SÜREÇ Fanzin
Sayı: 4 :)
1
Süreç Fanzin Editör Furkan ERKUL
Kapak Tasarım / Mizanpaj Yuşa ARIĞ
Yazılar / Yazanlar • •
(4-7) Ayrık Beyin: İki Kişilik Bir Beden / E. Gizem GÜNEŞ
(8-11) Değişimle Savaşan ve Kaybeden İnsan Üzerine / Yuşa ARIĞ •
(12-17) Hitler’in Bebeği / Emre YAMAN
• (18-23) Madalyon’un Ters Yüzü, Antik Yunan’da: İyilik, Kötülük, Adalet / Berk ATANSAY
• (24-27) Kaybolmaktan Kurtuluş ve Yaşama Karşı Cevap Arayışı / İrem CINDIR Bize Ulaşın surecfanzin@gmail.com /surecfanzin
2
Önsöz
Merhabalar okuyucu,
En sonunda Süreç’in 4. Sayısını da çıkartmış bulunmaktayız. Süreç’i çıkartmaya karar verdiğimizden beridir başarılı 4 ay geçirmiş olduk. Önsözler genelde birkaç cümleden fazla olurlar ama bu sefer ne aklımıza söyleyecek pek fazla şey geliyor, ne de buna gerek duyuyoruz. Ha şunu belirtmeden geçmek yanlış olacak sanırım. Kapağın fonundaki eser “The Fight Between Carnival and Lent” adlı Pieter Bruegel eseridir. Üzerine işlenen görseller ise tamamıyla tasarımcının şansına seçtiği yazarlarımızın yazılarında kullandığı görsellerdir. Bu kapak tasarımıyla anlatılmak istenen de zaten temasızlığımıza rağmen sahip olduğumuz ortak paydamızın varlığıdır. Ha bu yaptığım yüceleştirme sayılmasın ortak payda dediğimiz de koronadan dolayı evde olmamız o kadar. Neyse sayın okuyucu biz yazarken eğlendik, umarız siz de okurken eğlenirsiniz.
Ha bir de yorum falan yapmak isterseniz ya da eğer yazıda sallamasyon şeyler sezerseniz lütfen sakın yazmaktan çekinmeyin, iletişim bilgilerimiz yan sayfada ;)
Yuşa ARIĞ
3
Ayrık Beyin: İki Kişilik Beden
“Bedenimin ve düşüncelerimin tek sahibi benim!”
Çoğumuz bundan şüphe duymasak da doğruluğu tartışılabilir. Fakat bu konuya girmeden önce bazı bilgileri tekrar etmekte fayda var: Hepinizin bildiği gibi beynimiz iki simetrik yarım küreden oluşur. Sol yarım küre zincirleme zekanın (dil, konuşma, cismin adını bulup söyleme...) sağ beyin ise sezgisel aklın (sanat, sembolikleştirme, yüz tanıma...) kaynağıdır. Ayrıca koku hariç tüm duyu sinyalleri zıt taraftan beynimize ulaşır. Yani sağ gözün gördüğü sol hemisferde işlenirken sağ burun deliğinden gelen koku sağ hemisfere ulaşır. Sol lob vücudumuzun sağ tarafını kontrol ederken sağ lob ise sol tarafını kontrol eder.
4
Normalde sağ ve sol hemisferler arasındaki farklılıklar kendini belli etmez çünkü her iki hemisfer birbirinden haberli ve eş güdümlü çalışır. Bunu sağlayan ise sağ ve sol lob arasında köprü işlevi gören “corpus callosum” dur. Corpus callosumun bir operasyonla baştan aşağı kesildiği hastalara “ayrık beyin” denilir. (Bu yöntem yani corpus callosotomy, epilepsiyi önlemek için kullanılıyordu.) Bir başka deyişle bu operasyonla beyni iki yarım küreye ayırmak demek, bir yarım kürenin yaptıklarından diğerini habersiz bırakmak anlamına gelmekte çünkü iki beyin arasındaki köprü yıkılmış durumda. Bu hastalarda ilk başta her şey normal gözükse de önümüze bazı garip vakalar ortaya çıkmıştır: Bir adamın, bir eliyle karısına sarılacağı sırada diğer elinin boğmaya çalıştığını fark ettiği bir vaka vardır. Bir diğer vakada ise bir kadın, bir eliyle elbiseyi seçerken diğer elinin tümüyle farklı bir kıyafeti seçtiğini söylemiştir. Başka bir adam da geceleri uyumakta zorluk çektiğini çünkü diğer elinin gece onu boğacağını belirtmiştir. Bazen bir elinin diğer elini kontrol etmekte zorlanmasından dolayı, ayrık beyin hastaları kendilerini çizgi filmde yaşıyormuş gibi sanabilirler. Doktorlar kimi zaman bunu “Dr.Strangelove sendromu” olarak adlandırırlar çünkü bu filmde bir elin diğer elle savaşmak zorunda kaldığı bir sahne vardır. Yani beyni ortadan ikiye ayırırsak kişiyi de ikiye mi bölmüş oluruz gibi bir soru çıkıyor önümüze.
5
Ameliyatın sonuçları için araştırmalara 20.yy’da başlandı. Ayrık beyin ile ilgili çalışmaları sayesinde Nobel ödülü kazanan Roger Sperry’nin deneylerinden bahsetmek istiyorum. Gözleri kapalı bir insanın sağ eline bir cisim verirsek avcunda yoklayarak tanımasını istersek yapabilir çünkü sağ elle yokladığı nesnenin bilgisi sol lobda bilince çıkar ve yine sol hemisferdeki konuşma bölgesine bu bilgi iletilir. Ama aynı işlemi sol avucuna bir cisim koyarak yaparsak bu bilgi sağdan sola iletilemeyeceği için cismin adını söyleyemeyecektir. Şimdi sol eline cisim verdiğimiz bu kişiye gözlerini açmadan önüne birçok cisim koyup az önce yokladığı cismi bulmasını istersek bunu sol eliyle yapabilir ama sağ elle yapamaz çünkü sağ elden sorumlu sol hemisfere bu bilgi gitmemiştir. Sperry, ayrık beyin hastaları üzerindeki ayrıntılı çalışmalar sonucunda iki farklı zihnin tek beyni yönetebileceği sonucuna vardı.
6
Her iki yarımkürenin kendi düzeni içerisinde, karakteristik olarak insan düzeyinde algılanan, düşünen, mantık yürüten, istekleri olan ve duygulanan birer bilinçli sistem olduğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştir: “Sol ve sağ yarımkürenin ikisi de aynı anda farklı hatta karşılıklı çelişkiye düşerek paralel çalışan zihinsel deneyimlerde başarılı olabilirler.” Sperry’nin yanı sıra Gazzaniga da beyni ikiye ayırmanın iki ayrı bilinç durumu oluşturduğunu belirtir. Gazzaniga’nın deneyleri de başlı başına bir olay olduğu için başka bir sayıda bu konuya devam edeceğim.
Kaynakça Davranışsal Nörofizyolojiye Giriş Açıklamalı Epilepsi https://sinirbilim.org/ayrik-beyin/
7
E. Gizem GÜNEŞ
Değişimle Savaşan ve Kaybeden İnsan Üzerine
Değişim insanlığın belki de yaratılışından yahut evrilişinden beri hem en büyük dostu hem en büyük düşmanıdır.
Creazione di Adamo, Michelangelo
Kadim üçlüden günümüze dek gelen bütün hikayelerde değişime bir karşı koyuş ona itiraz ediş vardır. 1 Ancak bu karşı koyuş ya da itiraz ne denli büyük olursa olsun değişim ya galip gelir ve değiştirir ya da karşı koyan organizmayı yok eder. İlklerden günümüze kalan değişim bu yazıyla daha derinden incelenmeye ve insan hayatındaki yeri daha net anlaşılmaya çalışılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki bu yazı boyunca değişim kişi açısından olumluyu hedefleyen biçimde kabul edilmiştir.
8
Sözün başında sanıyorum ki bu yazıda değinilmesi gereken ilk yer çok sık üzerine tefekkür ettiğim ve sıkça buradaki köşemde de kendilerine yer verdiğim insan değil, değişim kelimesinin kendi olacaktır. Zira dil, insanın çıplak kalmış hatta örtülememiş cinsel organıdır. Değişim, kökeni günümüzde hala kullanımda olan “değmek” fiiline dokunan ve bazı kaynaklara göre gelişiminde denk kelimesiyle de ortaklık bulunduran bir kelimedir.2 Kökeninde sahip olduğu anlam bu etimolojik bakıştan da anlaşılacağı üzere değmek yani o değere denk gelmektir. O halde günümüzde kullanılan anlamıyla da bağlantı kurulursa eğer değişim, nesnenin ona değen yani özündeki değere denk düşen bir başkasıyla takasıdır yani bir tamamlanma işidir.
