21 minute read

PABLO NERUDA

Next Article
GÜNGÖR GENÇAY

GÜNGÖR GENÇAY

Alçakgönüllü, Partili Bir Ozan:

PABLO NERUDA

Advertisement

mete yılmazer

“Gelin de görün sokaklardaki kanı Gelin de görün Akan kanı sokaklarda Gelin de görün kanı Sokaklarda akan…” Pablo Neruda

“Kavgada kazanılan adalet gününde Sizler sessizlik içinde düşmüş kardeşler Bu ulu günde Ulu kavgada beraber olacağız.”(Pablo Neruda)

Evet, hep beraber olduk bu ulu kavgada, yüreği vatan sevgisiyle dolu, sözünü kılıç yapıp kuşananlarla… Gün oldu, çarmıha gerilmiş bedenlerimiz en zalim zamanlarda onlardan güç aldı. Gün oldu, kurşun yağmuruna siper ederken bedenlerimizi, şiir tadındaki yaşamlarımızı bugünden yarına taşıyanlar; tarihin gergeŞne binbir renkli oya gibi işleyenler biraz da onlardı. Onlar ki … Nazım, Ahmed Arif, Aragon, Mayokovski, Neruda… Onlar ki bizim bir yanımız, coşkun akan selimizdir… Heybetli dağların mahzun tepeleri, kuytu vadilerin yalçın çınarları, yer altının biriken öfkesidir. Ki hayatın bizzat ortasında, “Ayaklarımız yeryüzüne ba

33

sıyor. Bu kalıcı topraklarda yürüyeceğiz. Bir sırra varmıyoruz, sır biziz” diyen ölümsüzlerdir. Ki adı Pablo Neruda’dır… O ölümsüzlerin en önde yürüyenlerinden… Şiir gibi yaşanmış bir hayatın ta kendisi… Doğaya Sevdalı Bir Çocuk Ozan, Pasifik Okyanus’un çılgın dalgalarına göğüs geren Şili’ninParral kasabasında yaşama merhaba der. Henüz yüzyılın başıdır. Tarih 12 Temmuz 1904’ü gösterir. Ailesi adını Naftali Ricardo Reyes Basoalto koyar. Sömürgecilikten kalma bir gelenektirbu; uzun, upuzun isme sahip olmak. Ancak şiirlerini, babasının kızacağını düşündüğünden Pablo Neruda adıyla yayınlar.Ve tüm dünya onu bu adla tanır. Babası Jose Del Carmen ülkenin en ağır işlerinden demiryolunda memur olarak çalışırken, annesi Rosa Naftali Basoalto ilkokulda öğretmendir. Yoksul ve emekçidirler. Her yoksul gibi, alınteri ve emeğini satarak yaşarlar. Annesi doğumundan çok kısa bir süre sonra yoksul hastalığı veremden ölür. Babası bu kasabada daha fazla kalmayarak “Yeni Topraklar” dediği Temuco’ya yerleşir. Burada yeniden evlenerek kendini toprak işlerine verir. Üvey annesi Trinidad Candia’yı, “Üvey anne demeye dilim varmadığı kadın” diyerek saygı ve sevgiyle anar. Sömürgeci İspanyollara karşı uzun yıllar mücadele etmiş, yıkıma ve yağmaya uğramış Temuco, adeta geçmişi olmayan kentlerdendir. 1910 yılında eğitimine burada başlar. Çocukluğundaki yalnızlığını, doğa ve hayvanlarla iç içe yaşayarak gidermeye çalışır. Ki, “Bugün şair Neruda’yı hazırlayan nitelikler bence tabiat sevgisidir.” diyecek kadar doğaya sevgi duyan şair; “İlkbahar, başkaldırının ta kendisidir.” de Çocukluğu yalnızlıklarla geçen Neruda, sık sık odasına, kendi iç dünyasına kapanır. Yalnız kaldığında defterine aklına gelen dizeleri karalar. Küçük küçük dizeler birikmeye başlamıştır. İlk şiiri annesine yazar. Yazdığı şiiri okuyan babası, kağıdı Neruda’ya uzatırken, “Nereden kopya ettin bunu?” diyerek tepki gösterse de; bu aynı zamanda şiirine yönelik ilk eleştiridir. Sık sık kendisine ilk şiiri ne zaman yazdığı sorulan Neruda’nın cevabı, şairce olur: “(…) Beni arayan şiir / birden geliverdi. Bilmiyorum, nereden geldi, / kıştan mı, bir nehirden mi, bilmiyorum. / Kim bilir nasıl ve ne zaman, / hayır, sesler değildi, sözcükler / değildi, ne de 34

