12 minute read

Sanat-ı Tahrire Dair: 2 Okumak

Next Article
Sözcük Dizini

Sözcük Dizini

SANAT-l TAHRIRE DAIR: 2 OKUMAK

Ahval-i tahrir muallimleri kendilerinden bir sihr-i telkin beklenen mümtaz talebelerine son ve ebedi bir ders olmak üzere "mütalaa, sanat-ı tahririn temelidir" diyen Antoine Albalat'nın şu sözlerini tekrar etmelidirler: "Sahib-i iktidar alacağınızı bilmek istiyor musunuz? Okuyunuz. Kitaplar onu size öğretecek; yazıyorsunuz, fakat işte tevakkuf ettiniz, değil mi? Okuyunuz. Kitaplar size iras-ı ilham edecek." ''Yazmak istediğiniz vakit okuyunuz, yazabileceğiniz vakit okuyunuz; artık yazamayacağınız vakit de okuyunuz; iktidar bir temessülden başka bir şey değildir. Başkalarının yazdıklarını okumak lazım; nihayet okunmak için yazmal ı . " " Mütalaa hissizliği mahv, havassı faal, zekayı bidar eder ve hayali serbest bırakır . " Sonra bizdeki şairliği n , eski tarz tahririn hala aramızda yaşayan bir fikrini öldürmek, onun taze ve müstait dimağlarda bıraktığı boşluğu doldurmak için yine Albalat'nın şu sözünü edebiyat defterlerinin ilk sayfasına, hatta mümkünse her kitabın kabına büyük ve sülüs harflerle yazdırmalı: "Bir şey tanımak istem e m , bir şey okumak istemem, tabiat bana kifayet eder! diyenlerden sakının ız. " Çünkü kim yazmışsa, kim yazıyorsa mutlaka okumuştur. Deha-yı tahririn menbaı mütalaadır. Heva-yı nesimi kitaplardır. Bilmeliyiz ki eserleri hala nazar-ı ihtiramımızda zi-hayat duran büyük Rousseau, yazmadan Montaigne'i, Plutarque'ı tekrar tekrar

25

okumuştu. Fransızcaya süluk etmezden ewel Latince yazan ve tekellüm eden Montaigne'nin mütalaası darb-ı mesel hükmüne girmiştir. Chateaubriand bilafasıla Bemard de Saint-Ph�rre'i okuduğunu itiraf ederdi. Hasılı bütün muharrirler okumayı tavsiye etmişlerdir. Sanat-ı tahrir için mütalaa en büyük bir ser-esasiyedir ki her şey i , imladan cümle teşkiline varıncaya kadar bize öğretir. Çok kitap mı okumalı , az kitap mı? Işte hakikaten nazik ve ehemmiyetli bir madde . . . Darmadağınık, serseri bir mütalaa şüphesiz pek bi-faidedir. Yalnız bir muharririn de mütemadiyen okunması mutlaka bizi ona meylettirecek, onu taklide sevkedecek ve netice-i taklidimiz olarak müntehabımız olan muharririn bütün hataya-yı asarını bize nakleyleyecektir. Az okumayı tavsiye eden Seneca her şeyi okumak arzu eden hiss-i tecessüste iştiha-yı kıraatı ifsat edecek bir kusur görüyor. Her şeyi okumayı, her · şeyi anlamadan gözden geçirmek addediyor. Ben de müteaddit müşahedelerime istinaden derim ki bunaltacak derecede okumak insandaki mevhibe ve istidadı zayıflatır. Onu bi-his, fakat her şeyi havi bir kütüphane kadar fikren bi-hayat bırakır. Raks-ı desatirin gayr-ı kabil-i ictinap nöbetleriyle muztarip eder. Mutedil okumalı ki okuduklarımız bizde müsterih ve sahih olarak temessül etsin. Herbert Spencer'in dediği gibi "Mideler vardır ki pek çok gıda bel' eder ve hiç hazmetmez, halbuki bazıları az alır ve hepsini hazmed e r . " M i d e için söylenilen bu hakikat dimağ için de bir hakikattir. Muntazam ve mutedil okuyan hepsini temessül ettirir. Çok ve serseri okuyan , tabii çok bel' eden mide gibi hiç hazmedemez, yani temessül ettiremez, hepsini pek kısa bir maziden sonra kaybeder. Nasıl okumalı ve kimleri okumalı? Bunları bilmernek pek 'feci'dir Bir zekayı mahveder, belki bir

dehanın meçhul kalmasına sebebiyet verir. Zira ben öyle zeki, tahsil-i aliyi öyle mükemmel temessül ettirmiş tazeler tanıyorum ki popüler bir romanda kemal-i ehemmiyetle vesaik-i edebiyye arıyor, tedkik-i mana-yı elfaza kalkışıyor. Bugünkü edebiyatın hakaik-i psikolojiyesinden bi-haber hala Dumas Pere'i okuyor. Yine bir diğeri bütün münekkitlerce reddolunmuş en saçma ve nazari bir muharriri okuyor. Okumakta kalmıyor, hatta tercüme ediyor. Tahsil-i alinin dimağlarına yığdığı bar-ı vukuf altında hala musanna kasideler yazanların maraz-ı tahassüslerinden bahsetmeyeceğim. Fakat ne şayan-ı hayret bir acip sebat . . . Nasıl okumalı; değil mi? . . Herhalde vakit geçirmek için okumamalı, ·vakit geçirmek için bilardo, bezik, spor var. Ve bilmeli ki mütalaa eğlence değildir. Eğlence yorgunluk çıkarmak için, yorgunluğun tahribatını tamir için aranır. Halbuki ciddi bir mütalaa insanı yorar, bir fikr-i ciddi takip etmeyerek okuyorsanız pek boşuna bir zahmete giriyorsunuz. Nafile gözleriniz kızarıyor. Nafile oturmaya mahkum kalıyorsunuz. Koltuğunuza yaslanıp tahayyül etseniz hayatınızı daha makul bir surette iktisat etmiş olacaksınız. Ciddi okumak d i kkatle okumak demektir. Hatıranıza ne kadar mutemet olsanız yine not almaya tenezzül ediniz. Hiç olmazsa, bir kitapta nazarı dikkatinizi eelbeden satırları, fikirleri kurşun kalemiyle çiziniz. Bu çizgiler fennin bize izah ettiği muhtır timsaller olur. Sonra "Bu fikir kimindi?" diye şüphede kalmazsınız. "Kimleri okumalı"ya cevap güç. Nesirde ancak iki muharririmiz var; Eyl ü l ve Aşk-ı Memn u sahipleri. Birincisi Paul Bourget'nin hata-kar ve taşkın bir mukallidi, ikincisi bütün muharrirlerin , bütün mesalik ü mekatib-i edebiyyen i n ve galiba hassaten Les A m o u r defendues muharriri Rene Maizeroy'nun mukallid-i bedayiperveri! Bunları okuyunuz, sakın

taklit etmeyiniz, sonra müebbeden hiç kalırsınız. Albalat en kabil-i temessül muharrirleri okuyunuz der. Halbuki bu iki muharririn okuduklarını temessül ettiremedikleri eserlerinde görülür. Siz de bunun üzerine kalkar onları okuyarak temessül ettirmek isterseniz garip olmaz mı? Kimseyi taklide heves etmeyiniz, ewela üstat olmaya çalışınız, dikkatli ve biraz müşkilpesent olunuz, kaleminizin ucunda hususi ve zarif bir üslup sizi bekler. Kelimeleri, hatta harfleri mütehayyil gözlerle görünüz, onların arnakma yalnız hayalin incelikleri nüfuz eder. Beyaz ve hep size muntazır kağıdımza resmettiğiniz bu işarat-ı fikriyyenin mana-yı eşkalini anlayınız. O vakit muharrir olmaya kesb-i istihkak etmiş olacaksınız. Bu vukuf-ı mu'tena içinde lisan-ı mader-zadınızdan, yani yazdığınız lisandan başka zihayat ve sahib-i edebiyat bir !isan bilmeye mecbursunuz, bir lisan ki yirminci asra, hal-i hazıra ait olsun. Bir lisanı hakkıyla bilmek mutlaka diğer bir !isanı bilmeye vabestedir. Bir lisanın içinde ne kadar tetebbuat yapsanız anlayamayacaksınız, mutlaka haricine çıkmak lazım. Evet zi-hayat bir lisan bilmeye mecbursunuz. Ingilizce, Almanca, hasseten Fransızca gibi. . . Yalnız muhibb-i edebiyat, yalnız mutali' kalmak isteyene belki ecnebi bir lisanın lüzumu yoktur, fakat yazmak isteyene , muharrir olmak, münekkit olmak isteyene, bilhassa gazetecilere behemehal elzem. Bu lüzumu, bu ihtiyacı teşdit eden lisanımızın bugünkü tufuliyyet-i edebiyye ve ilmiyyesidir. Dikkatle çalışmalı , okuduklimmızı hakkıyla temessül ettirmeliyiz. Muharririn sa'yı nihayetpezir olmaz. Ne kadar muktedir olursa o kadar okumaya, o kadar ilerlemeye muhtaçtır. Çünkü "ilerlemeyen gerile r . "