9
Kelimenin anlamından da anlaşıldığı üzere değişim her şeyden önce değişecek nesne için bir eksiklik veyahut daha iyisinin varlığını gerektirir. Değişimi temelinde zor ve hatta baş edilemez kılan da aslında yine değişimin getirdiği bu eksikliğin veya daha iyinin ön kabulüdür. Buradan değişimin nesnesini insan kabul edersek eğer diyebiliriz ki kişi değişmek için önce eksikliğini veya daha iyisinin varlığını kabul etmek zorundadır. Bu kabulle baş başa kalan kişi (ki kadim üçlü anlatısında şeytan da bu hataya düşüyor) değişimi aslında kendi benliğine bir hakaret sayar ve bu yüzden içten içe varlığına küfrettiği bu zorunlulukla savaşır. Bilinçdışı düzlemde olması muhtemel bu savaştan dolayıdır ki çok sık doğru bildiğimiz yanlışları gerek ilişkilerimizde gerek işimizde gerek kendi benliğimizde defalarca tekrarlarız. Çünkü onlar aslında doğru bildiğimiz yanlışlar değil, yanlışlığını bildiğimiz ancak yanlışı tercih etmiş olma durumunu kabul edemediğimizden dolayı doğru bildiğimizi iddia ettiğimiz yanlışlardır. Durum kişi için bu kadar vahimken onu, bu gerçeğe fütur ederek değişimin ona iyi geleceği konusundaki ahmakça fikirlerimizi ısrarla dikte etmek manasızlıktır hatta belki de nobranlıktır. Kişi değişmek veya değişmek zorunluluğunu kabul etmek için önce eksikliğini kabul etmeli, yanlışlığıyla baş başa kalmalıdır. Ancak bunu becerebilenler için değişim süreci ağrısız, acısız geçer. Tebdil-i mekânın hayrı da zaten mekânın fenalığından gelmez mi?
10
“Özünden adeta fışkıran kötülüğüyle savaşırken sonsuz inkarından dolayı yine kendi savaştığı kötülüğünü unutan insan, her an bastırdığı çirkin isteklerine ve arzularına dönmeli, onları kabul etmelidir. İnsanı kurtaracak ve bütün iyiliklerin anası olacak erdem kötülüğün kabulüdür.”
1: Kadim üçlü deyimi; insan, şeytan ve tanrı üçlüsünü vurgular. 2: Gülensoy T., Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü
11
Yuşa ARIĞ
Hitler’in Bebeği
2.Dünya Savaşı yıllarına yaklaşırken Nazi Almanya’sında kötü giden ekonomi ve otomobillerin pahalı fiyatlarda piyasaya sürülüyor olması, Adolf Hitler’i rahatsız etmeye başlar. Her Alman bir araba sahibi olabilsin diye çözüm arayışlarına giren Führer, orta sınıf vatandaşları için uygun fiyatlı, ucuz arabalara ihtiyaç olduğuna karar verir. Araba kullanmayı bilmese de bir araba hayranı olduğundan hapis yıllarında okuduğu Henry Ford’un biyografisinden etkilenir ve böyle bir otomobil üretmenin mümkün olabileceğini düşünür. Dönemin en iyi mühendisi olan Ferdinand Porsche ile bir araya gelerek Porsche’den ‘’halk için bir otomobil’’ tasarlamasını ister. Hitler’in hayal ettiği araç, 2 yetişkin ve 3 çocuk taşıyabilecek, 100 km hızla gidebilecek, ekonomik ve fiyatı 1000 Mark’ı geçmeyecek şekilde olmalıdır. Yapılan iş birliği neticesinde tasarım bürosu açan Porsche, yaratacağı otomobilin dünyayı ele geçireceğinden habersiz, aracın ana hatlarını çizmeye başlar. Kaplumbağa görünümüne kavuşan bu sevimli arabanın detaylarını ise Adolf Hitler bizzat kendisi tasarlar. 1938 mayısında Hitler, dalgalanan büyük Nazi bayrakları eşliğinde binlerce kişi ve muhabirlerle bir Nazi propagandası yapar ve bugünkü Wolfsburg şehrinde Avrupa’nın en büyük otomobil fabrikasının temelleri atılır. Halkın otomobili anlamına gelen Volks-wagen markasıyla tasarladıkları bu araç, “Kdf Wagen” yani ‘Gücün sevinci’ adıyla piyasaya sunulur. O günü unutulmaz kılan detaylardan bir diğeri ise halka tanıtılan ilk prototip “Kdf Wagen”in el yapımı olmasıdır. Aracın direksiyon ambleminde yer alan su, kale ve köpek şekilleri; aracın su gibi aktığını, kale gibi sağlam olduğunu ve bir köpek gibi sahibine bağlı olduğunu simgeler. Bir Vosvos ile mavi bir balinanın kalbinin neredeyse aynı boyut ve ağırlıkta olması da onu benzersiz yapan özelliklerinden bir diğeridir. Aracın lastiklerini çıkardığınızda ise iki tekerlek mesafesinin demiryolu rayı genişliğinde olması, vagon taşımacılığında da kullanılabilmesini sağlamıştır. 12
Görkemli tanıtımdan sonra kısa sürede dünya basınına yayılan Vosvoslar, dönemin motor dergisinde “Hitler’in sevinç getiren güç otomobili” başlığıyla duyurulur. İlk vosvoslar, “Ayda yalnızca 5 Mark’a otomobil sahibi olmak” manşetiyle ilanlarda yer edinmeye başlar fakat bu sevimli araçlar dünyayı etkisi altına alsa da “Kdf-Wagen” ismi halk tarafından pek benimsenmez. Dönemin popüler gazetesi New York Times, Vosvos araçlarını “Hitler’in Bebeği” manşetiyle okuyucularına duyurur. 1938 yılı baskısında ise Hitler’in aracı için “Beetle” ifadesini kullanması, Vosvos’u gerçek ismine kavuşturur.