sessizlikti gelen, / ama bir sokaktan çağrılıyordum, / gecenin dallarından, birden bire başka yerlerden, / azgın yangınlar içinden ya da bir akşam dönerken, / orada yüzüm bile belirsiz, / gelip bana dokunuverdi…” Bu şair çocuk, henüz 12 yaşındayken şair Gabriela Mistrol ile tanışma fırsatı yakalar. Kız okulunda müdire olarak görev yapan bir şair Mistrol’a karşı ilkin çekingen davranır. Fakat çok geçmeden onun ne kadar insan sevgisiyle dolu olduğunu görür. Mistrol, okuması için kitap verir. Rus edebiyatı ile ilk tanışıklığı bu sayede olur. Okuma sevgisi adeta bir tutkuya dönüşür. Kütüphane, hayatının ayrılmaz bir parçasına dönüşürken; babasıyla birlikte sık sık yük trenleriyle tanımadığı bölgelere yolculuk yapar, buraları tanır. Demiryolu işçilerinin hayatını, çalışma koşullarını gözlemler. Bu hayatı tanıdıkça, ülkesinin gerçekliğini gördükçe siyasi tercihlerinin ilk biçimlenişi de ortaya çıkmaya başlamıştır. Şiirinin ana temasında bir süre sonra gördüğü bu gerçeklerin etkilendiği hayatların izleri görülmeye başlayacaktır. Genç Neruda’nın bu yılları yoksulluk içinde geçer. Daha 16 yaşındadır. Ancak çeşitli çevrelerde şairliği duyulur. Düz yazı ve şiir denemelerini adeta kendini ifade etmenin bir aracı haline getirir. Kendi deyimiyle onun için, “Şiir, durmadan akan bir nehirdir.” Temuco’dayken aynı zamanda dağıtımcılığını da yaptığı ilerici yayın organı Claridad’da yazıları yayınlanır. Çok geçmeden devlet yanlısı çetelerce Öğrenci Birliği’nin bürosu basılıp tahrip edilir. “Yasalar kimden yana?” sorusu karşılarına çıkar. Çünkü, birliğin bürosunu basıp tahrip edenler değil, öğrenci birliğinin üyeleri suçlu bulunup tutuklanır. Genç ve yetenekli bir öğrenci olan Gomez Rojas gördüğü işkenceler sonucu çıldırtılarak öldürülür. Bu ölüm genç Neruda’yı derinden etkiler. Ve zaman akar… Bu sevgi dolu şair genç büyür. Artık üniversiteye gitme zamanıdır.

Üniversite Yılları

Babası okuyup bir meslek sahibi olmasını, bunun için üniversiteye gitmesi gerektiğini düşünür. Ona göre bir kariyer sahibi olabilmek için okumak şarttır. Fakat Neruda’nın hayalleri çok farklıdır. O hayatı dolu dolu şairce yaşamanın derdindedir. Onun dünyasında kitap ve şiirler vardır. Aşklar, deli-dolu kavgalar, bitimsiz serüvenler onu beklemektedir. 35

Elinde kitap dolu teneke bavulu, üzerinde ince elbiseyle başkent Santiago’ya doğru yola çıkar. Yıl 1921’i gösterir. Başkent’te “513 No’lu” diye adlandırdığı bir odaya yerleşir. Bu yıllarda yaşadıklarını asla unutmaz. Zorlu günler geçirir. Aç kaldığı günler olur. Ancak bu günlerde dahi onun hayalinde hep şiir vardır. Değişik şairlerle dostluklar kurar. Farklı etkinliklere giderek şiirler okur. Öğrenci Birliği’nin şiir yarışmasında, binlerce şiir arasında birinci olur. Bu şiiri herkes onun kendi sesinden dinlemek ister. Fakat o kendi şiirini heyecandan okuyamaz. Üniversitede Fransız Dili ve Edebiyatı okuyan Neruda, bir süreliğine anarşist çevrelerden etkilenir. Fransız anarşistlerin eserlerinden çeviriler yapar. “Akşam Alacası” adını verdiği ilk şiir kitabını, 1923’te evinin mobilyalarını ve babasının verdiği saati satarak yayınlatır. Ardından Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı kitaplarıyla ülkede tanınmaya başlar. Üniversite yıllarında ülkesini boydan boya gezme fırsatını yakalar. Bu gezi; ülkesini, ülkesinin insanlarını daha yakından tanımasına yardımcı olur. Halkının her şeyi dinlediğini fakat şiiri dinlerken yaşadığı heyecanı ve coşkuyu fark eder. Bu yıllarda Şili’deki kültür-sanat yaşamı, Avrupa’nın, özellikle de Fransa’nın etkisindedir. Önemli yazarlar Paris’te yaşar. Öyle ki Fransızca şiir yazmak adeta ayrıcalık olarak görülür. Edebiyat çevrelerinde, bir yazarın tanınmasından sonra mutlaka Avrupa’ya gitmesi gerekir şeklinde bir anlayış hakimdir. Yirmi yaşında Şili’nin en tanınmış şairlerinden biri olduğu halde o bu anlayışın etkisine kapılmaz. Kahvelerde festivallerde, öğrenci toplantılarında şiirlerini okur. O, hayatın ortasındadır. Şiirleri dilden dile yayılır; pavyon fedailerinden devrimci muhalişere; emekçilerden öğrenci gençliğe, genç aşıklara… Latinlerin o uçlardayaşayan insanları, onun şiirleriyle coşar, neşelenir, hüzünlenirler…

Onların dilinden, yüreğinden anlamakta; ses, söz olmaktadır ülkesinin insanına… Ozan, bu yılları anlatırken daha sonra,“Üniversiteyi, bitiremedim” der, “Çünkü üniversitede politika beni tamamen kendine çekmişti.”

Şiirlerine Sızmaya Başlayan Gerçekler

Ozan, ülkesini ve halkını büyük bir aşkla sever. Yaşadığı duygu yoğunluğu ülkesindeki politik atmosferin değişimi ile güçlü bir dönüşüme uğ36

ramaya başlar. Öğrenci gençlik politize olurken, işçi grevleri, gösteriler hayatın doğal bir parçası haline gelir. İşsizlik artar. Halk tepkisini bir şekilde ifade eder. Bakır ve kükürt madenlerinde çalışan işçiler binler olup başkente akarlar. Sol, sosyalist gazetelerin sayısında belirgin bir artış görülür. Halk muhalefeti giderek güçlenir. Tüm bu gelişmeler üzerine bir şair olarak halkın yaşadıklarını yüreğinde hisseder. Çünkü beslendiği kaynak halk pınarıdır. Onun yaşadığı acılar, yokluk ve yoksunluklarıdır. Fakat bunu şiirlerinde nasıl yansıtacaktır? Eski tarz şiirler yazmaya devam mı edecek, yoksa halkının yaşadıklarına tercümanlık mı edecektir? Sorunun cevabı kendindedir: “Bu andan itibaren politika, yavaş yavaş şiirlerime girmeye, hayatımı etkilemeye başlamıştır. Şiirlerime, sokağa açılan kapıyı kapayamazdım, tıpkı genç şair kalbimden, aşka, hayata,- sevgiye ya da üzüntülere açılan kapıyı kapamayacağı m gibi.” (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum / Syf. 83) Kapılarını hiç kapamadı. Hep o kapının arkasındaki halkla iç içe olup onların sesini soluğunu haykırdı. Yine de olgunlaşmasına biraz daha vakit vardır. Onun için zaman henüz erkendir.

Şair Bir Konsolos

Ozan, 1927’den sonra pek çok ülkede konsolosluk görevinde bulunur. Rangoan, Colombo, Bativia (bugünkü Cakarta), Cavra, Singapur, Barselona, Madrid, Meksika, Buenos Aires, Paris... konsolos olarak görevli olduğu şehirler arasındadır. Konsolos olarak görevli olduğu yerlerde halkın yaşamı onu derinden etkiler. Gördükleri, politik bilinçlenmesine etkide bulunur. Şahit olduğu tablo dünyanın her yanında benzerdir. Bunu bir kez de kendi gözleriyle görmüş olur. Daha sonra yazdığı dizelerde burada gördüklerinden izler bulmak mümkündür. Konsolos olduğu bölgenin insanlarıyla iç içe olur. Onları daha yakından tanımak ister. Onların yaşadığı yerlere gidip lokantalarında yemek yer. Batılı sömürgeci “dostlar”ı onun bu tavrını “dostça” uyarmayı ihmal etmez. O böylesi sömürgeci bakışla yapı lmış “dostça” uyarıları dinlemeyerek, yalnızlığını halkla iç içe yaşayarak gidermeye çalışır. 37

Neruda, Asya ülkelerinde bulunduğu sırada şiir ve anı yazmayı ihmal etmez. Bu günlerde yaşayacaklarını tatlı, dokunaklı yer yer acıklı anekdotlarla kaleme aldığı yeryüzünde konaklama eserinde dile getirir.

Bir Şairin Ölümü, Bir Şairin Doğumu

Neruda, PEN’in Arjantin’de Ruben Dario anısına düzenlediği bir etkinliğe katılır. Burada Federico Garcia Lorca ile tanışma fırsatı olur. Toplantıda Lorca ile birlikte doğaçlama bir düet yaparlar. Bu aynı zamanda dostluklarının da başlangıcı olur. Bu arada iktidara halkçı bir hükümetin gelmesiyle Neruda, İspanya’nın Barselona konsolosluğuna, sonra da Madrid konsolosluğuna atanır. Ve çok geçmeden iki dost İspanya’da yeniden karşılaşırlar. Dostlukları burada devam eder. İspanya’da pek çok sanatçıyla dostluklar kurar. Dostlarıyla “Şiir İçin Yeşil At” adlı bir dergi çıkarırlar. Derginin tam 6. sayısının hazırlıkları yapılırken, Afrika garnizonundan Franko’nun ayak sesleri yükselmeye başlar. İki dost 19 Temmuz 1936 gecesi birlikte bir sirke gitmeye karar verirler. Fakat Lorca buluşmaya gelmez, gelemez. Neruda onun kurşuna dizilmek için faşistler tarafından götürüldü ğünü daha sonra öğrenecektir. Ve artık 1 milyondan fazla genç-yaşlı insanın öldüğü, yüz binlerce insanın mülteci olarak yurdunu terk etmek durumunda kaldığı İspanya İç Savaşı başlamıştır. Ozan bugünlere dair “Şiirimi değiştiren bu İspanyol İç Savaşı, benim için bu şairin ölümüyle başlar.” diyecektir. Ve şair dostu Lorca’nın ardından, onu adeta şiiriyle ölümsüzleştirir. “Issız bir evde, / korkudan ağlayabilsem / Gözlerimi çıkarabilsem de / yiyebilseydim / Senin sesin için yapardım, / bunları / Yaşlı portakal ağacı sensin / Senin şiirin için yapardım, / bunları / Çığlık çığlığa fışkıran şiirin / Baksana, / maviye boyuyorlar hastaneleri, / senin için / (…) / Bırak seni düşleyeyim bir taçla / Sen, sağlığın ve gelinciklerin çocukluğu / Sen saf gençlik, özgür kara bir ışık gibi şey / Söz aramızda Federico / Şimdi kimseler kalmadı kayalar arasında / Bırak da basit olsun sözlerimiz, / sen ve ben gibi basit / Şiir neye yarar çiyler için yazılmazsa / Bu gece için yazılmazsa / (…)”

38

Neruda, değerli dostu Lorca için, “İspanya’daki şairler arasında en çok sevileni, en çok beğenileni ve o neşesi ile en çok çocuğu andırıyordu.” diyerek şu övgüleri yapacaktır: “Ne mükemmel bir şair! Onda gördüğüm yürekliliğe ve dehaya, heyecanlı bir kalp ve duru sese bir daha hiç rastlamadım. Federico Garcia Lorca, eli açık bir sihirbazdı bir neşe kaynağı idi. İçinde taşıdığı yaşama sevinci ile bir yıldız gibi parladı. Soy ve komik, eşsiz müzisyen, parlak pandomimci, çekingen ve batıl inançlı pırıl pırıl ve iyi yürekli Lorca’da İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü.” İspanya’da dost edindiği ve etkilendiği diğer bir şair de Miquel Hernandez’dir. Anılarında bu dostluğa dair ise şunları söyleyecektir: “Onu tanıdığımda kendi ayakkabıları ve köylü pantolonuyla, ülkesi Orihvela’dan yeni gelmişti. Köyünde keçi çobanlığı yaptığı söyleniyordu. (…) benim evimde kalıyor ve burada şiirler yazıyordu. Başka ufuklar ve başka dünyaların izlerini taşıyan benim Güney Amerika şiirim yavaş yavaş onu etkiledi ve değiştirdi.” (Age / Syf.177) Neruda da onun sağlığından, yaşam tarzından, coşkunluğundan etkilenir. Bu keçi çobanı şair, başlayan iç savaşta yerini almakta gecikmez. Halkın yanında faşizme karşı savaşa katılır. Faşizme karşı coşku dolu şiirler yazar. Bir elinde silah, bir elinde kurtuluş dizeleri… İç savaşta, yenilginin belli olduğu günlerdir. Dostu Neruda’nın Şili konsolosluğundan uzaklaştırıldığı ve Fransa’da olduğu günlerde Şili elçiliğine sığınmak ister. Fakat elçilik onu kabul etmez ve tutsak düşer. Franko’nun zindanlarında veremden ölür. Neruda bir yakın dostunu böyle yitirir. İspanya’da faşizm, iç savaştan galibiyetle çıktı. Fakat Neruda, yaşadığı ve gördüklerini asla unutmaz. Onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Tarihin bu anında, faşizme karşı bu savaş kaybedilmiş olsa da, Neruda kendi içindeki savaşın galibidir. “Tellerinden şarkılar yerine kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi kendine kılıç yaparak, büyük ıstıraplar arasında terini silecek mendil diye açacak ya da ekmek savaşında silah olarak kullanılacak…” (Age / Syf. 140) 39

“Kalbimde İspanya”

İspanya’da kaldığı günlerde de şiirler yazmaya devam eder. Bugünlerde yaşadığı yoğun duyguları şiirlere döker. Onun yüreği hep İspanya halkının yanında faşizme karşı savaştadır. Mücadelelerini destekler. Bu dönemde yazdığı şiirler Kalbimde Şiirler adlı kitabında toplanır. Kitap; yürekli bir ozan için, bir sosyalist için hayatı boyunca kıvançla anacağı şekilde yokluklar içinde cephede basılır. Terk edilmiş bir manastır, basımevi olarak kullanılır. Kitabın basımında bir mücadele ve azmin yanında şiirin savaştaki etkisine de örnektir. Baskı için kağıt yoktur. Eski bir değirmende kağıt yapılır. Düşman birliğinden, yaralı askerleri kanlı elbiselerine kadar ne bulunduysa kağıda malzeme yapılır. Bu koşullarda kitap basılır. Savaşın sonuna doğru çoğu insan yanına yiyecek almak yerine bu kitabı almayı tercih edecektir. Bu bir şairin yaşayabileceği en büyük onurlardan biridir.

Neruda, Fransa’da olduğu günlerde İspanya’daki faşizme karşı mücadeleye desteği devam eder. Burada Paul Eluard ve Aragon’la tanışıp dost olurlar. Dostlukları gelişip güçlenir: “Her ikisi de vazgeçilmez sadık dostlarımdır. Sanırım onlarda en çok hoşuma giden şey büyüklüklerini inkar etmeleriydi.” (Age / Syf. 192) diyecektir sonraki günlerde bu dostları için. Fransa’daki günlerinde İspanya için mücadeleye devam eder. İspanya İç Savaşı’ndan etkilenmiş Fransız şair Nancy Canord ile derleme bir şiir kitabı hazırlar. Kitabın adını “Dünya Şairleri İspanya Halkını Savunuyor” koyarlar. Değişik yazarlardan şiirlerin yer aldığı kitap, Nancy’nin Fransa’daki evinde basılır. Basımında Neruda da yer alır. Bunu kendine bir onur sayar. Ki o günlerde bu iki yazar gibi pek çok şair, edebiyat ve sanatçı, aydın faşizme karşı mücadele eden İspanya halkının mücadelesine destek olur. İki arada durup tarafını seçmemek, faşizme güç vermektir. Bugün olduğu gibi geçmişte de böyledir. Bu, kişilerin niyetlerinden bağımsızdır. Ya halktan yanasın, ya da sömürü ve zulüm düzeninden... Ortası yoktur. Özellikle bu sınav aydınlar için daha bir zorunludır. Yanı başındaki katliamlara, işkenceye,faşist saldırılara sessiz kalmak suç ortaklığına tekabül eder. Bu sınavda onları büyük ozan, şair, sanatçı, aydın yapan çağının bu anlamda tanığı olması ve halkının yanında, onlarla birlikte saf tutmasıdır. İşte Neruda böylesi bir düşünceyle hareket ederek kendisi gibi şair, 40

sanatçı aydınları faşizme karşı bir araya getirerek eylemler yapar. Bu amaçla İspanya halkına destek için bir araya geldikleri aydınlarla, trenle Madrid’e gitmeleri bunlardan sadece biridir. Neruda, İspanya’da iç savaş kaybedilmiş olsa da Franko faşizminin zulmünden kaçan mültecilerle ilgilenir. Bunu kendisine karşı vicdani bir sorumluluk olarak görür. Yüz binlerce insan Fransa’ya mülteci olarak geçmiştir. Fransa’daki gerici iktidar ise bu mültecileri faşizmle suç ortaklığı yaparak ya hapishanelere, ya da çöllere gönderir. Şili’deki halkçı hükümet Neruda’yı bu göçmenleri Şili’ye getirmesi için görevlendirir. Neruda böylesi bir göreve gerçek bir mutlulukla başlayarak hızla kolları sıvar. Önüne değişik zorluklar, engeller çıkarırlar. Pek çok hain ve alçaklıklara tanıklık eder. Hiçbiri görevini yapmasına engel olamaz. II. Paylaşım Savaşı başlamadan çoğu yaşlı, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan binlerce mülteciyi Şili’ye göndermeyi başarır.

Şairin Senatörlüğü

Yüreği halkın yanında bir şair halkın yaşadığı yoksulluğa, ezilmişliğe sessiz kalamaz, olanları görmezden gelemez. Bu çıplak gerçeklerden kimse kaçamaz. Bir gazetecinin dediği gibi, “Bu ülkede şair karara varmalıdır. Ya Cadillac’lar, ya da ayakkabısız ve okulsuz insanlar!” Evet, bunun arası yoktur. Bu gerçekleri görüp de hala kendi fanuslarında şiir, roman yazmaya ve sanat yapmaya çalışanların eserlerinin hiçbir anlamı yoktur. Neruda’yı, böylelerinden ayırıp ölümsüz kılan onun halkının yanında saf tutmasıdır. Halkının yaşadıklarına sessiz kalmamasıdır. 1943’te Meksika’dan ülkesine döndüğünde halkı için bir şeyler yapmak ister. Senatörlük için aday olur. Şiirlerini ve yüreğinin de alıp halkın yaşadığı bölgelere gider. “Hepsinin yanık yüzleri vardı. Yalnızlıkları ve terk edilmişlikleri karanlık bir donukluk gösteren gözlerinde dile getiriyordu. Çölden tepelere çıkmak, yoksul evleri tek tek dolaşmak, insanlıktan uzak bir yaşantıyı tanımak ve inzivaya çekilmiş insanların tek ümidi olarak ortaya çıkmak hoş bir sorumluluk değildi. Bununla birlikte şiirim bana onlarla ilişki kurma yollarını açtı. Şiirim, halkım ve onların güç yaşantıları arasında dolaşabiliyor ve onlar tarafından ölümsüz bir kardeş olarak kabul edilebiliyordu.” (Age / Syf. 260)

41

Yürek diliyle halkının özlem ve acılarına tercüman olur. Dizelerinde emekçi halkın öfke ve taleplerini dile getirir. Gitmediği ev, ayak basmadığı çamurlu yol, tozlu sokak bırakmaz. İşçilerin ölümüne çalıştırıldığı madenlere iner. Yoksul sofralarını paylaşır. Sendikalarda işçilerin canlı sohbetlerine ortak olur. “Bu uzun yolculuklarım boyunca en yoksul evlerde, kulübelerde ve bozkır insanlarının barınaklarında gecelemeye alıştırdım kendimi. Her gittiğim yerde beni işçiler, ellerinde küçük bayrakla karşılı yordu.” (Age / Syf. 263) Şili’nin yoksul emekçileri kendinden gördükleri bu insanı utandırmaz. 4 Mart 1945’te senatör seçilir. Büyük bakır ve güherçile ocaklarındaki binlerce emekçinin kendisine güvenip oy vermiş olmasından her daim gurur duyar, onurla anar.

Partili Bir Ozan

Neruda’nın en belirgin özelliği onun partili bir ozan olmasıdır. Daha sonraki yıllarda partili/örgütlü olmasıyla ilgili şunları söyler: “Şairin görevlerini mantıki sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, karara vardım: Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçak gönüllü bir partilininki olmalıdır. Bu kararı parlak başarısızlı klara, kimsesiz zaferlere, sersemletici yenilgilere tanık olduğum halde verdim. Kendimi Amerika’nın mücadeleleri içinde bir aktör bularak, anladım ki, insan olarak görevimi, yeteneklerimi, birleşen halkların kabaran gücüne katmaktan; onlara maddi ve manevi olarak, tutku ve umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca o kabaran selden, yazarlar ve halklar için gerekli ilerlemeler doğabilir.” (Şiir Boşuna Yazılmayacak / Nobel Konuşması / Aktaran: Latin Amerika Başkaldırıyor / Syf. 405) Neruda’nın bu örgütlü tavrı esasında örgütlü olmanın yaratıcılığı öldüreceğini söyleyenlere de bir cevap niteliğindedir. Neruda aksine partili/ örgütlü olup çok güzel eserler üretmenin adıdır. Bu yanıyla bireyci bohem üretimler içinde olan burjuva ve küçük burjuva sanatçılara ideolojik bir darbe de indirmiş olur. Ki Neruda’nın şiirlerinden, sanatçılığından, çok iyi bir şair olduğundan söz edip de onun komünistliğini, örgütlü olmasını gizlemeye ya da bu özelliklerini görmezden gelmeye çalışmaları da boşuna değildir. O’nun büyük şair olması ve ölümsüzlüğü, dünya görüşünden ve örgütlü olmasından gelir.

42

Neruda, Şili Komünist Partisi (Partido Comunista de Chile / PCC)’ne 5 Temmuz 1945’te üye olmasına rağmen kararını esas olarak İspanya İç Savaşı sırasında vermiştir. Bu anlamda İspanya İç Savaşı’nın üzerindeki derin etkisine tanık oluruz.

Ona göre şairler şiirleriyle bir bayrak gibi egemenlere karşı halkının yanında savaşmalıdır. Bu da ancak örgütlü olabilecek bir savaştır. Yüreğinden fışkıran dizelerini her daim halkın mücadelesine sunar. O bir komünisttir. Tıpkı Nazım Hikmet gibi…

Firari Ozan: “Şiir İsyandır”

Neruda demokrasi vaatleriyle iktidara gelen, aynı zamanda eski arkadaşı olan, Gonzales Videla’nın açık bir ihanetini yaşar. Videla giderek baskı ve terörü arttırır. PCC’yi yasaklar, demokrat ve ilerici çevrelerde baskıdan paylarına düşeni fazlasıyla alır. Hapishaneler dolup taşar. Neruda da yasaklananlar arasındadır. Tutuklama emriyle aranır. Hatta başına ödül koyulur. Neruda için yasal mücadele olanakları kalmaz. Soru şudur: “Neruda bu durumda ne yapacaktır?” Bu soruya Neruda’nın cevabı net olur. Onun şair yoldaşları nasıl ki faşizme teslim olmadılarsa, o da Videla’nın baskılarına, tehditlerine boyun eğmeyecek, teslim olmayacaktır. Ve Neruda kararını verir. Yeraltında, illegal olarak mücadelesine devam eder. O günlere dair anılarında şunları söyler: “Hemen hemen her gün başka yerde kalıyordum, Her yerde beni saklayacak insanlar kapılarını seve seve açıyordu. Bunların çoğu hiç tanımadığım kimselerdi, birkaç gün için de olsa beni saklamayı arzu ettiklerini söylüyorlardı. İster bir saat, isterse bir hafta için olsun vatandaşlarım bana kollarını açıyordu! Böylece saklandım; limanlarda, tarlalarda, şehirlerde, depolarda, köylülerin, mühendislerin, avukatların, denizcilerin, doktorların ve maden ocağında çalışan işçilerin evlerinde.” (Yaşadığımı İtirafEdiyorum / Syf. 269) O içindeki duygu yoğunluğunu, “Şair kendini ülkenin her yanında görür.” diyerek tanımlar. Halkın direncinden sahiplenme duygusundan, yüksek kavga azminden beslenmektedir. Bu zorlu koşullarda da boş durmaz. Halkının içinde üretmeye devam eder. En güzel kavga şiirlerini mısralara döker. Gözaltına alınıp tutuklama, kuytu bir köşede katledilme risklerini düşünmeden yazar. 43

Başına ödül konularak arandığı bu zor günlerde “en önemli kitaplarımdan” dediği “Büyük Türkü” adlı eserini yazar. Neruda’nın etrafındaki çember gittikçe daralmaya başlar. Halkın moral değeri Neruda’nın ülkede kalma koşulları neredeyse kalmamıştır. Ülke dışına çıkması gündeme gelir. Fakat bu kararıkendisi değil, partisi alır. Çünkü o partili bir ozandır. Parti, Neruda’nın ülke dışına çıkması için çalışmalarını hızlandırır. 1948’de vatanına ve halkına aşık ozan için sürgün günleri başlar.Ancak bilinir ki bir şair için ülkesinden ayrılmak çok zordur. Acı vericidir. Zorunlu bir sürgüne gidiyor olsa da, ülkesine bir gün dönecek olmanın inancını And Dağları’ndaki tahta bir kulübeye şöyle yazar: “Yakında görüşmek üzere, anavatanım. Gidiyorum ve seni beraberimde götürüyorum.” Arjantin’e sağlıklı bir şekilde ulaştığında tüm dostları sevinir. Çünkü Şili’deki iktidarın onu katletmiş olduğu düşünülmüştür.

Şair Safını Seçmelidir

Bugünün dünyasında herkes gibi şairler de seçimini yapmak durumundadır. Şairler ayrıcalıklı, tarafsız, arabulucu gibi kendilerini gösteremez. “Ben şairim, şiirlerimi yazarım, politika beni ilgilendirmez.” diye düşünemez. Bu düşünce esas olarak burjuva ideolojisine dayanır. Neruda bir kez safını seçmiştir. Ömrü boyunca halkının safında düşmanlarıyla mücadele etmiştir. Günümüzde hala safını belirlemeyen, zalimlerden icazet bekleyen, onların düzenine şu veya bu şekilde su taşıyanlara şu sözlerle seslenir. “Biz bugünün şairleri, seçmek zorundayız. Seçeceğimiz şey gül tarhlarında değil. Korkunç ve haksız savaşların, paranın gittikçe artan baskısını, ilerleyişini ve bütün hakszlıkları avucumun içinde gittikçe daha apaçık görüyorum. Koşullu ‘özgürlük’, seks konuları, zorbalık, aylık taksitlerde kolayca ödenebilecek sevinçler, eskimiş sistemin çekici tuzaklarıdır.” (Age / Syf. 404) Neruda sadece çağrı yapmakla yetinmez, uyarır. Burjuvazinin önlerine çıkardığı tehlikelere de dikkat çeker. Şairler özelinde tüm sanatçılara seslenen şu uyarıları yapar: “Kimi şairler mistisizme, ya da sağduyu rüyasına sığınırlar. Başkaları gençliğin o kendiliğinden ve yıkıcı gücüyle büyülendiler, onlarla yaşayan 44

insanlar oldular. Günümüzün savaşçı dünyasında böyle bir denemenin hep önleyici ve korkunç acılara götüreceğini hiç düşünmeden…”(Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Aktaran: Latin Amerika Başkaldırıyor / Syf. 404) Onu büyük şair yapan sosyalist bir dünya görüşü sahibi olarak halkının kavgasında saf tutmasıdır. Kalemini vicdanının emrine vermesidir. Halkın mücadelesini inanç yüklü satırlarla ölümsüz bir silaha kavuşturmasıdır. O silah ki her daim ozanın dilinde patlamaya hazırdır: “Yüreğim bu kavganın içinde / Kazanacak halkım / Bütün halklar kazanacak bir bir / Bu acılar bir mendil gibi / Kumlar arasında/ Şehit duraklardan / Çıkaracak her şeyi / Şanlı günler yakındır çünkü / Kinler kusacak bir an / Ceza veren eller…”(Muzaffer Halk / Aktaran: Latin Amerika Başkaldırıyor / Syf. 397)

Neruda için bir şairin tanımı bellidir. Bir ozan olarak kendini en mütevazı haliyle halkından ayrı tutmaz. Çünkü bilir yaratan ve yaşatanın o büyük okyanus olan halkın olduğu gerçeğini. “Ben her zaman söyledim, bence en iyi şair, bize her gün ekmek sunan fırıncıdır; kendisini tanrı olarak hissetmeyen fırıncı. O mütevazı ve heybetli olan işini yapıyor. Her gün ekmeğin hamurunu yoğuruyor, fırına atıyor, pişiriyor ve insanların ihtiyacını karşılamak için önlerine sürüyor.” (Nobel Konuşması / Aktaran: Güney Dergisi / Syf. 56) Ozan, işte böyle mütevazıdır. Yaptığı işi, sorumluluklarını abartmaz. Kendisini var eden koşulları görmezden gelmez. Bunun sonucudur ki, “Burjuvazi gerçeklere gittikçe yabancılaşan bir şiir istiyor. Can çekişen kapitalizm şairin, ekmeğe ekmek ve şaraba şarap, demesini bile tehlikeli buluyor. Bir şairin, Huidobro’nun deyimiyle, kendisini “ Küçük bir Tanrı saymasını, kapitalizme daha uygun görüyor. Bu kanı ya da davranış, egemen sınıfları hiç tedirgin etmiyor.” (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum / Syf.446) diyen ozan kalıcı olmak isteyen şair adaylarını önlerindeki tehlikeler için uyarırken; halkın içinde, halk için yaşamayı yaşam felsefesi haline getirmeleri için uyarmadan edemez. “Biz şairler ancak, diğer insanlar gibi olmayı becerdiğimiz zaman, şiire o büyük enginliği - her dönem daraltılmış olan, bizzat kendimizin durmadan daralttığımız enginliği - geri verebiliriz (…)” (Nobel Konuşması) Neruda, seçilecek bu yolun kolay bir yol olduğunu söyleyerek, pembe 45

tablolar çizmez. Ama şunu söyler. Mutluluk ve bir şair için gurur ve onur dolu bir yaşam ancak bu yoldadır. Bu konuda kendinden örnek verir: “Ben ıstırap çektim ve savaştım, ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya bölünürken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa tüm duygular şiirimde kanat çırpmış, içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım, şiirimle savaş verdim. (...) Estetiğin güç ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuşum. Benim kazandığım en büyük armağan işte buydu.” (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum/ Syf. 231-232)

Kanser hastası olduğunu bilmiyordu. Temmuz 1974’te 70. doğum günü kutlama töreni hazırlanıyordu. Ancak Yanki emperyalizmi ülkesinin üstüne karabasan gibi çökmüştü. PasiŞk manzaralı evinde her sabah yaptığı gibi radyosunu açtığında tarih 11 Eylül’ü gösteriyordu. Neruda işte bu anda dostu başkan Salvador Allende’nin “Yurttaşlar! “ diye başlayan son konuşmasını dinler: “(…) Yurdumun emekçileri! Ben Şili’ye ve onun geleceğine inanıyorum. Benden sonrakiler,ihanetle zorla getirilmek istenen bu acı karanlık anı aşacaklar. Eninde sonunda geniş caddelerde gerçek insanlar daha iyi bir toplum inşa etmek için yürüyüşe geçecekler. Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın emekçiler! Bunlar benim sonsözlerim. Ödediğim bedelin boş olmayacağından eminim. Bunun en azından korkaklığa ve ihanete indirilmiş ahlaki bir tokat olacağından eminim.” Amerikancı faşist cunta ülkede darbe yapmıştır. Şehirle bağlantı kesilir. Evinin etrafı askerlerce sarılmıştır. Tüm ülke toplu gözaltı lar ve cinayet haberleriyle kol geziyordu. Stadlara, solcular, sosyalistler, sendikacılar, devrimciler dolduruluyordu. 18 Eylül’de ateşi çok yükselir. Hastaneye kaldırılır... Meksika’ya götürülme talebine ise karşı çıkar. Artık ölüme doğru koştuğunu bilir. Yoldaşları ve halkının çektiği acıları biliyorken kendisine sunulan ayrıcalıkları tümüyle reddeder. Eşi Neruda’yı Meksika’ya götürmek için harekete geçtiğinde otomobile el konulduğu, evinin yağmalandığı, şoförün tutuklandığı söylenir. Meksika devlet başkanı özel uçak göndermiştir. Şairi almak için. Yok, hayır der… Son anları hep sayıklamalarında “Onu katlediyorlar, onu katlediyorlar.” diyen ozan, başkanlık sarayında direnen yiğit dostunun, başkan Allende’nin 46

katledilmesinin şokunu daha atlatamamıştır. 23 Eylül 1973’te tüm bu yaşadıklarına ozanın kalbi daha fazla dayanamaz... Faşizmin zulmü, yaşlı, yorgun bedenin son direncini de kırmıştır. Halk sokakları doldurdu. İşçiler vardı. Öğrenciler, memurlar… Yüzlerde öfke ve faşizme nefret doluydu. Mezarı başında bir üniversiteli, bir yazar, bir öğretim görevlisi konuşma yapar. Halk mezarlığa yaklaştığında yükselen “Pablo Neruda Yaşıyor!” sloganı nı, kararlılıkla haykırılan Enternasyonal marşı izler. Zulme inat binlerin sahiplendiği büyük ozan o gün orada halkının, halkların kalbine gömülür: “Halkım ben, parmakla sayılmayan / Sesimde pırıl pırıl bir güç var / Karanlıkta boy atmaya / Sessizliği aşmaya yarayan / Ölü, yiğit, gölge ve tuz, ne varsa / Tohuma dururlar yeniden / Ve halk, toprağa gömülü / Tohuma durur bir yerde / Buğday nasıl Şlizini sürer de / Çıkarsa toprağın üstüne / Güzelim kırmızı elleriyle / Sessizliği burgu gibi deler de / Kırmızı elleriyle / Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde” YARARLANILAN KAYNAKLAR • Yaşadığımı İtiraf Ediyorum / Pablo Neruda – Altın Kitaplar Yayınevi 1976 Baskısı • Latin Amerika Başkaldırıyor – Ütopya Yayınları • Güney Dergisi – Ocak – Şubat – Mart 2005 – 31. sayısı

2010 Ekim

47

ENVER GÖKÇE VE PABLO NERUDA

Odada bir masa ve gaz lambası. Sıcak çıtırtılarla yanan soba. Çivide asılı ceket, pantolon, palto. Solmuş rengi paltonun Ve sinmiş üstüne Hüzünlü kokusu yoksulluğun. Dışarıda kurtlarla bir olmuş uluyor fırtına. Donmuş dal uçlarında, Kar çiçekleri zemheri soğuğunun. Enver Gökçe, Eğilmiş üstüne masanın, Yüzünde çizgileri çileli bir hayatın, Şiirlerini Türkçe’ye çeviriyor Pablo Neruda’nın.

Kapı aralığında karanlığın ayak sesleri.

Düzenin bekçileri,

Hışımla dalıyorlar içeri.

Kararıp kalıyor Neruda çevirileri.

Oğulları ölen anaların türkülerini,

Federico Garcia Lorca’ya yakılan ağıtı,

Karlı dorukları Ant Dağları’nın,

Pampaların rüzgarla oynaşan otlarını,

Maçu Piçu’nun mavi çiçeklerini,

Egin’in ela gözlü türkülerini

Dolduruyorlar bir torbaya.

Bakıp kalıyor arkalarından Enver Abi,

Yavruları çuvala doldurup götürülen

Anne köpek gibi.

Soba ve lamba sönüyor.

Oda loş ve soğuk.

Umarsız bürünüyor yorganına.

Neruda görünüyor bir at üstünde.

Üzülme kardeş diyor,

Bilirsin şiirimiz yedi canlıdır. 48 Parçalasalar, yaksalar da,

Yeniden göverir küllerinden. Beni kederlendiren bu değil! Senin çiğnenen göz nurundur beni kahreden

Metin Demirtaş

49

50

This article is from: