannettiği ötekinden aldığıdır. Bir araya geldiğinde insan olur aslında insan. Ben, ötekiyle şekillenir, aldıklarından ve verdiklerinden. Ancak bilinmelidir ki ne alınan onundur ne verilen. Çünkü insan aslında verdiklerini de almıştır. İşte böyle olur insan, insan. Ve ona sorulduğunda kendi başarısızsa ötekini yerer başarılıysa kendini yüceltir. Sonra gelir ben der, ben öyle istedim. İsteğinin kaynağı kendiymiş. Ne güzel yanılsamadır özgürlük, bizi yaşatır, mutlu eder ve bize bağlar.
13
NASREDDİN HOCA VE CHARLIE CHAPLIN
1889 Londra’sının fakir bölgelerinde bir çocuk dünyaya gelir. Zorlu çocukluk yılları yaşanırken Büyük Buhran dönemi, dünya üzerinde yeni bir sanat türü popüler olmaya başlar. Gelişmekte olan sinema sanatıyla yakından ilgilenen bu genç sima, dönemin çok ilerisindeki filmleri ve yarattığı unutulmaz “Şarlo” karakteri ile dünya çapında ün kazanan Charlie Chaplin’dir. Sinema- yı, tüm dünyaya fikirlerini aktarabilmek için bir araç olarak kullanan Charlie Chaplin, her filmin- de özgürlüğe dair mesajlarını vererek tüm insanlığı kasıp kavurmaya başlar. Yeryüzünün acı- masız gerçeklerini dramayla aktarıyor olsa da güldürü konusunda da bir o kadar başarılıdır. Hiciv olarak adlandırılan bu sanatın ustası denince hepimizin aklına nasıl ki Nasreddin Hoca geliyorsa Şarlo için de aynı durum geçerli olmaya başlar.
14
Bu iki büyük ustayı dünya tarihine daha da tanıtan unutulmaz bir röportajı bir diğer ustamız Sunay Akın şöyle anlatır: Tarih: 7 Aralık 1942… 2.Dünya Savaşı tüm yıkıcılığı ile devam etmektedir. Amerika’da yayın yapan bir radyoya dünyaca ünlü birisi konuk olur. Aynı zamanda bu radyo Türkiye’de de çevi- risi yapılarak “Amerika’nın Sesi” adıyla yayın yapmaktadır. Radyo sunucusunun amacı Türki- ye’yi Amerika’nın yanında Almanlara karşı savaşa almaktır. Radyonun sunucusu, dünyaca ünlü konuğuna “Şuan bizi Türkiye’den de dinliyorlar, onlara ne söylemek istersiniz” diye sorar. Dün- yaca meşhur o konuk, sunucunun savaş çağrısı amacıyla sorduğu bu soruya tüm Türkiye’nin şaşkınlığa uğrayacağı şu cevabı verir: “Elbette, onlara bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatmak is- tiyorum.” O anda radyoyu dinleyen Türk halkı bu duruma fazlasıyla şaşırır. Herkesin hayran olduğu o kişi, Nasreddin Hoca hayranıdır, onu tanıyor ve biliyordur. Derken o ünlü kişi fıkrayı anlatmaya başlar. Hoca’nın bir gün kapısı çalınır. Hoca kapıyı açar, gelen komşusudur. “Hocaya, eşeğini ödünç alabilir miyim?” der. Hocanın eşeği vermeye niyeti yoktur.
“Eşeğim burada yoktur.” diye cevap verir. Komşu arkasını döner tam gidecekken ahırdan eşeğin anırma sesleri gelir. Bunun üzerine komşu sinirlenerek: ”Hoca hoca! Utanmıyor musun şu sakalınla yalan söylemeye!” der. Nasreddin Hoca ise şu yanıtı verir: ”Be adam! Bana mı inanıyorsun yoksa ahırdaki eşeğin anırmasına mı? Radyo- dan bu fıkrayı anlatan o dünyaca ünlü kişi daha sonra cümlelerine şöyle devam eder:
“Beni Türkiye’den dinleyen hayranlarıma söylemek istediğim şey şudur: İnsanlar artık bir karara varsın! İnsanlığın sesini mi dinleyeceksiniz, yoksa eşeklerin anırmasını mı?” Birkaç gün sonra Türkiye’de Vatan gazetesi o dünyaca ünlü kişinin radyodan anlattığı bu söy- leşiyi yayımlar ve yazının yanına da dönemin diktatörü Hitler’le dalga geçtiği filmindeki ünlü fotoğrafını koyar. Sırf bu söyleşiyi yayımladığı ve fotoğrafı gazetesine koyduğu için Vatan Gazetesi iki aylığına kapatılır.
15
O dünyaca ünlü kişi ve Nasreddin Hoca’nın hikayesi işte böyledir… O dünyaca ünlü kişi kim mi? O kişi Charlie Chaplin’dir.
Kendine has tarzıyla fikirlerini bütün insanlığa aktarmayı başaran Charlie Chaplin, düzen tarafından ezilmiş, hor görülmüşlerin ve özgürlüğü elinden alınanların sesi olur. Yaşamı boyunca edindiği tecrübelerle bilge kişiliğini de tüm insanlığa ulaştırmaya gayret eder. Dünya sinemasına uzun yıllar yön veren ve tiplemeleriyle kült olmuş sinema dehasının, hayata dair sözleri de filmleri gibi zamanın ötesinde ve ders niteliğindedir: “Kahkahasız geçen bir gün ziyan olmuş bir gündür.” “Çok fazla düşünüp çok az hissediyoruz.” “Bu dünya merhametsiz ve bununla baş edebilecek kişi de merhametsiz olmalı.” “Diktatörler kendilerini özgürleştirirken halkı köleleştirir."
16
“Neden bir mana arıyorsunuz ki? Hayat bir tutkudur mana değil.”
“Tanrıyla aram iyi, benim zıtlaşmam insanla.”
“Hayat, uzak çekimde komedi, yakın planda trajedidir.” “Benim acım başkasının gülmesine sebep olabilir ama benim gülmem asla başkasının acısı- na sebep olmamalı.” “Ayna benim en iyi arkadaşımdır. Çünkü ben ağlarken o asla gülmez.”
“Yere bakıyorsanız gökkuşağını bulamazsınız.” “Sadece başkalarına zarar vermek istediğinde güce ihtiyacın olur ama sevgi her şeyi yoluna koymaya yeter.” “İnsanların nefreti geçer, diktatörler ölür, halktan aldıkları güç halka geri döner. İnsanoğlu yaşadıkça özgürlük asla yok olmaz.”
KAYNAKÇA
17
Emre YAMAN
Bugün Amerikan sokaklarından yükselen dumanlar Malcolm’u daha haklı kılıyor:
"Kimse sana özgürlüğünü vermez. Kimse sana eşitliği, adaleti ve başka hiçbir şeyi vermez. Eğer gerçekten adamsan, bunları kendin alırsın!"
ÖZ’ÜNÜ BİLEN GÜR SESLİ ÖZGÜRLÜK SAVAŞCISI: MALCOLM X
Malcolm X 20’li yaşlarında kendini öz kimliğini öğrenmeye adamış ve bu adanmışlıkla hayatını baştan aşağı değiştirme iradesini de ortaya koymuştu. Bir siyahi olarak küçüklüğünden beri ciddi psikolojik baskılara ve işkencelere uğramasına rağmen güçlü karakteriyle her zaman toplum nezdinde aykırı birisi olarak kabul görmüştür. Elbette samimi hislerle bağlı olduğu beyaz arkadaşları vardı ancak dönemin Amerikan toplumu belki günümüzde dahi örnekleri görülmeyecek cinsten bir baskıyla onlar gibi yüzlerce insanın dostluğunu engelliyor ve insanları şehir şehir, mahalle mahalle ayırıyorlardı. Tüm bunlara rağmen Malcolm X savaş karşıtıydı. Ancak beyazların çoğuna gençlik yıllarında düşman gözüyle bakıyordu. Daha 1945 yılında askere çağrıldığında, “Askere alınırsam siyah askerleri örgütler, biraz silah çalar ve beyaz adamları öldürürüm” beyanında bulunarak akli dengesinin askerliğe uygun olmadığı raporunu almıştı.
18
Siyahların eğitim hakları sınırlıydı, ayak işi olarak görülmeyen alanlarda uzmanlaşmaları yasaklanmıştı. Bu yasakların yanında toplumsal hayatta gurur kırıcı bir takım yasaklar da mevcuttu. Örneğin; beyazlarla aynı çeşmeden su içememek, aynı lokantada yemek yiyememek ve otobüste arka kısımlara oturmak zorunda olmak gibi… Malcolm X, siyahilerin zorlandığı toplumsal yapıyı şöyle anlatıyordu: “…çocukluğumda Lansing'de 'başarı kazanmış' gözüyle bakılan Zenciler genellikle garsonluk, ayakkabı boyacılığı gibi işler yaparlardı. Hele hele bir zenci, kasabada bir dükkânda ayak işlerine falan bakıyorsa, bu işi, ona saygı duyulması için yeter de artardı bile. Asıl 'elit' tabaka, yani 'büyük adam' sayılan ve 'ırkının medar-ı iftiharı' olan zenciler Lansing Şehir Kulübü'nde garsonluk, hükümet binasında boyacılık gibi işleri yapanlardı. Paralı zencilerse ya haraç alanlardı ya da kumarhane falan işletenlerdi; ya da asıl büyük çoğunluğu oluşturan yoksul zencilerin sırtından şu ya da bu şekilde asalak geçinenlerdi.”
19
Böylesine zorlu dönemlerden geçen Malcolm X illegal işlerin içinde olmasından dolayı hapse atılmıştı ve hayatının dönüm noktası işte burada başlamıştı. Amerikan İslam toplumunun önderlerinden Elijah Muhammed ile mektuplarla tanışmıştı. Hapishanede Müslüman olmuş ve Little olan soyadını X olarak değiştirmişti. Hapisten çıktığında ilk işi Elijah’ın kurduğu İslam Ulusu adlı örgüte katılmak olmuştu. İslam Ulusu, bir tokat atıldığında diğer yanağını da çevirmeyi reddeden örgütler arasında kuzeydeki en büyük Siyah örgütüydü. Yayılmaya başlamadan önce, 1930'da Detroit’te bir tarikat gibi örgütlenmeye başlamıştı. Elijah Muhammed tarafından yönetilen İslam Ulusu, Garvey'in Siyahların gururu, Beyazların nefreti gibi bazı fikirlerini yeniden gündeme getiriyordu. Örgüt başlangıçta sadece birkaç yüz üyeye sahipken, 1960'lı yılların başında haftalık gazetesi 500 bin satıyordu. Gerçekten çok militan bir kitle örgütüydü. Özellikle ülkenin kuzeyindeki en yoksul siyahları bir araya getiren bir kiliseden daha çok, bir partiydi. İnsanlara bir anlamda özgüven aşılıyor ve onları kendilerini savunmaya yönlendiriyordu. Cassius Clay, dünya ağır sıklet şampiyonu genç boksör, 1962 yılında İslam Ulusu Örgütü'ne katıldığında, adını Muhammet Ali olarak değiştiriyor ve "Bu değişim beni, köle efendileri tarafından aileme verilen kimlikten özgürleştirdi" açıklaması yapıyordu. Siyah Müslümanların en önemli isimlerinden biri Malcolm X'di. İslam Ulusu Örgütü'nün liderlerinden birine dönüşen Malcolm X, şiddet karşıtı yöntemleri korkakça ve etkisiz görüyor, Siyahların kendilerini savunmaları gerektiğini açıklıyor ve "Göze göz dişe diş. Ve bir yaşama bir yaşam. Eğer özgürlüğün bedeli buysa bu bedeli ödemekte tereddüt etmeyeceğiz." diyordu.
20
Malcolm X, siyasi anlamda Martin Luther King'den farklı olarak, ne devletle uzlaşmayı, ne de Siyahların entegrasyonunu, yani Amerikan toplumuna girip onunla bütünleşmesini amaçlıyordu. Her şeyden önce Siyahların, Beyazlardan ayrılmasını talep ediyordu. Bu aynı zamanda bir anlamda, Beyazların burjuvazisinin ve onun devletinin, Siyah küçük burjuvazisini kendi öz iktidarını kurmakta özgür bırakması, Siyah emekçilerle yapması koşuluyla, Beyaz emekçilere istediği gibi baskı ve şiddet uygulayabileceği anlamına geliyordu. Siyah Müslümanların milliyetçiliği, onları, Siyahların mahallelerinde sadece Siyahların sahip oldukları ticari yerlerin ve şirketlerin olmasını ve Siyah topluluğun parasının öncelikle Siyah patronlara gitmesini talep etmeye kadar götürdü. İlerleyen yıllara siyahi milliyetçilikten vazgeçen Malcolm X, mücadelesini sadece siyahiler için değil tüm ırk ve etnik kökenden insanların hakları için sürdürmeye karar verdi. Daha önceki dönemlerde de çeşitli tehditler alan Malcolm X, siyahi ırkçılıktan vazgeçtiği gerekçesiyle İslam Milleti üyelerinden de tehditler almaya başladı ve güvenlik önlemlerine başvurdu. Malcolm X'in, eşi Betty ve 4 kızı ile yaşadığı New York'un East Elmhost mahallesindeki evi, 15 Şubat 1965'te bombalandı, şans eseri kimse yara almadı. Malcolm X, bu olaydan 6 gün sonra 21 Şubat 1965'te Harlem'deki Audubon Balo Salonu'nda bir konuşma yaptığı sırada yanına yaklaşan 3 kişinin silahından çıkan 15 kurşunun hedefi oldu. Hastaneye kaldırılan Malcolm X kurtarılamadı ve 49 yaşında hayata gözlerini yumdu. Malcolm X'in 27 Şubat 1965'te düzenlenen cenaze törenine yüzlerce kişi katıldı. Malcolm X'in hem zorluklar ve mücadeleyle dolu hayatı hem de düşünceleri hayattayken olduğu gibi, öldükten sonra da insanlara ilham kaynağı olmaya devam etti. Adalet ve eşitlik için verdiği mücadelenin öğretileri nesiller boyu birçok kişiye yol gösteren ve birçok kişinin İslam'ı benimsemesine vesile olan Malcolm X'in, ünlü siyahi yazar Alex Haley ile kaleme aldığı ve yayınlandığını göremediği hayat hikayesi, 20'nci yüzyılın en önemli otobiyografilerinden biri olarak gösteriliyor. KAYNAKÇA Alex Haley - Malcolm X
(otobiyografi)
21
Kadir KURT
YAŞAMIMIZDAKİ SÜREKLİLİKLER VE KIRIKLARI
Yaşamımızda devamlılığını koruyan rutinlerin, alışkanlıkların, görevlerin hatta yer alan insanların dahi kendine ait süreklilikleri vardır. Mesela her pazar günü ailecek kahvaltı yapmak bir sürekliliktir, bir ebeveynin çocuklarına her gün yemek yapması bir sürekliliktir, kişinin bir sevgilisi, eşi, annesi, babası, kardeşi olması bir sürekliliktir. Fakat bu süreklilikler zamanla kırılabilir. Kırılan süreklilikler ise insan psikolojisinde tahribat oluşturur ve bu ne kadar acılı bir süreç olsa da gayet doğal bir durumdur. Hayatımızda önemli olan bir sürekliliğin kırılmasını düşünelim. Örnek veriyorum, bu annemizi kaybetmek olabilir. Annenin kaybı yaşamın başlangıcından beri yanında olması nedeniyle sürekliliğinde büyük bir kırılma olduğu anlamına gelir. Kişi başta şok olur, kabullenemez, inkâr eder, bir daha göremeyeceğinin farkına varır, kabullenmeye çalışır, kendini hayattan soyutlamaya başlar. İşte bu kısımda kişinin yapması gereken şey küçük sürekliliklerinin devamını sağlayarak işe yaradığını hissetmektir. Mesela duşunu düzenli alır, eşini, çocuklarını ya da evdeki işlerini ihmal etmez hayata dâhil olursa bu kırığın üstesinden daha kolay bir şekilde gelebilir. Elbette ki üstesinden gelmek demek kırığın tamamen iyileşmesi anlamına gelmez. Sadece alışmaktır bu. Anne konusu çokça hassas bir konu olduğu için ve neredeyse herkesin bir gönül derdi olduğu için gönül ilişkileriyle devam etmek istiyorum. Ciddi manada değer verilen bir sevgili, kişi için umuttur, sevgi kaynağıdır, güvenli limanıdır. Beklenmedik bir zamanda oluşan gönülsüz ayrılıklar da o kişinin ifade ettiği ve içinde bulunduğu süreklilikte kırılmaya yol açar. Bu kırılmada karşımıza yine vefat durumundaki adımların aynısı çıkar. Çünkü bir kişiden ayrılmak demek onu bir daha göremeyeceğiniz, onun bir daha hayatınızda olmaması demektir. Bu yüzden şok, kabullenmeme, inkâr, kabullenme ve alışma adımları yine görülür. 22
Maalesef bazı kişiler bu durumu kabullenemez ve karşı tarafa onları rahatsız edecek davranışta bulunurlar. Sanırım vefatla ayrılmak arasındaki farklı olan kısım da burası oluyor. Vefat eden kişiye müdahale etmeye çalışamayacakları için mecburen bir yerden sonra kabullenme yaşanıyor fakat bazı insanlar ayrılmada bu kabullenmeyi yaşayamıyor. Peki, kırılan sürekliliklerimizin üstesinden nasıl gelebiliriz? Buna şu şekilde cevap vermek istiyorum: Sürekliliklerin önem boyutları farklı olduğu için büyük bir sürekliliğin kırılması büyük bir kırık oluşturacaktır. Kişiyi daha derinden yaralamış hissi verecektir. Böyle bir durumunda unutulmamalı ki diğer küçük süreklilikler devam etmektedir. Kişi küçük sürekliliklerine devam sağladığı sürece kişinin hayatından kendisini soyutlamasının önüne büyük oranda geçilmiş olur. Mesela bir anneyse çocuklarına yine her gün yemek yapmaya devam etmeli. Bir öğrenciyse okula bir haftadan fazla ara vermemeli. Hatta bu bazı uzman görüşlere göre 3 gün gibi bir süre öneriliyor. Eğer çalışıyorsa işine gitmeye ve elinden gelenin en iyisini yapmaya devam etmeli. Kısacası kişi yaşamına devam etmeli ki yaşadığını hissetsin. O yaşadığı büyük kırıklık hiç geçmese bile dikkatini o yönden çekerek alışma sürecine girmiş olur. Bu dediklerimden yas tutulmamalı gibi bir anlam çıkarılmasını istemem çünkü kişi olabildiğince duygularını dışa vurmalı, baskılamamalı. Gösterilen duygunun kişi tarafından fark edilmesi olayları kavramasında büyük rol oynar ve böylece olayları, kırılan sürekliliğini kavramış olur. Yapılan telkinler eşliğinde kişi kendini daha iyi hisseder ve kırıkların üstesinden gelmiş olur. Tabii bu süreçte psikolojik destek görmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Bir aylık tatilin ardından bizi bırakmadığınız ve okumaya devam ettiğiniz için teşekkürler. Umarım yaşadığınız kırıkların sonucunda daha güçlü birer birey olabilirsiniz. Hoşça kalın, esen kalın…
23
İrem CINDIR
Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim,
sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir.
Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler.
Süreç Fanzin’de bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Süreç’in sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça
açacaktır.
Süreç Fanzin, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interak-
tif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir yayın organı ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.
surecfanzin Süreç Fanzin, SÜREÇ TOPLULUK Yayınıdır.