13
Volkswagen Beetle’ı dünyanın en ünlü ve en çok satılan otomobili yapan şey şüphesiz onun Amerika macerası olur. Son derece sade ve özellikleri ortada olan Beetle arabalarının reklamı tıpkı kendisi gibi samimi ve dürüst olmalı stratejisiyle bir reklam hazırlığı başlar. “Think Small” başlığıyla duyurulan kampanya o kadar başarılı olur ki 20.yüzyılın en iyi reklam kampanyası olarak tanımlanır. Bir diğer Beetle reklamı sayılabilecek olay ise Rock&Roll müziğin babası kabul edilen Elvis Presley’in otomobil tutkusundan gelişir. Askerlik görevi için gittiği Almanya’da çok beğendiği kullanılmış bir Beetle satın alır. Böylece Amerika, Elvis sayesinde Beetle ile tanışmış olur. Volkswagen Beetle’ın kaderinde bir diğer dönüm noktası ise Amerika’dan çıkarak tüm dünyaya yayılan ‘’Hippi’’ akımında barış sembolü olarak gerbera figürleriyle boyanmış renkli Vosvosların tercih edilmesi sayılır. Sinema tarihine baktığımızda ise 1963 yılında yayınlanan “Herbie” filmi, başrol oynayan tek otomobil olma özelliğini Vosvos’a kazandırır. Bir Vosvos’u yalnızca onun yaşamı üzerinden anlatan tek sinema filmi “The Love Bug” gösterime girdiğinde ise dünyanın dört bir yanındaki Vosvos tutkunları beyaz perdeye akın eder. Ayrıca Bernard Riger, kaleme aldığı “The People’s Car: A Global History of the Volkswagen Beetle” adlı kitabında otomobilin tarihi ve onu ikon yapan reklamları bir araya derlemiştir. Dünyada en çok Beetle yani “böcek” olarak anılan araçlar, Türkiye’de biçimsel benzerliğinin yanı sıra dayanıklılığı ve uzun ömürlü oluşu nedeniyle “tosbağa” ve “kaplumbağa” adıyla ölümsüzleşir. Meksikalılar da herkeste bir tane bulunduğu için “göbek deliği” olarak adlandırır.
14
Ülkemiz toprakları üzerinden ilk vosvos, 1951 yılında geçer. İlk Türk Vosvos sahibi olarak bilinen Op. Dr. Ömer Faik Çelebi, Almanya’dan getirttiği çift camlı ve kara şanzımanlı lacivert VW’sini tam 33 yıl aralıksız kullanır. Dünyanın en fakir devlet başkanı olan Jose Mujica’nın kullandığı araç da bir Volkswagen Beetle’dır. Uruguay’ın mütevazi yaşamıyla bilinen eski devlet başkanı Jose Mujica mavi Vosvos’unu makam aracı olarak da kullanırken aracın tüm masraflarını da kendi cebinden karşılar. Meksika başkenti sokaklarında yıllarca taksi olarak kullanılıp emekli edilene kadar görev yapan yeşil Vosvoslar, sadece bir araç olarak görülmeyip uzun bir süre şehrin simgesi olarak kabul edilir. Savaş dönemlerinde ise her Vosvos yaşamlarını bu kadar şanslı devam ettiremez. Fransız VW tutkunu olarak bilinen fotoğrafçı Lauretn Gernez, Bosna Hersek’te savaşın olanca şiddetiyle sürdüğü 1994 ocak ayında Saraybosna mahallelerini keşfe çıkar. Sokak aralında mermilerle, roketlerle ağır hasarlar alan Vosvosları görüntüler. Beetle araçların tüm dünya tarafından sevilmesine kayıtsız kalmayan Vosvos üreticileri, 1 milyonuncu aracı tamamen altın renginde üreterek Wolfsburg AutoStadt Müzesi’nde ziyaretçilere sunar. 30 Temmuz 2003 yılında ise 21.529.464’üncü son Vosvos, Meksika’da üretim bandından çıkar ve Wolfsburg’daki müzeye gönderilerek sergilenir. Guinness Rekorlar Kitabı’na baktığımızda, bir Vosvos’a tam 17 kişinin sığdığı gösteri, kayıtlara rekor olarak geçer. Ülkemizde bir grup Vosvos tutkunu tarafından “VOSVOS Magazin” isimli bir dergi yayın hayatına başlar. Bazı zorluklardan dolayı 6 güzel dergiden sonra yayımına son verilir. Günümüzde hala faaliyetlerini sürdüren Vosvos kulübünün temelleri, 1992 Kasım’ında VW Fun Club olarak İzmir’de atılır.
15
Kendilerini “20.yüzyılın en acı kitlesel olaylarına tanık olmuş bir otomobil markasının çevresinde toplanmış; daha güzel ve yaşanır bir dünyaya dair yolda, yeryüzü barışı, insan hakları, hayvan hakları ve doğanın korunmasında olanakları ölçüsünde duyarlılık ve sorumluluk üstlenen bir sivil toplum örgütü” olarak gördüklerini, bir otomobil markasının çevresinde toplanmış otomobil düşkünleri topluluğu olmadıklarını savunurlar. Bu örgütlenmeler, sosyo-kültürel sınıftan bağımsız olarak her kesimden Vosvos sahiplerini bir araya getirir. Üretimi durmuş olsa da bitmeyen Vosvos sevdası, her ülkede Vosvos kulüplerine olan bağlılığı arttırır. Birbirlerini hiç tanımasalar bile kendilerine özel bir selamlaşma biçimi olarak yollarda karşılaştıklarında farlarını yakıp södürmeleri, samimiyetin ve bağlılığın simgesi haline gelir. Sahipleri çoğunlukla yardımsever, paylaşımcı, doğaya saygılı ve eğlenceli olan bu sevvimli araçlar; kocaman bir oyuncak, vazgeçilmez bir dost, haksızlara tahammülsüz ve hep mutlu hakiki bir yoldaş olarak tanımlanır. Bu kadar sevilmesinin nedeninin tasarımında olabileceğini çünkü otomotiv tarihinde hiçbir aracın herhangi bir yerinde böylesine doğal biçimde bir kalp görüntüsünün bulunmadığını düşünürler. Ruhu olduğuna inanılan ve gülümseten hisler beslediğimiz bu sevimli araçlar, canlı bir varlıkmış gibi benimsendiği için her yılın 22 Haziran günü Vosvos’un doğum günü kutlanır. Bütün bu olanlara baktığımızda bir diktatörün emriyle üretilecek Nazi icadının her kesimden insanı etkileyeceği kimsenin aklına gelmedi. Hitler’in dünyayı zapt etme rüyaları Berlin yenilgisi ile tarihe gömülmüş olsa da tüm dünyayı zapt eden, barışın simgesi Vosvoslar oldu. İnsanların beyinlerini karartarak kendisine itaat edecek bir toplum hayali kuran Adolf Hitler, Vosvos üretimiyle tahmin edemediği bir direnişin mimarı oldu.
16
“Yeryüzündeki karanlık beyinler far ışığıyla aydınlanabilseydi tüm Vosvoslar farları açık şekilde dolaşırdı.” ideolojisi tarihe kazandırıldı…
KAYNAKÇA https://www.webtekno.com/65-yil-boyunca-seri-uretilen-vosvos-tosbagahakkinda-az- bilinen-10-gercek- h60181.html -Bekircan Akpınar https://pazarlamasyon.com/think-small-isiginda-volkswagen-beetle-tarihi/ Erhan Eren https://onedio.com/haber/savasta-dogdu-barisin-simgesi-oldu-askinadoyamadigimiz-vosvos un-okuyunca-cok-sasiracaginiz-hikayesi-824600
17
Emre YAMAN
Madalyon’un Ters Yüzü, Antik Yunan’da: İyilik, Kötülük, Adalet
Merhabalar, Bugün Antik Yunan’da iyilik, kötülük, adalet gibi ahlaki kavramlar üzerine biraz konuşmaya çalışacağım. Yazıya başlarken aklımda içeriği biraz daha genişletmek ve açıklamak vardı fakat yazı esnasında bu yazının bir fanzin yazısı olduğunu aklımdan çıkarmış olmamdan kaynaklı metni yazdıktan sonra düzenlerken bazı hususları metinden çıkarma gereği duydum. Kadın, pederşahilik, cinsel eğilimler, derebeylikvari bir kalıntı olarak görülebilecek phrytra’ları ve yurttaş eşitsizliği gibi konuları metine dahil etmedim. Günümüzde Antik Yunan, adı da bir Antik Yunan mitolojisinden gelen Avrupa’nın kendisine temel olarak gösterdiği, ata olarak bellediği bir medeniyettir. Antik Yunan’ın bilim ve sanatta kendine has bir biçimde ustalaşması, başta tıp, matematik ve felsefe olmak üzere çeşitli disiplinlerde özgün bir biçimde gelişme göstermesi gibi sebepler, bugünün tarih yazımında Avrupa’nın, Antik Yunan’ı kendisine ata olarak görmesine sebep olduğu söylenebilir. Her ne kadar Antik Yunan’ın kendine has motifleri olan bir medeniyet olduğu iddia edilse de bu kendine has üslubun temelinde Mezopotamya’nın izlerinin yattığı bugün apaçık bir şekilde kabul edilmektedir.
18
Avrupa’nın Antik Yunan medeniyetinin devamı olduğunu söylemek artık pek doğru olmasa da Roma’nın, Antik Yunan’ın mirasını devraldığını iddia etmek son derece mümkündür. Bu durum dönemin mitolojilerinde de kendisine son derece bariz bir yer bulmuştur. Söz gelimi Vergilius’un Aeneas Destanı’nda Roma’yı kuran Remus ve Romulus, Homeros’un metinlerinde da karşımıza çıkan ve Troya savaşından sonra hasta babasını taşıyarak Roma’ya gelen Aeneas’ın torunları olarak tasvir edilmişlerdir. MS 4. Yüzyıldan itibaren Roma’nın ikiye parçalanması, Hristiyanlığın resmileşmesi ve sonrasında devlet dini haline gelmesi, otorite merkezlerinin kayması sonucunda keskin bir değişme yaşayan Avrupa’nın bu dönemden sonra Antik Yunan’ın mirasını devam ettirdiğini söylemek pek de mümkün değildir. Antik Yunan’ın pek çok alanda özgün bir biçimde gelişme göstermiş bir medeniyet olduğunu söylemiştik. Bu özgünlüğün ve gelişmenin yanında Antik Yunan medeniyeti bir o kadar da pederşahi, ticaretle uğraşılmasına rağmen feodalliğini atamamış, eşitlik ve adaletten bihaber olan bir medeniyetti. Amacım Antik Yunan’ı kesinlikle aşağılamak değil fakat bugün Antik Yunan’ın bir tür üst medeniyet şeklinde görülüyor olması da bir o kadar ilginçtir. Tunç çağında derebeylikvari bir yapılanma taşıyan Miken Uygarlığı son derece eşitsiz, zenginliğin tepede toplandığı bir medeniyetti. İlyada ve Odyessia bize o güne dair en önemli tasvirleri yapan metinlerdendir. İlyada’ya baktığınızda insanların da tanrıların da ne iyilikten ne de kötülükten bir sakıncası yoktur. Hatta İlyada ve Odyessia’da iyilik ve kötülük diye bir şey yoktur. Önemli olan tanrılara kurban vermek, tanrılara ve sonrasında kahramanlara karşı gelmemektir. Tanrılar için de doğru eylem gibi bir ölçüt söz konusu değildir, tanrılar da pekâlâ insanlar gibi birbirlerinin arkalarından iş çevirmektedirler.
19
Atina tiranı Peisistratos’un, İlyada ve Odessa’yı metinleştiren kişi olduğu bilinmektedir. Peisistratos’un Homeros metinlerinin bazı bölümlerini sansürlediği kabul edilmekle birlikte bir husus da vardır ki son derece önemlidir. Azra Erhat’ın aktardığına göre; Halikarnas Balıkçısı, metinlerde Akhileus’un, Troilos isimli birisine tecavüz edip öldürdüğü bir bölüm olduğunu ve Peisistratos’un bunu sansürlediğini belirmektedir Bkz. (Homeros, s. XVI). Peki bu ne anlama gelmektedir? Öncelikle belirtmek gerekir ki destanlar, tarih kitapları değillerdir fakat döneme ilişkin pek çok bilgi içermektedirler. Homeros ve Heisodos’un metinleri, kendilerinden yüzyıllar sonra bile Antik Yunan’da eğitim müfredatında okutulmuşlar ve dini metinler olarak görülmüşlerdir. Destanlardaki eylemler dönemin insanlarını anlatırlar ve hatta bazen dönemin insanlarının eylemlerini meşrulaştırırlar. Akhileus, İlyada’daki en yiğit, en övgüye değer ölümlüdür ve kendisi de tanrı soyundan gelmektedir. Hatta öyledir ki bazı bölümlerde orduya önderlik eden Agamemnon’dan dahi daha yiğit, daha onurlu bir kişi olarak tasvir edilir. Akhileus olmadan Akhalar neredeyse savaşı kaybedeceklerken Akhileus sayesinde tekrar savaşı kazanmışlardır. Akhileus bir yana, diğer Akhalar bir yanadır. Destanda en takdire şayan olan kişinin birisine tecavüz edip öldürmesi ise herhalde rastlantı değildir. Buradan çıkarılacak sonuç şudur ve fazla ileri giden veya abartı bir sonuç da değildir: Akhaların en yiğidi, en takdire şayanı, en güçlüsü bile birisine tecavüz edip öldürüyorsa diğer Akhalar ne yapmasın? Belki biraz çirkin olacak ama klasik deyimle, “İmam osurursa cemaat sıçarmış.” Tabi tecavüz konusu Heisodos’un tanrılarında da son derece yaygındır.
20
Zeus'un Europe'yi kandırıp kaçırmasıni betimleyen bir mozaik
Yunanlarda toplum temelli bütüncül bir iyilik ve kötülüğün oluşması 4.yy’ın sonlarına doğrudur diyebiliriz. Hatta bu iyilik ve kötülüğün felsefeyle bile ancak Sokrates ile oluşacağını söyleyebiliriz. Sofistlerde herhangi bir genel geçer ölçüt olarak iyi veya kötü bulunmuyorken Sokrates’in bugün dilimize vicdan olarak çevrilen daimon’u kritik bir husus olmakla birlikte Sokrates gibi birisinin sonu idam olmuştur. Yunanların adaletten ne anladığıysa son derece çarpıcıdır. Evet, Yunanların bir adalet anlayışlarının olmadığını ileri süremeyiz. Hatta adaletin tanrıçası bile vardır: Dike. Ancak bilinmelidir ki Antik Yunan’ın hiçbir döneminde iyiliği veya kötülüğü esas alan bir adalet anlayışı gelişmemiştir. Tunç Çağı’ndaki kralların (vanaks) elinde olan adalet, daha sonra Arkaik Dönem’de basileusların (kral kadar geniş yetkileri olmamakla birlikte yönetici unvanı, Yunan Arkaik Dönemi’nde ortaya çıkmakla Roma’da da kullanılmış ve Sparta polisinde kalıcı olmuştur), Klasik Dönem’de ise hitabet sanatına sahip, halkı kandırma becerisine sahip olanların, zenginlerin, dalkavukların, demagogların eline geçecekti.
21
Hesiodos’un “İşler ve Günler”inde “Adalet” bölümünde verdiği, atmacanın bülbülü yediği canlandırmada atmaca ile bülbül arasındaki diyalog çarpıcıdır Bkz. (Hesiodos, 2019, s. 56,57). Sonrasında ise Hesiodos, adalet konusunda da öğütler verse de yapılabilecek çıkarım çok nettir: Bizim deyimimizle, “Ekmek aslanın ağzındadır.” Adalet problemi de aynı şekilde Antik Yunan’da çözülememiş, buna felsefe bile çare olamamıştır. Aristo’nun “Politika” eserinde yaptığı temellendirmeler bile toplumcu bir adalet anlayışı için yeterli olmamakla, Epikuros’un Aristo’dan etkilenmesiyle ortaya atacağı ortak fayda anlayışı buna bir çözüm niteliğindedir. Platon’un Devlet’inde Sofist Thrasymakhos’un sözleri ve Sokrates ile girdiği diyaloglar dönemi yansıtır niteliktedir.
22
Doğruluk güçlünün işine gelendir. (Platon, s. 17) Bu yazının bir fanzin yazısı olduğunu ve daha şimdiden bir fanzin için fazla yazdığımı hatırlayarak daha söylenecek çok şey olsa da bu yazıyı biraz yarıda kesercesine burada noktalıyorum.
Kendinize iyi bakın…
Kaynakça Arslan, A. (2019). İlkçağ FelsefeTarihi (8. b.). İstanbul: İstabul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Hesiodos. (2019). Thegonia - İşler ve Günler (5. b.). (A. Erhat, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Homeros. (2018). İlyada (8. b.). (A. Erhat, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Platon. (2016). Devlet (29. b.). (M. C. Sabahattin Eyüboğlu, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İ
Antik Yunan’da dilimize kardeşlik bağı olarak çevirebileceğimiz, çoğu polis de yönetime doğrudan müdahil olan ve alınan kararları etkileyen durum. İi Doğruluk kelimesi yerine adalet kelimesinin ifade edilmesi uygundur. Bunun sebebi ise hem Ali Cimcöz’ün önsözde belirttiği üzere çeviri yöntemidir, hem metnin genel gidişiatıdır, hem de Ahmet Arslan’ın aynı cümleyi “adalet güçlünün işine gelendir” Bkz. (Arslan, 2019, s. 64) olarak çevirmesidir
23
Berk ATANSAY
Kaybolmaktan Kurtuluş ve Yaşama Karşı Cevap Arayışı
“Zamanın içinde kaybolmak günahlarından azat edilmek demek” Murat Gülsoy
Hepimiz belli bir ölçüde yitip gidiyoruz. Fotoğraflarda, yazılarda, mezarda, ya da düşündükçe hayatın manasızlığında. Ne için uğraşıyoruz? Bu kadar hayatta kalma çabası neden? Sakin olun amacım sizi intihara sürüklemek değil elbette. Sadece sizin de bazen benim gibi bunları sorguladığınızı biliyorum. Çünkü belli bir seviyeye ulaşmış olan bir insan sorgular, cevap arar. Kiminiz zaten benim burada yazdıklarımı çoktan bulmuş, hatta daha farklı şeyler bulmuş, olabilir. Bu yazım henüz tutundukları dalın nereye bağlı olduğunu göremeyip kısık gözlerle dibine bakanlara. Şimdi hızlıca bir giriş yapalım. İnanç. İnanç duygusu insanlar için bir ihtiyaçtır. İnanç denilince akla din gelse de inanç dini olmak zorunda değildir. Kimi Allah’a inanır, kimi Budha’ya ve daha birçok şeye. Kimisi de sadece kendine inanır. Yapabileceğine, başarabileceğine, çünkü bilirsiniz yapmak başarmak demek değildir, her şeyin daha iyi olacağına inanır. Bir taşa inanmak bile bize bir şeyler yaptırabilir. İnanç duygunuzu dizginleyemezsiniz çünkü o içinizde kaybolana kadar duracak bir dürtüdür.
24
Bir yanda da umut denilen şey vardır. Umut da inanca benzer aslında ama nedense umut bana inançtan daha içten, daha samimi gelir. Çünkü inancını paylaştığın kimseler tarafından inanç şekillendirilebilir ama umut daha bireye özgüdür, daha samimidir. Örnek olarak hastaneden kardeşinin haberini alan bir kişinin onun iyi olduğunu umması gibi basit bir örnek verebilirim. Örnek basit olsa da olay, içeriği, duygular ve umut asla basit değildir. O kişi var olan tüm hisleri, tüm düşüncesi ve tüm arzusuyla bunu ister çünkü. Umut bizi birçok şeye bağlar. Sevdiklerimize, işimize, hayatımıza. Bir insanın ümidi tükendiyse işte o zaman tehlikeli bir süreç başlamış demektir. Çünkü umudu kalmayan bir adamın korkacak, çekinecek ya da kaybedecek bir şeyi kalmamıştır. Üçüncü olarak hayata bağlayan bir diğer şey de bence meraktır. İleride nelerin olacağını görme dürtüsü. Bir kitabı okurken bile eğer hoşuma gitmezse sırf sonunu görmek için okuduğum oluyor. Aynı şeyi dizi ve filmlerde de yapıyorum. Gidebileceğim yere kadar gitmezsem içim rahat etmiyor ve nedense hep bir adım daha atabileceğimi düşünüyorum. Ve bütün bunlar sadece bende olamaz. Bunları bir tek ben hissediyorum diyecek kadar bencil olmadığım için listeme bunu da ekliyorum. (:
25
Şimdi sıra herkesin bildiği bir bağa geldi: Sevgi. Koşulsuz sevginin insana bir güç getirdiğini düşünmem beni sizin gözünüzde amansız bir romantik yapar mı bilmiyorum ama kesinlikle insana bir yaşama isteği getirdiği kesin. Aranızdan birçok kişinin ölmek istemem çünkü annem üzülür tarzı bir şey diyeceğini biliyorum. Yazılarımda ailesel ögeleri kullanmayı pek tercih etmem aslında. Ama bu sefer çoğunluktan duyduğum bir şeyi söylemek durumundaydım. Sevgili okuyucular… Verdiğim bu örneğin yerine “ben ölünce muhabbet kuşuma kim bakar” da diyenler olacaktır, yani bu cümleme çok takılmayın. Şimdi söylediğimi anladıysanız daha fazla dağılmadan toparlamak istiyorum. Sevgi bize inanç, umut, merak, yaşama bağlayabilecek herhangi bir güç ne olursa olsun bir şeyler verir işte. Ama koşulsuz sevginin ufak bir detayı bulunur: Önce kendini sevmek. Her şey kendini sevmekle başlar desem yine kişisel gelişim kitabına benzer mi? Umarım benzemez. Ama bu bir gerçek ki önce kendini, sonra hayatı sevmenin farkındalığına varınca yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlıyorsunuz.
26
Şimdi bu yazıyı çok uzatıp sizi sıkmak istemiyorum. Ama kendinize tekrar bir sorun. Biz neden yaşamak için bu kadar çabalıyoruz? Ne için uğraşıyoruz? Artık bunları düşündüğünüzde aklınıza bir şeyler geliyorsa, o kadar da karamsar hissetmiyorsanız birlikte bir şeyler başarmışız demektir. Bu konuda geri dönüş yapmak isterseniz Süreç Fanzin instagram hesabına ya da mail adresimize düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Bizzat okuyup değerlendirmek hatta isterseniz belki de sizinle daha sonra paylaşmak isterim
Bu sayıda da bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkürler. Sağlıkla ve hoşça kalın!
27
İrem CINDIR
Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir.
Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler.
Süreç’te bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Süreç’in sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır.
Süreç, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir yayın organı ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.
surecfanzin