SÜREÇ 1

Page 1

Fanzin

Sayı: 1

1


Süreç Fanzin 1/1

Tasarım/Editör yuşa / Furkan ERKUL

Yazılar / Yazanlar • •

(6-9) Şiddetin Hazzı 1 / Heisenberq •

(4-5) DİL / yuşa

(10-13) Cinnetlik Beyin / Barış

(14-17) Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir? / yuşa

(18-19) Yeniliğe Yenilmek, Neofobi / İrem • •

(20-21) Farkındalık / Ethem

(22-23) Neden “EGE” Denizi / Paşa •

(24-25) İkircikli Ruh Halleri / M.Ç. •

(26) Telaşım (Şiir) / Can •

(27) vapur (Şiir) / ivis Bize Ulaşın surecfanzin@gmail.com /surecfanzin

2


Önsöz Böylece koca bir yolun sonuna geldik ve Süreç’i çıkartmış olduk. Ancak bu aynı anda bir başka yolun da başına geldiğimizi bize hatırlattı. Zira kapakta “Sayı: 1” yazıyor ve bu bizi istemeden iki noktanın sağ tarafıyla ilgili çeşitli fantezilere itiyor.

Fantezilerden bir diğeri de ufak bir oyunla kapakta yer alan Ouroboros ki ufak bir oyun diyerek küçültmeye çalıştığım değişim itiraf ediyorum bu görseli kendi özünden tamamıyla uzaklaştırdı. Belki iyi belki de kötü diyebileceğiniz bu özden ayrışım bize en kısa şekliyle kendimizi anlatabilmemizi sağladı.

Süreç’in de adıyla yeterince atıfta bulunduğu gibi aslında kapakta yer verdiğimiz Ouroboros görseli de aynı noktaya atıfta bulunuyor. Yani süreçlere ve akımlara. Peki neden başkaldırıyor ona da değinelim ve sizi daha güzel yazılara özgür bırakalım? Bunun nedeni her tür öğrenimin ve farkındalığın bizi istesek de istemesek de rahatsız ettiği ve değiştirdiği gerçeği. Zaten kapağa ilk bakıldığında alışılmışın dışındaki Ouroboros görselinin rahatsız edici olmasının nedeni bu.

Daha da rahatsız olmanız dileğiyle. yuşa

3


D İ L Dilsiz bir düşünce sistemi inşa ettim. Ve fark ettiğim şey şu oldu: Dilsel ifade etmediğim varlıklar zihnimde görsel şekilleriyle var oldular. Mesela tanrıyı uçan bir gök cismine benzettim. Sonrasında aklıma takılan soru şu oldu "Bendeki bu izlenimini iletilebilir hale gelmesi için dille ifade edip tanrı dediğimde, zihnimdeki karşılığı uçan bir gök cismi olan tanrı kelimesine zihnimdeki gerçek anlamını yükleyebilir miyim?" Cevabını buldum "Hayır." Çünkü o kelimeyi ben yaratmadım ve o kelimenin karşı tarafa aktardığı anlamdan geri dönüşü yine dille olacağı için asla uçan bir gök cismi olarak algılanıp algılanmadığından emin olamayacağım. Tanrı diye dile getirişim ya sözlükte ona bahşedilen manasını yansıtacak ya da hiç sözlüğü açıp tanrı kelimesinin anlamına bakmamış birine daha önceki tecrübeleriyle o kelimeye kattığı anlamı yansıtacak. O halde dilin tanımı için diyebiliriz ki dil bize düşündüğümüz şeyleri aktarmamızı sağlayan ancak bunu zihnimizdeki yansımaları çerçeveleyerek yapan bir araçtır, aracıdır. Bundan sonra devam ettim ve zihnimde var olan yansımayı dil yoluyla iletilir bir çerçeveye sığdıracak olursam çizeceğim çerçevenin zihnimdeki yansımadan tamamıyla farklı olacağını gördüm. Ve vardığım kanı şu oldu: Düşünürken kullandığımız ifadeler (kelimeler) aslen zihnimizde bulunan anlamlarından oldukça farklı. Peki durum böylelikle dil ile düşünürken gerçekten düşündüğümüz şeyleri zihnimizdeki gerçek görüntüleri ve anlamlarıyla düşünebilir miyiz? Yoksa bize düşünülmesi için çizilen düşünce sınırlarının içinde boş boş dolanıyor muyuz?

4


Dil ile düşünmek aslında varlıklardan kopup bizi çerçevelerden oluşan başka bir çerçeveye hapseder. O halde dil ile düşünerek yaptığımız şey aslında öncesinde belirlenmiş çerçeveleri yan yana getirmekten farksızdır. Bu durum gösterir ki dil ile düşünme işi bizi bilinen ve belirlenmiş çerçevelerden, bilinmez ve bilinmesi bilinme işi için bir temele ihtiyaç duymayan bilgiye götüremez.

Dilin inşa edilebilmesiyle birlikte ya evrenin de sayısız sayılı çerçevelerden oluştuğu kanıtlandı ya da birebir evreni algılayış biçimimiz bu hale dilin inşasıyla geldi. Şu anki evren, çerçeveler silsilesi ve gerçek olan hiçbir şeyle ilgili değil. Bu durum da gösteriyor ki yalnızca var olandan türetilmiş ancak var olanla temellenmemiş çerçeveler dizisi olan dil, bizi ve hayatımızı çerçeveleyen yarattıklarından daha büyük bir çerçeve.

Ben anlaşılamayacağını bildiğim bu yazıyı niçin yazdım? Ve sen artık kimin sana ne dediğinden nasıl emin olacaksın?

5


Ş

H

İ

A

D

Z

D

Z

E

I

T

-

İ N

Paul Rubens—Leucippus’un Kızlarına Tecavüz

1

Anahtar Kelimeler: ressentiment1, ritüel, güç Merhabalar… Bugün, sizlerin biraz canını sıkıp kısa sayılabilecek bir süre önce yaşadığım trajik bir olaydan bahsedecek ve bu olayı kendimce açmaya, yorumlamaya çalışacağım. Saat gece iki civarında odamda telefonla oynarken dışardan gelen bir ciyaklama sesiyle irkilip camı açtım. Gördüğüm manzara -her ne kadar sizi rahatsız edecekse de- sayısını bile sayamadığım bir sürü köpeğin bir kediyi parçalamasıydı, duyduğum ses ise kedinin ciyaklamasıydı. Bir şekilde köpekleri kovmayı dağıtmayı başarsam da kediyi kurtaramamıştım.

1“Ressentiment”

Türkçeye “hınç” olarak çevirilmiş olsa da Alman felsefesinde sıkça rastlanılan bir kavramdır Nietszche ve Max Scheler tarafından fazlaca değinilmektedir, metnin daha iyi anlaşılabilmesi için okuyucunun bu kavram üzerinde ufak çaplı bir araştırma yapması yararlı olacaktır.

6


Bir süredir aklıma takılan bu görüntü beni farklı düşüncelere sürükledi, vardığım sonuçlardan birisi de köpeklerin yaptığı bu eylemin bir ressentiment içerdiği ve bir ritüel (veya kendinden geçme, trans) hali olduğuydu. Kedinin, köpekler için o an içerdiği tek anlam; kedinin kendinde, değerli bir özne, canlı olmaktan ziyade bir obje durumuna indirgenmiş olmasıydı, kedi köpekler için tamamıyla haz objesi, nesnesi anlamını taşıyordu. Köpeklerin şiddetinin topluca, kitle halinde boşalması ve bir objeye yönelmesi kediyi bir haz objesi haline getiriyor ve kedi, canlı niteliğini kaybetmiş sayılıyordu. Kedinin bu duruma düşmesinin tek sebebi ise belki de onlardan daha güçsüz olmasıydı. Biraz düşündüğümde ise aynı manzaraya günlük hayatta da insanlar tarafından pek çok kez rastladığımı fark ettim. Aynı hınç boşalımına, ressentiment’a, trans haline, şiddet uygulamaktan, zarar vermekten keyif alma haline… Mesela yakın zamanlarda yaşanan terörist, tecavüzcü olarak nitelendirilen kişilere atılan meydan dayakları, cezaevlerinde cinsel suçlardan sabıkalı kişilerin öldürülmesi, siyasi olarak yaratılan düşmanlara tüm küfürlerin edilmesi, nefret söylemleri, tüm bunlar aklıma aynı manzarayı getiriyor o gece gördüğüm manzarayı. Kitlenin, toplu halde öfke, nefret, hınç boşalımı ve bundan haz alması. Yanlış hatırlamıyorsam Erich Fromm Sevme Sanatı’nda -tam olarak sayfa sayısı, kaynakça veremediğim için kusura bakmayın- günümüzde bireyin herhangi bir sosyal gruba mensup olup bazı etkinliklere katılması, gerek siyasi olup bazı sloganları fanatik bir biçimde atması, bir dini tarikatta belli ayinler yapması, hatta taraftar olarak maçta karşı takıma hunharca küfür etmesi, kavga etmesini ritüel olarak nitelendiriyordu. Aslında biraz dikkatli baktığımızda manzarayı görmek çok da zor değil. Zaman, bu tür örneklerle dolu, düşman yaratıp kendinden geçme haliyle, ritüellerle, hınç boşalmasıyla, siyasi söylemlerdeki karşı tarafa kusulan nefret öfke, taraftarlar, holiganlar…

7


Tecavüzcülerin, suçluların suçlu olarak nitelenmesinin sebebi kamu sağlığını tehdit edici eylemde bulunmaktır. Peki ya karşı takımdaki taraftarın, karşı görüşteki siyasinin, karşı mezhepteki, görüşteki kişinin suçlu potansiyelini taşımasının sebebi nedir? “Biz”i tehdit ediyor olması. Peki pratik olarak bu eylemin gerçekleşmesini mümkün kılan nedir? Şiddeti uygulayanın şiddet görenden daha güçlü olması. Fakat şiddetin “Biz” tarafından değil de tekil olarak bir “Ben” tarafından uygulanmasında şiddeti uygulayan özne herhangi bir meşru sebep aramaz, böyle bir sakıncası da yoktur. İşkence etmekten, sadistlikten haz alır haldedir. Eylemini meşrulaştırmak da istemez. Onun için eyleminin meşru olmasının sebebi, onun bu eylemden haz alıyor olmasıdır. 2007 yapımı olan Serdar Akar’ın yönetmenlğini üstlendiği “Barda” filminde “Patlak” rolünü oynayan Hakan Boyav’ın filmde kadını jiletleyerek katlettiği sahne işte bunun bizatihi örneğidir. Şiddeti uygulayan herhangi bir neden aramaz, karşısındakini zevk için öldürür. Yine aynı filmde Selim karakterini canlandıran Nejat İşler’in bir sahnede “Biz yaptık, biz yapıyoruz, biz yapacağız” diye bağırması “Biz”in uyguladığı şiddeti kanıtlar niteliktedir. Yine aynı filmde şiddet uygulamasının sebebini, kendisinin başka zamanlarda o bara kılığından, kıyafetinden dolayı alınmayacağından dolayı olduğunu söyler, yani kendisine meşru bir neden, ideoloji, kılıf bulur. Çünkü bu bir sosyal grup ritüelidir,”Biz”lerin kendinden geçme, hınç boşalımı, ressentiment halidir.

8


Filmden bağımsız olarak günlük yaşantımızda suçluların, zanlıların toplum tarafından hunharca bir biçimde şiddet, nefret, dışlanma görmelerinin sebeplerinden birisi de aslında toplumun da o suçlu kadar o potansiyeli taşımasındandır. Özne kendisini yadsıdığı oranda, kendisinin yadsıdığı özelliklerini taşıyan kişilere şiddet gösterme eğilimi taşır. Belki de daha basit ifadeyle gerçekleştiremediği bastırdığı istençlerinden dolayı bu istençlerini gerçekleştiren diğer kişilere hınç ile saldırır. Doğal hukuktan hatta şer’i hukuktan modern hukuka geçiş modernleş-

me ile olmuştur fakat uzuv kesme, idam vb. eylemleri barındıran hukuk sistemlerinin halen toplum denilen şeyin hafızasından ve ahlakından silinidiğini söylemekse çok zor. Haberlerde görülen bir suçluya verilen tepkiler -en azından benim gördüğüm kadarıyla- genellikle nefet söylemi içeriyor. Hapishanede bir suçluyu katleden diğer bir mahkum kahramanlaştırılıyor, putlaştırılıyor. Halen zaman zaman adli, kriminal suçluların idamını isteyen kitle ve özünde en ufak parçası olan birey bu haliyle yüzyıllar geçmesine rağmen ruhunda o gece gördüğüm köpekler kadar ilkellik barındırdığını kanıtlıyor. Yazının başında belirttiğim gibi benim gördüğüm manzarayı günlük hayata görmek çok da zor değil, belki de artık alıştığımız için gözlerimiz çok fazla dikkat etmiyor.

İlgili film tavsiyesi: Barda,2007, Serdar Akar. The Stoning of Sonora M. (Sonora’yı Taşlamak),2008, Cyrus Nowrasteh

9


Cinnetlik Beyin Bu bölüm aslında biraz ürkünç ve korkutucu gelebilir. Çünkü bu süreç içerisinde bahsedilen örnekler vahşet ve kan içerir. Fakat bu süreçleri belki kendimizde belki de çevremizde saptayamayacağımız insanlarda görebilme ihtimalimiz var. Beyin bu durumlarda bir elektrik tesisatının elektrik kaçağı vermesi gibi bir anda şalterlerin inmesiyle bütün ana hatları keserek eyleme geçiyor. Bu süreç içerisinde yakın veya uzak bir tanıdığı olması, tanımadığı biri olması cinnet getiren birey için fark etmiyor. Denildiği üzere ana hatları kapanan birey duygusal-mantıksal ikilemi yerine daha çok eylem üzerine odaklanarak cinayet gibi olayları işliyor. Psikoloji ve psikiyatri literatürüne göre; “kişinin yoğun stres ve kaygı ile baş etme becerilerinde problem olduğunda” birey cinnet getirir. Peki, durumun daha iyi anlaşılması için bu durumu bir metaforla özetleyeyim: Bir düdüklü tencereye sahipsiniz. Düdüklü tencerenizde yemek pişirdiğiniz bir gün düdüklü tencerenin sibobunu açmayı unuttunuz. Düdüklü tencere ince bir sese benzer sürekli olarak ses çıkarmaya başlar ve eğer siz bu tencerenin içindeki havayı boşaltmazsanız bir süre sonra tencere patlayacaktır. Bireyin düdüklü tencereye benzetilmesi pek hoş olmasa da bir süreliğine sinir sistemimizi tencereye benzetelim. Anlatıldığı üzere duygu ve düşüncelerin çok fazla basınca uğraması sonucu birer cinnet durumu ortaya çıkabilir. Tabi bu tencerenin basıncının birden baskı yapmasına benzemez. İnsan da bu duygu, düşünce baskısı zaman içerisinde olduğu unutulmamalıdır. Evet, cinnet bir anda getirilir fakat cinnete sebep olan (yani boş bardağı dolduran su) duygu, düşünce ve stres baskısı (bardağı taşıran son damla) zaman içerisinde son raddesidir.

10


İnsan psikolojisi soyut bir kavramdır. Somut ve görülebilen bir durum olmadığı için bu zamana kadar tam ve net bir miktar ile konuşulmamıştır. İnsan psikolojisi bireyden bireye değişeceği için her bireyin kendine özgü bir savunma mekanizması, stres düzeyi, mutluluk düzeyi vb. gibi dereceleri vardır. Bu durum kamyonların arkasına yazılan “maksimum ağırlık” yazısına benzetilebilir. Her insan hayatına aslında istemsizce maksimum ağırlığı kadar stres alabilir. Bu maksimum ağırlığı geçmesinin bardağın taşıran bir damla suyun ve tencerenin basınç dolayısıyla patlamasının sebebi bazen cinnet getirmek olabiliyor; “Kilis'te cinnet geçiren baba dehşet saçtı. Eşini, uyuyan dört çocuğunu ve en son kendisini tabancayla öldürdü. (Milliyet, 14.08.2008) Çorum'da oturan 36 yaşındaki bir kişi, iftar yemeği için davet ettiği eski eşi ile iki çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti. (Milliyet, 8.09.2008) Şanlıurfa'da cinnet geçiren baba, iki çocuğunu ve kendini öldürdü.(DHA, 28.09.2014) Bayramın birinci günü ise Avcılar'da öfkeli koca, eşini 22 yerinden bıçakladı.(Habertürk, 03.10.2008)” Bu ve bu gibi haberlerde görülenlerin toplum tarafından alışması bir yana artması da fazlaca gündemde. Bu durumlarda araştırmacılar cinnet getiren bireylerin aslında şizofreni, manik depresif, psikotik tipler gibi durumları da yanında taşıma olasılığını söylemektedirler. Peki bu durumun nörobilimsel açıklaması nedir? Aslında bu durumu üç yapı ile açıklamak gerekir: Talamus, amigdala ve frontal korteks. Bu üç sistemin ciddi kaçak vermesi veya lezyon/disfonksiyon (hasar/ çalışma bozukluğu) olması sonucu cinnet getirmek olasıdır. İlk önce talamus ve amigdalanın cinnet ile ilişkili bir örneğini vereyim: “Diyelim ki evlisiniz, eşinizi bir gün evde bir kadın veya erkekle bastınız. Bu durumda aldatma durumu olduğu için ani bir öfke patlaması geçirerek eşinize ve eşinizin yanındaki kadın veya erkeğe bağırıp çağırır veya şiddet gösterebilirsiniz.” Bu durum cinnet ile eşdeğer olmasa bile en azından cinnet getirmenin raddesi ile eşit dereceye bağlı olabilir. (Ruhsal sisteminizin maksimum ağırlığına bağlıdır.) Peki beynine neler oluyor?

11


Normal ve günlük yaşamda dışardan gelen bilgiler, durumlar ve herhangi bir uyarıcı (koku duyusu hariç) ilk önce talamus denilen beynin ortasındaki yapıya gider. Talamus gelen bilgiyi ilgili kortekse (beyin bölümüne) göndererek bilgiyi işler. Örneğin; gördüğünüz bir sanatsal resmi –bu Mona Lisa tablosu olsun- ilk önce belki renklerine odaklanarak oksipital kortekste (arka beyin lobu) işler ve daha sonra resmin tümüne odaklanarak talamus sizin bu resmi yorumlamanız için frontal kortekse gönderir. Talamusun bir tek işleyemediği bir uyarıcı vardır: O da koku duyusudur. Koku duyusu, girdisi direkt olarak frontal korteksin altında yatan olfaktör bulb’a gider ve işlenir. Bu koku duyusu daha sonra olfaktör bulb’tan gerekli yapılara gönderilir. Örneğin babanızın parfümünü başka bir yerde kokladığınız zaman babanızı hatırlamanızın nörobilimsel açıklaması; babanızın parfüm kokusunun ilk olarak olfaktör bulb’ta işlenerek hipokampüste (bellek/ anısal, anlamsal bellek yeri) gerekli bölümlerde işlenmesidir. Peki bu talamusun gerekli kortekslere bilgiyi işlemesi için göndermesi cinnet anında ne gibi bir farklılık sağlıyor? Verdiğimiz örnekte eşinizin aldatma olayı (alınan ilk girdi) talamusa uğrar fakat işlenmesi için ilgili kortekse gitmez ve burada bir kaçak meydana gelir. Talamus direkt olarak amigdalaya uğrar. Amigdala bilindiği üzere öfke, korku gibi duyguları işler. Kaçak sonucu talamus bilgiyi direkt amigdalaya göndererek bir öfke patlaması geçirilir. Amigdalanın elektrik aktivasyonu normal aktivitenin üstüne çıkacağından bir şalterin atması gibi bütün süreçler kapanır. Bunun sonucu olarak cinnet getirme durumu amigdalanın kontrolü eline almasından dolayı direkt olarak ilkel davranışlarda bulunur.

12


Bahsedilen yapılardan sonra bir de vazgeçilmez olan frontal korteksin yapı bozukluğunda cinnet getirme durumu vardır. frontal korteks yürütücü işlevlerde görev almaktadır. Yani herhangi bir konu hakkında bakış açısı almak, planlama yapmak, motivasyonu sağlamak gibi daha çok insana özgü yapılarda görev almaktadır. Cinnet getirme durumunda frontal korteks aslında bir nevi kapanır. Bu durumu şöyle açıklayalım: Kilis’te cinnet getiren baba ilk önce eşini ve çocuklarını öldürdükten sonra kendisini öldürüyordu. Bu durumda babanın cinnet getirmesiyle amigdalası ilkel davranışlara geçerek saldırganlık ve dehşet saçma eğlimine yönelmektedir. Bu durumda normalde frontal korteksin amigdalayı baskılayarak “Dur, Düşün ve Yap” döngüsüne sokması lazımdı. Fakat durumun aşırılığı sebebinden olsa gerek frontal korteks bu döngünün girdilenmesi için yetersiz kalıyor. Çocuklarını öldüren baba ‘’ben ölürsem çocuklarım bu hayatta yalnız kalacak, bensiz yapamazlar’’ mantalitesi ile eyleme geçerler. Cinnet ve cinnete ilişkin beyin yapılarının pek araştırılmaması olmasa da siz siz olun talamusu kaçak veren bireylerden uzak durun...

13


Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir?

Şiddet, kadın, haber ve işlev. Belki de birbiriyle en bağlantısız olması gereken 4 bambaşka kelime. Ancak bu hazzı şu an yaşamak pek de mümkün görünmüyor. Zira bu kelimelerin beraberliği bu kelimelerin varlığının devamını sağlayan en büyük etmen. Nasıl? O döneme dek savaş fotoğrafçılığı denen bir şey yoktu. Hatta bu tarz savaş izlerini taşıyan fotoğraflar sansürlenerek paylaşılırdı. Ancak sonra ne oldu bilinmez, Donald Mccullin öncülüğünde -diyebilirim sanırım çünkü en çarpıcı olanlarını o çekmişti- savaş foto muhabirliği başladı. Gazeteler savaş fotoğraflarını sansürsüz yayınlamaya başladılar. İnsanlar bu fotoğraflar hakkında konuşmaya, tartışmaya başladılar. Buraya kadar zaten her şey normaldi çünkü insanlar şüphesiz sonunda o anlara erişeceklerdi. Ancak ilginç olan şey şuydu: Savaşçıl politikaları destekleyen gazeteler de bu dehşet veren fotoğraflara haberlerinde yer vermeye başlamışlardı. Örneğin o dönemler Vietnam Savaşı’nı destekler nitelikte yayın yapan “Sunday Times” yine aynı savaştan dehşet verici görüntülere haberlerinde yer vermişti. Savaş fotoğraflarından bir rant elde edilmişti ve bu görüntüler artık insanların görmeye alıştığı şeylerin arasında yerini almıştı. Peki biz 2020 model insanoğlu bu yaşananlardan ne anlayabiliriz? Ya da neler anlayabiliriz? Öncelikle belirtmem gereken şey şu ki bu bilinç seviyesi aklen birkaç soruyu beraberinde getiriyor:

14


İlki şu, yanda en popülerlerinden birini gördüğünüz bu fotoğraf savaş denen olguyu özellikle negatif yönüyle bizlere yansıtmayı hedeflemiş. Buna rağmen yine aynı savaşı (Vietnam-ABD) destekleyenlerce kullanılmış ve yayınlanmış. Peki bu savaşın kötü yanını yansıttığını düşündüğümüz fotoğrafların gerçek işlevi, yayın nedeni nedir? Efendim cevabı şudur: İlk bakıldığında içine çeken bu görüntüler iddia ettiği gibi bize savaşı yansıtır. Günümüze de değinecek olursak eğer video klipler de böyledir. Ancak çok büyük bir eksiklikle birlikte: Fotoğraflar (Video klip dediğimiz Görsel—1 olayın da üst üste gösterilen fotoğraflardan oluştuğunu kabul ederek ayrıca buna değinmeyeceğim.) anda yayılan ışığın bir mercekte toplanıp tabiri caizse dondurulmasıyla oluşur. Ve bu ışığın toplandığı süreçte duygular ve hisler yok olurlar. Bundan dolayıdır ki bu tarz fotoğraflara bakmak ilk anda bize bizim de yaşayabilme ihtimalimizi hatırlatsa da - benzerlikten dolayı-sonrasında etkisi kısa sürede kaybolur ve yerini yalnızca baktığımız ve kendimizce anlam yüklemeye çalıştığımız duvardan farksız bir görsele bırakır. Bu yüzden bu tarz fotoğraflar rant amaçlı kullanılmış ve paylaşılması durumu da beklenilen etkinin tam aksi yönünde bir etki yaratmıştır.

15


Ancak biz bakanlar tarafınca hesaba katılmayan etkisi şudur: Bu tarz fotoğraflara bakmak bizde bu görüntünün gerçekliği konusunda belki şüphe uyandırsa da gösterilen çeşitli kaynaklarla bu görüntülerin gerçekliği bizlere kanıtlanır. Sonrasında her şüphenin ortadan kalktığında yerine bıraktığı gibi bu fotoğrafların gerçekliğine duyulan şüphe de yerini gerçekliğe bırakır. Bu fotoğrafları ve yansıttıklarını gerçek olarak kabul eden insan, görüntünün içeriğine bağlı olarak kendiyle ilişkilendirir. Ve bu ilişkinin boyutunca birey bu tarz görüntülere karşı bağışıklık geliştirir. Fotoğrafın ve üst üste gösterilen hızlı fotoğrafların insan üzerindeki etkisi zannımca açıklandığına göre artık bir köprüyle günümüze bağlantı kurulabilir. Köprü; son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan kadın tecavüzleri, tacizleri bazen fiziksel şiddeti. Peki nedir bunca kötüleyen haberlerin çıkmasına karşın bu olayların sıklığını arttıran etmen? Etmen az önce açıkladığım ile yakından ilişkilidir. İnsan gördüğü şeyin tekrarına bağlı olarak o duruma karşı bir bağışıklık kazanmaya başlar. Çünkü insan beyninin çalışma prensibi budur. Bir sorunla karşılaştığında sorunun asıl ömrü zannedildiğinden kısadır. Zira beyin sorunu çözmeye çalışırken bir yandan da ona adapte olmaya çalışır.

16


Sonrasında çözülemeyen soruna adapte olan beyin sorun ortadan kalkmadığı süre boyunca ona bağışıklık kazanmaya başlar. Bu gerçeklikten hareketle bize bir sorun olarak sunulan kadına şiddet haberlerinin arka plandaki işleyişini kestirebilmemiz mümkündür.Yukarıdakine benzer örneklerle sunulan haber ve içeriklerin uyandırdığı ilk izlenim Görsel -1'den çok da farklı sayılmaz. O halde sonuçlarından da pek bir farklılık beklememiz mümkün olmayacaktır. Peki bu gerçekliğe rağmen haber kanallarının bu ve buna benzer yayınlar ve içerikler üretmesinin nedeni nedir? Rant. Bu tarz içerikler paylaşıldıkça normalleşecek ve tekrarı artacaktır. Şu güne dek çeşitli yöntemlerle kandırılmış, yönetilmiş ve yönlendirilmiş insanoğlu, söz konusu kendi annesiyken acaba daha ne kadar uyuyacak? Heyecanla bekliyoruz.

17


Yeniliğe Yenilmek, Neofobi

Değişimden, yeni başlangıçlardan korkmak sıkça rastlanılan bir durum. Ben de fanzinimizin yayın hayatına başlamasına uygun olarak bir fobiden bahsetmek istiyorum. Neofobi, yani kişinin çevresindeki değişikliklerden, yeniliklerden ve gelişmelerden aşırı derecede korkması. Aslında neofobi daha çok beyin problemleri yani bunama ve benzeri durumlar nedeniyle yaşama uyum sağlaması güçleşen kişilerde, yaşlılarda görülen bir durumu anlatmak için kullanılmaktadır. Alzheimer hastalığı ve benzeri nedenlerle beyin işlevleri daralmaya başlayan insanlar, uyaranları değerlendirmekte zorluk çekmeye başlar ve kendilerini korumaya alırlar. Bu ise alıştıkları çevrelerden ayrılmama, eşyaların yerini değiştirmeme, hep aynı saatlerde aynı şeyleri yapma gibi davranışlarla kendini gösterir. Çevrelerinde yeni bir şey yapılmasını istemezler. Aslında bu kendileri için faydalı bir tutumdur. Çünkü bu gibi kişilerin hayatında büyük bir değişiklik yapıldığında, örneğin bir hastane ya da huzurevine nakledildiklerinde aniden durumlarında bozulma olur ve şüpheci davranışlar içerisine girebilirler. Bu durum anlayamadıkları koşullarda kendilerini emniyette hissetmemeleri ile ilgilidir.

18


Neofobi deyimi daha sonra genelleşmiş ve yenilikten korkan her tür insan için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Gerçekten de böyle kişiler vardır. Bu kişiler daha çok obsesif olarak bilinen titiz karakterli kişilerdir. Kontrolcü insanlardır. Her şeyin kendilerine sorularak yapılmasını isterler. Çocukluklarından beri böyle yetişmişlerdir. Ancak aşırı kontrolcülük kişiyi yorar, kontrol etmeleri gereken şeylerin sayısı ve çapı arttıkça bu gibi kişiler uyumlarını kaybedip sinirlilik belirtileri gösterebilirler. Aslında düşününce güven ihtiyacı temel ihtiyaçlardan biridir. Bu yüzden insanlar alıştığı ortamdan ayrılmayı veya oradaki bir değişikliğe maruz kalmaktan kaçınır. Çünkü her bir değişiklik yeni bir tehdit unsuru doğurur. Aşırı kontrolcü özellikleri bu tehdidin doğuracağı düzensizlikten rahatsız olur. İşte bu içgüdünün aşırılığı neofobiyi doğurur. Türk toplumu genelde değişimi sevmez, bu kültürel bir etkidir. Fakat değişim her zaman olumsuz yönde olmaz. Sonuçta bu zamana kadar yapılan önemli buluşlar bu ufak tefek değişimlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ayrıca değişim insanı genç kılar, ruhun yaşlanmasını ve monotonlaşmasını geciktirir. Herakleitos'un da dediği gibi, “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Elbet hayatımızda ufak tefek değişimler olacaktır. Bizim yapmamız gerekense ona uyum sağlamak ve olumsuz bir anlamda bir değişim olsa bile neler yapabileceğimize bir bakmak. Diyeceğim o ki siz değişimden korkmayın, değişimle dans edin!

19


Farkındalık Kökeni Arapça olan “fark” kelimesi; ayrılma, ayrışma, ayırt etme anlamına gelmektedir. Farkında olma durumunu ise bilinci olan bir varlığın etrafındaki olaylar varlıklar arasındaki muhakemeyi yani akıl yürütme işini yapabilme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Kendi varlığı ile diğer varlıklar arasında fark olan insanoğlu, bunu kabul etmekte sıkıntı yaşamazken insanoğulları arasında fark olabileceğini kabul etmekte zorlanır. Farkındalık seviyesi yüksek insanların toplum tarafından ayrıştırılması, dışlanması kaçınılmazdır. İnsanlar, sizin onların fark ettiklerinin dışında bir şey fark etmenizi istemezler. Düşünmek; şeyler arasındaki farkı fark etmemizi, bu da insanın öznel kararlar almasını sağlar. Toplum, sizin kendi başınıza bazı şeylerin kararını almanızdan rahatsız olur yani fark etmek, rahatsız olma ve rahatsız etmenin başlangıcıdır. O zaman toplumun çoğunluğunun sevdiği, giydiği, gezdiği şeyleri seven kişiler için bir farkındalıktan söz edilemez. Zira standart seviyede düşünce, insanların çoğunluğunda aynı şeye yönelmeye neden olacaktır. Bir şeyi fark etmek için zaten daha önceden etrafınızdaki insanların sizi haberdar etmediği bir şeyi görmeniz, düşünmeniz ve farklı bir sonuca varmanız gereklidir. Daha önce fark edilmemiş bir şeyi fark ettiğiniz zaman kendi bilincinizde diğerlerinden kopuyor olmanın zevki ve acısıyla irkilirsiniz. Bu tat zamanla vazgeçilmesi zor bir hale gelir o insan için. Çünkü diğer halin ne kadar kolay olduğunu fark eder insan. Bir şeyin tadı zorluğu ile doğru orantılıdır. Kalan her şeyin acısı bastıramaz bilmenin ve bildirmenin tadını. Çok açıldığında insan toplumdan, az kişiye rastlar olur. Bazen dolanır, sağına soluna bakar var mı birileri diye. Göremezse kimseyi belki o ağır gelir ruhuna. O an anlar belki de kendisinin artık bir fark olduğunu, kendini inşa ettiğini. Aklı tatmin ediyor olacaktır içini. Yolunu da o aydınlatacaktır ilerledikçe, anlıyor insan sonu olmadığını. Eğer bir gün bitti derse anlamalı ki başa döndü. O yüzden uyandıracak birini bulmalı.

20


Kendini kendi uyandırmalı; sormaktan, sorgulamaktan vazgeçmemeli. Ancak böyle ilerleyebilir bu bitmeyen yolda. Düşünmeye başlayan kişi ilk başta kendi ile savaşır. Kim kendine düşman iken kendini düşünür? İnsana düşmanını düşündürür, dostunu düşman, düşmanını dost yapar farkındalık. Düşünmeye başlayan kişi hayal kırıklığı ve çöküşe hazır olmalı. Hayatında o vakte kadar ne kadar az olduğunu fark etti mi insan, artık pek bir önemi kalmaz kendini çok görenlerin. Zaten onu görenler de “Sen küçülmüşsün” diyecekler ona. O da asıl küçük olan sizsiniz bile demeyecek onlara. İnsanın en temel amacı hayatta kalmak iken neden hayatta kalmak zorunda olduğunu sorgulaması onu ayıran tarafı oluyor kalan her şeyden. Kendisi gibi kendine aynı soruyu soranlardan bile ayrı bir yolda bulur kendini bir anda. Genelde toplum, hayatta kalmanın amacını, sevebileceğin ve seni sevecek birini bulmaktan geçtiği algısı üzerinden yürütür. Budur günümüz gencinin amacı. Düşünmeye başlayan kişi bu amacı uyandırmakta görür etrafını ama düşünüldüğü gibi olmaz her şey. Toplumun dirayetinin (bilme, tanıma, farkında olma) mukavemeti ile karşılaşır. Tarih boyunca pek çok konu hakkında toplumları bilinçlendirmek isteyen dehaların toplumları tarafından asıldığına, yakıldığına, dilimlenip işkenceye maruz kaldığına şahit olursunuz. Hazımsızlık kaçınılmazdır, şiddet ise tatmin edici ve rahatlatıcı. Aklın mağlup edemediğini güç ezer. Basit zihinler böyle çalışır işte. Bunun sonucunda oldukça düşünceli insanların yalnızlığı kaçınılmazdır. Yalnızlık; insanın kendi ile konuşmasının, kendisi ile tartışmasının önünü açar. Bu; bir aşama, bir süreç, sonu olmayan, bitmeyen bir şeyleri bilmenin, yeniden düşünmenin başlangıcıdır

Senlerinde değiştiğini görecek ya senlerin kendi ya da yeri değişecek.

21


Neden “EGE” Denizi?

Türkçede Aigaios'tan bozularak “Ege” (İngilizcede Aegean) olan denizin adının kökeniyle ilgili kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ege Denizi'nin bilinen ilk adı ise Aigaios Pontos'tu. Bu konuda bize kadar ulaşmış bulunan farklı rivayetler vardır. Bunlardan birine göre Aigaios (Ege),eski Yunanların Kahramanlık Çağı'nda (İÖ 13. yüzyıl) yaşamış olabileceği düşünülen Atinalı efsanevi kral Theseus'un babası Aigaios'tur. Efsaneye göre Aigaios, Panatheneia şenliklerinde yarışlara katılan Girit kralının oğlu ve atlet Androgeos'u öldürtmüş ve bu nedenle Girit kralı Minos'un katlanılması zor olan cezasına maruz kalmış. Kral Minos tarafından Aigaios'a verilen bu ceza, Atina gençleri arasından 7'si erkek 7'si kız olmak üzere toplam 14'ünü Girit'teki Minotauros'a (Minos Boğası) yedirilmek üzere her yıl göndermekmiş.

22


Minotauros

Theseus, Atinalı gençlerin bu şekilde her yıl kurban edilmesine bir son vermek üzere Minotauros denilen boğa başlı bu canavarı öldürmek için Girit'e gitmeye karar vermiş. Theseus, yola çıkarken, Girit'e gitmesini istemeyen babası Aigaios'a Minotauros canavarını öldürmeyi başarırsa gemisine beyaz yelken çekmiş olarak döneceğini söylemiş. Fakat babasına verdiği sözü unutmuş ve siyah yelkenleriyle geri dönmüş. Aigaios, limana yaklaşan oğlunun gemisinde beyaz yelken olmadığını görünce öldüğünü sanmış ve denize atlayarak intihar etmiş. Böylece Aigaios, Ege Denizi'nin adı olmuş. Bize kadar ulaşan bir başka bilgiye göre Ege adının kökeninde, Khios (Sakız) Adası yakınındaki bir adanın keçi sıçrayışına benzeyen görüntüsü bulunmaktadır. Bu bilgiye göre Ege Denizi, Keçi Denizi anlamına gelmektedir. Fakat günümüze kadar ulaşmış bulunan bu bilgiler, doğruluğu test edilebilir değildir. 'Ege' isminin kökeni bilinmemektedir. 23


İkircikli Ruh Halleri

Boşluğa bakar gibi bakıyorum etrafıma sanki aklımı bir yere hapsetmişler, anlamamam için sesimi çıkarmamam için… İnsan bu hayatta bedeninin bütünleştiği ruhunu, farklı ortamlara girerek çoğaltır. Farklı insanlar tanıyarak kendini geliştirir. Bilmediği, duymadığı şeyleri öğrenirken kafasındakiler ile temellendirmeye çalışır. Yaşamı boyunca sahip olduğu fikirlerin genişlemesine veya değişmesine izin verme aşamasında bir sürü soru ile kendini baş başa bırakır. NEDEN Gördüğüm sahnelere ses çıkarmamamı istiyorlar? Belki de kendilerinde olacak yenilikleri erkenden mi sabote etmeye çalışıyorlar? Neden farklılaşamıyorduk? ACABA Görmediğim bir şeye karşı duyduğum ilginin sebebini bilmedikleri için mi bu kadar acımasızca konuşabiliyorlar? Ama onlara gelince neden sorusuna cevap veremeyecek kadar körü körüne bağlanmışlar.

24


Kapatmışlar tüm kapıları, anlamamak için direniyorlar sanki onlarda anlamışlar yıkılacaklarını. Ya da vazgeçmekten mi korkuyorlar bilemedim. Bir kurgudan ibaret olduğumuz bu hayatta vazgeçemeyeceğimiz neler vardı peki? BEN NE OLACAKTIM Emin olduğum kadar da kuvvetli durabilir miyim karşılarında yoksa beni yıkıp geçmelerine izin verecek kadar sessiz mi kalmalıyım?. Bu sayede altı boş savunmaları dinleyip kendi benliğime haksızlık etmiş olmayacak mıyım? Hangisinin dedikleri doğru diye düşünürken kendi gerçeklerimi bir yere hapsetmek ne kadar doğru bu zamanda? Gerçek ile kafamdakinin veya kafalardakinin uyumunu arayarak bulmaya çalışırken vazgeçtiklerim ne olacak? Beklediğim cevapları alamayınca anlamayan ben mi olacağım? Bildiğim gerçeği anlatırken onlar için hiçbir şey ifade etmediğini bildiğim halde devam etmeye mi çalışacağım? Acaba kendime dönüp bildiğim gerçeğimi sorguladığımda gece gelen vicdanımın sesini susturabilecek miyim?

VE LÜTFEN SİZ DE ŞİMDİ GÖZLERİNİZİ KAPATIN VE YOLCULUKTAN İBARET OLAN YAŞAMINIZDA SORULAR İLE BAŞ BAŞA KALIN.

25


Telaşım çocuk olmayı dahi istemeyişimdir solan çiçeğimin bükülen boynudur duyguyu terk eden aciz bir ruhtur kalemimin sayfaya tecavüz ettiği andır

vicdanıma sarılmaktır telaşım

yirmi bir yaşındaki hislerimin çığlığıdır dört duvar bir masadır nefretle gülmektendir telaşım

nefeslerim bana kızgındır ciğerlerim ise pişman burnum yüzüme dargındır, dargındır ya

ruhum bedenimle oyalansın

aynada yüzümü görmektendir telaşım

kalbim dilime bir temiz fırça atsın amma velakin, duygularım beni satmıştır hissetmeye yeltenmektir telaşım

26


vapura

su, beni parçala yağmur, üzerime yağ ve güneş, öyle bir yerden çık ki göğe bulutlar açsın en güzel renklerini ve her yerden görülsün bu rengarenk kuşak. umudunu kaybedenler gülümsesin, inancını yitirenler inansın sana hepimizi aldat güneş, al yağmuru da suyu da bulutları da yanına öyle bir yalan bul ki bize söyleyecek duyunca tek çaremiz gülmek olsun. öyle bir çarpsın ki ışığın kırılan suyun üzerine bakarken gözlerimiz kamaşsın ve sen su şükranını sun güneşe, tutuşup kendini bitirecek bütün alevlerini söndür.

27


Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çerçevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir.

Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğrultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler.

Süreç’te bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Bu fanzinin sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır.

Süreç, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir fanzin ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.

surecfanzin 28


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.