izmir, Nr: 1 8, Kinunuevvel 1 323/ 1 4 Aralık 1 907 (Emel, Nr: 2, 8 Teşrinievvel 1 324/2 1 Ekim 1 908)

"BENI TERK ET! " ŞiiRINE DAIR

-Muhiddin Beye-

Azizim; bugünkülere hücum ediyorsunuz: "Onlar yoktur!" diyorsunuz. Vakıa bu iddianız redde bile değmez. Size cevap vermeye kalkanlar vakitlerini israf etmiş olurlar. Çünkü sizin fikrinizi tashih etmek imkan haricindedir. Inat sizde o kadar marazi ve müzmin bir hal kesbetmiş ki artık asla tahawül kabiliyetiniz kalmamış! Mazinin, kıyınetsiz mazinin müthiş bir müdafiisiniz. Yeni bir şey, eskiye benzerneyen her şey sizin nazarınızda fenadır. Mizacınız doktorların tecessüsünü mucip olacak derecede garip. o o Evet azizim , bugün Muallim Naci yahut Şeyh Vasfi sağ olsaydı , bin üç yüz yirmi altı senesinde, bin dokuz yüz onda, yani yirminci asrın orta yerinde, zavallı Servet-i Fün u n sahifelerine:

Ulü'l-bagiye yağdırdı n a r-ı azab Ceza-yı t a h a t ti-i h a k k u sauab

Vah i m ü 'l-a u a k ı b, hezilü'l-menas Ecel, gölgesiyle ederdi temas

tarzında mesneviler, böyle korkunç ve kuwetli saçmalar yazmaya cesaret edemeyecekti, fakat siz, bütün değişrnek isteyen bir gençlikten sıkılmadınız. Buna cesaret ettiniz. lsmine varıncaya kadar yanlış tercüme ettiğiniz bir romanı kitap şeklinde bastırırken, bütün ihtarlara, alaylara, tenkitlere rağmen -hiç olmazsa ismini olsun!- tashihe teşebbüs etmediniz. Ewel zamanda okuyup yazma bilmemekle iftihar

29

eden kahramanlar gibi hatanız ve cehaletinizle kabardınız. Sonra Rumefi'nin en hassas, en sanatkar bir şairine hücum etmeye kalktınız, o şair ki bugün bütün sanatını, edebi mizacını milliyetine, vatanına feda etmeye hazırlanıyor. Ustalarınız tarafından katIonunan "yeni lisan''ı, tabii lisanı, konuşulan ana lisanı, İstanbul Türkçesini neşretmek ve edebi bir lisan haline koymak, ilim ve edebiyatı bütün Türklere, bütün vatana tamim etmek istiyor. Siz bu kadar esaslı, bu kadar ali düşünen müteceddit bir ge nce sıkılmadan h ücum ediyor, onun "büyük fikir"ini idrak edemiyorsunuz. Ben , size cevap verecek, bu kadar zaman sonra hücumunuzu iade edecek değilim. Yalnız hiçbir güzellik göremediğiniz "Beni Terk Et! " şiirine dair birkaç söz söyleyeceğ i m . Siz yine diyeceksiniz ki: "Ne hakla? Ben seni tanıyorum! . . " Vakıa doğru . . . Fakat Münif Paşanın şu meşhur sözünü hatırlayınız: "Istediğini söyleye n , istemediğini işiti r . " Siz nasıl kim olduğunu tanımadığınız bir gence hitaba kalkıyorsunuz, tanımadığınız bir adamın da size hitabına tahammül edeceksiniz.

"Beni Terk Et! " şiiri ewela "yeni lisan"la yazılmıştır. Durunuz, acaba siz "yeni lisan"ı takdir edebiliyar musunuz? Zannederim ki, bu da "yeni lisan" olan her şey gibi nazarınızda fena ve münasebetsizdir. Lakin ihtiyarlamış gençler onun ehemmiyetini anlarlar: Dünkü !isan, "Edebiyat-ı atika ve cedide"nin lisanı Türkçe değildir. İ htiyaç her lisana ecnebi kelimeler sokar, lakin ecnebi kaidelertsokamaz. Birkaç yüz sene ewel kendi milliyetlerini takdir etmeyen şairlerimiz, ediplerimiz, esasen ve aslen lisanımıza son derece yabancı olan Arapça ve Acemceden kaideler almışlar; dünyanın en kısa ve en mükemmel

sarfına malik olan lisanımızı berbat etmişlerdir. Sonra bu kaideleri kimse -bir malmış gibi !- atmaya kıyamamış, hatta sizin ustalarınızdan yalnız biri lisanlardan alınmış, birtakım kelimelerin ihtilatından meydana gelme musanna' lisanın yaşamayacağını iddia ve teessüf olunur ki lisanımıza Arabi, Farisi kelimelerle beraber Arabi ve Farisi kaideler de almışız• diye teessüf ettiği halde teceddüde cesaret edememiş, fenalığını vicdanen bildiği tarza dair "sarf ve nahiv" yazmıştır. Işte bugün birkaç genç, Ali Canip ve arkadaşları Türkçeyi berbat eden Arabi ve Farisi kaidelerini Türkçeleşmemiş edatları, bu üzücü ve tabiatımıza muhalif kapitülasyonları atmak istiyorlar. Yalnız Türkçenin sarfını bütün kelimelere hakim kılmaya bu suretle Arabi ve Farisi kelimeleri tedricen Türkçeleştirmeye çalışıyorlar ve muvaffak oluyorlar. İşte iki aydan ziyade oluyor ki Rumeli'nin başmakaleleri bu tabii lisanla intişar ediyor. Tekellüm lisanına girmiş, klişe haline geçmiş terkiplerle , ıstılahiardan başka Arabi ve Farisi kaideleriyle yapılmış bir şey yok. Ali Canip ve arkadaşlarının fikirleri pek tabiidir; çünkü dünyada ne kadar edi p , ne kadar !isan alimi varsa kendi dillerini sadeleştirmeye, hatta en muhafazakar olan Ingilizler bile mahut müzekkerlik ve müenneslik garabetinden kurtulmaya çalışırken bizim en basit ve tabii olan zavallı lisanımızı teşvişte devam ve inat etmemiz çılgınlık değil midir? Lakin , azizim Muhiddin Bey, mademki bu çılgınlık maziye aittir, siz onu bir şeref, bir şan adde" dersiniz. Yine öyle addediniz ! . Tabii olan "yeni lisan"ın galebesi bütün eskilerin muhakkak ölümü demektir. Ve biraz düşünen inkar edemez ki milli bir edebiyat ancak annelerimizin konuştuğu lisanla, Istanbul Türkçesiyle hani birbirimizle her gün konuş-

• Kavgalarım, s. 300.

tuğumuz bir lisanla vücuda gelebilecekti r . Işte vazifelerini , milliyetlerini seven gençler buna çalışıyorlar. Siz mukavemet ediniz. Eskiyi, eskileri, eski lisanı müdafaa ediniz. Bakalım mevkiiniz müstakbelde neresi olacaktır?

"Beni Terk Et! "i ancak şimdi izahıının sebebi, arkadaşlarımla beraber, onun, yeni lisanın esaslarını hazırlamakla meşgul olduğundandır. Fakat nasıl olursa olsun "yeni lisan"a ait hücumları yıkmaya ahdettiğimizden işte şimdi boş vakit bularak bunları yazıyorum. Siz "Beni Terk Et! " şiirindeki tabiiliği, bu tabiiliğin kıymetini anlamadıiıız. l stiyordunuz ki sizin ve arkadaşlarınızın kasideleri, mesnevileri gibi uzun, sıkıcı olsun; ancak o vakit "güzel" diyebileceksiniz. Halbuki bir şiirin güzelliği veya fenalığı hacmen büyüklüğünde , küçüklüğünde, uzunluğunda, kısalığında değildir. Dört mısralık bir şiir olabilir ki en uzun romanlardan ziyade insanı mütehassis edebilir. Yabancı olmadığınızı iddia ettiğiniz Arap edebiyatında birçok şairlerin ne kadar "minyon" şiirleri vardır ki anlamayan bir nazara, ancak bir hitap, bir gevezelik gibi görünür. Lakin o küçüklükteki derinlik, o kısalıktaki mana . . . Ah azizim Muhiddin Bey, insanı çok yoran, bedii meyillerini öldüren gazetecilikten vazgeçip edebiyatı kendinize bir meslek edinseniz, okusanız, biraz "sanat"ı anlasanız, o aniatılmayan manayı anlayacaksınız. Siz onun , yeni lisanın:

Ben i m A ş k ı m

Ben i m a ş k ı m zavallı b i r çocuğun Bazı ç r lgrn, hayatı m üs t a h k ô r Bazı p e k hasta p e k h az i n , yorgun R u h u n un h is /i bir m ümasilidir.

Beni m aşkım, bu çiçek ki uzun Ömrü yok t u r; hemen so/ar ve erir Kır, kopar her yerinde b i r solgun Tazel i k var k i bak, n e hoş �zi l i r.

Kır, kopar lakin a tm a , s a k la o n u ; Bir zaman son ra b i r hediyem o l u r San a öksüz, hazin, bugün boy n u Kır, kopar l a k i n a t m a z a l i m . . . D u r! Ben i pek t i t re t i r bu gizli firar, Çünk ü genç, b ü y ü k g u r u ru m var! . .

gibi samirniyetlerini hiç takdir edemiyor musunuz? Bunlar, minimini, hemen şöyle birkaç satırdan ibaret de onun için mi fena? Durunuz öyle ise aklıma gelen bir iki küçük Fransız şiirini de yazayım. Işte Akademi azasından Jean Aicard'ın bir şiiri:

Ce ver l u isan t

Pet i te luciole · Fo/ le

Fu i t , je t'a t t raperai Pet i te luciole

Fo lle

Cache-toi, je t 'a u ra i Pet i te luciole

Fo lle

Eteins-toi, je m o urrai•

Şiirsel olmayan çevirisi şöyle olabilir (M. U.): Ey ateş böceği Minik ateş böceği Kaçı k Sıvış, yakalayacağım seni Minik ateş böceği Deli Saklan, tutacağım seni Minik ateş böceği Çılgın Söndür ışığını, öleceğim

Hiçbir şey! Değil mi? . . Hakkınız var . . . Fakat biraz daha sabrediniz, size dünyanın en küçük şiirini; mısraları yalnız bir heceden ibaret olan "Jules de Resekiye"nin meşhur soneciğini yazayı m . Senelerce (hatta hala! ) birçok şairler tarafından çalışıldığı halde, bir misli ibda olunamayan bu esere, bu sanat incisine ne diyeceksiniz? ·

Sonnet Fort Sort Belle, Frele Ro se Prise Elle Quelle Cl o se L'a Dort, M ort: La Prise• Bu da hiç! Değil mi? . . Öyle ise heyhat Muhiddin Bey, siz "Beni Terk Et! " şiirindeki güzelliği yazık ki görmek ve anlamak istidadından katiyyen mahrumsunuz. Isterseniz, bir kere de beraber okuyalım:

Ben i Terk Et!

Kirli, pek kir/i bir güze//iksin; Dikkat ettim seni n hayatına ben B i r s u k u t ey zavallı her nefesi n i O k a d a r k irlisin k i b e n b i /e b a k , Ayrıl m a k bence tıpkı ö l m e k k e n . Pek çam u rl a n d ı n e y g ü z e l zambak; Sen o m aziye bel k i ağlarsın; Ben i terk et, fakat uzak/aşarak; Çünk ü genci m, yaz ı k çam u rlars ı n ! . .

Fena, vesselam değil mi? Siz onun "şekli" ve "ruhi" güzelliğinde n , şimdiye kadar hiçbir ustanızın

Dinç Çıkıyor Güzel Nazik Gül Sapı o Ki o Kapanıyor Onu Uyuyor Ölüyor: Ve Tutuyor

yapamadığı kafiye nescinden , sonra minimini on satır içindeki büyük tahlilinden bir şeyler çıkaramıyorsunuz değil mi? . . Karikatürümüzde tafsil edilen yazı müteahhitliğine bile layık değilsiniz; benden size nasihat: Siz yine tavukçuluğa , ticarete, ziraata avdet ediniz azizim. Baki ihtiramlar. . .

Genç Kalemler dergisi, Cilt: ll, Nr: 3 Nisan 1 327 (1 91 1 )

This article is from: