
3 minute read
Sinema Notları
from Bahar Dergi 03
Sinema Notları Olcay Bağır
1970’lerin Türk erotik filmlerinde Aydemir Akbaş, Mete İnselel gibi çelimsiz, kara kuru, çirkin aktörler çok tutuluyordu. Fiziksel açıdan ortalama film seyircisi, böyle filmlerde Bülent Kayabaş, Behçet Nacar gibi yakışıklı, karizmatik ve boylu poslu oyuncuları görmek yerine, fiziksel olarak kendilerine yakın hissedecekleri bu oyuncuları görmek istiyorlardı.
Advertisement
1970’lerin Türk erotik filmlerinde Aydemir Akbaş, Mete İnselel gibi çelimsiz, kara kuru, çirkin aktörler çok tutuluyordu. Fiziksel açıdan ortalama film seyircisi, böyle filmlerde Bülent Kayabaş, Behçet Nacar gibi yakışıklı, karizmatik ve boylu poslu oyuncuları görmek yerine, fiziksel olarak kendilerine yakın hissedecekleri bu oyuncuları görmek istiyorlardı.
12 Eylül ve Sinema ■ 12 Eylül darbesinden sonra yerli sinema neredeyse tükenme noktasına gelmiş, videokasetlerin de yaygınlaşmasıyla sektör artık iyice çıkmaza girmişti. Film üretiminin oldukça azaldığı ve o eski şaşalı Yeşilçam günlerinin özlendiği dönemlerdi. En çok “iş yapan” filmler arabesk soslu filmlerdir. Küçük Emrahların, Küçük Ceylanların, Banu Alkanların, Serpil Çakmaklıların, Nuri Alçoların dönemidir aslında. Ancak bu dönemde öyle güzel filmler de yapılmıştır ki... Şunu da eklemek gerekir ki; 1980’lerde Atıf Yılmaz, Müjde Ar, Yavuz Turgul ve Şener Şen film çekmemiş olsaydı “80’lerin yüz akı filmleri” diyebileceğimiz bu dönem çok kısır kalacaktı. Uzun Metraj ve Kısa Film! ■ Bir hocam vardı, “Uzun metraj romansa, kısa film şiirdir.” derdi. Az zamanda çok şey anlatması gereken kısa filmi, az sözle çok fazla şey anlatma iddiasındaki şiire benzetmek mükemmel bir analojiydidoğrusu. Bir başka hocam da yine kısa filmler üzerine şöyle demişti: “Bir kısa filmin öğrencifilmi olup olmadığını sigara içilip içilmediğinden anlayabiliriz.” Devam etti sonra : “Zira öğrenci filmlerinde hep sigara içilir.” Marlon Brando ■ Marlon Brando’nun 1973 yılında The Godfather filmiyle kazandığı En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını reddetmesi sinema tarihinin önemli olaylarından biridir. Baba’nın amacı Kızılderililerin uğradığı haksızlıklara dikkat çekmek ve Kızılderililerin mücadelesine manevi destekte bulunmaktı. Brando, törene kendi yerine bildiri okuması için “Küçük Tüy” adlı genç bir Kızılderili kadını yolladı. Sahneye çıkan Kızılderili kıyafetleri giymiş olan genç kadın, kendisine uzatılan Oscar heykelciğini el işaretiyle reddetmiş ve kısa bir konuşma yapmıştır:
Marlon Brando Red Konuşması "200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik: 'indir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. indirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına." Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik biz. onlara yalan söyledik. onları topraklarından koparmak için kandırdık. onları açlığa mahkûm ettik, ki hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar. onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın: biz doğru davranmadık. ne adil davrandık ne de dürüst. onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak.. çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu. onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu. fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey var, o da tarihin büyük hükmü. emin olun tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? bu nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki, tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar taahhütlerimizi yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve amerikan yerlilerinin son 100 yıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam tersini söyler. görülen o ki, bu bizim ülkede ‘komşunu sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hâle gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur."